Professional Documents
Culture Documents
Kimliğimi
Kaybettim,
Hükümsüzdür!
Uçmakdere Yazdan 2
Dünya vatandaşlığının kapısını aralayan
Immanuel Kant’a ve bu yolda yürümüş
Hrant Dink’e...
Gündüz Vassaf'm Radikal gazetesindeki "Uçmakdere" köşesinden der
lenen bu yazıları, yazar gözden geçirmiş, bazılarını değiştirm iştir-e.n.
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ YERİNE:
KİMLİĞİMİ KAYBETTİM, HÜKÜMSÜZDÜR!......................................11
l
B a y r a ğ im Y o k
II.
N e C ennet N e C ehennem
İnanmamaya Övgü.................................................................................. 83
Dinin Devleti, Devletin Dini..................................................................85
Neden Türkiye?....................................................................................... 88
Putperestlere Çağrı.................................................................................90
Sümüklüböcekler Cennete Gider mi?................................................ 92
Dünyanın En Tehlikeli İnsanı................................................................94
Cogito Ergo Sum.....................................................................................96
Şeytan Nereye Gitti?...............................................................................98
Musevi Türkler, Hıristiyan Çinliler..................................................... 100
Popsosyolojide Mahalle Baskısı........................................................... 102
Türkiye Laik Bir Ülke mi? Ne Zaman Laik Oldu?....................... 104
Shakespeare’in Kemikleri............................................................i .......107
Apoletli Tarikatçılar.............................................................................. 110
Vatikan’da İnsanlığa Karşı Suçlar.........................................................113
Din Beni Nasıl Rahatsız Eder?.............................................................. 116
Tektann Totalitarizmi.......................................................................... 118
İsteyene Haham, İsteyene İmam.......................................................... 120
Kızıl Sincap Kırımı................................................................................ 112
Kola Bir! Dinler Bin Bir!....................................................................... 114
İstanbul’da Cenazeye Gittim................................................................ 127
ABD’de Din ve Devlet........................................................................... 129
Uçtu Uçtu Patrik Uçtu........................................................................... 131
Sınlf Bilincinden İnanç Kulluğuna........................................................133
Dünyanın En Eski Kitabı....................................................................... 135
Papa’ya Açık Mektup............................................................................. 138
Dinin Dokunulmazlığından Dinlerin Geleceğine................................140
Tanrı Çocukları Dinlerden Korusun.................................................... 142
III.
ClNSELLtĞtN TUZAKLARI
SONSÖZ YERİNE...................................................................................199
Ö n s ö z Y e r in e :
KİMLİĞİMİ KAYBETTİM, HÜKÜMSÜZDÜR!
13
I.
BAYRAĞIM Y o k
ULUSLAR VARDIR..
18
ULUS-DEVLET DEMOKRASİYE DAR GELİYOR
19
ce yıl aynı topraklarda yaşamış insanların çoğunlukta oldukla
rı yerlerde özerk ya da bağımsız olma arzulan.
Ulusal bağımsızlık adına ileride neler olabileceğine ilişkin
akıl almaz bir senaryoyla karşı karşıyayız.
• 1990’da devlet sayısı 170. Ulus sayısı 15.000. Savaş sayı
sı 120.
• Yaşadıkları topraklardan sürülenlerin sayısı 150 milyon
• Nijerya’daki ulus sayısı 450
• Brezilya’daki ulus sayısı 180
• Kolomb’tan önce (1492) Kuzey Amerika’da konuşulan dil
sayısı 1.000
• Bugün ABD’de konuşulan dil sayısı 200 (Kaynak: May-
bury-Lewis D., Millenium, 1992)
Bir yanda evrensel sorunlarımıza sırtını dönmüş, kemikleş
miş şoven ulus-devletler, bir yanda tarihî zamanlama şaşkını
“kahramanlar” önderliğinde devlet olmaya “özendirilen” ulus
lar. Dünyanın siyaseten iflas ettiğinin farkında olanlar ise ge
nellikle mevcut sistemi duyarlı kılmanın yollarını aramakla ye
tiniyor.
Ulus-devletlerin giydirdiği üniformaların altında ezilen, sesi
ni çıkaramayan nice kimlikler, 21. yüzyılda “biz de varız” de
mekten, azınlık hakları istemekten öte, yaşadıkları yerlerde
herkes kadar ev sahibi konumunda olmayı hak ediyor.
ABD’nin İngiltere İmparatorluğu’na karşı verdiği ilk ulusal
bağımsızlık savaşının gerekçesi Amerikalıların vergi ödedikleri
halde seçme ve seçilme hakları olmamasıydı. Bugün Asya, Av
rupa, Amerika, Avustralya ve Afrika’da yüz milyonlarca göç
men bu konumda. Yunan demokrasilerindeki köleler gibi ça
lıştırılmalarına rağmen, yaşadıkları, çalıştıkları, vergi ödedik
leri ülkelerde temsil haklan yok. Azınlık hakları göz boyama
dan ibaret.
Sorun eşitlik. Sorun demokrasi.
İster Dubai’ye gidin ister Londra’ya, Paris’e ya da Mosko
va’ya. Göçlerle dünya nüfusunun demografisi değişti.
Ulus-devlet demokrasiye dar geliyor.
Düzenin kısır döngüsü içinde verilen uluslaşma savaşlarıy
20
la ulus-devlete karşı, azınlık hakları gibi nispeten çaresiz uğ
raşlar, tarihte başka kültürlerin çokuluslu başarılarını göz ar
dı ediyor. Örneğin, Kuzey Amerika’daki çok dilli çok kültür
lü konfederasyonlarda beş ayrı ulus 500 yıla yakın banş için
de yaşamış Avrupa uygarlığının soykırımına uğratılana kadar.
Mevcut kültürleri yaşatabilmemiz sadece insan hakları açı
sından değil, ulus-devlet üzerine kurulu tek tip dünya düzeni
ne alternatifler üretebilmemiz açısından da önemli.
2000
21
BAYRAK ÇÖP OLABİLİR Mİ?
Çöp nedir?
Ameliyatlarla alman organlarımız, kesilen, kollarımız, ba
caklarımız çöp.
İlkokul karnelerimiz, cetvellerimiz, pergellerimiz, kitapları
mız çöp.
Elbiseler, mektuplar, prezervatifler, uçak, tren biletleri çöp.
Muskalar, işe yaramayan gözlükler, kartvizitler, adres def
terleri çöp.
Gömüldüğümde ben, yakıldığında sen, öldüğümüzde hepi
miz çöp.
Bayrağın çöp olabileceği aklımdan geçmemişti.
Etrafında toplanıp marşlar söylediğimiz, tabutlarımızı sardı
ğımız, peşinden ölmeye, öldürmeye gittiğimiz Bayrak çöp ola
bilir mi?
Kim cesaret edebilir sandalında kullandığı, bayramlarda bal
konuna astığı, yazıhanesinde masasında duran minyatür bay
rak direğindeki bayrağı çöpe atmaya?
Devlet onlarca binasında, topraklarının sınırlarında, deniz
kuvvetlerinin gemilerinde dalgalandırdığı bayraklar eskiyin
ce ne yapar?
Eskiyen, rüzgârdan yırtılan, güneşte rengi solan bayraklara
ne oluyor?
22
Hepsi çöpe.
Herkes kendi bayrağını çöpe atıyor.
Utanarak. Korkarak. Çekinerek.
Çinli Çin, ParaguaylI Paraguay, Amerikalı Amerikan, Kosta
Rikalı Kosta Rika, MakedonyalI Makedon bayrağını çöpe atıyor.
Kimse görmeden. Gizlice.
Gazete kâğıdına sarıp konu komşuya çaktırmadan çöp ku
tusuna.
Sobaya. Denizin dibine. Başka yerlere.
Devletler kim bilir nasıl imha ediyorlardır bayraklarım.
Kim kime emir veriyordur, kim kimi görevlendiriyordur “Bu
bayrak yakılacak, atılacak” diye?
Görmeye alışığız, meydan mitinglerinde, protesto yürüyüşle
rinde düşman bayrağının yakılmasına. Gazeteciler, fotoğrafçı
lar, televizyon kameralarınca görüntülenmesine.
Oysa asıl biziz kendi bayrağımızı yakan.
Devletler vatandaşlarından, vatandaşlar devletlerinden giz
leyerek.
Eskidi diye çöpe atılırken, imha edilirken tek bir bayrağın fo
toğrafını gören var mı?
Oysa gündelik bir olay.
Kutsallaştırmalar bizi yalancı, çifte standartlı, ikiyüzlü olma
ya zorluyor.
Dünyada en az imha edilen Birleşmiş Milletler bayrağı ol
malı.
Az kullanıldığından.
2009
23
BAYRAKLI DEVLETLERDEN
DEVLETSİZ BAYRAKLARA
24
torluğu’ndan almış bayraklarını tasarlarken; Arnavutluk bay
rağındaki çift başlı kartal, Türklere karşı bağımsızlık için sava
şan liderleri İskender Bey’in Bizans’tan esinlendiği arması. Yu
nan bayrağındaki dokuz mavi şerit, halkı Osmanlı’ya karşı bir
leşmeye çağıran “Eleutheria i thanator” (ya özgürlük ya ölüm)
sözlerinin dokuz hecesine tekabül ediyor. Oysa düşman bildik
leri Türk bayrağının ay-yıldızı ilk Bizans sikkelerinde yer almış.
Tek bir bayrak farklı anlamlar da taşıyabiliyor. ABD bayra
ğı Kızılderili soykırımından yola çıkanların sömürgeciliğe kar
şı kurtuluş savaşlarının simgesi. Dünyanın dört köşesine yayıl
maları yetmiyormuş gibi, astronotları da bayraklarını Ay’a dik
ti. Kanadalı gezginler ise sırt çantalarına isfendan ağacı (akça-
ağaç) yapraklı bayraklarını iliştirir. Milliyetçiliklerinden değil,
kimse kendilerini ABD’li zannetmesin diye.
Devletsiz bayraklarımız da var. Beyaz bayrak, banş ya da tes
lim olmayı simgeler. Siyahı korsanlar kullanmış tarih boyunca.
Şimdi anarşistlerin bayrağı (Düşünün anarşisder bile bayraksız
yapamıyor!). İsyan ya da devrimin rengi kırmızı. En ürkütücü
sü sarı bayrak: “Buralara gelmeyin bulaşıcı hastalık var” demek
için kullanılıyor.
