Professional Documents
Culture Documents
Giriş
Amerika kıtasının kalıcı bir şekilde yerleşime açılması, ilk olarak Britanyalı
kolonilerin girişimleri ile gerçekleşmiştir. 1607 yılında Captain Newport, içinde 71
yerleşimcinin bulunduğu Susan Constant gemisiyle Kuzey Amerika’nın doğu
kıyılarına, şu anki Virginia eyaletinin olduğu yere yanaştı. Bu bölgede ilk Amerikan
kentleşmesi olan ismini Britanya Kralı I. James’den alan Jamestown yerleşkesi
kurulmuş oldu. İlk yerleşimciler yoksul, çıkış arayan, girişimci kimselerden
oluşuyordu. Hapishaneden çıkanlar, devlete borcu olanlar buraya gelerek 5 yıllık
çalışma cezalarını ödemek isteyenler, din ve mezhep baskısına uğrayanlar; Amerika
kıtasına yeni bir umutla gelen insanlardı. Yeni dünyanın refah ve aydınlık bir gelecek
vaadetmesi eski dünyadan olağanüstü büyük bir göçün başlamasına sebep oldu.
Western Filmleri
Oral Sander, Kuzey Amerika’daki İngiliz kökenli kolonilerin yeni topraklarda Avrupa
tipi bir toplum oluşturmasının ikinci nedeni olarak; kolonilerde aristokrasinin
olmamasını ve monarşinin gücünden coğrafi olarak uzak olunmasını gösterir. Uçsuz
bucaksız bir kıta olan Amerika, toprak sıkışıklığı baskısı olmayan, eşitlikçi çiftçi
topluluklarının oluşmasına imkan tanıyordu. Ama, ilk yerleşim bölgelerinde ve
limanlarda 18. yy’da mal sahipleri ve tüccarlar yine de İngiltere benzeri bir oligarşi
ortamı kurmuşlardı. Siyasi önderliği de elinde tutuyordu bu kesim. Kendilerine rakip
olabilecek monarşi, kent ve toprak aristokrasisi ve bunları destekleyecek bir köylü
tabakası Kuzey Amerika’ya geçememişti. [7]
Üçüncü olarak kolonilerde farklı dinlerin varlığını öne sürer Oral Sander. Dinlerdeki
bu çeşitlilik en başından kabul edilmişti, bütün tarihi boyunca da Kuzey Amerika
halkı hiç bir zaman tek bir dini kabul etmesi için baskıya uğramamıştı. 18.yy içinde
zaten buradaki halklar dini duygularından uzaklaşıp Avrupa toplumunu
dönüştürmekte olan laikleşme anlayışını paylaşıyordu. Anayurtlarını terketme nedeni
olan bu dinsel baskı, yer yer kendisini hissettirse de asla Amerika kıtasında bir
doktirin baskısına dönüşmedi.[8] Yine de kıtanın bütününün ele geçirdiği zaman bu
dini baskıyı kendisi dönüştürerek, vahşi yaşamın karşısına Hristiyan teolojisini
koyarak doğaya bağlı yaşayan yerli halkı ötekileştirip elimine edecektir.
Son olarak 13 Koloni’yi kollektif bir şekilde birleştiren üç tür öfkenin olduğunu ifade
eder Sander. Fransa’nın yarattığı askeri ve ekonomik baskıya karşı bir öfke vardı ama
1763’de Fransa adadan çekilince bu öfke ortadan kalktı. İkinci olarak kıtanın yerli
halkı olan Kızılderililerle karşı bir öfke duyuluyordu. Koloniler gibi göçebelerdi,
ancak beyazlara göre sürekli bir tehdit oluşturuyorlardı; nitekim topraklarını savunma
konusunda Avrupalı saldırganlığı ve acımasızlığı karşısında pek şansları olmadı.
Kolonileri birleştiren son öfke ise anayurtlarına karşı olan öfkeydi. İngiliz
sömürgeciliği Yedi Yıl Savaşları’ndan sonra savaş borçlarını ödemek için,
Amerika’daki kolonilerinin vergi ve ticaret uğraşlarına dair aldığı sert ve yaptırımcı
kararlarla büyük tepki çekmişti.[9]
Yedi Yıl Savaşları’ndan sonra, dünyanın en büyük sömürge gücü olan İngiltere, en
büyük sömürgesi durumunda olan Amerika kolonilerine uyguladığı vergi ve ticaret
yasalarını değiştirerek, sert bir tutum takınmıştı. Buna karşılık koloniler Fransa’nın da
yardımlarıyla bağımsızlıklarını ilan ettiler. George Washington komutasındaki
koloniler 1782 yılında İngiltere’nin bağımsızlıklarını kabul etmesine kadar savaştılar.
