Professional Documents
Culture Documents
Doçent Dr. M U S T A F A A K D A Ğ
A. 1596 SIRASINDA O S M A N L I D E V L E T İ N İ N U M U M Î
DURUMU
1— İRAN VE AVUSTURYA HARBLERÎNİN UZAMASINDAN
DOĞAN HOŞNUTSUZLUK
1
Bilhassa şu etüdlere bakınız: Timar rejiminin bozulması, DTCFD, c. III, Sa. 4
Yeniçeri ocak nizamnınnm bozuluşu, DTCFD, c. V, Sa. 3: Medreseli isyanları, iktisat
Fakültesi Mecmuası, c. 11, sa. 14
2
Kareçelebi Zade Abdulaziz, Ravzat'ul-Ebrâr, S. 458
3
Timar rejiminin bozulması adındaki makalemizde izahat vardır: DTCFD, c.
III, Sa. 4
54 MUSTAFA AKDAĞ
1
Âlî, K ü n h ü ' l - A h b a r , Nuruosmaniye Yazması, N o . 3407, S. 554
2
Selânikî, Nuruosmaniye yazm. N o . 3133, Yaprak 340 ve 3 4 3 : K â t i p Çelebi, Fez
leke, C.l, S. 289; Hele şu ferman b ü t ü n bu hususu t a m a m i y l e m e y d a n a k o y m a k t a d ı r :
Ankara Etnografya Müzesi, A n k a r a sicilleri, N o . 6, S. 258
3
T i m a r Rejiminin bozulması adlı makalermize bak. D T C F D , C. I I I , Sa. 4
4
Bu mevzua âit şu m a k a l e m i z : Yeniçeri ocak nizamının bozuluşu, D T C F D , C.
V, Sa. 3
CELÂLÎ FETRETİ 5.j
En geniş olan Pâdişâh haslarından, en küçük olan bir sipahi veya kale
eri timarma kadar, şahıslara maaşlarına bedel olarak terk olunmuş vergile
rin kanunî miktarlarından fazla ve usulsüz tahsil olunmalarının bir netice
si olarak doğan memur-halk anlaşmazlığının tarihi hayli eskidir. Fakat,
bilhassa bu son uzun harb yıllarında mesele hakikî bir mücadele ve düşman
lık mevzuu olmuştur. " K a n u n ve şer'e muhalif" fazla vergi almaktan
çıkan dâvaların mahkemelere aksettirilebilenlerinde halkın hemen daima
haklı çıktığı, yani, memurların fazla vergi aldıklarının şâbit olduğu gö
rülmektedir. Bu gibi hallerde, kanunsuz hareket eden memura tertip olu
nacak cezanın fermanla tâyini gelenek olduğundan, kadı sadece hâdiseyi
tesbit ile merkeze bildiriyordu. Beylerin veya herhangi bir dirlik sahibinin
fazla vergi alması devletin otoritesini sarsacak bir hâdiseye sebep olmadıkça,
sırf bu suçtan dolayı memurun azli cihetine gidildiği hemen hemen görülmü
yor. Şikâyet umumî ise, gidilen yol kadıya, 'hukuk-ı fukarayı iade" ettir
mesi için emir vermekten ibarettir. Merkezî otoritenin kuvvetli olduğu bu
sırada " ü m e r â " hakkındaki bu müsamahanın sebebi meydandadır.
Çünkü, devlet, harp zaruretleri dolayısiyle, "kapısı kuvvetli beylere" dâima
itibar ediyordu. Bu suretle de ümeranın halktan kanunsuz vergi almalarına
kendisi zımnen razı olmuş bulunuyordu. Bununla beraber, kanun ve şer'
hilâfına reayadan sekiz on misli vergi alınması öyle kolay kolay temin olu
namıyordu. Her şeyden evvel, bir hûdiseye meydan vermeden geniş halk
tabakalarının itirazlarını yenmek ve hattâ, sırasına göre ölümü göze almak
lâzımdı. Esasen pek çok köylünün vergi verme kudreti tükenmişti. Ayrıca,
merkez tarafından büyük bir itimada sahip olan kadılarla uğraşmak lâzım
geliyordu. O halde, bu kadar zorluklara rağmen beyleri kanunsuz hareket
etmeye ve devleti de bu hususta az çok müsamahaya sevkeden tarihî âmiller
nelerdir, bunun söylenmesi icabeder.
Ümeranın yapacakları hizmetlere ve sosyal hiyerarşideki mevkilerine
göre, kendilerine tâyin olunan has gelirlerinin mikdarları XIV. ve XV.
Asırlarda tesbit olunmuştu, ve 1596 yılına gelindiği zaman da, hemen
hemen hiç değişmemiş bulunuyordu. Halbuki, hizmet erbabının borçlu
oldukları hizmetleri ve sosyal itibarları eskisinin aynı kaldığı kabul olunsa
dahi, Osmanlı maliyesinin ve vergi sisteminin kurulmasında temel ölçü
olan akçenin geçirdiği kıymet değişikliği devlet hizmetinde olanların
çok zararına olmuştu. Bu durum hakkında bir fikir edinmek için akçenin
kıymetleri üzerine bazı rakamlar vereceğiz:
İkinci Bayezid zamanında 100 dirhem gümüşten 280 akçe kesilirken,
1596 sıralarında aynı mikdar gümüşten 950 akçe kesiliyordu. Tabiî ak
çenin itibari kıymeti de ayar düşmesiyle beraber inmiş, bir filori altununun
resmî rayici 35 den 120 akçeye çıkmıştı. T a m kuruş da 30 dan 80 akçeye
yükselmiş bulunuyordu. Halbuki Osmanlı malî esasları ve vergi sistemi
akçenin bu kıymet değişmesine katiyyen uyamamış, vergi kanunları ilk
kondukları zamandaki şekillerini muhafaza etmişlerdir. Meselâ, Fâtih
Sultan Mehmed devrinde iki koyuna bir akçe resm-i ağnam alınıyordu.
56 MUSTAFA AKDAĞ
1
Bu hususta bilgi için şu makalelerde tafsilât vardır: Osmanlı İmparatorluğunun
kuruluş ve inkişafı devrinde Türkiyenin iktisadî vaziyeti, Belleten, Sayı: 51 ve 55
CELÂLİ FETRETİ 57
1
Şu makalelere bakınız: Dil ve Tarih Fakültesi Dergisi C. I I I . Sayı: 4 ve C. V,
Sayı: 3; Ayrıca, İktisat Fakültesi Mecmuası, G. XI, Sa. 14 de "Türkiye Tarihinde İçtimaî
Buhranlar serisinden Medreseli İsyanları" adlı makale.
