You are on page 1of 29

HEAL THYSELF EDWARD BACH

KENDİNİ
İYİLEŞTİR

Hastalığın gerçek nedeninin ve tedavisinin açıklaması

EDWARD BACH
M.B., B.S., M.R.C.S., L.R.C.P., D.P.H.
HEAL THYSELF EDWARD BACH

Bu elektronik basım © 2009 Bach Merkezi


İlk kez 1931'de Büyük Britanya'da yayımlandı

Yeniden basımı: 1937, ................. 1988 (iki kez), ...... 1994


Yeni baskı 1996 ...
Yeni baskı 2005

Basım 1.1

Dr Edward Bach Centre


........
www.bachcentre.com

İçeriğinde hiçbir değişiklik yapılmaması kaydıyla bu yayının çoğaltılması ve dağıtımı mümkündür. Tüm
hakları saklıdır.
HEAL THYSELF EDWARD BACH

Bu kitap,
tüm acı ve sıkıntı çekenlere
adanmıştır.
HEAL THYSELF EDWARD BACH

ÖNSÖZ
Dr Bach, alçakgönüllü ruhsallığı, ayağı yere basan bilgilerle özgün bir şekilde harmanlamasıyla tanınır.
Yalın felsefesi pek çok kişiye müthiş bir ilham ve huzur kaynağı olmuştur. Kendini İyileştir çok ilgi
görmüş; bu ilgi, kitabın belirli yönlerine dair birtakım soruların sorulmasına neden olmuştur.

Son paragrafta, 'o yüce Beyaz Kardeşlik topluluğu' ile birleşmeye çağrılmaktayız. Bazıları bunun ırkçı
bir ifade olduğuna dair kaygılarını belirtmiştir. Bu terimin kullanılışının, derinin rengi veya ırk ile hiçbir
şekilde ilgisi olmadığını açıklığa kavuşturmak isteriz. Dr Bach, ırkçılığın her şeklini tiksindirici
bulmuştur. ‘Beyaz’ kelimesini ruhani ışığı ifade etmek için kullanırdı ve ‘kardeşlik’ de insanlığın
yararına çalışmış ve aydınlanmış – her iki cinse ve tüm ırklara mensup - bir insanlar topluluğu idi.

3. Bölümde Dr Bach fiziksel belirtileri doğrudan olumsuz duygulara bağlamaktadır. Bununla birlikte,
Kendini İyileştir kitabını, buluşlarının daha en başında yazdığı unutulmamalıdır. Daha sonraları, On İki
Şifacı ve Diğer Remediler kitabında da açıkça ifade ettiği gibi, fiziksel hastalıkların altta yatan
duygulara yönelik bir rehber olduğu düşüncesini terk etti: ‘Bedenin en nazik ve hassas parçası olan
zihin, rahatsızlığın başlangıcını ve seyrini vücuttan çok daha belirgin bir şekilde göstermekte, böylece
hangi remedi veya remedilerin gerektiği konusunda zihinsel durum bir kılavuz olarak seçilmektedir.
Hastalığı dikkate almayın, sadece sıkıntıda olan kişinin hayata bakışını göz önünde bulundurun.’
HEAL THYSELF EDWARD BACH

Bu açıklamamızın her türlü yanlış anlamayı gidermesini fakat en çok da kitaptan keyif almanızı ve
sonuç itibarıyla zenginleştirilen yaşama dair düşüncelerinizi ve görüş açınızı burada bulmanızı umarız.
Keyifli okumalar ve en içten dileklerimizle,

Bach Merkezi
Mount Vernon
HEAL THYSELF EDWARD BACH

BİRİNCİ BÖLÜM

Bu kitabın amacı, şifa sanatının gereksiz olduğunu ileri sürmek değildir; maksadının bununla uzaktan
yakından ilgisi yoktur; fakat basitçe bu kitabın, hastalıklarının gerçek kökenini kendi içlerinde
aramada sıkıntı yaşayanlar için bir rehber niteliğinde olacağı, böylelikle bu kişilerin iyileşme
süreçlerinde kendi kendilerine yardımcı olmalarını sağlaması arzu edilmektedir. Dahası bu kitabın,
hem tıp mesleğinde hem de dini kuruluşlarda* insanlığın esenliği için kalben çalışan kişileri, insanları
çektiği acılardan kurtarmak için uğraşırken sarf edilen gayretin karşılığını ikiye katlayarak onları teşvik
edebileceği ve dolayısıyla da hastalıkların aşılacağı zaferin elde edileceği günü hızlandırması arzu
edilmektedir.
Modern tıp biliminin başarısızlığının temel nedeni, sebeplerle değil, sonuçlarla ilgileniyor olmasıdır.
Yüzyıllardır hastalığın gerçek doğası materyalizm tarafından maskelenmiştir; nitekim kökeniyle
uğraşılmadığından verdiği zararları da artırması için hastalığa her türlü fırsat verilmiştir. Durum,
tepelerde sağlam bir şekilde konuşlanmış olan düşman, çevredeki kırsal alanda sürekli olarak gerilla
savaşı yaparken, halkın da bu güçlü garnizonu göz ardı ederek eşkıyaların yaptıkları baskın ve
yağmaların sonucunda hasarlanan evlerini onararak ve ölülerini gömerek kendilerini tatmin
etmelerine benzer. Genel anlamda tıbbın bugünkü durumu da böyledir; düşmanın iyi korunan o kalesi
göz ardı edilerek, kırsal alanda saldırıya uğrayanların tedavi edilmesinden ve katledilenlerin de
gömülmesinden başka bir şey yapılmamaktadır.**
Hastalık, kökeni itibarıyla maddi bir şey olmadığından mevcut materyalist yöntemlerle asla tedavi
edilemeyecek veya ortadan kaldırılamayacaktır. Zira hastalığın vücutta meydana gelen bir sonuç olup,
derin ve uzun zamandır etkin olan kuvvetlerin nihai ürünü olduğunu ve tek başına bedensel
tedavinin, görünürde başarılı olsa dahi gerçek sebep ortadan kaldırılmadığı takdirde geçici bir
rahatlamadan başka bir şey olmadığını biliyoruz. Tıp biliminin bugünkü modern eğilimi, hastalığın
gerçek doğasını yanlış yorumlayarak ve maddi anlamda fiziksel bedene ağırlık vererek hastalığın
gücünü muazzam ölçüde artırmıştır. Bunu da öncelikle insanların düşüncelerini hastalığın
kökeninden ve dolayısıyla da etkin bir şekilde üstüne gitme yönteminden uzaklaştırarak; ikinci olarak
da hastalığı yalnızca bedenle sınırlayıp gerçek anlamda iyileşme arzusunu karanlığa gömerek ve asla
var olmaması gereken, güçlü hastalık korkusu kompleksine yol açarak gerçekleştirmektedir.
Esas itibarıyla hastalık, Ruh ve Zihin arasındaki çatışmanın sonucudur ve ruhsal ve zihinsel olarak çaba
sarf etmeden asla ortadan kaldırılamaz. Bu çabalar, ileride göreceğimiz üzere, tam bir kavrayışla
doğru şekilde sarf edildiği takdirde, ana neden olan o temel etkenler giderilerek hastalık tedavi
edilebilir ve engellenebilir. Bedene yönelik hiçbir çaba, üstünkörü bir onarım kadar zarar veremez;
dolayısıyla hastalığın nedeni hâlâ faal olduğundan ve başka bir formda kendini her an yeniden
gösterebileceğinden aslında burada bir tedaviden söz edemeyiz. Aslına bakılırsa pek çok durumda
görüntüdeki iyileşme zararlıdır çünkü hastadan, sıkıntısının gerçek nedenini saklar ve sağlık
durumunun görünüşte iyi olmasının yarattığı tatmin ile farkına varılmayan hastalığın gerçek etkeni
kuvvetlenebilir. Bu tür vakaları, işbaşında olan olumsuz ruhsal veya zihinsel kuvvetlerin ve bu
kuvvetlerin sonucunda fiziksel bedende hastalık adını verdiğimiz şeyin oluştuğunu bilen ya da bu
bilgilerin kendisine bilge bir doktor tarafından aktarıldığı hastanın durumuyla karşılaştırın. Eğer o
hasta, o kuvvetleri doğrudan etkisizleştirmeye teşebbüs ederse, bu çabasına başarılı bir şekilde
başladığı andan itibaren sağlık durumunda iyileşme kaydedilecek ve sürecin sonunda hastalık
tamamen ortadan kalkacaktır.

* 1900’lerin başında İngiltere’de sağlık konusunda faaliyetleri bulunan dini kuruluşlar


** kırsal alan ifadesi bedeni, kale ifadesi zihni temsil etmekte
HEAL THYSELF EDWARD BACH

En iyi korunan yere, ‘düşmanın’ kalesine, yani sıkıntıya neden olan şeyin tam temeline hücum
edilerek gerçekleştirilen bu tedavi, tam anlamıyla gerçek iyileşmedir.
Modern bilimde uygulanan materyalistik yöntemlerin istisnalarından biri de Homeopatinin kurucusu
büyük Hahnemann'ın yöntemidir. İnsanın içinde bulunan Yaratıcı’nın cömert sevgisini ve İlahiliği fark
eden Hahnemann, hastalarının yaşama, çevreye ve geçirmekte oldukları hastalıklarına karşı zihinsel
tavırları üzerinde çalışarak, kırlardaki bitkilerde ve doğa âleminde sadece bedenleri iyileştirmekle
kalmayan, aynı zamanda hastaların zihinsel bakış açısını da iyileştiren remediyi bulmaya çalıştı.
Dileriz, yüreklerinde insan sevgisi taşıyan gerçek doktorlar, Hahnemann'ın ilmini geliştirsin ve yaysın.
İsa'dan beş yüz yıl önce eski Hindistan'da Buda'nın etkisi altında çalışan bazı doktorlar şifa sanatını
öyle mükemmel bir düzeye çıkarmışlardı ki o zamanlar yapılan ameliyatlar günümüzdekiler kadar,
hatta onlardan daha etkili olmasına karşın ameliyat yöntemini uygulamadan kaldırabilmişlerdi.
İyileştirme konusunda güçlü ideallere sahip Hipokrat, insanda ilahiliğin varlığından emin olan
Paracelsus ve hastalığın fiziksel düzlemin üstünde bir düzlemde ortaya çıktığını fark eden Hahnemann
gibi kişiler... İşte bu isimlerin tümü, acı çekmenin gerçek doğası ve bunun çaresi hakkında çok fazla
bilgiye sahipti. Kendi sanatlarının bu büyük üstadlarının öğretileri takip edilmiş olsaydı son yirmi veya
yirmi beş yüzyılda, tarifi mümkün olmayan bu kötü durumdan kaçınılmış olacaktı fakat başka şeylerde
olduğu gibi materyalizm Batı dünyasına çok güçlü bir şekilde etki etmiştir ve oldukça uzun bir süre,
gerçekten de buna engel olan sesler, hakikati bilenlerin verdiği tavsiyelerin üstüne çıkmıştır.
Kısaca ifade etmek gerekirse hastalık, görünüş itibarıyla son derece amansız olmakla birlikte, özünde
faydalı ve hayrımızadır; doğru yorumlandığı takdirde bizi, esas eksik yanlarımıza yönlendirecektir.
Doğru şekilde tedavi edildiği takdirde ise o hatalı yanlarımızın ortadan kaldırılmasına ve bizim daha
önce olduğumuzdan daha iyi ve mükemmel olmamıza neden olacaktır.
Acı çekmek, başka yollardan kavrayamadığımız bir derse dikkat çekmek için düzeltici bir araçtır ve o
ders öğrenilene kadar asla kökünden söküp atılamaz. Şu da bilinmelidir ki, uyarıcı belirtilerin önemini
fark eden ve okuyabilenlerde, eğer uygun düzeltici olan ruhsal ve zihinsel gayret sarf edilirse hastalık
daha başlamadan önce önlenebilir veya ilk aşamalarında durdurulabilir. Ne kadar ciddi olursa olsun
hiçbir vakada umutsuzluğa düşülmemelidir zira bireye hâlen fiziksel yaşam sunuluyor olması, hüküm
süren Ruhun umutsuz olmadığını gösterir.
HEAL THYSELF EDWARD BACH

İKİNCİ BÖLÜM

Hastalığın doğasını kavramak için belirli temel gerçeklerin tanınması gerekir.


