Professional Documents
Culture Documents
İlkçağ Felsefesi - Ünite 3
İlkçağ Felsefesi - Ünite 3
İlkçağ Felsefesi - Ünite 3
Plüralist Dönem
1 Monizm ve plüralizm kavramlarını Antropolojik Dönem
tanımlayabilme 4 Sofistlerin ortaya çıkışı ile yaşadıkları
2 Plüralist filozofların arkhe anlayışlarını ana dönemin tarihsel şartlarını
1 2
hatlarıyla ifade edebilme ilişkilendirebilme
3 Demokritos’un ahlak anlayışını 5 Sofistlerin temel düşüncelerini
açıklayabilme sıralayabilme
56
İlkçağ Felsefesi
57
Plüralist ve Antropolojik Dönem
ya geldiğinde bize şeyler var olmaya başlıyormuş, gereken bir nokta vardır ki o da mutlak bir oluş
ayrıldıklarında ise yok oluyormuş gibi görünmek- ve bozuluşun değil, arızî bir oluş ve bozuluşun ol-
tedir. Oysaki, diye düşünmektedir Empedokles, duğunu düşünmek gerektiğidir. Zira, antik Yunan
Parmenides’in işaret ettiği üzere varlık vardır, var düşüncesinde, mutlak bir varlık ve yokluktan bah-
olmayan ise yoktur. sedilemez. Hava, ateş, toprak ve suyun evrendeki
Empedokles dört unsuru tanrısal varlıklar ola- miktarı asla artmaz ve eksilmez. Mutlak bir oluş ve
rak görmektedir. Ona göre hava Hades, ateş Zeus, bozuluştan bahsedilebilseydi o zaman bu dört un-
toprak Hera, su ise Nestis ile özdeştir (Kranz, 2014, surun miktarında da bir artış ve eksilme meydana
s. 133). Bu açıdan bakıldığında, onun, yaşadığı dö- gelirdi. Bu ise mümkün değildir.
nemdeki dinî düşünceden etkilendiği anlaşılmak- Empedokles’e göre, dört unsur maddî niteliğe
tadır. Şüphesiz bu Empedokles düşüncesindeki tek sahiptirler ve aynı zamanda ezelî ve ebedîdirler.
dinî öğe değildir. Pythagorasçı gelenekten aldığı ve Buna karşın Sevgi ve Nefret ise maddî olmadıkları
ünite kapsamında yeri geldikçe temas edilecek olan gibi ezelî ve ebedî de değildirler. Onların mevcu-
başka bazı dinî düşünceleri de mevcuttur. diyetleri birbirini takip eden dönemlerle sınırlı-
İlk doğa filozofları, örneğin Thales ve Anaxime- dır. Ayrıca, dört unsur bileşik nesne ya da tözle-
nes hylozoisttirler. Onlara göre, nesnelerin ortaya rin oluşumunu sağlayan temel bileşenler olmaları
çıkışını canlı maddenin, arkhenin bizzat kendisine anlamında basit birer cevherdir. Bileşik maddeler
dayalı olarak açıklamak gerekmektedir. Örneğin bu basit öğelere ayrıştırılabilir. Fakat basit cevher-
Thales, tüm cisimlerin sudaki değişimlerden mey- ler başka herhangi bir şeye bölünemez ve indirge-
dana geldiğini ve mevcudiyetlerini sürdürebilmek nemez. Böylece, basit cevherlerle bileşik nesneler
bakımından ihtiyaç duydukları şeyleri sudan aldık- arasında ayırım yapan Empedokles dört unsurun,
ları iddiasındadır (Weber, 2014, s. 21). Empedok- en azından evrendeki her şeyin kendilerinden mey-
les ise dört unsuru evrenin temeline yerleştirmekle dana gelmesi anlamında basit oldukları sonucuna
birlikte, onların kendiliğinden harekete geçtiğini ulaşmaktadır (Cevizci, 2000, s. 53).
düşünmez. Bu bakımdan, o, hylozoist düşüncenin Sevgi tarafından bir araya getirilen dört unsur-
dışına çıkar (Guthrie, 1999, s. 57). dan türeyen varlıklar belirli bir hiyerarşi dâhilinde
ortaya çıkmaktadır. Önce ilkel, sonra gelişmiş can-
lılar; önce bitkiler ve hayvanlar, sonra insanlar;
Hylozoizm, Yunanca hyle (madde) ve önce hem erkek hem dişi olan canlılar, sonra ise
zoon (canlı) kavramlarından türemekte erkek ve dişi diye ayrılan canlılar (Störig, 2015, s.
olup “canlı-maddecilik” anlamına gel- 189) meydana gelmektedir.
mektedir. Hylozoist filozoflar hareket ve
Empedokles canlı varlıkların bedensel oluşu-
değişimi maddenin bizzat kendisinden
munu da son derece ilginç bir şekilde açıklamak-
kaynaklanan bir husus olarak değerlendi-
tadır. Ona göre, ilk önce canlı varlıkların kafa, el,
rirler.
ayak gibi organları ortaya çıkmıştır. Sonra bunlar
tamamen tesadüf neticesinde bir araya gelmiştir.
Dört unsur kendiliğinden hareket etmiyor ise, Böylece, hayatta kalmalarını sağlayacak şekilde
başka bir deyişle onların bir araya gelmesi bizzat birbiriyle birleşenler canlı varlıklara dönüşmüş-
ürettikleri bir hareketin sonucu değil ise, evrende lerdir. Bunların hayatta kalması birbirlerinin ih-
gözlemlediğimiz oluş ve bozuluşu nasıl açıklama- tiyacını karşılamalarıyla mümkün olmuştur. Ör-
mız gerekir? neğin dişler yiyeceği kesmiş ve parçalamış, mide
Empedokles’e göre bu sorunun cevabını vere- onu hazmetmiş, karaciğer kana dönüştürmüştür.
bilmek için evrendeki maddî gerçekliği mümkün İnsan kafası insan vücuduyla buluştuğu zaman
hale getiren iki etkin nedene müracaat etmek ge- vücudun tamamı hayatta kalmayı başarmış, fakat
rekmektedir: Sevgi (ya da Sempati) ve Nefret (ya örneğin bir sığırın vücuduyla buluştuğu zaman ise
da Antipati) (Kranz, 2014, s. 120). Oluş dediğimiz onunla uyum sağlayamamış ve ortadan kalkmıştır
şey, dört unsurun Sevgi tarafından bir araya getiril- (Kranz, 2014, s. 130).
mesi, bozuluş ise bu unsurların Nefret tarafından İnsanın bedensel oluşumu da dört unsurun çe-
birbirinden ayrılmasıdır. Yalnız, dikkat edilmesi şitli oranlarda karışmasının bir sonucudur. Onun
58
İlkçağ Felsefesi
katı yönünü teşkil eden et ve kemik topraktan oluş- Empedokles Herakleitos’un değişim konusun-
maktadır. İnsanın sıvı yönü ise kandır. Bu nedenle daki fikrine katılmaktadır. Duyularımız bize evren-
insanın bedensel teşekkülünde suyun önemli bir de sürekli bir değişim ve hareketin olduğunu söy-
yeri vardır. Solunum yoluyla insanın oluşumuna ler. Bunu duyuların eksikliğine atfetmek mümkün
hava da katılır. Ayrıca bedenimizdeki sıcaklık, olu- olmakla birlikte akıl da duyular gibi bilgiye ulaşma
şumumuzda ateşin de bulunduğunu gösterir. Sevgi hususunda eksiktir (Kranz, 2014, s. 116-17). Öte
bu unsurları oranlı bir şekilde bir araya getirmekte- yandan Parmenides de haklıdır. Evrenin özünü teş-
dir. Sağlık dediğimiz şey aslında bunlar arasındaki kil eden dört unsur, bizzat değişmezdirler. Bunlar
uyumdur. Hastalık ise bedensel oluşumumuzu teş- ezelî ve ebedî, basit cevherler olmaları hasebiyle
kil eden unsurlar arasındaki uyumsuzluğun bir so- daima kendi kendileriyle aynı kalırlar. Değişimin
nucu olarak görülmelidir (Von Aster, 2015, s. 75). ve aynılığın birlikte tasdik edildiği Empedokles
Empedokles’e göre, Sevgi ve Nefret evrende düşüncesinde bilgiye ulaşmak için bir yolun da
dönüşümlü olarak hüküm sürmektedir. O, birbi- bulunması gerekmektedir. O, evren hakkında-
rini sonsuza dek takip eden dört dönemin var ol- ki hakikate, bilgiye ulaşmanın en makul yolunun
duğunu düşünmektedir. İlk dönemde Sevgi evrene duyuları ve aklı bir arada kullanmaktan geçtiğini
bütünüyle hâkimdir. Sevgi, unsurları bir araya ge- düşünür (Waterfield, 2000, s. 134). Herakleitos ve
tirdiği için oluşu da mümkün kılmaktadır. İkinci Parmenides’in birbirini nakzeden düşünceleri ara-
dönemde Nefret evrende kendisine yer açmak için sında oluşturulan bu uzlaşı Empedokles’in sentez-
harekete geçmektedir. Bu dönemi Nefretin evren ciliğinin bir diğer örneğini teşkil etmektedir.
üzerinde mutlak bir egemenlik kurduğu dönem ta- Cisimlerin nasıl olup da birbirini etkilediği so-
kip eder. Dördüncü dönemde ise Sevgi evrene tek- rusu Empedokles’in cevaplamaya çalıştığı başlıca
rar girmeye çalışmaktadır (Gökberk, 2016, s. 33). sorulardan biridir. Bu soru esasen hareketin nasıl
Sevginin hakim olduğu dönem kozmos, Nefretin mümkün olduğunu da açıklamak bakımından
hakim olduğu dönem ise kaos halidir. işlevseldir. Onun verdiği cevap, yukarıda işaret
edilen sentezi daha anlamlı hale getirecektir. Zira
hareket Elea Okulu tarafından reddedilmektedir.
Empedokles’in Bilgi Anlayışı Nitekim Elealı Zenon’un meşhur paradoksları bu
Empedokles’in bilgi anlayışı da, Herakleitos ve düşünceyi reddetmek üzere üretilmiştir.
