You are on page 1of 491

[2006'nın en çok okunan romanla

'i\di. Avlarca listelerde kaldı. 22 dile A | d i

ARKADAŞ
tk KIZI
Kalbini feci bir şekilde kırmış arkadaşın
için ne yapardın?

EN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI


KAMRYN MATIKA'NIN HİÇBİR SORUMLULUĞU YOK AMA BİR
DOĞUM GÜNÜ KARTI BUNU SONSUZA DEK DEĞİŞTİRECEK...

Birbirlerinin en yakın dostu olan Karnryn Matika ve Adelc Branııon,


aralunna hiçbir şeyin giremeyeceğini düşünürdü -ta ki Adelc düşünülemezi
yapıp Kamryn'nin nişanlısı Natc ile birlikte olana kadar... Daha da
kötüsü, ham ile kalacak ve doğuracaktı. Karnryn bu ihanet hakkındaki
gerçeği keşfettiğinde onları bir daha görmeyeceğine yemin etti.

Birkaç sene sonra Karnryn, Adcle'dcn onu hastanede ziyaret etmesini


rica eden bir mektup aldı. Adele ölecekti, Kamryn'c. kızı Tegan'ı evlat
edinmesi için yalvarıyordu. Oysa harika bir işi ve hareketli bir sosyal
hayatı olan Kamryn'in beş yaşındaki bir çocuğa ihtiyacı hiç yoktu,
ö ze llik le de ona Nate'i hatırlatan bir çocuğa. Fakat Tegan'a bakacak
başka kimse olm adığına ve Adele de ölüm döşeğinde yattığına göre,
Kamryn'in seçim şansı var m ıydı ki? Genç kadının affedişe, aşka,
sorum luluğa ve en önemlisi de kendi kendini anlamaya doğru uzanan
zor yolculuğu böylece başlamış oldu.

"D uygu yüklü, son derece zeki bir modem dram.”


-Heat

“Her satın gerçek duygularla yüklü, yürek burkan bir hikâye...”


-New Woman

“ İlk sayfadan itibaren hem gülüyor hem de ağlıyordum. Koomson yetişkin


sorunları ile yüzleşiyor Dostluk, ölüm, ihanet ve bağışlama... Çok etkileyici."
-Adele Parks

•Çok renkli ve sıradışı.”


-Company

ISBN: 9944-485-45-6
EN YAKIN
ARKADAŞIMIN
KIZI

DOROTHYKOOMSON

İıınili/ceden Çeviren:
Karcıı Al^ııadi* Çclikojihı
A B /9 4

US YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI


IK M O T IIY K < X )M S O S

O h ıır u l A«Jı W r lio t i nceni * C ifi


Y j>ın.ı M j/.jrluyjn Ilgın S>nmcx Toulotnir
injiiU/AV A d ım la n Çt-vıren . K jrrn Al**u.ıd»> (V lık(*glu )
K .ıp jk Ti.-sinın - liv g t ıljn u Melek Koç

1 li.*sım : H .»/.ırjn 2**)'?


ISLIN *8S h î >-<>

/*ı< bitabın yt/}in h tik k ın .Sun'tbtın h r tm 7«7// m ! îmihx H a tta


.^jıiıuı 4iru*.tltj}t\1n AlfU f k ı t tm İ m i m w ttd y ı tu-ntttır )
U m < z ih a f ı r > h * t , f a T i ¿ 7 > » h ? l dt% l a n u ı m n t - ^ / .« ır

h İm ü . Ao/ntı tih b ****•; . “. "»< /: ıe

ARTI Ml> YAYIM VKI


İK jn - d ijiH snK.:‘ \ı> ^
t-,i)j.ık«fchı İM^tıhul
To l <2 1 > ) S H M .Sı J J { A > <212ı S U >
c-|MtsU >diUirttjıt<.'tn(N>nN ml.ııt ı oıu
wx\w ,trtom s>.Hinl,ın ı :s:ı

l ı r n c l O ..M IİH . \if.»


Baskı v«.- Niı lısj N ü t lu jo lık
IH ı.:t J » \ l\
Fak* • J t ***<')- s?

A a i,,,< Vl ' U I j Y »m u u ., ¡c ^ ıllı m.MfcMKİM


ostacı apartmanın ö n kapısını hızla açtığım sırada
ön üm e atladı, o n u içtenlikle selamladım. Karşılaş*
malarımızda genelde, birinci kattaki daireme doğru
telaşla çıkmaya başlar, bense sabahlığımı çekiştirip gözüm ­
deki çapakları silerek ayaklarımı sürüye sürüye aşağı iner­
dim. Bugünse, onu beklemek için penceremden aşağı sark­
mıştım. Her zamanki sabahlığımı giymiştim ve saçlarım dar­
madağınıktı ama bu kez gözlerim yarı kapalı değildi, yüzü­
m ü yıkamıştım ve gülüm süyordum .
“Özel bir gün, değil mi?" dedi keyifsizce.
Rollerin değişmesinden hoşlanmadığı açıkça ortadaydı
Mektuplarını verirken uyuşuk ve şaşkın olmamı isterdi. Bü­
yük olasılıkla, gün içinde otoriter davranabildiği tek kişiy­
dim. Ama hiç adil değil. Benim postacım gayet sevimli biri­
dir. Zaten postacıların çoğu çok şekerdir, öyle değil mi?
Aslında, dünyadaki herkes bugün harikaydı.
“D o ğum g ü n ü m ,” diye sırıttım, yeni fırçaladığım dişleri­
mi göstererek.
2 ■ Dorolhy Kooıııson

Papazların dua anındaki sertliğiyle “Mutlu yıllar?” diye


karşılık verdi ve binam ızd aki dört daireye ait postayı teslim
elti. Kahverengi lastik bir bam la sarılmış desteyi merakla
alırken zarfların ç o ğ u n u n kırmızı, m or ya da mavi o ld u ğ u ­
nu fark ellim . Tipik tebrik kartı rengindeydiler. "Yine yirmi
bir, ha?” dedi postacım , keyifli halim in kendisine bulaşm a­
sını hâlâ istemediği belliydi.
"Hayır, otuz ikiyim ve gururluyum ,” diye cevapladım,
“Her d o ğ u m g ü n ü bir ikramiyedir! Ne olursa olsun bugün
altın payetleri olan bir elbise ve yüksek topuklu ayakkabı­
lar giym eliyim . Ayrıca tüm göğüs dekoltem i akın simlerle
kaplam alıyım ^”
Postacının k üçük kahverengi gözleri yavaşça göğüs b ö l­
gem e do ğru kaydı. Sıcak, rutubetli bir yaz olm akla birlikte,
pijam alarım ı giym iştim . Üzerim de havludan büyük bir sa­
b ahlık vardı dolayısıyla m üstehcen hiçbir şey göremedi.
B o y n u m u n açıkta kalan b ö lü m ü n ü bir an görebildiği için
bile şanslı sayılırdı. S öz konusu olan göğüslerin iyice kapa­
lı. olm asına şaşırmış, gözlerini hem en kaçırmıştı. Sevkı­
yattayken karşısına çıkan kadınlara bakmaması gerektiğini
hatırlamıştı herhalde, hem zaten karşısındaki hanım bakm a­
ya değecek de nli açık giyinm em iş».
Gerilem eye başladı. “G ü n ü n iyi geçsin, aşkım," dedi. “
C anım de m ek istedim, hoşçakal dem ek istedim.” Daha son­
ra, bahçe patikasını o n u n kalıbı ve yaşındaki bir adama
göre çok hızlı adım larla indi.
Postacı o denli çab uk hareket etmişti ki, herhalde kapı­
yı arkasından kaparken “Senin de!” diye seslendiğimi duy­
m adı. Hana ait olm ayan am a b u g ün bu adrese gelme cüre­
tini göstermiş mektupları antreye fırlatıp allım . Ö k süz ço­
cuklar gibi bekleşen, kurtarılma özlem iyle kıvranan önceki-
KN Y A K I N A R K A D A Ş I M IN KJZI • 3

İcrinin üzerine sessizce uçuşarak kondular. Her seferinde


alıcılarının onlara şefkatle kucak açmalarını dilediğim hu
mektuplara bugün aldıracak halim hiç yoktu. Onları dert et­
mek şöyle dursun anında unutup basamakları ikişer ikişer
tırmanarak evime çıktım.
D oğum g ü n ü kahvaltımı yatak odamda kurmuştum hi­
le: Som on füm eli taze kruasanlur, üç adet çikolatalı trüf ve
bir kadeh Moet. Bugün her şey mükemmel olmalıydı. Her
şey. Öyle planlamıştım. Özel kahvaltımı silip süpürdükten
sonra gün ortasına kadar yatakta kalacaktım, doğum günü
kartlarımı açarken dost ve akrabalarımın iyi dilek telefon­
larına cevap verecektim. Daha sonra, saçlarımın yıkanıp
yoğun bakım ın ardından kesileceği kuaför randevum var­
dı. Kökten bir değişime uğrayacaktım. Daima çene hiza­
sında kesilen saçlarıma uzun katlar verilip kocaman bir
perçem kesilecekti. Ardından eve d ö n ü p giyinecektim. Es­
mer tenimi tüm çarpıcılığı ile ortaya koyacak altın payetli
bir elbiseyi ciddi ciddi giyecektim. Ayaklarımı yüksek to­
puklu altın rengi ayakkabılara sığdıracak, göğüs dekolte­
m in üzerine simler serpiştirecektim. Ardından işlen birkaç
kız arkadaşım içki ve aperaıif için eve uğrayacaklardı. Ge­
ce boyunca dans etmek üzere şehre gidecektik.
Yatağın üzerine özenle yaydığım kahvaltıyı dökmemeye
dikkat ederek örtüm ün alıma kaydım. Tebrik kartlarımı ço­
cuklar gibi yırtmaya başlamadan önce şampanyamdan hir
yudum aldım. Kartları zarfların içinden hızla çıkardıkça et­
rafımda parlak renkli büyük bir zarf yığını oluşuyordu
Üzerlerinde yazan sözlere gülümsüyordum.
Hepsinin arasından onu fark etmemek, bana özgü değil­
di. Diğerlerine benziyordu. Yığının arasına kaymış, zararsız
ve masum görünüyordu. Hepsi gibi ona da özellikle bak*
I ■ Dnrothy Koomson

m .ulıın. Zarfın üstündeki el yazısını sökm eye çalışm adım ,


ö n y ü zü n d e k i resmi fark etm edim . Açarken, içine karalan­
m ış aşk mesajını ok u m ay a can atıyordum . Kalbim dur­
acaktı. Kelimeleri o k u m a d a n evvel el yazısını lam dım . Söz­
cükleri yarış hızın d a atan k a lb im in güm b ürtüsü eşliğinde
okudum .

Sevgili Kamry'n, hiifetı bu mektufki kayıtsız kalma.


Seni görmeye Oitiyacım var. Ölüyorum. Londra 'nın mer­
kezindeki St.Jude's hastanesindeyim.
Seni çok seven, Adele ve Not. Seni özledim...

Kartı öfkey le katlarken, d o ğ u m g ü n ü tebriki yerine ilk


kez ö n y ü z ü n d e k i “seni seviyorum ” yazısını fark eltim. Par­
m aklarım ı yakm ışçasına fırlattığım parlak karton parçası,
o d a n ın ortasına d o ğru yelken açtı ve oradan g ö z ü n ü dikip
bana ısrarla bakarak d u rd u , Beyaz ö n y üzü , sade tasarımı
ve üç hain kelim esiyle l>eni ho r görüyordu. O n a kayıtsız
k alm ayacağım ı d ü ş ü n m e cüretinde bulunm uştu. Sanki o
kelim eler b e y n im e işlem em iş, beni dağlam am ış gibi, daha
çok üsteleyip telıditkâr bir hava takm ıyordu.
Ş a m p an y am d an bir y u d u m ald ım ama ağzım da sirke ta­
dı bıraktı. İçine fütııe so m o n d o ld u ru lu p özenle dilim lenm iş
kruasant çiğ n e d ik çe talaş tadı alıyordum . Trüfler dilim e m a­
c u n gibi yapıştyordu.
Kartsa bana h âlâ d ik d ik bakıyordu. Beni d ü rtüp şöyle
diyordu: “H aydi bak alım elind e n geliyorsa, beni yok say.
D evam el, haydi, dene."
Ö rtüleri fırlattım, yataktan k alk ıp karta do ğru gidim.
İsteksizce tam ortasından yırttım. A rdından o parçaları bir
daha yırttım. Paldır k ü ld ü r m utfağa dalıp açılması için cop
k u tusunu n pedalına bastım, kalanları çürük sebzelerin, yağ­
lı artıkların ve atık am balajların üzerine bıraktım.
F N Y A K I N A R K A D A Ş I M I N KIZI • 5

Karta ve göndericisine "İşte bu kadar. Senin hakkında


d ü ş ü n d ü ğ ü m bu! Anladın mı? Kes artık!" diye homurdan­
dım.
Yatağıma geri d önd üm . Böyle,si daha iyiydi. Çok daha
iyiydi. Şam panyam dan azıcık içtim ve yemeğimi yedim. Her
şey tekrar yoluna girmişti. Hatta m ükemm eldi. Tıpkı doğum
gü nü m d e olması gerektiği gibiydi. Hiçbir şey onu mahve-
dem ezdi. Kim ne kadar uğraşırsa uğraşsın. Ama merhamet­
sizce sınıyorlardı, değil mi? D oğum günü kartı kılığında ge­
len mesajdakinden daha iyisini denem ek zordu. Çok zeki­
ce. Müthiş akıllıca. Ne yazık ki işe yaramayacaktı. Mu saç­
m alık bana tuzak olmayacaktı. Planımı sürdürecektim. Otuz
ikinci do ğum g ü n ü m ü on sekizincimden, yirmi birincimden
ve otuzuncu do ğum günlerim in toplam ından daha özel ya­
pacaktım.
Ç ün k ü otuz iki yaşıma basarken altın payetler ve sivri to­
puklu ayakkabılar giyecek, göğüs yarığıma altın tozlar ser­
piştirecek, yüzyıllar öncesinde kendi kendime verdiğim sö­
zü yerine getirecektim.

■■a
Ama... Kapı aralıktı, hafifçe ittiğimde hiç nazlanmadı.
Tıkkıtmamıştım. Açtk duran bir kapıyı asla çalmam çünkü
bana Girebilirsin , çalm aya gerek yok anlamını iletiyonnuş
gibi gelir. İçeriye, görüş mesafesine girdiğimde, beyaz yas­
tıklarının arasından bana gülümsedi. “Geleceğini biliyor­
d u m .” diye fısıldadı.
2

olcc & G abbana. Yaşam ının bu en karanlık saat­

D lerinde bile Adele, tasarımcıların elinden çıkan kı­


yafetler giyiyordu. Ö rtüsünün altından beyaz
D& G tişört gözük üyo rdu . T a m her zaman mantığının ö n ü ­
ne geçmişti.
Bir zam anlar bu düşüncem i, çarpık ve acımasız haliyle
sertçe söylerdim, o da bundan hoşlanırdı. Ama bugün bu­
nu yapam azdım . Aramızdaki her şey çok değişmişti. Önce­
likle, son iki yıldır o n u görmemiştim. O n u son gördüğüm ­
deyse parm aklarını saçlarına geçirirken sarı buklelerini kök­
lerinden koparırcasına çekiyordu. Y üzüne rimel akmış, sal­
ya süm ük ağlıyordu. Konuşuyor, kekeliyor, duymak isteme­
diğim sözler söylüyordu. Bense giysilerimi, çantamı kapmış,
gözyaşlarımı tutmaya çalışıyor bir yandan da oracığa yığıl­
m am ak için çırpınıyordum . Bu koşullarda ayrıldıktan sonra
her şey birden normale dönem ezdi. Ve şimdi de, hastaydı.
Hastabakıcı Adele’in etrafımla telaşla d ö n d üğü için ko­
nuşmuyorduk. Makinelerdeki verileri not ediyor, serumun
seviyesini kontrol ediyor, hastayı dik pozisyonda tutabil-
I

KN Y A K I N A R K A D A Ş I M IN KI Z I • 7

mek için yaşlıkları şişiriyordu. Yuvarlak, kahverengi, gülen,


kocaman gözleriyle dost hır yüzü vardı. Özellikle dalgalı
saçlarını atkuyruğu yapmak için geriye doğru çekme
tarzıyla bana annemi hatırlatıyordu, Beni tanıyormuş gibi sı­
rıttı, Adele’c çok uzun konuşmamamızı tembihleyip odadan
çıktı.
Hâlâ konuşmuyorduk. Bir daha asla iletişim kurmayaca­
ğıma yemin ettiğim birine sadece “Merhaba!” demek son
derece yetersiz görünüyordu. Özellikle bir daha konuşma­
mak için elimden geleni yaptığım biriyse.
Sessizlik makinelerin uğultusunu dahi bastırmaya başla­
dığında Adele “O hemşire bana anneni hatırlatıyor," dedi.
Hem fikir olduğum u belirtmek için başımı salladıysam
da hâlâ konuşamıyordum. Tek kelimeyle konuşamıyorduın.
Bu kadın benim ziyaretine geldiğim Adele, yani l>enim Del
diye seslendiğim kadın değildi, bunca zamandan sonra
kendimi konuşmaya zorladığım Adele değildi.
Beni Leeds’den Londra'ya, 300 km. uzaklığa götürecek
trene binerken neyle karşılaşacağımı pek bilmiyordum, hiç
düşünmemiştim, ancak onu böyle göreceğimi de tahinin
edemezdim. Gözlerimi kapatıp göreceğimi umduğum DePi
görmeyi arzu ettim. Daima om uz hizasında kestirdiği, bal
rengi, kıvırcık saçları olacaktı orada. Süt beyazı sağlıklı cil­
di, pürüzsüz, ışıl ışıl parlayacaktı, Bu fotoğrafta en belirgin
ne olmalıydı? Yüksek derecede parlatılmış çeliğin grimsi
mavi rengini anımsatan gözleri, ya da çevresindeki her şe­
yi daima aydınlatan gülüşü mü? Ne olursa olsun, gerçek Del
göz kapaklarımın arkasında olacaktı. O nu yakalayıp sarıl.ı-
bileceğim kadar mükemmel ve uç boyutlu.
Gözlerim .açıkken...Del Brannon farklıydı. Değişmişti.
Yatağında doğrultulan Del in derisi gri, beyaz ve sarı le-
8 ■ Dorothy Koomson

kelerle yamalanmıştı sanki. Aşırı kilo kaybından avurtları


birbirine geçmiş, kirpiklerinin tamamı dökülm üş, gözleri­
nin akında derin mor halkalar oluşmuştu. Muhtemelen saç­
larının d ö k ü ld ü ğ ü n ü gizlemek için başına mavi bir eşarp
bağlanmıştı. V ücudum b u z kesildi. O güzelim saçları tama­
men gitmişti. O n u iyileştirmesi beklenen uyuşturucu ilaçlar
tarafından sö k ü lü p atılmıştı.
Böyle görüneceğini bilmiyordum . Kırılgan. D okunuldu­
ğu anda m ilyon parçaya ufalanacak olan anemik bir sonba­
har çiçeği gibi, öylesine kurum uş ve dayanıksızdı.
İşitildiğinde acı veren, kulak tırmalayıcı sesiyle “Seni gör­
m ek ne güzel!” dedi.
“Sesine ne oldu?” diye sordum.
“Tedavinin etkisi. A ğzım ı kurutuyor ve dilim de sert tütün
tadı bırakıyor.”
“Tanrım, eğ lenip sarhoş o ld u ğu m uz günlerin ertesinde
böyle hissettiğimi söylesem inanır mısıa5” diye devam etlik­
ten sonra k endim i zihnen tokatladım. Söylemek istediğim
bu değildi. Cana yakın görünm eye çalışmakla birlikte ken­
dim i yanlış ifade etmiştim.
DePin kuru, çatlam ış dudakları gülüm sedi “İnanırım ,”
dedi. “Başka kim se bana böyle bir şey dem eye cesaret
edem ezdi. Sanırım , beni ağlatacaklarından çok korkuyor­
lar. K endim i k a y b e d ip gözlerin in ö n ü n d e ölebileceğim den
fazlasıyla ürk tük lerind en olacak. Bu tabuyu yıkmakta üs­
tüne yoktu d o ğ ru s u .”
Haklı bir utançla “Kasıtlı değildi," diye cevap verdim.
"Sadece kendim olm ak içindi."
"Başka türlü olm anı istemezdim ." eledi.
"Neyin var?" diye sordum. Bu da yanlış olmuştu. Kaba. I la-
sin. Duygudan yoksundu. Kuskusuz, hâlâ varlığımın bir par­
KN YA K IN ARKADAŞIMIN KIZI • 9

çası olan eşyalannı toplarken bir daha üzülmeyeceğine yemin


eden kadındı ama aslında l>üyük kısmı kınlmış kalbimden
oluşuyordu. Sorunlarımı daima harekete geçerek çözmeye
alışmıştım, ancak şimdi karşımda acıyla kıvranan birine yar­
dım edemeyeceğimi bilerek baka kalmıştım. Bu nedenle kaba
gözüküyordum . Çaresizdim ve çıkar yol bulamamak bana gö­
re değildi. “Yani, ne demiştin? Hastalığın nedir?"
"Lösemi,” diye yanıtladı.
Kendim i tutam adan “B unun çocuklara özgü bir hastalık
o ld u ğ u n u zannederdim ,” dedim.
“Ben de öyle söyledim !” diye haykırdı. “Biliyor musun,
doktor anlattığı zam an, aynen bu kelimeler soğuk bir kus­
m uk bardağından d ö k ü lü r gibi çıktı ağzım dan.”
"Uygunsuz şeyler söylemenin sadece bana mahsus ol­
m adığını bilm ek beni sevindirdi,” diye yüksek sesle homur­
dand ım . —
“Ha. ö lü m kapısında o ld u ğ u m vakit bile." Bunu o kadar
kaygısızca ve sükûnetle söylemişti ki, içim den uzanıp ke­
m ikli om uzlarından tutarak o n u sarsmak geldi. Şiddetle. O
kadar şiddetle ki, ne o lu p bittiğini yeniden anımsasın. Nasıl
o lur da böylesine telaşsızdı? Bu fikirle barışıktı?
Yaşıtım olan, jimnastiğe giden, nispeten sağlıklı besle­
nen, hiçbir zam an sigara içmeyen, lx*nim kadar içki içen bi­
rinin bir g ü n u yan ıp başının üzerinde bir saatin rölantide
çalıştığını (iğrenm esi nasıl m ü m k ü n olabilir diye anlamak
için h âlâ çabalıyordum .
T anrıya'nm ne zam an kavuşacağını bilmekle, benden bir
ad ım ötede o ld u ğ u n u keşfettim. Bana gönderdiği kartı oku­
d u ğ u m d a n beri bu fikirle boğuşup durdum.
D üşüncelerim i okuyorm uş gibi IX*I Biliyor musun, so­
run değil. Başıma gelenleri kaim i ediyorum. ' diye lx*ni ra-
10 • Dorothy Kcx)mson

hatlariı. “Biraz zam an aldı, am a buradayım işte. Arayı kapat­


m an vakit ister biliyorum ."
Alaylı bir sesle “Sadece azıcık zam an," dedim .
Ne de diğim i değil d e nasıl söylediğim i fark etmeyerek
"Buraya gelişim ani o ld u ,” diye devam etti. “Planlamam ge­
rekiyordu. Bu sadece be nim le ilgili değil. Dolayısıyla her ne
kadar başıma gelm em iş gibi davranm ak istesem de işe ya­
ramayacak. B akım a ihtiyacı olan en ön em li kişiyi d ü şün ­
m em gerekliydi.”
Tegan. Kızı T egan'dan bahsediyordu. Acaba bu durum u
nasıl karşılamıştı? G ö r d ü ğ ü m şeyle yüzleşirken ben dahi so­
run yaşıyorsam, beş yaşındaki k üçücük , zeki bir çocuk na­
sıl bir tepki gösteriyordu?
U zun bir sessizlikten sonra “Seni neden görm ek istediği­
m i anlam ışsm dır sanırım ,” dedi.
“İki yıl bo yun ca seni yok farz etmiş olm aktan dolayı
k en dim i suçlu hissetmem için mi?” diye cevapladım.
Gri d u d a k la n n ın çevresinde beliren sinsi bir gülümsem e
ile Del “Başka?" dedi.
“Peki öyleyse, hayır an lam ad ım .”
“Ben gittikten sonra..." Del durakladı, derin bir nefes al­
dı, “T e g a n ı evlat e d in m en i istiyoaım ."
“Ne?"
“İstiyorum... hayır, gerçek şu, ö lü m ü m d e n sonra Tegan’ı
evlat edinm ene ihtiyacım var.”
Kaşlarımı çatarken aln ım ın kırıştığını, bakışım ın Sen deli
m isin? ifadesine d ö n ü ş tü ğ ü n ü hissettim. Az önce söyledi­
ğine bir yanıt bckliyorm uş gibi tekrar bana baktı.
“Şaka yapıyorsun, değil mi?”
Sabırsızlıkla “Şaka yapar gibi bir halim mi var?" diye ce­
vapladı “Ö yle olsaydı, sonunda sıkı bir espri patlatırdım ve
E N Y A K I N A R K A D A Ş I M I N KI ZI ■ 11

de gülerdik. Hayır, komik olan bir şey söylemedim,


Kamryn, ö ld ü ğ ü m zaman kızımı evlat edinmeni isliyorum.''
"Peki Adele, m adem ciddisin öyleyse sana ciddi bir ce­
vap vereceğim. Hayır. Kesinlikle, hayır!”
"Bu konuda dü şünm edin bile.”
“D üşünülecek bir şey yok. Çocuk islemediğimi her za­
m an biliyordun. Sana binlerce kez çocuk islemediğimi söy­
lem işim dir.”
"Senden çocuk yapm am istemiyorum, sadece benimkini
al.'' Del derin bir nefes alırken sanki tüm gücünü keserek
solgunluğunu artıran bir hareket yapmıştı. "En zor kısmını
ben hallettim, sabah bulantıları, kilolar. 24 saatlik doğum
sancısı... Şeninse ona bakm an yeterli. O n a annelik etmen.
O n u sevmen.”
Sadece ona bakmak. Yalnızca annesi olmak. Sanki o ka­
dar kolaydı. Hem zaten...
“Del, iki yıldır hiç konuşm adık bile, şimdi çıkmış benden
bir çocuğu sahiplenmem i istiyorsun. Ortadaki sorunu göre­
biliyor musun? Neden problem yaşadığımı anlayabiliyor
m usun?”
Birden köpürerek “Tegan. herhangi bir çocuk değ il,* di­
ye hırladı.
G eldiğim den lx.*ri sarf ettiğim onca berbat sözün anısın­
dan nedense kafasının tasını attıran bu son sözüm olmuştu,
bu söz, onu öylesine kızdırmıştı ki. çelik mavisi gözleri bir
meydan okum a duygusuyla titreşiyordu sanki.
"O senin vaftiz çocuğun. O n u bir zamanlar çok seviniş­
tin Bunun değiştiğine inanamatn."
Artık tartışamazdım. Tegan’ı sevmistinı. Teganı halâ se­
viyordum.
B a şııcu n d a k i resme g ö z altım . D ü z cam bir çerçeve için,
de . Tegan ve D e r in yakın p la n bir fotoğrafıydı. Tegan an*
n e sin in b o y n u n a sarılm ış, y ü z ü n ü yüzüne iyice yaklaştır­
m ıştı. H e r ikisi d e kam era karşısında sırıtıyordu. Burnu ha­
riç T egan her b a k ım d a n an ne sin in birebir kopyası, minya­
tür versiy on uydu . B u ru n şeklini babasından almıştı.
D el “K am , seni h â lâ e n yakın arkadaşım olarak düşünü­
y o ru m ," d iy o rd u . “Sen, k ızım kon u su nd a güvenebileceğim
tek kişisin, y e ry ü zü n d e k i tek kişi.
“Bir z a m a n la r k e n d i ço c u ğ u n gibiydi. Sana büylesine bas­
kı y a p tığ ım için ü z g ü n ü m am a ne kadar zamanım kaldığını
b ilm iy o ru m ve b u işi hafife alm aya hakkını yok. Eğer onu
alm azsan ...o n a n e olur? Başka hiç kimse yok. Kimse..." Göz­
lerinin ak ı kızarm aya, sık nefes alıp veren göğsü inip kalk­
m aya başlam ıştı. “Yeterince gözyaşı üretemediğinıdcn ağla­
y am ıy o ru m ," diye fısıldadı. A ğlam ak yerine tıkanmaya baş­
ladı. Her ö k s ü rü k zayıf be de nini şiddetle sarsıyordu.
K olun a d o ğ ru elim i uzattım . Umutsuzca onu durdurmak
isteyerek, “Lütfen y a p m a ,” dedim . "Düşüneceğim. Ancak
hiç bir şekilde söz verm iyorum , tam am mı?"
Del yatışıncaya k ad ar soluk alm aya devam etli. Konuşa­
bilecek k ad ar sakinleştiğinde, 'Gerçekten düşünecek mi­

sin?" dedi.
“Hve t, d üşü n eceğ im .”
“Tek istediğim d ü ş ü n m e n .”
“Tam am . Ama sadece d ü şün e ce ğim ."
"Teşekkürler, " diye fısıldadı. "Sağ ol."
Sessizliğe g ö m ü ld ü k . G itm e m gerekiyordu Eylemin*
yapmış, be nd en tasavvur dahi edilem eyecek bir $ey i*'
lemisti. Simdi artık gitm ekten ve söz verdiğim ü/ere inziva­
ya çekilip dü şün m e k te n başka yapılacak ne kalmıştı ki'
KN Y A K I N A R K A D A Ş I M I N KI ZI ■ 13

' Kanı.-' diye söze başladı. Adımı söyleyiş tarzından ken­


disine bakma ihtiyacı duydum , akabinde ne diyeceğini tah­
m in edebiliyordum. Duym ak istemiyordum.
“Olanlar hakkında..."
Sesimde sevimsiz bir ikaz tonu ile “Konuşma." diye kes­
tim.
“Hiçbir zam an açıklam ama izin vermiyorsun,” diye ya­
kardı.
Yeniden "Lütfen," diye uyardım.
“Kam, beni dinle. Y apm adım ..."
“KONUŞMA DEDİM !” Öylesine aniden ve sertçe bağır­
mıştım ki, kendim den korkmuştum.
“Bu konu hakkında düşün m e k istemiyorum, duym ak hiç
istemiyorum, kesinlikle de konuşm ayı arzulamıyorum. Hu
mesele kapanmıştır. Bırak.”
Oysa kapanm am ış bir yaraydı. Öylesine derin bir yara­
nın yüzeyde kalan bir k ab u ğu nu sıyırmıştı ki, en ufak bir
sarsıntı bile kanların aniden fışkırmasına neden olabilirdi.
Buna rağmen, öfkeye kapılm am alıydım . Hastaydı. Saldıra­
cak gücü yoktu.
Daha sakin bir ses tonuyla “Sadece bırak, lütfen," dedim.
Del söyleneni yaptı, bakışlarını başucunda duran fotoğ­
rafa doğru odakladı. Belli belirsiz gülüm süyordu. Ne var ki.
bakışlarına sinmiş h ü zn ü görebiliyordum . Tegan, Adele için
her şey demekti. Her şey. Sanırım, hiçbir zaman bunu tam
anlamıyla kavrayamadım. Tegan benim için de önemliydi
ama Adele’in yaşama nedeni gibi gözüküyordu. Yaptığı,
d ü şün düğü ve söylediği her şey Teganla ilgiliydi. Hiçbir
şey ve hiç kimse Adele’in çocuğundan önce gelemezdi.
O n u bırakma fikri kaldırabileceğinden daha da ağır olm a­
lıydı. Mir çocuğa, onu bırakmak zorunda olunduğu naMİ an-
l a t ı l a b i l i r d i ? İ n s a n ç o c u ğ u n a ö l e c e ğ i n i n a s ı l s ö y le y e b i li r d i ?

Odadaki gerginliği ve ruhum daki suçluluk duygusunu


dağıtmak için “O nerede?" diye sordum.
Bir sonraki bombayı patlatm adan önce gözlerini acı du-|
yarcasına bir an için kapattı.
“Babam ve karısıyla.”
Kalbini tekledi. Tegan'ı onlara bırakmak zorunda kala-ı
cak kadar kötü m üydü herşey?
"Sen deli misin?” diye cıyaklamak yerine gayet diploma
tik bir ses tonunda UE, peki, nasıl oldu ?” diye sordum.
"Berbat," dedi Adele. G özlerinin akı yine kızardı, ağlaya-
bilseydi yapardı.
“O nu görm eme izin vermiyorlar. Burada olduğumdan
beri onu bir kez getirdiler. D ö ıt haftada bir kere. Çok uzak
olduğunu söylüyorlar, bu yüzden ancak denk düşerse geti­
riyorlar. O nunla telefonda konuşuyorum ama aynı şey de­

ğil-
“O nu o kadar çok özlüyorum ki. Her konuşmamızda da­
ha da hüzünlendiğini, içine kapandığını hissediyorum. Bu
kadar ihtiyacım olan bir dönem de neden benimle olamadı­
ğını anlayamıyor. Babamla karısı onu evlerinde istemiyor­
lar, düşünsene Tegan da bunu biliyor. Kam, kızımla birlik­
te olmayı arzuluyorum. Çok az zam anım kaldı ve bu süre-1
yi onunla geçirmek istiyorum.”
Çelik mavisi gözleriyle bana yalvarırcasına baktı, bıı so­
runu onun adına çözm em i istiyordu. “O n u sadece görmek
istiyorum. Biliyorsun, ...şeyden önce.”
Hayır, bilmiyorum. H âlâ, cırcıyı kapatmaya çalıştığım1
anımsatırım Del, henüz o sayfaya gelmedim diye sessizce
yanıtladım. "Yanında kalabileceği başka kimse yok mu?" di­
ye yüksek sesle* sordum. Ailesinden başka kimse olmadığı­
EN Y A K I N A R K A D A Ş I M I N K I Z I ■ İS

nı biliyordum fakat bazı arkadaşları olabilirdi. Babası ve*


üvey annesi haricinde herhangi biri.
“Hayır, hasta old u ğu m u anladığım da Tegan’a bir m üddet
bakabilir misin diye sormak için sana mektup attım ama
hiçbir zam an yanıt alam adım ."
Dürüstçe, “Mektubu hiç açm adım ,’’ diye yanıtladım. Emi­
nim, hâlâ evdeydi. O n da n gelen diğer mektuplar gibi iç ça­
maşırı çekmecemin dibine itilmişti. Onları açamayacak kadar
dargın ama çöpe atamayacak kadar da korkaktım. Çekmece­
de duruyorlar, yaşlanıyor ve tozlanıyorlardı. Öylece, açılma­
mış vaziyette ve çoğunlukla orada değillermiş gibi, duruyor­
lardı.
“Açmadığını tahm in etmiştim. Başka birilerini de dene­
dim ama kimse böyle büyük bir sorum luluğu üstlenmek is­
temedi, ancak babam işte.” Del babasından her zam an ba­
bam diye bahsederdi. Y ü z ü n e karşı Baba derdi, ona asla
babacığım diye seslenmemişti. Aralarında daim a bir resmi­
yet vardı, anlaşılan şim di bile.
“Yanına taşındığım ızda Tegan’a karşı çok sertti fakat ona
ve karısına karşı m ücadele edecek gücüm yoktu.
Yapabileceğim başka bir şey olsaydı eğer, geri almak için...”
“Mâla G uildford’da, aynı yerde m i yaşıyorlar?” diye sözü­
nü kestim. Bu konuşm ayı yeniden devreye sokmasına izin
vermeyecektim.
Başını hafifçe salladı: “Tegan inatçılığını senden almış,”
dedi. “İstemediği hiçbir konuda konuşm az ya da arzu etme­
diği hiçbir şeyi yapmaz. Bu anlamda bana çektiğini d ü şü ­
nürdüm ama hayır belli ki sana benzemiş. Ama evci, hâlen
G uildford'da <>tıı ruyorlar."
“Peki.” Derin bir nefes aldım. Yapmak üzere olduğum
seye inanamıyorum. 'O nu gidip görsem nasıl olur?'
Del’in yüzü aydınlandı. “Bunu yapacak mısın?”
“O n u evlat edinmeyi ya da benzer hiçbir şeyi ima etmi­
yorum, iyi mi diye gidip bir bakacağım. Tamam mı? Sadece
ziyaret.”
Del “Teşekkürler," diyerek gülümsedi. ”Sağ ol, sağ ol,
sağ ol.”
' “Beni hatırlar mı?”
“Tabii. Hâlâ resimlerini çiziyor. Senden bahsediyor, Do­
ğum günlerinde ve Noel’de isimsiz gönderdiğin tebrik kart*
larının sana ait olduklarını daima söyledim. Tatilden ne za­
man döneceğini hep sorar.”
“Tatil mi?”
“Öyle ani gittin ki, ona uzun bir tatile çıkmak zorunda
kaldığını söyledim. Çünkü böylece döneceğini düşünebilir­
di. F.n azından döneceğin üm idini taşımasaydık hiçbirimiz
buna katlanamazdık,” dedi. G ö z kapaklan birden kapandı
ve öyle kaldı.
Saniyeler ilerledikçe midem endişeyle kasılmaya başla­
mıştı fakat gözlerini açmadı. Makineler hâlâ muntazam ça­
lışıyordu, dolayısıyla onun ...mediğini biliyordum... Ama ya
böyle başlıyorsa? Ya bu inişe doğru bir geçişse...
Del’in göz kapaklan ince bir çizgi kadar aralandı, soluk
cildi geldiğim zamana göre daha da grileşmişti. Onu yoru­
yordum. Gitmeliydim. Ama ayrılmak istemiyordum. Onun­
la kulnvak istiyordum. Onunla olmak. Ola ki... Bütün gün
başında durmak isliyordum. Bütün gece. Sonsuza dek.
Kendimi bu kadar ahmakça davranmamaya zorlayarak
"Giı.sem iyi olur." dedim. Orada yapabilecek bir şeyim yok­
tu. Beleğinden haber getirebilirsem ona daha çok iyilik
ederdim. Bugün Tegana gideceksem, yolcu yolunda ge­
rek!" ______
KN Y A K I N A R K A D A Ş I M I N K IZ I • 17

Ayağa kalktım, çantamı om zum a astım.


O na sevgilerimi ilet elerken D el’in sesi kâğıt mendil gibi
inceydi.
“Anneciğinin o n u sevdiğini söyle.”
‘'Söylerim,” dedim . “Elbette, söyleyeceğim.”
Kapıya varmadan D e i’in yanıtım beklemek için biraz d u ­
rakladım. Hiçbir şey dem edi. O n a d ö n d ü m ve göğsünün
yavaşça inip çıkm asından uyuya kaldığım gördüm . Bir süre
seyrettim, onu gözetleyen ve emniyette tutan koruyucu bir
melek olabilmeyi düşledim . Tekrar kendi kendim e saçma-
lam am ayı söyle dim ve ard ın dan o d ad an ayrıldım.
Hastaneden çıkıp çıkıp kendim i en yakın bara attım.
dele’le birbirim izi yarı yaşımız, yani otuz iki yılımı­

A zın on dördü kadar bir süredir tanıyorduk. Leeds


Üniversitesi’ndeki ilk yılımızda, bir İngilizce ödevi­
ni birlikte hazırlamak için görevlendirilmiştik.
Adele Hamilton-Mackenzie ile beraber çalışacağımı duy­
duğum da içimden söylenmiştim. 18’imde; işçi sınıfının sadık
bir vatandaşı olarak zengin bir aileye aidiyeti çift soyadından
açıkça belli olan biri ile şimdi işbirliği yapmaya zorlanıyor­
dum. Üstelik özel okullara özgü aksam ile içimden onu her
an tokatlamak gelebilirdi. Sarışın kafasını çevirip sınıfın bir
ucundan diğerine Kamryn Matika diye seslendi. Gülümseye­
rek başını bana doğaı uzattı, Önüne dönmesini beklemeden
lxm de aynısını yaptım. Tanrım, dünyanın kendi ekseni et­
rafında döndüğünü sanmaya mahkûm diye seıtçe düşün­
düm. Bana emirler yağdırmaya çalışacak. Kuşkusuz ki, la­
netliyim. Öyle bir lanet ki, beni aksanlı bir salakla çalışmaya
zorluyor.
Dersin sonunda, kadın milletinin bildiği en hızlı ortadan
kaybolma operasyonunu yapmayı planlayarak kitap ve ka­
E N Y A K I N A R K A D A Ş I M I N KI Z I ■ 19

lemlerimi topladım . Am fiden süratle çıkmak için eşyalarımı


sırt çantama tıkıp doğru lduğu m anda yanımda bitti. Birden,
elli yaşındaki biri gibi mavi, polo yaka bir tişört ve polyes­
terden, mavi bol bir pantolon giymiş, incecik bir on sekiz­
likle yüzleşmiştim. Karşıma bu kadar hızlı çıkmasına şaşırıp
kalmıştım. Sanki havadan fırlamıştı.
Bembeyaz ve d ü zg ü n dişleriyle yüzüm e sırıtmış, ipeksi
sarı saçlarını sallamıştı. Açık ve canlı bir sesle ‘Selam, ben
Adele,” dedi. Laubali ve b ir o k ad ar da havalı, hayatım
bundan beter o la b ilir m i? diye d ü şün d üm . “G id ip bir kah­
ve içmeye ve ödevim iz hakkında konuşm aya ne dersin?'’ Bu
bir soru değil, üstü kapalı bir emirdi.
Sıktığım dişlerimin arasından yapm acık bir gülüm se­
meyle “Bence, üzerinde biraz d ü şü n ü r birkaç g ün sonra b u ­
luşuruz,” diye yanıtladım. Kimse bana, herhangi bir şekilde
kom ut veremezdi. Ayrıca, 18 yaşında ve aklıselim olan han­
gi insan o g ün verilen bir proje üzerinde çalışırdı ki? Şüp­
hesiz, ben değil.
Buna cevaben Adele kendine olan hâkim iyetini yitirir gi­
bi om uzlarını ön e eğerken üzg ün bakışlarını yerdeki parke­
ye dikmişti. Aslında ne o davrandığı kadar kendinden em in­
di, ne de ben göstermeye çalıştığım gibi küstah ve haşin­
dim. Başlangıçta bu izlenimi verebilirim, soğuk ve yanına
yaklaşılmaz biri gibi davranabilirim ancak vicdanım devre­
ye girer girmez hep bu tavrımdan vazgeçerim.
“Doğrusu, kahveyi pek sevmem,* dedim.
Dosı görünm eye çalışarak, “O halde kam pus barında bir
şeyler içmeye ne dersin?" diyue sordum
Temkinli bir sesle, “Emin misin?"' diye yanıtladı.
“Kvet, em inim .” diye mırıldandım
Adele çekinm eden “Kamryn nasıl bir isim?” diye sordu.
K estirm e b ir c e v a p la “U y d u r u lm u ş b ir isini," d e d im . Daha
ö n c e c ü z d a n ın d a b o z u k p a ra s ın ı ara rk e n, ö ğ re n c i pasosunu
g ö r m ü ş , Lucinda-Jayne- A dele i ia m ilto n - M ack e n zie ile de­
ğ e rli v a k itle r p a y la ş m a k ta o ld u ğ u m u resm e n öğrenmiştim.
B ö y le iki tireli g e n ç k ız is m in e s a h ip k e n la k a b ım ı .sormaya
k a lk m a k la b a y a ğ ı ileri gitm işti.
“B ir harf h a ta s ı yok, d e ğ il m i? A d ın Kamryn.
K .A .M .R .Y .N ,” d iy e h e c e le d i. “C A M K R O N değil öyle mi,
e rk e k ism i C a m e r o n y a n i?”
“A s lın d a , ö y le . F a rk lı b ir ş e k ild e y a zılıy o rm u ş gibi göster­
m e n in m a tra k o la c a ğ ın ı d ü ş ü n ü y o r u m . İn san ların bana bu­
n u s o rm a la rın a b a y ılır ın ı. N e k a d a r d a akıllısın , yakalandım
işte. B e n ce K ü ç ü k H a n ım M a r p le 'ın z e k i k ız kardeşi olma­
lıs ın .”
A d e le sol k a ş ın ı h a fifç e k a ld ır d ı, p a rla k rujlu dudağını
h o ş n u ts u z b ir g ü lü m s e m e y le b ü k tü .
“Pek d o s t c a n lıs ı s a y ılm a z s ın , d e ğ il m i?” d iy e yorumladı.
“Evet, d e ğ ilim .” d iy e o n a y la d ım . Y e te rin c e paylaşım cı bi­
ri o lm a d ığ ım ı k e şfe tm e s i iç in d ö rt k a d e h içm e si gerekti. Ba­
n a k alırsa, in s a n la r y ü r e k le r in i v e y a şa m la rın ı fazla kolayca
a ç ıy o rd u . K a r ş ım d a k in e n e d iy e b ö y le b ir k o z verecektim
ki? S e n i b u k a d a r k ır m a la r ın a iz in v e rm e y e n e gerek vardı
ki? B irini k e n d in e b u k a d a r y a k laştırın c a g ü n ü n birin d e tek­
m e y e m e y e d a v e t e tm iş o lm a z m iy d in ?
“En a z ın d a n b iliy o rs u n .” d iy e re k , m a lib u k o la karışım ı iç-
k işini se v im li bir k ü ç ü k h a n ım e fe n d i m isali kafaya dikti
'A m a b u n u n d ış ın d a , se n i sevdim.**
“Ş e ıe f v e r d in .“
•Hayır, o şeref b e n im .” Z a r if e lin i sol g ö g s ü n e koyup
G e rçe k te n lx * n im .' d e d i.

Y ü z ü m e o kütlar içtenlikli.- b a k m ıştı k i. u /a lıla n olıuvı


ısırm a d an e d e m e d im .
E N Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ! • 21

“Neden öyle peki?” diye sordum .


“Şekersin de o n d a n .” Sesi dürüst çıkmıştı. “Hayatım
boyunca çok iyi insanlara rastladım diyem em . Dolayısıyla
senin gibi biriyle karşılaştığımda sevinç duyuyorum . Seni sı­
nıfta daha ilk g ö rü şü m d e sevimli biri o ld u ğ u n duygusuna
kapıldım . H uysuz g ö rü n m e k istiyorsun am a için, hem de
çok derinlere in m ed en , tek kelim eyle harika.''
Kabaca “Lezbiyen filan mısın?" diye sordum .
“Hayır, d e ğilin i,” diye g ü ld ü . “A m a eğer olsaydım seni
kesin arzulardım ."
“Seni k im suçlayabilir!” diye yalan söyledim . H âlbuk i kı­
sa, şişman, çirkin erkekler bile b e n i hayal etm iyordu. Ve
onları suçlayam azdım ! Fazla k ilolarım ı saklam ak için bol g i­
yinir, kuru ve lekeli cild im e asla m akyaj yap m a zdım . Kıvır­
cık ve g ü lü n ç saç y ığın ım ı tım arlam ak için arkaya doğru
örer ve o m u z hizasında dura n siyah uzantılara d ö n ü ştü rü r­
d ü m . G üze l ya da şirin o lm ak , hatta erkeklerin iyi anlam da
ilgisini çekm ek k o n u su n d a hayallerim yoktu katiyen. Zira
dış g ö rü n ü ş ü m h a k k ın d a k i bu yetersizlik d u y g u n la ilaveten,
erkekleri çirkin kadınlara çek e n je ne sais q ıto i d a n yo ksu n ­
dum : K om ik d e ğ ild im , dostça d a v ra n m a zd ım , dikkat çek­
m ek için cinselliği k u lla n a m a zd ım . Kısacası Batının Kötü
Cadısı b e n d e n daha iyi m u a m e le görebilirdi.
Adele “Bok torbası g ib isin ,” diyerek g ü ld ü . Bok o n u n
ağ zın da n çıkarken tu haf ya da y a n lış kaçm ıştı. Londra a k ­
şam ınla, öze llik le v urgulanm am ışsa, bu k üfür be nd en her­
hangi başka bir kelim e gibi çıkardı. A d e le in o kibar ağzın-
clansa ufak bir baş kaldırm a gibi du y u lu y o rd u . ‘ B o k ” yeri­
ne sanki “p ö h !” veya “şeker" diyecekm iş gibi konuşuyordu.
“Ö y le pisliksin k i,” deseydi, çevresindekileri şaşırtmaya ça-
11 • Dorothy Koomson

lışır gibi de ğil d e d a h a a n la m lı kaçacaktı. “Bir an olsun


b u n a in a n m ıy o rsu n ." diye d e v a m elli. "Hu nede nle luı ka­
tlar h uy su zsu n . İnsanların seni sev m ediklerini ya da hayal
e tm e d ik le rin i sanıyorsun, do layısıyla o n ların ne d ü ş ü n d ü k ­
lerini tak ın ıy o r p o z la n n d a s ın . Senin gibilere daha önce de
rastladım . O k u ld a erkekler tarafından hırpalanm ışsındır.
M u h te m e le n de b a şk a la rın d a n farklı o ld u ğ u n için yapm ış­
lardır. U y u m g ö sterm ey e pe k niyetli g ö zü k m ü y o rsu n ."
İrk ild im . Nasıl bilm işti? Nasıl? T üm ola nlar ahum d a mı
yazılıydı? Alaylar, notlar, telefonlar, duv a r yazıları, gelen ge­
ç e n havalı bir prensesin g ö re b ile ce ği kadar aşikâr mıydı?
Ö y le y se ne y ap aca ktım ? Ü niversite b e n i tanıyabilecek her­
h an g i b ir in d e n 300 k m . u za ğ a k a çtığım yerdi. Firar ettiğim
m e k â n d ı. O u ıh a f yıllarım ı geride b ıra k m a m ve kendim i
baştan yara tm a nı için b ir şanstı. H er şey lx)şuna mıydı? Al-
n ın ıd a u y u m s u z d a m g a s ı m ı vardı?
S özle rin in g e rçeğe n e k a d a r yak ın o ld u ğ u n u anlam am a­
sı için k e n d im i g ü lü m s e m e y e zo rla d ım . Ne dem eliydim ? Na­
sıl m isille m e yap acaktım ?
G ü lü m s e m e m e karşılık “O k u ld a k i ark adaşlarım dan biri
sen in g ib iy d i. O n a karşı ö y le zo rb a y d ıla r ki, Kını ('»/.güveni­
ni yitirmişti. Hatta o n lara g ü v e n e m e y e c e ğ in i d ü şü n e re k , b ü ­
tün arkadaşlarını geri çevirirdi. A slın da, ark ad aşım filan de
ğild i. D ürüst o lm a m gerekirse ö y le ço k arkad aşını yoktur.
“B öyle şeyler söy le m e y e d e v a m edersen dost ed in m e
m eye m a h k û m s u n ,” diy e kesMrip attım.
"Sadece d iy o r d u m ki-" diy e itiraz elti.
"Ya, evet ö /e llik le de h a k k ım d a h içb ir şey bilm e zk e n ,
sutlecc söylıiyor o lm a m a lısın . H e m sen. seni ö ze l ok ullarda
o k u ta n /e n g in ebeveynlere s a h ip o lu p m ü k e m m e l bir hav a­
lın için d e n çık m ışk en , nasıl o lu r da b ö y le b ilm işlik taslıvor-
UN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K l/I •

sun?” Adilik ediyordum ve takm ıyordum . Burnu sunulsun


istiyordum. “Rezil hayailar hakkındaki uzm anlığın neıcden-
m iş bakalım ?”
Kaldırdığı kadehini yavaşça dondururken erimekte olan
buz küpleri hirhirlerinc çarpıyordu Hana uzmu/a bir süre
baktı, dah a sonra gözlerini kadehine çevirdi. "A nnem , d o ­
ğ u m esnasındaki yan etkilerden ö lü rü , dünyaya gelişimden
kısa bir süre sonra ö ld ü . Babam hiçbir zam an çocuk isleme­
diğini bana neredeyse hayatım ın her g ü n ü söyledi, üslelik
beni a nn em in ö lü m ü n d e n dolayı h e p suçladı. İtenimle ka­
tiyen ilgilenm ek istemedi, tekrar evlenene kadar vaktimin
çoğunu bir bakıcıyla geçirdim . Karısına pek bayıldığım ı
söyleyemem, o da kendi hislerini hiç saklam adı.’’ Adele b a ­
şını kaldırıp baktı, g ülüm sed i. "Çok arkadaşım yoktur zira
fazlayım. Abartıyorum, b u n u en son arkadaşını söyledi. Aşı­
rı deniyorum , bu da başım a iş çıkarıyor. Ama başka türlü
yapamıyorum. Şu anda o ld u ğ u m d a n nasıl farklı o lu n u r bil­
miyorum. Beni sevm eyen insanlarla o kadar çok vakit ge­
çirdim ki. arlık hiçkimseyi rahatsız etm em eye çalışıyorum."
"Boklan hayatlar hakkında fazla bir şey bilm iyorum . Ki­
mileri o kadar da kötü olm am alı am a kesinlikle m ükem m el
de değiller.”
Birden kendim i yanlışlıkla terörisi o lm u ş biri gibi hisset­
miştim. "Ö z ü r dilerim ,” diye geveledim . “Farkına varama­
dım .' Un kötüsü, o n u yargıladığım için kendim i suçlu his­
setmeme çalışmamıştı, sadece dürüst olm uştu. Adele hile
yapmaktan yoksundu. Zaten ne lx*ıı haşinliğimi sürdüre­
cektim, ne de Adele böylesine burnu havada dolaşacaktı.
Dürüstlü ve her yaptığı açıklı.
D oğrulup saçını geriye atarken kocam an ve parlak bir
gülüşle ' Sorun de ğil.’’ dedi.
¿4 ■ Dorothy Koomson

“Bilm en gerekm iyordu."


“D inle, Adele, birlikte dolaşacaksak eğer bunu kesmeli-
sin,” dedim .
“Neyi kesecekmişim?”
“H ep iyi olm ayı. D oğal değil b u .”
Adele’in çelik mavisi gözleri parladı. “Benimle gezmeyi,
arkadaş olm ayı mı istiyorsun?"
S oğuk soğuk o m u z silktim.
Karşılığında sırıttı. Adele adındaki bu havalı yaratık, ya­
naklarına beşer erik d o ldu rm uş gibi konuşan o kız, bana sı­
rıttı. G ü lü ş ü yalnızca y ü zü n ü aydınlatmakla kalmadı, gözle­
rine de ayrı bir ışıltı verirken yanakları pembemsi bir par­
laklıktaydı. T ebessüm ündeki sıcaklık ondan bana doğru ak­
tı ve v u a ıld u m ben ona. H em de derindeh. Olacağım kişi­
yi şekillendirm em e yardımcı olacaklı. Nasıl bildiğim i kesti­
rem iyorum şim di am a sadece biliyordum . Akıl sır ermez bir
nedenle yaşam ım da çok u zu n bir süre var olacağını biliyor­
dum .
A ynlm az ikili olm uştuk, birlikte büyüyorduk. Adele
üniversite hayatına intibak edince kişiliğini de buldu. Kendi­
ni ve kim o ld u ğu n u buldu. Elli yaşındaki bir kadın gibi giyin­
mekten vazgeçti. Bol pantolonlar vücudunu bir daha karart­
madı. Sık sık bağırmak, küfretmek, eşyaları fırlatmak gibi ha­
şin ve sert bir tavrı vardı. Ama o birlikle içki içtiğimiz günkü
utangaçlığını, esas gölx*ğini deldirdiği gün üzerinden atabil­
mişti.
iki arada, zayıflamıştım, daha sık gülüyordum . Kfemine
erkekler gibi şal desenli külot giydiği için o muhteşem
idamla sevişmeyi reddettiğim zam an, Adele’le ilk kez içki
içen Kaıuryn'İ öldürdüm . Ama daha neler olacaktı. O sıra­
lar, birlikte (akılma olasılığını kalnıl ettiğini için m üthiş mut­
KN Y A K I N A R K A D A Ş I M I N K IZ I ■ 25

luydu Adele, bense birinin harika old u ğu m u d ü şü n d ü ğ ü n ü


bildiğim için gizlice ihya olm uştum .
“Her halükârda artık dost o ld u ğu m u zu zannediyorum.
Her yabancı henüz rastlamadığın bir arkadaştır."
“Hadi kapa çeneni de içkileri al.”

Bar m asasından taş gibi soğuk kalktım. Unutm ak için,


gerçeğin çıplaklığından yani Londra’ya dönm e k. D e fin ne
kadar hasta o ld u ğ u n u g ö rd ü ğ ü m ü unutm ak üzere içmek ni­
yetinde o ld u ğu m halde, barda, iki adet votka-portakal yeri­
ne, votkasız iki portakal suyu ısmarlamıştım.
Pek etkilenmiş görünm eyen barm en kom ik olmaya ça­
lıştığımı zannederek, bardağa u zanm adan önce bana ters
ters baktı. İçimden g ü lü n ç olmaya niyetim yok dem ek geç­
ti. Sadece, artık hiçbir zam an alkol içemeyecek olan bir ar­
kadaşım var. Sadakatim adına ben de bu n u yapam am . Fa­
kat anlamayacaktı. Zaten niye um runda olacaktı ki?
Kırmızı yağm urluğum u sırtıma geçirdim. Guildford a bir
saat önce inmiş olm am gerekiyordu. Gerçi, ön iine geçileme­
zi ertelemiştim. Surrey’e giden trene bindiğim anda bu işin
içine iyiden girmiş sayılacaktım. Buna niyetlenm em işim Bu­
raya gelip ne kadar hasta olduğunu gördükten sonra hasta­
neden aynldığım saniyede Leeds’e geri dönecektim. Ola ki
treni kaçırsaydım, geceyi geçirecek ucuz bir oda-kahvaltı bu­
lacak ve ilk dönüş trenine binecektim. Londra'dan ayrılalı be­
ri. iki yıldır görm ediğim ailemi, arkadaşlarımı ziyaret etmeye­
cek, ortalıkta dolaşmayacaktım. Şimdi, boğazıma kadar bat­
mıştım. Seyalıai çantamı om zum a aldım. Haydi bakalım huş
diye okşadım kendimi, ya Guildford ya fiyasko.

Adele ailemin bir bireyi olmuştu. Kve gittiğim zamanlar. No­


el. Paskalya ve yaz tatillerinde benimle gelirdi. Babası ve
eşi, onlara girmediği için üzülm ezlerdi, başına gelebilecek'
ler konusunda kaygı duydukları bile söylenemezdi. Aradığı
zaman, ki bu beni hep şaşırtmıştır, telefonu parçalanmış bir
biçimde kapatırdı. Her zam an ağlayarak, kusm anın eşiğin­
de, babası tarafından az da olsa seviiebilmek için ne yap­
ması gerektiğini sorgulayarak. O n u toparlamaya, harika ve
sevilesi bir insan o ld u ğ u n u söyleyerek avutmaya alışmıştım.
Adele, benim için önem liydi ayrıca herkes ona bayılıyordu.
Babası belki bir gün o n u anlayacaktı. Aslında bu dediğime
hiç inanm ıyordum , fakat duym aya ihtiyacı olduğu için bunu
ona söylüyor ve inandırıcı da oluyordum .
Kızına olan öfkesinin boyutlarını duyduğum da, Mr. Ila-
milion-Mackenzi’nin asla değişmeyeceğini biliyordum. İlk
tanıştığımız zam anlar Adele, sık sık yerlerde sürünene ka­
dar sarhoş olur, Leeds’e gelm eden önceki yaşantısının nasıl
berbat geçtiğini itiraf ederdi. Babasının katı disiplinli tavrını
anlatırdı. Verdiği cezalar sonucu kırılan kol ve bacakları,
çatlayan çenesi y üzü n d e n hastanede geçirdiği zamanlardan
bahsederdi. Bir keresinde o n u zem in kattaki bir pencere­
den geçirmiş, sınına batan ve böbreklerini teğet geçen cam
parçalarını çıkarm ak için ameliyat olması gerekmişti. Başka
bir defasında kem erinin loka kısmı ile vurmuş, sol bacağın­
dan iri bir parça o y u p çıkarmıştı. Bu da neden nadiren elek
giydiğini açıklıyordu.
Çevrelerindeki insanların ne o lu p bittiği konusunda şüp­
he duymaması hayret vericiydi doğrusu, can sıkıcı, moral
bozucuydu. Veya duyuyorlarsa da uzak durup karışmak is­
temiyorlardı. Hamilton-Mackenzie’lerin evlerinin kapalı ka­
pıları ardında neler yaşandığını sanki kimse fark etmiyordu
Sık sık, kızının sakarlıkları, erkek iatmalığı yüzünden başı­
nın sürekli lalad a olduğunu, aptallığı sayesinde serserilerle
KN Y A K I N A R K A D A Ş I M I N KIZI • 27

takıldığını umutsuzlukla anlatırken o saygın, iyi ve* temiz


görünüm lü, beyaz, orta sınıf terbiyesi almış Mr. Hamilton-
Mackenzie’yi hepsi kabul ediyordu.
Tıpkı benim gibi, Adele’in tek kaçış yeri üniversiteydi.
Babası tarafından sevilmeyi umutsuzca isterdi. Buna hiçbir
inancım olm adığı halde, ona yardım edebilmemin tek yolu
babasının elbet bir g ün onu seveceğini söylemekti. O za­
man, inansın ya da inanmasın, içindeki umut yeşerirdi. Her
birimizin, ayakta kalabilm ek için ümit duymaya ihtiyacı ol­
duğunu bilirdim.
Ailem m ükem m el olmayabilirdi ama eve birkaç ay git­
mezsem beni merak ederlerdi. Konuşmak için beni ararlar
ve arkadaşım olduğu için Adele’i kabul ederlerdi. Adele,
Matika’larla yuva adında yeni bir yer bulm uştu. Belki ger­
çek yuvası, ya da babasının sevgisi değildi ama neredeyse
öyle sayılabilirdi. Sabahın üçü nd e d ö n ü p ev halkını uyan­
dırdığımızda annem ikim izi de azarlardı ve her defasında,
babam kendisine bir şeyler alması için cüzdanını açıp bir
onluk verirdi. Ablamsa ondan aşk hayatı hakkında öğütler
isterdi. Adele, bir yere ait o ld u ğ u n u hissederdi.
Aramıza girmesi m üm k ü n olabilecek tek şey, bir erkekti.
4

u gerçeküstüydü.

B İki yıl önce terk ettiğim şehir olan Londra’da ama


sadece Londra değil, b u son derece özel yerde,
Waterloo’da olm ak.
Koskoca Waterloo istasyonunun kalabalığında dolanır­
ken attığım her adım da anılar hızla gözlerim de canlanıyor­
du. Kimse nasıl korku içinde o ld u ğ u m u fark edemezdi.
Adele'in, hatta kendim in daha genç bir versiyonuna doğru
koşmayı hayal ederken nasıl da yavaş y ü rü d ü ğ ü m ü göre­
mezlerdi. Geçiş kartlı yolcular aceleyle çevremde koşuştu­
ruyor, mikrofonlardan sürekli anonslar veriliyor, hayat, ba­
şıma gelenlerden bihaber, canhıraş akıp gidiyordu. Buraya.
Adele'le ikimizin bekâr old uğu zamanlarda, iş çıkışı bir içki
içmek için buluşmaya geldiğimiz gerçeğinden bihaberdiler
Adele'in sağlıksız, zayıf, hasla yatağında bir insanın gölgesi
gibi olmadığı zamanlardan söz ediyorum. O , yakınlarda ça­
lışırdı. Ix*n dc burada, işyerimin bulunduğu Oxfcırd Slıvel
metrosuna binerdim. Birkaç içkiden sonra eve birlikte d ö ­
nerdik.
i:N Y A K IN A K K A D A M M IN K IZI ■ 29

W aterloo, başka bir nedenden dolayı da olağanüstü, .sö­


zü edilm eye değerdi. O n a rastladığım yerdi. Y olun hemen
yukarısında b u lu n a n bir ev partisinde tanışmıştık, O , ...Ade­
le ile aram ıza giren adam .
Gerçi, herhangi bir adam değildi. Nişanlım. Nate Tıır-
ner’dı.
Nate, yaşam ım a soğuk bir nisan gecesi girmişti ve bir d a­
ha çık m ak istemiyordu. B u n u kendisine inanabilecek bir
kadınla de nem esini söylem iştim . O ise ciddiyetle “Seni ka­
zan acağım ,” diye diretm işti. Aynı ciddiyetle “Senden önce
daha iyileri bile ba şaram adı,” diye cevap vermiştim.
18 ay sonra evlenm eye karar verdik. Bu kararın üzerin­
den üç yıl geçince d e bir sonraki sene için tarih belirledik.
M ükem m el bir ilişkiden ziyade birbirim izi çok iyi anlı­
yorduk. Bana fazlasıyla katlanıyor, problem lerim le uğraş­
ıyordu.
S orunlarım he m e n anlaşılır cinsten de ğild i. Nate'le ta­
nıştığım sıralarda dışarıd an hiçb ir şeyi takm ayan, yıllarca
şişm an ve çirkin sıfatları yakıştırılm ış bir insanın olum suz
etkilerini taşım aktansa, ak sin e bu hali başarı yolunda kjş-
kırtıcı bir g ü ç m ü ş g ib i algılayan biri im ajına sahiptim . Bel­
ki Adele d a h il hariç kim se, yetişkin m askem in, ö zg üv e n i­
m in, süpe r işim in ve yakışıklı erkeklerle yatma m ahareti­
m in altında y üre ğim in korkuyla atm akta o ld u ğ u n u b ilm i­
yordu.
Dış d ü ny a m , hatta bir ölçüd e Adele bile, dikkatle koru­
d u ğ u m , içine girilemez, parlak görüntüye aldanıyordu. İn­
sanlar gerçekten benim rahat ve kibirli, kendinden em in ve
becerikli o ld u ğu m a inanıyorlardı. Nate bundan ötesini g ö­
rebildi. Beni hayatla en çok korkulan sevin ne okluğunu
neredeyse hem en keşletti. l-ıı büyük tobim insanlardı.
Tetikleyicinin okuldaki kabadayılıklar o ld u ğ u n u düşün­
sem de, aslına bakacak olursak in.san fobim daha önce baş­
lamıştı. Ürkm eme, tedirgin o lm am a sebep olan bu insanlar
bende yanlış olanı seziyor, u y u m su zlu ğu m u , herkes gibi ol­
m adığım ı keşfedeceklerine dair k ork u m u her konuşmamda
taşıdığım ı anlıyor ve tabii b u halim i söm ürüyorlardı.
H epim izi birleştiren, insan yapan o şey bende mevcut
değildi. İletişim kurm ak, insanlarla platonik dahi olsa ilişki
içine girm ek için b ü y ü k m ücadele verm em gerekiyordu.
B üyük bir aile içinde yetişmiştim, kardeşlerime yakındım
am a birçok n ede nle bazı duru m lar karşısında nasıl tepki ve­
rileceğini bilem iyo rdum . Saçm alam aktan, yanlış bir şey söy­
lem ekten, kızgınlığa yol açm aktan o kadar korkardım ki,
bana göre iletişim bir terör olayına d ö n ü şürd ü . Soğuk, yar­
gılayan biriydim ve daha sonraki yıllarda haşin bir kaltak
g ö rü n ü m ü n e sahip o ld u m . Başkalarıyla herhangi bir bağ
kurm ak istemiyor d e ğ ild im , yalnız ne yapacağım ı bilm iyor­
dum .
Sonra A dele’e rastladım ve iletişimi l>ecerebildiğimi keş­
fettim. Yetersiz o lm a d ığ ım a inanm aya başladım . Kırgındım.
Ama yine d e ilişki kurabiliyordum .
Sırrımın ne o ld u ğ u n u b ild iğ in i söy le diğin de Nate’lc sade­
ce birkaç haftadır g örüşüyo rdu m . İş partilerinden birine gii-
ınişıik, kapıdan girdiğim anda oraya u y u m sağlayam ayaca­
ğım ı anlamıştım. O radakiler gibi gam sız bir hava taşımıyor,
ayrıca yayın dünyasında çalışm ıyordum . Kibarca sohbet et­
meyi denem ekle birlikle ağ zım d an çıkan her k elim e nin ne
kadar farklı o k lu ğ u m u ve oraya uym ad ığım ı tevil ettiğini b i­
liyordum. t;ç işkence saatinin son und a Nate Ciideliııı mi?"
diye sorduğu saniyede, çoklan kapıdan çık m ış taksi çagın-
\oıdunı. i>alu sı»nr.ı'\;ıte. bir kedinin k u y ru ğ u n u sahibinin
KN Y A K I N A R K A D A Ş I M I N KI Z I ■ 31

bacaklarına dolaması misali bana sarılıp, "İnsanlar seni ür­


kütüyor, değil mi? Bu gece gördüm , oradakilerle konuşm a­
ya, bir bağ kurmaya çalışıyordun fakat gözlerinden korku
okunuyordu,” demişti.
Bazen insanların bende bir eksiklik olduğunu görebil­
diklerini düşün ürüm , içim sanki boşm uş gibi. İşin, giysile­
rin ve makyajın ötesinde bilinecek hiçbir şey yokmuş gibi.
Bazen bir kabuk o ld u ğu m u ve insanların neden beni sev­
diklerini anlayamam. Yabancılarla o ld u ğu m vakit, işte bana
bunu hatırlatırlar. G üçsüz ve zayıf o ld u ğ u m u ... Bunu Na-
te’e tabii ki hiç söylem edim . Bu kelimeleri ifade edebilsem
bile niçin bunu... duy m ak işteşindi ki?
Sessizliğimin karşısında, “Korkmana gerek yok. Sana her
zaman bakacağını. Bence harika birisin. Benim her şeyim­
sin, bebeğim ,” diye ekledi. Söyledikleri beni öyle çok rahat­
sız etmişti ki, giyinip eve d ö n d üm .
Nate, benim her zam an yüzde yüz güçlü, bağımsız ve
becerikli olm ayışım a, destek bekleyen, bağım lı biri olma
potansiyelini taşımama aldırmıyordu.
Beni o ld u ğu m gibi kabul ediyor, huysuz veya sevimli
her halimi seviyordu. Karşısında bü ründ üğ üm her şeklimle
ilgileniyor akabinde yaşadığım apayrı bir şeye de aym ala­
kayı gösteriyordu.
Gerçi tek taraflı değildi. Ben de onunla ilgili birçok şeye
göz yum uyordum . Kaygısız, telaşsız ve sonsuz güven veren
tavrına karşın aslına bakılırsa bir sinir küpüydü ve bunu,
onunla birlikte olmaya karar verdiğimden beri sineye çeki­
yordum. Dengeliydik. Mükemmel bir aşk. dürüstlük ve g ü ­
ven simetrisi içindeydik Altı ay kadar sonra Adele'e itiraf et­
miş old uğum gibi, onunla aramdaki bağlılık ve sonsuza ka-
clar kelimeleri laflan ibaret değildi, gerçeğin ta kendisiydiler
.*2 ■ D o r o th y K tıo m s o n

• • •

Cumartesi akşamı...
İki yıl önce bir cumartesi akşamıydı. Del ile birlikte, bu~
y t ili g ü n e sadece iki ay kaldığtm g örüp d ü ğ ü n hazırlıkları
yapmaya niyetlenerek Tegan'ı yatırmıştık. Höyle bit am an
tnız olmasına rağmen dört şişe şarap ve bir paket sosis yi­
yip iyice serilmiştik. Del kahverengi eleri koltuğa uzanmış,
koyu yeşil pantolonunun fermuarını açmış, fanilasını sııtye
ninin alıma sıkıştınııışiı. Karnı, özellikle üç yıl (ince doğum
yapmış biri için şaşırtıcı şekilde düzdii. Kremsi beyaz tenin­
de gümüşi doğum izlerini görmekle birlikte her şey olması
gereken şekline dönm üştü. Delik göbeğine beyaz alımdan
picrcing'uM bile geçirmişti.
Diğer kolluktaydım, ben de blucinim in visi düğmelerini
açmıştım, sutyenimi çıkartmıştım, fakat düz olmaktan ıızak
kamımla çatlak dolu göğüslerim, Del’den ödün ç aklığım
beyaz bir tişört altında gizliydi. Daha evvel Tegan’a banyo
yaptırırken üst kısmım iç çamaşırıma kadar ıslandığı için ti­
şörtü ödünç almıştım.
Düğünün oturma düzenini halletmek yerine, Del in son
sevgilisi hakkında konuşuyorduk. Kve döndüğüm de Nate'in
kızacağını biliyordum (kendi yapmayı teklil ettiğinde kibirle
"Beni lx)ş ver, belli ki benim de düğünüm olduğunu düşün
inekle yanılmışım Üye yanıtlamıştım) ama Del in aşk h a y ı
da önemliydi. Adamın tekiyle yeni tanışmıştı ve çıkma ritü
elinin henüz başındaydı. Hu düzen ilk konuşmalarını ve ar­
dından ikinci buluşmalarının heyecanını bütün ayrıntıları ile
yeniden anluma isteğini kapsıyordu. Akabinde ilk sevişme
öncesi günler gelmekteydi. Ve sonra dördüncü ile onuncu
UıUisnuılar arasındaki günler sürekli heyecan dönemiydi. V;ı
I .i r i n in i l i ğ i n i a r . n n a n ı . ı s ı i le i , , , ^ - j ,l x ü i r v c | x ı n ; 1 (1 /
liN Y A K I N AK KADAŞIM1N KIZI • 33

eleştiri ve* benim neyim eksik plakları eşlik ederdi. Del hu ye


ni adamla altınc ı görüşmesindeydi ve ilgi henüz ;ı/;»lnınnıı^u.
“O şeyi kalçalarıyla yapıyor ve ..m ü th iş’’ diye açıkladı.
“İler defasında aklımı başımdan alıyor.'
Hıı ad.mı, her defasında aklını başından almayı bilmesi­
ne rağmen Del'in bir çocııgu olduğunu bilmiyordu. 15 gö­
rüşmeye kadar devam edebilse ona söyleyecekti ama ileri­
ye gitmeye pek niyeti yoktu. O ndan hoşlanıyordu ama İşle
aradığım o dedirtecek bir adam değildi. Uzun Süreyle Or­
talıkta Olacak O Adam değildi, dolayısıyla Tegatı’ı. icabın­
da hayatından çıkabilecek biri yüzünden üzmeye hiç niyeti
yoktu. Del, T eganı dişi bir kaplan gibi korurdu. Kızının ha­
yatı m üm kün olduğunca az. pürüzlü olmalıydı ve hutıu des­
teklemeyen her kimse, hiç abartmaksızın kellesini koltuğu­
na alırdı. Tegan’a geçici olarak birlikte olacağı bir adamı ta-
nıştırmaktansa yaşamı boyunca yalnız kalmayı tercih edi­
yordu. Bir de kurduğu mantığa göre birine kızı olduğunu
söylerse hemen onunla ramşnrmalıydı.
“Nate o dediğini ağzı ile yapar," diye açıkladım. “Kasık­
larımı çok yavaşça yalamaya başlar sonra o şeyi ağzı ile ya­
par... O ...” diye sırıtıp iç geçirdim.
Hayret, seks yaşamımızın özel ayrıntılarını Del'le bile na­
diren paylaşmışımdır ama uzun zamandır iki şişe şarabı de-
viımemişlim ve o anda her şeyi söyleyebilirdim. "Onun...
düşüncesi bile bel kem iğim den aşağı ürperti veriyor.”
Del “Ilım ını, biliyorum." diye mutabık kaldı. Sonra do n ­
du. Bıı üç kelimenin ağzından çıkması ile ondaki her sey o
anda dondu.
Kalp çarpımını yanda kesildi ve soluğum göğsümde sı
kıstı. Zaman sanki durmuştu.
7

>1 3i • Porotlıy Koomson

1X*1 çimeli korku içindeki gözlerini, iki çelik plak gibi


bulunduğum yere doğru yöneltti.
Mir nefes verdim ama kaslarım açılm adı. Sonra derin bir
nefes aklım. Kendi kendim e H ayır, yanlışım var, dedim.
Kesinlikle hatalıyım . Am a onu duydum . O 'biliyorum ' un
kırılma noktasını duydum . Yaptığı g ib i söyledi. Biliyordu.
Orada bulunm uştu. Yapmıştı. Nate ile. O n u n la yatmıştı
Mate'in d ili onun alt kasıklarını yalam ıştı. D udakları...
Doğruldum , kendim i dengelem ek için yere bastım, son­
ra yeniden uzunca bir nefes verdim. Tekrar nefes aldım.
Derin ve yavaş bir nefes. “Ne zaman?” diye sorarken sözler
ağzımdan zorlukla çıkıyordu.
Del yanıtlamadı ve bir saniye için inkâr edeceğini, blöf
yapmaya çalışarak işin içinden sıyrılacağım zannettim. Bu­
nun yerine bir an gözlerini yum du, zorlukla yutkundu ve
benimle yüzleşti. “Uzun zam an ön ce ,” diye fısıldadı, gözle­
rini gözlerimden ayırmadan. “Uzun, çok uzu n zam an önce.
Çok eskiden."
Soluğum yine göğsüm de takılı kalmıştı ve harekete ge­
çirmek için nefes aldım ama bedenim kımıldam ıyordu.
Donmuştum. O kadar acı veriyordu ki, hiçbir şey içeriye gi­
remiyor ya da çıkamıyordu. “Ne kadar sürdü?”
*Bir kere. Sadece bir kez."
Gözyaşlarım sanki birer diken gibi batıyordu, çene ke­
miklerim kilitlenmişti.
Ağlayacak gibi değildim aslında ama gözlerim deki ıslak­
lık ve çenemin ağrısından sanki gözlerim yuvalarından fır­
layacaktı.
İKİ doğruldu, zarif parmaklarını saçlarının arasından ge
virdi, avuçlarıyla gözya>larını sikli.
S adice hır defa." tliyc tekrarladı.
KN Y A K I N A R K A D A Ş I M IN KIZI ■

llir kere. Sadece hir kere. Kelimelerin hiçbir anlamı yok­


tu, Mir kere, iki kereden daha mı iyiydi? Ya da 50 kereden?
Birlikte olmuşlardı. Mir kere oldu diye daha mı a/ vahimdi?
Kırpıştırdığını güzlerim hâlâ gözyaşlarıyto buğuluydu
Sessizce “Neden?” diye sordum.
Koltukta ön e do ğnı eğilirken Del in pantolonu açıktı,
om uzlan dizlerinde, elleri saçlarında, laminant parkeye öy­
lece bakıyordu.
Neden? diye kalanıda yineledim.
Sahte parkelere bakmaya devam ediyor, telepatik soru*
lannu pek tabii duym uyordu. Kendi düşünceleri ve dünya­
sı içinde kaylx)Imuştu. İtirafta bulunduğu bir dünyada. Ye­
re bakmayı sürdürdü. Sonra, gözlerini kaldırdı, televizyo­
nun üzerinde duran Tegan'ın fotoğrafına baktı ve bakışları­
nı yeniden yere çevirdi.
İçgüdüsel, her şeyi altüst etmeye yetecek ufacık bir şey.
Soluk soluğa Hayır, olam az, dedim içimden. G ülünç oldu­
ğum ve kalbimin boşuna birkaç kere teklediğini konusun­
da kendimi ikna etmeye çalışıyordum.
Del söylediğimi duyarak başını bana çevirdi.
Gözlerim Del-fotoğraf-Del arasında gidip geliyordu.
Gözlerimiz kilitlendi. Y üzünde makyaj boyaları akıyordu.
Düşüncelerimin yerini değiştirmeye, zihnimden o fikri
çıkartmaya çalışarak başımı salladım. Gözlerim fotoğrafa
geri kaydı, Gülümseyen resimde. Tegan'ın burnu sırrı açığa
vuruyordu. O Nate'in çocuğuydu.
Yap-boz oyunundaki parçaların birbirleriyle örtüşmesi
gibi her şey yerli yerine oturmuştu.
Parçalar tüm geçen zaman boyunca oradaydı, ben sade­
ce onları görmemiştim.
B ü tü n ö ğ e le r aynı n ok tad a to p la n a n a kadar ben resmjn
tam am ın ı g örem em iştim . Ş im di, T egan'ın n ede n hu kud-,,.
la m d ık g e ld iğ in i a n lıy o rd u m . A n n esin e tıpatıp benzedi^
iç'in d e ğ ild i, gerçi o n u birçok y ö n ü y le an dırıyordu aıııa he­
basının aynı k alk ık b u rn u n a , g ö z şekline, alayla kıvrılan du­
daklarına sahipti. G e çe n tü m b u süre b o y u n c a bu özellikle­
ri elbette fark etm iş fakat b a ğlan tıy ı kuram am ıştım .
H am ile k a ld ığ ın ı ilk ö ğ r e n d iğ in d e D e l’e bab an ın kim ol­
d u ğ u n u sorm u ştu m . A ğ la m a k lı bir sesle b u n u n bir kaza ol-
d u ğ u n u , a d a m ın o rta d a n k a y b o ld u ğ u n u , iş yerinde karşılaş,
tığı evli bir erkek o ld u ğ u n u anlatm ıştı.
"A lçak," diye tıslam ıştım .
“H ayır,“ diye yan ıtlark en , “O lm a s ın ı ne o, ne de ben is­
temiştik. Bir kazaydı. Kim seyi suçlam aya gerek yok."
B e b e ğ in in babası h a k k ın d a ge çen tü m konuşm aları hafı­
z am d a y o klark e n D e l’in her de fasınd a 'O n u ya da bir ço­
c u ğ u sevm ekten a c iz ' o ld u ğ u n u ; başına ge len en harika
o la y o lm a k la birlikte b u n u n nasıl bir hata o ld u ğ u n u tekrar­
lad ığın ı. her de fasınd a b a b a n ın yaşantısını altüst etmesine
izin verm eyeceğini s ö y le d iğ in i hatırladım . Zaten İK*n var­
d ım , vekil baba. H am ile lik ön ce si jim n astiğine gitmiş, do­
ğ u m sırasında g ö rd ü k le rim in karşısında neredeyse a b o ıı
d e n e o lm u ş , lx*beğin çık m asın a e lim d e n g e ldiğin ce yar­
d ım etmiş, ahlâk i açıdan d a h a d o ğ ru o ld u ğ u düşüncesiyle
bab an ın k im o ld u ğ u n u söylem esi için o n u yüreklendirm iş,
bilm esini istem em esine rağm en hak k ı o ld u ğ u n u anlatmış*
tim. Bana göre ad am ın k ad ın ı ve ç o c u ğ u n u rencide ederek
Piç K untsa etiketini resmen k a/a n m ası gerekliydi. Adele e
sık Sik Tegan bilm ek isleyebilir," diy ord u m . B aban ın çocuk
sahihi o ld u ğ u n u bilm esini istemem ekle, ço c u ğu bahasından
m ah ru m elm iş oluyordu
KN Y A K IN A R K A D A ŞIM IN K IZ I ■ 37

“Z am an ı ge ldiğin de d ü ş ü n ü r ü m ,” diye yanıtlamıştı.


İşte şim d i düşün m e liy d i.
Ö d ü llü bir aptaldım . O n a nutuklar atan, hayalım ın aşkı­
na on ıı aceleyle becerdiğini açıklam asına iten koskoca, irin­
lenm iş bir salaktım.
Koltukta d o ğ r u lu p ayağa kalktığım da m id e m in kor h a­
linde acı ile yan d ığ ın ı hissedip neredeyse ikiye kalkınm ış­
tım. H âlen şoktaydım . Y ü z ü m y e diğim darben in etkisiyle al­
lak bullak olm uştu.
Nate’in bir ço c u ğ u vardı. Nate en yakın arkadaşım ın kı­
zının babasıydı.
Eşyalarımı, ıslanm ış sutyenim i, k a m ım ı sıktığı için çıka­
rıp attığım kemeri, oturm a p lan ın ı gösterm ek için getirdiğim
defteri, masa d ü z e n in i, renkli kalem lerim i bir bir toplam aya
başladım. O n ları el yordam ıyla b u ld u k ça çantam a tıkıyor
bir elim le de siyah saçlarım ı d ü ze ltiy o rd u m . Ç oraplarım ı d i­
ğer k o llu ğ u n arkasında g ö r d ü ğ ü m h ald e yanına gitm em ek
için çıplak ayaklarım ı spor pab u çlarım a soktum
Islak b lu z u m u beyaz tişörtün üzerine titreyen ellerle ge­
çirdim . Sonradan tişörtün o n a ait o ld u ğ u n u hatırladım. Y a­
lancı. m ızıkçı arkadaşım a ait o ld u ğ u n u . B lu zu m u yııtarcası-
na çıkarttım, tişörtü şiddetle çe k ip yere fırlattım ve tekrar ıs­
lak b lu zu çekiştirerek sutyensiz be de nim e geçirdim .
“Kam, lütfen k o n u şalım b u n u ," diye yalvardı. “Ne o lur
Kam, gel tartışalım."
Yarım yam alak bir yakarıştı. Ü zgün o ld u ğ u m d a k on uş­
m azd ım . G eçecek u m u d u y la, 'olm am ış gibi lar/. et' cinsin-
de nd im . Ayrıca, konuşulacak ne vardı ki5 Nişanlım ın yatak­
ta ne kadar İyi o ld u ğ u mu? O n üzerinden her birim izin kaç
puan vereceğini mi? Tegan'ın kızı o ld u ğ u n u bilip b ilm e d i­
ğini sorduktan sonra benim le evlenm ek k o n u su nd ak i niye-
38 ■ Domllıy Koomson

tini ini? Bu iğrençliği yapmış olduğunu fakat iki ay sonra


bana ‘evet’ demeyi planladığını mı? Sekiz hafta sonra -Sl>
KİZ HAFTA- bütün tanıdıklarımızın ö n ün de ayağa kalkıp
beni sevdiğini ilan edip geriye kalan herkesten vazgeçecek­
ti. Tüm ötekileri unutacak mıydı? Ama geçmeyecekti, yoksa
geçecek miydi? Belli ki, geçmişte yapmıştı öyleyse neden
şimdi yapsın ki?
Del Tegan’ı bilmiyor," dedi. Sesi güçiü, açık ve kararlıy­
dı. Tegan söz konusu olduğunda özellikle ciddileşirdi.
“Bilmesini istemiyorum,” diye sürdürdü. “Tegan’ın yaşa­
mını altüst etmek istemiyorum. Ne yaparsan yap ama Te-
gan’ın yaşamını mahvetme. O n u n kabahati değil.”
Keşke içimden gelse de ona sövebilseydim. Yüzüne sıkı
bir şamar atıp saçlarını çekebilseydim. Ancak yapabildiğim
er\iyi şey çekip gitmek olmuştu.
Ve bir daha hiç dönmemek üzere...
5

u id ford’un m erkezinden taksiyle 15 dakika mesa­

G fedeki beş odalı, m üstakil evin kapısını açan kadı­


na “Tiga’yı görm eye g e ld im ,” dedim .
Bana boş boş baktı. Birden T egan’ı Tiga diye çağıran
yeryüzündeki tek insan o ld u ğ u m u hatırlayıp “Yani, Tegan’ı
görmeye ge ldim ,” diye düzelttim .
Muriel’in gözlerinde bir tanım a kıvılcım ı yanıp söndü.
DePin üvey annesiydi. Ufak tefek, narin bir kadındı. B urnu­
nu sıksan canı çıkacak gibiydi. Grileşmiş saçları bigudilere
sarılmış, buklelerin her milimetresi spreylenmişti. İlk tanış­
m am ızda üniform a stilinde giyinmiş; İskoç kum aşından bir
etek, hırka-buluz İkilisi üzerinde inci bir kolye takmıştı. Bu
kez de beni hayal kırıklığına uğratmadan, yaz sıcağına rağ­
m en yeşil triko üzerine örgii ceket giymişti. İskoç eteği kah­
verengiydi ve krem rengi incileri kırışık boynunda arzı
endam ediyordu. Son derece saygın, olağan hatta uysal g ö ­
rünüyordu. Ne var ki, kadının damarlarından akan sal k ö tü ­
lükten başka bir şey değildi.
Del bana neler yapabileceğini anlatmıştı. Üvey annesinin
sigara .söndürdüğü kalçalarının üzerindeki güınüşi kırbaç iz­
lerini görmüştüm. Sol elinin küçük parm ağını yuvasından
çekip çıkarttığı için düzgün gelişmemişti. Alnında, saçının
Ntış çizgisinde M ürid in başına attığı cam parçası yüzünden
vara izi kalmıştı.
Nefrvtimi gizlemek için donuklaştırdığım sesimle. "Ben
kjmryn, T e fin in vaftiz annesiyim,’ dedim . "Uıcinda-Jay
nein jrkadaşı." 1X*I. ütatıda-Jane adını üniversiteye girdi
ği gün bırakmış. gi>bek adı Adele’i lx’nimsemişti. Üniversit­
eden mezun olduğum uzda annesinin kızlık soyadı Bıan-
m m u almtşu. Leeıisden sonra tanıştığımız insanlar için o.
Adele Brannondu. Mahkeme kanırt ile en nihayet d e ğ d i­
rebildiği isminin şerefine büyük bir parti düzenlem iştik. Ba­
bası onu h âli Lucinda-Jane diye çağırırdı ve Adele bunu clü-
zvltmeyi hayal bile edemezdi.
MuneHn gözlerinde lx*ni tanıdığına dair daha kuvvetli
bir kıvılcım belirmişti, hâlbuki daha atik davranm alıydı zira
yıllar içinde tanımış olduğu tek arkadaşıydım Del in. Del.
her fırsatta ailesinin sıcak kollarına kavuşm ak için can alma­
dığı için beraberinde getirdiği tek kişi lx*ndım.
“Fvct. kim olduğunu hatırlıyorum /’ M uriel'in sesinde d o ­
laylı bir lıakaret tonu vardı. B ugünü, acaba şeri, şarap veya
cifMonıkle mi geçirmişti? Yıllar önce tanıştığım ız sıralarda
onun en ivı dostlan I hi üçüydü. Belli ki. değişen de bir şev
yı »kiu.
Daha fazla konuşmayacağını anlayıp Peki. Tegaıı ı gö
rebılır mıyım' diye şortlum
Sn anda müsait değil, diye yanıtladı.
D ışarıda m ı'
' Hayır Misafir kabul rtınivor.
r.i-H ı/ \ M !N A K K A D A ^ IM IN K l/.l • II

S in irle n e re k aynı /a m a n d a da kuşkuyla. "Beş yasındaki


b ir ç o c u k ziyaretçi m i k ab u l etm iyor?' diye cevap verdim.
‘"B ir i b u n i ararsa, dışarıda o ld u ğ u m u söylersin,' diyebile­
c e ğ in i he r n e d e n s e d ü ş ü n e m iy o ru m ," diye ekledim.
Üst d u d a ğ ın ı k ald ırd ı ve sanki bu rn una kaçan pis bir
ş e y m iş im g ib i y ü z ü m e iğrenerek baktı.
A şa ğ ıla y ıc ı b ir to n d a K üçîık İla n ım cezalı,“ dedi. ‘ Ma­

d e m seni ilg ile n d ir iy o tm u ş .”


"Kvet, ilg ile n d iriy o r." A v a /ım çıktığı kadar bağırmamak
iç in sarf e ttiğ im he r k e lim e y i d ik ka tle tartmıştım O n u n vaf­
tiz a n n e s iy im , a n n e s in e h e rh a n g i bir >ey o ld u ğ u taktirde ba­

k ım ın ı ü s tle n m e m isle ndi."


"B a şk a b ir z a m a n a ra m a n ız gerekecek zira söylediğim

g ib i e c zalı,"
K a d ın k a p ıy ı k a p a tm a y a yeltenirken içim d e d o lu p iaşan
b ü t ü n h id d e t, nefret ve k ız g ın lık sakin g ö r ü m ü m ü n yüze­

y in d e n dışarı fışk ırm ay a başlıy o rd u. H am le > apıp elimle


m av i k a p ıy ı a ç ık tu ta b ilm e k için itm eye çalıştığım da vücu­

d u m d a k i he r b ir kas ge rilm işti. ‘N e de n cezalı?' dedim


M urie) ö n ü m e a tla y ıp bakışın» kaçırmıştı.
“N e iç in cezalı?" tüy e h o m u r d a n d ım .

M u rie l h iç b ir şey s ö y le m e d i.

‘O t u ı g ö r m e k istiy o ru m ."
"K im se y i g ö r m e y e izn i yok."

“O n u g ö r ü n c e y e k a d a r b u r u la n gitm iyorum ."


S esin i alçalttı. "Seni içeriye alam am . O n u görm ene ı/in

verirse m K o n a k l ın b a n a neler sapacağın ı bilem ezsin."


K e n d im e d a h i k o r k u n ç ve telu iiıkâr gelen bir tonda "Bı­
r a k m a d ığ ın tak tird e l>eninı sana ne sapabileceğim i de her­
h a ld e t a h m in e d e m is o rM in ." d e d im O n u n nelere muktedir
o k l u ğ u n u b ilm e k le bııfıkte . sa su n m a sı/ hır eoeuk adtrıa lıa-
42 • Dorotiıy Kooınson

reket ederken benim nasıl davranabileceğim konusunda en


ufak bir ipucu dahi yoktu. Doğrusunu söylemek gerekirse,
ben bile bundan bihal>erdim. 32 yıllık yaşamımda kimseye
kızdığım için fiske bile vurmamıştım ancak bu, mecbur ka­
lırsam yapmayacağım anlamına gelmiyordu.
Muriel bakışlarındaki öfkeyi artırırken ben de yüz ifade­
mi sertleştirdim. Nasıl delirmiş olduğum hakkında hiçbir fik­
ri yoktu. Bir gün içinde 300 km. seyahat etmiş, arkadaşımı
ölüm döşeğinde görmüş, şimdi de Del’in büyük acılar çek­
tiği yere dönmüştüm, tüm bunlar keyfimi iyice kaçırmıştı.
Kapıdan içeri sİizüldüğüm sırada Muriel’in vücudu gev­
şemiş, teslimiyeti kabul ederek dönüp geniş merdivenlere
doğru ilerlemeye başlamıştı.
“Sanki onu burada isteyen mi var,” diye söyleniyordu.
Rahatladığımı hissederken sessiz ve derinden bir nefes
verdim. Ya gerçekten l>eni dalaşmaya zorlasaydı. En iyisi
düşünmemekti.
Sekiz yıl önceki son gelişimden beri ev pek fazla değiş­
memişti. Bahane olarak Del’le birlikte kalan giysi ve kitap­
larını almak üzere kısa bir ziyarete gelmiştik. Bu eşyalar ol­
madan yıllarca yaşamıştı, dolayısıyla niye şimdi umutsuzca
onlara ihtiyaç duyacaktı ki? Sanırını, Del babasıyla barışma­
ya, ona yakınlaşmak için son kez şansını denemeye gelmiş­
ti. Beraberinde misafiri olduğu için, babası müthiş kibar fa­
kat son derece itici davranmıştı. Bu hayatımda gördüğüm
en soğuk karşılamaydı (yalnız kalır kalmaz bunu paylaşabil­
mek için annemleri aramıştım). Taksinin arka koltuğuna
bindiğimizde. Del'in bir daha buraya asla dönmeyeceğini
söylemesine bile gerek yoktu çünkü biliyordum. Ailesiyle
yeniden biı bağ kurmak için elinden geleni yapmıştı aııuı
artık bırakmalıydı._____ _______
E N Y A K I N A R K A D A Ş I M I N KI ZI » 43

Yerde yine aynı krem rengi halılar .seriliydi, duvarlar es­


kisi gibi m anolya rengine boyalıydı, üzerlerinde yine o sıkı­
cı sayfiye yeri resimleri asılıydı. Kısaca o günden sonra ev­
de değişen bir şey olmamıştı. Farklı olan tek şey havasın­
daydı, durağanlaşmıştı. Yıpranmış ve boştu, içinde hayat
yoktu.
Muriel beyaz tahta kaplam a bir kapının ön ün de durdu.
Kilidin üzerindeki anahtarı aldı. Kilidi çevirmeden önce le­
keli elini anahtarın üzerinde bekletti. Tegan’ı kilitlemişler
miydi? TEGAN’I O D A Y A KAPATMIŞLARDI. Acaba sokak
kapısının k olun.' yetişecek kadar boyu olm ayan bir çocu­
ğun nereye kaçabileceğini düşünm üşlerdi ki?
Tegan’ın odası oturm a od am ın iki katıydı. Duvarlar yi­
ne manolya rengindeydi ancak hah maviydi. İki duvarı,
her bir rafında bebekler, yap-bozlar, sevimli oyuncaklar,
ayıcıklar ve kitaplar olan beyaz kitaplıklarla kaplıydı. San­
ki hiç dokunu lm am ış ya da oynanm am ış gibi duruyorlar­
dı. O nlar çocukluk denen şeye ait süsleri, m ükem m eli, d o ­
kunulm az kutsalı temsil ediyorlardı. Geniş bahçeye bakan
pencerenin yanında düzgün ce yapılm ış -tek kişilik bir ya­
tak duruyordu.
Parlak renkli çocuk eşyaları dışında oda soğuk ve iticiy­
di. O d anın ortasında küçük, plastik, kırmızı bir masa ve sa­
rı bir iskemle vardı. Tegan masanın başına oturuyordu.
Her şeyin yanlış gittiği uzaktan belliydi. İskemlesinde kı­
m ıldam adan otururken küçük bedeni korkudan gerilmişti.
Tutamlar halinde ön ün e düşen soluk san saçları kirliydi,
üzerindeki pembe buluz pis ve buruşuktu. Ö nünde duran
tabağa gözlerini kırpmadan bakıyordu.
Dehşet duygusu beynimin loblarını çimdiklemişti sanki.
Tegariı son gördüğüm de, ona okuduğum hikâyeyi koca-
man, büyülenmiş gözlerle dinliyordu. O hiçbir şeyi otura­
rak, yatarak veya yerinde durarak yapan bir çocuk değildi.
Onunla ilgili her şey abartılıydı. Her dakika koşm ak ya da
oynamak ya da gülmek ya da birine sımsıkı sarılmak ister­
di.
“Tiga,” diye fısıldadım. Ona yavaşça yaklaştım. "Tığa.
Kamryn Teyzenim, beni hatırlıyor musun?" Cevabını bekler­
ken yanma çömeldim.
Başını sallaması birkaç saniye aldı. Salladı ama gözleri
başka yere, tabağına sabitlenmişti. Tabağında haşlanmış
kapkara patatesler, kurumuş buruşuk bezelyeler, üzerleri
donuk beyaz bir deriyle kaplı do m uz kuşbaşı vardı. Çürük,
yemek kokusu burun deliklerime hücum ederken aniden
irkilmiş, neredeyse kusacak gibi olmuştum.
Boğazımdaki d üğüm ü çözmemeye çalışarak “Acaba
> Kamryn Teyzeni hatırlıyor musun? " dedim.
^ Tegan tekrar başını salladı. "Bu işte m ükem m el. Peki,
annen sana bir müddet Kamryn Teyze’nde kalacağını söy­
ledi mi?"
Tegan kafasını salladı.
“Bu konuda ne hissediyorsun?”
Omuz silkti. Sonra zayıf ve boğuk bir sesle “İlilmem,
dedi.
Yüzünü iyi görebilmek için saçını sağ kulağının arkasına
koymak istedim. Henüz dokıınam adan geri çekilerek kor­
kudan sinmiş, saldırıdan kendini korumak istercesine hava­
ya kaldırdığı ellerini açmıştı.
Kalbim korku ve dehşetten yanş hızında çarpıyordu.
Ona /arar verebileceğimi düşünmüş olmalıydı. Bu küçücük,
hassas yaratık canını acıtacağımı zanneimiMi. ( )na bakarken
kalp atışlarıyım ilaha da hızlandığını hissettim l)ah.ı so n u
l-N Y A K I N A R K A D A Ş I M I N K I/.I •

sağ elini fark ettim. Şişmiş av ucun un içinde üç kırınızı çiz­


gi vardı. Sopalanırken sanki elleri açık tutulmuş. sağ bile­
ğin d e gü çlü el izlerine benzeyen mavi-siyah-mor çürükler
oluşm uştu.
G en ç cildini işaretleyen bu kırmızı çizgiler beni çıldırt­
mıştı. İçim den k u d uru y o rd um . Ne avazım çıktığı kadar b a ­
ğıracak, ne d e sağa sola saldırıp eşyaların alım ı üstüne be­
lirmeye yetecek ha/im vardı. K ızgındım . K orkunç hiddetlen­
m iş im . Sakinleşinceye kadar b u rn u m u n yeli harm an savu­
ruyordu. Ö fk e m hissedebileceğim b ü tü n diğer duyguları
bastırmıştı. K ızgınlığım a karışabilecek nefret, km , acı ve
benzer tünı du y g u lar âdeta gizlenm iş, iliklerim den akarken
her şey durgunlaşm ıştı sanki.
Ne yapacağım ı biliyo rdum .
Yaygarayı bastım , T egan ç ö z ü lm ü ş tü . B üyük adımlarla
beyaz çekm eceli d o lab a do ğru ilerlem eye başladım . Hızla
çekip açtığını çekm ecelerinin içinde ne o ld u ğ u n baktım.
Kazaklar d ü z g ü n şekilde katlanm ıştı. Bir d o lu su n u avuçla-
dığıııı gibi sertçe k a p a tıp açtığım diğer çekm ecelerden bir
yığın eşya d a h a to p la d ım . Ü çü n c ü çekm eceyi de süratle
açıp ceket ve pan to lo nları aldım .
Muriel Ne yapıyorsun?” diye çığlık attı.
D u y m a zd a n g e ldim . Kollarım rengârenk giysilerle do lu y ­
d u Ç an tam ın ferm uarını a çıp her şeyi içine tıktım.
D o la p k apılarını açtığım da Muriel ‘B unu yapmaya hak­
kın yok,' diye çığlık çığlığa bağırıyordu.
Askıdaki paltoları ve ayakkabıları toplarken, "Hem de
nasıl y a p an ın , ç ü n k ü yapıyorum .'' de dim
Polis çağıracağım .” diye tehdit etli.
Parlamaya hazır, hısım la o n a basımı çevirerek. 'Simdi
a ğ zım d a n aldın. Tegan ın neden günlerce vıkannıadığım .
i6 ■ Dorotlıy Koom son

niçin bayatlamış yemeklerin önünde oturduğunu, ellerinde-


ki izlerin nasıl oluştuğunu açıklarken seni görmeyi inan ben
de çok islerdim. Dur da polisi ben çağırayım.'' Tegan’m giy­
silerini çantamın durduğu yöne doğru fırlattım, kabanıma
uzanıp cebinden cep telefonumu çekip çıkarttım. ‘Numara
neydi? Ha, evet doku/., dokuz, dokuz.” Tuşlara basarken
'Ara düğmesine kendin mi basmak istersin, yoksa ben mi
yapayım?" dedim. Muriel topuklarının üzerinde d ö n ü p oda­
dan fırtına gibi çıkarken “Al onu, bir daha görmezsek m em­
nun oluruz,” diye serzenişle bu lunup kapıyı yüzüm üze
çarptı.
Kapı kapandığında kilitler mi diye bekledim ki buradan
çıkabilmek için polisi çağırmak zorunda kalacağım anlam ı­
na gelecekti ama hayır, sadece çarptı. Tegan’a geri d ö n ­
düm. Gözyaşlarıyla ıslanmış yanakları, kalkık burnu ve asık
dudakları ile y üzünü bana çevirmişti. Kırmızı halkalarla çev­
rili masmavi gözleriyle, bana deli olabileceğimi düşünüyor­
muş gibi bakıyordu.
Yanına gidip çöıneldim. O n ıı yeniden korkutabilirim en ­
dişesiyle fazla yaklaşmadım.
‘Çok sevdiğin bir oyuncak var mı?” diye sordum.
Endişeyle başını salladı.
Oldu. O halde git al onu. Ayrıca sevdiğin başka bir eş­
ya varsa, onu da bana getir.”
Gözleri fal taşı gibi açıldı
buradan gidiyoruz." diye açıkladım. "Gelip Kamryn tey­
zenle kalacaksın."
Oradan çıkma fikrinin cazibesine kapılmış olmakla bera­
ber, o kimsenin oyuncağı değildi ve bana kuşkuyla bakm a­
yı .sürdürdü. Buna vaktimi/ yoklu, Zira Muriel'in k o t.ısını
aradığını biliyordum Bu es ona aitti, hudutları içinde bu-
KN Y A K I N AKKAOA.'ŞIMIN KI Z I » 47

Um duğum uza göre durum lehine olacaktı. Ayrıca, şiddet


uygulama ihtimali de yüksekti.
“Hadi Tiga, eşyanı al, hak yarın gidip anneni ziyaret ede­
ceğiz."
"Anneciğim ?” Soluk yüzü parlamıştı. "Anne?”
“Kvct, A nneciğin.”
Ayağa kalktı, havları uzun halının üzerinde iskemlesini
geri iterken çıt çıkmadı. Yatağına gitti, yere eğilip altından
rengârenk bir sırt çantası çekip aldı. Çantayı bana uzattığın­
da ona gülüm sedim . O da aynısını yaptı. Nihayet, bu ço­
cukla aynı telden çalıyorduk.
Zam an geçti. Ne kadar geçtiğini bilmiyorum , ama bu sü­
renin sonunda, bir köşe başında, iyi tanımadığım bir şehir­
de, kucağım da bir çocuk, ayaklarımın dibinde seyahat çan­
tam, Tegan’ın sırt çantası, d ö n adet alışveriş torbasından
oluşan bir d o lu çantayla ayakta beklemekteydim. Nerede
o ld u ğu m hayır, o ld u ğ u m u z konusunda en ufak bir fikre sa­
hip değildim . Bildiğim bir taksi durağı telefonu olmadığı gi­
bi en yakın otobüs durağının yerinden haberim yoklu.
Tegan’a “B ug ün ne biliyor musun?" diye sordum.
O n u sanki hiçbir şey şaşırtamazmış gibi gözJerime bak­
tıktan sonra başını salladı.
“D o ğu m g ü n ü m .” Ö yleydi de. Her ne kadar bu sabah
m ilyon yıl geride kalmış gibi de gelse, hâlâ doğum gü nü m ­
dü.
Başını sallarken küçük, m ahcup bir gülümsemeyle "Mut­
lu yıllar.*’ diye fısıldadı, daha sonra yorgun başını om uzlan­
ma dayadı.
"Teşekkür ederim,'* diye yanıtladım.
Bugün, aynı zam anda çocuk kaçırma suçundan luiukla-
nacağım gündü.
6

ün ışığı, içinde yıkanılm ış banyo suyu rengindeki

G bej perdelerin arasından otel odam a sızıyordu.


Klimdeki kahve, siyalı çam urlu suyu andırırcasına
buz gibi olmuştu. Bedenim birkaç saal boyunca aynı pozis­
yonda oturmaktan kaskatı kesilmişken dışarıda canlanan
dünyayı seyreden gözlerim ağrıyordu.
Seher vakti korolarına hazırlanan kuşlan, gürültü ile tek-
leyen otobüsleri, hızlanan otom obilleri, ara ara çalan polis
sirenlerini duyabiliyordum. Polis sirenlerinin be nim için çal­
dığını düşünmekten birkaç saattir vazgeçm iştim am a yüre­
ğim -biitün gece boyunca olduğu gibi- hâlâ saatle 160 km
hızla çarpıyordu.
Sekiz saat önce, çantalarımı yukarı taşıyıp o d an ın girişi­
ne bırakan komi, elektrik için anahtar kartını yuvasına sok­
muş, kollarımda uyuyan çocuğu uyandırm asın diye sadece
yan duvarlardaki ışıklan yakmış, sonra da sessizce kapıyı
çekmişti. St. Jude's I laslanesi’ne yürüm e mesafesinde bulu ­
nan bu (Hele giriş yapmıştım. İçinde cilt yatağı. Tegan için

■i
EN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ! • |9

k ü ç ü k bir d iv a n ı ve tele vizyonu -yani ihtiyacımı/, olan her


şey- b u lu n a n ufak ve sade bir odaydı. Kapı ard ım ızd an k a ­
p an ın c a d iv an a d o ğ ru y ürürke n T egan kollarım da k ülçe g i­
biydi, o n u o k ad ar u z u n bir süre b o y u n ca tutm uştum ki, pa-
zıılarım , o m u z la n ın ve k o llarım ın ö n kısım ları ağrıdan kas­
katı kesilm işti. Bizi L on dra’n ın m erkezine götürecek taksiye
bine r b in m e z T egan kollarını b e d e n im e sımsıkı sarmış, y ü­
z ü n ü g ö ğ s ü m e d a y a y ıp uyuya kalm ıştı. O , derin hülyalara
d a lm ışk en , u y an dırırım kaygısı ile 60 dak ik a süren yol b o ­
yunca nefes bile a lm am ay a gayret etmiş, hatta hareket et­
m em iştim . N e taksiden in ip resepsiyonda kayıt form unu
d o ld u r d u ğ u m sırada, ne d e asansörle yukarıya od am ıza çı­
karken kım ıld am ıştı T egan. B ü tü n gece uyuyacak gibiydi.
Usulca yatağa b ıra k m a m la g ö zle rin i açm ası bir olm uş,
k a p ın ın arkasından a n id e n ö n ü m e fırlam ış gibi hızla atan
k alb im in yavaşlam ası birkaç saniye almıştı.
Tegan, g ö zle rin i b e n d e n ay ırm ad an k ü ç ü k divanda o tu ­
ruyor, kirli ve d a ğ ın ık sarı saçlarının çevrelediği solgun oval
y ü zü n d e k i ifade k ork u ile d o lu y o rd u . Dehşete kapılmıştı.
İyice uyanıktı ve ürk m üştü.
K ulübe boş g eldin şekerim, diye d ü ş ü n d ü m . Ben de çok
k orkm uştum . Y aptık larım ın ne gibi sonuçlar yaratacağını
ancak idrak etm eye başlıyordum . B üyük ve aptalca bir şey
yapm ıştım ve bu n ede nle feci ürkm üştüm .
T egan'm gözyaşlarını tutam ayacağı düşüncesinden çeki­
nerek "Ne oklu?” diye tem kinle sordum . ‘Sus!’ diye bağırm a­
nın dışında ağlayan bir çocukla nasıl baş edebileceğim i ke­
sinlikle bilm iy o rd u m . Geçm işte olsa küçıık bir çocuk ağla­
maya başladığında -yeğenlerini ve Tegan da thılıil- na.Mİ o l­
sa sakinleştirem em inancıyla onu derhal sahibine ie>lmı
ederdim . Diğer bir deyişle ç o u ığ u . sorum luluğu. \ani ebe-
SO ■ Dorothy Koonıson

veynliğı seçmiş, gözyaşı, süm ük ve sinir krizleri ile uğraş­


mayı tercih etmiş olan kişiye geri verirdim.
Korku içindeki Tegan'ın yüzü tek bir salise dahi kımılda-
m adan hana bakıyordu.
Son aylanla evi olarak bildiği yerden zorla kaçırılmanın
ve iki yıldır ¿»örmediği bir katlın tarafından rehin alınm anın
dışında neyin onu rahatsız edebileceğini tahm in etmeye ça­
lışarak “Büyük yatakta uyum ak ister misin?” diye sordum.
Tegan başını salladı.
•l aınam ama önce bir banyo yapalım , o lu r mu?”
Başını salladı.
“Ayrıca belki yiyecek bir şeyler ayarlarız."
Bir daha kafasını salladı. “Peki, gü zel.” Bir p lan ım ız var­
dı. İyi bir plan. B unu yapabilirdim . O n u yıkar, doyurur ve
uykuya yatırabilirdim. Halledilmişti. Tcgan k ü ç ü k divanın
üzerinde doğrulm uş, bense ayağa kalkm ıştım , Bacaklannı
göğsüne doğru çekip kollarıyla sarmış, telefon ve m ön ün ün
bulunduğu masaya ilerlerken beni seyrediyordu,
Sevebileceği bir yemeği seçmek için parlak m ö n ü kartı­
nı elime alıp incelemeye başladım, K onuşm ayacağını açık­
ça anladığım için ona sormam yersiz olurdu. H am burger ve
patates en basit seçimdi.
Televizyonu açarken, k ü çü k zih n in i eğlendirecek bir
şeyler bulmak için kanalları dolaştığım sırada, ya da oda da­
ha aydınlık olsun diye ışıkları yaktığım da hiç yerinden kı­
mıldamadı. Çantaların içinden m avi ekoseli pijam asını, te­
miz külot ve bir hırka arayıp çıkardım . B ü y ü k yatağın üze­
rine serip banyoya yöneldim .
Kullanışlı ve temiz hir banyoydu. H erhalde küvete dü n ­
yanın en kucük duş başı sarkıyordu, Penceresiz olmasına
rağmen duvarındaki tek havalandırm a aygıtı sayesinde küf
kokmaması hır mııci/eydi.
KN Y A K I N A R K A D A Ş I M I N KI ZI ■ SI

Beyaz duş perdesini kenara çektim, tıpayı koyup suyu


açmak için küvetin kenarına oturdum. Yarıya kadar d o lu n ­
ca banyo k ö p ü ğ ü d ö k ü p suyu iyice çalkaladım, I 'mekiğimi
kadar etkileyici değildi ama içine sadece su doldurulm uş bir
otel küveti kadar da sıkıcı sayılmazdı.
Tegan'ın yanına geri d ö n ü p yere çöm eldim . ' Üstünü çı­
kartalım mı?” diye usulca sordum.
Kararsızdı. I lerhâlde yapacağı şeyin d o ğn ı olu p olm adı­
ğından em in değildi. Daha sonra itaat ederek doğruldu, ya­
laktan çıkıp ayağa kalktı. Sabırlı ve pasif bir tavırla önüm de
durdu. Ceketini çıkartıp kirli pem be bluzunu yavaşça yuka­
rı çektim. Dehşetle titrememek için kendim i zor tutuyor­
d u m Bir deri bir kemikti. K am ının haftalardır doyurulmadı-
ğı belliydi. Kolları, zayıf om uzlarından aşağı birer kırılgan
sopa gibi sarkıyordu. Kaburgaları derisinin alım dan sayılır­
ken, karnı iyice içine çökm üştü.
Zayıf olan sadece bedeni değildi. Cildi... Gözlerim yaşla
doldu ve alt çenem titremeye başladı. Derisi, o güzel deri­
si, o güzelim cildi kir lekeleri, morartı ve kırbaç izleriyle
kaplıydı. Belli ki. her bir m orluk yediği dayak, sert darbe
veya kırbaç sonucu oluşmuştu. Her iz. sanki kayışla döviil-
miişçesine ıızun ve düzdü.
Aklım yerinden çıkmış, yüreğim parçalanmıştı. Bunu na­
sıl yapabilirlerdi? Böyle bir vahşeti kim, nasıl yapabilirdi ki?
Bu tip olayların hâlâ sürdüğünü hiç bilmiyordum. Evet, var
old u ğu nu ve feci bir şey olduğunu biliyordum. Aıııa daha
önce hiç görmemiş old uğum için gerçek gibi gelmiyordu.
Birinin sana güneşin sıcak olduğunu söylemesi gibi bir şey­
di. Sıcak old u ğu nu bilirsin, tabii ki sıcaktır, aşın hararetlidir,
çün k ü güneş yanan bir gaz topudur, aıuak ne kadar çok
ısındığına elinle dokunm adıkça inanamazsın, gerçekten bi-
52 • Doroıhy Koomson

İçmezsin. Aynı öyleydi. Del ilen duym uştum . Yara İzlerini


görmüştüm fakat o ana kadar bilm iyordum , inanamıyor-
dum. Gözlerimden yadlar iri damlalar halinde dökülmeye
banladı.
Kendime du r emri verdim. O ndan iğrendiğin ya da ka­
bahatti olduğu duygusunu asla yansıtm a!
Gözyaşlarımı içime akıtarak burnum dan derin bir nefes
aldım. O nun önünde parçalanamazdım, bu doğru değildi.
Soymaya devam eltim, üzerinden çıkarttığım her giysiyle
l>eraber fışkıracak gibi olan gözyaşlarımla m ücadele ediyor­
dum. Son giysisini de çıkarttığımda onu büyük beyaz bir
havluya sarıp banyoya götürdüm. Sonra d u ru p yere çömel*
dim, kollarımla onu sararken "İyi olacaksın, tatlım,” dedim.
“Seninle ben ilgileneceğim, tamam mı? Sana bakacağım." İyi
olduğunu ona da anlatmanı gerekiyordu. Yaşadıklarını bir
daha yaşamayacaktı, artık emin ellerdeydi. Acısını hafiflet­
meye çalışırken herhangi bir tepki vermedi. Kollarımda öy­
le sakin ve sessiz duaıyordu ki, zayıf bedenini kendime çe­
kip sımsıkı tuttum.
Küçük kızı yıkadığım sırada, Tegan’a yaptırdığım son
banyoyu sürekli hatırlamaktan kendim i alam ıyordum . Beni
tamamen ıslattığı, sonradan D el’in tişörtünü ö d ü n ç aldığım
o banyoyu. Anımsadım çünkü inanılm az farklıydı. Şimdi ne
suları gürültüyle sıçratıyor, ne köpüklerin oluşturduğu muh­
telif şekillere kıkırdıyor, ne de eşyalarımı ıslatmaya çalışı­
yordu. Kıpırdamadan oturuyor, yaralı bedenini temizleme­
me izin veriyordu. Odada bu lunduğuna dair en ufak bir İ l ­
lini göstermesini ne kadar istesem de. cılız bedeni eldive­
nin hıılif darbelerine tahammül edemiyor, gözlerini banyo
fayanslarımla bir noktaya sabitliyordu.
Kuruturken saçları, altın rengi sansın dalgalar İmlinde
I-N Y A K I N A R K A D A Ş I M I N K I Z I ■ 53

om uzlarına d ö k ü lü y o rd u . Mavi kareli pijam asının içinde


acayip şirin g ö zü k ü y o rd u . Şeker, am a sessiz. Kapı v u rulun­
ca ikim iz de yerim izden sıçrayarak önce birbirimize sonra
da kapıya baktık. Endişeye kapıldıktan ancak birkaç saniye
sonra ısm arladığım ız yem eği getiren oda serv isi olabileceği­
ni d ü şün e b ild im .
T egan'm vücudunu gö rdüğüm andan itibaren iştah
miştah kalm am ıştı b e n d e am a gelin g ö rün ki, garsonun b ü ­
yük m asanın üzerine bıraktığı tepsideki yiyecekler karşısın­
da T egan’m gözleri ışıltıyla parladı. Sanki asırlardır yemek
yemiyordu.
H am burger, patates ve ü z ü m suyu d o lu tepsiyi ön ü n e
k oyu p tam karşısındaki b ü y ü k yatağa oturdum . Birkaç sani­
ye boyunca yem eğe yaklaşm adı, sonra ham burgere uzanıp
dudaklarına g ö tü rd ü . Bir ısırık alm ad an önce, uygun m udur
diye sorarcasına y ü z ü m e baktı.
En sıcak tebessüm üm le çab ucak başım ı salladım. Sessiz­
ce, yiyebilirsin, diyord u m . G özle rini benden ayırmadan
ham burgerinden k ü ç ü k bir parça k o pa rıp çiğnem eye başla­
dı. D evam ını ısırm adan ön ce bana bir daha baktı. Yediği
süre boyunca y ü z ü m d e k i gülüm sem ey i sürdürdüm . Birkaç
kere "Hepsini yem ek zorun da değilsin," diye yineledim. "İs­
temiyorsan, bitirm en gerekmiyor.''
İstiyordu. K orkulu k ocam an gözlerle bana bakarak taba-
ğındakileri bilirdi. Tegan bir sonraki adım da ne yapacağın­
dan kuşkulu bir şekilde benden tüm ipuçlarını alırken ta ­
m am en kayıp o la n ın tam am en kayıp olanı yönlendirmesi
gibi bir d u ru m oluşm uştu. Bir adım sonra ne yapacağımı
k endini de bilm iyord um . Ancak, yetişkin olmak, ne yaptığı­
mı biliyorm uş gibi davranm am ı gerektiriyordu. Aksı hakle
daha em niyetli alanlara doğru yelken açmak için biıbirimi-
zi bekler b ü tü n geceyi oturarak geçirebilirdik.
S i ■ Dorothy Koomson

"Yorgun umsun?'’ diye bir şeyler m ırıldandım .