Bunların ilki, insanın bir Ruhu olduğu ve bu Ruhun onun gerçek özü olduğudur. İlahi, Kudretli bir
Varlık, her şeyi Yaratanın Evladı; öyle ki beden, o Ruhun dünyevi tapınağı olmakla birlikte, küçücük bir
yansımasından başka bir şey de değildir. Ruhumuz, içimizde ve dışımızda bulunan İlahiliğimiz aracılığı
ile yaşamlarımızı yaratımın istediği şekilde düzenlenmesi için önümüze serer; bizim izin vereceğimiz
kadarıyla ve daima en yüksek hayrımıza doğru bizi yönlendirecek kadar dikkatli ve yardımcı bir şekilde
bize rehberlik eder, korur ve bizi yüreklendirir: O, yani bizim Üst Benliğimiz, yaratıcının bir kıvılcımı
olduğundan yenilmez ve ölümsüzdür.
İkinci ilke, bu dünyada kendimizi bildiğimiz kadarıyla, bizim, dünyada var olarak edinilebilecek tüm
bilgi ve deneyimleri kazanma, eksiğimiz olan erdemleri geliştirme ve içimizde hatalı olan her ne varsa
temizleme ve dolayısıyla doğamızın mükemmelliğine doğru ilerleme amacıyla burada bulunan
kişilikler olduğumuzdur. Ruh, buna en iyi olanak sağlayacak ortam ve koşulları bilir ve bizi yaşamın o
amaca en uygun alanına yerleştirir.
Üçüncüsü, bizim yaşam olarak bildiğimiz bu dünyadaki kısa yolculuğumuzun, tıpkı okuldaki bir günün
yaşam içerisinde işgal ettiği yer gibi evrim sürecimizde sadece bir andan ibaret olduğunu kavramamız
gerektiğidir. Şu an için sadece o bir günü görebiliyor ve anlayabiliyor olsak da sezgilerimiz bize
doğumun başlangıcımızdan ve ölümün de bitişimizden sonsuz uzaklıkta olduğunu söylemektedir.
Gerçek biz olarak ifade edebileceğimiz Ruhlarımız ölümsüzdür ve farkında olduğumuz bedenlerimiz,
tıpkı bir yolculuğa gitmek için bindiğimiz atlar ya da bir iş yapmak için kullandığımız araçlar gibi
geçicidir.
Ve ardından dördüncü büyük ilke gelir; ruhlarımız ve kişiliklerimiz uyum içinde olduğu sürece neşe ve
huzur, mutluluk ve sağlıktan başka bir şey söz konusu değildir. Ne zaman ki kendi dünyevi arzularımız
veya başkalarının zihnimizi etkilemesi ile kişiliklerimiz baştan çıkarak, Ruhumuz tarafından belirlenen
yoldan sapar, o zaman çelişki meydana gelir. Bu çelişki, hastalığın ve mutsuzluğun kökenindeki
nedendir. Ayakkabı boyacısı veya hükümdar, toprak sahibi veya köylü, zengin veya fakir, dünyadaki
işimiz ne olursa olsun, o işi Ruhun söylediklerine göre yaptığımız sürece her şey yolundadır. İster
prens ister fakir, yaşamda hangi göreve yerleştirilmişsek yerleştirilelim, o konum evolüsyon için o an
gerekli olan dersleri ve deneyimleri içerir ve gelişimimiz ile ilgili olarak bize en yüksek faydayı sağlar.
Bir sonraki büyük ilke de her şeyin Birliğini kavramaktır. Buna göre her şeyin Yaratıcısı Sevgidir ve
farkında olduğumuz her şey ister bir gezegen veya bir çakıl taşı, ister bir yıldız veya çiğ tanesi, ister
insan veya en basit canlı türü olsun o Sevginin tezahür etmiş sonsuz sayıdaki yaşam formlarıdır.
Yaratıcımızın, iyiliğin ve sevginin enerjisiyle dolu muazzam bir güneş olduğunu; tam merkezinden
sonsuz sayıda ışının çıkıp, her yönde ışıdığını; bizim ve farkında olduğumuz her şeyin, o ışınların
ucundaki bilgi ve deneyimi edinmek üzere gönderilmiş ancak en sonunda o büyük merkeze dönecek
olan parçacıklar olduğumuzu düşünerek, bu fikri bir an için gözümüzde canlandırabilir ve anlayabiliriz.
Her bir ışın bize ayrı ve bağımsız görünse de aslında o büyük merkezî Güneş’in bir parçasıdır. Ayrılma
olanaksızdır zira bir ışın, kaynağından koptuğu anda varlığı son bulur. Böylelikle her bir ışın bağımsız
olsa da o büyük merkezî yaratıcı gücün bir parçası olduğu için ayrılmanın olanaksızlığını biraz da olsa
anlayabiliriz.
Dolayısıyla kendimize veya bir başkasına karşı yapılan herhangi bir hareket bütüne etki eder, çünkü
bir parçada kusur oluşumu, her bir parçacığı eninde sonunda mükemmelliğe erişecek olan bütüne
yansır.
HEAL THYSELF EDWARD BACH

Öyleyse iki büyük olası temel hata olduğunu anlıyoruz: Ruhlarımız ve kişiliklerimiz arasındaki kopukluk
ve başkalarına karşı zalimlik ya da hatalı davranış ki bu, Birliğe karşı işlenen bir günahtır. Bunlardan
herhangi biri çelişki yaratacaktır ki bu da hastalığa yol açar. Nerede hata yaptığımızı anlamak (ki
bunun çoğunlukla farkına varmayız) ve hatayı düzeltme yönünde sarf edilen ciddi bir çaba sadece
neşe ve huzur değil, aynı zamanda sağlık dolu bir yaşama da olanak verecektir.
Hastalığın kendisi bizzat hayrımızadır ve amacı, kişiliği yeniden Ruhun İlahi iradesine geri
döndürmektir; böylelikle biz de hastalığın hem önlenebilir hem de kaçınılabilir bir şey olduğunu
görebiliriz zira yapmakta olduğumuz hataları bizzat fark edebilseydik ve bu hataları hem ruhsal hem
zihinsel araçlarla düzeltebilseydik acı veren ciddi derslere gerek olmazdı. Son çare olarak acı ve
ızdırap devreye sokulmadan önce bize bakış açımızı düzeltmemiz için İlahi Güç tarafından her fırsat
tanınır. Mücadele ettiğimiz hatalar bu yaşamın, bu okul gününün hataları olmayabilir. Fiziksel
zihinlerimizdeki bizler neden acı çektiğimizin - çekmekte olduğumuz acı bize zalimce ve sebepsiz gibi
görünebilir - bilincinde olmasak da Ruhlarımız, yani öz benliğimiz tam amacı bilmekte ve bizi en
yüksek hayrımıza yönlendirmektedir. Hâl böyleyken hatalarımızı anlamak ve düzeltmek, hastalık
süremizi kısaltacak ve bizi sağlığımıza kavuşturacaktır. Ruhun amacının ne olduğuna dair bilgi ve o
bilgideki kabul, dünyevi acı ve sıkıntılardan kurtulma anlamına gelir ve neşe ve mutluluk içinde
evrimimizi gerçekleştirme konusunda bizi serbest bırakır.
İki büyük hata vardır: Birincisi, Ruhumuzun uyarılarına saygı göstermemek ve bunlara uymamak ve
ikincisi, Birliğe karşı hareket etmek. Birincisiyle ilgili olarak, başkalarını yargılama konusunda isteksiz
olun çünkü biri için doğru olan diğeri için yanlıştır. Tüccarın işi, yalnız kendisi için değil, istihdam
edeceği kişilerin de yararına olacak bir iş kurmaktır. Tüccar bu işi kurarken verimlilik ve kontrol
konusunda bilgi edinip her iki konuyla ilintili erdemleri de geliştirir. Tüm bunları yaparken kullanması
gereken nitelikler ve erdemler, hastaların bakımını üstlenirken kendi yaşamından fedakârlıkta
bulunan hemşirenin niteliklerinden ve erdemlerinden farklı olacaktır. Bununla birlikte tüccar da
hemşire de Ruhlarının uyarılarını dinleyip uydukları takdirde kendi evrimleri için gerekli nitelikleri
hakkıyla öğreneceklerdir. Önemli olan; vicdan, içgüdü ve ilham yoluyla bize seslenen Ruhumuzun,
Üst Benliğimizin emirlerine uymaktır.
Dolayısıyla ilkeleri ve özü itibarıyla hastalığın hem engellenebilir hem de iyileştirilebilir olduğunu
görmekteyiz. Fiziksel çarelere ek olarak, hastalara yaşamlarındaki hata kaynaklı sıkıntılar ve bu
hataların kökünden düzeltilmesini sağlayacak yol ile ilgili bilgiyi vermek; böylece, onları yeniden sağlık
ve neşeye kavuşturmak ruhsal şifacıların ve doktorların işidir.
HEAL THYSELF EDWARD BACH

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Hastalık olarak bildiğimiz şey, çok daha derin bir rahatsızlığın son aşamasıdır ve tedavide tam bir
başarı sağlamak için temelindeki sebep ortadan kaldırılmadığı sürece tek başına sonuçla ilgilenmenin
bütünüyle etkili olmayacağı da açıktır. İnsanın yapabileceği en önemli hata, Birliğe karşı hareket
etmektir; bu da kendini sevmekten- kendi çıkarını düşünmekten kaynaklanır. Bununla beraber önemli
tek bir acının- rahatsızlığın veya hastalığın olduğunu söyleyebiliriz... Ve Birliğe karşı eylem nasıl çeşitli
türlere ayrışıyorsa bu eylemlerin bir sonucu olan hastalık da sebeplerine göre ana gruplara ayrılır. Bir
hastalığın gerçek doğası, Sevgi ve Birliğin İlahi Yasasına karşı gerçekleştirilen eylemin ne olduğunun
ortaya çıkarılmasında kullanışlı bir rehber olacaktır.
Eğer doğamızda her şeye karşı yeterince sevgi barındırıyorsak, o zaman hiçbir zarar veremeyiz çünkü
o sevgi, başkasına zarar verebilecek herhangi bir eylemde bulunacak olduğumuzda elimizi, bir
düşünce üretecek olduğumuzda ise zihnimizi durduracaktır. Fakat henüz o mükemmellik düzeyine
erişmedik; eğer erişseydik burada var olmamız gerekmeyecekti. Ancak hepimiz o hâli arıyor ve oraya
doğru ilerliyoruz; zihinsel veya bedensel sıkıntılar çekenlerimiz ise bizzat o sıkıntı aracılığıyla belirtilen
amaca doğru yönlendiriliyor ve eğer biz bu durumu değerlendirebilirsek sadece o hedefe doğru
adımlarımızı hızlandırmış olmakla kalmaz, aynı zamanda kendimizi hastalık ve sıkıntılardan da
korumuş oluruz. Dersin anlaşıldığı ve hatanın ortadan kaldırıldığı andan itibaren artık düzeltmeye
ihtiyaç kalmamıştır çünkü acı çekmenin özü itibarıyla yanlış yollara saptığımızda bize uyarıda
bulunması ve muhteşem mükemmelliğe doğru evrimimizi hızlandırması bakımından iyi bir şey olduğu
gerçeğini anımsarız.
İnsanın en önemli hastalıkları aslında gurur, zalimlik, nefret, kendini beğenme, cehalet, dengesizlik ve
açgözlülük gibi bozukluklardır ve dikkatle bakıldığında bunların her biri Birlik ‘e muhalif bulunacaktır.
Bu gibi bozukluklar gerçek hastalıklardır (kelimenin çağdaş sağduyu ile kullanımıyla) ve bunların yanlış
olduğunu anladığımız o gelişim aşamasına eriştikten sonra bu gibi kusurların sürdürülmesi ve
bunlarda ısrar edilmesi, vücudumuzda hastalık olarak bildiğimiz zarar verici sonuçların ortaya
çıkmasına zemin hazırlar.
Gurur öncelikle kişiliğin ne kadar önemsiz olduğunun ve Ruha mutlak bağlılığının ve sahip olabileceği
tüm başarıların mimarının kendisinin değil, içerideki İlahiliğin verdiği lütuflar olduğunun fark
edilmemesinden ve ikinci olarak da orantı hissinin kaybından, yani Yaratım programı içerisinde
kişiliğin ne kadar küçük bir yere sahip olduğunun algılanamamasından kaynaklanır. Gurur, Büyük
Yaratıcı’nın İradesi karşısında tevazu ve teslimiyet ile eğilmeyi sürekli olarak redderek o İradeye aykırı
eylemlere girişir.
Zalimlik, her şeyin birliğini reddetmek ve bir başkasına karşı her türlü olumsuz hareketin bütüne ve
dolayısıyla da Birlik'e karşı bir hareket demek olduğunu anlayamamaktır. Kimse yakınlarına ve
sevdiklerine karşı zulmün zarar verici etkilerini uygulamak istemez. Bir bütünün parçası olarak
herkesin bizim yakınımız ve sevdiğimiz olduğunu anlayana ve hatta bize eziyet edenler için bile
sadece sevgi ve sempati duyguları uyanana kadar Birlik yasası doğrultusunda gelişmemiz
gerekmektedir.
Kin ve öfke Sevginin zıttı, Yaratılış Kanununun karşıtıdır. İlahi plana tamamen aykırıdır ve Yaratıcı’nın
inkâr edilmesidir; sadece Birlik’e ve Sevginin ifade ettiği şeylere karşıt olan eylemlere ve düşüncelere
yol açar.
Kendini sevme (ego ile kendini beğenme ) de yine kendi çıkarlarımızı, insanlığın yararının ve yakın
çevremizdekilerle ilgilenip onları korumanın üzerinde görmek suretiyle Birlik'i ve kardeşlerimize
borçlu olduğumuz sorumluluğu yadsımak anlamına gelir.
HEAL THYSELF EDWARD BACH