58 MUSTAFA AKDAĞ
mevkiinde olan sancak beyi "sancak merkezi" kabul edilen bir kadılıkta
oturur, diğer kadılıklardaki asayişi muhafaza için oralara subaşıları tâyin
ederdi. Sancak beyi sancağını teşkil eden bütün kadılıklarda bulunan
tımarlı sipahi askerlerinin sefere götürülmesine de memur idi ve bunların
komutanı mevkiinde bulunuyordu. Sancak beyi âsâyiş temini mukabilinde
mücrimlerden " c ü r ü m ve cinayet resmi" denen bir vergi almakta olduğun
dan dolayı, mahkemelerle sıkı sıkıya alâkalı idi. Çünkü, " c ü r ü m ve cinayet
resmini" kadının hükmetmesi lâzımdı. İdarî ve adlî bakımdan kadılıklar
doğrudan doğruya merkeze bağlı oldukları gibi, âsâyiş bakımından da
sancaklar aynı suretle merkeze bağlı bulunuyorlardı.
Askerî bakımdan bir kaç sancak vilâyet (yahut eyalet) denen daha
büyük bir birlik teşkil ediyorlardı. Bu sancaklardan birisinin sancak merkezi
"paşa sancağı" adı ile vilâyet merkezi idi. Burada, bu sancaklar gurupunun,
yani vilâyetin askerî şefi olan beylerbeyi otururdu. Bütün vilâyetteki tımar
ları tevcih etme salâhiyetine sahip olan beylerbeyinin bu kakımdan büyük
bir ehemmiyeti vardır; aynı zamanda vilâyet merkezi olan "paşa sancağı"
nın da sancak beyi makamında idi. Bundan başka, sancak beyleri ile
reaya arasında anlaşmazlık çıktığı veya kadı ile beyin arası açıldığı hallerde,
-merkezin müsaadesi şartiyle- beylerbeyi, vilâyetinde bulunan diğer bir
sancağa da, böyle ihtilâfları hal için, karışabilmekte idi. " U m u m üzere
teftiş" için merkezin verdiği fermanla bütün vilâyet içinde beylerbeyinin
"ehl-i fesat teftişi" yaptığı da görülmekle beraber, bu gibi hallerde reayaya
çok zulüm olduğu anlaşılarak, sonradan bu türlü fermanlar verilmez ol
muştu.
Beyler, sancaklarındaki asayişi " k a p ı l a r ı n d a " bulunan sekbanlarla
korurlardı. Bunların başında " k e t h ü d a " , "subaşı", kaymakam, "bölükbaşı"
adı ile söylenen maiyyet memurları vardı ki, beyler bunlar vasıtasiyle iş
görmekte idiler. Beylerbeyi ve sancak beyleri bu maiyyet memurlarını
"vilâyet divanı çavuşu", " z a i m " ve "tımarlı sipahi" gibi dirlik erbabın
dan tâyin etmekte idiler. " Ü m e r a " , sekban ile sefere giderken, sancakla
rının başına maiyyet memurlarından birer kaymakam bırakırlardı. Asayişi
korumak için de sancağın "alçak hallü" sipahilerinden 30 veya 50 kişi
seferden alıkonularak, beyin kaymakamına yardım ederdi. Görülüyor ki,
sancakların asayişi tamamiyle tımarlı sipahinin üzerinde bulunuyordu.
1553 den 1596 ya kadar geçen zamanda girişilen uzun harbler ve
Anadolu'da çıkan mühim iç hâdiseler tımarlı sipahilerin askerî ve idarî
fonksiyonlarını çok zayıflattı. Bunların ordudaki rolleri beylerin sekban
larına ve devletin yeni bir tarzda tedarik etmeye başladığı kapukulu asker
lerine 1 geçti 2 . Anadolu'nun asayişini temin vazifesini de, Bayezidhâdi-
1
" D e v r i ş m e " d e n e n usûl az çok devam etmekle beraber, artık bu sıralarda " i h t i d a d a n
7 akça ulufe ile" T ü r k halkı arasından d o ğ r u d a n doğruya yeniçeri ve sipahi ocaklarına
binlerce k a p u k u l u kaydolunarak b u n l a r doğru sefere yollanırdı.'
2
Yeniçeri ocak nizamının bozuluşu" adındaki makalemizde bilgi vardır. Dil ve
T a r i h Coğrafya Fakültesi dergisi C. V, sayı 3
CELÂLÎ FETRETÎ 59
sesinden beri, yavaş yuvaş, fiilen yeniçerilerle altı-bölük halkı yapar olmuş
lardı. Beyler, cürüm ve cinayet resimlerini bunların elinden kurtarmak
ve kanunsuz vergilerini cebren toplayabilmek için, yukarıda saydığımız
maiyyet memurluklarına çok vakit yeniçeri ve bilhassa "sipah zorbası"
almaya başladılar. Bu suretle, 1596 sıralarında ümerânın ekseriyeti sefer
lerde bulunduklarından dolayı, Anadolu tamamiyle bu kapukullarından
türeme maiyyet memurlarının idaresinde bulunuyordu. Beylerbeylerinin
ve sancak beylerinin kethüdaları, kaymakamları ve subaşıları sıfatiyle,
bölük bölük sekbanları» başında oldukları halde, dolaşarak umumî Celâli
bayrağını çeken bu âsi maiyyet memurlarının çoğu altı-bölük sipahisi idiler
ki, ilerdeki bahislerde bu mühim ciheti tetkik edeceğiz.
Beylere âit bulunan " c ü r ü m ve cinayet" resimlerinden dolayı, asayişin
muhafazası hususunda sancaklar ayrı birer hükümet gibi idiler. Bir san
cağın beyi ve onun adamları bitişiklerindeki sancağın toprağına katiyen
geçemiyorlardı. H a t t â kendi sancakları içerisinde bulunan "serbest" hak
kını haiz olan dirlik ve vakîf topraklarına dahi girmeye yetkileri yoktu 1 .