Parmenides’in fikirlerine dayanarak oluşturmaya
Empedokles’e göre cisimlerin birbirini etkile-
çalıştığı bir sentezin ifadesidir.
mesi şu şekilde açıklanabilir: Nasıl ki güneşten ışık
Herakleitos’un evrende daimi bir değişimin mev- yayılıyorsa, cisimlerden de ışınlar yayılmaktadır.
cut olduğu yönündeki iddiasına karşılık Parmenides Ancak, cisimlerin ışın yayabilmesi, insan bedenin-
hiçbir şeyin değişmediği düşüncesindedir. Herakleitos de olduğu gibi, bazı gözeneklerin mevcudiyetini
(2016, B. 55, s. 163) eşya hakkındaki bilgileri, ancak gerektirir. Bir cismin başka bir cismi etkileyebilme-
duyulardan devşirebileceğimizi söylerken Parmeni- si, bu iki cismin gözeneklerinin birbiriyle uyumlu
des açısından bilginin kaynağı ancak akıl olabilir. Bu olmasına bağlıdır. Başka bir deyişle, bir cisimden
bakımdan, iki filozof birbirine zıt iki epistemolojik çıkan ışınlar diğer cismin gözeneklerine girebilecek
düşüncenin takipçisi olarak görülebilir ki birincisi konumda bulunmalıdır (Von Aster, 2015, s. 78).
çağdaş düşüncedeki empirizmi (Barnes, 2005, s. 115) Örneğin görmek için, cisimlerden çıkan ışınların
diğeri ise rasyonalizmi hatırlatmaktadır. gözde yer alan gözeneklerden içeri girmesi, aynı şe-
kilde gözden çıkan ışınların da cisimlere girebilme-
si gerekir (Gökberk, 2016, s. 33).
Empirizm bilginin kaynağının duyu ve- Duyu algısının gerçekleşebilmesi ışın-gözenek
rileri olduğu düşüncesine verilen isimdir. uyumuna, başka bir deyişle, kaynak ile hedefin
Rasyonalizm ise bilgiyi akıldan türetmek aynı özden geliyor olmasına bağlıdır. Eğer kaynak
ya da akla dayandırmak gerektiğini iddia ile hedef aynı özden ise algı gerçekleşir ve biz bil-
eder. Bu iki akım felsefe tarihinin en eski giye ulaşabiliriz. Son kertede, evren hakkında bilgi
rakip teorileri arasında yer almaktadır. sahibi olabilmemiz tamamen evrenle aynı özden
geliyor oluşumuzun bir sonucudur (Kranz, 2014,
s. 127-28). Biz de tıpkı evrendeki diğer cisimler
59
Plüralist ve Antropolojik Dönem
gibi dört unsurdan teşekkül etmiş bulunuyoruz. Reenkarnasyon teorisine göre, maddî dünyanın
Bilgiyi mümkün kılan şey bu vakıadır. üzerinde ikinci ve daha yüksek bir ruhlar dünyası
O, düşünme gücünün kana ait olduğunu söyle- vardır. Ruhlar ölümsüzdür. Ruhların bir kısmı işle-
yerek ilginç bir fikir ortaya atmaktadır. Kan, insani dikleri günah nedeniyle kirlenmiş kabul edilmekte
varoluşun esas taşıyıcısı ve düşüncenin merkezidir. ve dünyaya sürgüne gönderilmektedir. Bunlar, bir
İnsanın bütün yetenekleri dört unsurun kandaki bedene girerek, Empedokles’in deyişiyle etten ya-
karışımının olgunluğuna göre artmakta veya azal- bancı gömleklere bürünerek, yaşamak zorundadır.
maktadır. Kanda bütün unsurlar yer aldığı için, Sürgün boyunca çeşitli biçimlere giren ruhlar kimi
her şeyi bilebiliriz (Gökberk, 2016, s. 33). İnsanın zaman bitki, kimi zaman balık, kimi zaman hay-
düşüncesi, yüreği dolaşan kanda temerküz etmek- van, kimi zaman ise insan olmaktadır. Empedokles
tedir (Kranz, 2014, s. 128). Düşünce gücünü be- bitkiler arasında
yin dışında farklı bir organa veya bedenin farklı bir defne, hayvanlar
kısmına atfetmek yalnızca Epmedokles’in yaptığı arasında aslan,
dikkat
bir şey değildir. Bunun başka örnekleri de vardır. insanlar arasında
Reenkarnasyon inancına pek
Örneğin Epiküros düşünme gücünün göğüste bu- ise bilge, ozan ve
çok kültürde rastlamak müm-
lunduğunu, buraya yerleştiğini iddia etmektedir. hekim bedeninin
kündür. Örneğin antik Mısır,
girilebilecek en
Empedokles’in Doğa Üzerine ve Arınmalar adlı Hint ve Çin medeniyetlerinde
iyi biçimler ol-
iki kitap yazdığı bilinmektedir. Doğa filozofları- de reenkarnasyon inancı vardır.
duğunu iddia et-
nın çoğunda rastladığımız bir durum Empedokles
mektedir (Kranz,
açısından da geçerlidir. Yazdığı eserler günümüze
2014, s. 112).
bütünlüklü bir şekilde aktarılamamıştır. Bununla
birlikte, eserlerinden geniş bir bölümün fragmanlar Reenkarnasyonun ne kadar devam edeceği, yani
halinde mevcut olması önemlidir. Empedokles’in bir ruhun kaç bedene girmesi gerektiği konusunda
felsefî düşüncesi bağlamında yazılanların hemen herhangi bir sınır çizilemez. Bu bütünüyle ruhun
tamamı bu fragmanlara dayanmaktadır. arınmadaki başarısına bağlıdır. Daha da önemlisi,
ruhlar önceki yaşamlarında hangi bedenlere girdik-
lerini ve başlarından neler geçtiğini, ne tür hayat-
Platon ve Aristoteles gibi filozoflar hariç lar yaşadıklarını hatırlayamazlar. Fakat bunun iki
olmak üzere ilkçağ düşünürlerinin eserle- istisnası vardır. Empedokles, büyük saygı duyduğu
ri günümüze aktarılamamıştır. Kiminden anlaşılan Pythagoras’ın ve bizzat kendisinin önceki
birer ikişer cümle kiminden ise çok sayıda yaşamlarını hatırladığını iddia etmektedir (Kranz,
paragraf günümüzde mevcudiyetini ko- 2014, s. 111, 113).
rumaktadır. İlkçağ filozoflarından kalan Reenkarnasyon inancına sahip olan diğer gele-
bu metinlere “fragman” adı verilmektedir. neklerde de gözlendiği üzere, Empedokles takipçi-
Söz konusu filozofların genel düşüncesi lerinin bazı şeyleri yemesini yasaklamıştır. Örneğin
hakkında fikir edinebilmek için fevkalade fasulye, defne dalları ve hayvanlar yenilmesi yasak
önemli olan bu parçalar Walther Kranz’ın olan şeyler arasında yer almaktadır. Bunun gerek-
Antik Felsefe adlı eserinde yer almaktadır. çesi, yenilen şeyin reenkarnasyon sürecindeki baş-
ka biri olma ihtimalidir. “Oğullarını yiyen baba-
lar, annelerini yiyen çocuklar” (Kranz, 2014, 115)
Empedokles’in Düşüncesinde Din ve onun yeme alışkanlığındaki sınırsızlığı eleştirmek
Reenkarnasyon amacıyla verdiği örneklerdir. Kişi bilmeden kendi
Empedokles’in iki kitabı da sahip olduğu dinî babasını, annesini, çocuğunu vs. yemek istemiyor-
inancın ifadeleri ile doludur. Arınmalar adlı ese- sa bu kısıtlamaya riayet etmelidir.
rinden günümüze kalan kısımlar onun Orphik ve Ruhun sürgünü otuz bin yıl devam eder (Kranz,
Pythagorasçı düşüncelerin, bilhassa dinî/mistik bir 2014, s. 110) ve ruhun kendini arındırması netice-
mahiyete sahip reenkarnasyon (yeniden-doğuş) te- sinde sona erer. Arınan ruhlar, Empedokles’e göre,
orisinin etkisinde kaldığını göstermektedir. Aynı tanrısallığa yükselirler. Diğer ölümsüzlerin sofra ar-
eser, Pythagoras’a yönelik övücü ifadeleri de içer- kadaşı olan bu ruhlar artık acıdan ve kederden kur-
mektedir. tulmuşlardır (Kranz, 2014, 112). Bu bakımdan,
60
İlkçağ Felsefesi
61
Plüralist ve Antropolojik Dönem
62
İlkçağ Felsefesi
Yunan filozofları üzerinde yarattığı etki itibariyle göstermektedir. Anaksagoras ise “saf kontemplatif
Anaksagoras’ı dikkat çekici kılmaktadır. Telos fikri düşünür tipinin ilk örneği” (Zeller, 2008, s. 91)
ve teleolojik açıklama biçimi sonraki dönemlerde, olarak kabul edilebilir. Anaksagoras eserlerini dinî
örneğin Aristoteles’in fikriyatı üzerinde önemli iz- bir düşünceye dayandırmadığı gibi, dönemin dinî
ler bırakacaktır. geleneğine olan eleştirel yaklaşımı dolayısıyla ciddî
sıkıntılarla karşı karşıya kalmıştır. Örneğin yaşadığı
dönemde Yunan toplumu güneşi bir tanrı olarak
Teleoloji erek-bilim olarak tercüme edile- kabul etmektedir. Anaksagoras ise güneşin kızgın
bilir. Yunanca telos (amaç, erek) ve logos bir taş kütlesi olduğunu iddia etmiştir. Onun bu
(bilim) kavramlarından türetilmiştir. Ka- sonuca bir gök taşı parçası üzerinde yaptığı göz-
baca, herhangi bir nesnede veya evrenin lem neticesinde ulaştığı rivayet edilmektedir. Bu
tamamında gözlenen bir değişim veya iddiası, Anaksagoras’ın toplumdan ciddi bir tepki
hareketin belirli bir amaç doğrultusunda görmesine ve hatta ölüm cezası talebiyle yargılan-
gerçekleştiğine dair düşünceyi ifade et- masına neden olmuştur. Anaksagoras, fikirlerinden
mektedir. Bir diğer açıdan, teleoloji, her- dolayı yargılanan ve ölüm cezasına çarptırılan ilk
hangi bir niteliğin veya gözlemlenen bir filozoftur. Sokrates’ten farklı olarak, o, yaşadığı yer
değişimin ve hareketin belirli bir amaçla olan Atina’dan kaçarak bu cezadan kurtulmuştur.
bağlantılı olarak açıklanması gerektiği yö-
nündeki felsefî bir iddiadır.