Cehalet, dersi anlamadaki başarısızlık; fırsat sunulduğunda Hakikati görmeyi reddetmektir ve sadece
karanlıkta var olabilen ve Hakikatin ve Bilginin ışığı çevremizdeyken varlık göstermeleri mümkün
olmayan pek çok yanlış eyleme yol açar.
Kararsızlık, tereddüt ve amacın zayıf olması, kişilik, Üst Benlik tarafından yönetilmeyi reddettiği
zaman meydana gelir ve bizim, zayıflıklarımız aracılığıyla başkalarını ortada bırakmamıza neden olur.
Fethedilmez Yenilmez İlahiliğin - ki bu aslında bizim ta kendimizdir - bilgisine içimizde sahip
olduğumuz takdirde böyle bir durum mümkün olmayacaktır.
Açgözlülük, güç arzusuna yol açar. Bu, her ruhun bireyselliğinin ve özgürlüğünün inkâr edilmesidir.
Açgözlü kişilik; her birimizin buradaki varlık nedeninin, yalnızca ruhun uyarıları doğrultusunda kendi
rolünde serbestçe gelişmek, bireyselliğini artırmak ve özgür ve engelsiz bir şekilde çalışmak
olduğunun farkına varacağına, Yaratıcı’nın gücünü gasp ederek; emretmeyi, kalıplara sokup
yönetmeyi arzu eder.
Bunlar gerçek hastalıklara örneklerdir, çektiğimiz tüm sıkıntı ve acıların başlangıcını ve zeminini
oluştururlar. Üst Benliğin sesine karşı direnildiği takdirde bu kusurların her biri bir çelişki yaratacak ve
bu çatışma da mutlaka fiziksel bedene yansıtılarak yine bu kişiye özgü bir hastalığı meydana
getirecektir.
Artık muzdarip olduğumuz her türlü hastalığın; çektiğimiz ızdırabın ardında yatan hatayı fark
etmemizde bize nasıl rehberlik edeceğini görebiliyoruz. *Örneğin zihnin katılığını ve kibri temsil eden
Gurur, bedende eklem ve kaslarda sertlik ve gerginlik gibi rahatsızlıklara sebep olacaktır. Ağrı,
zalimliğin sonucudur ki burada hasta, bizzat acı çekerek, fiziksel ya da zihinsel bakış açısına göre bunu
başkalarına yüklememeyi öğrenir.
Kin ve nefretin ceremeleri, yalnızlık, şiddetli ve kontrol edilemeyen öfke, zihinsel sinir fırtınaları ve
histerik hâller olarak sıralanabilir. Yaşamı birçok zevkten yoksun bırakan, introspektif rahatsızlıklara
nevroz (sinir bozukluğu), nevrasteni (sinir zayıflığı) ve benzer durumlara aşırı Kendini sevme (ego)
neden olur. Cehalet ve bilgelikten yoksunluk, kendi zorluklarını gündelik hayata taşır; ayrıca fırsat
verildiğinde hakikati görmeyi reddetmede ısrarcı olunduğu takdirde uzağı görememe ile görme ve
işitme bozukluğu gibi bozukluklar doğal sonuçlar olarak ortaya çıkacaktır. Kararsız zihin; bedende,
hareketi ve koordinasyonu etkileyen çeşitli bozukluklara yol açan benzer durumlara sebep olacaktır.
Açgözlülük ve başkalarına hükmetmenin sonucunda baş gösteren hastalıklar, bundan muzdarip olan
kişiyi hastalığın kontrol altına aldığı arzular ve tutkularla kendi bedeninin kölesi hâline getiren
rahatsızlıklardır.
Üstelik bedenin hastalanan bölümü tesadüfen bunu yaşamaz; yaşanan durum, sebep - sonuç yasasına
göre gerçekleşir ki bu da yine bize yardımcı olacak bir kılavuzdur. Örneğin yaşamın ve dolayısıyla
sevginin pınarı olan kalp, yaradılışın özellikle insanlığa yönelik sevgi yönü gelişmediyse ya da yanlış
kullanılıyorsa saldırıya uğrar. Hastalanmış bir el, başarılamayan veya yanlış yapılan bir eylemi işaret
eder. Kontrol merkezi olan beyin, hastalığa yakalandığı takdirde kişilikte kontrolsüzlüğü işaret eder.
Kural buysa benzeri durumlar takip eder. Hepimiz, şiddetli bir öfke nöbetinin, ani bir kötü haberin
yarattığı şok gibi durumların arkasından gelebilecek pek çok sonucu kabul etmeye hazırızdır. Eğer
sıradan olaylar bedeni böylesine etkileyebiliyorsa, ruh ve beden arasındaki uzun süreli bir
çatışmanınki çok daha ciddi ve köklü olmalıdır? Ortaya çıkan sonucun, bugün yaşadığımız
rahatsızlıklar kadar acı veren şikâyetlere yol açmasına şaşırabilir miyiz?
Fakat yine de depresyon için hiçbir neden yoktur. Hastalığın önlenmesi ve tedavisinin mümkün
olabilmesi için; içimizdeki yanlışı keşfetmeli ve bu yanlışı, onu yok edecek erdemi samimiyetle
geliştirerek düzeltmeliyiz zira yanlış, onunla savaşarak değil; onun karşıtı olan erdemin coşkun bir
şekilde devreye sokulmasıyla doğamızdan süpürülüp giderilecektir.

*
Bakınız: Önsöz, sayfa 4
HEAL THYSELF EDWARD BACH

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
O hâlde, türü ne olursa olsun veya bedenin hangi bölümü etkilenirse etkilensin hastalık dediğimizde
bunun tesadüfen meydana gelen bir şey olmadığını görüyoruz; tıpkı enerjinin diğer tüm sonuçları gibi
hastalık da sebep - sonuç yasasına tabidir. Belirli hastalıklara - bazı zehirler, kazalar ve yaralanmalarla
bağlantılı olanlar gibi - doğrudan fiziksel etkiler ve aşırılıklar (ifrat) neden olabilir; fakat genel itibarıyla
hastalık, şimdiye kadar verilen örneklerde görüldüğü gibi yaradılışımızdaki, beraberimizde getirmiş
olduğumuz bazı temel hatalardan kaynaklanır.
Dolayısıyla tam bir tedavi için daima şifa sanatında bilinen en iyi yöntemler seçilerek, fiziksel araçları
kullanmanın yanında bizler de mizacımızdaki herhangi bir hatayı gidermek için elimizden geldiğince
çaba göstermeliyiz; çünkü nihai ve tam bir şifa, sonuç itibarıyla içeriden, yani - izin verildiğinde - Üst
benliğin yardımı ile tüm kişiliğe ahenk yayan Ruhun kendisinden gelir.
Tüm rahatsızlıkların tek bir büyük temel sebebi olduğundan - ki bu kendini sevmedir (ego) - çekilen
tüm acılardan kurtulmanın da kesin tek bir yöntemi vardır: Kendini sevmenin(egonun), kendini
başkalarına adamaya dönüştürülmesi. Eğer çevremizdekilere sevgi ve özen göstermede kendimizi yok
edip, müthiş bir macera olan bilgi sahibi olma ve başkalarına yardım etme kalitesini yeterince
geliştirirsek, kişisel üzüntülerimiz ve acılarımız hızla sona erecektir. İnsanlığın hizmetinde kendi
çıkarlarımızdan arınmak en yüksek ve nihai amaçtır. İlahiliğimizin yaşamda bizi yerleştirdiği makam
değildir önemli olan. İster bir ticaret koluyla ya da bir meslekle uğraşın, ister zengin veya fakir ya da
hükümdar veya dilenci olun, her birinin gerektirdiği görevleri yerine getirmeye devam etmek ve yine
de çevrenizdekilere Kutsal Kardeşlik Sevgisini ileterek, onlar için gerçek bir lütuf olmak mümkündür.
Fakat büyük çoğunluğumuzun bu mükemmel hâle erişene kadar kat etmesi gereken belirli bir yol
vardır ve bununla beraber şaşırtıcıdır ki ciddi çabalar harcandığı takdirde ve sadece o zayıf kişiliğine
güvenmeyip aynı zamanda tam bir imana sahip olduğunda, herhangi bir kişi bu yollardan hızla geçip
ilerleyebilir; bu kişiye imkân sunulduğunda, dünyadaki büyük üstadların öğretileri ve sergiledikleri
örnek yaşamlar aracılığıyla, kendi Ruhuyla, yani içindeki ilahilikle birleşmesi mümkün olabilir.
Çoğumuzda ilerlememize özellikle ket vuran bir veya daha fazla kusur vardır ve içimizde özellikle
aramamız gereken işte o kusur ya da kusurlardır. Bir yandan yaradılışımızdaki sevgi hâlini dünyaya
yöneltip geliştirip genişletmeye çabalarken diğer yandan da özellikle o kusurun karşıtı olan erdem ile
doğamızı yıkayarak bu gibi kusurların tamamından temizlemeye çalışmalıyız. Önceleri başta bu biraz
zor olabilir fakat sadece önceleri... Zira sebat ettiğimiz takdirde, içimizdeki ilahi gücün yardımıyla
başarısız olmanın olanaksız olduğu bilgisiyle de bağlantılı olarak, tam anlamıyla desteklenen bir
erdemin nasıl hızla yükselebildiği göze çarpan bir durumdur.
İçimizdeki Evrensel Sevginin geliştirilmesinde, ne kadar düşük bir bilinç seviyesinde olursa olsun her
insanın Yaratıcı’nın evladı olduğunu ve hepimizin yapabilmeyi umduğu gibi zamanı gelince
mükemmelliğe doğru ilerleyeceğini daha çok fark etmeliyiz. Ancak bir insan veya bir varlık ne kadar
aşağı düzeyde görünürse görünsün, Yaratıcının nuru o varlığı aydınlatana kadar o yaratılanın içinde
yavaş ama emin bir şekilde büyüyecek olan İlahi Kıvılcımın var olduğunu unutmamalıyız.
Üstelik doğru veya yanlış, iyi veya kötü sorusu da tamamen görecelidir. Aborjinin doğal evriminde
doğru olan bir şey, medeniyetimizin daha aydınlanmış kesimlerinde yanlış olabilir ve hatta bizim
gibiler için bir erdem olan şey, öğrencilik aşamasındaki biri için yanlış olabilir. Yanlış veya kötü
dediğimiz şey aslında "yerini bulmamış, uygunsuz bir iyidir" dolayısıyla da tamamen görecelidir.
İdealizm standardımızın da yine göreceli olduğunu unutmayalım; hayvanların gözünde bizler tam bir
tanrı gibi görünürken, bizler ise kendilerini bize örnek olmak için adamış olan Şehitler ve Azizlerden
oluşan muhteşem Beyaz Kardeşliğin* seviyesinin derece olarak çok altındayız. Bu yüzden aşağı
düzeydekiler için merhametli ve anlayışlı olmalıyız zira bizler kendimizi onların düzeyinin çok üstüne
çıkmış görsek de aslında kendi içimizde küçücüğüz ve her çağda ışıkları tüm dünyada parlayan bilge
atalarımızın seviyesine erişmemiz için henüz önümüzde uzun bir yolculuk bulunuyor.

*
Bakınız: Önsöz, sayfa 4
HEAL THYSELF EDWARD BACH

Gurur bize saldırdığında, benliklerimizin aslında hiçbir şey olmadığını, hiçbir iyi iş veya kabul edilebilir
bir hizmet yapamadığını veya yukarıdan gelen Işık, yani Ruhumuzun Işığından destek almadıkça
karanlığın güçlerine direnemediğini iyice fark etmeyi deneyelim; bir damla sudan kusursuz bir dünya
ve sayısız evren sistemleri yaratan Yaratıcımızın akla hayale sığmayan gücünü ve her şeye kadir
olduğunu bir nebze anlamaya çalışmayı; borçlu olduğumuz göreceli alçak gönüllüğün ve yaratıcıya
olan mutlak bağlılığımızın farkına varmayı deneyelim. İnsanların içinde bilinç seviyesi bizden üstün
olanları takdir edip saygı göstermeyi öğreniyoruz; Evrenin Muhteşem Mimarının huzurunda zayıf
irademizi en yüksek alçakgönüllülükle daha ne kadar çok kabul etmemiz gerekiyor!
Eğer Zalimlik veya Nefret, ilerlememizi engellerse, o zaman gelin Sevginin, Yaratımın temeli olduğunu,
yaşayan her ruhun içinde bir miktar iyilik bulunduğu ve en iyilerimizde bile biraz kötülük olduğunu
anımsayalım.
Daha önceleri bizi rencide etmiş olsalar bile, başkalarında var olan iyiliği görmeye çalışarak onlar için
başka bir şey yapamasak dahi o insanların daha iyi yolları göreceklerine dair bir miktar şefkat ve ümit
geliştirmeyi öğreneceğiz; daha sonra ortaya çıkacak olan, onların yükselişine yardımcı olma
arzusudur. Tüm bu zaferin kazanılması sevgi ve şefkat ile olacaktır ve bu iki niteliği yeterince
geliştirdiğimizde hiçbir şey bize saldıramayacaktır çünkü artık sonsuz merhamet sahibi olacağız ve
direnç göstermeyeceğiz, zira yine aynı sebep - sonuç yasasına göre zarar veren şey dirençtir.
Yaşamdaki amacımız, başkalarının yaptığı etkiden yılmadan, Üst Benliğimizin uyarılarını takip etmektir
ve bu da yalnızca, usulca kendi yolumuzda ilerlerken bir başkasının kişiliğine asla müdahale
etmeyerek ya da herhangi bir zulüm ya da nefret yoluyla en küçük bir zarara dahi neden olmayarak
başarılır. Başkalarına duyulan sevgiyi anlamaya çalışmaya belki bir bireyden veya hatta bir hayvanı ele
alarak başlamalı ve bu sevgiyi yukarı doğru gelişmeye ve yatayda genişlemeye bırakmalıyız ta ki o
varlığın bize ters gelen kusurları otomatik olarak ortadan kaybolana kadar... Nefretten Nefret,
Sevgiden de Sevgi doğar.
Kendimize duyduğumuz sevginin (egonun) tedavisi, kendimize adadığımız ilgi ve alakayı dışarıya,
başkalarına yöneltip kendimizi bu çabanın içinde unutacak kadar başkalarının esenliğine vermekle
olur. Bilge atalar bu durum için "Izdırap çektiklerinde diğer kardeşlerimizi teselli edip rahatlatarak
kendi sıkıntımızı hafifletmeye çalışmak" ifadesini kullanır. Ego ve onu takip eden bozuklukların böyle
bir yöntemden daha emin bir tedavi şekli de yoktur.
Kararsızlıklar, hür iradenin geliştirilmesiyle; tereddüt edip duraksamak yerine, tercih yapıp harekete
geçerek yok edilebilir. İlk zamanlarda bazen hata yapıyor olsak bile kararsızlık nedeniyle fırsatların
geçip gitmesine izin vermektense eylemde bulunmak daha iyidir.
Kararlılık hali kısa süre içinde gelişecektir; hayatın içine dalıverme korkusu yok olacak ve kazanılan
deneyimler daha iyi değerlendirme yapabilmemizde zihnimize rehber olacaktır.
Cehaleti yok etmek için yine gelin deneyimden korkmayalım ve zihnimiz uyanık, gözlerimiz ve
kulaklarımız iyice açık vaziyette edinebileceğimiz her bir bilgi parçacığını içeri alalım. Aynı zamanda,
önyargılı fikirlerin ve eski inançların yeni ve daha kapsamlı bilgiler edinme fırsatını elimizden
almaması için düşüncelerimizde esnek olmaya devam etmeliyiz. Kapsamlı bir olay ile deneyimlenen
daha büyük bir hakikat kendini gösterdiği takdirde kökleri ne kadar derinde olursa olsun her türlü
düşünceyi yok sayıp, zihnimizi genişletmeye her zaman hazır olmalıyız.
Gurur gibi Açgözlülük de ilerlemenin önünde büyük bir engeldir ve bunların her ikisi de gözünün
yaşına bakmadan temizlenmelidir. Kardeşlerimizin ruhsal gelişimine müdahale etmemize yol
açtığından, açgözlülüğün doğurduğu sonuçlar gerçekten de ciddidir. Her varlığın sadece ve yalnızca
kendi Ruhunun seslenişine göre evrimini tamamlamak üzere burada bulunduğunu ve bu gelişimi
sırasında kardeşimizi cesaretlendirmekten başka bir şey yapmamamız gerektiğini iyice anlamalıyız.
Eğer elimizden geliyorsa, arzu ile ilerlemesini sağlayacak olan dünyevi fırsatları ve bilgisini artırmasına
yardımcı olmalıyız. Nasıl ki yaşamın dik ve zorlu patika yolunda başkalarının da bize yardımcı olmasını
HEAL THYSELF EDWARD BACH