XVI. asrın ortalarındanberi suhtelerin ve Celâli bölüklerinin faali
yetleri yukarıda anlatılan asayiş düzenini bozmuştu. Çünkü, bu âsi gruplar
yalnız türedikleri çevrelerde değil, daha uzaklarda da dolaşıyorlardı. Bazan
bir kaç sancağı birden geçerlerdi. Bunların peşlerine takılan "eşkiya ser
darları" yahut, bir sancağın maiyyet mumurları "eşkıyaları" takip ederek
bir çok sancaklara giriyorlar, ve tabiî, mücrimleri veya mensuplarını ya
kaladıkça " c ü r ü m ve cinayet resmi" almayı ihmal etmiyorlardı. Bu hal
" t o p r a k subaşılarının", yani, âsilerin bağlı bulundukları yerin asayiş
memurlarının itirazına, hattâ, bazan silâhla mâni olmaya kalkmalarına
sebep oluyordu. Celâlî isyanları henüz devriye bölüklerinin faaliyeti
safhasında iken, bu sancak ve vilâyet hudutlarını geçme işi oldukça mühim
bir dâva idi. Meselâ R u m beylerbeyisinin bölükleri Kırşehir ve Aksaray
taraflarına hep tecavüz eder dururlardı; Celâlî fetreti başladığı sırada,
beylerbeyisine ağa olan altı bölük halkından birisi yüzelli sekban ile
Kırşehir'e hücum etmiş, arkasından gene altı-bölük halkının idare ettik
leri beylerbeyi bölükleri gelmekte devam ederek, buralarda büyük bir
korku yaratmışlar ve halkı " c ü r ü m ve cinayet resmi" bahanesiyle soy
muşlar, pek çok da insan öldürmüşlerdi 2 . Hele her beylerbeyinin kendi
vilâyetine maiyyet memurlarını, birer kuvvetli bölük ile, devre çıkar
ması bu sıralarda daimî bir hal almış gibi idi. Halbuki bunların paşa
sancağından harice çıkmaları diğer sancak beylerinin haklarına ve yetki
lerine tecavüz sayılmak lâzımdı.
1
'Serbest kaydıyle has veya zeamet olan köy grupları içlerinden en büyüğüne
bağlı olarak nahiyeleri teşkil ediyorlardı. Buraların asayişini koruma vazifesi dirlik sahibi
nin voyvodasına ait idi. Nahiye hangi kadılık dahilinde ise oranın kadısı bu durumda
olan yerlere birer naip tayin eder. Vovvodanınn hareketlerinin "şer'e" uygun olup olmadı
ğını bu naibe kontrol ettirirdi.
2
İstanbul, Başbakanlık arşivi, Divan kayıt defteri, No. 132, Yaprak 130.
60 MUSTAFA AKDAĞ
1
Topkapı Müzesi arşivi, Edremit şer'iye sicilleri, No. 1, yaprak 36
2
Ali, Kanunî'nin memleket fethi arzusundan bahsederken, tımar erbabı hakkında
"eğer fıkarâ-yi sipahin zaaf hallerini tasavvur etmeseler bir an payitahta gelmezler ve yıl
larla serhadlerde kalırlar idi" diyor: Künhülahbar, Nuruosmaniye yazması, No. 1407
s. 323.
3
Tımar rejiminin bozulması adındaki makalemizde bilgi vardır: Dil ve Tarih-Coğ-
rafya Fakültesi dergisi, c. I I I , sayı: 4 de.
64 MUSTAFA AKDAĞ
1
Kaymakam Ferhat paşanın vezirâzam Sinan paşaya 20 Ramazan 1002 (1594)
tarihli mektubu: Başbakanlık arşivi, mühimme: 7, S. 307.
2
Peçevî, C. II, S. 203.
CELÂLÎ FETRETİ 65
ulufesi için değil, kendilerine temin ettiği hukukî imtiyazlar için taşıyorlardı.
Çünkü "padişah kulu" vergiden muaf idi ve mahkemeler kendisini mu
hakeme ve tevkif salâhiyetini haiz değillerdi. Eğer devletin elinde hakika
ten harble mükellef 80 bin ulûfeli askeri bulunsa idi, şarka ve garbe her
ordu çıkarılışında kapıkulu boşluğunu doldurmak için ihtidadan 7 akça
ulufe ile binlece insanı ocağa ve bölüğe yazmağa ne imkân ve ne de lüzum
görülürdü. Çünkü serdarlara koşulan kapıkulu miktarı umumiyetle on bine
bile varmıyordu.
Tahminen yüz bin kişi kabul olunan vilâyet askerlerinden, ümeranın
şahsî askerleri olan sekbanlar çıktıktan sonra, tımarlı sipahilerin ne kadar
tuttuğunu bilmiyoruz. Yalnız, bunlardan da pek çokları resmî defterlerde
tımarlı sipahi görünmekle beraber, hakikatte her biri bir kaç tımarı birden
elinde toplamak imkânlarını bularak, bu dirliklerinin mahsulünden sırf
bir mültezim gibi istifade eden, fakat iltizam bedelini, devlete değil de,
nüfuzlu bir takım ricale rüşvet olarak veren ve bu yolla geniş kazanç yol
ları bulan kimselerdi. Bunlar da, kapıkullarının iş tutan zümresi gibi, hiç
bir sefere gitmiyor, hükümet çok sıkıştırdığı zaman, "bedel vermek" veya
"cebeli yollamak" gibi kaçamak vasıtalarla yakalarını kurtarıyorlardı.
1596 da, harbi kaybetme tehlikesi geçirmiş olmanın verdiği psikolojik
tesirle yapılan Eğri seferi yoklaması, sefere gelmiyenleri, veyahut harb
meydanından kaçanları cezalandırmak adı altında yapılmış olsa dahi,
hakikatte tımarlı sipahilerin defter üzerindeki nazarî mevcutları ile ordunun
eli altındaki hakikî mevcutlarını birbirinin aynı yapmak gayesini güttüğü
meydandadır; yani, bu vesile ile devlet, rical hizmetkârlarına vesair as
kerlikle ilgisi olmayanlara geçen tımarları bu gibilerin ellerinden kurtarmak
istiyordu. Bunun en kuvvetli delili, kapıkullarından sefere gelmeyenlerin
ve firar edenlerin miktarları da tımarlı sipahilerden az olmadığı halde,
kapıkulu kadrolarında yapılan yoklamanın üzerinde durulmamış olmasıdır.
Esasen her iki sınıf askerden de yoklamada bulunmayanların evvelki sefer
lerde görülen noksanlardan farklı olacakları tahmin olunamaz. Yalnız,
bu defa padişahın sefere çıkmış olması, "seferliler" kadrosunu geniş tutmayı
icabettirdiğinden, " f i r a r i " rakkamının bir az yüksek olması tabiidir.
Hâdisenin bu sefer bu kadar büyütülmesinde, Avusturya seferinin
açılmasından sorumlu olduğu rivayet olunan Sinan Paşanın da mühim
rol oynadığını tahmin etmek mümkündür.
Hükümetin binlerce dirlik erbabını azl için bu yoklamayı bir vesile
yapmak istediği şundan da bellidir ki, yoklamayı "seferliler defterinden"
yaptırması lâzım gelirken, imparatorluğun umumî tımar defterleri üzerin
den yaptırmış, bu suretle, sefere memur olmayan ve hattâ donanmaya,
Bağdat muhafazasına ve Eflâk seferine -ki bu sonuncular mühim yekûn
tutuyorlaıdı- memur olanlar da tımar defterinden silinmişlerdir. Bu gibi
lerin böyle haksız bir azli tanımak istememeleri üzerine dirlikleri iade
olunmuştur.