Beethoven’in 9. Senfonisi eşliğinde dalgalandırılan Avrupa
Birliği bayrağının arkasında gene Türkiye var: Avrupa Konseyi
Bayrak Komisyonu, Türkiye’nin itirazı üzerine Hz. İsa’nın çar
mıha gerilişini simgeleyen haçlı bir bayraktan vazgeçip şimdi
kullandıkları çok yıldızlı bayrağı benimsemiş. Türkler gömü
lürken bile tabutlarının hangi bayrağa sarılacaklarından emin
değil. Kimi yeşil bayrakla Müslüman, kimi kırmızı bayrakla
Türk olarak taşmıyor kabristana. İşi sağlama bağlamak isteyen
aitlik müptelaları, yarışı yeşil yarısı kırmızıyla sanlı tabuüarıy-
la, her ikisiyle birden.
Yeşil mi ya da kırmızı mı diye tartışıladursun, Türkiye Cum
huriyeti sınırlan içinde yeni bayraklı beldeler kuruluyor. Anka
ra’da “Kebabistan”, İstanbul’da “Tatilya” gibi. Ve her yerde ço
kuluslu şirketlerin bayrakları gönderlerde en yüksekte dalgala
nıyor günümüzde.
1997
25
SOSYAL BİLİMLERDE ULUSAL BAĞIMLILIK
27
ÇARPI VE NOKTA
29
DEVLETLE ÖLMEK, DEVLETLE ÖLDÜRMEK
Ölmek istiyorum.
İzin vermiyorlar.
Ölmek istemiyorum.
Öldürüyorlar.
Öldürmek istemiyorum.
“Öldüreceksin” diyorlar.
30
Öldürmek istemiyorum, “öldüreceksin” diyorlar!
31
SOLUKLANMANIZI İSTEDİM,
SAYIN BAŞKANIM”
33
DEVLETÎ DEVLETSÎZLEŞTÎRMEK
35
TUVALU: BÎR ULUS-DE VLETÎN BATIŞI*
36
“Çok çalıştım zengin oldum ” diyenler, “Büyüyünce zengin
olmak istiyorum” diyenler çok da, kendilerini var eden siste
min adını kullanarak, “Ben kapitalistim,” diyenler de pek yok.
Ne heykelleri dikiliyor ne ulusal kahraman oluyorlar. Adları en
çok, bağış yaptıkları zaman saygıyla anılıyor. Ancak o zaman
isimleri müzelere, binalara veriliyor.
Ünlü kapitalistler de dahil, hepimize ters gelen bir şey olma
lı kapitalizmde.
Güney Pasifik’te Tuvalu yakın zamana kadar dünyanın en
yoksul üç ülkesinden biriyken, bu 11.000 kişilik ulus-devlet,
internette kendisine verilen “.tv” adresini 40 milyon dolara bir
California şirketine satınca, kapitalist modele göre ekonomisi
ni geliştirecek kaynağı buluverdi.
Ancak Tuvalu yakın zamanda yok olmak üzere. Deniz seviye
sinin üç metre üstündeki bu ada devletinin 15-20 yıl sonra su
ların altında kalması bekleniyor. Gene de kapitalizmin girişimci
ruhunu hemen benimseyip uygulamaya koyan Tuvalulular ha
rıl harıl otel, lokanta, gece kulübü, mezarlıklarının üstüne bar
bile inşa ediyor. Adalarının yollarını asfaltlayıp genişletiyorlar.
Batan Tuvalu kapitalizmle “kalkmıyor!”
Tuvalulularm yeni yaşam tarzıyla birlikte ada halkında aşı
rı şişmanlık, şeker hastalığı ve yüksek tansiyon baş göstermiş.
Adanın kimi cennet köşeleri oto mezarlığına dönüşmüş. Eski
den birbirleriyle sorgusuz sualsiz her şeylerini paylaşanlarda
cemaat ruhu kalmamış. Herkes kendisinden sorumlu, her ko
yun kendi bacağından asılır anlayışı yerleşmiş.
Bu anlayışı başbakanları Koloa Talake’ye de reva görmüşler.
Dünyada çevreyi en çok kirleten ABD ve kişi başına en çok kir
leten Avustralya’yı, küresel ısınmayı hızlandırdıkları için ülke
sinin batmasından sorumlu tutup, dava etmek isteyen başba
kanlarım ilk seçimlerde alaşağı etmişler.
Tuvalulular, gözle görülür, hızla yaklaşan son gelmeyecek
miş gibi davranıp o ana kadar kapitalizmin nimetlerinden ya
rarlanmaya kararlı.
2005
37
21. YÜZYILDA
GÜLER YÜZLÜ TOTALİTARİZM
39
21. YÜZYILDA
GÜLER YÜZLÜ TOTALİTARİZM
38
direnme güçlerini bu fotoğraftan aldıysa, bunu Yusuf Karsh’m
ünlü fotoğrafını çekmeden önce ani bir hamleyle Churchill’in
ağzından purosunu çekip atmasıyla, deklanşöre basıp öfkesini
yakalamasına borçluyuz.
Geçen yüzyılda, savaş ve totaliter ideolojilerden beslenen
toplumlarm acımasız, sert ifadeli, gülmek nedir bilmeyen li
derleri günümüzde bize itici hatta gülünç geliyor. Bu tepkimi
zin arkasında totalitarizmin ille de asık yüzlü olduğu aldatma
cası yok mu?
Seçimlerle, oylarımızla iktidara getirdiğimiz günümüzün sa
vaş suçlusu liderlerinin gülen yüzlerine, şarlatanlığa kaçan po
pülist imajlarına ne denli programlandınldığımızm, şartlandı-
rıldığımızın bir ölçütü değil mi onlan 20. yüzyılın canavarlarıy
la bir tutmamamız?
Tarihimiz boyunca günümüzdeki kadar güler yüzlü savaş çı
ğırtkanlarıyla karşılaştığımızı sanmıyorum. Yan yana geldikle
ri herhangi bir uluslararası toplantıda nasıl “sırıttıklarını” gö
zünüzün önüne getirin.
Kurgulanmış, sözde sempatik tavırlarına alıştınldığımız sa
vaş suçlusu (BM andlaşmalanna göre savunma amaçlı bile ol
sa Güvenlik Konseyi’nin onayını almadan saldırmak savaş su
çu) Anglo-Amerikan ikizleri Bush ve Blair’in St. Petersburg’da-
ki bir dünya liderleri zirvesinde, farkında olmadıkları açık bı
rakılmış mikrofon önünde sergiledikleri fütursuzluk, çocuk
bahçesinde kumdan kalelerle oynar rahatlığıyla dünyaya nere
de nasıl haddini bildireceklerini konuşmaları, 20. yüzyılın to
taliter liderlerinin kendilerinden geçmiş en vahşi görünümün
den de ürkütücüydü.
2006
39
ULUS-DEVLETLER BAYRAK YARIŞINDA:
OLİMPİYATLARA KARŞIYIM
40
dünya imparatorluğuna soyunan Çin’in, eskiden başka ülkele
rin de yaptığı gibi, Olimpiyatlara ev sahipliği yaparak, vahşetini
ve emellerini kamufle etmesini de kastetmiyorum.
Antikçağ’daki ilk oyunlarda olduğu gibi, 19. yüzyılda yeni
den yapıldıklarında da, bence Olimpiyatlar uygarlığa karşıy
dılar.
Onvell’in Hayvan Çiftliği kitabında söylendiği gibi, bir yalan
çok tekrarlandığında gerçek gibi algılanır.
Olimpiyatların barışın simgesi olduğunu bize ezberlettiler.
Eski Mısır duvar resimlerinden de bildiğimiz gibi, egemen dü
zen tarihimiz boyunca sporu erkeklerin savaşa hazırlıklı olma
sı için desteklemiş. Kendi propagandasını yapmayı iyi becer
diğinden m odern Olimpiyatların kurucusu diye tanınan Ba
ron Coubertin, ülkesinin 1870 Prusya Savaşı’nı kaybetmesi
nin nedenini Fransızların spor yapmamasına bağlar. Oyunla
rı dünyaya pazarlamak fikrini ise sosyal-Darwinci bir görüş
le Ingiltere’de işçi sınıfını aşağılayan, onları alkolizm, hırsızlık
ve serserilikten kurtarmak amacıyla 1859’da yapılan “Wenlock
01impiyatları”ndan alır.
Eğer savaş, siyasetin silahlarla devamı ise Olimpiyatların si-
yaset-savaş sürecinde, hep yeri olmuş. Olimpiyat meşalesinin
oradan buraya dolaştırılmasının ilk 1936 Olimpiyatlarında Na
zi ideolojisinin yayılması için kullanılmasından tutun da, So
ğuk Savaş yıllarında ABD-Sovyetler Birliği öncülüğündeki sos
yalist ve kapitalist sistemlerin rekabetinin sürdürülmesinde de
Olimpiyatlar araç olmuştu.
Olimpiyatlar insan hırsını, yenme ve kazanma duygusunu
yüceltmek üzerine kurulu. Aynı zamanda sözde rekabete daya
lı kapitalist sistemin ideolojisinin ulus-devlet kılığında bayrak
tarlığını yapmakta. Oysa tarihimiz boyunca uygarlığımızı geliş
tiren savaş ve rekabet değil, insanın doğayı araştırma, soru sor
ma, kendini sürekli yineleyen ve hiç tükenmeyen merakı ol
muş. Mozart, Fuzuli, Shakespeare, Einstein kendi düşlerini ko
valadı. İnsan bir başkasıyla rekabetten değil kendi merakını ye
nemediğinden buluşlar yapmış, sonsuzluğu araştırmış.
Sporda rekabetin türümüzün kaçınılmaz bir özelliği olduğu
41
nu iddia edenlerse, dünyanın en eski uygarlıklarından, en bü
yük nüfuslarından Hindistan’ın iddiasızlığına, Olimpiyatlarda
ki madalya sayısına baksınlar yeter.
2008
42
KAPİTALİZMİN İKİZLERİ
44
İTALYAN SEVGİLİM OLMUŞTU
46
ÜTOPYASIZ ÇİÇEKLER
48
mekten çok, kendi “güzelimizi” koruyup yaşatmaya da duyar
lı olabilsek.
Dinî ya da ideolojik “ütopyaları” olanlar, tepki göstermekte
de, kendi bahçelerini düzenlemekte de, tarihî misyonlarından
aldıkları güçle, günümüz dünyasında ön plandalar. İnançları
önünde engel tanımadıklarından evrensel değerleri, uluslarara
sı hukuku hiçe sayan da onlar. Ama buna rağmen ne inançları
nı gözden geçirmeye cesaret edebiliyorlar ne de tek tip bahçe
lerini zenginleştirmeye.
Ütopyaları olmayanların yetiştirmeye çalıştıkları çiçekler ise
en zor büyüyenler.
