Professional Documents
Culture Documents
Halidonlarin Buyusu - Robert Ludlum
Halidonlarin Buyusu - Robert Ludlum
BİRİNCİ BÖLÜM
Port Antonio / Londra
Londra I İngiltere
Dikkatle bakıyordu.
Bu bir alışkanlıktı.
ama eğer Dunstone onu almak için bir araba gönderecekse niçin
Savoy Oteline kadar göndermiyordu? Yürümek zoruna gitmese
de kalabalık kaldırımların kenarında araçlarında bekleyen
insanlarla buluşmaktan hoşlandığı söylenemezdi.
Dunstone Şirketinden arayan adam kendisi için gerekli
olan tek nedeni açıkça belirtmişti:
"Bay Julian Warfield böyle istiyor."
Yoldaki tüm araçlann arasında göze çarparak ilerleyen
Rolls-Royce hemen dikkatini çekti. Köprüden birkaç metre önce
durdu ve araba tam önüne gelene dek ilgilendiğini belfl etmedi.
"Bay McAuliff?" dedi arka pencereden yüzü görünen genç
adam.
Adam, "Bay Warfield?" diye sorarken o olmadığından aslında
emindi.
Too hayır. İsmim Preston. Lütfen binin. Sanırım trafiğe engel
oluyoruz."
im,"
"Evet... Bay Preston."
f"Çokıyi. Nerede?"
"Belgravia'da."
pısını açtı.
— 17 — F:2
dik. Sanırım dört kez aradınız ve sekreterim derhal Bay Preston'a
haber verdi."
"Ve beni Waterloo Köprüsünden alan Rolls-Royce da ona
— 22 —
Sınırsız bir bağımsızlık. İstemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda
kalmayacağı bir konum.
Ann'ın öldürülmesi bir sıçrama tahtası olmuştu. Belki bir
bahaneydi ama duygusal patlamanın yanısıra, çok derine »nen
kökleri vardı. Warfield'in 'pek de gerekli olmayan' diye tanımladığı
araştırma toplantısı, akademik sistemin kaçınılmaz kurallarındandı.
Tüm laboratuvar çalışmaları, ortaya konulan ödeneklere
göre ayarlanıyordu. Gereksiz pek çok uğraşı! Sürüyle anlamsız
toplantı! İşe yarayan birçok araştırma, gerekli ödenek çıkmadığı
için yarım kalmıştı. Ya da bölüm başkanı ilerleme yanlısı vakıflar
adına daha belirgin ilerlemeler görülebilmesi için çalışmalann
yönünü değiştirmişti.
Alex akademik sistemle savaşacak gücü olmadığı veya politikasına
uyum sağlayamayacak kadar öfkeli olduğu için üniversiteyi
terketmeyi yeğlemişti. -M
Şirketlerle çalışmaya da dayanamıyordu. Onların da öncelik
sıralaması farklıydı ama bir amacı vardı: kâr etmek. Yalnızca
kazanç düşünülüyordu. İstenilen kazancı sağlamayan projeler,
bir daha arkaya dönüp bakmaksızın rafa kaldırılıyordu.
Yalnızca konuyla ilgilen. Zaman yitirme.
Sonunda şirketlerle çalışmaktan vazgeçip kendi adına iş
yapmaya başlamıştı. Hiç olmazsa kendi değer yargılarına göre
çalışmalarını yönlendirebiliyordu.
Derinlemesine düşününce Warfield'in önerdiği her şeyin
doğru, kabul edilebilir ve harika olduğu görülüyordu. Altından
kalkabileceğine emin olduğu bir araştırma için hiçbir yasadışı
yönü bulunmayan iki milyon dolar kazanacaktı.
Jamaika'da adı geçen bölgeyi anımsar gibiydi. Duncan's
koyuna doğru, Falmouth'un doğu ve güneyinde, Cock Pit'in iç
taraflarındaydı. Dunstone daha çok Cock Pit bölgesinin ıssız,
hatta bazı yerleri haritalarda bile gösterilmeyen dağlan ve ormanları
ile ilgileniyordu. Uçakla Montego körfeziriden on, yeni
— 23 —
çin?"
"Pardon anlayamadım?"
"Niçin soruyorsunuz ?" diye sordu McAuliff gülümseyerek.
"Kat servisi şu anda çok meşgul, yani temizletmek ya da
riz."
"Önemli değil."
"Bana haber ulaştığı zaman bodrum katındaydım ve servis
asansörüyle yukarı çıktım."
"Oldukça gizli kapaklı...."
"Ancak gerekli," diye adamın sözünü kesti Hammond. "Son
mediniz."
"Ama isteyebilirim."
"O zaman aranm."
— 26 —
— 28 —
— 29
Bay McAuliff, stratejik konumda bulunan bağımsız bir ülkenin
varolan hükümeti, dünya pazarlarına sahip olan inanılmaz boyutlardaki
bir endüstriyel tekel tarafından kontrol ediliyor. Hiç de
saçma değil. Burnumuzun dibinde oluşuverecek."
yorsunuz?"
— 30 —
"Örneğin?"
"Doğru." § '
yin..."
"Yamlnrwyoruz."
dersiniz?"
"Üç ya da dört önermemesine şaşırdım... Niçin olmasın?
nız.* £İ|
— 32 —
• "Evet" %
"Başka seçenek yok..." McAuliff kadehini kaldırıp birkaç yudum
içti. "Bir seçenek var, Hammond. Diyelim ki sizin varsayım
ya da tezlerinizin gerçekliğini kabul edip, İşbirliği yapmayı seçtim.
Ancak size karşı sorumlu değilim."
"Anladığımdan emin değilim."
"Nedeni açıklanmayan emirleri yerine getirmem. Kukla gibi
iplerimi elinizde tutamazsınız. Bu koşulun tutanaklara geçmesini
itiyorum. Doğru söyledim mi?"
"Sanırım, ben de sık sık bu sözleri kullanırım."
— 33 — F:3
McAuliff, İngiliz ajanın oturduğu koltuğa yaklaştı.MŞimdi bana
neler yapmamı istediğinizi açıkça anlatın."
"Nereden başlayacağım?"
— 34 —
— 36 —
"Anlayamadım."
"Bir saat..."
"Evet haklısınız."
sunu doldururken.
"Elbette."
— 40 —
"Neymiş bu altın?"
— 42 —
söyleyemem."
"Tanıyacağınızı mı tahmin etmiştiniz?"
"Doğrusunu isterseniz, evet. Kraliyet Tarih Derneği projeleri
"Biliyorum.;.8
"Görmek isterim."
Alison kucağındaki çantadan iki büyük zarf çıkarıp masanın
köşesine bıraktı. Alex uzanırken gülerek ona baktı ve bir sürç
bakışları kenetlendi. "Bu araştırma sizin açınızdan niçin bu denli
önemli, Miss Booth?"
leriniz mi var?"
— 46 —
— 48 —
"Evet?"
kaybettim."
Alex sol tarafı işaret etti "Bu yönde iki, üç blok sonra."
tı. "Lütfen tepki göstermeyin, Bay McAuliff. Yolu tarif etmeyi sür
ge'un Baykuşu isimli bîr kulüp var. Bara oturun ve sizinle temas
nuz."
— 50 —
"BJr içki içer misiniz? Preston arabaya bir bar yaptırmış," diyerek
ön koltuğun arkasını işaret etti Warfield. "Şu kolu çekin."
Yaşlı adam cebinden bir zarf çıkardı. "Önce iyi haberi vere
yim. Ekip üyelerine itirazımız yok, yalnızca birkaç önemsiz soru
sorun yaratabilirdi.
— 52 —
"Niçin?"
"Kadın uzmanların varlığı, işe kendine özgü bir masumiyet
kazandırıyor Kraliyet Tarih Demeğinin verdiği ödenekle kendilerini
mesleklerine adamış kadın ve erkeklerin birarada çalışması,
yalnızca erkeklerden oluşan bir ekipten çok farklı bir görüntü
yaratır. Gerçekten çok akıllıca verilmiş bir karar."
"İstediğinizi düşünebilirsiniz ama benim amacım bu değildi."
"Yine de sonuç değişmez. Bu düşünceli davranışı bizimkilere
gösterince, derhal kabul ettiklerini söylememe herhalde gerek
yok."
"Sizin istediğiniz her şeyi onaylayacaklarından kuşku duymuyorum.
Önemsiz sorular neler?"
"Üzerinde düşünmek isteyeceğiniz bazı bilgiler demek daha
doğru olacak." Yaşlı adam uzanıp bir lamba yaktı ve cebinden
çıkardığı kâğıtları zarfın üzerine koydu. Gözlüklerini düzelterek
elindekilere bir göz attı. "Jensen ile Wells çifti politikanın
sol kanadında çok etkin. Barış yürüyüşlerine, gösterilere filan
katılıyorlar."
"Bu etkinliğin meslekleri ile ilgisi yok. Ada yerlilerini organize
etmeye kalkışacaklarını pek sanmam." Bilinçli olarak usanmış
gibi konuşuyordu Alex. Eğer Warfield buna benzer sorular
soracaksa, Alexin adaylann meslekleri dışındaki özellikleri üzerinde
durmadığını önceden öğrenmeliydi.
"Jamaika'da büyük bir politik dalgalanma yaşanıyor. Ekibinizdekilerin
bu konuda açık sözlü olmalan bizim için yararlı olmaz."
McAuliff dönüp ufak tefek ihtiyara baktı. Adam dudaklarım
büzmüş, kemikli parmaklanyla kâğıtları tutarken loş san ışık cildine
garip bir renk vermişti. "Böyle bir şey olursa, ki olacağım
hiç sanmıyorum, ben Jensen'lerin sesini kesebilirim.... Buna
karşılık sol görüşlü insanların ekipte bulunması sizin yararınıza
olacaktır. Bilinçli olarak Dunstone İle çalışmayacaklarını düşünmek
gerekir.."
— 53 —
"Bana yaptığı açıklamayı kabul ettim. Kısa bir süre önce boşanmış
ve anladığım kadarıyla şu anda içinde bulunduğu koşullardan
hoşlanmıyor."
"Bunları mı anlattı?"
"Evet ve ona inandım."
— 55 —
görüştünüz."
— 56 —
payım?"
yaklaşıyorlardı.
"Bu akşam ısrarla kimi arıyordunuz?" İhtiyar adam artık gü
tı. . . X .
de buluşabiliriz?"
isim ezberledin."
yoktu.
— 66 —
zünü tutmuştu. Kısa bir süre sonra Alex'in daha önce de bindiği
Ve donup kaldı.
ması gerekeh zenci. "Size vurduğum için özür dilerim, ama işi
mize burnunuzu sokuyordunuz. İyi misiniz?"
düm..."
— 68 —
Hammond bıçaklanmıştı.
nşıyorum."
— 70 —
"Şansın olup bitenlerle hiç ilgisi yok! Senin bunu iyice anlamanı
istiyorum."
"Pekâlâ, sen kötü insanları yok eden, asla yenilmeyen intikam
tanrısı Kaptan Marvel'sin."
"Ben yalnızca majestelerinin hizmetinde çalışan elli yaşında
bir görevliyim... Gençliğimde iyi bir futbolcu bile olamadım.
Eğer sen sözümü dinleyip dans pistinde bir sahne yaratmasaydın,
şimdi bu sargıların içinde olmayacaktım."