1
Başbakanlık arşivi, divan kayıt defteri: No. 129, yaprak 6,8, 32, 35.
66 MUSTAFA AKDAĞ
1
Başbakanlık arşivi, Kâmil Kepeci tasnifi, divan tahvil kalemi, No. 347
2
Buna ait bilgi için, tımar rejiminin bozuluşu adındaki makalemizde bilgi vardır:
Dil ve Tarih-Coğ. Fakültesi dergisi C. I I I sayı: 4
3
Bundan anlaşıldığına göre, 20 ile 30 akça arasında ulufe alanlara dahi "sülüsân
üzere" kaydı konmamıştır. Çünkü, konduğu takdirde bunların dirlikleri 20 binden
aşağı düşer ve zeamet olamazdı.
CELÂLÎ FETRETİ 67
B- İ Ç T İ M A Î S I N I F L A R I N M Ü C A D E L E D E K İ D U R U M L A R I
1
Karaçelebi zade Abdülaziz, bu hâdisede Anadolu'ya kaçarak zorba arkadaşlarına
katılanları 4 bin kişi olarak kaydediyor: Ravzatülebrar, s. 405
70 MUSTAFA AKDAĞ
1
Selânikî, aynı yazı, y a p r a k 340.
2
Türklerin mansıblara alınması meselesinin celâlîlerde millî b i r gaye olarak yaşa
dığını ileri süren Hüseyin H ü s a m e t t i n bu gayenin birinci A h m e d ' i n padişah olmasiyle
tahakkuk ettiğini yazıyor ki, bu görüşünde başlıca celâlî şeflerine boylerbeylik ve sancak
beyliği verilmesine d a y a n m a k t a d ı r : Amasya tarihi c. I I I , Sayfa 367.
CELÂLÎ FETRETİ 71
1
Meselâ şu adalet fermanlarına bak.: M. Çağatay Uluçay, Saruhan'da eşkıyalık,
vesika 1 ve 37.
74 MUSTAFA AKDAĞ
1
Hüseyin Hüsamettin, Amasya tarihi, c III s 348.
2
Brosset, Collection d'historiens Armeniens: Arakel de Tauriz, p. 539
3
Abdülkadir, adı geçen eser, yaprak. 73 (Nev'î zade, Zeyli Şakayik'de Yazıcı'nın
sekban başı olduğunu yazıyor: Nuruosmaniye yazması No. 3314, yaprak 291-294).
4
Kâtip Çelebi, Fezleke, C. I. s. 289.
5
Solakzâde, s. 662
6
Başbakanlık arşivi, Mühimme defteri, No. 75, s. 273 (Mühimme defterlerinde
tarih sırasına her zaman riayet olunmadığından bu hükmün 1006 hicri tarihine ait olması
ihtimali kuvvetlidir).
78 MUSTAFA AKDAĞ
1
Peçevî, C. 2, S. 252
2
Hüseyin Hüsameddin bu Hüseyin paşanın Amasyalı Budak beyin oğlu oğlu ol
duğunu tesbit ediyor: Amasya tarihi c. I I I . s. 343; Venedik elçisi Nikola Notio ise rapo
runda bu şahsm Sinan paşanın akrabası olduğunu, anasının ise bir sultan bulunduğunu
kaydetmiştir. Adı geçen Rusça eser. s. 58
CELÂLÎ FETRETİ 79
9 — CELÂLİLERİN GAYELERİ
1
Selânikî, Hüseyin Paşanın U r f a ' d a Karayazıcı'ya vezirâzam olduğunu, M e h m e d
Paşanın a d a m l a r ı n ı n gelip söylediklerini kaydediyor: aynı eser, yaprak. 340
2
Encyclopedie de l'İslâm, Karayazıcı maddesine bak.
CELÂLÎ F E T R E T İ 81
1
Cavid Baysun. İslâm Ansiklopedisi, I. A h m e d maddesi.
2
Hüseyin H ü s a m e t t i n , aynı eser, c. 3, s. 342, 347, 355
82 MUSTAFA AKDAĞ
1
Adı geçen rusca eser, s. 12, 13, 52
2
Aynı eser s. 12, 13
CELÂLÎ FETRETİ 83
Suçlu, Yazıcı Çorum'da iken köyüne salınan parayı götürüp ancak iki
gün kaldığını ifade ile, soygunlara iştirak ettiğini inkâr ettiği halde, tez
1
kerelerin kendisine âit olduğunu saklamadı . Daha buna benzer bir çok
kayıtların gösterdiği gibi, Karayazıcı, ferman neşretmiş değil, mektup ve
tezkereler yazmıştır ki, bunlar onun hükümdar olarak hareket etmiş olması
ile telif olunamaz.
Siciller ve arşiv vesikaları üzerinde esaslı olarak meşgul olmuş bulunan
Hüseyin Hüsamettin ise Karayazıcı'nın ve Amasya tarihi ile ilgisi olan
diğer mühim bazı Celâli .şeflerinin ferman neşrettiklerine ve hattâ para
bastırdıklarına ait bir çok kayıtlara rastlandığını iddia ediyor. Fakat bize
bu hususta verdiği vesika numuneleri katiyen iddiasını ispat eder mâhiyette
2
değildir .
Bilâkis müellifin bu türlü vesikaları doğru olarak kıymetlendiremediği
anlaşılmaktadır. Yukarıda dediğimiz gibi, resmî bir sıfatla ve ellerinde bir
fermanla faaliyette bulunmak mecburiyetinde olan âsiler, istedikleri zaman
böyle bir fermanı elde edemediklerinden dolayı, padişahın tuğrasını taklit
ile sahte fermanlar tertip ederlerdi. Adamları veya kendileri bunlarla
dolaşıyorlar ve gittikleri yerlerde kadılara bunları gösteriyorlardı. Bu,
"müzevvir fermanları" her zaman kendileri uyduramazlar, çok vakit de,
para mukabilinde, İstanbul'da "divan kâtiplerinden birisinden temin
ederlerdi" ihtimal, Hüseyin Hüsamettin vesikalarda geçen bu "müzevvir
ferman" ve ' s a h t e tuğra çekmek" tâbirlerini âsilerin hükümdarlık iddiası
ile ferman neşretmiş oldukları mânasına anlamıştır.