Haşini salladı. G üzel, plana uyuyordu: Banyo, yemek ve
yalak.
• peki, gel uzan o zam an.”
A ğzının kenarlan aşağı çekilirken çenesi titremeye, göz­
leri yaşla dolm aya başlamıştı. Hayır, hayır, ağlam ak yok!
G özlerinden yorgunluk akıyordu, bitkinliği y üzü nd en oku­
nuyordu. hareketleri yavaş ve uykusuz bırakılm ış biri gibiy­
di, öyleyse neden uzanıp u yum ak istemiyordu ki?
“Neyin var Tiga?” diye sordum.
“Yalnız korkuyorum," diye fısıldadı, parlayabileceğim .
düşüncesiyle korkudan sinip iki b ü k lü m oldu.
“Seninle uzanm am ı ister misin?” diye yavaşça sordum.
Haşini sallarken tem kinliydi. O n a bağırm adığım a şaşırdı­
ğı açıkça belliydi.
“Tamam, ayakkabılarım ı çıkartacağım, sen yal."
Tegan yorganın altına sığınırken y ü z ü m ü ona çevirerek
yanığım dan em in olm ak istedi, gözlerini kapadı ve hemen
uykuya daldı. Y an ıp s ö n e n 'b ir ışık huzm esi gibi. Derin uy­
kuya dalmasını bekleyip sessizce yataktan kalkarak pence­
reden dışarıya bakm ak için oturdum .
İskemlede hareket etmeye, tutulm uş sırtımı açmaya çalı­
şarak yay gibi gerinip ne g ö rd ü ğ ü m ü fark etm eden pence­
reye göz altım durdum .
Bu noktaya nasıl gelmiştim? Buraya. Kvlat edinm ek dive
adlandırılan bu ciddi meselenin lam ortasına.
Adele'in yanından ayrılırken sadece düşün m e ye kararlıy­
dım. Bunu yapmadım. Hem en d ü şün m e m gerekliymiş gihi
gelmemişti bana. Dolayısıyla değerlendirm eyi başka bir
m an gündem e getirmek üzere beynim in bir köşesine sakla-
I-N Y A K I N A R K A D A Ş I M I N K IZ I ■ 55

ıntştım. Oysa o Başka /.am an um duğum dan çok daha ç a ­


buk gelmişti.
24 saatten az bir süre önce, en önem li kararım, altın pa­
yetli elbisem in altında hangi sutyenin göğüs dekoltemi da­
ha belirginleştireceği ile ilgiliydi. Altın payetli elbisem. O
şimdi uzak bir tarihte kalmış bir anıydı, Gerçekten ben bu
m uydum ? D ekoltem e altın simJer serpiştirmeye hazırlanan
cidden ben m iydim ? Ç ü n k ü eğer öyleyse, şu otel sandalye­
sinde oturup evlat edinm eyi düşünen nasıl aynı insan ola­
bilirdi ki?
Ben vc çocuk.
Kamryn ve çocuk.
Asla olam azdı.
Çocuklar, hiçbir zam an kader alanım daki yapacaklarım
listesinin içinde olm adı. Yaşam ım da birçok çocuk vardı -se­
kizi, iki erkek kardeşim ve ablam a ait olm ak üzere- bu kü­
çük insanları tüm kalbim le sevmekle birlikte benzerlerine
sahip olm a isteğimi uyandırmaya yetmiyorlardı. Sınırlı za­
man faktörü, çocuklarla geçirdiğim süre içindeki mutlulu­
ğum u artırırken bu zaman dilim i 24 saatin ötesinde seğirdi
mi, bana fazla gelirdi.
İnsan çocuklarla olm ak için her şeyden vazgeçmeye ha­
zır olmalıdır. Her şeyden. Zaman, yer, şefkat. O kadar dışa
dö n ü k biri değildim ve ortalama bir insan gibi görünmek
adına rol yapmaya hiç niyetim yoktu.
Daha gençken, birçok insan, bu ilgisizliğimin doğru er­
keğe henüz rastlamadığımdan ileri geldiğini zannederdi.
Teorilerine göre doğru adam, bendeki çoğalma duygusunu
derhal harekete geçirecekti. Nale'le ev leneceğimizi söyledi­
ğim izde Del dahil herkes fikrimi değiştireceğimi düşünmüş­
tü. Annelik içgüdüsü denilen bu çok övünülesi duygunun
56 ■ Doroıhy Koomson

içim de uyanacağını, pusetteki gocukları öpücüklere boğa-


cağım ı, dükkânlardaki m inik giysilere bayılacağımı ve evim,
de çocuğum a ayıracağım odayı planlayacağım ı sanmışlardı.
Ç ün k ü di li geçmişteki m üstakbel kocam Nate, yumurtala­
rımdaki doğurganlık ar/ıısuna ilham kaynağı olacaktı.
İnsanlar sürekli Nate’le birlikte ne zam an çocuk yapaca­
ğım ızı soruyor, ben de H içbir zam an," diye yanıtlayıp du­
ruyordum. Verdiğim cevaba anlayıştan ziyade şaşkınlık gös­
teren ifadelerinin ardından, çeşni olsun diye, istisnasız ola­
rak “Çocuk istemiyorsan, Naıe’le evlenmeyi hakikatten ar­
zuluyor musun?" diye sorarlardı. Merak etmeye başlamıştım,
beni sadece çocuk yapm a makinesi olarak değil de, kişisel
haklara sahip bir vatandaş sıfatıyla da görebiliyorlar mıydı
acaba? B u insanlara 'Nate ve ben çocuk istemiyoruz. Bu,
üzerinde anlaştığım ız temel bir konu. Muhafazakârlara oy
vermeme kararı gibi, korsan C D ’Ier satın almamak gibi ço­
cuk da yo k,” diye bilgi verirdim.
Çocuklarım ız olmayacak. Çocuk yok.

Kahve fincanımı k oltuğun yanında yere koyup doğrul­


dum . Şilteyi sallamamaya öze n göstererek yatağın içine gir­
dini. Tegan’a d ö n ü k yatarken, yüz çizgilerini inceliyor, Na-
te'i görüyordum . Birlikte o ld u ğ u m u z süre boyunca, Naie’e
bunu defalarca yapmış o ld u ğ u m u hatırlarken yüzüm de ge­
niş bir gülüm sem e belirmişti. G ecenin Bir yansında yanım
uzanır, uyurken o n u seyrederdim, parm ağım ı burnunun
üzerinde gezdirme isteğimden kendim i alıkoyarken gözkıı-
paklarını öper, kulağına "Seni seviyorum ,” diye fısıldardım.
Nate'e olan sevgimi gizlem ek, özellikle de uyurken, yani
<>na olan zaafıma tanık olm ayacağı zam anda, bana ıııık:ın
sız gelirdi.
t

HN VAKIN ARKADAŞIMIN KIZI ■ 57

Herkes bir yana, anne m le bu bam d ü k ü n ü ¡pu l etmeme


çok üzü lm ü ştü .
B üyük g ü n d e n iki ay önce her şeyin bitmiş olduğuna
inanam am ışlardı. B u n u uydurm uyordum , evet onların b ü ­
yük g ü n ü y d ü . Yaşam ları boyunca bekledikleri gü n d ü. Evle­
neceğim izi söy le diğ im iz g ü n , Nate’in ayaklarının ön ü n e at­
layıp o n a tapınacaklarını d ü şün m ü ştüm . Kn nihayet, biri o n ­
ları baş belası büyük kızlarından kurtarmaya gönüllü
olm uştu. Y a p m a m gereken sadece ‘Evet' diyene kadar hiç­
bir şeyi berbat etm em ekti, böylece serbest kalacaklardı.
Ben artık başkasının s o ru m lu lu ğ u n u n altında olacaktım.
O telefon g örüşm em izi, Nate’le Del arasında geçenleri
keşfettikten iki g ü n sonra, Leeds deki otel odasından onları
arayıp "Nate ile ayrıldık, n ik âh iptal ve Leeds’e taşınıyo­
rum ,” d e d iğ im o m eşhur görüşm eyi be kle diğim d en çok
daha ‘serin’ karşılam ak d u ru m u n d a kalmışlardı. Zira telefon
k a b lo s u n u n iç in d e n k ızla rın a u laşıp gırtlaklam aları
m ü m k ü n g ö z ü k m ü y o rd u , her ne kadar içlerinden geçen bu
olsa da...
O n lara göre evliliği iptal etm ek tipik bir Kamryn davra­
nışıydı. Asla do ğru hareket'etm eyecektim , onlar için doğal
olanı yapm ayacaktım . Her zam an pejm ürde giyinecektim,
hiç güzel de ğild im , erkek arkadaşlarım olmam ıştı ve o tek
şey, norm al o ld u ğ u m u ispatlayabilecek o bincik şey artık
yoktu. Kardeşlerim, hem b ü y ü ğ ü , hem de diğer iki erkek
kardeşim başarmıştı. Evlenip bir d ü zen kurmuş, çoluk ço­
cuğa karışmışlardı, peki neden bu taraklarda benim bezim
yoklu ki? D erdim neydi benim?
Ese dosta söylemişlerdi. Yurtdışından akrabaları uçakla
gelecekti. Hazırlıklar için bana y.ııdım etmişlerdi. Annem en
m ük em m e l kıyafeti araş ıp bulm uştu, al iste hepM bo>una\-
dı. Bunca ağır caliMiıa bo>a giımisii Hiçbir z.ıınan lelatlu/
58 ■ D o ro th y K<Kim sim

etmemiş olm alarına rağm en 'K a m ry n . y ine ne hata yaptın?"


diye düşün d ük le rin d e n d e ad ım gibi e m in im .
Kardeşlerim ve arkadaşlarım da h a anlayışlı davranmıştı.
Ç o ğu 'doğru insan değilse, ne kad ar erken biterse o kadar
iyi' diyordu ama aslında hepsi ay rılm am ızın gerçek nedeni­
ni merak ediyordu. Aldatm ış m ıydı? Ben m i aldatm ıştım ? Ma­
na vurm uş olabilirdi. Paniğe m i kapılm ıştım ? Simi anda hak­
kım da lu h a f bir şey m i keşfetmişti? Herkes bana destek ol­
maya çalışmıştı am a onlara karşı asla dürüst olamayacağımı
biliyordum . Asla, kim seye “N işanlım ile en yakın arkadaşı­
m ın bir çocuğu var," d iyem e zdim .
Nate ve Del, bana işte b u n u yapmıştı. Sadece seks yaptık­
tan için üzülm enıiştim , k en dim i aynı zam anda aşağılanmış,
rezil olm uş ve dışlanm ış hissediyordum. İnsanlara dürüst
davranam adığın vakit, ağzım d an bir şey kaçırırım endişesiy­
le onlarla rahat edem ezsin. Londra'da, arkadaşlarını arasında
ve yaşamın diğer tanıdık halleri içinde istesem de kalam az­
dım. Her g ü n o lu p bileni gizleyerek yaşamak çok zor olur­
du.

Tegan kıpırdayınca, u y an ır diy e nefesim i tuttum . Y üzün


deki farklı ifadeler, g ö r d ü ğ ü rüyadan kaynaklanıyordu.
Ama o yine d e uyum aya de v am elti.
Del. Tegan'ı evlat e d in m e m i isteyerek b e n d e n ne katlar
devasa bir şey İneklediğinin farkındaydı. T egan’a asla bir da­
ha eskisi gibi bakam ayacağım ı biliyo rd u. O n a Noel ve d o ­
ğu m g ü n ü hediyeleri g önd erm iş, seyahate çık tığ ım d a kart
almış. Londra'ya yo lla dığım küçük a rm ağ an la r almıştım-
Her şey uzaklan yapılm ıştı. İletişim kurarken hiçbir ş e k ild e
yüziine bak m am g e re k m e m izi. O n a b a k m a m dem ek, 1,1
yakın o ld u ğ u m iki insanın bana ne yap m ış o ld u ğ u n u ham
KN Y A K I N A R K A D A Ş I M I N KIZ! • V)

lam ak anlam ına gelecekti. Ayrıca olayı öğrendiğim gün na­


sıl bir acı d u y d u ğ u m u anım sam ak demekti. O günden itiba­
ren her g ü n hissettiğim acıyı.
T egan’ın saçlarını yüzü n d e n çekm ek için ellerimle ya­
vaşça taradım.
Acaba yapabilecek miydim ? İki ay kala evlenmekten vaz­
geçtiğim bir a d a m ın ç o c u ğ u n u evlat edinebilecek miydim?
Uyurken ona çok benziyordu. Uyanık o ldu ğ und a onu andı­
rıyordu. Her geçen g ü n o n u n bakışlarını, ¡ladesini alabilir,
gittikçe o n u anım satabilirdi. Buna dayanır mıydım? Dayana­
bilir miydim ? Her g ü n , g ü n b e g ü n , kalan yaşantım l>oyunea
m inik Nate'i seyrediyor olacaktım . Aklıma sürekli en yakın
arkadaşımla nişanlım ın sevişmiş o k lu ğ u gelecekti.
Gerçi, her şey göreliydi, d u ru m tartışmaya açıktı, öyle
değil mi? Artık geri d ö n ü ş ü yoklu. Tegan’ı G u ildfordd an ,
büyükannesiyle dedesinin yanından almıştım. Almam da
şarttı ç ü n k ü orada bir saniye daha kalam azdı ve almıştım iş­
te. Mu o n u evlat etmeye basitçe evet' dem ek değil de. ev­
lat edinm eyi avazını çıktığm ca bağırarak kabul etmek anla­
m ına geliyordu.
7

mw mTrma m ıy n ile bettim gençlik yıllarımızda, aşksız ya


1% da gerçek duygulara sahip olm adan seks yaptığı-
JL. \ - n u z çok. oldu.
Tabii ki y a p ılm a y a c a k b ir şeydi, bete ki kadın halimizle
a m a k e n d im ize göre n ed en lerim iz vardı.
B enim n ed en im bitkinlikti. Adete lirannon yoıgnndtı.
Yeni bir a d a m d a n . O ’ olm asını ü m it ederken aram ızdaki
aşkın yeşermesini bekleyip O ’ olm adığını ve aşkın kısa sü­
reli bir ziyarete bile niyetlenm ediğini keşfetmekten bıkmış,
çok daha cazip g ö rü n en şebi'et avına çıkmışımı. Sevişmek
için aşkı beklemiş olsaydım hiç kim seyle yatam azdım . Aşka
inanıyordum re yaşam ım a girm esini bekleye dururken, va­
kit geçsin diye, k en d im i Londra'daki en yakışıklı erkeklerle
en iyi seksi yapm aya vermiştim.
liu u a karşın. K a m ıyu 'in aşka inancı yoktu. Her türlü
kazığı yem iş olduğundan k e n d in i nadasa bırakm aya karar
vermişti. İnsan yıllarca çirkin ve şişm an olduğunu duyarsa
huyle olurdu Tanışm am ızdan önce geçirdiği senelere de
ğ inm em eve özen gösterin/i. Sık sık Geçmişte kaldı, anlata
KN V A K I N A K K M M ^ I M I N KI Z! • (>l

cak bir şey yok" dcnü am a bazen gafil arlanır, insanların


ona sarf ettiği kötü sözlerden ne kadar yaratanmış olduğu
na M li ederdi. Okuldaki berkini, özellikle de altıncı sınıf­
tayken taciz edilmişti. Aynea erde hile sessiz telefonlar te
notlar alm ıştı. O na rastladığımda boş bir kadındı fakat
sonraları daha da ahm lı olmuştu, /.am anla hatları belir­
ginleşirken boşluktan cazibeli bir kadın oimaya terfi etmiş­
ti. Uzun kirpikleri, kocaman siyah gözleri re insanı hayrete
düşüren bir gülüşü vardı. Trajik olan bunu asla bilmemesi
re hiçbir zam an inanm am astydı.
Kilo kaybetmesi re insanların sık sık ona güzel olduğu­
nu söylemeleri b ir şey fa rk ettirmiyor, aynaya baktığında
h âlâ çirkin re şişman b irin i gördüğünü ara sıra itiraf edi­
yordu.
"Sanki birkaç saniye boyunca orada olanı görüyorum
am a ortadan kaylx>lan bir sis bultd un un ardından karşı­
ma o garip canavar çıkıyor. ' Söylediğine o kadar üzülm üş­
tüm ki, gözlerim yaşla dolarken beni teskin etmek için ınü-
balağa ettiğini söylemişti. Etmediğini biliyordum. Yıllar yılı
aynı şeyleri duym ak onu bu hale sokmuştu, işte M ı de bu­
na ağlıyordum. Hiç hak etmese de senelerin birikimiyle bey­
nine kazınan buydu. İnsanlara kaışı tetikte olmasına, tem­
kinli davranm asına re kime güceneceğini bilmemesine şa­
şırmıyordum. Kaç kere güzel olduğunu söylersen söyle
inanm ası m üm kün değildi.
İşin kötüsü . o güzelleşip cazibesi arttıkça daha çok erke­
ğin dikkatini çekiyordu. Oysa erkeklerin hepsinin peşimle
olduğu yegâne şey. muhteşem bir kadım elde ederek kendi­
lerini gerçek bir erkek gibi hissetmekti.
fin fazla acıtanlar da. beni de çeken, iyi (iplen/ı. Haşla
nazik davranır. sonra yaraş yaraş güvenini sarsmaya re
62 ■ Dorothv Koomson

gözlerindeki ışıltıyı söndünneye çalışırlardı. Altı ay çıktık­


tan sonra bir iş toplantısında giymesini istediği J8 beden
bir elbiseye sığabilmesi için perhiz yapıp dört beden zayıfla­
tmışını öneren o sürüngen adam dan sonra Kamryn değiş­
mişti. Onu bir hiçmiş gibi hissettirecek son adam olmuştu,
bulunduğu yöne baktıkları için minnettarlık duyması ge­
rekliymiş gibi davranm alanna izin vereceği son adamdı.
Kamryn, artık yumuşak yüzünü göstermekten vazgeçmişti.
Bunun okul günlerinden kalan bir tutum olduğunu söyle­
mese de anlıyordum. Okul zam anı boyunca ve altıncı sınıf­
ta insanlar onu - Erkek-Ryn, Kahrolası Çirkin ve Mike
Tyson- gibi'lakaplarla çağınnışlardı ve onda bıraktıkları iz­
lerin kolay iyileşecek cinsten olmayacağı açıktı.
Üniversite sırasında ve sonraki yıllarda çıktığı bütün er­
kekler okul arkadaşlarım baklt çıkartmıştı. Onu, kendisiyle
ilgili temel bir bozukluk olduğuna ve aşkın onu ıska geçece­
ğine inandırmışlardı. Bundan sonra Kamryn, erkekleri
cinsellik için kullanacak, kendisini üzmelerine izin verme­
mek için asla onlarla fazla yakınlaşmayacaktı.
Yaklaşık sekiz y ıl önce her şey değişti. Bir gece kulübüne
gitmiştik ve her zam an olduğu g ibi etrafımıza mesafeyle ba­
kıyorduk. O tüm kıvnm lan, esmer teni, inceltilip kat kat de­
metler halinde kesilmiş siyah saçları, bense sıska fodeninı.
solgun tenim vegür san saçlanmla oradaydık. Parlak siyah
bir (>antolon. blucin kumaşından askılı bir üst ve simi to­
puklu ayakkabılarım vardı. Kam ise siyah kadife ceketi
içinde fnyaz bir üst ve koyu renk blucinlerini biymişti. Kı­
yafetini siyah siiet ayakkabılarımla tam am lam asına zorla­
mıştım. .
Bu yeni bir kulüp olmasına rağmen yine <>iğrenç adam
larla doluydu sanki llüner eksikliğimi gidermek için içmek
E N Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I ■ 63

zorundaydım. Kamryn ise yaktcı, kinci dili, iğneleyici de­


yimleri sayesinde yaklaşan her erkeği yanından defediyor­
du. Aralarından herhalde en yakışıklı olanı öpmeye yelte­
necek kadar sokulmayı başarmış ama son saniyede Kam
sırtını dönüp uzaklaşmıştı. Sonra oradan ayrıldık.
Kuzey Londra’d a bulunan dairemize taksiyle dönerken
ondan daha sarhoş olduğum için başımı kalçasına dayayıp
uyumama izin vermiş o ise varıncaya dek uyanık kalmıştı.
Kam “Nate'le birlikte olacağım, ” dedi. Gözlerimi açma­
dan “Onu öptüğünü zannediyordum, "diye yanıtladım.
“Doğru, ” dedi. “Yani onunla çıkmak niyetindeyim. Flört
etmek. Harbiden.”
“O adamı bu nedenle mi öpmedin?" diye sordum, ilgim
birden uyanmakla beraber gözlerimi açacak kadar artma­
mıştı.
"Evet" diye geveledi. “Sanırım, ben... ben onu sevebili­
rim. ”
Gözlerim birden iyice açılırken çabucak doğruldum
ama göz göze gelmemize fırsat bırakmadan kafasını cama
çevirip dışarı bakmaya başladı. Nate'e birkaç ay önce bir
partide rastlamış, bilinmeyen bir nedenle ona gerçek telefon
numarasını vermişti. Nate telefon etmiş o ise ancak günler
sonra geri dönmüştü. Telefona cevap verdiği zamanlarda
gayet soğuk ve bir daha ki buluşmaları konusunda son de­
rece kaçamak davranmıştı. En şaşırtıcı olaysa Kuzey Lond­
ra'da bir öğleden sonra kahvesi için resmen ilk buluştukla­
rında ondan kurtulurum inancıyla öpüşmelerine izin ver­
mesiydi. Nate öyle olmayacaktı. Sabırla bekliyordu. Karn in
tüm savunma sistemini çözmeyi nasıl başardığını o ana
kadar pek iyi anla yanıiyordion.
dedim.
64 ■ Dorolhy Koom son

Dikkatle dışarıya bakmayı sürdürerek “Onu sevebileceği-


mi zannediyorum, ” dedi.
Lanet olası! Bu üç kelime onun aşık olduğu anlam ına
gelmekteydi. Kalbini katılaştırdığında, Kamryn erkelere
karşı hissedebileceği her tür karışık duygudan annmtştı.
Hangi erkekle yatacağını, hangisiyle sadece arkadaş olaca­
ğ ın ı hangisi ile yatağa gitmeden çıkacağını kesinlikle bilir­
di. Bir erkek hakkında emin olm adığını telaffuz etmesi, o
im anın özel olduğu manasına geliyordu.
"Gerçekten mi?" dedim.
Bana bakmadan başım salladı.
“Eve vardığımızda beni uyandır," dedi. Yıllardır göster­
mediği bir yüzünü teşhir etmekten dolayı utanmış ve hassas­
laşmıştı. Bir erkek hakkında em iti değildi. Kam, gözlerini
kapatıp başını cama yasladıktan sonra hemen uykuya
daldı.
Uyuduğunu seyrederken taksi karanlık Londra sokakla-
m ıda ilerliyordu. H âlâ sarhoştum. Kam aşıktı. Vay be! Bir­
den yüreğim kabardı. Ya serserinin tekiyse? Ya onun bölün­
mez ilgisini üzerine çeker çekmez vazgeçene? Daha önce
olmuştu, ya yenilenirse? Kam asla iyileşemezdi. Bir şeyyap­
malıydım. Son derece sarhoş, feci yorgun biraz da silkelen-
miştim. Pek tabii Kam > korumak üzere karar alacağım en
uygun zaman bu olmalıydı. İşte bu şey, taksi şoföriine ses­
sizce başka bir adrese doğru yönelmesini söylemekti.

Tuffneü Park'ta vardığımız evin önündeki sekiz basa­


mağı çıktıktan sonra üç kez vurduğum ve üç kere zilin i çal­
dığım kapısı açılmıştı Şoföre bir şey alm aya gittiğim i söyle­
yerek teklemesini rica etmiştim.
E N Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I • 65

Kapıyı açarken Nate “Adeie" diye haykırmıştı. Blucin re


tişört giymiş, sabahın üçü olmasına rağmen uyumadığı tel­
liydi. Nate yakışıklıydı. Kam ın klüpte dans ettiği adam ka­
dar seksi olmamakla beraber ona benzeyen biryK'mü vardı.
Belirgin hatlar, seksi bir biçimde karıştırılmış siyah saçlar
ve masmavi kocaman gözleri vardı.
“Kamryn iyi mi? Ona ne oldu?"
“Takside. Buraya gelmem gerekti. Bak seni uyarıyorum
göğsünü dürterek arkadaşımı üzersen seni öldürürüm. Ya
ona iyi davranırsın ya da seni öldürürüm. Anlaşıldı mı?”
Ayarını iyi tutturmak için son defa dürtükleyerek 'Daha
doğrusu öldürürüm . ’’
Bir şey söylemiyor am a bana inanm adığını sarhoş ha­
limle bile sezebiliyordum.
Sol topuğum merdivende kayarken “Ciddiyim," diye üs­
teledim.
Hayatım ın en uzun salisesinde düşmeme ramak kal­
m adan Nate’in giiçlii ellerini kollarımda hissetmişi beni
içeriye sürüklemişti. Bacaklarım tutm adığından beni âde­
ta kapının girişine taşımak zorunda kalmıştı. İçeriden
cüzdanım kaptı. “Burada bekle. ” diye emrederek dışarı
fırladı. Birkaç dakika sonra döndüğünde onu takip eden
Kamryn küplere binm iş bir haldeydi. Giriş kapısının
önünde ayakta beklemekten antrenin ortasında yere yat­
maya terfi etmiştim Nate dışarı çıktığında bacaklarım ar­
tık beni laşıyamıyordıt.
Kamry n zorla yürüyerek kendini oturma odasındaki
koltuklardan birine atmış bana kötü kötü bakıyordu.
Nate "İkinizi de gördüğüme çok memnunum, dedi ki­
barca. Samimi gözüküyordu.
66 ■ O o ro tlıy K o o m s o n

Yumuşak huylu bir adam olduğu açıktı. Ben olsam, ge,


cenin bir vaktinde evime gelerek tehdit savuran insanlara
karşı elbette ki iyi davranmazdım.
Kam, ellerini önüne sıkıca kenetleyerek "Nathaniel’e tak­
si parası borçlusun, ” dedi.
"Nate e sana iyi davranmasını söylemem gerekiyordu,"
diye açıkladım. "Veya onu öldürecektim."
Nate "Mesajını aldım , ” dedi. “Teşekkürlerüzdüğün kişi
ya da yakınları tarafından öldürüleceğini bilmekte her za­
man yarar var. "
Nate’e "Bu gece kaç erkeğin seksi Kamryn e asıldığım
görmeliydin,” dedim. "Kulüpteki herkes peşindeydi, tek ter­
cihi sen değilsin biliyorsun herhalde. Aralarından yakışıklı
bir tanesi elini kıçına koydu. ’’
Nate'in bakışları sertleşirken, ifadesi kıskançlıkla dolmi.ş
gözlerini Kamryn ‘a sabit bir şekilde dikmişti. Meğer o kadar
da hoşgörülü değilmiş.
Süratle “Hayır, hayır am a bir şey yapmadı, ” de­
dim. Onu öpmeye filan çalıştı, ama Kamryn, 'Hayır, erkek
arkadaşım var, "dedi.
Kam "Del... ” diye tehdit etti.
Nate bana dönüp "Öyle mi dedi?"
"Ah, evet söyledi, Yeni bir erkek arkadaşım var, adı Na­
te. onu gerçekten seviyorum. İşaret parmağımı Nate çevi­
rerek "Seni seviyor, seni seviyor."
Son derece öfkeli bir sesle Kam "Del! Susar mısın?" dedi.
"Seni seviyor, seni seviyor. ”
Kam koltuktan atlayıp bir hamle yaptı ancak alışkın ol­
madığı topuklan yüzünden sendeleyerek yere kapaklandı.
Bak Nate, senin için düştü . " diye çığlık attım.
Nate sessizce güldü. Kam kararh bir şekilde bana doğru
emekledi.
liN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I • 67

Henüz yanım a gelmemişken "Seni o kadar çeker buluyor


ki, " diye bağırdım. "Bana çok matrak ve seksi olduğunu söy­
ledi ve de en büyük... sahipmişsin.'’ Kam ağzımı elleriyle
kapattığı halde konuşmamı sürdürerek "Ketiis. Habıi kok
züyük ketlisin harmış/’’
Kam “SUS/'’ diye feryat ederken üstüme çıkmış, beni sus­
turmak için parm aklarını kaburgalarıma sakarcasına gı­
dıklamaya başlamıştı. Ondan kurtulmaya çabalarken mer­
hamet bekleyerek bas bas bağırıyordum.
Birkaç saniye sonra Nate yanımıza gelerek Kam i üze­
rimden sürükleyerek çıkarttı.
En yakın arkadaşımı geri tutarken Yeter!'’ diye emretti.
"Kam, Adele’in her şeyi uydurduğunu biliyorum, hak­
kımda hoş, güzel herhangi bir şey söylemenin senin için ya­
sa dışı, çok zor olduğunu kabulleniyorum. Adele sana da
teşekkür ederim am a K am ’ın bana karşı neler hissettiğini
oklukça iyi biliyorum, o yüzden beni daha fazla rahatlat­
maya çalışma. Ayrıca, aynı evi paylaştığın bitini, eti azın­
dan benim hesabıma sinirlendirmemeni salık veririm. "
Dudaklarımı iyice birbirine değdirirken kenetlediğim el­
lerimi ağzım a koyup ferm uarla kapatıyor işareti yaptım.
Kam, Natein kollarında debelenmekten vazgeçmiş, ona ba­
kıyordu. Söyledikleri karşısında hayrete düşmüş, özellikle
de onu sevdiği halde kendisine göstermeyeceğini bilmesine
iyice şaşırtmıştı. Nale, ona derin birşejhatle bakarken Kanı
gözlerini başka yöne çevirdi.
Nate "Hadi, yatak saati." dedi.
Hayır, " diye haykırdım, ( 'çiti yapamayız!
Hayır canım, er arkadaşlarımın birinin yatağında
uyuyabilirsin demek istemiştim. Burada değiller. Haydi.
Bacaklarını hâlâ kauçuk gibi yumuşak olduğundan
68 • D oro ilıy K oom son

ayakla duram ıyordum . /kist birer kolum dan yakalayıp fo­


nt merdivenlerden yttkan sütiiklemeye başladılar. Düzenli
am a oğlan kokan çift yataklı b ir odaya getirdiler. Teslim ol­
muş, ayakkabılarım ı fırla tıp yum uşak kuştüyü yorganın
içine kendim i bıraktım.
Nate "Orda iyi m isin?" diye sordu.
"Evet, iyiyim. Şim di uyunun. Bu güzel yatakta. Ne mi­
dem b ulan ır ne bir şey."
Nate "Tamam. Herhangi bir şeye ihtiyacın olursa,
Kam leyandaki odadayız, ” dedi.
Kam buz g ibi bir sesle "Aslında ben de burada uyuyaca­
ğım, " dedi. Başka biri, ona aşık olduğu adam la yatm a yı de­
ğ il saçlarını kazıtm asını söylediğini zannederdi.
Nate bunu önceden anlam ış gibi "Sonın değil Daha ön­
ce de söylediğim gibi herhangi bir ihtiyacınız ofursa yan
odadayım. Sabah görüşürüz."
Kapı kapandığında Kam yatağa oturdu sonra da sıHını
bana dönüp uzandı.
"Böyle sert olm aktan vazgeç, " diye get<>ledim.
'Sus ve uyu . "
"Nate'e iyi davransan, o tatlı bir adam . Seni seviyor. '
"Sen hiçbir şeyf hilm iyoısun. ”
“Seniseviyor. Ben desenisetiyom ttı. Arlık kancık olman
gerekmiyor. "
Cevabını dayam adan uykuya daldım . Bildiğim tek $ı*r
örtülerin üzerimden çekilip titremeye başlamış olduğumda
Kamryn sürekli beni sarsarak "Haydi, salak karı sabah ol­
du, gitme vakti." dedi.
Onu (loşundan alm aya çalışarak Hayır; uyumak istiyo-
m m ," dedim.
h ın et olas-ı. gidiyoruz." Yavaşça ••turmaya çalışırken
yaptığım her harekette başım zonkluyordu. Biraz su içi/'
E N Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I • 69

uyumaya devam etmek istiyordum am a Kamryn gitmek is­


tiyorsa gidecektik. Her şeyin ne kadar acımasız olduğunu
ayakkabılarımı gördüğüm de anladım . Aylık maaşımın ta­
m amını harcadığım seksi moda parçalarının birer işkence
aletine dönüştüklerinifark ettim.
Kam ayakkabıları işaret ederek "Evet, sabah sabah bun­
larla yürümek çok zalimce, *' dedi.
Aydınlanmakta olan sokakta iricecik ceketlerimize sa­
rınmış yalpalayarak ilerlerken halim iz, geceyi dışarıda,ge­
çirmiş bir çift orospudan farksızdı. Topuklu giymeye alışık
olmama rağmen attığım her adım bana bile aşın ıstıraplı
geldiyse, devamlı spor ayakkabıları ile dolaşan Kamryn her­
halde cehennem azabı çekiyordu. Gözümün kenan ile ona
uzun bir süre bakarken hem çok kızgın hem de acı içinde
olduğunu gömyordum. Dağılmış ıv yorgun gözüküyordu.
Gözleri uykusuzluktan kan çanağına dönmüştü fakat san­
dığım kadar öjkeli değildi. Aslına bakılırsa, dudaklannda
hafif kendinden memnun bir gülümseme bile vardı. Bu sa­
dece bir tek anlam a gelebilirdi.
"Ona iyi verdin mi?" diye sordum.
Guntrla bunum u çekerek “A evet. " derken. “Bir hafta
boyunca artık d üz yürüyemez herhalde. "
Hastanede olduğumdan beri yaşamımdan kıstı parçala-
n yeniden canlandırm aya vaktim oldu. O gece sık sık gö­
zümde canlanır. Özellikle de "Onu sevebilirim." dediği kı­
sım. Onu sevdiğini ilk önce bana söylemişti, Nate e söyleme­
si aylar sonra olmuştu. Bunu önce benimle paylaşmış olma­
sından dolayı öylesine şenf duymuştum ki Bana ne kadar
önem verdiği anlam ına geliyordu.
S a h ip old u kla rı şeyi m a h vetm iş o ld u ğ u m için h â lâ k e n ­
d im d e n n e fıv t ediyorum .
8

ldatılmıştım.

A Kandırılmıştım. Kazık yemiştim. Ne derseniz deyin,


olan olmuştu. Tegan’la bu sabah hastaneye gelin­
ceye kadar idrak etmemiş, hatta olabilirliğini dahi düşün­
memiştim.
Odanın kapısını açıp Tegan daha yatağa tırmanırken Del
cevabımın olumlu olduğunu bilircesine gülümsüyordu. Ço­
cuğunu devralacağımı çoktan biliyormuş gibiydi.
Anlaşılan Del, kabul edeceğimi başından beri biliyordu.
Yasal evrakları düzenleyip beni Tegan’ın vâsisi olarak belir­
lemişti bile. Tegan’ı evlat edinme sürecini başlatabilmem
için temin ettiği formlar, sanki adımı koymamı bekliyorlar­
dı. Tegan onunla gevezelik edip yüzünü öperken Del, ev­
rakların bulunduğu yönü gösterdi. Çekmeceyi açtığımda
imza için bir de kalem bırakmış olduğunu görünce pek dü­
şünceli olduğunu aklımdan geçirdim.
Sırıtarak Belki şimdi imzalayabilirsin,” dedi.
“Ya. evet imzalayabilirim," diye yanıtladım. Guildford'da
karşılaştıklarıma dair tek kelime etmedim. Ne de bir sonra
E N Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I ■ 71

ne yapacağım konusunda. Gel de düşün, henüz merhaba


bile dememiştim. Adele’in beni daha da köşeye kıstırma­
yacağını bilerek sayfalan lanetleyen bir tarzda okuyordum.
Çarpı işaretli yerleri ‘Enayi Dümbeleği’ diye imzalamamak
için kendimi 7 o r tutuyordum.
Şimdi bile koridorda otuaıp plastik bir bardağa makine­
den akıttığım çayımı içerken hâlâ biraz köpürüyordum. Ama
azıcık. Tamam, azdan biraz fazlaydı. Korkmuştum, kafam
karışıktı. Dahası öfkeliydim. Bu karar üzerime ihtirasla daya­
tılmıştı, bu nedenle de kendimi.,, hissediyordum, Ne hisse­
diyordum? Gecenin büyük bir kısmını farklı duygular arasın­
da koşarken, yürürken, topallarken ve sürünürken geçirmiş
en nihayetinde daha fazla boyun eğme duygusuna benzer
bir yere varmıştım. Bu yer daha ziyade “rical etme’’ boyun
eğip kabuğuna çekilme, katlanma duygusuna benziyordu.
Tuzağa düşürülerek bu durum içinde rehin alınana kadar
kovalanmıştım. Tegan’ı Guildford'a geri götüremezdim, onu
bir bakım evine bırakamazdım. Hiçbir çıkışım kalmamıştı.
İçimde savaştırdığım tezatlı, anlaşılmaz duygular ne olur­
sa olsun, bunu yapmalıydım. Eninde sonunda, bu benim
küçük Tiga’mdı. Doğumundan birkaç dakika sonra onu
kollanma almıştım. İsminin verilmesine yardım etmiştim. İlk
adımlarını attığında yanındaydım. Adele, Noel Baba yı gör­
mek ister mi diye kendisine sorarken beni göstererek "‘Win
götür beni,” dediğinde neredeyse ağlamıştım. Nasıl götür­
meyecektim ki? O , Tiga’ydı Hal leyleyken, ona nasıl sahip
çıkmayacaktım ki?
Engellememe vakit kalmadan, aklıma kendiliğinden bir
düşünce geldi.
Hastaneye varalı Tegan da ani bir değişim oluvernıiMi.
Annesinin etrafındaki makine ve tüpleri lark ölmeden he-
72 ■ Doroüıy Koomson

men yatağına zıplamış kollarını boynuna dolayarak'öpü­


cüklere boğmuştu. Guildford’dan beri benimle tek tük ko­
nuşmuşken, haftalardır bir köşeye atılmış fakat tekrar kuru­
lup çalışmaya başlayan pilli bebek misali hızlı hızlı konuşu­
yor, sadece annesini öpmek için ara veriyordu.
Onları yalnız bırakmak için dışarı çıkmıştım. Aralarındaki
bağı unutmuştum sanki. Birbirleriyle, ayrılmaya dayanama­
yacak kadar yakın dostlardı. Biri diğeri olmadan bir bütün
olamazdı. O gittikten sonra Tegan nasıl başa çıkacaktı?
Plastik bardağı elimde iyice sıkıp çatlattım.
Ya Del iyileşirse? Ya da bağışlanıp durumunda erteleme
olursa? Bu düşünceye tüm gücümle asıldım, onu çaresizlik­
le denizde bir can simidine yapışır gibi yakalamıştım, yok­
sa boğulacakum. Del yaşayacaktı.
Bu hastalıktan öleceği nerede yazılıydı? Her şeyi dene­
miş miydi? Her şeyi demek istiyorum. Yapılması gereken
bütün tedavileri? Ayrıca, emindim ki daha iyi göründüğü sa­
dece bir hayal ürünü değildi. Daha parlak. Daha az gri, da­
ha az lekeli ve yorgun. Bu herhalde Tegan’m etkisiydi. Ya­
nında olmakla kendini kat kat daha iyi hissetmişti. O halde
bu düşünceyi geliştirebilirdik. Tegan’la birlikte çok vakit ge­
çirecekti. Gücü artacak ve yaşayacaktı.
Yarım saat sonra hemşire Nancy, Del ile yalnız konuşa-
bilmemiz için Tegan’ı kantine götürmüştü.
Nancy ile Tegan’ın arkasından kapıyı örttüğüm saniyede
“İyileşebilirsin," diye ağzımdan kaçırdım. Hasta-birinin-kar-
şısında-nazik davranma olayına hâlâ hâkim değildim. “Ya­
ni, daha iyi olabilirisin.1’
Del hafifçe başını kaşırken "Hayır," dedi.
"Bunu bilemezsin," dedim.
T'vel. biliyorum.'
EN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN KI7.1 ■ 73

“Hadi, Del, vazgeçemezsin. Bunu yenebilirsin. Yapabile­


ceğini biliyorum. Sen tanıdığım en güçlü insanlardan biri­
sin, hayır en güçlüsü. Bak, geçmişte ne çok zorlukla baş et­
miştin, elbette ki bunu da...”
Del “Kam artık çok geç,” diye sözümü kesti.
Vazgeçmeyecektim. Ardından hemen konuşmaya devam
eltim.
“Bununla mücadele etmelisin. Üstesinden gelebilirsin,"
dedim. “Bir sürü tedavi yöntemi ayrıca alternatif tıp var.
Akupunkturu denedin mi?”
“Kam,” dedi. Sesi vahşi gevezeliğimi durduracak kadar
güçlü çıkmıştı. “Kabullendim. Sen de aynısını yapmak zo­
runda kalacaksın.”
“Ama savaşmahsın,” diye fısıldadım.
“Bu kadar kolay koy vermene inanamıyorum.”
“Kam, anlamıyorsun,” derken sesi titriyordu. Derin bir
soluk alıp “Yaşamak istiyorum. Allah bilir ne kadar çok.. Kı­
zımı büyürken görmek istiyorum. Tegan'la ön hazırlığını
yaptığım o ergenlik kavgalarını yapmak istiyordum. Oda­
sında sigara bulup karşı koyarak hır çıkartmak istiyorum.
Onu üniversiteye uğurlamak istiyorum. Düğününde kocası­
na elimle teslim etmeyi arzuluyorum. Kendim bir gün ev­
lenmeyi hayal ediyorum, zira bilirsin aşka hâlâ inanıyorum.
Aramızdaki sorunları çözecek kadar vaktim olmasını istiyo­
rum. Dünyadaki zamanımızın sonsu-z olduğunu zanneder­
dim. Ama şimdi olmadığını biliyorum ve bunu kabul etmek
zorundayım. Etmem gerekli...” Bir an durup tekrar nefes al­
dı. "Yaşamayı arzuluyorum. Ama yaşamayacağım. Buna bo­
yun eğmezsem elim kolum bağlı beklemek zorunda kalı­
rım. Aksine, aktif davranmalıyım. Tegan için mümkün oldu­
ğunca çok plan yapmam gerekiyor. Yaşamını sağlama al­
74 ■ D o r o th y K o o m s o n

mak için elimden gelen her şeyi. Seninle birlikte olmak işin
başı.”
Gözyaşlanmı geri tutmaya çalıştım ama dıırduramayıp
yanaklarımdan süzüldüler. Avuçlarımın içiyle gözlerimi sil­
dikten sonra ellerimi blucinime sürtüp kuruttum.
“Ona yığınla mektup yazdım" diye sürdürüyordu. “20
doğum günü kartı var. 20 Noel tebriki. Hepsini yazdım.
Geleceğe yönelik olarak yazıtsalar bile söylenecek hayli
şey olması çok şaşırtıcı. Mektuplar, örneğin 18 yaş gibi
önemli bir doğum günü için. Bir de yirmi birinci yaş gü­
nü. Üniversiteye devam edip etmemeye karar verdiği dö­
nem için ayrı bir tane yazdım. Bazıları ise öylesine sohbet
edebileceğimiz zamanlar için. Göreceksin bak, sohbeti
pek sever. Zaten böyleydi anımsıyorsun değil mi? Keşfe­
deceksin.”
O konuştukça alt dudağımı ısırıyor sanki başıma taş ya­
ğıyordu.
Birkaç yıl sonra burada olmayacaktı. 20 yıl sonra. Beş se­
nede. Bir yıl sonra bile. Sevdiğin bir insanın geleceği gör­
meyeceğini bilmek korkunç bir düşünceydi. Bir kadın baş­
bakanı, kötü olmayan bir tanesini daha seçmeyi bile başar­
dığımızı göremeyecekti. Saçlarının nasıl beyazlaştığını, yü­
zünün ne kadar kırışıklıkla dolacağını, etlerinin nasıl sarka­
cağını görmeyecekti. Kızının büyüdüğünü, ne tür bir insan
olduğunu görmek için yanında olmayacaktı. Bunlar selil
düşüncelerdi. Göğsüm gerildi. Gözlerimden taze yaşlar fış­
kırarak akıp gitti.
20 ya da beş sene sonra hatta bir yıl sonra bile belki ben
de burada olmayacaktım. Ama bunu bilmiyordum, ö n ü m ­
de gürültüyle tik-tak ederken geri kalan bütün sesleri boğan
bir tombak saat durmuyordu. Del ölecekti
EN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZI ■ 75

“Video çekimi yapmak istemedim. Beni sonsuza kadar


şu andaki halimle hatırlamasını istemem. Gri, yaşlı ve yor­
gun görünen birini değil fotoğraflardaki o sağlıklı kadını
anımsamasını isterim. Mektuplar yardım edecektir. Umarım.
Ümit ederim.” Del'in gözleri dün ağlamak istediğinde oldu­
ğu gibi kızardı. Kabullenme sürecini aşmış gibi görünse de
sanki bir hayli ağlamak istiyordu.
“Onu sevmelisin. Baña söz ver. Hakikatten kötü olduğu
ya da çirkin sözler sarf ettiği zamanlarda bile onu sevmen
gerek. Söz ver. Lütfen bana söz ver.”
Gözyaşlarımı hışımla sildim. Kim olduğumu sanıyordu
ki? Nasıl biri olduğumu düşünmüştü ki? Elbette ki Tegan’ı
sevecektim zaten sevmemiş olsaydım bu durumu değerlen­
dirmezdim bile. “Del, size kızmış olsam bile bu ikinizi de
sevmeye devam etmediğim anlamına gelmez ki.”
“Koşulsuz sevgiye sahip olamayacağından korkuyorum.
Bir annenin kızı için isteyeceği sadece budur. Ne olursa ol­
sun birinin onu daima seveceğini bilmesi. Ona şartsız sevgi
vereceğine söz ver.”
Başımı salladım. “O nu hep sevdim. Ona niçin hediyeler
gönderdim sanıyorsun? Bak, işte..." Para çantamı hızla ka­
rıştırarak içinden kırmızı cüzdanımı çıkarttım. Açıp kendisi­
ne gösterdim.
Cüzdanı elimden alırken ellerinin kâğıt kadar ince oldu­
ğunu fark ettim. Deri altından gözüken mavi-yeşil damarla­
rı fişlerine takılmayı bekleyen kablolar gibi parmaklarına
uzanıyordu. D:\mlahliklann batırıldığı yerler yara izleri do­
luydu. Kilerinin bu halini görmekten acı duyarak gözlerimi
uzaklaştırdım.
Del cüzdanı açarak Tegan’m resmine baktı. Üçüncü yaş
gününde, Londra’dan ayrılmadan haltalaı önce çekmiş ol-
*o • IVroilıv kix>mson

duğıım bir fotoğrafıydı. Ortadan lx>Ulüğüm saçlarını iki ya­


na om ıü^üm . Pembe bir önlüğün ahına t>cyuz bir kazak gi-
\ivorJıı. Çenesini öne doğru uzatıp sırıtırken gözlerini iyice
vummuştu.
İVİ “Bunu daima taşıdın mı?“ diye şortlu. “Ondan sonra
bile..-"
“Evet," diye sözünü kestim. Leeds’e taşındıktan sonra Te­
gan ı tekrar görmeyeceğimi fark edip bu resmini oraya koy­
muştum. Babasının kim olduğunu hemen ele vermeyen tek
resmiydi.
Elimde onu anımsatacak bir hatıra istiyor hatta buna ih­
tiyaç duyuyordum. Zira duyduğum bunca acı, öfke ve şaş­
kınlığa rağmen benim İçin su götürmez bir tek gerçek var­
dı. Zihnimde netleştirebildiğim tek hakikat Tegan’ın hiçbir
suçu, kabahati olmadığıydı. Tegan nişanlımla en iyi arkada­
şımın her şeyi mahvetmesinden sorumlu değildi. Aynea,
“Tiga’yı ezelden beri çok sevmiştim. Bunu biliyorsun, zaten
geçen gün kendin de söylemiştin. Onu birdenbire sevmek­
ten vazgeçemezdim."
Dertlerinden, baş edeceği sorunlar listesinden bir kalem
eksilmiş, hallolmuş gibi Del in vücudu gevşedi, rahatladı.
Cüzdanımdaki plastiğin altında duran fotoğrafa bakmayı
sürdürürken Del “Bana bir sözün daha olacak.” dedi.
“Neymiş?"
Bakışlarının sertleştiğini hissederken gözlerimi kaldırıp
ona baktım. “Onu evlat edinirken, ismini kendi soyadınla
değiştireceksin, değil mi?”
"Muhtemelen. Doğrusunu İstersen, detaylarını henüz dü­
şünemedim. Bu kararı vermek için sadece 24 saatim oldu,
ayrıntıları süzgeçten geçirmek için biraz’zamana ihtiyacım
olacak."
K N Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K I Z I • Tl

Del “Amy bunu yaptıktan sonra kendi soyadını verecek


«ıisin ?” sorusunu yineledi.
O m uz silkerek “Sanırım," dedim. ‘ Herhalde."
“Peki. Eğer isterse sana anneciğim demesine de izin ve­
rirsin."
“Ne?” İskemlemde büzülerek “Hadi, Del. bu... Hayır. Ha­
yır. Yapamam.”
“Niye yapamazsın?”
“Çünkü değilim.”
“Teyzesi değilsin ama teyzeciğim demesine izin veriyor­
sun.”
“Bu çok .farklı! Aradaki farkı biliyorsun.”
Başka bir annesi varmış gibi hissetmesini arzuluyorum,
onunla anneliğe özgü her şeyi yapan birine sahipmiş gibi.”
“Sahip olacak. Ama bana Anneciğim demesi doğru ol­
maz. Değil... doğal değil!”
Del kaşının olması gereken yeri alayla kaldırıp “En iyi
savunman bu mu yani?” dedi.
Biraz utanç dolu da olsa buydu. Söylemeye çalıştığım,
bir insanı o denli kolaylıkla ikâme edemeyeceğin, ayrıca
bunun da adil olmayacağıydı. Tegan annesini tanımıştı ve
onu hatırlayacaktı. Beni anneciğim diye çağırdığı bir kadı­
nın yeni versiyonu olarak görmesini ondan istemek zihnini
kim bilir nasıl*etkileyecekti? Tegan, beni sevebilirdi ama as­
la annesini sevdiği gibi sevemezdi. Ondan bunu beklemek
yanlış olurdu. O nu parçalayacak, anlayamayacağımız bir şe­
kilde aklını karıştıracaktı. Kafasının altüst olmasından so­
rumlu olmak istemiyordum.
“Söylemeye çalıştığını şeylerin sadece bundan ibaret ol­
madığını sen de biliyorsun." diye yanıtladım.
78 • Dorotlıv Kooıııson

“Haydi Kam, evlat edinmek başka nedir ki? Onun anne­


si olduğun, bir rol üstlendiğin anlamına gelir. Bıraktığım
yerden devralacaksın. Seni annesi gibi düşünmesini istiyo­
rum. Ve senin de, onu kızın olarak düşünmeni istiyorum.”
“Düşüneceğini.”
“Sana Anne demesine izin vermezsen olmaz.”
Del birden konuşmasını kesti. Dinlenmeye ihtiyaç duya­
rak zayıf bedenini ve eşarplı başını yastığa bıraktı. Soluk alır­
ken onu seyrediyor, her nefesinde teninin daha da solgun­
laştığını görebiliyordum. Gözleri kapandı. Biraz daha nefes
aldı. “Biri sana devamlı güzel olduğunu söylerse ona inanır­
sın.” Sesi, en hafif bir dokunuşta bile yırtılacak bir kâğıt men­
dil gibi incecik ve kırılgandı. Gözlerini yavaşça açtı. “Eğer bi­
ri... bir şeyi yeterli sıklıkta sana söylerse inanırsın. Kendi
kendine kehanet. Bunun sana ve Tegan’a olmasını istiyorum.
Sana sık sık anne diye seslenirse ona inanabilirsin. Asla, hiç­
bir zaman vazgeçemeyeceğin bir parçan haline gelebilir.”
“Gelecek. “Başka şekilde çağnlsa bile bir gül daima gü­
zel kokar deyişini bilirsin. Bana yine Teyzeciğim diyebilir ve
ben ona anne gibi davranırım. Onun asla annesi olamam
çünkü onun zaten bir annesi var, o da sensin. Ama ben
sonradan gelen en iyi şey olacağım. Ben o gül olacak ve yi­
ne bir gül kadar nefis kokacağım.”
"Lütfen. Bunu sadece bir düşün.”
“Olur. Ama yalnızca düşünürüm. Hiç söz veremem.”
Sessizlik oldu. “Kam, Nate hakkında...” diye sessizliği
bozmuştu.
‘Del, lütfen yapma,” diye sözünü kestim. “Üstüne üstlük
bir de bununla uğraşamaın. Halletmem gereken yeterince
çok konu var. Bununla da baş edebilecek kuvvetim yok.
'['amanı mı? Lütfen. Başka zaman bunu hallederiz."
E N Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I ■ 79

Sesim “Başka zaman,” diye yankılandı. “Zaman tuhaftır.


Sonsuz. Ebedi. Ama bizler değiliz.” diye sürdürdü Adele.
"Böyle diyorsun ama henüz kimse zamanın sonsuzluğu­
nu ispat etmedi ki.”
Adele gülümsedi. “Ne kadar iğrençsin."
“Olmaya çalışıyorum,” diye yanıtlarken ben de gülümse­
dim. Daha sonra koridorda beklerken aklımdan geçenleri
kelimelere döktüm. “Bak, birkaç ayın olduğunu söyledin...
İşten izin alacağım. Doktorlar izin verirse, üçümüzün yaşa­
yacağı bir yer tutarım böylece eve gelebilirsin. Sana nasıl
bakmam gerektiğini öğrenirim. Anlıyorsun değil mİ? O za­
mana kadar. Kadar...” Söyleyemedim. Kelimeyi düşünmüş­
tüm, ne anlama geldiğini fark etmiştim, ama söyleyemedim.
Söylemezdim de. “ ...da seninle olmak istiyorum,” diye yut­
kundum. “Seninle birlikte olmak istiyorum.”
“Bunu yapacak mısın?”
Başımı sallarken, yüzüm allak bullaktı. Ne teklif ettiğimi
biliyordum. Sözcüğü telaffuz edemiyorsam da bunu yaptığı
sırada yanı başında olmayı vaat ediyordum. En iyi arkada­
şımın gezegenimizden ayrılışına seyirci olmam gerekecekti.
Bir çocuğun sorumluluğunu üstlenme fikri karşısında boca­
larken. gerçekten sevdiğim biriyle oturup yaşamını yitirme­
sine şahit olabilecek miydim? Olmalıydım. Elbette ki. Başka
kimsesi yoktu. Roller ters yüz olsaydı o da aynısını yapardı.
“Del, tabii ki yapacağım,” dedim. “Tabii ki."
Uzattığı elini tuttum. Cildi ilk dokunuşta soğuk, kâğıt gi­
bi ve kuruydu. Çok sıkarsam buruşturacağımı zannettim.
Göz göze geldik, sanki bir an için üniversitedeki o bara ge­
ri gitti zihnim, ona vurulduğum yere. Onda mevcut olan bü­
tün iyilikler, tüm iç güzelliğiyle âdela dışa yansımıştı.
80 ■ Dorothy Koomson

Alaylı bir gülümsemeyle “Kendini talihli biri olarak gör,”


dedim. “Bunu başka hiç kimse için yapmazdım, biliyorsun
herhalde."
Hafifçe gülerek '‘Şereflendim," diye yanıtladı. Parmakla­
rımız birbirine kenetlenirken “Gerçekten şeref duyuyorum.”
“Hayır, ben duyuyorum.”
9

ondra’da geçirdiğim bir hafta bir ömür gibi geldi. Tra­


fiği kilitlenmiş yolları, kim kime dumduma insanları
ve benimkiyle aynı konuşma aksanlan. Buradan hiç
ayrılmamıştım sanki. Geçen zamanda, geçen sekiz gündür
üçümüz yani Adele, Tegan ve ben yaşamımızı düzene
oturtmuştuk. Esnek ama belli bir düzendi bu.. Küçük bile ol­
sa, hepimiz için disiplin önemliydi.
Sabahın körünü çeyrek geçe uyanıp yorganının altından
gürülıüyle çıkan Tegan, yatağın ucuna seriliyor televizyonu
açıp çizgi filmler buluyor izin verdiğim müddetçe seyrediyor­
du. Televizyon açılır açılmaz, ekrandan çıkan çınlama ve tu­
haf bağırtıları bastırmak için yastığımı başıma geçiriyordum.
Yaklaşık bir saatlik çizgi filmden sonra yorganın altından
sürünerek çıkıyordum. Bütün geceyi, Tegan’ın üstüne yu­
varlanıp onu ezerim korkusu içinde yatağın kenarına sıkı­
şarak geçirdiğim için bedenim kazık gibi sert ve eğrilmişti
sanki. Duştan sonra Tegan’ı banyo yapmaya ikna ediyor,
annesini görmeye gideceğimizi bildiği için giyinip lıazır
oluncaya kadar heyecandan yerinden duramıyordu.
82 ■ D o ro th y K o o m s o n

Del yorgun düşene kadar, hastanede yaklaşık bir saat


geçiriyor sonra da kiralık ev avına çıkıyorduk. O güne ka­
dar gezdiğimiz ev veya dairelerin hiçbiri bize uygun gelme­
mişti ancak burada bulunduğum sekizinci günde istediğimi­
zi bulacağımızı biliyordum. Üç odalı, düzayak güzel bir da­
ire Del’e ihtiyacı olan alanı sağlar, Tegan ile benim de ayrı
odalarımız olurdu. Belki Tegan’ın oynaması için bir bahçe­
si bile vardı. Hava sıcaktı. Güneşli, pozitif enerji yüklü par­
lak yaz günlerinin tam ortasındaydık. Bugün tam günüydü,
ruhumda hissediyordum.
Hayatımdaki diğer tüm değişkenler, bu duruma ayak uy­
durabilmemi sağlamak için yerli yerine oturmuştu. İşten al­
tı aylık ücretsiz izin almak istemiş, geçen sekiz günü ve ge­
lecek iki haftayı yıllık iznime saymamı, sair zamanda da
Del’le birlikte kirada oturacağımız evden, haftada üç gün
bilgisayar aracılığı ile işimi yürütmemi teklif etmişlerdi. E-
posta ile çalışacak, gerekirse ülke çapında pazarlama mü­
dürlüğü yaptığım mağazalar zincirinin Londra ofisine de gi­
debilecektim. Leeds’de toplantı yapmak icap ederse saati,
aynı gün içinde gidip dönebileceğim şekilde ayarlanacaktı.
Bir emlak bürosu aracılığı ile Leeds’deki evimi de kiraya ve­
recektik. Her şey yolunda gidecekti. Yalnızca üçümüzün
birlikte yaşayabileceği bir ev eksikti.
Doğru evi bulacağımız içime doğmuştu ama aslına bakı­
lırsa gün pek o kadar iyi başlamamıştı. Beş yaşındaki ema­
netim geleceğe dair duyduğu heyecan yüzünden, üçümü­
zün birlikte olması fikrini düşünmekten kendini alamayarak
gece geç saate kadar yerinde duramamış, uyuyamamıştı.
Üçümüzün beraberliği. Son sekiz gün içinde kendini be­
nimle daha rahat hissetmeye başlamıştı. Televizyonu açmak
gibi bazı şeyleri, önceden yüzüme bakıp onayımı bekleme­
EN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I » 83

den yapıyordu. Annesi uzun dönem birlikteliğimizden bah­


setmiş olacaktı ki “Leeds nasıl bir yer?” ya da “Kendi odam
olabilecek mi?” gibi sorular yöneltiyordu.
Tegan’m en son fikri bir kedi almaktı. Ne şimdi, ne de
hiçbir zaman herhangi türden tüylü bir hayvan almamız
mümkün olamazdı. Vahşi doğada gayet iyi olabilirlerdi ama
daireme ya da sorumluluk alanıma girmeyeceklerdi. Bu fik­
ri nerden edindiğini bilmiyordum ama annesini ziyarete git­
tiğimizde sözünü ettiği ilk şeylerden biri olmuştu.

Del in odasının kapısını açmış, yatağına zıplayıp öpme­


ye başlamıştı. Soi yanağının üst bölümünden başlamış, git­
tikçe aşağı, aşağı devam etmiş, çenesinden geçip -burun
deliklerinden geçen tüplere dokunmadan- yukarıya sağ ya­
nağına doğru öpmeyi sürdürmüştü. Tegan, annesinin iyi
görünmediğini ya da makinelere bağlı olduğunu hiç fark et­
miyordu. Bu yüzden, dün de şaşırmamıştım. Akşamüstü zi­
yaretimizde Del müthiş görünmüştü. Geçen birkaç gündür
daha güçlüydü, katı besinler alabiliyor ve midesinde tutabi­
liyordu. Daha geç yorulduğundan ziyaretlerimizi gittikçe
daha uzun tutabiliyorduk. Konuşurken nefesini yakalamak
ya da gözlerini kapatmak için daha seyrek duraksıyordu.
Dün, yüzüne renk gelmiş, alacalı gri-sarı tonlar kaybol­
muş, teni sağlıklı bir pembelikle panldamıştı. Gözlerinin
akından kırmızılık gitmiş, ruhuna açılan çelik-mavisi pence­
relerde bir ışıltı belirmişti.
Hemen hemen normal görünüyordu. Başına sarılı mavi
eşarp, süzülmüş çehresi ve kaşlarının olmaması haricinde
yıllar öncedir tanıdığım Del oluvermişti. Başardığı için gii-
lümsemiştim. Eninde sonunda, başka seçenekleri olduğunu
kabul etmişti: iyileşmek ve yaşamak.
84 ■ D o r o ıh y K o o m s o n

‘Ne haber?” diye sordu. Sesi üç gün öncesine nazaran


çok daha canlı çıkıyor, onun etkisi ile daha çok gülebiliyor­
dum.
“Ben iyiyim. Her zaman iyiyim.'’* dedim. “Sen de öyle iyi
görünüyorsun ki.’’
"Kendimi iyi hissediyorum. İyi değil. Daha iyi. Fakat, sen
bitkin gibisin.”
“Gerçekten, iyiyim." Yorgundum, en son hangi geceyi
deliksiz uyuyarak geçirdiğimi hatırlayamıyordum ama doğ­
ru orantı kurmak daha adil olmaz mıydı? Ölümcül hasta,
turşu gibi yorgun. Şikâyet edecek biri varsa, kim olmalıydı?
“Kam, lütfen kendine iyi bak.”
“Bakıyorum," diye cevapladım.
Adele “Bu öncelikli olmalı,” dedi.
“Öyle."
Tegan “Bir kedi alabilir miyiz?” diyerek söze girdi.
Del “Bunu Kamryn’e sorman gerekecek,” dedi. Topu ba­
na atarken temkinliydi zira tüylü şeyler hakkında ne düşün­
düğümü bilirdi.
Tegan bana “Alabilir miyiz? diye sordu.
“Şimdi değil, tatlım. Başka zaman konuşuruz.” Yani hiç­
bir zaman.
Del budalaca güldüğünü gizlemek isteyerek dudaklarını
iyice sıktı.
Tegan annesini “Bugün yukarısı olmayan bir ev gördük,"
diye bilgilendirdi. “Bir bungalov”
•'Ne güzel,” dedi Del.
Tegan yatağa uzanıp başını annesinin sağ göğsüne dayar­
ken, altıncı hissinin yardımtyla gövdesinden çıkan tüpü es
geçmiş, elindeki damlalığa değmemişti. Del şefkatle kızının
başına bakı ıklan-sonra bana doğru “O da çok yorgun." dedi.
EN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZI ■ 85

“Biliyorum, ev arayarak geçirilen bir tek gün bile yorar."


"Yerleşmeye ihtiyacı var.”
.“Yerleşecek. Ev gibi bir ev bulduğumuz vakit kendi oda­
sı olur ve istediğinde seni görebilir. İkinizin de ihtiyacı olan
bu zaten.”
Tegan uykulu bir sesle “Bir kedimiz olursa onu Pisi pisi
diye çağırabilir miyiz?” diye sordu.
Del kahkahasını tutarak “Pisi bir kedi için gayet hoş bir
isim,” dedi.
“Ya, evet, kesinlikle öyledir,” dedim.
Kıkırdayarak “Konu komşu arasında ‘Pisi Pisi’ diye sesle­
nerek dolaştığını düşünebiliyor musun?” dedi.
Tegan “Niçin gülüyorsunuz,” diye sorduğunda ikimiz de,
annelerinin iç çamaşır kataloglarında şeffaf sutyenleri keş­
fetmiş oğlan çocukları gibi kıs kıs gülüyorduk.
“Kamryn teyzen saçmalıyor. Boş ver.”
“Evet canım, bana aldırma,”

Dün gece otele döndüğümüzde Tegan'ın niçin uyanık


olduğunu biliyordum. Annesiyle birlikte en tuhaf, en edep­
siz hayvan isimlerini düşünmüş, sokaklarda gezerken onla­
ra nasıl seslendiğimizi hayal ettiğimiz esnada Tegan biraz
kestirmişti. En çok beğendiğimiz Kıllı Kıçlı Kılfı Kıç, Kıllı kıç
yemek vakti! Del o kadar çok gütmüştü ki, bayılacak zan­
netmiştim.
Otele vardığımızda, Tegan kedi almak fikrine kilitlenmiş,
annesinin eve geleceği, akşam yemeğinde parmak şeklinde
tavada balık yiyebileceği konularını düşündükçe kıpır kıpır
yerinde duramıyordu. Gevezelik edebileceği hiçbir konu
ona önemsiz gelmiyordu. Yatağın üzerinde zıplarken saçma
sapan konuşuyordu. Sonra uyuyacakmış gibi uzanıyor ama
86 ■ D o r o lh y K o o m s o n

birden tekrar yerinden fırlayıp başka bir konu anlatıyordu.


Bu değişikliği şaşkınlıkla izliyordum. Bir haftadan az bir za­
man önce benimle hiç konuşmazken şimdi çenesi durmu­
yordu. En nihayet uyuya kaldığında saat gecenin üçünü
gösteriyordu. Dayak yemiş gibiydim.
Onu uyurken gözledim. Mavi battaniyelerin altında hilâl
şeklindeydi, l>eyaz yastığa dayadığı yüzüne sarı saçları düş­
müştü. Biraz daha uzun uyuması için bırakacaktım. Del,
bu sabah danışmanı ile görüşeceğinden önce ev arayabilir­
dik. Bir an evvel bu işi halletmek istiyorsam da Tegan’m uy­
kuya ihtiyacı vardı, somurtkan bir çocukla vakit geçirmek
istemiyordum.
Kapının vurulması ile yerimden zıpladım. Gözlerim, ya­
tağın yanı başında duran radyonun saatine gitti: 07:55- Zi­
yaretçiler için çok erkendi. Belki çamaşırhanede çalışan ka­
dındı. Alt dudağımı endişeyle ısırdım. Yıkamaya vereceğim
kirli çamaşırlarımızı henüz toplamamıştım. Etrafıma bakınıp
utandım. Odamız bombalanmış bir alana benziyordu. Her
yerde bir eşya vardı: beraberimde yeterli sayıda getirmemiş
olduğum için yeni satın aldığım giysiler, Tegan’m giymek
istemeyip ayırdığım ama henüz katlamadığım takımları,
oyuncaklar. Pek tertipli biri sayılmazdım ama bu tek bir
odada yaşanıldığı zaman elzem bir şeydi. Çamaşırcı kadına
eşyaları toparladıktan sonra gelmesini söylemeliydim.
Kapıyı açmaya giderken dağınıklığın üstünden atlıyor­
dum.
Adele’in hemşiresi, N'ancy kapının yanı başında duruyor­
du. Düğmelenmiş bej bir yağmurluk, dar siyah bir panto­
lon. pembe-beyaz spor ayakkabılar giymişti.
Saçlarındaki siyah örgüler gevşemiş ve makyaj yapmamış­
tı Her zamanki o canlı gülümsemesi yüzünden eksilmişti.
F.N Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZI ■ 87

Anlamıştım. Yüzünü incelemeye başladığım anda bili­


yordum. Ama aynı anda henüz hazır olmadığımı bilmiyor­
dum.
Gülümseyerek “Selam, Kamryn," dedi. Her zamanki o
aydınlık, neşeli gülümseme değildi, bu seferki donuktu.
“Selam!” diye yanıtladım.
“Tegan nerede?” diye sordu.
“Uyuyor,” diye cevap verdim.
“Peki, seninle koridorda konuşabilir miyim?”
Başımla onayladım, Tegan'ın hâlâ uyuduğunu denetle­
dikten sonra kapı kapanmasın diye ayakkabımı kenarına bı­
raktım.
Koridorun sonundaki bölümde tabaklanmış deriden iki
koltuk, yandaki cam sehpanın üzerinde yapma çiçekler ko­
nulmuş bir vazo duruyordu. İkimizde oturmadık, bir yan­
dan odanın kapısına göz kulak oluyordum.
Nancy “Üzgünüm,” diye başlarken midemin etrafında
çırpışan kelebekler tüm bedenimi kaplayıverdi. “Adele, bu
gece vefat etti.”
Koyu bir acı boğazımı düğümlemişti “Ama dün gayet iyi
görünüyordu," dedim.
“Çok, çok hastaydı.”
“Fakat dün çok daha iyiydi,” diyerek üsteledim. “Kendi­
ni daha iyi hissettiğini söylemişti." Bilmesi gereken tek ta­
nık varken, yani ben, bu kadın bunu nasıl söyleyebilirdi?
“Adele daha iyi görünüyor olabilirdi ama uzun, çok uzun
zamandır kötüye gidiyordu. Bu kadar uzun süre dayanabil-
oiğine hepimiz çok şaşırmıştık.”
Bu anlamsızdı. Hiçbir mana ifade etmiyordu. Dün çok
gülmüştük. Kıllı Kıç adındaki ev hayvanları hakkında şaka*
88 ■ D o ro th y K o o m s o n

laşmıştık. ‘‘Yalnız değildi, değil mi?” Gözlerim çılgınca bir


ifadeyle Nancy’nin yorgun yü/.ünii tarıyordu. Bu yeni yol­
culuğa gitmek üzere ayrılırken tek başına olmaması o anda
dünyanın en önemli şeyiydi. Gitmek üzere olduğu yere var-:
madan birinin yanında olup ona yardımcı olması çok m ü­
himdi. “Adele yalnız ölmedi değil mi?*’
Nancy başını kaşıdı. “Hayır yanındaydım. Tegan’a onu
sevdiğini, sana da güle güle dememi söyledi.”
“Orada olmalıydım, onunla olmalıydım. Yanında olaca­
ğıma söz vermiştim.”
Elini koluma koyan Nancy “O bunu istemiyordu,"dedi
yavaşça. “Senden yeterince çok şey istedi. Ve mutluydu.”
“Adele, bebeğine neler olabileceğini bilemediği için bu
kadar dayandı. Ancak sen gelince çocuğuna bakılacağı için
mutlu oldu ve kendini oluruna bıraktı. Artık o kadar endi-,
şe duymadığından dolayı daha iyi görünüyordu. Dün sonu­
nun geldiğini biliyordu, siz gittikten sonra eğer gece ölürse
size söylemek için sabahı beklememi istedi. Onu uğurlamay­
dınız, hafızanızda kalacak son gülme ve şakalaşma karesi­
nin berbat olacağını düşünüyordu. Sadece gülüşmeleri ha­
tırlamanızı istiyordu.”
Sesim kızgınlıkla titrerken “Adele işte, kontrolü sonuna ka­
dar elden bırakmadı," diye fısıldadım. Bilseydim eğer onunla
doğnı dürüst vedalaşırdım. Onu öper sarılırdım. Ne kadar
sevdiğimi söylerdim. Bunu söylememiştim? Geçtiğimiz dokuz
gün boyunca bir kez dahi söylememiştim. Onu affettiğimi de
belirtmemiştim. Onu bağışlamış mıydım? Bilmiyorum. Olay­
lar hakkında konuşmak istemediğimi hiliyonım ama onu
affetmiş miydim? Etmemiş olsam hile, bunu ona söylemem ge-
'rekmez miydi? Onu rahatlatmam lazım değil miydi?
EN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I ■ 89

“Acı çekmedi. Uyumaya başladı ve uyanmadı. Uykuya


dalarken elini tutuyordum, yani yalnız olmadığın» biliyor­
du.”
“Onun tek başına olmasını istemiyordum," diye fısılda­
dım. Daha fazlasını yapabilirdim. Birkaç gün değil dahcı
aylar kaldığım sanmıştım. Söylediklerine kulak aşmalıy­
dım, yüreğindeki yükü hafifletmeliydim. Ondan nefret etti­
ğim i zannederek ölmesini istemezdim.
Nancy’ye döndüm. Madem Adele’in yanındaydı geceyi
ayakta geçirmişti. Son birkaç aydan beri yakınlaşmışlardı,
Adele onun için de önemliydi. Ölürken Del in elini tutmuş
olmak herhalde çok zor olmuştu.
“Teşekkür ederim Nancy,” dedim. Ona sarılmak, üstüme
düşen vazifeyi benim yerime yapmış olmasından dolayı
kendisine müteşekkir olduğumu ifade etmek istedimse de
yerimden kımıldayacak halde değildim, bulunduğum yere
kök salmış gibiydim. Sesime olduğunca minnettar bir ton
yükleyerek ‘Her şey için, aylar boyunca orada bulunduğun
için, sonu geldiğinde yanında kaldığın ve buraya kadar ge­
lip bana şahsen bildirdiğin için teşekkürlerimi bir borç bili­
rim.”
Nancy “Korkunç bir şoktasınız,” diye yanıtladı. “Biraz
oturmak istemez misiniz ?”
“Yok, hayır gerçekten iyiyim. Ben ...”
Bacaklarım tutmuyordu, birden dizlerim çözülürken ko­
ridordaki solgun halının üzerine çöktüm, bedenim iki bük­
lüm, başım neredeyse yere değiyordu. Yüzüm ekşiyor, baş­
parmaklarımla gözlerimi bastırıyordum.
Küçük bir acı külçesi içimin ta derinliklerinden başlayıp
gitgide büyüyerek ıstırap veren koskocaman ve boğucu bir
keder topuna dönüştü. Göçüp giimisti. Onu bir dafıa hiçbir
90 ■ D o r o th y K o o m s o n

zaman göremeyecektim. Elini bir daha tutamayacaktım. Ya


da apta! kan diye çağıramayacaktım. Saçımı çekerken “Bu
kadar katı bir yosma olmaktan artık vazgeç" dediğini duy­
mayacaktım. Veya onunla sadece oturup televizyon seyre­
demeyecektim.
Gözyaşlarını ilk kez iri dalgalar halinde dökülmeye baş­
ladı. Beni terk etmişti. Ben de onu bırakmıştım ama esas o
beni terk etmişti. Sonsuza kadar. En iyi arkadaşım gitmişti.
Vücudum sendelerken yeni bir gözyaşı tufanı bastırdı.
Nate ile onun arasında geçenleri öğrendiğim gün böyle çö­
küp ağlamak ve kendimi kaybetmek isterdim, ama yapama­
mıştım.
Oradaydı, gözlerimin gerisinde, boğazımın tam arkasın­
da, göğsümün arka yerinde. Tüm duygularımın gerisinde.
Ne nikâhı iptal etmek için açtığım telefonları düşündüğüm­
de, ne de düğünün olması gereken günde ağlayamamıştım.
Çünkü bana gerçek değilmiş gibi geliyordu. Bunların başı­
ma gelebileceğini hiç tahmin edemediğim ve ne şekilde
yüzleşebileceğimi kestiremediğim durumlardı. Bir şey olma­
mış gibi hayatımı sürdürmüştüm. Yaşam. Her şey. Şimdi
hepsi tek tek su yüzüne çıkıyordu. Bedenimin içindeki ıstı­
rap dalga dalga hızla hareket ediyor, şelale gibi yüzümden
fışkırıyordu.
Ardından bir duygu seli daha boşaldı. Yaş günümde ge­
len kartla birlikte kendimi tutmaya devam ettiğim, Del ve
Nate ile ilgili hatırlarımın canlanarak kendimi şaşkınlık, öf­
ke ve küskünlük nöbetlerine boğulmuş vaziyette bulduğum
o duygu seli aniden fışkırıverdi.
Sırada o n u hasta yatağında yatarken görm üş o lm an ın ba­
na hisseitirdikleri vardı. Tanım ış o ld u ğ u m insanın bir deri
bir kem iğe indirgenm iş halini, o sevdiğim kadının kabuğu-
E N Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I ■ 91

nıı görmenin verdiği deiışetteydi sıra. O anda kendimden


nefret etmiştim. O nu yüz üstü bırakmaktan, onu yokmuş gi­
bi saymaktan, yardıma çağırdığında onu ret etmiş olmaktan
dolayı kendimden tiksinmiştim. Onu terk etmiştim. En çok
ihtiyaç duyduğu zamanda ona sırt çevirmiştim. Ve tedricen
bu hale indirgenmişti. Hiçliğe. İstediğim halde ağlamamış-
tım.
Sonraki gözyaşlarını Tegan’m başına gelenler içindi.
Del’in bir tek mektubunu dahi açmış olsaydım, onu bu ka­
dar acı ve şiddetten kurtarabilirdim. Tegan’m sıska vücu­
dundaki her morartı, her sopa izi ruhuma birer yara gibi iş­
lemişti. O nu ilk kez yıkadığım zaman, gözyaşlarımla müca­
dele etmiştim çünkü kuvvetli olmalıydım, koy vermemeliy­
dim. Hâlbuki şimdi, bir damla gücüm kalmamış yerini de­
vasa bir hıçkırık gölüne bırakmıştı.
Kendimi daha iyi hissetmiyordum. Hıçkınklanm acımı
hafifletmemişti aksine daha da fazla acıyı çekmişti. Saklan­
dığım, uzağa ittiğim, kaçtığım, bastırdığım her şey utanç ve­
rici bir karmaşa halinde üzerime çağlıyordu. Karmaşa. Her
şeyi birbirine karıştırıyordum. Bunu durduramıyordum.

Tegan hâlâ uyuyordu.


Son bir saattir neredeyse hiç kımıldamamış hâlâ nefes al­
dığından emin olmak için göğsüne birkaç kere dikkatle
bakmıştım. Öyle huzurlu görünüyordu ki. Herhalde, bura­
ya geldiğimizden beri ilk kez bu kadar sakindi.
Yanına uzandığını süre bana sonsuz gibi gelmişti. Onu
uyandırmak istemiyordum. Uyandırırsam eğer, ona söyle­
meliydim. Haberi ona vermem gerekecekti, bunu da . . na­
sıl yapacağımı biliyordum.
92 ■ Dorolhy Koomson

Sakinleşmiştim. Tam değil fakat biraz daha iyiydim, hiç


değilse çılgınlık nöbetini geçmişti. Ağlayabilene kadar den­
gemi nasıl yitirmiş olduğumu, son iki yılı nasıl bir islerinin
eşiğinde geçirdiğimin bilincine varamamıştım. Durdurabile­
ceğimden emin olamadığım için gözyaşianmı hiç koy ver­
memiştim.
Şimdi gözyaşı selini zaptetmiş, yüzümü yıkamış, gözle­
rimdeki kızarıklığı ve şişkinliği gizlemek için bol soğuk su­
ya bastırmıştım.
Tegan gözlerini aniden açınca yerimden hopladım. Hep
böyle yapardı. Uykuya daldığı hızda uyanır, birdenbire aç­
tığı mavi gözlerini dikkatle dikerdi.

“Gözlerin neden kırmızı?” diye sordu. Anlaşılan onca so­
ğuk su işe yaramamıştı.
Saçlarını alnından hafifçe çekerken, yumuşacık beyaz
cildini elimde hissettim. .
"Ağladım." diye yanıtladım.
Sorgulayan bir edayla, başını yastığa göm üp “Neden?”
diye sordu.
“Üzgünüm."
"Neden?”
Ciğerlerimi sıkıştıran güçlü duygular hissederek derin bir
nefes aldım.
"Annenden dolayı üzgünüm .”
Tegan "Annem?" dedi. “Bugün annemi ziyarete gidece­
ğiz, değil mi?"
Başımı iki yana sallayarak “Hayır, tatlım,” dedim.
“Annemi görmek istiyorum.”
Dağınık saçları ve buruşmuş pijamasıyla oturan küçük
kızın şaşkınlık dolu, kocaman gözlerle onu annesinden ne­
den uzaklaştırmaya çalıştığımı sorgulayan halini seyrediyor,
çenem titriyordu.
KN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I ■ 93

‘Tiga, annen İrenimle yaşayacağını sana anlattığı vakit


kendisinin nerede olacağını söylemişti?"
“İsa ve melekleriyle cennette olacağını" diye cevapladı.
Aynen böyle, Sanki cennet köşe başındaymış da, İsa ile me­
lekler yerel parkta geziniyorlarmış gibi.
“Nedenini söylemiş miydi?”
Çünkü hastaydı, İsa ile melekler de ona bakacaklardı."
“Maalesef canım, annen İsa ve meleklerle beraber olma­
ya gitti.”
Tegan başını kaşıdı. "Hayır, gitmedi. O hastanede."
“Dün oradaydı. Ama bugün cennete gitti."
“Ne zaman geri dönecek?”
“Üzgünüm, Tiga, geri gelmeyecek.”
Tegan “SANA İNANMIYORUM!” diye bağınrken sesi o
kadar yüksek çıkmıştı ki birden irkildim. Örtüleri çekip ata­
rak yataktan yere atladı. “Sana inanmıyorum, annemi gör­
mek istiyorum. Annemi görmek istiyoaım."
Usulca “Üzgünüm, göremezsin,” dedim.
“Annemi istiyoaım,” diye çığlık attı. "Annemi görmek is­
tiyorum!”
Yatağa oturduğumda buz kesmiştim. Tegan yerde, pija­
maları zayıf bedeninden sarkarken, kollarını her bir yana
savuruyor, avazı çıktığınca bağırarak tepiniyordu.
Gittikçe daha yüksek sesle ve artan bir kederle ağlıyor­
du.
Ne yapacağımı bilemiyordum. O nu tınmaya mı çalışma­
lıydım? Bağırıp çağırmasını mı bırakmalıydım? Yüzümü yas­
tığa göm üp, kulaklarımı tıkayarak kasırganın geçmesini
beklemeye acilen ihtiyaç duyuyordum. Başka ne yapabile­
ceğimi kestiremiyoıdum. Nancy. Tegana söylerken yanım­
da kalmayı teklif etmişti. Ama fazlasıyla çok şey yapmıştı bi­
94 ■ D o r o th y K o o m s o n

le dolayısı ile böyle bir görevi benimle paylaşmasına razı ol­


mamıştım. Keşke kalsaymış. O nasıl davranacağını bilirdi.
Sürekli üzgün olduğum u tekrarlıyordum fakat Tegan be­
ni duymuyordu. Sadece bağırıp çağırıyor, dövünüyor ayak­
ları ile yere vuruyor, kollarını sağa sola savuruyordu. Sürek­
li. ‘ ANNEMİ İSTİYORUM, ANNEMİ İSTİYORUM, ANNEMİ
İSTİYORUM, ANNEMİ İSTİYORUM.”
Yerdeki giysileri, kâğıtları ve diğer eşyaları çiğneyerek
ona doğru yöneldim.
“ANNEMİ İSTİYORUM, ANNEMİ İSTİYORUM, ANNEMİ
İSTİYORUM, ANNEMİ İSTİYORUM.”
Tepinip karşı koymasına, küçük yumruklan ile bedeni­
me vurmasına rağmen onu kollarımla sardım.
“ANNEMİ İSTİYORUM, ANNEMİ İSTİYORUM, ANNEMİ
İSTİYORUM, ANNEMİ İSTİYORUM.”
Boynuzlu bir hayvanın vahşi ve saldırgan hali gibi yerin­
de zıplıyor, kıvrılıyor ve bağırmaya devam ediyordu. Hid­
deti yatışıncaya kadar onu tutmaya devam ettim, ağlamak­
tan, feryat etmekten ve anne diye yalvarmaktan en sonun­
da bitkin düşerek güçsüz başını sol pazımın üzerine bırak­

O nu sımsıkı tutup göğsüme bastırırken yumuşak bir ses­
le “Bak, hâlâ ben varım,” dedim.
İncecik ve kısık sesiyle “Seni istemiyorum, annemi isti­
yorum," dedi.
10

ski yatak odamın tokmağı çevrilip kapı yavaşça açıl­


dı. Annemlerin evindeki koridor görünürken Tegan
içeri girdi. Annemin ona satın almış olduğu diz hi­
zasında siyah satenden uzun kol ve etekli, işlemeli elbiseyi
giymişti. Parlak siyah ayakkabıları ve u.zun beyaz çorapları
vardı. Annem, iki yana ördüğü saçlarına siyah kadifeden
kurdeleler bağlamıştı. Siyah, uçuk benzi ve san saçları ile
çarpıcı bir tezat yaratıyor, mavi gözlerindeki siyah hareleri
ortaya çıkarırken ona muhteşem bir görünüm veriyordu.
Güzelliği, dudaklarıma bir gülümseme getirecek yerde bo­
ğazımı düğümlüyordu. Zira bir partide rastlayacağı insanla­
rı selamlamayacak ama annesinin cenazesine katılacaktı.
Şehir merkezinde olmaya artık gerek kalmadığı için,
Adele’den sonraki gün... olaydan sonraki gün, Tegan’la bir­
likte toparlanıp annemlere, Londra’nın biraz dışında bulu­
nan, Ealing’deki evlerine taşındık.
Tegan, onu Guildford’dan almaya gittiğim zamanki me­
zar sessizliğine yeniden büründü. Ancak bu sefer ki sessiz­
lik kederle, annesi olmadan ne yapacağı endişesiyle kaplıy-
‘X> • tH>rothy Kt*omson

di. Çok gerekmedikçe İznim le konulmayı reddediyordu,


'»'emek faslına gelince tahmin oyunları oynuyor, doğru yer»
de taşını sallıyor ama islemediği taktirde bunu belirtmiyor,
du. Konuşmamak haricinde« sürekli onun görüş alanında
bulunmalı, ondan uzunca bir süre uzakta kalırsam yüzünde
bir kaygı ifadesiyle, dokunana kadar beni hemen aramaya
koyuluyordu. Gerçek olduğum dan emin olmak istercesine
küçük pam uklarını hafifçe elime sürtüyor, sırtımı usulca
dürtüyordu. Sağlam. Yerinde. Duş alıyor olsam, onu banyo­
nun dışında yere oturmuş bekler buluyordum. Bir şişe su
almaya ve birkaç telefon görüşmesi için dışarı çıktığım gün.
eve döndüğüm de, onu sokak kapısının önünde dizlerini
göğsüne çekmiş otururken bulmuştum. Karlı bir ovaya düş­
m üş koyu safir taşlarını andıran gözleri, uzaklara dalmıştı.
Koliannı belime dolayıp başını karnıma dayadığında onu
bir daha bırakamayacağımı anlamıştım.
Aynı yaıakıa uyuyor, televizyon seyrediyorsak kucağı­
ma çjkıp başını göğsüm e yaslıyor, bazen de öylece uyku­
ya dalıyordu. Neredeyse yapışıktık. Sessiz ikiliydik, zira
ben de konuşmayı pek istemiyordum. Sorunlarla baş etme
yollarımdan biri de uyumaktı. Şu anda, özellikle bir cena­
ze merasiminin hazırlığı içindeyken içimden sadece başka
bir âleme kaçmak geliyordu. En iyi arkadaşımın cenazesi.
Doğru düzgün vedalaşamadığım kadınınki. Bunu her d ü ­
şündüğüm de. midem kasılıyor, geriliyor ve içi acıyla dolun
bir top haline dönüşüyordu, O nunla vedalaşmayı becere­
medim. Vüzündeki son ifadeyi hatırlayamıyordum, gülüm ­
semiş miydi? Ben ona gülümsemiş miydim? Çehresini gö­
züm ün önüne getireıniyordıım. Canlandırdığım imaj, eğer
hasta yüzüyse, hatırımda luramıyordum. Hastanedeyken
Adele e baktığımda, hasla insanı göremiyordum, onu he*
KN Y A K IN A R K A D A ŞIM IN K l/ I ■ 97

men o kremsi teni, çelik' mavisi gözleriyle sarışın buklele­


ri ve can y;ıkan gülüşü olan Adele’c çeviriyordum. Yanın-
dan ayrılmadan önce bu gülüşü görmüş tnüydüm'' Hatırla­
yamıyordum. Görüntüsü belleğimde tutamıyordum /.im
Adele'i olduğu gibi görmeyi kabullenememiştim, aklımda
kalan son hali değil, sadece vakti zamanında olmuş olan
kadının anisiydi.
Bu arada Tegan odanın köşesinde duruyor, sağ omzunu
duvara dayamış l>eni seyrederken hazırlığımın bilmesini
bekliyordu. Bibisem onunki kadar güzel değildi. Ealing’de-
ki alışveriş merkezinden aceleyle aldığım sade, ayak bilek­
lerime dümdüz inen, V-yakalı, kısa kollu kelen bir tasarım­
dı. Beraberimde yeterince giysi getirmemiştim, bir cenaze
için ise hiç hazırlıklı değildim.
“Elbiseni beğendim," dedim.
Tegan hiçbir kelime söylemiyor fakat kayıbız gözlerini
benden ayırmıyordu.
“Saçlarındaki örgüleri de sevdim. Annem İrenim de saç-
lanmı toplardı Ama benim üç örgüm olurdu. İkisi önümde
biri arkamda.”
Gözleri askı yüzümü terk etmiyordu.
Her bir örgü farklı renklerde kurdelelerle hağlanırdı.
Ablamın da öyle, biliyorsun Sheridariın. Annem örer sonra
etrafına kurdele bağlardı. Senin saçlarını nasıl ördüğümü
hatırlıyorsun, değil mi?"
Hiçbir şey. Mavi gözleriyle bana bakıyor ama dudakları
cevap vermek için kımıldamıyordu.
Yüzümdeki ifadeyi kontrol etmek için ayağımdaki siyah,
parlak ayakkabılara baktım. O lup bitenle uğranmak zaten
çok zordu, cenaze bir kâbus gibi olacaktı, ama Tegan ın.
98 » D o r o th y K o o m s o n

bana karşı yürüttüğü sessizlik kampanyasını sürdürmesi


bunlardan kat kat beterdi.
Gerçi, onun kabahati değildi. Başka ne şekilde davrana­
cağını bilmiyordu. Beş yaşında olup annen ölse ne yapar­
dın? Ve onun yerine, iki yıldır görmediğin garip bir kadın
seninle ilgileneceğini söylese?
Durdum, yüzüm ü bir tebessüm ile süsledim, boylu bo­
yuma doğrularak “Elbisem nasıl sence?” diye sordum.
Tepeden tırnağa süzdükten sonra gözlerimi tekrar yü­
zümde gezdirdi. Düşüncelerine sadık kalarak basit bir kafa
sallamadan öte bir cevap gerektiren soruma yani, elbisemi
nasıl bulduğunu söylemedi.
“Beğendin mi?” diye yeniledim.
Başını sallarken, dudaklarının kenarını kaldırarak hemen
hemen gülümsedi. Beni tanıdığını belirtmesine teşekkür
edercesine, sözlü iletişime doğru küçük ama anlamlı bir
adım atabildiği için onu kollarıma sardım.
“Seninki kadar güzel değil,” dedim.
Tegan’ın ağzı düz bir çizgiye dönüştüyse de dudakları­
nın bana gülümseyen kıpırdanışını hatırlıyordum. Bu beni
birkaç saat daha idare ederdi. “Tamam, ben hazırım, haydi
gidelim.”
11

Adele Brannon
(doğum ismi Lucinda -Jayne Hamilton-Mackenzie)
Lösemiye karşı verdiği amansız bir savaştan sonra vefat etti.
Soyunu kızı Tegan Brannon sürdürecektir.
Cenazesi 31 Temmuz saat 16. 00 da
St. Agnes kilisesi, Ealing de yapılacaktır.

ri tuğlalı katolik kilisesinde, Tegan hareketsiz ve'

G lakayt bir tavırla yanımda duruyor, annesi hakkın­


da kürsüde konuşan insanları seyrediyordu. Ne
olup bittiğini bildiğinden emin değildim. Kendisine cenaze­
lerin ölen bir insana son kez veda etmek için yapıldığını an­
latmış olmakla beraber, ona izah ettiğim birçok şey gibi otel
odasındaki ağlama nöbetinden sonra söylediklerim hakkın­
da ne anladığına dair hiçbir işaret göstermiyordu. Ancak,
şimdi, durumun vahametini sezmişçesine sessiz ve sakin
duruyordu.
100 ■ Dorothy Koomson

Ikına karşın, ben hareketsiz duramıyordum, oturmuyor­


dum. Siyah kelen elbise ve ceketimin altında ısınan la d e ­
nim incc bir ter tabakası ile kaplıydı ve yerimde duramıyor­
dum Yüzlerce, hatta binlerce insanın kıçını koymuş oldu­
ğu altımdaki ahşap bank, yıllarla yassılaşmış, uzun süre
oturmak için uygunsuz ve rahatsızdı. Konforlu bir koltuk bi­
le olsaydı kıpırdamadan duramayacaktım. Zira öyle d u r ­
mak olanlara razı olmak anlamına gelecekti. Adele’in biz­
den kopanlıp alınmasını onayladığımı el aleme ilan etmem
demekti. Bu ölüm işinin ve onu takip eden cenazenin tara­
fımdan kabul edildiğini söylemek olacaktı.
Kilise yüzlerce insanın varlığı ile titreşiyordu. Yüzlerce.
Yüzlercesi onun için son saygı duruşunda bulunmaya gel­
mişti. Oysa Adele bir futbol karşılaşmasına yetecek oyuncu
sayısı kadar insan gelirse şanslı sayılacağını düşünmüştü.
Kişilikli gülüşüyle, “Lösemi kesinlikle arkadaşlarının
kim olduğunu keşfetmene yardımcı oluyor," demişti. Mi­
zah kabiliyeti, son günlerde darağacının gölgesinde kal­
mıştı. Ancak ölümcül hastaların affedileceği sözler sarf
edip duruyordu. Genelde gülüyordum ama bazen öyle laf­
lar ediveriyordu ki, beni bile dehşete düşürüyordu. “İn­
sanları, beni ziyarete gelmediklerinden dolayı suçlamıyo­
rum. Kim, bir hastane odasında oturup ölüm ü hatırlamak
ister ki?“ diye devam ediyordu. “Ayrıca, pek o kadar tanı­
madığın bir insanın cennetin kapısına dayandığını keşfet­
tiğinde nasıl bir tepki verirsin ki? Onu tanımıyorsan, yası­
nı luiamazsın ya, öyle değil mi? Peki, ziyarete gittiğinde ne
dersin? Üzgünüm, seni tanımaya fırsatım olmamıştı, şimdi
de çok geç' mi dersin?"
Konuyu değiştirmeye, Ö ’. kelimesini kullanmasını engel­
lemeye can atarak “Far/ et,” diye geveledim.
EN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI ■ 101

“En büyük pişmanlıklarımdan biri de yeterince sayıda in­


sanla tanışmamış olduğumdıır, keşke daha çok insanın var­
lığına dokunabilseydim.”
Hâlbuki dokunmuştu, bunu bilmesini öyle arzu ederdim
ki. Kilisenin tamamı doluydu ve iki sıra insan arkada ayak­
ta durmak zorunda kalmıştı. İnsanlar ona önem vermiş ve
hatırlamışlardı ki siyah takım elbiselerini, siyah entarilerini,
siyah etek ve bluzlarını giyinip, hüzünlü bir kuzgun sürüsü
gibi, St. Agnes kilisesinde toplanmışlardı. Ben sadece çalış­
mış olduğu birkaç iş yerine haber vermiş, yerel gazete ve ti­
cari medya dergisinde ilan çıkartmış, aynca üniversitenin
web sitesinde vefat haberini yayınlatmıştım. Geri kalanlar
kulaktan kulağa duyarak gelmişti.
Bütün ailem buradaydı. Del’i o denli iyi tanımayan en
büyük ağabeyim bile çalıştığı Japonya’dan uçakla gelmişti.
Ablam da, burada olabilmek için, ailesiyle birlikte Manches-
ter’dan arabayla inmişti. Adele’in hemşiresi Nancy’nin ya­
nında kocası vardı,
Adeie’in babası gelmemişti. Yoktu, orada bulunmak iste­
memişti, çiçek bile gönderme zahmetine katlanmamıştı.
Umurunda değildi. Bu, tüm çıplaklığı ile gerçeğin ta kendi-
siydi. Verdiği tepki bana, geçen haftalarda olup biten olay­
ların tüm ünden fazla acı vermişti.
Adele’in öldüğü gün Mr Hamilton-Mackenzie’yi telefon­
la arayıp olanı bildirdiğimde, uzun bir sessizlikten sonra
“Haber verdiğin için, teşekkür ederim." demişti. Teganı sor­
mamasını, evinden onu kaçırmam konusunda l>eni haşla­
mamasını geçirmekte olduğu şoka yormuştum. Tek evladı
ölmüştü, l>en nasıl sarsılmışsam onu da sarsmıştı. Ölüm ün­
den önceki haftalarda onu görmediğini ve bir daha böyle
! bir fırsata sahip olamayacağını idrak etmişti.
102 ■ D o ro th y K o o m s o n

“Cenaze merasimiyle ilgili sizi tekrar ararım,” dediğimde


teşekkür etti.
Bir hafta sonra, yani üç gün önce yeniden aradım.
Telefonu açtığında sıcak bir sesle “Kamryn, nasılsın?” di­
ye sordu.
Şaşırmış, yanlış numarayı çevirdiğimi zannetmiştim.
Temkinle “Bu koşullarda ne kadar iyi olunabilecekse, öyle­
yim.” diye yanıtladım.
“Biliyorum. Ben de hâlâ kendimi toparlamaya çalışıyo­
rum," derken sesindeki yapmacıklığı duyabiliyordum.
Buna rağmen hakkındaki kötü düşüncelerimden, öğle
güneşinde eriyen buzlar gibi uzaklaşırken “Cenaze ile ilgili
aramıştım,” dedim. Haklıydım. Ölüm ona kızını sevdiğini
kabul ettirmiş, işlediği günahları telafi etme İsteğini tetikie-
mişti.
"Cenaze, ha evet.”
“Cuma günü. Del’in yapamadığı hemen hemen her şeyi
yaptım...”
Güçlü bir sesle “Del?” diye böldü.
“Lucinda-Jane demek istedim. Cenaze levazımatçısıyla iş­
lemlerin çoğunu kendi halletmişti, isteği yakılmaktı geri ka­
lan ayrıntı işlerle de ben ilgilendim. Ama eklemek istediği­
niz bir konuşma ya da ilahi varsa programa sokabiliriz.”
Sessizlik. Neler ekleyeceğini söylemeden önce onu, to­
parlanırken, sesindeki gözyaşlarını bastırmaya ve kendini
bırakmamaya çalışırken hayal ettim. “Katılmayacağım. Ne
karım, ne de ben geleceğiz.”
İtiraz olarak 'lNeden?”diyecekken kendimi zamanında
durdurdum. Neredeyse ona kanmıştım. Oyununa gelmiş­
tim. Her telefon görüşmelerinden sonra Del’in bu kadar bo­
zulmasının nedeni de buydu. Onunla konuştuğunda değiş*
EN Y A K IN A R K A D A ŞIM IN K IZI ■ 103

miş olabileceğine inanırdı çünkü insanı nasıl kandıracağını,


edepli bir insanla konuşuyor izlenimini nasıl vereceğini ga­
yet iyi bilir, seni tuzağa düşürürdü. Tıpkı ölümcül ısırığın­
daki zehri zerk etmeden önce avını hipnotize eden bir yı­
lan gibi aniden saldırırdı. İnsan, bunu daha önce tecrübe et­
miş olsa dahi dayanacak gücü bulamazdı,
Derin nefes aldım. “Tamam,” diyerek soluk verdim,
Onunla ne tartışacak, ne de konuşacak takatim kalmıştı. Za­
ten bu adama ne denilebilirdi ki? Ona ne şekilde ulaşabilir­
dim ki? Yalvararak mı? Kendi kızının cenazesine gelmesi
için ona yakaracak değildim.
Geçen haftanın zorlukları hakkında hiçbir fikri yoktu. İşle­
rimden birinin Adele’in vücudunu tanımak olduğunu ne bile­
cekti? Morgda, hareketsiz olarak yatarken benden kimlik te­
yidi istenen kişinin, başını arkaya atarak gülen o kadın, evde
kalan son cips paketi yüzünden beni itip kakan o arkadaş, sık
sık sutyeninin askı ayarlarını yapan ve kemerini sıkarken blu­
cinin üst düğmesiyle oynayan, sırıtırken saçlarını parmaklan-
nın etrafına dolayan o kız olduğunu doğrulayacaktım.
Önümde duran kişi cansızdı. Solgun gri yüzünde hiçbir
ifade yoktu. Dudakları kenetlenmiş, gözleri kapalıydı, saç­
ları yoklu, başında birkaç sarı tutam kalmıştı sadece. Sedye­
de durgun ve çelimsiz bir halde yatıyordu. Merak eltim, do­
kunsam soğuk muydu? Göründüğü kadar soğuk ve kırılgan
mıydı? Çünkü öyle gözüküyordu, buz gibi ve çelimsiz, hiç
o bildiğim arkadaşım değildi sanki.
Hastanedeki memura "Hayır, bu Lucinda-Jayne Adele
Hamilton-Mackenzie değil dememe ramak kalmıştı Adele
Brannon da değil, lin tanıdığım herhangi biri değil
İşte, bunu yaptım. Hayatımda gördüğüm ilk ölü l>edon
en iyi arkadaşımınki olmuştu. Böyle kahredici bir görevden
104 ■ Do/othy Koomson

sonra acaba Mr llanıilton-Mackenzie kızının cenaze merasi­


mine gelmek için benden rica minnet mi bekliyordu? “Aile­
min fertlerinden birini daha gömmek zorunda kalmak hak­
sızca geliyor,” derken, sesindeki titreme, onun Adele’i defa­
larca hastanelik ettiğini bilmeyen birinin kalbini mutlaka
hurkardı. “Annesini gömdüm. Hu yetmez mi? Çok yapma­
dım mı?” Hıçkırığını yutmak isler gibi duraklayıp, 'Lucinda-
Jane ailemdeki son birey ve onunla vedalaşamam. Anlaya­
biliyorsun değil mi Kamryn? Değil mi?” dedi.
Sesim bir cam levha kadar pürüzsüz “Ya Tegan? O sizin
ailenizin bir ferdi değil mi?"
Durakladı. Duraksama sessizliğe bürünürken aramıza gi­
ren uçurum mağrur bir meşruluk kazanıyordu. O, haklıydı
ve hiçbir şey başka türlü düşünmesini sağlamayacaktı. Hu
şey, inkâr edilemez hakikatin la kendisi dahi olsa fikrini de­
ğiştirmeyecekti. “İyi günler,” diyerek ahizeyi kapattım. İşte
hepsi buydu. Son. Tegan’ı evlat edindiğimde benimle kati­
yen uğratmayacaktı. Asla irtibat dahi kurmayacaktı, kendi­
mi bir yandan rahatlamış ve buna müteşekkir hissederken,
hüzün bıçak gibi kalbime saplanmaya başlıyordu. Kendi
kendime Çocuğunu acaba neden sevmemişti? diye sormaya
başladım. Bir insan nasıl olur da çocuğunu sevemezdi? Ilor
zaman sevmeyebilirdi, ama ya öldüğünde...
Kolumu Tegan’ın omzuna koydum. Daima yanında ola­
cağımı hatırlatma ihtiyacını birden duyumsarken onu ken­
dime doğru çektim. Bedenime dayarken birbirimize dokun­
duğumuz andaki yakınlık sayesinde ona ne kadar önem
verdiğim mesajını iletmek istedim. Tepki vermedi, oracıkla
suskun ve hareketsiz oturmayı sürdürdü.
Dikkatimi toplayarak, papazın hayat, ölüm ve Adele
hakkındukı vaazını dinlemeye başladım. Arkadaşımı tanı­
l-N Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ ! ■ 105

mamıştı. önün için yazdıklarımı tekrarlıyordu. Ayrıca, Ade-


le'i tanıyan insanlarla konuşurken hissettiği sıcaklığı dile ge­
tireli. Memleketin dört bir yanından gelerek saygılarını gös­
termek isteyen bunca insanın varlığı. Adele'in ne kadar
muhteşem bir arkadaş olduğunun kanıtıydı. Konuşmasını
Adele'in anneliğinden söz ederek sürdürürken bir annenin
her zaman çocuğunu büyürken görmeyi arzuladığını fakat
Tegan’ın iyi ellerde olacağından emin olduğunu anlattı.
Kendimi tutamayarak Arkadaş, ben olsam güıvnemez-
dim diye düşündüm. Bu sözler, eminim Adele'i güldürürdü.
“İnan bana, cenazemde böyle bir şeyi ancak sen düşünebi­
lirdin," diyerek bir kahkaha salıverirdi.
Son dualar edildi, son ilahiler söylendi. Cemaatle birlik­
te ayağa kalkarak, pirinç levhası üzerinde ADKLK BRAN-
NON yazısını taşıyan ve ikisi ağalxrylerim olan dört erkek
tarafından kaldırılarak kilisenin dışına götürülmek üzere
omuzlanan meşe tabutu takip etmeye başladım.
Bakamadım, gerçek değildi sanki. Adele bir kutudaydı.
Adr'e yürümüyor, konuşmuyordu. Gitmişti. Bakmak yerine,
gözlerimi etrafımda oturan insanlardan uzaklaştırarak kilise­
nin arkasına çevirdim. Bu insanların hiçbiriyle göz teması
kurmak istemiyordum. Yüreğim götüremeyecekti. Gözyaş-
larıyla dolmuş bir tek yüz dahi görürsem, kontrolü kaybe­
decektim. Otel koridorunda ağladığım günden l>eri bastırdı­
ğım bütün acı ve gözyaşlarını ansızın boşalacak, asla ken­
dimi durduramayacaktım.
Kilisenin arka kapıları açılmış, yaz ansızın yeniden gel­
mişti. sıcak ve parlak. İçeriye ışık girdikçe cenazenin soğuk
ve ümitsiz kış havası usulca kaybolmaya başlamıştı. Kafamı
toplayarak siyah kostümlerin arasında kendimi odaklayacak
bir şey ararken onu gördüm. Siyah takını elbise* içinde sı-
1()6 ■ Dorothy Koomson

yah bir gömlek ve kravat giymişti. Yüzü hüzünle kaplı, hat-


lan ıstırap imindeydi. Kahverengi saçları hafifçe kırlaşmıştı.
Güçlükle solurken bedenim yediğim şokla kaskatı kesildi.
Daha iyi görebileyim diye boynumu uzatıp gözlerimi
kıstım, sonra kapıdan çıkıp kayboldu. Oydu. Kesinlikle oy­
du.
Nate.
Ealing West krematoryumunda ölülerin yakıldığı yerde,
sadece ailemin katıldığı küçük bir tören vardı. İşitemediğim
sözler konuşuluyordu. Tabut yavaşça uzaklaştırıldı, ağır si­
yah perdelerin ardına çekildi, geriye yalnızca hışırdayan si­
yah perdeler kalana kadar milim milim çekilerek ortalıktan
yok oldu.
Bitmişti. Bu işleri idare eden ccnaze işleri müdürüne
baktım. B ir daha yap. Lütfen hir daha yap. Gözlerimle yal­
vardım. H azır değildim. Lütfen geriye sar ki hu sefer dikka­
tim i daha iyi verebileyim. Bir an için bedenimin dışına çık­
mıştım, şimdi de o gitmişti. Alt dudağımı ısırırken yerimden
kjpırdayamıyordum. Herkes dışarı çıktı. Tegan, annem ve
babamla gitmişti. Yalnız kaldığımda mahfilden çıktım, onun
ortadan kaybolduğu perdenin önünde dikilip durdum.
Aklımdan hızla bin bir düşünce geçerken her biri geçti­
ği yerde yanık bir yiv bırakıyordu. Adele. Tegan. İş. Cennet.
Ölüm . Yaşam. Lösemi. Oteller. Nate.
Nate’i düşünüyor olmak bana utanç verdi.
Orda ne yapıyordu? Bir arkadaşının cenazesindeydi. Öl­
düğünü nereden öğrenmişti? Muhtemelen ticari gazetedeki
ilanı görmüştü. Kendisi bir radyo yayıncısıydı. Her sorunun
net bir cevabı vardı. Yine de orada bulunacağı hiç aklıma
gelmemişti. Bu ne demekti? Bir şey ifade ediyor muydu?
O na aşık ııııydı? Ama ikisi de sadece.bir kere demişti. On-
KN Y A K IN ARKADAŞIM IN K l/.l ■ 107

lan terk ettiğimden beri geçen İki sene l>oyunca birbirlerini


görmediklerin» sanıyordum.
Tabii ki, asla emin olamayacak neler olup bitliğini hiç­
bir zaman öğrenmeyecektim... Neyim vardı? Neden bunla­
rı düşünüyordum? Hâlbuki Del'i düşünüyor olmalıydım...
Fakat Nate zihnime giden yolu kurcalayıp duruyordu.
Nate’le olan son görüşmemizi Del'le olandan daha iyi
hatırlayabiliyordum. Nate’le aramızdaki sessizliği anımsıyo­
rum. Gitmemi istemeyen gözlerle kapıdan çıkışım» izlemiş­
ti. 11er şeyin kavgayla biteceğini beklerdim. Ancak bunaltı­
cı şekilde suskundu. Ve yavaştı. İnsanın aldatılmış olduğu­
nu, ihanete uğradığını keşfettiğinde etrafına saldıracağını
düşünmüşümdür hep. Öyle olmadı. Eşyalanmı topladığım
gün evden çıkıp gitmiş, en son defa göreceğimi bildiğim
için, tıraş edilmemiş çenesini, kirli saçlannı ve uykusuz göz­
lerini bir daha görmek için geriye dönüp bakmıştım. “Git*
me,” dediğini duyarken yürüyüp çıkmıştım.
Adele ile büyük bir finalimiz olmamıştı, perdeler inme­
miş ya da sahne kararmamıştı. Herhangi bir güne ait, sıra­
dan bir vedalaşmaydı. Yıllar boyunca “Daha sonra görüşü­
rüz," diyerek ayrılırdık. Kafamı patlattığım halde ona ne
söylediğimi hatırlayamıyordum. Allah’a ısmarladık mı de­
miştim? Onu öpmüş müydüm? Son derece sıradan “Görüşü­
rüz!" laftnr mı etmiştim? Anımsayamıyor ve buna çok içerli­
yordum. Onunla geçirecek az vaktim olduğunu biliyordum
o halde niye her ayrıntıya daha çok özen göstermemiştim?
Niye her dakikaya asılmamıştım?
Midemdeki ıstırap topu birden kasılırken sanki demirden
bir yumruk gibi midemin derinliklerine fırlatılmıştı. İki bük­
lüm olurken, karnımı tutarak rahatlatmaya ve kendime çe­
ki düzen vermeye çalıştım. Onu en son kez gördüğümü bil-
108 ■ D o r o th y K o o m s o n

miş olsaydım ona ne şekilde veda edecektim? Bilmiyorum.


Dönüp bakacağımı biliyorum. Her halükârda bakmış mıy­
dım? Dönüp tekrar göz atmış mıydım? Hatırlayamıyorum.
Bir hafta öncesini değil ama yıllar öncesine ait görüntüsü­
nü. üniversite yılları, üniversite sonrası, çalışma yıllarımızı
gayet iyi anımsıyordum.
Nate. Nate'i de düşünüyordum çünkü bir sonrasında ba­
şıma gelecekleri aklımdan geçirmek istemiyordum.
Sonrasında.
Keşke daha iyi bir insan olabilseydim, cesurca risk ala-
bilseydim, günü yakalayıp yaşamımın geri kalan kısmını t:le
geçirebilseydim. Bir çocuğa sahip olma fikrini kucaklayabil-
seydim. Del öyle yapmıştı. Hamile kaldığını öğrendiğinde
doğal olarak şoka girmiş, bunu yapamayacağını zannede­
rek feryat figan etmiş ama birkaç gün sonra gerçeği kabul
ederek enine boyuna düşünmüş ve sonunda başarabilece­
ğine karar vermişti. Başanlı da olmuştu. Parlakça. Bunu d ü ­
şündüğümde, ilerki yılları hayal ettiğimde sadece ümitsizli­
ğe kapılıyordum. Sıkıntı, zorluk. Fedakârlık. Yıllar yılı baş­
kasından sorumlu olmak.
Akşam yemeğini bir paket Hanımellerle geçiştiren bir ka­
dındım. Çöplük gibi olan evine gitmekten korkan bir kadın­
dım. Kaç hafta önce ertesi gün dönmek üzere aceleyle çık­
mıştım. Bu, giysilerimin, faturaların, kâğıt, dergi ve kartların,
kısmen açılmamış doğum günü hediyelerinin yatak odam ­
da ve yerlerde, yani her yere saçılmış olduğu anlamına ge­
liyordu. Herhalde buzdolabı ve mutfak tezgâhının üzerinde
yeni yeni kiilîer yeşermişti. Ampuller muhtemelen patlamış­
tı. Bütün bunlara ilaveten Tegan’ı hayatıma uyarlamak için
bin bir türlü şeyin değişmesi gerekecekti. Yani ona yeni bir
ev kurabilmem gerekecekti.
BİN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZI ■ 109

Tegan’ın benimle konuşmadığını unutmayalım. İkimiz


sessiz bir evde olacaktık. Annem, Leeds’e dönüp ortalığa
çeki düzen verirken Tegan’ı birkaç günlüğüne Londra’da bı­
rakmamı söyledi. Ama hayır. Uzakta olma fikrine kendi kat­
kınsa bile, ben onsuz yapamazdım. Adele ile son bağlantım
oydu ve iletişim kursun ya da kurmasın bu hatta kalmaya
ihtiyaç duyuyordum.
Açık renk tahtaların üzerindeki ayak seslerini duyunca
birden doğrulup gözyaşlarımı sildim. Boğazımı temizleyip,
günlerdir yansıttığım huzur havasını yeniden yaratmaya ça­
lıştım. Herkes kuvvetli olduğumu, cesur ve yiğitçe davran­
dığımı düşünüyordu. Gerçek, Kamryn Matika’nın rol yap­
makta olduğuydu. Kendimi böyle bir tutum içinde olmaya
zorlamıştım ve etrafımdakileri buna inandırmıştım. Omuzla­
rımı geriye çekip sırtımı dikleştirdim. Derin bir nefes daha
alırken kaslarımın gevşediğini hissettim.
Hafifçe zıplarken elime bir el değdi. Aşağı doğru bakıp
küçük, kusursuzca oluşmuş, şaşırtıcı soğuklukta bir el gör­
düm. Doğduğunda o tombul, pembe parmaklara sanki bi­
rer mucizeymiş gibi bakmıştım. Onları seyrederken, birkaç
saatlik bir bebek değil de sanki elli sene yaşamış, aynı bir
yetişkin eli gibi buruşuk mafsalları, avuçlarında çizgileri
olan o ellere hayret etmiştim.
Gözlerim Tegan’ın ellerinden yüzüne doğru kaydı. O da
bana bakıyordu. Başını arkaya doğru atarken sarı saçları
omuzlarına düşüyordu. Büyük mavi gözleri beni dikkatle
süzüyordu. Beni incelerken gülümsemeye çalıştım. Ağzını
açıp kuıu dudaklarını yaladı. Sonra konuşlu “Sen benim ye­
ni annemsin değil mi?” Sesi zayıf ve titrek çıkmıştı.
Başımı salladım. “Evet hayatım, öyleyim."
‘sonsuz,
sonsuzluğa kadar
çifte y e m in ’
12

egan’a “Yeni evin hakkında ne düşünüyorsun?” di­

T ye sordum.

Krem rengi kanepemin tam ortasında oturmuş,


beyaz bir tişört üstüne pamuklu bir elbise giymişti. Kolların­
daki morluklar geçtiği için artık rahatça kısa kollu bluzlar
giyebiliyor, atlattığı badireler yüzünden ağlamama sebep ol­
muyordu. Tegan’m sarı saçları demet demetti, bir yaşından
beri sahip olduğu Meg adındaki bez bebeğini sıkıca tutu­
yordu. Meg’in siyah yünden saçları, turuncu bir yüzü ve be­
deni, gür kirpiklerle çevrili kocaman kahve gözleri, lacivert
bir elbisesi vardı. Meg’in saçlan da lastiklerle tutturulmuş
demetler halindeydi.
Tegan “Kokuyor,” diye dürüstçe cevap verdi.
Divanda oturan küçük kız haklıydı. Evini çöp tenekesin­
deki balık ve diğer döküntüler yüzünden feci kokuyordu.
Londra’da kaldığım altı hafta boyunca ihmal edilmekten do­
layı gücenmişçesine kötü koku parçacıklarına günl>egün
IX)Uinmuşlerdi sanki. Kapının eşiğinden odada göz gezdir­
dim. Ev daha da dağınık gözüktü: yerlerde kâğıt ve dergi­
114 • Dorothy K<x>ınson

ler duruyordu, köşede ters dönmüş bir ayakkabı, doğum


günümde açmayı bitiremediğim mektuplar güvensiz bir şe­
kilde koltuğun kolunda beklemiyordu.
Karmaşa sonucu duyduğum utancı zihnimin gerisine
atarken “Bunun dışında?” diye sordum Tegan’a.
Yüz ifadesinden deli olup olmadığımı sorduğu okunu­
yordu. Orda bulunan bir şeyi orada değilmiş gibi nasıl farz
edecekti ki? Bu ondan aya uçmasını istemekle birdi.
“Bekle,” dedim. Oturma odasından çıkıp uzun ve dar
koridorda duran valizlerin üzerinden atlayarak mutfağa gir­
dim. Pis kokudan irkildim. Öylesine güçlüydü ki, duvarda­
ki boyaları bile sökebilirdi, çöp kutusunun üstündeki hava
ağustos sıcağında parlıyordu.
Nefesimi tutarken çöpleri dışarıdaki siyah tekerlekli ku­
tuya taşıdıktan sonra dönüp banyoda ellerimi yıkadım. La­
vaboya yapışan diş macunu lekelerini ve kiivet kenarına ya­
pışan ağız gargarasını görünce utançtan yerin dibine geç­
tim. Ellerimi beyaz havluyla kurularken bu dağınıklığa son
vermek gerektiğini fark ettim. Artık yalnız değildim, düzen­
li olmayı, nadiren yaptığım bir şey değil de alışkanlık hali­
ne getirmeliydim. Titizlik derecesinde intizamlı olmayı öğ­
renmeli Herşeyiçin bir yer ve her şey yerli yerinde deyimi­
ni, diş fırçalamak nasılsa yaşamımın bir parçası haline geti­
rene kadar tekrarlamalıydım. Mutfağa dönüp büyük sürme­
li pencereyi açtım. İçeriye ağır ve esintisiz bir hava giriver­
di. Kötü koku yakında kaybolacak, ev yeniden doğal koku­
suna bürünecekti.
Tegan, divanın üzerinde çok iyi becerdiği şeyi yapıyor­
du. Çıt çıkartmadan ve hareketsiz oturuyordu. Bekliyordu.
Onu yönlendirmemi, ne yapacağını söylememi bekliyordu.
lj?in kötü tarafı bunu kendim de bilmiyordum. Her şeyi
EN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I ■ 115

planlamamışım. Hayat içinden çıkmam gereken bir olaylar


listesine dönüşmüştü: bedeni tanımak, cenaze, Adele’in eş­
yalarını toplamak, Leeds’e geri dönmek. Hu aynı zamanda
planın durması demekti. Bir sonraki adımın ne olacağını
bilmiyordum. Hayat, evet. Ama nasıl?
Tegan’a “Bu odan olacak,” dedim.
Önce divana sonra bana baktı. İfadesi, Sen neden bahse­
diyordun? der gibiydi.
“Divanı kaldırıp kötü kokulu mutfağa koyacağız. O za­
mana kadar belki koku da gider. Sana bir yatak satın alırız,
bir de televizyon. Bu televizyon olmaz, çünkü fazla büyük,
bunu da mutfağa koyarız. Hayır, sana küçük bir televizyon
ile bir video alırız ki, çizgi filmlerini filan seyredersin. Du­
varları da istediğin renge boyarız. Kusura bakma, duvar kâ­
ğıtların olmayacak zira bu iş gözyaşları ile bitebilir. Çocuk­
luğumda annemle babam duvar kâğıtları yüzünden az daha
boşanacaklardı...” Tegan beni gezinirken seyrediyordu.
“Her neyse, rengine karar verirsin, ancak uzun zaman kala­
bilecek, kâbus görmene neden olmayacak bir renk olmalı.
Kâbus görmene izin vermediğim için değil, sadece bunu
destekleyecek herhangi bir şey yapmak istemediğim için
bunu söylüyorum.”
“Odaya dönelim. Evet, duvarları boyarız, sana bir halı
ya da benzer bir şey alırım, lamine parkeler çok güzel ol­
sa da, özellikle sabahları yerler pek soğuk olur. Çalışma
masasını da odama yerleştiririm, oraya gayet iyi uyar. Mut­
fağı hem oturma odası hem de mutfak olarak kullanırız.
Çok şükür, yeterince büyük. Bütün bunlar, sana uygun
değil mi"?
Tegan bakıyordu.
•'Çok mu hızlı konuşuyorum?”
116 ■ D o r o t h y K < x m ıs o n

Burnunu sıkıştırıp ağzını kapatırken haşini salladı, Kile­


leri delicesine gevezelik ettiğimi onaylarcasına hopluyordu.
Derin bir nefes verirken divanda yanına çömeklim.
“Özür dilerim,” dedim. “Tek istediğim...” Böyle davranmam
ona baskı yapıyormuşum etkisi yarattı. Sanki kendisini he­
men evinde hissetmezse, hatalı olacaktı. Beni üzecekti.
“Affedersin,” diye yenilerken neden özür dilediğimi pek an­
lamışa benzemiyordu.
Leeds’e giden trene bu sabah binmiştik. Annemler bizi
arabayla getirmeyi teklif ettilerse de ben kabul etmedim.
Londra kısmından tamamen sıyrılmak, sadece ikimizin ola­
cağı, devamı gelecek olan yepyeni bir başlangıç yapmak is­
tiyordum. “Trenle gidersek her bakımdan daha iyi olacak,”
dedim. “Başka bir zaman gelir bizi görürsünüz.” Tuttuğum
kamyonet bizden önce yola çıkmış, Adele’in kutularını, en
büyük çantalarımızı ve beraberimizde alamadığımız diğer
eşyaları taşıyordu. İstasyondan bindiğimiz taksi sokağı dön­
düğü sırada, o da gelmişti. Kutular, dairemdeki yerlerini al­
mak için, apartmanın sahanlığında bekleşiyorlardı. İki yıl
önce taşındığımda, ev koskocaman görünmüş olsa bile, CD,
video, DVD, dergi, elektronik aletler, ayrılamayacağım cici
biciler gibi o kadar çok şahsi eşya biriktirmiştim ki yer bul­
mak bayağı sorun yaratacaktı. Adele’in geride bıraktığı tek
tük eşya için yer ayarlamalıydım. Eşyalarının, deponun en
küçük bölümünde muhafaza edildiklerini görünce çok şa­
şırmıştım. O n adet karton, odanın ancak bir köşesini doldu­
ruyordu. Tüm yaşamı, 32 yılı on tane kartona sığınıştı. Kar­
tonların çoğu, Tegan’a vermemi istediği eşyalar içeriyordu.
Adele hiçbir zaman istifçilik yapma/., süslü eşyalar topla­
maz, hatıra saklaına/.dı. Göçüp giderken gerektiğinden faz­
la alan kapiamamaya dikkat etmişti. Gitmiş olabileceği ka­
KN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZI • 117

dar, işte. Külleri çantalarımın birinin içindeydi. Onları rüz­


gâra savurmayacaktım. Tegan’Ia beraber çiçek bırakabilece­
ğimiz ya da ziyaret edebileceğimiz bir yere gömecektim.
“Pencereleri sevdim,” diye sessizce yorumladı Tegan.
Dairemde hem geniş odalar olduğu için şanslıydım hem de
yatak odam, mutfak ve Tegan’ın odası olacak oturma bölü­
mündeki pencerelerin her biri neredeyse iki metreye yakın­
dı. Muhteşemdiler. Ama Tegan için potansiyel birer tehlike
oluşturacaklar mıydı?
Endişe etmeyi btrak, diye kendimi uyardım. Tegan şim­
diye kadar camdan düşmemeyi başardıysa, neden şimdi
tersi olsun ki.
“Teşekkürler," diye yanıtladım. “Ben de pencereleri sevi­
yorum. Dinle, biraz yiyecek ayrıca yeni bir diş fırçası, şam­
puan ve başka bir takım şeylere ihtiyacımız var, alışverişe
çıkmaya ne dersin? Nasıl fikir?”
Tegan, alçak sesle “İyi fikir,” dedi.