"Neee?"
"Sözümü kesme. Benim tehlikede olduğum anlaşıldığı anda,
tehlike unsuru ortadan kaldırıldı. Bir tek saniye bile hayatım
tehlikede değildi."
"Öyle mi dersin? Midendeki yirmi beş santimlik sargılann
anlamı ne peki? Sahra'da su satar gibisin, Hammond."
"Senin yarattığın panik nedeniyle yara aldım! Programımızdaki
en önemli teması gerçekleştirmek üzereydim halbuki. Daha
doğrusu senin görüşmen gerektiğini düşündüğümüz kişiyle
temas kuracaktım."
"Halidon mu?"
"Öyle olduğunu düşünüyoruz ama ne yazık ki artık kanıtlayamıyoruz.
Gel benimle." Hammond bir eliyle ön koltuğun sırtlığına
dayanarak acı içinde arabadan indi. Alex yardım etmek
için atıldıysa da reddedileceğini farkederek kendini tuttu. Paltosunun
cebinden bir elfeneri çıkaran ajan, McAutöfTi öteki arabaya
doğru götürdü. Gölgelerin arasında bekleyen adamlar geriye
çekildiler.
Arabada iki kişi vardı. Biri direksiyonun üzerine, diğeri arka
koltuğa yığılmış cansız yatıyordu. Hammond fenerin ışığını cesetlerin
üzerinde gezdirdi. Pek de pahalı olmayan ciddi takım
elbiseler giymiş, otuz yaşlarında, karaderili iki erkek cesedi.
McAuliff şaşırmıştı. Arabanın içinde hiçbir şiddet izi, kan damlası
ya da kırık cam parçaları yoktu. Son derece temiz, sakin ve huzur
doluydu. Uzun bir iş gezisinden dönerken, yolun kenarında
—71 —
•Siyanür."
"Niçin?1
"Herhalde fanatiktiler. İstemeden bilgi vermek yerine bu yolu
seçtiler. Bizi yanlış anladılar. Her şey beni izlemek için Saint
George'un Baykuşu barından çıkmaya çalışmanla başladı. İlk
kapıldıktan paniğin sonucunda beni yaraladılar."
görevlisini öldürmüştü.
Warfield peşine bir tek kişi takmıştı ve onu yanlış tarafa yönelttik.
İKİNCİ BÖLÜM
Kingston!
— 79 —
Londra'daki son iki gün öyle yoğun geçmişti ki, Alison ile
istediği kadar beraber olamamıştı. Gerekli araç gereci satın almak,
kiralamak, pasaportları hazırlatmak, aşıların gerekli olup
olmadığını öğrenmek; Montego, Kingston ve Ocho Rios'daki
bankalarda hesap açmak ve uzun süreli bir araştırma gezisi için
yapılması gereken daha binlerce iş, zamanının tümünü kaplamıştı.
Dunstone kendi ismini kullanmadan perde arkasından
epey yardımcı olmuştu. En azından nerede, kiminle görüşmesi
ti, m
Alex, Saint George'un Baykuşu bannda ve Londra'nın dışındaki
ıssız bölgede yaşanan tüm çılgınlıklardan sonra, ertesi
gün öğle yemeğinde Alison ile buluşurken, çelişkili duygulann
etkisinde kalmıştı. Eski kocasının gizli kapaklı işlerinden söz etmemiş
olması onu kırıyorsa da Hammond'ın varsaydığı gibi
Warfield'in casusu olduğuna inanmıyordu. Anlamı yoktu. Genç
araştırma ekibine katılmış olan İngiliz ajan, başka bir ekip üye
siyle birlikte Cock Pit bölgesinde, Martha Brae nehri kıyısında
Aslında çok önemli bir nokta daha vardı ve Hammond bile bunu
mamıştı. Ne var ki, ajan, bir ölçüm aletinin madeni kutusuna tek
Halidon.
— 82 —
Bilinen bir tanımı yoktu. Bir isim mUHnsan mı? Uç heceli bir
sesleniş mi? Anlamı neydi?
"Ne kadar güzel, değil mi?" Alison uyanmış pencereden dışarı
bakıyordu.
"Uyandın demek."
"Bir erkek hiç bitmeyecekmiş gibi konuşup durdu." Gülümseyerek
uzun bacaklarını gevşetti ve derin bir solukla esneyince
göğüsleri dikleşip" beyaz ipek bluzunu gerginleştirdi. McAuliff
gözlerini, ondan ayıramadı. Alison bunu farkedip muzipçe gülümsedi.
"Konumuzla ilgisi var mı, Dr. McAuliff?"
"Bu sözcük başınızı derde sokacak, Bayan Booth."
"Derhal kullanmaktan vazgeçerim. Aslına bakarsan, seninle
tanışana dek pek sık kullandığımı anımsamıyorum."
"Aradaki bağlantı hoşuma gidiyor, devam et."
Alison gülerek, iki koltuğun arasında duran çantasına uzandı.
Uçak hava boşluğuna girince birkaç kez sallandılar ve çanta
doğruca Alexin kucağına düştü. Ruj, pudra, kibrit ve kısa kalın
bir silindir bacaklarının araşma yuvarlandı. Kararsızlık dolu bir
dakika yaşandı. El çantaları insanların kişiliklerinin aynası olduğundan
sahiplerine böyle bir durumda avantaj sağladıkları söylenemezdi.
Üstelik Alison elini bir erkeğin bacaklannın arasına
uzatıp eşyalarını toplayacak yapıda bir kadın değildi.
"Yere düşen olmadı," dedi Alex çantasını uzatırken. Ruj ve
pudriyerini verirken bakışları elindeki silindire takıldı. Yan tarafında;
S 312 GAZ İÇERİKLİ
ASKER VE/VEYA POLİS KULLANIMI İÇİN
RUHSAT NUMARASI 4316
KAYIT: 1-6
sözcükleri okunuyordu. Silinmez mürekkeple yazılan ruhsat tarih
ve numarası, bir ay kadar Önce verildiğini gösteriyordu.
"Uçak kaçırmayı mı planlıyordun? Öldürücü bir görünüşü
var," dedi Alex.
— 83 —
liydi.
"Eğer istersen."
kendim anlatamazdım."
"Niçin?" W
kaplamıştı.
— 84 —
Aslında çok hasta ve kötü bir İnsan.;;Ama David İle her zaman
başa çıkabilirim. Hep yaptım zaten. Son derece korkaktır."
"Kötü insanların çoğu böyledir."
"Ancak tek sorun David değil. Başka biri. Yanında çalıştığı
adam."
"Kim o?"
"Bir Fransız soylusu. Bir marki. Adı Chatellerauit."
Ekip üyeleri taksilere doluşup Kingston'a doğru yola çıkarken,
Alison eğitim bakanlığına bağlı görevlilerin yardımıyla araç
gereçleri bir an önce almak için bekleyen Alexin yanında kaldı.
Londra'daki akademisyenlerin yaranda olduğu gibi, burada da
Jamaikalıların belli belirsiz hoşnutsuzluğu ite karşılaştı McAuliff.
Sanki hiç karaderili jeolog yok mu, diye düşündüklerini hissediyordu.
Haki üniformaları dikkatle ütülenmiş gümrükçüler, her birinin
içinde kaçak mallar varmış gibi kutuları teker teker incelemek
için ısrar ederek bu izlenimi pekiştirdiler. Uçağın inişinden
epey sonra, Alex ne yapacağını şaşırmış bir durumda işlemlerin
tamamlanmasını bekleyip durdu. ^
Bir buçuk saat sonra tüm kutular aranmış ve yurtiçi nakliye
için Ocho Rios'daki Boscobel Havalimanına götürülmek üzere
işaretlenmişti. Alex sinirinden dişlerini gıcırdatıp yutkunmaya
başlamıştı. Alison'ın kolunu tutup terminalin bir köşesine doğru
çekiştirdi.
"Tanrı aşkına Alex, kolumu morartacaksın!" dedi Alison
kahkahalarını tutmaya çabalarken.
"Özür dilerim. Şu allahın belası herifler sanki dünyanın sahibiymiş
gibi davranıyorlar!"
"Unutma ki yaşadıkları adalara çok kısa bir süre önce sahip
oldular..."
"Sömürge karşıtı söylevlerin sırası değil," diyerek genç kadının
sözünü kesti Alex. "Bir içki içmek istiyorum. Salonda oturalım
biraz."
"Bavullarımız ne olacak?"
"Kes sesini. Bavullarımızı alıp birer içki içine dek bir tek laf
daha etmeni istemiyorum. Yanımda çalışan biri olarak sana vereceğim
ilk emir bu."
o?"
"Kim?"
lemek isliyorum."
"Sannrayorum, ahbap," diye savunmaya geçti adam telefo
fen." • ^ . ^
•Efendim?" £
"Dr. McAuliff mi?" diye sordu İngiliz aksanlı ses.
"Evet, benim."
"Biz yalnızca notunuzdaki talimatları uyguladık efendim."
"Hangi not?"
lım."
götürülmesi belirtilmişti.
Onu tanıyordu.
Avustralya'da Kimberley yaylasındaki tarlalarda görmüştü
onu en son. Sonradan Jamaika'ya döndüğünü söylemişlerdi.
— 88 —
mişti. Alison öfke ve korku dolu gözlerini Alex ile tarayıcı arasın
da <lölaştırdıysa da konuşmama akıllığını gösterdi.
— 90 —
Hammond Kİ birlikte yaptığı kollanma alıştırmalarından birini
sürdürmüyordu. Her şeye karşın, gerçekten kullandığı zaman
ibrenin titreyeceği hiç aklına gelmemişti. Ne var ki durduğu yerin
yakınında, görevi odada konuşulanları aktarmak olan yabancı
bir nesne vardı.
Alison'a işaret edip yânına çağırdı ve parmağıyla tarayıcıyı
göstererek tekrar susmasını işaret etti. Kendini bir yanşma
programındaki beceriksiz palyaçolara benzetiyordu. Genç kadının
sesini duyunca bu hissi daha da yoğunlaştı.
"Bana aşağıdaki harika bahçede bir içki içeceğimize söz
vermiştin, öteki fikirlerin şimdilik ertelenmesi gerekir, hayatım."
Alison'ın sözleri son derece doğal ve inandıncıydı.
"Haklısın," derken iyi bir aktör olmadığına karar verdi. "Ama
önce bir duş alayım."
Banyoya geçip musluğu açtı ve kapıyı sesin biraz duyulacağı
kadar aralık bırakarak geri döndü. Tarayıcıya tıpkı Hammond'ın
öğrettiği gibi daha-Küçük daireler çizdirdi. Aygıtın kırmızı
ışığı, duvarın kenarındaki bir sehpanın üzerinde duran bavuluna
yaklaşınca yanıverdi. Minik kırmızı lamba, dinleme cihazının
ancak birkaç santim uzakta olduğunu belirtiyordu.
Dikkatle bavulunu açıp içindekileri yatağın üzerine fırlattı ve
boşalınca elini astarında dolaştırdı. Aldığı dersler sırasında çeşitli
biçim ve ölçülerdeki dinleyicileri tanımıştı ve parmaklan aradığını
çabucak buldu.