“Kontemplatif ” kavramı “dikkatli ve de-
Anaksagoras’ın yaratma kavramına yüklediği rin düşünceye sahip kişi” anlamına gelen
anlam, onun teleolojik düşüncesiyle bir araya geti- “contemplative” kavramının Türkçeleş-
rildiğinde bir diğer merkezî fikrin, deistik düşünce- tirilmiş halidir. Anaxagoras, mistik değil
nin izleri de ortaya çıkmaktadır. Buna göre, tanrı- rasyonel bir yönteme sahiptir ve bu itibar-
sal bir mahiyeti haiz olan Nous hâlihazırda mevcut la kontemplatif bir düşünür olarak nite-
olan unsurları belirli bir amaç doğrultusunda bir lendirilmektedir.
araya getirerek evreni kozmos haline ulaştırmıştır.
Fakat Nous’un müdahalesi bununla sınırlıdır. O,
evreni belirli kurallar çerçevesinde, kendi kendi- Duyu Algısı ve Bilgi
ni idare edecek biçimde tasarlamış ve onu kendi
Anaksagoras her nesnede Nous’tan başka her
haline bırakmıştır. Bu, deist düşüncenin klasik
şeyden bir parçanın yer aldığını, bazı nesnelerde
ifadelerinden biridir. Deizme göre Tanrı evrenin
(organik varlıklarda) Nous’un da bulunduğunu
hammaddesini hazır bulmuş, ona biçim ve hareket
(Kranz, 2014, s. 156) iddia etmektedir. O, insa-
vermiş, sonra da onu kendi haline bırakmıştır. Bu
nın Nous’tan pay aldığı ve doğadaki en akıllı varlık
aşamadan sonra Tanrı’nın evrenle tekrar bir ilişki-
olduğu kanaatindedir. Bu düşüncesini desteklemek
ye girmesi ve ona zaman zaman (veya kesintisiz bir
üzere ilginç bir yorumda bulunmaktadır. Ona göre,
şekilde) müdahale etmesi düşünülemez. Evrende
insan, ellere sahip olduğu için bütün hayvanların
bütünüyle mekanik bir işleyiş vardır. Buna karşın,
en akıllısıdır. El alettir ve doğa, akıllı bir insan gibi,
Tanrının evrene müdahale ettiği fikri ise yoktan var
verdiği şeyleri ancak akıllıca kullanabilecek olanlara
etme fikrinde olduğu gibi monoteist dinler tarafın-
vermektedir (Kranz, 2014, s. 155). İnsanın elleri,
dan ortaya atılmıştır. Fakat antik Yunan düşüncesi
doğadan aldığı şeyleri kullanmasını mümkün kıl-
açısından bu fikir de alışıldık çerçevenin dışında
maktadır. Bu imkânı yaratan ise insanın Nous’tan
kalmaktadır.
aldığı pay, yani akıldır.
Anaksagoras Nousa tanrısal bazı nitelikler atfe-
Anaksagoras’ın cevaplamaya çalıştığı sorulardan
diyor olmakla birlikte felsefesini Empedokles gibi
biri de, duyu algısının ne şekilde açıklanabileceği,
dinî ve mistik öğeler üzerine inşa etmiş değildir.
başka bir deyişle, nasıl olup da algılayabildiğimizdir.
Aksine, Anaksagoras’ın felsefesi salt bilimsel bir ni-
Ona göre, algılamak demek, seçmek ve ayırmak de-
teliğe sahiptir. Empedokles reenkarnasyona inan-
mektir. Nesneler özneden tamamen ayrı oldukları
maktadır ve eserlerinden kalan parçalar onun faz-
için algılanabilirler. Biz, bizden tamamen farklı olan
lasıyla mistik bir düşünsel çerçeveyi benimsediğini
63
Plüralist ve Antropolojik Dönem
şeyleri algılarız (Von Aster, 2015, s. 8). Duyu algı- Zorunluluk fikri Demokritos ile önceki plüra-
sının meydana gelmesi benzerliğin değil karşıtlığın listler, Empedokles ve Anaksagoras arasındaki en
mevcudiyetini zorunlu kılmaktadır (Zeller, 2008, temel farklardan biridir. Empedokles ve Anaksa-
95). Başka bir deyişle, bilgi benzerler arası bir iliş- goras nesneleri meydana getiren dört unsur veya
kinin değil, karşıtlar arası bir çelişkinin neticesidir. spermaların hareketi bizzat kendilerinden devşir-
mediği, başka bir deyişle, harekete geçmek için
haricî bir (veya daha fazla) unsura ihtiyaç duyduk-
Demokritos ları kanaatindedirler. Empedokles iki haricî unsur
Plüralist dönemde karşımıza çıkan bir diğer kabul etmekte ve bunları Sevgi ve Nefret olarak
önemli şahsiyet Demokritos’tur. Demokritos Ab- isimlendirmekte, Anaksagoras ise buna Nous adını
dera şehrinde doğmuş ve milattan önce 460 ile 371 vermektedir. Anaksagoras Nous’un evrendeki bü-
yılları arasında yaşamıştır. Leukippos’un öğrenci- tün hareketi bir amaç (telos) doğrultusunda başlat-
sidir. Leukippos atom teorisinin kurucusu olarak tığını iddia etmektedir. Her ne kadar ilk hareketi
kabul edilmekledir. Onun hakkında çok fazla bilgi ya da biçimlendirmeyi müteakiben Nous evrene
yoktur. Milattan önce beşinci yüzyılda yaşadığı, as- müdahale etmeyi bırakmış ve mekanik bir işleyişi
len Milet’li olduğu ve Abdera’da bir okul kurduğu var etmiş ise de, bu, Anaksagoras’ın teleolojik bir
bilinmektedir. Kendisinden günümüze yalnız bir- açıklama biçimini takip ettiği gerçeğini değiştirme-
kaç fragman kalmıştır. mektedir. Demokritos’un atomist teorisi ise evre-
Atom öğretisini asıl geliştiren ve bir ekol olarak nin işleyişini bir amaca bağlamamaktadır. Evreni
yerleştiren kişi Demokritos’tur. O, kendisinden ön- belirli bir amaç doğrultusunda çekip çevirecek bir
ceki plüralistlerden, Empedokles ve Anaksagoras’tan unsurun mevcudiyeti ona göre tasavvur edilemez.
farklı bir cevher anlayışına sahiptir. Tasavvur edilebilecek tek şey, istisna kabul etmeyen
bir zorunluluktur.
Arkhe Olarak Atom
Demokritos, evreni oluşturan temel unsurun
sonsuz sayıdaki atomlar olduğu kanaatindedir. dikkat
Ona göre, her cisim kendisinden geriye gidilmesi Plüralistlerin her konuda aynı şeyi düşünme-
mümkün olmayan küçük parçalara dek bölüne- diğinin bir diğer göstergesi onların evrende bir
bilir. Artık bölünemeyecek olan nihai unsura De- mekanizmanın olup olmadığı sorusuna ver-
mokritos atom (bölünemeyen) adını vermektedir. dikleri yanıtta gizlidir. Anxagoras teleolojik bir
açıklamayı benimserken Demokritos mekanist
Atomlar yaratılmamıştır, ezelî ve ebedîdir. Bun-
ve determinist bir açıklamayı benimsemektedir.
lar sonsuz sayıdadır. Daimi bir hareket halinde bu-
Demokritos’a göre, evrende meydana gelen her
lunan atomlar, hareketlerini mekanik bir zorunlu-
şey bir zorunluluğun eseridir.
luktan almaktadır.
64
İlkçağ Felsefesi
lardır. Fakat önermenin ikinci kısmı, “var olmayan birbirlerinden farklıdır (Waterfield, 2000, s. 166).
yoktur” yargısı hatalıdır. Zira Demokritos’un de- Demokritos’a göre, farklı şekillerdeki atomların
yişiyle, “bir şey kadar hiçbir şey de vardır” (Kranz, mevcudiyeti bir vakıadır. Kimi atomlar yuvarlak
2014, s. 178). Onun “bir şey” ile kastettiği “atom”, iken kimi sivri, kimi ise çengellidir.
“hiçbir şey” ile kastettiği ise “boş uzay”dır. Boş uzay Evrenin ortaya çıkmasına neden olan şey benzer
ona göre “hiçbir şey” olarak vardır ve hiçbir şey yani atomların bir araya toplanmasıdır. Başlangıçta bir
yokluk da bu durumda var olmaktadır. Hiç şüphe- kasırga, yarattığı etki ile ağır atomların aşağı, hafif
siz boş uzayın “varlığı” kelimenin alışıldık anlamıy- atomların ise yukarı doğru hareket etmesine neden
la bir varlık değildir. Maddî tözler olarak atomlar olmuştur. Benzer atomların bir araya toplanması
tek gerçek töz olunca, boş uzayın aynı anlamda var neticesinde cisimler meydana gelmiştir. Oluş de-
ve gerçek olması imkânsızdır. Demokritos biraz diğimiz şey atomların bir araya toplanmasından,
da “aynı anlamda gerçek olmamak” deyişini orta- bozuluş veya yok oluş olarak nitelendirdiğimiz şey
ya atmayı mümkün kılacak bir dilin imkânından ise atomların dağılmasından ibarettir.
yararlanmak istemiş fakat neticede yalnızca bir
paradoksa dayanmak zorunda kalmıştır (Guthrie,
1999, s. 65). Atomlar bu paradoksal varlığın, yani
boşluğun, boş uzayın içerisinde hareket etmekte- dikkat
dir. Boş uzay Demokritos’un materyalist teorisi Demokritos mutlak bir oluş veya bozuluşun
açısından en temel bileşenlerden biridir. Boş uzay, olmadığı kanaatindedir. Atomlar ezelî ve ebedî
atomların birbirlerinden ayırt edilebilmelerinin, olduğu için, evrendeki oluş ve bozuluş da ancak
gerçek anlamda var olmalarının önkoşuludur. Boş- arızî bir niteliğe sahip olabilir. Genel ilke hiçbir
luk atomların mevcudiyet kazanabilmesi için zo- şeyin yok iken var olamayacağını, var iken de
runludur ve hareketin ortaya çıkışında önemli bir yokluğa karışıp gidemeyeceğini söylemektedir.