Bu, "müzevvir ferman" ve "sahte tuğra çekmek" işinin İstanbul'da
ne kadar ileri götürüldüğünü Selânikî acı bir ifade ile kaydetmektedir:
"devlet ve saltanat hainleri nice vacib-i salb taife ile hemdâstan olup
dürlü müzevvir ahkâm yazıp kimi divan canibinden ve nicesi maliye tara
fından defterdarlar ve nişancılar tuğralar çekip memâlik-i islâmiyede
istedikleri gibi reaya-yı memlekete müstevli o l u p " halkı mütemadiyen
işkence ve zulümlerle soyduklarını söylüyor 3 .
Osmanlı devletinin akçe kestirme usûlünden bahsederken, Anadolu-
n u n ve Rumeli'nin mühim merkezlerinde " D a r p h a n e i Ârhire"lerin
mevcut olduğunu, ellerinde gümüş külçesi olanların buralarda bu külçeleri
akçeye tahvil ettirebildiklerini söylemiştik. Darphanelere nezaret eden
kadı, bey ve defterdarlar, bazen hileli akçe kestirmek suretiyle menfaat
temin ediyorlardı. Hüseyin Hüsamettin'in, bu hâdiseler hakkında çıkan
bir fermanı görerek yanılmış olduğu muhakkaktır.
Şu izahlarımızla Celâli şeflerinin Anadolu'yu imparatorluktan ayır
mak isteyen bir gaye güttükleri hakkındaki fikirlerin mümkün olamıyaca-
ğını anlatmış oluyoruz.
1
Ankara Etnografya Müzesi, Ankara sicilleri, No. 8, s. 200.
2
Hüseyin Hüsamettin, aynı eser, C. I I I , S. 363.
3
Selânikî, aynı yazma, yaprak 343.
CELÂLÎ FETRETİ 87
1
Adı geçen Rusça eser, s. 64.
88 MUSTAFA AKDAĞ
1
Bitmez tükenmez celâlî isyanlarının tamamiyle sekbanların eseri olduğunun ilk
defa ifade eden Netayic-ül'vukuat müellifidir; Bak. C. II, S. 24.
CELÂLİ FETRETİ 89
.
90 MUSTAFA AKDAĞ
1
Daha sonra şehir halkı da şehre uğrayan veya mühim bir iş için gelen resmî şah
siyetlere "misafir akçası" adı ile büyük masraflar etmeye başlamışlardır.
CELÂLİ F E T R E T İ 91
köyleri müdafaa için kurulan ve bir çok yerlerde ümerâya ve onların bö
lüklerine karşı toplu halk isyanı mâhiyetini almaya başlayan köylü teş
1
killerini yok etmişlerdir . Netice itibariyle sekban hareketi bir taraftan
köyü "sekban akçası" ödeyemiyecek kadar iktisaden mahvetti; diğer
2
taraftan da, köylüleri kitle halinde "sekban bölüklerine" aldı .
Artık binleri aşan büyük sekban grupları teşekkül etmişti. Zengin
leri kasabalara, şehirlere kaçan ve pek çok fakir halkı da sekban olan köyler
bunlara hiç bir şey veremiyorlardı. Bundan sonra kasabaları ve şehirleri
basmak bir zaruretti. Şehirlere ve. kasabalara hücum edecek kudrette
olan ilk büyük sekban topluluğu K a r a m a n vilâyetinde eski beylerbeylerin
den Hüseyin Paşanın etrafında toplandı. Bu âsi paşanın bölükbaşıları ve
maiyyeti memurları sancaklara çıkarak kasabalara saldırdılar. Zenginler
kalelere giriyorlardı. Âsiler kaleleri sararak halktan bir çok paralar istiyor-
lar ve almadan çekilmiyorlardı 3 . Bunlardan başka, aynı sahalarda bir
çok da "vilâyet muhafazasına m e m u r " kimseler dörder beşer yüz sekbanla
dolaşmakta ve halkı para vermeye mecbur etmekte idiler 4 . Aynı vilâyetin
cenup sahalarında ise medrese talebesi levendlerle birleşmişlerdi; kasabalar
daima bunların hücumuna uğruyorlardı. Ayrıca, vilâyetin her tarafında
beylerbeyinin ve sancak beylerinin ağaları kalabalık bölüklerle dolaşıyor
lardı. Kasabalarda veya köylerde en ufak bir mukavemet felâket doğur
makta idi. Zenginlerin evleri ateşe veriliyor, kendileri de öldürülüyorlardı.
Fetret devrinin kanlı safhası başlamıştı.
K a r a m a n vilâyetinin hali çok feci idi; bir çok kimseler Istanbula
kaçmışlardı. Yukarıda söylediğimiz gibi, nihayet İstanbul'dan K a r a m a n
daki Hüseyin Paşayı ve Urfa taraflarındaki Karayazıcı'yı ele geçirmek
üzere vezir Mehmet Paşa serdar olarak yola çıktığında, K a r a m a n celâlîleri
Karayazıcı ile birleşmek üzere Güneydoğu Anadolu'ya geçtiler. Adana,
Maraş, Halep ve Urfa vilâyetleri tahammül edilmez derecede bir sekban
istilâsına uğradılar. Batı Anadolu sahasında dahi pek çok levendler ve
ümerâya maiyyet memurluğu yapmakta olan tanınmış "sipah zorbaları"
dahi Karayazıcı'ya katılmak üzere şarka hareket etmişlerdi 5 . Burada
şu mühim noktayı kaydetmek lâzımdır ki, Anadolu'nun dört bir tarafında
bulunan ağaların ve bölükbaşıların sanki evvelden hazırlanmış bir ihtilâl
hareketinde u m u m î emir almış gibi, bir şefin emri altına koşup gitme
lerinin sebeplerini katiyen bilemiyoruz. Yalnız, Hüseyin Paşanın vezir
Mehmet Paşanın hareketi üzerine Yazıcı'ya iltihak ettiği malûmdur.
1
D o ğ r u d a n doğruya reayanın ayaklanmalarına ve ü m e r a a d a m ariyle silâhlı mü-
cadeleye girişmelerine âit bir çok vakalar evvelki devre ait e t ü d ü m ü z d e çıkacak,
2
Abdülkadir, adı geçen eserinde köylülerin sekbanlara "şeytan izlâliyle" karıştık-
larını söylüyor; başka bir şey yazmıyor. Biz tetkiklerimizde celâlîlerin köylüleri herhangi
bir p r o g p a g a n d a ile saflarına aldıklarına dair bir emareye rastlamajdık
3
Başbakanlık arşivi, divan kayıt defteri, N o . 139 yaprak 6 ve 40 Selânikî, aynı y a z m a
yaprak, 331 ve 332; Etnografya Müzesi, Ankara sicilleri. N o . 6, s. 257
4
Başbakanlık arşivi, divan kayıt defteri. N o . 136, yaprak. 103
5
Bursa müzesi, Bursa sicilleri N o . B 136-351, yaprak 108.