Bir ceket düğmesi büyüklüğündeki nesneye Hammond'ın
öğrettiği gibi hiç dokunmadan yedeğini aradı ve bavulun arka
tarafında onu da buldu. Tarayıcıyla odanın geri kalanını dolaşırken
tahmin ettiği gibi ibre hiç oynamadı. Eğer dinleme aygıtı
hareket ettirilebilen bir eşyaya yerleştirilirse, odaya bir başkasının
yerleştirilmesr*gerekmez demişti Hammond. Oda temizdi,
daha doğrusu İngiliz ajanın deyimiyle sterildi.
— 91 —
sesle.
u»f£ . İli
Garson içkilerini servis yapıp yanlarından ayrılınca Alison
söze başladı.
"Sanırım artık şimdiye dek hiç sözünü etmediğimiz konulardan
konuşmanın zamanı geldi."
Alex ona sigara ikram edip kendi sigarasını yakarken vakit
kazanmaya çalışıyordu ve her ikisi de bunun farkındaydı.
— 94 —
insanlara vermezler."
onları?"
kadar."
— 95 —
Pek sevimli görünmüyordu ama Hammond kesin talimat
vermişti. Eğer bir dinleme aygıtı bulursan yerinde bırak ve kul*
lan. Nesneyi yok etmeden önce Viktorya Park yakınındaki Tak
Ion's adlı balıkçı dükkânına rapor verip gelecek talimatı beklemek
zorundaydı.
yorum." Tekrar genç adamın elini tuttu ve Alex diğer eliyle içkisi
ni ağzına götürüp kadehini boşalttı.
diyorlardı."
rünerek.
— 96 —
lar. Jr.
— 98 —
gürlüğüne kavuşmuştu.
Ama özgür değildi.
"...Bir yıl içinde David, Chatellerault ve diğerlerini ele geçi
— 100 —
— 101 —
"Yalnız."
durdu.
— 102 —
kadehini masaya bırakıp bir iki adım geriledi ve ağır çekim bir
filmdeymiş gibi yere yuvarlandı.
Masadakiler ayağa fırlayınca çevrede oturanlar da dönüp
baktı. Garson şarap şişesini bırakıp ona yaklaşırken en yakınında
bulunan Peter Jensen yanına varmıştı bile.
"Aman Tanrım," dedi Jensen eğilirken. "Sanırım zavallı çocuk
hastalanacak. Ruth, gel yardım et... Hey garson... sen de
yardımcı olsana!"
İki garsonun yardımıyla Jensen'ler genç botanikçiyi oturur
hale getirdi, kravatını gevşetti ve biraz olsun kendine gelmesini
sağlamaya çalıştılar. McAuliff'in yanmda duran Charles Whitehall
"Sanırım gitmek için iyi bir fırsat," dedi Whitehall. "Yirmi dakika
sonra bekliyorum."
kısacık bir an için keskinleşti. Loş bir odada herhangi bir insanın
— 103 —
"Ne dedin?" Alex kolunu çekip içeri girdi, ara kapıyı sessizce
kapattı ve ceketinden tarayıcıyı çıkarıp genç kadının yatağının
üzerinde duran bavullarının çevresinde dolaştırdı. İbre yerinden
oynamadı. Odayı boydan boya dolaştı ve dinleme cihazı
bulunmadığını anladı. "Ne demiştin?" diye sordu alçak sesle.
"Beni koruman hoşuma gitti."
gündü... Henüz bitmiş de sayılmaz. Daha gidip Whitehall'la konuşmak
zorundayım. Bir de kendi odamda yattığım zaman horladığım,
uykumda konuştuğum ya da kapıyı örtmeden tuvalete
gittiğim zaman her şeyin kasetlere kaydedildiğini düşünmek beni
sinirlendiriyor... Belki tedirgin olmadığımı iddia edebilirim,
ama kendimi iyi hissettiğimi söyleyemem... Konudan konuya
geçerken sana söylemem gereken başka bir şey daha var. Harika
görünüyorsun ve seni kollanma alıp öpmek, ellerini bedenimde
hissetmek için inanılmaz bir arzuya kapılıyorum... O kadar
çekicisin ki... Gülüşün de bir harika... güldüğün zaman seni
seyretmek, tenine dokunmak ve sana saniıp her şeyi unutmak
istiyorum... Evet, diyeceklerim bu kadar. Tutarlı bir konuşma
yapmadığım için artık bana cehennem olup gitmemi söyleyebilirsin."
— 105 —
sesi duyuldu.
"Elbette." IfP
"Ne zaman?" *
Alison.
paketine uzandı.
düşünüyordur."
Chatellerault
Chatellerault mu? Yani Marki de Chatellerault mu?
Chatel... Chatellerault?"
"Tanımıyor musunuz?"
ediyorsunuz."
"Ne demek bu?"
dir."
McAuliff gözlerini açıp saatine bakınca 10:25 olduğunu
mesi gerekiyordu.
— 112 —
— 113 — F:8
lümsedi. Acaba pis minik adamlar, bir türlü duyamadıkları sesleri
dinlemek İçin saatlerdir bekliyorlar mı?
"Düşündüğünü duyuyorum," dedi Alison başını kaldırma
— 114 —
kaçırdın."
"Özür dilemene gerek yok. Son derece ikna edici bir gösteriydi."
daha sarhoştum."
özür diliyorum."
— 120 —
o kadar ısrar etti ki, bir olay yaratmamak için kabul ettim. Üstelik
sen gümrükte takılıp kalmıştın. Niçin kabul ettiğimi anlıyorsun,
değil mi?"
— 121 —
"Devam et."
— 122 —
metin içinde kimlerle iş yaptığını bilmek istiyorlar™ Bir günlük
tutacağım o kadar. İsimleri istiyorlar yalnızca." Yalvaran gözlerle
Alex'e baktı. "Beni anlıyorsun, değil mi? Hiçbir zaran olmayacak."
McAuliff dikkatle genç adamın yüzüne baktı. "Bu sabah bunun
için mi beni izledin?"
"Evet, ama böyle yapmak istememiştim. Craft her yere seninle
birlikte gidersem, çok iş başaracağımı söyledi. İşle ilgili
olarak, her gittiğin yere birlikte gelmek istediğimi söyleyecektim
sana. Zaten benim çok konuştuğumu ve bu nedenle isteğimin
dikkat çekmeyeceğini söylemişti."
"Craft'a iki puan."
"Ne dedin?"
"Boşver, eski bir Amerikan argosu... Her şeye rağmen beni
izledin."
"Amacım bu değildi. Odana telefon ettim ama cevap vermedin.
Sonra Alison'ı aradım. Üzgünüm, çünkü sinirlenmiş gibi
bir hali vardı."
"Ne dedi sana?"
"Birkaç dakika önce odadan çıktığını duyduğunu söyledi.
Hemen lobiye indim, sen o sırada bir taksiye biniyordun. Bunun
üzerine bir taksiye atlayıp peşine düştüm."
McAuliff bardağını bıraktı. "Öyleyse, niçin Viktorya Parkta
yanıma gelmedin? Seni gördüğüm anda arkanı döndün?"
"Aklım karmakarışıktı... korkmuştum. Yani seninle birlikte
gelmek yerine, seni İzliyordum."
"Dün gece niçin aşın derecede sarhoş numarası yaptın?"
Ferguson endişeyle derin bir soluk aldı. "Çünkü otele varınca
senin bavuflannı sordum ve gelmediğini öğrendim. Paniğe
kapıldım. Korkuyordum, çünkü ayrılmadan önce Craft bana senin
bavullarından söz etti..."
"Böceklerden mi?" diye öfkeyle sözünü kesti Alex.
doğru olmayacaktı."
medi."
verdin."
Bay Hanley."
lar mısınız?"
— 126 —
— 129 — F: 9
"Ne konuştuğunu anlat öyleyse."
ker^?" i
— 130 —
"Bir trajedi, Bay McAuliff. Son derece saygın, soylu bir insandı.
Jamaika kendisini çok özleyecek."
— 131 —
yoktu.
likle bir hafta kadar sürer ama bu kez yirmi dört saat bile sürme
di..." ^00. '
-132
— 134 —
"Söyle bakalım."
dan içeri daldı ve yan yolda tek bir manevrayla geri döndü. Bu
kez parktan çıkan taşıtların arasına girmişti. "Şimdi bak geliyor!"
— 136 —
Alex taksiden inince ceketini ve kravatını düzeltip hangi resmi
daireye gitmesi gerektiğini düşünen beyaz işadamı izlenimi
vermeye çalıştı. Balıkçı dükkânını ararken bir yandan da izlenip
izlenmediğini kontrol ediyordu. Güneş batmak üzereydi ve bazı
köşeler şimdiden karanlıkta kalmıştı. Birkaç dakika korkuya kapıldıysa
da aramayı sürdürdü. Sonunda boyası akmış tabelayı
gördü.
TALLON'S g
TAZE BALIK & YEREL ÜRÜNLER
311-1/2 QUEEN'S ALLEY
seçelim."
Çizgili önlüklü görevli, tezgâhın menteşeli bölümünü kaldır
lışma odası; maun bir masa, antika döner koltuk, yumuşak deri
mişti.
yı sürdürecekler."
"Yanı?"
çok ağır bir suçtur. Böyle bir haber gazete başlıklarına yansıya
belki genel valiye bile haber vereceğim. Bir ara St. Croix'da
— 142 —
mış."
•Böyle iltifatları çok severler. Harika bir fikir. Sen otur, ben
hemen geliyorum."
Bir ara Interpol He işbirliği yapmış olan Alison Booth, böceklerin
otelin mutfağında, salata tezgâhının altındaki sabit kirli
çamaşır kutusunda yeni yerlerini aldığını bildirdi. Aşçıbaşı Jamaika
usulü levrek tarifini verirken, böcekleri belli etmeden kirli
bir peçeteyle kutuya atıp, kenarına sıkıca tutturmuştu.
"Sen inanılmaz birisin," dedi Alex içtenlikle.
yorsun?"
kapıdan içeri giren adamın birini arar gibi bir hali var."
"Bizi mi arıyor?"
"Özellikle seni."
kesti Alex.
özür diliyor sanırım. Adam beyaz tenli, üzerinde açık renk pantolon,
koyu renk ceket ve sarı bir gömlek var. Boyu senden biraz
dedi Alison, sonra gülerek ona biraz daha yaklaştı. "Niçin biraz
ederim."
nedenleri vardır."
"Kim?"
— 147 —
"Kalırım."
cağım. Beklerim."
surgüle." %*
Kadını tekrar dudaklanndan öpüp çıktı ve madeni sürgü
şelerine tâkflmıştı. Asansör bir katta durdu arna bekleyen iki kişi
kalabalığı görünce binmekten vazgeçti.
masının yeterli olacağını biliyordu ama daha iyi bir fikri vardı.
"İçeri girin!"
"Sam!" %
dan geldi.
kuracağız."
ci. "Bu haber Dr. Piersall'a ulaşınca, dostunu korumamız için bizi
gönderdi. Bay Tucker sabahlan erken kalkıyor."
Sam sırıttı. "Beni bilirsin. İçkili olsam bile fazla uyayamam."
— 156 —
asardık."
"Montego'daki adamlardan ne öğrendiniz?"
Zenci yanıtlamadan önce belli etmeden sürücüye baktı.
— 158 —
"Gerçekten çok iyiyiz. Westmore Tailon bir İngiliz ajanıdır.