rol oynamaktadır (Weber, 2014, s. 46). Ayrıca, De-
mokritos, hareketi atomun sahip olduğu ezelî bir
nitelik olarak görmesi hasebiyle de Parmenides’in Demokritos’un materyalizmi kendi içinde tu-
hareketsizlik kuramına karşı çıkmaktadır. Hareket tarlı bir düşünsel çizgiyi temsil etmektedir. İnsan
varsa, hareketin meydana gelmesini mümkün kıla- zihninin açıklama ihtiyacı duyduğu her şey atomist
cak bir boşluğun da olması gerekmektedir. Atom- teori çerçevesinde açıklanabilir. Örneğin ruh, çoğu
ların hareketi bu boş uzay içerisinde meydana gelen insan tarafından gayrı-maddî bir unsurmuş gibi
baskı ve çarpma ile açıklanmak durumundadır. telakki edilmekle birlikte, Demokritos tarafından
yine atomist öğretiyle açıklanmaktadır. Buna göre,
Atomların bizzat sahip oldukları nitelikler ile
ruh, metafiziksel sistemlerde kabul edildiği üzere,
duyulara temas ederek ortaya çıkardıkları nite-
bedenden bağımsız, kendi başına var olan, ezelî ve
likleri Demokritos birbirinden ayırmaktadır. Bu,
ebedî bir cevher olmayıp ancak atomların bir araya
John Locke’un birincil ve ikincil nitelikler arasında
gelmesi neticesinde ortaya çıkan ve onların dağıl-
yaptığı ayrım ile örtüşmektedir. Birincil nitelikler
ması ile de ortadan kalkan bileşik bir öğedir.
ağırlık, yoğunluk ve sertliktir. Bunlar nesnel nite-
liklerdir ve bütün atomlarda ortak bir şekilde bu-
lunurlar. İkincil nitelikler ise ses, sıcaklık, renk gibi
niteliklerdir. İkincil nitelikler eşyanın aslında bu- dikkat
lunmadıkları ve gerçek olmadıkları, belki de ato- Demokritos’un felsefî öğretisi kendisinden son-
mun hareketi ve duyu organlarımızın tabiatından ra gelen pek çok düşünürü etkilemiştir. Örne-
doğan birer izlenim oldukları (Weber, 2014, s. 47) ğin Epiküros’un atom ve ahlak anlayışı büyük
için bütünüyle sübjektiftir. oranda Demokritos’un etkisi altında gelişmiştir.
Atomlar boş uzay içerisinde hareket ettikleri gibi Şüphecilerden Timon’un öğretisinde önemli
yine boş uzay içerisinde yer kaplarlar. Yer kaplama- bir yer verdiği “ataraxia” kavramını ilk olarak
yan bir şey kelimenin gerçek anlamıyla var değildir Demokritos’un kullandığına şahit olunmakta-
ve bir “şey” olamaz. Bu bakımdan, atomlar yer kap- dır. Demokritos’un görünüş ve gerçeklik arasın-
lamaktadır. Bunlar bölünmesi mümkün olmayan da yaptığı ayırım ünlü sofist Protagoras tarafın-
unsurlardır ve yalnızca büyüklük ve şekil itibariyle dan benimsenmiştir.
65
Plüralist ve Antropolojik Dönem
Ruh şeffaf ve ince atomların bir araya gelmesi ratmaya çok yatkın iken diğer bazıları (dokunma)
neticesinde oluşmaktadır. Bu atomlardan bir kısmı atomların aslî özelliğine (sertliğine) uygun veriler
bedenden ayrıldığında “uyku” adını verdiğimiz şey sunabilmektedir. Fakat akıl olmaksızın, duyula-
ortaya çıkmakta, bedenden ayrılan ruh atomlarının rın sunduğu bu veriler hep karanlıkta kalacaktır
sayısı biraz daha artınca “bayılma” hadisesi vuku (Kranz, 2014, s. 178). Genel olarak bakıldığında,
bulmakta, ruhu oluşturan atomlar bedenden bütü- bilgi duyuların bize ulaştırdığı suretlerden hareket-
nüyle ayrılınca da ölüm gerçekleşmektedir (Elmalı le ortaya çıkıyor olmakla birlikte, onun tekemmül
ve Özden, 2013, s. 79). etmesi ancak aklın devreye girmesi ile mümkün-
dür. Ancak, şurası da hatırda tutulmalıdır ki, De-
mokritos duyuları bilginin imkânı açısından önce-
Duyu Algısı ve Bilgi likli kaynak olarak görmekte, fakat bunların bize
Demokritos’un algı ve bilgi teorisi de atom te- eşyanın yalnızca görünüşünü aktarabileceğini, on-
orisinden türetilmiştir. Algı, Demokritos’a göre, ların özünü ise asla tam olarak kavrayamayacağını
şeylerden ileri gelen ve duyu organlarımız aracılı- düşünmektedir.
ğıyla bize ulaşan akıntı veya cereyanların ruhumuz-
Böylece, atomist bir düşünür olarak
da meydana getirdiği değişikliktir (Zeller, 2008,
Demokritos’un, duyular tarafından algılanan görü-
s. 100). Algı hakkındaki bu tanım önemlidir, zira
nüş ile duyuların ulaşamayacağı bir mahiyete sahip
algının ancak atomlardaki hareketler neticesinde, o
olan gerçeklik arasında bir ayırım yaptığı (Water-
hareketin duyu organlarımıza ulaşmasıyla birlikte
field, 2000, s. 165) ortaya çıkmaktadır. Görünüş
ortaya çıktığını göstermektedir. Örneğin algıla-
ve gerçeklik arasında ayırım yapan bu yaklaşım ön-
dığımız sıcaklık atomun kendisinde bulunan bir
celikle sofist Protagoras tarafından kabul edilecek,
nitelik olmayıp ancak onun hareketi neticesinde
sonrasında bu kabul metafiziğin inkârında kullanı-
duyularımızda oluşan bir etkidir. Sıcaklık, soğuk-
lacak ve en nihayet şüpheciliğin, kritisizmin, po-
luk, renk ve ses atomların kendileriyle nitel bir
zitivizmin ve agnostisizmin temel düsturu haline
bağlantıya sahip değildir. Bunlar ancak atomların
gelecektir (Weber, 2014, s. 47).
duyulara bir şekilde etkide bulunması neticesinde
var olabilirler (Von Aster, 2015, s. 89). Bizim katı Demokritos’un kendisi için belirlediği en
olarak hissettiğimiz cisimlerde atomlar yoğun bir önemli misyon doğadaki nedensellik ilişkilerini
şekilde sıkışmıştır. Yumuşak şeyler atomları seyrek keşfetmektir. O kadar ki, evrende mevcut olan bir
ve aralıklı olan cisimlerdir. Tat alma duyusunda, neden sonuç ilişkisini keşfetmeyi Pers kralı olmaya
tatlı olan şeyler düz atomlardan yapılmışlardır. tercih edeceğini (Kranz, 2014, s. 171) söylemek-
Acılığa, dil üzerinde gözlenemeyecek kadar küçük tedir. Nedensellik, Demokritos açısından, evrende
sıyrıklar meydana getiren ve sahip oldukları yapıyı egemen olan zorunluluğun bir ifadesidir. Evrende
tat alma duyusuna aktaran çengelli ya da sivri uçlu cereyan eden her şey bir zorunluluğun neticesidir.
atomlar neden olmaktadır (Guthrie, 1999, s. 63). Bu zorunluluk, yukarıda işaret edildiği üzere, telos
fikrini dışarıda bıraktığı gibi, tesadüfe de imkân ta-
Bilgimiz ise duyular ve aklın işbirliğiyle mey-
nımamaktadır.
dana gelmektedir. Duyular eşyanın sadece hayalini
yansıtmaktadır. Demokritos’un bu bilgi teorisini İnsanlar hadiseler arasındaki nedensellik iliş-
göz üzerinde gerçekleştirdiği bir gözleme dayana- kisini çözemedikleri zaman, yani tamamen bilgi-
rak geliştirdiği söylenmektedir. İddiaya göre, gözün sizliğin bir neticesi olarak, tesadüften bahsederler.
dış tabakası nesnelerin sadece yüzeysel biçimlerini Oysaki evrende tesadüf değil baştanbaşa bir zorun-
yansıtmaktadır. Dolayısıyla onların hayali suretleri luluk hüküm sürmektedir (Weber, 2014, s. 46).
görme duyusu tarafından kavranmakta fakat özü
kavranamamaktadır. Üstelik nesneden belirli bir Ahlak
mesafeyi kat ederek göze ulaşan maddî suret yol
Demokritos bir doğa filozofu olduğu kadar
boyunca çarpıtılabilmekte veya bozulabilmektedir
bir ahlak filozofudur. Onun ahlak anlayışı akla
(Guthrie, 1999, s. 63). Gözle kıyaslandığında do-
dayalıdır. Ahlakın amacı, ona göre, insanı “ruh
kunma duyusu daha özsel bir nitelik arz etmektedir
dinginliği”ne ulaştırmaktır. Ruh dinginliğini euth-
(Von Aster, 2015, s. 90). Bu bakımdan, duyu or-
ymia olarak isimlendirmektedir. Bu kavram “şen-
ganlarının bir kısmı (görme ve işitme) yanılgı ya-
lik” (şen oluş) anlamına gelmektedir. Demokritos
66
İlkçağ Felsefesi
67
Plüralist ve Antropolojik Dönem
dair bir bilincin olduğu not edilmelidir (Elma- deki işleyiş bakımından istisnai durumların mevcu-
lı ve Özden, 2013, s. 79). Doğruluğa dair bilinç, diyetini asla kabul etmemektedir. Zorunluluk ilke-
aklı ve bilgiyi gündeme getirecektir ki bu unsurlar si bütün varlıkları bağlamaktadır. Bu nesneler için
Demokritos’un entelektüalist ahlakının zorunlu olduğu kadar insanlar ve hatta tanrılar açısından da
unsurlarıdır. geçerlidir. Tanrılar, tıpkı insanlar gibi, atomlardan
meydana gelmişlerdir. Onların ölümsüzlüğü insan-
lara kıyasla daha uzun süre yaşıyor olmalarından
Din ibarettir. Mutlak bir ölümsüzlük yoktur. Tanrılar
Demokritos’un atom öğretisi tutarlı bir mater- insanlardan daha güçlü ve daha akıllıdırlar, bu ne-
yalizm şeklinde ilerlemektedir. Evrende yer alan her denle saygıyı hak etmektedirler. Fakat ölüm kor-
şey atomlarla bağlantılı olarak açıklanacaksa din kusunun temelsiz olması gibi tanrılar karşısında
mevzuu bunun dışında bırakılamaz. Demokritos’un duyulan korku ve endişenin de herhangi bir makul
tanrıların varlığına gerçekten inanıp inanmadığı gerekçesi yoktur. Tanrılar ne kadar güçlü olurlarsa
açıklığa kavuşturulması zor bir mevzu olmakla bir- olsunlar onların da boyun eğdiği bir kural vardır.