‘Yolculuk seni yormadı değil mi?" Eve geleli ancak bir­
kaç dakika olmakla beraber hareket istiyordum. Sürekli de­
vinim, işlerin nasıl ters gidebileceğini, aynca bu durumun
gerçekte ne anlama geldiğini düşünmekten beni alıkoyu­
yordu,
Gülümseyerek “Hayır, yorgun değilim," dedi.
"Pekâlâ, duymak istediğim işte tam da buydu.”

Komplo. Hir nevi tezgâh vardı.


I3ir şampuan komplosu. Bu kadar farklı şampuan oldu­
ğunu kim bilebilirdi ki?
Tegan’ın saçına uygun bir şampuan bulmak için marke­
tin temizlik bölümünü bastan sona birkaç kez dolaştığımda
bu üründen ne kadar çok çeşiı olduğunu lark eltim. Şam*
118 ■ Dorothy Koomson

puanımı, altı haftada bir saçlarıma fön çektirmeye gittiğim


Roundhay’deki kuaför salonundan satın aldığım, bu yüzden
market reyonlarına daha önce hiç bakmadığım için beyaz
insanlann kullandığı şampuan türleri hakkında hiçbir bilgi
edinmemiştim. Beyaz ırktan küçük bir kıza uygun olanını
ise hiç bilmiyordum. Raflarda göz gezdirirken hoş isimleri­
ni televizyon reklamlarında duyduklarımın çoğu yetişkinle­
re mahsustu. İçeriklerinde bulunan protein ve meyve asitle­
ri konusunda hiçbir bilgim yoktu. Bir çocuğun buklelerine
iyi gelecek miydi? Otelde, oda servisinin bıraktığı ufak şişe­
leri kullanmıştım ancak uzun dönemde doğru bir uygulama
olmayabilirdi. Ayrıca benim şampuanım Tegan’ın saçına iyi
gelmeyecekti. Birlikte yaşarken, Adele ara sıra, kendi şam­
puanı bittiğinde benimkini araklardı. Hem Adele’in saçları
iri dalgalı ve güçlüydü, nemlendiriciye ihtiyacı olduğunu
söylerdi. Tegan’ın saçları ise dümdüzdü, her bir teli ipekten
iplikler gibi incecik ve hassastı. İpek ipliğinden yelelerini
bir kuş yuvasındaki saman yığınına dönüştürüp onlara za­
rar vermek niyetinde değildim.
Kaygıya düşerek Adele bu tip bilgiler vermeliydi diye
içimden geçirdim. Bu mu sükûnet maskemi çatırdatacaktı?
Cesedin kimlik onayı değil, cenaze değil, Adele’in külleri­
nin saklandığı vazoyu teslim almak değil de doğru şampu­
anı bulmaktaki beceriksizliğim mi bunu yapacaktı?
Gerçi yalnızca şampuan değildi, daha da fazlası gerek­
liydi. Emanetim olan küçük çocuğa dair öylesine az bilgim
vardı kİ. Sevip sevmedikleri hakkında en ufak bir fikrim da­
hi yoktu. Kaçırmak istemediği ya da hayat boyu görmese de
aldırmayacağı televizyon programlan hangileriydi? Alerjisi
olduğu gıdalar var mıydı? Ya da sadece sevmediği için ye­
medikleri? Kafasının tasını attırabilecek olay ya da cümleler
E N Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I ■ 119

var mıydı? Saçlarına yararlı olacak ürünler hangileriydi? Te-


gan, düşünce, duygu, ihtiyaç ve arzuları barındıran bir dün­
yaydı. Giriş kapısını bilmediğim bir dünya.
Alışveriş arabasına yaslanıp uygun şampuanı ararken raf­
ları görsel olarak âdeta yağmalıyor, geçen her saniye, içim­
deki güvensizlik yangınına körük gidiyordu. Elinde Meg,
yanımda duran Tegan’a “Hangi şampuanı kullandığını hatır­
lıyor musun?“ diye sordum. Bakıp, kafasını kaşıdı.
Nasıl bu kadar zor olabilir ki? diye sordum içimden. Alt
tarafı bir şampuan. Resmen bir şampuan. Tekini kapıp bu işi
halletmeliyim. Ama kendime almıyordum ki. Saçlarıma uy­
gun olan şampuanı bulmak yıllarımı aldığına göre, Tegan’a
da aynı özeni göstermeliydim. Bir tane alıver işte, Matika,
yalnızca bir şampuan, diye müdahale ettim kendi kendime.
Gözüm ün ucuyla bir satış elemanını fark ettim. Benden
gençti, çocuğu yok gibiydi ama düz saçları Tegan’ınkilere
benzer tonda altın sarısıydı. Bana tavsiyede bulunabilirdi.
Yolunu keserek “Affedersiniz,” dedim.
Yüzündeki gülümsemeye rağmen küçük kahverengi
gözleri dost görünmüyordu. “Buyurun, hanımefendi,” dedi.
Terbiye icabı ona gülümsemekte olan Tegan’ı göstererek
“Bana yardım edebilir misiniz? Çocuğun saçlarına en uygun
şampuanı arıyorum da,” dedim. “En İyi şampuanın hangisi
olduğunu söyleyebilir misiniz?"
Raflara dönerek “Şey...” demeye başladı.
Cevabını bitiremeden “Bilmiyor musun?” diyen bir ses
girdi araya.
Sesin geldiği yöne dönerken, 40 yaşlarında, yuvarlak
hatları olan, çiçekli bir etek ve buluz giymiş anne kılıklı bir
kadın bizi seyrediyordu.
“Özür dilerim, bana mı söylediniz?’’ diye sordum.
120 ■ Dorothy Koomson

“Evet, hangi şampuanı alacağını bilmiyor musun?"


Satın ne diye düşündüm. Terbiyesiz olmamak için ken­
dimi tutarken “Şey, daha önce hiç satın almadım da,” diye
yanıtladım. Kadına, mağaza görevlisiyle yaptığım konuşma­
da fazlalık olduğunu hissettirerek arkamı döndüm.
Bir an için takmasam da, sonra söyledikleri zihnimi kur­
caladı. Kaşlarımı çatarak “Bir pazarlama müdürüne niye ço­
cuk şampuanı ile ilgili soru soracaktım ki?"
“Anne-babası kesinlikle hangi şampuanı kullandıklarını
bilirler.”
Ha, birden durum açıklanmıştı; küçük beyaz bir çocu­
ğun yanında zenci bir kadın ancak hizmetli olabilirdi, yani
çocuk bakıcısı. Aynaya bakıp bakıcıya benzer bir halim var
m id iy e merak ettim. Bol mavi bir blucin, kısa kollu ve açık
bir yakası olan kırmızı bir buluz ve siyah spor ayakkabılar
giyiyordum. Sırtımda siyah deri bir çanta taşıyordum. Tabii
ki beni gören biri, 32 yaşında, başarılı bir ulusal pazarlama
müdürü olduğumu düşünmeyebilirdi. Ne var kİ, bana ba­
kan kimse* bir dadıya benzetıııezdi. Birçok insan, soğuk ve
ciddi bir havam olduğunu söyler, akıllarından geçtiğimde
dastça ya da sevecen sıfaimı yakıştıramazlardı. Çocuklarına
bakmam için buna kim para verecekti ki? İler neyse, zaten
neden ebeveyni olmayacaktım ki? Bu kadın hakkımda ne
biliyordu da bana bakıp lıemen bir hizınclli olduğumu d ü ­
şündü? Tegan’ın üvey annesi olabilirdim.
Annesi de bilmiyor,” dedim sıkı tuttuğum dudaklarımın
arasından. Mağaza satıcısı, ola ki fiziksel bir kavgaya dönü­
lürse güvenliği çağırabilsin diye korkuyla kenara çekildi.
Muhtemelen ele, birbiriıııi/e sişe hrlutmaya ballarsak çapraz
akse >akalanıijatuak istiyordu.
EN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI • 121

Çocuğu mağazanın içinde yakalayarak alıkoyduğumu iti­


raf edeceğimden em in bir tavırla “Anne-babası nerede?" di­
ye sordu.
İçin için öfkelenirken kelimelerimden zehir akacak gi­
biydi ama yine de sakince “Size ne oluyor?" diye sordum.
“Bu çocukla ne yapıyorsun?"
Ukalaca “Madem bilmek istiyorsun o benim evladım,
onun velisiyim.”
“Sen mi?”
“Evet, ben."
“O n u n velisi gibi davrandığını biliyorlar mı?" Kadın sesi­
ni yükseltip dikkatleri üzerimize toplamaya çalıştı. Diğer
müşteriler gözlerini anında bize çevirirken çocuk bezlerine,
pamuk, bebek müması ve şişelerine bakıyor izlenimi verse­
ler bile belli ki bize kulak kabartıyorlardı.
“Ben rol yapmıyorum,” diye hırladım,
Yine bağırarak “O zaman ne yapıyorsun?” dedi.
Ne yapıyordum? Yaptığım bütün bunlarla mücadele et­
mekti. Doğru şam puanı bulam adığım için gözyaşlarına bo-
ğıılm am aya çalışıyordum. Her gece, bir şişe votkayı en ya­
kın arkadaşım dirilinceye kadar devirmemek için kendimi
zor tutuyordum. N işanlım ın■beni aldattığını, yedi yılımı
verdiğim şirketin Londra'daki pazarlam a müdürü görevini
bcılen sürdürmekte olmadığımı kabullenmek için elimden
geleni yapıyordum.
Tegan blucinimi, dizimin biraz üstünden hızla çekiştirin­
ce aşağı doğru baktım.
"İşte, b u n u sev iyo rum ," derken elinde tulluğıt parlak tu ­
ru n c u ren k te ki siseyi ıı/atlı. Y an ım d :ın ıı/uM aslığını (ark et­
m e m iş tim bile. Ş a m p u a n ı a klım , reyonda herkesin bana
b a k tığ ın ın b ilin c in d e o lm a kla İKraber dikkatte etiketini
122 ■ Doıothy Koomson

okumaya Kışladım. İçeriğindeki kelimeleri cidden okum u­


yordum ;ım;ı çekinecek bir durumum d;ı yoklu. İçimden
öyle geliyorsa bile, kimse buradan kaçıp saklanmama ne­
den olamazdı. Şampuanı sepete atmadan önce, Tegan’a ba­
kıp sırıttım, o da bana geri gülümsedi.
Kadının "Burada ne yapıyorsun?” sorusu havada kalmış­
tı. Yine de ona dönerek tatlı bir şekilde gülümsedim.
“Ne mi yapıyorum? Şampuan satın alıyorum.”
Tegan elini elime kaydınrken başlarımız dimdik arabayı
iterek o bölümden uzaklaştık.
Kalbim, hızla göğsümde atarken kulaklarımda gümbür­
düyordu. Gelecek hafta, ay hatta yıllarda bu durumla sık sık
karşılaşacaktım. Yabancılar, Tegan’ın yaşamımdaki yeri hak­
kında sorular soracak, Tegan’ın ‘velisi’ olduğuma hemen
inanmayacaklardı. Tegan’ı evlat edinmek için gerekli evrakı
gönderdiğimden beri, bu meselenin o kadar da kolay olma­
yacağını keşfetmiştim. Aylar, belki de yıllar alacaktı. Düzen­
leyip aşmam gereken bir yığın resmi engel, doldurmam ge­
reken sürüyle form vardı. Herhangi bir kimse tarafından da­
hi olsa sorulan bir yığın şahsi bilgiyi açıklamak zorunday­
dım. Fakat tüm bunlar dahi yetmeyebilirdi. Irklar arası evlat
edinmek çok, çok nadir yapılagelen bir olaydı. Özellikle, di­
ğer yönde, yani zenci bir kadının beyaz bir çocuğu evlat
edinmek istemesi söz konusuysa. Bunu başarmalıydım.
O gün otel odasında, Tegan, yatışıp kollanma güçsüz bir
halde çaresizlikle düştüğü zaman, ani bir zihin açıklığı ya­
şadım. Adele’in son yolculuğunda yanında bulunmayıp ona
yardım etmemiş olmayı telafi edebilecektim. Tegan’a sahip
çıktığımı ispatlamanın tek yolu onu evlat edinmek olacaktı.
Salt sorumluluğunu üstlenip velisi olmakla yetinmeyecek,
ailenin bir ferdi yapacaktım. Adele’in arzuladığı gibi annesi
KN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI • 123

olacaktım. Nc var ki, şimdiye kadar edindiğim bilgilere gö­


re buna iznim olmayabilirdi.
Tegan “Kyn anneciğim,” derken daldığım düşüncelerden
beni sıyırarak irkilmeme neden olmuştu. Kaşlarımı çattım.
“Hana nasıl hitap ettin?”
“Ryn anneciğim,” diye tekrarlarken Tegan bana deliymi­
şim gibi bakıyordu. Yaşamı boyunca Ryn teyzeciğım deme­
miş de her gün anneciğim diye seslenmişti sanki.
“Iiana neden anneciğim dedin ki?”
Küçük çehresi birden ağlayacakmış gibi bakıyordu ‘ Ba­
na yeni annem olduğunu söylemiştin,” derken masmavi
gözleri yaşla dolmuş, sesinde ona yalan söylediğimi ima
eden suçlayıcı bir tını belirmişti.
Ağlamasını istemeyerek boyun hizasına kadar çömeldim.
Son ağlama nöbetinden edindiğim tecrübe epey hırpalayı-
cıydı. Her ikimiz de bundan zihnen yaralanmış, sakinleşme­
miz ise birkaç saat almıştı. Marketin ortasında, bana hitap
edişine dair sudan bir nedenle kalbini kırmayacaktım. “Öy­
leyim.” Solgun yüzü rahatlamıştı. Saçını düzeltip sakinleş­
mesi için gülümsemeye çalıştım.
Kafasını kaşıyarak ‘Ama gerçek annem değilsin. Esas an­
nem cennete gitti ve geri dönmeyecek.”
Boğazım düğümlendi. Usulca “Doğru,” diye katıldığımı
belirttim.
“D em ek ki, Ryn teyze değilsin artık."
“Sanırım değilim.’’
“Ryn anneciğim sin,” diye noktaladı. Mantık kurma yete­
neği etkileyiciydi. Bu ne kadar zeki o lduğunu ispatlıyordu.
Sahi b u n u unutm uştum , T eganın daha üç yaşındayken yat­
m a saatini değiştirmek için ileri sürdüğü bahaneler gayet
başarılıydı.
12-4 ■ D o r o th y K<x>msc>n

-Tamam. ben Ryn anneyim, bana ne sormak istemiştin?”


Tegan burnunu çekerken nemli gözünü elinin tersiyle
sildi. Aceleyle yutkunarak "Biraz... biraz çikolataya iznim
var mı?" diye sordu.
“Evet ama sebzeni bitirirsen." Sorumlu ebeveynler böyle
şeyler söylemez miydi?
Kalp şeklindeki yüzü aniden bir gülümsemeyle aydın­
landı. Metal çerçeveli sepetin içindeki yiyecekleri işaretleyip
“Hiç sebzemiz yok ki," derken kıkır kıkır gülüyordu.
Bugün sebze satın almamaya karar verdim. Boğazından
yükselen küçük, yumuşak kıkırdamaları, yüzünde beliren
geniş tebessümü o kadar uzun bir süredir görmemiştim ki,
hiçbir kuvvet ona sebze yedirmemi sağlayamazdı. “Bak ben
oradayım.“ dedim sıntarak. “Bugün sebze yok. Ama yarın­
dan itibaren sağlıklı beslenmeye başlarız, tamam mı?"
Başını salladı. Sonra, ayağa kalkmama vakit kalmadan
kollarını boğazıma dolayıp çabucak sıkıp bıraktı. Alışveriş
arabasının yanındaki yerine döndüğünde sanki bana hiç sa­
rılmamış gibi uzaklara bakarak iki eliyle bebeği Meg'i aıtu-
yordu. Doğrulurken, bir defasında bindiğim teknedeki hali­
mi hatırladım. İçim dışıma çıkarken teknenin kenarına ya­
pışmış. midemde sanki safra ile karışık salamura çözeltisi
çalkalanıyor duygusuna kapılmıştım. O şiddetli bulantı san­
ki geri gelmişti. Onu evlat edinmeme izin vermezlerse ne
yapacaktık?
13

el in kartını alıp Londra’ya gitmeden ve Tegan’dan


önce sürdürdüğüm bir yaşam vardı. İş hayatım.
Sadece iş. Leeds’e taşındığımda beni aklıselim tu-
tan tek şey olmuştu.
Görevim, büyük bir mağaza olan Angeles’in Ulusal Pa­
zarlama Müdürlüğüydü. Zincir mağazalar yüz yı! önce Le-
eds'de bir nıhafiye dükkânı olarak açılmıştı. Merkezi hâlâ,
Londra’da değil, Leeds’deydi. Büyük İngiliz şehirlerinin
hepsinde bir şubemiz bulunurken hedefimiz uzun dönem­
de en büyük rakibimiz John Lewis’in önüne geçmekti.
Londra’daki mağazanın bölge pazarlama asistanı olarak
başlamış, bütün şirketin pazarlamasından sorumlu yardımcı
müdür pozisyonuna kadar yükselmiştim: esas görevim Li-
i’İng Angeles adlı şirket içi magazininin yönetimiydi. O ay
işlenecek konunun seçiminden tutun bitmiş kopyaların im­
zasına kadar her şeyi kendim yapıyordum. İptal olan düğü­
nümden iki ay evvel ülke müdürü Ted Payne’e bu işi baş­
latmasında yardım etmiştim. IX*rginin ilk yayınını koordine
Ctmem için Leeds’de bir ay geçirmeni planlanmıştı. Naie \e
120 ■ l\m>thy K ooııı.son

Adele'i terk etlikten sonra, Tedin daha ilk karşılaşmamız­


dan İK'ri teklif elmiş olduğu Ulusal Pazarlama Müdürlüğü
görevine talip olduğumu söyleyince hemen kabul edilmiş,
Londra'da olan bu işi LeecK'de kaydırmak için şansımı zor­
lamıştım.
Living Angeles, mevsimsel bir dergiyken, son yıllarda ay­
lık olarak çıkarılmaya başlandı. İş yüküm üç katına çıksa da
fark etmiyordu. Yaşamım zaten işten ibaretti.
Londra'dan ayrıldıktan üç ay sonra, Leeds şehri dışında­
ki Horsfonhta bulunan evimi satın aldım. Geceleri eve dön­
mekte zorlanıyordum. Hayat boyu başkalarıyla yaşamıştım:
ailem, Adele, sonra Nate. İş yerinden her çıkışımda, boş bir
dairenin yankılanan sessizliği ile yüzleşmek son derece ağır
geliyordu. Benim için çok büyüktü. Satın alırken pek dik­
kat etmemiştim. Yüksek tavanlı ve davlumbazlı mutfak, altı
metre olduğu halde gözüme kilometrelerce uzun görünüy­
ordu. Oturma ve yatak odaları dört metreden uzun değildi,
ancak bu kadar geniş bir alanda tek başına olmak moralimi
bozuyordu. En nihayet, anahtarları aldığım o gece, antrede
yere oturup korkuya kapılmıştım. Dairede, almayı akıl et­
mediğim için, hiç mobilya yoktu. Duvarlar nefret ettiğim
beyaz dışı renkteydi, en berbatı da dehşet verici sessizlikti.
Simsiyah görüntüsü, tıpkı insanın çocukken odasının pen­
ceresinden gördüğü karanlık kadar korkutucuydu. Dolapta­
ki canavar, merdiven altında yaşayan isimsiz şey. Sessizlik
ve yalnızlık içinde yaşamak için biçilmiş kaftan değildim.
Bu bana göre değildi. Dehşet gözyaşlarımla somutlaşırken
iki büklüm oluvermiştim. Koskoca dairede yalnızdım. Yeni­
den başlayacaktım.
Bildiğim iki seçenek vardı: bütün bu zorlukların altında
ezilmek ya da is yerinde mümkün olduğunca uzun saatler
E N Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I • 127

geçirmek. Evimi, aylarca gün ışığında görmedim. Sabahın


yedisinde işe gidiyor gece saat on sularında çıkıyor, sonra
da yorgunluktan sürünerek yatağa girip uyuyordum. Evde
tek başıma kalmamak için hafta sonları dahi çalınıyordum.
Zaman geçtikçe, manyak iş temposunu biraz yavaşlatmış
ve iş yerinde gerçek dostlar edinmiştim. Bir tanesi de, aynı
cam bölmeli ofisi paylaştığım Betsy Dawali idi. Diğeri, pat­
ronum Ted Payne. Ted'e diğerlerinden daha yakındım.
Ted, ellilerinde, beyaz saçları, az kırışmış yüzü ve güçlü
çene yapısı ile yaşıtlarına göre istisnai çekiciliğe sahip bir
adamdı. Gerçi sadece bakışları değildi. Ted, hep aynı kibar­
lığı, sakin tavrı ve dolaysız konuşma şekliyle inanılmaz sek­
si bir görünüme sahipti.
Leeds’e döndüğüm gece ziyaretime gelmişti. Pahalı, ku­
sursuzca ütülenmiş lacivert bir kostüm içine beyaz gömlek
giymiş, kırmızı bir kravat takmıştı. Divana otururken gözü
beyaz şarap bardağına takılmıştı. Boyun bağını açıp, beyaz
saçlarının arasından parmaklarını geçirince çalışma saatle­
rindeki clerli toplu hali bozulmuştu. Dış görüntüsünü rahat­
latmasına karşın odada dolaşıyor, huzursuz bir tavır sergili­
yordu. Benimle göz göze gelmekten kaçınmış, beyaz şarap
teklifimi kabul ederken bile hafif bir gülümsemeyle geçişti­
rip gözlerini başka yöne çevirmişti. Elimde şarap bardağı,
büyük kırmızı mindere oturmuş Ted'ın bakışlarını benden
kaçırışını izliyordum.
O nu böyle görmekten hoşlanmamıştım. Her zaman den­
geli ve güçliı görünen Ted, şimdi aksine sinirli ve kararsız­
dı. Herhangi bir durum karşısında nasıl davranacağını hep
bilirdi. Adele’e bakmak için altı ay süreyle iziıı islediğim za­
man her şeyi ayarlayan kendisi olmuştu. Haitada üç gün ev­
den çalışma teklifini getirmişti. Adele’in vefatını ve bir ço-
US • lîo m t ln K o o m im ih

t ıık büyüteceğimi bildirmek için aradığımda, hem yas hem


vlo annelik i/ni .ılın.um sağlamıştı
Ted Kışını kaldırıp beni ıı/tın stirc inceledi. "Kamryn,"
diye Kışlarken ne söyleyeceğinden korkarak nefesimi tın
tum “Haberlerim var. Seni endişelendirmemek için daha
önce söylemedim. Meıı... ayrılıyorum."
Bardağı, elimden kaydırmak üzereyken halıyı lekeleme­
sin diye sıkıca kavradım. Beni terk ediyordu. Hayatımdan
çıkıp gidiyordu. Ted'in siyah gözleri, gerektiğinden çok da­
ha uzun bir süre boyunca bakışıma kilitlendi. Bir şey daha
olmalıydı. Bu haberi tamamlayan bir şey. “Seni bir daha
görmeyeceğim hissine neden kapılıyorum ki?" diye temkin­
le sordum.
“Ava ile birlikte İtalya'ya taşmıyoruz. Herşeye sil baştan
başlayacağız."
Yalnız şirketten değil ülkeden de ayrılıyordu. “Bu... se­
nin için muhteşem olmalı. Affedersin, yapmacık kaçabilir
ama değil. Senin adına gerçekten çok sevindim ama kendi
hesabıma çok üzüldüm. Seni özleyeceğim.”
Gülerek “Gittiğimi hissedecek vaktin pek olmayacak,”
dedi.
Gülemedim. Ted, ona ne kadar önem verdiğimi bilirdi.
Altı sene önce tanıştığımızda, Londra’da birlikte bir proje
yürütmüş, daha sonra yardımcısı olmamı teklif etmişti. Lond­
ra'ya yerleştiğimi bildiği halde “Matika, bir gün seni bezdire­
ceğim." demişti. Tam iki yıl önce, Nate ve Adele arasında ge­
çenleri öğrendikten üç gün sonra, teklifini yeniden gözden
geçirmiş pozisyonun hâlen açık olup olmadığını sormuştum.
Çok şaşırdığı yüzünden, hafifçe çattığı kaşlarından belliydi.
Ama hiç soru sormayarak, resmen başvurmak için neler yap­
mam gerektiğini söyledi. İsi zaten vermişti sanki. Yeni göre-
i:.N YAKIN ARKADAŞIMIN K l/I • I ¿V

viıııe başladığımda. I.ivinj* Angeles» kıırınak için birlikte gt%


saallere kadar çalışıyor, yemek ısmarlıyor sonnı d;» yürıiye
rek beni otelime bırakıyordu.
Otele yürüyerek donduğum u/ özel bir cuma gecesi. bir-
birimi/e iyi hafta sonları dileyerek resepsiyonun önünde
ayrıklık. Kendime bir daire bulana kadar ev edindiğim ole)
odama çıkıp karanlıkta yalağın kenarına olurdum Kilerimi
sıkmak dışında hiçbir şey yapamıyordum, ürkmüş ve yal­
nızdım Dakikalar sonra kapı çaldı. Zorlukla hareke! edebil­
diğim için açmam zaman aldı. Ted’di.
“Kamryn,"’ derken yüzü endişeyle kırışmışlı “İyi misin?
Geçtiğimiz haftalarda bayağı bozuktun ama bugün daha da
kötü görünüyorsun... Neyin var?”
Yarın evlenecektim," diye itiraf ettim Hafta U>yunca
ağır bir yük taşıdım sanki. Nate ile ertesi gün evlenmeyi
planlamıştık. “Yarın evleniyor olmalıydım."
Şaşkınlığını hüzünlü bakışlarının arkasına saklayarak ses­
sizce, “Ah Kamryn," dedi. Kollarını etrafıma dolarken yüzüm
iyice buruştu, benimle yatağa uzandı, bütün geceyi kâh he-
ni tutarak kâh saçlarımı okşayarak yanımda geçirirken sessiz­
likle hıçkırıklar arasında gidip geliyordum. Sabah teşekkür
etmek için yüzüne Iraklığımda, kapıyı açtığını zamanki aynı
hüzünlü, endişeli gözlerle l)eni seyrelmekle olduğunu fark
etlim. Aramızdaki sessizlik ve anlayış durağandı, sonra başı­
nı eğip öptü. Beni öplii, onunla yatmaya karar verdim. F.vli
olduğunu, az zaman önce kansı Ava'dan ayrıldığını ama şim­
di yeniden birlikle olmayı konuştuklarını biliyordum ama yi­
ne de niyetlenmiştim. Son haftalarda kaylx>lmuşluk, acı ve
yalnızlık duygulan içimle olmaktan bitkindim ve farklı bir
şeyler hissetmek isliyordum. Herhangi farklı bir şey Birkaç
dakika için dahi olsa. Sorunlarımı çoğaltacak olsa bile. Goın-
130 ■ D o r o th y Kooırı.sun

leğinin düğmesine iliştim fakat beni durdurdu. “Ren... ben...”


diye kekeledi. "Üzgünüm. Ava’ya geri döndüm."
Rahatlamıştım. Üzerimdeki yük kalkmıştı. Cinsellikle baş
edebileceğimden emim değildim ve çok şükür buna gerek
kalmamıştı. Ted, tekrar beni kollarına alırken ihtiyacım ol­
duğu sürece yanımda kalacağını söyledi. Neredeyse bütün
cumartesi gününü yatakta geçirdik, uykuya bile daldım. Pa­
zar günü gitti, o geceden bir daha hiç bahsetmemiş olmak­
la beraber birbirimize çok daha yakınlaşmıştık. Zayıf yanı­
mı görmüştü, altı ay kadar sonra ben de onunkini keşfet­
miştim, Karısı onu yeniden terk ettiğinde, bütün bir gece
unutmak için içmiş, daha sonra evine sağ salim dönmesine
yardım etmiştim. Daima dayanışma içinde olan bir dostlu­
ğumuz vardı, yokluğunu hissedecektim,
"Öyleyse, Ava ile yürüteceksiniz,” dedim.
“Kesinlikle.”
Cevabının ikna gücü kaygılı yüz ifadesiyle zayıflamıştı.
Bu karara karısı tarafından itildiğinden endişe ederek
“İstediğin bu değil mi, Ted?” diye sordum. Evli oldukları
son 20 yıl zarfında karısı onu birkaç kez terk etmiş ancak
Ted her seferinde “O n u seviyorum," diyerek geri
döndüğünde onu kabul etmişti.
“Kvel Kamryn, istediğim bu."
“O halde sorun ne? Benden ne gizliyorsun?"
"Söylemesi pek kolay bir şey değil...”
"Sadece söyle."
“Yerime geçecek insanı buldular. Geçen birkaç halta b o ­
yunca, devir teslim için kendisiyle çalıştım.1*
Şarap bardağı tekrar d in u lc n kayıverdi. “Yani, haıuı bu
po/.isyon;ı başvurma şansını dahi vermediler im? Beni İni
işin ayarında görmüyorlar mı?"
KN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZI • 131

“Öyle değil Kamryn, şimdi bir çocuğun var, bu işi ya­


pamayacağını kendin de biliyorsun. Gece geç saatlere ka­
dar çalışıp Londra ve F.dinborough’ya seyahat etmen zor
olur."
Aşağılanma duygusunun verdiği hararet, ayaklarımdan
başlayarak tüm bedenimi yakarak saçlarımın ucuna kadar
çıktı. “Bu yüzden mi? Bir çocuğum olduğu için mi?”
“Erkek olsaydım böyle olmazdı ama değil mi? Baba ol­
dukları vakit hiç kimse erkeğin işine olan bağlılığıyla ilgili
yorumda bulunmaz. Bir erkek, Allah’ın ona gönderdiği bü­
tün saatler boyunca çalışır ve hâlâ iyi bir baba olarak görü­
lür çünkü ailesine para getiriyordur. Ya da her akşam işten
erken çıkabilir ve patronu işine karşı olan sorumluluğuna
dair onu sorgulamaz. Zira o aynı zamanda çocukları ile ka­
liteli zaman geçirecek hayırlı bir babadır. Erkeksen, hep ka­
zanırsın."
Ted, hararetli konuşmamdan etkilenmeyerek sakince
'Hepimiz seçimler yaparız, Kamryn" dedi. "Sana yapılanın
doğru olduğunu söylemiyorum ama gerçekten Tcgan’la ge­
çireceğin vakitten çalmak ister misin? Bir kez çocuk olacak,
bunu kaçırmak hoşuna gider mi? Özellikle de annesini ye­
ni kaybetmişken ve sana ihtiyacı varken? Onunla geçirece­
ğin saatleri işte harcamak sana neler hissettirecek?"
Mavi kostümlü adam haklı olmakla birlikte gücenmişli-
ğim damarlarımda zonkluyordu. "Bu kendi seçimim olma­
lıydı. En nihayetinde benim hayatım söz konusu. Başvur­
maya, işi yapabileceğimi ispatlamaya dahi fırsatım olmama­
sına sinir oldum. Hayatımla ilgili karar vermeyi’ nasıl tiiret
ederler? Angeles hesabına yedi yıl çalılıktan sonra bu mu
ameleyi mi görmeliydim? Kendilerim ne zannediyorlar? Bu
mı sineye çekeceğimi mi sanıyoılar?
132 ■ D o r o lh y K o o n ıs o n

Ted "Şirket, sana ne kadar saygı dııydugıınıı ve seni sev­


diğini, Londra'dan çalışmanı desteklemekle sonra da olum
ve annelik izinlerini vermekle ispatladı,” diyerek l>eni ikııa-
ya çalıktı.
“Herhalde önceliklerimin de değişmiş olabileceği gerçe­
ğini de düşündüler” Ağız dolusu şarap alıp yutmadan önce
solgun pastel sıvının keskinliğinin dilime sızmasını bekler­
ken orada tuttum. “Tanrım, çok kızgınını,” dedim, tüm be­
denim teslimiyetle çökmüştü. Mesele sadece İşle ilgili değil­
di. İktidarsızlık duygusunun yaşamımı içine çekmesi ile il­
giliydi. Her şey kontrol dışında kalmıştı. Öncc Adele’in gö-
çfipgilmc’Sini engelleyemedim. Sonra, Tegan'ın dedesi tara­
fından eziyet görmesini durduramadım. Annelik dayatıldı
ve şimdi de işim. Beni daima ayakla tutan, dengede kalma­
mı sağlayan o şey benden koparılıp alındı. Kaderimin efen­
disi olmayacaktım artık. Koşullar, en iyi planlanma balyoz
gibi inmişti. Yaşamımın tüm alanları üzerinde denetimi kay­
betmiştim. Şikayet etmeye dahi hakkım yoktu. Nasıl haksız­
lığa uğradığımı, her şeyin ne kadar adaletsiz olduğunu din­
leyecek kimsem olmamalıydı. Kabullenecek, üst dudağımı
gerip susacaktım, bu kadar.
"Yeni pazarlama müdürü nasıl biri?’'
Ted gayet diplomatik bir ses tonuyla “Luke Wiseman mi?
Çok hırslı,"diye açıkladı. “Kafa avcıları tarafından bıı pozis­
yona getirildi." Daha kötü. ‘Bir yönetim danışmanlığı firma­
sından.” Beter. "Harvard Business Schooldan mezun. Bir
sürü yeni fikri var, bu lam da Angeles’in ihtiyaç duyduğu
şev."
"Sanırım, haklısın.’'
Ted arkasına yaslanırken i> yaşamıma dair baklayı ağzın­
dan çıkarttığı kin anık rahatlamıştı. Gözleri ilgiyle miuş-
KN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I ■ 133

unlatır, “Ebeveynlik nasıl?" diye sordu. Ted ve Ava'nm ço­


cukları olmamıştı, evliliklerini sürekli sallantıya sokan da kı­
sır olmalarıydı. Ava’nın ç<x:uğu olmuyor, evlat edinmeye
karşı olduğu için sürekli Ted’i terk edip bir başka kadınla
çocuk yapmasını istiyordu.
“Güzel," dedim. Ted’e ne kadar uğraştığımı söyleyeme­
yecektim. Yerimde olmak için her şeyini verirdi. Baba ol­
mak, içeride uyuyan bir çocuğa bakıyor olmayı çok islerdi.
“Güzel, zar zor idare ettiğin anlamına m» geliyor?"
“Hayır, o kadar kotu değil. Ancak, uğraşmam gereken
tonla iş var.~
“Tegan’ın annesi gibi mi?"
“Evet, arada o da var.”
“Konuşmak ister misin?” Kahve gözleri aynı öpüştüğü­
müz gecedeki gibi kaygıyla dolmuştu.
“Doğrusu, hayır. İtalya’ya taşınmakla ilgili planlarından
söz et. Fn önemlisi de. ziyaretinize ne zaman gelebileceğim.’
Saatler sonra, kısaca sarılıp vedalaştığımızda, dışarıdaki
taksi Ted’i bekliyordu.
Aynlırken, ‘ İyi bir anne olacaksın," dedi.
Sıcak bir gülümsemeyle “Teşekkür ederim,’ dedim.
“Olacaksın, bunu biliyorum. Sana olan güvenim sonsuz."
“Sağ ol, patron. Birkaç haftada görüşürüz."
“Evet, öyle." Merdivenlerden inerken, durdu. “Ha, söyle­
meyi unutacaktım, henüz Londra'da olduğun sıralarda seni
bir aradı. Çok hoş. genç bir adam. Cenazeye gidıf> gitmeye­
ceğini öğrenmek istedi. Adı neydi? İsmini hatırlamanı çalı­
şarak, ellerini şaklattı.
Endişe etmesine gerek yoktu zira kim olduğunu biliyor­
dum.
"Ha, evet. Nathaniel Turner.”
14

D
uvarlarım. Beyaz, hafif kremsi güzel duvarlarım.
Her şeyden fazla acı veren buydu. Duvarlar. Otur­
ma odasını kaybetmek o denli kötü değildi. Öyle
çok özene bezene kurmamıştım. Duvarları boyamak içinse
saatlerimi harcadığım zamana acıyordum. Duvarları boyadı­
ğımda tuğlaları döşemiş sonra harçla sıvamıştım. Şimdi de
hepsi bozulacaktı.
Tegan, elinde boya fırçası, ayağının dibinde kırmızı bo­
ya kutusu, ufacık yüzünde mutluluk, heyecan ve endişeyle
kanşık ayakta duruyordu. Saçını korumak için başına be-
yaz-mavj bir eşarp bağlamıştım. Uzun koliu pembe bluzuy­
la blucinini giydiği için kaygılı olsa bile yetişkinlerin deko­
rasyon işlerinde böyle giyindiklerini anlattım. Bunu ispatla­
mak istercesine eski ustalık takımlarımı giymiştim Lacivert
pantolon, pembe tişört, san ve beyaz çizgili başörtüsü.
Tegan “Gerçekten duvan boyayabilir miyim5" diye emin
olmasa çalıştı. Geçen dakikalarda bu soruyu beş kere sormuş­
tu.
"Evei islediğin her hangi bir renge."
I-N Y A K IN A RK A D A ŞIM IN K IZI ■ 135

Bir önceki gün D IY mağazasına gitmiş bir düzine delik­


li şekil kalıbı satın almıştık -hayvanlar, yıldızlar, ay dedeler,
güneşler, yunuslar, balıklar- ayrıca kırmızı, mavi, kahve, sa­
rı ve yeşil lx>yalar. Bütün odayı yeniden lx>yamaktan daha
ucuza geliyordu. Parasal olarak değil ama zaman ve hijyen
anlamında daha ucuza mal olacaktı.
'Buraya bir balık boyayabilir miyim?”
Pencerenin altındaki yeri gösteriyordu. Eski boyaları giz­
lemek için yere yatmam gerekecekti. Orası şimdi de, bir ba­
lığın lütfüyle süslenecekti. “Hangi renge boyamak istersin?"
Gösterdiği kırmızı boya kabından, zaten sıcak olan odaya
dumanlar yükseliyordu. Pencereler ardına kadar açıktı, fa­
kat dışarıda en ufak bir esinti dahi olmadığından krem ren­
gi tül perdelerde hiç kıpırtı yoktu. "Kırmızı.”
"Haydi boya öyleyse,'’ dedim. Balık kalıbını alıp duvara
bantla yapıştırdım. Sonra da sanatçının eserini icra etmesi
için kenara çekildim.
Tegan, teyit almak istercesine, son bir defa daha yüzüme
bakıp kalıbın ortasına fırça darbesini vurdu. Her bir darbesi,
kısa ve güdüktü, sinirli ve kararsız, balığın içini doldurunca­
ya kadar kenarlarına taşmasın diye dikkatle vuruluyordu.
Balık duvarda yapayalnız duruyordu. Kremsi beyaz ok­
yanusta duran yegâne renk sıçramasıydı.
"Tamam, şimdi sıra hangisinde?" diye sordum.
Tegan “Filde," diye karar verdi.
"Ne renk?"
“Mavi olur mu?" diye sordu.
“Hanımefendi mavi isterse, mavi olur." Diz çöktüm, tomj-
vidayı alıp mavi boya kutusunun kapağının altına sokarak
kaldırıp açtım. Zengin, derin mavi bana doğru parıldıyoalu.
Kapağını, yerde duran gazetenin üzerine dikkatle koydum.
136 • D o r o th y K o o rn s o n

Tegan fiJ kalıbını boyarken, radyoda kanalları karıştırma­


ya gittim. Açık pencereler, sıcak ve rutubetli havanın için­
den akmakta olan güneşe uyum sağlayacak, kolay dinlenir
bir müzik buldum. Daha önce pencereyi açtığımda havanın
nasıi da güzel koktuğuna şaşırmış, gözlerimi kapatarak içi­
me çekmiştim. Burada atmosferin ne kadar farklı okluğunu
unutmuştum. Ne kadar çok sevsem, laf kondurtmasam ve
her ne kadar ‘evim’ olsa da, Londra yaşam temposundaki
telaşa doymuştu. Başkent olmanın çılgın koşuşturması ha­
vada kokuyordu sanki. Leeds de bir şehirdi fakat çığırından
çıkmamıştı.
Peter Gabriel’in söylediği ‘Solsbury ////fin piling piling
pilingi başlarken odayı ve evi doldurması için sesi iyice aç­
tım. Dün gece, Tegan odamda uyurken bütün mobilyaları
salonun ortasına itmiştim. Çalışma masamı sökmüş, iMae'ı
yatak odama, yerde bir köşeye koymuştum. Eşyaların .üze­
rine eski kremsi beyaz örtüler seriliydi. Duvardaki fili dik­
katle boyamakta olan Tegan’ın öne doğru eğilmiş bedeni
gergindi. Yüzündeki konsantrasyonu görmekten çok hisse­
debiliyordum. Duvarlara mavi işaretler yaparken pembe
dudaklarının arasından çıkan ufak dilini, kaşlarını çatarken
gözlerinin yaptığı iş üzerinde iyice yoğunlaştığını tahmin
edebiliyordum. Gülümseyerek, radyonun sesini bir iki çen­
tik daha yükselttim.
Bütün öğleden sonrayı odayı hayvanlarla süslemek için
geçirdik. Tegan kendine münhasır bir çocuktu. Her hayvan
arasındaki mesafenin eşit olduğundan emin • olmaya
çalışırken yerden de aynı yükseklikte olmalarına dikkat
ediyordu. Bu da benim, cetvelle her hayvanın komşuları
arasındaki uzaklığı ölçmem anlamına geliyordu. Şahsen,
kusursuz olmayan bir dünyada yaşayabilirdim ama Tegan
EN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZI • 137

için bu m ümkün değildi. Neredeyse iıer konuda kesin bir


tavır sergiliyordu. Gece yalağın hep aynı yanında uyunıalıy-
tlı, yemeğini, tabağının ortasından başlayıp dışına doğru yi­
yordu, dışarıdan geldiğinde, ayakkabılarını çıkartıp İıer de­
fasında aynı yere, mutfak kapısının yanına bırakıyordu.
Bense, tekmelercesine ayağımdan fırlatır sonradan takılıp
düşmemek için kenara iterdim.
Örtüİü mobilyaların yanında durup yaptığımız el işine
baktık. Çok güzeldi. Tegan’ın rengârenk hayvan çemberi.
Resim ve boya da iyi olduğu belirtmeye değerdi. Muhteme­
len annesine benzemişti. Ama babasının da sanatçı yönü
vardı. Nate, daima kâğıt köşelerine bir şeyler karalardı. Bar­
da otuaırken, gecenin sonunda, bira içmekte olan bir ada­
mın karikatürünü çizmiş olduğunu görürdüm. Evde televiz­
yon seyrederken daima kâğıt üstünde çiziktirirdi. Bu, onun
gerginliğini atma şekliydi. Bazı insanlar sigara içer, diğerle­
ri tırnak yer, Nate ise çizerdi.
Cenazede gördüğüm günden beri, Nate kafamı kurcala­
yıp duruyordu. Zihnimde, Tegan. Adele ve baş etmem ge­
rekenlerden geriye kalan alan Nate’le doluyordu. Lond­
ra’daki eşyalarımı topladığım akşamdan beri onu pek dü­
şünmemiştim. Beynimin bir köşesine onu ittiğim yer fark et­
meyeceğim bir yerdi sanki. Ancak, o, şimdi bunu ihlal et­
miş, zihnimde boş kalan her nişe ulaşıyor gibiydi. Beni ara­
mıştı. Adele'in gittiğini öğrenip beni aramıştı. Barışmayı mı
umuyordu? Ya da bunu benimle yeniden konuşmak için bir
bahane olarak mı kullanmak istemişti? Belki de sadece ce­
nazeye gidip gitmeyeceğimi bilmek istemişti.
Radyoda 7.iken Vitrin' çalıyordu ve Nate'ı bir kenara it­
tirip, onun siyahlar içindeki imajı yerine Madonnu nııı )>e-
yaz göıünlüsünü, klipte kendi ekseni etrafında dönerken o
I,SH ■ I)onıihy K‘ ><jııısfjiı

hiç d r bakır <>hu.ıy:ttı halini g ö z ü m d e canlandırm aya basl.ı


dini M adge'ın sc.si hışm ıyla kaybolana katlar radyonun
düğm esini çevirdim . Y ü z ü n d e şaşkın bir ifadeyle beni sey­
relmekte olan Tegan'a baktım . Ih 'şy a şın d a k i b ir çocuk için
uyı>un b ir şarkı mıydı}' Merak ellim . İla , çak çağın ın
dinlem işti hile. Erdenlik yıllarım da, ilk d u y d u ğ u m kez, p a r ­
çanın sözlerini hem en anlam am ışım ı.
Elimi ona uzattığım da, m avi, kırm ızı, yeşil ve sarı b oy a­
ların birbirine geçtiği p arm aklarını avucum a kaydırdı. M ü ­
ziğin tem posuna uyarak, kalçalarım ı kıvırmaya, başım ı sal­
lamaya haşladım . Klini elim le oynatırken beni takip ediyor­
du. bed enlerim iz, m ü zik le bir hareket ediyordu. Sıcak o d a ­
nın ve tüten renklerin içinde dans elliyorduk. Klini havaya
kaldırarak o n u birkaç kez d ö n d ü rm ü ş sonra iki elini yaka­
layıp kollarını sallamaya başlam ıştım . Birden başını geriye
atıp gülerken kıkırdam ası, karnında çalkalanıp yükselen
bir gargaraya benziyordu. Y üreğim i ısıttı. O n u yakalayıp
kollarıma doğru çekerken o d a n ın etrafında d ö n ü p durduk.
H afif gelmişti, hafifti am a g ö rü n d ü ğ ü n d e n çok daha daya­
nıklı ve sağlamdı.
Kahkahalar atarken başım arkaya atıyor, kollarımda tut­
tuğum vücudu sanki benim le bir dans ediyordu.
Likea Virgiıı\ Cyndi L aupe rın Girls Jııst l Y'enına H m v
/•»»'ta k ip etti. T eganı yere koyarken ikim iz de kollarımızı
havaya kaldırmış birbirim izden kopm uştuk. Tegan, bazı ke­
limeleri biliyor ve koroya eşlik ediyordu.
Gülerek "Bu annem in en sevdiği şarkı," dedi. Sonra da,
ne yaptığının farkına varıp durdu. Geçen hafta boyunca an­
nesinden bahsetmemişken birden gündem e gelmişti.
Ben de danM bırakırken kalbim göğsüm de davul gibi
güm bürdüyordu Cyndi ^ırkisini içtenlikle söylemeye de-
/ A ' Y A K f . \ A ftK A J M Ş IM J \ Y.l/l • MV

vaııı rd«'ik<n Tıgaıj'la bakıştık. İler bir v>z<ıık sanki «lifi


ıııi/i yıı 1:«11 l>ir <«ifıı palasıydı sanki.
Tııtıılmuşiuın. Zorla iledeyip radyoyu kapadım. Scssi/hk
a/ıi w keskindi BöyJesim* hatırlama anlarıyla nasıl yüzleşe­
ceğimi bilmiyordum. Bir Çoı uğa <>lütıı olayı karasında nasıl
yardım edileceği hakkında bilgi edinmek için elimden gele­
ni yapıyordum ama okumak tecrül)enin yerine geçmiyordu,
kaklı ki İni konuda hiç deneyimim yoklu. Metinlerin hiçbi­
rinde, bunun gibi birden anmi-saına durumlarında nasıl dav-
ranılacağına dair bir açıklama yazmıyor, giden annen, en iyi
arkadaşınken eğlenmekte olabileceğin anlar hakkında fikir
beyan etmiyordu. Hiçbiri, suçluluk ve kızgınlık gibi ikiz
duyguların ne şekilde ele alınacağını anlatmıyordu, bir yan­
dan, böyle berbat bjr şeyin olabildiğini bir dakika unutup
birazcık eğlenmekten ötürü duyulan suçluluk diğerinden
sevdiğin insanın seni terk etmesinden dolayı hissettiğin kız­
gınlık. Sonra da böyle gücenmiş olmanın gelirdiği daha da
fazla suçluluk. Ardından suçluluk yüzünden daha çok kır*
gınlık. Dışında kaklığım bir spiraldi, Bu tıpkı yoldaki bir su
birikintisinin etrafında yürümeye fakat yanına yaklaşmama­
ya benziyordu. Gerçi bu duygulardan uzak durmaya çalış-
; nuık demek, Tegan’a hangi sözcüklerle konuşacağımı bil­
memek oluyordu. Ona kızgınlık, hüzün, karmaşa ya da acı
duygularının doğal olduğunu nasıl anlatacağımı bilemiyor­
dum. Bizi sarıp sarmalayan acıya rağmen, günün yirmi dön
saatinde üzüntü duymak zorunlu değilken, ara sıra gülme­
ye de hakkımız olabilirdi.
Tegan kemikli omuzlarını silkerek, bacak bacak üzerine
atıp boya kutularının yanına olurdu.
Yanma çö kü p onu "Haydi, bundan daha iyisini yapabi­
lirsin." diye tatlılıkla ikna etmeye çalıcım. Sorunun kvriğı\-
140 • D o ru th y K o o m s o n

le kendim de mücadele ederken Tegan'a bazen mutlu o lu ­


nabileceğini ne şekilde anlatmalıydım ki?
Hana bakarken, iri mavi gözleri kalp biçimindeki solgun
yüzünde ışıldıyordu. Saniye önce sırıtırken yukarıya çekil­
miş dudakları büzülm üştü.
“Güneş çizmeye ne dersin?" dedim. Hakti. “Kocaman,
sapsarı bir güneş. Ev de olabilir?” Başını salladı. ‘'lam anı,
büyük sarı bir güneş. Hirkaç tepe de olsun mu? Yeşil te­
peler.” Kaia salladı. “Peki, kocaman bir güneş, birkaç ye­
şil tepe. Haşka ne olsun?"
“Ağaç,” diye fısıldadı.
"Olur, ağaçlar. Sanırım, ağaç boyayabilirim. Daha?"
“Çikolatadan çiçekler."
“'l amam. Demek ki büyük sarı bir güneşimiz, yeşil ya­
maçlarımız, ağaç ve çikolatamız olacak. Çiçekleri kırmızı ve
beyaz şekerlerle yapsak olur mu? Ağaçlardan sonra yeterli
miktarda kahvemiz kalmayacak.”
Hirkaç saniye duvara baktıktan sonra bana d ö n ü p tekli*
fimi kabul etmişçesine başını salladı.
“ilence annen güneşi, tepeleri, ağaç ve çiçekleri çok se­
verdi,” dedim. Del’in var olmadığını farz edemezdik. Acı
verse bile ondan söz etmenin bir yolunu bulmalıydık. "Ben­
den çok daha güzel lıoyayabileceğinden eminim,'’ diye ek­
ledim.
Tegan, nemli ve .sorgulayan gözleriyle bir dakika boyun­
ca, uzun ve suskun bana baktı.
"Annem, bir sürü resim çizerdi." dedi.
i'vet. tabii ki öyle yapardı. Çok da başarılıydı. Hadi, öy­
leyse," deyip yere çönıeldinı. "Bunu bitirdiğimizde, gidip
yatağım satın alırız
HN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI • I 11

Tegan, kapıda durup “Hu gerçeklen benim odam ını?“ di­


ye sordu. Yeni yaşam alanını incelerken, arkasında duruyor­
dum, gözden bir şey kaçırmamaya dikkat eder gibi Irasını ya­
vaşça çevirerek bakıyordu. Tegan’ın lek kişilik yatağının sev­
kıyatı bir haftamızı daha aldı. Aynı ofiste çalıştığım iş arkada­
şım Betsy’nin 50 yaşlarında somurtkan bir adam olan ve
nedense Belsy’nin bütün emirlerini yerine getiren Brad
yardıma gelecek, birlikte mobilyaların yerlerini değiştirecek­
tik. Krem rengi divan, sırlı kapıya verecek kamumda, mutfa­
ğın yemek yenilen 1bölümüne taşındı. Kırmızı mimlerim, du­
vardaki girintinin dibine, kitap rafları kurduğum köleye yer­
leştirildi Brad, 56 ekran televizyonu da divanın tam karşısına
taşımama yardım elti. Beisy, mutfaktaki geniş yemek masası­
nı almaktan minnettar olacağını söyledi, Bu masa, AngeleMan
şirket çalışanları için aldığım özel indirime rağmen bir serve­
te mal olmuştu. Akça ağaçtan ayakları vardı, üstü buzlu cam­
dı. Sırtlarında yine camdan plakaları olan altı iskemlesiyle ta­
kım oluşturuyordu. O nu saklamama İmkân olmadığından ye­
rine mutfağı Tegan’ın odasından ayının alışap bir nıasa aldım.
Bilgisayar, yazıcı ve diğer takım taklavat yalak odama
bağlandı. Ksas sorun kitaplarımdı. Oturına odasında Inryaz
raflara üç grup halinde dizdiğim 5fX)’dcn fazlası vardı. Bu
rafları satın alıp kitapları yerleştirmem IH ayımı alınışken
onlardan çabucak vazgeçmek istemiyordum. IHıvar oyu­
ğundaki kitap raflarına sığmayanları, yerde, televizyonun
yanında kule gibi üst üste istiflcnıistiın Televizyonun diğer
yanına da videokasellerle DVD'leıi koymuştum Kitapları
saklamaya kalan tek yer koridordaki İH'Ş adet gonııııe do­
lap olabilirdi ama yarısı zateıı Adele in kutularıyla dolmuş
tu. Mutfaktaki küçük televizyon .simdi Tegan m <*lasınd.ıy-
dı. Sürekli bakıp durduğu odada.
M 2 ■ D o ro th y K o o m .s o n

Yalanına, bir yüzünde hııluilu Kir gökyüzü manzarası


olan tek kimilik kuştüyü bir örtü sermiş, aynı desenden yas­
lığını da üzerine yerleştirmiştik. Pencerenin yan tarafında
açık renkle ahşap bir dolap, altında ise kalkınabilir eşyala­
rını, iç çamaşırları ve çoraplarını koyabileceğimiz bir şifoni­
yer duruyordu. Biri kırmızı diğeri beyaz renkle iki geniş ha­
lıyı televizyon ve yatağın önüne sermiş, kimine parke üze­
rinde kaymalarını önlemek için aklarına özel yapıştırıcı
bantlar kullanmıştım.
Şöminenin diğer yanına koskocaman bir oyuncak kutu­
su koyduk. Tegan'ın sevdiğini bildiğim ve dinlemeye bayıl­
dığı kitapları için özel bir raf yaptırdık. Hn nihayet, Tegan’
yazdığım parlak renkli hadleri kapıya astım. "Evet, bütün
bu alan sana ait ve istediğini yapabilirsin," diye yanıtlarken
anlatmak istediğimi lam söylemesem bile anlayacağına ka­
rar verdim.
"Cidden ve gerçekten mi?" Hâlâ, kapıdan içeri girmiyor­
du. “Elbette ki. Odana girmeyecek misin?”
İsınma adımları atıp yaıağa oturdu.
"Güzel, bu gece kendi yalağında uyumaya ne dersin?
Ama hâlâ yanımda yatmak istiyorsan bana göre hava hoş.”
"Bu yatağı sevdim." diye ilan etti. "Tegan’a göre yeterin­
ce büyük.”

Harika. İçecek bir şeyler hazırlayacağım, neden televiz­
yon ya da videoyu içmiyorsun?”
İstekle başını sallayarak yatağından atladı ve paralan sö­
külüp yeni satın aldığım video oynatıcısı ile alt aka duran
küçük televizyona doğru koşmuştu.
Son zamanlarda, bayağı para harcamıştım ve her şeyin
hu kadar pahalı olması beni çok korkutuyordu. Para işleri­
ne gelince pek de tutumlu olduğum söylenemez. İpotek se­
KN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K I/.I ■ M .J

netlerimi, faturalarımı zamanında öder, eğlenmeye çok para


harcardım. İşteki mevkiime rağmen o kadar fazla kazanmı­
yordum. Hesabımda olandan fazla para çekiyor, kredi kartı
kullanıyordum. (Nate para konusunda benden dikkatliydi.
Ne yazık ki, tutumlu tavrı bana pek sirayet etmemişti.) Bun­
dan böyle doyuracağım, giydirip bakımını sağlayacağını bir
çocuğumun olması beni zorlayacaktı.
Her ne kadar sevsem de, Del para açısından da berbat­
tı. Ne kadar tedbirsiz olduğunu anlamam için (ilmesi gerek­
li. Üstelik sorumsuzdu da. Hakkında bu yargıya varmaktan
kendimi alamadım. Gerçekten öyle düşünüyordum. Del,
mesuliyetsizdi. Kızını sevdiği su götürmezdi ama hiçbir şe­
kilde geleceğini sağlama almamıştı. Londra’ya ilk taşındığı­
mızda, birlikte kiraladığımız dairede yaşamışlardı. Del’in
durumu müzminleştiği zaman da, babası ve eşiyle oturmak
üzere oradan ayrılmışlardı.
Tasarrufları yoktu, zengin bir giysi koleksiyonu dışında
hiçbir şey yoktu. Hayatının büyük bir bölümünde serbest
çalışmıştı. Çocuk bakımı için esnek saatlere gereksinimi var­
dı. Yaşam sigortası olmadığı gibi olası ihtiyaç durumları için
herhangi mali bir desteği yoktu. Yaptığı en mantıklı şey,
kredi kartından sigorta primlerini ödemek olmuştu. Böyle-
ce, şirketlere ölüm belgesini gönderdiğimde, geri ödeme
yapabileceklerdi.
Tıpkı benim gibi, mali olarak yetişkin olmaya başlamak
için dünyalar kadar zamanı olduğunu zannediyordu. Nate,
üç ay boyunca, bana gözdağı vermeseydi, ben de hayat si­
gortası primini ödemeye başlamayacaktım. Farkına varma­
dan sonsuza kadar yaşayacağımı düşünüyordum ama her­
halde belli bir noktadan sonra, yani daha yaşlandığımda.
144 ■ D o r o lh y K o o m s o n

ebediyen yaşamayacağımı kabullenip gazetelerin finans


sayfalarını okumaya başlayacaktım.
Mu dediğim henüz olmamıştı. Aynen, DcTin de başlama­
mış olması gibi. Kemerleri sıkmamı/, gerekecekti.
İçecekleri hazırlarken Tegan'a yeni yaşam alanına alışa­
bilmesi için zaman veriyordum. Yanına döndüğümde, Meg'i
yatağına sokmuş, bütün kitaplarını boy sırasına göre rafa
dizmişti bile.
Onun için hazırladığım bir tabak müsliyi alırken “Bu
odayı sevdim," diye açıkladı. Odanın ortasında, Tegan’ın
tam karşısına, yere oturup etrafıma bakıyordum. Guild-
ford’daki odası kadar büyük değildi belki ama ona aitti ve
içinde kötü anıları yoktu. Hatıradan bahsederken...
“Odayı beğendiğine memnun oldum Tiga,” dedim.
"Sana bir şey vereceğim.”
"Hediye mi?" diye sorarken, gözleri pırıldadı.
“Sayılır," dedim. Yerimden fırlayıp mutfağa, bir önceki
gece Tegan uyurken arayıp bulduğum hatırayı getirmeye
gittim.
“Başta bunun seni üzeceğini biliyorum ama her halükâr­
da bulundurman gerekli diye düşünüyorum.”
Del in hastanede, yatağının başucunda bulundurduğu
Tegan'la çekilmiş resmi uzattım. Kala kafaya verirken le-
gan’ın kollan annesinin boynuna dolanmış, cam çerçevenin
arkasından her ikisinin bakışı sevimli ve içtendi.
Elimdeki fotoğrafa bakarken Tegan'ın gözleri yuvaların­
dan uğramış bir an kararsızlık çekmişti. Sonunda, Horlicks
bardağını yere koyup resmi aldı. İki eliyle tutarken ö n ü n e
bakıyordu. Yüzüne düşen saçları hatlarını gizlemişti ama
dudaklarının b ü k ü ld ü ğ ün ü görebiliyordum .
' Annen çok güzeldi, değil m iv'* dem eyi göze aldım.
KN Y A K JN A R K A D A Ş IM IN K IZI ■ M5

Başını kaldırmadan sallayıp onayladı.


O nu vaktinden önce fazla zorlamış olmaktan korkarak
“Sergilemek zorunda değilsin, canım." dedim. “İstersen sak­
layabilirim."
Kim bilir ne düşünmüştüm? Bütün gün Adele'in resimle­
rine bakmayı istemezdim, öyleyse o neden bakacaktı ki?
Tegan kalkıp resmi televizyonun üzerine koydu.
“Bence, orada durmalı. Olur mu Ryn anneciğim?"
Başımı sallarken gülümsedim. “Gayet iyi, sevgilim."
15

~rtşırtı. Fiske. Müdire Hanım sayfalan gözden ge-


#— J çirdikçe hışırdatıyordu. Onu oturduğum yerden
JL J- sessizce seyrederken Tegan’ın da yan koltukta
çıtı çıkmıyordu.
Müdire, asabi bakışlarımızdan bihaber, tuttuğu dosyanın
bir sayfasında durup gözlük taktığı halde gözlerini kısarak
dikkatle okudu, daha sonra başını kaldırıp ikimize lütufkâr
bir bakış yöneltti. Kaygıyla gerildiğimi hissederken profes­
yonelce fırlattığı gülüşü, dikdörtgen şeklindeki yüzünü da­
ha da genişletiyordu. Sonra, kafasını eğip dosyayı Tegan’ın
önünde özetledi. Bej dosyanın içindeki sayfaları çevirirken
bakışını takip ediyor kalp atışlarımın arttığını hissedebiliyor­
dum. Onlara hiçbir evrak vermediğim halde, bu kadar bil­
giye nasıl ulaşmışlardı? Hiçbirform dahi doldurmamıştım.
Çocuğu bir sonraki dönem okula kaydetmek için gerek­
li izlemlerin neler olacağını sorduğumda, sadece ismini, es­
ki adresini ve önceki okulunun adını sormakla yetinmişler,
doldurulacak bir form olmadığını belirtmişlerdi.
“Hiç yok mu?" diye sormuştum.
EN Y A K IN A R K A D A ŞIM IN K IZI ■ 147

“Hayır,” diye cevap geldi.


“Ama bu, herhangi birinin herhangi bir zamanda buyu­
rup ‘Bir çocuğum var ve bu okula gitmesini istiyorum.’ di­
yebilmesi anlamına gelmez mi?”
Sekreter “Civar mahallede oturuyorsa evet, bir de tabii
okulda müsait yer bulunmalı,” diye yanıtlamıştı.
“Demek ki, yakında oturan herhangi biri, herhangi bir
zamanda gelip ‘Bir çocuğum var ve okulunuza göndermek
istiyorum,’ diyebilir mi?”
“Neticede, evet.”
“Bu pek doğru gözükmüyor.”
“Neden?”
“Çünkü bir süper marketin indirim kartına sahip olmak
bile daha zor, ya bir sahtekâr gelirse?”
"Sahtekâr bir çocuk mu?"
Öyle sorulduğu vakit, bana delirmiş gözüyle bakılabilir­
di ama bence temelde bu sistem yanlıştı. Büyürken herhan­
gi bir gruba iştirak edebilmenin zorluklarıyla karşılaşmıştım.
Kız Rehberler, öğrenci birliği, banka, iş yerleri, daima dol­
durulacak formlar, açıklanacak bilgiler, dünya âleme dağıtı­
lacak kişisel belgeler olmuştu. Bunun da daha zor olması
gerekirdi. Sonuçta, başöğretmenle görüşmeyi talep ederken
yaşamımı zorlaştırdığım ortadaydı. Aslına bakacak olursa­
nız, okulun da yerini görmek istemiştim. Tegan’ı yeni bir
çevreye, yaşamının büyük bir kısmını geçireceği bir mekâ­
na bırakmadan önce kendim gidip görmeyi tercih ediyor­
dum. Gün içinde yaptıklarını anlattığında nereden söz etti­
ğini gözümde canlandırmak istiyordum. Okulun düzgün ve
güvenli olduğuna dair edindiğim bilgilerin doğruluğunu
tespit etmek istiyordum. Yeraltına giriş delikleri ya da sızan
duvarlar olmadığını gözümle görmek istiyordum. Okulun
1-îtt ■ D o r o th y K o o m s o n

standartlarıma uyup uymadığını denetlemem gerektiğine


inanıp görüşme talebinde bulunalı bir halta oluyordu, G ü n ­
ler geçtikçe bu ihtiyacım kaylx)lurken okul tarafından geri
çevrilme olasılığı yüzünden endişe duymaya başladım. Bir
şey yapabilir, o şey de. neticede Tegan't okula kabul etme­
melerine yol açahilirdi. Hu korku zihnimde, sadece bir ola­
sılık olarak değil kesinlik kazanana kadar büyüdü. Hu sa­
bah iki belki de on kere giysilerimizi değiştirmiştik. Sonun­
da, kendim siyah bir elek üzerine yakışan beyaz bir ceket,
Tegan da pamuklu kırmızı bir elbise altına l>eyaz bir tişört
giymişti. Saçımı maşayla düzleştirmiş, yana doğru tanıyarak
her zamanki modelimi yapmıştım. Tegan’a kırmızı bir kur­
deleyle bağladığım bir atkuyruğu yapmıştım.
Kvden ilkokula yürürken, terleyen elimi Tegan’ın eli­
nden çekip kurutmam gerekmişti. Daha öncesinde, bir top­
lantıya hiç bu kadar telaşla gittiğimi hatırlamıyordum. Ama
m üdürün odasına doğru ilerlerken, mideme bir katırın tek­
mesi gibi giren kramp, çok daha fazla kaygılanacağımı doğ­
rulamaktaydı.
O kul müdiresi. Bayan Mollaby, geniş yüzündeki çizgiler­
den anlaşıldığı gibi ellilerine merdiven dayamış, grimsi be­
yaz saçlarına alçak bir topuz yapmıştı. Ne var ki, parlak
renkli harflerle okulun adının yazılı olduğu beyaz bir tişört
ve beli lastikli taşlanmış bir blucinden oluşan kıyafeti bakış­
larıyla tezat oluşturuyordu. Kendimi uyumsuz ve aşırıya
kaçmı> hissetmeme neden olmuştu.
İske m le m d e d o ğ r u lu p k e n d im i. A n g e le sta k i y ö n e lim
k u m lu n u n dergi yıkarına tıkrim e yeşil »sık verm esini sa ğ la ­
yan ö z g ü v e n li tavrı takın m ay a zorlam ışım ı. G erçi, herhalde,
g özle rim b e n i ele veriyor, d osyayı nereden te m in enikleri
h a k k ın d a k i kaygılarını] ve sayfalarının lıa n g i bilgileri
KN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZI • U9

çıkarttıkları konusunu kafamda fazlasıyla kurduğumu belli


ediyordu. Adele’in öldüğünü belirtmiş miydi? Tegan'tn ba­
basının kim olduğunu itiraf etmiş mıydı? Bir zamanlar onla­
rın yakın akrabası gibi gözüken kadının onları terk etliğini
anlatmış mıydı?
Başını bana doğru kaldırırken ".lirs.10 Matıka..." diye sö­
ze başladı Bayan Hollaby.
“Ms.n Malika," diye kestim.
“Ms?” diye yanıtladı. Sesindeki hafif kırılma, medeni ha­
limi sorguluyordu sanki. Boşanmış mıydım ya da şu liberal
kadınlardan mıydım?
"Ms. Miss,u birbirinin yerine geçebilir," diye yanıtladım.
"İliç evlenmedim ama insanların bunu bilmesini hiç isteme­
dim. Demek istediğim, erkekler medeni hallerini ilan etmek
zorunda değiller, öyle değil mi?" diye ekledim. Asabi gülü­
şüm, odanın içinde boş ve düz çınlarken, dengesiz biri ol­
duğumu teyit ediyordu.
“Anlıyorum," dedi.
"Bana Kamryn diyebilirsiniz,”
Yüzü, yeniden profesyonel bir tavırla gülümserken lx*ni
rahatlatmaktan ziyade bel kemiğimden yukarı titrek bİT ür­
perti hissettirdi.
‘ Kamryn," derken seslenmekten ziyade bir emir kıva­
mında çıkmıştı.
"Yazık ki. eşiniz sizinle gelmedi "
Sakince "Eşim yok.' diye yanıtladım.
Bayan Hollaby alnını kırıştırarak Teganın velisismi/.
öyle mi?"
'I:\el, velisiyim."
Hışırtı, hışırtı, fiske, fiske. Mıss ec\ap bulmaya çalı^ıvor.
Tegan'ııı neden Ivyaz leni ve sarı saclarıyla, kaine irnlı kı-
IS O ■ n o ı i’iln K«M>nı.son

vırcık saçlan olaıı bir volisi okluğunu anl.mıak ivin, sayfala


n imvlemeve vonıden başlıyordu
Bilginin kaynağını bulmaya v,'al»^nu»sıtıı seyrederken,
onun, uykudan yeni kalkıp karanlıkta el feneri arayan bir
kadın gibi sendelemesine i/in vermeli miydim diye bir an
dükündüm. KHvtte ki. yapamadım. Tegan’ın sorumluluğu­
nu üstlenecek şahısların, başına gelenlerden haberdar ol­
ması gerekiyordu. Müdürü bu konuda aydınlatmalıydım.
Açık ve net bir şekilde “Tegan'ın vasisiyim, yasal sorum-
lusııyum." derken sesim bunu Tegan’ın önünde tarttşmak
istemediğimi iyice vurguluyordu. Arzumu güçlendirmek
için de Tegana bir göz adım. İskemlenin ortasında oturu­
yor, kollarıyla Meg’i sararken gözleri istekle Miss’i inceliyor­
du. Bu kadın, sanki yeni keşfettiği bir yaratıkmış gibi onıı
büyülemiş gözüküyordu.
‘Miss’ çekincemi hissedip uzun elini telefona doğru uzat­
tı. Numarayı tuşlayan parmaklarını seyrederken ofisine biri­
ni çağırdı. Birkaç dakika sonra, beline inen kahverengi saç­
ları olan, aynı parlak okul tişörtünü ve blucini giyen genç
bir kız odadan içeri girdi. Bayan Hollaby ile kısa bir görüş­
meden sonra, Tegan'ın yanma çömelip kendini Maya ola­
rak tanıttı. Tegan a gidip oyun grubundaki başka çocuklar­
la tanışmak isler mi diye sordu.
Tegan başını hızla bana çevirirken gözleri, yardım ister
cesine büyümüştü.
"İstemiyorsan gitmeyebilirsin," diye rahatlattım.
Masmavi gözleri biraz daha büyürken göz bebekleri hâ­
lâ iriydi, bu da gitmek istediğini ama iki yabancının yanın­
da bunu söylemeye çekindiğini belirtiyordu.
O nu yüıekleıulirmek istercesine 'Canın isterse gidebilir­
sin,' diye gülümsedim.
f'N Y A K IN A H K A f y - IM IS K l / i • r

Isısını salladı.
Haydi, gil î) halde, dedim. "baha ViCıM '.M.'. ’ .J) İlfT'I
tamam mı?”
“Tamam,” derken dudaklarında bir gııljm«*--rr.»- > urmı*.
iskemlesinden kayıp kalkmıştı. Maya nın elini tutarak oda­
dan çıktılar.
Gittiklerini seyrederken, yeni bir korku darbesi yemiş gi­
biydim. Ya onu bir daha hiç göremezsem? Bu Maya deni­
len kişiyi hiç tanımıyordum, ya Tegan la okukian çıkıp gi­
derse?
Başımın gerisinden seslenen Bayan Holtaby “Merak et­
meyin." dedi.
Yerime tekrar yerleşip yüzüne baktım. "Biliyorum, yine
de endişeliyim.”
“Bunu görebiliyorum,'1 derken yüzüne ilgili bir ifade ta­
kındı.
Yüreğimin ta derinliklerinden bir yerden, iç çektikten
sonra ciğerlerimdeki tüm havayı boşalıyormuş gibi nefes
vererek kendimi bu duruma teslim ettim. Bana tamamen
yabancı olan birini yaşamıma sokuyordum. Nate ve Ade-
le’den sonra kimseye kalbimi açmamıştım. Ted hakkımda
bir şeyler bilse de, ona dahi fazla bilgi vennemeye özen
göstermiştim. Çok paylaşırsan birileri canını yakabilirdi.
“Tegan'm velisiyim,” diye söze başlarken bir nefes aldım.
Küçük adımlarla ilerlemeliydim. ' Annesi, en yakın arkada­
şım, yeni vefat etti. Tegan bana miras kaldı. Ondan sorum­
luyum."
‘Mis.s’ masasından kalkıp yanıma. Tegan'm az önce
oturduğu iskemleye geldi. O zaman kocaman gibi gözü­
ken sandalye, yetişkin birinin altında küçülmüştü. Ellerini
kavuşturdu, tıpkı Tegan'm dosyasına yaptığı gibi lx-ni dik-
152 • D o r o t lı y K < x> m .so n

katle gözlemlemeye banladı. Sanki hikâyem deki kelim ele­


rin. yavaşça yüz harlarımda belirm esini bekliyordu. Hana
sarılmaya can atar gibi bir hali o ld u ğ u n u sezince kendim i
geri çektim. “O nu evlat edineceğim , zira annesine İni k o ­
nuda sözüm var." Bunu başka hiç kimse biliniyordu, Her­
kes, ona sadece baktığımı zannediyordu am a o n u bir Ma-
fika yapacağımdan habersizdi. “Annesi, ancak birkaç haf­
ta önce ö... gitti ama onu evlat ed inm e k için işlemlere baş­
lamalıyım.”
“Hu sizin için çok zor olm alı,” dedi,
“O kadar belli oluyor mu?” Sesimdeki b ü tü n cüretkârlık
duygulanmanın verdiği titremeyle silinirken bu zannettiğim-
9
den de zor olmuştu.
Hayan Hollaby'ın kaşları üzüntüyle birbirine örülürken
dudaklarına sevecen bir gülüm sem e yerleşti, beslediği sem ­
patiden kendimi korum ak için gözlerim i kaçırdım . Sevgi
gösterilerine ihtiyacım yoktu. Sıcakkanlı tavırlar olm aksızın
yaşayabilirdim. Yabancıların iyilik tezahüratları karşısında
gücüm ü yitirmeyecektim, bakışlarım ı, o m z u n u n arkasın­
dan, geniş pencereye ve ötesindeki dış dünyaya diktim . Hıı-
gün, her şey ne kadar da canlıydı. Parlak ve güneşli. Yaz
mevsimiydi. Her şey yaşıyor, g ü n ışıklarıyla yıkanırken d ip ­
diri gözüküyordu.
"Sosyal danışmanlık alıyor m usunuz?" diye sordu Miss.
Ona bakmamayı sürdürürken “Şey, benim , h enüz buna
vaktim olmadı,” dcc|im. “Tegan’ın kentli odası olsun diye
evde bazı düzenlemeler yapm am gerekti, Sonra, ayrıntıları­
na dahi girmeyeceğin) bir p ım p ııa n hikâyesi oldu. Hoya iş­
leri, mobilyaların yeıiııi tleğisiirme ve ş a m p u an derken a n ­
cak okul kaydına bütün bunlara vaktim old u . O k u la yazdır­
makla. yaz laiıli sırasında, ise giııigim saatlertle o n u g ö n d e ­
E N Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I ■ 153

rebileceğim bir oyun grubunu bana tavsiye edersiniz diye


düşünm üştüm . Ama sosyal destek alacağım, söz.’*
Elinıc dokundu. Şaşkınlıkla yerimden zıplarken, olası bir
sarılmayı önlemek için kasıldım. “Kamryn, seni eleştirmiyo­
rum. Destek olabileceklerini bildiğim için soruyorum. İşleri
bu. Sadece evlat edinme konusunda değil, karşına çıkabile­
cek herhangi bir sorunla da ilgilenirler. Tegan’ın konuşabi­
leceği birini de bulmaya yardım ederler.”
Kulaklarımda alarm çanları çınlarken 'levanın ne konuş­
maya nıı ihtiyacı var?<S\yc sordum içimden. “Yas, herkese
ağır gelir,” diye ilan etti. “Tegan bunu ifade etmekte güçlük
çekiyorsa, konuşabileceği başka birine ihtiyacı var demek­
tir. iler halükârda evlat edinme sürecinde bir sosyal danış­
mana ihtiyacınız olacak."
“O ldu, sanırım bunu biliyordum."
“Sağlık danışmanlığı konusunda hangi aşamadasınız?"
'Tegan hasta değil,” derken yine tehlike çanlarını, işiti­
yordum.
“Bir sağlık uzmanı hem size hem de çocuğunuza yöne­
lik farklı davranış modelleri hakkımla bilgi verecektir. Ebe-
veynlik konusunda taşıyabileceğiniz kaygılarda yardım ede*
ceklir."
''lam am .”
"İler tüllü destek mevruttur. Yeter ki isteyin."
Yanlım isteyemezdim, sadece durumu açıklayarak m ü­
cadele verdiğimi oıtaya çıkarmak dahi bana imkansız geli­
yordu.
"Hu rai la ki evlat edinme pro.seduıünü yürüten bir veli da­
ha var,'' dedi. “Onunla konuşabilir, hikayesini .sizinle payla­
şır mı diye sorabilirim."
1S ı * D orolh y K oo m so n

Kendimi yeniden geri çekerken, sıkıca kucaklaşmanın


mı ya da um m adığını bir kişiyle görüşm e düşüncesinin mi
daha ürkütücü olacağından e m in o lam ıy o rd um . Kör
buluşmanın ebetvyn buluşması tvrsiyonu gibi.
"Paylaşımcı bir tipiniz yok, sanırım,” diye zekice fikrini
belirtti.
Gülümsedim. "Hayır, yok."
“Çok iyi.”
"Peki, buraya kabul ediliyor muyuz, yani Tegan alınıyor
mu? Burada ona yer var mı?”
Başını salladı. “Evet, civarda oturuyorsunuz ve onunla
tanışmak bir zevkti, çok şeker bir çocuğa benziyor."
"Öyledir. Oyun gruplarına ne diyorsunuz?”
“Evet, tabii. Burada bir oyun grubumuz mevcut. Sabah
sekizle altı buçuk arası açık. Çocuklara kahvaltı, öğle yeme­
ği, eve gitmeden önce ikindi kahvaltısı veriyoruz. Gün için­
de muhtelif faaliyetlerimiz var, okuma ve resim, ayrıca öğ­
len uykusuna da yatırıyoruz.”
“Ücretli değil mi?"
“Evet.”
Fiyatı ne olursa olsun evde bir bakıcı tutmaktan ucuzdu.
Rakamları evirip çevirmiştim, ince eleyip sık dokuduğum
bütçemizde, yılda bir kez giyecek alıp makarna ve ev yapı­
mı domates sosundan başka bir şey yemezsek bile, hâlâ açı­
ğımız olacaktı. Bir oyun grubu, tek ödeyebileceğim şeydi,
öğlen paydosunda çalışır böylelikle Tegan’ı vaktinde okul­
dan gelip alabilirdim. İcabında eve taşıdığım işleri, akşam
Tegan uyuduktan sonra yapabilirdim. “Yeriniz var mı?”
Gülümserken Bayan Hollaby’nin kırışıklıkları derinleş­
mişti. “Tegan'a bir yer açabiliriz.”
KN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I ■ 1SS

Kolkınmı fx.>ynuna dolayıp ona sarılırken “Tefekkür ede­


rim! Çok sağ olun!” diye ağladım. Yolunda giden birşey
olmuştu. Küçük ama. anlamlı bir şey. Dayan Hollaby kolla­
rımda kaşıtırken kendimi toparladım. Ne yaptığımın farkına
varıp onu serbest bıraktım. Sakince "Teşekkür etmek iste­
miştim, bu harika," dedim. “Tegan'ı bulmaya gidelim mi?”
Müdire hanımın odasını çevreleyen dünya bir tuhaf geliyor­
du, bu da Tegan’ın içerde olmamasından kaynaklanıyordu.
Yanımda veya bulunduğum uz mekânda ancak biraz uza­
ğımda durmasına, uyanık olduğu saatlerde ancak duş aldı­
ğım süre boyunca birbirimizden ayrı olmamıza o kadar
alışmıştım ki, o anda ortalarda gözükmemesinden son de­
rece rahatsız olmuştum.
Yerde mavi muşambaları ve krem rengi duvarları olan
koridorlardan geçtik. Geniş pencerelerinin arasında kalan
alanlarda, ilan panoları ve parlak renklerde, çocuk elinden
çıkma sanat faaliyetleri asılıydı. Resimlere kibarca göz atar­
ken, önlerinden geçtikçe, daha gayretle yapılmış olanlarının
arasından bir inek, bir at, bir ejderha ya da bir insan resmi­
ni seçebildiğimi memnuniyetle gözlemliyordum.
Oyun alanına açılan avluya girdiğimde güneş göz ka­
maştırıyordu, o kadar parlaktı ki, gözlerimi kısmam gerek­
ti. Tegan’ı köşelerde aramaya başladım. Yalnız olduğunu,
Meg’e sarılmış geri gelmemi beklediğini biliyordum. Onu
göremiyordum. Bütün oyun alanını yeniden taradım, çeş­
menin yanında değildi. Tırmanma şeridinde de yoktu. Ne
de oyun sahasının kenarında. Kırmızı tuğla duvara mutsuz­
ca dayanmış mıydı? Yüreğim korkuyla doldu. Maya, Te-
gan'a ne yapmıştı? O nu çalmış mıydı? Müdire hanımı zorla
yakalayıp çocuğumu bulmasını emretmeye ramak kalmıştı
156 ■ Dorotlıy Kooınsoıı

ki İmlen Tegan’ı dön kızla konulurken lark etlim, Derin


bir sohbete dalmış, sesleri alçalırken yüz. ifadeleri bir cina­
yet duruşmasında ki yargıçlar gibi ciddi görünüyordu,
Gruptakilerin hepsi Tegan’la aynı boydaydı, ikisinin simsi­
yah, birinin sarı diğerinin de altın-kızıl arası renkle saçları
vardı. Sadece ikisini sırttan görmeme rağmen, en güzelinin
Tegan olduğuna karar verdini. Zamanla beğenilecek tipler­
den değildi, hemen göze çarpardı. Tegan, onu zihnen,
okulun en güzel kızı olarak taçlandırdığımı tahinin eder gi­
bi gözlerini kaldırıp haklı. G öz göze gelirken neşeyle gü­
lümsedi. Sağ eliyle Meg’i kaldırıp, paçavra lx*beği hana
doğru salladıktan sonra cevap beklemeden tekrar konuş­
maya daldı.
Hayan Hollaby “Kendine uygun ortamı bulmuş gibi,” di­
ye yorum yaptı.
Tegan "Bir sürü insanla tanıştım," dedi. Klimi tutarken
sallıyor seksek yaparak kaldırımda ilerliyorduk. Meg, diğer
elinde ahenkle sallanıyordu,
“Ne güzel," dedim. Aşağı doğru göz atarken onun da yu­
karı, bana baktığını gördüm.
“Crystal ile tanıştım. Costno adında bir erkek kardeşi var.
Onun kadar büyük değil. Ingrid'le de tanıştık onun da
Lachlan diye bir abisi varmış, Benim erkek kardeşim yok,
var mı?"
’ Hayır," diye yanıtladım.
“Ve Matilda'yı gördüm. Bir sürü kız ve erkek kardeşleri
var. Kız kardeşlerinden biri Marlene. Ve bir kız kardeşi de
M.ıreo."
' İsimleri aynı, yani."
KN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI ■ 157

“Hayır, değil. Mirinin adı Marlene, ötekinin Maree. Aynı


isimler değil.”
"I la, tamam.”
“Bir de Declan isimli bir erkek kardeşi var. Dorian diye
başka bir erkek kardeşi. Ve de Daryl.”
“Amma da çok kız ve erkek kardeşmiş bunlar.”
Kafasıyla onaylarken atkuyruğu sallanıyordu, “biliyo­
rum. .Matilda yarın gelip gelmeyeceğimi sordu. Kyn anneci­
ğim, yarın okula gidecek miyim-' Yarın tekrar gelebilir
miyim?”
“Yarın değil, gelecek hafta. Demek, okulu beğendin?"
“Kvet.”
“Oraya gitmeye bir diyeceğin yok değil mi?”
“Hayır. Gitmek istiyorum.” Heyecanlıydı. “Bir sürü arka­
daşım oldu. Crystal, Ingrid ve Matilda.”
Çocukken hiç o kadar çabuk dost edinmezdim, yetişkin
halimle bile kolaylıkla arkadaşlık kuramıyorum. Tiganın
mı? Hiç sorunu yok.
“Olur, gidebilirsin.”
Yüzünde beliren koskocaman tebessüm yüreğimin tam
ortasına kıskançlık kıvılcımları saçıyordu. O n dakika sürey­
le ayrı kaldım diye yırtınırken Tegan benden uzaklaşmak
için sabırsızlanıyordu. “Haftaya, ben oradayken sen de
kalıp benimle oynayacak mısın?" diye sordu Tegan.
‘Hayır. Ber. işe gitmeliyim.”
Kaldırımın ortasında elimi sallamayı ve seksek atlamayı
bıraktı. Kaygıyla “Neden?” diye sordu. Gözünün önünde ol­
mayacağım için dehşete kapılmıştı sanki. Beni özlemesini
isterdim tabii ama böyiesine korku duymasını asla.
‘İşe gitmem gerek.”
158 ■ D o r o th y K o o m s o n

"Benimle niçin gelemiyorsun ki?”


"Çünkü ben bir yetişkinim ve büyüklerin çalışması gere­
kir. Ama arkadaşlarınla oynadıktan sonra gün içersinde
yaptıklarını bana anlatabilirsin,”
“Sonra gelecek misin?”
“Evet, akşamüstü. Geldiğimde tanıştığın herkesi bana
söylersin, kardeşlerini de anlatırsın, olur mu?
“Sonra geleceğine söz veriyor musun?” diye sordu.
“Evet, söz veriyorum.”
“Çifte yemin, sonsuza ve sonsuzluğa kadar mı?”
“Evet,” diye yanıtladım. Ama o, “Çifte yemin ediyorum.
Sonsuza ve sonsuzluğa kadar," diye söylediğini tekrar
edene kadar yüzüme bakıp bekledi.
Tegan gülümseyerek yeniden hoplayıp zıplamaya başla­
dı. Bir ayağı diğerinin önünde zıplarken kaldırım boyunca
sekiyor, atlıyor tekrar sekiyordu. Çıplak bacakları, parmak
arası kırmızı sandaletleriyle, yukan aşağı dans ediyordu.
‘ Biraz yiyecek alıp günün geri kalanını parkta geçirelim
mi?” diye sordum.
Tegan “Evet,” dedi. “Ama önce eve gitmemiz gerekmiyor
mu?”
“Neden?” diye sordum.
“Çünkü güzel elbiselerini değiştirmen lazım.”
Haklısın sanırım öyle yapmalıyız.”
Tegan’ın dudakları küçük beyaz dişlerinin üzerinde ya­
yılırken tebessümüyle yanakları doluyor, yuvarlaklaşıyordu.
Gözleri kırışırken ışıldıyordu. Yanaklarının pembemsi par­
laklığı, gözlerindeki aydınlık ifade Adele’i hatırlatıyordu.
Bana fırlattığı ilk gerçek gülüşü anımsatıyordu. Sonra Te­
gan ın "Önce eve gitmemiz gerek." dediğinin farkına var-
E N Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I • 159

elim. Eve. Bu sözü onu özendirmeme hacet kalmadan söy­


lemişti. Demek ki. kendini rahat hissediyor, eve yerleştiğini
anlatıyordu. Bana alıştığını.
Tegan “Bil bakalım ne?” diye sordu.
“Ne?”
“Crystal’ın bir kedisi var.”
‘Canavara da
benzemiyor ki..
16

okuzuncu kattaki ofisin dışında kararsızca elimi

D kaldırıp kapıyı çaldım.

Kapının biraz ötesinde Angeles’ın yeni pazarlama


direktörü Luke Wiseman duruyordu. Angeles’a dönüşüm­
den üç gün sonra, e-posta atarak kendi tabiriyle sohbet için
beni çalışma odasına çağırmıştı.
İşe dönme fikri, duygularımı, sürekli korku ve heyecan
arasında gidip gelen bir sarkaca çevirmişti. Bunca haftadır
uzak kaldığımı her anımsadığımda içimi bir korku sarıyor,
ne yapacağımı hatırlayamayacak gibi oluyordum. Ardından
da sarkaç, işin heyecan tarafına sallanıyordu. Haftalardır ça­
lışmadığıma göre ne yapacağımı hatırlamayabilirdim, bu da
işin getireceği farklı türde bir itici güç olacaktı. Hem Te-
gan’dan birkaç kilometre uzakta bulunmaktan da korkuyor­
dum. Gerçi oyun grubuna gittiği sırada ondan iki gün ayrı
kalmıştım ama şehir merkezinde çalışmaya başladıktan son­
ra ister isteme/, trafik ve toplu taşıma araçlarının sıkışıklığı
içinde hareket etmek onu almak için sokağın köşesini dö­
nüp yürümeye benzemeyebilirdi. Anıa yine de saatlerce ço-
vi.K programlan dinlen>c\\Yeğtm \e sunuculardan etkilene
ıvi. a « .MnunbıvU edindiğim a*ın vurgulu komısma ve
du^.nme tam ıu s^o verebileceğim için do he\oranlıydım.
ka\c: vc önseri dmgulannm altında. Luko \
\isom.ın ile
unısac.ığ::'' ^crvvğî vatı\\>nJu. l\uıv>numdu. birlikte en ya-
km çalışacağım kikiydi, .utku havanında karşıladığım ilk
zoriu rakip, aslen hana verilmiş elması gereken bir göa'vi
fcdenmiş olan tek mesai arkadaşımdı. Angeles’taki varlığı,
en Û5t kademeye yükselme konusundaki başarısızlığımı yü­
züme vuracaktı.
0>ıın gnjbuna gittiği ilk gün Tegan'm sinirleri gerilme­
miş, TOİda giderken heyecanlanmış ama döndüğünde de
inanılmaz gevezelik etmişti. İşe dönüş yapacağını ilk gün
okul kapısına v a r d ığ ım ız d a . Tegan. yanağıma fazladan bir
öpücük kondurup “İşinde sana iyi eğlenceler," dedi. Çocuk
olan ben, yetişkin ise kendisiydi sanki.
Leeds şehir merkezine yaptığını sinir bozucu bir yolcu­
luktan sonra düşünebildiğim tek şey. Luke Wiseman'ın kar­
şısında ürkmemekti. Onuncu kattaki ofisime çıkıncaya ka­
dar kusmakla patronun buralarda kim olacağını göstermek
için ona sıkı bir tokat patlatmak isteği arasında gidip geli­
yordum. O n dakika sonra, cuma gününe kadar Londra'da
olacağım öğrendim.
Cuma. Bugün.
En büyük düşmanımla karşılaşmak zorunda kalmayaca­
ğımı bildiğim andan itibaren rahatlarken, gelişmelerden be­
ni haberdar etmeye gelen insanlarla iyi vakit geçirdim. Yak­
laşık iki ay boyunca ofiste yalnız kalan Betsy. beni gördü­
ğünde bir yıllık bir yurtdışı seyahatinden dönmüşüm gibi
davrandı Gün boyunca çay ikramlarında bulunuyor masa­
nın etrafında donııp yanıma gelerek bana, içine çekercesi-
I!N YAKIN AKKAI>/VSIMIN K l/I • li> >

tu* sarılıyordu. Kirden "Meni cinsel lacizle m iç hırsın diye se­


ni öpm em ek için kentlimi zor Ilınıyorum/' dedi.
IUmu özlemiş olduğu için mutluydum ¡ıııı;ı hafif şaşkın
lıkla "Duygularımız karşılıklı, ahbap/’ diye cevap vcrdiın.
lietsy ile arkadaştık ama bunun sadece iş ortamıyla sınırlı
olduğunu zannederdim. Hana önem verdiğini bilmek çok
hoştu. Öpüşme faslı olmaksızın.
Ted her zamanki efendi, alçak gönüllü tavrı ile önceki
gün gitmişti. Öğle yemeği için sandviç dükkânında kendisi*
ne eşlik etmemi istemişti. Oraya vardığımızda ofise dönme­
yeceğini itiraf etmiş, Angeles çalışanlarının alışageldiği ölçü­
süz vedalaşmalara dayanamayacağını söylemişti. “Hoşçakai,
Kamryn. Görüşürüz.” İşte bu kadardı, Ted gitmişti.

Şimdi, Luke’u tavlanıalıydım, derin bir nefes alıp bedeni­


mi dikleştirdim, sonra da kapıyı çaldım. Bir saniye sonra,
bariton bir ses içeri girmemi söylüyordu.
Beyaz duvarlı geniş odaya girmeden önce derin bir so­
luk daha aldım. Bilgisayarı güneş ışınlarından korumak için
masanın arka penceresindeki jaluziler indirilmişti. Lııke’un
yaptığı değişiklikleri görebilmek için odada göz gezdirdim.
Yukalı geniş saksı hâlâ köşede duruyordu, çalışma masası­
nın pozisyonu aynıydı, jaluziler hâlen krem rengindeydi,
kenardaki toplamı masasının etrafında hâlâ dön tane mavi
iskemle duruyordu. Mekâna damgasını vurmamış, hemen
hemen kendi alanı olduğunu belirtmeye ihtiyaç duymamış­
tı. Yerinde olsaydım. Angeles’ın pankanlarını asar, birkaç
bitki daha ilâve eder, ııı... Dur, diye suçladım kendimi. Bu
iş Luke'a verildi, ofis ona ait, bunu kabul etmelisin
İçeri girerken, masanın arkasındaki adam yerinden kalk­
madı. Üstelik sırtını kolluğa dayayarak uzun lx.*denini germiş.
J6 6 ■ D o ro th y K o o m s o n

beni incelediğini gizlemeye çalışmamıştı bile. Bense göz kaş


süzerken dikkatli ve naziktim. Güçlü ve belirgin hatları, bir sa­
natçının, çizerken saatler geçirerek pürüzsüz ve bronzlaşmış
tenine yakışması için uğraştığı izlenimini veriyordu. Burnu
düz ve güçlüydü. gözleri birbirine eşit mesafedeydi, aşağı
doğru dümdüz kıvrılan bir çenesi vardı. Bir numaraya vurul­
muş siyah saçlan yüzünü daha da çarpıcı kılıyordu. Nefis du­
daklarını çevreleyen bıyığı yanaklanndan yukan muntazam
hır sakal oluşturmuştu. Gerçi, onu en çekici kılan gözleriydi.
Işıl ışıl, açık, yanık portakal-fındık arası renkteki gözleri bana
çok i>i parlatılmış kahverengi amberleri anımsatıyordu. Üsl
düğmesi açık, kollan dirseklerinin biraz üzerine kadar kıvrıl­
mış beyaz bir gömlekle gayet şık bej bir pantolon giymişti.
Gerilmiş bedeninden jimnastik yaparak şekillendirilen bir vü­
cut yapısına sahip olduğu belliydi. Tipini hemen tanıdım, yıl­
larca onun gibilerle çalışmıştım, o Bay Kariyerdi. Dinamik, gü­
venilir, aşın hırslı, çalıştırdığı kim olursa olsun, kendinden
yüzde yüz ellisini vermiyorsa, bunu şahsi bir hakaret olarak
sayıp o kişinin iş hayatını mahvedebilirdi.
Bunlan düşündüğüm esnada, Mr Wiseman fındık içi ren-
gindeki gözlerini üzerimde gezdiriyordu. Simsiyah çene hi­
zasında kesilmiş saçlarıma, koyu kahve gözlerime, ince
boynuma bakıyor, bedenimi önen düz kırmızı gömlek ve
siyah dar paça pantolonumun altına giydiğim ve ojesiz ayak
tırnaklarımı açıkta bırakan yüksek topuklu sandaletlerimi
süzüyordu. Tepeden tırnağa inceledikten sonra ifadesi sert­
leşmiş, hoşlanmadığı izlenimi bırakmıştı. Gördüğü şeyden
etkilenmediği Ixrlliydi.
“Otur." diye emreiti.
Düşmanca V'kınış sesine yakışır bir londa “Neden, uzun
mu sürecek?" diye sordum.
EN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I ■ 167

Birden gülümseyerek beklenmedik bir şekilde !x.*ni gafil


avladı. Samimiyetle “Lütfen Kamryn,” diye başlayıp masasının
karşısındaki koltuğu gösterirken "Lütfen oturur musun?" dedi.
Cilve yapmak için artık çok geç, diye düşündüm, gözlerinde­
ki tiksintiyi gördüm, hakkımda ne düşündüğünü biliyorum.
“Ayakta durmayı tercih ederim,” dedim. Hoş tebessümü,
saç tellerimin ucuna kadar varan çekiciliği ile yine de yüz­
de yüz yapmacıktı. “Yapacak çok işim var."
Cevabım, tebessümündeki ışıltı tabakasını bir kat incclt-
mişti.
Yüzümü okurken bir an, bana nasıl davranacağını anla­
maya çabaladığı besbelliydi. “Bu gece ne yapıyorsun?" diye
sordu.
Tersleyerek “Anlamadım," diye yanıtladım. Bana çıkma mı
teklif ediyor? Onu tamamıyla yanlış mı algıladım? Yüzündeki
o ifade, bana olan çekimini gizlemesinin bir yolu muydu?
“Angeles’ta çalışan bütün bölüm başkanları ile akşam ye­
meği yedim. Angeles’ın pazarlaması hakkında ne düşün­
düklerini anlamaya, işleri geliştirmek için mevcut yeni fikir­
lerini öğrenmeye çalıştım. Pazarlama departmanına ait lis­
temdeki son kişisin... Bu nedenle, eğer bu gece meşgul de­
ğilsen bu işi de aradan çıkartmış oluaız diye düşündüm.
Kısacık bir monologa bu kadar fazla hakaret sığdırabil­
mekteki becerisinden etkilenmiştim.

1. ‘Listemdeki son kişi.’ Olur ya, bütün listelerindeki so­


nuncu kişi olabilmekten şüphe edebilirdim.
2. Bu gece meşgul değilsen.' Elbette, bir cuma gecesi
herhangi bir randevum ya da arkadaşım olamazdı.
.V Bu.işi de aradan çıkartmış oluruz.’ Ona göre bir sme-
ar testi gibiydim: Nahoş ama gerekli.
168 » I Jo ro ilıy K o u ın s o n

Yapmacık bir gülümsemeyle "Akşam yemeği olabilir/'


dedim.
Zorla d;» olsa gülümsemeye çalışarak “Saat I8:30’da giriş­
te buluşuruz." dedi.
“Hftlcnccli olacak,''
“Sadece öyle olmamalı,” diye gevelediğini duyarken ka­
pıyı ardımdan kapalımı.
Resepsiyon alanındaki devasa suale göre saat 18:32 i
gösteriyordu. Luke bekliyordu, 1.90 endamının tamamı ora­
daydı, son moda giysilerinin üzerine bej bir yağmurluk giy­
mişti. Asansörden çıkarken, yapmacık gülücüklerinden bir
tanesini daha fırlatmadan önce saatine bakıp kolunu kaldır­
mışı. Başkası olsa birkaç saat geciktiğimi düşünebilirdi.
Önünde durarak “Geç kalmadım herhalde?” diye belirt­
tim.
Kısaca “Sadece birkaç dakika,” diye kestirip atlı.
“Doğru, asansör zannettiğimden biraz daha fazla zaman
aldı."
"Senin kabahatin olduğunu düşünmedim,” dedi.
"Beni bu kadar iyi tanıdığına memnun oldum.”
“Köşe başındaki lokantada yer ayırttım Rolex saatine
bakmak için durdu tanı yedi dakika sonrasına. Daha da geç
kalmak islemiyorsak acele edelim.”
Doğru."
Köşe binamızdan sağa saptık, The Headrow’a inip karşı­
ya Vicar Lane'e geçlik, oradan sağa King Edwards sokağına
döndük. Hava ağır ve nemliydi, sokakta yanından geçtiği­
miz herkes gevşemiş ve uykulu gibiydi, sakin bir köşeye
kıvrılarak uyumaya hazır bir halleri vardı. Kırmızı pardösü-
ınü kolumda taşırken gözlerimi kapatmamak için mücadele
I

J:N YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI • Uf)

veriyor, duyularıma kuvvetle asılan uyku halime teslim ol­


mamaya gayret ediyordum.
Önünden birkaç defa geçi iği m ama hiç girmediğim bir
Iransız lokantasına vardık. Havasını sarımsak ve domates
kokuları sarmış olan, hafif müzik eşliğinde loş ışıklı restora­
na girdik. Mekândaki her şeyden romantizm akıyordu. Hu
ise lxjni şaşırttı. Beni berbat sayılabilecek bir hamburgerci-
ye götüreceğini, en ucuz hamburgeri ısmarladıktan sonra
içmek istediğim gazlı meşrubatın hesabını ödememi söyle­
yeceğini zannediyordum.
Pardösülerimizi vestiyere verdikten sonra, kalabalık lo­
kantanın tam ortasındaki iki kişilik bir masaya oturduk. Me­
nüleri elimize alır almaz birbirimizden saklanırcasına arka­
larına gömüldük. Fildişi rengindeki yemek listesini inceler­
ken bu adamla mesai harcayacaksam bunun için çok yük­
sek bir meblağ ödemesi gerektiğine karar verdim. Menüde­
ki en pahalı tabağı buldum -ıstakoz- ve seçimimi yaptım.
Başlangıç içinse yengeç alacaktım.
Garson, Luke'un yanına geldiğinde, pahalı bir şişe kırmı­
zı şarap ısmarladı. Bir eksi puan daha alıyordu zira hangi
renk şarap tercih edebileceğim bir yana şarap isteyip iste­
mediğimi dahi sormadı. Kırmızı şaraptan nefret ederim do­
layısıyla yerine su istedim. Yemeği ısmarladık, .seçimlerim
karşısında Luke’un kaşları yay gibi gerilirken menülerimizi
garsona geri verip arkamıza yaslandık.
Lııke "Haydi, Kamryn biraz kendinden söz et." dedi. Ak-
sanındaki coğrafi tınılan çözmeye çalışarak .sesini tarıyor­
dum. New York’un doğu kıyısıyla karışık güney İngiltere
aksanlannın bir karışımıydı ve eğer yanılmıyorsam İngiliz
Midlands de vardı, muhtemelen Burmingham.
170 ■ D o r o th y K o o m s o n

Gözlerimi ondan kaçırabilmek için şarap bardağıma


odaklanıp “Öğrenmek istediğin ne?” diye sordum. Ona her
baktığımda yüzündeki aleni iğrenme ifadesini görebiliyor­
dum. İtici gelen bir yanım olmalıydı. Bakışlarım mı? Bede­
nim mi? Yeryüzündeki varlığım mı? Hangisine en fazla kız­
dığından emin olamıyor, bu kadar kısa bir süre içinde ne­
den karşı tavır takındığını anlayamıyordum. Özellikle de bıı
pozisyonu benim yerime kendi kapmıştı ama hoşnutsuzlu­
ğu her halinden belliydi. Gerçekte bunu, ‘Benim Adım Lu­
ke ve Kamryn Midemi Bulandırıyor* şeklinde tanımlamak is­
teğini bir nişan gibi takıyordu.
"Bana söylemek isteyeceğin herhangi bir şey.”
“Peki, otuz iki yaşındayım, Angeles firmasında yedi yıl­
dır çalışıyorum. Beş sene Londra’da, iki yıldır da burada Le­
eds de. Livitıg Angelcs’ı Ted’le birlikte kurduk. Fikir aslında
lıenden çıkmıştı ama bununla övünmekten hoşlanmam.
Şey... işimi seviyorum ve Ted ayrıldığı için üzgün olmak dı­
şında sanırını anlatacaklarım bu kadar."
Mr Wiseman, sol kaşını kaldırmış bana bakarken, akıntı­
lı yeşil bir yaratık görüntüsü önünde hissedebileceği aynı
iğrenme ifadesini takınıyordu. Hükmedici bir tonda "Şahsın
hakkında konuş demek istemiştim," dedi. “Yaşamın. İşin
değil. Fvli misin? Uzun bir birlikteliğin var mı? Çocukların
var mı?"
\'e demek istediğini sanki bilmek zorundaydım, değil
mi? diye düşündüm. "Hayır, evli değilim, ' alaylı bir yanıt
verdini. ' Hrkek arkadaşım yok ve TANKIM!" İskemleyi de­
virerek yerimden telaşla kalktım. Diğer müşteriler yemeği,
içmeyi, konuşmayı yanda bırakarak şaşkınlıkla bana baka­
kalman. Onlaıı göıme/likien gelip ellerim birbirine dalaşa­
E N Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I ■ 171

rak masanın altında çantamı aradım, kaptığım gibi Luke’a


tek bir kelime dahi etmeden restorandan dışarı koştum.
Tegan. Onu unuttum. O nu bilfiil unutmuştum.
Bir elimle, cep telefonumun bulunduğu siyah deri çan­
tamı karıştırırken kaldırımda koşmaya başladım. Parmakla­
rımla kavrayıp okul numarasını çevirdim. Ara düğmesine
bastım ve hiçbir şey olmadı. Telefonumun şarjı bitmişti, be­
ni neden arayamadıklan ortadaydı.
Göğsüm panikle sıkışırken, Victor Lane sokağından tren
istasyonuna doğru koşuyor oraya ne kadar zamanda vara­
bileceğimi hesaplıyordum.
Ona ne yapacaklar? Biri gelinceye kadar kaldırımda mı
bırakacaklar? O nu alabileceğini bildiğim başka bir veli ta­
nımıyordum. Orada oturacak, onu unuttuğumu düşünüp
duracaktı. Unutmuştum da.
Bir arabanın tepesinde sarı bir taksi ışığı görüp TAKSİ'
diye bağırırken kendimi neredeyse tekerleklerinin altına atı­
yordum. Önümde durabilmek için lastikleri çıtırdayan ara­
banın arka koltuğuna atlayıp şoföre adresi söyledim. “Beni
oraya 15 dakikadan az bir sürede götürebilirseniz çift tarife
öderim,” diye ekledim.
Şişman sürücü “Acil, öyle mi hayatını?" diye sordu.
"Ahnuık bir inek çocuğumu okuldan almayı ununu. Şim­
di orada bekliyordun Yapayalnız. Ona ulaşmanı lazım."
“Kahretsin,” diye yanıtlayıp gaza bastı.
Yolda ilerlerken şoför mümkün olan her yerde hız yapı­
yor, ben de işe yaramaz cep telefonumu parmaklayıp alı
dudağımı kemiriyordum.
“Merak etmeyin,'' diye beııi yatıştırdı.
Suçluluktan o kadar boğuluyordun) ki. cevap dahi vere­
m edim . Tegan'ı gerçeklen unutm uştum . A'asıl? O nu nasıl
unutabilirdim ? Kası/?
172 ■ Oorochy Kooııı.son

Vardığımızda, okulun kırmızı tuğlalı binası tenhaydı. Ne


(İlgında park elmiş arabalar, nc de ortalıkta dolaşan çoluk
çocuk vardı. Demir kapılar kapalıydı birden midem karın­
calandı. Cebimde kalan son 25 İngiliz sterlingini sürücüye
ödeyip kaldırıma atladım. Suçluluk duygusu göğsümde bas­
kı yapıyor, nefes almamı imkânsız kılıyordu. Korkuysa kal­
bimi sıkıştırıyordu. Koşup okul kapısını itmeyi denediğim­
de kilitlenmemiş olduğunu gördüm. Kısa mesafedeki büyük
mavi kapılanı koşa koşa gittim, hafifçe iterek açtım.
“Tegan?" diye çağırdım. Sesim lx>ş okulun içinde yankı­
lanırken yine korkuya kapıldım. Ya orda değilse? Ya dışarı­
da dururken biri alıp götürdüyse;' “Tegan?” diye yeniden
seslendim.
Sarışın başı, koridorun sonundaki bir sınıftan çıkageldi.
Meni gördüğü için birden sevinerek sırıtırken yüzü aydın­
lanmıştı. Sonra telx*ssümü buharlaşıp hayal kırıklığı ile so­
murttu. Ona doğru koşarak yere diz çöküp kucağıma aldım.
Saçlarına doğru “Özür dilerim," diye fısıldarken ona tek­
rar sarılahildiğime, kollarımda tuttuğum küçük lxrdeninin
güvende olduğuna minnettardım. “Çok, çok üzgünüm.” Te-
gan. kollarımda suskun ve hareketsizdi.
Okulu ilk ziyaret ettiğimiz gün tanıştığımız yardımcı öğ­
retmen Maya sınıftan çıkageldi. ‘'Başınıza bir şey geldi zan*
netti." dedi. “Özellikle de cebinize ulaşamayınca."
"Pili bitti, öyle üzgünüm ki. İş yerinden alıkoydular.
Ö/tır dilerim. Bir daha olmayacak. Şu ana kadar cidden sa­
atin faikına varamadım. Kusura bakmayın.” Tcgan’ı kenara
sekip yüzüne karşı “Üzgünüm, Tiga," dediın.
Maya yanımıza çöımlerek Tegan'ın saçlarını okşadı,
liıılıkte iyi vakit geçirdik, değil ini Tegan? Resimler çizdik '
Maya, si/in de vakıini/i aldım, özür dilerim," dedim
KN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I • 173

Ses tonuna ama bir daha olmasın ifadesini ekleyerek


Maya “Olur böyle şeyler," diye yanıtladı.
“Tamam Tiga, haydi eve gidelim. Pizza yer DVD seyre­
deriz. Nasıl fikir?”
Pek fark etmezmiş gibi gayri ihtiyari kafa salladı. Maya.
Tegan'ın pembe mor arası renkte okul çantasını uzatırken
birlikte ayağa kalktık.
“Onunla ilgilendiğiniz için teşekkür ederim," dedim.
“Bir şey değil.”
Tegan bana elini verirken Maya'ya gülümsedi, koridor
boyunca yürümeye başladık. Kapıyı açmadan tekrar durup
onu kollarıma aklım. “Tegan, gerçekten çok üzgünüm. Bu
akşam berbat bir şey yaptım ve söz, söz veriyorum bir da­
ha asla olmayacak."
Başını salladı ama konuşmadı.
Beş yaşındaki yüzüne baktığımda, masmavi gözleri kor­
ku vc hüzünle doluydu. İşte bunu yapmıştım. Dehşete ka­
pılmasına neden olmuştum. Terk edildiğini düşünmesine.
"Yeminle, sana bunu bir daha yapmayacağım."
Sessizlik. Guildford dan onu almaya gittiğim gün, bana
güvenebileceğini bilemediği zamanki suskunluğunu anım­
satan bir sessizlikti bu. Benden yine korkmuştu. Özellikle,
akşam almaya geleceğime dair sonsuza, sonsuzluğa kadar
çiitc yemin etmeme rağmen onu yiız üstü bırakacağım, terk
edeceğim diye kaygılanmıştı. Tegan, artık bana ihtiyaç duy­
duğu zaman yanında olacağımdan emin değildi. Ne de ha­
yatının bu döneminin annesiyle Guildlörd'a gitmeden önce­
ki yaşamışına benzer şekilde akıp gideceğinden ya ila Gu-
ildtord’daki kâbusa doniişup dönüşmeyeceğinden. Tegan.
I)iı yeni varoluş sürecinde öyle başıboştu ki. binlen sağlam
bir yeıe basacağından şüpheye düsmûştıı. Bııiiin bunlar,
174 ■ D o ro th y K o o m s o n

planlarımı herhangi bir insana söylemeye alışık olmayışım­


dan kaynaklanıyordu. Ne yapacağım hakkında kimseye he­
sap vermeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki. Değişmeliy­
dim, zira asla böyle bir olay tekrarlanmamalıydı.
Tegan’ın alnına kocaman bir öpücük kondurup ayağa
kalktım. Evin yolunu tuttuk.
17

eyaz bir kâseye, mısır gevreği doldurup önüne ko­

B yarken Tegan’a “Üzgünüm, tamam mı?" dedim. ”Bir


daha olmayacak.” Bir şey söylemedi. Sadece, kah­
valtısına bakıyor sütünü dökmemi bekliyordu. Yapınca da,
kaşığını kaldırıp ağzına gevrekleri aidi, sanki yokmuşum gi­
bi yemeğe başladı.
Beş yaşına rağmen soğuk davranmakta ustaydı. \
A saat­
ten fazla bir süredir onun inatçı ve kibirli suskunluğuna ta­
lim edilmiştim. Sessizliği ile aşağılanma, acı ve kızgınlık
duygularını bir arada açığa vurmaktaydı. Pişmandım. Suçlu­
luk duygusuyla bütün gece gözüme uyku girmediği halde
bunu Tegan’a iletemiyordum. Söylediğim hiçbir şey, ne
denli üzgün olduğumu, böyle bir durumun bir daha tekrar­
lanmayacağını ifade etmeye yetmiyordu sanki. Bütün hafta
sonu bir yana bu sessizliğe bir saat daha tahammül edeme­
yecektim. Onu yerken seyrediyor bir yandan da Ya iyeni biç
affetmezse? diye aklımdan geçiliyordum. Önümüzdeki 15
sene belki defazlası bu harada yaşayıp gidecektik. Yıllarca.
Y anına bir iskemle çekerek “Bak." dedim . 'Çok iizgii-
176 ■ D o ro th y K o o m s o n

nüm. hakikatten, gerçekten pişmanım. Bir daha olmayacak,


söz veriyorum. Ben... Ben üzgünüm. İş yerimde, Luke adın­
da şu kötü adanı var, beni hiç sevmiyor. Aslında pek fark
etmez çünkü ben de ondan hoşlanmıyorum ama onunla
birlikte çalışmam gerekiyor. O, yeni patronum. Bu yüzden
dehşetle doluyum."
Tegan hoşgörüsüz bir tavırla sütlü, sarımsı mısır gevrek­
lerinden bir kaşık aldı. "Onunla yemeğe çıkmam gerekti.
Öyle berbat ki. Burnu havada. İğrenç."
“Bir canavar gibi mi?” diye sorarken en nihayet varlığımı
kabulleniyordu. Belli ki, onun dilinde konuşuyordum.
Birden Luke’u, kıllı kaşlar, el yerine pençeler ve kosko­
caman ağzından çıkan uzun sivri dişleriyle hayal ettim. “Yaa
evet, tam bir canavar gibi."
“Ooo, aman," diye başını sallarken sanki bu zor durumu­
mu anlayışla karşılıyor gibiydi.
Dış kapının çalındığını duyunca ikimiz de yerimizden
hopladık, birbirimize bakarken kim olabileceğini merak
ediyorduk. Tegan geleli hiç ziyaretçimiz olmamıştı, özellik­
le de kimse haber vermeden gelmemişti. Kapı bir daha
çalınca açmaya gittim.
üzün ve görkemli, kapının eşiğinde duran Luke’tu. Aya­
ğına bol bir blucin geçirmiş, kaslı bedenine yapışan beyaz
bir tişört giymişti. D&G güneş gözlükleri tişörtünün
yakasına asılıydı.
"Luke! Allah kahretsin!" Pahalı bir yemek ısmarlayıp onu
lokantada otururken bıraktığımı unutmuştum.
*F.vet. bir kadının üzerimde yaratmasını beklediğim etki
lam da buydu. Özellikle lx*nimle beraber olmaktan son de­
rece zevk alıp da restorandan kacaıı biriyse.” Kolundaki ek­
sik düğmeden, Luke'un taşıdığı kırınızı yağmurluğun bana
.tt( okluğunu anladım
KN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I • 177

Ne olup bittiğini anlatmama vakit kalmadan Tegan içer­


den gelip sağ bacağımı kollarıyla sararak Luke'a bakmaya
banladı.
Tegan’ın hizasına kadar eğilen I.uke “Bu kim?” diye sordu.
"Bu Tegan,” diye yanıtladım. “Tegan, iş yerimden Luke.”
Luke tebessüm etti. Bakışlarını dost bir ifadeye dönüştü­
ren ama şahsıma yönelik olmadığı belli, samimi bir gülüm­
semeydi bu. Tegan yetişkinlerde hep böyle bir etki yaratır­
dı. Ona bakarken sırıtırlardı zira gözleri sıra dışı bir mavilik­
teydi, cildi mükemmel tereyağı beyazlığında, dudakları ke­
ten helvası pembeliğindeydi. İnsanlar Tegan’a baktıklarında
gülümsemekten kendilerini alamazdı. “Tanıştığımıza mem­
nun oldum Tegan.”
Tegan ona göz kırptı, yüzünü inceledi. Kısa kesim saçla­
rını, güçlü hatlarını ve bal rengi gözlerini. Daha sonra, yu­
karı doğru bana bakarak hafifçe kaşlarını çatıp “Canavara
benzemiyor, Ryn anneciğim” diye açıkladı. Luke yüzünü
bana çevirirken sorgulayan bir ifadeyle bir kaşını hafif yu­
karı kaldırmıştı. Tüm bedenim utançla yanarken bakışlarımı
kaçırmaya çalıştım.
Luke ayağa kalkarak tepemden bakıp “Dün akşam ansı­
zın çıkıp gittin, iyi inisin diye merak ettim.'’ dedi. "Cep te­
lefonunu aradım, ulaşamayınca arkadaşın Betsy’den adresi­
ni aldım. Umanm bir sakıncası yoktur. Ha, bir de bunu ge­
ri getirmek istedim.”
D ün gece lokantadan telaşla çıkarken unuttuğum kırmı­
zı pardösümü elinden aldım. 'Teşekkürler, iyiyiz."
Tegan Luke’a dikkatle bakıp “Hayvanat bahçesine gidi­
yoruz." diye söze karıştı.
Luke ona “Öyle mi?" diye sordu.
"Ha. öyle mi?" dedim.
j- js m iV v rv 'ih y K i H 'in s o n

Tegan susH.tr gibi "Hayvanat bahçesine gideceğimizi söy-


k*miştin.' dedi.
*Evet. bir ara. Ama bugün değil."
Luke “O halde siz aranızda çözün sorununuzu,” dedi.
Tegan *Ryn anneciğini. Luke bizi arabasıyla omya götıi-
n^bilir.'' dedi.
Aceleyle "Hayır, götüremez." diye yanıriadıtn.
Luke küçümsemeyle “Neden olmazmış?” diye sordıı.
“Belki araban dahi yoktur."
'Buraya nasıl geldiğimi zannediyorsun?”
“Cumartesi günüyle, bizi hayvanat bahçesine götürmek­
ten daha ilginç işlerin olacağından eminim."
‘ Acil hiçbir şeyim yok.’’
Bunu yapmam gerekiyordu, değil mi? Dün gece Tegan’j
öyle korkutmuştum ki, bu gezintiyi hak ediyordu. En azın­
dan bugünü hayvanlan seyrederek geçirebilirdik. “Teşek­
kürler Luke, götürürsen harika olur,” demeye kendimi zor­
ladım.
Tegan sevinçle "Luke, en sevdiğin hayvan hangisi?” diye
sordu.
“Filler," diye yanıtlarken terbiye kurallarını aşan bir süre
boyunca beni süzdü.
"Hayvanat bahçesinde filler olacak mı, Ryn anneciğim?”
"Sanırım.''
'Filleri görebileceksin, Luke,'’ diye kıkırdarken hâlâ ba­
cağıma yapışmıştı ve beni siper olarak kullanıyordu sanki.
Tegan’ı fazla ümitlendirmek istemeyerek Luke un, mut­
laka bizi hayvanat bahçesine götürmekten başka işi vardır,”
diye tekrarladım.
Dediğini gibi, bekleyen hiçbir şeyim yok."
l'iaklık lx*ni âdeta köseye sıkıştırmıştı. Kendime, onu as­
I'.N Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K I/.I ■ 179

i.ı bir ckıha üzmeyeceğimi anımsattım. l.uke'a “Hazırlandığı-


iniz sırada içeri girsen daha iyi ulur," derken sanki teslim ol­
muştum.
Yaz tatili sırasında, güneşli bir cumartesi gününden bek­
lenebileceği gibi, York’un 15 dakika dışında bulunan hay­
vanat bahçesine insanlar akın ediyordu. Henüz öğlen olma­
dan Luke’un girdiği otopark gırtlağına kadar doluydu.
Ziyaretçiler, her yerde kesik paçalı blucinler, şort, fani­
la. parlak pastel tonlar ve yumuşatılmış floresan renginde
tişörtlerle, yaz giysileri içindeydiler. Hayvan kafeslerini
çevreleyen patikaları izlerlerken insanlar birbirine doğru
tuhaf bir güzergâh çiziyordu. Mor kelebekti pembe bol
pantolon ve üzerine yapışan pembe bir tişört giydirdiğim
Tegan, elimi tutarak Luke ile aramızda hoplayıp zıplıyor­
du. Bedeninin dışarıda kalan her milimetresi, güneşten
koruyucu kremle sıvalıydı. Saçlarına, ucuna kırmızı bir
yapma çiçek bağladığım yüksek bir atkuyruğu yapmıştım.
Mutlulukla kendinden geçerken yatak odamdaki aynaya
bakıp duruyor, kalabalıkta benden uzaklaşırsa onu he­
men görebilmem için aldığım bir tedbir olduğunu bilmi­
yordu.
90 dakikalık yol boyunca, Tegan, hayvanat bahçesi hak­
kında Luke’a yönelttiği somlarla sessizliği doldurmuştu.
Ben ise ön koltukta suskunca oturuyor, bütün günümü bu
salakla geçireceğimi düşündükçe somıırtmamaya çalışıyor­
dum. Luke’la kesinlikle gerektikçe konuşmuş, bu da içecek
alabilmek için durmasını isterken ve arabadan inerken te­
şekkür etmek için olmuştu.
Elinde yumuşacık pembe pamuk hebası, camların ve
yüksek kafeslerin arkasındaki hayvanları seyreden Tegan.
kendi dünyasına dalıp gitmişti bile.
180 ■ D o r o ih y K ooın.son

Aslan mağarasını çevreleyen uçurumdan bizi ayıran ca­


ma yaslanırken l.ukc Ml)ün akşam aniden gitme selıebin
sanırım o," diye mırıldandı.
"Evet." diye yanıtladım.
Tegan'ın duymayacağından emin olmak için bedenini
bana yaslayarak “Onu unuttun mu?" diye fısıldadı kulağıma.
Hacımla onaylayınca vücudunu tiksintiyle geri çekli.
“Buna alışık olmadığını tahmin edebiliyorum."
Beş yaşındaki bir çocuğun karşısında yeterince utanmış­
ımı. Luke beni daha da kötü hissettirmeyecekti. Başımı çe­
virip gözlerimi yüzüne dikerek 'Doğru tahmin elmişsin,”
dedim.
Bakışlannıa karşılık verdi, sürekli ve doğrudandı. Bu kar­
şılıklı hoşlanmama halimiz, çocuk gülüşmeleri, lx*bek ağla­
maları, arka sahnede de hayvan sesleri arasında artıyordu.
Dün öğleden sonra tohumlan atılmış, gece boyunca sulan­
mış, şimdi de kök salıyordu. Topraktan yemyeşil kuvvetli fi­
lizler yükseliyordu. Birlikte birkaç saat daha geçirirsek ara­
mızdaki bu duygu, içi nefret dolu bir bahçeye dönüşebilirdi.
Tegan. elime asılarak “Ryn anneciğim,” derken Luke ile
karşılıklı seri bakışmalarımızı kesmek zorunda kaldım.
“Efendim camın?” dedim. Pamuk helvasını bitirmişti, ye­
diğini kanıtlayan tek şey elinde tuttuğu sopanın ucunda ka­
lan pembe pamukçuklardı. Ne ağzında ne de dudaklarında
en ufak bir zerresi kalmış, bluzuna en ufak bir parça dahi
yapışıııamıştı.
"Maymunları görmeye gidebilir miyiz?"
“Tabii ki." diye yanıtladım.
Hayvanat bahçesinin en diplerine doğru, maymunların
bulunduğu lx>lgeye yönelirken taşlı patikayı geçip sola
donduk.
K N Y A K I N A R K A D A Ş IM IN K IZ I • İH I

Yürürken “İş hakkında," dedi Luke.