Tipik ingilizler gibi çıkar çevrelerinin gizil yardımlarını ister. Üstelik
çok da aptaldır. Belki Tailon'un Eton Kolejinden olan bunak
sınıf arkadaşları ona güveniyor ama kendi halkı güvenmiyor."
Jamaikalı, kolunu koltuğun arkalığından çekip öne döndü.
Konuşma bitmişti.
Sam Tucker düşünceli bir sesle sordu. "Alexander, anlat
bakalım neler oluyor? Şimdiye dek neler yaptın evtert?"
Camdan vuran ışıkta eski dostu Sam'in kırgınlık ve öfkeyle
kendisine baktığını farketti Alex. Ne yaptım ben, diye geçindi
İçinden.
"İşte geldik," dedi beyzbol kepli sürücü ilk kez ağzını açarak.
McAuliff çevresine bakınca dağların arasında bir düzlükte
bulunduklarını gördü. Blue dağlarının zirvesindeki bulutların
arasından sıyrılan mehtap, toprak yolun üç yüz metre Bersinde,
tek penceresinden hafif bir ışık sızan kulübemsi binayı aydınlatıyordu.
Sağ tarafta iki yapı daha vardı. Bunlara bina denemezdi;
siluetleri seçilebiliyordu yalnızca. Direklerin üzerine kurulmuş
çadırımsı nesnelerin arasındaki yolda on metrede bir yerleştirilmiş
sönük meşaleleri farkedince nerede bulunduklarını anladı.
Çadırlar kamufle edilmiş hangarlardı. Dağların üzerinde, hiçbir
işareti bulunmayan bir uçak pistine gelmişlerdi.
Küçük çiftlik evine yaklaşan araba yavaşladı. Kenarda çok
eski bir traktör duruyordu. Tanm araçları ortalıkta dağınık bir
halde duruyordu. Ay ışığında oraklar ve yabalar kullanılmayan
eski anılar gibi görünüyordu. Her şey kamuflajdı. Bu pist hiçbir
haritada görünmüyordu.
"Bay McAuliff, Bay Tucker, lütfen benimle gelir misiniz?"
Kapının yanında oturup kendileriyle konuşan zenci aşağıya inince,
onu izlediler. Diğer ikisi arabada kaldı ve yolcular uzaklaşınca
gaza basıp gözden kayboldular.
"Nereye gidiyorlar?" diye sordu Alex endişeyle.
^ —159 —
"Bunan inanmayacaktır."
"Eğer kontrol etmek isterse, Latham ile birlikte bir depoda
— 161 — F: 11
amaçlara yönelik. Ben Jamaika'nın tüm insanlara ait olmasını
isterken, o yalnızca birkaç seçkine ait olmasını istiyor."
dar. Şimdi nereye doğru yol alacağız?1 Kara gözleri birer krater
— 162 —
— 163 —
"Bir göç."
"Obeah ha!" diye söze kanştı Sam Tucker. Yerli halkın bey
nini korkuyla dolduran savaşçı şeytanlık fikrine tümüyle karşı çı
şamaz."
doğru mu?"
— 167 —
Whitehall ağır ağır tabakasını kapatıp sağ tarafına koydu ve bir
kibritle sigarasını yaktı. "Devam edelim, butun geceyi burada
geçirmek istemiyorum."
katle baktı.
— 168 —
gerçeğin kanıtı."
"Nerede bu kanıt?"
"Nedir anlamı?"
"Merhaba, Alex.M
"Efendim?"
ber gönderdiler."
"Dersini iyi çalışmışsın, Alex."
dık." /'v -J .%
böyle konuşuyorsun?"
— 172 —
— 174 —
Blue dağlarının üzerindeki bulutların arasından güneşin ilk
geriye.
yerine oturdu."
"Chattellerault burada," dedi Alex alçak sesle.
"Aman Tannm," diye fısıldadı Alison.
"Ama sana ulaşamaz. İnan bana."
"Beni izledi elemek. Güzel Tannm..."
McAuliff yatağın kenarına ilişip genç kadımn saçlarını okşadı.
"Eğer sana zarar vereceğini düşünseydim, ondan söz etmezdim.
Onu... yok ettirirdim." Yeni sözcüklere ne kadar kolay
alışıyordu. Yoksa çok yakında öldürmek ya da ortadan kaldırmak
laflarını da kullanmaya mı başlayacaktı?
— 175 —
"Kimler?"
"Kim uyardı seni? Nasıl oldu bu?" diye sorarken Alex genç
kadını yüzüne bakmaya zorladı.
"Üç ay kadar önce Paris'te bir gece, yeraltı karnavalı dediğimiz
Interpol toplantılarının sonuncusundan çıkarken bekleme
odasında bir çiftle karşılaştım. Aslında karşılaşmamam gerekiyordu.
İnsanların yalnız gelip gitmelerine özen gösterirlerdi ama
bu kez biri odalan karıştırmıştı. Daha sonra birlikte akşam yemeğine
çıktık. İkisi de İngilizdi ve adam Macclesfield'de Porsche
satıcısıydı. Artık dayanamaz bir hale gelmişlerdi. Adam aslında
Porsche bayii olduğu için işe alınmıştı, çünkü ülkeye getirdiği
her arabada Avrupa borsasından çalınan hisse senetleri taşınmaktaydı.
Her seferinde bu iş son diyorsa da devam etmesi
için çeşitli gerekçeler sıralıyorlardı. Neredeyse üç yıldır sürüyordu
bu iş ve adam aklını kaçırmak üzereydi. İngiltere'yi terkedip
"Ama her zaman için hayır deme hakkı vardı. Onu zorlaya
mazlardı."
"Bu kadar saf olma, hayatım. Öğrendiğin her yeni isim ade
manlığını biraz daha artırır." Acı bir ifadeyle güldü Alison. "Muh
yaratırsın."
— 177 — F: 12
rebileceğimız zararın boyutlarını hiç düşündün mü? Biz de tıpkı
onlar gibi oynayabiliriz. Çevremizde silahlı muhafızlarla sürdüreceğiz
bu oyunu. Ve işimiz bittiğinde onlarla da işimiz bitmiş olacak."
minik bir Pemod kadehi duruyordu. Adaya geleli iki gün olmuştu
ama on yıl öncenin yaralan yeniden açılıvermişti. Bunu beklemiyordu.
Kontrolün kendi elinde olacağını varsaymıştı. Kontrol
altına gireceği aklına bile gelmemişti.
le biliyordu.
— 178 —
6:15. '%
Başının ağnsından gözleri yaşlarla dolmuştu. Beyninden
aşağıya doğru inen ağn okları ensesini, omuzlarını ve neredeyse
kollarını oynatamaz hale getirmişti. Midesindeki gerginliği
hissediyor ve bunu düşündüğü anda bulanacağını biliyordu. Bir
gece önce öylesine çok içmişti ki, McAuliff bile onu sarhoş numarası
yapmakla suçlayamazdı. Sarhoş olmak için çok iyi bir
nedeni vard ı.
Arthur Craft'ın paniğe kapıldığı telefonda bile belliydi. Genç
Craft yakayı ele vermişti. McAuliff kayıt aygıtlarının bulunduğu
odayı keşfetmiş ve karşısına çıkan adamı adamakıllı dövmüştü.
Craft telefonda McAuliff in adını nereden öğrendiğini haykırarak
soruyordu.
Kendisi söylememişti. İsmini Jimbo-mon'dan öğrenmemişti.
Ferguson ona tek kelime bile etmemişti.
Teybin başındaki allahın belası zencinin" McAuliffe her şeyi
itiraf ettiğini ama "iş o noktaya gelirse" herifin mahkemeye gidemeyeceğini
bağırarak anlatmıştı.
iki sayfalık telgrafı masanın üzerine yayıp eline bir kalem aldı.
bekliyordu.
güç olurdu.
ce?"
rifde hep beni isterler. İyi hile yaparım, ahbap. Hep şu toplan
"Galiba bir şey daha var," diye atıldı McAuliff, Negril Golf
Kulübünün çok özel bir yer olduğunu anımsayarak. "Her zaman
çok bilgi toplanabilir."
"Evet, ahbap," diyerek gülümsedi Floyd. "Zengin Westmoreland'liler
oyun oynarken çok konuşur."
— 190 —
Çılgınlık.
Alex'le Sam pek fazla ara vermeden uzun saatler boyu çalıştılar.
Yedinci günün sonunda araştırma alanının batı smırmı
.oluşturan Martha Brae nehrinden beş mil uzaktaki Burwood'a
kadar olan sahilin kesitini çıkardılar. Jensen'lerle James Ferguson
daha ağır bir tempoda mikroskopları, terazileri ve kimyasal
maddeleriyle deneyler yaparak ilerliyordu. Tahmin ettikleri gibi
sahil boyunca alışılmışın dışında bir şeye rastlamadılar. Bu bölgeler
daha önce de araştırılmıştı ve yeni bir keşifte bulunmadılar.
Botanik araştırmalan, Sam Tucker'ın toprak analizleriyle yakından
ilgili olduğu için, Ferguson toprak deneylerini de kendisinin
yapabileceğini söyleyerek Alex'e yardımcı olması için
Sam'in serbest kalmasını sağlamıştı.
— 191 —
nun yarı kum yan orman sahilinde, motelin plajının bir kilometre
— 192 —
— 193
reket dikkatini çekmiş ama ayak sesi duyamamıştı. Buzları küçük
kovaya doldurup, koridorun köşesini dönerek gözden kay
bolunca duvara dayanıp beklemişti.
— 194 —
— 196 —
sızıyordu.
ti.
"Evet." •
"Evet ahbap, ama fazla değil. Hani ufacık bir kıvılcım yapa
cak kadar."
"İki kişiye yer yok," dedi Barak iki taşın arasına keskiyi yer
leştirirken.
— 204 —
Uç dakika sonra taşı yerinden oynattı ve çıkardı. Fenerin
ışığında onu izleyen Floyd uzanıp taşı elinden aldı.
"Arkasında ne var?" diyen Whitehall ışığı boşluğa doğru çevirdi.
"Boşluk var, ahbap. Toprak var... Galiba elim bir kutuya
değdi."
"Tann aşkına, çabuk ol!"
"Tamam, Chartey-mon. Mo'Bay Hilton Otelinde akşam yemeğine
beklemiyorlar bizi," dedi Barak. "Gizlenmiş bir gelincik
olanları tekrardan yazamaz."
"Gevşe biraz," dedi Alex, Whitehall'a bakmadan. "Bütün gece
kalabiliriz, değil mi? Dışarda bir adam öldürdün. İşimize bir
tek o engel olabilirdi. Ve bu nedenle ölmesi gerektiğine karar
verdin."
Whitehall dönüp dikkatle McAuliff in yüzüne baktı. "Gerekli
gördüğüm için öldürdüm." Sonra tekrar dikkatini Moore'a verdi.
İkinci taş daha kolay çıktı yerinden. Yine Floyd alıp bir kenara
koydu.
"Bu da bir arşiv kutusu," dedi Whitehall feneri tutarak. "Ver
onu bana." Feneri Floyd'a verip uzandı ve kutuyu aldı. "Olağanüstü!"
diyerek birinci kutuyu kontrol etti. Her ikisini de yanından
ayırmak istemiyordu.
"Kutuyu diyorsun değil mi?" diye sordu Moore.