92 MUSTAFA AKDAĞ
1
Ankara Etnografya müzesi, Ankara sicilleri, No. 6, s. 257.
2
Abdülkadir, aynı yazma, yaprak 73.
3
Kara Çelebi-zade, Ravzatülebrâr s. 489.
CELÂLİ FETRETİ 93
1
ken İstanbul'da yaptığı teşebbüs üzerine, Amasya beyliğine tâyin olundu .
Dağılan meşhur Celâli şefleri gene Karayazıcı'nın etrafına toplanıyorlardı.
Bunların ekseriyeti Anadolu'nun her tarafından gelen altı-bölük "zor
baları" idiler. Bütün R u m vilâyetinde (yani Sivas'ta) Fetret çoktan baş
lamış olduğu için, Karayazıcı ve arkadaşlarının buralarda görünmeleri
sekban kitlelerini bir kaç misline çıkarmaktan başka bir şey yapmış değildi.
Yalnız Karayazıcı'nın Celâlîlikte fazla ileri gitmediği, şehirleri ve kasaba
ları yakıp yıkma yerine, buraların halkından müzakere yoluyla toplu
paralar almayı tercih ettiği görülmektedir. İstediği paraları köy ve şehir
ve kasabaların halkı aralarında toplayarak götürüp teslim ediyorlardı.
Mesalâ, Tokat kadısının bir arzında verdiği malûmata göre, Karayazıcı
Çorum'a tâyin olunduğu sırada, "müfettiş-i emval" Abdülkerim ve def
terdar Derviş, kendisine vararak, Tokat'a 50 bin kuruş (resmî rayice göre
4 milyon akça) salma saldırmışlar, Yazıcı'ın ağalarından M u r a d Ağayı
getirerek, bu miktarın iki misli olan yüz bin kuruş toplamışlar ve kendi
lerine de ayrıca kırk bin kuruş almışlar, bu suretle yüz kırk bin kuruş
ödemeye mecbur kalan halk perişan olmuştu. Kadı arzında, "Yazıcı bir
şehirden bir akça almış değil i k e n " bu şahısların tahriki ile bu parayı
aldığını söylüyorsa da, bu hakikate uygun değildir. Çünkü binlerce sek
banlara verilen ulufeler ancak bu türlü ağır salmalarla elde edilebilmekte
i d i 2 . Kâtip Çelebi'ye göre, bu sıralarda mansıbların tevcihinde büyük
bir yolsuzluk vardı. Bir sancak beyliği iki üç adama birden veriliyordu.
Bunlardan parası olan, sancağı rakiplerinden kurtarabilmek için, gidip Ya-
zicı'ya bir çok paralar ve mal vererek ondan yardım istiyor ve mansıbına
bu suretle oturabiliyordu. Esasen, "kendisinde ref ve nasba kudret gör
düğü için" isyan etmişti 3 .
Bu müellifin fazla mazûl ümeranın meydana geldiği hakkındaki kaydını
diğer bir çok tarihî vesikalar da teyit ediyorlar 4 . Ancak bir mansıbın
bir kaç kişiye birden tevcih edilmesinden bir takım anlaşmazlıkların mey
dana geldiği, hele mansıb yüzünden ümerânın arasında çarpışmalar ol
duğu yolunda herhangi bir hâdiseye rastlamış değiliz. Esasen yeni tevcih
lerin çoğu "sefere gitmek" kaydiyle yapıldığından "mansıb erbabının"
bir kısmı seferde bulunmakta idi. Hele Celâlîlerin hemen hepsinin maiyyet
memuru ve altı-bölük halkından olmaları ve -Hüseyin paşa hariç- Ende-
rundan yetişmek suretiyle veya sair yollarla normal surette sancakbeyi
veya beylerbeyi olanların Celâlîler arasında görünmeleri, "fetret"de ma-
zûllerin rol oynamadıklarına delildir. Devriye bölükleriyle sancaklarını
ve vilâyetlerini, Celâlîler gibi, fiilen sekban kitlelerine soyduran ümera
1
Nuhbetüttarih ve'lahbar, s. 207.
2
Başbakanlık arşivi, tbnülemin, Dahiliye, karton 3, No. 645.
3
Kâtip Çelebi, Fezleke, C.l, S. 289.
4
Mesalâ: Ankara Etnografya müzesi, Ankara sicilleri, No. 6, s 258
CELÂLÎ F E T R E T İ 95
1
Nesli Oğlu, Kınalı Oğlu, Zülf ikar Paşa, Tekeli M e h m e d Paşa vesairleri e n d e r u n d a n
tayin olmayıp, Celâlîlikten yetişmişlerdir ve Celâlîlikten vazgeçmeleri için kendilerine
mansıb verilmiştir.
2
Yazıcı kendisine âit olduğu iddia edilen bir " h ü k m ü h ü m a y u n u " h ü k ü m d a r sı-
fatiyle güya b u r d a bir şahsa vermiş ve o şahsı vergiden muaf kılmıştı.
3
Hüseyin H ü s a m e t t i n Yazıcı'nın arkadaşları tarafından öldürüldüğünü yazıyor:
Amasya tarihi, C. 111. S. 35 (fakat ö l ü m ü n ü n hakiki şekli belli değildir).
96 MUSTAFA AKDAĞ
1
Selânikî, aynı yazma, yaprak. 343.
2
Arşiv, Ali Emiri tasnifi, Mehmed III devri, No. 22.
CELÂLİ FETRETİ 97
1
Ankara Etnografya Müzesi, Ankara sicilleri, No. 7, s. 287
2
Arşiv, Divan kayıt defteri. No. 143.
3
Arşiv, Ali Emiri, Mehmed III No. 70-Divan kayıt defteri No. 143, yaprak 62-
îbnülemin, karton: 3, No. 485.
4
Arşiv, divan kayıt defteri. No. 146, yaprak. 39
5
Ankara Etnografya müzesi, Ankara sicilleri, No. 7, s. 257, 276, 286-N0. 8, S. 412-
Arşiv, divan kayıt defteri No. 146 yaprak. 63 .