2002
49
KIZILDERİLİLER
NEDEN DEMOKRAT OLAMADI?
51
“KOKUŞMUŞ BİR ŞEYLER VAR
DANİMARKA’DA”
53
AFRİKA’DAN BANA NE!
55
AVUSTRALYA MİLLİYETÇİLERİ
56
manlannm gücünü, eğitim kampanyasıyla ülke çapında pekiş
tirecekler. Gerçek milli kahramanlarını, AvustralyalIlara tanı
tacaklar.
Şöyle diyor AvustralyalI milliyetçiler: “Avustralya’ya ‘Gerçek
AvustralyalIlar’ önderlik eder. Ulusumuzun ilelebet yaşaması
bizim varlığımıza bağlı.”
2005
57
1-2-3’LER, YAŞASIN TÜRKLER
58
TÜRK DOSTU - TÜRK DÜŞMANI
61
TÜRK MÜ? MÜSLÜMAN MI?
63
TÜRKLER KÎMl SEVER?
65
ÇİRKİN TÜRKLER”
66
ri 1960’larda ilk kez dünyayı gezmeye başladıklarında onlara
“Çirkin Amerikalı” denirdi.
Türkiye’de yeni başlayan Güneydoğu turizmiyle birlikte de
“Çirkin Türkler” türemeye başladı. Buralara turlarla gelen An
talyalI sinema sahipleri, İzmirli eczacılar, İstanbullu öğretmen
ler kıyafetleriyle, korkularıyla, nasihatlarıyla ve tabii paralarıy
la sanki müstemlekelerine gider gibi.
Hasankeyf te bir kahvede Antalyalı sinemacının karısı az öte
de çayını içen gence selam sabah etmeden sesleniyor: “Mar
din’in nesi meşhurdur?” Sualin geldiği yere doğru mahcupça
başım çeviren delikanlı, “Bilmem” diyor. Bu sefer hesap soru
yor kadın: “Sen nerelisin?” “Buralıyım.” Bu cevap üzerine bir
de azar işitiyor delikanlı: “Nasıl bilmezsin. Ayıp değil mi?”
Aynı kahvede bir başkası kendisini, “Hoş geldiniz efendim,
buyurun” diye karşılayanın yüzüne bile bakmadan Coca Co-
la tenekesini parmağının ucuyla gösterip kabaca “Kaça?” di
ye soruyor. Sonra da fiyatını çok bulup, “Allah Allah ama Ka-
padokya’da çok daha ucuz” deyip çekip gidiyor. Gene bir baş
kası da Afrika ormanlarında bir gezgin edasıyla kahve sahibi
ne, “Şu oturduğunuz mağara evlerinden birini bana gösterse-
ne,” diyor.
Ve kendilerini kahvede ağırlayanları hiçe sayıp aşağılayarak,
“Bu sıcak yerlerde hiç yaşanmaz” deyip, terlemiş yüzlerini sil
dikleri kâğıt mendillerini, sigara izmaritlerini oraya buraya ata
rak, yaptıkları alışverişten, çektikleri fotoğraflardan memnun,
bir sonraki durakları Mardin, Nusaybin ya da belki Midyat’a
gitmek üzere bağnşa çağrışa tur otobüslerine dönüyorlar. Gü-
neydoğu’ya yapılmaya başlayan gezilerin bazılarınınsa ilerici
lik, akıl vermek ve oranın insanlarına yol göstermek adına ya
pılması daha da ürkütücü.
Mahmut Makal 1940’lı yılların sonunda kerpiç duvarlı, te-
zekli Bizim Köy kitabını yazıp komünist damgasını yiyene ka
dar Türkiye’nin henüz gecekonduyla da tanışmamış şehirlisi,
Anadolu’nun köylerini şarıl şarıl sulann akıp yemyeşil vadiler
de kuzuların otlandığı yerler olarak bilirdi. İlk tanışma Ege’nin
balıkçı köylerinde “Hello” diye karşılanan “aydm-sanatkâr”
67
öncülüğüyle 1960’lı yıllarda oldu ve kısa zamanda buraları İs
tanbul ve Ankara’nın çirkin sayfiyelerine dönüştü.
Şimdi de Mardin’deki turistlere de hizmet veren görkemli öğ-
retmenevinin koridorlarında asılı talimatnamenin 6. maddesi
ne göre, biz orada kalanlara da siyasi konuların tartışılmasının
yasak olduğu Güneydoğu’dayız.
68
AVRUPA’YI DİNLİYORUM,
GÖZLERİM KAPALI
70
MOĞOLCA’NIN GÜCÜ
71
lerden maaşlı tarihçilerinin denetimi altında. Yanna, gelecek
kuşaklara yönelik bir tarihin nasıl yazılacağını günümüz güç
odakları şimdiden denetlemeye çalışıyor.
Özellikle ABD’yi yönetenler bu konuda çok dikkatli. Başkan
seçildikleri andan itibaren yaptıklarının tarihe nasıl yansıya
cağı, hangi belgelerin nasıl yazılıp hangilerinin imha edilmesi
gerektiği konusunda programlı bir çaba içindeler. Böylece de
mokrasilerde âdet olduğu gibi elli ya da yüz yıl sonra açılacak
olan arşivler günümüzde oluşturulurken bile çarpıtılıyor, ka-
bızlaştınlıyor. Bu bilinçli çarpıtma, rejimin kamuoyunu denet
lemek için kullandığı medyayı yanlış ya da eksik (disinforma-
tion, misinfomation) bilgilendirme yöntemleriyle pekiştiriliyor.
Geleceğimizin tarihi üzerinde oluşturulan bu yeni totalita
rizme karşı elimizdeki en etkin yöntem belki de herkesin kendi
günlüğünü tutması, kendi yaşammı belgelemesi...
Ancak her ne kadar çevremizde olup bitenleri hiçbir tesir al
tında kalmadan özgürce bakıp yansıtabileceğimizi hissetsek
de, her an kendi çarpıtılmış gerçeklerimizin gönüllü kulluğu
nu yapmakla karşı karşıyayız. Bunun başlıca örneklerinden bi
ri egemen düzenin küreselleşme propagandasımn etkisi altın
da kalmamız.
Örneğin ABD egemenliğindeki ekonomik çarkın doğrultu
sunda davranış ve değerlerimizin dünyanın her tarafında gide
rek birbirine benzediğini sanmamız... Özellikle çeşitli kuruluş
ların davetleriyle bir gün Çin’e, bir başka gün Fransa ya da Bre
zilya’ya dört-beş günlüğüne giden işadamları, gazeteciler, aka
demisyenler ve hatta turist grupları oralardaki McDonald’s, Co-
ca Cola gibi tanıdık markalan ya da vizyondaki Amerikan film
lerini görüp dünyanın küreselleşip kültürlerin tekdüzeleştiği
zannma kapılıyorlar. Hele Çin gibi alfabesini de tanımadığınız
bir ülkedeyseniz, oradan bir Türk gazetecisinin yazdığı gibi,
gözünüz Cola ve hamburgerden başka bir şey görmez olduğun
dan kendilerinden başka herkese barbar gözüyle bakan Çinlile
ri bile küreselleşmiş zannedebiliyorsunuz.
Egemen düzenin kendi çıkarları doğrultusunda dünyayı tek
düzeleştirmek isteyen gözlükleriyle algılama tuzağına düşen
72
ler, teknolojinin yerel kültürleri, dilleri, din ve gelenekleri ko
ruyup güçlendirdiklerinin farkında değiller. Telefon, televiz
yon, radyo, internet ve kasetlerin dili İngilizce’den çok, giderek
başka dillerde yaygınlaşıyor. Teknoloji aracılığıyla çeşidi kül
türler daha bir kenetleniyor. Örneğin bugün Almanya’da yaşa
yan Türklerin önemli bir bölümü 40 yıl öncesine göre Alman
ya’ya daha da kapalı. Türkiye’yi ve Türkçe’yi daha çok yaşıyor
lar gündelik hayaüarmda. Önümüzdeki 5-10 yıl içinde yaygın
laşacak olan cepte taşınabilir sesli tercüme makineleri bakalım
İngilizce’den başka dillerin kullanımını nasıl etkileyecek.
Küreselleşen sade İngilizce değil. Moğolca’nın da yaşama
şansı bugün düne göre çok daha fazla.
Oysa düzenin tekdüze görüntüsünü o denli içselleştiriyoruz
ki, dünyamızdaki çeşidilik ve zenginliği görmezlikten geliyor,
binlerce yıllık kültürlerin yaşama ve yaratma gücünü küçüm
seyebiliyoruz.
2002
73
BARIŞTAN KİM KORKAR?
75
AMERİKA AMERİKALILARA BIRAKILMAYACAK
KADAR ÖNEMLİ
78
t a r ih v e s o r u m l u l u k
80
IL
N e C ennet N e C ehennem
in a n m a m a y a ö v g ü
İnanmıyorum.
İnananlara hiç ama hiç inanmıyorum.
İnananlardan korkuyorum; inanarak insanları, dünyayı ne
hale getirdikleri için.
Uygarlıklarının, dinlerinin yüceliğine inananlar, işkenceyi,
katliamı mübah görüyor. Dünyaya doğru yolu göstermeye ina
nan demokrasi havarisi köktenci yöneticiler, inançları uğru
na Mezopotamya’dan kalma uygarlıkların kalıntılarını bile yer
le bir ederken, yeni imparatorluklarım kurmayı çoktan kanlan
mış düşleriyle hak ettiklerinin inancında.
İnananların vicdanları tertemiz. Sabahlan rahat uyanıyorlar.
Eminler, Tanrılarının kendilerine doğru yolu gösterdiklerin
den. Dünya âlem onları lanetlerken kendilerini yalnız bırakma
dıklarına inandıkları Tannlanndan güç alıyorlar.
Ak sakalh, kara sakallı mollalar; otobüslerde, bankalarda, ge
ce kulüplerinde, işsiz kuyruklarında, okullarda, gökdelenlerde,
metrolarda patlayan canlı bombacılarını, cennete varacaklarına
inandırıyor. Mazlumluklarının bilinçsiz çaresizliğinde anneler,
babalar, son duasını yaptıktan sonra günü bir anda cehenneme
çeviren inançlı evlatlarına, tanımadık kurbanlarının cesetleri
nin cennet kapışım açacağına inanıyor.
İnananlar Vatikan’dan fetva veriyor, her yıl fetvalarına ina
nan milyonlarca insanın AIDS’ten ölümlerine yol açan. Erkek
83
lerin Tann’mn imtiyazlı kulu olduğuna inanan Yahudi, Katolik
ve Müslüman cemaatlerinin erkek önderleri karar veriyor ken
dilerine inanan kadınların hayadan, onların kızlannm, çocuk-
lanmızm gelecekleri için.