"Evet. Sanırım hiçbiriniz anlamadınız. Anahtarları olmadıkça
bunları açmak saatler sürer. Hava ve su geçirmez, içinin havası
alınmış ve darbelere dayanıklı. Hatta matkap bile işlemez. Bakın..."
diyerek altındaki yazıyı işaret etti. "Hitchcock Kasa Şirketi,
Indianapolis. Dünyanın en iyi markası. Müzeler, kütüphaneler,
devlet arşivleri hep bunu kullanır."
Dik bahçe yolundan yaklaşan bir arabanın uğultusunu duyunca,
adeta her yeri sarsan bir patlama olmuş gibi donup kaldılar.
— 205 —
— 206 —
saat içiilde. Daha fazla beklemek yok. Kim oraya varırsa Küreklere
asılsın. Martha Brae salüz geçilmez. Hadi gidin!"
ları.
Haykırışlar kurşun seslerine karıştı ve tek bir çığlık hepsini
bastırdı.
McAuliff havaya sıçradı, bahçeyi çevreleyen çalıların ardına
attı kendini ve yuvarlanmaya başladı.
Yere düşünce gözden kaybolun, yuvarlanın. Yaşamınızı
kurtarmak için yuvarlanıp gizlenin!
Başını çevirince peşinden kovalayanları göreceğinden
emindi.
— 207 —
Floyd bize kaçma şansı tanıyor. Beyaz pislik, yürü artık ahbap!"
mi? Ben bir beyaz pisliğim. Floyd da sen öyle istediğin içki öl
Hepiniz hastasınız."
rak saatine bakarken, Alex salı daha sıkı tutabilmek için yumu
— 208 —
McAuliff yalnızca çağlayarak akan ve sala çarpıp kırılan dalgaların
sesini duyuyordu. "Ama onu burada bırakamayız!"
"Başka şans yok. Beyninin uçurulmasını mı istersin?"
"Hayır, böyle bir şey olmaz. Ölü bir adamın kâğıtlarını çaldık.
Ama bize talimat vermişti. Böyle bir suç için kimseyi vurmazlar.
Yeter artık!"
Barak güldü. "Hafızan da pek zayıf, ahbap! Otların arasında
ölü bir polis var. Kuşkusuz Floyd bir tanesini daha temizlemiştir.
Keskin nişancıydı Floyd... senin kafanı da uçuracaklar; Falmouth
polisi acımasızdır!"
Barak Moore haklıydı. Whitehall hangi cehennemde kalmıştı?
"Acaba onu vurdular mı? Yaralandı mı dersin?"
"Sanmam, ahbap. Emin değilim... Charley-mon benim dediğim
gibi yapmadı. Güneybatıya, tarlalara doğru koştu."
Nehrin yukarısında çalıların arasından bir ışık göründü.
"Şuraya bak!" Alex ve Moore ışığın geldiği tarafa döndü.
Şimdi ışıkların sayısı üçe çıkmıştı ve nehre doğru yaklaşıyorlardı.
"Vakit doldu ahbap! dala atla ve hemen direğe asıl."
Salı nehrin ortasına doğru itip üzerine tırmandılar.
"Ben öne geçiyorum," diye bağırdı Moore ve Marthae Brae
nehrinin güzelliğini turistlerin daha rahat izlemesi için yapılmış
yüksek bankı aştı. "Sen arkada kal, ahbap. Direği kullan ve sana
söyleyince yere oturup bacaklarını suya daldır!"
Sal çağlayarak akan suların ortasına ulaştı. Moore önde
durmuş, elindeki sopayla su yüzeyine kadar çıkan keskin kayalardan
salı geçirmeye çabalıyordu. Nehrin bir dönemecine yaklaştılar.
"Arkaya otur, ahbap! Ayaklarını suya sok! Çabuk ol!" diye
bağırdı Barak.
Söyleneni yaparken bunun nedenini anladı Alex. Beden
ağırlığı ve bacakları salı biraz yavaşlatarak, Barak'ın tehlikeli
"Yere yat, ahbap!" diye haytardı Barak. "Dümdüz ol! Bizi takip
edemezler; dönemeci geçince bir mağara var. Bir sürü mağara...
Doğruca Brae Yoluna gidip... Ah!"
Arada otuz metre kadar kalmıştı. Tetiği çekip bir can almaya
hazırlanıyordu.
— 210 —
"Barak, ahbap!" cttye sestendi karşıdaki Kayanın üzerinde
bekleyen Lawrertoefdi.
— 211 —
213 —
"Nedir öneriniz?"
ren Alison kapıyı sıkıca kapatmıştı. "Bu akşam bir şey olmaz...
ahbap!"
ten."
— 214 —
"Hiç aklıma gelmedi..." Bıkkın Wr sesle yanıtladı MGAUN R
Yetersiz olduğunun sürekli olarak anımsanmasından yorulmuştu.
nıyla.
Alex bardağa viski doldurup iki parça buz atarak ona dön
"Evet." §
vardı. Araç gereçten başka bir kâse dolusu taze meyva ile buz
bir profesyoneldi.
— 218 —
equaba. Acquaba kabilesi.
Walter Piersall, Jamaika arşivlerini inceleyip Maroon Savaşan
konusundaki kayıtları bulmuştu.
Ve tekrar.
1883'e aitti.
— 219 —
leri'ni çalmıştı!
yaşananlar.
riydi Fowler. İltifatlara sevinen yaşlı adam, konuyla ilgili tüm bel
kaç yıl ülke dışında kaldıktan sonra İngiltere'ye çok zengin bir
insan olarak geri dönüyordu. 19. yüzyılın sonuna doğru borsa
çalışırken kurmuştu.
aba kabilesiydi?
reydi. Ama artık hepsi değişecekti. Daha dûn hayalini bile kura
sap kâğıdını alıp baktı ve iki tane bir buçuk doları kolayca topla
yabileceğini farketti.
— 226 —
çok önem verir. Kızılötesi filmleri bilirsin değil mi? Hem harika
bir görüntü sergiledin. Uzun uzun para saydın ve altı aydır Ca
sin. Anlıyorsun beni değil mi? Senin gibiler kolayca yakayı ele
niz ve gördüğün gibi onun kozu daha büyük. Çekilen film yanıt
dır. Şimdi iyi bir çocuk ol, Fergy... Arthur bin doların sende kala
— 228 —
de vazgeçilebilirdi.
gidip görüşmek için aynı yolu bir kez daha tepip geri döndük.
edebiliriz."
Alex'in soluk soluğa kaldığı belliydi. Her geçen dakika bir ipucu
— 232 —
narlı hasır şapkası olan bir zenci oturuyordu. İki yanındaki direk
lere asılı ağlar gözüne çarptı. Günün ilk ışıklarından balığa çıkan
başına yerleştirdi. Bir anda canından bezmiş yerli bir balıkçı kılı
ğına bürünüvermişti.
unuttum."
• . -. n' W-,
"Ağnmıyor."
"Dün akşam söylediklerini anımsıyor musun? Sabah olunca
belki inançların değişmiştir."
"Sanırım hâlâ aynı fikirdeyim. Öne sürdüğüm fikrin ana
noktası bir insanın yaşadığı toprağı herkesten daha iyi savunacağıydı.
Evet, buna inanıyorum. Eğer Barak yaralanmasaydı,
kendime biraz daha güvenecektim."
"Barak. Ne garip bir isim."
"Adam da garipti zaten. Çok da güçlü. Gençler çok çabuk
olgunlaşıveriyor ama yeterli deneyimi kazanamıyorlar. Bu nedenle
onun bilgisine gereksinimleri var."
"Kimin?"
Genç kadının açık mavi gözlerinin üzerinde merakla çatılan
kaşlarına bakarak yanıtladı Alex. "Kendi tarafındakilerin."
larına almış bir kurt sürüsü düşün. Önce köpekler düzensiz bir
söylüyorsun."
ne söylediğini duymamıştı.
"Mayomu istiyorum, hayatım. Benim odada kaldı." ?M
"Sen bekle, hemen getiririm." Teras kapısını açıp dışarı çık
tı.
— 242 —
daydı.
Priory-on-the-Sea yakınındaki yola bakan tepenin uzun ot
— 244 —
Mantık hiçbir zaman iyi ya da kötü olamaz; marttık mantıkdif.
Gereksiz şeylere kafa yorduğunu düşünerek kendine kızdı. Tıpkı
kendisi gibi Barak da artık çocuk oyunu oynamadıklarını Ölüyordu.
Başı yemenili bir anne hem çocuktan, hem de tavukları
elindeki süpürgeyle mutfaktan kışkışlarken bir yandan kahkahalar
atıp diğer yandan çocukları azarlamıyordu. Eli sÜpürgeli yemenili
annelerin yerini; eli silahlı, kasketli ve üniformalı devlet
görevlileri almıştı. Tavuklar da fikirlerdi... Fikirler ise devletin üniformalı
görevlilerini, tavuk tüylerinin anneleri sinirlendiğinden
daha fazla ürkütüp sinirlendiriyordu.
— 245 —
bir insansın."
"Ne oldu?" .
"Kim gözetliyor?"
"Sabahtan beri kumda dolaşan biri var. Turistlerin artıklarını
nasız."
duydun?"
telefon ettiğini."
"Nerede şimdi?"
— 248 —
"Nasıl, ahbap?"
baktı. "Olabilir, evlat. Olayı biraz daha eğlenceli bir hale getirelim
bari." Yerinden kalkıp terasın duvarına doğru yürüdü. "Örneğin,
Alison'ın doğumgünü diyebiliriz."
— 249 —
"Bay Tucker?"
"Evet, Bay Latham. Alex, Ocho Rios'a gitti."
değil mi?"
samızda olacağız."
"Biz her şeyi hallederiz, efendim."
"Yani, eğer Bay McAuliff o zamana kadar dönerse 20:30'da
vermesini bekledi.
"Ya? Bir sorun mu var, Bay Tucker."
"Bizim aptal çocuk Ocho Rios'un güneyine, Fern Gully ya
kınlarına gitti sanrım Galiba o çevrede yerel taşlardan biblolar
yapan ustalar varmış."
"Evet, Bay Tucker. Gully yakınında bazı ustalar var ama...
hükümetin belirli kısıtlamaları sözkonusu..."
"Aman Tanrım, o yalnızca Bayan Booth için küçük bir armağan
almak istiyordu," diye savunmaya geçti Sam.
— 252 —
Başarılı bir sivil polis olamaz, diye geçirdi içinden Sam Tucker.
Sahile inen yolda çıkardığı ayakkabılarını almak için acele
ederken, turistlerin bıraktığı artıklara hiç dönüp bakmamıştı.
ların, tepelerin ardına ses iletmek içki kullanılan ilkel bir aletti le
f . % -• |fj
Dr. Piersairın adanın iyiliği için bıraktığı son armağandı bu.
Jamaika'nın İyiliğini sağlamak için belirli bir güce ulaşmak ve
işin için katmak gerekiyordu. Bu 'gücü' sorumluluğunu kabul
etmesi için ikna etmek şarttı. Artık yalnızca geriye Cock Pit dağlarında
birbiriyle bağlantısız yaşayan kabilelerden hangisinin
Halidon olduğunu bulmak kalıyordu. Acquaba şifresine acaba
hangisi yanıt verecekti?