istiyorsak biz de bizden daha zayıf veya daha genç bir kardeşimize yardım elimizi uzatmaya ve ona
göre bizde daha çok bulunan bilgimizin deneyimini sunmaya her an hazır olmalıyız. Bu da tıpkı bir
ebeveynin çocuğuna, üstadın bireye ya da yoldaşın yoldaşa karşı üstleneceği bir tavır olmalı ve ihtiyaç
olduğu ve yardımcı olunabildiği kadarıyla ilgi, sevgi ve koruma sağlamayı içermekle birlikte bir an için
bile olsa benliğinin doğal evrimine müdahaleyi kapsamamalıdır zira bu, Ruhunun ona söyledikleri ile
gerçekleşmelidir.
Çocukluğumuzda ve yaşamımızın ilk dönemlerinde pek çoğumuz Ruhumuza, daha sonraki yıllarda
olduğumuzdan daha yakınızdır ve yaşamdaki görevimiz, yapmamız beklenen çalışmalar ve
geliştirmemiz gereken kişiliğimiz hakkında bu ilk dönemlerde daha net fikirlere sahibizdir.
Bunun nedeni, çağımızın koşulları ile materyalizmin ve ilişkide olduğumuz kişilikler bizi Üst
Benliğimizin sesinden uzaklaştırıp, onun ideallerinden yoksun olan ve yaşadığımız medeniyette
fazlasıyla kendini gösteren basmakalıp düzene sımsıkı bağlamasıdır. Bırakın ebeveyn, usta ve yoldaş,
uygulama yapma konusunda muhteşem bir ayrıcalığa ve fırsata sahip oldukları kişilerde Üst Benliğin
gelişmesini her zaman desteklemeye çalışsınlar fakat aynı zamanda tıpkı kendilerine verilmesini
arzuladıkları gibi başkalarının da özgürlüğüne olanak versinler.
O hâlde benzer bir yol ile kendimizde her türlü hatayı arayıp bulabilir ve bu hataları o hatanın karşıt
erdemini geliştirerek temizleyebiliriz; bu sayede hastalıkların başlıca temel nedeni olan, Ruh ve kişilik
arasındaki çelişkinin sebebini doğamızdan yok edebiliriz. Tek başına bu eylem bile - eğer hasta inançlı
ve kuvvetliyse - rahatlama, sağlık ve neşe getirirken, bu konularda çok fazla güçlü olmayanlarda ise
yeryüzündeki bir hekimin çalışmasına destek olarak aynı sonucun alınmasına sebep olacaktır.
Bireyselliğimizi, Ruhumuzun emrettiği prensiplere göre geliştirmeyi samimiyetle öğrenmeli, hiç
kimseden korkmadan ve kimsenin bizim evrimimize, vazifemize ve çevremizdekilere yardıma
müdahalesine izin vermeden ve aklımızı çelebileceklerinin farkındalığı ile bilmeliyiz ki ne kadar
gelişirsek, çevremizdekilere sunduğumuz destek ve iyilik de o kadar büyük olur. Özellikle de kim
olurlarsa olsunlar başka insanlara yardım ederken, bu yardım etme isteğinin İçsel Benliğimizden
geldiğinden ve daha dominant bir kişiliğin önerisi ya da dayatması ile edindiğimiz yanlış bir görev
duygusundan kaynaklanmadığından emin olmak için tetikte olmamız gerekir. Modern düzenin sebep
olduğu felaket de işte böyle bir şeydir ve binlerce engellenmiş yaşamı, on binlerce kaçan fırsatı,
bunun sonucunda karşılaşılan keder ve acı çekişi, ebeveynin tek bildiği sıkıntı ilgiye doymazlık iken, bir
görev duygusuyla belki de yıllarca boş yere anne-babasına hizmet eden çocukların sayısının ne kadar
çok olduğunu hesap etmek imkânsızdır. Benlikleri, özgürlüklerini elde etme cesaretini
gösteremedikleri bir kişi tarafından ele geçirildiği için, belki de insanlık adına çok büyük ve faydalı işler
yapmaktan alıkonan sayısız erkek ve kadını; çocukluğun ilk günlerinde kendilerine fısıldanan çağrının
farkında olan ve bunu isteyen ancak koşulların güçlüğünden, başkalarının onların aklını çelmesinden
ve amaçlarının zayıflığından dolayı yaşamları, mutlu olmadıkları ve eğer başka koşullarda olsalardı
gerçekleştirebilecekleri gelişimi gösteremedikleri başka bir yöne kayan çocukları düşünün.
Vazifemizin bir kişiye mi yoksa pek çok kişiye karşı sorumlu olunduğunu, nasıl ve kime hizmet
etmemiz gerektiğini söyleyen tek başına vicdanımızdır ancak hangisi olursa olsun o emre elimizden
gelen en iyi şekilde uymalıyız.
Son olarak, yaşamın içine dalmaktan korkmayalım; buraya deneyim ve bilgi edinmek için geldik.
Gerçeklerle yüzleşmezsek ve elimizden gelenin en iyisini yapmazsak çok az şey öğrenebiliriz. Böyle bir
deneyim her çevrede kazanılabilir; doğanın ve insanlığın gerçekleri ise bir şehrin gürültüsü ve telaşı
içinde olduğu kadar, olsa olsa bir kır evinde belki de hatta daha etkili bir şekilde kazanılabilir.
HEAL THYSELF EDWARD BACH

BEŞİNCİ BÖLÜM

Bireyselleşmenin yetersiz oluşu (yani kişiliğe, onu Üst Benliğin taleplerine uymaktan alıkoyan bir
müdahalede bulunulmasına izin verilmesi ) hastalığın ortaya çıkmasında bu derece büyük öneme
sahip ve bu durum çoğunlukla yaşamın ilk evrelerinde başladığından, gelin şimdi ebeveyn ile çocuk ve
öğretmen ile öğrenci arasındaki gerçek ilişkiye bir bakalım.
Esas itibarıyla ebeveynlik makamı bir ruhun tekâmül yolunda bu dünya ile bağlantı kurmasını sağlama
konusunda ayrıcalıklıdır (ve gerçekten de kutsal bir ayrıcalık olarak nitelendirilmelidir). Doğru
anlaşıldığı takdirde, muhtemelen insanlığa sunulmuş bundan daha büyük bir fırsat yoktur. Bu fırsat
bir ruhun fiziksel olarak dünyaya getirilmesine aracı olmak ve dünyadaki varoluşunun ilk yıllarında bu
genç bireyin bakımını üstlenmektir. Ebeveynlerin yaklaşımı, bu minicik varlığın, kendi Üst Benliğinin
ona söylediklerinin doğrultusunda kendi yöntemiyle kendi deneyimini ve bilgisini edinmek üzere
dünyaya gelen bağımsız bir ruh olduğunu her zaman anımsayarak, dünyaya yeni gelen bu küçük
varlığa ellerinden gelen en iyi şekilde her türlü manevi, zihinsel ve fiziksel rehberliği sunmak olmalı ve
gelişiminin engellenmemesi adına mümkün olan her türlü özgürlük de bu minik ruha tanınmalıdır.
Ebeveynlik makamı kutsal bir hizmettir ve üstlenmemiz istenen her görev kadar veya belki de bundan
daha fazla saygı gösterilmelidir. Bu, karşılıksız bir hizmet olduğundan, çocuktan hiçbir şey
beklenmemesi gerektiği; ta ki ruh, genç kişiliğin sorumluluğunu alana kadar amacın ona tamamen ve
sadece yumuşak ve nazik bir sevgi, koruma ve rehberlik sunmak olduğu daima akılda tutulmalıdır.
Bağımsızlık, bireysellik ve özgürlük en başından itibaren öğretilmelidir ve çocuk, yaşamının mümkün
olduğunca en erken evrelerinde kendisi için düşünmeye ve hareket etmeye teşvik edilmelidir. Kendi
kendini yönetme yeteneği geliştikçe anne-baba olarak tüm kontrol adım adım bırakılmalıdır ve daha
sonra ebeveynlik görevinin sınırlamaları ve yanlış fikirleri çocuğun ruhunun söylediklerini
engellememelidir.
Ebeveynlik, yaşamda birinden ötekine geçen bir makamdır ve esası itibarıyla kısa süreliğine yapılan;
bu sürenin ardından çabaların durdurulmasını ve hizmetin sunulduğu varlığın bundan sonra tek
başına ilerlemesi amacıyla ilginin geri çekilmesini gerektiren geçici bir rehberlik ve koruma hizmetidir.
Unutulmamalıdır ki geçici süreliğine koruyuculuğunu üstlendiğimiz çocuk, bizlerden çok daha yaşlı ve
büyük bir ruh ve spiritüel anlamda bizden üstün olabilir; dolayısıyla kontrol ve koruma sadece genç
insanın gereksinimleriyle sınırlandırılmalıdır.
Doğası gereği geçici olan ve nesilden nesle geçen ebeveynlik kutsal bir vazifedir. Amacı sadece
hizmettir ve karşılığında gençten hiçbir karşılık istemez zira gençler bir süre sonra aynı makamı
dolduracak donanıma sahip olabilmek için kendi yollarında ilerleyerek gelişmeleri için özgür
bırakılmalıdırlar. Böylelikle çocuk, hiçbir kısıtlama, hiçbir yükümlülük ve ebeveyn kaynaklı hiçbir
engellemeyle karşı karşıya olmamalı ve ebeveynliğin daha önce babasına ve annesine verilmiş
olduğunu, aynı hizmeti bir başkasına vermenin kendisinin de görevi olabileceğini bilmelidir.
Ebeveynler, genç kişiliği, kendi düşünceleri veya istekleri doğrultusunda şekillendirme arzusuna karşı
özellikle tetikte olmalı ve bir ruhun dünya ile bağlantı kurmasına aracı olmayı kapsayan bu ilahî
ayrıcalıkları ve doğal vazifelerinin karşılığında bir talepte bulunmaktan veya herhangi bir aşırı
kontrolden kaçınmalıdırlar.
Her türlü kontrol etme arzusu veya kişisel güdüler doğrultusunda genç yaşamı biçimlendirme isteği,
açgözlülüğün korkunç bir şeklidir ve buna asla göz yumulmamalıdır çünkü genç baba veya annede bu
durum yerleştiği takdirde daha sonraki yıllarda adeta vampirler gibi davranacaklardır. Hükmetme
HEAL THYSELF EDWARD BACH