Yeryüzü cennetinin bolluk ve tüketimle gerçekleşeceğine
inananlara inanmıyorum.
Herkes gibi tüketemeyenlerin herkes gibi tüketmelerinin bir
hak olduğuna inananlar, yoksulları herkes gibi tüketmeye az
mettiriyor. Daha az değil daha çok tüketilen bir dünyada, dünya
nın da tüketildiğinin aymazlığında, yapay ihtiyaçlarımızın kan
ser gibi özümüzü kemirip zamanımızı yok ettiğini göre göre, da
ha çok, daha da çok tüketerek mutlu olacağımıza inanıyorlar.
Tüketmenin, herkes için refah vaat ettiğine, dünya ekonomi
sinin tüketim üzerine kurulu olduğuna inananlar, daha çok tü
ketmemiz için düşlerimize, duyularımıza saldırıyor. Tüketim
dünyasının reklam ve simgelerinin düşleriyle, biraz daha dişle
rini sıkarlarsa yeryüzü cennetinde yaşayabileceklerine inanan
lar, merhametsizce yitiriyor yüreklerindeki sevgiyi, özveriyi,
dünyayı paylaşıyor olmanın yoldaşlığını.
Postmodern olduğu söylenen dünyamızın sanatkârları, fel
sefecileri, sözcüleri şüpheye yer bırakmadan inananların tam
da karşısında durur gözükürken, inanmamakla inanç tazeliyor,
inançlarını inanmamaktan, güçlerini temelleri inkâr etmekten
alıyorlar.
Onlar Aydınlanma çağının pozitivizmin çıkmaz sokakların
da köreldiğine; bildiklerimizin, değerlerimizin, güzel ve çirki
nin, doğru ve yanlışın göreceliğine; doğrulanâbilmeyi, yalan-
lanabilmeyi kıstas alan bilimsel yöntemin geçersizliğine inanı
yorlar. Mantığımızın kalıplara kalebentliğini, kimliklerimizin
aitsizliğini sergileyerek, bizi içgüdüsel hezeyanlarımızın dene
timsiz hedonizmiyle baş başa bırakır, inşam tarihinden kurtar
dıklarına, geçmişinden özgürleştirdiklerine inanırken yarattık
ları boşlukta, mutlak Tanrılarının mutlak doğrularına inanan
ları cezbedici kılıyorlar.
Ve Nietzsche: “Yalandan çok inançtır gerçeğin düşmanı olan.”
2000
84
DİNİN DEVLETİ, DEVLETİN DİNİ
87
NEDEN TÜRKİYE?
89
PUTPERESTLERE ÇAĞRI
91
SÜMÜKLÜBÖCEKLER CENNETE GlDER Mİ?
93
DÜNYANIN EN TEHLİKELİ İNSANI
95
COGITO ERGO SUM
97
ŞEYTAN NEREYE GİTTİ?
98
geçirenlerin ayırt edilmeleri gerektiği konusunda kardinalleri
ni uyarıyor. ABD’de son yıllarda Şeytan’ı def etme ayinleri ki
lise dışında da yaygınlaştığından, Vatikan’ın bu metinle hem
Şeytan’a karşı mücadelesinde kendi yerini koruyacağı hem de
uygulanması gereken yöntemlere bir açıklık getireceği düşü
nülüyor.
Âlem hâlâ nelerle uğraşıyor diye düşünebilirsiniz.
Ama yine o âlem, Şeytan’ı kafasına takan Papa’nm, yoksul ve
zengin arasında farkı açan günümüz vahşi kapitalizmine karşı
çıktığının, teknolojinin ruhsuz bir uygarlığa yol açmakta oldu
ğunu belirttiğinin ya da idam cezasına karşı olduğunun ve hat
ta geçenlerde şahsi müdahalesiyle ABD’de bir mahkûmun ölü
m ünü önlediğinin farkında olmayabilir. Tabii bütün bunları
söylediği son Kuzey Amerika seyahatinin önemli ölçüde Pepsi
Cola parasıyla desteklendiğinin de.
Vatikan her yıl milyonlarca müridini köktenci Protestanla-
ra kaybediyor. Papa da “seçmen” peşinde. Merkez sağa yerle
şen solcularm, sosyal demokratların boşalttığı yerden, kilisesi
ne çağdaş müritler arıyor.
İslâm adına konuşanlarınsa insan ve özellikle kadın hakları
na duyarlı olmak gibi bir sorunları yok. Ne müritlerinin ne de
başkalarının onlardan böyle bir talebi de yok gibi. Böylece bir
yandan İslâm adına geçmiş çağlara özeniliyor, bir yandan da
Batı’nm nezdinde İslâm şeytanlaştınlıyor.
1999
99
MUSEVİ TÜRKLER,
HIRİSTİYAN ÇİNLİLER
Mısır uygarlığı 3000 yıl sürdükten sonra çöktü. Bizans 1000 yıl
kadar sürdü. Osmanlı, Aztekler, Afrika’daki Benin gibi birçok
uygarlığın ömrü 600 yıl kadar. Günümüze dek kesintisiz süre
gelen en uzun ömürlü uygarlıklardan biri Çin.
Sade tarihçilerin değil bizim de kafamıza zaman zaman takı
lan, hem cevapsız kalan hem de bin bir türlü cevaplandırılan
soru, nice uygarlık çökmüşken Batı’nm gücünü nereden aldığı.
En başta akla gelen unsurlardan biri din. Günümüzün egemen
toplumları ve onlara özenenler Batı’nm başarısını Hıristiyanlı
ğa bile bağlıyor. Bu nedenle örneğin Avrupa Birliği’nde Türki
ye’nin olası varlığına kuşku ve korkuyla bakanlar çok.
Sosyolojinin kurucularından Max W eber’in~~Protestan ah
lakının kapitalizmin itici gücü olduğu konusundaki iddiaları
hâlâ popüler. Buna karşın İslâm’ın ilerlemeyi kösteklediği, re
forma ihtiyacı olduğu, hatta hiç olmasaydı her şeyin daha iyiye
gideceğini söyleyen de çok. Tarihin küllerinde İslâm kıvılcımı
arayanlar da Abbasilerin, Emevilerin ya da Endülüs’ün başarı
sını dinle açıklamakla kalmıyor, günümüzde cihad çağrılarıyla,
eskiyi kurabilecekleri sanrılarıyla dehşet saçıyorlar.
“İlerlemenin” dine dayalı olabileceği düşüncesi abuk sabuk,
bu denli sorgusuz kabullenilmesi ürkütücü.
100
Uygarlıkların yükseliş ve çöküşlerinin dine bağlı olduğuna
inananlar için aşağıda sıraladığım safsatalar da geçerli olmalı:
- Roma İmparatorluğu çoktanrılı pagan dinlerle yükseldi.
Hıristiyanlığı benimsemesiyle çöktü.
- Hazar Türkleri Museviliği benimsedikleri için 400 küsur
yıl süren güçlü imparatorluklar kurdular.
- Çinliler Budizmi terk ettikleri için komünist oldular.
- Hintliler, Budizmi benimsedikleri için komünist olmadılar.
Tüm bu saçmalıklar Batı’nın Hıristiyan olduğu için bugün
güçlü olabildiği tezinden farklı değil.
Tarihin farklı dönemlerinde farklı uygarlıkların egemen ol
masının açıklaması daha çok Darwin’inkine benzer bir evrim
kuram ında aranmalı. Nasıl çevre koşullarına göre “başarılı”
türler mutasyon sonucu, yani tesadüfen ortaya çıkıyorsa, uy
garlıklar da öyle: iklim, kadm-erkek ilişkileri, komşularda olup
bitenler, buluşlar, yıldız fallarının yorumu, doğal kaynaklar,
göçler, saymakla bitmeyecek etmenlerin tesadüfi ve geçici bir
şekilde yan yana gelmesi, bir süre bir topluluğu başkalarına gö
re tarihte ayrıcalıklı kılıyor.
Tarihçi Toynbee’in de dediği gibi: “Uygarlık bir yolculuk, li
man değil.”
2004
101
POPSOSYOLOJİDE MAHALLE BASKISI
103
TÜRKİYE LAİK BİR ÜLKE Mİ?
NE ZAMAN LAİK OLDU?
106
SHAKESPEARE’İN KEMİKLERİ
109
APOLETLİ TARİKATÇILAR
110
mızda egemenliği söz konusu. Devlete işi düşenlerim izin,
“selamünaleyküm”leştiği bir ortamdayız. Sizi bu kelimelerle
buyur edene, “Merhaba” ile karşılık vermeniz, ister istemez,
inatlaşmanın, ortamı gerginleştirmenin, karşılıklı ötekileşme-
nin ifadesi. Diyelim ki, zıtlaşmanın tatsız ortamından kaçın
dığımızdan ya da işimiz pürüzsüzce görülsün istediğimizden,
aynı dili benimseyip “aleykümselam” diye karşılık verdik. Bu
sefer de, hem dinin dilde iktidarını pekiştirmiş oluyoruz hem
de samimi olmadığımızdan, riyakârlığımızdan ötürü arkamız
dan gülünüyor.
Türkiye’de askerin egemen olduğu bir düzende yaşamış ol
manın ifadeleri de günlük dilimizde bol bol var.
Sivil geçiniyoruz ama asker gibi konuşuyoruz. Her fırsat
ta alt üst ilişkisi yaratıyoruz. Nefer, orduda esas olan itaat ge
reğince, “Onbaşım”, “Yüzbaşım” vs. diye hitap eder. Peki ço
cuklarımıza “Öğretmenim” dedirterek otoriteye şartlandırma
mıza ne demeli? Öğretmenin öğrencilerini adlarıyla çağırması
tek yönlü mutlak bir iktidarın ifadesi. Tersi, öğrencinin öğret
menine “Yasemin Hanım”, “Aydın Bey” diye hitap etmesi oku
lun disiplin anlayışına meydan okumak anlamına gelir. Yuva
dan başlayan bu şartlanmayı ne denli içselleştirdiğimiz yetiş
kinken askerin önünde iki büklüm olmamızdan belli.
Aramızda en sivil geçinen basın mensuplarımızın generalle
re “Paşam” diye hitap etmesine de şaşmak aklımızdan geçmez.
Gönüllü olarak karşımızdakini güçlendirip kendimizi güçsüz-
leştirdiğimiz bu konumda, basının öğrenme hakkından bilinç
sizce feragat etmişizdir. Falanca generale “Tarık Bey” diyeme-
yişimiz korkudan değil, otomatiğe bağladığımız edilgenliğimi
ze ters geldiğinden.