“Hımm, ha?" diye yanıtladım.
“Dün gece yarıda kesmek /orunda kaldığımıza göre şim­
di devam etmenin bir sakıncası vur mı senin için?"
“Elbette hayır,” diye geveledim. Aslına bakarsanız benim
için mahsuru vardı. Hem de çok. Zira bu Tegan'a ait olan
bir zamandı. Ne var ki, yeni patronuma bir çocuğun beni
yavaşlatmadığını, verimli ve lx‘cerikli olduğumu ispatla­
mam gerekliydi.
“Ted’le çok yakın bir işbirliğini/ vardı..." Luke ifadesini
havada bırakarak durdu. Bu, umutsuzlukla temizlemeyi
.beklediğimi sandıkları iri siyah bir iltira lekesiydi.
Utanmadan ‘Evet, öyleydi,” diye yanıtladım.
"Anlıyorum," Etkilenmişe benziyordu, zira cevabım şüp­
helerini teyit ediyordu.
“Tabii ki. insanların çoğu, her fırsatta, bizim birlikle ol­
duğumuzu düşünüyordu," diye fısıldarken Tegan ın duyma­
sını islemiyordum. Luke, uzun saniyeler boyunca yüzüme
baktı. “Hem de bazılan bu pozisyona yükselebilmek için
onunla yattığımı bile öne sürdü.”
“Seni asla herhangi bir şekilde suçlamadım," diye savun­
du kendini.
"Ben de öyle bir şey söylemedim ki."
“Sadece. Ted’in gitmesiyle pazarlama bölümünün eskisi
kadar iyi yürümeyeceğinden kaygılanıyorum."
“Ted’in beni bu göreve nasıl taşıdığına dair aşağılayıcı
görüşler duyduklan sonra işi almak için ne gerekiyorsa yap­
mış olduğumu farz ettiğini söylüyorsun, öyle mi?"
¡ ş e m p a n z e le r in bulunduğu kafesin önünde durduğumuz­
da Tegan hayretlere düşerken göz belekleri iki misline
ulaşmıştı. 'Maymunlar," diye iç geçirdi.
182 ■ Dorolhy Koomson

Sesimdeki sükûneti koruyarak “Senin, şirketin pazarlama


direktörü olarak kimseye kulak asmayarak başyardımcınla
iyi geçineceğini, onunla henüz tanışmamışken yargılamaya,
cağını umardım,“ dedim.
"Ortalıkta olsaydın eğer, değerlendirmemi lx*lki de
üçüncü el hikâyelere dayandırıp ahlâki değerlerin hakkında
yapılan dedikoduları dikkate almak zorunda kalmazdım,”
diye geri hırladı.
“Evet, haklısın," diye kabul etlim.
Gözlerini kısarak söylediğim lafın altında ne yattığını an­
lamaya çalışırken şaşırmıştı. Hiçbir şey yoktu. Haklıydı ama
Adefe'i hastalık raporu olarak kullanacak değildim.
■'Dedikoduların en kötü kısmının ne olduğunu bilmek is­
ter misin? Ted, tüm zamanlardan beri karısına çok düşkün
olmuştur," dedim. Luke'u tepeden tırnağa uzunca bir süre
süzdüm. "O, çok efendi bir adam.”
Luke beni bir daha gözleriyle hapsederken "Oo! ‘mpan-
zeler!" sözüyle karşılaştı. Onu görmezliğe gelerek, Tegan’ın
yanına çömeldim.
Şempanzelerin bulunduğu yer, kalın ve sağlam dalları­
nın gökyüzüne kadar uzandığı ağaçlarla kaplıydı. Bir kena­
rında mağaraya benzer bir kulübe duruyordu. Ağaç dalla­
rında, ikisi çift, biri de tek olmak üzere beş tane şempanze
duruyordu. Çiftler birbirleriyle ilgileniyor, eşlerinin kalın si­
yah tüyleri arasında bit yumurtası arıyordu. Beşincisi, hare­
ket etmeden oturuyor, boşluğu seyrediyordu.
Tegan, parmağı ile işaret ederek “Bebek maymun,” de­
di Parmağını, gösterdiği yöne doğru takip ederken kulübe­
de bir anne şempanzenin yavrusunu sarıp sarmaladığını
gördüm. Belieğine bakan anne maymunun suratında bir te­
bessüm l>elirdiğini hayal ettim.
I-N Y A K IN A K K A D A Ş IM IN K IZ I ■ I«3

•'İki annesi, değil mi?" dedi Tegan.


“Evet, lallım,” diye yanıtladım. İler şey üsiüme üstüme
gelmeye haklıyordu. Farkındalığım had safhadaydı. Hayvan­
ların keskin koku,sıı, günün yapış yapış havası, lenimi kap­
layan nem tabakası... hepsi üzerime geliyordu. Hana en ya­
kın arkadaşımı ve akıbetini anımsalar) anne-yavru İkilisine
dalarken boğulmak üzereydim. O nun bir deri bir kemik
grimsi bedenini bir hastane sedyesinde yatarken görmüş, o
tanıdığım kadının parlaklığı sönüp gitmişü.
“Annesi, cennete İsa ve meleklerle birlikte olmaya gitme­
miş, değil mi?” diye mırıldanan Tegan’ın sesinde işin aslını
duyabiliyordunuz.
“Hayır, hayatım gitmemiş."
Minik sarışının derin nefes alırken göğsü genişliyor kü­
çücük omuzları yükseliyor sonra da nefesini boşaltırken
omuzları yeniden düşüyordu. Gözleri sanki bir şey hesaplı-
yormuş gibi bulanmıştı. Konuşabilse, duygularını dile geti-
rebilseydi keşke. Adelc'in ölüm ünü hatırlatan bu görüntü
karşısında yeniden duyduğum derin ıstırap onun hissettik­
lerinin yanında muhtemelen hiçti. Bana nasıl hissettiğini
söylemesini, anlatmasını istiyordum. Ne duyuyorsa ifade et­
mesini, acı mı? Kızgınlık mı? Hüzün ya da ıstırap mı duyu­
yordu? Düşünce ve duygularını rahatça dile getirmeyebilir­
di ama bir denese... Sanki benim için kolay mıydı? En son
ne zaman bir duygumu tüm doğallığı ile paylaşmıştım kİ?
Kendi kutsal alanından çıkan Tegan '‘Yılanları görebilir
miyiz?” diye sordu.
‘‘Zorunda mıyız?" diye sızlandım.
"Evet,” diye yanıtladı. "Yılanları severim."
Yeterli sayıda yılan görmüş olacaktı ki, bilgiçlik dolu bu
kararını açıklıyordu Ama nasıl ve ne zaman görmüş olabi-
I8'i ■ Dorothy Kuoınsou

leceği hakkında hiçbir fikrim yoktu. A yağa k a lk ark en "Ta­


mam, yılanları göreb iliriz,’’ d e d im . K ü m dek i broşürü in c e ­
lerken, b u lu n d u ğ u m u /, yere n a /a ra n , sü rü n g e n g ille rin kral­
lığına bizi götürecek y o lu zih n e n belirledim.
Tam yan tarafım dan " D o n d u r m a a la c a ğ ım ," d iy e n b ir er­
kek sesi d u y d u m . O k a d a r d a lg ın d ım ki, k o n u ş a n kikinin
I.uke o ld u ğ u n u a n la m a m b iraz vakit a ldı.
Kyn a n n e m çikolatalı d o n d u rm a isliyor," d e d i Tegan.
"O , çikolatayı ço k sever."
I.uke bana k ü çüm s e y e n b ir b a k ış fırlatarak “Hvet, b u n u
g öreb iliyorum ," dedi.
"Pekâlâ, öyleyse Y ılan K rallığın a," d e d im . "H a yd i, Luke,
bize liderlik yap."
18

üntm Iniyiik bir kiMiıında, ‘JVjpıı Konmk Ktoiıgı


hayv.inl.irn» sırasını l>elirlerkcn l.uke ile l»en, ijk*
ilgili komı?>mıı>, l)irbirınıi/e her fınuiia lıaıın' \al*
(hrıp duruluktuk. Tegan, birlikle olduğu iki yeh>kın jîjmu-

daki gergin havadan l>i}ıalx*r, etrafını saran insan dı>ı yara


ııkl.tr ile mutluydu
Arabayla U*eds'e dönerken Tegan jrufkfa piknik yuf/fita

tıkıırıı ileri sürdü. Ak>amusiuydu, gördüklerinden <Jo)ayj ki

hâl.'l kıpır kıpırken eve dönm ek ta zıp gelmiyordu. t/tine


m üm k ün o ld u ğ u m a <,ok y y sıftdınnayt ar/ultıy'/rdu
"l'ikniği bajka t>ır gün<* bırakmaya ne ü* rsın, tatlım' d e ,
<lıııı. “l!vde kİKÜk bir piknik yaparı/ '
boylece, yanımdaki adam dan kurtulabilirdim
la lamam, ' diye lıayai kınkJjğına ugıaıjji> bu •* sle ya
m iladı l-uke gelebilir ıııi?"
“İMeıse," diye* cevııp Verirken eğinden emindim
Sessı/te <,ıkıp gjl mesını üııııt ermenin i ok Jyıırıseı ola« ağını
bıliy» ıidıtın
I.uketın ensesine dognı Kvdekı pikniğimi/«- gelmeli ıs
leı mi’.in> diye sordu Il gan
186 ■ D o ro th y K o o m s o n

Gözleri dikiz aynasından arkaya, saçında kırmızı çiçeği


olan pembe ve morlar içindeki kıza bakarken yüzü dostça
bir tebessümle ışıklıyordu. “Bu çok hoş olur, teşekkürler
Tegan,” dedi.
İçeriye girer girmez Tegan Luke’u mutfağa götürdü. Pik­
niği hazırladığım sırada, yemek masasında oyuna başlamış­
lardı bile. 100 parçalık yap-bozu bitirdikten sonra Tegan, Lu-
ke’un on tane klasik arabadan oluşan koleksiyonunu teftiş
etmesini istedi. Ardından, resim kâğıtlarının olduğu kutuyu
ve içi ix>ya kalemleriyle dolu kırmızı plastik kovasını çıkart­
tı. Hayvanat bahçesinde gördükleri hayvanların resimlerini
birlikte çizdiler. Oyuna öyle dalmışlardı ki, pikniği unuttular.
Sandviç ve salatayı yanlarına bırakıp televizyon seyretmek
için kendimi divana attım. Arada bir de ikisine göz atıyor­
dum. Yetişkin bir erkek, önüne eğilmiş, elindeki renkli ka­
lemlerle dikkatini yapmakta olduğu resme tamamen vermiş­
ti. Aynı modelin küçültülmüş hali gibi Tegan da, sanat eseri­
ne bir o kadar gayretle konsantre olmuştu. Luke’un işi ciddi­
ye aldığı belliydi. Tegan’la oyuna, Angeles’ın yeni pazarlama
stratejisini planlarken yapacağı gibi miilhiş bir yoğunlukla
kendini kaptırmıştı. Başkası olsaydı, gösterdiği ilgiyi müşfik
bulabilirdim. Ama Luke olması nedeniyle, Tegan’ın zihinsel
yaşıtı biriyle oynuyor olmasını hoş karşılamakla yetindim.
Saat tam sekizi vurduğu anda televizyonu kapatıp ayağa
kalktım. “Tamam Tiga, yatak zamanı,” diye açıkladım.
"Hemen mi?" diye sorar sormaz ağzını kosk<xaman aça­
rak esnedi. Minik yüzü yorgunluktan solmuş, gözleri ka­
panmak üzereydi.
“Gözlerin kapanıyor, haydi yatağa,” dedikten sonra Lu-
ke’a dönüp ‘Gitmen gerekecek, Tegan'ın cidden uyuması
lazım.’’
EN Y A K IN A R K A D A ŞIM IN K IZI • 187

Yorgun gözlerini Luke'a diken Tegan “Yartn gelecek nn-


sin?" diye sordu.
"İznim varsa,” diye cevap verdi Luke.
İki çift göz bana döndü. “Zaman geçiyor," diyerek bir
yandan da saatimin kadranına hafifçe vuruyor konuyu de­
ğiştirmeye çalışıyordum. Boş zamanımı iş yerimden biriyle
geçirmek istemediğim için kötü adam olmayacaktım. Üste­
lik sevmediğim biri ile.
“Yarın gelip gelemeyeceğini Ryn anneme sorman ge­
rek," diye bilgi verdi Tegan. Esnemek için ağzını açarken
küçücük ellerini yumruk haline getirerek konuyu irdelemek
istet gibiydi. “O kızmayacaktır. Ryn annem hiç kızmaz, du­
varları boyadığım zaman bile bir şey demedi."
Luke “Yann yine gelmem uygun olur mu?” diye sordu.
Ona hiç bakmadan “Yapacak daha iyi bir şeyin yoksa, '
dedim.
“Acil hiçbir şeyim yok,” diye teyit etti.
Bize iyilik yapma, arkadaş, diye geçirdim içimden. “Ta­
mam, bu iş halloldu. Öyleyse, hoşçakai Luke," diyerek Ti-
ga'ya yönelip onu iskemlesinden kaldırdım. Bacaklarını te ­
lime dolayıp kollarını boynuma sararken yüzünü koynuma
yasladı.
Luke gönülsüzce kapıya doğru ilerlerken “İyi geceler.
Tegan,” dedi.
Tegan "Hoşçakai, yarın görüşürüz," diye fısıldadı.
Kapıyı Luke’un arkasından örtüp Tegan'ı yatağına götür­
düm. Elbiselerini çıkartıp üzerine kırmızı beyaz çizgili pija­
masını giydirirken yumuşacık bir bez tebek gibiydi. Yata­
ğın üzerindeki beyaz örtüyü çıkartıp içine girmesine yardım
ettim. Başını beyaz yastığına dayarken saçları yüzünün et­
rafında dalga dalgaydı.
188 » Doroilıy Kootııson

‘ {yi geceler," eledim.


“İyi geceler," diye fısıldadı.
Odayı aydınlatan sarı ışığı söndürm ek ü/.ere gece lam ba­
sına uzandım.
Tegan "Luke'u sevmiyorsun,“ decli.
Filinde lam banın kablosunu tutuyordum. Zannettiğimin
aksine U ıke’la aramdaki düşm anlığın farkında okluğunu
anladım . “İyi bir adam ." dedim .
“O n u sevdim ,” diye açıkladı.
“D ıınu biliyorum , Tiga.”
“Arkadaşım olabilir mi?"
‘O lm ası gerekiyorsa’ dem ek islediysem de dilim i UiUıp
İnekledim, inekledim... az sonra uykuya daldığında göğsü
in ip çıkıyordu. U y u d u ğ u n d a n e m in olm ak için birkaç daki­
ka daha bekledikten sonra o d adan çıkıp kapıyı iyice çek­
tim.
B u g ü n eğlenm iştik. Tegan, d ü n o n u nasıl y ü z üstü bırak­
tığım ı u n u tm u ş g ib iy d i. Başım ı k o llu ğ u n k o lu n a dayayıp
g ö zlerim i kap attım . Lııke b ir yana, Adele g ö ç ü p gittiğinden
İk tİ »Ik defa e ğ lenceli b ir vakit geçirm iştik. Y e n id e n Luke’u
d ü ş ü n d ü m . U z u n lx>ylu, yakışıklı ve in a n ılm a z hoş. Tegan a
göre. O n u n sayesinde e ğ le n d iğ in i k a b u l etm eliydim . Tegan
neredeyse a n ın d a o n a k ap ılm ıştı O n a g ö z d ik m iş ve çevre­
sin de o lm a s ın a kar.ır verm işti, b ir nev i ilk görüşte aşktı bvı.
Belki d e içind e iyilik vardı, k ib irli h a li ve ile n d e n h o ş la n m a ­
m asının altın d a d o ğ r u d ü z g ü n biri o labilird i. İsınabileceğim
biri. M a d e m T egan o n u sevdi b e n d e b e lk i sevebilirdim .
I -yandığım da, ev gece yansı sessizliğine b ü r ü n m ü ş tü . İn ­

sanlar b a rlardan, lo k a n ta la rd a n ve gittikleri d iğ e r yerlerden

s ü rü n e re k d ö n m ü ş le r gecı* için e v le rin e yerleşm işlerdi İtile.


D ıs d ü n y a sü k u n e t iç in d e ve s u s k u n d u , sessiz ve sa kin.
FN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI ■ 1K*Î

Yorgun argın nerede okluğum u şaşırarak gt>/leriım kırpış­


tırdım. Y ü zü m ü n ıslak okluğunu laik cnim, Fliıni yanağım.»
kaldırıp gözyaşlanınm bıçaklığı nemi siklim. Uykumda ağ
kumalını. Yine. Sersem sepelek l>»r halde neden ağladığımı
anlam ak için dakikalar geçm işi Adele.
D im dik oturdum . Tegan. Acaba ona bir şey okluğu için
m i ev, dünya b u kadar sessizdi? Ayağa kalkarak oturma
odasından çıkıp doğru Tegan'ın <xlasına yöneldim. Güruhu
çıkarm am aya çalışarak kapısını itip başımı uzatiım. Tegan
bıraktığını pozisyondaydı. Y üzü bulul kaplı yastığımla pro
filden g ö züküy ordu. Saçları dağılm ış, elleri kulaklarına doğ­
ru yukarıda dururken huzurla uyuyordu F.n azından uyu­
yor gözüküyordu. O la ki... G özlerim i kısarak kıpırdamasını,
ses çıkartmasını, h âlâ b en im le o ld u ğ u n u duyurmasını is­
tercesine iyice baktım . F.n nihayet nefes aldı sonra yavaşça
nefes verdi, lîe n de rahatladım . İyiydi. Hâlâ burada.
O d a d a n çıkarken tekrar kapıyı çekip ışıkları söndürmek
üzere oturma odasına d o ğ n ı tökezleyerek gittim.
Meğer anne ya da baha olm ak çok yorucuymuş. ÇtKuk-
lu insanlar, tehlikelerle d o lu bir dünyada olduklarını hile b i­
le geceleri nasıl gözlerini kapatıp uyuyabiliyor bilemiyor­
d u m . Ç o c u ğ u n u n başına bir şey gelebileceği korkusunu ta­
şırken bir an olsun bile nasıl rahat edebilirsin ki?
K oridorun sonuna, banyoya doğru sendeleyerek gidip
lavalx>nun üstünd eki aynaya bakım ı. G özlerim ağlamaklım
şişmiş, sağ yanağını, k anepenin nemli ve tuzlu koluna uzun
süreyle yasladığım için kızarmıştı. Y üzü m ü soğuk suyla yı­
kayıp canı banyo rafında duran icm i/lcm e sülüne u/an dım .
Hirkaç dam lasını d ö k tü ğ ü m avuçlarımı, beyaz bir kopuk
oluM urm ak için birbirine sürtüp y üzüm den ıstırap i/.lerini
siklini D oğrulurken aynadaki yansımamı yakaladım Yu
190 ■ D u r o tlıy K o o m s o n

züııı temizdi fakat yanaklarımda, gözyaşlarımın aktığı yerle­


ri. uyuduğum sırada acının sızdırdığı tortuyu hissedebiliyor­
dum hâlâ.
Uyurken ağlama faslının sona ermesi gerekiyordu. Ne
gözlerime, ne de cildime iyi gelebilirdi. Ayrıca zilinim için
de kötüydü zira uykuya yattığım zamankinden daha da yor­
gun kalkıyordum.
Oluk oluk su, yanaklarımdan, almmdan, burnumdan,
dudaklarımın üzerinden süzülerek çenemin altında buluşup
beyaz tişörtüme damladı.
Gece ağlamaları, elbette kendimi denetleyemediğim
içindi. Rüya alemine girdiğimde kendimi başka şeylerle
oyalayamıyordum. Düşüncelerimi gölgeleyen suçluluk
duygusunu hiçe sayamıyordum. Adele, aramızda açıklığa
kavuşmasına fırsat bırakmadığım, çözümsüz konularla bir­
likte ölüp gitmişti. Konuşmasına izin vermemiştim. Yeryü-
zündeki son anlarını, belki de, bu anlaşmazlıklarımız hak-
kında açıklama yapmasına fırsat vermemi istemekle geçir­
mişti. Bunu her düşündüğümde içim içimi kemiriyordu.
Nancy'den istediği, Tegan’ı sevdiğini bana da güle güle
dediğini iletmesiydi. Ondan nefret ettiğimi düşünmüş ol­
ması, tek bir salise için bile olsa ona karşı içimde hisset­
tiklerimin nefret olduğunu düşünmesi bana çok acı veri­
yordu. Son anlarını, gurur ve inadım yüzünden, bu tarzda
endişelerle geçirmiş olabileceği fikri o kadar dayanılmaz­
dı ki, dikkatimi hemen başka yöne veriyordum. Hu fikri,
kenara ya da uzağa almam gerekiyor, işe dair düşüncele­
rin, paramızı çoğaltmak, televizyon seyretmek ve evimi te­
mizlemek gibi eylemlerin altına gömüyordum. Kn yakın
arkadaşıma haksızltk ettiğimi her hatırladığımda, sevdiğim
l)iı insanı, ölümüne yaralamayı becerdiğime dair o yürek
EN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZI • 191

burkan duyguyu engellemek için herhangi bir ^eyle uğra­


yabilirdim.
Onu affetmesem bile en azından dinleyebilirdim. Açıkla­
masına izin verebilirdim. Çünkü onunla yattığı /aman Na-
te’e aşık olmadığını biliyordum. Onu hayal etmediğini de.
Nate. Adele’c göre fazla iyiydi, o, adam edeceği bir alçak is­
terdi. Tanıdığı kadarı ile Nate'in buna hiç ihtiyacı yoklu.
Bataryaları kapattım, rafta duran silindir naylonun için­
den birkaç tane pamuk alıp yüzümdeki ıslaklığı uzun dar­
belerle kuruttum.
Adele'e açıklamasına fırsat vermemekle kötıı bir şeyyap­
mıştım. Aynada kendime bakmayı kestim. Bu kadar berbat
birinin yüzüne daha uzun müddet bakamazdım. Kötü bir
insanım. Neyaparsam yapayım, ben, kötü çok kötü biriyim.
19

ukc. piknik örtüme uzanırken “Demek, burası popü­

L ler çocukların takıldığı yer/’ diye yorumda bulundu.


İçinde tavuk salatası olan esmer ekmekli sandviçini
ikiye bölerek bir ısırık aldı.
Lııke, bunu abanmadan söylüyordu. Yaz tatilinin son
Cumartesi günü, Tegan’ın oyıın grubunun birkaç seçkin
üyesiyle birlikte Horsforth parkında bir piknik düzenlen­
mişti. Beysbol oynuyor, yemek yiyor, gazoz içiyor ve yeni
okul döneminden önce eğleniyorlardı. Tegan’ın çevresinde
sevilen bir çocuk olmasının yansıttığı zaferin tadını çıkartı­
yordum. Hiçbir zaman sevilenler listesinde ya da popüler
olmamıştım ama Tığa öyleydi. Diğer çocuklar esas çeteyi
oluşturuyor. Crysıal, Matilda ve Ingrid ın erkek ve kız kar­
deşleriyle birlikte hemen hemen 20 kişiydik. Bu mutlulu­
ğum, Luke'un gelmesini istemesiyle birden sona ermişti.
"Çağırmalı mıyız?” diye sızlandım.
Kvet, memnun olacaktır,” diye yanıtladı. Tabii ki, sevi­
nip kabul etmiş, yiyecek getireceğini söylemişti. Sağduyu­
dan f.t/la parası olmalıydı çünkü mahalle bakkalından top-
KN VAKIN ARKADAŞIMIN Kl/I • 193

İndi#! envai çeşit sandviç, .salam, sosis, çerez, çikolata pa­


ketlerini piknik sepetine âdeta boşaltıp getirmişti sanki. Al­
dıkları. piknikte bulunan herkese yeteceği gibi, kalanı da
hafta boyunca akşam yemeklerini garantileyecek miktar­
daydı.
Buna rağmen, ona sevgi dııyamıyordum. Patronumun,
ona sempati duymam için yapabileceği fazla bir şey yoktu.
Hu duygunun karşılıklı olması beni rahatlatıyor, ilişkimiz
birlikte geçirdiğimiz zamanla doğru orantılı olarak bozulup
gidiyordu. Luke’la yaptığımız bir toplantıdan sonra Betsy,
“Sizin kadar birbirinden bu kadar hoşlanmayan iki insana
ciaha önce hiç rastlamamıştım," demişti.
“Öyleyse, bu sadece benim hayal ürünüm değil, iki yön­
lü, karşılıklı bir şey değil mi?" diye sordum
“Kesinlikte doğru! Bu dalaşma isteğini gizleyen bastırıl­
mış bir nefret filan değil, düpedüz gerçek bir tiksinme."
“Evet, biliyorum."
Betsy "Belki de başka bir hayatında ona haksızlık etmiş-
sindir," derken derin düşüncelere dalmıştı.
"Hatırladığım kadanyla. hayır.'
“Sen hariç hepimizle son derece sevimli... Acaba senden
neden bu kadar nefret ediyor?
“Bir köpeğe benzediğimi düşünüyor, ’ diye cevap ver­
dim. Bu fikrimi yüksek sesle telâffuz ederken midem kasıl­
dı. Bunu hep biliyordum, ilk karşılanmamızda bakışlarından
okumuş, ama isimlendirememi>tim Şimdi ise bunun bir adı
olduğunu inkâr ölmeyecektim Beni sevmemesinin tek ne­
deni çirkin bulmasıydı.
İşin en kötüsü. Tegan onu sürekli çağırmamı istediği için
ilişkimi is yerinin dışına da taşımak /orunda kalıyor, hak-
kındaki tüm düşüncelerimi Aııgeles'm Juvarlamıa ilan eıle-
19 i • D o ro th y K o o m s o n

iniyordum. Peş peçe üç cumartesi ve iki pazar. Tegan'la


yap-İK>z oynamak ve resim yapmak için gelmişti. Bizi ziya-
rer edemediği o hafta sonunu izleyen günlerde akşam uğ­
ramızı. Ziyaretlerini Tegan'a iyi davrandığımı denetlemek
için mi yaptığından şüphelenmeye başlıyordum ama ya
şimdi? Sadece Tegan’ı görmekten hoşlandığı için burada ol­
duğu belliydi. Hatırlayabildiğim kadarıyla Tegan şimdiye
kadar kimseye böyle ilgi duymamıştı dolayısıyla onu geri
çevirmeyi imkânsız buluyordum. Resmen kene gibi üstüme
yapışmıştı. Beş yaşındaki çocuğumla olan arkadaşlığına say­
gı duymaya başlıyordum. Ortalıkta bulunmasını düşündüre­
cek başka herhangi bir motivasyonu olmadığı her halinden
belliydi. Onları baş başa bırakmamakla birlikte bunun esas
nedeni Tegan’a bir kötülük yapabileceği düşüncesi değil
evin içinde gidecek başka bir yerim oimadığındandı. Ben­
den her ne kadar haz etmese de, Luke'un iyi bir adam ol­
duğunu artık görebiliyordum. Birbirimizle haşin konuşmayı
çalışma saatleriyle sınırladık. Dokuz ile beş saatleri dışında
çok az konuşuyorduk. Ya da hiç. Şimdi ki gibi.
Kırmızı, yeşil ve mavi ekoseli battaniyeye uzanırken dir­
seklerimden destek alarak, bacaklarımı uzattım. Etrafta ko­
şuşan çocukları daha iyi izleyebilmek için başımı kaldırdım.
Diğer velilerin çoğu, oyunda yer alırken çocuklarıyla birlik­
te takıma katılmışlar, puan kazanmaya hayli çabalıyorlardı.
Bu tip durumlar söz konusu olduğunda geri planda kalan
velilerdendim. “Popüler çocukların takıldığı yer burası, öy­
leyse." diye yineledi Luke.
"Fvet, çocuğum gerçekten de hoştur," diye yanıtladım.
Luke bir şey demedi. Çalışma saatleri dışında alışa geldi­
ğimiz suskunluğa yeniden daldık. Birkaç dakika geçince bir
daha denedi. ‘Demek."
KN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZI • İV5

Ona dönüp “Ne'" diye sordum. Oda dirseklerine dava-


narak yatmış, ü/erine di/e kadar şort ve l>eya/. li>on givdi-
ği esnek vücudu gerilmişti. D&G güneş gözlükleri
neredeyse yüzünün yarısını kaplıyordu.
Utanç, yüz çizgilerinde kısaca gezindi. Birbirimize söyle­
yecek iyi ya da anlamsız bir şeyimiz dahi yoklu. Dikkatimi
oyuna çevirdim. Tegan, kenarı beyaz çizgili mavi bir eşof­
man altı, üzerine de kırmızı bir tişört giyiyordu. Mavi beys­
bol şapkasını iyice başına geçirmişti. Ö n safta duruyor, atı­
cının fırlattığı topu yakalamak için alesta bekliyordu. O an­
da onunla o kadar gum r duyuyordum ki. Sadece oynarken
başarılı değildi, bulunduğu her onama doğal olarak uyum
sağlama yeteneği vardı. Ele aldığı işleri tam yapmayı sevi­
yordu zaten. Tegan için yarım ölçü söz konusu olamazdı,
yaptığı her neyse kendini yüzde yüz veriyordu.
Luke, "Tegan sana neden Ryn anneciğim diyor?" diye
sordu.
O na yeniden odaklandım. “Çünkü öyleyim. Onu doğur­
madım ama beni annesi olarak görüyor."
' Ryn kısmını kastetmiştim. Neden Ryn. Kamryn ya da
Kam değil?”
“Tegan henüz çok küçükken, insanlar bana Kam diye hi­
tap ederlerdi. Bense böyle çağrılmaktan nefret ederim." La­
fımı bitirdiğim anda, anık beni ölünceye kadar Kain diye
çağıracağını biliyordum. ‘Bu yüzden onlan sürekli Ryn.
Adım Kam ıyn. diye düzeltiyordum. Herhalde, o kadar çok
söylemiştim ki, Tegan adımın Ryn olduğunu sanmıştı Ko­
nuşmaya balkıdığında önce Win demeye başlamıştı. sonra­
dan Ryn oldu. Ve kaldı."
Luke İ k i güzel bir hıkâve." derken yüzünde dostça bir
tebessüm dahi belinnişti. "Arkadaşları >eni nasıl çağırıyor
Ne bileyim. Tegan la Yasayan Su Tuhal Kadın olabilir mı?
190 ■ D o ro th y K oom .son

Luke un yüzü buruşarak yüksek -sesli bir kahkaha attı,


ikimiz de birbirimize bakarak gülüyorduk Belki de o kadar
kölü değildi. Sonra düşünceye dalarak “Biliyor musun, da­
ha sık gülnıelisin," dedi. "Gülmek sana yakılıyor. Biraz da
kilo ven>en...n
Gülümseyişim uçup giderken ifadem sertleşti. Doğrulup
dizlerimi yükselterek çehremi gizlemek istercesine öne eğil­
dim. Yüzüm utançla kızarmış, ağlamak üzereyken çaresiz­
likle yanan gözlerimi battaniyeye dikmiştim. Şişman ve çir­
kin olduğumu düşünüyordu. Bu adamın lafları neden beni
bu kadar kırıyordu, anlayamıyordum. Yaşamım boyunca
duyduğum laflardı. F.rkekler alenen ve kurnazca bana hep
bunlan söylemiş onları duymazlığa gelmiştim. Büyük res­
min içinde or.lan önemsiz kılmıştım. Ama bu adam beni
üzebiliyordu. Nedeni yıllar içinde, beni sevmedikleri halde
hiç kimsenin böyle küstahça davranmamış olmasından mı
ileri geliyordu? Güçlü kalmak için o kadar çaba sarf ediyor­
dum ki. bu tiple bir saldırı karasında gerçek anlamda bir
savunmam kalmıyordu.
“Öyle demek istememiştim,” diye düzeltmeye çalıştı ama
söyleminden de caymıyordu. Öyle demek istememiş olabi­
lirdi ama niyetinin ne olduğu ortadaydı.
Ondan yüzümü ve acımı gizledim. Bir daha bu oyuna
girmeyecektim. Kendime güven duymam, bir şeylere değ­
diğime inanmak yıllarımı almıştı. Bu herifin beni zayıf d ü ­
şürmesine izin \xinneyecektim. Onu zihnimden silmeye ça­
lımlığım sırada, san bir tenis lopunun l>urnumun ucundan
teğei geçtiğini gördüm. Kafamı süratle çektiınse de Luke o
denli hızlı davranamadı. Top yüzünü sıyırıp battaniyenin
üzerine dü>meden gözlüklerine çarptı. \e yazık ki. en ha-
hf bir sızıdan fazla bir sıkıntı yaratmayacaktı
EN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZI • 197

Oyamdaki herkes, donakalmış Luke'un vereceği tepkiyi


bekliyordu. Elini yüzüne getirerek gözlüklerini çıkarttıktan
sonra oyunculara sırıttı. Herkes gülerken o topu alarak aya­
ğa kalktı. Fırlatırken Irana dönüp “Topu geri yollayacağım,'
diyerek çimenlerin içinde koşa koşa oyuna katıldı. O gidin­
ce bedenim rahatladı. Bende öyle bir etki yaratıyordu ki.
birlikte vakit geçirdiğimiz her sefer, sinirli oluyor, bir sonra­
ki hakaretini, kötü bakışını bekliyordum. Yan dönüp uzan­
dın», dirseğimi yere dayayıp Tiga’yı seyrelmeye başladım.
Arada bir gözlerini oyundan ayırıyor, beni arıyordu. Göz
göze gelince yüzünde kocaman bir gülümseme beliriyor,
sağ elini kaldırıp enerjik bir şekilde sallıyor, İrenim de sal­
lamamı bekledikten sonra oyuna geri dönüyordu.
Cumartesi günlerini daha iyi geçirebilmenin türlü yolları
olmalıydı ama şu anda, düşünebildiğim tek yol buydu.
Oyun bittiğinde, Eve dönmemiz ıızun zam an alacak di­
ye düşündüm. Kalan yiyecekleri toplamama yardım için
dizlerinin üzerinde olan Tegan uyuya kalacak gibiydi. Luke,
yardıma koşmazsa bu kadar eşyayı nasıl geri götürebilece­
ğimizi merak etmeye başlıyordum. Maç sona erdiğinde "He­
men dönerim,’* deyip parkın tuvaletine dogrıı yönelmişti. O
dönmeden buradan ayrılmaya c in atıyordum
Belki sadece piknik sepetini bırakmalıydım. Yiyecekleri
paketlemeye çalışan Tiga ya baktığımda uzun saçları dağıl­
mış, düzensiz demetler halinde mavi beysbol şapkasının al­
tından çıkıyordu. Luke'a ait hiçbir şeyi orada bıraktırmaya­
cağı aşikârdı.
Bir yerlerden bir kadın sesi geldi. "Affedersiniz. Maşan
Brannnn?” Hem Tiga hem de l>en hasımızı kaldınp kiktik
Yanımızda, piknikteki annelerden. Tiga'yı okuldan alma­
ya gittiğimde sık sık karşılaştığını insanlardan biri dunı\or-
198 ■ D o r o lh y Ko<>m.son

dıı. Göz göze geldiğimiz kereler hafifçe selamlaşmış oldu­


ğum biriydi. İncecik hir yüzü, çıkık elmacık kemikleri ve sı­
cacık kahverengi gözleri vardı. Siyah saçları om uz hizasın­
da kesilmişti. Tegan’ın arkadaşlarından tekinin büyük for*
matlı modeliydi.
"Bayan Brannon,'' diye tekrarladı.
Ayağa kalkıp ellerimden çimen, çalı çırpıyı silktim. “Ben
Bayan Brnnnon değilim. Ms. Matika’yım. Kamryn Matika.
Tegıın’ın yasal vasisiyim.”
‘ Anlıyorum,” derken gözlerinden şaşkınlık okunuyordu.
"Biraz karışık bir durum. Ya, siz?”
"Bayan Kaye. Della Kaye.” Duraksadı. “Merak ediyor­
dum da... Matilda’yı biliyorsunuzdur, bu arada onun anne-
siyim. Tegan'ı evine çağırıp duruyor, yani evimize demek
istedim.”
‘ Elbette/' dedikten sonra biraz aceleyle cevap vereliğimi
fark ettim. Bu kadın kimdi? Evleri neredeydi? "Tegan, hiç
bahsetmemişti..." Bayan Kaye’e bakan Tegan'ın gözleri en­
dişeyle doluydu. Bu konuşmayı duymamış olan biri okul
müdürü tarafından azarlanmış olduğunu zannedebilirdi.
"Tegan?"
Gözleri yuvalarından fırlarken “İşle çok yoğun olduğu­
nu biliyorum.'' deyip dikkatini hemen başka tarafa yöneltti.
Arkadaşlarının evine gitmende bir sakınca görmüyo­
rum. istediğin vakit gidebilirsin.” diyerek Bayan Kaye'e
döndüm. "Ne zaman isterse gelebilir. Siz ne zaman müsait­
siniz?'’
Bayan Kay ‘'Düşünüyordum da," diye başladı. ’ Tegan ile
Malikin nın v<’k iyi bir dosıkıklan var, öğleden sonraları
okul çıkışında kızları almam.ı ne dersiniz? Böyleee, siz islen
donimıeye kınlar birlikle birkaç snat geçirirler, Haliaya okul
EN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI • 199

haşlayıp kızları saat dörtte toplamak gerekeceği için, m/ c ile


kolaylık olur."
“Şey," diye yanıtlarken bu iyilik dolu teklif k a rc ın d a şa­
şırıp kalmıştım.
“Gerçeklen, önem li değil. T eganın bize gelmesini çok
isteriz.''
“Size sorun yaratmayacağından em in misiniz?"
“Ben zaten altı çocuğa bakıyorum, fazladan bir tane cid­
den fark etmez."
Tegan hâlâ korkmuş gözüküyordu, belki de Matlıilda ya
gitmek istemedi için bana bundan söz eünemiş olabilirdi.
Bunu önce Tegan'la konuşup size halxrr verebilir
miyim?"
Bayan Kaye'in m em nun bir hali vardı, telefon numaıasi-
nı verip vedalaştıktan sonra yanımızdan uzaklaştı.
O nu seyrederken ağzım ağır bir kurşun tadıyla dolup
ağırlık göğsüme kadar indi. Tegan neden bunu bana sorma­
mıştı? Benden sakladığı başka ne vardı?
Battaniyeyi yeniden açarak üzerine oturdum. Yanımdaki
lx)ş yeri düzelttikten sonra, kalbim in kırıldığını belli etme­
meye çalışarak “O lu n ıp biraz konuşalım ını?” dedim. Tegan,
yere bağdaş kurarken alt dudağını ısırıyordu.
“Tiga bana her şeyi söyleyebileceğini biliyorsun değil
mi?" dedim. Sonra bir an d ü şü n ü p lx.*ııden korkmaması ge­
rektiğini söylemek istediğimi anladım. "Yani, zaıııan içinde
-dudaktanım yaladım- evlerinde kalabilirsin bile. Yeler kı
bana söyle, ayarlarız."
Alçak bir sesle ‘Ama meşgul olduğunu biliyorum, dedi
Bu fark etme/. Bir yolunu buluruz IV m ek istediğim,
arkadaşlarına gitmek istersen ya da..." Kını bilir kaç doğum
günü partisini sııi hana söyleyemediği ıcm kaçttdığıtıı duşu-
20 0 ■ O o ın ih y K ooııiM >n

ınirken sesim titredi. "Veya herhangi başka şeyi, bana söy­


lersen bir şekilde oraya gitmeni sağlarım. Tamam mı?”
Tiga bir, iki hatta üç dakika düşündükten sonra daha da
yavaş bir sesle “Tamam.'1dedi.
Rahatlarken omuzlan birden düştü.
“Öyleyse, Matilda’lara gitmek isliyor musun?" diye sor­
dum. Giderse, okul sonrası kulübe verdiğimiz paradan ba­
yağı tasarruf ederdik. Artı, işten dönerken daha az gerilir,
Kaye'Ierin cömertliğini her ne kadar kötüye kullanmayacak­
sam da, irenimin hafif geciktiği seferler, bütün İngiliz de­
miryolları sisteminin altını üstüne getirmek istemeyecektim.
Nefes alacak alanım kalacaktı.
"Müsaade eder misin?” dedi.
*‘Evel, tatlım, bunu arzu elliğin sürece. İstemediğin tak­
tirde yapman gereken tek şey bunu bana bildirmen. O za­
man, planladığımız gibi okul sonrası faaliyetlerine katırlı-
sın."
"Tamam, gitmek isliyorum.”
Gülümsedim. Benden başka bir arkadaşının olmasını her
şeyden fazla istiyordum. Ve bu sadece Luke değildi. Te­
gan ın küçük birimimiz dışında insaniara ihtiyacı vardı, ken­
dim dahi bunu görebiliyordum. Sınırlı sayıdaki arkadaş çev­
remden ve daha önceki iş odaklı hayatımdan her ne kadar
memnun kalsam da, Tegan gibi muhteşem bir çocukta ay­
nı larzı yarauııak kanımca bir cinayetti. Özellikle yaşadığı
son deneyimlerden sonra insanlara yeniden güvenmesini
sağlamam gerekliydi.
Mulikla'lann evine gitmesi konusundaki kararı için “Pe­
ki. ınemnui) oldum.' dedim.
I zulmedin değil mı?”
"Mutlu o U a k sjıı hayır. Bent lıeı gün saat IbıjO'da ara­
KN Y A K IN A K K A İM > IM IN K IZ I • ¿01

man gerektiğinden Bayan Kaye i haberdar edeceğim <>nu


okulda unuttuktan sonra aramızda öyle anla>mı>uk. Ben»
her gün arayacak, onu kaçta alacağımı öğrenecek, akşam
ne yiyeceğimizi konuşacak ve o saate kadar neler yaptığını
anlatacaktı. Diğer deyişle, onu bir daha unutmamamı garan­
tiye alacaktı.
Haydi, tamam," derken piknik sepetine yöneldim.
“Luke ortaya tekrar çıkmadan toplanalım.'
‘Luke akşam yemeğini bizde yiyebilir mi? diye sordu.
“İsterse.”
Tegan kesin bir tavırla “Eminim, ister.' dedi. Luke söz
konusu ise eşine rastlanmamış bir cesareti vardı. Bir arka­
daşının evine gitmek için benden izin alamıyordu ama Lu-
ke’u akşam yemeğine çağırmak için hiç tereddüt etmiyordu.
“Dediğim gibi, bakalım ister mi?"
Bize gelmeyi seviyor mu?"
“Sanırım öyle, yoksa o kadar sık gelmezdi."
“Öyleyse, bıı akşam yemeğini de bizimle yiyecektir." der­
ken söylediği o kadar mantıklıydı ki, bu çocuğun sadece beş
yaşında olduğunu kendime hatırlatma ihtiyacını duydum.
“Gelmek isteyip istemeyeceğini birlikte göreceğiz.”
' Kimin ne yapmak isteyeceğini görecekmişsiniz?" diye
sordu Luke. Başım piknik sepetinin içine gömülü olduğu
için Tegan görmeden dil çıkartabilir, duymamış numarasına
yapabilirdim.
Kafamı sepetten çıkartıp Luke a baktım. Beysl*-
»! oyna­
dıktan sonra bile üstü başı gayet düzgündü. Tişörtü kar gi­
bi beyaz, şortunda en ufak bir çimen lekesi yoklu, kumral
kıllarla kaplı adaleli ve ince bacaklan yaz güneşinin son
demlerinden nasibini alıp halil yanmıştı
"Şey. aksam yemeğe gelıı ıııisın diye merak eiımsitk de '
V ' ■ r V 'n 'ih y Ktx>m >on

Lukeun vuzü inanılmaz bir sevinçle aydınlanırken ço-


cukiuğundj. sabırsızlıkla beklediği Noel hediyesini aldığı şi­
mdiki ıLidoıni görür gibiydim. Dolgun dudaktan neşeyle
guiuntvrken yanaklarının misil yuvarlandığını. anne ve ba­
hasına bakarken hal rengi gözlerinin nasıl mutlulukla dol-
Juğunu. sevinden nasıl konuşamadığını tahmin edebiliyor­
dum Bövle sevecen bir çocuğu müthiş kibirli bir adama çe­
viren acaba neydi?
“Cidden istiyor musunuz?’ diye sordu Luke.
'Elbette, neden olmasın ki?”
*>opef o zaman.' diye haykırdı. Tebessümünü Tegan a
çevirirken, o da aynı ışıltıyla gülümsedi.
"Sadece piknikten ananlar var. özel hiçbir şey...“ diye
ikaz ettim, zira sevinci özene bezene tasarlanmış bir menü
umduğunu anlatmaktaydı.
Muüuiukla omuz silkerken '’Biliyorum, hadi sana yardım
edeyim." decL Diz çöküp kalan eşyalan topladı. Her şey
bitliğinde, -sepeti doldurmak, hattaniyeyi katlamak ve çöp­
leri atmak- yürümeye başladık. Hasır sepeti o sırtladı.
‘Arabayı parkın kenarına çektim. Böylece eşyalan yükle­
mek kolaylaşır.'
Basımı sallayıp elimi Tegan’a uzattım. Bir elini bana ve-
nrken diğeriyle beysbol sopasını sıkı sıkı tutuyordu. Luke u
takip etmek için çimenliğe girmeden önce, Tegan elimi ha­
fifçe sıkarak onun hizasına inmemi istedi.
‘Gördün mu. sana söylemiştim, akşam yemeğine gelı-
v ' diye fısıldadı.
20

alışma hayatıma döndüğümden beri. Beısy üe pav-

Ç laştığım ofisin, toplan bölümünde çalışan kadınla­


rın bir uğrak merkezi haline geldiğini fark ettim.
Muhtemelen işe gelmediğim sıralarda, insanlar Betsy yaJ-
nız kalmasın diye onu ziyarete gelmeye başlamışlar, sonra
da alışkanlık haline dönüştürmüşlerdi. Özellikle deli gibi
çalıştığım günlerin geride kaldığını ve iş harici konularda
sohbet ettikleri için onlan eleştirmeyeceğimi fark ettikle­
rinden beri bu adetleri sürüyordu. Patrona, Ted le olduğu
gibi, yakın değildim. Üst düzey yöneticilerin bulunduğu
katın bir uzantısı olarak görülmeyecektim Değişmiştim
de. Kendimi eskisi kadar işe vermiyordum Daiga geçmek
yanlış bir ifade olurdu zira iyi iş çıkarttığımı biliyordum,
aksi halde hemen haberim olurdu, Luke'un gözünden kaç­
mazdı, ne var ki işin içine tam olarak giremıyordunı. En
azından eskisi kadar. Lukea raporlamam gereken pazarla­
ma direktörlüğüne ait lx>lüm işimin ancak hır p.«rtaMnı
olu>tuaıyordıı. kalan yüzde 90 lık esa* kısmı bir bcısluk.
ynlattiM/ltk duygusu ile doluydu Adcle ile ılgi'-ı olduğunu
20-1 » D orothy Kcx)mson

zannetmekle beraber bu durumu mercek altına almaya hiç


yanaşmıyordum. İşimi öylece götürüyordum fakat önce­
den olduğu kadar haz almıyordum. Uzun yıllar, tüm yaşa­
mım iş üzerine kuruluydu ama artık faturaları ödeyebil­
mek ve Tegan’ı beslemekle ilgiliydi. Eğlenceli herhangi bir
şeyi memnuniyetle karşılamaktaydım.
Tegan’ın okul pikniğini izleyen pazartesi, ■
‘Öyle bir şey
ki, ona aşık olabileceğimi düşünüyorum," derken Betsy, ge­
çen hafta rastlamış olduğu bir adamdan söz etmekteydi. En
sık ziyaretçilerimizden biri olan ve muhasebe departmanın­
da çalışan Ruby’ye bu kişiden aldığı bir yazıyı gösteriyordu.
Metni üç kere görmüş, her seferinde daha da müstehcen
bulmuştum. Betsy “Aramızda öyle bir bağ var ki," diye sür­
dürdü. “Kimseye karşı böyle hissetmemiştim.”
Aynı şeyi, iki hafta önce tanıştığı son adam hakkında da
söylemişti. Daha önceki için de. Son derece sert ve ticaret
kafası olan biri için de Betsy şaşırtıcı biçimde uçan davran­
mıştı. Betsy koyu kahve gözleriyle uzaklara dalarken om uz­
larına düşen simsiyah saçlanndan bir tutam almış başpar­
mağının etrafına dolayıp duruyordu. "Sanırım, o doğru in­
san."
Betsy’yi seyrederken ansızın zihnimde bir hatıra canlan­
dı. Adele, birçok kez, yüzünde benzer bir ifadeyle bu söz­
leri söylemişti. Geçmişte, aynı konuşmaları defalarca yap­
mıştık. “Öyle müthiş ki. O nun kadar harika birine hiç rast­
lamamıştım." Adele de böyle bir laf edıbilirdi.
Ruby "Allah aşkına, hep aynı şeyleri söylüyorsun," der­
ken duyduklarını hiç ciddiye almadığı aşikârdı.
Betsy "Hiç de bile," diye itiniz ederken bir yandan aya­
ğını masanın üzerine kaldırdı.
“Aman Tanrım, tabii ki söylüyordun. Hayatımda senin
EN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I ■ 20S

kadar çok aşık olan birine rastlamadım. Bir adama baktığın


gibi kafanda hemen evlilik planlarına başlıyorsun.”
Betsy “Kamryn, ne olur bunu her zaman yapmadığımı
söylesene,” diye karşı çıktı.
Büyük bir ciddiyetle “Bunu her zaman yapmaz," diye
açıkladım.
“İkiniz de hiçbir zaman aşık olmadığınızı düşünüyorsu­
nuz."
“Senin gibi aşk budalası değiliz,” diye yanıtlarken ‘Bizi
alt etmeye çalışma.”
Ofis ortağım kollarını göğsünde kavuştururken yarı asık
bir suratla alt dudağını sarkıttı.
Gülümseyerek "Oh, aklınızla bin yaşayın, neden bahset­
tiğinizi biliyorum. Herif bir de yakışıklıysa bu, pastanın üze­
rindeki kremaya benzer. Ama bakışlar her şey demek değil­
dir,” -etkili olmak için duraksadım- “kıvraklık ve hayal gü­
cü yatakta belli olur."
Derin bir ses “Önemli pazarlama konuları hakkında fikir
alışverişinde bulunduğunu memnuniyetle görüyorum,
Kamryn." dedi. Hiçbirimiz, Luke'un ne odaya yaklaştığını
ne de girdiğini duyduk. Zira kapıya vurmamıştı. Sanki hiç­
bir yerden çıkageldi. Kötü niyetli siyah bir bulutun, evden
yanma şemsiye ya da yağmurluk almadan çıkmanı bekleyip
üzerine muson yağmuru boşaltması gibi apansız gelmişti.
Kapının eşiğinde duran kömür grisi görüntü karşısında
kalbim hızla çarpmaya başlamış, mideme sanki bir ok sap­
lanmıştı. İş yerinde, böyle bir şeyi telaffuz ettiğim, Angeles
duvarları dahilinde görevim dışında bir konuyla ilgilendi­
ğim ilk kez. buna şahitlik etmek için oradaydı. Artık profes­
yonel olmadığımı gösteren, benden kurtulmasını gerektiren
uygunsuz varlığımı doğaılayan bir kanıtı daha varili.
206 • D m o ih y K o o ınso n

Hetsy ayaklarını masadan indiriıken Kuby de !>ir kâğıt


piKUM almak içi» ofisimize gclıniş numarası yaptı Her iki­
si de bana sempatik bakışlar fırlatırken Luke'un geliş nede­
nini gayet iyi biliyordu. Kn iyi ihtimalle alaycı bir yorumda
bulunacak, en kötüsü yönettiğim |x*rsonele karşı profesyo­
nelce davranmanı konusunda sözle uyaracaktı.
Kuby lek bir kelime dahi etmeden ofisten tüyerken Betsy
bana bakarak donakalmış oturuyordu.
Luke "Betsy, sakıncası yoksa Kamryn ile yalnız görüşe­
bilir miyim?" derken savurduğu gülümseme sevecenlik do­
luydu.
Ağlamak üzere olan Betsy isteksizce ayağa kalıp dışarı
çıkarken, ardından ofis kapısını açık bıraktı. Luke, cam du­
varlı geniş ofise girip masamın yanı başında durdıı. Ayağa
kalkarsam eğer, pozisyonuna kafa tutmak isteyen sinsi bir
rakip gibi davranmam anlamına gelecek, bu ise yarardan
fazla zarara yol açacaktı. Oturmaya devam etmekle ise ba­
na hükmetmesine izin vermiş olacaktım. Ben üçüncü seçe­
neği, ayağa kalkıp kapıyı kapatmayı tercih ettim.
Ona döndüğümde, birbirine kavuşturduğu kollan ve açtı­
ğı bacakları ile duruşu sanki bütün odayı kaplıyordu. Her za­
manki etkilenmemiş tavrıyla üzerimde göz gezdirdi. Kendimi
anında darmadağınık hissettim Siyah saçlarım ince ve vahşi,
siyah pantolonumla siyah i|x.'klen dar bluzum şekilsiz ve
zevksiz, bedenim sakil ve itici. I.uke, kendimi gelişigüzel ve
sevimsiz hissetmeme neden oluyor, onunla okulda okluğum
zamanı hatırlıyor, sanki hakkımda anlatılan her şeyi yeniden
duyuyordum. Sanki çirkin ve şişman kelimeleri derime nüfuz
etmiş, zorlukla görülebiliyor ama vaılıklaıını hissettiriyorlardı.
Oz güvenimi yaymak istercesine sırtımı dikleştirip kolla­
rımı kavuştururken T.vetr diye sonlum. Bu olı> bana aıtlı.
EN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I • A>7

o gelinceye kadir beniın kalem olmuştu, kimsenin Imj nu-


kân dahilinde l>eni bü şekilde hissettirmeye izni olmayat ak­
tı.
"Dinle Kamryn," diye söze başladı "Kötü bir başlangıç
yaptık."
Ne söyleyeceğimi şaşırıp bir an durdum. Ona dikkatle
bakarken ne dediğini zihnen yeniden dinledim Aklım duy­
duklarına inanmayı sanki reddederken ağzımdan “Affeder­
sin?" sorusu çıktı.
"Kötü bir başlangıç yaptığımızı söyledim.“
Ondan ne zaman zılgıt işitmeye başlayacağımı merak
ederek “Evet, sanırım öyle,’’ dedim. “Ama kabahat kimin?"
SoUık verip duraksadı. “Benim.”
“Sanırım, ben de tamamen suçsuz değilim," diye itiraf et­
tim.
Birlikte çalışmamız, ayrıca Tegan benimle vakit geçir­
meyi sevdiği için iş dışında da görüşmemiz gerekiyor."
Sakıngan bir sessizlikle onu anlamaya çalışıyordum.
“Cumartesi gününden sonnı... akşaın yemeği davetin­
den... inanılmaz duygulandım. Sonra bütün bunların ne ka­
dar aptalca olduğunu fark etlim. Sorunlarımızı çözebileceği­
mizi ümit ederek anlaşabilmek için bir yol bulabileceğimizi
düşündüm." Herhalde şüpheli bir ifade takınmış olmalıydım
ki, "Tamam, anlaşmak değil fakat belki en azından birbiri­
mizi hırpalamaktan vazgeçebiliriz.”
' ’ramam,’’ diye yanıtladım
“Peki öyleyse.” Durdu derin soluk alıp verdi. “İşini yapa-
mıyormuşsun gibi davrandığım için ö/ür dilenin. Hakkında
o kadar çok şey duydum ki. karşısındakini memnun eime
ye hazır dinamik, genç ve güz*-I bir şey olduğunu d u lu n ­
dum. O ıuın yerine . ' sesi titrerken kontrolsuz düşünceleri
208 • Doroihy K<x>mson

nı açığa vurduğuna inanamıyormuş gihi hafifçe yüzünü ek­


şitti.
“Lütfen, şimdi durma, her şeyi duymak istiyorum. Onun

“Onun yerine, farklı çıktın, darmadağın birisin. Hiç te k ­


lediğini gibi değil. Öyle üzgünüm ki, seni bu şekilde yargı­
lamamam gerekirdi."
Hiçbir şey söylemedim.
“Ted ve senin hakkında yapılan dedikodulara da kulak
astığım için teni bağışlamanı rica ediyorum. Bu şekilde ça­
lışmak aslına bakılırsa adetim değildir.”
“Bütün bunlan söylediğin için teşekkür ederim, çok lü-
tııikârsm. Ben de seni işini alnının teriyle değil de yalakalık
yaparak elde elmiş dar kafalı, minnacık pipilİ. kokuşmuş bir
otuz birci olarak düşündüğüm için özür dilerim," diye ya­
nıtladım. Gerçekte bu yanıtı, Luke'a aşın kırıldığım ve beni
iğnelemesine izin vermekle kendimden iğrendiğim için ver­
miştim. Aksi halde içim pek elvermeyecekıi.
“Bana hiç öyle demedin,” diye telimi.
“Tabii ki dedim Kafamda. Birçok defa İşin doğrusu...
pardon, yine yaptım."
Luke un ifadesi biraz yumuşarken, dudaklarının çevre­
sinde hafiften eğlenmiş gibi bir ifade belirdi. “Sırf ten de­
ğilmişim." diye yorumladı. “İlk tanışmamızda pek dostça
davranmadın."
“Hayır, ama sarışın bir tanrıça ya da bir esmer güzeli ol­
saydım çok daha çabuk fikir değiştirirdin.”
Gö/Jcrini öyle bir şekilde üzerimde sabitledi ki, sözünü
uzatmamak için kendini zor tuttuğu belliydi. 'Çocuğun öy-
k* >eker ki." diyerek konuyu değiştirdi
Alay nıı ediyorsun?" diye sordum. “Ben hoş biri değilim
ama Tegan öyle?"
EN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI • 209

Her /aman bu kadar paranoyak mısındır?” divc sordu


"Paranoyak olmak insanların seninle dalga geçmeyeceği
anlamına gelmez ki!” diye cevap verdim.
“Ben sadece olan bir durumu açıkladım. Çocuğun şeker.
Elinde olmadan onu seviyorsun... Bu ise bir alay değil, bir
gerçek,"
‘’Evet, harika bir kızdır.” diye hem fikir olduğumu belin-
tim.
“Peki, iyisi mi seni işinden daha fazla alıkoymayayım.
Betsy ve Ruby de sefil hallerinden kurtulsunlar." Dışanya
baktığımızda, Betsy ellerini sıkıyor, bizi seyrettiği halde
Ruby’nin masasında onunla sohbet ediyor izlenimini bırak­
mak istiyordu.
Onların tarafına baktığımızı fark edince her ikisi de ken­
dilerini hevesle işlerine kaptırmış görünmeye çalışıyordu.
Kapıya dönerken “Tertemiz bir sayfa açarak, her şeye
yeni baştan başlıyoruz,” dedi.
“Evet, anlaşmamızın böyle olduğuna inanıyorum."
Luke tebessüm etti. Gülüşünde ne hoş görünme isteği ne
de alay vardı. “Ciddiyim, biliyorsun."
Ona geri gülümserken “Ben de,” dedim.
Günün ilerleyen saatlerinde, çocuk departmanının mü­
dürüyle yaptığım toplantıdan döndüğümde masamın üze­
rinde bir Twix buldum. Bırakılan notta,

Tegan, çikolata sevdiğini söylemişti.


Luke
‘Luke’u da
öpmen gerek’
k
i,
21

özlerimi hafifçe açarken ışık bütün duyularıma

G hücum edince derhal yummam gerekti. Çok ıstı­


rap veriyordu. Kapalı olduklan zaman bile sanki
başıma galonlarla ışık akıyor, beynimi mengene gibi sıkı­
yordu.
Başımı bir yastıkla örtmek için uzandımsa da parmakla­
rım yerini bulamadı. Tuhaf. Yatağımda birçok yastık vardı.
Kolumu hiç kıpırdatamadığımı yavaşça sezdim. Kol ve ba­
caklarımı kullanamıyordum. Ağzım, başım ve gözlerim şiş­
miş ve hassaslaşmıştı. Duyduğum acı yüzünden kusacak gi­
biydim. Migren başlangıcı olmalıydı. Hâlâ düşünebildiğime
göre henüz yerleşmemişti.
Migrene vaktim yoktu, okula gönderecek bir çocuğum
vardı, işe gitmek için hazırlanmalıydım. Şakaklarım inanıl­
maz zonkluyordıı.
/Sayarı Kcıye M k i gelir iegan'ı okula gviürıir olasılığını
elemeden emce, bir an sordum kendime. Zaten altı tanesiy­
le uğraşırken başına son dakikada bir çocuk daha mı ala-
21ı ■ Dorotlıy Koomson

çaktı? Bu durumun üstesinden gelmeni, migrenimi göz ardı


edip kendimi zorlamam gerekliydi.
Başım daha da ağırlaşırken güçlükle soluk alıyordum.
)d da bir ibtimal Luke? Gelir Tiga'yı okula götürürdü.
Onun için her şeyi yapardı. Benim için de yapacak gibiydi.
Yeni bir sayfa açmaya dair verdiği sözünü tutmuştu. Pik­
nikten sonraki iki hafta boyunca beni hiç kırmamış, düşün­
celerime saygı göstermişti. Pazarlama stratejimizi iyileştirmek
için ofisinde günlük toplantılar yapmamızı dahi önermişti. Bu
toplantıları sabırsızlıkla beklemeye başlıyordum çünkü
neredeyse Tedle çalışmak kadar zevkli geliyordu. Kendimi
yeniden takımın bir parçası olarak görürken işin içine iyice
girmiştim. Durağanlık ve anlamsızlık duygularını da bu geliş­
melerle lx*ralXT kaybolmuştu. Aralıksız yarım saat işine, sa­
dece işine odaklanan eski Kamryn olmuştum. Luke ile dost
filan değildik sadece mesai arkadaşıydık. Fikirlerime itibar et­
meye. işimi gerçeklen bildiğimi, uygulama fırsatı verildiği
taktirde bulunduğu pozisyon için ciddi bir rakip olacağımı
kabul ediyordu. Çalışma saatleri dışında görüştüğümüz za­
man işlen farklı konularda da konuşuyorduk. İlişkimiz güçlü
bir dostluğa dönüşebilirdi. Barış ve uyum içinde olmakla il­
gili yaptığımız yeni pazarlık anlayışına dayanarak ona telefon
açlığım taktirde. Tegan'ı okula götüreceğinden emindim.
Yapmam gerekli tek şey ahizeyi kaldırıp aramaktı.
/.aman geçli. Mâla harekel edemiyordum. Yatakta kımıl-
dayamadığım gibi telefonu kaldırmaya hiç mecal bulamı­
yordum. Saat alarmı çalıp duruyor, bedenim acıyla kıvraııı*
>ordıı. Saati kapatacak halim bite olmadığından kendiliğin
den durnniMnı İnekledim. Yeniden uykuya (.lalmış olacaktım
ki. bir m >ıifjm ik I.i bildiğim tı k sev Tegan ııı yalağımın ba­
şında durduğuydu.
EN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZI • 2 IS

Kolumu tutup çekiştirerek ' Kyn anneciğim," dedi,


“Hnng,” diye yanıtladım.
Müzikal bir sesle "Kalkma zamanımı/, geldi," dedi.
“Kalka... kalkamıyorum,” dedim.
“Ama okula gitmeliyim.”
Gözlerimi zorla açıp kırmızıçizgili pijamaları içindeki kı­
za baktım. Bana derin hoşnutsuzluk ve hafif bir kızgınlıkla
bakıyordu. Tıpkı annemin sabahları okula gitmeden önce
yatakta salmdığım zamanlarda baktığı gibi.
Kabarmış ağzım ve ağırlaşmış dilimi döndürebildiğim ka­
dar “Kendimi iyi hissetmiyorum,” dedim.
"Hasta mısın?” diye sordu.
“Evet, Tiga hastayım. Affedersin.'
Gözleri iki kat büyürken arkasını dönüp gitti. "Bekle,''
kelimesini telaffuz etmeme vakit kalmadan odamdan koşa­
rak çıktı. G öz kapaklarım açılmasa da peşinden gitmeli ne
olduğunu anlamalıydım.
Bütün gücüm ü topladım. Kolumu kaldırıp çarşafımı
ucundan yakalayarak gen çektim. Bu küçücük hareket bile
acı veriyor, sanki ıstırap okları gözlerimin arkasına saplanı­
yordu. Oturmadan önce, bacaklarımı yalaklan sarkıtıp bir­
kaç dakika dinlenmem gerekli. Ayaklarım yere değerken
sanki tabanlarıma iğneler batıyordu. Kalkarken sendelemiş,
doğrulabilmek için yatağın yanında cluıan masaya tutun­
muştum.
Doğrıılabilmek için duvara abanıyor odada ilerlemeye
çalışıyordum. Sonra kalorifere tutunup yoluma devam edi­
yor tekrar soğuk beyaz duvarlara donuyordum. Haydi, hay­
d i diye kendime telkin ederken en nihayet kapı\ a \anp çeı -
çevesini yakaladım. Odamdan dışaıı atılarak koriduıa gir
tlinı.
216 ■ Dorothy Krx>mM>n

Çok $ükür ki, koridorda ilerlerken yanık odamdan çıkı­


şıma nazaran daha düz yürümeye başlamıştım. Muthık do-
laplannın kapaklarına tutunduğumda, hedef yerim olan Te-
gan'ın odası görüş alanıma girdi. Karanlık bir gecede ışılda­
yan bir ümit işaretiydi sanki.
Bir adım daha, bir adım daha. Duvardan uzaklaşıp niha­
yet Tegan'ın kapısının eşiğinde durmayı başarabildim.
Yatağına bağdaş kurmuş oturuyordu. Tüm yaşamını
Meg’e bağlamış gibi ona sarılıyor, ileri geri sallanıyordu.
Yüzü akıtamadığı gözyaşlarından dolayı acıyla gerilmişti.
Dik durabilmek için kapıya dayanırken “Tegan neyin
var?" dedim.
“Hastasın.” dedi sallanmaya ve parkedeki bir noktaya sü­
rekli bakmaya devam ederek “Hastasın ve İsa, melekler ve
annemle birlikte cennete gideceksin.”
“Ne?” diye sordum.
“Annem gibi cennete gideceksin,” diye suçladı.
'Tığa, hayır gitmiyorum. Bu sadece bir migren, bir baş
ağrısı, geçecek. Ge..." Sözüm kapının tiz zil sesiyle yarıda
kesilirken başım patlayacak gibi oldu. Elimde değildi, bir
daha çalarsa, beni herhalde bitirirdi. “Burada, bekle," dediın
Tegana.
Beyaz diyafona “Kim o?” diye seslendim.
Diğer uçtaki ses “Benim, Luke," dedi.
Sabahın köründe burada ne yapıyor? Aklıma gelmiş ol­
masına rağmen onu aramamıştım. İçeri girmesi için zile bas­
tım ve kapıyı açtım.
Bir saniye sonra yukarı çıkmış, mavi gömleği, lacivert
kravatı ve siyah kostümü ile dü nk ü kıyafetinin aynısını
giyiyordu. Kibirli gülüşünü .savururken gözleri parıldıyor­
du
EN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I ■ 217

“Selam, buralarda birine gelmişim de, size uğrayıp (»ku­


la sonra da iş... Tanrtm, feci görünüyorsun," derken içeri
buyur ermek için geri adım ulıyordum.
“Bir köpek olduğum u düşündüğün zamanların üstesin­
den geldiğimizi zannediyordum," diye şaka yaptım. Lu-
ke’un sesini duyunca Tegan odasından çıkıp geldi.
“Kamryn?” dedi Luke. Sesi sanki uzun bir tünelin sonun­
dan seslendiği için fısıldar gibi geldi. “Sen gidecek..."
Beynime daha da çok ağrı saplanırken dünya bir anda
pembe, mavi, yeşil ve sarı ışıkların patladığı bir renk cüm­
büşüne dönüştü. Sonra her şey bembeyaz oldu.

Yavaşça, göz kapaklarımı kaldırdım ve hemen yummak


zorunda kalmadım. Işık, önceki ıstırap yıldızlan gibi başımı
delip geçmiyordu. Sağ g özüm ün arka bölüm ünde hâlâ san­
cı oklan vardı ama mide bulantım geçmişti. Alnımda, mig­
renin verdiği yanma hissini alan soğuk ve ıslak bir şey du­
ruyordu. Dokundum , meğer bir tülbentmiş.
“Ha, uyandın demek." Yanı başımda, mutfak iskemlesi­
ne oturmuş, elinde bir kitap, ayağını da yatağımın ahşap
çerçevesine dayamış Luke oturuyordu. Kitabı başucunıdaki
masaya bırakarak endişe dolu bal rengi gözlerle beni ince­
ledi.
Çatlak bir sesle "Tegan nerede?'' diye sordum.
Yatağımda, yanımdaki boş yere işaret etti Başım» çevir­
dim , Tegan hâlâ pijamalarıyla bir kedi gibi kıvrılmış derin
uykusunda bile Meg’e sarılmıştı.
“Seni bırakmak istemedi."
“Bayılmış mıyım?"
Luke başını salladı. “Bayıldığını görünce !* n korkium fa-
kai Tegan çıldırdı. Annesi gibi cem ide gideceksin diye çığ-
218 ■ l\>rı>lhy K<x>mson

lıklar atmava başladı. Okulu reddetti. giderse senin onu terk


edip sonsuzluğa kavuşacağını söyledi.“
I yumakta olan küçük dertli çehresine baka durdum.
Birden açılan gözlerini oturduğu yerden kırpıştırmaya baş­
ladı.

“Daha mı iyisin? diye şortlu. Yüzü ve bedeni cevabımı


beklerken iyice gerilmişti.
"Biraz daha iyi,“ diye yanıtlarken sesimin düzgün çıkma­
sına çalıştıysam da pek başarılı olamadım.
Luke “Hey T, neden Kamryn’e mutfaktan içecek bir şey­
ler getirmiyorsun? Masada hazırladım" dedi. Bana dönüp “T
migrenin olduğunu söyledi, ben de doktoru aradım, bol sı­
vı almanı tavsiye etti.”
Tegan yatağın ucuna doğru hareket ederek dönüp bir
ayağını ahşap çerçeveye dayarken diğerini yere koydu. Hız­
la halıya basıp mutfağa doğru koşmaya başladı.
Ortadan kaybolduğu anda Luke oturduğu yerden öne
doğru hamletti. Çok alçak bir tonda “Tegan’ın annesi yeni
mi öldü? dedi.
Başımı salladım.
“Ne kadar yeni?”
“Çok.”
"Kamryn, bana anlatabilirsin.”
Birbirimize düşmanca davranmaktan vazgeçmiş, ayrıca
hoş sohl)etlerimiz dahi olmuştu. Aslına bakacak olursanız
bir anlamda onunla gerçek birer dost olabilirdik fakat şu
anda benden hiçbir şey öğrenmeyecekti.
Tegan odaya döndüğünde, dili ağzının kenarından
sarkmış küçük adımlar atıyor, iki eliyle tuttuğu bardağın
içindekini dökmemek için son derece dikkatle ve yavaşça
UN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I • 219

yürüyordu. Doğrulmak i^in kalkarken tülbent alnmıdan


düşüverdi.
Luke bezi altp gitti. Bardağı Tegan’dan alarak başımı
eğip içtim. Su, lx>ğazımdan aşağı aktıkça rahatlatıyor içimi
serinletiyordu. Ağız dolusu birkaç yudum daha alarak "Te­
şekkür ederim,” dedim.
İki ayağı arasında sallanıp küçücük ellerini ovuştururken
“İyileşeceksin değil mi?” diye sordu. Hastalığım ile ölüm
arasında bir bağlantı kurabileceği, annesiyle aynı yolda ol­
duğum u düşünebileceği hiç aklıma gelmemişti. Ama neden
olmasın ki? Ben de geceleri uyanıp iyi olduğunu kontrol et­
mek için korkuyla odasına dalmıyor muydum? Bir ölüm
olayının ardından mantıksız korkulara kapılmak hiç o kadar
akla aykırı değildi. Her halükârda, bu yetişkinlere özgü bir
duygu olmayacaktı.
“Su ile tülbent arasında bir ara iyileşirim,” dedim. Tegan
dudağını büzüştürürken bana şüpheyle bakıyor, pek ikna
olmuşa benzemiyordu. Yanıtım karşısındaki tepkisini göz­
lemlerken Tegan'ın güvenebileceği bir insana ihtiyacı oldu­
ğunu idrak ettim. Luke turuncu bir bezle döndü. Alnıma
koymak üzereyken fikir değiştirip bana uzattı "İşte,'' dedi.
Tegan’ı yatıştırmaya çalışarak “İyi o la c a ğ ım .d e d im .
Küçük elini elime kaydırırken cenaze gününe geri gitmiş­
tim sanki. Elini elimde tutup almakta olduğum sorumlu­
lukla ilgili ani bir korkuya kapıldığım güne. Yaşam boyu
mesuliyet. O nu , yetişkin bir birey olana kadar büyütecek,
bu yolculuğu sırasında mutlu, sağlıklı olması ve iyi eğilim
görmesi için çabalayacaktım. Toplum, tek başına ebeveyn
olan insanlara parya damgasını vurmak yerine onları birer
kahram an ilan etmeliydi Kendi ayaklarının üzerinde s a ğ ­
lam durarak çocuk yetiştirmek bana bir mucize gibi gt-li-
220 • Doroihy Kıx>mson

yor. Bunu sadece birkaç aydır yapıyor olmama rağmen


ınücadclc veriyordum. Kendine yeten bir insan zihniyet i-
ne sahip olarak bunu kabullenmekte zorlansam da, birine
ihtiyacım vardı.
Luke dizlerine vurup “Haydi atla T, tekrar uyuyana ka­
dar Kamryn'e biraz kitap okuyalım.” Tegan söz dinledi ve
Luke okumakla olduğum. J.G. Ballard ın Drowned Worid'
kitabını ayracı bıraktığım sayfasından açtı.
Tegamn kelimeleri parmağı ile izlemesine izin vererek
okumaya başladı. Gözlerimi kapattım. En sevdiğim yazann
sözlerini onun ağzından dinledikçe sesi yumuşacık çıkıyor­
du. Tekrar uyumak üzere yatağa uzandığım sırada Luke
elimden bardağı aldı. Gözlerimi bir an açıp baktığımda, Lu­
ke kiıabı okurken kucağına oturup kitabı seyre dalan Te-
gan'm görüntüsünü uykuma taşıdım.
Yeniden uyandığımda, Luke oturduğu yerden hâlâ oku­
yordu. Ahumdaki tülbent! çekmek için hareket ettiğimde
uy andığımı fark etti. Yüzü, çoklukla Tegan'a tahsis ettiği, sı­
cak ve şefkatli gülümsemeyle kaplıydı. “Merhaba,” dedi.
Kolumu kımıldattım ama Tegan yanımda değildi,
Ne yaptığımı fark edince “O nu televizyon seyretmeye ik­
na etlim." dedi. “Burada kalmam koşuluyla, arada birde de
yanına gelip bir yere gitmediğini kontrol etmek kaydıyla ka­
bul eni.'
Sancı oklan artık körelmişti, sadece boğuk bir zonklama
önceki işkencenin işaretlerini veriyordu. “Sağ ol Luke. Her
şey için cok teşekkürler."
İleri atılıp su barekığını alarak bana uzattı. Beni içerken
seyretti, bitirince de bardağı elimden aldı
“Tegamn okulunu arayıp haber verdim, durumu anlat-
tun. ayrıca i> yerini de arayıp birkaç gün gelemeyeceğimizi
bildirilim. Belli ki hastasın, işleri evden idaıe edeceğim /
EN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ! • 221

‘•Neden?”
“İkinizin de bakıma ihtiyacı okluğu ortada."
“Kimseye gereksinimim yok,’’ diye kestirip atlım.
Luke kızgınlığıma cevap vermek yerine dudaklarını sım­
sıkı kapattı. uBir mahsuru yoksa biraz buralarda takılırım di­
ye düşündüm.”
“İş yerindeki herkes, şimdi de kırıştırdığımızı düşüne­
cek." Vücudumu ilici bulan bir adamın karşısında, sutyen­
siz sadece beyaz bir tişörtle olmaktan rahatsızlık duyarak
örtüyü boynuma kadar çekiim.
“İnsanların düşünecek daha kötü şeyleri vardır."
“Öyle mi?"
Luke utanarak başını önüne eğdi. Aklıma bir şey geldi.
Alwoodley’de iki odalı bir evde yaşıyordu, dolayısı ile Hors-
forth'da bulunması arabasını ters yöne sürmesi anlamına
geliyordu. “Neden bu civara geldin ki?”
"Şey, birini ziyaret ettim de.”
“D ün de üzerinde aynı kıyafetler vardı."
“Evet, evde kalmadım.” Göz göze gelirken ne demek is­
tediğini anlamıştım.
"Sarışın mı esmer mi?”
“Sarışın. Güzel. Hayret verici bir beden. Kullanmakıan
sakınmıyor.”
“Ne güzel, adına sevindim.”
“Konuşmamız gerek.”
“Şimdi ne yapıyoruz ki?"
'Kamryn s;:na karşı domuzluk etmiş olduğumun farkın­
dayım ama sen de geçinilmesi kolay bir İnsan değilsin. An­
cak şimdi nedenini anlamaya başlıyorum, matemdesin '
Ona bakmaktan vazgeçip gözümü kapalı televizyonu­
mun ekranına diktim.
222 ■ Dcırothy Koomson

"İçinde bulunduğun durumu çok iyi anladığımı iddia


edemem ama her şeyi içine atmanın ne sana, ne de Tegan a
yararı var.” Hu sinirime değdi acımı gizleyerek duygularım
hakkında dürüst davranmamakla Tegan'a zarar mı veriyor­
dum-'
“Tegan ı cidden sağlam kafayla düşünmeden evlat edin­
diğini düşünmüşümdür. İş yerinde hiç kimse hakkında faz­
la bir şey bilmiyor, ki bu da o kadar yıldır çalıştığın halde
biraz tuhaf kaçıyor. Ted konuşmadı. Arkadaşın Betsy bir
şey söylemedi, nasıl olsa onun da fazla bir bilgisi olmadığı
kanısındayım."
“Sana açılacağımı nereden biliyorsun, öyleyse?"
“Hana borçlusun."
"Ne için?"
“Hey, seni bayıldığın .sırada yakaladım. Yatağa taşıdım.
Tegan'ı sakinleştirdim. Ne yapmam gerektiğini öğrenmek
için doktoru aradım. Ben... ben iş yerine hasla olduğunu
dahi bildirdim. Şimdi, eğer bütün bunlar ödüle layık değil­
se, Öyleyse nedir?"
“Bir ara sana bir içki ısmarlarım. ’
“Kamryn, cidden bana anlatabilirsin. Daha fazla ısrar et­
meyeceğim." Durdu, içimi dökm em için bekledi.
İç çekerek "Tamam.” dedi. “Nişanlıydım. Ona Har-
vard’da rastladım. O n yıl lx>yunca çok seyahat ettiğim için
sürekli birlikte olamadık ama New York'a her döndüğüm ­
de beraberdik. Son üç yılımızı birlikte geçirdik.' Luke elini
iç cebine koyup cüzdanını çekerek açlı, resmini gösterdi.
Kil »elle güzeldi, i'zun sarı saçları, mükemmel bir cildi, düz­
gün kasları ve yumuşacık pembe dudakları vardı. Güzel ol­
maktan öte muhteşemdi. Gözlerinin fotoğraf makinesine
bakarken ki parlaklığı resmi çeken kişiye a>ık olduğunu
fc.N Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZI • 22 3

gösteriyordu. Belli ki, patronuma aşıktı. Cüzdanı kapatıp


cebine gen yerleştirdi. "Adı Nicole, evlenmek için tarih be­
lirlemiştik. Sonra, Londra dan bir iş teklifi aldım Benimle
geleceğini sandığım halde kabul etmedi. Gitmekten vazgeç­
tiğimde, esas sorunun Londra ya gitmek olmadığını, bjp.a
karşı olan duygulanndan kaynaklandığını anlattı. Beni 'sevi­
yordu ama o sıralar dünyanın başka bir köşesine taşınacak
derecede kendini ada yamayacaktı İlişkimizin yürüyeceğin­
den emin değildi. Dolayısıyla tek başıma geldim Her hafta
konuşuyoruz, gördüğün gibi de hâlâ resmini taşıyorum.
ve...”
Konuşmasına ara verip birkaç saniye halıya baktı. Daha
sonra yanık portakal-fındık içi arası gözlerini kaldırdı. 'Be­
raberliğimiz hakkındaki fikrini değiştireceğini ümit ediyo­
rum. İşte bu. İngiltere'de başka hiç kimse bunu bilmiyor.
Anlattıklanmı kendine saklaman konusunda sana güveniyo­
rum, üzerinden 18 ay geçmiş olmasına rağmen hâlâ acı çe­
kiyorum. O nu geri istiyorum."
Konuştuğu sırada, gözlerimin önünde kendini insancıl-
laştırmaya çabaladığı için, patronum. Luke karşısında duy­
duğum dehşeti gizlemeye çalışıyordum. Benimle paylaşmış­
tı. Bu onun için çok zor olmalıydı. Ama yapmışü. beni de
aynı yola sürüklemek için.
Açılmak... beni çok korkutuyordu. Özellikle de ona. Fakat
o yapmıştı. Hem, bu benimle değil Tegan la ilgiliydi. Bu Lu­
ke denen adamı seviyordu. Bugün, destek göreceğim, etraf­
ta olamadığım zamanlarda güvenebileceğim ve Teganla
meşgul olabilecek birine ihtiyacım okluğunu ispatlamıştı Bu
kişi de oydu işle. Ona bakarken kalbim bir an hızla çarptı.
Bit Tvgan için. -Tamam.' diye söze başladım. Hikâyeyi an­
lattım. Adele ve Nate arasında geçenleri öğrendiğim geceden
• D o ro th y K o o m s o n

fx»>U»vip onunla karşılaştığımız zamana katlar geçen hor şeyi.


Luke hiçbir şey söylemedi, soru sormadı, açıklamada bulun­
mamı istemedi, sadece yüzü kaskatı kesilerek dinledi. Arada
sırada dudaklarının hemen altındaki sakalına kısa darlx.‘ler
vurarak dinledi. Bitirdiğimde, başını sallıyordu.
“Bütün bunları tek başına mı göğüslemeye çalıştın?" di­
ye sordu, l'zunca bir sürv yavaşça ıslık çaldı. "Sıkı bir dep­
resyon geçirmediğine şaşırttım, böylesine huysuz bir kaltak
olma nedenini şimdi anlıyorum .”
•*Ya sen niçin kendini lıeğenmiş bir alçaksın?" diye kar­
şılık verdim.
“Doğam bu." diye atladı.
Bu dediğine isteksizce tebessüm ettim.
Gülümserken ‘Birazdan yemeğimizi hazırlayacağım,"
dedi.
“Mecbur değilsin. Kendimi daha iyi hissediyorum, gide­
bilirsin.'
“Hasırlamam gerekmeyebilir ama öyle istiyorum. Müsa­
ade edersen, yardımcı olacağım .” Evet, hikâyesi onu insan­
cıl kılmıştı, hatta hassas ama şimdiki davranışları onu cici
bir insan yapıyordu.
“Neden?”
'Ç ü nkü Tegan'ı seviyorum."
“Bundan fazla bir şeyler olmalı."
‘ Belki var. belki de yok. Bir g ün daha fazlasını anlatabi­
lirim."
Luke. Teganın zıplayarak gelip yatağa çıkması sayesin­
de d a ^ ı uzun bir sorgulamadan kurtulmuştu.
Yanıma yerleşerek "Dalıa mı iyisin?* diye sordu.
"Cok. cok daha iyi. Yataktan kalkıp oturma odasına bile
gidebilirim.“
EN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K l/.l ■ 22S

T elanın gözleri parıldadı. "Gerçekten, hakikatten mi?


Luke iyileşeceğini söyledi."
"Bunu sık sık söylemeyebilirim ama Luke haklı!"
Yere doğru kayıp “DVD'lerimden birini koyabilirim.“ de­
di.
Örtüleri üzerimden atıp kalktım. İyi görünmeli, onu bir
daha korkutmamalıydım. Luke, bana yardım etmek ister gi­
bi davransa da. ona fırlattığım tehditkiir bakış yüzünden
vazgeçmek zorunda kaldı.
Tegan. elimden tutup beni yavaşça oturma odasına doğ­
ru yönlendirdi. Birlikle kanepeye çöktük.
“Madem ayaktasın, çaydanlığı ateşe koyar mısın?” dedim
Luke’a.
Tegan kıkırdayarak “Evel, çaydanlığı koy Luke." dedi.
İyice sokulduğunu görünce ben de kollanmla sardım onu.
Söyleneni yaptığı sırada Luke “Son kölen neden ölmüş-
lü?” diye geveledi ağzında.
Cevap vermekten, ‘ diye yanıtladım.
Omzundan aşağı baktığı sırada ona gülümsemeyi başar­
dım. Bakışımızı lutarak. bana geri tebessüm etti. Bu adamı
gelebilirim, diye fark ettim. Hem de çok setvbiliniim.
22

a n r 1 eganla sohlx.*tiıniz sırasında yan odada bekle-


I yebilirseniz." Sosyal hizmet uzmanı iyi bir
JL sandı. Sözlerinin bir rica tonunda algılanması­
na gayret ettiyse de, her ikimiz de bunun bir emir olduğu­
nu biliyorduk.
Oturduğumuz dairedeki her şey gibi, kıyı köşe temizle­
yip cilaladığım oturma odasından çıktım. Ev ziyareti öğle­
den sonra olacağı halde tam gün izin almış temizlik işine
sabah da devam etmiştim. Daha sonra dolabımdaki en pa­
halı giysimi, uçuk pembe ipek elbisemi ütüleyip giymiştim,
bana yakıştığını biliyor danışman üzerinde iyi bir etki yarat­
mak istiyordum. Örülü saçlarıyla Tegan, bu aralar en sevdi­
ği kıyafetiyleydi. Mavi evaze bir elbise altına beyaz uzun
kollu bir bluz giymişti Yumuşacık tavşan terlikleri ayağın­
daydı.
Dizlerimi göğsüme çekmiş yatağımda oturuyor, sosyal
hizmet uzmanının Tegan’a kötü davranıp davranmadığımı
anlamaya çalıştığı fikrini kabulleniyordum. Tegan burada ya­
şamaktan hoşlanıyor muydu, ona karsı yeterince iyi miydim?
KN 't A K I N A R K A D A Ş I M I N K l / I • ili

Y a n la rın d a oturursam elbet b u n u bilemeyecekti. lak a t avnı


o d a d a b ıılıın m a s a m da l iga l>ir şey söyleyecek miydi-' K o­
m ik , dost ve s o k u lg a n o ld u ğ u kadar çok kapalı bir çocuklu.
IH) a ç ıd a n b irb irim ize İK’nziyordu k . Annesi daim a kendini
V >k fa zla ’. ’ço k a ç ık ’ b ir insan olarak lam m lam ış <>J.sj tJj Te-
g a n k o n u ş u r k e n tem k inliydi, k in d e o lu p biteıılen dışa vur­
m a k k o n u s u n d a so n derece dikkatli. G ııild io rd d a yaşadıkla-
rı ile ilgili tek bir laf etm em iş, b ü y ü k babasının evinde ne ka­
d a r acı ç e k tiğ in i h içb ir z a m a n dile getirmemişti, benim le bir­
likte o lm a k ta n m utsuzsa b u n u ifade edecek miydi?
K a d ın ın neler so rac a ğ ın ı m erak ettikçe m idem bira/ ka­
s ılıy o rdu . D o la m b a ç s ız s o m la r yönelterek her g ü n k ü ana-
b a b a lık k arg a şasının m a k u l alg ılanabilecek b ö lüm le rini Ti-
g a ’n ın a ğ z ın d a n a lm ay a m ı çalışacaktı? O n u o k ulda unu ttu ­
ğ u m o tek sefer gibi? S adece b ir defalıktı am a hatırlıyordum ,
sanırım Tiga d a ö y le. Y a o birkaç hafta öncesin de, g ü n ışı­
ğ ın a y e n id e n k av u şa m ay a c ağ ı k o rk usu n a k ap ıldığı bayılma
olayı? O n u d a kasten y a p m a m ış tım am a bu Tiga’nm ölesiye
k o rk m a d ığ ı a n la m ın a g e lm iy o rd u .
Ait d u d a ğ ım ı ç iğ n e d im . Ya T egan b e n im le olm aktan nel-
ret ediyorsa? Bu d u r u m u daha ö n c e hiç aklım a getirm em iş­
tim . A nnesifti ö zle m e siy le ilgili endişelerim oluy ordu takat
ya b u n d a n b ö y le b e n im le yaşam ak istemiyorsa? Ne dersem
veya ne y ap arsam y a p ay ım burası hariç herhangi bir yerde
o lm a y ı tercih e d e bilirdi. Y aşam ınd a seçtiği tek şey I.u k e d u
Israrı ü /e rin e , y aşam ının -yaşamımızın- bir parca.M haline
gelm işti. O n a kim se L u k e u . b e n im aksime, d a y atm am ızı.
Ve o n u seviyordu. Birlikte geçirdiği her g ü n ü n her d a k ik a ­
sı c o ş u p d u ru y o rd u . Luke, yaz tatili gibi, ö zg ü rlük ve e ğ le n ­
ceyi İK'n ise o k u l gibi program \e disiplini temsil ed iy o r­
duk D an ışm an a bunları söyleyecek miydi-'
228 ■ l">oroihy koomson

.<0 iişkence dolu dakika sonrasında içeri girmeye yeniden


iznim oldu. Divana oturduğum sırada Tiga gülümsüyordu.
Kucağıma tırmanıp M egi yanağından öpm em i istedi. ' Meg,
bugün seni seviyor." dedi. Dizlerimden inip odadan kaybol­
du. Dikkatimi, aramızdaki bu alışverişi önündeki deftere
kaydetmemiş olan danışmana çevirdim. Bloknotu ve kale­
mini toplamış sadece bana bakıyordu. Otuzlarında, koyu
kumral d ü z saçları, ince dudakları ve yassı gözleri vardı.
O nu okuyamıyordum. Ne Iv d e n dilini -elleri dizlerinde ke­
netliydi- ne de yüzünü, dudaklarında yarım yamalak bir gü­
lümseyiş duruyor kahve gözleriyle bana sürekli bakarken
hiçbir ipucu vermiyordu.
“Sınıfımı geçiyor m uyum hocam?” diye sordum.
“Geliş nedenim bu değildi,” dedi. Kayıtsız bakışı, aklım­
dan geçen kötü düşünceleri görebilme yetisiyle donanmış
bir ifadeye dönüşüyordu.
“Öyleyse ziyaretinizin sebebi neydi?” Tegan’ın beyaz ol­
duğunu tespit etmekle ilgili bir talimat mı almıştı? Ona bak­
tığını için bana yapabilecekleri bir şey olamazdı çünkü bu
Adele'in vasiyetiydi. Ama evlat edinme başvurumu geri çe­
virebilirlerdi. Tegan’ın bir Matika olmasını engelleyebilirler­
di. Fakat farklı renklerden oluşum uzu asla neden olarak ile­
ri sürmeyeceklerdi.
Sorumu ustalıkla duymazlığa gelerek “Bütün bunları na­
sıl buluyorsunuz?” diye sordu,
iyi," diye karşılık verdim.
“Zor değil mi?"
Hayır, cidden sayılmaz.”
Öyle sayılması şaşırtıcı olmazdı Kamryn, bı» senin için
<.ok güç olmalı.”
Tegan ne anlatmıştı. UerkeMetı daha fazla değil, diye
yanıtladım.
KN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI • 22«)

“Taın gün çalışmanın üstüne Tegan’la meşgul olmak na­


sıl geliyor?"
“İyi.”
"Yorucu mu?“
Kİnı olduğunu hatırlayıp “Öyle mİ olmalı?" diye patavat­
sız bir şekilde cevap vererek “Sorun yok," diye ekledim.
“Çalışma saatlerine bakılırsa Tegan’ı okuldan almaya git­
mek problem yanılmıyor mu?”
H ayır, okuldan sonra bir arkadaşının evine gittiği için,
onu oradan alıyorum.”
“Çocuklar sık sık bozuşurlar. Onların da arası bozulursa
ne olacak? O vakit Tegan ne yapacak?”
“Okul sonrası kulübüne gider. Saat altıya yetişebilmek
için işten erken çıkmam gerekeceğinden öğle tatillerimi ça­
lışarak geçiririm."
“Sizin için bir sakıncası olmaz mı?”
“İşimi bırakmam gerektiğini filan mı söylemeye çalışıyor­
sunuz? Çünkü bunu yapamam. Eğer yarı zamanlı çalışırsam
durumum şimdikinden de daha sıkışık olur.”
“Maddi sıkıntınız mı var?”
“Bu zaman ve çağda kimin yok ki?” derken sinir olmaya
başlıyordum. Bu kadın neden acaba söylediğim her lafı çe­
virmeye çalışıyordu? Yaptığım hiçbir şeyin yeterince iyi ol­
madığını mı hissettirmek istiyordu?
Taktik değiştirerek "Luke kim?" diye sordu.
Temkinle "Patronum," dedim. "Tegan onunla bir kez
karşılaştı ve cidden çok iyi anlaştılar."
G öz kapaklarında hafif bir seğirme gördüm.
Aceleyle “İyi bir adam." diye ekledim. "Herhangi bir teh­
like sezmiş olsaydım Tegan'a yaklaşiırmazdım.
Sosyal danışman “Tegan, en iyi arkadaşı oltlııgunu anlat­
tı." dedi.
2.^0 • Dorothy K<x»mson

“$eey, evet iyi anlaşıyorlar...'' Kıskanarak Demek en iyi


arkadaşı, ba? <\iye düşündüm. Ya ben kimim? Jo-ju kopek
surat/ı oğlan?
Birde onu hiç azarlamadığınızı söyledi."
"Öyle mi dedi?" diye yanıtlayıp “Mu kötü bir şey mi yani?"
'Hayır, sadece az rastlanan hir dunundur Ona gerçekten
mi kızmıyorsunuz yoksa kendinizi tutuyor musunuz?''
“Tığa dünyanın en terbiyeli çocuğu, beni kızdıracak hiç­
bir şey yapmadı. Asla." Söylediğimi gözden geçirmek üzere
bir an durdum Bu gerçek, cidden son derece te rbiyeli bir
çocuk.''
“Kendini tutuyor mu sizce?"
“Belki.. " Korku icımi sardı. “Bu hiç aklıma gelmemişti.
Ona söyleneni yapıyor. Sormadan, tartışmadan. Benden
korktuğu için böyle davrandığını zannetmiyorum. Siz öyle
mi düşünüyorsunuz? Yani benden ürktüğünü mü? Gerçi
onu üzecek hiçbir şey yapmam, asla yapmam.”
Uzman "Aklıma, bir saniye dahi yapabileceğiniz gelme­
di," dedi. "Sadece, annesinin yasına bir son verebilmesi için
yardım alması gerekli mi diye merak ediyorum.”
Bu bir düşünce değil, bir emir mi?”
Gözleri soluk çehresinde birer delgi gibi dıınnasaydı, te­
bessümü dost görünebilirdi. “Pek öyle sayılmaz/'
"Ne demek istediniz? Yardım almasına izin vermezsem
onu evlat edinmem konusunda gerekli tavsiyeyi vermeye­
cek inisiniz?"
Sorumu yanıtlamayarak “Bunu neden düşünmüyorsu­
nuz?" dedi. Sualime kasten cevap vermemişti.
Yine Ayağa kalkarak Birlikte nasıl geçindiğinizi görebil­
mek kin iki üç ay sonrasına bir görüşme daha ayarlayaca­
ğını. sizinle tanışmak bir zevkli '
KN Y A K IN A R KA D AŞIM IN K IZI • 231

a• •
Kaltak Sürekli d ü ş ü n ü y o rd u m . O turm a odasının oıta
sında d u r u p hu kelim eyi, içim deki lünı zehri akıtana ka
d ar avaz avaz haykırm ak isliyordum . KALTAK! KAl.'LAK!
KALTAK! D ile getirm ediği halde, yeterince iyi olm adıkım ı,
T egan’a d o ğru diirü.sl b ak m ad ığım ı söylüyordu. Ya>aıııı
m iza yeni insanlar yani dan ışm anlar .sokmamız ke le k liği­
ni. Ik ın a u y m a d ığ ım taktirde (a n ım a okuyacağını Kadın
k in iğ in d e n beri, daha m antıklı d ü ş ü n e b ild iğ im anlarda, e l­
bette ki sadece T e g a n ’ın yardım alm asının ona nasıl iyi
geleceğini anlatm aya çalıştığını b iliyo rd u m ama çoğu z a­
m an ona KAIJAK diye var g ü c ü m le bağırm ak aızusuyla
tutu şuy o rd um . O n u n la g örü şe n e kadar gem iyi m ükem m el
bir şekilde y ü rü tm e d iğ im i b iliy o rd u m fakat şim di tam a­
m en yanlış ya p tığ ım ı ö ğ re n m iş o ld u m . T egan’a annesinin
ö lü m ü y le baş e tm esind e yardım cı u lam ıy o rd u m , o n u sağ­
lıklı ve m u tlu bir yetişkin o lab ile ce ği şekilde yetiştirmiyor­
d u m , g e lişm esini e n g e lliy o rd u m , g izlid e n gizliye m ahve­
d iy o rd u m .
"Ryn an n e ciğim ," diye sordu Tegan.
H uysuzlukla i'.vel?" diye karşılık verirken sesimi d uyup
d u rd u m . D erin bir neles alıp erzak dolabına boş boş bak­
m ak tan vazg eçip o na d ü n d ü m . Sosyal danışm an gittiğinden
beri m asada resim yapm ıştı, şim dide bir elim le boya fırçası
diğ e rin d e M e g i tutarak ban a b ak ıyo ıd u. Yitik bir lıah yok­
tu, be d e ni gergin d e ğild i, gözlerinden korku okunm uyordu,
cildi m ııl.su /luk uın grileşm em işıi. Ama görüne nin altımla ne
yattığını, o na nasıl zarar verdiğim i kim bilebilirdi ki-1 T v e l,
Tiga?” diye yineledim .
' I.uke saat kaçla gelecek?"
" O n civarı.
232 ■ Dorothy Koomson

Boya fırçasını masaya koyarak parmaklarıyla sessizce


saydı, "Sekiz, dokuz, on, ama bu yatma saatimden sonra,"
diye itiraz elti.
"Biliyorum fakat Londra’dan arabayla dönüyor, daha er­
ken gelmesine olanak yok.”
“Bu haksızlık."
' Yarın da gelebilir.”
“Ama ona bir resim çiziyorum."
"Geldiğinde ona veririm, kesin l>egenir."
“Ama kendim vermek istiyorum.*'
‘Öyleyse, yarına kalır." Dolabın diplerine doğru bakma­
yı sürdürmeye başladım, konserve ve kutulann üzerinde
göz gezdiriyor, şişe ve kavanozları seyrediyor, ilhanı gelme­
sini bekliyordum. Arkamdan hışırtılar duyduğum sırada Te­
gan oturduğu yerden aşağı iniyordu.
Yemek hazırlamaya başlamadan önce sık sık yaptığımız
gibi, tezgâhta oturup erzak dolabını benimle birlikte göz­
den geçireceğini düşündüm . O n u n yerine "Ya yann gel­
mezse?" diye şortlu.
O m zum dan öteye “Muhtemelen gelir." diye ilenim. “Cu­
martesi günleri hep gelir.”
“Ama ya gelmezse?”
HUmiyumm. Neredeyse bağırdım. IV rin bir nefes alarak
onun suçu olmadığını anımsattım kentlime. Keyilsiz olmam­
dan sorumlu değildi Hızla ona doğru döndüm , elinde kiıl»
sulu lx>ya kâsesini tutarken hemen arkamda buldum. D ön­
düğüm gibi bacaklarım ellerine çarpı» ve kâse yere düştü. Hı­
ra fa sıçrayan kirli sular eteklerime bulaştı. Tegan şaşkınlık­
tan soluğunu tutmuş dehlet içinde sessizliğe gömülmüştü
Elbiseme baktım. O kadar para vermiştim ki. Nate ve
Adcle'i bırakıp l.eedse taşındıktan sonra ilk alışverişim »»I*
KN YAKIN AKKAVAĞIMIN KIZI • 23?

muştu. Benim için yeniden başlamayı, bir şeyi saon atmak


gibi sıradan ve basil şeyleri yapmayı temsil ediyordu Bu el­
biseyi seviyordum. Şimdi mahvolmuşu. Hiçbir şekilde leke­
yi çıkariamazdım.
“SENDEN BIKTIM!" diye feryat ettim, 'Beni canımdan
bezdiriyorsun!" Sesimin gürültüsüyle Tegan'ın bedeninin
yerinden zıpladığını gördüm, sonra dondu. Öfkemden res­
men kaskatı kesilmişti.
Gitmesini istiyordum. Geri alamayacağım bir söz etme­
den önce gözüm ün önünden kaybolması gerekiyordu.
Sesimi kontrol ederek ‘ Odana git,” diye fısıldadım.
I liç itiraz etmeden odadan çıkarken Tegan m adımlarını
duydum. Hiç hareket etmedim, ben de korkuya kapılmış­
tım. Az daha söylemiş okluğum şey yüzünden... Eğer. Te­
gan konu olmasaydı bana yüksekten bakan sosyal hizmet
uzmanlarıyla karşılaşmayacaktım. O olmasaydı. Angeles'ın
pazarlama direktörlüğünü yapacaktım. Londra'dan dönen
Luke değil de kendim olacaktım. O olmasaydı. öncelikJe
çocuk bakımıyla uğraşmak yerine İstediklerimi yapmak ko­
nusunda özgür olacaktım. G ünüm ü ona göre ayarlanma­
ca k. önüm e çıkacak bir sonraki engeli aşabilecek miyim di­
ye endişeye kapılmayacaktım.
Gözlerim dolarken yaşlar kirpiklerimde birikip yere dö­
küldü. Dizlerimin muşambaya vurduğunu hisseinıedıysem
de. yerdeydim, ipek elbisemden kirli lx>ya sulan akıyordu.
Yii/üm ü ellerimle kapatırken bu işi başka ne şekilde MÇip
batırabileceğimi düşünüyor. (Hurduğum yerde kentlimi da­
ha iyi sallıyordum.

Biı süre sonra, odasının kapısını usulca iterken “Tiga.*


di\e fısıldadım. “Tigj. öz.ür dilerini."
21ı • D orolhy K<M>ınson

Dizlerini göğsüne erkmiş. Meg’e sarılmış yatağının üze­


rinde oturuyordu.
"Öyle demek işlememiştim. Gerçekten.. Birden dolap
kapılarının ve çekmecelerinin açık o k lu ğ u n u ve her zaman
toplu olan odasının dağıldığını fark edip sustum. D üzgün
bir şekilde katlanmış giysiler dolabın ö n ü n d e dururken ren­
gârenk sırt çantası da yatağın altından çıkmış, yerde açık
duruyordu. İçine birkaç giysi yerleştirmişti bile. Kalp atışım
hızlanırken m idem kasıldı. Acaba sosyal danışm an, trenim­
le oturmaktan m e m nu n o lm adığı taktirde başka yerde yaşa­
yabileceğini m i söylemişti? Beni terk m i edecekti?
Paniğe kapılarak “Neler oluyor?” diye sordum . "Neden
çanta hazırlamaya başladın?" deyip Tcgan'ın yanına diz
çöktüm. Kalp şeklindeki y ü zü ve mavi gözlerinde anlayışa
benzer bir ifade ararken “Ö z ü r dilerim ,” dedim .
"Lütfen," diye fısıldayıp ardından duyacağı sözlerden
korkmuş olacaktı ki sustu.
"Lütfen," diye yankıladım .
"Lütfen, beni N a m Muriel ile yaşatma," dedi. Sonra ö n ü ­
ne doğru büzülerek M eg’e daha yakın olabilm ek için başı­
nı eğdi.
"Neden seni Nana M ü rid in yanına göndereyim ki?" diye
sordum. Söyleyebileceğini d ü ş ü n d ü ğ ü m onca söz arasından
bu hiç aklıma gelm ezdi.
‘ Yaramazlık ettiğim için,” diye yanıtladı. "Nana M unel'in
evine gitmek istemiyorum, seninle kalm ak istiyorum."
Bu yüzden mi giysilerini çıkanım ?"
Başını salladı. Tegan'ın Surrey'deki cehennem e d ö n m e
olasılığını hesaba kattığını hiç* tahm in etm ezdim . İyisi ve kö-
lüsü için anık hep benim le kalacağını bildiğini zannediyor­
dum . O yüzden mi bu kadar usluydu? İliç soru sormuyor,
i:N Y A K IN A R K A D A Ş IM IN KI/,1 ■ >.V>

tartışmıyor, öfke nöbetleri geçirmiyordu. Onu, dövülüp aç


bırakıldığı yere geri gönderebileceğimi mi düşünüyordu?
"Tiga, sen ve ben..." deyip duraksadım. Yüzü dehşetle
kırışırken onu yargılamamı bekler gibi bir hali vardı. Sesimi
olağanca yumuşak çıkartarak “Tiga, benimle büyüyıınceye
kadar birlikte yaşayacaksın," dedim.
Yüzündeki çizgiler ve ekşime birazcık rahatladı.
“Nana Muriel’i bir daha görmen gerekmeyecek, çok ya­
ramazlık yapmış olsan bile benimle kalacaksın."
Kn nihayet bana bakabilecek kadar sakinleşmişti.
“Sana bir öm ür boyu bakacağım," diye açıkladım. Hu fi­
kir içimi ani bir dehşet duygusuyla sararken bir kez daha
göğsüm ün panikle çarptığını hissettim. “Tiga burası senin
evin. Yetişkin olacağın zaman dahi, benim bulunduğum yer
senin evin olacak. Ben... ben her zaman seninle meşgul ol­
mayı isteyeceğim. Anlıyor musun?"
"Yaramazlık yapsam da mı?"
"O zam an bile,*' dedim . Aceleyle lafımı düzelterek "Bu­
nu desteklemiyorum tabii," “Yaramaz olduğun taktirde bir
çaresini buluruz. Ama yine de benim le kalıyor olacaksın."
“Yaram azlık ettiğim için özür dilerim,'' dedi.
"Yaramazlık yapm adın, o bir kazaydı.
"Ü zg ü n ü m .”
“Bir kazaydı, mahsus yapm adın. Ben de sana bağırdığım
için ü zg ü n ü m .”
"Luke, şim di güzel elbiseni göremeyecek," dedi.
Bir an için kafam karışırken acaba biliyor mu diye yüzü­
ne baktım . Kn iyi arkadaşına karşı, patronuma karşı duygu­
larım ın nasıl değiştiğini anlamış mıydı5 Bihaber, yüzüme
haku. Luke ile aramızda temel bir şeyin, doıt hatta evvel ge­
çirdiğini m igrenden beri değiştiğini bilmiyordu, lu k e gö-
Zft() • Dornthy Kf »omsun

zıimde .sadece bir insan değil aynı zamanda bir erkek olu­
vermişi) İş toplantılarımızı keyifle sürdürürken hafta sonla­
rı Tegan yattıktan sonra bile evde takılıyor, birlikte cay içip
sabahın üçüne ya da dördüne kadar laflıyorduk. Onunla il­
gili gelgitler yalamaya başladığımı Tegan bilmiyordu. O ve
kendim hakkıındaki düşünceler ve evel, peki, buna seks de
dahil. Hayır, beni güzel elbisemle görmeyecekti, bir sakın-
ca.sı yoktu. Düşüncelerim hoş görülmeye dursun yüreklen­
dirilecek cinsten dahi değildi. “Böylesi herhalde daha iyi,”
diye itiraf ettim.
Mr Wiseman ı kafamdan atarak “Öyleyse benimle kalıyor
musun?* dedim.
Tegan başını sallarken burnunu iyice sıkıyordu.
"Güzel. Gerçekten çok memnun oldum."
Tiga. Meg ile bana yaklaşıp bebeğinin yanağıma bir öp ü­
cük kondurmasını istedi. “Meg, bugün seni çok seviyor,"
dedi.
“Bunu hissetmeye başlıyorum. Tatlım, eşyalarını tekrar
yerlerine koyalım mı?" Yine kafasını salladı. Tegan yatağın­
dan kayıp indi. “Bugüne özel Luke’u görmek için geç saate
kadar kalabiJirsin.” dedim.
Gözlen sevinçle ışıldadı. ‘ Gerçekten, cidden mi?”
'Evet," diye yanıtlarken sekiz buçuktan önce uyuya ka­
lacağını biliyordum En geç dokuzda.
uke’u görmenin cazibesi, Tegangillere ozgu bilinen
en güçlü uyarıcıydı. Saaı 22:15'te zil çaldığında göz­
leri hâlâ fal taşı gibi açıktı. Tegantn onu beklediğini,
eve dönerken bize uğramasını mesaj atıp söyledim, o da so­
run olmayacağını yanıtladı.
Kapıyı açmak için divandan kendimi zor kaldırdım. Yor­
gunluktan külçe gibiydim. Tegan kırmızı çizgili pijamaları­
yla pek süslü püslüydü, koltuğun üzerine çıkarak zıplama­
ya başladı.
Luke elinde hediyelerle döndü. İş yolculuğuna çıkmak
zorunda kalan bir baba gibi suçluluk hissediyor, hir geceli­
ğine dahi gitse, her seyahat dönüşünde yokluğunu telafi et­
mek isteyerek Tegan'a bir şeyler alıyordu. Gerçi, bu sefer
en muazzamı olmuştu. İri ellerinin her birinde ia>>djğı beş
adet naylon torbanın ağırlığı sanki onu aşağı çekiyordu
Telaşla önümden geçtiği sırada "Allah askım, kaç para
harcadın?" diye sordum.
“Şey. çok fazla değil. Bilgisayar firmasında çalışan hır ar­
kadaşını yar."
238 • D o r o th y K o o m s o n

Bir kaşımı kaldırarak "Yaa öyle mi? Çok iyi bir kızmjş
bu," dcdinı.
Luke. kız kelimesini telaffuz ettiğim saniyede, odada bu­
lunduğum alanla dahi göz teması kurmamaya çalışarak uza­
ğa bakmaya başladı. Anlaşılan, mahkûm edilmeye lıazır bir
suçluydu. “Haydi T," dedi. “Torbaların içinde neler varmış
bir bakalım.”
Tiga zıplamayı bırakarak lu k e ’un boynuna sarılıp yere,
paketlerin yanma indi. Mutluluk, fırtınada ışık saçan ikiz fe­
nerler gibi gözlerinde parıldadı. Luke’un cömertliği karşısın­
da hissettiğim tüm kıskançlık yerini minnet duygusuna bı­
raktı. Tegan’ın, ona önem veren bir insana, hediyeler alarak
özel olduğunu hissettirecek birine ihtiyacı vardı.
Luke, çantaların içindeki her şeyi tek tek Tegan’ın gözü­
nün önünde boşalttı. Oyuncakların çoğu eğitsel özelliktey­
di. Onu sırf bunun için öpebilirdtm. Bunların dışında kitap­
lar, yaşına göre oldukça zor romanlardı ama onları da seve­
cekti zira Tegan kendini hikâyelere iyice kaptırıyordu, ne
kadar karmaşıksa o kadar iyiydi. Ayrıca, çizim tahtaları, ren­
gârenk boya kalemleri, keçeli kalemler, birkaç ayıcık ve
gençler için Scrabble oyunu da vardı.
“Hepsi bana mı? Gerçekten ve cidden mi?" diye sordu Ti-

ga-
"Başka kime olacaktı ki?” diye yanıtladı.
Tegan bana d önüp “Onları saklamama müsaade ediyor
musun?" diye sorarken gök mavisi gözleri olumsuz bir ce­
vap alır kaygısıyla doluydu.
“Tabii ki hayatım." diye karşılık verdim,
"k-şekküı ederim," diye çığlık atarken l.uke'un kucağına
EN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I ■ 23 9

alıldı. İkimiz dc gafil avlanırken Luke arkaya düştü. Tegan


üslüne çıkıp gövdesinin üzerinde yukarı aşağı zıplamaya
başlarken midesiyle her temas ettiğinde t.uke'un Ahh" se­
sini duymazdan geliyordu.
“Bak, Ryn anneciğim, Luke’un üzerinde zıplıyorum,"
derken kıkırdıyordu. Gülümsedim. Bu eski Tigaydı. Sevgi
dolu, canlı, zıp zıp. Luke bütün bunları ortaya çıkartmıştı.
Tegan’ın kişiliği açısından bir zaman makinesine benziyor­
du. Her an onunla birlikte olmak istemesine şaşırmamak
gerekirdi. Luke onu yeniden neşeli bir insan yaptı. Havaya
doğru fırlamayı hızlandırarak "Ryn anneciğim, teşekkür et­
mek için Luke’u öpebilir miyim?"
“Luke için bir sakıncası yoksa tabii."
Tiga Luke’a baktı. “Elbette ki yok,” derken iki büklüm
olan Luke “Yeter ki karnımın üzerinde atlama, tamam mı?"
dedi.
Hayal kırıklığına uğrayarak '‘Tamam,” dedi Tegan.
Ö ne eğilerek alnının tam ortasına bir öpücük şaplattı,
tıpkı Luke’un ona iyi geceler dilemek için ya da giderken
yaptığı gibi. Geri oturup beklentili gözlerle bana baktı.
Neyi eksik yaptığımı merak ederek 1Ne?” diye sordum.
Bir oyuncu edasıyla iç çeken Teganın, özellikle kalın
kafalılık yaptığımı ima eden bir hali vardı. Hafif sabırsız bir
tonda “Senin de Lııke’u öpm en gerek/' dedi
Dehşet içinde geri adım attığım sırada kazara Lukc’la göz
göze geldik.
Gözleri muzipçe ışıldarken "Benim için sakıncası yok.
dedi Luke.
Tegan "Bak yokmuş,” diye teşvik etti.
"Ya evet, verdiğin özel öpücüğü benimki sayesinde
mahvetmek istemeyeceğinden eminim. ’ dedinv
2lO ■ Dorotlıy Koomson

"Korkak'.'' diye dırdırlandı Luke.


"Gerçi, benim hesabıma üzerinde biraz daha zıplayabi­
lirsin, Tiga,” dedim. Tiga'nın yüzü aydınlanırken Luke'unki
gerilmişti. “Kvet, midesinin tam orta yerine birkaç zıp daha.”
"Tamam!" Tiga, görevini inanılmaz bir zevkle yapmayı
ihmal eimedi.