likte, o, var olmaları halinde tanrıların evrenin işle- Bu kural zorunluluktur (Weber, 2014, s. 2. 47). Bu
yişine herhangi bir şekilde müdahil olabileceklerini itibarla, Demokritos’un din ve tanrı anlayışının da
düşünmez (Bailey, 1964, 175). Esasen bu, onun bütünüyle materyalist bir mahiyete sahip olduğu
zorunluluk doktrinin de mantıkî bir sonucu olarak görülmektedir.
görülebilir. Zira Demokritos’un atomizmi, evren-
yaşamla ilişkilendir
68
İlkçağ Felsefesi
Öğrenme Çıktısı
1 Monizm ve plüralizm kavramlarını tanımlayabilme
2 Plüralist filozofların arkhe anlayışlarını ana hatlarıyla ifade edebilme
3 Demokritos’un ahlak anlayışını açıklayabilme
69
Plüralist ve Antropolojik Dönem
mel meseleleri ile ilgili son derece önemli iddiaları Tartışmalı birer figür olarak sofistlerin ortaya
gündeme getirdiklerine ve bu bakımdan felsefeye çıkışına zemin hazırlayan bir dizi tarihsel ve kül-
önemli katkılarda bulunduklarına işaret etmekte türel gerekçeden bahsedilebilir. Bunlardan birincisi
fayda vardır. sofistlerden önce ortaya konan felsefî mükteseba-
tın niteliği ile alakalıdır. Sofistlerin ortaya çıktığı
döneme kadar filozofların üzerinde fikir birliğine
Sofistlerin Ortaya Çıkışı vardığı hemen hiçbir konu yoktur. Doğa filozof-
Sofist kavramı ilkçağda genellikle şairleri ve fi- ları arasındaki farklar bunun en canlı örneğidir.
lozofları tanımlamak için kullanılmıştır. Felsefe ta- Monistler ve plüralistler tamamen farklı iddiala-
rihinde ise milattan önce beşinci yüzyılda yaşamış rın peşindedirler. Onların bir kısmı hylozoisttir
bir düşünürler grubunu tanımlamak üzere kulla- (maddeye canlılık atfetmektedir), diğer bir kısmı
nılmaktadır (Von Aster, 2015, s. 100). Sofist kav- ise canlılığı farklı unsurlara dayanarak açıklamaya
ramı, Yunanca sophistai kavramından türemiştir ve çalışmaktadır. Plüralistler de kendi içlerinde yekpa-
bilgelik öğreten kişi anlamına gelmektedir (Störig, re değildir. Empedokles ile Anaksagoras’ın, Anak-
2015, s. 198). Bu açıdan bakıldığında, sofistliğin sagoras ile Demokritos’un üzerinde fikir birliğine
olumlu bir duruma işaret ettiği düşünülebilir. Zira varabileceği noktalar yok denecek kadar azdır (Von
bilgeliği öğretmenin kötü bir yönü olamaz. Ne var Aster, 2015, s. 103). Dolayısıyla, sofistlerin mevcut
ki felsefe tarihi açısından sofist kavramı önemli felsefî “statüko”ya karşı bir tepkinin ürünü olduk-
tartışmalara neden olmuştur ve çoğunlukla negatif ları söylenebilir. Bunun bir sonucu olarak, sofistler
bir anlamda kullanılmaktadır. Söz konusu negatif evrensel, objektif, hepimizin fikrini çepeçevre ku-
anlamın en önemli gerekçesi sofistlerin bilgeliği şatacak bir düşünsel zeminin mevcut olduğu fikri-
para karşılığında öğretmeleridir. Onlar şehir şehir ne karşı çıkmaktadır. Protagoras’ın “insan her şeyin
dolaşan ve insanlara verdikleri dersler karşılığında ölçüsüdür” sözü bunun en açık ifadesidir.
yüklü miktarda para kazanan şahsiyetlerdir. Hal
Sofistlerin ortaya çıkışına yol açan bir diğer
böyle olunca, bir sofistin yaptığı iş dönemin bilhas-
neden ise dönemin toplumsal hayatında gözlenen
sa entelektüel çevreleri tarafından ciddi bir tepki ile
köklü değişikliklerdir. İranlılarla girişilen savaşlar-
karşılanmıştır.
dan sonra Atina devleti hem ekonomik yönden
kalkınmış hem de demokratik standartlar bakı-
mından gelişmiş ve daha katılımcı hale gelmiştir.
Gitgide zenginleşen Atina devletinde bununla
dikkat koşut olarak eğitime duyulan ihtiyaç da artmıştır
İlkçağda sofist denince akla bilgeler ve filozoflar (Gökberk, 2016, s. 39). İnsanlar devletin hem zen-
gelmektedir. Örneğin Yedi Bilge (Thales, Pit- ginliğinden hem de bürokratik işleyişinin ürettiği
takos, Bias, Solon, Kleobulos, Myson ve Chi- siyasi güçten daha fazla faydalanabilmenin yollarını
lon) sofist olarak isimlendirilmektedir. Bununla aramaya başlamışlardır. Profesyonel birer eğitimci
birlikte, kavram zaman içerisinde olumsuz bir olarak ortaya çıkan sofistler insanların bu ihtiyacını
içeriğe sahip olmuştur. Bunun başlıca nedeni so- karşılama iddiasındadırlar. Onların sunmayı teklif
fistlerin ortaya koydukları düşüncelerdir. Onlar ettiği eğitim insanların ulaşmak istedikleri hedef-
bir yandan rölativist bir bakış açısıyla bilginin lerle uyumludur. Sofistlerin ortaya çıktığı dönem-
imkânsız olduğu yönünde bir fikri öne sürmüş- de eğitim, çoğu zaman olduğu üzere, pragmatik
ler, diğer yandan ise yerleşik toplumsal düzen değeri dolayısıyla önemsenmektedir. İyi eğitim al-
açısından tehlikeli addedilen çeşitli fikirler orta- mış bir Atinalı parlamentoda, mahkemede, çarşıda,
ya atmışlardır. Kendilerine felsefe tarihinde yük- pazarda kendi fikirlerini daha etkili ve ikna edici
lenen olumsuz imajın yanı sıra sofistlerin felsefî bir şekilde dile getirebilecektir. Siyasetin büyük
müktesebata sağladığı katkıyı da göz önünde oranda söze dayalı olduğu da göz önünde bulun-
bulundurmak gerekir. durulursa, gerek toplum nezdinde gerekse devlet
kademelerinde yükselmek ancak iyi bir eğitim al-
makla mümkün olacaktır. Sofistlerin insanlara sun-
70
İlkçağ Felsefesi
duğu hizmet bu nedenle oldukça cazip görünmüştür. Nitekim sofistler gittikleri tüm şehirlerde kalabalık
kitlelere hitap etme imkânına kavuşmuşlar ve bu imkânı hem para kazanmak hem de fikirlerini toplumun
büyük kısmına aracısız bir şekilde ulaştırabilmek bakımından etkili bir şekilde kullanmışlardır.
Resim 3.2 İranlılar ile Atinalılar Arasında Gerçekleşen Savaşlardan Birine (Maraton Savaşı) Ait Çizim
71
Plüralist ve Antropolojik Dönem
ni para karşılığında vermeleri o dönemin toplumu İlk sofist yaklaşık olarak milattan önce 490 ile
tarafından hoş karşılanmamış (Von Aster, 2015, 420 yılları arasında yaşamış olan Protagoras’tır.
s. 101) ve sofist kavramı bu nedenle olumsuz bir Protagoras bir rölativisttir. Ona göre, “insan her şe-
anlam kazanmıştır. Esasen, bu kendi içinde başka yin ölçüsüdür”. Yani, insan neye doğru ve iyi derse
bir eleştiriyi de kapsamaktadır. Sofistlerin bir kısmı o şey doğru ve iyi, neye yanlış ve kötü derse o şey
köleliğin doğal bir kurum olmadığı kanaatindedir- yanlış ve kötüdür. Neyi nasıl nitelendireceğimiz
ler. Bu kanaat eşitlikçi bir fikirle yan yana getiril- ise ancak elde edeceğimiz faydayla açıklanabilir.
diğinde sofistlere niçin olumsuz bir gözle bakıldığı Pragmatik bir niteliğe sahip olan bu yaklaşım, yar-
daha anlaşılır hale gelmektedir. Kölelik kurumu gılarımızda dayanabileceğimiz evrensel bir ilkenin
dönemin toplumsal hayatında önemli bir yere sa- olamayacağı anlamına gelmektedir. Bu itibarla,
hiptir. Sofistler şüpheciliklerini toplumsal bir norm Protagoras şüpheciliğe doğru önemli bir adım at-
olarak kabul edilen köleliğe de teşmil edince insan- mış olmaktadır.