yönünde en küçük bir istek olup olmadığı daha en başında kontrol edilmelidir. Bizi başkalarına
hükmetme isteğine zorlayan açgözlülüğün esareti altında olmayı reddetmeliyiz. Kendimizdeki verici
olma sanatını teşvik etmeli ve olumsuz eylemlerimizin her bir zerresini, bu sanatın içerdiği fedakarlık
aracılığıyla temizleyip bitirene kadar bunu geliştirmeye devam etmeliyiz.
Öğretmen, görevinin sadece gençlere rehberlik aracılığıyla dünya ve yaşamla ilgili bilgileri öğrenme
fırsatını sunmak olduğunu her zaman aklında tutmalıdır. Böylece her çocuk bilgileri kendi yöntemiyle
özümseyebilir ve eğer kendisine özgürlük tanınırsa, yaşamında başarılı olması için gerekenleri
içgüdüsel olarak seçebilir. Dolayısıyla, bir kez daha belirtmek gerekirse öğrencinin gereksinimi olan
bilgiyi edinmesini sağlamak için hoşgörü ve rehberlikten başka hiçbir şey verilmemelidir.
Çocuklar, yaratıcı gücün simgesi niteliğindeki ebeveynlik makamının, sahip olduğu misyon açısından
ilahî olduğunu fakat çocukların bireysel gelişimleriyle ilgili hiçbir kısıtlamayı ve kendi Ruhlarının onlara
ifade ettiği yaşamı ve çalışmayı engelleyebilecek hiçbir yükümlülüğü gerektirmediğini
hatırlamalıdırlar. Günümüz uygarlığında, söylenmeyen acıları, yaradılış sancılarını ve yukarıda
belirtilen gerçeğin fark edilmemesinden kaynaklanan baskın karakterlerin gelişimini öngörmek
mümkün değildir. Hemen her evde ebeveynler ve çocuklar tamamıyla yanlış güdülerden ve ebeveyn -
çocuk ilişkisinin yanlış anlaşılmasından dolayı kendilerine hapishaneler inşa ederler. Bu hapishaneler
özgürlüğü engeller, yaşamı kısıtlar, doğal gelişimi önler, ilgili tüm kişilere mutsuzluk getirir ve bu
kişilere sıkıntı veren zihinsel, sinirsel ve hatta fiziksel bozukluklar, günümüz hastalıklarının gerçekten
de çok büyük bir oranını oluşturur.
Bu enkarnasyonunda dünyaya gelmiş her ruhun buraya deneyim kazanma, anlayışını geliştirme ve
ruhun ortaya koyduğu idealler doğrultusunda kişiliğini mükemmelleştirme gibi özel bir amaçla inmiş
olduğu hakiki anlamda idrak edilemeyebilir. İster eş, ister anne-baba ve çocuk, kardeş veya usta ve
çırak olalım, kısaca birbirimizle ilişkimiz ne olursa olsun kişisel arzularımızın etkileriyle başka bir ruhun
tekâmülüne engel olursak Yaratıcımıza ve insanlara karşı günah işlemiş oluruz. Tek vazifemiz, kendi
vicdanımızın sesine uymaktır ve bu asla bir başka kişiliğin egemenliğine bir an için bile katlanılmasını
kabul etmez. Herkes unutmamalıdır ki kişinin Ruhu, onun için belirli bir çalışma belirlemiştir ve kişi bu
çalışmayı gerçekleştirmediği takdirde – belki de bilinçli olmamasına rağmen - kaçınılmaz bir şekilde
Ruhu ve kişiliği arasında bir çatışmaya yol açacaktır ki bu da ister istemez fiziksel bozukluklar şeklinde
kendini gösterecektir.
Doğrudur; kişinin yaşamını bir başkasına adamasını isteyen, o kişinin içinden gelen bir çağrı olabilir
fakat bu çağrıya uymadan önce o kişi bunun Ruhunun seslenişi mi, ikna gücü fazlasıyla yüksek bir
başka baskın kişinin önerisi mi yoksa kişiyi yanlış yönlendiren asılsız vazife düşünceleri mi olduğundan
kesinlikle emin olmalıdır. Bu kişi şunu da aklında tutmalıdır ki, bu dünyaya mücadeleleri kazanmak,
bizi kontrol edebileceklere karşı güçlenmek ve yaşamın içerisinde bu seviyede ilerlerken, yaşayan
hiçbir varlıktan etkilenmeden, azimle ve daima Üst Benliğimizin sesinin bizi sakince yönlendirmesiyle
vazifemizi sessiz ve sakince yerine getiriyoruz. Pek çok kişi için en büyük savaş, dünyada zaferler
kazanmak üzere özgürlüklerini elde etmeden önce kendilerini, bazı çok yakın akrabalarının olumsuz
baskılarından ve denetimlerinden kurtararak, özgürleştirmelerinin gerektiği kendi evlerinde verilen
mücadele olacaktır.
Bu yaşamdaki görevlerinin bir bölümü, bir başkasının baskın kontrolünden kurtulmak olan, ister
yetişkin ister çocuk her birey aşağıdakileri unutmamalıdır: Öncelikle bu sözde baskıcı kimseyi spordaki
bir rakibimiz, yaşam oyununu oynadığımız bir kişilik olarak görmeli, en küçük bir öfke bile duymamalı
ve eğer böyle rakipler olmasaydı cesaretimizi ve bireyselliğimizi geliştirme fırsatımız olmazdı diye
düşünmeliyiz. İkincisi, yaşamın gerçek zaferleri sevgiyle ve nezaketle gelir ve böyle bir yarışmada ne
olursa olsun hiçbir güç kullanılmamalıdır: Kendi doğasında istikrarlı bir şekilde gelişerek, rakibine karşı
sempati, kibarlık ve mümkünse şefkat ya da daha da iyisi sevgi besleyerek zaman içinde öyle bir
gelişme gösterir ki en küçük bir müdahaleye bile izin vermeden vicdanının çağrısını son derece nazik
ve sessiz bir şekilde dinleyebilir.
HEAL THYSELF EDWARD BACH

Baskın kimseler, büyük evrensel Birlik gerçeğini fark edebilmeleri ve Kardeşliğin neşesini
anlayabilmeleri için çok fazla yardım ve rehberliğe ihtiyaç duyarlar. Bu gibi şeyleri kaçırmak demek
Yaşamın gerçek mutluluğunu kaçırmak demektir ve böyle bir kişiye gücümüz yettiğince yardımcı
olmamız gerekir. Bizim zayıflığımız, baskılarını sürdürmelerine izin verecek ve hiçbir şekilde bunun
onlara bir yardımı olmayacaktır; kontrolleri altında olmayı nazik bir şekilde reddetme ve vermenin
yaşattığı keyfin farkına vardırma çabası onların kendi yollarında yükselmelerine yardımcı olacaktır.
Özgürlüğümüzü elde etmek, bireyselliğimizi ve bağımsızlığımızı kazanmak çoğu durumda çok fazla
cesaret ve inanç gerektirir. Fakat en karanlık anlarda ve başarı neredeyse imkânsız gibi göründüğünde
Yaratılmış olanın asla korkmaması gerektiğini, Ruhlarımızın bize ancak başarabileceğimiz ödevler
verdiğini ve içindeki Kutsallıkta var olan cesaret ve inanç ile mücadele etmeyi sürdüren herkesin
zafere ulaşacağını her zaman hatırlamalıyız.
HEAL THYSELF EDWARD BACH

ALTINCI BÖLÜM

Ve şimdi sevgili kardeşlerim, Sevgi ve Birliğin, Yaratılışımızın en büyük temellerini oluşturduğunu,


hepimizin İlahi Sevgi'nin evlatları olduğunu ve tüm hataların, çekilen acıların üstesinden şefkat ve
sevgi ile gelinerek daimi zafere ulaşılacağını; evet tüm bunları fark ettiğimizde, canlı hayvanları
deneysel amaç için kesmeyi (viviseksiyon), canlı hayvan doku ve organının nakli (transplantasyon) gibi
uygulamaları bu güzel resmin neresine yerleştireceğiz? Kendi hatalarımızın ve başarısızlıklarımızın
sonuçlarından kaçmamızı sağlayacağı için hayvanları kurban etmeye inanacak kadar ilkel ve pagan
mıyız? Yaklaşık 2500 yıl önce Buda, dünyaya, yaratımın daha alt düzeyindeki varlıkların kurban
edilmesinin yanlışlığını göstermişti. İnsanlık şimdiye kadar işkence yaptığı ve yok ettiği hayvanlara
karşı ciddi şekilde borçludur ve bu gibi insanlık dışı uygulamalardan insana hiçbir fayda gelmemesi bir
yana hem insanlığa hem de hayvanlar âlemine zarar ve hasardan başka bir şey verilmemektedir. Biz
Batılılar, yeryüzündeki varlıklara duyulan sevginin, insanın sadece hayvanların değil, aynı zamanda
kuşların da hastalıklarını ve yaralarını tedavi edecek eğitime ve beceriye sahip olacağı kadar büyük
olduğu eski güzel günlerdeki Hindistan Anamızın o güzel ideallerinden ne kadar sapmışız. Üstelik
yaşamın her türü için muazzam mabetler vardı ve insanlar kendilerinden daha alt düzeydeki bir
varlığa acı vermeye öyle karşıydılar ki avlanan birisi hastalandığında böyle bir eylemi bir daha
yapmayacağına dair yemin edene kadar bir hekim tarafından bu kişinin tedavi edilmesi reddedilirdi.
Deney için canlı hayvan kesenlerin aleyhinde konuşmayalım çünkü bunların birçoğu insanların
sıkıntılarını rahatlatma umudu ve çabasıyla gerçekten insanca ilkeler doğrultusunda çalışmaktadır;
onları motive eden etken yeterince iyi ancak ilimleri yetersizdir ve yaşamın değerini ve anlamını pek
kavrayamamışlardır. Bu çalışmaları yapmak için onları harekete geçiren etkenler ve niyet her ne kadar
doğru olsa da akıllı ve bilgece yapılmadıkça yeterli değildir.
Amacına uygun yapılmayan doku ve organ nakliyle bağlantılı bazı dehşet verici uygulamalardan hiç
söz etmeyelim; ancak insanların, her türlü vebadan on bin defa daha kötü olan bu karanlık
yöntemlerden, Tanrı'ya, insana ve hayvana karşı bir günah olduğundan uzak durmalarını dileyelim.
Böylesi bir ya da iki istisnanın dışında modern tıp biliminin başarısızlığı üzerinde durmanın anlamı
yoktur; daha iyi bir yapı kurmadıkça var olanı yıkmaya çalışmak yararsızdır ve bugünkü tıbbın
temelleri zaten daha yeni atılmış olduğundan gelin o tapınağa bir - iki taş eklemeye yoğunlaşalım.
Bugünün değerli mesleğini olumsuz eleştirmenin de bir anlamını yoktur; temelde yanlış olan insanlar
değil sistemdir çünkü bu sistem, doktorun yalnızca ekonomik nedenler yüzünden sessiz ve huzurlu bir
şekilde tedavisini yürütmek için zamana ya da hastanın tedavisine yaşamlarını adayanların miras
olarak bırakmaları gereken, gerekli tefekkür ve düşünce olanağına sahip olmadığı bir sistemdir.
Paracelsus'un dediği gibi bilge doktor günde on beş değil, beş hastaya bakar - fakat bu durum
ortalama bir pratisyen için bu çağda uygulanamaz bir idealdir.
Yeni ve daha iyi bir iyileştirme sanatının yeni günü üzerimize doğmaktadır. Yüzyıl önce Hahnemann'ın
Homeopatisi uzun bir karanlık gecenin ardından doğan güneşin ilk ışıkları olarak geleceğin tıbbında
büyük rol oynayabilir. Dahası, günümüzde yaşam koşullarını iyileştirme ile daha katkısız ve temiz bir
beslenme düzeni sağlamaya gösterilen ilgi, hastalıkların önlenmesine yönelik bir gelişmedir; hem
zihinsel zaaflar ve hastalıklar arasındaki bağlantıyı hem de bakış açısının düzeltilip
mükemmelleştirilmesi yoluyla sağlanabilecek şifayı insanların dikkatine sunmaya dair atılan adımlar,
hastalığın karanlığının yok olacağı göz alıcı ışığın ait olduğu o parlak günün gelişine bakan yolu işaret
etmektedir.
Hastalığın evrensel bir düşman olduğunu ve bunun bir parçasını yenen her birimizin sadece kendisine
değil, insanlığın tamamına yardımcı olduğunu unutmayalım. Hastalığın tamamen yenilebilmesi için
kesin ancak belirli miktarda bir enerjinin harcanması gerekecektir; gelin hepimiz birlik içinde bu sonuç
HEAL THYSELF EDWARD BACH

için çaba gösterelim. Diğerlerinden daha üstün ve güçlü olanlar sadece kendilerine düşeni yapmakla
kalmadan; kendilerinden zayıf olan kardeşlerine etkin bir şekilde yardım edebilirler.
Açıkça söylemek gerekirse, hastalığın yayılmasını ve çoğalmasını önlemenin ilk yolu, hastalığı daha da
güçlendiren hareketleri yapmayı bırakmaktır. İkincisi; doğamızdan, hastalığın bizi daha fazla ele
geçirmesine izin veren kendi yanlışlarımızı temizlemektir. Bunun başarılması gerçekten de bir zaferdir
ve böylece kendimizi kurtardıktan sonra diğerlerine yardım etmek için özgür oluruz. Bu ilk anda
göründüğü kadar da zor bir şey değildir; elimizden gelenin en iyisini yapmamız beklenir ve sadece
Ruhumuzun sesini dinlediğimiz takdirde bunun hepimiz için mümkün olduğunu biliriz. Yaşam bizden
olanaksız bir fedakârlık istemez; onun istediği, yüreğimizde neşe ile bize sunduğu yolculuğu
yapmamız ve çevremizdekiler için bir destek kaynağı olmaktır; dolayısıyla bu yaşamımızı çarçur
etmeden tamamladığımızda görevimizi yapmışız demektir.
Doğru okunduğu takdirde dinlerin öğretilerinin bizden istediği, "her şeyden vazgeç ve Beni takip et",
açıklaması ise kendimizi tamamen Üst Benliğimizin taleplerine teslim etmektir ancak bu bazılarının
düşündüğü gibi evi ve rahatlığı, sevgiyi ve lüksü gözden çıkarmak demek değildir; hakikat bundan çok
farklıdır. Sarayın tüm şaşaasına sahip bir prens, Tanrı tarafından gönderilmiş ve toplumu, ülkesi için -
hatta dünya için bir lütuf olabilir; bu prens, vazifesinin bir manastıra girmek olduğunu düşünseydi ne
kadar büyük bir kayıp olurdu. En alçak düzeyden en yücesine kadar yaşamın her alanındaki
makamlarının doldurulması gerekir ve kaderimizin İlahi Rehberi, en büyük faydayı sağlayacağımız
makama bizi yerleştirmeyi bilir. Bizden bütün beklenen, neşe ile ve en iyi bir şekilde o makamı
doldurmamızdır. Dinî kurumların ruhani liderleri arasında olduğu kadar, fabrika tezgâhında ve bir
geminin kazan dairesinde de azizler vardır. Dünyada hiçbirimizden gücümüzün yettiğinden daha
fazlasını yapmamız istenmez ve eğer Üst Benliğimizin rehberliğinde içimizdeki mükemmel olanı elde
etmeye çabalarsak sağlık ve mutluluk her birimiz için mümkündür.
Geçtiğimiz iki bin yılın büyük kısmında Batı medeniyeti yoğun bir materyalizmden geçmiş;
yaradılışımızın ve varlığımızın manevi yanının farkındalığı; dünyevi mal-mülkleri, hırsları, arzuları ve
zevkleri, yaşamın hakiki değerlerinin üstünde tutan, zihinsel tavır nedeniyle büyük ölçüde yitip
gitmiştir. İnsanın dünyadaki varlığının gerçek nedeni, enkarnasyonundan sadece ve tamamen dünyevi
kazanımlar elde etme kaygısıyla gölgelenmiştir. Ancak dünyevi değerlerden daha yüksek değerlerin
varlığının fark edilmesi ile elde edilebilecek olan; hakiki konfor, cesaret ve coşkudan yoksun, yaşamın
çok zor olduğu bir dönem olmuştur. Son yüzyıllarda dinler, çoğu kişiye kendilerini varoluşlarının özü
olmaktan çok yaşamlarında hiçbir etkiye sahip olmayan efsanelermiş gibi göstermiştir. Şimdikinin yanı
sıra önceki ve sonraki yaşamımızın bilgilerini içeren Üst Benliğimizin gerçek doğası, her eylemimizde
bize rehber ve uyarıcı olacağına, bize çok az şey ifade etmiştir. Asıl değerleri uzağımızda tutup, fizik
dışı olguları zihinlerimizden çıkarıp bizi zorlayan sınavlarda telafiyi yaşamak için dünyevi zevklere bel
bağlayarak hayatı mümkün olduğunca konforlu kılmaya çalıştık. Dolayısıyla mevki, makam, servet ve
dünyevi sahiplenmeler bu yüzyıllarda amaç olmuştur; bu gibi şeyler geçici olduğundan ve ancak
maddiyata yönelik bir konsantrasyonla ve hevesle elde edilebildiği için geçmiş kuşakların sahip olduğu
hakiki iç huzuru ve mutluluk, insanlığın hak ettiğinin son derece altında olmuştur.
Manevi gelişme gösterdiğimizde Ruhun ve zihnin gerçek huzuru bizimle olur ki bu huzur, ne kadar
büyük olursa olsun mal varlığı biriktirmekle edinilemez. Fakat devir değişiyor ve bu medeniyetin saf
materyalizm çağından, evrenin gerçekliklerini ve hakikatlerini arzulamaya geçtiğine dair pek çok
gösterge mevcut. Günümüzde fizikötesi hakikat bilgisine gösterilen genel ve hızla artan ilgi, bu
yaşamın öncesinde ve sonrasında varoluşa dair bilgi edinmek isteyen kişilerin sayısındaki artış, iman
ve manevi yollar aracılığıyla hastalıkların üstesinden gelme yöntemlerinin bulunmaya çalışılması,
kadim öğretilere ve Doğu'nun bilgeliğine yönelik araştırma ve arayış - bunların hepsi günümüz
insanlarının gerçeklikleri sezinlemiş olduğunun işaretleridir. Nitekim şifa meselesine gelince, bunun
da zamana ayak uydurması ve yöntemlerini, kaba materyalistik yöntemlerden, Hakikatin gerçeklikleri
üzerine kurulmuş ve normları bizim doğamızı yöneten aynı İlahi yasalar tarafından belirlenen bilimsel
yöntemlere dönüştürmesi gerekecektir. Şifa; fiziksel bedenin fiziksel yöntemlerle tedavi edilmesini
içeren uzmanlık alanından, Ruh ve zihin arasındaki uyumu sağlayarak rahatsızlığın en temel nedenini
HEAL THYSELF EDWARD BACH