Belgenin sonunda Piersall'ın akademik kuşkuculuğu yine
ortaya çıkmıştı. Halidon'un varlığından kuşku duymuyordu. Yaf—
255 —
nızca söylentilerini duyduğu serveti ve yaşadrğı topraklara bağlılığı
gerçek miydi? Yoksa bunlar güncel gerçekler yerine yalnızca
bir efsane miydi? Ya da bu efsane gitgide azalan servete
ters orantılı olarak mı ortaya yayılmıştı?
desine vurunca kapı ardına dek açıldı, i riyan bir beyaz şemsiye
önerisini geri çevirip üst basamaktan yere atladı ve yağmurun
— 257 — F:17
pırtın pahalı ahşaptan kapısı ve sayısız penceresi dikkat çekiyordu.
— 258 —
"Girişmediler."
"Bundan emin misiniz. Julian?"
dir?" % W
— 260 —
uzaklaştırıp bilgilerini bize aktar... Ve sonra Peter, onu öldürmek
zorundasın. McAuliff kilit adam. Onun ölümü iki tarafı da paniğe
uğratacaktır bez de bu arada öğrenmemiz gereken her şeyi öğreneceğiz."
Jensen deri çantayı açtı. Yeşil kumaşın teerinde yepyeni
bir Luger tabanca duruyordu. Tetiğin altındaki seri numarasının
kazındığı yerdeki matlık dışında pırıl pınl parlıyordu. Silahın yanında
bir ucu yivli on iki santimlik silindir vardı.
Sessizlik.
"Benden hiç böyle bir şey istememiştiniz Julian... Asla...
Bunu istememelisiniz." Jensen dönüp Warfield'e baktı.
— 265 —
sunda bir ilerleme var mı? Herhangi bir ipucu bulundu mu?
diğini iddia etti Alex. Beyaz ya da siyah bir tahrikçi herhalde hiç
— 266 —
kazada ölmüştü. Tallon ve diğerleri adamın ismini bilmeden
Dunstone'a yaklaştığını söylemişlerdi. Eğer doğruysa Alex ile
temas kurmak istemesi doğaldı. Ama bunların hepsi varsayımdı,
gerçekliğini onaylamanın bir yolu yoktu.
Şu çok geç gelen Samuel Tucker'a ne olmuştu? Nerelerdeydi?
Montego Bay'de kafayı çekip fahişelerle gönül eğlendirmişti.
Sam konusunda herkesi tedirgin ettiği İçin çok üzgündü Alex.
Onu daha iyi tanıması gerekirdi oysa. Sam Tucker aklına estiği
gibi davranırdı ama bu meslekteki en iyi toprak araştırmacısıydı.
Şaşkınlık ve umutsuzluktan terlemişti Garvey. McAulîff'in
kendini herkesten uzak tutmaması gerekirdi aslında. Alex araştırma
çalışmalarının çok fazla zaman istediğini, adamın anlayacağı
bir dille açıkladı. Malzeme sağlamak, bir sürü insanı işe almak,
hükümetle ilgili bürokratik işlerin üstesinden gelmek...
Alex'in nelerle uğraştığım biliyor muydu Garvey?
Görüşme saat bir buçuğa kadar sürdü. MI 6'nın adamı gitmeden
önce kirli çantasını açtı ve bir kalem kutusu büyüklüğündeki
madeni nesneyi Alex'e uzattı. Belirli bir frekansa ayarlanmış
küçük vericinin üst tarafında üç minik ışık vardı. Beyaz olanı
sinyal göndermek için yeterli gücün bulunup bulunmadığını
gösteriyordu. Kırmızı ışık ise kullanan kişiye, verdiği sinyalin
gönderilmekte olduğunu belirtiyordu. Üçüncüsü olan yeşil ışık
ise yirmi beş mil yarıçapında bir mesafede bulunan bir alıcı tarafından
sinyalin alındığını onaylıyordu. İki basit şifre vardı: Biri
olağan koşullar, diğeri ise tehlike altında kalınca kullanılacaktı.
Birinci şifreyi günde iki kez on iki saatte bir yollamaiıydı Alex.
Garvey'in anlattığına göre, alıcı aygıtın radarskopu ile sinyalin
gönderildiği yeri bin metre çapında bir daire içinde saptamak
olasıydı. Hiçbir şey şansa bırakılmayacaktı. İnanılmaz.
İngiliz İstihbaratının adamının yirmi beş milden daha uzakta
olmayacağı varsayımı inanılmaz gibiydi. Hammond'ın "garanti
— 267 —
ne kimse İnanmazdı.
ve karmaşık."
— 268 —
mi?"
— 270 —
Teşekkürler, Peter."
yor."
— 273 — F: 18
mancadır ve 'olgunlaşmış* ya da -gerçi uzmanların görüşleri
farklı ama- 'büyük boyut' anlamına geliyor. Siz Amerikalıların
böyle bir ismi alıp başka bir kavramı çağrıştırmak için kullanması
ilginç."
var?"
gün içinde alışılmış hale gelivermişti. McAuliff sık sık Peter Jen
— 276 —
"Her ikisi de," diye yanıtladı genç kadın kesin bir sesle.
"Chatellerault'nun kocama yaptıklarına tanık oldum. Interpol'ün
bana yaptıklarını da yaşadım."
çok karmaşık."
kebilirsin?"
"Pekâlâ," dedi Sam tatlı dilli bir avukat gibi. "Bir numaralı
düşmanın Dunstone olduğu ortaya çıktı. Basit bir şantajla kendini
kurtarabilirsin: üçüncü kişilerin bilgisinin olması, belgelerin
bir avukatın kasasında bulunması gibi... Sıra geldi ikinci düşmana:
Majesteleri Kraliçenin İstihbarat Servisi. Hadi onları da tanımlayalım.
Onların sana attığı kanca ne?"
"Evet."
"Doğru."
"Çok hızlı gittin, Sam," dedi McAuliff ağır ağır. "Ya da unuttun.
Henüz çalışmamız bitmedi, belki korunmaya gereksinim
duyabiliriz. Eğer bunu kullanırsak, yadsıyamayız. Alay konusu
oluruz. İran-Kontra sendromu gibi. Birbirini yiyen solucanlar."
"Niçin?" f I
izlerin peşinden arşivlerde dolaşıp iki yüz yıl kadar gerilere gitmiş.
"Nasıl?"
"Olanaksız!"
yorsun!"
"Öyleyse..."
kında ne biliyorsunuz?"
— 284 —
Saatlerce konuştular ve Alex şimdilik yaşamlarının tehlikede
olmadığını anladı. Bir ara Sam Tucker çadıra girdi ve Alexander
s gözlerindeki yakanşı okuyup onları tekrar yalnız bıraktı.
Alison'ın yanında olacağını belirtip çıkarken, yatmaya gitmeden
önce Alex'in kendisiyle konuşmasını bekleyecekti, köşede, gölgelerin
arasında duran Lawrence'irr ellerinin bağlı olduğunu
farketmemesi Alex'i rahatlattı.
"Nereye gidiyoruz?"
"Biriyle tanışmaya. Devam edirt Wtfen."
Yirmi dakika kadar yukarıya tırmandılar ve ormanlık tepe
Bir adam. Uzun boylu, kaslı, çevik siyah bir adam. Aldığı
Alex derin bir soluk aldı. Sağ eliyle sol bileğini tutmuş, parmaklarını
etine gömmüşt&f^
— 289 — F: 19
luyor, soğuk çelik, yumuşak kumaş ve yumuşak insan bedenleri
onu adeta sarıyordu. Yukarıya uzanıp yakalayabildikleri^ tüm
gücüyle yere doğru çekerek otların üzerinde yuvarlandı.
mış kes artık, kes artık sözlerine eşlik eden şaşırtıcı, çılgın renkli
etmiştin."
— 290 —
"Konuşacağız."
misin?"
Papaz başını sallayıp eliyle işaret edince adamlar Alex'i serbest
bıraktı.
"Senin deyiminle çavuşlarım sinirlerine benden daha fazla
sahip ölmüyorlar. Onlara minnet duymalısın."
Eli tabancalı adam utanmış gibi saygılı bir sesle söze karıştı.
"Hiç de değil, ahbap. En son ne zaman uyudunuz?"
— 291 —
"Nasıl?"
kaldık."
"Niçin giyiyorsunuz?"
— 292 —
— 293 —
— 294 —
nuz?"î
"Evet."
"Bunu yapmayacağım."
"Niçin?" Halidonlunun sesi öfkeyle yükseldi. Kapkara gözleri
Alex'in gözlerinin içine dikilmişti.
"Hey, ahbap?" diyen bir ses duyuldu çayırın öte yanından.
Papaz kılıklı elini sallayıp yanıtladı.
McAuliff açıkladı.
dan ihyan bir adam ortaya çıkıverdi. İki erkek birkaç dakika ko
"Şu kadın rm? Samuel Tucker ile beraber. Yarım saat önce
de birazdan uyanırlar."
"Buna inanantem."
"Bizi tanımıyorsunuz. Kendinize bir fırsat verin. Düşkınklığına
uğramayacaksınız."
"Bana üç gün için ekibimden ayrılacağımı söylememi bildirdiler
size değil mi? Anlaşılan bunu söyleyen, benim geleceğimden
emindi."
298 —
"Neee?"
"Bunları ben söylemiyorum, Charley."
Lawrence yumruğunu yara izinin üzerine bastırınca Whitehall
acıyla başını geriye attı. Devrimcinin öteki eli gırtlağına sarılmaya
hazırdı. Bir süre ikisi de kımıldamadı ve sonra Lawrence
konuştu. "Sen ata binmeyeceksin, ahbap. Herkes gibi yürüyeceksin."
Whitehall omzunun üzerinde saldırmaya hazır ir) kara ele
baktı. "Aptalı oynuyorsun, sen. Gücü sen/ete dayanan herhangi
bir politik kurumun sana tahammül edeceğini mi sanıyorsun?
Bir dakika bile dayanamazlar sana, eşitlikçi çakal. Ezip geçerler
seni."
"Yoksa sen mi ezeceksin bizi, ahbap?"
"Ben yalnızca Jamaika için en iyisini istiyorum. Herkesin
enerjisi yalnızca bu yönde harcanmalı."
"Tipik bir Pollyanna'sın," diyerek yaklaştı Alex.
Lawrence kuşku ve bağlılıkla Alex'in yüzüne baktı. Elini çekip
ilaç tüpünün kapağını kapattı. "Gömleğini giy, ahbap. Sırtın
ilaçlandı."
"Ben birkaç dakika sonra gidiyorum," dedi Alex. "Ekibin başı
Sam olacak ve hepiniz onun sözünü dinleyeceksiniz. Çalışmalar
her günkü gibi devam edecek. Halidon üyeleri gözlerden
uzak kalacak. En azından Jensen'ler ve Ferguson'a görünmeyecekler."
"Nasıl olacak bu?" diye sordu Lawrence.
"Zor değil. Peter bir buçuk mil güneybatıda gaz birikintilerini
araştırıyor. Ruth ise doğudaki taş ocağında çalışacak. Justice'
adıyla tanıdığımız koşucu onun yanında olacak. Ferguson
nehrin öte tarafındaki bitkileri inceliyor. Hepsi ayn yerlerde ama
kontrol altında tutulacaklar."
— 299 —
— 300 —
— 301 —
rahat."
"Çok dikkatli ol, orası berbat bir yer."