98 MUSTAFA AKDAĞ
1
Bursa'y müdafaaya memur etti. Halbuki o taraflarda görülen panik
Bursa'dan kat kat fazla idi. Kadılar arzlar yollayarak vaziyeti bütün
tafsilâtı ile merkeze bildirdiler. Halk da mahzarlar yolladılar. Parası olan
ların kalelere ve emin yerlere göçtüklerini, "fakir fukaranın" ise bir yere
gidemiyerek korkudan feryat ettiklerini kaydediyorlardı; halk sancak
beylerinin ve askerlerin Bursa'ya çağrılmalarına itiraz ediyorlardı. Bu
vaziyette hükümet beylerin yerlerinde kalmalarına razı olmak mecburi
l
yetinde k a l d ı . Fakat Deli Hasan birden bire kararını değiştirerek kethüdası
"Şahverdi"yi istanbul'a yolladı ve hükümetten mansıb talebetti.
Yukarda dediğimiz gibi bu hâdise Yemişçi Hasan Paşanın sipahi
isyanını bastırmasından sonra olmuştur. Nihayet, Bosna beylerbeyliğine
verilen ve Hasan Paşa adını alan Deli Hasan, bahara, vilâyetine büyük
bir sekban kalabalığı r ile hareket etti. Maiyetinden yedi kişiye de gene
Rumeli taraflarında sancak beyliği verildi. Dört yüz bölükbaşı İstanbul'da
"sipah ve silâhtar" bölüklerine geçirildiler 2 . Bu fırsattan istifade ile Ana
dolu'yu sükûnete kavuşturmak isteyen hükümet b ü t ü n celâlîler hakkıda
bir de af ilân etti. Gerek Karayazıcı'nın ve gerek Deli Hasan'ın, "cemiyet
lerine v a r a n " bütün âsiler, reaya olsun hükümet mensubu olsun , af olunu
yorlardı. Dirlik sahiplerinin dirliklerine dahi dokunulmıyacaktı 3 .
Deli Hasan'dan nerede ve ne için ayrıldıklarını bilmediğimiz Tavil
ve Karakaş Mehmed adındaki şefler ve daha bir çok celâli ileri gelenleri
Kütahya, Konya, Kayseri, Çcrum, Kastamonu, Bolu sancaklarının çev
relediği bütün Orta Anadolu'da daha bir sene faaliyette bulunarak sekban
kadrolarını misli görülmedik bir dereceye çıkarıp kendileri nihayet
Çağala zade Sinan Paşa ile barıştılar ve mansıblarını alarak şark seferine
gittiler. Bütün Anadolu ise, aksine, kan ve ateş içinde kalarak, "Büyük Kaç-
g u n " "Büyük firari" adları ile söylenen büyük bir kendi kendisini tahrip
felâketine girmiş oldu ki, meselenin bu safhasını bundan sonrası için
hazırlamakta olduğumuz tedkîkimizde izah edeceğiz.
C- CELÂLİ F E R T R E T İ N D E H Ü K Ü M E T İ N SİYASETİ
V E ALINAN T E D B İ R L E R İ
I- HALKIN KADILAR İDARESİNDE KORUNMA TEŞKİLÂTI
KURMALARI İL-ERLERİ VE YiĞİTBAŞILAR
1
Beylerbeylerinin emirlerinde bunlardan başka vilâyetin ehemmiyetine göre elli ile
yüz arasında "vilâyet divan çavuşları" vardı ki bu.çavuşlar paşa sancağının yüksek tımar
erbabı arasından beylerbeyinin selâhiyeti ile seçilirdi. Çavuş olan tımar sahibinin dir
liği yükseltiliyordu.
102 MUSTAFA AKDAĞ
1
fesadın hakkından gelmeleri" yolu gösteriliyordu . Reayanın kendi ken
dilerini korumaları celâlîlerle, daha doğrusu bu sıralarda devriye bölükleri
ile mücadelede gayet iyi netice veriyordu. H a t t â pek çok yerlerde köylü
lerin maiyyet memurlarını ve onların sekbanlarını mağlup ettikleri dahi
görülmüştü. Fakat bu hareket de hükümetin istediği muayyen bir hududda
kalamıyor, bu defa, da reayanın hükümet kontrolundan çıktığı, hattâ bazı
yerlerde köylülerin tamamiyle isyan ettikleri görülüyordu ki, eğer hâdise
lerin bu cephesi inkişaf etmiş olsaydı, celâli isyanlarına değil, tam mana-
2
siyle sosyal bir halk isyanına şahit olacaktır .
Hükümet bu cihetlerden çekindiği için, celâli fetreti şiddetini art
tırdığında, sancakların emniyetini korumak üzere yeni yeni şekiller düşün
müştür. Meselâ bir ara "il-erleri'nin" başına bir yiğitbaşı değil, hükümete
mensup çavuş, zaim, sipahi ve sair resmî bir kimseyi tayin eder oldu. Bu
yeni koruma şeflerine "eşkiya serdarı", "il muhafızı" gibi isimler veril
mekte idi. Bunlardan her sancakta kaç kişi vardı ve her biri ne kadar
,"il-eri" topluyordu, bilmiyoruz. Niğde "Ayan ve eşrafının" kadıya müra
caat ile İstanbul'a yollattıkları şikâyetlerine göre, 1597 de bu sancakta
"vilâyet muhafazasını müstakil mansıb" olarak almış bir çok kimselerin
dörder ve beşer yüz levandât ile dolaştıkları anlaşılmaktadır 3 . Buna
benzer daha bir çok vesikalardan anlaşılıyor ki, her sancakta ihtiyaca ve
bir az da halkın gösterdiği arzuya göre bir kaç " i l e r i " bölüğü teşkil olun
muş ve başlarına fermanla birer serdar verilmişti. Divanda sahte ferman
satılması gibi bir yolsuzluğun bu sıralarda fazla olduğu düşünülünce, pek
çok "il muhafızlarının" da sırf cürüm ve cinayet resmi adı altında halkı
soymak için böyle fermanlarda faydalandıkları şüphesizdir.
Yarım asırlık mazisi olan celâlî mücadelesinin "fetret safhası" nın, 1596
da, birden bire denecek kadar sür'atle, Anadolu'nun her tarafında, bir
yangın halinde parlamış bulunduğunu -söylemiştik. Buna rağmen, hükü
met daha üç sene, yani 1599 yazma kadar, doğrudan doğruya her hangi
bir "celâlî seferi" tertip etmedi. Hüseyin Paşa ve Karayazıcı gibi celâlî
şeflerinin etrafında toplanan büyük sekban gurupları şehirlere ve kasaba
lara da saldırmaya başladıktan sonradır ki', hükümet İstanbul'a kaçan kadı,
müderris, ayan ve eşrafın divana yaptıkları şikâyet ve hattâ tazyik önünde
daha fazla mukavemet edemiyerek sefere karar vermiştir. İlk sefer 1599
Temmuzu sonunda, Anadolu'dan kaçan halkın tazyiki ile açıldı. Serdarlığa
Sinan Paşa zade üçüncü vezir Mehmet paşa tayin olundu. " T â serhadd-i
mansureye varınca vilâyet içinde zahir olan celâlî ve ehl-i fesadm vücutlarını
dünyadan kaldırıp" Diyarbekir'de kışlaması için serdara ferman verildi:
Bu seferin tertip şeklini ve Mehmed Paşaya verilen kuvvetlerin teşkilindeki
hususiyetleri bilmek mevzuumuz için çok önemlidir. Çünkü bu, yalnız
ilk celâlî seferi değil, aynı zamanda 1596 ile 1603 yılları içinde Anadolu'ya
tertip olunan seferler içinde en muvaffakiyetli olanıdır.