Bu bağımsızlık modern Amerika’nın; hem anayasal anlamda hem de vahşi batıya
açılarak doğal kaynaklarını geliştirme anlamında ortaya çıkmasını sağlamıştı. Bu
savaşın sonunda dünyada yeni bir toplum, Amerika Birleşik Devletleri; İmparatorluk
ve Hristiyanlık kabuğunu yıkarak, devlet dini ve monarşi gibi kavramlardan uzak bir
devlet ulus-uygarlık olarak ortaya çıkmıştı. Avrupa’nın modern devletleri, tarihsel
olarak uzun bir süreç içinde yavaş ve sıkıntılı, eski ve yeninin sürekli çatışmalarıyla
ortaya çıkmışklarken, Amerika Birleşik Devletleri’nde ise bu önceden planlanmış ve
daha sonra ortaya konmuştur.[10]
Genişleme ve Büyüme
Dört yıl süren iç savaş sonrasında kölelik yasaklandı, ABD bölünmekten kurtuldu ve
kıta üzerinde hızla genişlemeye, ekonomik bakımdan büyük bir ivmeyle büyümeye
başladı. Bu gelişmenin en büyük nedeni olarak, ‘el deymemiş bir kıta olarak’, doğal
kaynakların nüfusu dengelemesini gösterilir. Kıtaya ayak basan göçmenlerin girişimci
ve hırslı yapısı, hiç sömürülmemiş doğal kaynaklarla karşılaşınca, doğal olarak dünya
tarihinin en hızlı gelişmesi burada yaşandı. 1803 yılında 4 milyon civarı olan nüfus iç
savaş yıllarında 31 milyonu geçiyordu. Sonuç olarak 1860’ların sonunda ABD üç
kutba ayrılmış görülüyordu. Pamuk üreticisi Güney, özgür çiftçiler ülkesi Batı ve
hızla endüstrileşen Kuzeydoğu.
Sonuç
Amerikan Sineması, western filmlerinden hız alarak kazandığı fiktif sinematik dilini,
Aristoteles’in Poetika’da belirlediği kurallara dayandırmıştır. Kurgusal yapıtın
yaratacağı kurgusal hakikat ise izleyicisinde kurgusal bir tarihsellik ve düşünce
doğurmaktadır. Western sineması da bu anlamda ABD ulus uygarlığının kuruluşuna
dair kurmaca, gerçek dışı bir sinemadır. Dolayısıyla kurmaca tarih yazımının, hızla
ulusallaşma çabasındaki göçmenler üzerinde büyük bir gücü olduğu görülebilir.
Sinemanın ilk yıllarından beri kendisini hissettiren modern gücü sayesinde -Griffith’in
“bir uygarlığın doğuşu” anlatısına benzer bir amaçla- siyasi bir araç görevi görerek,
göçebe topluluklardan bir toplum yaratma silahı olarak kullanılagelmiş, sonuç
Amerikan ulus-uygarlığını kurmaca bir şekilde yaratması anlamında başarılı da
olmuştur. Kovboy rollerinde sıklıkla gördüğümüz ünlü aktör James Steward’ın dediği
gibi “Western filmleri Amerika’dır.” Öyleyse şu son soruyla yazıyı sonlandırabilirim,
Peki sayın Steward, Amerika, western filmleri midir?
Kaynaklar
Verhoeff, N. (2006). The West in Early Cinema: After The Beginning. Amsterdam:
Amsterdam University Press.
[11] ABD daha sonra, Alaska, Texas, Oregon gibi bölgeleri dışardan satın alma
yoluna gitti. 1781-1867 yılları arasında 1,807,533,440 akr alanı 85,079,222$
karşılığında kendi topraklarına kattı. Ayrıntılı bilgi için:
www.blm.gov/natacq/pls02/pls1-1_02.pdf
[16] Barrington, 1989, s. 95 (İç Savaş öncesi 1860 yılında ülkedeki beyazların yüzde
yedisinin tüm kölelerin dörtte üçüne sahip olduğunu aktarmıştır. Bu durum asıl
meselenin köleliğin kaldırılmasından ziyade siyasi otoritenin tek merkezli hale
getirilmesi isteğini akla getirir.)