"Beni zorla kamp yapmaya götürürdün. Amacını şimdi anlı
— 302 —
"Ne istedin?"
"Burada tabak filan yok. Bir iki tane kirli bardak var..."
— 303 —
tüm Jamaika için yararlı olacak. «Ayrıca ekip başkanı Dr. McAuliff,
şu anda bizim çıkarlarımıza aykırı düşen konularla ilgilendiğinden,
onu bu işin içine katmama konusunda ortak karara vardık.
Başka bir botanikçi birkaç gün içinde ekibe katılacak.
soluğunu tutmuştu.
Gerçekten başarmıştı.
— 304 —
ve toprak patlaması sırasında inanılmaz değişimlerin yaşandığını
belirtiyordu. Güneşe yaklaşmak için dağların merkezleri faylardan
ve çatlaklardan yükselmişti sanki.
— 305 — F:20
mil kadar içeri girdiklerini tahmin ediyordu. Aştıkları her yol bir
öncekinden daha tehlikeli ve ürkütücüydü.
birkaç eşeğin otladığı bir çayır vardı. Burası birkaç kuşak önce
ler gibiydi. Doğal bir çatının altında yaşayan bir toplum, diye ge
— 307 —
— 308 —
| —309 —
"Kabile."
yutkundu.
geçti mi?*
leyemem."
— 310 —
vermen için bir neden göremiyorum. Yoksa var mı?"
"Hayır... Piersairın belgeleri gerçek. Mühürlü bir zarfın içindeymiş.
Martha Brae kampında, bilinmeyen bir noktada bulunduğunu
söylüyor McAuliff. Kendisi bile nerede olduğunu tam
bilmiyor. Her an gönderilmeye hazırmış. Üç günümüz var, Daniel."
Başkan gözlerini papaz kılıklı adama dikti. Sonra ağır ağır
masanın ardındaki iskemlesine yaklaştı. Hiç kıpırdamadan ellerini
masaya dayayıp gözlerini Alex'e dikti.
durdurmak için gerekli bir insandı. Onun yerini alacak birini bul
kenara koydu.
rek.
"Nerede?"
"Değersizdir."
— 313 —
yok edilecek."
"Devam edin."
— 315 —
«e»
mi? Bizi görmeye gelenleri rapor ettikleri için mi? Benim Marcus
adıyla tanıdığım sizin koşucu, onların ajan olduğunu söyledi ve
öldürdü. Garvey adındaki şişko domuzun, çok pis kokan cahil
bir adam olduğunu ben de kabul ediyorum ama Port Maria yolunda
ölümcül bir kaza geçirmesi biraz fazla değil mi?" Alex bîr
an susup öne eğildi. "Bundan önceki araştırma ekibinin tüm
üyelerini öldürdünüz. Tıpkı benim gibi onlar da para kazanmak
için Dunstone adına burada jeolojik araştırma yapıyorlardı. Belki
bu ölümleri haklı gösterecek bazı nedenleriniz vardır ama Walter
Piersall'ın ölümünde kendinizi kesinlikle haklı çıkaramazsı
nız. Evet, Bay Azametli Başkan, bence siz de şiddetli bir fanatiksiniz."
nız. Evet, Bay Azametli Başkan, bence siz de şiddetli bir fanatiksiniz."
— 317 —
bir öneridir."
"Doğru. Sizin ve ekip arkadaşlarınızın hayatı karşılığında..."
"PiersaH'ın belgeleri mi?"
"Onlar da dahil ama daha büyük boyutlu bir isteğimiz var."
"Devam edin." McAuliff pencerenin önünden ayrılmadı. Şe
— 318 —
— 319 —
— 320 —
muş?" • II
şaka diyebiliriz."
— 322— <
"Malcolm'un izini bulmaya çalışmış ve gözcüler çok yaklaştığını
söylüyorlar. Sonra vazgeçmiş ve dönüp batıdaki tepeye
tırmanmış. Olduğu yerden kampın bütün giriş çıkış noktalannı
gözetleyebiliyor."
— 323 —
sunuz?"
acı veriyordu.
— 327 —
ceset ise Coromantee liderlerinin soyundan gelen gizemli kişiye,
Acquaba'ya aitti.
cü alıyorlardı.
baktı.
Aman Tannm! Hayır, olamaz!
Gölgeler oyun oynuyordu... ürkütücü, korkutucu oyunlar...
Acquaba'nin bedeni hareket ediyordu.
Gözleri açıldı, iri parmakları gerildi, bilekleri döndü ve kolla
Sonra her şey bitti. Altın kafes örgünün altında burumuş bir
ceset haline aldı yine. McAuliff sırtını kayalara dayayıp aklını başına
toplamaya çalıştı. Gözlerini sımsıkı kapatıp derin bir soluk
aldı ve oturduğu kayayı elleriyle kavradı. Böyle bir şeyi görmüş
olamazdı! Dünyayı titreten sesin, ışık-gölge oyunlarının ve bilinmeyen
bir beklentinin yarattığı toplu bir halüsinasyon yaşanmıştı
herhalde. Vine de görmüştü! İnanılmaz derecede etkileyiciydi.
Ne kadar sürdüğünü bilmiyordu; bir dakika, bir saat ya da bir
yıl... Sonunda Dartiel'in sesini duydu. "Sen de gördün." Alçak
gesi. Yirmi dört ton gıda maddesi. Aracı: Atlantic Ambarı, Chase
ma..."
"Anladın mı?"
"Evet, anladım," dedi Alex.
Kapıyı açtı.
"Ne için?"
"Biriikte öğreneceğiz."
— 336 —
bankeri bıçaklanıvermişti.
Londra, Paris, BerHn* Roma.
Her seferinde ölü sayısı dörttü... ve yöntemler aynıydı: tüfek,
patlayıcı, striknin ve bıçak. Ölenlerin hepsi haber niteliği taşıyan
önemli insanlardı. Ve cinayetler uzman profesyoneller tarafından
gerçekleştirilmişti: Olaylann geçtiği yerlerde bir tek katil
bile yakalanamamıştı.
Radyo ve televizyon kanalları olağan programlarını sürdürme
çabasından vazgeçtiler. Ölenlerin kimlikleri açıklandıkça,
aydınlatıcı yaşam öyküleri de ortaya çıkmaya başladı. Kurbanlar
yalnızca sanayi ve hükümet kesiminin önde gelenleri değildi.
Hepsi resmi soruşturmalardan geçmişti. İlk ipuçları ortaya çıkınca
meraklı gazeteciler araştırmalannı hızlandırdılar ve gerek
söylentiler, gerekse gerçekler gözler önüne serildi. Suçlamalar
genellikle önemsiz düzeylere indirilmiş, onları suçlayanlar yerlerinden
edilmiş, bazıları suçlamalarını geri almış, iddialar kanıtlanamamış;
açılan davalar ya mahkeme dışında anlaşmaya varılarak
ya da kanıt yetersizliğinden dolayı düşmüştü.
adını veriyorlar..."
"Tepesi mi?"
— 342 —
"O zaman listeyi alamazsın/
"Zorla alırız ellerinden. Vahşilerle anlaşma yapma zamanı
değil şimdi!"
"Ne yapacaksın?"
— 343 —
— 344 —
kişilerdi."
— 345 —
Bana kaynaklardan söz etme, adi herif. Elinde bir tek kaynak
kaldı. O da benim."
miştik."
nekleri yok..."
"Aptal herif, sana dinle dedim. Koridorda iki adam var. Git
onlara benim aradığımı söyle. 'Ashanti' de onlara. Anladın mı,
ahbap? 'Ashanti'."
İngilizleşmiş Malcolm'un 'ahbap1 dediğini daha önce hiç
duymamıştı Alex. Paniğe kapıldığı belliydi. "Anladım."
"Onlara çekip gitmelerini söylediğimi bildir! Hemen! Otelleri
gözetleyeceklerdir. Sen de çok çabuk ayni oradan..."
"Şimdi sen beni dinle. Hammond yanımda ve..."
"McAuliff." Malcolm'un sesi Alexin kulak vermesi gerektiğini
belirtiyordu. "İngiliz İstihbaratının Karayip Operasyonları Bölümünde
toplam on beş Batı Hint Adalan uzmanı çalışır. Bütçeleri
bu kadardır. On beş kişiden yedisini Dunstone satın almış."
Sessizliğin anlamı büyüktü. "Sen nerdesin?"
"McNabs'ın dışında bir telefon kulübesinde. Kalabalık bir
cadde. Gözden kaybolmaya çalışacağım."
"Kalabalık caddelerde dikkatli ol. Haberleri dinledim."
"İyi dinle, dostum. Her şey olup bitti."
"Seni gördüklerini söyledin. Neredeler şimdi?"
"Bunu saptamak zor. Artık Dunstone ile çatışıyoruz. Emrinde
kaç kişinin çalıştığını bile kesin olarak bilmiyoruz... Ama beni
öldürmek İstemeyeceklerdir... Ben de canlı olarak ele geçmek
istemiyorum. İyi şanslar, McAuliff... Biz doğrusunu yapıyoruz."
Malcolm telefonu kapattı. Karanlık bir gecede, Londra'nın
dışında, Thames nehri yakınında boş bir tarla canlandı Alexin
gözlerinin Önünde. Resmi bir arabanın içinde iki Jamaikalının
ölüsü yatıyordu.
Ben de canlı olarak ele geçmek istemiyorum.
Siyanür.
Biz doğrusunu yapıyoruz.
Ölüm.
İnanılmaz ama çok gerçek.
— 347 —
"Şu anda yaptı," dedi Alex kapıya yaklaşırken. "Ve eğer ben
bir hedefsem, sen de aynı durumdasın."
Hızlı bir harekette kapıyı açıp koridora çıktı ve asansörlere
doğru koştu. Olduğu yerde kalakaldı.
Görünürde hiç kimse yoktu.
Her şey, herkes bir düşman arayışı î^nde ayra anda sınıflandırılıyordu
sanki. Kesinlikle yakındaydı düşman. Birkaç dakika
önce buradan geçmişti.
McAuliff aceleyle odaya döndü. Öfkeden kuduran Hammond'a
açıklama yapacak zamanı yoktu. Önemli olan sözünü
dinlemesini sağlamaktı. Silahı olup olmadığını sordu ve bir gece
önce Malcolm'un verdiği kendi tabancasını çıkardı.
McAuliff in tabancasını görünce İngiliz ajan durumu kabullendi
ve belinden ufak bir Rycee otomatik çıkardı. Yine Malcolm'un
bir gece önce verdiği ceketi koluna atarak tabancasını
gizledi McAuliff.
İki adam odadan çıkıp asansörlerin yanındaki merdivene
doğru koştular. Merdiven başında bir Halidonlunun cesedi çıktı
karşılarına. Yüzü şişmiş, gözleri yerinden fırlamış, dili dışan düşmüştü.
Boynundan incecik bir çizgi halinde kan sızıyordu. Profesyonel
biri tarafından boğazı kesilmişti.
Hammond cesede doğru eğildi. Yaklaşmayı göze alamadı
Alex.
"Bizim bu katta olduğumuzu biliyorlar, ama hangi oda olduğunu
tahmin edemediler," dedi Hammond. "Öteki zavallı herhalde
yanlarındadır."
"Olanaksız bu. Zamanları yoktu. Burada olduğumuzu hiç
kimse bilmiyordu."