Sivil hayatımıza yansıyan askerî düzeni sorgulamadığımız
dan, günlük yaşamımızda içselleştirdiğimizden. (Çankaya’da,
27 Mayıs darbesinden beri Cumhurbaşkanı konutunun yanın
da kuvvet komutanlarının köşklerinin ne münasebetle orada
bulunduğunu sormayı aklımızdan geçiremediğimiz gibi. Bıra
kın aklımızdan geçirmeyi kim farkında ki?) Postaneden sağlık
ocağına, tatil kampından tapu kadastro dairesine kadar kullanı
111
lan “M üdürüm”, “Başkanım”, “Amirim”, hatta “Abim” gibi hi
tap tarzları Türkiye’de sivil toplumun askerileştirilmesinin ne
denli yaygın olduğunun ifadesi.
“Milli Eğitim Bakanlığı” sözlerindeki “milli” deyimine ne de
meli?
Edebiyattan biyolojiye, matematikten psikolojiye kadar eği
timin milli olabileceği aymazlığı askerî düzeni farkında olma
dan şuursuzca benimsemiş olduğumuzun belki de en ibret ve
rici örneği (Milli Eğitim yetmiyormuş gibi 12 Eylül’den sonra
askerî cuntanın coğrafya dersinin adını “Milli Coğrafya” diye
değiştirttiğini hatırlıyorum).
Türkiye’de son yıllara özgü bir gelişme ise şimdiye kadar zıt
kutuplarda yer alan apolet ve tarikat söylemlerinin günlük dil
de örtüşme eğilimi göstermesi.
Egemen düzen, dili çıkarları için kullanmasını, ürettiği keli
melerle, ifadelerle bizi yönlendirmesini, şartlandırmasını iyi bi
liyor ve beceriyor. Özgürlük ve demokrasi mücadelesi bize da
yatılan dillerden, simgelerden soyunmamızdan geçiyor.
Zor olan başkalarına karşı çıkarken kendi esaret dilimizi ya
ratmamak.
2010
112
VATİKAN’DA
İNSANLIĞA KARŞI SUÇLAR
113
miş Milletler’in AIDS gibi çeşitli hastalıklardan her yıl milyon
larca ölümü önleme çabası, yıllardır Papa’nm her tür doğum
kontrolünü önleyen vaaz ve girişimlerine çarptı.
Vatikan politikalarından ötürü her yıl kim bilir kaç milyon
insan ölüyor?
Ufak yaşta ölüme mahkûm, istenmeyen kaç çocuk dünya
ya geliyor?
İnsan sağlığına, yaşamına karşı, dünya çapında ölümcül po
litikalar güden bu örgüt ve ruhani lideri II. John Paul’ün baş
ka konularda tutumlarıysa, dünyevi iktidar mücadeleleriyle ce
belleşen, kirli çamaşırlarını gizleyen, sıradan devlet politikala
rından farksızdı.
Bağımsız bir ülke konum undaki Vatikan’ın denetimindeki
servet ve dünya çapındaki örgütünün din adına dokunulmazlı
ğı her ülkeye nasip değil. Leh asıllı Karol Wojtyla, Papa seçilir
seçilmez önce Polonya ve Sovyet Birliği’ndeki rejimlerin devril
mesinde, ardından da Güney Amerika’da yoksullukla totaliter
rejimlere karşı kilisesinde gelişen “liberation theology” (kurtu
luş kuramı) hareketinin susturulmasında belirleyici rol oyna
dı. Güney Amerika’daki papazlarını, ABD emperyalizmine kar
şı gelip siyasete karıştılar diye azat ederken, kendisi komüniz
me karşı ABD’yle aynı safta yer aldı. Zaten belki bunun için Pa
pa seçilmişti.
II. Jo h n Paul’ün kilisesinin dünya kam uoyuna yansıyan
skandalları karşısında, kurum una kararlılıkla sahip çıkması
kimseyi şaşırtmadı. ABD’nin Massachusetts eyaletinde 250 Ka
tolik papazının 1.000 küsur çocuğu yıllarca taciz ettiği orta
ya çıkınca bunun kabul edilemez olduğunu açıklamaya mec
bur kalırken, papazlarına bir “fırsat” daha verilmesini savundu.
Cinsel tacizler nedeniyle görevinden istifa etmeye zorlanan
Boston Başpiskoposu’nu Roma’da Aziz Meryem Bazilikası’nın
başına getirerek taltif etti. Faşist geçmişinden ötürü savaş suç
lusu olduğu keşfedilince ABD’ye girmesi yasaklanan eski Bir
leşmiş Milletler Genel Sekreteri Kurt Waldheim’a Vatikan adı
na şövelye unvanı vermekten de çekinmedi.
Sözde şeffaflaşan dünyanın en karanlık örgütlerinden biri
114
nin gizlilikle seçeceği yeni Papa için iki şeyden emin olabili
riz. Bir, erkek olacağından. Murat Bardakçı’nm 3 Nisan’da Hür
riyet’te kaynaklara atfen belirttiği gibi, 9. yüzyılda, cinsiyetini
gizleyen Joan adında bir kadın papa olmuş. O günden bu yana,
Vatikan m uyguladığı geleneksel testte, altı delikli özel bir san
dalyeye oturtulan Papa’nın iki taşağının da olup olmadığı elle
kontrol edildikten sonra, ruhani iktidarı “Duo testis bene be-
nedata ’ (İki adet testisi var, uygundur) sözleriyle dünyaya du
yuruluyor. Yeni Papa’mn, hepimizin kurtuluşu için bizi İsa’ya
kazandırma politikalarını sürdüreceğinden de emin olabiliriz.
Bu gidişle Vatikan’ın 21. yüzyılda karşısındaki en güçlü raki
bi Çin olacak.
Kültür uyuşmazlıkları aramaya meraklılar, ikisine de en az
birer milyar insanın kendisini ait hissettiği, Çin ve Vatikan’a
bakmalı. Bunun bir göstergesi papalığı süresince, kim ileri
ni defalarca olmak üzere 129 ülkeyi ziyaret eden II. John Pa-
ul’ün Katolik dininin tanınmadığı Çin’e bir kez olsun gitmez
ken, Tayvan rejimini Çin’in meşru hükümeti olarak tanımasın
daki ısrarı.
Papazlığa intisab etmeden önce Krakow’da aktör olan Ka-
rol Wojtyla, dünya kamuoyunu ustalıkla yönlendirerek ömrü
nün sonuna kadar rolünü başarıyla oynadı. Hem Katolik Kili-
sesi’nde ’68 ruhunun özgürlük rüzgârıyla başlayan değişimle
rin önünü ödünsüz uygulamalarıyla durdurdu hem de halk
la ilişkiler konusundaki ustalığıyla dünya kamuoyunun gön
lünü fethetti.
2005
115
DİN BENİ NASIL RAHATSIZ EDER?
117
TEKTANRI TOTALİTARİZMİ
119
İSTEYENE HAHAM, İSTEYENE İMAM
121
KIZIL SİNCAP KIRIMI
123
KOLA BİR! DİNLER BİN BİR!
126
İSTANBUL’DA CENAZEYE GlTTlM
Biz korkaklar.
Biz ölülerinden korkanlar.
Biz ölülerinden korkan riyakârlar.
Ölü korkumuzdan mirasyedi kadar müsrif, politikacı kadar
yalancı, reklamcı kadar kandırmacı bizler.
Türümüzün tarihi boyunca ölülerimizden korkmuşuz başı
mıza ne gelir diye.
Biz değil miyiz onların servetine konan?
Kral öldü, yaşasın kral deyip tahtına oturan?
Yataklarında yatıp sofralarına kurulan?
Onlara fani dünyadan kurtuldun deyip, dünya âlemiyle ayrıl-
mamacasma sarmaş dolaş olan?
* *
128
ABD D E DİN VE DEVLET
130
UÇTU UÇTU PATRİK UÇTU
131
m yapıyordum. Genel Müdür çağırdı: ‘Dışişlerine gideceksin,
Genel Sekreter’i göreceksin. Sana bir şey söyleyecek. Dediğini
yapacaksın. İçişleri Bakam’nm emridir” dedi.
Genel Sekreteri gördüm. ‘New York Metropoliti Athenago-
ras için bir nüfus kağıdına ihtiyaç oldu. Ayrıntılı ismi, ana-ba-
ba adı bu kağıtta yazılı, teminini rica ederim’ dedi. ‘Nerede doğ
muş, Türk soyundan mı?’ dedim. ‘Oralarını bilmiyorum. Nü
fus kağıdı lazım’ diye cevapladı. ‘Doğumu Türk uyruklu değil
se nasıl olacak? Türkçe biliyor mu?’ diye sordum. ‘Nasıl olacak
diye uzun boylu tereddüt etmeye mahal yok. Sayın Reisicum
hurumuz (İnönü) ilgililere bunun olacağına dair söz vermiş. İş
olup bitti haline gelmiş. Olacak mı, olmayacak mı diye düşün
mek gerilerde kaldı. Nasıl olacak ona bakmalı. Bunun için rica
ediyorum’ dedi. İş anlaşıldı. Athenagoras Fener Kilisesi’ne Pat
rik olacaktı. Bu Amerikan seçimlerine yarayacaktı. Fatih Fer-
m anlan’na göre Patrik, Türk uyruklular arasmdan seçiliyordu.
Nüfus kağıdı bunun için lazımdı. Vaktiyle Yunanistanlılar’ın
doğdukları topraklar Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindey
di. Fakat kişilerin doğduğu ve nüfusa kayıtlı olduğu yeri res
men ispat etmek zordur. Verilen söz de bu cihetin mutlaka te
min edileceğine dairdi. İşin siyasi ve gizli yönü buradaydı. Be
ni Nüfus Genel Müdürü’ne gönderdiler. Durumu anlattım. At
henagoras, Yanyalı yapıldı. Nüfus kağıtlarının yandığına ait iş
lem tamamlandı. Yeni bir kimlik düzenlendi. Adam da böyle-
ce Patrik seçildi.”
Ve Athenagoras ABD Başkanı Truman’m özel uçağı ile önce
İnönü’ye bir mektup iletmek üzere Türkiye’ye gönderilir.
(Türker’in kitabından devam)
Kadıköy Kalamış’ta kendisine tahsis edilen bir evde kardeş
leri ile dünyaya küskün bir inziva hayatı yaşayan Maksimos,
1972 yılından ölümüne kadar 25 yıl boyunca buradan ayrıl
mamıştır.