ortadan kaldıracak ve ardından bedenin tedavisinin tamamlanması için gerekli olabilecek fiziksel
araçların kullanılmasına olanak verecek olan ruhsal ve zihinsel tedaviye geçiş yapacaktır.
Tıp mesleği bu gerçekleri fark etmeyip toplumun ruhsal gelişimiyle paralel bir ilerleme göstermediği
takdirde şifa sanatının, her kuşak ve toplumda var olan ve geleneksel terapiler uygulayan, Ortodoks
tıbbın* kendilerine takındığı tavır nedeniyle çalışmaları dikkate alınıp gözlemlenmemiş ve içeriden
gelen doğal çağrıyı takip etmeleri engellenmiş, doğuştan şifacıların ve tarikatların eline geçmesi
mümkün görünmektedir. Dolayısıyla, geleceğin doktorunun iki büyük amacı olacaktır. İlki, hastanın
kendini tanımasına yardımcı olmak ve olası temel hatalarını, kişiliğindeki tamamlaması gereken temel
eksiklikleri, doğasında var olup kökünden kazınması ve yerine uygun erdemlerin yerleştirilmesi
gereken kusurlarını göstermek olacaktır. Böyle bir doktor, insanlığa ve insan doğasına dair hüküm
süren tüm yasaların çok iyi bir öğrencisi olmalıdır ki kendisine başvuran herkeste Ruh ve kişilik
arasında çatışmaya neden olan unsurları fark edebilsin. Acı çekmekte olan kişiye ihtiyaç duyduğu
ahengi nasıl en iyi şekilde ortaya çıkarabileceğini, Birliğe aykırı hangi eylemleri yapmaması gerektiğini
ve kusurlarını gidermek için hangi erdemleri geliştirmesi gerektiğini önerebilmelidir. Her vaka dikkatli
bir çalışmayı gerektirecektir ve ancak yaşamlarının büyük bir kısmını insanlık hakkındaki bilgilere
adamış, yüreğinde o yardım etme duygusuyla yanıp tutuşan ve insanlığa dair bu şerefli ve kutsal
görevi başarıyla üstlenip, hastanın gözlerini açabilecek, varlığının nedeni hakkında onu
aydınlatabilecek ve hastalığının üstesinden gelmesini sağlayacak umudu, rahatlığı ve inancı ona ilham
edebilecek olanlar bu kişiler olacaktır.
Doktorun ikinci görevi, fiziksel bedenin güç kazanmasına ve zihnin sakinleşmesine, bakış açısını
genişletmesine ve mükemmelliğe doğru gelişmesine yardımcı olacak, böylelikle de tüm benliğine
huzur ve ahengin gelmesini sağlayacak remedileri** uygulamak olacaktır. Bu gibi remediler doğada
mevcuttur; oraya, insanlığın şifa bulması ve rahatlığı için Yüce Yaratıcı tarafından yerleştirilmiştir.
Bunlardan birkaçı bilinmekte, birçoğu ise günümüzde dünyanın farklı yerlerinde, özellikle
Hindistan'da tıp insanları tarafından aranmaktadır. Ve şüphesiz bu araştırmalarda ilerleme
kaydedildikçe iki bin yılı aşkın süre önce bilinen bilgilerin birçoğunun yeniden edinilmesi mümkün
olacak ve hastalıklarından kurtulması için insanlık için ilahi bir şekilde yerleştirilmiş olan bu harika ve
doğal remediler geleceğin şifacısının elinin altında olacaktır.
Dolayısıyla hastalığın tamamen ortadan kaldırılması, insanlığın, Evrenimizin değiştirilemez yasalarının
doğruluğunu idrak etmesine ve kendisini alçakgönüllülük ve sadakat ile bu yasalara adapte etmesine,
böylelikle de Ruhu ile bir bütün olarak huzur bulmasına ve yaşamındaki gerçek neşe ve mutluluğa
erişmesine bağlıdır. Doktorun, buradaki rolü, her hastaya bu hakikat bilgileri ışığında yardımcı olarak
ve uyumu yakalamakta kullanacağı araçları ona göstererek, her şeyin üstesinden gelebilme gücüne
sahip kendi Kutsallığına inanma duygusunu uyandırmak ve ayrıca kişiliğin ahenge girmesine ve
bedenin şifalandırılmasına yardımcı olacak tüm fiziksel remedileri uygulamak olacaktır.

*Ortodoks tıp: Klasik Tıp, Batı Tıbbı


**Remedi: tedavi
HEAL THYSELF EDWARD BACH

YEDİNCİ BÖLÜM

Ve şimdi sıra hayati önem taşıyan sorunda: Kendimize nasıl yardım edebiliriz? Zihnimizi ve
bedenimizi, hastalıkların bize saldırmasını zorlaştıracak veya olanaksızlaştıracak o ahenge nasıl
kavuşturabiliriz? Şu kesindir ki, çelişki olmadığında kişilik hastalıklardan etkilenmez olacaktır.
Öncelikle zihni ele alalım. Ruhumuzun bize söyledikleriyle uyumsuz ve 'Birlik'e aykırı çalışmamıza
neden olan hataları içeride aramamız ve bunların karşıtı olan erdemler geliştirerek bu hataları
ortadan kaldırmamızın gerekliliğini ayrıntılarıyla ele almış bulunuyoruz. Bu, hâlihazırda o satırlarda
belirtildiği gibi yapılabilir ve dürüstçe yapılacak bir kendini yoklama ile hatalarımızın doğasını açığa
vuracaktır. Manevi rehberlerimiz, gerçek tıp insanları ve yakın arkadaşlarımızın hepsi de kendimize
dair güvenilir bir resme ulaşmamızda bizlere yardımcı olabilmelidir fakat bunu öğrenmenin en
mükemmel yöntemi; sakin düşünce (tefekkür) ve meditasyon ile kendimizi, Ruhumuzun, bilincimiz ve
sezgilerimiz aracılığıyla bizimle konuşabileceği kadar dingin bir ortam hazırlayarak, kendi arzuları
doğrultusunda rehberlik etmesine olanak sağlamaktır. Her gün kısa bir zaman ayırabilsek ve bu kısa
süre zarfında hiçbir müdahalenin olmadığı, olabildiğince sessiz ve tek başına, sadece zihnimizi boş
tutarak veya yaşamımızdaki görevimiz üzerine sakince düşünerek öylece otursak ya da uzansak, bir
süre sonra kendimizi o anlarda adeta bilgi kıvılcımları ve rehberlikle dolu müthiş bir yardım alırken
buluruz... Yaşamın zor sorunlarına dair soruların açıkça yanıtlandığını görürüz ve güven içinde doğru
rotayı seçebilir hâle geliriz. Öyle zamanlarda Ruhumuzun söyledikleri doğrultusunda yürüyüp,
insanlığa hizmet vermeye dair en kuvvetli arzuyu yüreğimizde tutmalıyız.
Şu hatırlansın ki, hata bulunduğunda çare, bununla savaşmakta ve bir yanlışı bastırmak için irade
gücünün ve enerjinin kullanılmasında değil, karşıt erdemin istikrarlı bir şekilde geliştirilmesinde,
dolayısıyla da doğamızdan suçlunun tüm izlerinin otomatik olarak temizlenmesinde yatar. İşte bu,
ilerlemenin ve yanlışın tespit edilip üstesinden gelinmesinin, tek bir hatayla savaşmaktan çok daha
kolay ve etkili olan hakiki ve en doğal yöntemidir. Bir hatayla mücadele etmek, onun gücünü artırır,
dikkatimizi onun varlığı üzerine perçinleyip, bizi tam anlamıyla bir savaşın ortasına getirip koyar. Bu
noktadan sonra bekleyebileceğimiz en büyük başarı, bastırma yoluyla üstesinden gelmektir ki bu
sonuç tatminkâr olmanın çok uzağındadır çünkü düşman hâlâ bizimle birliktedir ve zayıf anımızda
kendini yeniden gösterecektir. Başarısızlığı unutmak ve bilinçli olarak bu geçmiş deneyimin bir daha
yaşanmasını imkânsız kılacak erdemi geliştirmek için çaba göstermek; işte bu gerçek zaferdir.
Örneğin doğamızda zalimlik olduğu takdirde sürekli, "zalim olmayacağım" diyebilir ve kendimizi o
yönde hata yapmaktan alıkoyabiliriz; fakat bu yöntemin başarısı zihnin gücüne bağlıdır ve zayıfladığı
takdirde o an için bu çözümü unutabiliriz. Öte yandan, kardeşlerimize yönelik hakiki şefkati beslersek
bu nitelik, zalimliği kesin olarak olanaksız kılacaktır çünkü kardeşçe duygular paylaştığımız için böyle
ürpertici bir eylemden sakınır olacağızdır. Bu konuyla ilgili olarak herhangi bir bastırma, savunmasız
olduğumuz anlarda atak yapacak gizli hiçbir düşman yoktur çünkü duyduğumuz şefkat, doğamızdan,
bir başkasını incitebilecek herhangi bir eylem olasılığını tamamen silmiş olacaktır.
Daha önce gördüğümüz üzere, fiziksel hastalıklarımızın doğası, bu hastalıkların ortaya çıkmasının
temel nedeni olan zihinsel uyumsuzluğu bize göstermede önemli ölçüde yardımcı olacaktır; bir diğer
büyük başarı faktörü ise yaşama sevincine sahip olup, varoluşa zar zor ve olabildiğince sabırla
katlanılması gereken bir görev olarak bakmadan; bu dünya aracılığıyla yaptığımız maceralı
yolculuğumuzu zevkli hâle getirebilmektir.
Belki de materyalizmin en büyük trajedilerinden biri de can sıkıntısı üretmesi ve içerideki gerçek
mutluluğu kaybettirmesidir; materyalizm, insanlara, sorunlarıyla ilgili rahatlamayı ve telafiyi, dünyevi
zevklerde aramayı öğretir ve bunlar, yaşadığımız güçlükleri geçici bir süre unutmamızı sağlamaktan
başka bir şey getirmez. Yaşadığımız derslerin telafisini bir kez, ücretini ödediğimiz şarlatanlıklarda
aramaya başladığımızda bir kısır döngüyü de başlatmış oluruz. Oyalayıcı faaliyetler, eğlence ve
HEAL THYSELF EDWARD BACH