Hammond bir süre cansız yatan siyah bedene baktı ve konuştuğu
zaman kapıldığı şok belH oldu. "Aman Tannm, ne kadar
körmüşüm!"
Alexander da anladı ne demek istediğini.
İngiliz İstihbaratının Karayip Operasyonları Bölümünde toplam
on beş Batı Hint Adaları uzmanı çalışır. Bütçeleri bu kadardır.
Bu on beş kişiden yedisini Dunstone satın almış...
Halidonlu Malcolm'un sözleri.
— 349 —
'Tabii ki hayır, ama böyle bir olasılık hep vardı... Bunu bili
Bir havaalanı, daha doğrusu bir çifttik arazisi var. Sanırım otoyo
vardr..."
"Bir dakika," diyerek uzanıp İngiliz ajanın kolunu tuttu Alex.
mıT
sin."
iddia ediyor."
"BHU mu?"
çekerse?"
— 353 — F: 23
lun yansına gelince Hammond'ın ne yaptığını anladı. Ölü Korsikalıyı
direğe dayalı tutarak kendisine zaman kazandırıyordu.
örtmekti.
— 355
"Ne konuştuklarını anlıyor musun?"
yacağını düşünüyordu.
da kaldırıma çıkmaya zorladı. "Yarım mil ötede bir park var sanı
uzanmış oturuyordu.
— 356 —
Alex etrafla hiç ilgilenmedi. Bir iki saniye içinde silahlar pat
caklardı.
arka camdan ateş etti. Pontiac yoldan fırlayıp öte taraftaki kaldı
maçasına çalmaktaydı.
Sessizlik inanılmazdı.
— 359 —
"Evet."
"Bildiğim kadarıyla telsizden son konuşma parktan yapıldı.
Sahil yoluna çıkan daha kısa bir yol var mı?"
"İyi olur.."
•Umanm."
R.C. Hammond arkasına yaslandı. Geçici olarak rahatlamıştı.
Bîr yandan da hayranlık duyuyordu.
"Siz çok yetenekli bir öğrencisiniz, Bay McAuliff."
Alex.
dı.
lıydı.
— 360 —
Gülünç.
Ama kimse saldırmadı.
Westgate'de Montego nehrini geçtiler. Beş yüz metre ötede
demiryolu görünüyordu. Karşılarına Jamaika'ya özgü bir çingene
kampı çıktı. İngiliz ajan, demiryolu şirketinin sigorta müfettişleri
olduklarını ve demiryoluna herhangi bir zarar vermedikleri
sürece pis kamplarının kendilerini ilgilendirmeyeceğini açıkladı.
Ama herhangi bir şey yaparlarsa, cezası çok ağır olacaktı.
Gülünç.
Çevrelerini saran kara gözler düşmanca bakıyorsa da onla.
rı rahatsız eden olmadı.
Unity Hali'da bir yük istasyonu vardı. İki çıplak ampulün aydınlattığı
barakada ucuz romla kafayı bulmuş ihtiyar bir adam
yatıyordu. McAuliff'in nerede bulunduğunu anlayabilmesi için
gerekli bilgiyi uzun uğraşlardan sonra alabildiler adamdan, Sözleri
— 362 —
— 363 —
kadan vurulmuştu.
ten her şey çok karmaşık, işin içine yalanlar katarak biraz daha
izledi Alex bir sûre. Hammond'ın gözlerinde acı veren bir algıla
ma ifadesi belirdi.
— 366 —
ruz." Gülüşünün ardındaki neşe kayboldu bîrden. "Artık bu operasyonlar
durdurulmalı. Verdiğiniz sözler varsa yerine getirin ve
bitirin artık. Jamaika'yı gerçek sahiplerine geri verin.•
— 367 —
"Seni gidi adi herifi" McAuliff elini tekrar kaldırınca Daniel ile
sürücü uzanıp kolunu tuttular.
"McAuliff! Bu davranışınla hiçbir şey elde edemezsin!" diye
bağırdı meclis başkanı.
— 368 —
— 369 — F:24
HammoncTa döndü McAuliff. "Buraya kaç tane adam getirdin?"
olamaz."
sanlardır."
•Evet!"
Daniel sürücüye hareket etmesini işaret etti. "Pozisyona filan
gerek yok. Yalnızca kampın iki mil güneybatısındaki otlağa
inebilirsin. Koordinatlar var bizde."
Araba karanlığın içinde otoyola doğru hızla ilerlerken, Daniel
ajanın verdiği frekansı arıyordu. Sonra mikrofonu ona uzattı.
Gelen giden yoktu. Hiçbir yanıt gelmedi.
— 371 —
— 372 —
McAuliff küçük uçağı bulutların üzerine çıkardı. Malcolm ile
birlikte Accompong'a giderken kutlandıkları uçaktan daha ağır
ama manevra yeteneği daha fazlaydı. İyi bir pilot olduğu söylenemezdi.
Havacılığı sevdiğinden değil, mesleği açısından gerektiği
için uçmayı öğrenmişti. On yıl önce kendi basma çalışmaya
karar verince uçak kullanmanın yararlı olacağını düşünüp
ders almış ve brövesini elde etmişti. Sonunda haklı çıkmıştı. Yıllar
boyu dünyanın dört bir köşesinde küçük uçakları sık sık kullanmak
zorunda kalmıştı. Bu kez de başanlı olacağını umuyordu.
Eğer beceremezse, hiçbir şeyin anlamı kalmayacaktı.
Yanındaki koltukta ilkokullarda kullanılan küçük karatahtanın
üzerinde tebeşirle yazılmış uçuş planı duruyordu. Eğer şansı
yardım ederse ve hava bulutlanmazsa, ay ışığında yolunu rahatça
bulabilecekti. Unity Hali yakınındaki pistten havalanıp gerekti
yüksekliğe erişince, güneydoğuya yönelmiş ve birkaç dakika
sonra Mount Carey'ye varmıştı. İki ayn çalılık yangını ona
yolunu gösterecekti. Biraz alçalıp kuzeydoğuya dönerek
Kempshot Hill'e doğru giderken farıyla park etmiş bir arabaya
dikkat etmesi gerekiyordu.
Rotasında küçük bir değişiklik yapıp üç dakika otuz saniye
sonra Amity Haira varması gerekiyordu. YiVıe yanan çalılar ona
yol gösterecekti. Bu kez 87 derece kuzeydoğuya, Weston Favel'e
dönmesi gerekiyordu. Biraz alçalacak ve kentin güneyinde
karşılıklı durarak farlarını yakıp söndüren iki arabayı arayacaktı.
Martha Brae nehrini görünce 35 derece güneydoğuya dönecek
ve bundan sonra yolunu tek başına bulacaktı. Artık yerden gelen
işaretler son buluyordu. Radyo bağlantısı da olmayacaktı.
bir boşluk çarptı gözüne, İnmesi gereken otlaktan bir iki mil sola
kaymıştı anlaşılan. Sonunda kampa ulaşmıştı. İnmek için gerekli
dönüşleri yaparken batı yönünde bir şimşek çaktı. Gerçi
uçağın lambası otları aydınlatıyordu ama her türlü ışığa gereksinimi
vardı. Şimşeğin ortalığı aydınlattığı o kısacık sürede tarlanın
kuzeyinde duran uçağı gördü. İki mil ötedeki kampa giden
eğimli yolun tam kenannda duruyordu. Oh, Tanrım, Alex geç
kalmıştıl Başaramamıştı!
rumla karşılaşmıştı Alex. Adam ilginç bir hareket yaptı. İki kolu
— 374 —
"Evet."
"Bir sorunla karşılaşınca burunları sürtüyor, değil mi? Dağlara
inmek hep zordur. Her zaman beyaz bir pilot isterler."
"Ne arıyorsun?"
"Ne?" Alex hızla dönüp parlak ışığa baktı. Öylesine dalmıştı
— 376 —
Yüz metre kadar sonra kenarlan batak bir dere çıktı karşısına.
Marcus adlı koşucunun sola döndüğünü anımsıyordu. Yoksa
sağa mı dönmüştü? Hayır, kesinlikle sola. Suyun üzerinde
kayalar ve palmiye kökleri vardı. Fenerini dereye yöneltip sola
doğru koşmaya başladı.
— 377 —
Aceleyle yapılmış bir köprü gibi uzanan kayalar göründü.
Ve palmiyenin yanında McAuliffe doğru kıvrılarak ilerleyen iki
yılan vardı. Jamaika gelincikleri bite Cock Pit bölgesine gelmeye
cesaret edemiyordu anlaşılan.
di. Kırık dal dibe doğru çökerken yılanlar sudan çıkmak için ça
nin kıyısındaki kampa giden yol bir mil bile değildi. Dunsto
— 378 —
Şimdi!
ğım hissetti. Sol elini uzatıp taşı kaptı ve ajanın ağzının ortasına
Adam ölmüştü.
Alarm verememişti.
Alex uzanıp feneri kaptı ve sağ eline baktı. Diş izleri vardı
— 380 —
Ölüm yolculuğu.
karışmıştı.
Ve nehre ulaştı!
için ateş emrini vermesi arasında bir tek şans kırıntısı istemiş ve
galiba bulmuştu.
Eğer başaramazsa, ölüm emrini kendi isteğiyle verecekti.
Alison'un olmaması durumunda verecekti bu emri.
Yorgunluktan çalışamaz hale gelmiş kaslannı zorlayarak
son elli metreyi koşarak geçti. Fenerin ışığında malzemelerin
— 381 —
gördü.
"Geri çekil. Nehre doğru, ahbap," diye fısıldadı adam.
McAuliff karanlıkta geriye doğru gitmeye çabalarken, çalıla
ni!"
— 388 —
Sesin geldiği yöne baktı Sam. Elli küsur yıllık gözleri uykusuzluk
ve geceler boyu tropikal karanlığa bakmaktan iyice yorgun
düşmüştü ama yine de görevlerini yerine getirebilirdi.
aretleşme yöfüemi.
Çok basit.
Aptal herif!
ni öğrenmek isteyecekti.
— 393-Acaba
içlerinden hiç olmazsa biri başarıya ulaşacak mıydı?
ıterince hızlı ve dikkatli davranacak mıydı?
"Alex!" Alison fısıltıyla seslenerek genç adamın koluna asıl
B i Onu aşağıya doğru çekip ormanın batı tarafını işaret etti.
ir ışık yanıp söndü. İki kere.
— 394 —
— 395 —
gerekiyordu.
da sarmaşdolaş uyumuşlardı.
karar vermişti.
— 396 —
Saat t4i30'da Alison usulca genç adamın koluna dokunup
bahçeye inen mermer merdiveni işaret etti. Üstlerinde ciddi işadamı
giysileriyle biri siyah, diğeri beyaz iki erkek basamaklardan
iniyordu.
"Evet."
"Malcolm'dan ne haber?*
Daniel'in üzüntüsü bir an gözlerinden okundu. "Çok üzgünüm."
"Ben de," dedi McAuliff. "Bizim hayatımızı kurtardı."
"Görevi buydu," diye yanıtladı Halidon Başkam.
"Bayan Booth'un belirli bir noktaya kadar bilgi sahibi olduğunu
varsayabilir miyim?" diye söze karıştı Hammond.
— 399—
"Ona saygılarımı ilet."
H SON