ların eleştirilerine hedef olmuşlardır. Bu, sofistlere Protagoras’ın rölativizmi bağlamında iki husu-
yönelik tepkinin yalnızca entelektüel kaygılardan sun özellikle ayırt edilmesi mümkündür. Birinci-
türetilmediği anlamına gelmektedir. Eleştirilerde si, bütün insanları kapsayan evrensel bir doğruluk
sosyal ve siyasal gerekçelerin payı bulunduğuna işa- yoktur. Birinin doğru dediğine başka biri pekâlâ
ret etmek uygun olacaktır. yanlış diyebilir. İkincisi, bireyin bizzat kendisi
açısından, bütün eylemlerini dayandırabileceği
herhangi bir nesnel ilkenin mevcudiyetinden bah-
sedilemez. Şu an iyi dediğim şeye bir sonraki an
dikkat
Sofistlerden günümüze yazılı bir eser kalmamıştır. kötü diyebilirim. Protagoras bu düşünceyi ortaya
Walther Kranz’ın Antik Felsefe adlı eserinde onlar- atarken Herakleitos’un evrende sürekli bir deği-
dan kalan bazı pasajlar yer almaktadır. Bununla şimin olduğu fikrinden yararlanmış gözükmek-
birlikte, başta Protagoras ve Gorgias adlı diyalogları tedir. Onun rölativizminin dayandığı en önemli
olmak üzere Platon’un çok sayıdaki eseri sofistle- unsur her şeyin sürekli değişiyor olmasıdır. Her
rin fikirlerinin ayrıntılı bir tasvir ve tartışmasını şey sürekli değiştiği için, diye düşünüyor gözük-
içermektedir. Ayrıntılı bilgi elde etmek için söz mektedir Protagoras, bir şeye “bu şudur” demek,
konusu diyaloglara başvurulabilir. yani bir yargıda bulunmak imkânsızdır. Fakat onu
Herakleitos’tan ayıran önemli bir noktadan bahset-
mek gerekmektedir. Herakleitos, değişimle birlikte
bilginin mevcudiyetine de kanidir. Başka bir deyiş-
Başlıca Sofistler le, Herakleitos evrende gözlemlediği değişimden,
Felsefe tarihinde pek çok sofistin ismi geçmek- akıştan hareketle bilginin imkânsız olduğu sonu-
tedir. Bunlar arasında bazıları diğerlerine nazaran cuna ulaşmamıştır. İnsan değişime ayak uydurabil-
daha fazla ön plandadırlar. Örneğin Protagoras diği, başka bir deyişle, değişime uygun bir zihinsel
(MÖ 481 – 411) ve Gorgias (MÖ 483 – 375) donanıma sahip olduğu için bilgiyi elde edebil-
bunlar arasında en meşhurlarıdır. Prodikos (MÖ mektedir. Oysaki Protagoras değişim hakkındaki
465 – 399), Antiphon, Thrasymachus (MÖ 459 gözlemlerinden şüpheci bir sonuç çıkarmıştır. Ne-
– 400), Kallikles, Kritias (MÖ 460 – 403) ve Hip- yin ne olduğu hakkında bir fikir sahibi olamayaca-
pias (MÖ 460 – 399) da meşhur sofistler arasında ğımız için düşünen beni ve bütün insanları kapsa-
yer almaktadır. yan evrensel bir doğruluktan bahsedemeyiz. Bilgiye
Sofistlerin ortaya koyduğu düşünceler göz ulaşmak bu bakımdan imkânsızdır.
önünde bulundurulduğunda, ortak bir felsefî çer- Protagoras’ın şüpheciliğine vurgu yapan bir
çeveden bahsetmek zordur. Onlar başta bilgi ve diğer meşhur önermesi Tanrıların mevcudiyeti
ahlak olmak üzere eğitim, din, siyaset, hukuk gibi hakkındadır. O, tanrıların var olup olmadıkları
alanlarda kimi zaman birbirinden farklı fikirleri sorusuna cevap verme hususunda çaresiz olduğu-
benimsemişlerdir. Fakat gündeme getirdikleri iddi- nu söylemektedir. Protagoras’a göre, bu çaresizli-
alar ile önemli felsefî tartışmalara yol açtıkları bir ğin iki nedeni vardır. Birincisi, tanrıların duyularla
vakıadır. algılanamaması, ikincisi ise insan hayatının kısa
olmasıdır (Kranz, 2014, s. 202). Tanrıları algıla-
72
İlkçağ Felsefesi
yabilseydik bile, bu, Protagoras’ın ulaştığı sonucu gerekçelerinden biri de duyuların bize sunduğu
değiştirmeyecektir. Zira duyular temin ettikleri veri verilerin güvenilemez oluşudur. Protagoras, duyu
bakımından güvenilmezdirler. verilerinin bu güvenilmezliğine de dayanarak, şüp-
Öte yandan, Protagoras, her şey üzerine bir- he unsurunu düşünce dünyasının merkezine yer-
birine zıt iki söz söylenebileceği ve bu iki sözün leştirmiştir.
kuvvet bakımından birbirine denk olacağı iddiası
ile de şüpheciliğini derinleştirmektedir. Helenistik Sofistlerin Belli Başlı Düşünceleri
dönemdeki şüpheciler, bilhassa Phyrrhon ve öğren-
Sofistlerin yekpare bir düşünsel çerçeveye sahip
cileri de Protagoras’ın bu gerekçelerini kendi öğre-
olmadıklarına yukarıda işaret edilmişti. Onların
tileri açısından bir dayanak olarak kullanacaklardır.
birbirlerine en fazla bilgi hakkında yürüttükleri
İnsanların retoriğe ihtiyaç duymasının bir diğer tartışmalar vesilesiyle yaklaştığı söylenebilir. Ör-
gerekçesi Protagoras’ın bu son iddiasına dayalı ola- neğin bilginin imkânsızlığı hususunda Protagoras
rak tespit edilebilir. Her şey üzerine bir birbirine zıt ve Gorgias ortak bir kanaate sahiptir. Bununla
iki şey söylenebilir ise ve söz konusu iki zıt şey kuv- birlikte, bu iki isim, bilginin imkânını reddeder-
vet bakımından birbirine denk ise, bu, doğrunun ken tamamen farklı gerekçelere dayanmaktadırlar.
yanlıştan ayırt edilemeyeceği, hatta giderek doğru Protagoras’ın bilgiyi inkâr etmesine neden olan şey
ve yanlış diye iki farklı kategoriden bahsedilemeye- doğru ile yanlışı birbirinden ayırmamızı sağlayacak
ceği anlamına gelecektir. Doğruluk ve yanlışlık gibi bir ölçütün bulunmayışıdır. Oysaki Gorgias ni-
haklılık ve haksızlık da birbirinden ayırt edileme- hilist bir yaklaşımla varlığı yadsıdığı için bilginin
yecektir. Haklı ve haksız yok ise, başka bir deyiş- imkânsız olduğunu düşünmektedir. Gorgias’ın
le haklıyı haksızdan ayırt etmemiz mümkün değil meşhur önermeleri ile ifade etmek gerekirse: hiçbir
ise, o zaman kimin haklı olduğundan ziyade kimin şey yoktur, olsa da bilemezdik, bilsek de başkaları-
haklı görüldüğü üzerinde durmak gerekecektir. na aktaramazdık (Sprague, 1972, s. 42). Bu öner-
Haklı görülen kişi, kendi görüşünü en güzel ve en melere şöyle bir ilavede bulunmak da mümkün
inandırıcı şekilde dile getiren, fikirlerini başarılı gözükmektedir: Bildiklerimizi başkasına aktarabil-
bir şekilde savunan ve insanları ikna eden kişidir seydik bile, aktardığımız kişinin bizimle aynı fikre
(Störig, 2015, s. 199). Bunu yapabilecek olanlar ise sahip olduğundan asla emin olamazdık.
ancak kendilerini retorik alanında geliştirmiş ve bu
Devlet ve hukuk meselesinde sofistler arasın-
alanın ustalarından ders almış kişiler olabilir. Bu
daki makas daha da açılmaktadır. Protagoras ve
aynı zamanda sofistlerin felsefeye yüklediği işlevdir.
Antiphon bugün “toplum sözleşmesi” olarak isim-
lendirilen bir fikri benimsiyor ve insanların eşitliği-
ne vurgu yapıyorken sonraki sofistlerden bazıları,
dikkat örneğin Kallikles, toplumsal hayattaki çatışmaya,
Sofistlerin felsefe tarihinde olum- bireyler arasındaki güç mücadelesine daha fazla
suz bir imaja sahip olmalarının en yer ayırmaktadır. Thrasymachus’a göre, huku-
önemli nedenlerinden biri felsefeyi kun en temel nosyonu olarak kabul edilen adalet
hakikate ulaşmanın değil, insanları yasalara uymaktan ibarettir. Yasa ise hâkimlerin
ikna etmenin (kandırmanın) bir yargıladıkları kişilere kendi iradelerini zorla kabul
yolu olarak görmeleri ve kullanma- ettirmelerinin bir ifadesidir. Başka bir deyişle, yasa,
larıdır. iktidarın güç ve iradesinin tecessüm etmiş halidir.
Bu nedenle, devlet ancak bir güç kavgasına dayalı
olarak açıklanabilir. Protagoras’ın benimsediğine
Protagoras’ın rölativizmi Herakleitos’tan esin- benzer bir toplumsal sözleşme fikrinin herhangi bir
lenmiştir. Onun şüpheciliğinin de Demokritos’un geçerliliği yoktur. Öte yandan, Kallikles de tıpkı
etkisini taşıdığı iddia edilebilir. Hatırlanacağı üze- Thrasymachus gibi düşünmektedir. Ona göre, in-
re, Demokritos görünüş ve gerçeklik arasında bir sanları adaletli olanlar ve adaletli olmayanlar diye
ayırım yapmaktadır. Bu ayırım sonraki dönemler- ikiye ayırmak yerine, zekiler ve aptallar olarak ikiye
de şüpheciliğin doğuşu açısından bir dayanak teş- ayırmak gerekir. Zekiler kendi iradelerini aptallara
kil etmiştir. Protagoras’ın şüpheciliğinin en önemli dayatmanın çok kurnazca yollarını bulurlar (Von
73
Plüralist ve Antropolojik Dönem
Aster, 2015, s. 104). Bu yol kimi zaman ahlak, kimi physisten yana kullanmaktadır. Ona göre, kanun-
zaman ise din şeklinde tecelli etmektedir. Ahlak, ları toplumun çoğunluğunu teşkil eden zayıflar
zayıfların güçlüleri ellerindeki gücü kullanmaktan koymaktadır. Onların kanun yaparken göz önünde
alıkoymak için ürettikleri bir kavramdır. Güçlüler bulundurdukları temel ölçüt aslında bizzat kendi
ancak aptal olduklarında bu kavramın etkisi altın- çıkarlarıdır. Zayıflar, güçlü olanların daha fazla
da kalır ve güçlerini kullanmaktan vazgeçerler. güce sahip olmasını engellemek için, fazla olanı
Sofistlerin felsefe tarihine kazandırdıkları en istemeyi kötü diye nitelendirmekte ve başkaların-
önemli tartışmalardan biri de nomos (kanun) ve dan daha fazla şeye sahip olma arzusunu insanın
physis (doğa) arasındaki ayırıma dayanmaktadır. en kötü yanı olarak görmektedirler. Fakat, diye
düşünmektedir Kallikles, yeteneklinin yeteneksiz-
İnsanlar din, ahlak, hukuk gibi alanları doğaya
den daha fazla şeye sahip olması bizzat doğanın
dayanarak mı inşa etmektedirler yoksa bunlar ta-
belirlediği bir kuraldır. Dolayısıyla, bir şeylere sa-
mamen insanlar arası bir uzlaşıdan mı türetilmek-
hip olan birinin, daha fazlasına sahip olmayı arzu
tedir?