Luke bir saat sonra, “Sen ağladın mı?” diye sordu. Te-
gan'a dörl tane hikâye okuyup on dakika boyunca tavşanı­
nı dinledikten sonra, Tegan’ın içindeki pilli bebek misali
kurulu mekanizması en nihayet yavaşlayıp uykuya dalmış­
tı. Oturmadan önce, rafına geri koymadığım için hâlâ koltu­
ğun üzerinde duran kitabı alıp yere bıraktı. Divanın öbür
ucunda oturmuş yarım yamalak televizyon izlerken bir yan­
dan da bulaşıkları yıkar mıyım diye düşünürken can kula­
ğıyla da Luke ile Tegan’ın odadaki konuşmalarını dinlemiş­
tim.
Luke'a döndüm. Bitkindi, Gözleri kan çanağına dönmüş,
mavi gömleği buruşmuş, otuz beş yaşının kırışıklıkları yü­
zünde her zamankinden daha belirginleşmişti. Sorusu ile
sersemlemiş cevap vermemiştim.
"Ağladın mı?"
Luke gelmeden aynada yüzüme bakmış herhangi bir şiş­
lik ya da kızarıklık fark etmemiştim. Nereden bilecekti ki?
"Neden soruyorsun?"
Gözlerin öyle söylüyor. İlk tanıştığımızda da öyleydi.
Hor gördüğün için öyle baktığını /.anneniysem de şimdi, o
günlerde, Adele vefat ettiği için çok sık ağladığını biliyo­
rum. O bakışın geıi gelmiş."
Niçin ağladığımı ona söyleyemedim. kimse bileme/di.
Özellikle de l.uke. O ki Tegaın mutlu eden. Bilmesini isle-
EN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZI ■ 241

m ¡yordum, Tegan'a karşı gösterdiği yeteneğe sahip değil­


dim.
“Londra'da birlikte takıldığın o kadın kimdi?"
Yüz hatlarında utanç, memnuniyet, çekinme, suçluluk
karışımı bir sürü duygu belirirken Luke bir an duraksadı.
Ona açılmam konusunda kararlt bir tonla “Sosyal hizmet
uzmanıyla yaptığın görüşmenin iyi geçmediğini anlıyorum."
dedi.
Ancak, suskunluğumu sürdürmek konusunda ondan da­
ha kararlıydım. “Seni ne kadar ihya ettiğinden yola çıkarak
yeni bir fetih olduğunu tahmin ediyorum.”
Gözlerini bana yöneltirken bir şeyler hesapladığı belliy­
di. “Öyle bir niyetim olmadı,” dediğinde besbelli mağlubi­
yeti kabul ediyordu. “Ben, işte, ben bir şekilde... bazen ka-
faı> karışır ya. Onu beğendim ama her zamanki tarzım de­
ğil pek, şey biliyorsun, son zamanlarda hoşlandığım kadın
tipi hakkında düşündüm de seçimlerimi sınırlamakla biraz
katı davrandığımı fark ettim. Sanıyorum mantığımla duygu­
larım birbirine karıştı biraz. Cidden hani bir olay diğerine
götürür ya. Çok ciddiye alınacak bir şey değil ama..."
“Tegan’ı azarladım,” dedim birden. Söylediklerini daha
fazla dinleyemeyecektim.
“Bu yüzden mi ağladın?"
Başımı salladım.
“Olabilir, biliyor musun hepimiz arada bir sinirleniriz."
“Anlamıyorsun, kendimi kaybettim. Ondan bıktığımı, ca­
nımı sıktığını söyledim. Ben... ben ona neredeyse hayatımı
mahvettin’ dedim.
“Ama söylemedin, önemli olan da bu.”
“Yani bu şekilde düşünmemin hiç önemi yok mu?"
öyle şaşırdı ki. cevap vereme/ hale geldi. "Kyıı Dom
2 \2 ■ D o r o th y K u o n ıs o »

olduğumuzdan beri Luke'un da beni Ryn diye çağırması ho­


ruma gidiyordu. ~Bu kolay olmayacak. Çocuk planlandığı
vakit bile yeterince güç bir şey, hele hiç akılda yokken yüz
misli daha zordur. Ayrıca, duyulması iğrenç ama hayatını
l>erbat etti. Önceki hayatın bozuldu, yıkıldı, harap oldu, Bu
mahvoldu anlamına gelmiyor. Güzel harabeler vardır. Akro­
p o le bak. İnsanlar orayı göm ıck için iyi para ödüyorlar zi­
ra güzel harabeler.”
Denediği için ona hayır duası eltim.
"Sosyal görevli ne dedi?"
Kısaca özetledim.
Sonunda “Kaltak." diye dalaştı. Ah. ona Kamryn usulü
çarpıtılmış sürüm ünü anlatm alıydım .
“Belki de tam böyle söylememiştir. Tegan'ın beni, başka
seçeneği olmadığı için sevdiğini söylememiş olabilir. Yar­
dım alırsa annesinin ya.sına son verebileceğini anlatmak is-
temiştir.Mdiye ilinıf ettim.
Luke gülümsedi. “Öyle söylediğini düşünmemiştim fakat
belli ki, önceki endişelerinin üzerine tuz biber ekmiş, ona
bu yüzden orospu dedim.**
Geçen haftalarda, Luke’un hikâyesini biraz daha etraflı­
ca öğrenmiştim. Birmingham'da büyümüş ama Londra'ya
üniversiteye gitmiş. Üniversiteden sonra, Harvard Business
Schootda okum ak için New York'a taşınmış. Daha sonra
bankacılık sektöründe çalışmak üzere New York'a yerleş­
m iş Londra’ya d ö n ü p ardından birkaç yıllığına İskoçya'ya
gitmiş. Japonya’da bir sene çalıştıktan sonra tekrar New
York'ta oturmaya karar vermiş orada yönetim danışmanlığı
vapmaya başlamış. Nicole'den ayrılınca aynı Amerikan şir­
ketinin Londra şubesine dönmüş. Daha sonra Angeles tara­
fından kafa avcıları vasıtası ile ise alınmış. Anlaşılan, otuz
EN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZI • 213

Ijeş yıllık yaşamı g öçerlikle geçmiş, hep hareket halimle,


daima yenilik pekinde. Bir tarafım girişimci ruhuna hayran­
lık duyarken diğer yanım Luke'un neden kaçtığını anlamak
istiyordu. Gerçi soramazdım, anlaşmazlıklarımı? henüz yeni
sona ermişti, bu tipte özel sorular pek yerinde kaçmazdı.
Gerçi, destek çıkjlabilirdi. O da bunu teklif ediyordu zaten
“öyle korktu ki," diye devam ederken Tegan'ın o ank»
halini gözümün önünden silmek için ba>ımı sallıyordum
“İşte bunu yaptım. Benim yüzümden neredeyse sınır krizi
geçirecekti.'
Luke. divanın kenarına oturarak elini yüzüme koyup ha-
şımı sakinleştirdi.
“Her şey düzelecek,' diye güven telkin ederken sıcacık
eli sözcüklerini destekliyordu. “Sen iyi bir insansın." Ses to­
nunu azıcık alçaltırken “Müthiş bir insansın."
Yüz çizgilerini süzerken iri gözlerine bağlanan düzgün
kavisleri, ağzını şekillendiren eğimli çizgileri, burnuna bi­
çim veren sağlam kalıbı tek tek inceledim Ondım boşlanı­
yorum. Bu düşünce, başıma vurulan bir tokmak gibi beni
çarptı. Evet, onu sev iyordum. Onunla seks yapmayı düşü­
nüyor ancak bunu hayatımdaki tek erkek olmasına bağlı­
yordum. Cinsel çekicilikten öte bir duyguydu bu Ondan
haz ediyordum. Yanağıma dayadığı eli kalp atışlarımı hız­
landırdı. Bu fiziksel temas hoşuma gidiyor, huzur verirken
rahatlatıyordu.
Luke da, yüzümü dikkatle süzdü. İlk karşılanmamızdan
farklı bir şey görüp görmediğini merak ediyordum Riyali
saçlanm uzamış, boylan knt kat kesilerek soldan sağ.ı gKİen
bir perçemle yüzümü çevrelemişti Altlan biraz cLıhj gölge­
lenen gözlerim, aynı kestane rengindevdi Burnum h.ılâ kü­
çük. basık ve geniş biçimini kormordıı Dudaklarım >»ne
244 * D u r o th y K o o m s o n

dolgundu. Fazla değişmemiş olmakla beraber bana eskisi


gibi bakmıyordu. O iğrenme ifadesi kaybolmuştu. Yerine,
aramızdaki hikâyenin sırlarını paylaşmamış olan, deneyim­
siz bir gözün görebileceği şefkat gelmişti.
Sessizlik beklentiye dönüşüyordu. Öpüşmek üzereydik.
Başını yaklaştırırken dudaklarımızın buluşması an mesele-
siyken günüm tamamlanacaktı... Halis muhlis bir rezalet.
Onu cezp etmediğimden oldukça emindim. Beni bir arka­
daş olarak seviyordu, üstelik yatabilirdi de ama bana karşı
duyduğu çekicilikle benim ona duyduklarım arasında an­
lam farkı vardı.
Hâlen Nicole’u seviyordu. Şu anda olup bitenlerin hiçbir
önemi yoktu zira hâlâ eski sevgilisini düşlüyordu.
Başımı geri çekip ayağa kalktım. “Bulaşıkları yıkarsam
daha iyi olacak,” dedim. Mutfağa doğru giderken yerinden
kıpırdamadı. Arkamı dönmeden, salıneyi terk etmemle ilgi­
li tepkisini görmemek için “Yemek yedin mi?” diye sordum.
“Şey. hayır,” deyip ayağa kalktığını duydum.
“Biraz makama kaldı, isler misin?” I£v yapımı domates
sosuyla karıştırdığım pcntıe makarnaları dolaptan çıkarttı­
ğım tabağa doldurdum. Luke yemeğini elimden alıp masa­
ya oturdu. Çatalının olmadığını fark edip döndüğü sırada
ona uzattım. İki sevgiliye özel türden samimi bakışlarla bir­
birimizi süzerken vurgunu yeniden hissettim. Zevk-ü sefa
arayışından fazla, aşktan az, içinde bulunduğum pervasız
duygu karışımı, muhteşem bir seks sahnesiyle sonuçlana­
cak başımıza da den açacaktı.
İki dakika sonra kauçuk eldivenleri geçirip eviyenin için­
den tabakları çıkanımı. Paslanmaz çelikten upayı koyup sıcak
suyu açtım. 'labakl;ın suya daldırdığım sırada Luke üzerinde
sadece azıcık sos kalmış tabağıyla birlikle yanımda bitli.
EN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI ■ 245

“İçine mi çektin nedir?*’ diye sorarken tabağı alıp köpük­


lü suya batırdım.
“Yemeğe başlayıncaya kadar nc kadar aç olduğumu fark
etmemiştim. Makarnan tadına varılmaya değer olmakla be-
ralx?r kendimi tutamadım. İler makarna yediğimde elimde
olmadan çabucak silip süpürürüm."
Ne? Şüphe içinde gözüm ün kenarıyla bakıp İyi bir aşçı
olduğum u söylemenin yolu bu mu yani?"
Luke başını tamamen bana çevirdi. Özellikle sakalını
kestiğinden beri, yüzü masum ve şeker görünüyordu. İyi
bir aşçı değil, muhteşem bir aşçısın.’’
Hana asılıyor, diye düşündüm içimden sırıtarak. Bu ken­
dine göre komikti. Sarkma konusunda öyle başarısızdı ki is­
terik bir tarafı vardı.
Bu gülünç açıklamasına karşılık vermediğimi görünce
“Yıkamak mı kurulamak mı? diye sordu. Kalın fakat atik
parmaklarıyla mavi gömleğinin kolundaki sedefli düğmele­
ri açıp kollarını dirseklerine kadar kıvırdı.
“Hiçbiri, ölü gibi yorgun olmalısın, neden evine dönmü­
yorsun?" Gitse dalıa iyi olacaktı, Böylelikle, ikimizi de. beni
mahcubiyetimden onu da flört etme arzularından kurtarırdı.
"Söz konusu değil, burada yediğime göre yardım edece­
ğim."
"Peki öyleyse, kurut.’' Ona bir mutfak havlusu verip ye­
şil beyaz süngerimle ilk tabağı sabunlayıp duruladıktan
sonra kurulaması için l.uke'a uzatımı. İşbirliği içinde sessiz­
ce çalışırken 30 saniye geçmeden suskunluğu bozarak "Sen
çok iyi bir annesin, bundan kim nasıl şüphe edebilir ki bi­
lemiyorum. *’
G özüm ün ucuyla lekı.ır baktığımda enerjik bir şekilde
tabağı kuruladığını gördüm.
246 ■ D o r o th y Koomson

Sinirliydi. Hay kibirlinin kendisi benimle flört etmekten


dolayı gergindi.
"Tegan çok şeker bir çocuk, bunu da sana borçlu. Üze­
rinde çok olumlu bir etki yaralıyorsun, öyle iyi meşgul olu­
yor, o derece yüreklendiriyorsun ki. H u...”
Yıkamakta olduğum tabağı eviyenin içine bırakırken
' Pekâlâ," dedim, “Şimdi dur. Beni Mary Poppins, Neşeli
(7»«/t^deki M anava Supertnum'xn tümü tek kişide toplan­
mış biri gibi canlandırıyorsun. Değilim. Ben Kamryn'ım. Ha
bire ortalığı sıçıp batırıyorum.”
Başını sallayarak “Kendine karşı ne kadar katısın, bunu
daha önce de fark etmiştim, gereksiz yere kendini inanıl­
maz eleştiriyorsun. Sen harika bir insan ve annesin.”
"Luke.,.'' diye tehdit ettim.
‘Doğru,” diyerek itiraz etti. Dosdoğru bana bakarken yü­
zünde en ufak bir gülümsemeden eser yoklu.
“Madem öyle diyorsun," diye teslim oldum. Tabağı alıp
tekrar sabunladıktan sonra, durulayıp eline verdim. “Ne ka­
dar iyi bir ebeveyn olmanla ilgili kendine hiç paye vermi­
yorsun. Tegan'ın yaşamında nasıl bir fark yarattığının da bi­
lincinde değilsin. Bir de benim hayatımda. Öyle çok değiş­
tim ki, nedeni de...‘
Kulisli/, bir suratla elimdeki tabağı isteksizce sabunlarken
"Benimle flört mü ediyorsun Mr Wiseman?" diye sözünü
ke.stim. "Çünkü bu monologa biraz daha fazla iltifat tıkıştı-
rırsan. öyle olduğunu düşüneceğim."
Tezgâhın üzerine bir tabak bıraktı. Beni ateşlendirmeye
ini çalışıyorsunuz. Bayan Matika?"
"Beni, hak etmediğim iltifatlara boğdukça kolay bir he-
del haline geliyorsun, dedim. Bir sonrasında kentlimin ya
da onun ne yapacağını kestirmeme vakit kalmadan I.uke
\\S Y A K IN A K K A IM M M IN K I / I • ¿ s'

güçlü ellerini belime koymuş l>enı kendine Hızla


dudakları dudaklarıma değerken birden nefesimi ke^rcesi­
ne öpmeye başladı. Afallamış halde, öpücüğüne yanıt ver­
mem birkaç saniyemi alırken kollarımı kaldmp boynuna
doladım. Dudakları dudaklarımın aracına girmiş dilim ağ/i­
ma sokuyordu. Luke, adaleli bedeniyle beni muifak lavabo­
suna doğru sıkıştırırken ellerini belimde gezdiriyor dizlerini
de bacaklarımın arasına kaydırıyordu. Kauçuk eldivenlerim
derisine yapışıyor, sabunlu sular kollarımdan aşağı akıyor­
du fakat hiçbirini takmadan umarsızca öpüşüyorduk.
Ayrıldık, göğüslerimiz ahenkle inip kalkarken birbirimi­
zin gözlerinin içine bakıyorduk. Nefis gözlen vardı, onu
sevmediğim zamanlarda bile böyle düşünüyordum. Yanık
portakal kahvesi onlara nadir rastlanan bir yoğunluk veri­
yor bana baktığı sırada sanki alev alev yanıyordu. Yaklaş­
tım, dudaklarımı yumuşakça ağzına sürtüp hemen (.ektim.
Gülümsedi. Tebessümü arzuyla doluydu, sonra o da babını
eğip dudaklarını dudaklarıma sürttü. Geri çekildikten sonra
“Yatak?” diye fısıldadı.
Başımı salladım
Luke kollarımı l*)ynundan çekti, eldivenlerimi çtkartıp
damlalığa bıraktı Son bir öpücük kondurup kondora doğ­
ru götürürken elimi tuttu. İkimiz de Teganın odasına yö­
nelip iyi olduğundan emin olmak için kapıdan bakmaya gi­
diyorduk. Tiga yüzükoyun yatıyor, bulut kaplı yastığına da­
yadığı suratı profilden görünüyordu, incecik kollarını bası­
nın her iki yanına koymuş yumruklarını sıkmıştı Uyudu­
ğundan emin olmak için göğsünün şişip indiğini görene ka­
dar bekledim. Kapıyı az biraz daha çektikten sonra korido­
run sonundaki yatak odama, evin diğer ucuna doğru ilerle­
dik.
248 ■ D o ro tlıy K o o n ıs o n

Odamın kapısını kapar kapamaz Luke, beni yeniden ya­


kalayıp çılgınlar gibi öpmeye başladı. Ben ise, bedeninin
düzgün ve sıkı hatlarını ellerimle keşfediyordum. Her doku­
nuş damarlarıma kadar hissettiğim arzuyu iyice kamçılıyor­
du. Fantezilerim hep böyle başlardı. O, beni öptükçe ben
vücudunu okşar sonra birbirimizi soyar ve ardından...
Gömleğini çıkartırken göğüs ve kol kasları beliriyor,
bundan sonra neyin geleceği şüphe götürmüyordu. Sadece
bedeninin mükemmelliğine değil onunla seks yapma dü­
şüncesinin büyüsüne kapılırken içten içe soluğumu tutuyor­
dum. Luke’la. Patronla. Yaklaşık beş dakika içinde, o ve be­
nim hakkımda şirkette çıkan tüm söylentiler gerçekleşecek­
ti.
Üzerime çıkıp beyaz tişörtümü sıyırarak göbek deliğimi
öptü. Cildimde bir erkeğin dudaklarını hissetmenin verdiği
yoğun şehvetle bedenim silkelendi. Bu sefer nefesimi tuta­
madım. Luke kafasını kaldırıp verdiğim yanıta gülümsedi ve
tişörtümü çıkarttı. Dudaklarını kamıma yeniden değdirme­
den kenara fırlattı, buseleri gittikçe yukarı doğru çıkarken
ağzıyla bütün sol göğsümü kapladı. Gözlerimi kapatıp be­
denimi yay gibi gererken Luke Wiseman’ın inceliği karşısın­
da çok büyük bir mutlulukla iç geçirdim.
24

T
egan kulağıma “Neden giyiniksin?” diye seslendi.
“Neee?” diye yanıdadım.

“Ryn anneciğim, niçin giysilerin üzerinde?" diye ıs­


rar etti.
Çaresiz bir hüzünle içimden Bir daha asla sabah geç sa­
atlere kadaryatakta kalmayacağım. Gelecek on y ıl böyle ge­
çecek. D aha sonra da, ergen olacak, o zam an da hiç ı/ytı-
yam ayacağım zira gece çıktığında merak edeceğim, eıvya
çok geç dönecek ya da daha kötiisü hiç gelmeyecek.
Tegan küçücük parmaklarıyla kolumu tutarak çekiştiri­
yordu. ‘'Ryn anneciğim, neden giyiniksin, elbiselerinle mi
uyudun?’’
Bilmem, öyle m i yaptım?
Kolumu aşağı doğru kaydırdığımda bacaklarıma dokun­
dum . Gerçekten de blucinim üzerimdeydi. Sutyenim kesin­
likle içimdeydi çünkü kaburgalarıma battığını hissedebili­
yordum. Tişörtüm de üzerimdeydi. Uyku sersemliğimle me­
rak ettim. Bekle bir dakika. Luke tişörtümü çıkartmanıtf
mıydı? Lıtkef Dimdik doğrulurken Tegan yatkınlıkla geri ce-
2S0 ■ D o r u l u K o o m so n

kildi. Yanımda uyuduğunu zannederek sağıma baktım. Ya­


tağın o iarat'ı Kış ve son derece düzgündü. Gece o yana hiç
dönmemişim gibi gözüküyordu.
Yatağa tırmanma |x>zisyoıuına geçerken "Hep giysilerin­
le mi uyursun?" diye sordu Tegan. Sağ ayağını ahşap çerçe­
veye dayayıp çarşafa tutunduktan sonra kendisini yukarı şil­
teye çekti. Farkına varmadan yatağa çıkmasına yardım edi­
yor bir yandan da hafızamı yoktuyordum. Hatırlayabildiğim
son şey Luke'ım tüm bedenimi açlıkla öpmesiydi. Sevişe­
cektik. Ancak, hem yataktan hem de kendi durumumdan
anlaşıldığı gibi böyle bir şey olmamıştı.
"Hayır, havalım her zaman giysilerimle uyumam. Pijama­
larımı daha önce görmüştün.” dedim. Tegan çarşaflarımın
altına girmeye çalışıyordu.
"Neden geceliğini giymedin?"
"Üstümü değiştiremeyecek kadar yorgundum. " İşte, hoş
olmayan gerçeğin ta kendisi. Düşüncesi bile korkutucuydu.
İnanılmaz yakışıklı, yan çıplak bir adamın altında yatarken
uyuya kalmıştım. Bu zaten kötüydü, rezildi. Üstelik biriyle
son vatlığım zamanın üzerinden iki koca sene geçmişken
daha da aşağılayıcıydı. Son öpüştüğüm kişi, otel odasında
Ted'di. Son seviştiğim ise Nate idi. Adele ile arasında geçen­
leri öğrenmeden önceki gündü. Her iki olayın ardından iki
seneden fazla geçmişti.
Ondan sonra seks hiç gündemimde olmamıştı. Tek başı­
na ve en iyi arkadaşsız bir Kamryn Nlatika olarak kimliğimi
o kadar deşelemekle meşguldüm ki. seks, ancak parçaları­
mı bir araya getirdikten sonra yapmayı düşüneceğim bir
şeydi. Bana göre daima seksten daha geri planda olan aşkı
ise düşünmüyordum bile. Aşabileceğim ilk engel seks ola­
bilirdi. Bcs yıldan uzun bir süre boyunca beni çıplak gören
KN Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZI • JS I

sadece hir erkek olmuştu, artık yeni bir .ıdaınla samitnivet


kurmaya müsaadem olabilirdi. Birinin beni öpmesine, do­
kunmasına ve içime girmesine diğer bir deyimle fiziksel an­
lamda kırılgan olmama i/in verebilirdim. Bunun kolay ola
cağını zannetmekle birlikle, demek değilmiş. Çünkü seks
kapıyı vurduğunda paçalarım uıtuşnıuşiu.
Tegan başucumdaki sehpaya İşarel ederken “Mektubun
kimden gelmiş?” diye sordu. Üzerinde adımın yazıldığı kat­
lanmış bir kâğıt parçasının, gece lambama dayalı olarak
durduğunu fark ettim. Flime aldığımda, aslımla iç içe iki
parça olduğunu gördüm. Altındakinin üzerinde Tegan yazı­
yordu. Kendisine uzatınca yüksek sesle okumaya başladı.

“Sevgili T,
Hayvanat bahçesindeki resim için teşekkür ede­
rim. Evime koyacağım. Seni yakında görmeyi ümit
ediyorum. Ryn’a iyi bak, çok yorgun. Sevgiler. Luke."

Kendi notuma bakıp içimden okumaya banladım.

Selam Ryn,
Tegan’ın içeri girme ihtimaline karşı gitmemin da­
ha doğru olacağına karar verdim. Bizi uyurken gör­
seydi fazlasıyla açıklama yapmak zorunda kalacak­
tık. Akşam yemeği için teşekkürler. Bir ara tekrar bir­
likte bulaşık yıkarız, olur mu? Görüşmek üzere, Lu­
ke.

Tegan "Onu da mı Luke bırakmış? ' diye sordu.


Alt dudağımı hu fitçe ısırarak hasımı salladım, İlk opiıs-
memi/.i her düşündüğümde içim şclncde dolmordıı Luke
ile sapabilirdim. Dün aksım tanıdığım endişelere rağmen
¿'•>2 • I >nmihy Ko<»ııısun

seks yaşamıma yeniden onunla başlayabilirdim. Hu d ü ş ü n ­


ce azal ediciydi. Nalet unutm ak yolunda bir adım ileri git­
tiğini anlamına geliyordu.
Tegan ağzını bir yana doğru büzerek kaşlarını çam. I*n
sonunda 'l.ukc'ıı seviyor musun?" diye sordu.
Kollarımı om zuna sarıp bedenim e, kolluğum un alıma
doğru çekerken “l-vel, onu seviyorum," diye karşılık ver­
dim.
"Onu çok çok mu seviyorsun?”
“İlm im , evel,” derken yüzüne bakıyordum.
Beni sevdiğinden dc mi fazla?"
“Tabii ki hayır!" diye çığlık altım. Böyle bir düşüncenin
aklına dahi gelmesi beni dehşete düşürm üşlü. O nu bedeni­
me daha da yaklaştırıp “Tiga, seni seviyorum.'' Bunu kendi­
sine ilk defa söylüyordum . “I.ııke'u arkadaşça seviyorum,
ama seni SKVİYORUM. Hiç kimseyi seni sevdiğini gibi sev­
meyeceğim. Asla.”
'Gerçekten ve cidden mi?”
i-vet, söz veriyorum. Sen ilk çocuğum sun. Tek yavrum-
sun.”
Tebessüm etti. 'Ben de seni seviyorum," diye teyit etti.
“Ama Lııke’u daha fazla seviyorum .”
25

^ q ir şey yapmayacağız.“ dedi Tegan.


I —£ Luke’un kucağında oturan küçük kıza bir ka-
1 3 şımı kaldırdım. Mutfakla oturma odasının eşi­
ğinde dururken ikisi kırmızı pufun üzerinden bana bakı) or­
du.
Kaşımı neden kaldırdığımı anlamamışlardır diye ‘Buna
inanmamı mı bekliyorsunuz?” diye sordum.
Tegan’la aynı tonda "Gerçekten hiçbir şey yapmayaca­
ğız,” dedi Luke. Öpüşüp, uyuya kaldığım için sevişemediği*
miz geceden beri 15 gün geçmişti.
Ertesi sabah, bize gelmiş ve aramızda hiçbir şey olmamış
gibi davranmıştı. Bizi arabayla gezmeye çıkarmış ve her za­
manki gibi konuşmuştu. Dondurma alıp Roundhay Par-
kf ndaki ördekleri beslemiş, eve dönüş yolunda Tegun uyu­
duğu halde bir gece önce olanlara katiyen değinmemişti
Daireye girinceye kııdar acaba flört etmiş miydik, kirli ta­
baklarımızın önünde öpüşmüş müydük. Ix*ni soyuma baş­
lamış ıım dı diye şüphe duymaya başlamıştım. Bir şeyler ol-
254 ■ D orolhy K oum son

duduna dair tek k:ınıt bıraktığı nottu, ancak bütün bir güıı-
kü ilgisizliğinden sonra, o bile artık bir ipucu sayılmazdı,
Paranoyanı büyürken Tegan’ın banyoya girmeye hazırlandı­
ğı sırada hepsinin bir hayal m ahsulü olduğuna karar ver­
dim. Fantezilerim öyle büyüm üştü ki, hangi noktada bittik­
lerini ve gerçeğin nerede başladığını bilem ediğim bir boyu­
ta varmıştı.
Tegan'ın yıkanm a faslı, kitap o k u n u p yatağa girmesi için
ikna edilmesinden sonra Lııke, kanepede yanıma çöktü.
"Özellikle kendi yorgun olduğunda insanı daha da yoruyor"
dedi.
“Biliyorum," diye karşılık verdim. “İyisi mi gidip bulaşık­
lara devam edeyim .”
Kalkanından bileğim i yakalayıp lx*ni geri çekli, “Hayır
etme.” Beni koltuğun koluna itip öptü. Dudaklarını dudak­
larıma sıkıca dayadı, İki ö p ü c ü k arasında nefes alıp “Bugün
yaramazlık etm em em gerektiğini biliyordum ,” diye açıkladı.
“Değindeydim ya da sana biraz daha uzun süreyle baksay-
dım kendim i kontrol edemeyeceğimi biliyordum."
Rahatlayarak iç çektim. “Aman çok şükür, her şeyi uydu­
ruyor m uyum diye düşünm eye başlıyordum."
“Hayır, uydurm adın." Bir daha öptü. Derin ve yumuşak­
ça. “Yatağa gitmek istiyorum ama uyumayacaksan.”
'Sonsuza kadar bıınu bana karşı bir silah olarak mı kul­
lanacaksın?”
T .lvdiyen değil ama bir müddet, buna hakkım oldu ğu ­
nu düşünüyorum .”
İşte buydu. Yattık. I.uke evden gidinceye kadar uyum a­
dım. Tegan’ın bizi aynı yatakla görmesini istemediğimden
kalmasına izin veremezdim.
Adele, l'egan ve erkekler konusunda e°k temkinliydi.
KN Y A K IN A K K A D A M M IN K IZ I • ¿S S

Kızına tanıştırdığı çok az erkek olmuştu. Böyle bir fil.isilik


için o adamın u/ım dönemli bir birlikteliğe uygunluğunun
.saptanması gerekirdi. Adele. Tegan’ın yalımının mümkün
mertebe kesintisi/, olmasını isterdi. Tegan'ın, ilişki bittiği
taktirde çekip gidecek bir erkeğe bağlanmasını istemezdi.
Bir bok daha yemiştim. Bu işi tersinden yapmıştım Kr
keğiın' onunla daha yatmadan önce hayatımıza girmişti. An*
laşmasak da, birbirimizi görmeyi sürdürecektik, aksi hakle
dünya Tegan'ın başına yıkılırdı. Dolayısıyla aradan iki hafta
geçtiği halde durumu hasıraltı ediyor, cinselliğin ötesinde
duygulara sahip olup olmadığımızı anlamaya çalışıyorduk
Ona yalan söylemekten hoşlanmıyordum, bilhassa hiçbir
şey dememek de inkâr etmek sayılırdı. Fakat mutlu aileyi
oynarken birkaç hafta sonra Luke’la birbirimize olan hisler­
imizin çok da güçlü olmadığını keşfetmesinden iyiydi.
Tüm veriler iyiydi. Haftada en az üç gece bize geliyor­
du. Varlığından zevk alıyordum. Bedeninden. Buselerin­
den. Yatakta konuşurken şefkatle sevgisini dokunarak belli
ediyordu. Yalnız olduğumuz zamanlarda bütün ilgisini ba­
na odaklıyor, beni düşündüğünü bildiren mesajlar gönderi­
yordu. Bundan hoşlanıyordum. Cevap veriyordun» Ama bu
cinselliğe dairdi. Daha fazlası değil. Yok, bu hiç doğru de­
ğildi. Fiziksel seksten öteydi, duygusal seks de vardı. Şeh­
vet karışımı bir şeydi yani, yanımda değilken de onu düşü­
nüyordum ama her öpücük, her dokunuş, her tatlı söz kal­
bimin yüzeyiyle temas ediyor, onu delip geçemiyordu. Ka­
buğumu kırıp kim okluğumu keşfetmesine henüz zaman
vardı. Yine de, ortalıkta olması büyük bir nimetti. Özellikle
de. Ix>yle zamanlarda Sacımı yıkayacağım vakit Kendisi­
ni yakmadığından veya bir şevler kırmadığından emin ol­
manı için Tegan. genellikle saçımı yıkarken klozete oturup
256 • Donuhy Roomson

okuyor ya da benimle konuşuyordu. Bugün ise Luke onun­


la birlikte olmasa karar vermişti.
‘ İyi olacağınızdan emin misiniz?' diye tekrar sordum.
Koro halinde "Evet." dediler. Masum gözleri, sakin çeh­
releri beni sinir ediyordu. Güvenim sonsuz değildi fakat
madem her ikisi de benden kurtulmaya can atıyordu...
Luke "Hiçbir şey kırmayacağız.' diye güven vermeye ça­
lıştı.
Şimdi neden bunu söylemek ihtiyacını duydu?
Tegan "Söz veriyoruz»" diye ekledi. "Hakikatten ve ger­
çekten.”
İç çekip banyoya doğru sessizce yollandım. Onlara iti­
mat etmeliydim, değil mi? Madem Luke bize gidip geliyor
ve yaşamımın daha büyük bir bölümüne girmeye niyetleni­
yordu öyleyse onlara güvenmeliydim.
Krom kaplama duş başından sular püskürmeye başladı.
Küvete doğru akan kavis şeklindeki ince spreyi seyrediyor,
banyonun içini doldururken suyun fışır fışır sesini dinliyor­
dum. Diz çöktüm, başımı küvete doğru eğip saçlarımı ıslat­
tım. Duş başmı küvetin içine düşürüp ıslanmış siyah saç de­
metlerime şampuan döktüm. Vay canına. Köpürttükçe
içimden bir düşünce akıp geçiyordu. Rahatlamıştım. Hâlâ
içindeydim. Öylesine yabancı bir duyguydu ki bu.
Her zaman o kadar çılgınca bir tempo yaşıyordum ki. Te-
gam düşünürken aynı anda da bir sürü iş halletmek için hep
koşturmaca içindeydim. Akşam yemeğine ne ister, yeni giy­
silere ihtiyacı var mı. iyi mi. sıkılıyor mu, acı çekiyor mu, is­
tediği gibi cumartesi sabahları onu karate derslerine başlat­
malı mıymı:' Gevşeyip dinlenmek çok sık yaptığını bir şey
değildi. Ayrıca ofiste de rahatlamanı aılık söz konusu değil­
di vİra yeni pazarlama direktörü (Luke) iş yükümü iyice ağır­
EN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZ! ■ 2 V

laştıran yepyeni fikirler getirmişti. Living Angeles magazinini


büyütüp, ev. giyim eşyası ve çocuk bölümleri için avn sayı­
lar çıkartacaktık. Artı on İine bir alışveriş rehberi hazırlaya­
caktık. Basın-yayın işlerinden sorumlu pazarlama görevlisi
olarak bütün bunları denetlemekten sorumluydum. Bu ek
işler başlayalı, öğle tatiline çıkmıyor, Tegan uyuduktan son­
ra bile Luke beni yatağa girmek için ayartana kadar bilgisa­
yarda saatler geçiriyordum. Bazen o gittikten sonra dahi kal­
kıyor biraz daha çalışıyordum. Yaşamım deliceydi. Şu anda­
ki sükûnet hali çok nadiren hissettiğim bir duyguydu.
Şampuanı bol suyla duruladım. Saçımı havluyla çabucak
kurutup besleyici kremi sürdüm. Kremin kırıklan giderme
ve parlaklık vererek saçlanmı güzel bir görünüme kavuştur­
ma konusundaki vaatlerini yerine getirebilmesi için on da­
kika süreyle beklemeliydim. Banyo radyomun saatine bak­
tım. Bu vakti yatağıma kıvrılarak ya da ikisine bir göz ata­
rak geçirebilirdim...
Yumuşak havlu halının üzerinde çıplak ayakla yürüdü­
ğüm taktirde salona yaklaştığımı duyamayacaklar, kapıyla
menteşenin aralığından onları seyrettiğimi fark etmeyecek­
lerdi. Hâlen on dakika önceki pozisyonlarında. Luke pufun
üzerinde oturmuş Tegan sırtına sokulmuştu. Kucağında ma­
vi ve yeşil renkteki kürem duruyordu. Luke. bir yer göste­
rir gibi sağ işaret parmağını dünyanın üzerine bastırmıştı.
“Çok sıcaktı," dedi Luke. “O kadar sıcaktı ki. o gün gü­
neş çarptı."
“Güneş çarpması nedir?" diye sordu Tegan.
“Güneşin altında yeterince su içmeden ve korumasız kal­
dığın vakit hastalanırsın demek. İyileşmek için birkaç gun
boyunca yatmak zorunda kalmıştım."
'Neredeyse öldün mü?"
25H ■ D n rn lh y Kooıason

"Hayır, am a ço k rahatsızdım ."


"A n n e m ö ld ü ," d e d i Tegan.
K albim d u rd u A n n e sin d e n hana h e m e n h iç b a h se tm i­
yordu. Sosyal hizm et u/.m anı geleli beri a n n e sin d e n söz e t­
m ekten sakınıyor, o n d a n b ık ıp G ııild İo r d ’a geri gönder-
m e ıııd e n k ork uyo r m u diye m erak ediy o rd u m . Ben de Ade-
le k o n u s u n u açm ak k o n u s u n d a kararsızdım . Yas tutm akla
ilgili b ü tü n o k u d u ğ u m kitaplarda ç o c u ğ u n k e nd iliğ in d e n
g e lip soru sorm ası ön e riliy o rd u . Y ine de bazen Tegan'ııı n a ­
sıl o ld u ğ u n u a n la m a k istiyordum . Adele'le ilgili konuşm ayı
arzu eder-m i diye sorm ak istiyordum . Paylaşmak istediği
h erhang i bir d u y g u yi» da halını var mıydı? Ürkeklik, o n u ve
k e n d im i ü zm e k te n d u y d u ğ u m korku beni alıkoyuyordu. Ne
diy e ce ğim i d a h i b ilm iy o rd u m . Ya Luke biliyor m uydu?
“C ennete, İsa ve m eleklerle birlikte olm aya gitti," diye
ekledi.
“b iliy o ru m ," d e d i Luke. “Ryn, söyledi. O n u ö zlü y o r m u ­
sun?'“
T egan a lı d u d a ğ ın ı ısırarak başını salladı. Alçak sesle
" İla /e n ," d e d i. "O n a bazı şeyler söylem ek istiyorum ama
söyleyem iyorum . Ö z e l yıld ız a la n ev ö d e v im i o n a göster­
m ek islerdim ç ü n k ü çok ö z e n le yapm ıştım . Fakal göstere­
m em . A n n e m o n u g ö re m ez."
Ih ım ı Ryn'a sö y le d in mi?”
Hayır,'’ de rke n fısıltısı o kadar alçak çıkm ıştı ki, d u y a ­
bilm e k için başım ı kapıya iyice yaklaştırm am gerekti. “A n ­
nem cennete gittiği için o d a ağlıyor bu y ü zd e n ü zülm e sini
islemem.*’
Ariı'le öldüğü için ağladığım ı nereden biliyar? Asla
ö n ü n d e ağlam adım . H içbir za m a n insan içinde a ğlam adım ,
nokta. H e p gecenin bir vaktinde, yalnız o ld u ğ u m d a . Sesim
K N Y A K I N A R K A D A Ş IM IN Kl/I ■ 25l)

ya da ağlamanı duyulmasın diye ha^uııı bir yanığa gömü­


yordum. Asla yüksek sesle değil. Belki düşündüğüm kadar
dikkaili olmamıştım. Belki de, ağladıktan sonra bakımlarım­
daki boşluğu Luke gibi sezmişti.
'•Ryn'ın üzgün olduğunu biliyonıın ancak seni üzen bir
şeyi onunla paylaşmadığında daha da üzülecek!ir Annenle
ilgili konuşmak istediğinde bunu ona söylemelisin. Bir sa­
kınca görmeyecektir. Seni seviyor. Onunla konuşacağına
söz veriyor musun?”
Tegan önce bir şey söylemedi. Daha sonra başını salla­
dı. Kısa ve kararlı bir şekilde.
“Hakikatten ve gerçekten mi?"
‘‘Kvet, Luke,” dedi.
“Aferin ufaklık."
Tegan küreyi fırıl fırıl çevirip sonra parmağı ile dönüşü­
nü durdurdu. “Oraya gittin mi?" diye sorarken parmağını
başka bir yeşil noktada sabitlemişti.
“Avustralya," diye okudu Luke. "Hayır ama bir gün ora­
ya gitmeyi planlıyorum. Belki üçümüz birlikte gidebiliriz."
Nefesini tutarak “Sen, ben ve Kyn annem, uçakla filan
mı?"
"Kvet, Kyn gönüllü olursa."
Bu likir herhalde aklına yatmadı. Hayır, gitmek işleme­
yecektir."
Neden olmasın?"
"Çünkü saçını yapamaz."
Baş lx*las>, Luke. güldü.

Luke un 1,90 m uzunluğundaki \ücııdunıın bir .ılımış


beş boyundaki cüsseme sanlın.ı->ına yavaş \a\a> alışnur-
dıım. Yapışkan ciltlini bedenime J.n.ıyıp u/un \e du/gım
26 0 ■ D o ro th y K o o ıııso n

bacaklarıyla sarması doğal gelmeye başlıyordu. Bir elini


tembelce koluma atarken burnuyla boynumu dürtüp duru­
yordu. O gece, daha da yapışkandı, yüzünü koynuma sok­
muş üzerimde titriyordu. Seks de farklı olmuştu. Gözyaşla­
rı her an akacakmış gibi iri ve pişmanlık dolu gözlerle be­
ni tepeden tırnağa süzmüştü. Dalıa sonra, sımsıkı tutmazsa
buharlaşıp yok olacakmışım gibi kollarının iyine sarmıştı.
“Ryn," diye başladı.
“Kfendim.“ diye karşılık verdim. Alçak ve kararsız çıkan
sesinden irkilerek berbat bir şey söyleyeceği duygusuna ka­
pıldım. Filerimi ellerine alıp her bir mafsalını öptü. Olağa­
nüstü kötü haberler verecekti.
Birdenbire “Sana öyle davrandığını için özür dilerim,"
dedi.
“Ne?” diye yanıtladım. Duymayı beklediğim en son şey
buydu. Değil özür, kendimi, ölüm cül bir hastalık ya da ya­
bancı bir ülkeye taşınmak hatta işlen kovulmamla ilgili bir
habere hazırlamıştım.
“Sana söylediklerim, bakış tarzım, düşüncelerim...” San­
ki hepsini kafasında yeniden canlandınyormuş gibi irkilir-
ken bir an duraksadı. “Özgünüm . Öyle üzgünüm ki. Ne ka­
dar yanılmışım. Güzelsin. İçin kadar dışın da güzel. Niçin
bunu daha önce göremediğimi bilmiyorum. Harikasın. Te-
gan'a ne şekilde davrandığına bakıyorum, her şeye rağmen
bana karşı iyi yaklaşımını görüyorum. Ö zür dilerim, gerçek­
len üzgünüm .”
"Ha, geçti bunlar. Muhtemelen de haklıydın. Demek is­
tediğim. Ix.*n biraz..."
Susturmak için parmaklarını dudaklarıma koyarak sertçe
"So\lcme." dedi. ‘Sakasını bile yapına. Bunu kaldıramam. Ö y ­
le davranmış olmaktan dolayı kendimden nefret ediyorum.'
EN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI ■ 261

"Sorun yok," diye onu avuttum. "Sen ilk değildin, sonun­


cu olacağından da kuşkuluyum."
“Buna nasıl tahammül ediyorsun?"
“Hayatım boyunca böyle oldu, beni rahatsız etmesine
izin vermiyorum.” Luke, beni kollarıyla daha da sıktı. “Cid­
den sorun değil. Kalınlaştırdığım derim sayesinde kimsenin
söylediği hiçbir şeye inanmıyorum. İnsanlara kendimi fazla
yaklaştırmayarak doğru olmayana üzülmemiş oluyorum.”
“Bu iyi şeyler için de mi geçerli?”
Nate’in dediği herhangi bir şeyi kabul etmemin nasıl
asırlar aldığını düşündüm. Üstelik daima çok hoş şeylerdi,
Daha ilk günden beni güzel bulduğunu söylemişti. Telx*s-
stimümün içimdeki sıcaklığı yansıttığını, hayalindeki kadın
olduğumu bir defadan fazla tekrarlamıştı. Ama ona inan­
mam yıllar aldı. Samimiyetine güvenmeden, beni gerçekten
sevdiğini kabul etmeden, iltifatlarına kulak asmadan önce
seneler geçti. Dolayısı ile hepsinden yoksun kalmak hana
daha da acı vermişti.
“Sanırım.”
“Bu kendini herhangi bir şey hissetmekten men ettiğin
anlamına gelmez mi?”
“Hayır, çok şey hissediyorum. Sadece, başka insanların
inanç ve tavırlarının beni üzmesine mahal vermiyorum.”
“Bu onların seni sevdiğine inanmadığın anlamına mı ge­
liyor?"
“Bunu demek istemedim, beni etkilemesine izin vermi­
yorum dedim. İnsanların lx*ni sevmesi bu muhteşem fakat
bu var olmamı engellemiyor. Beni sevmedikleri taktirde
sorun etmiyorum çünkü takmıyorum ve hâlâ varım. '
“Bu son derece acı bir var oluş şekli."
İ.u k e. eğer sen de h e rg İtn çirkin, şiynıan. aplal bir er­
kek. bir ko|X*k old u ğu nu duyarak büyüseydin iki seçeneğin
262 • Porothy Koomson

kalırdı. Ya ikinci bir deri oluşturup mutlu olmak adına, kim­


seye itibar etmeden kendini tanımlardın ya da cümlesi tara­
fından gömülürdün. Bil bakalım hangisini yaptım? Yapma­
lıydım. Bu içgüdüsel bir ölüm kalım mücadelesidir ”
“Ama artık bu güdüye ihtiyacın kalmadı.’’
“Ya, öyle diyorsun ama pek uzun zaman olmadı, çok gü­
zel ve çok zayıf olmadığını için bana cephe alan bir herifle
tanıştım. Şimdi, eğer hayatta kalma içgüdümü kullanmasay-
dmı, tam güçlü olmam gereken zamanda her şey altüst
olurdu.“
“Üzgünüm. Ayrıca sen güzelsin. Muhteşemsin. Vücudun
harika. Sen olağanüstüsün.”
“Bunları söylemene gerek yok. Sorun değil. Beni fazla
üzmüyor.” Fazla. Fazla kaygılanmıyorum. Bu kelimeyi ön­
celeri yüksek sesle hiç söylememiştim çünkü telâffuz etsey­
dim eğer gerçekleşir hissine kapılıyordum. İşte o zaman
çok, çok daha fazla üzülecektim. Luke “Bir yetimhanede
büyüdüm,” dedi.
Birçok sebep arasında Luke ile Tegan’ın bu denli iyi an­
laşmasının nedeni buydu. Rastlantısal durumlar için özel bir
yetenekleri vardı. Geceleri onu yatırdığım vakit, masal oku­
ma faslından önce ve sonrasında yaptığımız sohbetlerde,
okulda ne yaptığından kremalı pastaya hangi malzemeleri
katmam gerektiğine, daha sonra da günün birinde dişlerimi
günde iki kere fırçalamaya karar vermekle ilgili birçok ko­
nuya değiniyordu. Bunu şimdi Luke yapıyordu.
"Gerçekten mi?”
"Hayana kalma içgüdüsüyle yasamanın ne denli acı bir
yaşam tarzı okluğunu bu yüzden bilirim." Yanlım etmeye
bundan dolayı o katlar göm'il/nydün.
KN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI • 263

“Uff,”
“Annemle balgam hayatta biliyor musun? İteni bir bakım
evine bıraktılar. Annem İngiliz'dir ve çok varlıklı bir aileden
gelir. İspanyol olan babama 16 yaşında rastlamış. 36 sene
önce hu durum pek makbul sayılmadığı için hamile kalın­
ca ailesi tarafından reddedilmiş. Babam daha 18 yaşınday­
mış fakat şanslarını denemek istemişler. Tabii bu da çok zor
olduğundan, annem iki yaşımdayken beni terk ederek aile­
sine dönm üş. Babam ondan daha beceriksizmiş. Denemiş
fakat kendisi de çok gençmiş. Yıllar hoyu mücadelesini sür­
dürürken iyi vakit de geçirmiştik. Matrak bir insandı, onun­
la çok eğlenirdim. Beni hayvanat bahçesine götürdüğünü
bile hatırlıyorum. Yakında oturan bazı akrabalarını ziyaret
eder, nefis İspanyol yemekleri yerdik. Biliyor ımısun, müt­
hişti, kullandıkları dil, gülüşmeler, yemek kokulan. Bir ye­
re ait olduğum u hissederdim. Babanı ailesine karşı her şe­
yin yolunda gittiği izlenimini vermeye çalışsa da gerçekte
çok zorlanıyorduk. Bazen okula gider, bazen de onun ya­
taktan kalkmasını bekleyerek evde kalırdım. Günlerce kalk­
maz, yıkanıp giyinmezdi. Depresyon geçirdiğini, şimdi el­
bette biliyorum ama o zamanlar anlayamıyordum. Yoluma
devam etmeye çalışıyordum.
Yedi yaşıma geldiğimde, haftalarca okula gitmemiş oldu­
ğum için sosyal servis görevlileri beni almaya geldi. I'eryaı-
lar içinde baba diye çağırdığım o güııiı asla unutmayaca­
ğım. Ancak o hiçbir şey yapmadı Oracıkta oturdu ve beni
alıp götürmelerini seyretti."
Birden içimde. Lııkeu, ailesinden kopanları o küçük oğ­
lanı koruma ihtiyacı uyandı. Hikâyesine devam elliği m i .i
d a 18 kıvrılıp yanına sokuldum, kollarımı boynuna dolarken
yanağım okşadım.
26 ı ■ D o ro ilıy K oom soıı

"Yetimhaneye gittiğimde, dehşet içindeydim. Artık


ağlamıyordum ama konulm uyordum da. Bana bakacak bir
aile buldular. Kimi iyi kimi berbattı. Çocukları nasıl böyle
yerlere bırakırlar bilemiyorum. Ama hiçbiri fark etmiyor, ba­
kım yurduna geri gönderilmem için daima kötü davranışlar
sergilerdim. Aptalca bir düşünceydi Takat yetimhaneye geri
dönersem babamın gelip beni alacağını zannediyordum.
Böylece nerede olacağımı bilebilirdi. Orada bulunduğum sı­
ralarda, bir kez dahi beni ziyaret etmediği halde buna hâlâ
inanıyordum.
On yaşıma geldiğimde, kimse arlık beni evine almadı.
Kimse, baş belası on yaşındaki melez bir çocuğu istemedi.
İşle o zaman babamın beni almaya gelmeyeceğini idrak et­
tim. Ve sakinleştim. İyi bir çocuk oldum. Biri beni evlal edi­
nir niyetiyle değil ama işin içinden çıkmanın tek yolunun
bu olduğuna kanaat getirdiğim için. Kimseye güvenmeyip
her şeyi düzgün yapmaya karar vermiştim. 16 yaşında ba­
kım yurdundan ayrıldığımda artık iyi yoldaydım. O n adet ‘O
/mV>-almışımı, lek yataklı bir nıekân edindim, yarı zaman­
lı bir işe girdim. D ön tane 'A levels" almayı da başardığım­
da üniversiteye girdim.
“O arada birkaç hayat dersi daha aldım. Mesela, annemin
de beni istemediğini (iğrendim.” Kendini kontrol edebilmek
için duraksayıp derin derin nefes aldı. ' Kim olduğunu araş­
tırdığımda birkaç yıl önce Avustralya'ya. Perth’e taşındığını
keşfettim. On.ı yazıp, kendimi tanıtlım. Cevabında yoluna
devam ettiğini yazmıştı. Ivır zıvırı geride bıraktığını, yani
beni fazlalık olarak gördüğünü ima ederek onu bir daha
aramamamı ya/nusiı.
Annesinin acımasızlığı karsısında nefesim kesildi.
EN YAKIN ARKADAŞIMIN Kl/.I • 265

Bunu bir türlü idrak edememiştim. Sorunumun ne oldu­


ğunu anlayamıyordum. Beni neden istemediğini de. Cesare­
timi toplayıp babamı aramanı iki yılımı dalıa aldı. Beni gör­
meyi kabul etmesini, iyi bir işaret olarak değerlendirdim.
Ancak, onu da pek ilgilendirmiyordum. Yeniden evlenmiş,
iki çocuğu olmuştu. Yaşamında, bana ihtiyaç duymadığı gi­
bi istemiyordu da. Biliyor musun Kyn, İni daha da kötüydü.
Onunla epey zaman geçirmiştim ve iyi anılarım vardı. Üni­
versiteye gittiğimi söylediğimde de ancak bir kaşını kaldır­
dı.”
“Sonra onu tekrar gördün mü?"
“Evet, vaktim olduğunda gider görürüm. Yıllar içinde da­
ha da kötü oldu, daha iyi değil. Sanırım, oğlunu daha ya­
kından tanıma fırsatı varken bunu yapmadığı için suçluluk
hissetmiştir, şimdi ise bunu denemeyi gururuna yediremi­
yor.”
“Gerçi denemeyi sürdürmelisin.”
“Ah, Ryn, anlamıyorsun, beni etrafında görmekten rahat­
sız oluyor. Çocuklarına üvey ağabeyleri olduğumu dahi
söylemiyor. Seneler önce tanıdığı bir adamın oğlu olduğu­
mu söylemiş.”
Yeniden nefesim kesildi.
“Onlara bunları açıkladığım taktirde beni yaşamından ta­
mamen silmesinden korkuyorum. Buna da dayanamam En
azından şimdi görüşebiliyoruz. Bir şey hiçbir şeyden iyidir
..." derken Luke'un sesi titriyordu.
O nu sımsıkı tutarak "Ah, bebeğim." dedim. Bütün bun­
lar Luke hakkında o kadar çok şey anlatıyordu ki. Büyük­
lük taslaması, mükemmeli yakalamaktaki gayreti. <ürckti bir
yerden diğerine taşınması. Luke asla istenildiğini hisset­
mem izi. Tegan'ı varım ağızla evlat edindiğimi düşündüğü
266 • D o ru h y Koomson

zaman neden Ihi kadar kızdığını şimdi anlıyordum. Bir ço­


cuğu büyütürken baştan savım bir iş yapmanın ne olduğu­
nu biliyordu.
“Üzgünüm." dedi.
"Üzülme anlıyorum." dedim.
"Hayır, anlamıyorsun yaptığın şey karşısında içimde öy­
le hayranlıkla kanşık bir korku var ki. Teganın na.sıl dü n ­
yaya geldiği konusunda anlattıklarına rağmen ona halâ ba­
kıyorsun."
'‘Teşekkürler."
Luke pam uklarıyla yüzüm ü yakalarken bal rengi şeffaf
gözlerini yan saydam gözlerime yöneltti. ‘ Ciddiyim. Bana
inanmam istiyorum. Müthiş bir insansın. Tegan ın benim gi­
bi olmasını engelledin."
"Sen o kadar kötü değilsin ki." Luke'un bir tarafının yı­
kık olduğunu anlıyordum. Hiçbir zaman bir evi olmamış,
kimse tarafından istenilmediğini zannetmişti. Kendini her­
hangi bir yere ait hisseüniyor. var oluş nedenlerini işi ve ba­
şarısına bağlıyordu
Luke u avutmak için dudağını sımsıkı öperken o t la lxı-
na karşılık verdi. Çaresizliği ve hüznü öpüş tarzından hisse­
dilirken te n i sırt üstü yatırıp üzerime çıktı. Sevişmeye baş­
ladık.
Daha sonra, yanımda kalmasını söylemek istedim. Özel
hayatı hakkimi;! onea şey anlatıp çok az kişinin görebildiği
v ınlarım gösterdikten sonra yalnız kalmamalıydı. Ama Te­
gan.. sabah kalktığımla bizi birlikte gıninesini göze ala­
mazdım Luke. bu karan elimden alıp ayağa kalktı ve gt\in­
di "Oör\ışiirü/.~ dîye gc\cle\eıvk çıkıp gitti İki. bir ilaha
görmeyeceğini diişunduğtın bir yakm aya, hav.ıya atılan
cııWen bir \edala>nuvdı Adele'ı >on gördüğüm gün. soy -
K\ YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI •

lemiş olduğum dan endişe ettiğim npte bir }-.


kc h u halde giderse, onu kaybedebilirdik. Kendini .
güçsüz hissedebilirdi kı. yalnız kaldığı bu >üıv /..rt r.
kendini korumak için bizimle mesafe kurmak isteyebilirdi
O dam ın penceresinden Lukeun apartmandan oK>:
seyrettim. Siyah arabasının kapısını açıp içine girdi Kor.:.
ğı çalıştıracağına, haşini diıeksı\ ı>na dayayıp d i n kuf.— •
koyarak ağlamaya haşladı.
Geniş omuzlarının titrediğini seyrettikçe aklım ağır ağır
birkaç ay öncesine gitti- O ıel odasında. Tcganı lu u r id ) an­
nesi onu terk etti ve dünya da başka k»nv<*M kalmadı diye
acı gerçekle baş haşa kaktığı için ciğerien M'kuîurvesİne ba­
ğırdığı zamana dondum . İçim burkuurak vmiu korumak, ev­
lat edinerek bin nin onu sevdiğini ispatlamak ıMemıştıro Bu
duygu geri geklı. Luke'u korumak. onu kollarımla samwk
ve gözyaşlarını dindirmek isliyordum P n n in omı ar?uladı-
ğm» bilmesini istiyordum. Ririlen yani Tcgan \v ben o ol­
madan kaybolurduk. Cep telefonunu u<anıp rvunuraMns
tuşladım. D o n kere çaldırdıktan >onra cevap verdi Kumu­
nu çekerken “Alo?"
“Geri gel.’
*Anu Tegan diye »ura/ etti
“O u> anmadan gidenin y n gel . ’
Gekii ve koilanmda U\"U\.ı kaid: KiyırkL» Ivkicrkcrt v •
zünü «.okşadım
26

uke sevgilin mi?”

L
u
Tegan’ı yatırıyordum. O nu yıkamış, pijamalarını
giydirmiş, tartışmaya oldukça açık bir anda,
mutfağa gitmiş başını Luke’a uzatıp “İyi geceler,” derken
öpücüğünü almıştı.
Tartışmalı zira, evde olduğu taktirde Luke’un daima onu
uyku alemine dalmadan önce görmesi gerekirdi. İyi geceler
dileyip öpücüğünü aldıktan sonra elimden tutarak odasına
götürdü. Yatağına girdikten sonra bana yetişkin somlan
yöneltmek istediğini anlamıştım.
Okumakla olduğumuz kitabı bir kenara bırakıp “Neden
.sordun?'’ dedim. Gökkuşağı desenindeki kuşlüyü yorganına
sarılmış temiz saçlarını pembe ipekten eşarbının altına giz­
lemişti. Siyah kadınların çoğu gibi, saçlarım uyurken dağıl­
masın diye bir eşarp takardım. Tegan bunu görünce kendi
de takmak istemiş, ihtiyacı olmadığını anlatmaya çalışmama
karsın inanmamı;*, ona farklı saç tiplerinin yapısıyla ilgili
uzun uzadıya açıklamalarda bulununcaya kadar, bu seçene-
KN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI • ¿69

ğin daha basit olduğuna karar vermiştim. Mavi beyaz koyun


desenli pijanıa üstü yorganının dışından gozükûyordu. Yü­
zü gibi bedeninin kalan bölümleri ilerleyen saatlerin yor­
gunluğuna bürünmüş, gülümserken yanaklan dolgunla­
şman.
“Çünkü Kegina Malheson, eğer bir kadınla bir erkek sü­
rekli görüşürlerse birbirlerinin sevgilisi olurlar dedi.’
“Biliyor mu?" diye karşılık verdim. Artık yan çizmenin bir
yolu kalmamış, Tegan’a gerçeği söyleme zamanı gelmişti.
Ama nasıl? Ertelememin, ona herhangi bir şey söylemeden
aradan altı hafta geçmesini bırakmamın bir diğer nedeni de
bunu kendisine nasıl anlatacağımı bilemememden kaynak­
lanıyordu. “Luke erkek arkadaşım olsaydı senin için fark
eder miydi?" diye sordum.
"Hayır!'' diye keskin bir çığlık atıp elleriyle yüzünü ka­
pattı.
Sonra ellerini yüzünden çekerek melodik bir tonda kıkır­
damaya başladı. “Onunla öpüşüyor musun?" diye sordu.
“Televizyondaki gibi."
Bir çocukla bu tarzda bir sohbete girebileceğimden emin
olmayarak "Bazen, * diye temkinle cevap verdim.
‘Onu öpmekten hoşlanıyor musun?"
Gerçekten, beş yaşındaki bir çocukla bu türde bir sohbe­
tim olmamalıydı. Işığı söndürmek üzere yerimden kalkar­
ken "Hoşuma gitmeseydi onu öpmezdim," dedim. 'Haydi
Tiga, iyi geceler."
"Uıke hâlâ benim arkadaşım mı?" Yarı yolda durup geri
oturdum.
"Tabii ki öyle." diye açıkladım. Daima dosiun olacak.
•'» eni anneni olmaya devanı edecek misin''
"Kvei. taıhm."
270 ■ D o r o t h y K o o n ıs n n

"A m a h ak iki a n n e m d e ğ ilsin , ö y le nü?"


Bir .sonraki s o ru n u n ne o la c a ğ ı h a k k ın d a dehşe te k a p ıla ­
rak 'N eden b u n u so ru yo rsun ki?" d e d im . A nne sini ikam e
etm eye çalımlığım k o n u s u n d a b e n i s u çlu y o r m u y d u ? Y e ni
ro lüm d e başarısı/ o ld u ğ u m u n u ı söy le m e y e çalışıyordu? V e­
ya annesi geri gelecek m i d iy e soracaktı?
“Ç ü n k ü Regina M a lh c s o n , farklı renklerde o ld u ğ u m u /
için gerçek a n n e m d e ğ ils in d e d i de."
“Ö y le m i söyledi?”
"Fvet. Sen siyahsın, d e ğ il mi?"
“l-vel.’’
“Hen de lx ‘y a zım . Ö y le d e ğ il m iy im ?”
“E v e t."

"R egina M allıe so n h a k ik i a n n e m o lam ay aca ğın ı söy le d i.”


İçim in d e rin lik le rin d e , g ö ğ ü s kafesim in alı b o şlu ğ u n d a ,
m id e m in h e m e n ü s tü n d e k o rk u n ç bir ö fk e yanm aya başla­
dı. Şu Regina M ath eso n'ı bir tan ım ak isliyordum . Y a nına çö-
m e lip g ö /le r in in içine b a k ark e n T egan’ın kafasını böyle
k o rk u n ç fikirlerle d o ld u rm a m a s ın ı em retm ek isliyordum .
İçim den T e g a n a kim seye ait o lm a d ığ ın ı söylem esinin yete­
rince kotu o ld u ğ u n u anlatm ay ı geçiriyordum .
“Ve insanın babası yoksa gerçek bir aileye sah ip o lm a d ı­
ğını söyledi."
Ö fk e m iyice alevlendi. İn a n ılm a / bir k ızdı bu. T egan’ın
aklını dalıa ne gibi yarı gerçeklerle d o ld u rm u ştu ki?
Hıiiyor m usu n, iddiaya girerim bence Regina. annesinin
o n u gerçekten istediğinden e m in d e ğ il.” de d im . B unu bir
\eıde du y m u ştu m ve kendi am açlarım do ğru ltu su n d a çar­
pılm aya tm e ilc n m ışıım
le g .ın tn gözleri merakla b ü v ü d ü .
I-N Y A K IN A R K A D A Ş IM IN Kl/.l • 271

“A n n e s i o n a m e c b u r Dahası d a öyle. Ne yaparsa yapsın,


o n u b a rın d ırm a k ta n b aşka çareleri yok am a l>en seni yanı
m:ı a lm a y ı seçtim . T u tm a k z o r u n lu lu ğ u m yok am a isiiyo-
n m ı. S e n i h e r z a m a n l>eral>erimde istiyorum ve her ne o lu r­
sa o ls u n d a im a d a isteyeceğim . A nlıyor ınusıın?'’
T eg an b a şın ı sa llad ı
"M eni y a n lış a n la m a , a n n e s in in R e g ın a y ı çok çok sevdi­
ğ in d e n e m in im fakat o n u seçm edi. Ne verildiyse o n u aldı,
h a lb u k i lx*n se n i s e ç tim .”
A lça k b ir sesle “B u n d a n dolay» m e m n u n musun?" diye
sordu.
“M e m n u n d e ğ il, K E N D İM D E N G EÇEC EK KADAR MUT­
LU Y U M !" d iy e b a ğ ırarak ü s tü n e d ü ş ü p o n u gıdıklam aya
b a şla d ım . G ıd ık la d ık ç a k ü ç ü c ü k lx*deni sağa sola savrulur*
k en k ık ırd a m a la rın ın nefis sesi o d a y ı d o ld u rd u . Bir kez d a ­
ha ü ze rin e ç u lla n ırk e n “A n ıa n c an ım , T iga’nm biraz daha
g ıd ık la n m a y a ihtiyacı var,” d e d im . Bacaklarıyla tekmeliyor,
b aşını sallıyor, b ü tü n b e d e n iy le g ü lüy o rd u .
Y e rim e geri oturarak nefes alm asına izin verdim. Yatak
ö rtü s ü n ü d ü ze ltirk e n b ir m ü d d e t daha kıkırdadı.
“A n n e m b e n i g ıd ık la rd ı." dedi.
G ü lü m s e m e y e çalışırken •Biliyorum ," ded im . Birden lx>-
ğ a z ım d ü ğ ü m le n m iş , A dele'i her d ü ş ü n d ü ğ ü m d e o ldu ğu g i­
b i g ö zle rim n e m le n m işti. O du y g u y u yutup her /a m a n yap­
tığ ım g ib i başka şey d ü ş ü n d ü m . Adele h.nic herhangi bir
şey.
T egaıı "C ennet nasıl bir yer?" diye sorarken bir d.ıkıka
ö n c e sin e nazaran gözleri ağırlaşmış, sesi m kulu çıkmıştı.
Y avaşça babım ı sallayarak "Bilm em . di\e şanıtladım
'Orası g ib i mi?" Y atağının karşısındaki şöm ine kösesini
p arm ağıyla gosterivoıdıı. O ıa> ı uzun /a m a n önce birlikte-
272 ■ D o ro ih y K o o m s o n

boyamış ve cidden bir daha hiç bakmamıştın). Şimdi taze


gözlerle görüyordum. Zümrüt yeşili ovalar, yemyeşil yaprak­
lı kahverengi ağaçlar, koskocaman .sarı bir giineş, mavi gök-
yüziindeki beyaz bulutlar, çiçek niyetine kırmızı beyaz bur­
gulu şekerler. Kendim l>oyamama rağmen bu güzel bir re­
simdi, Kğer cennet buna benziyorsa pek güzel olmalıydı. Ne
yalan söyleyeyim, cennetin nasıl olduğu konusunda fazla
kafa yonnamıştım. Adele’in ölüm ünd en sonra bile, Din ko­
nusundaki duygularımı biliyordum, çoğu zaman Tanrı'nın,
ilaha yüce bir kuvvetin varlığına inanırdım fakat daima cen­
netin, belki beyaz bulutlara benzediğini düşünmüşümdür.
Hayır, bunu düşünm üyordum , ne düşündüğüm ü de bilmi­
yordum çünkü hiçbir zaman cennetle ilgili fikirlerim olma­
mıştı. Sanırım, cenneti en iyi bu resim görüntülüyordu.
"belki, canım. Ama bilm iyorum .”
"Hğer öyleyse annem Ibeğenmiştir.”
“Kvet, öyle fakal birkaç giyim mağazası da olsun isterdi."
Tegan Kışını sallayıp güldü.
‘Pekâlâ bayan, uyuyacak mısınız? Anık yatma vakiin gel­
di de geçli.”
Uykulu bir sesle ‘Tamam,” dedi.
Hğilip dudaklarımı serin alnına bastırdım. "İyi geceler,
lallım.”
' İyi gegeceler. Kyıı anneciğim.”
Oturma <k İ.ısına d ö ndüğüm de l.ııke’tm divana yaytlıuış
televizyon seyrelmekle olduğunu gördüm . O katlar şaşır­
mıştım ki. kendimi tutamayıp ağzımdan Aaaa," çıktı.
Tedbirli bir tonda "Ah?” diye karşılık verdi.
DtırüM bit dostluğumuz yani ilişkimiz vardı ne var ki, hiç
kimse, \adıgımn unutulduğunu duymaktan hoşlanmazdı.
t-nuımustuııı da. Adele'le ilgili konuşmamız sırasında l.u-
ke un evde okluğu aklımdan tamamen çıkmıştı.
EN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI ■ 273

-Yani, bulaşıkları yıkamışsın demek isliyordum,' diye ön


bas etlim.
“Hunu yapmam gerekmiyor muydu?”
“Şey, bu değil... yorgunum.”
Televizyonu hemen kapattı, uzun bacaklarını koltuktan
indirip ayağa kalktı. “Ba$ka bir deyişle, gitmemi istiyorsun."
Luke, başı ve kollarını geriye atarak gerindi. Beyaz tişörtü
yukarı çekilirken gerilmiş mide kasları göze çarpıyordu.
Yarım ağızla "Öyle demek istememiştim," diye itiraz et­
tim.
“Söylemen gerekmedi, yüzünden anlaşılıyor."
“Ha, yüzüm senelerce yalan söyledi, ilademe inanacak
zamanı şimdi mi buldun?"
I.uke başını bir yana doğru eğerken bal rengi gözlerini
de kıstı. “Yatak odana gidip ağlaşan nasıl olur, sakinleşin­
ceye kadar burada seni bekler sonra da bıraktığımız yerden
devam ederiz."
"Hana patronluk taslama," diye dalaştım.
"Veya, giysilerimi soyabilirsin. Ama bunu yatak odasın­
da yaparsak Tegan duymamış olur."
“Ya da evden d o lu p gidebilirsin.'’
“Ya da d-olup gidebilirim.”
Nale böyle yapardı. Ruh hallerimi akıl alına?, bir aldır­
mazlıkla idare eder hiç tepki vermeyerek oyuna gelmeyi
reddederdi. I.uke ellerini blucinin cebine soktu, başı İnilen
yana doğru eğik, en iyi harekelin ne olacağına kanır verme­
mi bekliyordu.
“Kendimi öyle suçlu hissediyorum ki.” diye açıkladım.
Konuşmak. En doğru hareketti. Erkek arkadaşımla paylan­
mak.
' Ne için?“
274 ■ D o ro th y k o o n ıs o tı

'Her şey için. Bana ihtiyacı varken Adcle’in yanında ol­


madıkımdan ölürü. Tegan’ı almadan önce iki kere düşün­
düğüm için. G ö çü p gittiği vakit, Adele’in yanında bulunm a­
dığım için. Tegan’ı okulda unuttuğum o sefer kötü bir an­
ne olduğum için. O nu , annesi gibi büyütm ediğim için.”
“Bu arada, okuldaki sersem çocuklardan biri ona gerçek
annesi olmadığım ı ve asla olamayacağımı söylüyormuş. D o­
layısıyla, kendini elbette terkedilmiş hissedecektir zira ben
bile onun gerçek ailesi sayılmıyorum... Okula şikâyet et­
mem gerekiyor mu sence?”
“Hemen şu anda değil, hayır,” dedi Luke.
“Bana patronluk taslamaya devam edersen...”
“ö z ü r dilerim.” dedi. “Tamam, sorunlara teker teker eği­
lelim. Duymak istemeyeceğini bilmekle beraber, ilerleyebil-
men adına bir danışmana ihtiyaç duyabilirsin.”
En nihayet ne demek istediğini idrak ettiğimde “Kendim
için mi?" dedim.
Kafasını salladı.
“Neden terapiye ihtiyaç duymalıyım ki?"
“Bir yakınını kaybeden sadece Tegan değil. Ondan fark­
lı olarak, senin çözememiş olduğun birçok konu var. Bun­
ları benden başka biriyle paylaşman gerekiyor... Seni ba­
şımdan savdığımı düşünm eni istemem ama eski sevgilinle
ilgili olarak Adele'le konuşarak halledemediğin meseleleri
benimle paylaşmak isteyeceğinden şüpheliyim. Profesyonel
biri, sana olayları bir bütün olarak görmen için yardım ede­
bilir böylelikle suçluluk duygunu hafifletmiş olur. Tamam,
Tegan’ın annesini özlemesi doğal. Bu konuda kimsenin
elinden bir şey gelmediği gibi senin de özellikle ona zarar
vermen söz konusu değil. Son olarak da, seni annesi olarak
KN Y A K IN ARK A D A ŞIM IN KIZI • 27S

görm em esi k o n u su n d a k i enetmelerinle ilgili. Sana Anneci­


ğ im elemiyor m u?”
“Ç ü n k ü annesi öyle söylem esini isledi."
“A m a yine de söylüyor. Anlaşılan bunu, sadece yüzüne
karşı söylem iyor. O fisi aradığı zam an Kyn annesini islemi­
yor m u?” Başımı salladım . "Annesinin olm adığım diyen
o k u ld a k i kıza gelince, Tegan yanım la değilken bile senden
Ryn A nne m olarak söz ediyor olm alı. Seni gerçeklen ikinci
annesi olarak d ü şü n ü y o r." İkna olm uşa !>enzemiyordu ki.
“B unu h alle d e b ilm e n in tek yolu var," diye ekledi.
“Nasıl, za m a nı geriye a lıp o n u doğurarak mı?"
Luke gözlerini yuvarladı. “Ryn, sosyal hizmet uzmanının
seni çok k o rk u ttu ğ u n u biliyorum fakat Tegan'ı evlat e din­
me k onu sun a yen iden e ğ ilm e n gerekiyor. T'ye danışmanlık
aldır, gerekli formları tem in et, Matika adını alması için ne
lazım sa o n u y a p .”
Belli etm e d e n iç geçirdim . Ne {azımsa yap dem ek ona
göre k olayd ı zira b ilm iy o rd u. Bakım sistemi içinde yetişmiş
o la n Luke d a h i, ne lazttnsa'nın zo ru n lu kıldığı şanları bil­
m iyordu . T egan'ı evlat e d in m e k istiyorsam eğer. Nate'i ara­
m a n ı g e rek tiğ in den halx*ri yoktu.
“bir daha söyle, lütfen bir
kez daha söyle”
27

B
ir cumartesi günü şehre inmek kimin fikriydi aca-

ha?
Çocuksuz ve tek olduğum sıralarda hile, başka se­
çeneğim kalmadıkça, hafta sonları Leeds’in şehir merkezine
gitmemeye çalışırdım. Büyük bir mağazalar zincirinde çalış­
mam, giyimden ev gereçlerine, kitaptan bilgisayar aksesu­
arlarına kadar her şeye kolayca ulaşmam anlamına geliyor­
du. Bunlar dışındaki ihtiyaçlarımı da Horsforthta bulunan
Aforrfcoro'dan temin ediyor ama oraya da çok yoğun saat­
lerde gitmemeye özen gösteriyordum.
Ancak bugün, şehre Majesteleri Luke Wiseman tarafın­
dan getirilmiş, St. John Merkezi ndeki kalabalığı yararak
ilerlemeye çalışıyorduk. O ki, buraya günü birliğine gelebi­
leceğimize karar vermişti. Hedonist Bayan Tegan Bran-
non’un kararından yana olduğunu öğrenince reddetmeye­
ceğimi, itirazda dahi bulunmayacağımı bilerek Eğlenceli
olacak," demişti. Kadıngillerin bilinen en çekilmez ruh ha­
linde okluğum halde bunu belli etmemeye gayret ediyor­
dum. Yanımdan geçtiği sırada beni itip kakan mim etekli -
280 ■ D orothy K oom son

neredeyse KASIM ayındaydık- bir uyurgezer Özür dilerim'


deme zahmetine dahi katlanmamışken duyduğum siniri
göstermemeye çalışıyordum. Kumral lülelerinin üstüne sarı
bir peruk takan adamın bana çarptığını fark etmemesine
dahi hafifçe gülümsemeyi denedim.
St. John Merkezi nin en alt katındaki cam kapılardan bi­
rini itip çıktığım sırada Luke “John Lewis’teki mobilyalara
bakmak istiyorum." diye seslendi. Tegan'ı omuzlarında taşı­
yordu. Dışarısı feci soğuktu. Üfledikleri hava beyaz duman­
lar halinde yükselirken insanlar paltolarına sarılmış, ellerini
ceplerinin dibine doğru iterken vücutlarının açıkta kalan
herhangi bir bölüm ünü anında pençeleyip dondurmasın di­
ye rüzgâra karşı başlarını eğmişlerdi. Yirmiden az adımda,
buzdan yapış yapış olan briketli kaldırımı yürüyüp kuzey
bölgesinde Angeles’ın en büyük rakibinin cam kapılarını
iyice açtım. Tam arkamda olan Tegan ve Luke’un geçebil­
mesi için tuttuktan sonra girişe yönelip ara kapılan da ittim.
Yine geçmeleri için açık tutup bekledikten sonra yoluma
devam ettim. Cildime ve giysilerime yapışan soğuk hava
birden buharlaşırken üzerime sıcak bastı.
Yürüyen merdivenlere doğru hızla ilerlediğim sırada
başka bir kadın, kış soğuğundan habersiz olacaktı ki, kısa­
cık bir etek ve yünden bol bir kazak giymişti. Omzuyla om­
zuma çarpıp aynı anda da içinde camdan ve ağır bir şey ta­
şıdığı plastik Tesco torbasını incik kemiğime vurdu. Şakla­
yan ses kulağımda çınlarken sancıdan yıldızları sayıyordum.
Kadın, birçok insanın yapacağı gibi özür dilemek yerine çir­
kin bir bakış fırlatıp azametle yürüdü. 'Kahrolası diğer ba­
cağımı da mı kırmak istersin?" diye bağırmak üzere döndü­
ğümde. alışverişle olan diğer insanlara gülücükler dağılarak
kalabalığın itinde ilerleyen Luke ile Tegan'ı gördüm. Lafını
KN YA K IN ARKADAŞIMIN KIZI ■ 281

ağzıma tıkandı. Artık bıı tarzda şeyler yapamazdım. Sorum­


lu bir kişiydim, örnek olması gereken bir ebeveyn.
Kendime sessiz ama güçlü bir ‘ Ayy." sesi çıkarıma izni
verirken bir yandan da eğilerek acıyan incik kemiğimi
ovuşturmaya başladım. Parmaklarım sarsıntılı bölgeye de­
ğip sancı bacağıma yayılırken Bir daba yüniyetneyebilirim
diye karar verdim. “Orospu, hakaretimi esirgememeliydim.''
diye tıslarken başka bir insan şekline daha çarpımı.
İçimdeki öfkeyi Bana çarpmak isteyen başka bir Al­
lah'ın belâsı var mı daba? diye o sonuncu kişiye haykırır­
ken en beğenilenler listemi yapıyordum. Bu sefer, bedenim
acıyla değil de şokla yeniden sarsıldı. Gözlerim önümdeki
adamın üzerine odaklanırken kalbim sanki arlık atmıyor ne­
fesim göğsümde sıkışıyordu.
Nate.
İsmim gözlerinde, büyük bir şaşkınlıkla patladı: Kam.
Telaffuz etti de; pembe dolgun dudakları arasından tek he­
celi kelimeyi üfledi. “Kam.”
Luke, Tegan’ı evlat edinmem konusunda beni ikna ede­
li haftalar geçmişti. Ancak, ben* hâlâ Nate'le irtibata geçmek
için tek bir adım atmamıştım. Atamamıştım. Onu, cenazede­
ki yüzünü, onunla konuşurken hangi kelimeleri kullanaca­
ğımı her düşündüğümde, sanki zihnim boşalıyor ve her şe­
yi yalanlamaya gidiyordum. Yapanııyordum.
Nate tam hatırladığım gibiydi. Yüzünü açıkta bırakan ko­
yu kumral saçları kısa dalgalar halinde biçimlendirilmişti.
Cildi hâlen pürüzsüzdü. Lacivert gözleri, içimin ta derinlik­
lerinde gizlediğim sırrı fazla çabalamadan kazıp çıkartabilir­
di. Dümdüz burnu ucuna doğru hafif kalkıktı. Şuralında en
çok beğendiğim kışını olan dudakları, aşk uınrısı (..ııfndin
yayından çıkmış kıvrımlı şekerlemeler gibiydi. Oıııı vcııiden
282 ■ I >orothy K o o n ıso n

su/düm . İliç değişmemişti.


Konuşmadığım için "Şensin değil mi?“ diye sordu. "Ha­
yal yormuyorum heıhâlde. yoksa?"
Ses tellerimi harekele geçiremeyerek başımı salladım.
“Hiç değişmemişsin," diye devam etti.
Dudaklarımı ıslatıp yanıtlamaya hazırlandığım sırada, IV-
gan'ın o m u /la n ııa oturup eldivenli elleriyle çıplak parmak
uçlarına tutunduğu Lııke yanımda belirdi. Hana baktı, yü­
züm deki şok ifadesinin izlerini fark edip dikkatle bakm ak­
ta o ld u ğ u m kişiye doğru d ö n d ü . Tamamen kilitlenmiş vazi­
yetteydim. Nate’in geniş alnına, iri gözlerine, yumuşak d u ­
daklarına ve Tegan’ın b u rnu nu n tam ebat versiyonuna ba­
karken l.uke’un kalp atışlarının üç misline çıktığı neredeyse
gözüküyordu. Tegan'ın konuşmasına fırsat kalmadan sevgi­
lim “Seni biraz ileride bekleyeceğiz,” diye geveleyip aynen
y anım ızdan uzaklaştı.
Nate, s ö zü m ü z kesilmem iş gibi gözlerini birkaç defa kır­
pıştırarak “İhtimal nedir?” diye sordu. Fn nihayet, “Nathani-
e l,” diye haykırdım . “Nate," diye düzeltip gözlerimde anıla­
rın titrek alevlerini arar gibiydi. “Beni öyle çağıran ilk sen
olm uştun, şim di tam ismimle hitap etmeye başlayacak de­
ğilsin ya." G ülüm sedi. M idem pelteleşirken gövdem in aşağı
kısımlarına doğru titredi.
D urum a h âkim olm ak için cebelleşirken son derece sert
bir tonda “Nathaniel," diye yineledim. Cenazeden önce,
o n u en son g ö rd ü ğ ü m g ü n, Londra'ya eşyalarımı toplam a­
ya d ö n ü p o n u terk ettiğim g ün olm uştu. G özlerim k u p k u ­
ru. bayımda kırınızı delikler varken o da yıllardır uyum am ış
gibiydi. O andaki karşılaşmamızın verdiği şok öyle tehlike­
liydi kı, beni tam am en tüketebilirdi. “Burada ne işin var?”
diye sordum.
UN Y A K IN ARKADAŞIM IN Kl/.l • İH*,

"Burada yaşıyorum," diye yanıtladı.


"Ne? Leeds'de mi?" diye irkildim. Olamazdı. Inınu yapa-
m a/di Aramızda 320 kilometrelik bir meşalenin varlığı, ay­
rılmamızı kolaylaştıran bir öğe olmuştu. Ona geri dönme
şansını yok ediyordu.
*•l*vet. Hayır. Hayır demek istedim. Tadcasterda omruyo-
nım . I.ecds ile York arasında, tam yan yolda " Omuzların*
dan çileyi gösterirken .sanki Tadcaster tulıaliyeci dükkânın­
da bulunurm uş gibi işaret ediyordu. “Bir yıl kadar önce.
Yorksbire ve f^nrıy FAfâc grup planlama u/m anı olarak bir
iş buldum .”
İçim sarsılmış ama dışımdan son derece soğuk bir tavır­
la “Anlıyorum," dedim. Son on iki aydır etralia dolaşırken
ona rastlarım endişesiyle Kus ruleti oynamıştım. Bu düşün­
ce midemi bulandırıyordu.
“Besix.*lli sen buralarda oturuyorsun.” dedi.
“Besbelli."
Nate’in yüzü birden değişti. Şoktan silkelenen ifadesinin
yerini h ü zün almıştı. Sesi titreyerek ...şeyden lx*ri nasıl ba­
şa çıkıyorsun?” Beri... I>en dahil herkes, Nate gibi o kelime­
yi telaffuz etmekten kaçınıyor, yoldaki bir çukurun civarın­
dan geçerken yapıldığı gibi fazla yanaşmıyorduk. Sanki öy­
le bir şey yokm uş gibi davranıp kelimeyi söylemedikçe,
ö lü m o kadar da kötü, o kadar tahripkâr bir olgu olmaya­
caktı.
Onur/, silktim. “Sanırım, iyiyim, sen nasılsın?"
Değişen fazla bir şey yok.” Gözlerimiz, deliğine soku­
lan bir anahtar gibi birbirine kilitlenirken ben scıbeM d üşü­
şe hazır, olayların gidişine kendim i kaptırmak üzereydim,
/a m a n kavramını yitirirken Nate'in lacivert gö/lerıne bakıp
neden beni sevdiğini, bana karsı niçin bu katlar iyi o ld u ğ u ­
284 ■ D o ro ilıy K o o m s o n

nu merak ettiğim dört yıl öncesine mi gitmiştim bilmiyo­


rum. Sonra, dalıa da geriye gittim, ilk ‘buluşmamıza’, beni
gördüğü anda kırıştırdığı gözlerini hatırladım. Kapıldığım
hayallere neredeyse teslim oluyordum. İleri hamle yapar­
ken kollarıyla beni sarmasına, kendimi sıcak bedeninin
üzerine bırakmama ramak kalmıştı. O kadar kolaydı ki.
Yapm am gereken tek şey, sımsıkı tutunduğum gerçeğin kı­
yılarından d ö n ü p kendini hızla tavşanın kuyusundan aşağı
atan Alice misali geçmişime dalmaktı. Gerçekleşmesini bı­
rakmaktı. Her şeyi yeniden hissetmekti. Hassasiyetimi, şim­
diki zamana geri getirip içimden Kendine çeki düzen ver!
diye silkindim.
Nate “Aklım dan seni aramak geçli,” dedi temkinle. “Ger­
çi, nasıl bir tepki vereceğinden emin olamadım, her şeyin
üzerine tuz biber ekmekten çekindim."
Başımı kahverengi deri çizmelerime doğru eğerken Ade-
le hakkında hu kadar konuşmak yeter, diye karar verdim.
Sol ayağımı kaldırarak çizm emin ucunu blucinimin sağ ba­
cağına sürtüp temizledim. Böylcce, aramıza gerekli mesafe­
yi koyabildim. Nate, kendim i çoğu zaman ne kadar yaralı
hissettiğimi anlayamazdı, muhtemelen Tegan hariç kimse
anlayamazdı. Kederden kaskatı kesilip kalakalmadan geçen
her g ünün m ükem m el bir gün sayılacağından habersizdi.
Acımı görm ezden gelerek yalanla örülm üş halatlarla kendi­
mi (uluyordum. Duygularımı görselleştirseydin! eğer, ver­
dikleri ıstırap, zihnim in yüzeyinde suçluluk ve pişmanlıkla
kazınmış uzun birer derin yarık gibi belirecekti. Uzun m üd­
det düşünürsem, kendime. İlişlerimin devasa akıl sır ermez
çarpıcılığına bir göz atmaya izin verirsem eğer, dehşet için­
de taslaşabilirdim Hissetmekten korktuğum duyguların zer­
resini dahi deneyimlemeye kendimi bıraksam eğer, yasamı-
KN Y A K IN ARK A DA ŞIM IN KIZI • 285

mı sürdüremeyecektim. Beni Hitirecekti. Bu nedenle, duy­


gularımı gelecek bir tarihte ödeyeceğim bir borç misali baş­
ka bir yere, başka bir zamana emanet ettim. Faizi yüksel­
mekle birlikte, şu anda geri ödeyecek kaynağım yoktu. Bu­
rada bulunarak Nate, sadece suçlulukla dolu yarama tuz
bastırmakla kalmıyor borçlarımın bir kısmını ödemem için
beni tehdit ediyordu. Bundan bahsetmek bir bunalıma ne­
den olabilirdi.
Nate bu konuda artık konuşmadığımı çabuk anlamış ko­
nuyu değiştirip “Erkek arkadaşın mı?” diye sordu.
Başımı kaldırarak “Pardon?" dedim.
“O adam.” Kafasını Luke ve Tegan’a doğru çevirdi. G ö­
rüş hattını takip ettim. Biraz ötede, pahalı, zarif gümüş takı­
ların teşhir edildiği bir cam kutunun önünde durmakta olan
Luke, müthiş rahat, Tegan'ın elinden tutmuş, dans ediyor,
iki ayağı arasında gidip gelirken hareketleri, mağazanın ho­
parlörlerinden çıkan Elvis’in ‘I.ittle İess cuni'ersaiion' şarkı­
sıyla uyum sağlıyordu. Yüksek sesle kıkırdamakta olan Te-
gan’ın kürklü siyah şapkasından çıkan saçları yüzüne düşü­
yor, m üziğin ritmiyle eşzamanlı olarak altın dalgalar gibi
savruluyordu. D ükkândaki en mutlu iki insandı onlar. Asık
suratlı müşteriler bile, sallanan ikilinin önünden geçerken
hafifçe gülümsüyordu. “Erkek arkadaşın mı?”
•Evet." diye tebessüm ederken erkeğim olmasından gu­
rur duyuyordum zira Tegan’ı bütiin kalbiyle seviyordu.
"Ve bu da kızı nu?”
Bakışlarımı onlardan ayırıp Nate'e yöneltirken yüzünde
tanımasına ilişkin bir işaret ararcasına kaşlarımı çattım. Hiç­
bir sey. Cevabımı İneklediği sırada bombo> bir ifadesi vardı.
Adele’in çocuğunu tanımamasına şaşırmadım. Onlarla
neredeyse birlikte yaşamışlık ama Nate çocuklara ilgi duy-
28 6 ■ D o m tlıy K o o ınso n

mazdı. Yetişkinlerle l>irlikte vakit getirmeye oburcasına ba­


yılırdı, sosyalleşmeyi ve insanlarla olmayı çok severdi lakaı
çocuklar hayır, onlarla nasıl iletişim kuracağını bilmezdi.
O nu zorlarsak, Tegan’ın dans edişini seyrederdi ama bir gö­
zü ya televizyona ya gazeteye takılır ya da sadece boşluğa
dalardı. Ona, Tegan'ın ilk kelimesini hecelediğini anlattı­
ğımda öyle bir şekilde “Gerçekten mi?” diye sormuştu ki,
buna ilgi duyduğuna neredeyse inanmıştım.
Luke ve Tegan hakkındaki sorusuna “Hayır, ona bakı­
yor,” diye karşılık verdim.
“Ah," diye hafifçe gülümsedi. “Şeker bir çocuk.”
Dudaklarımı nemlendirip Senin çocuğun diye haykırma­
ya hazırlanırken doğru yerde olmadığımızın farkına vardım.
İçinde yüzlerce insan gezinen bir cumartesi öğleden sonra­
sının John Lewis'! baba olduğunu (iğrenmen için ideal bir
mekân değildi. Gerçi uygun olabilecek fazla yer olmamak­
la beraber burası pek çoğundan daha az mükemmeldi.
Bakışımı ona yöneltirken Her halükârda söylemeli mi-
j.'/w.? diye merak ettim. Kğer Nate onu hayalına sokmak is­
lerse ne olacaktı? Çocuklara yönelik sergilediği laçka tutum
göz önüne alınırsa ihtimal zayıftı ama beni yine de endişe­
lendiriyordu. İçgüdülerim bana hiçbir şey demeyip onu al­
lı yıl boyunca içinde yaşadığı cehaletin mutlu ruh halinde
bırakmamı söylüyordu. Aslına bakacak olursanız babasıydı.
Tegan'ın onu tanımaya, özellikle annesini kaybetmiş bir ço­
cuk olarak yaşamında yer almaya hakkı vardı.
Onlardan ayrılmadan önceki yıllarda, Adelc’e, Tegan’ın
babasını tanıma hakkı konusunda sık sık dil dökmüştüm.
Şimdi anlıyorum ki, meğer o zamanlar ne kadar safmışım.
Meğer. Tegan’ın babasının varlığı tehdidi altında yaşamanın
ne demek olduğu hakkında en ufak bir fikrim ya da anlayı-
KN Y A K IN ARKADAŞIM IN K l/I ■ JH7

şıın yokmuş. Haha’ onu ayartmak istemese hile (»mı redde­


debilirdi, İk i ise çocuğu h ü s b ü iü n mahvetmeye yeterdi. Mir
çocuğun, ebeveyni tarafından reddedilmesinden daha bü­
yük bir hıyanet olamazdı. Ayırca, Tegan'ın şu anda tam bir
ailesi vardı. Annemle babanı onun büyükleriydi. Onları Na­
na i'ailh ve fleetor Dede diye çağırıyordu, kız ve erkek kar­
deşlerim onun teyze ve dayılarıydı, çocukları da kuzenleriy­
di. Kız kardeşimin Manchester’daki çocuklarını ziyarete git­
tiğinde, birlikte nasıl iyi vakit geçirdiğine dair hikâyelerle be­
ni daima eğlendiriyordu. Akraba ya da ona önem veren in­
sanlardan yoksun değildi. Gerçi Nate kanıydı. Kan ve gen,
yaşamın muazzam biyolojik havuzuyla olan bağlanlısı, Mo­
lekül şifreleri Nate'in bedeni ve ondan önceki nesillerin l a ­
denleri tarafından yazılmıştı. Benim değil, ailemin de değil.
Luke'un da değil. Tegan ile Nate arasında değişmez bir bağ
vardı. Her ne kadar onu artık hayatımda istemesem de, ona
söylemeyi Tegan’a olan borcum olarak görüyordum.
Sürekli göz teması kurmayı batırarak “Bak." dedim.
"Her konuda, doğrıı dürüst konuşmamız gerek... Her şey
hakkında."
Nate ifadesi şaşkın, kendisiyle dalga geçtiğimi zannede­
rek temkinle “Gerçekten istiyor musun?" diye sordu.
İstemek? Hayır. Zorunda olmak? Evet. Başımı salladım.
“Sana ulaşacağım bir numara var mı?"
Devetüyü rengindeki yün paltosunun cebine dalıp için­
den eskitilmiş siyah deri cüzdanını çık.irdi. Bir kartvizit alıp
elime uzattı, Küçük beyaz kartın üzerinde uim irtibat bilgi­
leri yazılıydı. İş ve cep numaralan, e-posta adresi. Cebime
atarken kısa ve kuru bir şekilde vedalaşıp aynı anda uzak­
laştık. Arkama hiç bakmadan Luke \e Tegan’ın yanına doğ­
ru vürüdüm.
2S 8 * O orothy K i h î i i i s o h

Onlara yaklaşığım esnada Luke dansı bırakıp bana bak­


tı. "O adam kinıdi?" diye sordu Tegan.
Tegan'ın yanakları gülmekten pemlx? pembeydi, masma­
vi gözleri merak ve heyecanla dans ediyordu, dudakları
mutlulukla yarım tebessüm içinde ayrıktı. Tegan'ın keyfine
diyecek yoktu. “Eski bir arkadaşım," diye yanıtladım.
Bilgelikle "O kadar da yaşlı görünmüyordu.- diye göz­
lemledi. “Luke kadar yaşlı değil."
"Teşekkürler, hanımefendi," diye söylenirken Luke. am­
ber kahvesi gözlerini alayla ona yöneltti.
“Uzun zaman önce tanıdığım bir arkadaş, demek iste­
dim," dedim.
Hiç beklenmedik bir şekilde “Annemi tanıyor muydu?*
diye sordu.
“Evet tanırdı."
“İsa ve meleklerle birlikte olmak üzere cennete gittiğin­
den haberi var mı?” Tegan her zaman, Adele’in ölümüne
sanki bir pop grubuna katılmaya gitmiş izlenimi veriyordu,
sanki onlardan özel korosunda Adele Brannon’un şarkı söy­
lediği bir doğaçlama gösterisi bekleyebilirmişiz gibi bir du­
rum yaratmıştı.
"Evet lallım, tanıyor. Ve üzgün fakat onu cennete gitme­
den önce tanımış olmaktan memnun."
Tegan bana ışıl jşıl gözlerle baktı, bu ise beni şaşırttı.
Üzüleceğini tahmin ederken mudu olmuştu. Son derece ra­
hat. ‘ İyi bir adam. Onunla tekrar görüşebilir miyiz?"
Luke’un ifadesinde Peki, mümkün mü? sorusu yankıla­
nırken gözlerinin, simetrik oyuklar gibi yüzüme doğru piis-
kürdüğiinü hissedebiliyordum.
"Belki." diye cevap verip Luke un tereddütsüz bakısını
görme/Üğc gelerek 'Bakarız," dedim.
KN Y A K IN A R K A D A ŞIM IN KIZI • 2K9

Sekiz sent* önce Kuzey Londra'da bulunan bir kahveye


girdiğimde, kirli masa örtülerini sermekle olan bir garson,
arka tarafında da sıkıntıyla kahvesini yudumlarken dönü­
şümlü olarak sigarasından bir nefes alıp boşluğa hakan bir
kadın dışında içerisinin hemen hemen boş olduğunu gür­
düm. Orada bulunan üçüncü kişi Nate'di. Randevulaştığım
adam. Bir masada oturmuş büyük boy bir gazeteye doğru
eğdiği başı genişlemişti. Geç kalmadığımdan emin olmak
için saatime baktım. Zira okuduğuna kendini kaptırmış ha­
linden ve yanında boş duran beyaz kahve fincanından an­
ladığım kadarıyla besbelli epeydir oradaydı.
Beklenmedik bir gerginlik duyarken midem altüst ol*
muştu. Onunla bir ay öncesinde tanışmış bu ilk buluşma
için oraya geldiğim sırada hiçbir şekilde heyecanlanmamış­
ım . Fakat şimdi içimde, birbirinin üzerinde kıpır kıpır oy­
naşan bir kelebek kümesi vardı. "Selam.’-dedim
Flörtüm başını kaldırıp baktı. Tebessümü, dost yüzüne
yayılmış, gözleri bunışmuştu. Beni gördüğüne bu kadar se­
vinmesine afallamıştım. Ayağa kalktığında 1.90lık kıvrak
kalıbı 1.70lik boyumun tepesinden bakıyordu.
Gülümsemeye devanı ederek “Merhaba." dedi.
“Gecikmedim, değil mi?'
“Hayır.” Sırtında siyah tişörtü, omuzlannı silkerek ‘O ka­
dar heyecanlıydım ki, erken geldim," dedi.
Nasıl cevap vermem gerektiğinden emin olamayıp “Alı,'*
dedim.
“Hatırladığımdan da güzelsin." dedi.
Kime dediğini görmek için etrafa bakmaktan kendimi
alıkoyup iltifat» kabul ettim. Korkutucu ya da zoraki çıkma­
mıştı. Samimiyeti söylediğine ho>!uk kalmıştı. “Ne. bu e>kı
surat mı?" diye latife ettim. "Yıllardır benim. *
29 0 • Dorırflıy K o o m so n

Sıcak ve hoşgörü dolu bir gülümsemeden sonra kare


masanın etrafında dolaşıp beni oturtmak için siyah minder-
li iskemleyi çekti. Etkileyici ama abartısızdı. Kendimi Adele
gibi ayılıp bayılarak kaptırmak niyetinde değildim. Daha
önceleri çapkınlarla tanışmıştım, parıltılı tebessümleri ve
terbiyeli davranışlarının altında sıradan serseriliklerinden
vazgeçmezlerdi.
Kahve ve çikolatalı mtıffirı ısmarladık. Tıpkı bir elmayı
paylaştırır gibi sekiz parçaya böldü. Eve döndüğümde içe­
riğini hatırlamadığım, sadece gülüşmeler ve alınan bilgiyi
sindirecek kadar vakit bulmak için ara verilen türde bir soh­
bet etmiştik.
Bir süre sonra telaşla tuvalete gittiği sırada kendimi gü­
lümserken yakaladım ve dehşete kapıldım. Aşık oluyor­
dum. Çekiciliği ve keskin zekâsı gönlümü çelmeye başla­
mıştı. Ama neler olacağını biliyordum. Beni değiştirmeye,
denetlemeye ya da terk etmeye çalışacaktı ama önceden
duygusal yatırım yaparsam benim açımdan daha kötü ola­
caktı.
Üçüncü cappucino'mun çikolatalı kahve telvelerini içip
dönüşünü beklediğim sırada planımı belirlemiştim. Bu Tur-
ner adamı hakkında, geçen birkaç saat zarfında bir iki şey
öğrenmiştim ve onu başımdan nasıl savacağımı anlamıştım.
Kahve fincanını masaya koyup onunla direkt göz leması
kurdum. "Öyleyse, evinde bir kahve içebiliriz," diye açıkla­
dım.
Nate hiçbir şey söylemeden dinledi. Gözüme bakmadan,
yüzünü hafif ekşiterek "$ey..." diye geveledi. Bu kadar gü­
ven telkin ettikten ve Ne güzelsin'lerden sonra beni red mi
ediyordu?
İskemlemin ucuna oturarak “Şey?" diye tekrarladım
KN Y A R IN ARKADAŞIMIN KIZI » 2'

Yüzündeki ekşime yerini korkudan iki büklüm olmuş bir


hale bıraktı. Beni geri çeviriyordu. Düpedüz asıldığım,
utangaç tebessümlerini ıv sürekli bakışlarım kafamdan mı
uydurmuştum?
"Evine gelmemi istemiyor musun?' diye sordum.
“Hayjrî Tannm. hayır! Evet, demek istedim' İtiyorum!
Her şeyden çok istiyorum Sadece evim darmadağınık ve
beni buna göre yargılamanı istemiyorum. Ayrıca ne süt ne
kahve, ne de şekerim var... birkaç gündür alışveriş etmedim
de. Sanırım yolda durup. ."
“Nate." diye sözünü kestim. 'Prezervatifin var mı?'
Başını salladı.
'Öyleyse, mutfağında ne olup olmadığı beni hiç ilgilen­
dirmiyor. Seks yapmak için eve gidiyoruz. Ya da. şöyle izah
edeyim, eğer evine gidecek oiursak şansın yaver gidecek
“Ha, tamam.* dedi. "Doğru, şimdi mi gidelim?'
Tamam der gibi kafa salladım.
“Garson, hesap'" diye seslendi Nate. parayı od_*mek için
neredeyse yırtınıyordu.
Sonra, epey sonra Nate beni kendine doğru çekip uyku­
ya dalmadan önce sımsıkı sarılmak istedi Bense, o arada,
ondan m ümkün mertebe uzaklaşmak istiyordum. Planım
düzüşmek, çekip gitnıek. bir daha hiç aramamasını bekle­
mek yanlış kurgulanmıştı. Bir gecelik bir beraberliğin aka­
binde olageldiği gibi ilgisiz kalmak yerine bis>c.i'.y'rdum
Duygular içimden sular seller gibi akı>*xdu N.fkat Tutku
Sıcaklık. Nate'in yüzüne her baktığımda akisn:dan
to. aşık kelimesi geçiyordu. Tam. eksık>iz. bütün jn!amı\-
la. Bedeninle, zihninle ve ruhunla se\J:^ın hri Her
le teslim olacağın bir insan Bu i>c delilik-:. \.Ce; ;..... :
da iki kere görmüştüm
292 ■ D o ro th y K o o m so n

Gerçi, öm rümde kimseyle böyle sevişmemiştim. İlk


öpüşm em i/ deneme mahiyetindeydi. Yatağın ucuna otur­
muştuk ve arkasından neyin geleceğini biliyorduk. İkinci
öpüşmemizden soma, başparmağıyla yavaşça dudağımı ok­
şamış, gözlerinin içine baktığım sırada erotizmle dokundu­
ğu ağzımı dağlamıştı. Bundan sonrası hazza doğru alman
tek yönlü bir bilet gibiydi. Vücudumu öpücüklere !x>ğuyor,
sevişme Öncesine ait uzmanca teknikleri sayesinde beni ya­
vaşlatırken birleşme sahnesine geçtiğimiz esnada ismini
haykırmamak için alt dudağımı ısırıyordum.
Böyle bir karışıklık istemiyordum. O na karşı duygu
yüklenmek istemiyordum. Her zamanki gibi, her şeyin
net ve açık olmasını arzu ediyordum. Kollarından kurtu­
larak çılgınlar gibi elbiselerimi toplayıp giyinmeye başla­
dım. Ayağımı siyah pam uklu külotum dan geçirip yukarı
doğru çektim. Siyah sutyenimi taktım. Daha sonra bluci­
nimi giyip iliklemeye başladım. Kemerimi taktığım sırada
Nate ne yaptığım ın farkına varıp doğruldu. ‘Gidiyor m u­
sun?’
O anda bluzumu başımdan geçirmekle olduğum için ce­
vabım boğuk çıktı.
“Pardon, hiçbir şey anlamadım.’’
“Evet, dedim. Gidiyorum. Yapacağım işlerim, göreceğim
insanlar var. "
• Ha. oldu." Dirseğine yaslanarak çorabımın tekini arama­
mı seyretti. ‘ Harika vakit geçirdim. Kamryn. Hürün öğleden
sonra harikaydı. Yıllardır böyle güzel sohlx.*t etmemiştim/'
Kayıp çorabımı yatağının altında bulup “He. hah," diye
yamılarkcn kaptığını gibi sol ayağıma geçirdim.
Ceketimi alıp sırtıma giydiğim sırada “l'lusal Film Göste­
rileri Merkezinde Sbcrlock Holmes relrospektifi var.” dedi.
EN Y A K IN A R K A D A ŞIM IN K IZ I • 293

uSberivck'\ı sevdiğini biliyorum, birlikle gider miyiz? Akşam


yemeğinden sonra da nehir kıyısında yürüyüş yaparız.” O
konuşuyor ben de avakkabılanmın bağlarını düğümlüyor-
dum.
Gidişim in ne anlama geldiğini en nihayet çakmış olacak
ki. ciddi bir tonda “Kamryn.“ dedi. "Seni bir daha görecek
miyim?”
İşte o an ne diyeceğimi şaşırdım Bu şekilde bir nokta
koyabileceğimi zannetmiştim. İlk buluşmamızda onunla
yattığım için beni fahişe gibi göreceğini; Tann aşkına daha
öpüşmemişken ona yatma teklifinde bulunmuştum, şimdi
de usulüyle bir daha irtibata geçme konusunu duymazlığa
gelecektim. O nunla yatmaktan zevk almış olmak zaten bu
yüzden bu kadar canımı sıktı. O n u bir daha göremeyecek­
tim. Bu ise, um duğum dan çok daha fazla acı veriyordu.
"Seni bir daha görecek miyim?" diye tekrarladı Yatakta­
ki adama bakmak için yavaşça döndüm . Nefisti: her zaman­
ki düzgün saç biçimi şimdi bozulmuştu, mavi gözleri seviş­
me sonrası mahnıurluğundaydı. dudakları öpüşmekten ha­
fifçe ezilmişti, hıamorato. Bir daha yapabilirdim bunu. Bir
çırpıda yapabilirdim. Korkarak, alt dudağımı bir saniye ka­
dar ısırdım. Ama ya benimle OY*my%*r^i? dıve düyundum.
Duyamadım. O nunla değil. Başparmağını dudaklanmın
üzerinde gezdirişini hatırladım. Kii-k alnutya değer biriydi
Avucumu ö p ü p öp ücüğü ona geri üfledim. "Bakarız." d i­
yerek çantamı aldım ve çıktım.

Divanda yanına çökerken “Ovdu. değil ıııi?“ dedi Luke


Tegan'ın banyosu (hana ait). m.ısal okuına faslı (Luke a»
ilerken her zamanki işbirliğimiz» şapmış fakai nu*>aklan
sonra Tegan'ın vanına. vitrimle gördüğümüz jx*ııılx* >|>»f
294 ■ D o ro th y K o o m so n

ayakkabıları ona alacağımı söylemeye gitmiştim. Gerçi biraz


pahalıydı ama bir yolunu bulacaktım. Şimdi Luke ile konu­
şabilecektik, ancak hem sorusundan hem de gergin duru­
şundan anladığını kadarı ile bu pek kolay olmayacaktı.
'•Tegan'ın babasıydı ' Bu iki kelimeyi, hatun, ohı ki uya­
nıksa keskin kulaklarıyla duymasın diye fısıldadı.
‘Evet,” diye belirttim.
"Ona söyledin mi?”
“Biraz tuhal gelebilir fakat birine kızı olduğunu söyle­
mek için John Lewis in iyi bir mekân olmadığını düşünüyo­
rum. Ne dersin?"
“Söylemeye niyetin var mı?”
“Muhtemelen.”
“Öyleyse, onu bir daha göreceksin."
“Evet,” diye yanıtladım.
Bir an için gözlerini kapattı. “Neden?"
“Tegan’ı evlat edineceksem eğer, Natein müsaadesine
ihtiyacım var.”
Hakarete uğramış gibi “Müsaadesi mi?” diye tekrarladı.
“Dalga mı geçiyorsun?”
“Adele’in eşyalarını alıncaya kadar bunu hiç bilmiyor­
dum ancak sonra adının Tegan'ın doğum kaydında yazılı
olduğunu gördüm. Nerede olduğunu, yaşadığını bildiğim
için onun iznini almalıyım. Tegan’ın hayatta kalan ebevey­
ni olması itibarıyla tıim haklarını devretmesi gerekiyor. Sos­
yal hizmetler, aileleri m üm kıin mertebe birlikte tutmaya ça­
lışır. Günümüzde, insanın aidiyeti ve geldiği yerle ilgili o
kadar bilgi toplanabiliyor ki. Ayrıca, Ixjyaz oluşu durumu­
mu pek kolaylaştırmıyor. Sonuç olarak, Tegan'ın iki ebe­
veyninin de onu evlat edinmemi istediklerine dair mümkün
olduğu kadar çok yazılı Ixlgeye ihtiyacım var. Beni geri çe­
virmeleri o zaman zorlaşır.
EN Y A K IN ARK A DA ŞIM IN KIZI ■ 295

“Dundan niçin daha önce bahsetmedin ki?"


“Çünkü yapmak istediğim en son şey Naie'i aramaktı. İs­
teseydim eğer, ona ebeveynleri aracılığı ile ulaşacağımı hep
biliyordum ama istemedim."
“O na karşı duyguların hâlâ çok yoğun.” diye açıkladı Lu-
ke. ‘ Bu yüzden aramadın, duygularından korktun."
“Bu çok saçına." diye yanıtladım. “Deralx*rliğimizi sür-
diirseydik eğer, iki yıldır evli olacaktık ve duygularım aynı
kalacaktı. Ama evli değiliz, birlikte bile değiliz dolayısı ile
hislerini şimdi tamamen farklı."
Şüphe, Luke’un gözlerinde dalgalanırken beni bir süre
inceleyip sonra bakışını başka yöne çevirdi. Ona profilden
baktığımda, tıpkı kan pompalarken hızla çarpan bir kalp gi­
bi çene kaslarının, sıkmakta olduğu dişleri yüzünden hızla
titrediğini gördüm. Ne hissettiğini biliyordum: kıskançlık.
Korku. Değersizlik. Bir şeyi ödemek üzere açtığı cüzdanın­
dan muhteşem nişanlısı Nicole’nin bana gülen fotoğrafı her
gözüme çarptığında, duygularının bir başkasına yönelik ol­
duğunu hatırlar, aynı hisse kapılırdım. Birlikte müthiş seks
yapıp epey vakit geçirmekle birlikte Nicole un A Planı, İte­
nimse B Planı olduğumu düşünürdüm. Ne zamandı tanı ha­
tırlamıyorum, geçtiğimiz haftalarda. Nicole'iin resmini cüz­
danından çıkarmıştı. Gölgesi artık ilişkimizin üzerinde asılı
durmuyordu. Erkek arkadaşımla gerçek bir ilişki kurabilme­
ye (Kaklanabilecek kadar rahatlamış, yüreğinin içime gir­
mesine izin verebilecek katlar yakınlaşmışımı. Kalbimin de
onunkine. Şimdi, daha fazla dezavantajı olmakla birlikte
benzer bir konumdaydı. Ben bir resim ve hatıralarla müca­
dele etmekleyken. Luke. gerçek bir insanın varlığı ile l*>ğu
şacakiı
296 ■ D o r o th y K o o m s o n

Umutsuzca onu rahatlatmaya çalışarak “Gerçi, hu bizi


değiştirmez," dedim. "Seni... Seni seviyorum.”
Sevmiyordum. Tabii ki sevmiyordum. Benim için önem ­
liydi fakat buna aşk demek için fazla erkendi. Aşkın ne ol­
duğunu Nate’den öğrenmiştim ve bunun öyle olmadığını
biliyordum. Aşk sürekli şüphelenme hali değildi. Luke’la
daimi kaygı vardı. Birlikte olmalı mıyız? Aksi olursa Tegan’a
ne olur? Birbirimizi enayi yerine koymuyorduk, Tegan 'Cu-
pûftm izdi. O olmasaydı birbirimizle hâlâ dalaşacaktık, kar­
şılıklı nefret duygularımız yüzünden çevremizdeki herkes
bizden yaka silkecekli. Zaten kadın tipini değiştirmeye ka­
rar vermeseydi beni öpmeyecekti bile. Hangisinin ilk önce
geldiğinden hiç em in olamadım. Tarz değiştirmesinin mi
veya beni beğendiği için bu yolu seçmesinin mi? Hiçbirini
sormaya yeterince cesaretim yoktu.
Olayların tamamına bakıldığında Luke’a karşı çok şey
hissediyordum. O na bakıp inam orato diye düşünm üyor­
dum, tüm varlığımı ona teslim etmek istemiyordum ama on­
dan çok hoşlanıyordum. Ve, buradaydık. Beraber. Nasıl gel­
diğim iz m ühim değildi, buradaydık, hayatımın bir parçasıy­
dı. Bu sevebileceğim bir yaşamdı. O n u sevebilirdim. Sade­
ce sevmiyordum. Söylemeliydim gerçi, Adele'in sıkça dedi­
ği gibi ‘Şeytan tencerene kustuğu zam an başka çare kal­
maz.’
Sessiz yüzüne ve şüpheli gözlerine doğru "Seviyorum,
biliyor musun?" diye tekrarladım, "Seni seviyorum.”
Tüm bedeni, en nihayet rahatlarken "Bıınu bilmek g ü ­
zel.' dedi. Kğilip dudaklarımı sıkıca öptü, bir tane öpücüğü
de aimma kondurdu, daha sonra beni kollarının içine çeki)'
yeniden divana yerleşti.
EN Y A K IN A RK A D A ŞIM IN KIZ! ■ 297

Biri sana ‘seni seviyorum’ dediği zaman söylenmesi icap


eden bir sürü şey vardır ama “Bunu bilmek güzel’ bunlar­
dan biri değildir. İçimde, meltem gibi bir ürperti hissettim.
Belki de yanılıyordum, hâlâ B Planıydım sanınm.
28

egan yatağıma atlarken “Turuncumsu elbiseni be­

T ğendim,” diye yorumJadı. Yaylar, şiltenin içinde de­


ğil de ayaklarına takılıymış gibi zıplıyordu. Yüksek,
fakat kontrollü.
Yalağın kenarında oturduğum yerden “Teşekkür ede­
rim,” dedim. Sinirlerim midemin çevresinde, sıkma devre­
sinde lakılmtş bir çamaşır makinesi gibi dönüp duruyor ara
sıra da ellerim titriyordu.
“Gerçekten çok güzel görünüyorsun,” diye karar verip
zıplamaya devam ediyor, uçmaya hazırlanan bir kuş gibi
kollarını yukarı ve aşağı çırpıyordu.
Yatağa yaklaşan Luke “'lamam T, yeter," derken onu kal­
dırıp bir kolunun altına aldı. "Kyn ın huzur içinde hazırlan­
masına izin ver."
"Fark etmez,” dediğim sırada göz göze gelmiş, sonra da
hemen bakışlarımızı kaçırırken sanki bu basit hareket bizi
dağlanuşu. Geçtiğimiz birkaç gündür, uzun süreyle göz te­
masında bulunmak bize zor geliyordu. Yatakta dahi, gerçek
EN YA K IN ARKADAŞIMIN K I/İ •

duygularımıza ihanet etmekten korkar gibi uzur.^ - "c.ic


bakışmamıştık. O korkusundan, bense kararv^hğîma«*!
Luke'un kolunun altında sallanmaktan gayet muri’ ^ mi­
nen Tegan “Nereye gidiyorsun?* diye sordu.
“Daha önce söylemiştim." dedim.
"Bir daha söyle." Boğazının yumuşak tereyağımsı ^ y ı ­
lıktaki cildini görebil inceye kadar kendini iyice geriye doğ­
ru attı. “Lütfen! Bir daha söyle/
Her kelimenin. Luke'un zaten hassas olan egosunu yarı­
ladığının farkında “John Lewis te gördüğümüz o adamla ak­
şam yemeğine gidiyorum." dedim. Teganın başı öne uza­
nırken yüzü pespembeydi. “Annem hakkında konuşacak
mısınız?'’ diye sordu.
“Birazcık.'
“Bana ne söylediğini anlatacak mısın?“ Ona her şey» söy­
lemeye razı olmamı istercesine, burnunu ve ağzını sımsıkı
kapatıp başını sallıyordu.
Ona hiçbir şey söylemeyecektim. Ne en iyi arkadaşımia
nişanlımın hangi nedenle yattığını açıklayacak, ne de baba­
sı olduğunu söyleyecektim, hele Nate e bu haberi verdiğim­
de göstermiş olduğu tepkiye hiç değinmeyecektim.
“Eğer anlatılabilecek şeylerse, Ryn anlatır." dedi Lukc.
“Yeterince adil, değil mi?”
. “Sanırım öyle,” diye karşılık verdi.
Luke'un yerime konuşmasına kızarak ona ters ters hak­
tim. "Öfkeme aldırmayarak “Seni arabayla şehre götürmemi-
zi ister misin?" diye sordu.
Başımla Hayır dedim.
"İçeriye girmeyiz, dışarıda bırakırı/
“Trene binersem daha iyi olur. Bu konu lx*nim »cin k.ı-
IVı nıoıt:! ı
300 ■ D o ro tlıy K<x>mson

"Seni nereye davet etti?"


"Söyledim ya. seninle ilk kez o facia yemeğe çıktığımız
lokantada buluşacağız, hatırlıyor musun?"
Her ne kadar dile getirmese de. erkek arkadaşım, Nate
ile buluşmamın ilişkimizi yeniden alevlendirmek için orga-
nize edildiğini zanneder gibi bir hal takınmıştı. Evden kız
arkadaşı sıfatıyla aynlıp Nate'in nişanlısı olarak dönmem­
den ürküyordu. Bu nedenle beni şehre bırakmak istiyordu.
Bana varlığını, Teganla kurduğu ilişkiyi, Nate’e döndüğüm
taktirde nelerden vazgeçeceğimi hatırlatacağı bir yarım sa­
ati daha olacaktı. Sorusu, Nate’le flört etmek niyetiyle mi
görüşmeyi düşündüğümü test etmek içindi. Makyaj olarak
sadece rimel sürmüş’ ‘güzel elbisem' ise, Tegan’ın üzerine
kirli suluboya kâsesinin dökmesiyle mahvolan ipek elbise­
min yerine Luke’un hediye ettiği balıkçı yakalı, ayak bilek­
lerime kadar uzanan, kırmızı ve turuncu ipekli bir elbisey­
di. Beni daha hoş gösterdiği için değil, zaten göstermiyor­
du da, onu Luke aldığı için giymiştim. Hediyesini bedeni­
min üzerinde taşımakla, onu düşündüğümü göstermek iste­
miştim. Topuklu ayakkabılar giymiştim çünkü spor pabuç­
larla elbise çok sakil duracaktı. Gitmekten vazgeçmek dışın­
da. Luke'u rahatlatmak adına bundan fazla gayret sarf ede­
mezdim. Ama gidecektim. Natei görmeliydim.
“Tamam, artık gitsem iyi olur." Ayağa kalkıp Tegan’ı Lu-
ke tan aldım. Bacaklarını sımsıkı belime doladı. Banyosunu
yapmış, pijamalarını giymişti. Cildi tertemiz ve köpüklü sa­
bun kokuyordu, saçlarından da şampuanın parfüm kokusu
geliyordu. Onu yalak odasından dışarı koridora taşıdım.
“Peki, bebeğim, uslu ol ve Luke'u üzme... Düşüncesiz
davranma!” Onu. mutlağın köşesinde yere bırakırken suç
ortakları gibi gülüştük. ‘Cidden ama saatinde yal. Lu-
KN YAK IN ARKADAŞIMIN KIZI • 301

ke’un da yatağa girmeden önce dişlerini fırçaladığından


emin ol."
Tegan, çınlayan gülüşüyle tekrar kıkırdadı. Siyah kabam­
ın! askıdan alıp giydim, ilikledikten sonra Tegan’a doğru
eğilip sarıldım. Kollarımı boynuma dolayıp yüzümü öptü.
Bırakmadan önce “Güneş ışınları gibi kokuyorsun." dedi.
“Sen de çikolatalı puding gibi kokuyorsun ve seni gıdık­
lamam gerek!” Yumuşakça kaburgalarım gıdıklarken gül­
düm. Bu bizim parolamızdı, yakın olduğumuz anlamına ge­
len esprimiz. Birim. Annesiyle paylaştığı bu tipte çok şey
vardı, şimdi de aramızdaki ilişkiyi güçlendiren dev bir adım
olarak bizim de olmuştu. Bağ kuruyorduk, anne-kız olma­
ya doğru ilerliyorduk.
Tegan kollarımdan kurtulup Luke’a doğnj koşarak ba­
caklarına sarıldı. Doğnılıırken Tegan’ın mutsuz koruyucusu
ile yüz yüze geldim. “Tegan’a baktığın için teşekkürler Lu­
ke, çok teşekkürler.”
Kısaca kafasını salladı. Parmaklarım Vale" kilidi çevirir­
ken ağzından "İyi eğlenceler," diye kaçırdı.
Eğlenceye gitmiyorum, diye bağırmak istedim. Sessiz
gerginlik artık sınırlarımı iyice zorluyordu, bir laf daha duy­
acak olsam, Nate’le sırf inaı olsun diye yatacaktım.
“Teşekkürler,” diye yanıtlayıp dışarı adım atlım. "Hoş­
ça kal.”
“T, git bir DVI) koy, Ryn'ı geçireceğim."
Tegan söyleneni yaparken Luke. karanlık koridorda ya­
nıma geldi. Ne diyecek diye beklediğim sırada hiçbirimiz,
aparunan ışığını yakmak için harekete geçmiyorduk. Sani­
yelerce sessiz sedasız bana baktı. Fn nihayet "Görüşürüz.“
deyip arkamı döndüm.

* T to r T im e: Z a m :m 'm ‘ZNi
.302 ■ D o ro th y K o o m so n

Koluımı yakalayıp beni geri çekerken Kyn,'' dedi. Bunu


izleyen kısa arada dudağıma hafif bir opüciik kondurdu.
Çekilirken "Seni seviyorum." dedi. Daha önce hiç söyleme­
mişti. Benim aşk-ı ilanımdan beri dememişti. Aslına baka­
cak olursanız söylemesini de beklememiştim. ‘Bunu bilmek,
güzel' şeklimle vermiş olduğu cevap üzerine beni sevmedi­
ğine ve buna alışmam gerektiğine karar vermiştim. Görebil­
diğim kadarı ile de ilâve açıklaması olmamıştı. Şimdiyse, ba­
na karşı olan duygulan lıakkındaki kuruntularımı tersine çe­
virmiş, bu iki kelimeyi telaffuz etmekle kararıma bir nevi le­
ke sürmüştü. Çünkü her ne olursa olsun beni sevdiğini han­
gi sebeple söylediğini daima merak edecektim. Gerçek
duygularla mı yoksa bir başkasıyla yatma ihtimalinden işkil­
lendiği için mi? Beni sevdiğinden mi ya da denelim altında
tutmak islediğinden mi?
Luke yerinden kıpırdamadan ayakla beklerken sessizdi,
ona karşılık vermem gerektiğini biliyordum. O nu sevdiğimi
yeniden teyit etmeliydim. Ağzımı açıp cevap verdim “Bunu
bilmek ne güzel." Yanıtım, her ne hissedersek hissedelim,
birbirimizi sevelim ya da sevmeyelim, acımasız davranan,
şefkatini saklayan tarafın sadece kendisi olmayacağını an­
latmak niteliğindeydi. Duygulan olan, sadece o değildi.
Şaşkınlık ve acıyla irkilirken parmaklarımı kolumdan
çekli. Arkasına bakmadan gilti.
29

B
elirsiz. Bulanık. Kazara itirafından sonra Adele'in
evinden ayrılışımı izleyen olaylar en iyi bu şekilde
tanımlanabilir.
Allak bullak bir vaziyette, zemin kattaki dairesinden yal­
palayarak çıkarken ne yapacağımı ve nereye gideceğimi ta-
sarlayamadığımı hatırlıyorum. Naie, eski oda arkadaşlarıyla
bara gittiği için eve uğrayıp kendimi güvende hissettiğimi
biliyorum. Leeds’e gitme kararımı hayal meyal anımsıyorum
çünkü oraya her halükârda birkaç gün sonra gidecek. /./-
vinf> Angeles'm kurulma çalışmaları için önceden belirlen­
miş dört haftalık süre boyunca kalacaktım.
Hatırımda eşyalarımı topladığıma dair bir anı kalmadı
ama öyle yapmış olmalıyım ki. giysilerim yanımdaydı. Kn
belirgin olarak anımsadığım telefon defterine mavi mürek­
kep kalemle hızla yazıp mutfağımızın masasına bıraktığım
nottu.