Yaşadığı ev bir süre sahipsiz kalıp hâzineye geçmiş, 1995 yı
lında yıktırılarak yerine cami yaptırılmıştır.
2009
132
SINIF BİLİNCİNDEN İNANÇ KULLUĞUNA
133
m sıfatıyla Papa’yı, askerî bir üste törenle karşıladı. İkisi de çı
karlarına, dünya egemenliklerine tehdidi aynı yerlerden görü
yor: Çin, Rusya, İslâm, ikisi de Avrupa Birliği’yle aynı cephede.
Dünyada yeni oluşan dengeler açısından Türkiye kritik ve
belirsiz bir noktada. Türkiye’yi Çin, Rusya ve İslâm cephesinde
görmek isteyenler de var, Vatikan’ın yoldaşlık yaptığı Avrupa-
ABD cephesinde görenler de.
Ben ne Türkiye’yi ne de kendimi, bu cepheleşmenin tarafla
rından biri olarak görmek istiyorum; ne de iki ipte oynayan bir
cambaz olmasını. Kurulmakta olan ittifaklar bizi dünyalı ol
maktan, dünyanın karşı karşıya olduğu sorunlarla uğraşmak
tan alıkoyuyor. Hele yeni kuşaklar hortlatılan din! çatışmaların
ne tarafı ne de kurbanı olmayı hiç mi hiç istemiyorlar. Ne var
ki, meşruiyeti çökmüş bir dünya düzeninin getirdiği açlık, se
falet ve adaletsizlik, nice genci çatışmalarda saf tutsunlar diye
provoke edenlerin işini kolaylaştırıyor.
Dünyamıza aitliğimizin yolunu kesen, “ille şu ol, bu ol” diye
bize çeşit çeşit kimlikler biçen, haklı ve haksızın yol gösterici
liğinde hadlerini aşanlar o kadar çok ki.
2008
134
DÜNYANIN EN ESKİ KİTABI*
(*) C hristian, J. The W isdom of Ptah-Hotep, Spiritual Treasures from the Age of the
Pyramids, Constable, L ondra, 2004.
135
İnsan kutsal iradeyi benimseyip benimsememekte özgürdür.
Ancak Maat’ı (uyumlu yaratılışın gücü) dıştalarlarsa yaptıkla
rı her şey nafiledir.”
Cehaletle ilgili şöyle demiş:
“Dinlemesini bilmeyen cahillerin hiçbir işi yürümez. Bir şey
başaramazlar.
Onlar için cehaletle bilgi bir olup, başkalarının işine yarayan
onların elinde zarar verir.”
Büyük topluluklar hakkında:
“İsefet’in (kaos) en hoşlandığı yer insanların oluşturduğu iz
dihamdır.
Kalabalıklar insan bilincini etkisizleştirir.”
Hükmetmek üzerine:
“Ne kitlelere dalkavukluk yap ne de otoritene sığın.
Sahte bir eşitlik anlayışından kaç.”
Kendini harcamamak:
“Ömrün boyunca kalbin (Mısır’da aklın merkezi), vicdanın,
yaratıcı gücünden şaşma.
Yapılması gerekenle yetin. Mükemmelliği abartma.
Günün akışını sıradan işlerle bozma.”
Hırs üzerine:
“İyi olmak istiyorsan kendini şer ve hırstan koru.
Hırs, tedavisi olmayan öldürücü bir hastalıktır.”
Erkeklere de şöyle seslenmiş:
“Adam olmak istiyorsan kendine bir ev yap, kannla mevcut
yasalara göre evlen, onu hissederek sev.
Karınla herhangi bir hukuki anlaşmazlığa düşme.”
Ptah-Hotep papirüs üzerine kaydettiği bu vecizeleri oğlu için
yazmış. Eski Mısır’ın Arap istilasından sonra, 4000 yıllık impa
ratorluğun hiyeroglif yazısı zamanla kaybolmuş, unutulmuş.
Ta ki Osmanlı’ya karşı düzenlediği Mısır seferinde ordusuyla
birlikte 167 arkeolog ve bilimadamı getiren Napolyon’un ka
filesinden J. Champollion’un Rosetta taşındaki yazıyı çözme
sine kadar.
Yüzyıllar ilerledikçe eskiyi daha çok öğreniyoruz. Arkeoloji
deki keşifler, moleküler biyoloji ya da astronomide buldukları
136
mızdan daha bir hızla ilerliyor. Gün gelecek, eskiye karşı kral
lığımızı ilan ettiğimiz tahtımızdaki aitliklerimizden kendi rıza
mızla ineceğiz.
2009
137
PAPA YA AÇIK MEKTUP
139
DİNÎN DOKUNULMAZLIĞINDAN
DİNLERİN GELECEĞİNE*
140
Küresel sermayede her dinin parası var.
İnançlarımız uğruna kolaylıkla kışkırtılan, farklılıkları vur
gulanan dinî aidiyetliklerimiz dünyalı olma bilincimizin yerleş
mesini, yaygınlaşmasını köstekliyor.
Konu din olunca tarihçiler yazmıyor dinin toplumsal evrimi
ni, nasıl algılandığının değişimini.
Dinin dokunulmazlığında gün doğdu katledilen kurbanla
rıyla din üzerinden siyaset yapanlara. Hıristiyan, Hindu, Müs
lüm an ve Şintocu akımlar, günüm üzde birçok ülkede m il
liyetçilikle harm anlanarak, yabancı düşm anlığı zem ininde
“öteki”ne karşı seferber ettikleri bayraklı köktencilikle milyon
ları peşlerinden sürüklüyor.
Dinin dokunulmazlığında dinlerin geleceğini göremez ol
duk. Günümüzdeki dinlerimizi güneş kadar sabit sanıyoruz.
Tarih gelecek için ipucuysa dinler de değişecek. Yerlerine ye
nileri ya da tek bir yenisi gelecek.... Tarihte her şeyin değiştiği,
en kalıcı uygarlıklarımızdan Mısır’da binlerce yıl sürmüş din
lerin yok olup gittiği gibi günümüz dinleri de benzer süreçler
den geçmekte.
Dinler konusunda tutucu olduğumuzdan, çoğumuz o ya da
bu dine ait olduğumuzdan, böyle bir gerçeği kabullenmekte
zorlanıyoruz.
Batı’da Hıristiyanlıktan farklı olarak Ortadoğu, Asya ve Afri
ka, tarihleri boyunca birçok din ve kültürlerden insanlarla kay
naşmış, farklı dinlerin varlığına alışmış, farklı dinlerden etkile
nip nice dönüşümler geçirmiş. Dinin değişebilirliğinin Batı dı
şında çok örneği var. Türkler şamanlıktan sonra, farklı yer ve
dönemlerde Budizm, taoizm, Manişesizm, Hıristiyanlık ve Ha
zar İmparatorluğu’nda topluca Yahudiliği benimsedikleri gi
bi, İslâm adına kurdukları devletlerde de, etkilenip etkiledikle
ri başka dinlerle birlikte yaşadılar. Onlara hukuk sistemlerinde
özel bir yer tanırken, Batı Hıristiyanlık zırhına büründü.
Dinler üzerine kurulu m edeniyetler çatışması tezinin Ba-
tı’dan çıkması tesadüf değil.
2007
141
TANRI ÇOCUKLARI
DİNLERDEN KORUSUN
143
III.
C in s e l l iğ in T u z a k la r i
HAZRETİ ADEM’İN İLK KARISI
148
BlR DİŞİYE BEŞ ERKEK
149
İnsan türünün cinsel tarihi, normal ve anormalin göreceliği
ne ilişkin örneklerle dolu. Kimi zaman karını konuğuna ikram
etmemek yüzünden intihar, kimi zaman karma yan gözle baka
nın katli. Erkek çocuklarla tatmin olanlar kimi toplumda kal
bur üstü vatandaş, kiminde adli psikiyatri vakası. Türümüz salt
iki cinsiyetin sınırlılığından sıkılmış olacak ki, sürekli bir çeşit
liliğin peşinde. Türün biyolojik olarak sürmesi için standart di-
şi-erkek çiftleşmesi dışında çeşitlilik, heyecan, yeni hazlar ara
yışı var cinsel davranışlarımızda.
Bu arayış, toplumdaki özgürlük ve bireysel cesarete bağlı ola
rak hepimizde kendini farklı biçimlerde gösterebiliyor. Çeşitli
liğe, cinsel çoğulculuğa katılıp katılmamamız yaşadığımız or
tamın cinsel doğallığa elverişli olmasıyla bağlantılı. Cinselliği
porno filmlerde teşhir etmek de, onu kara çarşaflarla örtmek
de aynı derecede cinsel özgürlüğü, doğallığı, sevgiyi kısıtlayıcı.
Bir toplum varmış. Burada türün üreyebilmesi için iki değil, üç
ayrı cinsiyetin bir arada olması gerekirmiş. Yani birbirinden ayn
üç cinsiyet varmış. Her bir cinsiyetin biyolojik özellikleri, görü
nüşü, dürtüsü, kişiliği farklıymış. Gerisini siz düşleyin. Kim bilir
o toplumun edebiyatı, sosyolojisi, psikolojisi, mimarisi, yasaları
ve üç ayn cinsiyetten oluşan “çiftleşmesi” nasıl olurdu?
Cinsel çeşitliliğin ufkunu görebilmek için bilimkurguya gerek
yok. Bir balık türü var. Parmak kadar balıklar. Erkek balık sürek
li haremiyle yüzüyor. Haremde herkesin yeri belli. Dişi balıklar
dan biri ölünce sırada bir altta olan onun yerine terfi ediyor. Ya
erkek balık ölünce? Bir numaralı dişi cinsiyet değiştirip haremin
erkeği oluyor, iki numaralı dişi de onun bir numaralı gözdesi.
Melanocetus adlı başka bir balık türünde dişi-erkek oranı,
beşe bir. Dişisine göre mini minnacık, narin yapılı, kendini ko
rumak ve beslemekte aciz olan erkekler, kurtuluşu güçlü ve da
ha uzun ömürlü olan dişilere kenetlenmekte buluyor. Olgun
dişi, genç erkeklerin hepsiyle cinsel ilişkide. Onlar ölünce ye
rini yenileri alıyor.
Hiçbir önyargı tanımayan doğanın çoğulcu cinselliği, düşün
celerimizden daha saf, düşlerimizden daha zengin.
1996
150
EFLATUN UN ÜÇ CİNSİYETİ
'ı 51
lar başka bir âlem. İş sekse gelince saçma sapanlığımızın haddi
hesabı yok. Gandhi bile oğlunu aforoz etmiş, cinsel ilişkiyi red
detmiyor diye. İyi ki cinsel ilişkisizlik anlamına gelen “celiba-
te” kelimesinin Türkçe karşılığı yok.