etmesi doğaldır, tıpkı bunlara fiilen sahip olması
Bu soruya hemen her sofist kendince cevap ver- gibi. Başka bir deyişle, doğa azla yetinmeyi değil,
miştir. Antiphon’un bu kapsamda söyledikleri ol- daha fazlasına sahip olmayı gerektirir. Bu nedenle,
dukça dikkat çekicidir. Ona göre, toplum içerisin- güçlünün zayıfa hükmetmesi ve ondan daha fazla
de insanlar belirli uzlaşımlara dayalı olarak üretilen şeye sahip olması meşru bir durumdur. Bunun ah-
kanunlara tabidirler ve doğru olan bu kanunlara lak dışı, çirkin, kötü olarak nitelendirilmesi tama-
uymak ve insanların uymasını sağlamaktır. Fakat men zayıfların kendi konumlarını güçlendirmek
yine de doğanın kendisini öncelemek gerekmek- üzere başvurdukları bir yanıltmacadır. Daha faz-
tedir. Kanunların buyrukları keyfî bir şekilde be- laya ulaşmak yerine, azla yetinmeyi tavsiye etmek
lirlenmektedir, doğanın buyrukları ise zorunludur aslında doğaya karşı çıkmaktır. Asıl olan hırsları-
(Kranz, 2014, s 207). Uzlaşı bir noktada şu anlama mızı gemlemek değil, onları alabildiğine tatmin et-
gelir: Zorunluluk olmadığı için, kanunların hayata mektir. Hırsların peşinde olduğu şeyleri elde etmek
aktarılmasında istisna kabul edilebilir. Kimsenin doğanın bir gerekliliğidir. Toplumun çoğunluğunu
görmediği bir anda, yapılmaması gerektiği husu- oluşturan, kendi beceriksizlikleri dolayısıyla elde
sunda üzerinde bir uzlaşı sağlanmış herhangi bir edemedikleri şeylere bakan ve bunlara ulaşama-
eylemi gerçekleştiren biri ceza almaktan kurtulabi- manın verdiği hayal kırıklığını yaşayan güçsüzler,
lir. Fakat doğanın yasakladığı herhangi bir eylemi bu hayal kırıklığını hiç kimsenin o şeylere sahip
gerçekleştiren biri, kendisini birilerinin görüp gör- olamadığını görerek gidermeye çalışırlar. Kendi ar-
memesinden bağımsız olarak, bizzat hakikatle yüz zularını tatmin edemeyecek, haz elde edemeyecek
yüze olduğu için kötü bir şey yapmış kabul edilir. konumda bulundukları için ölçülü olmayı ahlaki
Antiphon toplumun iyi kabul ettiği şeylerin ço- bir kural olarak belirlerler. Oysaki olması gereken,
ğunlukla doğaya aykırı olduğunu düşünmektedir. hazzın ve arzunun gemlenmemesi, insanın arzu-
Örneğin toplum içerisinde saygınlık soyla birlikte ladığı şeyleri elde etmesidir. Kendimizi şeylerden
düşünülür. Soylu olanlara saygı duyulur. Soylu ol- mahrum bırakarak değil, bolluk içinde yaşayarak,
mayanların ise aynı saygı duygusunu uyandırdığını dilediğimizi yaparak, kayıtlardan kurtularak, yani
söylemek zordur. Oysaki doğaya bakıldığında bü- özgürleşerek erdemli ve mutlu olabiliriz (Kranz s.
tün canlıların eşit olduğu görülür. Doğada soyluluk 209-212). Bu yaklaşım, sofist kavramına neden
diye bir şey yoktur. Bu bakımdan kimse kimseye negatif bir anlam yüklendiğinin bir diğer kısmî
üstün değildir (Kranz, 2014, s. 207). açıklamasını sunmaktadır. Sofistler nomos-physis
Hippias açısından da aynı şey geçerlidir. Ona arasında bir ayırım gözettikleri ve physisi öncele-
göre, kanun doğada olmayan pek çok şeyi, doğa- dikleri için müesses toplumsal nizama bir tehdit
ya rağmen, zorla yaptırır (Kranz, 2014, 209). Bu teşkil etmeye başlamışlardır.
nedenle, insanların vatandaşlığı, eşitliği gibi top- Onların din hakkındaki yaklaşımlarında da
lumsal unsurları uzlaşıdan değil doğadan türetmek nomos-physis ayırımının izlerini görmek müm-
gerekir. kündür. Örneğin Prodikos, insanların kendilerine
Kallikles ise nomos ve physis arasındaki karşıt- yararı dokunan şeyleri tanrılaştırdıklarını düşün-
lığı daha açık ifadelerle teşhis etmekte ve tercihini mektedir. Ona göre, şaraba Dionysos, suya Pose-
74
İlkçağ Felsefesi
idon, ateşe Hephaistos adının verilmesi tamamen 212). Kritias’a göre de, Tanrı karşısında hissedilen
bu gerekçeye dayanmaktadır. Dua ve ibadetin or- korku, tamamen bir kurnazlığın ürünüdür. Bir
taya çıkışını da bu şekilde açıklamak gerekir. Bun- kurnaz zekâ, insanların eylemlerinin korku ilke-
lar, insanlar arası uzlaşının birer sonucudur. Daha si doğrultusunda biçimlendirilebileceğini keşfet-
açık bir şekilde ifade etmek gerekirse, suyun, ate- miş, onları Tanrı korkusu ile yönlendirmeyi arzu
şin ya da şarabın tanrısal nitelikleri yoktur. Bunlar etmiş (Kranz, 2014, s. 213) ve bunu başarmıştır.
doğal unsurlardır. Ve doğanın kendisinde tanrısal- Protagoras’ın tanrıların varlığı hakkındaki şüphe-
lık mevcut değildir. Suya, şaraba, ateşe tanrısallık ciliği de hatırlanacak olursa, sofistlerin din anlayı-
atfetmek, insanların bunlardan elde ettiği faydaya şının agnostisizm ve ateizm arasında gidip geldiği
dayalı olarak yaptıkları bir şeydir (Kranz, 2014, s. iddia edilebilir.
Öğrenme Çıktısı
4 Sofistlerin ortaya çıkışı ile yaşadıkları dönemin tarihsel şartlarını ilişkilendirebilme
5 Sofistlerin temel düşüncelerini sıralayabilme
75
Plüralist ve Antropolojik Dönem
Monizm ve plüralizm
1 kavramlarını
tanımlayabilme
öğrenme çıktıları ve bölüm özeti
3 Demokritos’un ahlak
anlayışını açıklayabilme
Plüralist Dönem
1 Monizm “bircilik”, plüralizm “çokçuluk” demektir. Felsefî literatürde bu kavramların çeşitli anlamlarda kullanıl-
dığını söylemek mümkündür. Arkhe tartışmaları açısından bakıldığına monizm şeylerin var olmasını sağlayan tek bir
unsurdan bahsedilebileceği düşüncesine işaret etmektedir. Plüralizm ise gerçekliği kendisine dayandırabileceğimiz
birden fazla unsurun mevcudiyetini benimseyen yaklaşımları tanımlar. Doğa filozofları arkhenin mahiyeti hakkında
ayrıntılı tartışmalar gerçekleştirmişlerdir. O kadar ki, doğa felsefesinin başlıca probleminin bu olduğu dahi iddia
edilebilir. Örneğin Thales söz konusu unsurun su, Anaximenes ise hava olduğu kanaatindedir. Tek bir unsura işaret
ettikleri için bu filozoflar monisttirler. Empedokles, Anaxagoras ve Demokritos gibi sonraki dönem doğa filozoflarını
ise plüralist olarak nitelendirmek gerekmektedir. Zira bunlara göre, şeyleri var eden unsurlar sayıca birden fazladır.
2 Empedokles, Anaxagoras ve Demokritos plüralisttirler. Empedokles’e göre, arkhe hava, ateş, toprak ve sudur. Bu
dört unsur kendiliğinden hareket edemez. Bunları harekete geçiren iki farklı unsur vardır: sevgi ve nefret. Sevgi unsurla-
rı bir araya getirir, nefret ise onları birbirinden ayırır. Sevgi ve nefret evrende sırasıyla egemen olurlar. Anaxagoras’a göre
sonsuz sayıda arkhe vardır. Bu unsurlar başlangıçta birbirinin içine geçmişken, Nous (Akıl) tarafından birbirinden ayırıl-
mıştır. Nous, Anaxagoras’ın evreni belirli bir amaç doğrultusunda düzenleyen ilkeye verdiği isimdir. Anaxagoras’a göre,
sonsuz sayıdaki arkhe kendi başına bir araya gelerek nesnel gerçekliği ortaya çıkaramaz. Onları bir amaç (telos) doğ-
rultusunda bir araya getiren, evrene gözlemlediğimiz düzeni sağlayan bir üst ilke vardır. Bu ilke Nous’tur. Demokritos
ise arkhe olarak atomlardan bahsetmektedir. Ona göre de atomların sayısı sonsuzdur. Demokritos atomların zorunlu
olarak bir araya geldiklerini düşünür. Onun materyalizmi istisnalara imkân tanımaz. Evrende her ne varsa aynı kural-
lara tabidir. Maddî olmadığı düşünülen Tanrı ve ruh da atomlardan oluşur. Bu, Tanrı’nın ve ruhun da ölümlü olduğu
anlamına gelir. Zira atomlardan meydana gelen şeyler, atomların birbirinden ayrılması neticesinde ortadan kalkarlar.