Ne yaptığı tu biliyorum
304 ■ Dorothy Koomson

Her şeyi açıklayabilecek üç kelime: neden gitmem ge­


rekliğini ve niçin geri dönmeyeceğimi.
Beni, Victoria tren istasyonuna bir taksinin götürdüğünü
biliyorum fakat ne Leeds’e giden 320 kilometrelik yolu, ne
de Holiday Inn oteline iki gün erken giriş yapabilmek için
resepsiyondakileri ikna ettiğimi hatırlıyorum. Kendime gel­
diğim bir sonraki zaman dilimi, kılık kıyafetimle otel yata­
ğında uzanıp !>oş boş televizyona baktığım andır. Çıkan se­
sin ne olduğunu idrak edip cevap vermeden önce telefon
birkaç kere çalmıştı.
Resepsiyon görevlisi “Hanımefendi, Mr Turner adında bi­
ri sizinle görüşmek istiyor,” diye haber vermişti. Otele karan­
lıkta varmıştım ama nedendir bilmem şimdi etraf aydınlıktı.
Saatime göz attığımda öğleden sonranın erken bir saati oldu­
ğunu fark ettim. Son 15 saatin nereye uçtuğu hakkında hiç­
bir fikrim yoktu. Hayat, ben farkında olmadan sürüp gitmiş­
ti.
Neredeyse, “Onu, görmek istemiyorum," diyecektim ki
toparlandım. Nate, inadıyla beni görünceye kadar resepsi­
yonda bekleyecekti. Ne ben, yaşamımın geri kalan kısmını
odada geçirecek, ne de o, resepsiyonda oturacaktı. '‘Hemen
iniyorum," diye geveledim.
Banyodaki aynada yüzüme baktığımda, bana geri yansı­
yan kadının görüntüsü ile ürperdim. Gözleri kan çanağına
dönmüş, uykusuzluktan derisi buruşmuştu. Saçları vahşi ve
yüzü şişti. Bitkin gözüküyordu. Siyah saçlarımı kuvvetle çe­
kerek tarayıp odaya döndüm. Yatağın yanında açık duran
gümüş rengi bavulumu hızla karıştırdım. Kırmızı bir kazak
seçip sırtıma geçirdim. Sonra da, ilave bir zırh olarak siyah
bir moni giydim.
EN Y A K IN ARKADAŞIMIN KIZI ■ 305

Resepsiyon gerişinde ona yaklaşırken Nate ayağa kalktı.


Gözlerinin çevresinde siyah halkalar oluşmuş, rastgele ta­
ranmış saçları diken dikenken sakalı da çene hizasında ha­
fif çıkmıştı. Sert bir kelime duyarsa paramparça olacakmış
gibi kırılgan gözüküyordu.
“Seni bulana kadar Leeds’deki bütün otelleri aradım," di­
ye açıkladı.
Sakin ve denetimli bir sesle “Bir bara gidelim," dedim.
Küçük bir barın arka taraflarında duran koltuklara karşı­
lıklı oturduk. Bar solgun ve yüzlerce sigaranın kokusuyla
havasızdı.
Otuaır oturmaz “Eve gel,” dedi Nate. “Eve gel ki, konu­
şup bir çözüm bulalım.”
“Çözecek hiçbir şey yok. Sen ve... ve... neler geçtiğini
biliyorum.” Lafım ağzımda kaldı, söylediğim ise zihnimde
canlanmıştı. Adını dahi telaffuz etmek çok iğrençti.
“Kam, düşündüğün gibi değil,” dedi.
“Ne düşünüyor muşum?” diye sordum.
“Aramızda bir şey yoklu... Bir kez oldu. Sadece bir kere."
“İşte düşündüğüm bu değildi, Natbaniel," diye tısladım.
“Düşündüğüm beni aldatmış olduğun ve bitti."
“Eve dön ve doğru düzgün konuşalım."
“Hayır, yapamam. Seninle konuşamam. Bu konudan
bahsedemem. Olduğunu düşündüğüm insan çıkmadın.
Orası da benim evim değil, Artık değil."
Masanın üzerinden uzanıp elimi tutmak istediyse de be­
denimi hızla geri çekerken ondan uzaklaştırdım. Elimi tut­
masını, güçlü parmaklarıyla kavrayışını ve başparmağıyla
avucumun içini okşayışını çok severdim. Nate, bana o ka­
dar farklı şekillerde dokunup rahatlatır ve sakinlcştirirdi ki.
Ama artık öyle olmayacaktı.
30() • l >oroihy koomson

■'İlişkimiz böyle bitemez," diye yalvardı. “Allı senelik bir


beraberliğimiz var. iki ay sonra da evleniyoruz. Bu şekilde
bitemez. Bunu konuşmamız lazım."
"Tamam, konuşalım. Benden iyi miydi? Daha mı seksi?
Daha mı şehvetli? Daha çabuk mu orgazm oldu? Her an iş­
lekli ve lıazır..."
"Kes b u n u / diye araya girdi. "Böyle olmadı."
“Konuşulacak başka ne var?"
"Seni ne kadar .sevdiğimi mi? Geri dönm eni ne kadar is­
tediğimi mi? Aramız düzelsin diye lıer şeyi yapmaya hazır
olduğum u nuı? Ne olursa olsun."
"Herhangi bir şey mi?"
“Herhangi bir şeyi."
“Öyleyse, git ve beni yalnız bırak." Ayağa kalktım, yor­
gunluk başımı ağırlaştırırken kulaklarımda sesler yankılanı­
yordu. “Şenle ilgili başka hiçbir şey istemiyorum."
Nale, bu nıı duydu ğu na inanamıyormuş gibi gözlerini ka­
pattı.
"Yakında eşyalarım için geleceğim. H enüz zamanını bil­
m iyorum. Mobilyaları ya da birlikte salın aldıklarımızı sana
bırakacağım. Sadece kitaplarımı, CD ve DVD'lerimi bir de
giysilerimi alacağım İlk taşındığımda getirdiklerimi yani.
Evin bedelinin yarısını isleyeceğim, lw>ylece kendime yeni
bir daire satın alabilirim. Y aıı yarıya pay edene kadar ipo­
tek senetlerini ödem eyi sürdürürüm , böylece ödemelerde
eşitsizlik olmaz. Avukatlarımız bunu hesaplayabilir, onlar
aracılığıyla hal>erleşir bu şekilde de bir daha konuşmamış
oluruz Ne kadar çabuk halledebilirsek o kadar iyi. böylece
lıer birimiz kendi yolunda yaşamına dev am eder. Ve lütien,
eğer bana karşı az biraz duygun olduysa, annemle bahama
d ü ğ ü n ü n neden iptal o k luğ u nu söyleme. O nlaıı kendim
arar bildiririm fakat nedenini söyleme... I.ülfen. Lütfen, ola
KN Y A K IN A R K A D A ŞIM IN M / l • ^0 "

ki başka herhangi biri b u n u öğrenirse ö lürüm Hu hariç, is­


lediğin i söyle Ve, ve .sanının hu kadar. Hoşçakal. Nate
O da ayağa kalktı. “Bu şekilde olama/.. Kararlaştırılmış hır
d ü ğ ü n ü m ü / var, Neden, sorunlarımızı halledene kadar birk-H
aylığına askıda luim uyoruz ki? S o n um u / böyle olmamalı "
"Kvet, olm alı. O lm ası gerektiğini biliyorsun. Hu yüzden
hiç bahsetm edin. Sonu olacağını biliyordun çünkü bir daha
hiç ..." y ü zü m buruştu. A ğlam adan çıkıp giımek isterdim.
Haşımı iki yana sallayıp toparlandım . Gözlerim i silerken,
parm ağım da hâlâ taktığım beyaz alım dan yakut nişan yüzü­
ğ ü m ü fark ettim. Tasarımını Nate yapmıştı. Altıgen şeklinde
kesilmiş taşı, kalın halkasının tam ortasına oturtulmuştu.
1lerkes ona bir nişan y ü z ü ğ ü n ü n pırlantalı olması gerekliği­
ni söylediyse de, o, en sevdiğim rengin kırmızı olduğunu
b ildiği için yakutu seçmişti. Y ü z ü k , bir parçam haline gel­
miş çıkartmayı aklım a getirmek bir yana orada o lduğunu
u n u tm u ştu m bile. H ızla ç ık a m p Nate’in yanında duran cam
masaya bıraktım . “H oşçakal, Nate."
U zaklaştığım sırada cüssesini ağır bir yük salar gibi kol­
tuğa bıraktı. O n u e n son g ö rd ü ğ ü m sefer, aradan üç ay ge­
çip eşyalarım ı toplam aya gittiğim zam andı. O radaydı ama
tek kelim e bile etm edi. D alıa sonra, nakliyeciler kutulanmt
alm aya g e ld iğ in d e d e bir laf etm edi. A ncak ayrıldığın) sıra­
da konu ştu . Şu lek kelim eyi söyledi. Gitıne.' ve durdum ,
o n u son kez göreceğim i b ild iğ im için d ö n ü p baktım ardın­
d a n da ç ık ıp gittim.
O n d a n istediğim i yapm ış ve beni yalnız bırakmıştı Tale­
bim b u y d u . H ayalım ı yeniden kurabilm ek için her ikisinin
de beni rahat bırakm asını istemiştim. Adele irtibata geçme­
ye çalıştıysa da, o n u görünceye kadar nedenini idrak ede­
m em iştim . Şimdiyse. Nate ile yem eğe çıkıvoıdıım . Dehşet
içim leydim .
30

ıpkı otel lobisinde yaptığı gibi, Nate, lokantada otur­

T duğu masaya yaklaştığımda yerinden kalktı. Yüre­


ğim göğsümde çarpıyor, kısa kısa kulaklarıma vuru­
yor, nefesimi kesiyordu.
Masmavi gözleri gözlerimle buluşurken dudaklarında
gergin bir gülümseme belirdi. Masanın çevresini dönüp "Se­
lam,'’ diyerek elini belime koyup yanağımı öptü.
Öpücüğü aldığım sırada “Merhaba,” dedim. Altı sene bo­
yunca fiziksel olarak her şekilde sevişmiş, şimdiyse birbirimi­
ze izin verdiğimiz tek dokunma biçimi, bir öpücüğü işlevsel
olarak alıp vermek olmuştu. Bu bir yerde yanlış duruyordu.
Yerlerimize oturduğumuzda, peçetelerimizi açarak sani­
yelerce sessiz kalmış, birbirimizden belli belirsiz bakışlar
çalmıştık. İyi görünüyordu. 35 yaşının yüzü güçlü ve aşırı
yağlanmadan yoksundu. Koyu kumral saçlarına jöle sür­
müş. son gördüğüm zamana nazaran şimdi daha da siyah
gözüküyordu. Gözleri mavi olduğu için rengine hep şaşır­
dığım teni buğday rengi ve pürüzsüzdü. Oysaki hem ebe-
vevnlerinin hem de Teızan in teni soluk bcvnzdı___________
EN YAKIN ARKADAŞIMIN K.1Z1 • 509

Garson menüleri getirip bardaklara su doldurdu. Günün


Özel yemeklerini sayıp gitmesine fırsat kalmadan yemekle­
rimizi ısmarladık. Nate ile ben, yeryüzünde en htzh sipariş
veren insanlardık, değerli vaktimizi bunun için kayl>cıme*
yecek, kararımız.) verip bundan dönmeyecektik Garson is­
lediğimizi not edip uzaklaştı, bizi baş ba>a bıraktı Birlikle
geçireceğimiz geceye terk etti.
Nate suyundan bir yudum alırken ben. şarap bardağımın
ayağı ile oynuyordum. İkimiz de suskun, konuşmaya önce
hangimizin başlayacağını bilemeden bekliyorduk.
Nate hafif bir gülümsemeyle gözlerini kaldırıp gözlerim­
le kesişmelerine çalışarak “Bu sanki ilk buluşmamız," dedi
~Ya evet, hiçbir zaman gerçekten buluşmuş sayılmamak­
la birlikte." dedim.
■Kahve içmiştik," diye itiraz etli.
"F.vinde nihayetlenen kahve.'
"Bütün Noel'lerimin bir araya geldiğini düşünmüştüm.'
dedi. ’Resmen. Beni kendi evime davet etmen, hayal ede­
bileceğimden de güzeldi."
“Kendimi kahve içmeye davet ettirdiğimi gerçekten dü­
şündüğüne inanamamıştım.”
"Düşünmedim de, benimle bir daha çıkabileceğine, sana
dokunmama izin verebileceğine bile öyle şaşırmıştım ki ..."
Kvet, tüye kabul ettim.
“Beraber olacağımızı aslında önceden biliyorduk, değil
mi?" Ciddiydi. Nate. ilişkimizle ilgili hep lxjyle şeyler söyler­
di, çünkü ona göre ortak Kader imizin ağları örülmüştü.
Karşılaştığımız partiye gitmeye hiç can atmadığını, arkadaş­
ları tarafından ikna edildiğini, gelip de beni gördüğümle Lse
ruh ikizine, evleneceği kadına rastladığına karar verdiğim
anlatırdı.
3 1 0 ■ D orothv K ootnson

•Hayır Nate. bıı sadece senin düşüncen," diye durumu


açıklık gelirdim. Benim çok farklı motivasyonlarım vardı,
işin doğrusu İninden vazgeçmeni sağlamak işlemiştim.”
“Ne?" diyerek irkilirken bakışlarından hem hayret hem
de luizün okunuyordu.
"Seninle hemen yatarsam hafif bir kız oldu ğum u d üşü­
neceğini, böylece de toz olacağını düşünm üştüm , um m uş­
tum sanırım."
"Hadi ya.“’ Nate cevabını gözden geçirirken iskemlesine
yaslandı, beyaz masa örtüsüne bakm aya başladı, bardağın­
dan biraz su daha yudum ladı. Bunu söylemenin gaddarca
ve yersiz o ld u ğ u n u fark ettim. Besbelli, onun için güzel
olan bir anıyı fütursuzca paramparça etmiştim. O nu fazla­
sıyla sevmekten korktuğum için bunu yapmış olduğum u
eklemek üzere ağzım ı açtıysam da, gözlerini masadan ayı­
rıp beni süstürdü. "Yaptığın hiçbir şey beni senden vazge­
çemeyecekti.” dedi. “Sana çoklan aşık olm uştum ."
Beyaz masa örtüsüne odaklanm a sırası bendeydi. Nate
işte tam böyleydi. aykırı ruh hallerimi aldırmazlıkla mal
edemeyecekse eğer duygularını samimiyetle ifade ederdi.
Böyle yaptığında kendim i çok kötü hissederdim. Birlikte ol­
d u ğ u m u z allı yıl içinde üç sıkı kavga etmiş, hepsini de o
başlatmıştı. Ç ünkü eğer ısırmaya başlayan oysa, kendisi gi­
bi işi oluruna bırakmayıp lx*n de bağırıp çağırırdım. Iıöyle-
ce bir kısır döngüye girerdik. Oysa ilk lx*n kızarsam sabırla
beni alttan alırdı. Şimdiki gibi.
"Neden bu kadar utandın, hanımefendi?” diye alay etti.
Il.ıkik.ıt hu. Gerçek olduğunu biliyorsun."
Başlangıç yemeklerimiz geldiğinde, garsonun önüm üze
büyük beyaz labakkırı koymasını sessizce seyrettik. Koka
yatağı üzerinde somon dilimleri ısmarlamışım, Nate ise
KN YAKIN ARKAIM ^IMIN K l/J • 311

üzerine ızgara badem parçacıkları serpiştirilmiş bir


çorbası sermişti. Garson gittiğinde dahi, hiçbirimiz yemeği­
mize başlayamıyorduk. Acımasızlığıma kargılık \erdiği du-
rüsi ve .sakin tepkiden sonra Nale. ne diyeceğimi beklivor-
du. Az önce karşılaştığı gaddar ötesi kadına geri döneceği­
me mi ya da, ara sıra edepsizieşen ve neredeyse evlenmiş
olacağı kadını mı bulacağını merak ediyordu.
“O gece, benim de kafam çok karışmıştı,* diye itiraf et­
tim. Dikkatimi roka salatasının sivri yapraklarının pembe
balık dilimlerini nasıl kavradığına toplamıştım. En nihayet
bakışını yakalamıştım. "O gece eve döndükten sonra seni
çok geçmeden bir daha görmem gerektiğini biliyordum. Zi­
ra o güne kadar, hiç kimse bana senin gibi dokunmamıştı.
O geceden sonra da başka hiç kimseyle yatmadım."
"Düşündüm ki ..."
“Evet, listemde birkaç adamım daha olduğu izlenimim
vermiş olabilirim. Ama yoktu. Başka kimseyle olmayı asla
düşünemedim. O kahveden sonra tek sen sardın."
Nate‘in yüzü şaşkınlık dolu bir tebessümle yumuşadı.
Kaşığını kaldırdığı sırada hâlâ gülümserken yemeğe başla­
dı. Çatalımı kaldırıp ucuyla somon dilimlerini didiklemeye
başladım ama ağzıma tek bir lokma atamadım. Altüst bir
mideyle yemek yemek iyi bir seçenek değildi. Kaşığın için­
deki Iv j rengi kıvamlı çorbanın, Nate in ağzından içeri kay­
boluşunu seyrettim.
Evlenmeye karar verdiğimizde, ne kadar ağladığımı ha­
tırladım. Ağlamıştım, çünkü en nihayetinde koşulsuz bir aş­
kın nasıl bir duygu olduğunu anlamışımı. Öyle bir aşk ki,
yalnızca sevilıııevi değil bunu lıissedebılmeyi de içine alı­
yordu. Nate'i epeydir sevdiğimi biliyordum, lakat teklifimi
kabul ettiği aıula ne anlama geldiğini idrak etmiştim. Kırıl-
312 ■ Dorothy Koomson

madiğimi, başka insanlar gibi olduğumu, hissedebildiğimi


ve bağlantı kurabildiğimi. Yüreğim, artık aşkı tatma ayrıca­
lığına sahipti. Kalbim, sevebileceğim tek erkeği özenle seç­
meme izin vermişti. Ve, o hayatımın sonuna kadar sevmek
üzere benimdi.
Nate içtiği çorbadan gözünü ayırıp bana baktı, onu sey­
rettiğimi fark etti. Işıltılı gözlerini, kahve içtiğimiz o ilk gün
gibi kırıştırdı. Ona gülümseyerek karşılık verirken aramız­
daki gerginlik kalkmış, tıpkı o ilk buluşmamızdaki rahat ve
gamsız havayı tekrar yakalamıştık.
31

K
onuştuk, sürekli konuştuk ama hiçbir şey söyleme­
dik. Sohbetimizin bomboş olduğunu biliyordum
çünkü garson hesabı ve paltolarımızı getirdiğinde
(onları istememiştik, adam besbelli evine dönmek istiyordu,
lokantanın kapanış saatinden sonra başka ne arzulayabilir-
di ki zaten) birbirimiz hakkında kesinlikle yeni bir şey öğ­
renmemiştik: ne Tegan'ı. ne onu cenazede gördüğümü, ne
de erkek arkadaşımın adının Luke olduğunu biliyordu. Ben
de cenaze haberini nereden öğrendiğini, biriyle birlikte
olup olmadığını ya da niçin Adele'le yattığı hakkında hiçbir
fikir edinememiştim.
Lokantanın ışıkları tek tek söndürülüp iskemleleri yerle­
rine yerleştirildiği sırada "Seni eve bırakabilir miyim?" di\e
sordu Nate.
“Beni Horsfortha kadar götürecek değilsin ya. Inıradun
çok uzak. Tedcasiera nasıl döneceksin?”
F.lini h afifçe sallay arak “A y n n iı.' d iy e g e çirtird i “Harlar h a ­
riç, b ir v e a le içki içm e k için g e ç o k lu , zaten o rala r g ü r ü ltü lü
d ü r. b irb irim iz i d u y a n la y ız . A m a e ğe r yürürsek k o n u ş a b ilin /
M ı ■ D o r o tlıy K u m u s u n

T am am uzlaşalım , yorulana kadar yürür sonra da taksi­


ye bineriz."
N eon ışıklarının aydınlattığı lacivert bir gecenin içme
(.lalmak üzere a d ım ım ızı sokağa attık. Herin bir neles alır­
ken b u rn u m d a n içeri s o lu d u ğ u m dışarının soğuk havası,
iliklerim e kadar b e n i uyardı. Boş sokağı, sonuna kadar ses­
sizce y ü r ü y ü p trafik ışıklarına b a k m a k için d urd uk, sonra
da karşıya geçtik. G e cey i ço k ta n yarılamıştık am a lx ‘n a k ­
lım d ak i p la n ı uy g u lam ay a h iç yanaşm am ıştım henüz. Y o lu n
aşağısına, H y d e Park a d o ğ ru ilerlerken Nate’e g ö z ü m ü n
ucuyla b ak tım . K endisiyse bakışlarını ufka yöneltm iş, elleri­
ni ce p le rin in d erin lik lerin e daldırm ıştı.
' Beni seyrettiğini hissed iyorum ," d e y ip d u rd u ve bana
d ö n d ü . Ben d e d u r d u m . “B u n u ne k adar sık yaptığını a n ım ­
sıyorum , ö z e llik le d e u y d u ğ u m u zann e ttiğin esnada.”
“B iliyor m u y d u n ? ”
Başını kısaca sallarken d u d a k la rın d a h o şn u tlu ğ u n u gös­
teren h afif b ir tebessüm belirm işti.
"B ana n iç in söylem edin?"
“Ç ü n k ü b u n d a n h o şla n ıy o rd u m . N eden sevdiğim bir şe­
yi d u rd u ra y ım ki?"
N ate. b a n a b a k m ay a d e v a m ederek bir ad ım daha yak­
laşıp ellerini uzattı. “K e n d in e bir bak," d iye geveledi. K o n u ­
şurken be yaz nefesi g e ce n in karan lığın a d o ğru kıvrılıp
uzak laşıy o rd u. Y ü z ü m ü elleriyle kavrayacağını ¿annenim se
de o n u n yerine p a lto m u n için d en yakam ı çekli, (»özlerim in
içine bakarak g eniş üçg e n le rin i d üze lterek yerleştirdi. Ser-
se m iem iştim be n i âdeta h ip n o tize etm işti. Ö n c e kısaca g ü l­
d ü , sonra gittikçe artan tebessüm ü o n u birlikle yaşadığını
ad a m a çeviriyordu. Bir bak k e n d in e .' diye v e n id e n nefes
aldı. H icrini k ö p r ü c ü k k e m ik le rim d e n aşağı kavdırdı. p alto­
I.N Y A K I N A R K A D A Ş I M I N K l / l ■ 3 IS

m u n o n üstteki d ü ğ m e s in in hizasına. iki g öğ s ü m ü n arasın.»


kadar indirdi. ‘Y anlış iliklem işsin." O n u m c haklım . Lokan­
tadan aceleyle çıkarken p a lto m u hatalı düğm elem iştim Yu-
karı, g ö zle rin e b aktım .
“Ah," de rke n, belli belirsiz varlığı, yan yokla solup giden
h a lif bir k ah k ah a patlattım .
Nate'in gözleri g ö zle rim e kilitlenirken g üçlü parm akla­
rıyla yavaşça ilk d ü ğ m e m i açtı. Parm aklarını kaşm ir y ün k a­
rışım ı p a lto m u n ü ze rin d e gezdirerek bir sonraki düğm eyi
d e açtı. A rd ın d a n p arm ak ların ı b e d e n im d e n aşağı doğru
kaydırm ayı sürdürerek bir alt d ü ğ m e y e d e v am etti. Ve bir
so n rak in e geçti, p a lto m ta m a m e n açıldığındaysa, Nate iki
yakasını ö n ü m d e birleştirerek d ü z e ltip yavaşça yeniden ilik­
ledi.
'T eşekkürler.'’ d iy e g e velerken n efesim in s o ğ u k havanın
k e s k in liğ i y ü z ü n d e n titre d iğ in i s ö y le d im k e n d im e Ö z le m
ve şehvetten d e ğ il. B e n i ö p m e s in i arzu e ttiğim d e n değil.
"Ö n e m li değil," dedi. D aha da yaklaştı. Tenindeki tıraş
losy o nu n u n k o k u su n u alabileceğim , g ö ğ s ü n ü n kabarıp in ­
d iğin i hissedebileceğini bir mesafeye kadar yaklaştı, l lleıt-
nı k a ld ın p y akam ı yerli yerine koy du fakat ellerini çekm e­
di. Başını daldırarak "K am ,’' diye fısıldarken dudakları d u ­
daklarım a d o k u n d u .
“R yn, d iy e d ü ze lte re k o to m a tik o larak çe k tim k e n d im i
O d a . g ö zle riy le g ö z le rim i a ra ık e n geri çekti basını. "B e­
ni. a d ın ın ta m a m ın ı söy le m e y e zorlam ayacaksın , değil mi?"
d e d i.
"H ayır, yaln ızca kim se l>eni arlık Kanı diye çağırm ıyor,
Ryn diyorlar.'
"Seni erkek ark a d a şın g ib i çağıracak d e ğ ilim "
•() b a ş la tm a d ı k i.” d iş e y an ıtla dım .
316 ■ P o r o t h v K»H>m.son

Nate bir an yeniden dudaklarıma baktı, kendimi bırak­


mak istiyordum. Olmasına izin vermek. Onunla öpülmek.
Yeniden geri çekildim. "Naie," diye araya girdim. "Sana
bir şey söylemem gerekiyor.”
“Sonra." diyerek vennek üzere okluğu öpücüğüne yel­
lendi.
“Hayır,“ diye başımı hareket ettirirken çenesi dudakları­
ma çarptı. “Sana bir şey söylemeliyim.” diye ısrar ettim.
Nate başını alçaltırken gözlerini sıktı. Ellerini üzerimden
çekip yüzüne dokundu. Sinirli ya da gergin olduğunda da­
ima böyle yapardı. Kendini tekrar bana doğru açarak yum­
ruklarını sıkıp “Onunla evleneceğini duymak istemiyorum,”
dedi. “Onunla evleneceğini DUYAMAM.”
"üunun Luke ile hiçbir ilgisi yok,” dediğim sırada sevgi­
limin adını söylememle irkildiğini fark ettim.
Gerilmiş ‘ Haydi söyle o zaman,” dedi.
“Nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum... Sanırım oturmamız
gerek." dedim.
"Tamam.” diye kabul etti. “Yolun aşağısında bir park
var.”
Hyde Park'a doğru on dakika sessizce yürüdükten son­
ra girişe yakın bir banka oturduk. Rüzgâr esiyor, zaten üşü­
müş bedenlerimizi iyice soğutuyordu. Nate ileri, karşıya ba­
kıyor ama bedenimin ısısından yararlanmak istercesine ya­
kın oturuyordu. Vücudum hafifçe ona dönüktü.
"Tugan hakkında," diye başladım.
Nate çatık kaşlarıyla bana doğru döndü. ‘Adele’in kızı mı?”
Başımı sallarken duraksayıp anık gerçeği anladığını ümit
ediyordum.
Akıllı bir adamdı, babası olmasaydı neden ona Te­
gan dan söz çeliyor olacaktım ki?
İ N Y AK IN A k K A lM Ş IM IN KİZl • 317

G özleri birden bilgelikle aydınlanırken çalık kadarı d ü ­


zeldi. “A m an Tanrım ," diye geveledi. Amma da salağım
Alnına bir tokat çaplattı. “O Tegan’dı değil mi? O gün gör­
d ü ğ ü m T egan'dı. O n u tanıyam adım bile. Öylesine şaşkın­
dım ki . . . ” Klini başına yakın bir yerde salladı. "Orada ol-
d u ğ u n için kafam karmakarışıktı. Kahretsin Oydu. O ka­
dar b ü y ü m ü ş ki. ...d e n sonra nasıl? biliyorsun, her rey­
le..."
Dert ettiğine şaşırmıştım. Nate. daha önceleri Tegana
karşı fazla ilgi göstermemişti. Bazen benimle biHikte ona
bakar, ara sıra yatm adan önce bir masal okurdu ama Te-
gan'la paylaştığı fazla bir şey o ldu ğu söylenemezdi. ”İyi Ba­
zı günler keyifsiz ama bazense güzel vakit geçiriyoruz. Bir
danışm anla götürm em gerekiyor.”
"Sen ona danışm an mı bulacaksın?"
Kafa salladım. 'Tegan benim le yaşıyor O nu ben büyü­
tüyorum. Yasal vasisiyim."
İnanm am ış gibi "Öyle misin?”
G ücendim . "Kvet. benm ı. Ne var bunda?
U zanıp beni rahatlatmaya çalışarak elini koluma dayadı.
"Bir şey dem ek istemedim. Sadece ikim i/ de çocuk sahibi
olm am ak konusunda kararlıydık, şimdiyse onun kanunen
vasisisin. Ben herhalde l>öyle bir şey yapamazdım."
"Başka hiç kimse yoktu. Vaftiz annesiyım, hayatımın na­
sıl değişeceğini düşünm eden bu sorumluluğu üstlenmek
du a m uın d ay d ım . O , daima benim için değerliydi ve ba*ka
kimsesi yoktu.”
"Benden daha iyi bir insansın. Söylemeye çalıştığın bu
muydu?”
Başımı iki yana salladım. "Tegan'tn babası hakkında ko
nuşıııak işlemiştim.**
31H ■ Dorothy Koonıson

Kaşlarını şaşkınlıkla kaldırıp yana kaydı. "Babası mı? Bu­


ralarda mı? Kim olduğunu mu buldun yoksa?”
Başımı salladım.
“Tegan’ın hayalına mı girmek istiyor?"
“Bilmiyorum. Ona henüz bir şey söylemedim. Doğru ke­
limeleri bulamıyorum. Nasıl bir tepki vereceğini kestiremi­
yorum.n
Nate derin bir düşünceye dalarak “Pek iyi bir tepkisi ol­
maz herhalde,” dedi. “Seninle gelmemi ister misin? Bunu
mu anlatmak istiyorsun? Çünkü gelirim. En azından bunu
yapabilirim. Senin için ve... ve Adelc için.”
“Aman Tanrım, Nathaniel, ne zamandır bu kadar kalın
kafalı oldun?’’ diye ısırdım.
“Anlamıyorum,” dedi.
“Nate, sensin. Sen Tegan’ın babasısın.”
32

yurken Tegan’ın y ü z ü k ıpırdıyordu. D udakları ha­

U fif aralık, saçlarıysa p e m b e eşarbının altında gizliy­


di. O n u seyretmekten hoşlanıyordum . Bazen ge­
cenin bir yarısında tuvalete gittikten sonra usulca yanına gi­
rer, rüyasında koyu kum ral kirpiklerinin, gözlerinin altında­
ki yum uşak beyaz deriye çarpışını, k ap ak lan n ın altında hız­
la hareket eden g ö z bebeklerini seyrederdim. Bu, o nunla
yaşadığımdan beri sahip o ld u ğ u m ayncahklardan biriydi.
Uyurken başında gece nöbeti tutabilirdim . G üzelliğinin ta­
dını çıkarıyordum . Ne denli h uzurlu g ö rü n d ü ğ ü n ü . Ne ka­
dar iyi b ü y ü d ü ğ ü n ü .
O d a d a n çıktığım da b o ğazım düğüm lenm işti. Uyurken
tıpkı Nate’e benziyordu. Ayaktayken m inik Adele’di, uyku­
daysa babasının y ü z ü n ü taşıyordu.
Sabahın d örd ü y d ü , birkaç dakika evvel eve dön m üş Te-
gan’ın iyi o ld u ğ u n d a n e m in olm ak için dosdoğnı odasına
gitmiştim. Tabii kİ iyiydi. Süm üklerim i çektim, dışarı akan
kısmı sanki beni üşütüyordu. Gerçi, bir tek bu değildi. İçim­
de, baraj bentleri h enü z kaldırılmış bir nehrin hızla akan su-
320 ■ Dorothy Koomson

lan gibi tezat, karmaşık duygular bir gözyaşı seli halinde


kendilerini koyvermek için boğuşuyordu. Mendil almak için
elimi cebime soktuğumda parmaklarım, Nate’in evinden
taksiye binmeden önce aceleyle tıktığım külotlu çorapları­
ma değdi. Gözlerim yeniden yaşla dolarken ayrıldığımız sı­
rada beni öptüğünü ve yüzünde beliren cesur tebessümü
düşündüm. Bütün bunları Luke’a nasıl anlatacaktım?
'Onun babasısın’ kelimeleri beyninde bir anlam oluştur­
duğu saniyede, ifadesi donmuş yüzüme baka kalmıştı. An­
lattıklarımdan caymamı beklercesine berrak gözlerini yüzü­
me dikmişti. Ağzından ya da burnundan katiyen hava çık­
mıyor, nefesinin kesildiğini biliyordum. Birden gövdesi sen­
delemeye ve havayı yutarcasma solumaya başladı. Ebe-
veynliğin büyük geniş okyanusuna bütün giysileriyle atılmış
ve suyun yüzeyine henüz çıkabilmiş bir adamın nefes alıp
verişine benziyordu.
"Ne?.. Ha?., diye başladı.
"Nate,” ona dokunmak üzere uzandımsa da kendini he­
men geri çekti.
"Bana ne anlatıyorsun? dedi. “Sen ne diyorsun?”
"Nate, doğru. Onun babasısın.”
Banktan hızla kalkıp ayakta hareketsiz durdu, ellerini
saçlarına geçirdi ve yeniden oturdu. Ellerini, birkaç dakika
öncesinde paltomun iliklerini erotizmle açan o ellerini, sa­
rarmış yüzüne koydu. Avuçlarını yanaklarına sürtüp sonra
gözlerine götürdü.
“Çocuk yok,” dedi. “Bu konuda her daim anlaşmıştık.
Şimdi de bana ne diyorsun? Bir çocuğum olduğunu mu?”
Basımı salladım.
"Yanılıyorsun. Bir yerde bir hata var."
Başımı iki yana salladım.
EN YA K IN ARKADAŞIM IN Kl/.l • 321

“Mutlaka olmalı. Tegan'ın bahası olamam Mümkün de­


ğil."
“Adele ile yattığında herhangi bir doğum kontrol yönte­
mi kullandınız mı?" diye sordum.
Nate, yüzünü buruştururken utançla başını olumsuzluğu
ifade etmek için iki yana salladı.
“Öyleyse m üm kün," diye yanıtlarken, sesim kırgın ve so­
ğuktu.
“Ama o daima, iş yerinde tartıştığı evli bir erkek olduğu­
nu söylerdi. Bir çocuğa sevgi vermekten yoksun bir adam­
la tek gecelik bir macera yaşadığını..." Adele'in söyledikle­
rinin kendisini gayet iyi tanımladığını fark edince Nate in
sesi titremeye başladı. İş konusunda anlattığı dahi doğruy­
du zira Nate le tanışmamdan önce, medya partilerinde bir­
kaç kez karşılaşmışlardı.
“Onunla yattıktan dokuz ay sonra doğurması sana bir
şey ifade etmedi mi?”
“Hayır. Neden etsin ki? Bana asla bir şey söylemedi. En
ufak bir ipucu dahi vermedi..." Elleriyle yeniden yüzünü it­
ti. Parmaklarının arasından “Ne kadar zamandır biliyordun?'
diye sordu.
Başımı eğip kucağımda soğuk ve hareketsiz duran elle­
rime odaklandım.
Azıcık daha yüksek sesle “Kaç zamandır?" diye tekrarb-
dı Nate. Patlamasını bekleyerek az biraz daha büzüldüm.
“Demek beni bu yüzden lerk etlin," dedi. “Bana neden
konuşmadığını, açıklama yapmama niçin izin vermediğini
hiçbir zaman anlamamıştım. Öğrendin ve kahrolası bana bir
şey demedin, sadece... işte her ne bok>a! Tekrar yerinden
fırladı.
"Adele bilmeni islemiyordu," diye açıkladım.
32 2 ■ D o ro th y KiK»nw>n

Hana doğrıı yaylandı. "Adele, bilmemi istememiş, sen de


onunla mutabıkım öyle mi?”
"O Tegan’ın annesi. Tegan'ın yaşamını bozmak islemi­
yordu. Sana bir şey demememi rica etti."
“İyi öyleyse," dedi. "SEN NEDEN BAHSEDİYORSUN, AL­
LAH AŞKINA?" dive bağırdı. “SEN ONUNLA DEĞİL BENİM-
LEYDİN, BENİMLE! BANA SÖYLEMEN GEREKİRDİ!"
Ben de yerimden kalkıp ona doğru, bedenlerimiz kızgın­
lıkla birbirine sürtüşene kadar yürüdüm. “HEY, TIPKI SE­
NİN DE EN İYİ AitKADAŞIMI BECERDİĞİNİ SÖYLEMİŞ OL­
DUĞUN G İB f Mİ DEMEK İSTİYORSUN?” diye geri çıkıştım.
Ters ters baktı, sonra üst dudağını küçümsemeyle yuka­
rı doğru kıvırarak, “Defol git.” diye tısladı. Bir çalım yürü­
yüp uzaklaşırken gecenin karanlığı onu oburlukla yiyip yu­
tuyordu sanki.
Olaylara alışabilmesi için zamana ihtiyacı vardı dolayısıy­
la içimden onu bırakmak geliyordu. Hem kimse bana bu
şekilde konuşamazdı. O bile. Sonra mantığım geri geldi:
Karanlık bir parkta yalnızdım. Ağaçlar ve çalılıkların arka­
sında pusuya yatmış saldırganlar olabilirdi ya da çocuğumu
elimden almak gibi bir eşek şakası yapmak isteyen sosyal
hizmet çalışanları bile kol geziyor olabilirdi. Eski nişanlımın
peşine düştüm.
Ona yetişmek fazla vakit almadı, patika boyunca kızgın
ve kararlı adımlarla hızla ilerliyordu. “Nate,” diye seslendim.
"Lütfen! Dur! Lütfen!”
Ayrıldığımız yıllar içinde Nate değişmişti, durmadı. Ben­
den yaşça büyük ve kişilik itibarıyla uyumlu bir insan olarak
Nate, kızıp patırtı kopartacağına anlaşmazlıkları daima açık­
ça konuşarak halletmeyi tercih ederdi. Hemen konuşmazsak
sorunun büyüyeceğini düşünürdü. Besbelli, bu değişmişti.
İ N YAKIN AKKAIM>IMJ\ K l/J ■ )2 ;

‘‘Nate,’' diye yeniden seslendim. Hayal nu görüyordum


ya da o?.. Evet, evet hızlanıyordu “Nate! Bırak da sadece...'
Bir buz parçasına takılan topuğum tarafından kısa devreve
uğrarken savrulduğum gibi bacağım altımdan aiuup törenle
yere konmuştum.
Taşa yığılı kalmıştım. Soğuk, anında giysilerimden içeri
sızdı. Birkaç saniye sonra bacaklarımı kımıldatarak zonkla­
makta olan sol ayak bileğimi kendime doğru çekip beşik­
teymiş gibi salladım. Yere ilk çarpan sağ dizim olduğu haJ-
de, her nasılsa sızısını soJ bacağımdan sonra hissettinrken
gözlerim yaşla doldu. Siyah ince çorabım, dizimin çevresin­
de lime lime olmuş, soğuk taşın yardığı cildimden fışkıran
kanla lekelenmişti. Istırap oklan bacaklarımı sararken göz­
lerimden daha da yaş fışkırmaya başladı. Aslına bakarsanız
öyle kolay ağlayan bir insan olmadım hiç, bu kadar sana
çektiğim zamanlarda bile ama şu anda hayatımda yolunda
giden ne vardı? Son altı ay zarfında yaşamımda olağan ne
vardı?
İşte, sarsıcı bir gece için mükemmel bir kapanış: parkın
birinde karaya oturmuş, eve dönebileceğim bütün yollar
kesilmişti. Evde bıraktığım erkek benden nefret ederek kı­
yameti koparmıştı. Bu kadar hafif bir düşme için feci bir acı
içindeydim
Luke ıı arayıp bulunduğum yerden beni toplaması ge­
rektiğini kabullenmeden önce, rezil durumumun içime sız­
masına, kendi kendime acıma duygusuyla birkaç dakika da­
lla debelenmeme izin verdim. Cep telefonumu bulmak İçin
siyah deri çantamı alıp elimi içine daldırdığım sırada yere
bir resim düştü. Geçen salı sabahı okula gitmek üzere beni
İneklediği sıratla Tegan çizmişti. Gökyüzünde sarı bir güne­
şin, bahçesinde kırmızı çiçeklerin olduğu bir evin resmiydi.
324 ■ D o ro th y K o o m so n

Alı penceresine beni ve kendini el sallarken yerleştirmiş.


Bayağı etkilendiğim bir resimdi, kendine aynı benim saç sti­
limi çizmişti, arkasını uzun, önü nü kısa bırakmış, alnına d ü ­
şen bir kâkül yapmıştı ve neredeyse mükemmeldi. Sarışın
demetler yapmış, her ikimize de kırmızı elbiseler giydirmiş-
li. Yolda giderken elime sıkıştırmış “İş yerine koyabilirsin,"
demişti. O ndan uzaklayken sürdürdüğüm hayatla bağlantı
kurmanın bir yolunu bulmuştu. ‘İş’ diye adlandırılan bu şey
onu âdeta büyülüyordu. Beni göremediği zamanlarda neler
yaptığımı keşfetmek için can atıyordu. O nu almaya gittiğim­
de,- ‘İşte’ iyi bir gün geçirip geçirmediğimi, kimlerle konuş­
tuğumu sorar, o gün neler yaptığımı, kaç kişiyi arayıp kaç
tane e-posta altığımı öğrenmek isterdi. Bu, her şekilde içi­
ne girmek istediği bir dünyaydı.
Resmi çantama tıkıp cep telefonuma döndüm . Ev tele­
fonumu bulmak üzere bir düğmeye basıp numarayı tuşla­
madan önce bir an duraksadım. Luke, şüphesiz gelirdi fa­
kat Tegan’ı uyandırıp arabaya koyması ve buraya kadar
sürmesi...
Nate “İyi misin?*’ diye sorarken önüm de duruyordu.
Gözyaşlarını! fark etmemesi için başımı eğerken evet di­
ye işarel ettim. Sadece canım acıdığından değil aynı zaman­
da beni üzdüğü için ağladığımı görmesini istemiyordum.
Ayağa kalkmama yardım ettiği sırada cep telefonumu çan­
tama geri koydum. NateV tutunarak biraz ötedeki üstü
ayazdan donmuş sıraya doğru topalladım.
Bir müddet sessizce yan yana oturduktan sonra yanıma
yaklaştı. Parmaklarıyla baldırımdan tutup bacağımı kaldırdı
ve kucağına koydu. Elbisemi'sıyırarak yaralı diz kapağıma
ve MMiıiş ayak bileğime baktı.
H ü z ü n le it ç e k e re k K e n tlin e b ir b a k . ” d e d i.
FJM YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI • 32S

“Bakmazsam daha isabetli olur herhalde, nasılsa senin


için fark etmez." Gizlice gözlerimi sildim.
Cebinden bir mendil çekip çıkarttı. Yaranın üstündeki
çakıl ve kanı temizlerken “Merak etme, temizdir,’’ dedi.
Suskunca oturduk, ben karanlığa, parkın yuvarlak tepe­
ciklerine, gökyüzüne doğru yükselen ağaç dallarına
bakarken, o dizime eğilmişti.
Yavaşça “O, benim de arkadaşımdı,” derken sesi hüzün
yüklüydü. “En yakın dostlarımdan biriydi ve göçüp gitti.
Kimse bana halîer vermedi. Ölüm ilanını ticaret magazinin­
de tesadüfen okudum. O, yaşamımızın, yaşamımın öyle bü­
yük bir bölüm ünü oluşturmuştu ki, sonra da öldü işte/'
Mendili hafifçe dizime bastırmayı bıraktı. “Bana neden söy­
lemedin?” Ona bakmamı bekleyerek “Benden bu kadar mı
nefret ediyorsun?”
“Senden nefret etmiyorum Nate, sadece aklıma gelmedi.
Vefalından sonraki günlerin üstesinden gelmek yeterince
zordu zaten ve unuttuğum başka birçok şey oldu. Sana ha­
ber vermek bunlardan biriydi. Her şey öyle apansız gelişti
ki. İyileşmeyecek bir hastalığı olduğunu biliyordum ama bu
kadar çabuk öleceğini düşünemedim. Böyle olacağını söy­
lediyse de ona pek inanamamıştım. Zaten, bir ölçüde hâlâ
inanamıyorum.”
Nate başını salladı. ‘Ona en son hayatımı mahvettiğini
söylemiştim. Yaşadığı müddetçe de kendisinden nefret ede­
ceğimi. Öleceği kimin aklına gelirdi ki?” Nate gözlerini
yumdu. “Sen gittikten sonra onu aramış niçin sana söyledi­
ğini sormuştum. Bir kaza olduğunu anlatmaya çalıştıysa da
onu dinlemedim. Onu azarladım. IVdim ki... Kıskanç bir
kaltak olduğunu söyledim. Ondan net ret ettiğimi. HrrkcNin
yaşamım piç ettiğini. " Gözleri iuilâ kapalı, basını salladı.
326 ■ Dorolhy Koomson

Tanıdıklarım arasında ölen ilk insan. Dedemler hile hâlâ


hayatta. Ben...” Duyguları sesini bastırdı. Elini tuttum. Par­
makları parmaklanma dolanırken iyice elimi sıktı. "Planlı ol­
madığını bilmeni istiyorum."
Başımı karanlık gökyüzüne dognı kaldırdım. Rüzgârın
soğuğu yüz çizgilerime vururken keskinliği çenemi dondur­
du. “Nate. bundan bahsetmek istemiyorum." Pannaklan
parmaklanmı sıkarken başımı ona doğru eğdim. “Bunu her
düşündüğümde midem bulanıyor. Buraya ilk taşındığımda,
seni ve Adele’i aklıma her getirdiğimde içim dışıma çıkıyor­
du... hâlâ bazen kusuyorum. Zaman zaman Tegan’a baktı­
ğımda gerçekten kim olduğunu hatırlar, nasıl meydana gel­
diği beni o kadar üzer ki, başımı çevirmekten kendimi ala­
mam. O değil, onu seviyorum ama olayın kendisi. Acıtıyor.
Beni ağlattığını söylemek istemiyorum. Ağlatmıyor da. Bilfi­
il, yüreğim burkuluyor... Dolayısıyla bundan söz edemem*.
Konuşabileceğimi zannettim, ama yapamıyorum. O yüzden,
şimdi değil, tamam mı?”
"Neden peki şimdi Tegan’ı anlattın?”
“Çünkü bilmek senin de hakkın.”
“Telefonda söyleyebilirdin.”
'‘Hayır, söyleyemezdim, zaten başka bir şey daha var.”
-Ne?"
“Ben... Benim senden bir şey istemem gerek. Adele Te-
gan’ı evlat edinmemi istemişti. Ben de buna uğraşıyorum.
Ancak, evlat edinilen kişinin, yeri yurdu belli ve hayana ol­
duğu bilinen bir ebeveyni varsa, rızasının alınması şart. Onu
evlat edinebilmem için bana. Tegan üzerindeki tüm el>e-
veynlik haklarından vazgeçeceğine dair bir belge imzalama­
nı istiyorum.”
EN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI ■ 327

Nate başını salladı. ‘Bir çocuğum olduğunu sadece bir­


kaç dakika önce öğrendim, şimdi de ondan vazgeçmemi mi
istiyorsun?"
-Çocuk istemiyorsun ki, beş dakika önce kendi ağzınla
söyledin.”
“Sen de istemiyorsun ama yapıyorsun."
“Yapmak zorundaydım. Tegan’m yaşamında daima diğer
kişi oldum, bunu da biliyorsun. Ama mecbur değilsin. Sen
sadece...”
••Hayır," diye sözümü kesti. “Bunu burada konuşamayız.
Hava soğuk ve yorgunuz. Doğru dürüst tartışmamız gerek.
Dizinin temizlenmesi, ayak bileğinin de sarılması gerek,”
"Ya evet, dışarıda bir taksiye atlayabilir miyiz acaba?”
Nate öne eğildi, ellerini yüzüme koydu ve gözlerimin içi­
ne bakarak “Benimle eve gel," dedi. “Lütfen.'’
Tegan, kolumu çekiştirirken ısrarlı bir sesle "Ryn anneci­
ğim," dedi.
Gözlerimi açmadan önce bile içimden ağlamak geliyor­
du. Çok uykusuz kalmış, şimdiyse tatlı bir uykunun derin­
liklerinden kaldırılıyordum.
“Ryn anneciğim,” diye yineledi Tegan.
' Efendim.'’ diye geveledim.
“Giysilerin niçin üzerinde? Yine onlarla mı uyudun yoksa?"
İnledim. Yine seks yaparken uyuya mı kalmıştım acaba?
Bu çok saçma olurdu, özellikle de Natele yıllardır sevi^me-
mişken. NATE! Gözlerim birden açılırken yatak odası pen­
ceremi görmediğimi fark ettim. Karşımda televizyon ve kır­
mızı puf duruyordu zira bedenim divana kıvntmiMi.
Bir gece öncesine ait görüntüler lx.*ynimde Har gibi pat­
ladı: Nate’in evine gidişimiz, dizimi temizleyip yara bandı
yapıştırması, güçlü parmaklanyla bileğimi sarmasına hacet
328 • D n m tlıy K o o ın sn n

bırakmayacak katlar iyi fk r/> Ucat masajı yapışı, yan yana


oturup hiılikte çay içişimiz, televizyon seyredişimiz ama ko­
nuşmamamı/, hana hir (aksi çağırması, Geceyi orada geçit
ıııem için ısrar edişi, yorgunluğunu allıktan sonra sahalı be­
ni eve bırakacağına söz verdiğini fakat geri dönmekle ısrar
edişimi hatırlıyorum. İkimizin de iyiliği için. Kve girip Te-
gan’a baktıktan sonra koridorda durduğum u, Luke'ıın yanı­
na yatıp yatımjmak konusunda tereddüt etliğimi biliyorum.
O nu uyandıracak, ya konuşacak ya da sevişecektik oysa hiç­
biri de cazip gelmemişti. Kn nihayetinde divanın üzerine kıv­
rılıp uyuya kalmış paltomu battaniye niyetine kullanmıştım.
I.ııke ocağın başında, kokusundan anladığım üzere jam-
tx>nİu yumurta pişirmekteydi. Ayrıca tost da kızarıyordu.
Uzun lx>yıınu gerip dikleştirdiği sırlıyla duruş şeklinden •
gözlerini benden kaçırdığını anladım.
Tegan “Görüyor m usun giysilerin üstünde," diye doğru­
ladı.
Dalgın bir şekilde "Ya, evet,” dedim.
Uıke “Ryn’ı yalnız bırak, Tegan,” dedi. “Çok yorgun g ö ­
rünüyor, otur kahvaltını yap.”
Luke Lsterse aya dahi uçabilecek olan Tegan, ona doğru
sekerek hazırlamış o ldu ğu tabağı aldı.
Kendine de yumurta pişirmekle uğraşan Luke "Neden
biraz yatakta dinlenmiyorsun?'* dedi. “Bir saate kalmaz çay­
la kahvaltılık getiririm.” Hâlâ y üzüm e bakm ıyordu. Ayağa
kalktım, doğruyu bilmesi, onu aldatm adığım ı anlaması ge­
rekiyordu.
Tegan “Turuncumsu elbisen buruşm uş,” diye yorumda
bulundu.
"Ya. öyle," diyerek Luke un hediye ettiği turuncu ve kır­
mızı renkteki ipek elbiseye göz attım. "Ü tülem em lazım.''
I\N Y A K I N A K K A D A Ş I M J N K l / i - *,#)

Tegan “Evet, Otülemeli.sin," diye uyardı.


l.uke’un gözleri l>eni merakla süzmeye yüreklendi, Inıru
şıık görüntüme takıldı, ardından paltomun cebine tıktığım
ince çorapları Körünce acıyla irkildi. Neden orda oldukları
ve bundan çıkarttığı sonucun düşüncesiyle alazlanmış gibit
gözlerini hemen kaçırdı. "Haydi, yatağa gir,” diye buyurdu.
“Heykınlı sandviç getireceğim, ekmeğine beykın değil Tom-
mie K sürerim."
“Sağ ol," diye geveledim. O nu rahatlatma anı geçmişti,
liaşka bir anı da yakalayamayubilir, kendisini aldattığımı
zannetmeye devam edebilirdi.
Tabağını görünce Tegan “Tost T ile başlar,” diye sevinç­
le haykırdı.
“Evet, ‘Tatlının T’si’ kahvaltı zamanı."
“Hayır!” diye kıkırdadı, 'Tegan’ın T’si!”
"Olabilir,” diye gülümseyerek karşılık verirken “Fakat
benkahvaltını yeme zamanın olduğunu düşünüyorum.”
Sessizce yatağa giderken Bazen onunla beriden daha i]i
anlaşıyor, diye geçirdim aklımdan.

Yavaşça sallanarak yeniden uyandırıldım. Gözlerimi aç­


tığımda lu k e ’u yatağın ucunda oturmuş buldum. Başucu
sehpasının üstündeki tepside bir fincan çayla beykmlı tost
duruyordu. Yalnızca bir saattir mi uyumuştum? Günler gibi
geidi.
Lûke, gözlerime bakmaktan kaçınarak "Gitmeden önce
seni uyandırırsam daha iyi olur diye düşündüm,” dedi.
Esneyerek “Gitmek mi?" deyip doğruldum.
"Evet, yapacak işlerim var. T odasında oynuyor, yani iyi.
Fakat yine de gittiğimi söylemeyi tercih ettim zira ne kadar
yaramazlık yapabileceğini sen de biliyorsun.
330 • O o m th v K oom son

•'Yapacak neyin var ki?" diye sordum.


"Sadece iş. esime döneceğim. Daha sonra görüşürüz.''
Lııktf yalaktan kalkmak üzereyken ona uzanıp kolundan ya­
kaladım ve geriye çektim.
“Neler oluyor?”
Yavaşça yatağa oturup en nihayet yüzüme hakti. “Sen
söyle."
Ne diyeceğimden emin olamayarak, hiçbir şey söyleme­
dim. Ne kadarını bilmek isteyecekti ki? Kesinlikle, tamamı­
nı değil. Her halükârda nasıl anlatacaktım ki? Nate ile olan
ilişkimin karmaşıklığını bilmiyordu ki. Mr Tumer’ın salt es­
ki sevgilim ya da eskisi olmadığını, onun... Nate olduğunu,
bu kadar basit aynı zamanda da karmaşık.
Uzunca süren sessizliğimden sonra “Bak Ryn,” dedi.
"Dürüst olacağım, bu durum karşısında nasıl davranacağımı
bilmiyorum. Daha önce hiç böyle bir şey yaşamadım. Sen
ve Tegan hakkında ne hissettiğimi gayet iyi biliyorsun, ha­
yatımın bir parçası olduğunuzu da. Fakat o, Tegan’ın ger­
çek babası ayrıca aranızda bir şeyler geçtiği de aşikâr."
“Tabii ki hayır,” diye itiraz eltim.
“Hayır mı? O halde neden gözlerime iki saniyeden fazla
bakamıyorsun? D ün gece niçin yatağa gelmedin? Neden tu­
haf yürüyordun? O nunla düzüşm ediğini umuyorum ama
öyle yapmış olsan bile hiç şaşırmam çünkü onu hâlen sevi­
yorsun."
"Söylemiştim. Artık sevmiyorum.”
Luke bu açıklamamı duym azdan geldi. “Bununla uğraşa*
mayaeağım. Şimdi gitsem daha iyi olacak, öfkem azaldığı za­
man konuşuruz. Kveı. hissettiğim tam da bu, kızgınını. Adil
değil." Durdu. ‘'Bunu şimdi yapmak islemiyorum. Hele Te­
gan ortalıklayken ve üzerinde henüz iyice düşünmemişken."
KN YAKIN ARKADAŞIMIN K !/l ■ 331

"Tamam," diye geveledim. Sadakatsizlik yapmadığıma


dair onu ikna etmenin hir yolu yoktu.
Çıkıp gitmek yerine, dim dik oturdu, kapıya doğnı bakar-
ken “Yaptın mı?" diye sordu.
"Hayır,'* diye yanıtladım. Kimileri böyle bir .sualden gü*
cenebilirdi ama yerinde olsaydım ben de sorardım. Güven
eksikliğinden değil, bilm ek ihtiyacından doğan bir soruydu.
Ya öyleyse... diye merak ederek kafayı yememek için du­
yulan bir ihtiyaç. Yapabilirler miydi?.. Yaptılar mı?,. O kişi­
ye, aynı zamanda, onlara güvendiğini söylemenin de bir
yoluydu. Gerçeği söylemesi konusunda ona güvendiğini.
"Luke onu öpm edim bile.”
“O nunla yatmak istedin mi?" diye sorarken duymak isle­
mediği bir cevaba hazırlandı.
Hiç duraksamadan “Hayır,” diye yanıtladım.
“Gerçekten mi?”
“Evet, cidden. O na Tegan’dan bahsedince kavga ettik,
sonra düşüp bacağımı yaraladım. Bu yüzden topallıyorum,
yoksa seks maratonu çektiğim için değil. Temizlenebilmek
için evine gittim. İşte hepsi bu kadar, yani hiçbir şey olma­
dı. Ardından taksiye binip eve döndüm . Yatağa gelmedim
zira sabahın dördünde seni rahatsız etmek istemedim. İşte
bu. O lan sadece bu."
“İmzalayacak mı?”
“Bilmiyorum. Anlattıklarım onu o kadar korkuttu ki, baş­
ka hiçbir şey düşünemeyecek haldeydi.“
“Yani, cidden onunla sevişmek istemedin mi?”
“Cidden."
“T a m a m , la m a m k ıp ır d a ," d e y ip yanım ;« u /.a n d t. K o lla rı­
m ı e tr a fın a d o la r k e n s a ğ la m b e d e n in e .s o k u lu p y ü z ü m ü sır­

tın a d a y a d ım . G ö z le r im i k a p a t ıp u y u m a y a b a ş la d ım .
332 ■ Dorothy Koomson

O n u g e rç e ğ i s ö y le m iş tim . N a te 'le y a tm a k is te m e d im . K e ­

s in lik le . O nu öpm eyi a r z u la d ım . Ona s a r ılm a k is le d im .


O n u n la s e v iş m e k iste d im . A r d ın d a n d a , y e n id e n rü y a â le ­

m in e d a lış ın ı s e y re tm e y i d ile d im fa k a t h iç b ir ş e k ild e o n u n ­


la y a tm ay ı d ü ş ü n m e d im .

B u n u L u k e ’a s ö y le y e m e z d im . L u k e , d ü n g e c e n in b e n im

iç in b ir h atıray a g e ri d ön m ey e*, b a n a iç in d e y k e n b ü y ü m e
ş a n s ın ın v e r ilm e d iğ i e sk i b ir K a m r y n g iy s is in e y e n id e n b ü ­

r ü n m e y e b e n z e d iğ in i a n la m a y a c a k tı. A d e le ’in itirafı e tra fın ­

d a d ö n e n o la y la r b e n i h o ş la n d ığ ım b ir k iş ilik ve h ay at tar­
z ın d a n s ö k ü p k o p a r tm ış tı. H atta s e v d iğ im . D ü n a k ş a m , Na-
te ’e karşı h is s e ttiğ im h e r şe y b u n a d a ird i. T a m a m e n ta p tı­
ğ ım b ir a d a m la b ir lik te o l d u ğ u m , biri ta r a fın d a n k o ş u ls u z

o la r a k a r z u la n m a n ın v e ö n e m s e n m e n in t a d ın ı b ild iğ im bir
z a m a n d ilim in e aitti. I:n iyi a r k a d a ş ım ın y a ş a d ığ ı, T ig a m ’ın
s u is tim a l ya d a m a te m iz le r in i h e n ü z ta ş ım a d ığ ı vakitleri
a n ım s a ta n b ir a r k a d a ş ım la b e r a b e r o lm a k la ilg iliy d i. D ü n
g e c e N a te 'le b ir lik te o lm a k is te m e m L u k e 'ta n b a şk a b ir a d a ­
m ın ö z le m in i ç e k t iğ im a n la m ın a g e lm iy o r d u . Şu a n d a k i h a ­
lim d e n g ay rı b ir b e n ’ o lm a k ö z le m in i ç e k m e k ve b u z a m a ­
n ı o n u n u ğ r u n a h p b a e tm e k is te m e k le ilg iliy d i.
L u ke b u n u a n la y a m a z d ı. Rski n iş a n lıs ı N ic o le h a k k ın d a

a y n ı şeyi s öy le s e b e n d o a n la m a z d ım . N e d e n li d ü r ü s t o lu r ­
sa o ls u n b u n u b ir ih a n e t o la r a k a lg ıla r d ım . H e m nasıl olsa

N ate'le b ir d a h a g ö rü ş m e y e c e k tim . E v rak ları o n a g ö n d e r e ­


c e k tim o ka d ar. D o la y ıs ıy la d ü n g e c e h is s e ttik le r im in b ir
ö n e m i y o k tu . m iılıım o la n ş im d i ki z a m a n d ı.
34

-w— '< y a-dcı-cla-clan!


ğ ğ Z ili k im in ç a ld ığ ın ı m e ra k e d e re k ap a rtm a n kapı-
M. sın a g ö z attım . T e g a n ’la b irlik te dışarıyı* çık an
I.u ke ’u n a n a h ta rı vard ı, k ü ç ü k ç o c u k la r d a n h o ş la n m a y a n
ofis ark a d a ş ım Betsy ise, T e g a n ’a rast g e lir k o rk usu yla arlık
ziyaretim e g e lm iy o r d u . Habersiz, g e le b ile c e k insanların lis­
tesi d e zate n b u ra d a b itiy o rd u .
Kvime, T e g a n 'ın d a evi o ld u ğ u n d a n heri tak tırd ığ ım k a ­
lın g ü v e n lik z in c irin i çık arta rak te m k in le k a p ıy ı a ç ıp an ıdan
bak tım .
Nate.
A kşam y e m e ğ im iz d e n s o n ra k i lu ılla b o y u n c a o n u n la ne
k o n u ş m u ş n e d e g ö r ü ş m ü ş tü m , sadece k e n d i k e n d im e bir
g ü n o n a evrakları g ö n d e r ir im d iy e d ü ş ü n m ü ş tü m . Salak h e ­
n ü z o g ü n e s ö k m e m iş ti. K ap ıyı itip k a p a n ık ta n s om a iıiıek
p arm a klarla zinciri ç ö z ü p tekrar açtım . K llcriım k kı iıiu-nıe
g ib i kısık ve kesik ç ık a n sesim le 'b u ra d a in- işin \ai''” diye

sord u m .
334 ■ D orothy K oom son

“Seni görmek istiyordum.”


“Haber vermeden böyle istediğin gibi gelemezsin."
“Gelirim çünkü geldim,” diye karşılık verdi.
“Oturduğum yeri nasıl öğrendin?”
“Taksi şoförüne adresini verdiğinde duymuştum." Şaka­
ğına hafifçe vurdu. “Keskin zekâ.”
“Ne istiyorsun?” Sesim muhalefet ve korkuyla gölgelen-
mişti. Bu işin sonu iyi değildi. Luke, Nate’i bir kaşık suda
boğmak için bahane arıyordu. Altı yıl boyunca çıktığım Na­
te de, kıskanç mizacıyla bu fırsatı kaçırmayarak yattığım
adamı iyice benzetecekti.
"Dediğim gibi seni ve Tegan’ı görmeye.”
Bedenim dehşet içinde gerildi. "Ne? Niçin?”
“O... bak, kapının eşiğinde mi konuşmamız gerek?”
“Hayır, hayır.” İçeri girmesi için kenara çekildikten son­
ra dosdoğru mulfak-oturma odasının yönünü gösterdim.
Nate, blucin ve siyah polo yaka bir kazak giymişti, otur­
madı, yaşam alanımı inceliyordu: kitaplığı, son birkaç aydır
üzerine bin bir renkle lekeler sürülmüş krem rengi koltuğu,
televizyonun yanı başında duran büyük kırmızı çöp sepeti­
ni, mutfağı oturma köşesinden ayıran ve küçük yemek ma­
sasının önüne serilmiş olan kırmızı halıyı inceden inceye
tetkik etti.
Sonra beyaz mutfak dolaplarıyla tepelerindeki ahşap gö­
rünümlü tezgâhlara bakmaya devam etti. Üzerleri, yorgun
bedenimi koltuktan sıyırabildiğim anda yıkayacağım kah­
valtı ve öğle yemeği artıklarıyla kaplıydı.
“Nerede?" N ate. 1.90 m k a lıb ın d a n y u k a rı y ü z ü n e d o ğ r u
b a k m a n ı ivin a r a m ız d a k i m esafeyi kısalttı.
‘O ... Lııke o n u p ark a ö r d e k le ri b e s le m e y e g ö t ü r d ü ya da
o Luke'ıı g ö tü r d ü . D ü n gece, e ğe r n u id a h a le e tm e zs e ör*
EN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI ■ 335

deklerin açlıktan öleceğine karar verdi, hu konuda o kadir


ısrar etli ki, en sonunda karate dersinden sonra götürmeye
karar verdik. Luke bulaşık işinden kaçmak için gönüllü ol­
du.”
Eski nişanlımın yüzü küskünlükle değişti. “Onu sık sık
gezdiriyor, değil mi?” diye homurdandı. Sesinin bu şekilde
alçalıp suçlayıcı ve garazlı bir tonda çıkmasını daha önce
hiç duymadığımdan biraz dehşete kapıldım. “Tam bir aile
erkeği, öyle mi?”
“Nate, yeter artık, lütfen.” Koluna dokundum. ‘’Bu, sen
değilsin." Derin bir soluk verirken tüm bedeni rahatladı.
“Hayır, hayır değil, öyle mi?” Kafasını salladı. “Öyle allak
bullak oldum ki, çoğunlukla ne yaptığımı ya da ne hissetti­
ğimi bilmiyorum.” Benden uzaklaşıp divana yerleşti. Ben de
yanına oturdum.
“Burada ne yapıyorsun?” diye sorumu yineledim.
“Yalan söylemiyorum, Tegan'ı görmeye geldim."
İçimi yeni bir korku sardı. “Ama neden?”
“Nasıl peydahlandığı bir yana benim kızım. Sorumlulu­
ğunu üstlenmem gerek.”
Ah, hayır. Hayır. Başlangıçta istememiş olsam da, bu.
şimdi onsuz yaşayabileceğim anlamına gelmiyor. Adele'le
olan tek bağlantımdı. Ona bakacağıma ve evlat edineceği­
me söz verdim. Onu seviyor, ihtiyaç duyuyordum. Ya Nate
ona aşık olur onu isterse?
“Neden? Çocuk istemiyorsun. Onun üzerinde hak iddia
etmeye mi çalışacaksın?”
Nate, dehşetle irkilirken dertli yüz çizgileri gerildi. -Tan­
rım, hayır!”
“Öyleyse, onu niçin görmek istiyorsun?
"Kamryn, o benim kızım.”
336 ■ Dorotlıy Kooıııson

"Ama çocuk istemiyorsun.”


“Hu tartışmaya açık bir mesele, değil mi? Bir çocuğum
var ve onunla ilgilenmem gerek.“
“Madem üzerinde hak iddia etmeyeceksin öyleyse niçin
görmek istiyorsun ki?”
"Ondan .vazgeçmeden önce tanımayı bile denemezsem
nc biçim bir insan olunun ki?"
‘'Anlamıyorsun, hâlâ buralarda olursan, evlat edinmeme
izin vermezler. Bakımını üstlenebileceğin şeklinde algılanır,
bu ise, benim onu layıkıyla evlat edinemeyeceğim anlamı­
na gelir.”
Gözleri, birkaç saniye boyunca beni inceledi. “Benim
ebeveynlik haklarımdan vazgeçtiğime dair imzayı basıp hiç­
bir şey olmamış gibi çıkıp gitmemi mi bekliyordun?”
Olayı bu şekilde kurgulaması, talebimi duygusuz kılıyor­
du, huysa olmadığı bir şeydi. “Hayır, elbette ki hayır... Bil­
miyorum.”
“Kam... Ryn, aramızda geçenler hakkında konuşmaya
başlamadık bile. Konuşana kadar da buradan gitmeyece­
ğim.”
Bu düşünce, içimi dehşetle doldurdu. O bir yabancıydı
Ne yaptığını keşfettiğim gün elin adamı oluvermişti. Nate
değildi, o güvendiğim can yoldaşım ihanet edebilen bir er­
kekti. Niçin yapmış olduğunu bilmediğim halde bildiğimi
zannediyordum. Şüphelerim gece gündüz aklımdan çıkma­
dı, tıpkı Adele’in (ilmeden önce söylemek istediklerini bı-
rakmayışım gibi beni bezdirdi. Bu bezginlik, zihnimde yer
alan suç ve kayıp oluklarının birer parçası gibiydiler. Bu dü­
şüncelerimin teyidini duynuık istemiyordum. Bu olukların
hiçbirinin kişiliğimin daimi demirbaşlan haline gelmesini is­
temiyordum.
F.N YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI ■ 337

Bu bizimle ilgili değil. Teganla alâkalı/ dedim Ona


annesinin vermiş olabileceği istikrarı sağlamanı gerek. Bu­
nu yapmak için ise onu nüfusuma geçirmeliyim."
“Tekrar birlikte olup, Tegan’ı, anne ve babası sıfatıyla
büyütebileceğimiz olasılığını hiç düşünmedin mi? Bizim bir
aile olabileceğimizi.”
Korku tek hırçın bir darbeyle bedenimi sarstı, sırtımı Na-
te'e dönerken midemi tuttum.
“Kam?”
“O nu, benden alma,” diye yalvardım. “Bana bir tek o
kaldı. Lütfen, alma onu.”
Kollarıyla sardı beni. “O nu neden alayım ki?” diye sordu.
“Söylemek istediğim, eğer, bir daha denersek bir aile olabi-
leceğimizdi.”
‘Ama kabul etmezsem imzalamayacaksın, ' diye yanıtla­
dım.
“Hiç böyle bir şey demedim ki. Sana baskı yapmak gibi
bir niyetim de olmadı. Yapm azdım ... asla. Sadece, doğru
düzgün konuşmamızı istiyorum. Geçen gece, pek öyle sa­
yılmazdı, değil mi? Sorunlarımızı çözmemiz gerek."
Başımı salladım. “İstemiyorum."
“Her şeyi olduğu gibi bırakamayız." Nate, parmaklarını
saçlarıma geçirirken, her dokunuşu, damarlarıma huzur akı­
tıyordu. Böyle yaptığında, beni sakinleştireceğini, bazen uy­
kuya bile (kılabileceğimi biliyordu. Fn sevdiğim iki şey, saç­
larımın okşanması ve boynumun öpülmesiydi. Nate bunu
bilirdi ama Luke değil. "Aramızın düzelmesini istiyorum.
Beklenmedik de olsa, bu sorumluluğumu kabul etmeye ih­
tiyacım var... Para konusunu nasıl hallediyorsun? Zira onun
için para vermeliyim.”
Bu. duymak istemediğim bir konuydu. Onun ilgisiz dav­
ranmasını tercih ederdim çünkü sahnede olduğu taktirde
33^ • Dorothy Koomson

Tegan'ı evlat edinmeme izin vermeyeceklerdi. Gerçi. Nate


höy leydi işle: dürüst ve soylu. İyi bir adanı.
‘Ayda 2^>0 pound ödevebilirim. uygun mu?"
Yüzümü yeniden ekşittim. Bu para Allah'ın bir lütfü
olurdu Her ne kadar. Luke yardım etmeye çalışsa da. Te-
gan için harcama girişimlerine direniyordum. Bu benim yü­
kümdü. onun değil, bir noktada benden geri alınabilecek
bir şeye güvenmek istemiyordum. Sorunsuz bir hayal âle­
minde yaşamıyordum, Luke ile sonsuza dek birlikte olma­
yabilirdik.
Nate koltuktan a$ağı kaydı. Önümde diz çöktü ve içine
çekercesine bana sanldı. 'B u yeter mi? Belki, tasanufla-
nmdan da topluca bir miktar verirsem 250 pounddan faz­
la atabilirsin. Yaklaşık 3000? Merak etme, senden geri iste­
meyeceğim, hiçbir yüküm lülüğün olmaksızın gelecek.
Sonsuza kadar, aramızda ne olursa olsun. Bankada Te­
gan m adına bir hesap açacağım, on sekiz yaşına gelene
kadar sen ilgilenirsin, büyüdükçe ona daha fazla verip ve­
remeyeceğime bakarım. Aslına bakarsan, yaşı ilerledikçe
daha fazla ödeme yapmam gerekecek, başka yolu yok,
değil mi?"
“Nate. ben... teşekkür ederim."
Başımı kaldınp gözlerimin içine baktı, gözyaşlarına sil­
mek için parmaklarını kullandı. “Ryn..." diye söze başlarken
kilidin içinde dönen anahtarın sesiyle sustu. İkimiz de içgü­
düsel olarak yerimizden zıplayıp kapıya doğru baktık. Ace­
leyle gözlerimdeki yaşları sildim.
Luke ile beraber kapıdan telaşla geçip oturma odasına
kokuşurken ‘Geldik!” dedi Tegan. Sırtında kışlık kırmızı pal-
iî » u . başında siyah kürklü şapkası, boynunda siyah yünlü
atkı.M. ellerinde siyah kürklü eldivenleriyle yanımda duran
EN YAKIN ARKADA>!V»N KiZİ ■

uzun boylu adamı görünce duraksadı Onun, tkı adım geri­


sinde duran Luke da aynı şekilde kala kaidı.
Burnumu çekerken ‘ İyi vakit geçirdiniz m r dne sor­
dum.
Tegan ‘ Evet.- derken gülümsüyordu, menkîi ^ ■W
te’e odaklanırken, duyduğu heyecana dayanamavmca *Bu
da kim?’ diye sordu.
‘ Bu Nate. Hatırlıyor musun eski bir arkadaşım.__.¿r.-
latmıştım?'
“Çok güzel bir elbisen vardı." dedi Nate e.
Nate, muzipçe kaşlarını çatlı. 'Hayır, zamanında çok
rin elbiseler gördüm fakat hiç giymedim. Yeminle/
Tegan tebessüm ettiyse de Luke un bacağına doğru gen
adım atarak onun güven verici varlığını hissetme ıhnyz : l- j
duydu. 'Sen değil,' diye kıkırdadı. 'Ryn annemin güzd bir
elbisesi vardı zira evlenecekti.' Eldivenli ellerini ¡ı*«aya kai-
dınp “Seninle." diye gösterdi.
Odayı ani bir şaşkınlık sararken hepimizin nutku ruiui-
muştu. Nate'le nişanlılığım. Tegan değinmezse, hiçbirimizin
gündeme getireceği bir konu değildi.
“Doğru,"' diyerek ilk toparlanan ben oldum. “Bunu anım­
sadığını bilmiyordum.’*
Tegan gülümseyerek, "Evet, anımsıyordum.' Luke a doğ­
ru bakıp onayını aradı. Luke gülümseyerek diz çöküp Te-
gan’ın spor pabııçlannın bağlannı çözmeye başladı. ‘Akıllı
bir kızsın.” dedi. Ayağa kalktığı sırada sorgulavan bir ifa­
deyle bana kötü kötü baktı. “Luke. bu Nate. Nate. bu erkek
arkadanım Luke.' Nate. divandaki yerinden kalkıp elini
uzattı. Luke. kıskançlıkla sıktı.
"Tanıştığımıza memnun oldum." dedi Nate.
"Kvet," diye yanıtladı Luke. Bu ifade>ini ve *<-s tonunu,
ilk karşılaşmamızdan iyi tanıyordum.
3/ıO ■ D n ro th y Kt>omson

Bizi yeterince huzursuz etmem iş gibi “Ryn anneciğim in


sevgilisi misin?” diye sordu Tegan.
•U zun zam an önce öyleydim .” diye cevapladı Nate.
‘ Ama artık değilim , şim di Luke."
Tegan b u na sevinmiş olacaktı ki, burnuyla ağzını sıkıp
m utabık o ld u ğ u n u beliriircesine başını salladı. Luke, sırf
zevk olsun diye Nate’i yum ruklayacak gibiydi. Tegan “Ö r­
deklere yem verdik, değil m i Luke?" dedi.
“Tabii, öyle yaptık," dedi Luke.
Nate’in kendini tam am en Tegan’a odaklarken yüzü yu­
muşamış. son derece duyarlı bir gülüm semeyle aydınlan­
mıştı. “O h , ne güzel.” dedi. “Ne renktiler?"
“Ö rdek rengi.” diye kıkırdadı Tegan.
“Parlak sarı mıydılar?"
“Hayır," diye bağırdı.
“Neyse, banyom daki ördeğin rengi öyle de."
Nate, bir çocukla konuşm a yeteneğini nerede kazanmış­
tı? Tegan’a baktığım ız zamanlar, tuvalete gittiğim sırada
onunla ilgilenmesini istediğimde, köşe bucak kaçardı.
"Pek yoktu. Kahverengiydiler. Yeşil ve bordo olanları
vardı, boyunlarının çevresi ise sarıydı. Luke, kış olunca
uçup gittiklerini söyledi.'*
"Peki, gitsem iyi olacak," dedi Nate.
Nate, gözlerini Tegan’dan ayırarak LukeÜa çekingen bir
göz teması kurup bana d ö n d ü . ‘-Kalkıyorum, bu akşam ya­
pacak bir işim var.” dedi. Kğilip sımsıcak dudakların» yana­
ğıma dayadı. Bana "l Ioşcakal," dedi. “Luke." Klini uzatınca
Luke da sıktı. Tegan'ın hizasına inip "Ve Tegan, seninle ye­
mden karşılanmak çok hoşlu. Tekrar görüşürüz, tamam mı?"
O na da elin» uzatırken Tegan da sıktı, yetişkin bir insan nuı-
ımcIcM görmenin m utluluğu yüzünden okunuyordu.
HN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI • 3-41

Kapıya yaklaştığı sırada Luke dişlerini sıkmış, Natee bir


şamar patlatmasına az kalmış gibiydi. Gözündeki şahin ba­
kışıyla işi bitireceğinden ürkerek nefesimi tuttum fakat son­
ra kenara çekildi. Nate’in gidişi, kapının ardından kapatılıp
kilidinin tıkırtı sesiyle damgalandı.
Odaya giren Tegan "Şekerdi,” deyip divana atladı. Palto­
su, atkısı ve eldivenleri hâlen üzerindeydi. "Ama Luke ka­
dar tatlı değil.” Eldiveninin tekini çıkartıp kumandayı eline
aldı. Televizyon kanallarını dolaşmaya başladığında misafir
heyecanı artık geçmiş dış dünyayla ilgisi kalmamıştı.
Luke bakışlarını üzerimden koridora doğru çevirirken
başıyla da işaret etti. Onu yatak odama kadar takip ettikten
sonra arkamdan kapıyı kapattı.
“Burada olmasından hoşlanmıyorum,” diye tısladı.
“Ben çağırmadım, kendi geldi."
“Öyle mi?”
“Hayır. Luke, onu buraya seks yapmak üzere çağırmak
için, senin süresi belirsiz gidişini bekledim.”
“Buraya gelmesini sevmiyorum," diye yineledi.
”Benim evim.”
"Asıldı mı?”
"Nihayet konuya parmak bastın. Hayır, asılmadı, ayrıca
öyle yapmış olsa bile ki yapmadı, hiçbir şey olmazdı. Ben
seninle birlikteyim."
“Ne istiyordu?"
“Tegan’ı gönnek.”
Luke korkudan sindi. ‘ Onu isliyor mu?“ Aynı l>enım ka­
dar panik olduğu belliydi.
'Bilmiyorum. Kve döndüğünüzde bu. yüzden ağlıyor­
dum. Park eltin değil mi? Öyle pek a>k meşk içinde değil­
dik. Teg.ın m kısmi .sorumluluğunu almak ıslıyor, bu da
• horoihy kmmı.M>n

luşvurunnm tehlikeye alılma olasılığının yıikselınesi anla­


mına geliyor.”
"Kahretsin.” Luke yalağa oturdu.
"Hir çocuğa böyle davrandığını hiç görmemiştim, 1e-
gan'a hile. Fakat onu kendi kızıyla da hiç görmedim." Ya­
nına oturduğumda elini belime doladı. "Tegan’a aşık olup
isteyeceğinden, onu kaybedeceğimden ve Adele’e verdiğim
sözü tutamayacağımdan öylesine çok korkuyorum ki.'' Avu­
cumla alnımı ittim. "Korkuyorum, Luke."
Pek inanmasa da “Her şey düzelir," dedi. “Her şeyin dü­
zeleceğine dair sana söz veriyorum.*’
Sadece Tegan'ı kaybetmekten korkmadığımı anlamıyor­
du, Nate İçin de ürküyordum. Tegan’a karşı sarf etliği gay­
reti görünce kendi bendim e bir aile kurabilir miyiz diye dü­
şünmedim değil. Nate, Tegan ve ben. Korkmuştum çünkü
ilk kez Luke’un yaşamımızdaki yeri hakkında şüphelerim
vardı.
34

I
ş sonrası kalabalığına, ofislerinden, dükkânlardan, di­
ğer iş yerlerinden çıkıp en yakın bara dalan insanlar­
dan biri olmaya alışıktım. Betsy, Ruby ve Angeles’tan
başka birkaç kişiyle birlikte mağazanın yanında bulunan
bara, alnımızın teriyle kazandığımız maaşlarımızı harcamak
üzere akın ederdik. Tegan’ı miras aldığımdan beri dışarıda
görüştüğüm arkadaş grubu. Luke’la sınırlanmıştı.
Dostlarımın beni iş haricinde nadiren görmesinin en ba­
sit nedeni Tegan'ı bırakmaktan hoşlanmayışımdı. Kendisi
takmıyor olabilirdi ama benim için önemliydi. Gerçi, evde
olduğumda nadiren vaktimi tamamıyla ona adıyordum.
Yapmanı gereken işleri düşünüyordum. Alışverişi. Çamaşı­
rı. Ütüyü. Temizliği. Şimdi ikiye böldüğüm maaşımla her şe­
ye nasıl yetişeceğimi. Gerçek şuydu ki, onunla fazla uğraş­
mıyordum fakat evde bulunmasam hiç ilgi görmeyecekti.
Ayrıca, Tegan’ı elin insanıyla bırakma fikri de çok ürkütücü
geliyordu. Bundan dolayı, aylardır ilk defa iş çıkışı içkiye gi­
deceğim bu gece, Luke'un varlığı konusunda şanslı sayılır­
344 ■ Doroıhy Koom son

dım. Şu anda evdeydiler, yemek hazırlıyor olmalıydılar, bu


vesileyle de evi batırmışlardır. Yemek pişirdiklerinde her
daim, bütün tencere ve mutfak gereçlerini kullanır sonra da.
ekseri bir iitmg //“’ yaparlardı. Bu tarifi Adele’lc ikimiz
üniversitedeyken birlikte uydurmuştuk. Buzdolabında bulu­
nan her türlü gıdayı alır, hepsini resmen bir tencereye tıkar­
dık ve en lezzetli yemeği pişirmeyi umardık. Bazen müthiş,
bazen ise iğrenç olurdu. Ama bunu yaparken daima çok eğ- I
lenirdik. Tegan, Luke ile bu oyunu yeniden canlandırmış,
soğan domates ve mısır karışımı bir yemek yaptıktan sonra
gecenin en güzel kısmını tabii ki arkalarından temizleyerek
geçirmiştim. Fakat önemli olan eğlenmeleriydi zira birlikte
yemek pişirmekten çok zevk alıyorlardı.
Leeds’in merkezindeki gözde barlardan Paragon'ûa
ayakta duran kalabalığı yararak ilerliyordum. Yanlarından
geçtiğim bazı insanların üzerinde hâlâ kışlık mantoları var­
dı, çoğu çantalarını sımsıkı koruyor, hepsi elinde birer içki
tutuyordu. Bu tip yerlerin ne kadar tıkış tıkış olduğunu,
uğultusunu ve havasının sigara dumanıyla maviye boyandı*
ğını unutmuştum. İnsan bedenleri arasında kalan boşlukla­
rın içinden Nate'i aradım. O gece, Leeds’de birkaç arkada­
şıyla buluşacağından, kısa sürecek bir içki için buluşuyor­
duk. Onu gördüğümde, köşedeki bir masada oturuyor,
önünde yarım bardak bira, karşısında da benim için önce­
den ısmarladığı beyaz şarap kadehine bakıyordu. Bu man­
zara. beni, iş çıkışlarında buluştuğumuz zamanlara götürdü.
İlk gelen hep o olur, içkimi alır, ardından ben gelince Ade-
le e içkisini ısmarlar, işini en son bitiren Adele ise bize son­
radan katılırdı.

Atken! lakvinıi Mırislyynlania yılın b.ı>tanf>Ki ob ru k sayılan ve N<>-


el tk*n ık>n l*.ız;ır örneğini gösteren u k v ım
EN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI • 345

Yüzyıllar sonra içeceğim ilk şarap kadehini daha yudum­


lamaya başlamamıştım ki, Nate “Tegan'a bahası olduğumu
söyleyecek misin?” diye sordu.
Sorusu, bana Luke'la beraberliğimden niçin hoşlandığımı
hatırlattı. Luke olağandı. Onunla duygusal anlamda ani iniş
çıkışlar yaşanmazdı. Olağanlık zerre heyecan yaratmazdı
belki ama duygularının sürekli helezonlar çizdiği bir yaşam
sürüyorsan, bir dakikasını gülmekten katılırken bir sonraki­
ni de hıçkırıklarını yutmak için avuçlarını tımaklannla kazır­
ken geçiriyorsan o halde doğal olmak adına söylenecek
çok şey vardı. Sıradanlık aranılan bir metaydı. Nate’Ie be­
nim artık ticaretini yapmadığımız bir şeydi. Bizimkisi, işte
böyle koskoca ve dramatik bir şeydi.
“Bilmiyorum," diye yanıt verdim. Kadehimi bırakıp par­
mağımı masanın ahşap damarlarında gezdirdim. "Tegan ze­
ki bir kızdır, belli bir nedenden dolayı oltalarda dolaştığını
anlayacaktır.'' Geçen pazarki beklenmedik ziyaretinden be­
ri, Nate iki defa evimize uğramıştı. Birincisinde. Tegan için
açtığı banka hesabının detaylannı vermiş, iki akşam sonra
da hesaba bağlı nakit para kartını getirmişti. Söz serdiği
üzere 3000 pound yatırmıştı. Tegan ona karşı temkinli dav­
ranmış. tedirgin gözlerle işi hakkında yürekli sorular yönel­
tirken Nate’in okul hakkındaki suallerine ihtiyatla cevap
vermişti. Luke, Nate’in ziyaretlerinden mutlu olmamış fakat
yaşamımızdan bir an önce defolup çıkması konusunda
umutsuzca sabırsızlanmış»
“Beni ortalıkta dolaşan biri gibi mİ görüyorsun?" diye
sordu Nate. “Etrafa saçılan kötü bir koku gibi."
“Böyle konuşma Nate. sadece balxısı okluğunu duyma­
ya hazır olup olmadığını bilemiyorum."
Nate birasını dikti ama bir İkincisini ısmarlamadı. Daima
birinci içkiden sonra dumıavı yeğlerdi
346 • Dorothy Koomson

"Tegan için Baba' yaşamının ilk yıllarında sahip olmadı­


ğı bir şeydi ve şimdi. . .'*
Boş bardağından gözlerini ayırmadan "Devanı et, söyle."
“Şimdiyse, Baba' Luke. Tegan, ona öyle hitap etmese bi­
le yaşamına bu rolle girmiş biri. Ona tamamıyla bağlı."
Nate, başını kaldırıp lacivert bakışlarıyla üzerimde dikkat
kesildi. Luke’a, benim de bağlı olup olmadığımı soracaktı.
Onu seviyor muydum? Fakat soru sormak yerine, birden ar­
kasına yaslanıp adaleli gövdesini iyice gerdi. Ağzını çizgi
gibi inceltip yüzünü ifadesizleştirdiğinde bedeninin herhan­
gi bir şey yapan tek bölüm ü beni delip geçercesine incele­
yen gözleriydi. Yutkunurken kalp atışlarımın birden hızlan­
dığını hissettim. Cesaretimi kırmayı çok iyi becerirdi. Çok az
insan, Nate gibi beni bu şekilde huzursuz edebilirdi. “Biriy­
le çıkıyorum,” dedi.
Bu açıklama ağzıma henüz getirdiğim şarap bardağımın
kazayla dişime çarpmasına neden oldu. Bunu Eklem iyor­
dum. Kafamda, lx>şuna da olsa hep ona döneceğimi ümit
ettiğini dolayısıyla da başka bir kadına asla yaklaşmayaca­
ğını umuyordum. Kadehimi indirirken yoluna devam ettiği
için duyduğum üzüntüyü saklamayı beceremedim. Hâlbuki
bir çocuğum ve bir sevgilim vardı, bundan fazla değişiklik
olamazdı değil mi? “O oo,” diyebildim.
Nate “Sadece birkaç haftadır görüşüyorum," diye açıkla­
dı.
Yani benimle tekrar karşılaştığından beri. Aman Tanrım
Hu, beni gördükten sonra hayalle gerçeğin bağdaşmadığı­
nın, zannettiği gibi 'her şeyi’ olmadığımın farkına vardığı
anlamına mı geliyordu?
• Radyo istasyonunda yapımcı." Onu her gün görüyordu.
Muhtemelen, kahve hazırladıkları sırada çaydanlığın başın­
E N Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I ■ m “

da flört ediyorlar, ö ğ le y em eğine çıktıklarında öpüşüyorlar


her içk ide n sonra da düzüşüyorlardı. Şeker biri, o n u <ew
çeksin."
•'Bu oyıına girm eyelim Nale. ik im i/ d e acıklı görünuvo-
aız," diye kızdım .
Ö n ü n e bakarak "Peki." diye kabul etti.
Sessizlik içinde oturuyor, diğer içkici akranlarım ızın vı­
zıltısı üzerim izde titreşiyordu. Nate’e geçen senelerde ne
haltlar çevirdiğini sorm am ıştım . bekâr kaldığını farz eltim,
zira yem eğe çıktığım ız gece l>eni öp m e y e sah^ttıı^rt ama ay­
rıldığım ızdan beri acaba ne yapmıştı? S a ğ d ı solda yatmış
mıydı ya da biriyle birlikle mi yaşamıştı? Sormaya hakkım
yoktu. Buna k a n ş a n u z d ım . O n u yalnızca bir tek nedenle
görüyordum . Tegan üzerindeki babalık h a k k ın d a n vazgeç­
tiğini ispatlayan im zavı basm ası için. K im inle yanığı konıı
sunda k e n d im e işkence etm ek için değil K onuşm ayı daha
güvenli bir yöne çekerken "B u n u niçin yapıyorsun. Nate?"
diye sordum “Tegan la n e d e n b u kadar ilgileniyorsun?"
"Pekâla, senin ve şüphe siz herkesin d ü ş ü n d ü ğ ü nedenle
değil."
‘Y an i hangi nedenle?"
“Seni yeniden elde etm ek için o n u kullanm akla oldu
ğ u m .”
"B unu d ü şü n m ü y o ru m ."
"Ya, bu dü şü nc e aklının köşesinden hiç geçmedi, öyle
mi?"
Y ü z ü m utançla kızarırken bakışlarımı kaçırdım, l'lbeiie
kİ, haklıydı. Bu fikir birden çok kez aklım dan geçmişli ç ü n ­
kü Nale. ço ğ u nluk la çocuklara k.ıı>ı ilgisizdi. Tegan'a ilgi
göstermekle, yaşam ım a, yatağıma geri d ö n m e n in bir yolu
nu b u ld u ğ u n u birçok kere düşünıniiM üm . D üM innırklc lx>
348 ■ Dorothy K<*)inson

rahcr, içimden bunun doğru olmadığını da biliyordum. Zi­


ra bu fikir hayatı kolaylaştırmanın bir yoluydu. Nale'i, ken­
di çocuğunu kullanarak Lukc'la boy ölçüşmeye kalkışacak,
hesapçı hir alçak olarak görmek kolaydı. Hakikat, Nate’in
böyle bir adam olmadığını bilmemdi. Kölü huylu değildi.
Yaptığıyla işte bu yüzden l>eni yıkmıştı. Sağlam, güvenilir,
sevgi dolu Nate’in beni aldatmış olmasını anlayamıyor, kav­
rayamıyordum. O , bu değildi.
Nate konuya “Kendimi ondan sorumlu hissettiğim için
bunu yapıyorum," diye açıklık getirdi. “Mesuliyetlerimi cid
diye aldığımı bilirsin. Adele'le geçirdiğim o gecenin dahi so­
rum luluğunu kabul ediyorum. Kendini suçlamaya çalıştıysa
da sonuçla ben de oradaydım..." Nate, konuşmayı m uhte­
melen titrediğim için kesti. Adele'i düşünürken hep olduğu
gibi. Derin bir h üzne kapılırken ıstırabın dipsiz çukurunun
kenarından düşecek gibi oldum . O ana kadar, bugünün k ö ­
lü bir g ün old u ğ u n u fark etmemiştim. Acı bir gün. I'n ufak
bir şeyin dahi l>eni paramparça edeceği bir giin. Böyle g ü n ­
ler seyrekti, çoğu zam an üzüntüye olan borcumu bir kena­
ra itiyor varlığımı sürdürüyordum ama bu günkü gibi günler­
de Adele’i düşünm ek bile J>eni tamamen felce uğratabilirdi.
O n u n , soğuk ve hareketsiz bir halde yatışını hafızamda her
cadlandırdığımda, diğer bütün düşüncelerim savıp sarsılır,
bulanmaya başlayan m idem ezilirken gözlerim nemlenirdi
Ö/.iir dilerim, ' dedi Nate. ’‘Seni üzmek istememiştim.''
Kendimi yatıştırarak Hıından çok mu bahsettiniz öyley­
se*'" diye sordum.
Hayır. U iyle olmadı. Ik n... çektim.' Sustu fakat ifadesi
ağzından (.ikandan dolayı şaşkın, bilmeye ihtiyaç duydu
gııın lıeı şeyi lıellı ediyordu.
İJeııı terk edecektin."
liN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI ■ 349

-Kam, buna bir bütün olarak bakmamız gerek. Kyn.


Her şey çığırından çıkmıştı. Kalam karmakarışıktı. Ben vc*
sen..."
“benden ayrılacak iniydin? Adele için? Adele'le mi birlik'
te olmak istiyordun?” Her kelimeyle sesim yükseliyor, etra­
fımızdaki insanlar bize takıyor ama tınmıyordum. Adele,
benden Çocuğunu, ottun çfjcuğunu, atmamı istediğinde,
Nuie’in l>emın yerime kendisiyle beraber olmak istediğini
asla söylememişti.
“Kamryn, yeter,” diye emretti Nate. Sesi güçlü öfkesini
zor tutuyordu. “Bitirecektim çünkü sen başkasına aşıktın
Ya da unuttun mu yoksa?"
Far ışıklarına yakalanmış bir tavşan gibi hareketsiz kal­
mış, söylediğine inanarnıyordunı, Usulca “Bu yüzden her
şeyi doğru dürüst konuşmalıyız,” dedi Nate. “Şimdi doğru­
lamak istemeyebilirsin, anlıyorum, fakat olayları içerikleri­
nin haricinde tartışamayız. Bir sürü şey olup bitiyordu, ben
de o aralar çok kötüydüm."
“Ama..." diye başladım ne var ki sonradan yalan atma­
dan yadsıyamayacağımı anladım.
İş yerinden biriyle saçma sapan bir kırıştırmaydı. O (öy­
le önemsizdi ki, adını bile hatırlayamıyorum) iûlinhurgh >u-
Inmıizden allı aylığına gelen bir adamdı. Birbirimize
neredeyse hemen tutulmuş, aynı espri anlayışında olup or­
tak görüşler paylaştığımız için arkadaş olmuştuk. Birlikte
öğle yemeklerine çıkıyor, işten sonra içkiye gidiyor flört
ediyorduk ama bundan ötesi yoktu. İskoçyaya döndükten
sonra irtibatımız kesilmişti. Benim için bir anlam ilade et
ınezken Nate'in dikkatini çektiğinin, başka birine karsı ilgi
duyduğumu bildiğinin farkına varmamıştım. Bir şey yap
inadını,” diye onu rahatlattım. “Seni asla aldatmadım.
3S0 ■ Dorothy K o >mson

“Biliyorum.“ divc yanıtladı. "Konu hu değildi Seni kay-


l>ettiğimi zannediyor, zararın neresinden dönersem kârdır
diye düşünüp işin içinden çıkmak isliyordum. Adele. bunu
yapmamam için beni ikna etmişti."
.Ye. seninle yatarak m\?
"Ve hayır, benimle yatarak değil, bunu düşündüğünü bi­
liyorum. Basit fakat samimi bazı şeyler söyledi Bu sayede
senden vazgeçmeyip seninle birlikte kalmayı denemeye ka­
rar vermemi sağladı. O kadar zeki ki... Zekiydi ki İdi... G ö­
çüp gittiğini unutup duruyorum. ...düğünü."
Ö ldü. O acımasız, nihai, soğuk, ağır kelime. Göçüp git­
ti'. gitti' hepsi geçişe ait sözcüklerdi. Artık burada olmamak
için bir şey yaptığını, yani salt durmadığını söylüyorlardı.
Son. Ö lü ’ oluvermek.
'Ben de. Evde olduğum zaman değil ama anlıyor mu­
sun. iş yerinde ya da başka yerde. Hiçbir şey olmamış gibi
devam ederken birden Tegan aradığında hatırlıyor sonra da
her şeyi durdurmak istiyorum. Yaşamı olağan bir şekilde
sürdürmek bana bazen adil gelmiyor. Gülmek, eğlenmek.
O işe gidemezken çalışmak bile. Nasıl tarif edeceğimi bile­
miyorum... O nunla bir daha hiç konuşamayacağım. Sonsuz­
luğun ne kadar uzun olduğunu, elden gelen bir şey kalma-
yıncaya kadar idrak edemiyorsun. Özellikle de.... zaman.’
Kabahatim olduğu zaman diye eklemem gerekirdi.
O nunla konuşmayarak kalbinin bu kadar kırılmasına sebep
olduğum , dileğimin gerçekleşip ona asla bir daha konuş­
mak zorunda olmayacağım için.
O nu yaşamımdan uzaklaştırdığımda kendipıe göre hak­
lıydım. Beni üzmüştü ve onunla konuşamıyordum. Gerçi.
Adele in başka hiç kimsemi yoktu. Bunu da biliyordum. Oy­
sa benim, günahları ve sevaplarıyla beni seven, gerektiğin­
F.N YAKIN ARKADAŞIMIN KIZJ • 5M

de bana arka çıkan bir ailem vardı. Ama Adelein yoktu.


Güvendiği tek insanı ondan çalmıştım. Adele'ın s<»n aylan
bom boş ve yalnızdı, hâlbuki öyle olmamalıydı Bu benim
Miçumdu.
Nate’in yüzüne sıkıntı çöktü. "Sana bir şev söylemem ge­
rek...'* dedi ciddi bir tonda*. Öne doğru otunfp dirseklerini
masaya dayarken yüzünü geçici bir an için elleriyle gizledi.
Adele. ölüm ünden altı ay önce bana bir mesaj gönderip
gelmemi İstedi. Gitmedim, gitmezdim de, buraya yerleşmiş­
tim. burada olmasaydım bile bütün olanlardan sonra onu
görmeye gitmem imkânsızdı. Daha sonra telefon etmiş ama
çağrılarını duymazdan gelmiştim. Sonunda numarasını giz­
leyip aramıştı. Hastaneye gittiği İçin, bir müddet Tegan’a
bakmamı istemişti. Tanıdığı biri olduğum için Tegan ın be­
nimle kalacağını, bırakacak başka kimsesi olmadığını anlat­
tı. Bana yalvardı ama kabul etm edim / Durdu, ağız dolusu
duygu yutkundu. "Onun için bir şey yapmamın yeryüzün­
de hiçbir yolu olmadığını, özellikle de çocuğuna bakmaya­
cağımı söyledim. Bunları dediğim esnada bile ne kadar iğ­
renç olduğum u hissedebiliyordum Yapamadım. Üzgün ol­
duğunu sürekli tekrarlıyor, ona bir şans verirsem eğer tela­
fi edeceğini ama sadece bu şeyi yapmama ihtiyacı olduğu­
nu söyleyip durdu. İşte, o zaman, kendisinden ölünceye ka­
dar nefret edeceğimi söyledim."
Nate in bu kadar kötü olabileceğini düşünemiyordum bi­
le. Belli ki. buna eğilimi vardı. Hepimizin vardı Onunla
kavga ettiğimizde bana bir dolu kötü sev söylerdi ama hk-
birinı gerçekten kastetmezdi Onunla ben. birbirimize karşı
kaba \c kırıcı olabilirdik çünkü bi/i ayırmayacağından
emindik Fakat bir insana bilerek bu katlar bcıbal davran-
n u k ... Bunu Nate'den beklemezdim.
3S2 ■ Dorothy K<Mimson

“Togatı'a İniyle davranmamın bir diğer nedeni de budıır.


Adele öleceğini söylemiş olsaydı ne yapardım bilmiyorum
ama onu yüz üstü bıraktığım kadarını telafi etmek isliyo­
rum. Bir zamanlar, dördümüz, bir aile gibiydik, şimdi de kı­
zının yaşamını kolaylaştırmak için her şeyi yapacağım.”
“Bunu, ciğerin kanın olduğu için yapmıyor musun?“
Nale gözlerini masaya dikti. “Böyle olduğunu söylemek
isterdim," diye kabul elli. “O nu yeniden görmemin, bağlan
(ılı olduğumuzu bilmemin bana bir şeyler hisseuireceğini
düşünüyor olabilirsin ama hayır. O nu seviyorum, iyi bir ço­
cuk (akat genetik bir çekim duymuyorum. Ona baktığımda,
yaşam mucizesinin benden ona kaydığını hissetmiyorum...
Ama daha fazla zaman geçirirsek bu değişebilir.”
"Öyleyse ona yakın mı kalacaksın?”
Başını hafifçe salladı. "Şimdilik.”
Şarabımın sonunu yudumlayıp kadehimi masaya bırakır­
ken Nate iskemlesini geriye itti. “Eve dönsen iyi olmayacak
mı? Tegan ile Luke nerede olduğunu merak edecek.”
Nate'i paltosunu giyip alkışını boynuna sararken seyret­
tim. Binlen inamorato zihnimde flaş gibi belirdi. Sarsılmış­
tım. O kelimenin düşüncesini hatıralar izledi. İlk birlikte
uyuduğumuz günün, o yıllarda nasıl göründüğünün anılan.
Çatlak dudaklarını, karmakarışık saçlarını, yalakta oturup
bana baktığı sırada kızanın tenini. Nefisli o zamanlar. Şim­
di de pek hoştu, farklı bir şekilde, daha oturmuş. Dudakla­
rının kıvrımı, mavi gözlerinin şekli, hafif kalkık burnu, hep­
si hâlen içimi gıdıklıyordu. İnamotato, arlık olmadığı halde
şu antla öyle hissettiriyordu. Aşık. İddiasına girerim ki, ye­
ni kadını da Utyle hissediyordu, odadan içeri her girişinde
içi heyecanla hop ediyordu. Kalıbımı İKisarım ki, ilk öpüş­
melerini düşündüğü her sefer romantik duyguları kaban
KN YAKIN ARKADAŞIMIN Kl/.l • 353

yordu Seviştikleri zamanlarda, ruhunun derinliklerinden


gelen bir .sesin Nate için ‘İşte O ’ dediğinden emindim
Durum, Nate için de aynı mıydı? O da aşık iniydi? Aslına
bakarsanız, i>eni içkiye, onunla buluşmadan önce vakit öl­
dürmek için çağırmıştı. Yeni kadınıyla aşk yapmaya ve ye­
ni bir hatıralar dizisi oluşturmaya koşturmadan öm e
"Demek, bu gece sıcak bir buluşman var," diye sordum
gülerek. Hoşlukları doldurmaktan sakınmadığımı göstermek
için, olduğunca doğa! ve samimi lel>essüm etmeyi İ ç e r ­
miştim.
"Stcak<\\ya adlandırmak güç, yemeğe gidiyoruz."
“Vaay."
“Sadece yemek. İler yemeğin sonu evimde bitmez, bili­
yor musun?”
“Peki, iyi eğlenceler."
u/yi kelimesini l>cn kullanmazdım. İlişkimizin yürümedi­
ğini söylemem lazım.”
“Neden yürümesin ki?” diye yanıtlarken sesimdeki umul
tınısını saklamayı l>ecercmedim.
"Nedenini biliyorsun,” dedi düm düz bana bakarak. “Haş-
ka biri var.”
35

nu sevmiyorum.

O Seviyorum.

Sevmiyorum.
Seviyorum.
Dünya durgundu. Sessiz. Gücenin tam ortasıydı ve her
şey dingindi. Uenim dışımda. Uyuyamıyordum. Günlerdir
uyuyamamıştım. Nate’Ie içki içmeye gittiğim geceden beri.
Daha doğrusu, ona John Levvis'tc tesadüfen rastladığım
günden itibaren. Ya da bundan önce miydi? Adele öldüğün­
den beri rahat bir uyku çekmiş miydim? Bunu anımsamıyo­
rum.
Son zamanlarda, sorun artık kötü değil müzmindi. Uyku­
ya dalmam saatler alıyor, sonra da aradan bir saat geçme­
den uyanıveriyordum. Gecenin sessizliğinde, gözlerimi be­
yaz tavana dikiyor, duygularımı düşüncelerimden ayıklama­
ya, düşünüp de hissetmediğim, duyup da düşünmedikleri­
mi çözmeye çalışıyordum. I.ııkeu sevip .sevmediğimi anla­
maya gayret ediyordum.
EN YAK IN ARKADAŞIMIN KIZI ■ 35S

Yavaşça soluk alıp verirken Luke. düşüncelerimi boldu


Yanımda olması işi zorlaştırıyordu. Ya nefes alıyor ya da ya­
takta kımıldayıp duruyordu, mahsus yapmasa da rahatça
uyumakla sanki benimle alay ediyordu. Burada olmasaydı,
uykusunu kıskanmayacak belki de ona bu kadar öfke duy­
mayacaktım. Muhtemelen ama belki de değil. Son zaman­
larda tatsız bir dönem geçirmiştik. Her ne kadar hiçbir şey
dile getirilmese de bu keyifsizlik her konuşmanın, her ba­
kış ve dokunuşun altında yalıyordu, aramız pek iyi değildi.
Nedenine gelince, hiçbirimiz diğerimizin nerede durduğu­
nu bilmiyordu. Onun, Nate'e karşı duyduklarım hakkında
şüpheleri olduğunu biliyordum, bense Luke'un bana karşı
hissettikleri konusunda bir o kadar kuşkuluydum.
‘Seni seviyorum' dediğim andan itibaren benim için her
şey değişmişti, oysa bunu tekrarlamak için eski nişanlımla
çıkacağım akşamı beklemiş, aradan bir hafta geçmişli. Sev­
diğimi, o anda bunu duymaya ihtiyacı olduğu için söylemiş­
tim ama söylemiştim. Önce. Yüreğimi açmış, kendimi zayıf
konuma düşürmüştüm oysa o. iki kelime dahi edememişti.
İki sözcük Ben de’ onun için bir anlam ifade etliğimi belli
etmeye yeterdi. Bunu yapamadı. Benim için hissettiğini san­
dığım tüm duygular artık şüpheli geliyordu.
Onu sevmiyorum.
Seviyorum.
Sevmiyorum.
Kollarım ve bacaklarım ağır, gövdem külçe gibi sırt üstü
yatmış tavana bakıp duruyordum. Bedenimi terk etmeye ça­
lışıyordum. İçinde yaşadığımız gerçekten uzaklaşmaya gay­
ret ediyordum. Acaba, Adele ölürken böyle mi hissetmişti'
Kendisinin, tek tek her molekülünün bedeninden dışarı çık­
tığını mı duymuştu? Gittiğinin farkına varmamış mıydı? Ve-
3^0 ■ Doroihy Kooın.son

\a bir sonraki anda artık orada olmayacağını anlamış mıy­


dı?
l.uke. nefes alırken ses çıkartıp hareket etlikçe bana ya­
vaşça sokuluyordu. Kollarını bana doğru u/alarak kendine
doğru çekti. Uyanmayacağını ümit ederek soluğumu tut*
tıım. Eğer uyanırsa, alışageldiği gibi seks yapmak isteyebi­
lirdi. O anda bundan kötüsünü düşünemiyordum. Kendi
v ücu dum un içinde olmayı arzu etmezken, bir başkasının da
içime girmesini kesinlikle çekemezdim. Hana dokunmasını
istemiyordum. Kimsenin temas etmesini istemiyordum.
Özellikle de onun.
Onu seviyorum.
Onu sennfy'onntı
Set iyonun.
Set ‘ini\x>rum.
Luke. bana daha da yaklaşırken burnuyla boynumu dür*
tüklüyor bedenini bedenim e yaslıyordu. Enseme dayanarak
•‘H m m m ," dedi. İçimden onu ilmek geliyordu.
Tek istediğim yalnız kalmaktı.
Çok geçmeden uyku âlemine yeniden daldı, ben de ko­
lunu üzerim den çıkartıp bedeninden kurtuldum sonra da
odadan dışarı çıktım. Koridorda yarı yolda durup gömme
dolaplardan birini açlım. Rir duvarı boyunca tavana kadar
yükselen. i>eyaz kapaklı dolapları olduğu için koridorum
dardı. Leed.se döndükten sonra, Adele'in kutularını içlerine
tıkmış, o zamandan l>eri de lıiç bakmamıştım.
Adele'in üzerine ’Giysiler' etiketi yapıştırdığı kutuyu çe­
kip koltuğa taşıdım. Sehpa lambalarını açlıktan sonra kapı­
yı kapatıp kulunun yanına oturdum. Özellikle çok fa zla ku­
tu alm adığı için hepsini elden geçirebilirdim. lUiyük olası-
I-N YAKIN A K KAIM M M r. K l/I • 357

Itklu da öyle yapacakum ama öncc önumdekiyle haklamak


istiyordum. Kahverengi mukavva kutuyu ac*p Kine daldım
Kn üstle duran siyah kadife oyanın ne olduğunu anında
anladım. Parmaklarımın altındaki yumuşacık ve tüylü giysi­
yi çekip çıkarttım. Benimdi, siyah kadife ceketimdi Adele,
yıllar evvel daha ilk satın aldığım günden itibaren una goz
elikmiş, büyük geldiği halde ona ödünç vermiş bunu hiç
önemsemem iştim.
O gece, ceketin altına kırmızı şarap renginde ipek bir
üstle dapdaracık bir pantolon giymiş, göbeğindeki beyaz al­
tın piercing i iyice parlamıştı.
Görüntüsü, yüzüne ve omuzlarına dalga dalga düşen sa­
rı saçları, uzun kirpiklerini ve gözlerini vurgulayan makya­
jı, bir elinde tuttuğu siyah parlak gece çantamla bir an gö­
züm ün önüne geri geldi. Meğer ne kadar güzelmiş diye ge­
çirirken içim cızladı. O gece ve her gece. Beş saat sonra eve
geri geldiği zamanki halini birden canlandırdım. Bir elinde
ayakkabıları, bir gözünden akmış makyajı, silinmiş dudak
ruju, farklı sigara markalarının kokusunun sindiği saçları
Oturma odasına sendeleyerek girmiş yere yığılmıştı. Darma­
dağınık ama hâlen hoştu. Hâlâ güzel.
Y üzüm ü eşyaların içine gömerken Del’in kokusunu du­
yacağımı umuyordum. O gece nasıl olduğunun kokusunu,
belki de keskin parfümünün birkaç notası kumaşa karışmış­
tı. Tabii ki de öyle olmamıştı. Parti dört yıl evveldi dolayı­
sıyla ceket toz deterjan kokuyordu, kokması gerekliği gibi.
Kenara koyarken ceketten hışırtılar çıktı. Bir daha hare­
ket ettirirken yeniden kuru ve kâğıdıınM bir ses duydum
l'liıni ceplerine soktuğumda stil tarafında katlanmış bir zarf
buldum. Ö n yüzünde, açık seçik harflerle şöyle ya/ıyordu.
358 » Dijrochy Ktx>mson

Kalbimin hızla artan çarpıntısıyla birkaç dakika tıovunca


elimdeki kalın beyaz zarfa bakıp bunun nasıl mümkün ola­
bileceğinden emin olamadım. Ardından, ne anlama gelece­
ğinden ürktüm. Ne yazdığından. Çünkü bu Adele'di Bana
yollamış olduğu ve iç çamaşır çekmecemin dibinde çoğu
okunmadan ve unutulmuş duran diğer tüm mektuplar gi­
biydi.
Titreyen parmağımı zarfın kenarına soktuktan sonra
mektubu açtım.
Adele in itinalı ve titiz el yazısıyla yazılmış on beş kâğıt
yaprağını açtım. Bu kadar dağınık bir insan olmakla birlik­
te. Adele, bazı konularda çok düzenliydi.

Hey Güzel insan,


diye başlıyordu mektup. Neredeyse sesini duyuyordum. Bir*
dirseğine dayanırken Ocaklarını kendine doğru çekip yer­
de yanıma uzanmış halini hissedebiliyordum.

Söze seni seviyorum diyerek haşlıyorum.


Ölmeden önce sana bunu söyleyemeyece­
ğimden eminim. Evet, tuhaf bir şey. Haha­
mın evinde oturmuş, bunu okuyacağın va­
kit artık gitmiş olacağımı bilerek yazıyorum.
ölmüş olduğumu biliyorum zira öyle olma­
saydım hu mektup eline geçmeyecekti, değil
mi?
Seni seviyorum, Kam. Hayatımda sadece
iki kişi tarafından sevildim sen ve Tegcin-
hmı de ikinizi her şeyden fazla seviyorum.
EN Y A K IN ARKADAŞIM IN KIZI • İ9)

Fakat nasıl bir insan olduğunu bitiyorum


Kamryn Matika. işler sarpa sardığında ke­
penkleri kapatan cinsten inatçı bir keçisin
sen. Bu yüzden, Sate'le aramızda geçenin
ne olduğunu anlatmama izin vermeyeceği­
ni de biliyorum. Ama bilmen gerek, gerçek­
ten Kam. Düşündüğün gibi olmadı, bir iliş­
ki değildi, aram ızda düşündüğün tarzda
hiçbir şey geçmedi...
36

amrym ’in düşündüğü gibi değildi. Bir aşk macera­

K sı değildi, ikim iz de diğerimiz hakkında o türden


birşey hissetmiyorduk. Nate’i duygusal veya cinsel
anlam da biç çekici bulmadım, bana neredeyse Kam kadar
yakın, değerli bir can dostuydu, o kadar. Her şeyin karma­
karışık olduğu bir zam anda oluvermişti. Bir sürü olayın
birden döndüğü. Başladığında darmadağınıktı, darm ada­
ğınıktan daha da uç bir kelime nedir? Düşünemiyorum,
am a her neyse işte öyleydi.
Kamryn, Nate'in onu ne kadar sevdiğini asla anlamıyor­
du. O da Nate’i seınyordufakat Nate, onun için her türlü fe­
dakârlığı yapmaya hazırdı, ona olan aşkı sınırsızdı diye
düşünüyorum. Koşulsuz. Aslına bakacak olursanız. Kam
ne yaparsa yapsın onu affedebilirdi. Bunun çok sağlıklı ol­
duğundan pek emin değilim am a öyleydi işte.
Nathaniel'in onu nasıl sevdiğini gördükçe hayran olur­
dum. Muhtemelen de hu ilk görüşte aşk olmuştu zira Kam
ona berbat davranırdı. A ralan iyi olduğunda hile Arkada­
şı olana kadar gördüğüm boktan muamele. Nate'e Yaptıkla•
EN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI ■ 36l

nnın yanında sıfır kalırdı. Alaycı, soğuk, aksi iv düpedüz


terbiyesizdi. Bütün bu saçmalıkları sineye çeken Aate, onu
her geçen gün ne kadar önemsediğini ispatlamıştı. Kam.
Nate’i tanımadığımı, nasıl olabileceğini bilmediğimi, sık sık
desteğe ihtiyacı olduğunu söylerdi. Ama bunları kızgınlıkla
anlatmazdı, sanırım karşılıklı olduğunu söylemenin bir yo­
lunu bulmuştu. Nate onu şartsız sever kendisinin de onu
hemen anlaşılmayan biçimde önemsediğini anlatmak ister­
di. Evlenmeye karar verdiklerini açıkladıkları gün, mutlu­
luktan öleceğimi zannetmiştim.
O zaman dahi, Kamryn, Nate’in gerçek olduğuna inan­
mıyordu. Kimi zaman, Nate masadan kalktığında yüzün­
deki tedirgin ifadeden bunu okuyabiliyordum. Her daim
kendisiyle alay mı ediyor, geçmişinde kontrolü elindetı bı­
rakmayan ve hayatını zehir eden o pis heriflerden birine
dönüşür mü diye merak ederdi. Sürekli ve lüzumsuz bir şe­
kilde bir başkasını bulur endişesini taşırdı. Aşk gerçekten
sonsuza dek sürer mi? tarzında konuşmalar başlatırdı. Bir
keresinde "Bunca zam andır birlikte olup da ilişkinin ilk gö­
rüşte neden başladığını dabi unuttuğun vakit aşka ne olu­
yor acaba?’' diye sormuştu. “Beraber olup da iyi gittiğinde
bu ilelebet devam edecek anlam ına gelmez kiT Yüz ifademi
fark ettiğinde, “Sadece merak etmeye, anlamak istemeye iz­
nim var herhalde," diyerek telafi etmeye kalkışmıştı.
Ne olduysa, Natbanieİin moralinin çok bozuk olduğu
bir zamandaydı. Kanı'i, iş için gittiği Leeds'e arabayla bı­
raktıktan sonra geri döndüğünde olmuştu Snf onunla va­
kit geçirebilmek adına bunu çoğu kez yapar. Leeds’e kadar
götürür sonra da aynı gün içinde Ijondraya dönerdi
Kam ın işi bitip dönmeye hazır olduğunda onu tekrar al­
maya giderdi. Bunu Kam talep ettiği için değil kendiliğin­
V)2 • IJor«ıthy K<>oms<>n

den yapardı. Her. neyse, o gün de onu leeds'e bıraktıktan


sonra d<muş yolunda bana uğramıştı. Kamryn, buralarda
olmadığımla. yalnız kalmama üzülür bu yüzden o gün
Satein Londra'ya döner dönmez iyi olup olmadığımt
görmek için ifana uğramasını istemişti. Hitkindi. yüzünde­
ki her çizgiden yorgunluk akmış, giysileri buruş buruş, fon-
zı sararmıştı am a haşka bir şey de vardı. Ik'rtliydi. içi acı*
yordu. Kapıyı açtığım saniyede anlamıştım bunu
Koltuklardan birine çöküp ikram ettiğim içkiyi reddetti
hazla uzun süre kalmayacağını, sadece keyfim yerinde mi
diye bakmaya geldiğini söyledi.
’İyiyim, ama M li ki sen değilsin Mathaniel. sorun ne?"
dedim
Yok bir şey."
“Hu yüzden ölü gibi gözttküyorsun. öyle mi?'
Ellerliyle gözünü silip bir süre boşluğa inikti.
Sonra <la nefes verip Sanınm Kamıyn beni terk edecek,
haşka biriyle görüşüyor.
Dürüst olmaya çalışarak Saçmalama, dedim.
"Bin t>ar. biliyorum. Nişanlımı tanıyorum, aşık oldu­
ğunda nasıl davrandığım da. kesinlikle başka biriyle
tanıştı Son zamanlarda, gözlerimin içine lxtkmaktan çeki-
niyor, benimle konuşmuyor, sataşmıyor bile. Kuzey e seya­
hatimiz cehennem gibiydi. Beş saatlik gerçek bir sessizlik.
Sathaniel, bihliğim bir şey rarsa Kamryn asla ilişkinizi
tehlikeye atmaz. Başka bir erkığe bakmaz bile.
Basını salladı. “Yalan söylemeyi beceıvmiy<>rsıtn, Adele.
Ama denediğin tçitı s<tğo! Yapılacak en iyi şeyin ne oldu­
ğunu bulmaya çalışacağım Ama düşünmekte zorlanıyo­
rum
KN YAKIN AR K A D A ŞI M IN KIZI ■ 363

"Gerçeklen, hiçbir şey yapmadı, diye onu rahatlattım


Yapmaz da Kam ihanet edecek tipte bir insan değildir
Hayır, değil Eski sevgilim öyleydi, senelerce yaptı ıe
hoş gördüm Kam le buna tahammülüm olamaz Sonra
Fiziksel olarak beni aldatmayacağım biliyKtrum ama tah­
min ediyorum, o beni terk etmeden önce bitirmem gerek
Sesindeki ümitsizlik, ilişkilerine son vereceği düşüncesiy­
le dehşete düşmüştüm Bunun ufak bir sorun olduğunu an­
latmam gerekiyordu 'Bak. Nate, seni bırakmayacak. Şimdi,
farz edelim ki biriyle tanıştı. Belki iş yerinde. Unutma, bü­
tün bu söylediklerim sadece varsayım. Diyelim ki. bu kişiy­
le iyi anlaştı ve öğle yemeklerini birlikle yiyor, gülıişüyorlar-
dır Olacak olan yalnızca hu kadardır. Bir kahkaha. Belki,
yaşamının bazı yönlerini sorgulamaya başlayabilir ama
Kamryn senden asla vazgeçmez. Kimse için. İkimiz de bili­
yoruz ki. senden başkasını hiç sevmedi '
"Ya. evet," diye nefes aldı Sate. Parmaklarım saçlarının
içitıdetı geçirdi. “Kafam öyle karıştk ki... Et* gitmeden ön­
ce biraz uzansam senin için sakıncası olur mu'~
"Tabii, yat biraz, dinlenirsin . "
Kamryn in eski odasına gidip uzandığı sırada ben de te­
levizyon seyrediyordum. Birkaç saat sonra, yanına gidip
baktım. Yatağın kenarına oturduğumda derin uykudaydı,
öyle huzurlu görünüyordu ki Melek gibi Gözlerini birden
iyice açarak uyanıp bana batkınca yvrimden hopladım ( v-
kusunda bu kadar güzel göntndüğü için midir, kim oldu­
ğunu unuttuğum dan m ıdır tvya o anda aklım haşınmdan
gittiğinden m idir bilmem am a yaptım işte Her şıy hi’iıını
suçumda.
Onu öptüm
\athaniel şaşkın görünüp h t*»" U * " **'/// gerçeğe
364 ■ Dorothy Koomson

hızla döndürürken kim olduğunu anımsadım, onu hayal


etmediğimi ve çok kötü, berbat bir şey yaptığımı fark ettim.
En yakın arkadaşımın nişanlısını öpmüş olmaktan dehşete
düşerken arkamı dönüp yarimden kalktığım sırada beni ko­
lumdan yakalayıp durdurdu. Geri dönerken korkmuştum
çünkü beni azarlamayacağını t'e arkasından neyin gelece­
ğini biliyordum. Tekrar öpüştük sonra da olan oldu. Çılgın­
ca ve şehvet dolu değildi. Yavaştı Sevgi dolu, yumuşak, gü­
zel. Üzgünüm, bu Kam ryn in duymak isteyeceği bir şey ol­
mayabilirfakat açıkça belirtmeliyim ki bu birbirimizi arzu­
lamakla, karşılıklı duyguların beslendiği bir sürecin sonun­
da birbirimizi görmezliğe gelemediğimiz bir noktaya var­
makla da ilgili değildi. Yaptıklarını farklı nedenlere bağlı
olarak yapmış olan iki kişiye dairdi. Uzun zamandır hiçbir
erkek bana böyle iyi davranmamıştı. Ve o kısacık zaman
diliminde, birlikte olduğum adamın bana değer verdiğini
farz etmiş, beni becermekten ziyade benimle seviştiğini diı-
şünebilmiştim. Seks konusunda edindiğim tecrübe, duygu­
lan hesaba katmayan salt bir düzüşmeydi. Kamryn'in bu­
nu fazla acı çekmeden yapabildiğini biliyordum. Sebebine
gelince, yaşamını çok erken bir dönemde farklı bölümlere
aynrtnaya alışmış olmasıydı. Erkeklerin kötü davranması
veya onu hırpalaması halinde acı çekmemek için bir set
koymayı öğrenmişti, bense hiç böyle bir yeteneğe sahip ola­
madım. Önceleri Kam'a söylediğim gibi, ben, daima çok
fazlaydım. Çok fazlayım. Her an her şeyden fazla. Ne ka­
dar sıkıntı çekmiş olsam da kendimi koruyamıyordum. Do­
layısıyla, her aşksız seks yaptığımda bunda bir soran olma­
dığına, kendimi akabinde değersiz ve yalnız hissetmediği­
me kendimi zar zor ikna ediyordum. Nate le geçirdiğim o
kısacık anlarda, bana önem içerdiğini fa rz edebilirdim.
EN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI • 365

Gerçek değildi fak at hakikatmiş gibi hissettirdi hatta, kısa


bir süre için de olsa.
Uyandığımda, Nathaniel tüm giysileri üzerinde yatağın
kenarında oturuyordu. "Gerçekten, çok üzgünüm, diyef ı ­
sıldadı. “Öylesine üzgünüm ki."
Karanlıkta bile ne kadar utandığım görebiliyordum.
Ben de mahcuptum. “Beti ne yaptım? Bunu nastl düzeltebi­
leceğim? Yapabileceğim en kötü şeyi yaptım .' dedi. Kendtni
ne kadar kötü hissettiğini biliyordum zira ben de aynı sı­
kıntıyı çekiyordum. Yalnız, ondan daha da beterdim
Kam t ondan çok daha uzu n süredir tanıyordum, adam la­
rının hepsinin ona pislik gibi daırandtğına şahit olmuştum
çok çok daha kötü bir şey yapmtştım, önce onu öperek
sonra da onunla sevişerek. "Geri döndüğünde . ' diyordu
“Ondan ayrılıp çıkıp gideceğim. Aasıl olsa benimle arlık be­
raber olmak istemiyor, öyleyse ben de ne yaptığımı söyleye­
ceğim. Ama sen olduğunu söylemem. Barın tekinde tanıştı­
ğım bir kızla yattığım ı söyleyip gideceğini Seni bilmesine,
dostluğunuzun mahvolmasına gerek yx>k
Suçu üzerine alm asına göz yumamazdım. İkimiz de
yapmıştık. O kadar düzgün bir adam dı ki. duyduğu tüm
utanca rağmen beni hu işe nasıl bulaştırmayacağını diışiı-
nüyordu. Konuştukça konuştuk, en nihayet bunun arkası­
nı getirmemeye karar terdik. Her şey i unutacaktık Öy le de
oldu. Birbirim izi imgelemedik, düşünmedik, hiçbirimizin
bunu tekrar etmek gibi bir arzusu olmadı, gerçekten deko­
rlu kapanmıştı.
Arkasından hamile olduğumu fark ettim Hemen bahası
olduğunu anladım am a biniti kimseye söyleyemeyecektim
Kcımryn ¿t söyleyemezdim. Kesinlikle Sathanieİe de
yecektim. İtiraf ederdi çünkü. Kam m ı de beni terk edı\cktı
366 ■ Dorotlıy K oorm on

Bencilce olduğunun farkındayım fa k at buna dayana­


m azdım. Karn in gitmesine. Terk ettiğinde kalbim çok kırıl­
dı. Huyunu gayet iyi biliyordum, durup dinlemeyecekti bi~
le. Bunun salt b ir ihanet olduğunu düşünecekti. Öyleydi de.
Ama Nathaniel ile bu anlam da birbirim izi sevdiğimize d air
herhangi birşey söz konusu değildi. Basitçe, saçma sapan
bir şey yapmıştık. Keşki bunu yapmasaydım da diyemiyo­
rum zira bu Tegan 'ı istemediğim anlam ın a gelecekti. Na-
te'in çocuğu olmayaydı, o buruna, resim yapm a yeteneği­
ne, gözlerinin o n ad ir lacivertliğine sahip bir Tegan olur
muydu? Elbette ki, olm azdı. Ailemle başım dan geçen onca
olaydan sonra, kan bağım olup da, onu sevdiğim kadar be­
n i seven bir varlığa sahip olmak hayatım daki en önemli
şeydi. Ham ile kalm ayı planlam am ıştım ancak olduğumda
da hiç pişm anlık duym adım.
Bu berbat gözüküyor ve Kamryn 'ı, bana bu kadar kızdı­
ğı için suçlamıyorum. Yalnızca özür dilemek istiyorum.
Ona bunu anlatm aya vaktim olmasını çok isterdim. Azıcık
bile olsa, doğrusunu anlatacak zam anım ın olmasını çok
arzulardım .
37

ittiğinde, koltuğumda oturmuş orta mesafeye boş


boş bakıyor, yerimden kımıldayamıyordum.
Adele benimleydi. Bunu hissedebiliyordum. Sanki
yanı başımda otuaıyor, hikâyesini artık teslim almış oldu­
ğum İçin, nasıl bir tepki göstereceğimi bekliyordu. Ne söy­
leyeceğimi işitmeyi, ne ifade edeceğimi hissetmeyi bekli­
yordu.
Başımı çevirdiğimde orada değildi. Yerde otururken ya­
nımda değil, saçı vahşice çehresinin çevresinde, ceketi
enerjik bedeninin üzerinde sımsıkı durmuyordu. Durgun
mavi gözleriyle bana korku ve temkinle bakmıyordu. Varlı­
ğının duygusu yavaşça solup boşluğa doğru buharlaşırken
salonumda tek başıma oturuyordum.
Neclen? Nate bunu niçin yapmıştı? Del in düşünmeden
davrandığını şimdi anlıyordum. O. irdelemeden hareket
eden doğal bir insandı. Edimleri düşüncelerinden önce ge­
lirdi. Fakat ¿Nale her şeyi muhakeme ederdi. Anlık düşüme*
lerinden biri dahi olsa, enine boyuna gözden geçirirdi. Ge­
çenlerde. o aralar moralinin çok hozuk olduğunu anlarmış-
368 ■ Dorothy Koomson

iı. kendini daha iyi hissettirmesinin bir yolu bu muydu?