havailik hepimiz için iyidir ancak sorunlarımızı bastırmak için ısrarla bel bağladığımızda değil! Her
türden dünyevi zevkin hüküm sürmeye devam etmesi için düzenli şekilde yoğunluğunun artırılması
gerekir ve dün size heyecan veren şey yarın sıkıntıya dönüşür. Biz de doyuma ulaşana ve artık o yönde
bir rahatlama hissetmediğimiz bir zaman gelene kadar başka ve daha büyük heyecanlar aramaya
devam ederiz. Dünyasal eğlenceye şu veya bu şekilde bel bağlamak, hepimizden birer Faust* yaratır
ve bunu bilince çıkaramamış olsak da yaşam, bizim için sabır gerektiren bir görevden biraz daha
fazlasına dönüşür ve her çocuğun mirası olan ve son saatlerimize kadar korunması gereken gerçek
yaşam coşkusu ve neşe bizi tamamen terk eder. Günümüzde gençleşme, doğal ömrün uzatılması ve
duyusal zevklerin pervasız uygulamalarla artırılmasına yönelik yapılmakta olan bilimsel çalışmalarda
aşırı uç noktalara gelinmiştir.
Normalde yaşayacağımızdan çok daha fazla rahatsızlığı olağan seyrinden çok daha erken yaşama
eğilimi göstermemizin kökeninde hissettiğimiz bu kendinden sıkılmışlık hali yatar ve söz konusu
rahatsızlıklarla ilintili hastalıklar da çok daha erken yaşta baş gösterir. Kutsallığımızın gerçekliğini,
dünyadaki misyonumuzu kabul ettiğimiz ve dolayısıyla deneyim kazanma ve başkalarına yardım etme
hazzına sahip olduğumuz takdirde böylesi bir durum meydana gelemez. Sıkıntının panzehri,
çevremizdekilerle etkin ve canlı bir şekilde ilgilenmek, gün boyunca yaşam üzerine çalışmak,
insanlardan ve yaşamdaki olaylardan her şeyin arkasında yatan Hakikati öğrenmek, öğrenmek ve
öğrenmek; kendimizi, bilgi ve deneyim kazanma sanatında kaybetmek ve ‘yaşam yolcusunun’ hayrına
kullanabileceği fırsatları kollamaktır. Dolayısıyla çalıştığımız ve faaliyette bulunduğumuz her an
beraberinde, öğrenme hevesini; gerçek şeyleri, gerçek maceraları ve zahmete değer eylemleri
deneyimleme arzusunu getirecek ve biz bu becerileri geliştirirken, en küçük olaylardan zevk alma
yeteneğimizi yeniden kazandığımızı ve önceleri sıradan, sıkıcı ve tekdüze bulduğumuz olayların dahi
bir araştırma ve macera fırsatına dönüştüğünü göreceğiz. Bu, yaşamın basit şeylerinde bulunmaktadır
– basit, sade şeyler; çünkü onlar, gerçek hazzın bulunacağı o büyük Hakikate daha yakındır.
Kişiyi yaşam yolculuğunda adeta bakar-kör bir yolcuya dönüştüren katlanma, gündelik yaşantımız
macera ruhunu ve neşesini taşıdığı sürece, içeri sızma fırsatına asla sahip olamayacak çok sayıda
olumsuz etkiye kapıyı açacaktır. Konumumuz ne olursa olsun, ister on binlerce insan ile birlikte
şehirde bir işçi, ister dağlarda bir çoban olalım, tekdüzeliği ilgiye, monoton görevi keyifli bir deneyim
fırsatına ve günlük yaşamı, insanlık ve Evrenin en büyük temel yasaları üzerine yoğun bir çalışmaya
dönüştürmeye çalışalım. Dağda veya vadide ya da kardeşlerimizin arasında, her yerde Yaratımın
yasalarını gözlemlemek için bolca fırsat vardır. Önce gelin, yaşamı sıkıntının artık mümkün olmayacağı
ilginç, merak uyandıran bir maceraya dönüştürelim ve böylece kazandığımız deneyimlerden yola
çıkarak zihnimizi, Ruhumuz ve Tanrı’nın Yaratımının mükemmel Birliğiyle uyuma sokmaya çalışalım.
Bir başka gerekli destek de tüm korkularımızı bırakmamız içindir. Gerçekten de korkunun insanlık
âleminin doğasında hiçbir yeri yoktur çünkü - özümüz olan – içimizdeki İlahilik yenilmez ve
ölümsüzdür ve Tanrı’nın Evlatları olarak bunun farkına varabilirsek korkacağımız hiçbir şey
kalmayacaktır. Materyalist çağlarda korku, dünyevi sahiplenişlerin (bunlar ister bedenden, ister
dışarıdaki zenginliklerden kaynaklansın) sebep olmasıyla doğal olarak artmaktadır, çünkü bu gibi
şeyler bizim dünyamız hâline geldiği takdirde, çok geçici, elde edilmeleri çok güç ve çok kısa süreliğine
bile elde tutulması son derece olanaksız olduğundan, onları kaybetme korkusuyla bizdeki en büyük
kaygıları uyandırırlar. İster istemez, bilinçli ya da bilinçaltından kaynaklanan daimî bir korku hâlini
yaşarız çünkü özümüzde bu gibi maddi varlıkların her an bizden koparılabileceğini ve bunları en fazla
kısa bir ömür boyunca tutabileceğimizi biliyoruz.

* Goethe'nin Faust'u, evrenin sırlarına ulaşmak adına ruhunu şeytana satmış, dünyevi zevklerle
büyülenmiş bir edebi kahraman.
HEAL THYSELF EDWARD BACH

Dehşet ile korktuğumuz şeylere kapıyı açıp onlara kolayca teslim olmamıza sebep olan hastalık
korkusu, çağımızda, büyük zararlar verecek güce ulaşmıştır. Kendimizi içtenlikle başkalarının sağlığına
ve esenliğine verdiğimizde kişisel dertlerimiz hakkında kaygılanmaya zaman kalmadığı için böyle bir
korku gerçekten de bencilce olacaktır. Günümüzde hastalığın şiddetlenmesinde korkunun rolü
büyüktür ve modern bilim, henüz yarı-doğru olmanın ötesine geçmeyen keşiflerini halka yayarak
korku krallığını büyütmüştür. Hastalıklarla ilintili çeşitli mikroplar ve bakterilere dair bilgiler on
binlerce kişinin zihinlerini altüst etmiştir ve bu kişilerde uyanan korku, onları hastalıklara karşı daha
kolay etkilenir hale getirmiştir. Bakteriler gibi daha düşük yaşam formları, fiziksel hastalıklar
üzerindeki rolünü oynayıp veya hastalık ile ilişkili olabilirken, bilimsel olarak ya da günlük olaylar
aracılığıyla kanıtlanabildiği üzere hiçbir şekilde problemin tüm gerçekliğini oluşturmazlar. Bilimin,
fiziksel zeminde açıklayamadığı bir etken vardır ve her grubun aynı salgın enfeksiyona yakalanma
olasılığına açık olmasına karşın, bazıları kurtulurken, diğer insanların hastalığa yakalanıyor olmasının
nedeni de budur. Materyalistik bakış, fiziksel düzlemin ötesinde, yaşamın olağan akışında belirli bir
kişiyi ne türden olursa olsun hastalığa karşı koruyan ya da hassas kılan, bir etkenin varlığını
unutmaktadır. Korku, zihnimiz üzerindeki bunaltıcı etkisiyle fiziksel ve manyetik bedenlerimizde
uyumsuzluğa neden olarak saldırının yolunu açar ve eğer bakteriler ve bu fiziksel araçlar hastalığın
kesinlikle tek nedeniyse o zaman gerçekten de korkmamak için küçük bir cesaret yeterlidir. Fakat en
kötü salgınlarda enfeksiyona maruz kalanların sadece küçük bir bölümünün hastalığa yakalandığını ve
hâlihazırda bu metinde gördüğümüz gibi hastalığın salgın bile olsa, asıl nedeninin kendi kişiliğimizde
yattığını ve bizim kontrolümüz altında olduğunu fark ettiğimizde, ilacın bizim içimizde bulunduğundan
emin, korkmadan ve çekinmeden istediğiniz yönde devam edebilirsiniz. Yarattığı endişenin, bizi
hastalığa karşı sadece daha hassas kıldığı bilgisiyle, hastalık sebebi olarak fiziksel nedenselliklere
duyduğumuz bütün korkuyu zihinlerimizden çıkarabiliriz ve eğer kişiliğimizi ahenge sokma
gayretindeysek, hastalık beklentimiz yıldırım çarpması veya düşen bir meteor parçasının bize isabet
edeceği korkusundan daha fazla olmamalıdır.
Şimdi fiziksel bedeni ele alalım. Şu asla unutulmamalıdır ki, fiziksel beden, Ruhun dünyada barındığı;
deneyim kazanmak ve anlamak amacıyla dünya ile teması sağlayan, sadece kısa süreliğine içinde
yaşadığımız yerleşkedir. Kendimizi çok fazla özdeşleştirmeden, bedenimize saygılı ve özenli
davranmalıyız; böylece sağlıklı olarak bu dünya üzerindeki çalışmamızı tamamlamamıza yetecek kadar
uzun ömürlü olmasını sağlarız. Bedenimize bir an bile kendimizi kaptırmamalı veya aşırı derecede
endişe duymamalıyız; bunun yerine bedenimizin varlığı hakkında mümkün olduğunca az farkında
olarak, onu Ruhumuzun ve zihnimizin bir aracı ve bu dünyadaki amacımızı yerine getirecek bir
hizmetkâr olarak kullanmalıyız. Dış ve iç temizlik çok büyük önem taşır. Dış temizlikte modern insan
suyu çok sıcak kullanır; bu, derideki gözenekleri açar ve kirin ciltten içeri girmesine izin verir. Dahası,
aşırı sabun kullanımı cilt yüzeyinin hassasiyetini arttırır. İster duştaki gibi akan su olsun, ister bir
kereden fazla değiştirilen sabit su olsun, suyun serin ya da ılık olması doğal yönteme daha yakındır ve
bedeni daha sağlıklı tutar; sadece görünen kirleri gidermek için gereken miktarda sabun kullanılmalı
ve sonrasında temiz suyla iyice yıkayıp temizlenmelidir.
İç temizlik beslenme düzenimize bağlıdır; temiz, besin değeri yüksek ve başta doğal meyveler,
sebzeler ve kabuklu yemişler olmak üzere mümkün olduğunca taze olan gıdayı tercih etmemiz
gerekir. Öncelikle vücutta çok fazla toksine neden olduğundan; ikincisi anormal ve aşırı derecede
iştahı tetiklediğinden ve üçüncü olarak da hayvan dünyasına kıyımı içerdiğinden hayvan etinden
kesinlikle kaçınılmalıdır. Su ve doğal şaraplar ile Doğa’nın kaynağından alınarak yapılan içecekler gibi
sıvılar bolca alınarak vücut temizlenmeli, damıtılarak yapılan işlem görmüş içeceklerden uzak
durulmalıdır.
HEAL THYSELF EDWARD BACH

Çoğumuz uyanıkken kendi üzerimizde, uykuda olduğumuzdan daha fazla kontrole sahip
olduğumuzdan uykuda aşırıya kaçılmamalıdır. Eskilerin söylediği "Erken kalkan yol alır" sözü, uyanma
vaktimize dair çok iyi bir rehberdir.
Giysiler dış sıcaklığa uygun olduğu kadar hafif de olmalıdır; temiz havanın ve gün ışığının mümkün
olan her fırsatta cilde temas etmesine izin verilmelidir. Su ve güneş banyosu, sağlık ve yaşam
enerjisinin mükemmel birer kaynağıdır.
Her anımızda neşe ve coşku teşvik edilmelidir. Şüphenin ve depresyonun bizi bunaltmasını reddetmeli
ve fakat bunların özümüze ait şeyler olmadığını da hatırlamalıyız çünkü Ruhlarımız sadece neşeyi ve
mutluluğu bilir.
HEAL THYSELF EDWARD BACH

