You are on page 1of 7

Akira Kurosawa’dan Rashomon

Akira Kurosawa'dan RashomonAkira Kurosawa birçok başyapıt sahibi bir yönetmen. Bunlardan biri de
Rashomon. Ustanın erken dönem başyapıtlarından olan film 1950 yapımıdır. Film, Japon kısa hikâyesinin
babası olarak anılan Ryūnosuke Akutagawa‘nın 1915 tarihinde yazdığı Rashomon ve Korulukta adlı iki kısa
öyküsünden uyarlanmıştır. Kurosawa, senaryoyu Shinobu Hashimoto ile birlikte yazmıştır.

Film, insanoğlunun zaafları ve onur anlayışı üzerine kurulmuştur. Olaylar 12. Yüzyıl’da Japonya’da geçer.
Bir samuray, eşi ile ormandan geçerken saldırıya uğrar. Saldırı sonrası samuray ölür, eşi ise tecavüze
uğrar. Saldıran kişi yakalanır ancak onun ifadesi ile kadınınki birbirini tutmaz. Olayı çözmesi için bir
medyum devreye girer ve ölen samuray ile bağlantıya geçilir. Samuray tamamen farklı bir hikâye anlatır.
Cesedi bulan oduncunun ifadesi ise bunlardan daha da faklıdır. Her birinin ifadesi de inandırıcıdır. Bu
olayda doğruyu kimin söylediği ortaya çıkarılmalıdır.

Akira Kurosawa'dan Rashomon

Bu film, Akira Kurosawa’yı batı dünyasına tanıtan filmdir. Filmin ilk uluslararası gösterimi 1951’de
Venedik Film Festivali’nde yapıldı ve film Altın Aslan ödülü aldı. Akira Kurosawa’ya “İtalyan Film
Eleştirmenleri Ödülü” verildi. BAFTA’ya “En iyi film” dalında, Oscar’a ise “en iyi sanat yönetimi ve dekor”
dalında aday gösterildi. 1952 yılında Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi’nin onursal ödülünü aldı.

Film hayatın kendisi gibi soru işaretleri ile doludur. Film boyunca olay farklı tanıklar tarafından farklı
şekillerde aktarılır. Filmde karakterlerin adları bilinmemektedir. İsmini bildiğimiz tek kişi haydut
Tajômaru’dur. Olay, bir medyum aracılığı ile ölmüş kişi, tecavüze uğrayan kadın ve olayı dışarıdan
yorumlayan oduncu tarafından mahkemede anlatılır. Mahkemede olmalarına rağmen mahkeme hâkimi
görünmez. Ayrıca hâkimin sorduğu sorular da duyulmaz. Her tanık, izleyiciyi kendi hikâyesinin doğru
olduğuna inandırır.

Akira Kurosawa'dan Rashomon

Temel sorun tanıkların olayı farklı şekillerde anlatmalarından öte, hepsinin mantıklı ve tutarlı hikâyelere
sahip olmalarıdır. Haydut, çok güçlü bir adam olduğun söyler. Samurayı zor da olsa yenmiştir. Kadın,
haydutun kendisine tecavüz ettiğini ve sonunda namusunu korumayı beceremeyen kocasını kendi elleri
ile öldürdüğünü ve olayın şoku ile bayıldığını söyler. Samuray bir medyum aracılığı ile konuşur. Eşinin
kendisine ihanet ettiğini bu nedenle intihar ettiğini söyler. Son kişi ise olaya karışmayıp dışarıdan bakan
biridir. Oduncu çeşitli şeyler anlatır. Ancak Samuraya ait olan değerli hançer kayıptır. Haydutun üzerinden
de çıkmamıştır. Samuray, medyum aracılığı ile konuşur ve son anlarında etrafın sisli olduğunu, birisinin
yaklaşıp göğsündeki hançeri çekip aldığını söyler. O anda medyum bayılınca oduncunun yüzünde bir
panik ifadesi oluşur. Bu oduncunun doğru şeyler söylemediğini düşündürür.

Filmde tanıklar cinayeti kendi üzerlerine alırlar. Bu sıra dışı bir durumdur. Bu kişiler için onursuz bir yaşam
cinayet ile suçlanmaktan daha kötüdür. Her tanığın kendine göre bir gerekçesi vardır. Tanıklardan biri
kılıç düellosunda yenilmeyi, diğeri ise tecavüze uğramayı kabullenememektedir. Belki de bu kötü olayları
saklamak için cinayeti üstlenirler. Gerçeğin göreceliğini simgesel yollarla sorgular, izleyiciye cevap vermez
soru sorar.