Adele’Ie sevişmeyi düşlemek? Gerçekten önüne çıkmış olan
bu fırsatı kollamış mıydı?
Bilmeliydim. Divanın ü/erinde duran telefonun ahizesi­
ni kaldırıp tuşlarına baktım. Tegan ile Luke evdeyken onu
arayamazdım. Koltuktan hızla kalkarken delirmiş bir kadın
gibi hareket ediyordum. Portmantoya gidip paltomu kaptı­
ğım gibi ceplerinden birine mektubu sokuşturdum. Çıplak
ayaklanma, birkaç numara büyük geldiklerini takmadan Lu-
ke’un lastik ayakkabılarını geçirdim. Anahtarımı cebime ko­
yup kapıyı açtım. Usulca kapattıktan sonra merdivenlerden
aşağı sonra dışarı, kış ortası soğuğuna bürünm üş geceye
çıktını.
Dışarıda, evimin haricindeki koyu lacivert gecede durup
numarasını çevirdim. Beş kere çaldıktan sonra Nate, uyku
sersemi, “A lo,” dedi.
D üşü n d ü ğ ü m d e n daha yüksek bir sesle “Neden yaptın?"
dediın.
“Ne?” cliye yanıtladı, Yatakta kıpırdadıkça boğuk sesler
geliyordu.
“Niçin yaptın?" diye tekrar eltim. “Neden?”
“Kanı?" Boğazını temizlemek için öksürdü. “Sabahım
d ördü, ne yapıyorsun?”
“Bilm em gerek. Bana söyledi. Ne okluğunu anlattı.
O n u n neden yaptığını biliyorum. Ama senin hangi selx*ple
yaptığını anlam ıyorum . Niçin?”
“İsa aşkına. Kam, ne yapıyorsun? Neredesin?"
"Sokakla.”
"Ne?” İyice uyanıp d oğruid uğu nu duyabiliyordum . “Ne­
rede ki sokakta?"
Soğuktan akan bu rnu m u çektim. “Herkes uyuduğu için
ılışan çıkm am icap eni... Neden? C) kadar mı felaketlim? Oy-
EN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI • 369

leydim, değil mi?" Birdenbire, sanki iç organlanm eziliyor


bir vidayla sıkıştırılıyordu. Sancı yoğunlaştıkça telefon^ iyi­
ce elimde sıkıyordum. “Üzgünüm,’ derken soluğumu tut­
tum. “Öylesine kaltaktım ki. Zaten bu yüzden bent günün
birinde terk edeceğini biliyordum.'
' Kam, oraya geliyorum. Olduğun yerde bekle, hemen
gelirim, tamam m»?"
Başımı salladım.
"Kam?"
Burnumu çekerek alçak sesle “Evet," dedim.
“Tamam." Sesi daha net. daha güçlü çıkmıştı, belli ki
ayağa kalkmıştı. “Az sonra orada olacağım/’
Yaklaşık 35 dakika sonra eski sevgilimin kullandığı gri
A udi oturduğum binanın önünde lx*lirirken apartmanın
girişindeki tuğla duvara sokulduğum yerden doğruldum
Isı kaybetmemek için kollarımı bedenime sararak bekle­
miştim.
Belli ki alelacele giyinmişti: siyah eşofman altı, iyice bu­
ruşmuş siyah bir tişört ve lacivert bir mont. Spor ayakkabı­
larım çorapsız geçirmiş, saçını taramaya vakti de olmadığı
için saçları kafasına yapışmıştı. Kaklınmt geçip apartmana
doğru yürüdüğü sırada l>en de patikadan inip yanına doğ­
ru ilerledim. Giriş kapısında buluşurken yü/ii şaşkınlık, deıt
ve uykuyla karışıktı. İstem dışı, vahşi. denetiın>iz bir öfke
içiını sarmıştı. Ne yaptığımı bilmeden kolumu kaldırıp vü-
zuının orta yerine bir tokat patlattım.
İfadesi şaşkın olmaktan uzak, vurulmanın etkisiyle bası­
nı hafifçe hareket ettirerek gö/lerıni yere doğru indirdi Hiç­
bir >ev konuşm adan birkaç dakika durduktan sonra Nate
elini, tokadı yediği sol yanağına kaldırdı. Bunu ııyun Mire­
dir Ivklıyorduııı," dedi.
y*0 ■ Dt>n>ıh\ Kı*>mson

Onu tartakladığını gibi geriye doğnı sendeledi. Bıınıın


gibi."
Yeniden ittiğiıiKİe biraz daha geriye yalpaladı, bu defa
arabasına çarptı. Aslına bakacak olursanız içimden ona vur­
mak geliyordu fakat canını acıtmaktan korkuyordum. Çünkü
«atabilirdim. İçimdeki öfke onu kalıcı olarak sakatlayabilirdi.
“Neden?" diye sordum. 'Onu neden geri çektin?" Onun nasıl
bir insan olduğunu biliyorum. Fevri olduğunu biliyonım. Ni­
yeti olmadan seni öpebileceğim de biliyonım. Ama niçin onu
kendine doğru çektin? Bunu nasıl yapabildin? Neden yaptın?"
Nate sessizliğine sığındı.
“Niçin Nate? Ben ne yaptım? O kadar mı iğrençtim? Böy­
le olmak istemezdim, ben sadece...fahişenin tekiydim.”
Daha sonra Nate başını kaldırıp beni kollarına aldı. Ku­
lağıma "Şşşşsş.” diye fısıldadı. Susturana kadar ‘şşşşş’ deme­
ye devam etti.
Beni hâlen tutarken “Hep beni fazla (akmadığını düşün­
düm." dedi. “O zamanlar hiç böyle davranmazdın. İhanet
yüzünden gitmiş olduğunu düşünmüştüm. Seni bu kadar
derinden üzdüğü hiç aklıma gelmemişti. Seni kavramak ba­
zen çok zor."
“Tabii ki çok üzüldüm. Yalnızca bu konuda konuşamı-
yordum. İki yıldan uzun bir süre hiç konuşamadım çünkü
beni tamamen dağıtacağından korkuyordum. Sebebinin
kendim olduğunu da biliyordum. Ben yaptım. İkinizi birlik­
teliğe ittim."
“Kam. biz hiç öyle olmadık. Adele ile sadece arkadaştık."
Öyleyse onu neden geri çektin? Öptün? Onunla seviş-
ıin? Bunu o .söyledi, biliyor musun? Bana seni öptüğünü
akabinde kaçmak istediğini ama senin onu geri çekliğini
söyledi. Ama neden?"
İ N Y A K IN A RK A D A ŞIM IN KIZI • 3~l

•Çünkü.
Kollarında gerilirken Iv n ım bir hiç okluğumu sövleve*
cebini biliyordum. Yatukta ve yatağın «.(ıhında. Ona öyle
bokum davranıyordum ki, bunu bir çekikle bana geri öde­
meliydi. Bu daima lx*nim korkulu rüyam olmuş bu yüzden
de konuşamamıştım. O lu p bitenler benim farklı bir insan
olduğum u gösteriyordu. Kırgın. Bütünlüğü bozulmuş, say­
gıdeğerliğini yitirmiş ve yaşam memnuniyetinden yoksun
biri. Adele ile Nate, berbat biri olduğum için bir araya gel­
mişlerdi.
“Ç ünkü beni öptükten hemen sonra başımı yana çekti­
ğimde feci ürkmüş gözüküyordu. Alt dudağım'ısırıp gözle­
rini koskocaman açması gibi basit bir davranış bana seni
hatırlattı. İlk seks yaptığımız günü. Hemen giyinmiş eve
dönmeye kalkmıştın, ben de seni bir daha görecek miyim
diye sormuştum, hatırlıyor musun? Geriye dönüp avucunun
içini öperek bana bir öpücük üflemiş, ardından da Baka­
rız,'' diyerek çekip gitmiştin. Ö p ücüğü yollamadan evvel
yüzündeki ifade aynıydı. Öyle ürkmüş, öyle şaşırmış görü­
nüyordun ki, bu ilk hanginizin özelliğiydi bilemem ama sen
de alt dudağını ısırmıştın. Anlık bir şeydi fakat o denli dü­
rüsttü kİ. sana aşık olmuştum. Adele'le olduğumuz gece, se­
ninle olan İlişkimle ilgili kafam karma karışıktı, hemen he­
men bittiğini biliyordum, işte o bakışı yeniden gördüm. Sa­
na tutulduğum zamanı hatırlattı bana. Geriye almayı düşle­
diğim bir anı. »Son altı aydır varlığımı l>eraber sürdürdüğüm
kişiyle değil, aşık olduğum sen'le sevişmeyi arzu ediyor­
dum. “Y'anlış olduğunu biliyorum ama yaptım. Bu yüzden
sana gecen gün bunun sorumluluğunu alıyorum dedim
Yaptığını bencilceydi. her sey kendimle, geriyi* alamadığı­
mı tekrar kazanacağımı zannetmekle ilgiliydi Kendimden
372 ■ !X>roihy Koornson

nefret ediyorum ama her an seni düşünüyordum. Bunu laf


olsun diye söylemiyorum, cidden düşünüyordum. Senden
çok farklı bir vücudu olduğu için bana o ilk sevişmemiz gi­
bi gelmişti. Adele'e bunu yaptım, kendimi daha iyi hissede­
bilmek için onu kullandım. Sonra da, sana itirafta bulundu­
ğunu duyunca ona bir alçak gibi davrandım. Kabahatim
olan bir şey için onu suçladığımı anlamadı. Ölümünden ev­
vel onunla her şeyi dürüstçe konuşamamış olmaktan dola­
yı kendimden ne kadar nefret etliğimi anlayabiliyor mu­
sun?"
“Evet," diye yanıtladım. “Zira ben kendimden daha da
çok nefret ediyorum."
Nate kendini hafifçe uzaklaştırdı. “Onunla sorunlarınızı
halletmediniz mi? Ama Tegan’ı aldın... O gece ne olduğunu
nasıl öğrendin ki?"
Katlanmış mektubu cebimden çıkarttım. “Henüz yeni
buldum," diye açıkladım. “Bilmediğimi bildiğini zannetmiş­
tim. Seni şimdi aramamın sebebi ne ki sence? Şimdi keşfet­
tim.'
“Onunla hiç konuşmadın mı?”
Hayır demek için başımı salladım.
“Aman Tannm, Kam..." Beni iyice kendine çekti. "Ama
neden?'
“Hakkında değiJ konuşmak düşünemiyordum bile. Son­
ra Tegan vardı. Onu birlikle yaptınız. İkinizin birlikte, asla
bir parçası olamayacağım ortak bir şeyiniz vardı. Bu yüzden
sizden nefret ettim. Bir bebeğiniz vardı. Ben hiç çocuk iste­
medim fakai isteseydim kesinlikle bu senden olurdu. Yer­
yüzünde bir çocuk yapmayı düşüneceğim tek kişi şendin.
Sen ise onu başkasıyla yaptın. Sevdiğim biriyle. Bundan do­
layı terk etmem gerekti. Başkasıyla bir bel>ek yapmış, yeni
EN YAKJN APbLK:, / , • : •

bir yaşam kurmuşken kahıruyu^. '


ki bütün düşünceler uir çırpKİa r ıkrr/a? - ^
sanki. “Sonra daha vak« var sandım, Or.i ^
den yer vermek için birkaç ayım daha
sonunda bir gün o meşhur konulmamızı ya-.
şündüm. Ama oldu. Övie aniydi k» Ökrceğin: h :" * . ."
ama olduğu zaman ' Avuçlanmı rrıe hatfırirr. H.
zır değildim... Onunla veda,V:~;ı i:rr. _2§ * - ~V.rT/r-
dim. Ondan nefret etmediğimi. Or _ . I -
dim. O nu son defa gördüğümden habersiz yanmdar- ü-.tl-
dim." Bütünlüğümü sağlayan, ac r- * ^şinieyen gOc"-**
le zayıflayıp ufalanmıştı ki Nate. •’ J jrabıSmec» *rr »r-
ni yukan doğru çekti "CMesine iğrenç bir insanım ci
ken dahi konuşmasına izin vermedim V . »makian fzzias.-
la korkuyordum. Gerçi v e d âi^m ık ivedim, Sadene \ed^-
laşmak"
Nate. beni tu tm a ç devam e*3crken tek keİLTie ttmedi
Önceleri hiç bu tarz bir dunıml kar>ıU^mmişîi N^’c '
güçlü konumunda d a n hep bendim. Benım-e ile n ir ,
nınlanma çözüm bulur, muhteşem şek.’dc sc\ı?irdî sadetc
seksi kastetmiyorum. Bana, u m m a d ır . rndar ¿uven \crs-
di. Ancak bir kriz patladığında çarc>ı hep 'jciı '
Pratik bir çözüm getiren ben olurdum Naîele h ri.'nrzi
dengeler, kimsenin bilmediği yönlerime ulavr.L- :\7r^.~■
.
beraber ağlayan bir Kamrynle daha ev\ci U\ •'
mışiı. Kamryn sinir krizinde.
Haftalardır hissettiğim tüm duygular mea cezir rr_
dalgalar halinde fı>kmrken kulağıma ’B c^& aı.’ j- .c
dadı. Anık kendimi (utamıyor sanki ■»rnJck: her
yordum. ‘Bitti artık.’ diye rahatladı N-:- Tanur:
Gö/.yj>brım dinerken bedenim hâl.1 !:in\»r k_r_
374 ■ Dorothy Koomson

ağlıyordum. Daha sonra vücudumun titremesi de geçmiş


sanki içimi tamamen boşaltmış gibi kendimi Nate’in güçlü
kollarına bırakmıştım.
“Özür dilerim,” derken öyle bitkindim ki, sözcükler ağ­
zımdan zorla çıkıyordu. “Böyle .yapmak işlememiştim.’’
Kendimden ulanıp onu itmeye yetecek kadar gücü bulur­
ken kızarmış gözlerimi sildim. Neden bu şekilde çözüldü­
ğümü bilmiyordum. Gerçi uzun süredir beklenilen bir du­
rum olduğu halde bunu Nate’le yapmamın sebebini kestire-
miyordum. Beni avutacak biri varsa, bu insanın Luke olma­
sı gerekirdi.
Endişe dolu yüz ifadesi ve sesiyle “Önemi yok,” dedi.
“Benimle istediğin zaman konuşabilirsin.” Bana yeniden sa­
rılmak için yanıma yaklaştığı sırada geri adım atıp onu dur­
durmak için ellerimi kaldırdım.
“Beni böyle itme,” diye yalvardı.
“Uzaktasın zaten Nate. Buna ne kadar çabuk alışırsak p
kadar iyi. Sevdiğim bir erkek arkadaşım var. Kucağında ağla­
yacağım insan odur, sen değil. Sadece nedenini anlamak is­
temiştim, o kadar. Böyle olmasını istememiştim. Niçin yaptı­
ğımı da bilmiyorum. Yanımda bulunduğun içindir, sanırım.
Hafifçe başını sallayıp arkasını dönerken yüzünden peri­
şan bir sefalet okunuyordu.
"Affedersin,' diye bağırdım, bu halde gitmesine göz yu­
mamazdım. Ya onu gördüğüm son görüşümse? Ya aynı
Adele'le yaşananlar tekrarlanırsa? “Böyle demek istememiş­
tim. özür dilerim, tamam mı? Böyle konuştuğum için üzgü­
nüm. Sana vurduğum için özür dilerim. Seni tartakladığını
için de. Her sey için özür dilerim. Affedersin."
Arabasının kapısını açlığı .sırada durup bana hemen dön­
dü. “Ben de özür dilerim. Bunu hiç söylememiştim ama piş-
KN Y A K I N A R K A D A Ş IM IN K IZI • 375

manim. Yaptığımdan dolayı pişmanım. İlişkimizi mahvetmiş


olmaktan ölürü. Adele'le dostluğunuzu parçaladığım için.
Seni böyle kötü bir dt-uma düşürdüğüm için. Gerçeklen
üzgünüm.’1
Başımı salladım. Son gördüğümden beri Natc yaşlanmış­
tı. Zaman yüzüne işlemişti. Yorgundu. Gözleri kan çanağı­
na dönmüş, evlilik teklifini tekrarlamamı isteyen o güzel
dudaklarını neşesiz bir çizgiye dönüşene kadar sıkmıştı.
"Yakında seni ararım,” dedim.
“Ya, evet,’’ diye yanıtladı. Apartmanın giriş kapısını ini­
ğim sırada arabasını çalıştırdı.
Yukarıda, daireme açılan ön kapıyı usulca açtım. Antre­
deki ışığın yandığını fark etmedim bile. Paltomu askılığa bı­
rakıp Luke’un ayakkabılarını çıkartıp attım. Yalın ayak, ya­
tak odama girdim.
Lııke’u yalağın kenarında oturmuş, blucini ve kalın örgü­
lü mavi kazağıyla tamamen giyinik bulunca irkildim. Oda­
nın karanlığında gitmeye hazır geri dönmemi beklediği bel­
liydi. Çoraplarını giydiği halde ayakkabıları yoklu, muhte­
melen onları giymiş olduğum için gidememişti.
Sakince "Dışarıda Nate’i gördüm." diye açıkladı. 'Neler
oluyor?” Öfkeli ama aynı zamanda da ürkmüş görünüyordu,
muhtemelen Nate’in, beni kollarında tutup yatıştırmak ister­
ken başımı okşadığını görmüştü. Luke, muhtemelen Naie le
yeniden birlikte olacağımızı zannediyordu. Ama hkbir ^ \
gerçeğin kendisinden öte olamazdı. Yavaşça >atağıma doğ­
ru ilerleyip üstüne çıktım ve cenin pozisyonunda vattıın.
‘Sarılalım," dedim.
Önce tereddüt ederken sonra isteğimi verme getirerek
yanıma uzanıp sarıldı. Ona yaslanırken biraz rahatlamıştım
ve dışarının soğuğu ve senliğinden sonra Luke'un sıcaklığı
376 ■ D orothy Koom.son

ve şefkatine ihtiyaç duymuştum. Kilerini ellerimle örterken


parmaklarım ısınmaya başladı.
“Neler oluyor?” diye mırıldanırken sesi endişeli çıkıyor­
du.
Kısa hıçkırıklar arasında ona her şeyi anlattım.
“ben kıym etli değilim,
tegan’ım ”
!

J
I
i

İ
I

!
i
«
I
T
egan “Ryn anneciğim," dedi alçak sesle. O kadar az
çıkmıştı ki sesi, bunu beklemiyor olsaydım duyma­
yabilirdim.
Ne diyeceğini tahmin ediyordum çünkü geçen birkaç
haftadır Tegan değişmişti. Huzursuzdu. Akşamlan yatağa
hazırlanması hemen hemen bir saat alıyor, gecenin ortasın­
da odama geliyor, uykuya yeniden dalıncaya kadar başındj
durmam koşuluyla odasına dönüyordu. İştahı iyice azal­
mıştı vç sessizliğe çekilirken çizdiği bütün resimlerde yal­
nızca annesi olabilecek bir kadın vardı. Ona kim olduğunu
sorduğumda om uz silkerek "Biliniyorum," diye fısıldıyordu.
Ne düşündüğünü biliyordum zira aynı şeyi l>en de düşünü­
yordum. Ben de sinirli ve huzursuzdum. Uykusuzluk prob­
lemim müzmin bir durumdan tehlikeli bir hale dönüşmüş,
gecede en fazla dört saat uyuyor, gün boyunca ancak e-
postalarımı açabilecek kadar enerji toplayabiliyor, Nate’dcn
gelen hiçbir mesaj ya da telelona cevap vermiyordum
“Efendim Tığa." diye yanıtladım.
380 • D orothy Koom son

Televizyonun karcısında yere yatmış, Luke’u ofiste gös-


leren resmini boyuyordu. Gömleğini boyamak için kullan­
dığı mavi keçeli kalemi bırakıp bana temkinle baktı. Düşün­
celi bir tavır içinde pembe dudaklarını büzmüş, gözlerini
hafifçe kısmış, san saç tutamını kulağının arkasına atmıştı.
Bir şey söylemeden sadece yüzüme baktı. Kucağıma gelme­
si için dizlerime vurdum.
Yerleştiği sırada “Biliyor musun, Noel geliyor," dedi. Kol­
larımla bedenini sarıp “Biliyorum,” dedim. Noel, üç hafta
sonra kutlanacaktı, okul beş günde kapanacak Tegan gün­
lerini Kaye’ierin evine geçirecekti. Dışarıdaki gibi evimizin
içinde de Noel başlamıştı. Televizyonun yanında, bir za­
manlar pufun bulunduğu noktada küçük bir çam ağacımız
vardı. Süsler asılmış, pencereler ışıklandırılmış, her düz yü­
zeyin üzerinde kutlama kartlan duruyordu. Tegan, her gün,
l.uke’un ona getirdiği çikolata Advent26 takvimini açıyordu.
Ne var ki. içimizden şenlik ruhu eksikli. Noel heyecanı ye­
rine acı vardı. Hatıralar. Büyük günde ne yapacağımıza he­
nüz karar vermemiş. Luke her bahsettiğinde ya konuyu de­
ğiştiriyor ya da Londra'ya akrabalarımla birlikte olmaya git­
me konusunu henüz düşünecek vakti bulamadığımı söylü­
yordum. Noel’i Londra'da geçirmek iyi bir seçenek değildi.
Sadece Teganla doğru dürüst konuşuncaya kadar Luke’u
oyalıyordum. Luke’un bir haftalık New York seyahati sıra­
sında (onun piyasadaki tecrübesine dayanarak Angeles ora­
da ya bir mağaza ya da bir şube açmayı düşünüyordu. Bu
ise Luke un rakipleriyle boy ölçüşmeye gitmesi anlamına
geliyordu) bunu henüz yapamamıştık. Konuşmayı Tegan’ın
başlatmasını istiyor, hatırlayıp hatırlayamayacağını bekleyip
görmek ya da lx>ş yere mi kuruntuya kapıldığımı anlamak
istiyordum.
KN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI • 581

“Evet hayatım, yakında Noel olduğunu biliyorum," diye


yanıtladım.
“Öyle..." derken sesi kupkuru boğazında kayboldu.
“Annenin doğum günü..." diye sözünü tamamladım.
Başını salladı.
“Biliyorum," dedim. Adele’in yaş günü Noel Gün üydü.
Tegan çok küçükken sabah Adele'in doğum gününü kutlar,
öğle yemeğinde Noel’i, daha sonra da Tegan yalınca yeni­
den Adele in yaş g ününü kutlardık. Ben, Adele ve Nate sar­
hoş oluncaya kadar içerdik.
“Cennette doğum günleri kutlanır mı?” diye sordu.
“Şey...” Bilmiyordum. Bu tip sorulann yanıtını hiç bil­
mez, düşünmezdim de. Dindar olmakla beraber yaşam öte­
sine ait hayat hakkında bir fikrim yoktu. Cenneti, geçirecek­
sem eğer aklımdan günün birinde orada olabileceğim gelir­
di ancak. Ama orada zaman kavramı var mı? Yaş günleri
kutlanır mı? diye değil. Bu sorular üzerinde düşünmediğim
için de cevaplarım veremeyecektim. Cennet koskocaman
beyaz bulutlarla kaplı bir yer miydi ya da belki sadece öy­
lesine, daha iyi bir mekân mıydı? Her şeyin şahane, herke­
sin mutlu olduğu bir Technicolor dünyası mıydı? Yoksa ol­
maya ihtiyaç duyduğun her neyse orası mıydı? Ilımlı bir ton­
da “Şey... belki,” diye yanıtladım.
'Ona bir kart gönderirsem alır mı?”
“Zannetmiyorum," dedim yumuşakça.
Tegan, gövdeme doğru kıvrılıp sokulurken başını göğsü­
me gömdü. Önce om uzlan sonra da tüm lx*deni titremeye
başladı. Hıçkırıkları yavaş yavaş işitilir oldu. Annesi öldü­
ğünden, oteldeki o günden beri Önümde hiç ağlamamıştı.
Bunun onu telikleyecek, içinden akan ıstırap nehirlerim ur­
baya çıkaracak bir şey olduğunu bilmiyordum.
382 ■ Dorothv K oom son

‘•Üzgünüm, tatlım fakat onu düşündüğümüzü hissettir­


menin başka bir yolunu bulacağız, tamam mı?”
Tegan kucağımdan inip koşa koşa mutfaktan çıktı. Yatak
odasına doğru hızla koştu ama kapıyı çarpmadı. Birkaç da­
kika boyunca kontrolümü kazanmayı bekleyip Tegan’m pe­
şinden gittim.
Mavi beyaz örtüsünün üzerinde Tegan, uzun ve acılı bir
halde ağlıyor, pembe mor renkte bir hilâl gibi titriyordu.
Gözyaşları yanaklarından sular seller gibi akarken küçücük
elleriyle onları sürekli siliyordu. Adele’le birlikte çekilmiş ve
genelde televizyonun üstünde duran fotoğrafı yastığına
koymuştu.
*'Tiga..." diye başlayıp sonra ne diyeceğimi bilemediğimi
anladım. Yatakta, yanına oturarak sırtını okşadım. Adele'in
resmine, kızıyla birlikte, mutlulukla gülen kadına baktım.
Görünüşünü neredeyse unutmuştum. Artık, Adele’i düşün­
düğümde, o, hastane morgunda yatan gri bir gölgeydi.
Hıçkırıklarla ağlamaya devam ederken “Annem niçin ge­
ri gelmiyor?" diye sordu Tegan. '“Ben kötü bir kız mıydım?”
“Hayır, sevgilim/' dedim. “Sadece, annen hastaydı.”
"Sen de hastaydın,” dedi.
“Biliyorum fakat farklı bir hastalığım vardı. Annen çok
çok hastaydı ve iyileşemedi. Burada olmayı arzuluyordu fa­
kat aşırı rahatsızdı.”
"Dönmesini istiyorum,” diye ısrar etti.
“Ben de." Birden aklımda bir fikir yeşerdi. “Tiga, anne­
nin döndüğünü hiç hayal ettin mi?”
“Hvet," diye lısıldadt. Başını sallarken biraz gözyaşı daha
akım. "Cennetten hoşlanmayıp geri gelebilir. Leeds’i daha
çok beğenebilir.”
Adele ile ben ona ölümü tarif ederek çok iyi bir is yap-
EN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI ■ 383

rnıştık, değil mi? “Üzgünüm, bebeğim, annen geri gelmeye­


cek Asla.”’
Hıçkırıklarını yutkunurken feryadı ve acısının sesi de git­
tikçe yükseliyordu- O insanı bir daha asla görmeyeceğine da­
ir bu bilinçlenmenin, bu nihai kabullenmenin kalbine sapla­
nan bir hançer gibi olduğunu biliyordum. Tegan’ı kollanma
alarak sıcak bedenini kendime doğru çekip tutarken sakin­
leştirmek için sanldım. Ansızın zihnimde canlanırken yavaş­
ça somutlaşan bir anı, hatıralanmın arasından keskin bir ışık
gibi belirdi. Tegan bir aylıktı. Adele duş alırken kızına bak­
mamı rica etmişü. Adele’in yatak odasında duran mavi beyaz
beşiğe doğru eğildim. Tegan’ın teni hâlen pembe ve buru­
şuk, kırmızı lekeleri olan başında tüy gibi ince seyrek saçlar
vardı. Adele ona mavi bir tulum giydirmiş beyaz bir battani­
yeye sarınmış uyuyordu. Anneciğinin bir metre uzağına gitti­
ğini neredeyse hissetmiş gibi banyo kapısı kapanır kapanmaz
kıpırdanmaya başlamışa. Akan suyun sesi gelirken uyanmış
ve hayatımda duyduğum en büyük yaygarayı koparmıştı. Ağ­
lamayı bırakacağından emin bir an kalakalmıştım ama hayır,
kocaman bir delik gibi açtığı ağzım kapatması bir yana, göz­
lerini sımsıkı yummuş, yüzü bağırmaktan kıpkırmızı kesilmiş­
ti. Beşiğine eğilerek beyaz örtüleri üzerinden çekip onu ku­
cağıma aldım. İnanılmaz hafifli. Doğduğundan beri onu kal­
dırmış olmakla birlikte ne kadar hafif olduğunu hep unutu­
yordum. Yaygara bohçasını kollanma yeniden yerleştirip onu
sallamaya ve susturmaya çalışırken eğer isterse annesinin,
onu çok geçmeden biraz daha besleyeceğini anlamasını isti­
yordum. Adele ıslak saçlarıyla odaya döndüğünde Tegan ba­
ğırmaktan vazgeçmiş dudaklannı oynatıyor, odaklayamadığı
gözleriyle evrenin sırlannı ona açıklayacağımı bekler gibi ba­
na bakıyordu. Biraz dinlenmek üzere yatağına uzanırken
384 ■ D orothy K oom son

"Nasıl çocuk istemediğini bana bir daha söyle bakalım.” diye


fısıldadı Adele.
Tegan'ın saçlarının içine doğru “Doğduğunda seni işte
böyle sallamışımı,” dedim. "Küçük bir bebekken, öy!e ko­
mik görünüyordun kİ. Kendi kendime, hastaneden bize
doğru bebeği mi verdiler, cidden gülünç bir hali var diye
düşünmeden edememiştim. Fakat sonra gülümsediğinde
aynı annene benziyordun, tıpkı onun kadar güzeldin, ben
de ona ail olduğunu anlamıştım. Bizim. Zira aynı zaman da
benimdin de, bunu biliyorsun değil mi? Benim küçük Ti-
ga’mdın. Senden uzakta olduğum bunca zaman da bile hep
akimdaydın. Resmini cüzdanımda taşır, insanlar “Bu kim?'‘
diye sorduklarında “Bu benim küçük Tigam," derdim.
■"Annenin burada bulunmayışından dolayı üzgünüm, Ti-
ga. Keşke olsaydı. Ne olurdu burada olsaydı diye her gün
içimden geçirirken buna alışmanın çok zor olacağını biliyo­
rum. Neden Noel G ü n ü ’nü Adele Günü diye çağırmıyoruz?
Adele annenin adıydı, bunu biliyorsun değil mi?n
“Evet," diye fısıldadı.
“Tamam, bir Adele Günüm üz olacak. Özel Adele Günü
kartlan hazırlayacak tanıdığımız herkese göndereceğiz.
Hem onun resimlerini çizebilir hem de bazılarını fotoğraf al­
bümünden çıkartabilirim. Çay saatinde özel bir ‘Bııng ¡t'ya­
pabiliriz. Ha? Ne dersin?"
"Luke gelecek mi?”
Artık ağlamıyordu, bu da bir şey sayılırdı.
"Hayır. Sadece l>en ve sen olacağız. Erkeklere izin yok.”
‘Peki ya Mr Nate?” diye sordıı.
“Böök! Hayır! O da erkek! Erkekleri kabul etmiyoruz! Ay­
rıca Noel’i de kaçırmamak için bir sonraki günde kullarız.
Böylece hediyelerimizi açarız."
EN YAKJN ARKADAŞIMIN KIZI • 385

“Luke o güne gelebilir, değil mi?" diye sordu Tegan.


“Gelmek isterse,” diye yanıtladım.
“Ben istiyorum. Bir de Mr Nate i."
“Gerçekten mi? Neden?" Bu cidden söylemesini bekle­
mediğim bir şeydi. İlk karşılaşmalarından beri Nate'i uç dört
kere daha görmüştü. Nate ona hoş davrandıysa da, o, Luke
değildi. Her uğradığında en fazla on dakika kalmasına rağ­
men neden bu kadar önemli bir günü onunla paylaşmak is­
tiyordu ki?
Gözyaşlarını silerken basitçe "Onu seviyorsun,” dedi.
“Fakat eğer sen onu sevmiyorsan Noel partimize gelme­
si gerekmiyor," derken bu cümlemin tınısında panik vardı.
Onunla 15 gün önce sokakta tartışalı beri hiç görüşmemiş­
tim. Konuşmamış, e-postalarını da yanıtlamamışüm. Aslına
bakacak olursanız ondan hararetle kaçıyordum. Aynca. Lu-
ke’un da onu çevresinde görmek islemeyeceğini kesinkes
biliyordum.
“O nun gibi yapıyorum. Komik biri.“ Bu dediğine daha
da şaşırmıştım. Komik olduğunu dedirtecek ne yapmış ola­
bilirdi ki? .
“Tamam, gelip'gelemeyeceğini sorarım. Gerçi ona uygun
olmayabilir, gelemezse de üzülmemeliyiz."
Ona sımsıkı sarıldım. Luke’un satın aldığı tarçın kiraz ka­
rışımı banyo köp üğün ün kokusunu içime çektim. Tegan'ı
mutsuz görmeyi sevmiyordum. Acı çektiğini bilmekten hoş­
lanmıyordum. Elbette ki. üzülüyordu fakat Tegan’ın ne olup
bittiğinin farkına varmadığını farz etmem yaşamı kolaylaştı­
rıyordu.
“Ağlamak iyidir, biliyor musun?" dedim. Halbuki onu .ız
önce susturmuştum. Mahsus yapmadım ama durduğunda
kendimi daha iyi hissedecektim. Dinleyen için hoş olmaya­
386 ■ Dorothy Koom.son

bilirdi, bu duruma şahit olan kişiyi güçten düşürebilir, ra­


hatsız edebilirdi fakat ağlamak iyiydi. Ağlamak içinin boşal­
dığını hissettirse de insana kabul edilebilir bir çıkış kapısıy­
dı. Duygularını açığa vurmamış olmaktan ötürü içinde bes­
lediğin küskünlük duygusundan iyiydi. Tegan’m hüznünü
ifade etme fırsatı verilmediği için öfke ve acı hissetmesini is­
temezdim. “Annenle ilgili kendini üzgün hissettiğin ya da
onu özlediğin herhangi bir zamanda ağlayabilirsin. Ne za­
man istersen onun hakkında konuşabilirsin.” Saçındaki in­
cecik uzun bir tutamı okşadım. ‘Anneni özlemen çok do­
ğal, seni anlıyorum, söylemek isteyeceğin ne varsa her za­
man dinlemeye hazırım."
“Uyuyacağım şimdi,” diye geveledi ağzında.
“Olur, kıymetli.”
Başını sallarken hüzünlü bir ifadeyle kıkırdadı. “Ben Kıy­
metli değilim, ben Tegan’ını.”
Annesiyle aralarındaki bir şakaydı bu. “Şimdi eminsin ya­
ni? Oysa ben, adının Kıymetli olduğuna yemin edebilirdim.”
“Hayır, benim ismim Tegan."
“Tamam, Tegan hadi uyu. Sakıncası yoksa bir müddet
yanında oturacağım, ardından gidip öğle yemeğini hazırla­
rım. ”
“Peki," deyip dizlerimden inerek yorganının içine girdi.
Uzanırken yüzünü benden öte yana çevirdi. Odayı gün ışı­
ğından korumak için pencereye yaklaşıp mavi perdelerini
çektim. Gece yanlarında bazen yaptığım gibi yatağının ya­
nında yere oturup onu uyurken seyretmeye başladım. Ka­
rate dersleri alıyor, futbol takımında oynuyor, I.ııke ve İren­
imle ttpkı bir yetişkin gibi konuşuyordu ama çok hassas ol­
duğunu unutup duruyordum. Solgun ve gergin yüzünden
saclarını çekme isteğime gem vurup uykuya daldığı sırada
KN Y A K IN A R K A D A ŞIM IN K i/.l ■ .W 7

nefes alış verişlerinin yavaşlamasını, yüz hatlarının gevme­


mesini seyretmekle yelindim , /o v a lli kırılgan Tegaıı Menim
zavallı, zavallı bebeğim .
Noel ve ertesi g ü n ü k onu sun daki planım ı açıkladıktan
sonra Luke “Ne ve ne?" diye cevap verdi. Am erika'dan don
dükten sonra N ew Y ork’takı işle ilgili Londra'ya toplantıya
gitmiş o ld u ğ u için son iki g ü n d ü r görüşm em iştik. K orkum ­
dan ona bu planım ı T egan'dan ayrı, yani iş yerinde söyle
meye karar vermiştim.
Çalışma m asam ın ö n ü n d e ayakta du rurken kollarını
birbirine kavuşturm uş, koy u gri k ostüm ü, l>eyaz göm leği
ve mavi boy un bağıyla son derece buyurgan bir tavır ser­
giliyordu. Çalışarak ve evde geçirdiği bunca zam ana rağ­
men atletik yapısını koruy abilm esine h e p hayrandım . Ba­
şımı usulca yukarı, Luke’un y ü z ü n e do ğru kaldırdım G ö z
göze geldiğim izde temas k u rm a n ın içim de yarattığı endi>e
sornutlaşmışlı. G ö z le rin in nadir rastlanan fındık içi rengi,
suçlayıcı ve hoşnu tsuzlu k içeren bakışına çakm ak taşı g i­
bi bir özellik katıyordu. D işlerini hafifçe gıcırdatırken s.ı
dece ü zg ü n değil aynı zam a n d a haksızlığa uğram ış bir h a­
li vardı.
Benden yanıt alamayınca Luke “Noel G ü n ü n ü ikinizle
geçirmeye hak kazanam adım da, ertesi g ü n ü n ü eski sevgi
linle geçirmem daha uygun?" dedi. Gözlerini kayıtsızlıkla
üzerim de gezdirm eden önce o m z u n u n üstünden ofisimde
ki cam duvara sonra da tavana baktı. “Acaba bir gizli k am e­
ra şakasında mıyım? Zira Ixiylc bir olayı açıklam anın tek yo­
lu bu olabilir."
B unu Tegan için yapm am la/ıııı. Noel G ıin ü onunla tek
başına olm alıyım . Noel ertesinde Nate'irt de gelinesim ö tü ­
len de kendisiydi."
588 » Dorothy K<x>mson

"Akşamleyin gelsem nasıl olur?" diye sorarken Amerika­


lılara özgü genizden konuşma (arzını kapmış gibiydi. New
York‘da bir hafta kalmakla Stateside Eyalet aksam geri gel­
mişti.
“Hayır. Luke. Bu Tegan için. Annesinin yaş günü, Ade­
le... Adele öldükten sonra ki ilk büyük kutlamamız. Bu ola­
yın ne kadar önemli olduğunu göremediğine inanamıyo­
rum."
“Görüyorum. Yalnızcı... hatırlatırım ki, benim de bir ai­
lem yok. Noel'i çoğunlukla New York'ta arkadaşlanmla kut-
tanm ama bu sene birlikte geçireceğim bir ailem olduğunu
zannettiğim için onları geri çevirdim.”
“Ve de var. Sadece 25'inde değil.”
Kaşlarını çatarken Luke’un ağzı öfkeyle yamyassı olmuştu.
“Luke ne yapmamı istiyorsun? Çocuğumdan önce mi gel­
meyi bekliyorsun?”-
Bir an için evet diyecek gibi oldu. Bunu, yüzünden, göz­
lerinden, dudakiannı seğirtmesinden anlayabiliyordum.
“Olmamı hayal ettiğin insan tarzı bu mu? Çıkmayı arzu­
ladığın kadın tipi bu mu?” diye eklerken niyet etmeden söy­
leyeceği bir şeyin önüne geçmek istedim. “Buna ihtiyacım
yok, biliyor musun? Bizimle olamadığın için beni hakir gö­
receğin kaygısını taşımasam bile kendi başına zaten zor bir
gün olacak. Üzgünüm Luke ama Tegan önce gelir. Annesi­
nin geri gelmeyeceğini yeni yeni idrak etmeye başlıyor, bu
S
durumda sözümde durmayıp onu yüz üstü bırakamam. Söz
vermiş olmaktan da pişman değilini."
Masamın üstündeki siyah lelefon çalarken LCD ekranın­
da numaraya baktım. Kime ait olduğunu bilmediğim için
ahizeyi kaldırıp cevap verdim. "Kamryn Matika, size nasıl
yardımcı olabilirim?” Luke beni ayakta seyrediyordu.
KN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI ■ 3H9

•‘Benim,” dedi Nate.


"Ah, selam,” dedim. Odanın ısısı birden yükselirken l.u-
kc sesini ya da ne diyeceğini duymasın diye ahizeyi kulağı­
ma iyice dayadım.
“İş yerinde olduğunu biliyorum dolayısıyla fazla tutma­
yacağım fakat ne cep telefonuna ne de e-postalarıma cevap
veriyorsun,” dedi. Sesi hiç suçlayıcı olmadığı gibi aksine to­
nunda algılayabildiğim tek şey anlayıştı. “Seninle Noel hak­
kında konuşmak istiyordum.”
“Hey,” diye yanıtladım.
“Adele’in doğum günü olduğunu, şey, olmuş olacağını
biliyorum ve ne yapıyorsun diye merak etmiştim de? Tegan
ve senin için zor geçeceğini tahmin ediyorum, acaba eskisi
gibi günü beraber geçirebilir miyiz?"
“Aslına bakacak olursan, ben de, seni bu sebeple araya­
caktım,” Luke’u gözümle yoklarken bir ilgisizlik numunesi
olduğunu fark ettim. Masamın diğer köşesine eğilmiş, dos­
ya kutusunda isteksizce duran yeni magazin sayısının say­
falarını çeviriyordu.
“Gerçekten mi?" diye sorarken Naie'in sesi yükselmişti.
“Ya, evet. 25’ini Teganla ikimiz yalnız geçireceğiz fakat
26'sında, yani Noel G ünü’ünde müsait misin diye merak
ediyorduk."
Nate in yanıtını beklediği sırada Luke, taslak sayfalan
arasında en ilgi çekenlerden birinde, muhtelif Angeles nıa-
ğazalannda yer alan markaiann listesinde durdu.
“Luke orada olacak mı?" diye sordu Nate.
“Elbette ki.”
“Öyleyse, pek iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum, ya
sen? Ne kadar çok istesem de dördümüzün K t.i Ikt iyi bir
vakit geçireceğinden şüpheliyim. Noel gecoi uğrayıp hedi­
yelerinizi vermeme ne dersin?"
3lH) ■ IVı\>thv Kwmson

Kahatlavarak “Tamam." dedim. Hem de inanılmaz gevşe-


vervk. Savkve lu k e u n bütün gün. muhtemelen do onu izle-
\vn jv boyunca keyifsiz olacağından değil ama Nate’lo de
fazla vakit evirm ek istemediğimden dolayı rahatlamıştım.
Başka biriyle yatma nedeni su yüzüne çıkınca ilişkimizin yani
merhum ilişkimizin öğeleri değişmişti. Bunu kötülükten yap­
mamış. yalnızlığa itildiğinden dolayı yapmıştı. Bu duygulan
unlayabiliyordum. Hayalımda birçok kere bu a k ild e hisset­
mişim. IxMiimle beralxT olmasına rağmen onun da Ixnie bir
duyguya kapılması... şahsımla ilgili çok şeyi anlatmaktaydı.
Bunu yanığına dair sürekli kaygım doğruydu ne var ki İvmm
onu yapmaya sevk etmem yanlıştı. O nu terk edip yapayalnız
bırakmışımı. Biriyle yatması gerekmese de en nihayetinde bir
insandı. Hepimiz zayıf anlarımızda saçmalayabilirdik: iş yerin­
de yakınlaştığını îskoçyalı çocukla flört etmiş, Ted'le otel oda­
sında neredeyse yatmamış mıydım? Nate hakkında bildiklerim
çoğalırken edindiğim İm ek bilgiler tehlikeliydi.
“Pekâla, Noel Gecesi buluşmak üzere, seni daha önce
görebilir miyim?"
Hâlen listeyi incelemeyi sürdüren Luke'a gözüm ün ucuy­
la bakıp “Şey. çok iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum," de­
dim.
“Ya Tegan? O nu daha önce görebilir miyim?’’
“İstersen. O nu bir saatliğine evine bırakabilirim.” Yeryü­
zünde hiçbir kuvvet bana bunu yaptırmayacaktı ama onu
sınamak istedim. Gerçekten Tegan ı mı ya da beni mi gör­
mek istemişti?
"Veya da ben size gelirim sen de bir saatliğine çıkarsın,
diye yanıtladı. "O nun için daha az yıkıcı olur.”
Bu şıkkın olmayacağını biliyorsun, değil mi?"
KN Y A K I N A R K A D A Ş I M I N K l / I ■ .V)l

"Simdi değil belki ama zaman içinde, olabilir. Oıuı ger


çekten görmek islerini. Tabii ki seni ılı'."
“Nate, meşgulüm."
•'Yatımda mı?"
İV çektim. "Pekâla. seni ararım, belki lı:»it.ı sonu uğraya
bilirsin. Tegan’ın durumuna bakacağım."
"Tamam. Yakımla görülürüz."
"Hoşçakal. Nate."
"Tamam, bebeğim, seni seviyorum." Nate kapattığı sıra­
da telefon tık elti. GÜM! Son sözlerini zihnimde yeniden
duyarken gülle yemiş gibiydim. Titreyen ellerle ahizeyi ye­
rine koydum.
"Noel’e geliyor mu?"
Aklımdan gevenler yüzümden okunur endişesiyle l.ııke'a
bakamadan başımı salladım. Nate bunu öyle kolaylıkla söy­
lemişti ki. Önem li değildi. Sohbet sırasında iki kelime ek­
mişti. Beraber olduğum uz zamanlarda telefonu lıep böyle
kapatırdı. “Şey, meşgulmüş, herhalde ailesini ziyaret ede­
cektir. O n u n yerine, Tegan ın hediyelerini bırakmak ivin.
Noel gecesi gelme ihtimali var.”
“Ryn?‘ diye başladı Luke. O na bakmak üzere döndüğüm
esnada. Nate'in az önce bana yaptığını yüzümden okuma
yacağını cidden umuyordum. Krkek arkadaşımın cehresi çe­
kingen bir gülümsemeye bürünürken ölkesi bitmişti. Ö n ­
celeri piçlik etliğim için özür dilerim. Anlıyorum, sadece h.ı
yal kırıklığı içindeyim.”
“Biliyorum.”
Hayır, bilmiyorsun Yaşantımda ilk kez bir ailem, sen ve
bir çocuk var, hiçbir Noel Gününde şımartacak bir çocu­
ğum olmamıştı. Ne katlar heyecanlandığımı biliyor musun?
Noel, ailelerin birleştiği bir dönemdir. lx*n ile ikinizle olın.ı*
392 ■ D o ro ıh y K oom son

yı arzulamışım. Fakat 26'sı da olur. Doğrusu, müthiş ola­


cak."
Başımı salladım.
Kimsenin öğle tatilinden dönüp Betsy’le paylaştığım cam
bölmeli ofisimizden bizi gözetlemediğini kontrol ettikten
sonra Luke öne eğilip beni çabucak öptü. “Akşam görüşü­
rüz, bebeğim. ”
“Evet, akşam görüşürüz."
Ofisimden ayrıldı. Çıktığı gibi Nale’in söylediklerini zih­
nimde tazelerken kalp çarpıntım hızla arttı. Yeniden duya­
bilir, değerli bir elmas gibi ışığa doğru tutup mükemmel fa-
çetalanm inceleyebilirdim. “Seni seviyorum, bebeğim, hoş-
çakal.” Nate’in yumuşacık bir sesle bana karşı eskiden nasıl
hissediyorsa hâlâ aynı duyguları taşıdığını söylemesi hiç
olası gelmemişti. Hâlen bir şeyler hissettiğinden şüphe et­
miştim fakat beni sevdiğini İfade etmişti. Onu seviyor muy­
dum? Eğer öyleyse, bu yaşantılarımız adına neyi ifade ede­
cekti? Bizim hayatımız için. Kiminle olmayı seçmem demek
kiminle olmak istediğim anlamına gelmiyordu, Tegan’m
duygulan en az benimkiler kadar önemliydi, O olrtıasaydı
kimi seçeceğimi biliyordum. Seçimimi bir çırpıda yapabilir­
dim.
Masanın üzerinde, farenin hemen yanında duran cep te­
lefonum titreşti. Luke’dan gelen mesajı açtığımda, şöyle di­
yordu:

Söylemeyi unuttum, Seni seviyorum:)

Mesajı silip telefonu neredeyse masanın üzerine fırlattım.


Kımt •<L%cccf>imi gerçeklen biliyor muydum'f
39

egan Adele Günü, henüz şafak sökmeden yalaklan

T kalktığında ışığın karanlığı delip ortalığı aydınlatma'


sına daha vakit vardı.
Koridorda yürürken adımlarının sesi beni gece boyunca
içine dalıp çıktığım hafif uykumdan kaldırdı B ^ın ı kapıdan
içeri uzattığı sırada doğrularak yüzüme bir canlılık katmaya
çalıştım.
“İçeri girebilir miyim?" diye sordu Tegan.
Birlikte yaşadığımızdan beri bir odaya girmeden önce
izin btememişken bu çekingenliğinin nereden kaynakladı-
ğını anlamıyordum. -Tabii," diye yanıtladım. L'suka içen gi­
rip yatağıma tırmanarak örtülerin altına kaydı.
"Önce kahvaltı mı istersin yoksa hediyeni mı/' Kr.r
ken onu kollarımla sarıp koynuma almak için kendime çek­
tim.
“Bir armağana hakkım var mı?* diye sordu.
"Kvet Bayan, elbette ki. Bugün Adele Günü yse ma<J*rm
hu hediye demektir. Daha sonra kahvaltımızı yapar Nana
f’iiilh i ararsın Sen karar ver."
394 ■ Dorothy K o o ım o n

İlk önce ne yapacağını bilemeyen Tegan’m gözleri iyice


irileşti. Bunca seçenek arasından hangisi? Enine boyuna dü­
şünüp dudaklarını uzun uzadıya ısırdıktan sonra “Hediye,”
diye fısıldadı.
“Tamam," dedim. Yatağımda dönüp başucumda duran
komodinin çekmecesini açarak hediyesini çıkarttım. Kırmı­
zı bir kurdeleyle paketlenmiş altın rengi bir kutuydu. “Hay­
di bakalım,"
Paketi iki eliyle alırken Tegan’ın gözleri daha da büyü­
dü. Oturduğu yerde bakakalmış, kalp şeklindeki yüzüne
hafif bir endişe oturmuştu. “Nedir?” diye sordu.
Başka bir çocuk olsa hediyeyi şimdiye kadar çoktan aç­
mışken, Tegan balıklama atlamadan önce üzerinde fikir yü­
rütür keşfedebileceği ne varsa araştırırdı. Ben de böyley-
dim, hep temkinli. Adele ise kutunun kendisi için olduğu­
nu gördüğü saniyede hevesle açardı. Bu tutum o insanın ru­
hundaki romantizmden kaynaklanıyordu sanırım. İlk bakış­
ta aşk ya da şahane hediyeler olacağına inananlardandı.
“Aç ve gör,” diye öneride bulundum.
Paketin geniş ipekli şeridiyle oynamaya başlamadan önce
birkaç saniye boyunca yerinden hareket etmedi. En sevdiği
spor pabuçlarının beyaz bağlannı bir ucundan çektiğinde dü­
ğümün nasıl çözüldüğünü hatırlayana kadar kurdeleyi açma­
ya çalıştı. Kutunun kapağını dikkatle kaldınp içine baktı.
Soluğunu tutarken "Bu gerçekten bana mı?” diye sordu.
Yüzüme, geri alabileceğime dair bir ipucu yakalamaya çalı­
şır gibi baktı. Onayladığımı göstermek için başımı salladım.
İçi mavi ipekli bir kumaşla kaplı olan kutudan, hep ol­
duğu gibi dikkatle altın bir kolye çıkarttı. Ucuna bir madal­
yon asılıydı. Ciddiyetle baktı, yüzüne doğru kaldırıp üstün­
deki koyu holografik resmi inceledi.
FN YAKIN ARKADAŞIM IN KIZI ■ 395

“Ben ve annem,” dedi sonunda.


“Evet,” diye cevap verdim. Tegan'la Adele’in bir fotoğra­
fını disc’e kopyalatmıştım.
Elinde tuttuğu kolyeye bakarken “Bunu hep takabilir mi­
yim?” diye sordu.
“Eğer istersen. Senin kararın."
Takmam için bana uzattı. Elime aldığım sırada “Saçlarını
kaldır da arkandan geçireyim,” diye açıkladım. Kolyeyi za­
rif boynunun etrafına doladım. Bitirdiğimde “Oldu işte," de­
dim. Tegan saçlarını yerlerine geri bırakırken sarı tutamlan-
nın omuzlarına düştüğü sırada onları kestirmeli miyim diye
düşündüm.
Geçen birkaç ayda dürüstçe söyleyecek olursam aklıma
bile gelmediğinden bunu yapmamıştım. Sekiz haftada bir
saçlarımı kestirir sonra da düzleştirirdim fakat Tegan’ın da
aynı şeye ihtiyacı olacağını fark etmemiştim. Görebildiğim
kadarıyla kınkİan yoktu, akşamlan yıkadığımızda daima yu­
muşatıcı krem kullanıyorduk. Gerçi sırtının oltasına kadar
inen bu saçlar ona pek yakışmıştı. Spor yaptığında önce at­
kuyruğu ardından topuz yapıp tokalarla tutturuyorduk.
Açık olduklannda yüzünün biçimini, hafif şehla gözlerini ta­
mamlıyor, güzelliğine güzellik katıyordu. Bazen corno’s
yapmamı ister (sonunda daha küçükken saçına yaptığım gi­
bi comroıvs, yani sepet örgü demek istediğini anlamıştım.)
Bu işi özel günlere bırakmıştım zira saçlarını düzgün sıralar
halinde örmek bayağı vakit alıyordu. Bu örgüler Tegan a
•10 filminde Bo Derek e yakıştığından daha fazla yakışıyor,
onları çözdüğümde de saçtan dalga dalga oluverince pek
seviniyordu.
Saçını okşayıp madalyasını incelemesine gülümsedim.
Tegan'ı uzun saçlı seviyordum ama Adele acaba ne isterdi?
I

*Q0 • Porothv Kt'om.soıı

Adek\ T o z a n ın n e r e d e y s e I v l i n o in e n s a ç la rı h a k k ın d a m*

d ü ş ü n ü r d ü ? K ı/ ın ın s a ç la rı ç e n e h iz a s ın a g e ld iğ i v a k it l u ’p

k e s ilm iş ti. T e g a n b u n d a n ş ik â y e tç i o l m a d ı ğ ı g ib i .sa çla rının


u z a m a s ın a d a b ir şe y d e m iy o r d u fa k a t A d e le n e d e rd i?

İçimden isyan ederek AV fark eder? diye düşündüm.


OUıyUmn bıitiînû içinde Adele'in neyi islediğinin ne önemi
i'ar ki? Niistlsa burada değil. Suçluluk duygum bu asi d ü ­
şüncelerin hemen arkasına yerleşti. Bu isyan tohumlarını
Luke birkaç gün evvel zihnime ekmişti.
Tegan’ı ortaokula mı ya da biraz bekleyip farklı yete­
neklerini geliştireceği çok yönlü bir okula mı gönderme­
liydim? Veya iyi isim yapmış bir okulun civarına taşınsam
mı ya da beklesem mi diye yüksek sesle fikir yürütüyor­
dum. Luke’a bu konuyla ilgili Adele’le hiç konuşmamış ol­
duğum u, Tegan ı sırf kız öğrencilerin gittiği ve kızlı-erkek-
li okullara nazaran öğrencilerinin daha iyi performans gös­
terdiği bir okulda mı okutm ak isteyeceğini bilmediğimi
söyledim. Karışık bir okulda okutarak erkeklerle rekabeti
gerçek hayata geçmeden önce öğrenmesi de bir avantaj
sayılabilirdi.
Bu konuda dile getirebileceğim her şeyi dinledikten son­
ra Luke ‘Sen Adele değilsin,” dedi.
Gücenmiştim. Tegan'ın yaşamında onun yerine geçebile­
ceğime inanacak kadar aptal olduğum u mu düşünmüştü?
Her fırsatta ona en büyük kaygımın bir Adele ikamesi ola­
mayacağımı yeterince anlatmamış mıydım? “Bunu biliyo­
rum, ” diye yanıtladım.
"İyi. öyleyse onun gibi olmaya çalışma,” dedi yatağımda
otururken. O, diz üstü bilgisayarında, bense bilgisayarda ça­
lışıyordum. "Madem Tegan'a kızım diyorsun öyleymiş gibi
davran. Adele’in isteklerini tahmin etmekten vazgeç ve ne
liN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI • J»/7

istersen onu yap. Icgan senin .sorumluluğun altında Ade-


le’iıı değil.”
Kaşlarımı çatınca bilgisayarı kenara koyup tek kaşını kal­
dırarak cevabımı bekledi. Kn nihayet "Benim mesuliyetim­
de olduğunu biliyorum,” dedim.
"bebeğim, sorumluluk almadığını Melemiyorum fakat
insanın eli kolu bağlı oturması o kadar kolay ki. Adelein ne
yapmak isteyeceğinden o kadar endişe edebilirsin ki hiçbir
şey yapamayacak hale gelirsin. Hu ise, her ne kadar telaf­
fuz etmekten nefret etsem de geri çekilmek demektir, değil
mi? İşler ters giderse kötü bir karar vermek zorunda kal­
mazsın çünkü bunu kendim değil Adele istemişti diyebilir­
sin."
Alt dudağımı ısırıp gözlerimi yere doğru çevirdim. “Böy­
le yapmıyorum ki.”
“Yerinde olsaydım yapardım,” diye kabul etti. Kılsız göğ­
sünü gerip kaşıdı. “Bu hapishaneden serbest çıkma kartına
benzer. Olaylar her kötüye gittiğinde suçu başkasına yükle­
yebilir insan.** Bu tarzda hiç düşünmemiş olmama rağmen
kendimi acımasızca suçlanmış ve yanlışım ortaya çıkartılmış
gibi hissettim. “Elimden geleni yapıyorum.” diye yanıtladım.
Tegan Adelein kızıydı dolayısıyla onun istediği şekilde ye­
tişmesi için ne gerekiyorsa yapmam doğaldı. Ama haklı ol­
duğu bir nokta vardı. O , şimdi benim evladınıdı. Benim yü­
küm. Benim ümidim. Benim aşkım. İyi ya da kötü, her şe­
yinden ben sorumluydum. Şimdiden itibaren, Tegan ın ge­
liştirdiği kişilik özellikleri, alışkanlıklan, zaafları, davranışla­
rı benimle nasıl yaşadığına bağlıydı.
Tegan a yeniden bakarken korkuyu başımda ve göğsüm­
de hissettim. Bu konuyu fazla deştiğim zam ın içimden sak­
lanmak geliyordu. Etkisi geçinceye kadar yorganımın alım.»
398 ■ Dorolhy Koomson

girip saklanmak. Anne vasfıyla tanımlanmak gibi bir derdim


İliç olmamıştı. Asla bir çocuk doğurup bana bağımlı olacak
birine ihtiyaç duymadım. Evet, Nate’e bakmıştım fakat sade­
ce o da kendiyle ilgilenebildiği içindi. O nu bir gece unutsay-
dım açlıktan ölmezdi. Teganı almayı kabul ederken bütün
bunlan bilmekle beraber bazı anlarda üstlendiğim mesuliye­
tin yükünü daha çok hissediyordum. Hem fiziksel hem de
duygusal dengesi açısından bana tamamen bağımlı olduğu
anlarda. Sorumluydum. Her şeyden. Her an. Sonsuza dek.
“Haydi, küçük hanım, yapacak çok işimiz var, bütün gün
yatakla kalacak değiliz.”
Gülümsemesinin arkasında kayboldu Tegan’ın yüzü. Ör­
tüleri üzerimizden atarken önce Tegan, arkasından ben ya­
taktan kalktım. “Birkaç kişiyi telefonla arar biraz kahvaltı
ederiz."
“Tamam,” diye yanıtladı.
Oturma odasında telefonu Tegan'a uzattığımda kenarın­
da M&D yazan hızlı çevirme tuşuna bastı. Sabahın daha al­
tısı olduğu halde annem belli ki aramasını bekliyordu. Çün­
kü Tegan neredeyse hemen “Merhaba Nana h'aith... iyi­
yim...” diyerek Tegan’a has küçük bir gülüş fırlattı “Mutlu
Adei günü" dedi. Tebessümü telefonda yumuşak sesi ile
konuşan annemi dinledikçe daha da genişliyordu.
Anneme Adel G ü n ü ’nden söz ettiğimde, Luke'a nazaran
beni çok daha fazla yüreklendirmiş, eğer islersem bize bir
pasta yapacağını söylediğinde teklifi hoş da olsa gereksiz
bulduğum için geri çevirdim. Hoşçcıkal Anne dediğim sıra­
da “Biliyor musun Kamryn, baban ve ben seninle gurur du­
yuyoruz.“’ dedi.
Annemin hakkımda bunu söylemesine aşııı şaşırmış
Pardon'' diye yanıtlamıştım. İlişkimiz nikâhımın iptaliyle
I

EN YA K IN ARKADAŞIM IN KIZI • 399

değişmişti. Onları dost ve akrabalarımızın Önünde utandır-


(jığım, hiçbir açıklama vermeden evlenmediğim için bozul­
muştu.
“Tegan büyük bir sorumluluk," diye sürdürdü annem.
‘Ona bakacağını söylediğinde çok şaşırmıştım. Gerçi çok
başarılısın, aferin.” Annem Teganla konuşmak için sık sık
arar, Tegan da onlara telefon ederdi. Yaz tatilinde annemle
babam kız kardeşimi görmeye Nlanchester a giderken gelip
Tegan’ı Leeds’den almışlardı, böylece günü onlarla ve kız
kardeşimin ailesiyle geçirmişti. Tiga’yı seviyorlardı. Herkes
Tiga yı seviyordu.
“Teşekkürler,” diye geveledim.
Annemler sözü her açtıklarında konuyu değiştirir konuş­
maktan kaçındığım gibi, 'Evlenmekten vazgeçtiğin günden
beri seni merak ediyorduk. Ne yapacağını Ve niçin bu ka­
dar uzağa taşınmış olduğunu anlayamıyorduk ama şimdi o
kadar endişeli değiliz artık. Yaşamında biri var.“
‘ Luke mu demek istiyorsun?” diye sordum.
“Tegan. Artık bir ailen var bundan çok mutluyum.”
Ne diyeceğimden emin olamayıp “Sağ ol," diye gevele­
dim. Annemle babam, yalnızlığımdan dolayı endişe ettikle­
rini bana hiçbir zaman belli etmemişlerdi. Etmek isledilerse
bile buna ne zaman fırsatları oldu ki? Telefonda, yürekleri­
ni dokunan bir şeyi su yüzüne çıkaracak kadar uzun konu­
şan biri olmadığımı bilirlerdi. Aslına bakacak olursanız, Te-
gan’ı emanet aldığımdan beri onlarla bütün hayatım 1soyun­
ca konuşmadığım kadar sık telefonlaşıyorduk.
Annemle konuşmasını bitirdikten sonra Tegan, Mector
Dedesiyle konuşlu. Ardından kız kardeşim Sheridun ve ço­
cuklarını arayabilir nıi diye sordu. Ailemı/in lutn ferileriyle
görüşmesi bittiğinde ona losl ve mıılet pişirdim.
400 • 1>orothy K oom son

Adde Sin üstü yatmış b r e lin i başına, diğerini de çıplak


karnına koymuştu. Güneş gözlükleri gözlerini gizliyor, cildi
koruyucu krem yüzünden parlıyordu. Kameraya .somurtur­
ken, onu Maryln Monruc'dan farklı kılan tek şeyin başında­
ki dalgalı cızun saçları olduğunu düşünüyordu. Bu fotoğra­
fını çektiğim o yaz, hava öyle sıcaktı ki, yaptığımız tek şey
annemlerin evinin bahçesinde, havlularımızı çimene serip
yatıp dergi okumak, buzlu su içmek ve bir sonraki ders yı­
lı için yeterli paramız olmamasına aldırmamaktı. Adele res­
mi gördüğünde “Annem olduğunu bir düşünsene,” demişti.
“Maryln Monroe annem olsaydı hayatım ne kadar farklı
olurdu diye bir hayal et.” Etmiştik de, aynı zamanda da
Maryln’in bu durumda babasıyla seks yapmış olması gerek­
tiğini düşünüp bunun ne kadar saçma olacağını fark etmiş
hayallerimize gem vurmuştuk.
Tegan, üniversite yıllanma ait fotoğraf albüm ünün bir
sayfasında heyecanla durmuştu. Sıraya çökmüş, başımı tam
manasıyla kitabıma daldırmışken örgülü uzun saçlarım yü­
zümü gizliyordu. Şekilsiz beyaz bol bir kazak ile dize kadar
bir şort giymiştim. Yılsonu sınavlarım için deli gibi çalışır­
ken Adele, beni iş başında uyurken yakalamıştı. Aynı say­
fada, Adele ile ikimizin Mısır piramitleri önünde hiyeroglif
şeklini almış bir resmimiz de vardı. Örgülerimi gizleyen ko­
yu kırmızı bir eşarp takmış, beyaz bir tişörtle mavi bir pan­
tolon giymiştim. Adele’in üzerinde de bol beyaz bir panto­
lonla kalçalarına kadar inen jarse kumaştan askısız pembe
bir elbise vardı. Saçlarını başının tepesine tokalarla tuttur­
muş yine güneş gözlükleri takmıştı.
Diğer sayfada, Adele ile benim mezuniyet resimlerimiz
vardı. Siyalı ve ye$il renkle cüppeler içindeydik, başımızda
akademik şapkamız gülücükler dağıtıyorduk. Arka planda
EN YAK IN ARKADAŞIMIN KJZf • »01

annemle babam huzursuz bir şekilde Adele'in babası ve ka­


rısıyla konuşuyordu. Tegan dedesiyle Muriel’i görünce hız­
la sayfayı çevirmiş oku! bitirme resimlerinin olduğu sonraki
üç sayfayı da es geçmişti. Başka bir albüme, daha sonraki
yıllara, Adele, ben ve Nate’le birlikte çekilmiş fotoğraflara
geçtik. Bir asırdır bakmamış olduğum halde bu resimleri
saklıyordum. Bir tanesinde Adele le paylaştığımız dairede.
Nate'le bir divana oturmuş öpüşüyorduk. Bir de Nate'in al­
dığı, Adele'le Twister oynadığım fotoğraf vardı. Adele. elle­
riyle ayaklarını zıt daireler halinde tutabilmek için kendini
geriye atmış sonra da sağ elini vücudunun sol tarafına sal­
lamak için hareket etmişti. İlgi çekmekten hoşlanmadığım
için yere çökmüştüm. Nate’le birlikte yakut nişan yüzüğü­
müzü gösterirken alınmış bir fotoğraf da vardı. İki aylık ha­
mileyken Adele'in kam ını işaret ettiği resimdeyse arka fon­
da Nate televizyon seyrediyordu. Adele. dokuz aylık hami­
le. Doğduktan birkaç dakika sonra Tegan. Adele'in kolların­
da maraton yarışına katılmış bir atlet gibi pejmürde bir hal­
deydi. Tegan kollarımda. Tegan. Nate'in kollarında, onu al­
mazsa bir hatta boyunca seks yapmamakla tehdit etmiştim.
Resimlerde en hızlı değişen Tegan’dı. Yetişkinlerin yü­
zünde çizgiler bol irse bile. Tegan yatar, pozisyondan otu­
rur. yürür, koşar ve dans eder hale geçmişti. Hepsinde de
gülüyor, kıkırdıyor, tebessüm ediyordu. Mutluydu.
Bütün resimlere baktık, çay vaktinde 'Bung / f hazırladık
ardından Tegan o kadar bitkindi ki, akşamüstü saat altıda
yatıp uyumak isledi. Banyo yapmak, masal okumak ya da
sohlx*t etmeye gerek duymadan pijamalarını geçirmiş >or­
ganın altına girip gözlerini yummuştu.
Yatağının yanında duran lambayı söndürdükten sonra
"İyi geceler. Tiga." dedim.
402 ■ Porothy K<x>mson

"Annemi İsliyorum," diye fısıldadı.


Adclc’in ona Noel için bıraktığı kartı ve diğer mektupla­
rı okumamaya karar vermiştim. Tegan’m sadece kafası ka­
rışacak, annesinin geri döneceği ihtimalini düşünecekti.
Delki de bugün bile ümitlenmişti. Herhalde, ona biraz faz­
la gelmişti.
"Annemi isliyorum/ diye yeniden fısıldarken ağzından
ufak bir hıçkırık kaçmıştı.
Ne diyeceğimi bilemediğini için dağınık saçlarının üze­
rinden elimi geçirdim. Bugünü böyle geçirmekle hata mı et­
miştim? Onu fazlasıyla sıkıştırmış bundan ölürü ben de mi
gerilmiştim? Uykuya dalmadan önce son fısıltısı "Annemi is­
tiyorum," oldu.
Evdeki bütün ışıkları söndürüp peşinden yalağa sürük­
lendim. Tegan’a yardım etmek yerine onu üzmüştüm, ö n ­
ceden yaptığıma dönmeliydim, yani Adele'dcn hiç söz et­
memek. Ondan bahsetmediğimizde İx>yle hüzünlü olm u­
yordu. Saat henüz yedi olduğu halde yatağıma girdini.
Yeniden uyandığımda yatakta dürtülüyordum. Gözüm ü
hafifçe açtım: Tegan Bir ayağını yatağın kenarına koyup
yanıma çıkiı. Örtüleri kenara itip yanıma sokuldu. O nu kol­
larımla sararken biraz daha yaklaştı. Birkaç dakika içinde
nefesi sakinleşirken yeniden uykuya daldı.
En azından bana sahip olduğunu biliyordu. Annesi de­
ğildim fakat oradaydım.
‘istersen beni tiga
diye çağırabilirsin’
40

ü n ü n en sevdiğim bölüm ü Tcgan'ın yatmadan he­

G men önce yıkandığı zamandı.

Banyoda yerde otururken onunla hoş sohİHiler


yapar, el bezini uzatır, saçlarını şamptıanlamayı beklerdim.
Luke, hiçbir zaman Tegan'ı yıkamaz !>oyle bir teklifte dahi
bulunmazdı. Sanırım, bizimle neden bu kadar vakit geçirdi­
ğine dair bende yanliş bir izlenim bırakmak istemiyordu.
Zaten istese de reddedecektim çünkü banyo vakti Kamryn
ve Tegan’a ayrılmış günün en değerli dilimiydi.
Adele G ünü nden iki ay sonra Tegan'la yeni bir düzen
kurmuştuk. Birbirimize alışmıştık. Ölümünden yedi ay geç­
miş, Adele G ü n ü de her ikimizin kafasına artık dönmeyece­
ğini iyice sokmuştu. Güzelce yazılmış mektuplar, giysilerin­
deki kokusu, komik fotoğraflar, hepsi iyi hoştu, hepsi Ade­
le Brannon adındaki bir insandan yadigâr değerli anılardı
ama kendisi değildi. Sadece yeryüzünde bıraktığı izdüşümü
parçalarıydı. Tegan ile tüm bunlara istediğimiz kadar baka­
bilirdik fakat o dönmeyecekti, bizim de hayata sarılmamı/
ve birbirimize alışmamız gerekiyordu.
406 ■ D o ro ıh y K oom son

Olağan bir yaşantı kurmaya başlamıştık. Her geçen haf­


ta Luke bizimle daha fazla zaman geçiriyor, hafta içi
neredeyse her gün eve geliyor, hafta sonlarında da Alwo-
odley'deki evine gitmiyordu. Bize uzak oturduğu halde,
Nate de yarım saatliğine uğruyor, bir fincan çay içip, Te-
gan'Ia sohbet ediyor, köşede otururken küplere binen Lu-
ke'a aldırmıyordu. Luke, ara sıra evrakları imzalamaya ni­
yeti olup olmadığını sorarken erkek arkadaşımın kafasında
Nate in böylece ortalıktan kaybolacağı geçiyordu. Her se­
ferinde bu konuda hiçbir fikrim olmadığını söylüyordum.
Nate’e niyetinin ne olduğunu sormuyor, sokaktaki kavga­
mızdan beri ona baskı yapmamak için bu tip konulan hiç
kurcalamıyordum.
Her ne kadar, Nate geldiğinde yüreğim hoplasa da, za­
manla buna son vereceğimi ve onu görmeye alışacağımı bi­
liyor, gündelik yaşamımızı güzel bir şekilde sürdürüyorduk.
Ancak, aramızda çok zeki ve kolay kandırılmayacak birile-
ri vardı. Merhemimize konan bir sinek! Ya da yetişkinlerin
görmezlikten geldiği fakat masanın üzerinde oturan devasa
bir fil. Nate ziyaretlerine başlayalı beri, bu filin ebadı üç
misline çıkmıştı.
Tegan avuç dolusu bir sabun köpüğünü elime uzatınca
başımı eğip köpüğü ona doğru üflemek üzereydim ki, filin
ta kendisini göstermeye karar verdi. “Luke benim babam
mı?"
Sesimin düzgün çıkmasına gayret ederken içim dehşetle
dolmuştu. Bunca zamandır ona ne söyleyeceğimi bir türlü
ta.sarlayamamıştım. Gerçeği mi? Nate'i ona hayat veren
sperm vericisi olarak mı tanıtacaktım? Ya da yalan atıp onu
tanımadığımı mı söyleyecektim? O nu tanımadığım birkaç
hafta öncesinc kadar doğruydu. Adele'le yatmış olan Nate i
EN YAKIN ARKADAŞIMIN KI/.I ■ <07

tanımıyordum. Şimdiyse açıklamıştı. Onu tanıyor ve nede*


nini de biliyordum. “Niçin bunu soruyorsun kir*''
“Rcgina Matheson herkesin bir annesi ve bir babası ol­
duğunu anlattı. Ben de ona, bir Ryn anneciğimi bir de cen­
netteki annemi söyleyince mutlaka, bir de baban var dedi
Ardından belki Luke’un babam olabileceğini ekledi. Ben
Hayır, çünkü o arkadaşım dedimse de ısrarla bir ihtimal
öyledir dedi. Peki, Luke babam mı?"
Şu Retina Matheson'u bir görecek olursam eger çattım
fena yakacağım. Veya annesiyle babasına anlamlı ve derin
bir nutuk çekeceğim. Tegan'la konuşmak bir yana düşün­
mekten dahi kaçındığım konulan su yüzüne çıkartmakla,
bu çocuk, hayatımı zehir ediyor.
“Luke baban değil."
“Fakat bir babam var değil mi? Öğretmenim Bayan Le-
wis, herkesin bir babası olduğunu söylüyor."
“Evet, evet Tiga senin bir baban var ' Ağzım kuruyor yü­
reğim kaburgalarımın arasında küt küt çarpıyordu.
Tegan, ellerindeki köpüklerle oynamayı ve ayaklarını
çırparak su sıçratmayı bırakıp sakince oturdu. Köpükler bir
bir sönerken küvetin içinde soğumaya yüz tutan suyun üze­
rinde öbek öbek yağ damlacıkları yüzüyordu. Titreyen se­
sim ona, bir şeylerin doğru gitmediğinin işaretini vermişti.
“Adı nedir?” diye temkinle sordu. Cevabımı beklediği sırada
Tegan'ın yüzü banyonun ısısından iyice kızarmış, ıslandığı
için sarı-kahverengine dönüşen saçlarından akan sular ya­
naklarında birikmişti.
Alt dudağımı ısırırken bedenimin iliklerime kadar titredi­
ğini hissederek iç çektim ve çabucak “Nate," dedim.
Tegan, küçücük ellerini kaldırırken ellerini hayretler
içinde gözlerine götürüp sildi. Bana göz kırparak ‘Mr Nate
mi?" diye sordu.
t(18 • t\>n*hv Kooms«»n

Kılımı salladım. "Kvot IU\ vtıni Nate senin bahan


“Luke değil Luke babam değil mi?**
Hayır dereesine kafamı salladım. "Hayır, tatlım.”
“Ckltlen ve gerdekten mi?’ Hayal kırıklığına uğramıştı.
Bir kez daha başımı salladım.
Gerilimli bir sessizliğin ardından "Mr Nate’in evinde mi
yalamak zorundayım?" diye sordu.
“Aman TANRIM, hayır!” diye çığlık attım. “Tegan, sonsu­
za kadar benimlesin. Bunu asla unutma. Daima sen ve lx.*n
olacağız."
“Ve de Luke.’'
‘Şey, evet." Sesim arzuladığım kadar ikna edici çıkmamış
olsa da.
"Luke’ia evlenecek misin?”
“Bilmiyorum, bunu henüz düşünmedim."
“Luke'la evlenirsen eğer, babam olur mu? Luke babacı­
ğım olur mu?" Böyle bir olasılık için mutluluğunu gizleme­
mizi.
“Sanırım, öyle olacaktır," diye yanıtladım.
‘ Mr Nate’le mi evleneceksin?"
“Hayır." Bundan emindim. Nate’le evlenmeyecektim. Ya
da beraber olmayacaktık. Kalbim her görüştüğümüzde çar­
pabilir veya her göz teması kurduğumuzda midemde kele­
bekler uçuşabilirdi fakat böyle bir durum ihtimal dahilinde
bile değildi Nate le her şey bitmişti, Teganın tabiriyle cid­
den ve gerçekten.
“Neden olmasın?”
Çünkü Luke’la çıkıyorum."
Ama o güzel elbisen vardı."
“Uiliy* »mm."
“Mr Nate niçin benim babam?"
Şimdi de kuşlarla arıların nasıl çiftlettiklerini mi anlatma-
FN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI • l<)9

lıvdım? Birkaç sene daha masumiyete hakkı yok muydu? Bu


hakkı ona tanımamalı mıydım? Seksin fizikselliğini anlatma­
nın mahcubiyetini başkasına bırakabilmek için bu kadar
vergi ödemiyor muydum? Kuşlarla arıların nasıl birleştiği
hakkında zaten hiçbir fikrim yoktu.
Tegan ıslak kirpiklerini kırpıştırırken hâlen cevabımı
İneklemekteydi.
“Şey. . .” diye başladım. Bu gibi durumlarda hep araya
soktuğum şeyi yapmam gerekiyordu: Dikkat dağıtacak bir
soru yöneltmek. “Nate in baban olmasının bir sakıncası var
mı?"
Tegan dudaklarını büzerken düşünceli bir somurtkanlık
içinde bakışlarını köpüklü suyuna indirdi. Omuz silkti. “Ne
hileyim. Mr Nate komik bir adam." Burnunu sıkarken başı­
nı salladı. “Luke ondan hoşlanmıyor."
Tegan’ı ilgilendirmeyen bir konunun içine itmekten do­
layı Luke’a azarlamaya hazırlanmıştım bile. “Öyle mi dedi?"
diye sordum.
“Hayır. Mr Nate’le tuhaf konuşuyor da." Tegan çenesini
boynuna kadar alçalttı ve sesini kalınlaştırdı. "Nate, yine mi
geldin? Ne güzel." Ardından kendi gibi konuşmaya devam
etli. “Mr Nate e hep böyle söylüyor. Bu çok sevimsiz, değil
mi?"
"Erkekler bazen aptaldır, diye yanıtladım
"Mr Nate sana bakıp bazen gülümsüyor. Onu hiç görmü­
yorsun. Seni, beni sevdiğinden daha fazla seviyor."
“Nate ikimizi de seviyor."
"Mr Nate'i mi yoksa Luke'u mu daha çok seviyorsun?"
Bu sorunun cevabını bilseydim eğer, geceleri daha iyi
uyuyacağım su götürmezdi. Her ikisini de ar/ulamanın de­
ğişmez suçluluğunu taşımayacaktım. Yanımda olduğu. Adc
-i 10 ■ Dorothy Koomson

lei tanımamış olduğundan onu sürekli bana hatırlatmadığı


için I.uke'u. Bana olmuş okluğum kişiyi, ara sıra şeker olan
ve gülen Kamryn'ı anımsattığı için de Nate'i. Nate'in beni
sevdiğini biliyordum oysa Luke'un beni gerçekten sevdiği­
ni ispatlaması gerekiyordu. Hâlen ‘seni seviyorum'ların et­
rafında dans ederken hiçbirimiz kendimizi tamamen öne çı­
karmak istemiyorduk. Nate'den farklı olarak Luke beni hiç
aldatm am ızı... Kimi tercih ettiğimle ilgili bu ardı arkası ke­
silmeyen ilmik dizisi kafamda sürüp gidiyordu. Kiminle ol­
malıydım? "İkisini de seviyorum." diye açıkladım Tegan'a.
Elimi çenesinin altına koyarak başını kaldırıp önce sola son­
ra sağa çevirdim. “Fakat en çok Tegan'ı seviyorum.”
Gülümserken yüzü aydınlandı. O kadar nefis yüz çizgi­
leri vardı ki: küçücük kalkık bir burnu, kocaman lacivert
gözleri, güldüğünde Adele’e çok benzeyen muhteşem kıv­
rımları olan bir ağzı. Başını geri çekerken avucuna birkaç
köp ü k daha alıp üstüme üfledi. Kırmızı kazağım tamamen
beyaz köp ük noktalarıyla kaplandı.
Bir yargıcın kararını açıkladığı andaki ciddiyetiyle “Ryn
anneciğim , bu konuda düşüneceğim ,” dedi.
“Peki." diye kabul ettim. Konuşan Tegan değil de başka­
sı olsaydı sesindeki ağırbaşlılık ve ölçüyle herhalde çok alay
ederdim. Fakat gülm edim çünkü yaptığı tek şey bana son
derece aklı başında bir çocuk olduğunu hatırlatmak ve he­
nüz öğrendiği bu yeni bilgiyi gözden geçirmek olduğuydu.
“Mr Nate’in babam olmasını isteyip istemediğimi bilmi­
yorum," diye açıkJadı. “Düşüneceğim .”
Hem fikir olduğum u başımla belirttim. O, istesin ya da
istemesin, hoşlansın veya beğenmesin Nate’in babası oldu­
ğunu nasıl anlatmam gerektiğini düşünm eni gerekiyordu.
Bu hiçbirimizin değiştiremeyeceği bir şeydi.
own sokağındaki Horsfonh Kahvesinde beklerken

T Nate fincanına eğilmiş, başını eline dayamış, gözle­


ri beyaz kahve fincanının derinliklerine dalmıştı.
Randevulaşmak için onu aradığımda, Leeds'in merkezinde
buluşmayı teklif ettimse de oturduğum özel bölgeye kadar
gelmekte bir sakıncası olmadığını söylemişti. İçeriye girip
onu masanın başında otuaırken gördüğümde tıpkı ilk kar­
şılaşmamızdaki gibi saatlerdir orada beklediği izlenimine
kapılmıştım.
Yanına yaklaştığımda başını kaldırdı. Sanki kendisinin
tuhaf bir nüshasını, sanki bir hortlağı görüyordum. Midem
birden dehşetle kasıldı. Uykusuzluktan gözlerinin altında
mor halkalar oluşmuş, muhtemelen iyi beslenmediğinden
av urtları çökmüştü. Çenesinde beliren koyu sakalı günlerdir
tıraş olmayı ihmal ettiğini gösteriyordu. Tırnaklarının içi kir­
liydi. Ağır ve uyuşuk hareketleri oturmak için bile gayret
sarf elliğini gösteriyordu.
Kendine bakmaması beni üzmüştü. O. lxjnim için değer­
liydi. En nihayetinde. Tegan ın babasıydı. Ikına artık alışı­
•112 ■ D oroilıy K oom son

y o rd u m . Olan o lm u ş tu ve bunu kabul etmeye başlıyordum.


Değiştiremezdim. İstesem de değiştireceğimden emin değil­
dim. Adele’in mektubunda dediği gibi, Nate babası olma­
saydı Tegan Tegan olmayacaktı. Ne var ki, o, Nate olmak
sıfatıyla da benim için kıymetliydi.
*‘Geç kalmadım, değil mi?” diye sordum.
“Hayır, sesin telefonda her ne kadar çok ciddi çıktıysa
da. seni göreceğim için heyecanlanıp erken geldim.”
Oturdum, yakından baktığımda perişanlığı daha belirgin,
daha yerleşik görünüyordu. Bu hale bir gecede gelmemişti,
besbelli bir süreden beri sıkıntı çekiyordu, şimdiyse göze
çarpmaktaydı.
"İyi misin?" diye sordum.
Kaçamaklı yolla başını salladı. “İyiyim, canım. Telefon­
daki sesinin vahameti neydi?"
Bu konuya başlamadan önce tereddüt ederken sağlığı
hakkında biraz daha fazla bilgi edinmek istiyordum. Öyle
berbat bir haldeydi ki, muhtemelen söyleyeceklerime hiç
ihtiyacı yoktu ama bunu yapmalıydım. Nate, önemliydi an­
cak Tegan öncelik taşıyordu. Yaptığım her şeyin onun ya­
rarına olması gerekiyordu. “Nate,” onu ne denli yaralayabi-
leceğimden korkarak dudaklarımı ıslattım. “Son zamanlarda
seninle görüşmek çok hoştu ancak Tegan'ı evlat edinme sü­
recini başlatabilmem için evrakları imzalaman lazım."
Nate oturduğu yerde kaybolurken masaya sefil bir halde
bakıyordu.
“Tegan’ı sevdiğini bilmekle beraber ona tam zamanlı ba­
balık edebileceğini sanmıyorum. İhtiyaç duyduğu dengeyi,
ancak onu yasal olarak •nüfusuma geçirerek sağlayabilirini.
Birkaç hafta sonra altı yaşına basacak, geçen sene içinde
annesini kaybetti, başka bir şehre taşındı, insanın bir baba­
KN YAK IN ARKADAŞIMIN Kl/.l • »15

sı olmasının nasıl bir duygu olduğunu keşfetti, babasının


kimliğini öğrendi. Tüm bunlar günlük yaşamında mücadele
edcceği diğer her şeyin üzerine tuz biber oldu.. Tegana
temin etmeyi arzuladığım istikrar, onu asla terk etmeyece­
ğimi bilmesi durumunda mümkün olabilir. Anlıyorsun değil
mi?"
Mr Nate, yorgun başını sallarken teselliyi ancak fincanın
dibinde bulacakmış gibi bakıyordu.
“İmzalayacak mısın?"
Yorgun, mahzun bir şekilde başını yeniden salladı.
“O nu yine de gelip görebilecek miyim?'' diye şansıru de­
nedi.
“Elbette ki,” dedim. “Yanında bulunman gerek, anık ha­
yatının bir parçasısın. Ortalıktan yok olursan kötü etkilenir.
Demek istediğim, hâlen babası olmandan ötürü şaşkınlık
duymakta, sana bir tuhaf bakıyor ama sürekli de senden
söz ediyor. Seni seviyor Nate. Hem de çok. Or j suçlamıyo­
rum.”
“Suçlama da zaten," diye geveledi. “Bana lütfen iyi dav­
ranma, her şeyi nasıl sıçıp batırdığımı hatırlatıyorsun."
“Benden sana kötü davranmamı isteyeceğin günü hiç
düşünemezdim. Bunlar, asla duymayı ummadığın cümleler
mi?"
“Ryn, olduğunu zannettiğin kadar berbat bir insan olsay­
dın hâlâ seninle görüşebileceğimi mi düşünüyorsun?"
O m u zlanın silktim. Erkeklerin kafasının nasıl çalıştığını
kim biliyordu ki?
"Bana karşı öyle iyiydin ki. Beni hep kollardın, doğnı
düzgün beslenmemi sağlar, çamaşırlarımı yıkar, nefret etti­
ğin halele işimle ilgili her toplantıya katılırdın. Gece vardi­
yasına kaldığını zamanlarda beni geç saatlere kadar bekler-
414 ■ D o ro th y K oom sotı

din. Honi daima yüreklendirdiğin için seninle olduğum sıra­


larda her $eye muktedir olduğum hissine kapılırdım. İnsan­
larla o kadar iyi meşgul olmayı biliyorsunki bazen niçin bir
çocuk sahibi olmak istemediğini merak ederim. Sadece ba­
na değil, Adele'e de ...” Gözlerini kapatırken ellerini saçla­
rına geçirdi. “Bir başkasını arzuladığın vakit bile bana karşı
kötü değildin. Sadece, eskisinden farklı bir ilişki tarzı kur*
muştun. Zaten o zaman anlamıştım. Günler artık monoton­
laşmışlık
“Nate, başlamayalım. Mükemmel bir ilişkiyi tarif etsen de
öyle değildi. Seni bir başkasının yatağına sürükledim. Se­
ni..."
BAJV1! Nate yumruğunu hızla masaya indirdiğinde yerim­
den fırladım. "Yeter!” diye bağırdı. “Kendine karşı böylesi-
ne sert olmaktan vazgeç. Sende beni deli eden buydu işte.
Kendine karşı çok katısın. Denetleyemcyeceğin konularda
bile kendini hep suçlarken ne kötülük olsa kabahati ken­
dinde arardın. Bana kesinlikle hiçbir şey yaptırmadın. Ben
seni aldattım. Senin suçun değildi.” Derin derin nefes ala­
rak yatışmaya çalışırken sesi yumuşadı. “Kabahatin değildi.
Ben yaptım, ben ettim. Yalnız seninle değil. Adele'le de.”
Konuyu değiştirirken sesime güneş ışınlarının ısısını zerk
ederek “Her neyse, az sonra Tegan ve Luke'la parkta bulu­
şacağım.” dedim. Tüm bunları düşünmeye devam etseydim
sinirlerim yine bozulmaya başlayacaktı. Noel öncesinde
depresyonun eşiğine gelmiş Nate’in bile kollarında ağlamış­
tım. Tanrıya şükürler olsun ki, beni ellerine geçirmemesi
için duygu kapılarımı kapatmış, hislerimi yenmiş, zihnime
kazınan ıstırap izlerinin altında yeniden acıya boğulmaya
i/in vermemiştim. Nate le konu.ş.saydım eğer kendimi yeni­
den acıya açmak riskini :ılmı> olacaktım. "Gitsem iyi olacak."
EN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI • 415

“la m a m ,’ decli Nate. “Seni arabayla bırakmamı isicr mi­


sin?"
‘Tabii.”
Kahveden çıkıp Moırisons otoparkına yağmur bulutla-
rıyia yamalanmış gri bir gökyüzü altında yüriidük Parkla
dolaşmak için çok müsait bir hava olmasa da Luke'la Te­
gan gökler boşalana kadar en az bir saat süreyle konabile­
ceklerinden emindi. G üm üş rengi Audi arabasına yaklaştı­
ğımızda Nate’in adımları yavaşlamış sonra da durup hızla
bana doğru dönm üştü. ‘‘Ben.. .’’ diye başlayıp sustu. Kolla­
rını uzatarak sarıldı. Ellerini sırtıma koyarak önce belime
kadar indirip sonra yukarı doğru okşadı. Kulağıma “Yeni­
den birlikte olabileceğimizi hiç düşünmüyor musun?" diye
fısıldadı.
Bunu düşünmekten öte, hem hayal ediyor hem ümit edi­
yor, hem de isliyordum... Nate elini belime sımsıkı dolar­
ken ağzını boynuma dayadı. Soğuk tenime bastırdığı dudak*
lannın baskısı gittikçe artıyordu. Boynumu birkaç öpücüğe
daha boğdu Dizlerim çözülürken bedenini bedenime iyice
yasladı. Coşkuya kapılırken kendimi aniden duygusal bir
zaman makinesi içinde döner buldum. Tren istasyonlarında,
sokakta, bazen market kuyruklarında bile çevremizdekilerin
ne düşüneceklerini takmadan koyun koyuna olduğumuz
zamanlara döndüm. Sanki yeni karşılaşmışız gibi öpüşüp
koklaştığımız günlere. İnsanların “Kendinize bir oda tutun!"
diye bağırdığında güldüğümüz zamanlara. Nate boynunuı
daha da sıkı öptüğü sırada boşta kalan eli saçıma gitti. Bir
aşk ısırığı dahi bırakmayacağım," diye gevelerken gerçek ve
şimdiki zaman şiddetle başıma çarptı
Geri adım attırana ve aramızda güvenli bir ıncsafc kura­
bilene kadar iterken “Dur, dur,” dedim. Birbirimize bakaka-
^16 ■ Dorotlıy Koomson

lirken hava almaya çalışıyor, her ikimizin göğsü şişip iniyor­


du. Nefes alamadan "Bu bir daha olamaz,” diye ilân ettim.
“Asla.”
“Bir daha olamayacağını biliyorum,” derken gözlerini ka­
patıp yüzünü buruşturuyordu. “Biliyorum. İyice boka sap­
lanıyorum... Saçmalamaya başladığım için iş yerimden iki
haftalık izin almaya zorlandım. Dikkatimi toplayamıyor-
dum.” Birden yüreğim burkuldu. O,daima profesyonel ol­
muştu, hayatında ne olursa olsun hiçbir kuvvet onu işinden
alı koyamazdı, demek, işinden uzaklaştırılacak kadar... has­
sas olduğunu idrak edememiştim. “Çoğunlukla ne yaptığı­
mı bilmiyorum,” diye ağzından kaçırdı. “Geceleri uyumak
yerine gözlerim fal taşı gibi açık, yattığım yerden sürekli iki­
mizi düşünüyorum.” Soluk cildinde beyaz izler bırakarak
gözlerini ovdu. “Yeniden birlikte olmamızı arzulayarak...
Onunla çıktığını biliyorum. Bu ise en kötü kısmı. Onu sevi­
yorum. Onun ise benden nefret ettiğini biliyorum ama Te-
gan’la ilgilenme tarzı hoşuma gidiyor ...” Nate elini gözleri­
ne bastırırken birden yere çömelerek yığıldı. “İlk büyük
kavgamızı anımsıyor musun? Fırtına gibi Adele’İn yanına
koşmuştun. Hatırlaa. Peşinden geldiğimde beni içeri sok­
mamıştı. Hatırlıyor musun? ‘Ayrılırsanız benden hiç medet
ummayın, Kam'ın ailesinin yanında yaşamak üzere çekip
giderim’ demişti. Anımsıyor musun?” Eğik kafasına doğru
hatırladığımı ifade ederken başımı salladım. “Sen yaşamıma
geri dönerken onun aramızda olmaması haksızlıkmış gibi
geliyor.”
Nate yastaydı. Adele’İn ölüm ünün onu bu kadar etkile­
yebileceği hiç aklıma gelmezdi. Halbuki üzerinde biraz dü­
şünmüş olsaydım eğer, onun da sevdiği kişiyi kaybetmiş ol­
manın acısını yaşadığını ve üstesinden gelmekte zorlandığı­
EN YAKIN A R K A D A Ş I M I N K I Z I • 417

nı anlayacaktım. Adele ailesinin bir ferdi gibiydi ve göçüp


gitmişti. Elbette ki yas tutacaktı. Ölümünden önce, barış­
mak üzere ilk adımlarımızı attığımız halde, aramızda geçen­
lerle ilgili kendimi hâlâ suçluyordum. Nate’in, Adele’e sarf
ettiği son kelimeler ondan nefret ettiğine dairdi. Onu asla
affetmeyeceği ile ilgili. Konuşmalarının tamamı acı, öfke ve
karşılıklı suçlamadan ibaretti. Bu yüzden Nate suçluluk
duygusuyla yanıp tutuşuyor, içten içe kendini yiyip bitiri­
yordu.
Bana acı çektiğini özellikle söylemeye çalışmışken bu
nasıl gözümden kaçmıştı? Yemeğe çıktığımız o akşam söy­
lemişti, Tegan’a para vermeyi teklif ettiğinde de açıklamışu,
Tegan’a karşı niçin böyle bir çaba gösterdiğini sorduğumda
da, sokakta kavga ettiğimiz o gece de anlatmıştı. Nate ben­
den yardım istemiş, ıstırabını göstermiş olsa da onu duy­
mazdan gelmiştim. Onu tanıyor olmalıydım ve çözüldüğü­
nü fark edememiştim. Bebeğim parçalanıyordu.
“Tegan, Adele’e öyle benziyor ki. Ona baktığımda sanki
Adele’i görüyorum. Ama sana da benziyor. Bazı şeyleri se­
nin gibi söylüyor. Senin hareketlerini de almış. Yorgun ol­
duğunda kulağının yanındaki saç tutamıyla nasıl oynadığı­
nı gördün mü aynı senin gibi. Hiç fark ettin mi?"
Dürüst olmamı isterseniz fark etmemiştim. Üstelik, şu
anda pek bir önemi de yoktu. Mühim olan Nate'di. Yanına
çömelip bir kolumu omzuna koydum. ‘Nate, kendini bu
kadar kötü hissettiğini neden söylemedin?"
Omzunu silkti. “Bilmiyorum,” derken sesi, canı sıkkın­
ken Tegan’ın yaptığı gibi aynı tonda çıkmştı.
“Haydi, gel parka gidip biraz eğlenelim, bütün bit dü­
şüncelerimizden biraz sıyrılalım.’’
"Tamam,'' diye fısıldadı.
l!8 * Dorotlıy K oom son

l.uke ' Muratla no işi var?" diye şortlu alçak ve öfkeli hir
(’ışıltıyla.
I'.ırka Nale’lo beraber pekliğimi görünce göz bebekleri
iki misli büyürken Tegan’ı salıncaktan indirip bana ters ters
bakmıştı. Nate'i Tegan'la yalnız bırakarak yanına yaklaşımı.
Nate, Tegan’ın boşalttığı kırınızı salıncakla oturmuş gözleri­
ni boş boş yere dikmişti.
"Nate çok kötü. Bir nevi sinir krizi geçirdi.” diye açıkla­
dın».
"Bu bize ait bir zaman dilimi olmalı, onu buraya getirdi­
ğine inanamıyorum,” diye tısladı.
"Acı çekiyor! Adele’in ölümüyle başa çıkmakta zorlanı­
yor." Bu laf üzerine, Luke’un sert bakışları yumuşadı. “Ne
kadar ıstırap içinde olduğunu daha önce fark etmemiştim,
yemek yemiyor ve uyumuyor. İşten uzaklaştırma aldı. Res­
men çözülüyor, onun adına gerçekten endişeleniyorum.”
Luke iç geçirip Nate’in acısından etkilendiğini gösterir­
ken beni kollarına doğru çekti. Başımı göğsüne koyarken
“Bana destek oluyorsun,” diye geveledim. “Nate’in kimsesi
yok. Dolayısıyla onun yanında olmam gerek. O, bir zaman­
lar benim en iyi dostlarımdan biriydi. O nu yüz üstü bıraka­
mam.”
Luke “Biliyorum," diye teslim oldu. “Hoşlanmamama
rağmen anlıyorum." Önce alnımı sonra dudağımı öptü. Sa­
lıncaklara geri döndüğüm üzde, Tegan'ın hayvanat bahçe­
sinde bir gösteri seyreder gibi Nate’e iri iri gözlerle bakakal­
masına ikimiz de irkildik. Kendisinden çok farklı olmaları
nedeniyle, Tegan, sıklıkla, yetişkinlere araştırması gereken
acayip bir cisim gibi bakardı. Diğer çocuklar yaşıtlarıyla il­
gilenirdi. Oysa Tegan’ın dikkatini, çoğunlukla büyük insan-
KN Y A K I N A R K A D A Ş I M I N K I Z I • 419

hır çeker, davranışlarını gözlemleyerek sanki sırlarını açığa


çıkartmaya çalışırdı.
l'n nihayet, ona dönüp bakması için, Nate'in dizlerine
vurdu. Usulca "Mr Nate neyiniz var?" diye sordu. "Hasta ını-
sıntz?'’
Nate ona gülümseyerek başını salladı. “Hayır, sadece bi­
raz yorgunum.”
“Yatağımda uyumak ister misiniz? Çok rahattır."
“Teşekkür ederim ama evimde yalağım var.”
Tegan ağzını büzüştürüp alı dudağının iç kısmını çiğne­
dikten sonra kaşlarını çattı. Derin bir düşünceye dalmıştı.
“Evimde kalabilirsiniz, Mr Nate," diye açıkladı sonunda.
“Luke’un pijamalarını giyer, yatağımda uyuyabilirsiniz. Ryn
annem’le uyurum ben. Ryn anneciğim buna kızmaz. Zaten
o, hiçbir zaman sinirlenmez.”
Nale yeniden tebessüm etti. “Sağ ol Tegan ama evimde
uyusam daha iyi olacak.”
Hava bo7-ulmaya ve hafif hafif atıştırmaya başlaması söz­
lerini kesmem için iyi bir bahaneydi. O an, çok hoş bile ol­
sa, Luke’u muhtemelen üzüyordu çünkü Tegan kendisiyle
olan ilişki tarzını Nate’le de kurabilmişti; ayrıca da Adele'e
benzemekle Nate’e suçluluk hissettiriyordu. “Baylar, bayan­
lar haydi tamam, eve dönm e vakti geldi. Yağmur az sonra
başlar,” dedim,
Gözlerini bir oyuncu gibi Nate’e doğru yuvarlayarak “Ta­
mam,” dedi Tegan. "Mr Nate, akşam yemeği için evime ge­
lecek misiniz?” diye sordu. Nate, yanımda duran Luke’a bir
göz attı. Luke om uz silkerek başka tarafa baktı. Bu ‘Gelebi­
lirsin’ e yakın bir işaretti.
“Peki, Tegan geleceğim."
Tegan gülümsedi. "Haydi o zaman." Klini Nate e uzattı.
Tutup ayağa kalktı. "İstersen, bana Tiga diyebilirsin.“ diye
-120 ■ Doruılıy Koomsotı

açıkladı, ne elemek istediğini vurgulamak ister gibi başını


sallayarak. " Ama ‘T’ değil. Uıke bana 'T der. Si/. Tiga diye
çağırabilirsiniz."Peki, Tiga, teşekkürler."
Tegan, bir kez daha kocaman bir tebessüm ederek onu
patikadan aşağı inmek üzere çekiştirmeye başladı. Kve doğ­
ru, Nate ile Tegan’ı takip ederken Luke’la el ele tutuşup
parmaklarımızı sımsıkı birbirine geçirdik.
Dönüş yolunda dördümüzün çok iyi anlaşacağını geçir­
dim içimden. Gerçekten. Tabii, sürekli lx>ynuma dokunup
parmaklarımı Nate'in öptüğü yerlerden geçirmediğim, ona
aşık olmanın aşikâr duygusunu taşımadığım taktirde.
42

uke, Nate'i haftada birkaç kere görmeye alışmıştı.

L ‘Alışmak’ kelimesi durumu biraz abartmak olabilir zi­


ra evimizde bayağı zaman geçirmeye başladığından
beri Luke, Tegan’ın taklit ettiği gibi 'Nate, yine mi geldin? Ne
güzel’ cümlesini haftada bir defayla sınırlı tutuyordu. Nate.
ekseri Tegan’ın talebiyle haftada en az dön gün uğaıyordu.
Tegan onu Luke’ıın mevkiine yükseltmemişti ama parkta her
daim beslemek istediği ördekler misali müdahalesi olmaksı­
zın açlıktan gebereceğine karar vermişti. İki gecede bir Mr
Nate’i arayıp yemeğe gelip gelemeyeceğini soruyorduk. Ak­
si halde, ne yiyeceğini öğrenmek istiyordu. Bazen ona tele­
fon edip işinde ne yaptığını, yeni arkadaşlar edinip edinme­
diğini sorardı. Eve geldiğinde, onunla şekerci dükkânına git­
mek için benden izin istiyordu. Tüm bunların arasında Lu-
ke’u da unutmuyordu. Nate'le gezintiden her dönüşünde he­
men Luke'a doğru gidip dizlerine tırmanıyor, minik seyaha­
tinin ayrıntılarını anlatıp o dükkâna bir dalıa sefer birlikte gi­
debilirler mi diye soaıyordu. Nate'in eğlenceli bulurken l.u-
ke'un bir numara olduğunu asla ona unutturmuyordu.
422 ■ D orothy K oom son

Dizimle geçirdiği onca vaktin bir sonucu olarak, benim


ya da Tegan tarafından nefret edilmediğini idrak etmesiyle
Nate yavaşça normal haline döndü. Acı çekmesine rağmen
günlük yaşantısını sürdürebilecek bir safhaya geçti. Daha
düzgün yemeğe, uyumaya başlarken dış görünüşünü de
düzeltmişti, bazen Adele hakkında sohbet bile edebiliyor­
duk. Dördümüzün parkta gezindiği bir gün “Adele’in evime
gelip beni tehdit ettiği o geceyi hatırlıyor musun?" diye sor­
muştu.
Gözümde canlanan hatıraya gülümsemiştim.
“Seni üzdüğüm taktirde beni öldüreceğini söylemişti.
‘Gerçekten öldürürüm ’ demişti.”
“Alem biriydi.”
“Hayır, o an ciddiydi. Seninle ilk tanıştığımızda, Adele’in
yaşamımızın bir parçası olduğunu hemen anlamıştım. Son­
ra da Tegan’ı doğurduğunda üçünüz bir paket oluşturmuş­
tunuz.'' Ona dönüp baktım. “Şikâyetçi değildim. Aslına ba­
kacak olursan, önceden hazır bir aileye sahip olmak çok
hoştu. ‘Neden onlarla birlikte yaşayacağımız bir ev satın al­
mıyoruz?1diyeceğin günü beklemiştim.” Tebessüm etmiştim
zira gerçekten de bu fikir aklımdan geçmişti. “Evet,” dedi
Nate. “Biliyordum.”
“Çatışmalarınız olduğunu biliyordum ama seni cidden
seviyordu,” diye kabul ettim.
"Gerçi sadece dost olarak. Artık bunun ayrımına varıyor­
sun değil mi? Erkek kardeşlerin senin için neyse ben de
onun için öyleydim."
"Erkek kardeşlerimle de mi yattı?" diye sordum.
Gözleri dehşetle büyüdü. “Ne? Ilayıı! Asla böyle bir şeyi
ima etmedim. Haydi, saka yapıyorsun. Çok komik. Çok
matrak."
EN YA K IN ARKADAŞIMIN KIZ) ■ 423

“Del, böyle yorumlardı.”


“Ya, evet doğru.“
Adele hakkında sıkıntı çekmeden konuşabilmek l>enim
de iyileştiğime işaretti. Olaylarla yavaş yavaş baş edebiliyor­
dum. Kendimi zorlasam bile. Nate sinir krizi geçireli l>eri
kendime çeki düzen verip ayaklarımı yere basmıştım. Na­
te’e yeniden aşık olabileceğimi idrak etmek beni ürkütmüş­
tü. Bu, Luke’a yeterince ilgi göstermeye özen göstermedi­
ğim taktirde, onu, tıpkı yıllar evvelinde Nate’e yapmış oldu­
ğum gibi kendimden uzaklaştırma tehlikesiyle karşı karşıya
olduğum manasına geliyordu. Luke’a her gün Seni seviyo­
rum’ demeye başlamıştım. Seviyordum da. Birlikte olduğum
kişiydi, beraber olmayı seçtiğim erkekti, bunu da her ikimi­
ze ispat etmek niyetindeydim. Bunu yapabileceğim en mü­
kemmel şekilde gerçekleştirmeye kararlıydım.
“Hıı doğru düzgün birer sevgili olmak gibi işte,” dedi Lu-
ke. “İş yerinden ayrı çıkıp nehir kenarında birlikte bir öğle
yemeği için buluşmuştuk. Angeles’ta çalışan her hangi biri­
ne görünmemek için ana kapıdan uzaklaşmıştık. İnsanların
çoğu birlikte olduğumuzdan şiiphelense de bu durumu
gizlemeyi yeğliyorduk ama Betsy, aşağı dükkândaki kızlar­
la dedikodumuzu yapabileceği günü sabırsızlıkla bekliyor­
du. İş kimliğimizi özel hayatımızdan ayırt etmeliydik. Her­
kesin gözü üzerimizde olsaydı, hiçbirimiz verimli şekilde
çalışamayacaktık ve birbirimizin fikrini nasıl veto ettiğimizi
ya da yanlışını ortaya çıkarttığımızı bekleyeceklerdi. "Sanki
cidden çıkıyor gibiyiz.”
"Biliyorum.” diye tebessüm ettim. Konuşmak istediğim
için öğleyin çıkmasını rica etmiştim. Onunla birlikte olmak
istediğimi şüpheye gölge düşürmeyecek şekilde kanıtlamak
istiyordum.
l2 l • D o m lh y K ontusun

Patronum. Angelcs'ten herhangi birinin çevrede olmadı­


ğını kontrol ellikten sonra Iktiİ dudağımdan öpUi. Dudak*
lan yediği etli ve karatıırplu sandviçten dolayı tuzluydu.
Önümde durarak "Bunu daha sık yapmalıyız," dedi. “Bir­
likte yeterince zaman geçirmiyoruz biliyor musun? Sadece
sen ve ben. Gece çıkmamız için annenleri bir hafta sonunu-
nu geçirmek üzere çağırabilir misin?”
"Herhalde. Veya Nate bunu yapabilir.”
Luke “Ha, evet,*' diye geveleyip öte yana baktı. “Şu ev­
rakları da imzalayabilir."
Söz bu konuya geldiğinde erkek arkadaşım uçurumun
kenannda asılı durur gibiydi. Ne kadar yorgun düşerse düş­
sün asla yılmayacaktı çünkü aksi halde bunun onu Öldüre­
ceğini düşünüyordu. “Aramızda olmasından rahatsız oluyor
musun?” diye sordum. “Cidden ve gerçekten?”
"Haydi, Ryn bana Tegan'lık taslama. Eski sevgilinle
neredeyse birlikle yaşıyor olmak pek de kolay değil. T
onun fotokopisi gibi, her baktığımda sanki Nate’i görüyo­
rum. Bu da yetmiyormuş gibi, en azından seni yıllarca düz­
müş olduğunu biliyorum.” Luke ‘düzmek’ kelimesini mah­
sus kullanmıştı. Nate’le aramızda geçenleri aşağılık, duygu
yoksunu bir ilişkiye indirgemeye çalışıyordu. Evlenmiş ola­
cağım adamı sürekli görmenin üstesinden ancak böyle ge­
lebiliyordu. ’Ona sinir olmamak elimde değil. Kız arkadaşı­
nın eski nişanlısıyla vakit geçirmek zorunda kalan başka bir
herif göster bana. Yerimde olsaydın, bunu yapabilir miy­
din?"
“Seni anlıyorum, kolay olmasa gerek ama artık daha iyi,
neticede çok daha az geldiğini fark etmedin mi?”
“İnşallah çabucak iyileşir de, tamamen toz olur.”
“Saçmalama Luke, sen iyi bir insansın, biliyorsun değil
KN YA K IN ARKADAŞIMIN KIZI • 425

mi? Niçin iyi bir insan olduğunu da hatırlamıyorsan, seni


hangi sebeple öğle yemeğine çağırdığımı söylemeyeceğim."
Birkaç saniye boyunca bir kömür ateşinin sönmekte olan
korları gibi yüzüme öfkeyle baktıktan sonra merak kızgınlı­
ğını dindirdi. “Evet, bu aralar daha az gelmeye başladığını
fark ettim.”
“Tamam, Bay L, evimize yerleşmeyi düşünür müsünüz
diye merak etmiştim de. Nasıl olsa bizimle yaşadığını bili­
yorum ama bunu resmileştirmeye ne dersin? Böylelikle di­
ğer evi bırakır, birlikte tasarruf etmeye başlayıp daha büyük
bir daire satın alabiliriz. Belki müstakil bir ev. İçinde Te-
gan’ın oynayacağı bir bahçesi olan.”
Luke’un yanıtı, uzağa bakıp sessizliğe gömülmek oldu.
Gelecek yıllardaki ilişkimize gölge düşürmesi kaçınılmaz
derin bir durgunluk. Her şeyi berbat etmiştim, suskunluğu­
nu sürdürürken kalp atışlarım gittikçe yavaşlıyor, sanki her
an duracakmış tehdidini savuruyordu. Bu konuya değin­
mekle saçmalamıştım. Nihayet “Bu çok büyük bir adım,"
dedi Luke. “Düşünmem gerek."
Bu kadar mı? diye düşündüm. Sarf ettiğim bunca gay­
retten sonra bu kadar önemli bir sorudan alacağını cevap
yalnızca bu muydu? Aynı ‘Seni seviyorum'. Bunu bilmek
ne güzel’ senaryosu sil baştan kıılliyen karşımdaydı. Ona
yüreğimi gösterdiğim gibi bir şamar daha yemiştim. Ona
kalbimi açamayacağımı anlamadan önce Luke'un daha kal­
kere bana bu şekilde davranmasına izin verecektim? Belki
de ilişkimizin çok uzağa gidemeyeceğini düşünüyordu.
“Bu hayır anlamında değil," diye ekledi. “Sadece, büyük
bir adım olduğunu anlatmak isledim
“Öyle dedin."
“Ryn, değerlendirilmesi gereken çok *ey var.
426 ■ D orothy K oom son

“Biliyorum."
“Geleceğimi sen ve T ile görebiliyorum.”
“Öyleyse derdin nedir?’’
“Bir yıldan az bir süredir birlikleyiz.”
“Ama bir şeyi ya bilir ya bilmezsin," diye kaçırdım ağ­
zımdan. Bunu ben mi söylemiştim? Ben? Bu tip lafları ancak
Ade!e ederdi, ben değil. Adele’İn ölümünden sonra bu ka­
dar çok mu değişmiştim? Romantik kaderciliğe inanan, er­
keklerin karşısında ayılıp bayılan bir kadına mı dönüşmüş­
tüm? Öyle olmadığımı biliyordum. Her zamanki kadar ro­
mantiktim. Söylediğimin sadece bir tek anlamı olabilirdi:
Yalvarıyordum. Ürperdim. Luke, şefkatini sunmak için beni
yalvarır duruma sokuyordu.
“Biliyorum,” diye başlarken Luke “Yalnızca, biraz...”
“Sorun değil,” diye sözünü kestim. “Hemen cevap ver­
mek zorunda değilsin. Dilediğin kadar vaktin var.”
"Emin misin?" diye yanıtladı.
"F.minım."
Görebildiğim kadarıyla bunun tek bir anlamı vardı: Luke
bana aşık değildi. Tegan’a bayılıyordu, şüphesiz onun için
ölebilirdi, demek sorun bendim, değil mi? Beni sevmiyordu.
Aşık olsaydı eğer bu tepkiyi vermeyecekti. Her ne kadar,
Nale'in yeniden sahneye çıkışından, özellikle de otopark­
taki günden sonra şüpheye düşsem de, bu kuşku birlikte
yaşamayı seçtiğim kişinin Luke olduğu gerçeğini değiştir­
meyecekti. Onu. bu büyük adımı benimle atmasını isleye­
cek kadar çok seviyordum. Nate’le çektiğim acılardan son­
ra. hayada asla bir daha bir erkek için böyle bir riske gire­
ceğimi düşünemezdim. Ortak bir ev kurmayı hayal edecek
kadur yaşamımın bir parçası haline gelecek bir insana rast­
layacağımı hic ummazdım. Anlaşılan. Luke aynı şekilde his­
KN YA K IN ARKADAŞIMIN KIZ! ■ 427

setmiyordu. İlk öpüştüğümüzde, benimle yatacağından


emindim ama bundan öte bir şey islemeyeceğini düşün­
müştüm. Anladığım kadarıyla da bu tarzını düzenli aralık­
larla yeniden yakalıyordu: bir dakikasında çocukluğunu an­
latıyor bir .sonrakinde hissedebileceklerim karşısında kayıt­
sız davranıyordu, bir an eski sevgilimi deli gibi kıskanırken
bir sonrakinde benimle aynı eve yerleşmek istemiyordu.
Luke’Ia nerede durduğumu hiç bilmiyordum. Tegan'a gös­
terdiği sevecenlik o denli şeffafken bana karşı ne hissettiği­
ni hiç anlamıyordum. Bu ise beni korkutuyordu. Ona duy­
gusal anlamda çok yatırım yapmıştım, halbuki garantisi
yoktu.
Luke “Çok suskunsun,” diye söylendi.
“Düşünüyordum da,” diye yanıtladım.
İç geçirerek yarım kalan sandviçini kenardaki çöp kutu­
suna attıktan sonra elini omzuma dayayıp bakışlarının gü­
cüyle beni durduğum yere mıhladı. Yüzü tuhaf bir ifade
alırken fındık içi rengindeki gözleri bir an için endişeyle
doldu. "Sadece duymak istiyorsun diye kendime güvene-
mediğim bir konuda seninle hem fikir olmamı beklemiyor­
dun, değil mi?” diye sordu.
Hayır demek için başımı sallarken “Tabii ki hayır. Fakat,
olayları sürekli kılmak yolunda bir fırsatın üzerine atlamadı­
ğın için de hayal kırıklığı duymaya ve üzülmeye hakkım
var," diye belirttim.
"Ben...*’ diye başlayıp sustu. Aynı ifade yeniden yüzün­
de belirdi. Okuyaınıyordum. Söylemeyip düşündüğü İler
neyse kestiremiyordum. “Ryn. dürüst olacağım. Sana ev­
lenme teklifinde bulunmayı dükündüm. Mücevher dükkâ­
nının önünden her geçişimde, içeri girip yüziik bakıyorum
ama sonra... Bir yıldan az bir süredir birlikle olduğumuzu
■128 ■ Dorollıy K<x>ınson

hatırlıyorum. Bu kadar kısa bir zaman içinde evlenenleyiz.