3 Demokritos mutçu (eudaimonist) bir ahlak anlayışına sahiptir. Ahlakın amacı kişiyi ruh dinginliğine (ataraxia)
ulaştırmaktır. Böylesi bir dinginlik ancak bilinç vasıtasıyla elde edilebilir. Demokritos hazzı kategorik olarak reddet-
mez. Fakat mutluluğun kaynağının haz olduğunu da söylemez. O entelektüalist bir yaklaşım sergiler. Ruhtaki din-
ginliği bilinç ve onun doğru kullanımı ile bağlantılı üç unsur temin eder. Bunlar “doğru düşünmek”, “doğru konuş-
mak” ve “doğru davranmak”tır. İnsan mutlu olmak istiyorsa elindekilerle yetinmesini bilmelidir. Bu, arzu edilmesi
ve uzak durulması gereken şeyler arasında ayırım yapabilmeye bağlıdır. İnsanlar “görece” ve “mutlak” iyiyi tefrik
edebilmelidirler. Görece iyi insanın dışında bulunan ve kimi zaman ulaşamayacağı fakat gerektiğinde uzak durabi-
leceği şeylerdir. Mutlak iyi ise insanın elinde olan şeylerdir. Demokritos kendisinden önceki doğa filozoflarında çok
sık karşılaşılmayacak bir şekilde ahlak mevzuunun ayrıntılı bir tartışmasını yürütmüştür. Walter Kranz’ın bir araya
getirdiği fragmanlarından öğrendiğimiz kadarıyla Demokritos’un Pythagoras, Bilgenin Ruh Durumu, Ölümden
Sonraki Hayat, Yetkinlik Yahut Erdem ve Gönül Rahatlığı adlı çok sayıda ahlak eseri vardır. Ne yazık ki bunlardan
hiçbiri günümüze aktarılamamıştır. Demokritos’tan sonra antropolojik dönem başlamaktadır. Bu dönemde insan
ile ilgili meselelerin bir parçası olarak ahlak hakkında çok daha ayrıntılı tartışmalar yürütülmüştür. Demokritos’un
ahlaka dair tartışmaları antropolojik dönem açısından bir hazırlık olarak da değerlendirilebilir.
76
İlkçağ Felsefesi
Antropolojik Dönem
4 İlkçağda sofist denilince şairler ve filozoflar anlaşılırdı. Milattan önce beşinci yüzyıldan itibaren ise sofist kav-
ramı gezici öğretmenlik yapan bir grup düşünürü tanımlamak üzere kullanılmaya başlanmıştır. Sofistlerin ortaya
çıkışını sağlayan çeşitli tarihsel ve kültürel nedenler vardır. Atina devleti ile Persler arasında cereyan eden savaşlardan
sonra Atina devleti ekonomik ve demokratik standartlar bakımından oldukça gelişmiştir. Vatandaşlar devletin geli-
şiminin yarattığı imkânlardan yararlanmak için iyi bir eğitim almanın zorunluluğunu fark etmişlerdir. Eğitime du-
yulan ihtiyaç, kendilerini “bilgelik öğretmeni” olarak tanımlayan sofistler için uygun bir zemin yaratmıştır. Sofistler
eğitim işini para karşılığında yapmaktadırlar. Onların toplum nezdinde rağbet görmesinin en önemli nedeni retorik
konusundaki ustalıklarıdır. Sofistler iyi birer konuşmacıdırlar. Dönemin Atina toplumu açısından da konuşma
sanatı oldukça önemlidir. İyi bir konuşmacı karar alma mekanizmalarını etkileyebilmekte, dolayısıyla siyasi bir güç
elde edebilmektedir. Retorikteki beceri adlî mevzularda da etkili bir araçtır. Davalı ve davacıdan hangisi mahkeme
heyeti karşısında daha etkili bir konuşma yaparsa sonuç onun arzusu istikametinde çıkmaktadır. İnsanlar iyi birer
konuşmacı olmanın püf noktalarını öğrenmek için de sofistlere rağbet göstermişlerdir.
5 Sofistler başta bilgi ve ahlak olmak üzere eğitim, din, siyaset, hukuk gibi alanlarda pek çok iddia ortaya
atmışlardır. Yekpare bir sofistik düşünceden bahsetmek mümkün değil ise de onların fevkalade önemli felsefî
tartışmalara yol açtıkları tarihsel bir vakıadır. Protagoras bir rölativisttir. O, görünüş ve gerçeklik arasında De-
mokritos tarafından yapılan ayırımı daha da derinleştirmiştir. Açıktır ki bu şüpheciliğe giden bir yoldur. Ayrıca
Protagoras Herakleitos’un evrende sürekli bir değişim olduğu iddiasını da bir ilke olarak benimsemiş gözükmek-
tedir. Her şey sürekli değişiyorsa ve biz bir şeye “bu şudur” diyemiyorsak yapılması gereken en makul iş yargıdan
kaçınmak olacaktır. Nitekim Helenistik dönemde ortaya çıkan şüphecilerin (Pyrrhon ve öğrencisi Timon’un)
büyük oranda bu ilkeyi takip ettiklerine şahit olunmaktadır. Bu şüpheci yaklaşım Protagoras’ı agnostisizme yak-
laştırmıştır. Nitekim o, tanrıların var olup olmadığının bilinemeyeceğini söylemektedir. Benzer şekilde, o, her
iddianın karşısına aynı güçte başka bir iddianın çıkarılabileceğini, bu iki iddianın kuvvet bakımından birbirine
denk olacağını vurgulamaktadır. Bu vurgu da şüpheciler tarafından kullanılmıştır. Gorgias nihilisttir. Başka bir
deyişle, o, varlığı yadsımaktadır. Ona göre, “hiçbir şey yoktur, olsa da bilemezdik, bilsek de başkalarına aktara-
mazdık.” Antiphon ve Kallikles daha çok toplum hayatı ile ilgili meseleler üzerinde kafa yormuştur. Antiphon
“toplum sözleşmesi”ne benzer bir düşünceyi kabul etmekte ve insanların doğuştan birbirine eşit olduğu fikrini
gündeme getirmektedir. Kallikles ise toplumsal yaşamdaki çatışmalara ve bireylerin giriştiği güç mücadelesine
vurguda bulunmaktadır. Öte yandan, Thrasymachus, “yasa” adı verilen şeyi hâkimlerin yargıladıkları kişilere
kendi iradelerini zorla kabul ettirmelerinden ibaret görmektedir. Hiç şüphesiz, bu yaklaşımda, hukuk iktidarın
güç ve iradesinin tecessüm etmiş hali olarak telakki edilmektedir. Sofistlerin nomos ve physis arasında yaptıkları
ayırım, toplumsal bazı normların ortaya çıkışını insanlar arası ilişkileri doğuran sübjektif yaklaşımlara bağlamak-
tadır. Örneğin, Kallikles’e göre, ahlak esasen zayıfların güçlüleri ellerindeki gücü kullanmaktan alıkoymak için
ürettikleri bir kavramdır. Prodikos ise benzer bir yaklaşımı Tanrı karşısında hissedilen korkuya atfetmektedir.
Ona göre, kurnaz biri, insani eylemlerin korku ilkesi doğrultusunda biçimlendirilebileceğini keşfetmiş ve onları
Tanrı korkusu ile yönlendirmeyi arzu etmiştir. Bu ve benzeri düşünceler dolayısıyla, sofistler yaşadıkları dönem-
de müesses toplumsal nizama bir tehdit olarak kabul edilmişlerdir. Onlara yüklenen olumsuz imajı bu hususlar
eşliğinde düşünmek faydalı olacaktır.
77
Plüralist ve Antropolojik Dönem
78
İlkçağ Felsefesi
neler öğrendik?
alır. A. Dini inançta insani beklentilerin yeri var mı-
B. Gorgias’ın şüpheciliği nihilist bir karakter arz dır?
eder. B. Evreni meydana getiren şey (arkhe) nedir?
C. Prodikos, insanların kendilerine yararı doku- C. Bir şeyi ahlaki bulmamızın sebebi nedir?
nan şeyleri tanrılaştırdıklarını düşünür. D. İnsanın bilgi sahibi olması mümkün müdür?
D. Hippias vatandaşlık, eşitlik gibi toplumsal un- E. Hukukta doğal unsurların var olduğu söylene-
surları uzlaşıdan türetmek gerektiğini söyler. bilir mi?
E. Thrasymachus’a göre, devleti var eden şey bi-
reyler arasındaki güç kavgasıdır.
79
Plüralist ve Antropolojik Dönem
1. A Yanıtınız yanlış ise “Empedokles” konusunu 6. C Yanıtınız yanlış ise “Demokritos” konusunu
yeniden gözden geçiriniz. yeniden gözden geçiriniz.
neler öğrendik yanıt anahtarı
3. D Yanıtınız yanlış ise “Empedokles” konusunu 8. D Yanıtınız yanlış ise “Sofistler” konusunu ye-
yeniden gözden geçiriniz. niden gözden geçiriniz.
4. B Yanıtınız yanlış ise “Anaxagoras” konusunu 9. E Yanıtınız yanlış ise “Sofistler” konusunu ye-
yeniden gözden geçiriniz. niden gözden geçiriniz.
Araştır Yanıt
3 Anahtarı
80
İlkçağ Felsefesi
Kaynakça
Bailey, C. (1964). The Greek Atomists and Epicurus. Kranz, W. (2014). Antik Felsefe. Çev. Suad Y. Baydur.
New York: Russell&Russell. İstanbul: Cinius-Sosyal Yayınlar.
Barnes, J. (2005). The Presocratic Philosophers. New Preus, A. (2015). Historical Dictionary of Ancient Greek
York: Routledge. Philosophy. New York: Rowman&Littlefield.
Bunnin, N., ve Yu, J. (2004). The Blackwell Dictionary Sprague, R. K. (1972). The Older Sophists. Indianapolis:
of Western Philosophy. Malden: Blackwell Hacket Publishing Company, Inc.
Publishing.
Störig, H. J. (2015). İlkçağ Felsefesi. Çev. Ö. C.
Cevizci, A. (2000). İlkçağ Felsefesi Tarihi. Bursa: Say Güngör, İstanbul: Yol Yayıncılık.
Yayınları.
Von Aster, E. (2015). Felsefe Tarihi: İlkçağ ve Ortaçağ.
Cicero. (1886). Tusculan Disputations. Çev. Andrew P. İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Peabody, Boston: Liddle, Brown&Co.
Waterfield, R. (2000). The First Philosophers. New
Elmalı, O., ve Özden, H. Ö. (2013). İlkçağ Felsefesi York: Oxford University Press.
Tarihi. İstanbul: Arı Sanat Yayınevi.
Weber, A. (2014). Felsefe Tarihi. Çev. H. V. Eralp,
Gökberk, M. (2016). Felsefe Tarihi. İstanbul: Remzi İstanbul: Kabalcı Yayıncılık.
Kitabevi.
Zeller, E. (2008). Grek Felsefesi Tarihi. Çev. A.
Guthrie, W. K. C. (1999). İlkçağ Felsefesi Tarihi. Çev. Aydoğan, İstanbul: Say Yayınları.
A. Cevizci, Ankara: Gündoğan Yayınları.
Herakleitos. (2016). Fragmanlar Testimonia
Fragmenta-İmitationes. Çev. G. Şar ve E. Yıldız,
İstanbul: Dergah Yayınları.
81