Akira Kurosawa'dan Rashomon

Filmin çözümlemesi yapılırken, yapımın gerçeğin farklı açılardan yorumlanması, görecelik, farklı bakış
açılarından bir olayın yorumlanması meselelerine dikkat çekilmiştir.

Film dinamik çekimlerden oluşmaktadır ve son derece yenilikçidir. Güneşe doğru tutulmuş kamera çekimi
ilk defa bu filmde görülür.Filmde başarılı bir ışık kullanımı vardır.

Sinemasal alegorinin başarılı bir şekilde sunulduğu yapım, güneş, yağmur gibi doğaya ait olay ve nesneleri
senaryo içinde kullanır.

Karakterlerin kişilikleri gölgelerin ve ışıkların kullanılması ile yansıtılır. Kişilerin yüzüne vuran ışık kişi
hakkında olumlu düşünmemize neden olur. Yönetmen izleyicinin bilinçaltına hitap eder. Yüzü aydınlık
olan kişi güven verir. Bu tür incelikler filmde yer almakta ve günümüz yönetmenlerine de yol
göstermektedir.

Japon sinemasının önemli yönetmenlerinden olan Akira Kurosawa, II. Dünya Savaşı sonrası Japon
sinemasının yeniden yükselişe geçmesinde öncü isimlerden biridir. Japon sinemasının yeniden batıda
tanınır olmasını sağlayan filmlere imza atan usta yönetmen, Rashomon, Yedi Samuray, İkiru, Dersu Uzala
ve Yojimbo gibi önemli filmleri sinema tarihine kazandırmayı başardı.[/quote]

Akira Kurosawa’nın Hayatı

1910 yılında Tokyo’da doğan Kurosawa, geniş bir ailede büyüdü. Ağabeyi Haiko’nun sessiz sinema
döneminde filmleri yorumlayan benshilerden biri olması sebebiyle genç yaşta sinemayla tanışmıştır.

Kurosawa, Japon sinemasının II. Dünya Savaş’ı öncesinin önemli yönetmenlerinden Takizawa, Kajiro
Yamamoto ve Mikio Naruse’ye asistanlık yaparak sinema sektörüne adım atmıştır.

1943’te ilk yönetmenlik denemesi olan Sugata Sanjiro, 1944’te Utsukuşiku, 1945’te Tora No O Wo Fumu
Otokotaçi, 1946’da Vaga Seişun Ni Kuinaş filmlerini yönetti.

1950 YILINDA ÇEKTİĞİ RASHOMON FİLMİYLE ULUSLARARASI ARENADA BAŞARI SAĞLAYARAK VENEDİK
FİLM FESTİVALİ’NDE EN İYİ FİLM ÖDÜLÜNÜ ALDI.

Akira Kurosawa, Rashomon Filmi

Savaş yıkıntıları içinde kendini toparlamaya çalışan Japon toplumuna ayna tutan Akira Kurosawa,
Rashomon ile kariyerindeki basamakları tırmanmaya başladı. 1951 yılında Dostoyevski’nin Budala
romanından uyarladığı Hakuçi’yi, 1952’de ise İkiru’yu çekti. Savaş sonrası harap olmuş Japon toplumu
içinde varoluşunun temelini arayan bir memurun hikayesini İkiru ile seyirciye aktardı.

1954 yılında ise bir sinema başyapıtı olan Yedi Samuray filmiyle yeteneğinin zirvesinde olduğunu gösterdi.
Özenle çekilmiş savaş sahneleri, batı westernlerinin doğu samuray kültürüne sinmiş havasını kusursuzca
yansıtarak dünya sinema tarihine eşsiz bir film kazandırdı. Bu filmiyle birlikte Avrupa ve Amerikan
Sinemasını etkiledi.