Hükümetin Anadolu'daki karşıklıklardan siyasî bir endişe duymadı
ğını, Avusturya ve İ r a n seferlerine normal surette devam ettiğini sırasında
kaydetmiştik. Fakat 1598 den sonraki celâlî hâdiselerine karşı da aynı
suretle hareketsiz kalmaya imkân yoktu. Çünkü sekban dalgalarının tah
ribatı kasabalara ve şehirlere intikal ettiğinden, ulemâdan ve şehirlerdeki
büyük ailelerden pek çokları İstanbul'a kaçmışlardı. Bunlar, "hân-ü-man-
larının" mahvolduğunu ileri sürerek hükümeti mütemadiyen tazyik edi-
1
Bu şahsın bildiğimiz meşhur Karayazıcı olduğu şüphelidir. Çünkü hükümde tarih
olmadığı gibi yazılı olduğu defter de (1011-1013) hicrî yıllarına aittir.
104 MUSTAFA AKDAĞ
1
Selânikî, aynı yazma, yaprak: 332
2
Meselâ Bursa kadılığından ikiyüz kişi tüfenkli ve avcı isteniyordu: Bursa müzesi
sicilleri, BNo. B 14-194, yaprak: 78.
3
Selânikî, aynı yazma, yaprak: 333
CELÂLÎ FETRETİ 105
dan elde ettiği paralardan sekbanlara ödediği ulufe çok yüksek olduğu
için, ekseriya hükümet tarafının sekbanları celâlîler tarafındaki sekban
arkadaşlarının yanına geçerler ve hükümet kuvvetlerinin mağlûp olma
larına sebep olurlardı. Bütün celâli mücadelesi sırasında göze çarpan
hakikat bu idi.
İşte Mehmed Paşa bunları düşündüğü içindir ki, ordusunda fazla
sekban bulundurmamak gayesiyle yukarda söylediğimiz tarzda bir kuvvet
teşkil etmişti. Hakikaten Mehmed Paşa böyle bir tedbir sayesinde celâlîlerle
her karşılaşmasında galip gelmiştir. Celâlîlerin zaman zaman yarattıkları
krizi önlemek için hükümetin daima bu yoldan yürüdüğünü, yani "ekrad
ve a'rap askeri" dediği sekbanlıkla alâkası olmayan aşiret halkından
faydalandığını daima göreceğiz ki, bu cihet celâli mücadelesi tarihinde mü
him b ; r noktadır ve bilinmesine çok lüzum vardır.
Karayazıcı, Mehmed Paşaya, ilk defa Elbistan taraflarında mağlûp
olmuş, ondan sonra Urfa kalesine kapanmıştı. Hüseyin Paşayı teslim mu
kabilinde kendisine Antep sancak beyliği verildi. Mehmed Paşa merkezden
aldığı emir üzerine Karayazıcı'ya tekrar hücum ederek gene perişan etti.
Celâlîler bu defa Sivas taraflarına kaçtılar. Bundan sonra Yazıcı Amasya
beyliğine verildiği esnada, vezir Mehmed Paşanın da azlolunduğu görül
mektedir. Bunun yegâne sebebi paşanın kendi sekbanlarını yanında tu
tabilmesi için celâlîler gibi halkın malını ve parasını yağma etmelerine
göz yummuş olması idi. Belki bir az da İstanbul'daki rakiplerinin tesiriyle,
Mehmed Paşanın Yazıcı'dan daha zalim olduğu hakkında hükümete
şikâyetler yapılmıştı l .
Karayazıcı Çorum'a tayin olunduğu sırada, sekbanlarının soyguna
devam etmesi üzerine, "Celâli serdarlığı" bu defa da Bağdat Beylerbeyisi
olan Sokullu zade Hasan paşaya verildi, istanbul'dan da eski Halep
beylerbeyisi Hacı İbrahim paşa yollandı. Fakat bu paşa serdarla birleşme
den evvel Karayazıcı'ya hücum ettiğinden, Kayseri'de mağlûp olarak
kaleye kapanmak mecburiyetinde kaldı. Bu hâdisede İbrahim Paşanın
sekbanlarının celâlîler tarafına geçip geçmedikleri belli değildir.
Serdar Hasan paşa, Musul'da, Sinan Paşa zade Mehmed Paşanın
yaptığı gibi, " İ m a â i y e hâkimi olan Seyit H a n ' d a n ve Cizre hâkimi Mir
Şereften ve Eburiş oğlundan ve saçlı ekradından tüfekli sekbanlar"
isteyerek Ruha, Diyarbekir, Şam vesair memalik-i arap askerleriyle bir
likte kuvvetli bir ordu topladı 2 . Kayseri'den Elbistan'a geçmiş bulunan
Yazıcı ile Hasan Paşa burada karşılaştıklarında Celâlîler yenildiler, ve bir
rivayete göre, yirmi bin sekban telefat verdiler 3 . Hasan Paşa celâlîleri
takip ile Tokat taraflarına geçti. Yazıcı, Canik dağlarına kaçtığı için,
paşa cenup askerlerine kışlak izni verdi. İlk baharda celâlîlerin basına
1
Peçevî, C. II, S. 253.
2
Abdülkadir, aynı yazma, yaprak 73- Peçevî, C. 2, S. 253.
3
Nuhbetüttarih ve'lahbâr, s. 207
106 MUSTAFA AKDAĞ
1
Başbakanlık arşivi, İbnülemin, Dahiliye, karton 7, No. 155L
2
Ankara Etnografya müzesi, Ankara sicilleri, No. 8, s. 334 ve 344
3
Nuhbetüttarihvelahbar, s. 211- Peçevî C. II, S. 253.
CELÂLİ FETRETİ 107
1
Bununla beraber devlet, aynı sekbanlardan Avusturya ve İran seferlerinde çok
fayda görülüyordu. Anadolu'da hükümet ve celâlî saflarında karşılaşan sekbanlar
çarpışma yerine âdeta birbirleriyle kucaklaştıkları halde, beylerin kapısında sefere
gidince düşmana karşı harp ederek fedakârca ölüyorlardı.