Bu arada tektanrıh dinlerdeki erkek egemenliğinden o denli
rahatsız olanlar var ki. Bir Protestan mezhebi olan “Shaker”lar
Tanrı’nın Hz. Isa’m bedeninde erkek olarak endamı vücud ey
lediğine ve ileride kadın kimliğinde dünyaya geleceğine inanı
yorlar. Cinsel ilişkiyi de reddeden bu mezhebin müritleri hız
la azaldığından herhalde Tanrı’m n dişileştiği o günü göreme
yecekler.
İşin ilginç yanı cinsiyet ve cinsellik adına bunca patırtı gürül
tü koparıladursun, bilimadamlan hâlâ iki ayn cinsiyetin neden
var olduğunu çözebilmiş değiller. Akla ilk gelen üreme tabii.
Ama artık ilkokul çocukları bile kimi bitkilerle balıkların, tek
hücreli canlıların ve hatta sade dişisi olan bir tür kertenkelenin
seks yapmaksızın türlerini sürdürdüklerini biliyor. Biyologlar,
gen çeşitliliğini sağlaması bakımından çiftleşmenin avantajlı
olduğunu söylüyorlar ama aseksüel olarak üreyen canlıların ta
rihi bizimkinden milyonlarca yıl öncesine uzanıyor.
Seksin ne işe yaradığı tartışıladursun, “Figaro’nun Düğü-
n ü ”nde Kontes’in, “Ama niye bu kadar içiliyor?” sorusunu An-
tonio şöyle cevaplandırır: “Bizi yabani hayvanlardan ayıran şey
budur Madam. Susamadığımız zaman içmek ve canımız istedi
ği zaman sevişmek.”
1998
152
ÇOK KOCALI KADINLAR
154
ÂŞIK OLMA ÇEŞİTLEMELERİ
156
SEXTING
ABD’de yapılan bir araştırmaya göre 13-18 yaş arası beş genç
ten biri, son yıllarda arkadaşlarına, sevgililerine çıplak fotoğra
fını yollamış. Çocukları pedofillerden korumak için çıkarılan
pornografi yasalarına göre bu tür iletiler yollayan gençlerin yar
gılanması kaş yaparken göz çıkarmak anlamına geleceğinden,
ABD’de şimdi birçok eyalet yeni yasalarla çocukların haberleş
me özgürlüğünü korumanın yollarını aramakta.
Teknolojinin davranışlarımızı, toplum yapısını ne denli be
lirlediğinin genellikle farkında değiliz.
Pusulayla teleskop dünyada ve evrende konumumuzu değiş
tirdi. Toplumsal kuram ve kurumlanınız ve büyük ölçüde hu
kuk, teknolojinin neden olduğu değişimlere uyum sağlama ça
bamızdan ibaret. “Tüfek icat edildi, mertlik bozuldu” sözleri,
günümüzde geçerli olan savaş biçim ve stratejilerinde teknolo
jinin belirleyiciliğinin ifadesi.
20. yüzyılda doğum kontrol hapının icadıyla binlerce yıllık
cinsel davranışlarımız, beklentilerimiz ve toplumun demogra
fik yapısı değişti (geçenlerde erkeklerin de kullanabileceği bir
doğum kontrol hapı geliştirilmiş). Matbaanın icadıyla, din ve
bilgiyi tekellerinde tutanların gücü kırıldı. Telefonla haber
leşmeyle, devlet denetiminin, sansürün, aşiretten aileye kadar
157
otoritenin duvarları aşıldı. Ama teknoloji hayatımıza tedricen
girerken düşünce hemen yayıldığından, sözün gücünü abartıp,
maddenin etkisini göremiyoruz.
İnternet teknolojisinin içine doğan, bu teknoloji aracılığıyla
birbirlerini ve dünyayı tanıyan yeni dünya gençliği için “özel”
mefhumu eski kuşaklardan farklı. Onlar her şeyin gözetlenebi
lir olduğunu, davranışlarımızın, söylediklerimizin kayda geçi
rildiğini, fişlendiğini ırgalamıyorlar. Teknolojiyle kontrol man
yağına dönüşen röntgenci devleti, tüketici davranışlarımızı
mikroskop altına yatıran şirketleri, “yeter ki bana gölge etme
sin başka ihsan istemez” tavırlarıyla ciddiye almıyorlar. Kendi
lerine ait olanı zaten internet üzerinden paylaşıyorlar. Çıplaklı
ğın sıradanlığmdan da öte mecazi anlamda da dünyada çırılçıp
laklar. Korkmuyorlar. Gizlemiyorlar. Oldukları gibiler.
2009
158
KAMA SUTRA’DAN KİM KORKAR?
160
le kendine eziyet etmekle, kompleksten komplekse girmekle
meşgul. Binbir şekilde sevişebilen insan çiftinin uyumluluğu
nu anlatan Hindistan’ın Kama Sutra’sı 20 asır önce yazılmıştı.
Bizler Ortadoğu dinlerinin yasaklayıcı kitaplarına boyun eğer
ken, Kama Sutra gibi özgürleştirici kitaplar yasaklama süreci
ne girdi.
2000
161
TÜRKİYE’DE DEVLET VE SEKS
162
mekti. O günlerde üniversiteden başka bir arkadaşım havaala
nında yolcularla bir anket yapmak istemiş, formunda anadil se
çeneklerinden biri Kürtçe olduğundan apar topar karakola sü
rüklenmişti. Boğaziçi Üniversitesinde öğrenci işleri dekanı İs
tanbul Emniyet M üdürü’nün yeğeni olmasa başından kim bi
lir daha neler geçecek, mahkemeye çıkarılmadan hapishaneler
de sürünecekti.
Gece vakti loş olan koca garda dikkati çekmemek için birbi
rimizden ayrıldık, trenleri araştırmaya koyulduk.
Kararlaştırılan saatte Haydarpaşa İskelesinin önünde bu
luştuk.
İki öğrencim trene bindiklerinde Devlet Demir Yollarinı ko
rumakla görevli polis tarafından yakalanmışlar.
Aralarında şöyle bir konuşma geçmiş:
- Burada ne yaptığınızı sanıyorsunuz?
Erkek öğrencim, boynunu bükerek,
- Sözlüyüz. Gidecek yerimiz yok.
- Bakın çocuklar. Ben de gençtim. Halden anlarım. Ama dev
let yerinde asla!
Gelin şimdi devletin örtündüğü, örtünmeyi teşvik ettiği Tür
kiye’de gönüllü ahlâk milislerinin yolunuzu kestiğini düşünün.
2009
163
ERKEK DEDİĞİN HEDİYE ALIR
165
EŞCİNSEL EVLİLİKLER
167
HALÎFENİN ELÇİSİ
YÜZÜNÜ KAPAYINCA
169
TAŞAKLARIM ÜSTÜNE YEMİN EDERİM
171
ERKEKLER KADINLARDAN
NASIL FARKLI?
172
de, kadınların örtünmesi konusunda fetva verenler, zinayı suç
saymak isteyen başbakanlar yok mu? Başlık parası ödeyecek
gücü olmayan yoksullar H indistan’da kız çocuklarını öldü
rüyor. Kuzey Afrika’da kızlar seksten zevk almasın diye sün
net ediliyor. Birden fazla çocuk sahibi olmanın yasak olduğu
Çin’de istenmeyen kız çocuklan kürtajla almıyor. Ülkenin de
mografik yapısı krizin eşiğinde. On milyonlarca kadınsız Çinli
erkek ne yapacak? Afrika’dan gelin mi getirecekler? Robotlarla
mı sevişecekler? İnzivaya çekilip yeni bir ruhban sınıf mı yara
tacaklar? Türümüzün tarihinde bu bir ilk.
20. yüzyıldan itibaren özellikle sosyalist ülkelerin öncülü
ğünde, kadınların yasalar önünde, erkeklerle eşit haklara sahip
olmaları konusunda atılan adımlar hem nereden nereye gelin
diğinin ifadesi hem de süregelen eşitsizliğin.
Ancak eşitlikle farklılık birbirlerini dışlamamak.
Kimi çevrelerde eşitlik kavramı, kadın erkek farklarını, kadı
nı kadın, erkeği erkek yapan psikolojik özellikleri incelememi
zi tabulaştırdı. Sıradan konuşmalarımıza sık konu olan erkek ve
kadın psikolojileri üzerine kitaplar çoktan yazılmış olmalıydı.
Kız çocuğumuz olmadığında hayıflanmıştım kadınları daha
iyi tanıyabilme şansımı yitirdim diye. Farklı cinsler olarak bir
birimizi tanıyacağımıza ilişkilerimizde saç yoldurtuyor, tera
pistlere taşınıyor, hemcinsimizle yan yana geldiğimizde buram
buram yapaylık kokan samimiyet dayanışmasıyla, cehaletimizi
yansıtan fıkralarla, genellemelerle cepheleşiyoruz.
Birbirimizi tanımlayan ifademiz bile husumetin ifadesi: “Kar
şı cins!”
Kadınlar daldan dala atlar, erkekler sebatlıdır değil mi?
Araştırmalar kadın beynindeki iki yarım küre arasındaki
bağlantıların, erkeklere göre daha yoğun olduğunu, bu neden
le, erkeklerin tek bir faaliyete odaklanırken, kadınların aynı za
manda birden çok şeyi yapabildiğini gösteriyor.
Eşitlik diye diye aramızdaki farkların konuşulmasını, araştı
rılmasını tabulaştırıyoruz.
2009
173
FINDIK KIRAN DA BÎR,
FINDIĞI KIRILAN DA
175
KADIN SOYKIRIMINA
SESSİZ KALIYORUZ
177
ERKEĞİN SONU?
179
APTAL SARIŞINDAN SALAK ERKEĞE
180
manlar sade erkeklere açık olan mesleklere girdiler; doktor,
avukat, mühendis, asker oldular. Meslek seçimi çoğaldıkça, es
kiden ancak öğretmen olabilen yetenekli kadınlar, erkekler
le aynı işler için rekabet ederken, öğretmenlik alanı yeteneksiz
kadınlarla, kadınlarla başka işlerde rekabet edemeyen yetenek
siz erkeklere kaldı. Özellikle ilkokullarda, kalitesiz öğretmen
lerle birlikte eğitimin kalitesi düştü.