Başarılarının ardından birçok ülkeden teklifler alan Kurosawa, 60’ların sonunda Hollywood’a giderek Tora
Tora adında II. Dünya Savaşı’nda Japon ve ABD kuvvetlerini anlatan bir filme başladı. Ancak Hollywood’un
çalışma şartlarının kendisine uymadığına kanaat getiren Kurosawa, kısa sürede ülkesine döndü. Daha
sonra yarım kalan filmi Richard Fleischer liderliğindeki ekip tamamladı.
Akira Kurosawa Sineması

ABD dönüşü yaşadığı bunalım sonrası başarısızlıkla sonuçlanan bir intihara kalkışan Kurosawa, daha sonra
kendisini toparlayarak yeniden sinemaya döndü. İntihara kalkışmasında sebep olarak film yapmak için
kaynak bulamaması sebep gösterildi. Bu olaydan birkaç yıl sonra Sovyetler Birliği’nden teklif alan
yönetmen 1975’te Dersu Uzala’yı çekti. Dersu Uzala ile 1976 yılında En İyi Yabancı Film Oscar’ını alarak
kariyerinde önemli bir başarıya imza attı.

Sovyetler Birliği’ndeki projeden sonra ülkesine dönen Kurosawa, 1985 yılında Shakspeare’in Kral Lear
oyunundan uyarladığı Ran filmini çekerek sinema tarihinin sayılı yönetmenlerinden biri olduğunu
tekrardan ispatladı. Kusursuz görüntüler ve oyunculukla göz dolduran film 4 dalda Oscar ödülü aldı.

1998 yılında 88 yaşında vefat eden Kurosawa, 1991 yılında çektiği Rhapsody in August’ta atom bombasını
unutmuş, Amerikan hayranı yeni Japon gençliğini eleştiriyordu.

Akira Kurosawa Filmleri

1993 – Madadayo

1991 – Hacbi-gatsu no kyôsbikyoku

1990 – Dreams

1985 – Ran

1980 – Kagemusba

1975 – Dersu Uzala

1970 – Dodesukaden

1965 – Akabide

1963 – Tengoku no jigoku

1962 – Tsubaki Sanjuro

1961 – Yôjimbô

1960 – Warui yatsu bodo yoku nemuru

1958 – Kakusbi-toride no san-akunin


1957 – Donzoko

1957 – Kumonosu-jô

1955 – İkimono no kiroku

1954 – Seven Samurai

1952 – İkiru

1951 – Hakucbi

1950 – Rashômon

1950 – Sbûbun

1949 – Nora inu

1949 – Sbizukanaru kettô

1948 – Yoidore tensbi

1947 – Subarasbiki nicbiyôbi

1946 – Waga seisbun ni kuinasbi

1945 – Zoku Sugata Sansbirô

1945 – Tora no o wo fumu otokotacbi

1944 – İchiban utsukushiku

1943 – Sugata Sanshibirô

Akira Kurosawa’nın Düşler (Dreams) filmi, 1990 yılında yapmış olduğu 8 ayrı rüyadan oluşmaktadır. Film,
Akira Kurosawa’nın kendi yaşamında gördüğü çeşitli rüyalarından esinlenme olup ‘Yağmurun Ardından
Süzülen Güneş Işığı, Şeftali Bahçesi, Kar Fırtınası, Tünel, Kargalar, Kızıllıklar İçinde Fuji, Ağlayan İblis ve Su
Değirmeni Köyü’ bölümlerinden oluşur. İşte Kurosawa ile Van Gogh’un buluşması burada olur.

Akira Kurosawa, Düşler (Dreams) Filmi Konusu

Yağmur sonrası gök kuşağının altından geçen çocuk, ansızın büyür ve kendisini kesilmiş şeftali ağaçlarının
çiçeklerinin altında bulur. Sonra bir tipiye yakalanır, savaşın acı geçmişiyle dolu bir tünelden geçmek
zorunda kalır ve sonunda ulaşır Van Gogh’a. (bahsini ettiğim yolculuk ilk dört bölümün hikayesidir.)
Kurosawa, ‘Rüyalar’ filminin Kargalar bölümünde buluşur Van Gogh’la. Şimdi sizleri onların hikayesi ile
baş başa bırakıyorum.
Bir resim öğrencisinin Van Gogh’un resim sergisinde gezerken kendisini onun bir resminin içinde
bulmasıyla başlar. Kendisi de ressam olan Kurosawa, bu rüyada doğa ile sanata, sanat ile de doğaya övgü
yapmaktadır. Filmin hemen her sahnesi Vincent van Gogh’un tablolarından oluşmaktadır. Rüyada resim
öğrencisi Van Gogh’u aramaktadır ve sonunda onu bir bahçede resim yaparken bulur.