SEKİZİNCİ BÖLÜM

Böylece, hastalığın üstesinden gelmemizin büyük ölçüde şu unsurlara bağlı olduğunu anlıyoruz:
Öncelikle kendi doğamızın içindeki Kutsallığımızın ve bu Kutsallıktan kaynaklı, yanlış olan her şeyin
üstesinden gelme gücümüzün farkına varılması; ikincisi, hastalığın temel nedeninin kişilik ve Ruh
arasındaki ahengin bozuk olmasından kaynaklandığının bilinmesi; üçüncüsü, böyle bir çelişkiye neden
olan hatayı keşfetme arzumuz ve yeteneğimiz ve dördüncü olarak her türlü hatada karşıt erdemin
geliştirilerek hatanın giderilmesi.
Şifa sanatının görevi, hastalıklarımızın üstesinden gelebileceğimiz gerekli bilgiye ve araçlara
ulaşmamızda bize yardımcı olmak ve buna ek olarak zihinsel ve fiziksel bedenlerimizi güçlendirecek ve
bize daha büyük zafer fırsatları verecek olan remedileri uygulamak olacaktır. Böylece gerçek bir başarı
umuduyla hastalığa gerçekten de tam kökünden hücum edebiliriz. Geleceğin tıp okulu, hastalığın
mutlak sonuçları ve ürünleriyle ilgilenmeyecek, mevcut fiziksel lezyonlara çok fazla dikkat etmeyecek
ya da yalnızca hastalık belirtilerimizi hafifletmek adına ilaçları ve kimyasalları uygulamayacaktır fakat
hastalığın gerçek nedenini bilerek ve ortada apaçık görünen fiziksel sonuçların sadece ikincil unsurlar
olduğunun farkında olarak, çalışmalarını, beden, zihin ve ruh arasında uyum sağlamaya
yoğunlaştıracaktır ki bu da kişinin rahatlaması ve hastalığın tedavisiyle sonuçlanacaktır. Ve yeterince
erken girişildiği durumlarda zihnin düzeltilmesi, olması muhtemel hastalığı engelleyebilir.
Doğa eczanesinde bulunan en güzel bitkilerden ve otlardan elde edilen remediler, kullanılacak ilaç
olacaktır ki bunlar, insanın zihni ve bedeni için şifalandırıcı unsurlarla kutsal bir şekilde
güçlendirilmiştir.
Kendi payımıza, huzur, ahenk ve bireyselliğin yanı sıra sebatkâr olma konusunda çalışmalı; özünde,
Kutsal bir kaynaktan geldiğimiz ve Yaratıcı'nın Evlatları olduğumuz anlayışını giderek daha fazla
geliştirmeliyiz ve böylece bunu geliştirdiğimiz takdirde - ki sonuç olarak zaman içinde kesinlikle bunu
yapmalıyız – mükemmelliğe erişme gücünü içimizde buluruz. Bu gerçeklik, varlığımızın en üstün
özelliği hâline gelene kadar içimizde büyütülmelidir. Zihinlerimizi gözümüzde, sükûnetini bozacak
dalgaların, dalgacıkların dahi olmadığı bir göl gibi canlandırarak, azimle huzuru pratik etmeliyiz ve bu
huzur hâlini yaşamdaki hiçbir olay, hiçbir durum, başka hiçbir kişilik hiçbir koşulda o gölün yüzeyini
dalgalandıramayana ya da bizim içimizde sinirlilik, depresyon veya şüphe uyandırmayı başaramayana
kadar yavaş yavaş geliştirmeliyiz. Her gün kısa bir süre ayırarak, sessizce huzurun güzelliğini ve
sükûnetin yararlarını düşünmek ve başarıya endişelenerek ya da telaş ederek değil de sessiz ve dingin
bir düşünce ve eylem hâli içerisinde ulaşabileceğimizi fark etmek önemli bir katkı sağlayacak, bunun
sonucunda da bizler üstlendiğimiz her işte daha verimli ve etkili sonuçlar alabileceğiz. Bu yaşamdaki
davranışlarımızı kendi Ruhumuzun istekleriyle uyumlandırmak ve dünyadaki sınavlar ile sıkıntıların
bizi bozamayacağı bir huzur hâlinde kalmak gerçekten de büyük bir kazanımdır; bu idrak bizi, tüm
anlayışın ötesine geçen o Huzura erdirir ve ilk bakışta hayallerimizin ötesinde görünmesine karşın
aslında, sabır ve sebat ile hepimizin erişimindedir.
Hepimizden aziz, şehit veya ün sahibi kişiler olmamız istenmez; çoğumuza daha az cazip makamlar
verilir. Fakat hepimizden, yaşamın neşesini ve maceralarını anlamamız ve Kutsallığımız tarafından
bize uygun görülen o belirli görevi keyifle yerine getirmemiz beklenir.
Hasta olanlar için iç huzuru ve Ruh ile ahenk içinde olma, iyileşmeye en büyük yardımdır. Geleceğin
tıbbı ve bakım yöntemleri; bu tür yardımın hastanın içinde geliştirilmesine, materyalistik bilimsel
yöntemleri kullanmadan hastanın durumunu değerlendiremediğimiz, daha çok sık sık ateş ölçmeyi
düşündüğümüz ve aslında iyileşme açısından elzem olan, hastanın bedenini ve zihnini rahatlatmaktan
ve sessizlik içerisinde dinlenmesini sağlamaktan çok, ona müdahale eden bir dizi bakıma önem
verdiğimiz günümüze göre çok daha fazla önem verecektir. Şüphesiz, önemsiz hafif hastalıkların daha
en başında birkaç saat Üst Benliğimizle uyum içerisinde kalıp dinlenebilsek hastalık gelişemeyecektir.
HEAL THYSELF EDWARD BACH

Böyle anlarda kendimizi, tıpkı İsa'nın Celile Gölü'ndeki fırtına sırasında tekneye binip, "Huzur, rahat
dur" emriyle simgelenen o sükûnetin bir parçasını içimizde bulabilmeliyiz.
Hayata bakış açımız, kişiliğin Ruha olan yakınlığına bağlıdır. Birlik ne kadar sıkı olursa, uyum ve huzur
da o kadar büyük olacak; Hakikatin ışığı ve daha yüksek âlemlerin nurlu neşesi o kadar açık bir şekilde
parlayacaktır; bunlar, Doğruluğun Ebedi Hakikati temeline dayandıklarından bizim, dünyanın
zorluklarına ve dehşetine karşı korkmadan sağlam bir şekilde durmamızı sağlayacaktır. Hakikat bilgisi
bize, dünyada meydana gelen bazı olaylar ne kadar trajik görünse de insanın evriminde geçici bir
dönem teşkil ettikleri ve hastalığın dahi başlı başına faydalı olduğu ve mutlak iyiliği meydana getirmek
ve mükemmelliğe doğru devamlı bir tazyik uygulamak amacıyla tasarlanmış belirli yasalar
doğrultusunda çalıştığına dair bir kesinlik verir. Bu bilgiye sahip olanlar, başkaları için büyük bir yük
olan olaylardan etkilenmez, depresyona girmez veya korkmazlar ve tüm belirsizlikler, korku ve
çaresizlik sonsuza kadar yok olur. Ancak kendi Ruhumuzla, Yaratıcımızla sürekli olarak birlik içerisinde
kalabilirsek, o zaman dünya geçekten de keyifli bir yer olur ve bizim menfaatimize uymayan hiçbir
baskı uygulanamaz.
Kutsallığımızın mertebesini görmemize ya da Kaderimizin ve önümüzde yatan pırıltılı geleceğin
azametini fark etmemize izin verilmez; eğer bunları yapabilseydik, yaşam bir sınav olmayacak ve
hiçbir çaba, hiçbir hak ediş söz konusu olmayacaktı. Erdemimiz, esas itibarıyla o yüce şeylerden
bihaber olup, iyi bir yaşam sürme inancı ve cesaretine sahip olmakta ve bu dünyanın zorluklarının
üstesinden gelmekte yatar. Ancak Üst Benliğimizle birlik içerisinde olarak her türlü dünyasal
mücadelenin üstesinden gelmemizi sağlayan o ahengi koruyabilir ve kaderimizi gerçekleştirmek
amacıyla çıktığımız yolculuğumuzu, bizi yoldan çıkaracak etkilere göğüs gererek, o rota üzerinde
kalarak tamamlayabiliriz.
Bunun yanı sıra, bireyselliğimizi geliştirmeli ve tüm dünyevi etkilerden kendimizi özgürleştirmeliyiz;
böylece sadece Ruhumuzun emirlerine uyarak, koşullardan veya başkalarından etkilenmeden
kendimizin efendisi hâline gelir, dürüstlük dümenini veya gemimizin yönetimini hiçbir zaman bir
başkasına bırakmadan, yaşamın azgın denizlerinde rotamızı çizmeyi başarabiliriz. Özgürlüğümüzün
tam ve mutlak kazanımı ile yaptığımız her şey, her eylem, hatta her bir düşünce kaynağını yalnızca
bizden alacaktır. Sonucunda bizim sadece ve sadece kendi isteğimizle özgürce yaşayıp, özgürce
vermemize olanak sağlayacaktır.
Bu yönde karşı karşıya olduğumuz en büyük zorluklar; mevcut düzenin içerdiği korkunun ve görev
bilinciyle ilgili yapay standartların dehşet verecek ölçüde üretildiği böyle bir çağda, en
yakınımızdakilerden kaynaklanabilir. Fakat birçoğumuzda yaşamın görünürde büyük olan 'şeylerini'
göğüslemeye yetmekle birlikte daha yakın ilişkide olduklarımızla yaşadığımız sınavlarda yetersiz kalan
cesaretimizi artırmamız gerekir. Bir akrabanın veya arkadaşın karşısında, kişiselleştirmeden
korkusuzca hareket edebilmeli ve neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar verebilmeliyiz. Dış
dünyada pek çoğumuz nasıl da birer kahraman ama evlerimizde birer korkağız! Bizi, Kaderimizi
gerçekleştirmekten alıkoyan araçlar, yapmacık sevgi ve şefkat oyunları ya da sahte bir vazife duygusu,
bizi esir alan ve başkalarının istekleri ve arzularının tutsakları olmamıza neden olan yöntemler
gerçekten de ne kadar incelikli ve ustaca olurlarsa olsunlar, hiç düşünmeden ve acımadan bir kenara
konulmalıdırlar. Çevremizdekilerin bizi engellemesinin artık söz konusu olmasını istemiyorsak, kulak
vermemiz gereken sadece ve sadece kendi Ruhumuzun sesi olmalıdır. Bireysellik en yüksek düzeyde
geliştirilmelidir; hiç kimseye değil yalnızca kendi Ruhumuzun rehberliğine ve yardımına güvenerek
yaşam yolunda yürümeyi; özgürlüğümüze iki elimizle sarılıp, mümkün olan her deneyimi yaşayıp, her
bir bilgi parçacığını özümsemek için dünyaya balıklama dalmayı öğrenmeliyiz.
Aynı zamanda herkesin özgürlüğünü tanıma, başkalarından hiçbir şey beklememe, buna karşılık;
ihtiyaç duydukları, zor zamanlarında onları ayağa kaldıracak bir yardım elini uzatmaya da her an hazır
ve tetikte olmalıyız. Dolayısıyla anne, eş, çocuk, yabancı veya arkadaş, yaşamda karşılaştığımız her
kişilik bizim gibi bir gezgindir ve ruhsal gelişim düzeyi açısından bizden büyük veya küçük olabilirler;
HEAL THYSELF EDWARD BACH

fakat hepimiz, ortak bir kardeşliğin üyeleri ve aynı yolculuğu yapan ve aynı pırıltılı sona sahip olan
büyük bir topluluğun parçasıyız.
Dağın zirvesine ulaşma iradesi ve kazanma azmi ile sebatkâr olmalı; yolda yaşadığımız tökezlemelerde
bir an bile yerinmemeliyiz. Hiçbir büyük tırmanış hata yapmadan, düşüp kalkmadan
gerçekleştirilememiştir ve bunların tamamı, gelecekte ayağımızın daha az takılmasına yardımcı olacak
deneyimler olarak görülmelidir. Geçmiş hatalarla ilgili düşünceler bizi asla rahatsız etmemelidir; o
hatalar yaşandı ve bitti; bu sayede kazanılan bilgi ise söz konusu hataların tekrarlanmasının
önlenmesine yardımcı olacaktır. Asla arkaya bakmadan, asla pişmanlık duymadan ilerlemeli ve
yolumuza devam etmeliyiz çünkü son bir saatin öncesi dahi artık arkamızda kalmıştır ve çarpıcı ışığıyla
o parlak gelecek ise daima önümüzde durmaktadır. Tüm korkular uzaklaştırılmalıdır; korkunun insan
zihninde asla yeri olmamalıdır ve korku ancak Kutsallığımızı unuttuğumuzda kendine yer bulur.
Yaratıcının Evlatları, Kutsal Yaşamın Kıvılcımları olarak yenilmez, yıkılmaz ve ele geçirilemez
olduğumuzdan korku bize yabancıdır. Hastalık görünüşte acımasızdır çünkü başkalarına zulümle
sonuçlanan yanlış düşünce ve yanlış eylemlerin ceremesidir. Nitekim gelecekte zalimliği olanaksız
kılacağından, sevginin ve kardeşliğin, doğamızı en yüksek düzeyde destekleyecek şekilde
geliştirilmesi gereklidir.
Sevginin yüceltilmesi; bizi, Birliğin gerçekleştirilmesi, her birimizin ve hepimizin Tek bir Büyük
Yaratımın parçası olduğumuz hakikatini idrak etme noktasına getirir.
Tüm sorunlarımızın nedeni ego ve ayrılıktır; Sevgi ve o muhteşem Birlik Bilinci, doğamızın bir parçası
hâline geldiği anda bunlar yok olur. Evren, Tanrının amacının eylemidir; evrenin varoluşunda Tanrı
yeniden doğar; evrenin yok oluşunda ise çok daha yüksek bir düzeyde tezahür eder. İnsana gelince,
bedeni insanın dışa vurumu, var olan doğasının amacına uygun şekilde vücut bulmasıdır; kendi
kendinin ifadesi, bilinç özelliklerinin cisimleşmiş (maddeye dönüşmüş) halidir.
Batı toplumunda güzel bir örnek ve mükemmelliğin yüce biçimi olan İsa'nın öğretileri bize rehberlik
eder. İsa, kişiliğimiz ve Ruhumuz arasında Uzlaştırıcı işlevi görür. Onun dünyadaki misyonu bize, Üst
Benliğimiz ve Yaratıcımızla nasıl bağ kurup uyum sağlayabileceğimizi, böylelikle de Yüce Yaratıcı'nın
İradesi doğrultusunda mükemmelliğe nasıl ulaşabileceğimizi öğretmekti.
Buda (Buddha) gibi insana mükemmelliği elde etme yolunu göstermek üzere zaman zaman dünyaya
inen diğer büyük Üstadların (Great Masters) da öğretisi bu idi. İnsanlık için yarım kalan bir yol söz
konusu olamaz. Hakikat kavranıp kabul edilmeli ve insan da kendisini, Yaratıcısının sonsuz Sevgi
planıyla birleştirmelidir.
O hâlde gelin kardeşlerim, çıkın Kutsallığınızın bilgisinin o parlak gün ışığına ve varlığının tek nedeni
Tanrısının arzusuna uymak ve en büyük keyfi de genç kardeşlerine hizmet vermek olan o muhteşem
Beyaz Kardeşlik* grubuyla birleşerek, neşe ile yaşama ve paylaşmaya dair o Büyük Plana katılmak
üzere ısrarla ve azimle çalışmaya koyulun.

*
Bakınız: Sayfa 4, Önsöz
HEAL THYSELF EDWARD BACH

Dr. Bach ve çalışmaları hakkında daha geniş bilgi için...


Dr. Bach'ın remedilerine dair kendi kendine yardım kılavuzları için...
Kitap önerileri için...
Remediler arasından seçim yapma konusunda yardım için...
Tam eğitimli uygulayıcılara erişim için...
Eğitim almak için...
Dokümanları ücretsiz karşıdan yüklemek için...
İnteraktif forum için...
Görüş ve yorum için...
Haber bültenleri için...
Birçok dilde sunulan bilgilere bağlantılar için...

www.bachcentre.com ' u tıklayınız.

BACH CENTRE TARAFINDAN ÖNERİLMİŞTİR


HEAL THYSELF EDWARD BACH

You might also like