Erkeklerin binlerce yıldır sorgulanmadan süregelen egemen
liği, Tann denince akla erkeğin gelmesi, peygamberlerin silme
erkek olması egemen düzenin ve özellikle dinlerin konuşulma
sını istemediği konular. Günümüzde seks köleliğinin küresel
leşen kapitalizmle birlikte yayılması, reklamlarda, kadınların
cinselliğinin her zamankinden çok pazarlanması, şeriatla yöne
tilen İslâm ülkelerinde ırzına geçilen kadının ifadesinin geçer
siz sayılmasının haber değeri bile olmamasına rağmen, erkek
lerin “Bulaşık yıkarım.,” demesinin kayda değer bir gelişme sa
yılması ibret verici.
Ancak bugünkü kuşakların belki artık bilmediği “aptal sarı
şın kadın” imajından kurtulmuşken şimdi de televizyon dizile
rinde, filmlerde güçsüz, gülünç, salak erkek imajıyla karşılaş
maktayız. Özellikle televizyondaki aile dizilerinde, pot kıran,
her şeyi berbat eden, en ufak bir konu komşu probleminde ça
resiz düşen erkek; vaziyete el koyup onu kurtaransa kadın.
Kadınlara ve eşcinsellere yönelik eşitlik arayışları yaşantımı
za çeşitlilik getirirken, artık çocuk yapılmasında bile kendisine
ihtiyaç duyulmayan erkek cinsinin küçümsenerek alaya alın
masının toplumsal maliyeti kim bilir ne olacak?
2005
181
KARI-KOCA NİÇİN KAVGA EDER?
183
MUTLU EVLİLİĞİN SIRRI
184
çapkın sana yazdığım şu anda kafasını kaldırıp muzipçe bakı
yor... Uygun bir tokat attım başına. Ama içi alev alev, kontrol
den çıkacak gibi.”
Karısına böyle yazan Mozart bu mektuptan 10 yıl önce ba
basına yazdığı başka bir mektupta evlenme gerekçelerini şöy
le açıklamış:
“Günümüz gençlerine benzememi düşünemezsin. Dinime
bağlıyım. Masum kızları baştan çıkarmayacak kadar onurlu
yum. Hasta olma endişem orospularla düşüp kalkmamı en
gelliyor. Evimin temizliği, kıyafetlerimin düzenliliği benim
için önemli. Üstelik karı edinm ekle tasarruflu bir hayatım
olacak.”
Mozart, Kuran-ı Kerim’i okumuş olsaydı herhalde 33. sûre
de kadınlara verilen emirden memnun kalırdı: “Ve evleriniz
de kalın!” Ama evlilik konusunda kendi kutsal kitabına, Incil’e
baksaydı, “Damın bir köşesinde yaşamak geniş bir evde bağırıp
çağıran bir kadmla yaşamaya yeğdir,” sözleriyle karşılaşacaktı.
(Atasözleri [Proverbs] 17)
Kocanın ölümüyle biten uzun, mutlu bir evliliğe ilişkin bir
yazı okudum geçenlerde. Gül gibi geçinip giden karı-koca ara
sında tek pürüz, kadının üç dakikalık rafadan yumurtayı tut
turamaması. Kocası ne derse desin nafile. Evlilikleri boyunca
ya az pişmiş ya da çok. Koca ölüyor. Vasiyeti üzerine yakılıyor.
Küllerini teslim alan karısı, özel olarak yaptırttığı üç dakikaya
ayarlı kum saatine kocasının küllerini koyuyor.
Nietzsche şöyle açıklamış evlilik hakkındaki düşünceleri
ni: “Evli çiftler birlikte yaşamasaydı mutlu evlilikler daha çok
olurdu.”
Rilke de aşağı yukarı aynı telden çalıyor: “İyi bir evlilik çiftle
rin birbirlerinin tek başmalığım korumasıyla olur.”
Ancak Rilke ve Nietzsche’nin aynı zamanda aynı kadına, Lou
Andreas Salome’ye âşık olmalarının bu düşüncelerinde etkisi
var mı, bilmiyorum. Freud da Salome’ye hayran. Viyana’da mü
ze olan muayenehanesine yolunuz düşerse erkekleri baştan çı
karan bu çekici kadının portresini görebilirsiniz.
Evlilik konusunda söyledikleri ise belki de “işimizden olu
185
ruz” kaygısıyla, meslektaşları tarafından günümüzde neredey
se sansürlenmiş gibi: “Evliliğin neden olduğu sinir hastalıkları
nın şifası evlilikte sadakatsizliktir.”
2000
186
ŞİŞME BEBEK CİNAYETİ
188
YENİ İNSAN TASARIMLARI
190
ÜÇÜ NCÜ BlR CİNSİYET OLSAYDI..
192
PÜRDÎKKAT DİNLENEN VÜCUTLAR
193
Etrafımızda bizi sözde bilgilendirerek, şu ya da bu konuda
yetersiz olduğumuza kandırmak isteyen uzmanlar. Sohbetleri
mizde bile, bir psikiyatri polikliniğinde binbir dertten musta
riplerin âlemindeyiz.
Kim olduğundan bile şüpheye düşen, egemen düzenlerin dü
zenbazlıklarını anlamak ve denetlemekten aciz bırakılmış, gü
nüm üzün biçare varlığı insan.
Göz göre göre dünyanın yok edildiği, suyunun havasının ze
hirlendiğini bilmesine rağmen uzaydaki tek mekânının ölümü
ne bile seyirce kalabilen insan.
Çaresizlikten bir tek vücudumuz kalmış gülünç bir şekilde
hükmetmeye çabaladığımız.
Pürdikkat vücutlar dinleniyor.
Çeşit çeşit aletlerimizle vücutlar ölçülüyor.
Dünyasını, çevresini, toplumu kendi psikolojisini denetle
mekten aciz insan, vücudu üzerinde mutlak bir iktidar kurma
nın peşine düşmüş. Günüm üzün çağdaş insanı sürekli bede
niyle uğraşıyor. Ekrandaki binbir göstergeye bakan bir uçak pi
lotu gibi çeşitli aletlerle kilosunu, tansiyonunu, uzuvlarını, ko
lesterolünü, vücudunda ölçülebilecek ne varsa ölçüyor, ölçtü
rüyor.
Sayılar inip çıktıkça vücudunun egemeni olduğu hazzma ka
pılıyor.
Sözünü hiçbir yere geçiremeyen edilgenleştirilmiş insan, vü
cuduna yükleniyor. Yoga, biogeri iletişim, ilaç, vitamin, doğal
gıda, aletli jimnastik gibi binbir yöntemle vücudu üzerinde ik
tidar kurmaya çabalıyor. -
Kulaklannı dünyaya tıkamış, vicdanını uykuya yatırmış, vü
cudunu dinliyor.
Kendi kendine kulluğunun yeni bir dönemine giren insanı,
çaresizliğini ve ölümlülüğünü unutturmak istercesine kendisi
ni bedenine hapsediyor.
2000
194
GENE DE AŞK! AŞK!
HER ŞEYE RAĞMEN AŞK!
195
ta daha da güzel. Baktıkça güzelleşiyor. Gözlerim bir onda, bir
pabucumun ucunda, bir onda bir çıkış levhasında, bir onda bir
ceketimin kopmaya yüz tutmuş düğmesinde.
Deniz otobüsü bir ileri manevra yapıyor bir geri ve gene du
ruyor. Bekliyoruz. Yolculardan tek tük, kaptanın aleyhinde
gayri memnuniyet belirtileri. Bense gülümsüyorum. Gülümsü
yorum ki dünyanın en güzel kadını benim bu tür sıradan gecik
me olaylarını ne kadar olgunlukla karşıladığımı görsün diye.
Gülümsüyorum, çünkü benim gülümsememe o da gülümser
se daracık kapının önünde çıkmak için sabırsızlanan, homur
danan bu güruh içinde gülümsememizin ayrıcalığını yaşayarak
birbirimizi buluruz diye.
Ama hayır. Herkes gibi o da huzursuz. Dayanamayıp kendi
kendine konuşurcasma yanındaki erkeğe hangi kapıya yanaşa
cağımızı soruyor. Kendi kendine konuşurcasma diyorum, çün
kü erkek onun bir şey söylediğinin farkında bile değil. Bana
baktığını seziyorum. Mutluluk? îçim kıpır kıpır. Saatine bakı
yor. Alyans. Nişanlı mı, evli mi? Sağ ve solu hep karıştırdığım
dan anlayamıyorum.
Belki de hiçbiri.
Yoksa kaptan sağ tarafa mı yanaşacak? Keşke. Yanı başımda
bir-iki kişi yön değiştirip bu kez de arkalarını sol kapıya veri
yorlar. Ben de. Sade yüzü değil kendisiyle karşı karşıyayım en
nihayet. Yüzü gibi vücudu da güzel. Nereye bakacağımı şaşırı
yorum gene. Gözlerim havada. Tekrar güzel sarışında... Baktık
ça güzelleşiyor. Ama ayıptır erkeklerin güzel kadınlan bakışla
rıyla taciz etmesi. Ya o da bana bakar ve göz göze gelirsek? O
zaman ne yapacağım?
Hayır, sol tarafa yanaşacağız. Otuzumuz ya da kırkımız tek
rar yön değiştirince gene arkamda kaldı. Ama nefesini, nabzını,
telaşını sanki ben yaşıyorum. Yanaştık. Kapı açıldı. Önden fır
ladılar. Arkadan itenler var. Ama yolu açmam lazım. Durdum.
Duvar gibi tutuyorum arkamdan yaslanan yirmi küsur kişiyi.
Sarışın sağ tarafımdan telaşla geçerek iskeleye ayak bastı. Ben
de arkasından. Hızla koşmaya başladı. San saçları arkadan dal
galanıyor. İskele başındaki memurların boğazını sıkmak geçti
196
içimden. Kendilerine doğru koşuşuna pavyon şantözünü sey
reder gibi bakıyorlar. Adımlarımı hızlandırdım. Kendisini bek
leyen birisinin arabasına mı binecek? Taksiye mi? Seçemedim.
Kalabalıkta kayboldu.
Çingene çiçekçilere yöneldim. Sevgililer Günü olduğundan
satışları iyi gitmiş. Anneme çiçek aldım. Ve teknelerin yanaştığı
sahil boyu uzanan kaldırımın ta ucunda, iskeleden kalkan va
pura demir parmaklıklar ardından bakan onu gördüm. Yanaş
tım yanma ve az önce aldığım çiçekleri uzattım. Ada vapurunu
kaçırdığımda benim de çok canım sıkılırdı.
1997
197
SONSÖZ YERİNE
ISBN-13: 978-975-05-0835
İ LETİ Şİ M 1544
ÇA ĞD AŞ TÜRKÇE
ED EBİ YAT 217
789750 508356