Akira Kurosawa, Düşler (Dreams) | Japon Filmleri #1

Ressamın söylediği ilk şey ‘neden resim yapmıyorsun, manzara o kadar inanılmaz ki’ olur. ‘Sanki bir tablo
gibi ama aslında öyle değil dikkatini verip bakarsan doğanın ne kadar harika olduğunu göreceksin’ diye
devam ederek yine doğaya karşı olan hayranlığını dile getirir.

Bir konuşmasında ise insanın doğa karşısında kendi içinden geleni tutmasının ne kadar zor olduğunu
söyler, öğrenci o zaman ne yapıyorsun diye sorduğunda ise ‘çalışıyorum bir lokomotif gibi çalışarak kendi
beynimi dolduruyorum’ der ard arda gösterilen ressamın ve lokomotifin görüntüleri ile ressamın beyni ile
çalışan bir lokomotif arasında gösterge bilimsel açıdan bir eğretileme yapılmıştır.

Akira Kurosawa, Düşler (Dreams) | Japon Filmleri #1

Düşler Filminde Van Gogh Esintileri

Japon kültüründe bir bireyin sanatsal bir aktivitesinin olması beklenir. Bu beklenti çocuk yaştan itibaren
yerleştirilir bireye. Okullarda sanatsal kulüplerin varlığı ve katılımlara önem verilmesi bunun önemli bir
yansımasıdır. Bu açıdan sanat ile buluşma çocuk yaşta başlar Japonya’da. Herhangi bir sanatla
uğraşmayan kişi bilgisiz kabul edilir. Filmde de doğaya yapılan övgü bir felsefesinin uzantısıdır aslında.

Şinto ve Tao felsefelerine göre doğa her şeyin akışını sağlar ve insan bu akışın içinde bir parçadır. Bu
nedenle doğanın parçası olan insan, tao ve şinto etkileşimli eserlerde küçük olarak resmedilir. Çin Beşinci
Kuşak Sineması’nda insan kadrajda küçük yer kaplar, hakimiyet doğadadır. Aynı düzenin benzeri de
Kurosawa’nın kadrajına yansır farklı şekilde.

Doğanın renkleri, yansıması ve sesi insanın önüne geçer. İmgeler insanın etrafında dönüp dolaşsa da
doğayı işaret eder. Rüyalardan oluşan ‘Yume’ böyle bir düşüncenin altyapısından beslenir. Öyle ki
filmde, Van Gogh’un, kulağımı doğu çizemedim kesip attım’ sözüyle de doğanın taklit edilemeyeceği
doğanın daha üstün olduğunu da vurgulamıştır.

Akira Kurosawa, Düşler (Dreams) | Japon Filmleri #1

Rüyanın devamında Van Gogh’u kaybeden öğrenci onu aramaya başlar. Geçtiği her yer bir gerçek bir Van
Gogh tablosudur ve bize inanılmaz bir görsel şölen yaşatır. Resim öğrencisi, Van Gogh’u buğday tarlasının
tepesine uzanan patikanın ucunda yürürken görürken tam ona doğa koşmak isterken kargalar havalanır
ve yavaşça Van Gogh kaybolur.

Tıpkı ‘Buğday Tarlası ve Kargalar’ tablosundaki gibi. Öğrencinin Van Gogh’un bütün tablolarından
yürümesini onu aramasını göz önüne alarak sanatsal bir taklidin söz konusu olduğunu görürüz. Öğrenci
olan ressam, aslında Van Gogh’u taklit etmektedir. En son Van Gogh’u görüdüğü tabloda ise ölümü
simgeleyen kargalar, Van Gogh’un intihar etmeden önce yaptığı son tablolardan biridir. Ve intihar notu
olarak yorumlanır. Kurosawa, sanatta taklit etmenin intihar etmek olduğunu ve sanatı öldürdüğünü
anlatmaya çalışır. Ayrıca taklit meselesi üzerinden, resmedilmiş bir doğa manzarasının bir ormandan daha
üstün olamayacağını, herhangi bir doğa resmi ile gerçek doğayı bir tutamayacağımızı, doğayı da taklit
edemeyeceğimizi anlatır. Taklit sanata ilişkin olan herşeyin ve gerçekliğin ölüm bekçisidir.

You might also like