J-nine boyuna düşünmeden hareket eden bir insan deği­
lim. Karşıma birden böyle bir fikirle çıkınca... değerlendir­
me ihtiyacı duydum. Beral>er bir ev satın alarak yolun ya­
rısını kal etmiş olsak da, ben yarım yamalak iş yapmayı
sevmem. O zaman gündeme evlilik gelir... bu da fevri bir
karar olur. Niçin düşünm em gerektiğini anlıyor musun? Bu
seni sevmediğim, geleceğimi/i birlikte düşlemediğim anla­
mına gelmiyor yalnızca en iyisini tasarlamam gerekiyor.
Daha önce de böyle bir atılımda bulunm uştum ama yürü-
memişti.'’
“Evet, Luke, bunu daha önce yaptığını hatırlıyorum. Ben
de yapmıştım. Nikâh masasından döndüm. Dolayısıyla ma­
dem evliliği aklından geçiriyordun en azından bunu benim­
le paylaşmak isteyeceğini umardım."
“Bana bir ev satın almaktan bahsetmedin ki.”
“Peki ne yaptığımı zannediyordun ki? Ev arayıp yerini
tespit etmedim belki ama hiç olmazsa konuyu tartışmaya
açtım. Tegan’ı evlat edinmem hususunda evlenmemin ne
demek olduğunu idrak ediyor musun? Kimin ismini alacak?
Sosyal hizmet görevlilerinin gözünde nasıl bir etki yarata­
cak, buna kim karar veriyor sanıyorsun? Çocuk yetiştirme
konusunda karşılarına düzgün, istikrarlı ve uygun bir insan
olarak çıkmam gerekirken aksine fevri ve uçarı bir görüntü
sergilemekle ne kazanabilirim ki? Bana evlilikten daha er­
ken bir dönemde söz etmiş olsaydın üzerinde düşünmem iz
gereken şeylerin bunlar olduğunu hemen anlatırdım sana.
Bir ev satın almamız için önce tasarruf etmemiz gerekir,
buysa zaman gerektirir. Dürüst olursak şimdikinden pek
lark yaratmayacaktı da. Yalnızca anık hep bizimle yaşıyor
olacaktın: bu ise hem l>enim hem de Tegan'ın çok arzula­
KN YAKIN AkKAbAŞiMIN Kl/.l • 429

dığı bir durum. Vaktinin % 99'unu bizimle ge^ıriy<x olman


senin de bunu arzuladığını göstermiyor mu?'
Teklif etmiş olsaydım, reddetmeyecek miydin'"
Başımı salladım. “Bu konularda açık konuşmaktan \vrr
lanan biri olduğumu artık anladığını zannederdim. Benim
de geleceğim söz konusu, senin evliliğe hazır olman demek
benim de öyle olduğum anlamına gelmiyor, Özellikk de
dikkate almam gereken bir çocuk varsa "
“Ne demek istediğini anlıyorum... Birlikte bir gelecek
planlamakla çok da hayırlı bir iş yapmıyoruz, değil mir
“Sanırım hayır.”
Luke “Gerçi, ben iterde birlikte olmamızı istiyorum," de­
di. “Cidden ve gerçekten."
İnce bir tebessümle “Bana karşı Tegan'laşma," diye ya­
nıtladım.
Önce güldü ardından yüz hatları ciddileşti.
“Birlikte olmamızı... geri kalan ömrümüzde seninle be*
ralx.*r olmayı istiyorum. Size taşınmam konusunda titizlikle
düşüneceğim, tamam mı?"
“Tamam.”
l.uke tebessüm ederek Angeles’tan birileri var mı diye
çevresine bakmadan dudağıma kocaman bir öpücük kon­
durdu. Beni sımsıkı tutup uzun uzun öpmeye devam eder­
ken zihnimde küçük bir tehlike sezmeye başlıyordum. Bu
sezgi endişe verici bir hızda büyüyerek başka her bir şeyi
gölgesinde bırakacak kadar lam bir algıya dönüştü: Bülün
bu konuşmaları Nale’le yapsaydım o kadar farklı bir boyut
alırdı ki.
Reklam, satış geliştirme ve pazarlama !x>lümlerinin çalı­
şanlarıyla yaptığımız haftalık toplantıda Betsy, "Lirin# An#e-
/ttfın son sayısında kuponlardan elde eniğimiz gen bildin-
30 * D o ro th y K o o m s o n

ıııin yüzde be* bir artış gösterdiğini tespit ettik,’ diye açık­
lıyordu. "Bu artışın nedenini araştırıyoruz, gerçi Kıımryn, iti­
ci gücün her zamanki natürmort resimleri yerine gerçek in­
san figürleri kullanmış olmaktan kaynaklandığını söylüyor."
O nu dinlerken aklımdan çok etkileyici, diye geçirdim. Par­
lıyor. İşık saçıyordu zira, Lııke'ia birbirimizden nefret ettiği­
miz günlerde tanışmış olduğu adama deli gibi aşıktı. Hak­
lıydı, Bir Tanesini bulmuştu.
Başımı bloknotunla doğru eğdiğimde sayfanın toplantı
notları yerine ev resimleriyle kaplı olduğunu gördüm. Be­
nim Bir 'ianem, birkaç saat evvel beraber yaşamak konusu­
nu titizlikle düşüneceğini söylediği evlerle. İçim hâlâ sızlı­
yordu. Betsy konuşmasını bitirirken toplantıda söz almaya­
cağımı bildiğimden Luke'un özel asistanı Carlanın söyledik­
lerine kulak kesilmedim. Üç departmanın gelecek ay için­
deki toplantı tarihlerini tek tek bildirmeye başladı. “Luke,
Edinburgh direkt pazarlama kampanyasının tanıtım toplan­
tısının ayın 14 undc yapılacağına dair az önce teyit aldım.
Katılımını bildirmemi ister misin?" diye sordu Carla.
Sayfanın üzerinde çiziktirdiğim kalem birden elimde
dondu. On dördü mıı?Bekle biraz, Luke'a İxıktım. Carla nın
sorusu karşısında yüzü solmuştu. Gözleri odanın içinde ba­
na doğru kayarken derin bir düşünceye dalmış görünüyor­
du. Ne düşündüğünıi, neyi hesaba kattığını bilmiyordum.
F-llnme ki gidemezdi. Tabii ki de gitmeyecekti.
Tam bir dakika boyunca tek bir laf etmeden dururken
sessizlik herkesin gözlerini Luke'a çevirmesine neden oldu.
'Luke'“ diye sordu Carla “Katılımını bildirip oteldeki yerini
ayırt etnıelı miyim'
>ey. Luke un gözleri l>enden geçip ona gen döndü,
•scy. özür dilerim. Carla. Kvel. Lütfen katılımımı bildirin.'
KN YAKIN ARKAIiASlMIN KIZI ■ *31

Parmaklarım ölümüne bir güçle kalemi kavrarken öfkem


başıma .sıçramıştı.
"İşle ilgili başka bir konu yok.sa toplantı bitmiştir," dedi
l.uke. ‘Teşekkür ederim, beyler.'' Herkes kalemiyle blokno­
tunu, çay ve kahve fincanlarını, su bardaklarını toplayıp tek
tek toplantı odasından çıktı. Bense, burnumdan .soluyarak
oturduğum yerde kaldım. Çıkan son kişi kapıyı arkasından
kapatmeaya kadar Luke da koltuğunda oturdu.
Sakin ve ölçülü bir sesle "Ayın 14'ünde gideceğine ina­
namıyorum." derken aslına bakacak olursanız avazım çıktı­
ğı kadar bağırmak geliyordu içimden.
Beni yatıştırmaya çalışarak “Öyle bir niyetim yoktu." de­
di. “İptal edileceğini umuyordum, haftalardır farklı tarihler
arasında tereddüt ediyorduk ve mayıs ayında herkesin mü­
sait olacağı tek günün bu tarihe denk gelmemesi için dua
ediyordum."
“Fakat müsait değilsin. Teganın doğum günü Bunu ay­
lardır biliyordun. Partisini uzun zamandır planlıyorduk
Toplantı için uygun değilsin."
"Ryn, kariyer yapmanın ne olduğunu hatırlıyorsun değil
mi? Kendinden ne kadar çok özveride bulunman gerekliği­
ni? Bir çocuğun yaş günü münasebetiyle toplantıya gelemi­
yorum diyemezdim.“
Kariyer yapm anın ne olduğunu anımsıyor muyttum?
Hâlen bir kariyerim vardı Hâlâ lüm magazinlerden sorum­
luydum. Kendinden özveride bulunmak. Ben hep fedakâr­
lık yapıyordum. Sanı, şerefi olmadan, takdir ve yükselme
şansı verilmeden aynı benim gibi, baslarını sırt smun üze­
rinde tutabilmek uğruna fazladan mesai yaparak çalışan vi-
dece diğer annelerdi. Niçin kiın>e dergilerin havınsımlan
söz etmivordu ama isimi aks.ıtsjydım eğer isle <>zurnan s<>-
132 • D o ro th y K o o m s o n

run çıkacağından em indim . Y önelim Kurulu, yaptığım işin


kalitesini takdiı edecekti.
Luke'un bütün söyledikleri arasında beni en çok sinirlen­
diren “bir çocuğun yaş günü partisi’ lafı olmuştu.
Zelıir saçarak “Bir çocuk mu?” dedim. "Tegan, ne zaman­
dır bir çocuk oluverdi?”
“Bu yanlış çıktı."
‘Sahiden mi? İyi öyleyse, şimdi söyleyeceğim hiç de yan­
lış çıkmayacak. Bizimle yaşaman konusundaki isteğimi geri
alıyorum,” dedin).
“Ne?"
“Tiga’ya bir çocuk dedin. Yılın büyük bir kısmında ken­
di kızıymış gibi davrandıktan sonra işini ö n plana çıkarıp
ona herhangi bir çocuk diyerek düşüncesizce hareket eden
biriyle yaşayamayız. Seni babası olarak görüyor. Nate’in
gerçek babası olduğunu bilmesine rağmen ona babalık et­
mesini istediği kişi sensin. Ve sen onu rastgele bir çocuk
olarak mı nitelendiriyorsun?"
“Bunu söylemek istememiştim.”
“Umrumda değil.”
“Değiştirmeye çalışacağım.”
“Bize lütuf eyleme Mr Wiseman. Kariyer yapmanın ma­
nasını hayal meyal anımsıyorum. Toplantıları iptal etmenin
profesyonel bir davranış olmayacağını da hatırlıyorum.
Meslektaşların arasında işine bağlı olmadığın izlenimini ya­
ratmanı istemem.”
Bu konuda hatalı olduğunu kabul ettiğini gösteynemek
için yüzüme ters ıers baktı. Kalemini, uzun toplantı masası­
nın üstüne fırlatırken “Güzel,” dedi.
"Güzel.” diye açıkladım.
Ayağa kalkıp not deflerimi, kalemimi ve soğuk cay fin­
canımı aldım. Toplantı odasından çıkmak üzere yürürken
EN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI • 433

bacaklarım titriyor, kalbim göğsümde üç misli hızlı çarpı­


yordu.
Kapının kulpunu cl yordamıyla ararken “Akşam görüşü­
rüz,” dedi.
Etrafıma takmadan “Benim evimde görüşmeyeceğiz,"
diye yanıtladım. "Eskiden kaldığın dairene dönüp birkaç
toplantı daha ayarlasan nasıl olur?”
Cevabı derin bir iç geçirme oldu.
Öfke şakaklarımda atarken koridordan aşağı paldır kül­
dür indim. Luke’a olduğu kadar kendime de kızmıştım.
Çünkü toplantıya gitme sebebini anlıyordum. Beni de bir
zamanlar hiçbir şey çalışmaktan alı koyamazdı. Luke, daima
aşın hırslı olmuştu. Tegan'ı çok sevse bile, kendi kızı değil­
di, ona karşı bir mesuliyeti yoktu, dolayısıyla kariyerine ön­
celik vermekte haklıydı. Olaylara geniş planda baktığında
işi, birinci sırada önem taşıyordu. Gerçek buydu ama hoşu­
ma gitmesi de şart değildi.
43

egan'ın altı yaşma basması demek resmen bir yetiş­


kin olması anlam ına geliyordu. En azından insanla­
ra sürekli söylediği de buydu. Parti günü yaklaştık­
ça neredeyse her gün bana “Altı yaşında olduğum zaman
bir çok şey yapabileceğim," şeklinde hatırlatmalarda bulu­
nuyordu.
Şevkini kırmamak için her seferinde “Biliyorum,” diye
yanıtlasam da altı yaşında artık yapabileceği fakat beşinde
yapamadığı fazla şey de düşünem iyordum . Yaş gününde
Luke yoktu. Tarihini bizim için değiştirmemesini istediğim
toplantıya gitmeden önce iş yerindeydi. Son üç haftayla
karşılaştırıldığında Noel öncesinde geçirdiğimiz tatsız dö­
nem parkta bir yürüyüşe benziyordu. O günden sonra İs-
koçya seyahati hakkında sessiz kavgalar edip duruyorduk.
Huzursuzluk içinde geçen Ciç hafta süresince akşamlan Te-
gan yattıktan sonra o, Alwooclley'deki evine dönm üş, Lıı-
ke la A planı olmadığımızı keşfetmemi sağlayan o koskoca­
man nedenden dolayı da topu topu üç kere sevişmiştik. O
gece, evden ayrılmadan önce ••Hayatının sonuna geldiğin­
KN Y A K IN A RK A DA ŞIM IN KIZI ■ »35

de, Tegan'ın altı yadına baslığı gün yanında olmayıp toplan­


tıya katıldığın için şükredeceğinden eminim," demirini.
“Lütfen... Kendimi yeterince köıü hissediyorum zaten.
Ryn. Düşünemedim ve şu anda yapabileceğim bir şey kal­
madı. Ü zgünüm .”
“Bunu çocuğuna söyle. Hey. çocuğum demek isledim.
Çocukr
Geri çekilip uzağa bakarken Luke alnını kırıştırmış, diş­
lerini gtcırdatmıştı. Yüzü buruşurken ağlamak üzere oldu­
ğunu ve fazlaya kaçtığımı biliyordum. Onu cidden yarala*
mıştım. “Ö zür dilerim,'’ diyerek elini alıp öptüm. “Söylene­
cek en berbat laftı. Bu şekilde düşünmediğini biliyorum.
Ateşkes yapalım mı?"
"Düşüncesizlik ettiğim için kızmakta haklısın. Tegan'ı
kendi çocuğum olarak düşünüyorum. Bunu biliyorsun, de­
ğil mi?"
Başımı salladım. “Tabii ki biliyorum.”
Ö p ü şü p barıştık.
Tegan, Lııke un doğum gününe katılamayacağı hal>erini
benden daha kolay kabullendi. “Yaş günüm ün ertesi saba­
hı döneceksin ama değil mi?" diye sordu.
“Evet, hemen.”
Mutlu bir şekilde "Tamam. * diye omuz silkti. “Bir sürü
balonum olacak biliyor musun?"
Parti için yolun aşağısındaki belediye salonunu kirala­
mış, arka tarafına kırmızı ve san renklerde şişirme bir şato
kurmuştuk. Çoğu Tegan'ın sınıf arkadaşları ve tatillerdeki
oyun grubundan birkaç çocuk dahil otuz kişi çağırmıştık.
Bayan Kaye, parti organizasyonuna çok vardım eimişken
Luke’un bulunması gereken yerde Nate olmuştu. Bir gün
evvelinden birlikte alışverişe cıkmıs. parti yiyecekleri için
•l.V' • U oıothy K oom son

yaklaşık 200 fxmn<İ harcamıştık. Sosisli börekler, minik so­


sisler. küçük pizzalar. cips, kek, gazlı meşruhatlar ve haya­
tımda gördüğümden çok daha fazla miktarda beyaz ekmek.
Sağlıklı beslenmeyi ihmal etmemek için de bir meyve sala­
tası yapmak üzere çilek, armut ve elma satın almıştım. Na-
te gece geç saate kadar kalarak beyaz ekmekleri yuvarlak
biçimde kesip sosisli burgerler yaptıktan sonra buzdolabı tı­
ka hasa dolmuş, erken gelip sandviçleri bitirmeme yardım
edeceğini söylemişti.
Sahahm lx*şinde kalkıp sandviç yapacağım ekmeklere te­
reyağı sürmeye başlamıştım. Tegan, saat yedide elinde Meg’i
tutarak ‘ Bugün partim var." diye bağırarak mutfağa koştu.
“Biliyorum." diyerek onu kollanma aldım. Şimdi kendisi­
ni gerçek hissediyordu işte. Tam ve bütün bir insan, onu
Guildford’dan almaya gittiğimde nefes dahi almaktan ürken
küçük bir kızın gölgesi değildi artık. Masmavi gözleriyle yü­
züme merak ve heyecanla bakarken kendimi gülmekten
alamadım.
“Tegan. hediyesini şimdi mi ister yoksa parti saatini mi
beklemeyi tercih eder?"
“Şimdi," diye haykırdı.
Divana doğru ilerleyip onu kucağımdan indirdim. Bir
önceki akşam Tegan yattıktan sonra hediyeyi sakladığım
koltuğun kenanna doğru eğildim. Paketi, altın rengi bir he­
diye kâğıdına sarmış kırmızı bir kurdeleyle bağlamıştım.
Her zamanki dikkatliliğiyle, Meg'i yere koyup armağanını
küçük ellerine alarak büyülenmiş gibi bakmaya başladı.
"Gerdekten hana mı?’* diye sordu.
“Etiketi oku ve bul."
Görev aşkıyla "Sev-giljrn Tiga ya. Altıncı doğum günün
kutlu olsun, sevgilerimle Ryn anneciğin, ' diye okudu. "Be­
KN Y A K I N A R K A D A Ş I M I N KIZI • »37

nim ivin," diye güldü. Hediyeyi .sanki bir lxrhekmiş gibi tut'
lu.
Tatlı bir sesle Haydi, aç bakalım," dedim.
“Oley, evet,” diye kıkırdadı. Pür dikkat paketin kâğıdını
yırtmadan açabileceği bir yer arayıp bulamayınca yıkılmış
bir ifadeyle alt dudağını ısırarak bana baktı.
“Sana yardım etmemi isler misin* diye sordum.
başını salladı.
Altın rengindeki kalın hediye kâğıdının bantla yapıştırdı­
ğım yerini bulup aşırı itinalı çocuğumu üzmemek için ya­
vaşça çekip açtım. “İşte al."
Paketi neşeyle açarken Tegan’ın ağzı kulaklarına varmış
gözleri hayreüe büyümüştü. “Harika." diyerek içinden kır­
mızı benekli beyaz elbiseyi çıkarttı. Kollan ve «ekleri uzun,
belindeki kuşaksa kırmızıydı. “Bu bir elbise!" diye haykırdı.
“Çok güzelmiş.”
“Partin için giymek istersin diye düşünmüştüm."
“İzin veriyor musun? Cidden ve gerçekten mi?"
“Evet, olabilir. Hoş, Luke'un hediyesini de görsen iyi
olur,”
Yeniden eğilip Luke'un bir gece evvel paketlemiş oldu­
ğu hediyesini buldum. Zaman kazanmak için, kutu şeklin­
deki paketin bandını çekip çıkartıp Tegan a uzattım. İçinde­
ki kâğıdı çıkarttığında bir ayakkabı kutusu göründü. Kapa­
ğını açarken beyaz benekli kırmızı ayakkabılar buldu. ‘Tıp­
kı elbisem gibi!" dedi.
"Öyleyse bugün giyebilirsin."
“Teşekkür ederim," diyerek kollannı lx>ynuma doladı.
•Çok beğendim, Ryn anneciğim."
“Hemen şimdi akabileceğin bir hodişen daha 'ar. Kol­
tuğun konarından, boyıı bizimkilerinden daha kiKtık bir
43H • Dorolhy K<x>ın.son

paket okunarak ;»ynı açma prosedüriinü tekrarladım. “Ti-


ga'ya, .sevgilerimle, Nate.” Zevklenirken nefesini tuttu. "Mr
Nate. bana bir hediye getirmiş!" Hevesle paketi açarak için*
dekine şaşırmış bir ha! takındı. Klbise ve ayakkabılarıyla ta­
kım yapan ipekten küçük bir el çantasıydı.
“İşte sana, bugün içinde bir şeyler taşıyabileceğin bir
çanla."
“Çok güzel,” diye karar verdi.
“Kvet, kim bilir sen de bunları giyince ne güzel olacak­
sın."
"Keşke annem beni görebilseydi.” Yü/.ünü buruşturarak
bana doğru başını salladı. Fakat üzgün görünmek yerine
iyiydi, Sanki, annesinin partiye gelemeyeceği gerçeğini ka­
bullenmişti.
“Hen de üzgünüm fakat annene ait bir şeyim var,” de­
dim.
Tegan’ın zaten k<x*aman olan gözleri daha da irileşti.
"Cenm uen mi göndermiş?” diye sordu.
“Hayır, lallı l>ezclye çiçeğim, cennete gitmeden cince
verdi bana.”
I.eeds’e geldiğimiz zamana nazaran Tegan’ın çok daha
rahatlamış göründüğünü ve bunu almaya hazır olduğunu
bilmekle İKraber, yine de Adelc'in kartını açıp okuma fikri
üzerinde hayli oyalanınışlını. Ona önceden bakmayı düşün­
müş lakal Adelcın kızını üzecek herhangi bir şey yazmaya­
cağını anlamışımı I lerhalükârda, beyaz zarf benim değil
Tegan'ın adınaydı Karlı sabahlığımın cebinden çıkartıp
uzadım Küçücük parmaklarıyla zarfı alıp alı dudağını ısırır
ken benden yardım islemeden (ince beyaz kareye bakakal
di
'Açabilir miyim?" diye sordu.
t:.N Y A K IN A R K A D A Ş IM IN K IZ I • »W

“İslersen, b e b eğim .-'


Dikkatle açtığı zarfın içinden usulca kart» o k u n u . O n y ü ­
zü n d e pem be bir taç giyen sarıcın bir prenses vardr |nın
be elbisesinin üzerinde de kocam an bir altı rakamı A ltın­
cı yaş g ü ntin kutlu olsun," diye ya/ılıydı Tegan kartı açtı.

Sevgili Tegan 'im,


M utlu Yıllar.
B ugün seninle olam adığım için ü zgünüm
A m a seni d a im a seveceğim.
B unu asla u n utm a, olur m ıû A n n e seni sevi-
yor.
Bugün muhteşem vakit geçireceğinden emi
nim.
B enim için de dans el.
K a m ryn ’e iyi davrandığını um uyorum .
Sevgilerimle, A nnen
Hana d ö n d ü ğ ü sırada y ü zü tel>essumlc ışıldadı. “Annem
beni seviyor," diye ilân etti. "D o ğ u m güıui karlında öyle de­
m i*.”
“İtiliyorum .”
G ülüm sem esi b ü y ü d ü . Sen Kanıryn'sın değil ini, Kyn
anneciğim?"
MKvel," öyleyim.
“Sana iyi davranıyor muyıım?"
“Hana iyiden da fazlasın, m ükem m elsin."
“Dem ek annem m e m n u n olacak." Altı yadındaki bir ve
lelten İneklemeyeceğim cinste bir mantık yüıutm ü^tü yine
Ö n e doğru e ğ ilip on u kollarıma aldım, 'legan a bu son gun
lerde sık sık sarılmaya ihtiyacım vardı. Kendi isme dalmış,
televizyon seyreder, resim çizer ya da okurken sarılma no-
•110 » Dnroilıy Kooımon

betlerimle b ölü n ü y o rd u . B eklenm edik ve islenm edik şekil­


de. Plim de değildi, varlığını hissetmeye, d o k u n u lu r o ld u ğ u ­
nu fark etmeye gereksinim d u y u y o rd u m , G e çe n haftalarda
rollerim i/ değişm işti. A dele'in ö lü m ü n d e n sonra, bir d o k u ­
nup ya da bir bakımla ayaklarını y e nid e n yere basm asına
yardım etm iştim . Şim diyse, sanki sıra b endeydi. O n u , her
d aim yanım da istemek g ibi bir kaygım vardı. Gerçek o ld u
ğ ıın u hissetmeye, A dele’in yaptığı g ibi b en i terk etm eyece­
ğ in d e n e m in o lm ay a ihtiyaç d u y u y o rd u m . Gerçi, büyüyerek
avuçlarım d an k açm asına, tarafım dan ö p ü lü p sarılm aktan
soğum asına sınırlı bir /.am an vardı. Am a en azın d a n , şıı a n ­
da sorgulayıp d ire nç g österm ed e n sevgi gösterilerim i kabul
etm ekteydi.
O n u serbest bırakarak “P ekâla b elle ğ im , partinden önce
ç o k işim iz var. Ö n c e b a n y o y ap alım , sonra da Mr Nate, ya­
nı Nate sandviçleri y a p m a k üzere yardım a g e lm e d e n k a h ­
valtını etlersin. Nasıl, u y g u n nuı?”
Başını salladığı sırada, bir e lin d e h âle n anne sinin kartını
tutarken diğeriyle d e M e g ’i yakalam ıştı. Tegan, sonradan
belli o lacağı g ib i k a n ı b ü tü n g ü n e lin d e tutacaktı. O n u , a n ­
cak, g ü n içerisinde ço k , ç o k d a h a geç bir vakitte u n u ta c a k ­
tı.
44

renses pastasını gördüğün de Tegan'ın gözleri parla­


mıştı.
G ü n ü n çoğu zam anını güle oynaya geçirmişti. Aldı­
ğı İler hediyeye, söylenen her tatlı söze, oynadığı her oyu­
na telîessüm cim işi i. Fakat partinin en büyük gülümsemesi­
ni d o ğ u m g ü n ü pastasına saklamıştı. Kare şeklindeki pasta­
sının içi çikolatalı, üstü pem be şeker hamuruyla kaplı olup
üzerinde bir prenses resmi vardı. Pastayı önüne getirdiğim
sırada yanmakta o lan altı m um Tegan’ın gözlerinde parlı­
yordu. Herkes etrafına d o lu şu p hep bir ağızdan Mutlu Yıl-
lar şarkısını söyledi. M umlarını, tüm nefesini toplayarak bir
defada söndürm eden önce bir dilek tutmak için durdu. Üf­
ledikten sonra d ağ gibi yığılmış armağanlarını açtı. Annem­
ler ona dijital bir fotoğraf makinesi, kız kardeşimin çocuk­
ları ise Roald D a h lın b ütün eserlerini göndermişti. Frkok
kardeşim in iki ç<xuğu Disney D V D’leri almış. ağalk*yimin-
kiler d e bir karate kıyafeti. T eganın hiçbir kuzeni partiye
gelmemişti zira iki hafta sonra, ağalıeyim Japonya'dan aile­
siyle dönecek ve h e p lx*ra!x.'r I.ondra’da buluşacaktık. Di
•4-42 ■ Dorolhy Koornson

ğer arkadaşlarının hediyeleri DVD'den kitaba, bebekten


yap-lxı/ oyununa değişiyordu,
Pasta faslından sonra çocukların büyük çoğunluğu dışa­
rıda kurulu şişirme şatoya ve salıncaklara koşmuş. Tegan da
onlara katılırken ben pastayı pay etmek üzere parti salonu­
nun küçük mutfağına gitmiştim, Bu kutlama iyi gidiyordu.
Son iki saat zarfında tek tük çocuk ağlarken yiyeceklerin
çoğu kâğıt tabaklarında kalsa da en azından salonun parke­
lerine ya da bahçedeki muntazam biçilmiş çimenlere düş­
memişti. Kimse yaralanmamıştı. Bana kalırsa her şey mü­
kemmeldi. Parti için kalan iki ebeveyn ben mutfaktayken
çocukların peşinden dışarıya gitmiş, dördüncü yetişkin olan
Nate, antrede oturmuş partiye pek katılmak istemeyen bir
delikanlıyla sohbet etmekteydi.
Nate, kendini vazgeçilmez kılmıştı. Partiye geldiğimizde
şato pişirilirken başında durmuş sonra da çocuklar ayakka­
bılarıyla basmasın diye tek tek kontrol etmişti. Annelerden
bir tanesi nöbeti devraldığında bu sefer etraftaki çer çöpü
toplamış siyah plastik torbalara doldurmuştu. Fotoğraf ma­
kinesi veya Tegan ın bazı hediyeleri gibi unuttuğum eşyala­
rı almak üzere birkaç kere eve gidip gelmişti. Mumları da
ayrıca son dakikada bulmuştu. Onun bu kadar hamarat ol­
duğunu gören hiç kimse gerçekte çocuklardan hoşlanmadı­
ğını, onlan anlamadığını ve ilişki kurmakta güçlük çektiğini
asla fark edemezdi.
Mutfakta pasta kesmeye ara verip bıçağı kenara atarak
Naıe'ı seyrettim. V-yaka mavi bir tişörtle koyu haki renkte
bir pantolon giymişti, saçlarını yeni kestirmiş ve çok yakı­
şıklı duruyordu. Daha sağlıklı, daha güçlü, nefis. Onunla
hiç inamoruto anlar yaşamamış, ona aşık' gözüyle bakma­
mıştım. ama bakmıştım... Bu düşünceyi kısmen dahi oluş-
KN Y A K IN A R K A D A ŞIM IN K IZI • h J

turıııadan hemen zihnimden atlım. Aklıma lx>yle fikirler ge­


tirmeye haşlarsam hiç kimseye yararı olmayacaktı.
Sohbet ettiği zayıf delikanlı, Nale ne derse merakla din­
liyordu. Nate elleri kollarıyla konuşuyor, çoğunlukla gülü­
yordu. Nate'in hikâyesine daldığı esnada çocuğun küçücük
utangaç yüz ifadesi yavaşça çözülüyordu. Ne anlattığını me­
rak ediyordum. Acaha çcxuğu yetişkinliğine kadar etkileye­
cek bir macera mıydı? Nate. söylediğinin potansiyel olarak
oğlanın yaşamını etkileyebileceğini biliyor muydu? Veya .
Nate birden bana göz değdirip onu seyrettiğimi fark
ederken bakışlarımız çarpıştı. Yeterince atik davranıp ona
bakmıyor numarası çekmek istedimse de gözlerimi kaçır­
mayı becerememiştim doğrusu. Bakmayı sürdürdüm. Na­
te'in dudaklarında hafif bir tebessüm belirirken gözleri pa-
rıldamaya başlıyordu. İçimi tuhaf bir heyecan kapladı. Geri
gülümserken bu duygum u da bastırmaya çalışıyordum.
Birden yanımda "Bayan Brannon,'' diyen bir kız çocuğu
sesi duydum . Kimin konuştuğunu gördüğüm de gözlerimi
devirdim.
‘'Regina, daha önce de söylemiştim. lx*n Bayan Brannon
değilim. Bana Ryn ya da Tegan'ın annesi diyebilirsin fakat
Bayan Brannon değil." Bu çocuk, bu Regina Malheson. kı­
sa. fare kahvesi saçları, d o m u z biçim indeki burnunu kapla­
yan çilleriyle aynen tahmin ettiğim gibi bir kızdı: buyurgan,
kesin h ü k ü m bildiren ve kibirli. Annesiyle babasının onu
başından atmak istemesine şaşırmamışım!. onu yanında ıın-
mak zorunda kalm adan en azından üç saat süreyle güzel bir
öğleden sonra geçireceklerdi. İsmim hakkında söylediğimi
düşünürken Regina çilli burnunu işice lxm»ştumuıstu. 'so­
nunda o m uz silkerek 'Bu partkleki yiyeceklerin ç o ğ u s a ğ ­
lıksız." diye açıkladı.
it i ■ IX>to(hy K»nm»M>n

Hır oyuncu gibi kaşlarımı çattım "Haklısın Regina, hak


bunu düşünmemiştim," dedim.
Kendini beğenmiş bir tavırla iç geçirdi. "Anneni, abıır cu­
burun köUi okluğunu söyler."
“Öyle mi der? Peki, öyleyse bir kereden zarar gelmez."
"Eminim gelmeyecektir," diye açıklarken bir daha kendi­
ni beğenmişlikle iç gelirdi, bunu Tegan yapsaydı hoş
görünürdü ama Regina olunca... Bu konuyu sürdürmeme-
ye karar verdim.
“Biraz meyve de var Regina. Çilek ya da meyve salatası.
Neden bir çilek almıyorsun?”
"Olabilir.’’
“Haydi, Regina, git arkadaşlarına katıl. Seninle konuş­
mak isteyen birçok kişi vardır.”
“Tamam, Bayan Brannon,” deyip bir başkasını rahatsız
etmek üzere hoplayıp gitti.
Çikolatalı pastayı minik parti torbalarına koyup çocukla­
ra vermek üzere kesmeye yeniden koyuldum. Bitirdiğimde
Nate mutfaktan içeri girdi. Ona doğru dönmeme vakit kal­
madan bana o kadar yaklaşmıştı ki, bedeninin sıcaklığını
hissediyordum. “Sana yardım edebilir miyim?” diye sordu.
Ona bakmak üzere döndüğümde başını boynuma doğru in­
dirmiş yüz yüze gelmiştik. Lacivert gözleri gözlerimin içine
bakıyordu, nefesim boğazımda tıkandı.
“Torbalan gördün mü?" diye sordum.
Önümüzdeki büyük masanın üzerine dizdiğim kırmızı
yaldızlı kâğıttan pahalı parti torbalarına bakmayıp sadece
başını sallamakla yetindi. Hepsinin içine birer düdük (anne­
leri bu nedenle benden nefret edecekti) birkaç şekerleme,
Tegan ın yazmaya yardım ettiği bir teşekkür kartı koymuş­
tum. Şimdiyse, pasta dilimlerini ilave edecektim. “Bu ufak
kek dilimlerini, bu kekleri torbaların içine koymak çok akıl
I.N Y A K I N A R K A D A Ş I M I N KI Z I ■

kârı. Çok zekice. Gerçi, önce peçetelere sarmak gerekecek


Gerçi..." Kesmen doğru düzgün konuşamıyordum İ>tc ben­
de bu etkiyi yaratmıştı. “Peçeteler. Pasta. Torbalar."
Gözlerini gözlerimden dudaklarıma doğru gezdirdi son­
ra yeniden gözlerime. Ne düşündüğü yüzünden açıkça bel­
liydi. Birazcık daha yaklaştı. Beni öpeceğini anlamıştım. Kı­
zımızın doğum günü partisinde sının aşarak beni öpecekti.
Ben de karşılık verecek miydim? Kollarımı boynuna dolayıp
öpecek miydim? Ya da onu yeniden itip erkek arkadaşımı
mı anımsatacaktım? Nate, hafifçe daha da yakınıma gelir­
ken, dudaklarını araladı. “Tamam," diye fısıldadı. Birden ge­
ri çekilerek ona duyduğum şehveti benden çaldı. Bunu
mahsus yaptığını biliyordum. Geri çekilmekle kafamı kanş-
tınp bir sonraki adımı benim atmamı istemişti. Kavga ettik­
ten sonra, onu kendisi kadar arzuladığımı kanıtlamamı iste­
diği zamanlarda yaptığı bir şeydi.
Kesme tahtasının üzerindeki pastanın yansını masanın
öbür ucuna götürdü. Çikolatalı kareleri peçete kâğıdına sar­
maya başlamadan önce ellerini yıkadı. “Ne tuhaf," dedi son
derece normal bir ses tonuyla. Sanki bir saniye öncesinde
bana asılmamıştı. “Sen ve ben, bu kadar çocuk arasında
henüz çıldırmadık.”
Aynı ses tonunu yakalayarak “Bana gelmeye başladılar,”
diye yanıtladım. Oyununun beni ne kadar etkilediğini belli
etmek niyetinde değildim.
“Bana da."
"Gördüm. O delikanlıyla bayağı iyi anlaşıyor gibiydiniz."
“O yaştaki halimi hatırlattı bana: çekingen, diğer çocuk­
lardan korkmuş. Özellikle de kızlardan.”
“F.skisi gibi rahat davranmana sevindim. Nate. Çok daha
iyi görünüyorsun."
446 ■ Dorothy Koomson

‘ Öyleyim. Sen, Tegan ve Luke sayesinde. Geçen birkaç


hafta cidden yardımcı oldunuz... Eskisi gibi o kadar... Bili­
yorsun, Adele hakkında. Hâlâ suçluluk hissetsem bile.*
“Hangi konuda?"
"En yakın arkadaşını kaybetmiş olan şendin, sana destek
olmam gerekirken yapabildiğim tek şey gözünün önünde
parçalanmak oldu.”
“Karşılıklı olarak yardımlaştık. Ve senin için ne olursa ol­
sun yapacağımı biliyorsun, Ahbap."
“Çocuk yapmaya karar vermiş olsaydık, sence bunun gi­
bi mi olurdu acaba?”
“Hayır, Nate. Yapsaydık eğer, bence çocuklarımız kötü
olurdu. Kilise de onlan yeryüzünden kurtarmak için bir özel
bir kiralık katil ekibini görevlendirirdi.”
Nate “Hiç de bile, çok şeker olurlardı," diye itiraz elti. “İri
iri gözleri, parlak siyah saçlan, moka renginde tenleri ve
koskocaman bir gülümsemeleri...*
“Kuluçkaya mı yatmak niyetindesin?” diye sordum. Muh­
temelen söylediklerini daha önce düşünmüştü. “Öyle olsa
da utanacak bir şey yok."
Bir an düşündü. “Hayır." Ürperdi. “Hayır, katiyen. Bu
son günlerde hep aklımdan geçirdiğim bir şey. Aslına baka­
cak olursan olmasını da istemem. Yani, anık istemem."
“Ben de. Tegan’ı seviyorum ve onsuz yaşayamam. Fakat
bir daha olsun istemem."
Pastayı sardığı peçeteyi bırakıp l>eni sinirlendireceğini
bildiği kendine has bir tavırla bakıp “Ya Lııke bu işe ne di­
yor?” diye sordu Nate. “Bu kararın onu rahatsız etmiyor mu?
Çünkü birkaç çocuk istiyormuş gibi bir hali var.”
“Belki istiyordur," dedim. Tabii ki de istiyordu. Bu köşe­
de duran lilimizdi. Bu konuda açıkça konuşmamış olsak bi-
KN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI •

lc. baba olmak istediğini bilirken Teganı üstleneli ben bu


işlerle bir ilgim kalmadığını da o biliyordu. Aslına bakacak
olursanız bu. asla dokunmadığım ız temel tanışma konula-
nndan biriydi çünkü başlamaydık eğer nereye varacaktı ki?
İkimizin de sabit fikirleri vardı, hiçbirimiz de değişmeyecek­
tik. Aynı evde yaşamak konusunda anlaşıp karar vermemiz
zaten epey zor olmuştu. Daha fazla çocuk sahibi olmamız
konusunda yapılacak bir tartışma nasıl sonuçlanabilirdi ki?
Her şey bilerdi. Her bir şey.
“O nu seviyor musun Kam?"
Gözlerimi kaldırıp baktım. Kimse bana uzun zamandır
Kam diye hilap etmediğinden bu şekilde çağrılmayı unut­
muştum. Başımı sallayıp “Evet," dedim.
“Beni sevdiğinden daha fazla mı?"
“Sana karşı olan duygulanm dil i geçmiş zamana ait, Na-
te.B
“Bana ve kendine yalan söylüyorsun."
“Luke ile evleniyoruz. Birkaç hafta önce konuştuk bu­
nu.”
“O nu sevmediğini söylemiyorum, fakat kafanın kanşık
olduğunu görüyorum. Sanırım her ikimizi de istiyorsun.
Duygulanm saklamakla pek başarılı okluğun söylenemez,
yani o da bunu biliyor. Bir şey dememiş olduğuna hayret
ediyorum. Yoksa söyledi mi? Hislerinden emin olmadığın­
dan şüphelendiği için mi evlenme teklif etti acaba?”
Söylediklerini umursamayarak pasta parçalarım temiz
peçetelere sarmaya devam eltim.
“Seni seviyorum. Kam.”
Önüm deki peçeteye bir parça daha koyduğum sırada el­
lerim titremeye başladı. Nate’in duygular konusundaki ö z­
gürce davranışından nefret ediyordum. Özellikle de, o ve
44H • Dorolhy Koomson

l>en söz konusuysak. Bende nasıl hir etki yaratacağım hiç


düşünmeden nc şekilde hissettiğini basitçe söylemekteki
Ijecerisinden hoşlanmıyordum.
“Sanıl baskı yapmak niyetinde değilim. Bunu sadece bil­
meni istedim. Kendine dürüst olmanı istiyorum."
Masanın üstüne baktım. Ne hissettiğim beni ilgilendirir­
di. Kendime yalan söylüyorsam eğer, bu da benim işimdi.
Kabullenmek zorunda olduğum bir şey yoktu. Zaten kabul
edeceğim ne vardı ki? O nu hayal ettiğim mi? Tamam, ger­
çekten de nefisti. Luke canımı sıktığında Nate'i tercih et­
mekteydim. Her kadın bunu yapardı. Nate hayatıma yeni­
den girinceye kadar, Jamie Fox veya Keanu Heeves’le bir­
likte olmayı düşlemiştim. Nate’in bu konuda beni suçlama­
sı haksızlıktı. Özellikle de Luke’un aynı kendisi gibi düşün­
düğünü bildiğimden beri. Her ikisi de benim nasıl hissetti­
ğimi gayet iyi biliyordu, söylediklerini düzelttiğimde de hiç­
biri dediğimi kabul etmiyordu. Nate’e yanlış düşündüğünü
söylemenin bir yolunu aradım. Evet, onun hayalini kurdu­
ğumu fakat Luke’un sevgilim olduğunu anlatmalıydım.
“Bayan Brannon," diyerek eteğimden çekiştirmeye başlı­
yordu Kegina Matheson.
Onu duymazdan geldim. Bana doğru şekilde hitap edin­
ceye kadar da duymamaya karar verdim. "Bayan Brannon*’
Daha da stkı çekiştirdi.
Varlığını tanımadan pasta parçalarını sarmaya devam et­
lim.
"Bayan Brannon," diye tekrarladı Kegina.
Un nihayet ona dönerek “Ne var?" diye haykırdım. Yü­
zündeki endişeli ifadeyi görünceye kadar rtivetim ‘'Ben fi­
lanı:» bir Bayan değilim," demek üzereydim
“Tegan morarıyor." diye açıkladı.
EN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI • 449

“Nece?” Elimdeki pastayı kenara atıp mutfaktan dışarı


kendimi hole atıp arka bahçeye açılan kapılara doğru koş­
maya haşladım. Koştum fakat ilerlediğimi hissetmiyordum.
Sanki her şey ağır çekimdeydi. Gençliğimde sürekli tekrar­
lanan bir rüyam vardı. Tehlikeden kaçarken bacaklarım hız­
la ilerler kollarım yanımda sallanır, nefesimi kulaklarımda
hissederken hâlen yavaş ilerlediğim duygusuna kapılırdım.
Şişme şatonun yanına koştuğum sırada işte tam böyle his­
sediyordum. Koşmakla birlikte yeterince hızlı değildim san­
ki. Şatonun kenarında bütün çocuklar daire şeklinde top­
lanmış, suskun ve hareketsiz belli bir noktaya bakıyordu.
Yaklaştığım sırada bir velinin Tegan'ın yanına çömelmiş
“Tegan beni duyuyor musun?” diye sorduğunu gördüm.
Tegan sinüstü uzanmıştı. Kımıldamıyordu. Hareketsiz ve
kusursuzdu. Kırmızı benekli elbisesi buruşmamıştı, bacakla­
rı bol eteklerinden çıkmış beyaz benekli ayakkabılan gözü­
küyordu. Kırmızı kurdeleyle bağlanmış sapsan saç tutamla­
rı başının her iki yanında şahane bir simetri içinde duruyor­
du. Gözleri kapalı ve dudakları hafifçe aynk yatıyor ama
gerçekten de morarmaya başlıyordu. Her an daha çok. Öy­
le sakindi ki. Adele. Onu en son gördüğüm anın görüntüsü
zihnime bir akbaba gibi yerleşiyordu. Adele i en son gördü­
ğümde işte l>öyle durağandı. Sakin, soğuk ve ölü.
Dizlerimin üzerine çökerken Tegan'ın taşında duran kadı­
nı kenara ittim. Kulağımı kalbine dayayıp dinledim. Giim. Ha­
fif, bir bayılma olmalıydı. Kalbi atıyordu ama nefes almıyordu.
“Nate! Hemen ambulans çağır!“ diye haykırdım.
Yakında bir yerlerden ' Yolda,- diye yanıtladı
Tegan ın başının arkasını hafifçe ellerken ağzını açıp
çevremde toplaşmış çocuklara dönerek Boğuldu mu?' di­
ye sordum.
450 ■ Dorothy Koomson

Regina parmağıyla işaret ederek “Ağzına bir çilek koy­


du," dedi. Yanıma baktığımda yerde dokunulmamış m ü­
kemmel bir çilek duruyordu. Bir parça ısırmıştı, boğulma­
m ızı fakat bu alerjisi okluğu anlamına geliyordu. Alerjik
tepkiler verildiğinde kalp atışlarını devam ettirebilmek için
antialerjik ve adrenaline ihtiyaç vardı. Bu kadarını biliyor­
dum. Kalbinin atmasını ve nefes almasını sağlamalıydım.
Ağzına üfledikten sonra kaburgalarını kırmamaya özen
göstererek hafifçe göğsüne bastırmaya başladım. Ardından
tekrar ağzına d ö n ü p yine üfledim. Nate yanıma çöküp ona
kalp masajı yapmak istediyse de başımla istemediğimi be­
lirttim. Bunu yapmalıydım. Ritmi tutturmalıydmı. O nu haya­
ta geri döndürmeliydim. Yeniden göğsüne döndüm. Beş
kere saydım. Tekrar ağzına. Hareket etmediği gibi nefes de
almıyordu. Ağzına yine üfledim. Göğsüne döndüm. Son ke­
re ittikten sonra başımı göğsüne dayadım. Güm. Tekrar, ya­
vaş ve hafifçe. Kalbi hâlâ atıyordu. Ağzına, sonra yeniden
göğsüne bastırdım.
Ağlaşan ve ne olup bittiğini soran çocukların gürültüsü
düşüncelerimi böldü. Sonra toplanıp yanımızdan uzaklaştı­
rıldıklarını duydum. Tegan’ın ağzına yeniden üflerken du­
daklarının nasıl da soğuduğunu fark etmek istemedim. Ge­
çen her saniyede cildinin maviliği gittikçe derinleşmektey­
di. Yalnızca devam etmeliydim. O nu geri döndürmeyi de­
nemeliydim. Nale in konuştuğunu duydum.
Ağzına yeniden üfürdükten sonra Nate, güçlü kollarını
göğsüme dolarken beni Tegan’dan geri çekti. O nunla tepe-
leşip neredeyse bağırmaya başlayacağım sırada yeşil giysi­
ler içinde iki can kurtaran görevlisi yerimi aldı. Birincisi,
kırklarına merdiven dayamış tuhaf bir adamdı. Oksijen mas­
kesini çıkartarak o çirkin plastik torbayı Tegan’ın güzelim
K N YAKIN A R K A D A Ş IM IN K IZ I ■ 451

yüzüne geçirdi. Diğeriyse, otuz yaşlarında şişman bir kadın­


dı, bir şırıngaya berrak bir sıvı doldurdu.
“Canını acıtmayın!” diye bağırdım. "O henüz küçücük,
acıtmayın onu!”
Nate, kollarıyla beni sımsıkı tutarken daha fazla müdaha­
le etmemi engellemeye çalışıyordu. Kulağıma bir şeyler fı­
sıldadı. Beni rahatlatmak, güven vermek için söylemeye ça­
lıştığını bilsem de hiçbirini duymuyordum. Kadın, Tegan’ın
kalçasına şırınganın içeriğini zerk ederken birden irkildim.
Hiçbir şey olmadı. Ansızın kendine gelip nefes almaya baş­
lamadı. İyi olduğunu anlamamızı sağlayacak hiçbir işaret
vermedi. Sağlık görevlisi iğneyi yaptığı sırada gıkı çıkmadı.
Yerde kımıldamadan duruyordu. Tegan’ın tepki yoksunlu­
ğundan dehşete kapılmış gibi Nate, kollarını üzerimden çe­
kerken yüzündeki güven ifadesi de kaybolmuştu. Dizlerim
titremeye başlarken birden yere yığıldım.
Görevlilerin birbirlerine endişeli bakışlar fırlattığını gör­
düğüm saniyede 'Bitti’ğ ini anladım. Gitti.
45

astanenin koridorlarında gezinirken hiçbir şey

H görmüyor, fark etmiyordum, duyarlılığımı sanki


tamamen yitirmiştim. Uyuşmuştum. Fiziksel ve zi­
hinsel olarak hissiz. Durup kendimi ayakta tutmak için du­
vara dayanırken Nate, deri ceketli kollarını belime dolayıp
beni kendine doğru çekli. Beni yutmasına, kollarına sarma­
sına, göğsüne bastırıp beni sakinleştirmesine izin verdim.
Koridorlarda dolaşırken farkına varmadan sessizce inlemiş-
tim.
Nate “Bebeğim,'’ diye fısıldadı kulağıma.
“Şş... Ben... Ben döşündüm ki, düşündüm ki...” Sesim
kesildi. Kollarımı Nate’in boynuna dolayıp ona yapıştım.
Güçlüydü, güvenilir, böyle bir anda ihtiyaç duyacağım tarz­
da kaya gibi sağlam.
■Şşşşş," diye susturdu. “Sorun yok. İyi olacak. Her şey
düzelecek."
Alçak sesle "Fakat, olmayabilirdi de" dedim. Az daha
Ölecekti. Tegan, l^ebeğim neredeyse ölecekti. Birkaç dakika
KN Y A K I N A k K A l JAŞIMIN Kl/.l • İV>

dah.ı beklenseydi ciğerleri artık çalıtrruya'ak kalbi dura­


caktı. Onu kaybetmeme rarnak kaldığını, olumun kapısına
dayandığını düşündükçe çıldıracak gibi oluyordum. Şimdi
ııyııyor, kendiliğinden soluk alıp veriyordu. Kalp miınitörij-
ne bağlı olan minik vücudu havsa*, yatarken isler islemez
Adele’in son günlerindeki makinelere bağlı halini hatırlath
yordu.
Nate nazik bir şekilde beni kollarından uzaklaştırırken
yüzüme baktı. “Sorun kalmadı," diye tekrarladı.
“Tanrıya şükürler olsun ki buradaydın,” dedim. Tek ba­
şıma halledemezdim.”
“Çok da iyi hallederdin,” diye yanıtladı. “Kendine yete­
rince paye vermediğini düşünüyorum. O, senin sayende bu
kadar şeker bir kız oldu. Ben bile, çocukları sevmeyen ben
dahi bunu biliyorum."
“Yağcı," dedim hafifçe gülerek.
Tebessüm ederken gözüme düşen bir saç tutamını geri­
ye attı.
Nate “Bunu söylemekten nefret ediyorum ama işte, kali­
tesiz yemek yemenin kötü bir sonucu. Burgerlere alerjisi
olan bir insana hiç rastladın mı?” derken beni biraz daha
güldürmeyi başarmıştı. Yüzündeki ışıltı, şefkat ve kaygıyla
karışık bir ifadeye dönüşüyordu. “Hey," dedi. “Evrakları ya­
rın imzalamama ne dersin? Böylece Tegan’ı nüfusuna geçir­
mek için işlemlere başlayabilirsin. Bunu benden haftalar
önce istediğini biliyorum ama her nedense unutup duruyor­
dum. Yarın yapacağım veya bu gece bile, seni hastaneden
eve bıraktıktan sonra.”
“Gerçekten mi?"
“Evet. Niçin bu kadar ertelediğimi bilmiyorum. Suçluluk
duygusu yüziindendir, çünkü ondan vazgeçmemem gerek,
454 • Dorotlıy Koomson

ama o, lx.*nden çok senin çocuğun. Doğduğu günden itiba­


ren onun ikinci el>evcyni gibiydin.”
“Ileey, erkek faima filan mı olduğumu söylemeye çalışı­
yorsun?"
Alnıma düşen saçlarımı bir daha geri atarken “Elbette ha­
yır, şekerim, Tegan'ı tam islediğin gibi alabileceğini söy­
lüyorum.”
“Teşekkür ederim,” diyerek minnettarlıkla dudaklarımı
dudaklarına bastırdım Teşekkür etmenin daha iyi yolları ol­
duğunu bilmekle beraber dünya umurumda değildi. Ansı­
zın bir duygu seline kapılırken -teselli, korku, aşk, şehvet,
öfke- damarlarımdan akmaya başlıyordu. Girdap gibi döne­
rek tehlikeli bir pervasızlık karışımı içinde Nate’i öpmeme
neden oldular. O anda hiçbir şeyi takmıyordum. Hayatımın
en ürkütücü günlerinden birinde bana destek olduğu için
öpmüştüm onu. Belgeleri imzalayarak bana istediğimi vere­
ceği için. Yanımda bulunması gereken tek kişi burada ol­
madığı için.
Dudaklarımız birbirine değerken diğer tüm duyguları
bastıran yeni bir duygu kapladı içimi: utanç. Gelememiş ol­
mak Lukeun kabahati değildi. Çalışması gerekiyordu, ayrı­
ca olup bitenden haberi bile yoktu. Olsaydı mutlaka gelir­
di. Şüphesiz. Nate’ten kendimi geri çekerken bunu başlat­
mamış olmayı Nate, onu önce ö p üp ardından hemen vaz­
geçişime hayret ederek birkaç saniye boyunca bakakaldı.
Kilerini yavaşça kaldırıp başparmağını yanağımda gezdirdi.
Dokunuşu tüm direncimi kırarken Nate, dudaklarını dudak­
larıma bastırdı. Kendimi bırakarak dilinin dudaklarımın ara­
sından kayarak içime kaçmasına izin verdim. Bir eliyle sır­
lımı okşarken diğerini saçlarıma gömmesine müsaade ettim.
Onu öpmek öylesine tanıdıktı ki. Kolay. Basil. Belleğimi
KN Y A K IN A R K A D A ŞI M IN KIZI • »55

mutlu olduğum zamanlara açtı, götürdü. Parklı bir kadın ol­


duğum zamanlara. Bir zamanlar bu adamı sevmiştim. Şimdi
dc seviyordum. Fakat Luke’u sevdiğim şekilde değil, hibe.
Yüzü zihnimdeki kalabalığı yararak gözümün önüne gelir­
ken Nate’i ittim. Luke'a bunu yapamazdım.
“Bunu yapamam, Luke’layım."’
Cevap vermek yerine, Nate, başparmağını ağzıma koyar­
ken aynı dudaklarıyla öptüğünde verdiği duyguyu okşaya­
rak vermeye başladı. İlk yattığımızda kullanmış olduğu ero­
tik taktiklerden biriydi. Başımı sarsarak geri çektimse de ye­
niden kapılıp onu öpmeye başladım.
“Luke le birlikteyim,” diye tekrarladım.
Dudaklarımız milimetrik mesafeye geldiğinde “Cid­
den mi?" diye homurdandı. “Öyleyse beni niçin öpüyor­
sun, KamrynV İsmimi arzuya bandırıyormuş gibi tellâfuz
ederken sanki tutkuyu midemde patlatmak niyetindeydi
Onu bir daha öpmek için sabırsızlanıyor, geçmiş tüm
duygu ve anılarımı yeniden hissetmek için çaresizce çır­
pınıyordum.
Umutsuzlukla Nate’in cazibesine kapılmamak için başka
yöne bakmaya başladım. Beni sakinleştirecek, gerçeğe geri
getirecek bir şey arayarak dikkatimi koridora odakladım.
Zihnimi yatıştıracak sıradan, gündelik bir şey görmem gere­
kiyordu. Kahve makinesine baktım. Boş bir yemek arabası­
na. Luke’a.
Luke, ayakta durmuş bana bakıyordu. Bize. Yapmakta
olduğumuza.
İfadeden yoksun yüzü, eski sevgilimi öperken görmüş
olmanın şaşkınlığıyla allak bullak bir haldeydi- En korkıuğu
tek şeyi yapmakta olan ben.
-456 • Docothy Koomson

'Kahretsin." diye soludu Nate, kendimi kollanndan sıyır­


maya akıl etmeden önce.
Erkek arkadaşıma doğru bir adım atarak “Luke." deme­
ye kalkıştığımda ~İyi mi?' diye girdi lafımı kesti.
"Luke, şey değil..."
"İYİ Mİ?~ Yapmak istediğim açıklamayı bastırmak için se­
sini iyice yükseltmişti.
Başımı salladım. “Uyuyor. Antialerjik ilaçlar ve adrenali­
ne onu bitkin düşürdü. İyileşecek.”
Bu bilgiyi hazmetmeye çalışırken Luke, sesini çıkarmadı.
Nate ileri adım atarak "Bak, şey...’
Luke Nate’e öyle sert bir bakış fırlattı ki, çenesini kapat­
madığı taktirde, namlunun deliğinden çıkan bir mermi mi­
sali kan akıtacağını anlatmıştı bile. ‘ Onu görebilir miyim?"
diye sordu Luke.
Başımı sallayarak “Şu tarafta, özel bir odası var," dedim.
Koridor boyunca sessizce yürüyüp köşeyi döndük, Luke
biraz geriden gelirken adımlarımız uyumsuzdu. Bana yetiş­
mek için hızlanmıyor, yavaşlarsam o da hızını azaltıyordu.
“Seninle yan yana yürümek istemiyorum," deseydi bundan
açık olamazdı.
Tığa, kenar korumaları bulunan bir yalakta yan dönmüş
yatıyordu. Yastığının üzerine yayılmış saçları solgun, yüzü
kül rengindeydi. Luke, yatağın sol tarafında duran iskemle­
ye oturdu. Hüzünlü bir ifadeyle ona eğilip baktı. Üzüntüsü­
nün, koridorda karşılaştığı sahne yüzünden kaynaklanmadı­
ğını biliyordum, Tegan'ın canı yandığı içindi. Başına kötü
bir olay geldiği sırada onu korumak üzere yanında olama­
dığı i<,in. Tiga'ya bakarken Luke, başını hafifçe bir yana
eğerek sanki ağlamamak için dudaklarını birbirine bastırı­
yordu
KN YAK IN ARKADAŞIMIN KIZI • 457

Kapının önündeki yerimden usulca ’ Nereden öğrendia>*


diye sordum.
Gö/Jerini Tiga dan hiç ayırmadan alçak sesle 'Ben. şey,
toplantıyı iptal ettim,” dedi. “Oraya kadar gittikten sonra ge­
risin geriye döndüm. T nin yaş günü partisini kaçırma fikri­
ne tahammül edemeyerek geri geldim. Belediye salonuna
vardığımda, Bayan Kaye olanları anlattı... Doktor ne dedi?
İyileşecek değil mi? Yan etkileri olacak mı acaba?"
“İyi olacak,” diye fısıldadım. “Her ihtimale karşı bu gece
burada kalacak ama sorun çıkacağını zannetmiyorum. Anti­
alerjik ilaçlardan temizlenene kadar kendini önümüzdeki
günlerde çok yorgun hissedecekmiş fakat herhangi bir yan
etki kalmayacakmış.”
Luke, Tegan'ın elini eline alarak başını eğip dudaklarını
solgun elinin tersine dokundurdu. “Yann görüşürüz. Tat­
lım," diye mırıldandı. "Rahat uyu." Ona bakmaya devam
ederken yerinden kalkıp arkasını döndü. Varlığımı unutmuş
gibi bir hali vardı. Üstüne başına çeki düzen verdikten son­
ra azametle odadan çıktı.
Hastane koridorunu hızlı adımlarla yürüyüp geçti. Has­
taları rahatsız etmemeye çalışarak sesimi fazla yükseltme­
den arkasından “Luke," diye seslendim
Adını duyduğu sırada beni tamamen duymazlığa gelme­
se de cevap vermeyerek adımlarını hızlandırdı. Ayak sesle­
rimiz koridorun muşamba yerlerinde boğuk sesler çıkartır­
ken onu yakalamak üzere peşinden daha çabuk gitmeye
başladım.
Hastanenin dışındaki otoparka kadar takip enim Artık
sesimi iyice yükseltebilecektim, yük-sehtim de, canavarca
“LUKEr diye böğürurken kendi kendimden korkmuştum
458 ■ D orothy K<x>mson

Hn nihayel hızla bana doğru dönerken ona zannettiğin­


den daha yakın olduğumu fark etmediği için aniden çarpış­
tık. Ellerimi bir an yakalayıp sonra sertçe silkeledi, bana do­
kunmaktan dolayı yandığı hissine kapılmış gibiydi. Arkaya
doğru sendelediğim sırada durduğu yerde baktı. Daha beş
dakika önce Tiga’ya şefkatle bakan yanık portakal rengi
gözleri nefrete yakın bir duyguyla beni öfkeyle süzüyordu.
“Ne istiyorsun?” diye sordu, sesi ürkütücü bir şekilde sal­
dırgan ama duyarsızdı.
Ona daha fa/.la yaklaşmaya cüret etmeden “Bırak da an­
latayım,” dedim.
Başını sallarken “Hayır,” dedi.
“Fakat...”
“Ama ne? Açıklamana ihtiyacım yok. Ne olduğu belli.
Daha ilk günden itibaren benimle dalga geçlin. Ben dublör­
düm. O geri gelinceye kadar birlikle mutlu aileyi oynayaca­
ğın biri."
Böyle düşünmesine üzülerek “Bunun gerçek olmadığını
gayet iyi biliyorsun,” dedim.
Luke, isteksizce başını salladı. “Ya, evet,” diye kabul
elti. “Doğru olmadığını biliyorum.” Bir adım yanıma yak­
laşırken ne kadar yorgun olduğunu görebiliyordum, ne
de olsa bütün gün araba kullanmıştı. "Ama gerçek olan
nedir biliyor musun? Gerçek, -parmağını kalbinin üzerine
koydu- benim onu sevinenidir. İcabında onun için ölebi­
lirim. ONUN BABASI OLMAK İSTİYORUM! Halbuki, o...”
-Luke, işaret parmağını öfkeyle hastanenin yönüne çevi­
rerek- “O, sevmiyor. Umrunda bile değil. Tegan’ı asla sev­
meyecek..' Kızgınlığı anarken parmağıyla yeniden hasta­
neyi gösterip "Hiçbir zaman benim kadar onunla ilgilen­
meyecek.''
EN Y A K IN A RKADAŞIM IN KIZI ■ İV)

Luke özellikle hu konuda haklıydı. Nate asla Tegan'a


onun kadar önem vermeyecekti. Denemiş olabilirdi ama hu
hep bir gayret olarak kalacaktı. Tegan'ı sevmeyi denemek
O nu anlamaya çalışmak. Bunun kendisi için zamanla daha
kolay olabileceğini, bir babanın göstermesi gereken ilgiyi
esirgemeyeceğini ihtimal dahiline soksaydı eğer, ebeveyn-
lik haklarının tümünden vazgeçmek istemeyecekti.
“O, yalnızca senin için buralarda. Zira seni istiyor. Sen
de öyle aptalsın ki, bunu yutuyorsun.'”
“Bana salak deme," diye cevap verdim. “Hiçbir şeye kan­
madım. Nate zannettiğin kadar fesat biri değil.”
“Zavallısın,” diye kaçırdı ağzından. “Bu adıma tutkun­
sun. Kızı hastanede yatarken biraz olsun önemsediğini bile
göstermedi. Aslına bakarsan, hayır, Noel filan olduğunu
zannetmiştir, seni etkilemenin en mükemmel fırsatını bul­
duğunu."
“Gerçi, kızının doğum günü partisinde bulunmak için ol­
dukça gayret sarf etti," diye geri püskürdüm. “Ya sen iler­
deydin? Çalışıyordun. En azından Nate, işini kızının önüne
koymadı.”
“Her şeyi neden yaptığını cidden göremiyorsun, değil
mi?"
“Hiç olmazsa beni hayal ediyor “
Şaşkınlıkla dönerken Luke “Ne?” dedi.
- “Kn azından Nale’in beni düşlediğini görebiliyorum. Bu
hep böyleydi. Gördüğü ilk andan İtibaren lıeni çekici Bul­
du. Seksi. Şeker. Asla çirkin olduğumu veya zayıflamam ge­
rekliğini düşünmedi."
Luke’un gözleri kararırken başını eğdi. “Bu konuyu gün­
deme getirmene inanamıyoıîmı. Bu çok eskidendi. O za­
manlar her şey farklıydı."
46 0 • D n ro th y K oom Non

“İçimin hâlâ acımadığını mı sanıyorsun? Bana nasıl bak­


tığını, neler söylediğini unutabildiğim! mi zannediyorsun?”
“Hayır, bir şey zannetmiyorum. Sanırım en yakın arkada­
şınla yatıp ona bir çocuk yapmış olsaydım bunu unutabilir­
din, değil mi? Fide etliğin iik fırsatta benimle yatağa girmek
isterdin.”
Sıra bendeydi, başımı öne eğerken ellerimle yüzümü giz­
ledim. Yanlış yapıyordum. Ö zür dilemem gerekiyordu. Lu-
ke’tan başka asla bir daha kimseyi öpmeyeceğimi, özel bir
nedenle böyle olduğunu açıklamam lazımdı.
Sakin ve Ölçülü bir sesle “Ryn, seni seviyorum,” dedi.
Başımı kaldırıp baktığımda yüz ifadesi yumuşamıştı. “Şenle
Tegan’ın bir paket halinde geldiğini de hep biliyordum. Bi­
riniz olmadan öbürüne sahip olamayacağımı. Dürüst ol­
mam gerekirse, bunu gayet hoş gördüm. Önce Tegan’ı sev­
meye başlamış olmakla birlikte seni seviyorum. Fakat, kızı­
nı benim kadar sevmeyen bir adamı arzulamanı anlayamı­
yorum."
“Nate’i arzulamıyorum."
Luke iç geçirirken gözlerini yuvarlayıp başını salladı.
“Bunun doğru olduğunu sanmıyorum. Ayrıca, anlamak İçin
de artık buralarda dolaşmaya niyetim yok."
“Beni terk mi ediyorsun?" O kadar şaşırmıştım ki,
neredeyse düşüp bayılacaktım.
“Ryn, bir başka adamı öp üp hâlâ tenim le birlikte ola­
mazsın."
"Fakat öyle olmadı. Yapmadım... Tegan için o kadar
korkmuştum ki. yanımdaydı ve sen değildin. Seni isterdim.
Tegan'ı gerçekten evlat edinmeme izin vereceğini açıkladı.
Ben de..."
"Ryn." dedi. "Bunu külahıma anlat. '
KN YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI • 461

Topuklarının üzerinde donup u/âkUşu Arabası bira/


ilerdeydi ama gormtr/Jıklen geldi.
Otoparktan çıkıp sokağa doğru ilerlemesini seyrettim
Hastanenin önünden geçen cumartesi kalabalığının içinde,
gözden kayboldu.
46

L
ukc “İyileştiğine sevindim,” dedi Tegan’a. “Endişelen-
miştim ama bayağı iyisin."

Hastanedeki küçük odasının kapısı önünde durup


onlar» seyrediyordum. Bir önceki gün yaşanan maceralar
Tegan’ın kalp biçimindeki çehresinden okunuyordu: cildi
ilaçların etkisiyle bembeyazdı, gözlerinin altında koyu göl­
geler oluşmuştu, dudaklarıysa grimsi bir renkteydi.
Yaş günü için Luke, ona bir armağan daha almıştı. Sağ
ait köşesinde kabartma baskıyla altın renkli bir 'T harfi ya­
zılmış olan kahverengi deri kaplı bir fotoğraf albümü getir­
mişti. Günü birliğine gittiğimiz Whitby’de, plajda ikisinin
birlikte çekilmiş bir resmini içine yapıştırmıştı bile. Tegan
albümü elinde tutarken bir şeylerin iyi gitmediğini sezmiş
gibi Luke'a kuşku ve tasayla bakmıştı. Duygularını gizle­
mekte pek usta sayılmayan Luke, üzüntüsünü dalga dalga
yansıtmaktaydı. Dün gece telesekreterine konuşmak üzere
beni geri aramasını istediğimi anlatan abuk subuk uzunca
bir mesaj bıraktıysam da geri aramamıştı. Nate, gerçekten
ilişkimi lx>zmak istemediğini söyleyerek özür üzerine özür
EN Y A K IN ARKADAŞIMIN KIZI ■ 463

dilemiş, her ne kadar ondan ayrılmamı istese de bu şekilde


olmasına üzüldüğünden şüphe duymadan arabayla l>eni
Luke’un evine bırakma teklifini reddetmiştim. I.uke haliyle
benimle konuşmak istememişti. Onu suçlayamazdım zira
ortalığı karıştıran bendim, onu bu kadar üzdükten sonra ne­
den bana muhatap olmak isteyecekti ki?
“Neyin var Luke?" diye sordu Tegan.
Göz göze gelmekten çekinerek ‘Bir şeyim yok,” dedi.
“Ryn annem, kötü bir şey olduğunda," diye çıkıştı. Te-
gan’m yakınlarının duygularını anında sezmek konusunda
uzman olduğunu artık biliyor olmalıydı.
“Tamam, bir sorun var,” diye kabul etti. Tegan’a ne yap­
tığımı söyleyecek mi diye kendime sorarken kalbim dur­
mak üzereydi. “Gitmem gerekiyor.”
“Nereye gitmen?” diye sordu Tegan. Fikri bile gözlerini
yuvalarından uğratmıştı. Aynı şekilde benim de.
“Geçen sene New York’a gittiğimi hatırlıyor musun?” Ka­
fasını salladı. “İşte, oraya yerleşeceğim. Önce Londra’ya gi­
dip bu işi bitirmem gerekiyor,” dedi. Tegan’ın yüzüne âde­
ta bir korku maskesi düşmüştü. “New York’tayken görüş­
meye gitmiştim,” derken beynimde uçuşan bütün soru işa­
retlerini yanıtlamıştı. “Birkaç hafta önce yaptıkları bu teklifi
dün kabul ettim," dedi.
“Ama neden?” dedi Tegan.
“Çünkü işim bu,” dedi.
“Acaba sen gerçekten cennete İsa, melekleri ve annem­
le birlikte mi olmaya gideceksin?" diye şüpheyle sordu.
Luke başını sallayarak “Hayır. Katiyen, T. Amerika'ya gi­
diyorum. Haritada yerini gösterdiğimi hatırlıyorsun değil
mi?”
464 ■ Dorothy Koomson

“Hastalandığım için mi bunu yapıyorsun?” diye sordu.


“Söz veriyorum bir daha hastalanmam. Çifte yemin ederim,
sonsuza dek."
Tegan’ın yalvaran sesi Luke’u bayağı sıkıntıya sokmuştu.
“Tabii ki bu yüzden değil,” derken ona doğru uzanıp elini
tuttu. “Elbette ki hayır, bebeğim. Hastalanmamış olsaydın
bile gitmem gerekecekti. Yapmam gereken bir şey bu. Git­
meliyim.”
"Beni artık sevmiyor musun?”
Tegan’ın yüzü gittikçe daha da sefil bir ifadeye bürünü­
yordu. “Artık, arkadaş değil miyiz?” diye sordu.
"Elbette ki öyleyiz," diye cevap verdi. “Daima dostuz.”
“Hâlen Ryn anneciğimin erkek arkadaşı değil misin?” di­
ye sordu.
Nefesimi tuttum.
“Amerika’da olursam onun sevgilisi olamam.”
Ümitsiz bir sesle “Gitmeni istemiyorum,” dedi.
“Ben de gitmek istemiyorum,” diye yanıtladı. “Ama mec­
burum."
Tegan'ın ağzının köşeleri aşağı doğru düşerken ellerine
baktı. Sanırım ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Ce­
surdu.
Luke, en nihayet “Peki, bebeğim," diyerek yanına yak­
laştı. "Gitmem gerek.”
“Hiç dönmeyeceksin, öyle mi?” diye sordu.
“Hayır." diye yanıtladı. “Fakat seni arayacağım. Sana
mektup yazacağım.”
Hüzünle "Peki,” derken tek kelimesine dahi İnanmadığı
lx-!liydi.
Lııke. ona sarılırken gözlerini kapattı. Tegan kollarını
gövdesine dolayabildiği kadar doladı. Aylardır bu kadar üz­
EN YAK IN ARKADAŞIMIN KIZI ■ 465

gün olmamıştı. Ayrılırken Luke'un gözleri buğulanınıştı. Al­


nını öperek zoraki bir gülümsemeyle “Hoşçakal T. Tegan.
Hoşçakal. Seni seviyorum.”
Tegan “Hoşçakal, Luke,” diye fısıldadı.
Luke kapıyı ardından kaparken “Biraz sonra dönerim,"
dedim Tegan’a. Peşinden gitmek için kapıyı açtım. Bu
onunla konuşmam için son fırsattı, bizi terk etmesini engel­
lemem gerekiyordu.
Yakalamak için koşacağımı zannederken koridorun he­
men biraz ilerisinde buldum. Dış görünümünden, duvara
yaslanış biçiminden, elleriyle yüzünü kapatmasından ağla­
makta olduğunu tahmin edebiliyordum. Yanına yaklaşıp bir
elimi omzuna koydum. Silkelemediğini görünce kolumla iki
omzunu kavradım. “Konuşalım mı?” diye sordum.
Kantinde, içecek almadan sandalyelerimize çökmüş,
Formica masaya boş boş bakıp sessizce oturmuştuk. Ko­
nuşmayı kabul etmesine şaşırmış ama sevinmiştim. Gerçi,
Tegan’a geri dönmem gerektiğinden bir yandan da saati
kolluyordum. Luke gitse bile onu uzun zaman yalnız bıra­
kamazdım.
“Luke, Nate’le öpüştüğüm için affedersin," diye söze baş­
ladım. Aslına bakacak olursanız dün konuşmaya özür dile­
mekle başlamış olmalıydım. Ayrıca beni gördüğün için de
üzgünüm. Seni nasıl yaraladığını tahmin ediyorum fakat bu­
nu ilk kez yaptım. Tegan için feci korkmuştum, duygulanın
karmakarışıktı. Sana nasıl olsa söylerdim, biliyor nuısıın?
Çünkü sana dürüst olmak istiyorum. Bunu asla anlamadığı­
nı da biliyorum ama esas birlikte olmayı ar/uladığım insan
sensin, Luke. Seni seviyorum. Bu kolay olmadı zira şenle
ben birbirimizi sevmek için bayağı uğraşmıştık ama hayalı­
ma tam sana ihtiyaç duyduğum bir donemde girdin. Büyü­
466 ■ Doroilıy Koomson

meme yardım ettin. Evet, bunun daha fazla Tegan’la ilgisi


olmakla beraber seninle de alâkası var. Hana ve Tegan’a
yardım ettin, gitmeni istemiyorum.”
Luke’un kızanın gözleri beni süzmeyi sürdürdü.
“Sadece bir öpüşmeydi, bir defaya mahsus. Ötesi değil.
Onunla yatmadım. Bunu sana yapmazdım, İhanet edilme­
nin nasıl bir duygu olduğunu bilirim ve sana böyle bir şey
yapmazdım. Öpüşmemem gerekirdi ama oldu işte ve özür
dilerim. Çok çok üzgünüm. Lütfen bizi bu nedenle bırak­
ma.”
Susmamı bekledi. “Ryn, eğer Tegan Nate'i beni sevdiği
gibi sevseydi bu konuşmayı yapar mıydık? Ona geri döner
miydin?”
Cevap vermeden önce bir an düşündüm. Buna hasta
oluyordum. Sürekli kusurlu görülmekten, şaibe altında tu­
tulmaktan bıkmıştım. Yaptığım şeylerin nedenlerine ilişkin
açık ve tek amaçlı olmadığım için başı hep derde giren ni­
çin ben olmalıydım ki? Bir an olsun ayartılmadan, hiçbir et­
ki altında kalmadan, katiyen şüpheye düşmeden ne isledi­
ğini yüzde yüz bilen yeryüzünde tek bir Allahın kulu var
mıydı ki? İlişkisiyle ilgili kuşkulan olmayan dünyadaki tek
insan l>en değilken neden daima kendimi savunmalıydım
ki? İfade etmesem de düşüncelerimi savunan niçin hep lx*n
olmalıydım? Madem ki, bu ‘Ya öyleyse?’ oyununa girecek­
tik, öyleyse doğru düzgün oynamalıydık. Müdafaa koltu­
ğunda tek başıma oturmayacaktım.
“Luke, bilmiyorum,* diye karşılık verdim. “Ama Tegan
seni sevse de sevmese de bu soruna yanıt veremem. Soyul
bir cevap dahi veremem çünkü şimdi gitsen bile seni artık
tanıdığı için duygulan her daim belirleyici olacaktır. Fakat
yeri gelmişken benim de sana bir sorum var. Tegan söz ko­
EN YA K IN ARKADAŞIMIN KIZI ■ 467

nusu olmasaydı, öpüşmek ya da çıkmak bir yana benimle


edepli bir sohbetin dahi olur muydu?”
Şimdi de onun sırasıydı. Uzunca bir süre bekledi. Yalan
dahi söyleyemiyordu. 'Ya öyleyse’ oyununun haksızca ol­
duğunu şimdi anlıyor muydu? İsteklerini tamamen farklı bir
zaman diliminde savunman gerekirken, farklı koşullar akın­
da olayları tek bir anda toplaman istenirse ‘ya öyleyse’ oyu­
nunun ne denli adaletsiz olabileceğini şimdi anlıyor muydu?
“Gitmeden, öğrenmek istediğim bir şey daha var. New
York’tayken iş görüşmesine gittiğini neden bana söyleme­
din? Teklif aldığını niçin anlatmadın?"
“Çünkü kabul etmeye niyetim yoktu.”
“Bizimle birlikte yaşamak konusunda bu yüzden tered­
düt ettin değil mi? İşi kabul edip etmemek arasında karar­
sızdın.” Nicole’e dönmek konusunda da!
Gerçeği yadsıyamayacağı bir suskunluk daha oldu.
“Peki, bu sorunun cevabını kendim vereyim. Başka bir
çocuk istemediğimi söylediğimde ciddi olmadığımı düşün­
dün değil mi?”
“Fakat çok iyi bir anne olurdun...” Söylediğini idrak
ederken durdu. Bunca zaman sonra, çeşitli tanışma ve ya­
tıştırma seanslarından sonra hâlâ aynı şeyi söylüyordu.
“Beni Tegan’ın annesi olarak görmüyorsun, değil mi?"
diye devam ederken bitkindim. "Herkes bir yana sen bile
bu şekilde düşünürsen diğer insanlar bana hangi gözle bak­
sın ki?”
“Annesi olarak görüyorum. Bunu yanlış tellaffuz ettim.
Tegan’la ne kadar başarılı olduğunu da biliyorum. Ama baş­
ka çocukların da olmasını istiyordum. Benimle.”
"Ama başka çocuk istemediğimi sana .söylemiştim. Yok­
sa bana inanmadın mı? Fikir değiştireceğimi filan mı zannet­
tin?"
•i68 * D orothy K oom son

Sessizliği tercih eni.


"Asla çocuk istemediğimi anlattım sana. Düşüncem değiş­
medi. değişmeyecek de. Bunu anladığından şüphe etmiş
ama umursamamışım, zamanla alışacağını düşünmüştüm...”
“Artık ne fark eder, değil mi?” diye araya girdi Luke. “Gi­
diyorum.” Oyunu daha fazla sürdürmek istememişti. Hak­
sızlığa uğrayan taraf değilsen ‘Ya öyleyse?’nin eğlenceli ol­
madığını ancak yeni keşfetmişti.
Sakince “Evet, gidiyorsun,” diye yanıtladım. Gidiyordu,
onu durdurabilmem için yapacak bir şeyim kalmamıştı.
Özür dilemiş, açıklama da bulunmuş nasıl hissettiğimi an­
latmıştım ama hiç fayda etmemişti. Kararını vermişti, işte bu
kadar. Nate’in o gün otelde eve geri dönmem için yalvar­
masının işe yaramaması gibi. Hiçbir şey söylemedim, bir
şey hariç “Bu haksızlık,” diyebUdim ancak. Ama Luke gidi­
yordu. Bununla yüzleşmeliydim.
“Nate’le birlikte mutlu olmanızı ümit ederim,” diye ağ­
zından kaçırdı.
“Teşekkürler,” diye yanıtlayıp oyununa gelmemek için
daha fazla tepki vermedim. Ayağa kalkarken bu konuda
kendimi daha fazla savunmamaya karar vermiştim. Nate’i
öperek kötü bir şey yapmış olabilirdim ancak bu ölümün­
den önce Adele’i affetmemem kadar berbat değildi. Yapa­
bileceğim hiçbir şey bundan feci olamazdı. “Lütfen, Tegan’ı
ara. Seni özleyecek.”
' Ben de özleyeceğim. Hoşçakal.”
“Hoşçakal.”

fotoğraf albümünü göğsüne bastırırken “Luke’la veda­


laştın mı?" dedi.
1

EN Y A K IN ARKADAŞIMIN KIZI • 409

O na gülümsemeye çalışarak başıını salladım. Yalağının


yanı başında, Luke’ıın az önce oturduğu iskemleye oturup
başımı Tegan’ın dizlerine dayadım. “Onu özleyeceğim." de­
dim. Özleyecektim clc. Bir yıldan az bir zaman içinde sev­
diğim üç kişiyi kaybetmiştim. Önce Adele'i, sonra Ted'i şim­
di de Luke’u. Bu çok fazlaydı. Bir yıl değil, bir yaşam to ­
yunca bile çok fazlaydı.
“Ryn anneciğim. Luke gerçekten mi Amerika’ya gidiyor?"
“Evet.”
“Emin misin? Çünkü ben bir ihtimal cennete gittiğini dü­
şünüyorum.”
O na bakmak için başımı kaldırdım. Vurgulamak istediği
bir düşüncesi olduğunda hep yaptığı gibi burnu ve ağzını
aynı anda sıkıp başını salladı.
“Cennete gitmiyor Tiga, inan buna. Amerika’ya gidiyor.
Ayrıca senin suçun da değil, yemin ederim. Gitmesi gereki­
yordu.”
“Tamam,” diyerek elini başıma koydu. Umutsuzca arzu­
ladığı bir kediymişim gibi saçlarımı okşamaya başladı.
“Sadece sen ve ben o kadar da kötü olmayacak,“ dedim.
“İyi olacağız.”
“Eğleneceğiz,” diye hem fikir olduğunu belirtti.
“Tatile gidebiliriz, belki arkadaşım Ted'in yaşadığı İtal­
ya’ya.”
“Gerçekten mi?” diye heyecanlanırken Uçakla filan mı?”
diye sordu.
“Evet, yaz tatilinde. Yalnız sen ve ben."
“Ryn anneciğim bu çok eğlenceli olacak. Hem yeni fo­
toğraf makinemle bir sürü resim çekip albıilnnımc koyabi­
lirim.”
"Evet.”
470 ■ Doroihy Kooınson

Kendi kendine bir ara gülümsedikten sonra iç geçirip


“Keşke Luke da bizimle gelebilseydi,” dedi.
“Keşke,” dedim.
Ta-ta-ta-taaam! Kapı vuruldu. Tegan’la şaşkın bakışlar
değiş tokuş ettik. “Girebilirsiniz," diye seslendim.
Kapı açılırken birden Meg göründü. Tegan’ın yüzü ışıl­
dadı.
“Arabamda bak ne buldum," dedi Nate. “Onu isteyeceği­
ni düşündüm, haklı mıydım Tegan?”
“Evet,” diye gülümsedi.
“İyi çünkü arabada kalmaktan pek hoşlanmadığını dü­
şünmüştüm de.” Odaya girip Tegan’a be2 bebeğini uzattı.
Yatağının kenarına ilişirken “Mr Nate, Luke Amerika’ya
gitti ve geri dönmeyecek,” dedi Tegan. Nate, lacivert gözle­
rini teyit bekler gibi bana dikti. Doğrulamak için kafamı sal­
ladım. Alnını kırıştırarak gözleriyle öpüşme nedeniyle mi
gittiğini sordu. Ona başımla yeniden evet derken pişmanlık
duygusu yüzünden okunuyordu. “Hay Allah, üzüldüm.
Onu özleyeceğim,” dedi Tegan’a. Bunu söylerken samimi
olmayabilirdi fakat en azından öyle gözükmeye çalışmakla
mantıklı davranmıştı.
“Sen Amerika’ya gitmeyeceksin Mr Nate, değil mi?”
“Hayır, gitmiyorum," dedi. “Ben hiçbir yere gitmeyece­
ğim."
Nate’in bana dikkat kesilirken gözlerindeki samimi ifa­
deye tebessüm etmekten kendimi alamamıştım, zira içten
olduğunu biliyordum. Herkes bir yana, Nate bizi asla terk
etmeyecekti.
l

47

Ç
ok sevgili Kamryn,
Sancy’den bu mektubu, ölümümden bir yü sonra
göndermesini rica ettim. Aniden hortlayacağımı fi­
lan zannetme -tabii bu sana bir anlam ifade ediyorsa sa­
dece seninle irtibat kurmak istedim... Tegan'a bakmakla
muhteşem bir iş yaptığını hatırlatmak. Kasıl mı biliyorum'
Çünkü , başka türlü yapamazdın. Çocuk istememiş olabilir­
sin fakat settin hiçbir zorluk karşısında boyun eğdiğini bu­
güne kadar görmedim. Özellikle de bunu çok iyi başaraca­
ğından eminim.
Teganın seninle emin ellerde, senin de Teganın güıenli
ellilinde olduğunu biliyorum. \e demek istediğimi anlarsın
l'm anm diğer mektubumu da bulmuşsundur. Aksi hal­
de, kendimden iğrenirim hanımefendi! lişyalanmt karıştır­
madın mı? Sana ait bir şeyim olduğunu benüz görmedin
mi yoksa? Pekâlâ, rar. Satın aldığın günden Hit>arcn isledi­
ğim o siyah kadife ceket bendeydi. Sate'le aramda giyenle­
ri anlattığım, neyi niçin yaptığımı açıkladığım diğer mek­
tup da işte onun cebinde.
»72 ■ D orothy K o o m so n

Eğer bulduysan demek artık biliyorsun ve benden hâlen


nefret etmediğini üm it ederim. Kabahatliydim ve özür d i­
lerim. Gerçi, hayatın çok kısa olduğunu öğrendim, kin
beslemeye değmeyecek kadar a z sürdüğünü. O derece kı­
sa ki, insanlara sırt çevirmeden önce ne diyeceklerini d in ­
lemek gerektiğini anladım . Güzelim benim, geç olmadan
Nate’le sontnunu hallet. Birbirine bu kadar yakışan iki
insana hiç rastlamadım, lütfen onunla konuş, bırak o da
açıklasın. Ona, her şeyi düzeltmesi için bir fırsat tanı, tek
dileğim bu.
İlk tanıştığım ız g ün ü hatırlıyor musun? Bana anında
iyi davranmıştın. Ya evet, huysuz ve hiçbir şeyi takmıyor
havalanndaydın fak at kendini aldatıyordun Bayan Mati-
ka. Arkadaş olacağım ızı biliyordum zira her ne kadar be­
nimle bir içki içmek için dışarı çıkmak istemiyor gibi gö-
ziiksen de, yine de gelmiştin. Klasik anlam da olmasa da,
çok şekerdin. Ne bileyim, sanki elinden başka türlüsü gel­
miyordu. Kimse bana, ne o güne değin ne de sonra bu
denli iyi davranm adı. Hiç kimse beni olduğum gibi a n ın ­
da kabul edip dostluk kurmadı. Çok teşekkür ederim. D a­
ha önce söylemedim biliyorum am a arkadaşım olduğun
için sağ ol. Varlığın için sağ ol.
Tüh, daldan dala atlıyorum... Ö zür dilerim. Un çok se­
nt özlüyorum. Saatlerce boş boş konuşurduk, değil mi? Le-
cds 'e taşınm andan sonra başka hiç kimseyle bunu yaşama­
dım. Zaten Tegan hariç kimse de beni kaldıramazdı Pek
tabii, onun da, çoğunlukla nasıl bir halde olduğumdan ha­
beri yoktu.
Artık gidiyorum, canım benim Sanırım, seninle doğnı
düzgün vedalaşmak istedim.
1\N YAKIN ARKADAŞIMIN KIZI ■ 473

İhına fırsatım ız olamayacağından fevkalade eminim,


dolayısıyla yazmak istedim. Sana iyi günler diterim. Bu, acı
ya da mutsuz bir vedalaşma olmasın. Sadece HOŞÇAKAL
Sonsuza dek içten sevgilerimle
Adele x
‘sen benim ryn annemin
erkek arkadaşı
m ı olacaksın?’
48

uke!” diye sevinçle haykırırken Tegan’ın yüzün­

L
u
de hiçbir tereddüt belirmedi.
1 Okumakta olduğum gazetenin ardından bak­
mak yerine çay fincanını kaldınp bir yudum aldım. Evimiz­
den on dakika uzakta bulunan bir kahvedeydik. Burası haf­
ta sonlarında yetişkinler için bir cennet gibi zira, oturup
kahveni içiyorsun, dergiler okuyorsun, yemek yiyorsun ve
kahvenin sahipleri düşük bir ücret karşılığında çocuğuna
aşağı kattaki mutfakta yemek pişirmeyi öğretiyor. Pizza,
kek, kurabiye ve çikolatalı krema... Biraz dinlenmene vakit
bırakacak her türlü basit tarif. Bugün pizza yapacaklar -beş
dakika içinde gözetmenler yukarı gelip çocuklan alacak.
Akabinde, ebeveynlerin om uzlan düşecek, gergin yüzleri
rahatlayacak, günü birliğine serbest bırakılan mahpuslar gi­
bi birbirlerine a n fikirli gülücükler dağıtacaklar. Çocukları­
mızı sevmekle birlikte ne yalan söyleyelim, anıda bir ayn
kalmak da iyi geliyor.
Tegantn haykırırıyla ilgilenmedim çünkü hep yaptığı bir
şeydi. Lııke gideli on altı ay oldu ve ilk günlerde !x*n do İm
l78 ■ Dorothy Koomson

tarz şeyler yapıyordum. O nu gördüğümü zannedip çağır­


maya gidivor, o olmadığını fark edince de salak gibi kala­
kalıyordum. Adele öldüğünde de başıma gelmişti- Kafamda
o olamayacağını bilmeme rağmen, onu birden sokakta yü­
rürken, otobüs durağında dururken ya da market kuyru­
ğunda beklerken gözüm ün önünde bir flaş gibi patlatır, ar­
dından da ona seslenmemek için kendimi zor tutardım.
Tegan bunu Luke’la hala yaşıyor ve onu gördüğüne ye­
minler ediyordu. Bazen ona katılıyor ve ona hep güvendi­
ğimi bilmesini sağlıyordum. Bugün, sesindeki heyecana
rağmen başımı kaldırmadım.
“Selam, T.”
Derinden gelen hoş sesi birden kalbimi yerinden fırlattı.
Tegan’ın iskemlesinin üstünde hızla ayağa kalktığını duydum-
sa da başımı eğik tutmayı sürdürdüm, tahminen ona sarılıyor­
du. Bir pazar günü, makyaj yapmamıştım, saçlanmı ancak ta­
ramıştım, gözlerim de hâlâ uykuluydu. Tamam ya, daha kö­
tü hallerimi de gördü, diye karar verdim. Arkama yaslanıp ba­
şımı kaldırdım. Gülümsemeliydim çünkü Tegan kollarıyla
boynuna sanlırken uzun bacaklarını da beline dolamıştı.
“Merhaba, Ryn,” dedi Luke.
“Merhaba, Luke,” diye yanıtladım.
Çok değişmemişti. Hâlen uzun boylu ve kaslıydı, bede­
ninde fazla kilo yoktu. Saçlarını neredeyse kazıtmıştı ve ba­
şak rengi teninin üzerinde portakal-fındık içi rengi gözleri
eskisi kadar çekiciydi. Son gördüğüm zamana nazaran tek
farkı, dudaklarının çevresinde ve çenesi boyunca o gülünç
sakalı uzatmış olmasıydı.
“Bıyığını sevmiyorum,’’ diye açıkladı Tegntı.
"Nedenmiş o, hanımefendi?" Tegan’la konuşurken bana
bakmakla yetiniyordu. Muhtemelen o da, benim fazla de­
KN YA K IN ARKADAŞIMIN KIZI » 179

ğişmediğimi düşünüyordu. Perçemli saçlarım yine kat kaı.


a / uyıımaya kendimi alıştırdığımdan heri gözlerimin alım­
daki mor halkalar da İK'lirginliğini yitirdi. Kilo alıp verdiğim
de yoklu. IJcş aşağı beş yukarı, hep aynıydım.
Tegan sakalını daha iyi İncelemek için onunla arasına
mesafe koyup elini yüzüne kaldırdıktan sonra yanaklarını
sildi. “Kaşınıyor. Tegan’ın yüzünü kaşındırmak hiç hoş de­
ğil, öyle mi?”
Luke gözlerini benden Tegan’a kaydırdı. “Gitti bil." Yine
o Amerikan aksam var. “Fırsat bulduğum an tıraş ederim."
“Ryn anneciğimin sevgilisi olacak mısın yine?”
“Tamam, Tiga, şimdi pizza zamanı,” diyerek Tegan’ı üı-
ke’un kollarından çekmek üzere masanın etrafında dö­
ndüm.
İsteksizce "Ta-tamam," diyor... “Ama l>u haksızlık." Bu
açıklamayı yaptığı sırada iskemlenin üstünde duruyor, gö­
zümün içine bakıyordu. “Ben de Luke’la konuşmak istiyo-
aım. Benim de arkadaşım.”
Tegan’ın, iki yıl önce Leeds’e getirdiğim kızla ilgisi kal­
mamıştı. Ne düşünüyorsa söylemekten çekinmiyor ya da
herhangi bir haksızlık yapıldığını algılarsa itiraz ediyordu.
Yatağa giderken aramızda sık sık anlaşmazlık çıkıyor, ne gi­
yip giymeyeceği hakkında tartışıyorduk. O rezil bikini üstü
yüzünden ettiğimiz kavga iki gün sürmüş hâlâ da çözülme­
mişti. O diretiyor lx.*n de ısrarla almıyorum.
G öz temasımı kaybetmeden “Luke’la konuşabilirsin," de­
dim. “Yalnız önce gidip pizzaları pişirmen gerekiyor. Sonra
da döner sohlx.*t edersiniz. Tamam mı?”
Bu karşılaşmayı kazanmayacağını anlayıp “'la-lamam,
dedi. Homurdanarak “Zaten, pizza sevmem kİ," diye ekledi.
Yere inmesine yardım ederken “Ne dedin?" diye şortlum
-»80 ■ lV»rolhv Kik mum m

B anı bakıp hu gerçek dışı sö zü bir daha tekrarlarsa ya


nıniıla asla bir dalıa pizza yiyemeyeceğini gayri iyi görüy­
or. Ne aşağıda pişirebilir ı\e do ısmarlayabilir. Tegan, nadi­
ren bağırttığımı, asla ona vurmayacağımı fakat söylediğine
harfi harfine ‘inanacağımı' da gayet iyi kavramış durumda.
Tartışmamızı kazanmak uğruna bana yalan söylemesi halin­
de başka hiçbir mantığın fikrimi değiştirmeyeceğini de bili­
yor. “Bir şey yok,” diye yanıtlıyor.
“Aşağı yalnız başına mı inersin yoksa seninle gelmemi
mi tercih edersin?”
Elini elime kaydırarak “Benimle gel,” diyor. El ele, alt
kattaki koskocaman mutfağa giden ahşap merdivenleri ini­
yoruz. Tegan küçük önlüklerih asılı durduğu vestiyere doğ­
ru yönelip kırmıza bir tane seçiyor kendine.
İplerini beline bağladığım sırada “Kırmızıyı severim,” di­
ye de hatırlatıyor.
“Biliyorum bir tanem," diyerek alnını öpüyorum.
Doğrulurken kollarını boynum a dolayarak “Teşekkürler,
Ryn anneciğim," deyip yanağıma bir öp ücük konduruyor.
Nedenini anlamıyorum. Beni arada sıra öper ve teşekkür
eder, bu da çok hoşuma gittiği için nedenini sormam ken­
disine. Kulağıma “Benim en, en iyi arkadaşımsın,’’ diye fısıl­
dıyor. “Matilda, Crystal ve Ingrid hariç. Ve Luke dışında.”
“Sen de benim en yakın dostumsun,” diyorum. Tekrar
yanağımdan öpüyor.
Merdivenleri çıkarken yüreğim ağzımda atıyor, l.uke’u
bir daha hiç gönneyeceğimi sanıyordum. Tegan’a yolladığı
mektup ve e-postalar sayesinde yaşamı hakkında bildikle­
rimle yetinmeyi kabullenmiştim. Yeniden karşısında otura­
bilme fikrini ümiı etmeye bile cesaret edememiştim.
Kafcye döndüğümde, Tegan’ın sandalyesine oturmuş.
I-N YAK IN ARKADAŞIMIN Kl/.l ■ İK İ

ıızıın baraklarını masanın altına uzatmışı Nate de l*>ylc


otururdu. I.ııke gidince birbirlerine aslında ne kadar çok
benzediklerini fark etmiştim. Hareketleri, konuşma tarzları,
şakaları.
Karşısına oturduğum sırada 'Artık büyümüş," diyor.
"İnan hiç itirazım yok benim buna!
Garson yaklaşıp Luke’un önüne büyük bir kahve fincanı
bırakıyor. “Mokalı kahve, hafif kahveli, lx>l çikolatalı, doğ­
ru mu?” diye soruyor garson.
“Aynen öyle, ahbap,” diyor Luke gülerek. “Hatırlamana
sevindim."
Garson uzaklaşınca, “Buraya daha önce geldin mi?" diye
soruyorum.
“Şey, birkaç defa... Ben, şey, çoğu hafta sonu buraya ge­
liyorum. Seni ve Tyi görebilirim ümidiyle geliyordum, se­
ninle konuşma cesaretini toplamaya çalışıyordum. Beni ba­
zen görüyordu.”
Demek Tegan gerçekten de durumu anlamıştı, çünkü
Luke bizi çaktırmadan takip ediyordu. “Amerika’dan ne za­
man döndün?” diye sorarken huzurunu ne kadar kaçıraca­
ğımı düşünemedim.
“Yaklaşık üç ay evvel, iş yürümedi...'’ Cümleyi yarım bı­
rakırken, hakkında bildiğimi bildiği konunun farkındayım.
İntikam almayı denediği bir gün halxri alacağımdan emin
olmayı ihmal etmemişti.
“Karın seninle geri geldi mi?" diye sordum.
Luke, LeecLs’den ayrıldıktan altı ay sonra Nicole’le evlen­
di. Haberi ve resimleri nikâhından birkaç gün sonra iş ye­
rinde aklını. Betsy'yle paylaştığım olise girerken fotoğrafla­
rını, acık duran bilgisayar ekranında gördüm. Betsy. gizle­
mek isteyerek ellerini ekrana koyduysa da biraz gec kalmış-
482 * Oorotlıy Koomson

iı. Gelin Nicole u kollarında tutarken Luke’un mutluluk için­


de fiilen yakışıklı yüzü hafızama kazınmıştı. Betsy’ye karşı
memnuniyetimi ifade eden mırıltılar çıkartırken tüm gün
boyunca da olayı pişkinlikle karşılamış havalarındaydım.
Sonradan açılmıştım o gün! Ofisten çıkmadan önce perso­
nel tuvaletinde kusmuş, gecenin ortasında yalnız başıma
yastığıma kapanıp ağlamıştım.
“Hayır, hâlâ New Y ork’da,” diye açıklıyor. “Orada kala­
cak. Evliliğimin iyi gittiğini söyleyemem.”
“Bu kadar çabuk evlendiğine şaşırmıştım, sonra da Nico-
le’e... Bıraktığın yerden devam etmek tahminen kolay ol­
du."
“Öyle kolay olmadı, anlaşılan. O , şey değildi... Nate na­
sıl?"
G öz göze gelirken söyleyeceklerimle ilgili ipucu yakala­
maya çalıştığı telliydi. “İyi. Gayet iyi, aslına bakacak olur­
san harika. Bize daha yakın olmak için Leeds’e taşındı... ya­
ni daha yakın olmak için işte. Tegan’la gayet iyi geçiniyor­
lar. Hafta içinde birkaç gün, daha uzun çalışabilmem için
onu okuldan almasına izin veriyor. Artık Angeles’in Pazar­
lama Direktörü değilim, olmayacağım da, bunu kabullen­
miş durumdayım. Zira, 7'egan’ın bana ihtiyacı olduğu süre­
ce profesyonel hayatım ikinci planda kalacak. Ona nasıl bil­
giçlik tasladığını göreceksin. Seninle yaptığı gibi Nate’ie de
yemek pişiriyorlar -ortalığı da feci batırıyorlar.”
Luke nefes alırken üst dudağım geriyor ve sert bir tonla
"Onıı şimdi "Baba" diye mi çağırıyor?" diye soruyor.
Uzanıp elimi elinin üzerine koyuyorum. “Tegan’ın kala­
sında Baba’ sensin."
“Cidden mi? Hâlâ mı?''
KN YA K iN ARKADAŞIMIN KIZI ■ 483

“Gittiğin için hakkında konuşmadığını veya seni düşün­


mediğini mi sanıyorsun. Hatta birkaç kez bana neden onun
babası olmak istemediğini sordu.”
“Ne dedin?”
“Buralarda olsaydın muhtemelen isteyeceğini söyledim.
Nate de bunu biliyor. Yerini almaya çalışmazdı.'
“O, Tegan’m babası."
“Evet ama bu babası olmak istediği manasına gelmiyor
Tegan’ı seviyor, onunla ilgileniyor ancak onu senin gibi sev­
miyor. Yine de daima sorumluluğunu üstlenecek. Luke, o iyi
bir adam. Sen ve o... fırsat verseydin eğer çok iyi dost ola­
bilirdiniz. Seni hep severdi, Tegan'a bakmanı takdir elti, bi­
liyor musun? Onun için hep en iyisini istedi. Bu, bir başka­
sının eheveynliğini yapması ise, onu da yapacaktı. Tegan’ın
üzerindeki tüm haklarından vazgeçtiği belgeyi imzaJadı."
“Cidden ve gerçekten mi?”
“Onu öptüğüm gün, buna söz vermişti ve öyle de yaptı.
Annesiyle babası durumu öğrendiklerinde nasıl üzüldüğüne
inanamazsın. Yine de boyun eğmedi ve Tegan için en iyi
neyse onu yaptı. Öm ür toyu babası olarak yanında olacak,
dikkatini çekerim “babacığı" değil. Onun için her şeyi yap­
maya hazır. Luke, inan bana, Nate iyi bir insan ”
“Şenle o?..”
“Hayır.”
“Neden olmasın? İkinizin, düşünmüştüm ”
“Uçağın kalkmadan nişanlanıp evleneceğimizi mi? Hayır.
Nate’le artık birlikte olamazdık, çok fazl.ı olay yaşanmıştı,
çok da değişmiştik."
"Yani ...şey bile olmadı mı?“
“RalıiİK* d e ğ ilim Luke H er ne ka d ar ö y le g ö r ü n s e m b i­

le."
484 ■ D o ro th y K o o rnso n

Luke’un gidişinden iki ay sonra Nate’le sevişmiştim. Bir


yıl boyunca, bir yatıp bir ara veriyor gerçek bir ilişkiye baş­
lamadan önce hep duraklıyorduk. Sonra yine deneyip yine
vazgeçiyorduk, birkaç ay evvel son bir kriz yaşayıp tama­
men bitirdik çünkü en nihayetinde başkalarıyla ilişkimiz ol­
duğunu kabul ettik. Sevgili olamazdık zira serbest değildik.
Nate Tcgan’dan hoşlanıyor hatta onu seviyordu ama tüm
vaktini onunla geçirmek istemiyordu, Adele’i affetmiş ve
anlamıştım fakat olanları unutmamıştım. İki gibi şeyler bizi
muhtemelen hep ayrı tutacaktı. “Hem Nate’in şimdi bir kız
arkadaşı var. Üç aydır beraberler ve uzun süreceğe İK'nzi-
yor.”
“Üzülüyor musun?”
“Eskisi kadar değil, inan ki.” Nate söylediğinde önünde
ağlamış ama kızla ilişkisini bitirmesini islemekten kendimi
alı koymuştum. Gitmesine izin vermeli, kabullenmeliydim.
İkimizin de yoluna devam etmesi gerekirken o ilk adımı al­
mıştı. Bir başkasıyla çıkması beni hâlâ üzse de her geçen
gün daha kolay geliyor. O nun için en iyisi olduğunu kabul
ediyorum. “Mutlu olduğunu görmek çok güzel.”
“Üzülmene üzüldüm ,” diye açıklıyor Luke.
Evlenmiş olmanı da umursamayacağım, öyle mi yap-
söM.^Naie’le ben hiçbir zaman birlikle olamazdık. Onu ha­
yal elmiş olabilirim, hâlâ bile bir şeyler hissedebilirim fakat
şu harika sevgilim vardı."
Eski ben Nate’i her şeyden fazla seviyordu, lx*nim her
şeyiındi; Tegan'ı yetiştirmekte olan ben ise, Luke'u seviyor­
du ve birlikle yarattığımız hayatı -aileyi. Bunun bilincine
vardığımda çok şaşırmıştım. Nate'i seviyordum ama Luke ve
Teganla geçirdiğimiz halta sonlarım, ev temizliğini, parkta­
ki gezintileri, Tegan puanlama yaparken Luke’u gıdıklama
HN Y A K I N A R K A D A Ş I M IN KIZI ■ »85

seanslarını, televizyonun karşısında oturmayı. Luke'la Te-


g a n’ın keçeli kalemle resim çizmenin inceliklerini tanıştığı
konuşmaları dinlemeyi, daha fazla seviyordum. Karmakarı­
şık küçük ailemi her şeyden çok seviyordum. “Bayıldığım
m üllıiş bir sevgilim vardı. O diğer adamı çekici bulsam bi­
le, l>enim tek adam ım erkek arkadaşımdı Gidip bir başka­
sıyla evlenmiş olsa bile onu sevmekten vazgeçmedim.'’
“Gerçekten mi söylüyorsun?”
“Cidden, Ixiyle hisselmeseydim söylemezdim.”
Ö n e doğru oturarak iki elimi ellerine alıp baş parmakla­
rıyla benimkileri okşamaya başladı. “Biliyor musun, ancak
aylar sonra, hastane kantininde otururken bana ne sordu­
ğ unu anladım ,” diyor. “Beni, Nate'in seni sevdiği kadar sev­
memekle suçladığını zannetmiştim. .Sonradan seni sevip
sevmediğimi sormuş olduğunu anladım. Tegan’dan bağım­
sız olarak.
“Ç ünkü seni sevdiğimi hiç düşünmedin, değil mi? Bunu
hiç anlamadın, evet, Tegan bizi bir araya getirmiş olabilir
ancak sana karşı gerçek duygular lx.\slcnıemiş olsaydım se­
ninle asla çıkmazdım.
“Sana migren geçirdiğin gün aşık oldum. Tyle ilişkini
keşfettiğim an, sanki önüm den bir perde kalkmış, ne kadar
da inanılmaz bir insan olduğunu görmüştüm. Ardından, sa­
na karşı nasıl alçakça davrandığımı bildiğim için hiçbir şan­
sım olmadığını düşünmeye başladım fakat hep iimit ettim...
Seni öptüğüm o ilk gün öyle sinirliydim ki. Londra’dan dö­
nerken yol lx>yıınca gözlerini, gülümsemeni, teninin
rio A rm aui Dcı\
fle karışık kokusunu düşünüp durdum.
New Yorkta olduğum /aman /i/oo»rinf>(/(ili'in parfüm re
yorumda durup sırf seni hatırlattığı iv,n h11 esan.M kokluyor
dum. İsle, bu yüzden Nicole'le yürümedi -o. .sen değildi.
*S<> * l \v\Mİı \

K m seni cllvtıc kı du$U\lim Seni güzel buluyordum. Seti,


vem i/ündeki en gü/eI kadınsın. 1ler şey bir yana, suna kar
5»ı c s a s duvgum to n d a n iKuvtti Zaman kazanmak için so-
ruva soruvla cevap venne tur/mı. takmıyonııuş gibi göste­
rip geı\vkie insanlara karşı müthiş gayretli lavnnı, fedakâr-
lıklannı..."
Sözünü ‘ Bunu daha önce söylemişimdir, toyle devam
edersen tonım le flört ettiğini düşüneceğim.'' diye kestim.
Lukeun yüzündeki ifade sertleşti. "İşte bu nedenledir ki
hiç söylememiştim. Bana inanmazdın, iyi veya kötü, başka-
lannın söylediğine inanmadığını anlatmıştın, to n de düşün­
celerimi dile getirmeyi bırakmıştım. Sana karşı neler duydu­
ğumu hareketlerimle göstermeye çalışmıştım, basitçe söyle­
diklerimle değil. Ki anlamışsındır herhalde?”
“Ö zür dilerim, Luke,” diyorum. “Hayatımda bana bütün
bunlan samimiyetle söyleyen tek bir insan olmuştu. İkinci
bir şahsın aynı şekilde düşünebileceğine pek inanamıyor-
dum... Fakat dürüst olalım, sana doğru her adım attığımda
nedense kendini geri çekiyormuş gibi bir halin vardı, ardın*
dan da kaçış planının hazır olduğunu keşfettim. İçinde ya­
şadığı hayattan senin kadar hızla sıynlabilen başka hiç kim­
seye rastlamamıştım. Beni sevdiğine inanmamama hâlâ şa-
şınyor musun?”
“Ya evci, ben eşeğin tekiyim. İşler ters giderse hemen
yola çıkarım, öyle yaparım, hep yaptım da. Benim için, Na-
tein yeniden sahnede belirmesi senaryoların en kötüsüydü.
Sen ve Tegan'ın üzerinde daha fazla hak iddia edebilirdi,
tonim için o öpüşme sahnesi kaçınılmazdı ve buna hazır-
lanmalıydıın. Teg;ın'dan lxığımsız olarak sana önem verdi­
ğime inanmadığın için de sen bir eşeksin.”
I-N Y A K IN A RK A DA ŞIM IN KIZI ■ W

"Geri döndüğüne sevindin), Luke,” Ona gülümserken


,bunu hcııü/. söylemediğini hatırlıyorum. “Döndün, değil
ini? Yaşamımızın bir parçası olacak mısın?”
"Kvct fakat bir çok şeyin değişmesi gerekecek.”
“Kvet, biliyorum, birinci değişiklik benimle dürüst ol­
man. Bana her şeyi söylemen, iş görüşmeleri, benimle ya
da başkasıyla evlenme planları dahil. Her şeyi. Ben de ay­
nısını yapacağım.”
“Tamam, böyle yaşayabilirim.”
“İkinci değişiklik, Nate’in -iyi ya da kötü- yaşamımızın
bir parçası olduğunu kabul etmek.”
Luke dudaklarını sıkarken hafifçe başını sallıyor.
“Ciddiyim, Luke. O nunla aramızdaki her şey bitti fakat o
sonsuza kadar yanımızda olacak.”
“Tamam ama onu sevmek zorunda mıyım?"
İç çektim. “Sanırım, hayır. Ama senin için daha kolay ol­
maz mı? Tegan’ın iki ateş arasında kalmasını istemiyorum.
Çok zeki bir çocuk ve büyüdükçe bazı şeyleri daha da iyi
anlayacak. Öyleyse huysuzluk yok, tamam mı?’'
“Tamam ama benim de şartım başka çocuk yapmak.”
Kalbim burkuluyor. “Bilmiyorum...”
“Sadece konuşalım. Tegan’ın kardeşlerinin olmaması
haksızlık, senin var, öyleyse niçin onun da olmasın?“
“Şey..."
“Yalnızca konuşalım, Ryn. Hayır diye karar verirsek, ha­
yırdır. Bu konuda doğru düzgün konuşmamak adil değil.
Söz hakkım olmadan tek taraflı bir karar alman haksızlık
Bir ilişki böyle olmamalı. Kvlât edinebiliriz fakal hiv olmaz­
sa konuşalım."
“ramam, konusalını fakat seni uyarıyorum, Tegan bana
yeter de arlar."
488 • Doıothy K<x>mson

“Benim için yapabileceğini düşünüyorum , yine de ko­


nuşmamızı isliyorum.”
“Güzel, konuşuru/.."
Gülümsüyor.
“Yeniden Iktu Ik t yaşarsak bir sürü dedikodu çıkacağın»
elbeite ki biliyorsun, değil mi? Sen evli bir adam, lx*nse yal­
nız bir anne... Adım paçavraya çıkacak: 'Bekâr anne, den­
sizce, evli bir adamla rezil bir seks macerası yaşıyor!'”
Luke iskemlesinden uzanıp dudağıma uyuşuk bir ö p ü ­
cük konduruyor. Gayri ihtiyari iç geçirirken bunu ne kadar
iyi yaptığını unutm uş olduğum u fark ediyorum. Geriye yas­
landığı sırada Tegan çıkageliyor. Masamızın önünde durdu­
ğu an ıel>essümü o kadar geniş ki, yüz çizgileri zor gözü­
küyor, Tam istediği gibi -ben ve Luke’un l)eralx*r olması,
Luke’la kendi arkadaşlığının devamı... Tegan ın arkasında
ise mutlu olmaktan çok uzak görünen bir gözetmen lx.*kli-
yor.
Kızgınlığına zar zor hâkim olurken “Bayan Matika, sizin­
le Tegan’ın davranışları hakkında konuşmam gerek,” diyor.
Tegan kucağıma tırmanıp boynuma sokulurken bir yandan
da gözetmene şikâyetçi gözlerle bakıyor. Bunun sadece bir
oyun olduğunu anlıyorum, gerçekte fazla bir sıkıntısı ya da
hassasiyeti olmasa gerek, sadece anasının kuzusu rolünde
olursa ona kızma ihtimalimin azaldığını biliyor. “Ne yaptı?"
diye soruyorum.
“Çalışmanın ortasında yukarı çıkmaya karar verdi, Pizza­
yı yapmayı bitirmesi gerektiğini söylediğimde ise, 'müsait
bir yerine sok' dedi.''
Hu kız hazon hir kâbus gibi. Luke yüzünü gizlemek için
iskemlesinde dönüp duruyor, sessizce gülerken geniş
I-N Y A K IN ARKADAŞIMIN KIZI ■ 489

o m u zla n sallanıyor. Tabii ki de komik -kapı dışarı edilen


kendi değil ya! Bir üınii “Belki pizzayı kastetmiştir?” diye so­
ruyorum. "Televizyonda lx>l malzemeli çeşitlerini görmüş
olabilir.’*
G özetm en bana tepeden bakarak ukala bir tavırla “Tele­
vizyon seyrederken çok şey öğrendiğinden şüphem yok fa­
kat, Bayan Matika, bu lafı oradan almamıştır.*'
Hayır, bu bahaneyi ben de yutmazdım. “Tegan, gözet­
m eninden ö zü r diler misin...” İsim rozetine göz atıyorum.
Adele. O n u d ü şü n d ü ğ ü m ya da adın» duyduğum vakit hep
olduğu gibi kalbim daha hızla atıyor, lx>ğazım düğümleni­
yor. “Tegan, Adele’den özür dile.”
Duruma uygun bir şekilde üzgün görünüp sesini duyur­
maya çalışarak “Ö z ü r dilerim, Adele,” diyor Tegaıı Terbi­
yesizlik yapmak istemedim, bir daha olmaz." Ihı kısmını ek­
lemek zorunda değildiyse de, söylediği için memnunum.
Adele, içi eriyerek Tegan’ın yanına çömelip "IVkiîlii tatlı
şey, haftaya görüşürüz," diyor.
Tegan başını sallıyor, Adele aşağı ininceye kadar üzgün
ifadesini korumayı başarıyor. Gittiğinde bana dönüyor,
azarlanır korkusuyla koskocaman gözleriyle yalvarıyor.
'Yaramazlık yaptığını için affedersin Ryn anneciğim, l.uke'u
görmek istiyordum. Gidebilir diye düşündüm. Bunu istemi­
yorum da..."
"Luke bir süre bizimle olacak,'' diyorum. “Öyle, değil
mi?"
“Tabii ki öyle. O kadar uzun zaman kalacağım ki ikini/
de benden bıkacaksınız.’’
Tegan mükemmel beyazlıktaki dişlerini göstererek gulu
yor. “Ryn anneciğim. Lııke a söyleyebilir miyim?*' diye soru­
yor.
490 ■ D o ro th y K o o m s o n

”Kibette ki, bebeğim."


Geri gelen arkadaşına “Yeni bir ismim var,” diye duyu­
ruyor. Adını Tegan Brannon Matika. Ryn annemle aynı so­
yadını taşıyorum. Biz şimdi bir aileyiz. Tam, tam bir aile.”
"Harika bir şey bu ,” diye haykırıyor Luke. “T, senin
adına çok sevindim! Senin de, Ryn. O nu evlât edinebilece­
ğini ne zaman öğrendin?”
“Nihai belgeyi iki hafta önce aldık. Uzun bir yoldu, ko­
ca iki sene, sosyal hizmet görevlileri, danışmanlar, mahke­
meler ama sonunda başardık, değil mi bebeğim?”
Tegan kısa ve karadı bir şekilde başıyla onaylıyor. “Mr
Nate bize şampanya getirdi fakal sadece Ryn annemin iç­
meye izni vardı. Ben gazoz içtim, o da güzeldi. Mr Nate bi­
zi sinemaya ve pizza yemeğe götürdü.’*
Tegan’ın doğum sertifikasının yerine geçecek olan ev­
lât edinme belgesini incelediğimde gerçekten neyi ima et­
liğini, ne anlama geldiğini ancak kavradım. Adeie’e ne şe­
kilde veda ettiğim konusunda artık üzülmeme gerek kal­
madığını anlatıyordu. O nu affettiğimi söylememiş olmak­
tan dolayı içimde sürekli çektiğim ıstıraptan artık vazge­
çebileceğim anlamına geliyordu: Ç ünkü Adele, bunu bili­
yordu. i:n yakın arkadaşım, yer yerinden yıkılsa da onu
hep seveceğimi biliyordu, zira bana en değerli varlığını
emanet etmişti. Biricik gerçek aşkı konusunda bana gü­
venmişti. Kn yakın arkadaşınım kızını kendi kızım yap­
mak, Tegan'ı evlâl edinmek Adele’in ihtiyaç duyduğu af­
fedilme ihtiyacının tüm ünü kavrıyordu. Hep düşündüğüm
gibi gerçekte beni kazıklamamızı. O. aynen o ilk tanıştı­
ğımız gün de tahinin ettiğim gibi, hayatımı değiştirmişti
sadece.
EN Y A K IN ARKADAŞIMIN KIZI ■ «91

“Luke, bil bakalım ne oldu?" diyor Tegan.


Kızımı kollarımda sallayışıma tebessüm ederek "Nedir,
tatlım?” diye soruyor Luke.
“Sanırım, Ryn anneciğim, bir kedi almama izin verecek."

You might also like