You are on page 1of 7

Saltanatı dönemindeki önemli siyasi olaylar [değiştir 

| kaynağı değiştir]
Sened-i İttifak ve Alemdar Vakası[değiştir | kaynağı değiştir]
Ana madde: Sened-i İttifak
Ana madde: Alemdar Vakası

Sultan Mahmut ilk olarak tahta geçmesine yardımcı olan Alemdar Mustafa Paşa'ya
geniş yetkiler vererek iç karışıklıklara ve devletin otoritesinin zayıflamasına neden
olan ayanlar meselesinin çözülmesini istedi. Bunun üzerine 29 Eylül 1808'de
İstanbul'da toplanan ayanlar ile hükûmetin emirlerini yerine getireceklerine dair
Sened-i İttifak'ı imzaladı. Bu olay padişahın ayanlar karşısında çaresiz durumda
görülmesine yol açtığı için bu belgeler kısa bir süre sonra yok edildi. Amcasının oğlu
III. Selim'in yolundan ilerleyen Sultan Mahmut, Nizam-ı Cedid ordusunu Sekban-ı
Cedid adıyla yeniden düzenledi. Sekban-ı Cedid'in giderek güçlenmesi ve aylıklarının
fazla olması nedeniyle rahatsız olan Yeniçeriler ayaklandılar. Bu ayaklanmada
Alemdar Mustafa Paşa hayatını kaybetti. İstanbul'da birçok yangının ve yağmanın
başlaması üzerine 18 Kasım 1808'de Sekban-ı Cedid ocağı kaldırıldı.
1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı ve Bükreş Antlaşması[değiştir | kaynağı
değiştir]
Sultan Mahmud padişah olduğunda Ruslarla sınır muharebeleri devam ediyordu.
1810‘da Ruslar ikinci defa Silistre kalesini kuşatmışlardı. 1811‘de Napolyon Ruslara
savaş açınca Osmanlı sınırındaki Rus baskısı azaldı, bir rahatlama oldu. Bu sıralarda
Napolyon, Rusya seferine çıkmak üzereydi. Osmanlıya da Rusya’ya yürümesini teklif
etti. Yalnız, İngiltere ve Osmanlı dışında bütün Avrupa’yı işgal etmiş olan Napolyon'a
güvenilip müttefik olarak kabul edilemedi; Sultan Mahmut teklifi reddetti. Ruslarla 28
Mayıs 1812’de Bükreş Anlaşması yapıldı. 8 Eylül 1812 tarihinde imzalanan Bükreş
Antlaşması ile Rusya, Eflak ve Boğdan'dan ile birlikte işgal ettiği topraklardan
çekilecek, Besarabya bölgesi ise Ruslar'da kalacaktı.
Sırp İsyanının Bastırılması ve Ayanlara Karşı
Mücadele[değiştir | kaynağı değiştir]
Ana madde: Sırp İsyanı

Sırp meselesini halletmek Sultan Mahmud için en hayati meselelerden biriydi. Sırplar
9 yıldır isyan halindeydi. Bu isyanlar bir türlü bastırılamamıştı. Rumelideki 3. Ordu
bunun için görevlendirildi. Hurşit Ahmet Paşa tertip ettiği 80 bin kişilik ordusuyla
Niş’ten yürüyüşe geçerek Sırpların üzerine yürüdü. 30 Ekim 1813’te Hurşit Ahmet
Paşa Belgrad’a girdi. Sırplar'ın eline geçen kaleler ve şehirlerin geri alınmasıyla isyan
sona erdi. İsyanın lideri Kara Yorgi Avusturya’ya kaçmak zorunda kaldı.
Sultan II. Mahmud, Bükreş Antlaşması'nın getirdiği barış ortamını fırsat bilerek tahta
geçer geçmez imzalamak zorunda kaldığı Sened-i İttifak’ı, devlete başkaldıran
ayanları ortadan kaldırmak için bir delil kabul etti. Alemdar’ın öldürülmesinden sonra
Rumeli’de ve Anadolu’da ayanlar, başkenti hiçe sayarak hareketlerine devam ettiler.
Sultan Mahmud Otoritesini imparatorluğun her tarafında geçirmek için bu ayanlara
karşı esaslı bir harekete geçti. Bu doğrultuda yapılan çalışmalarla ayanlardan bir
kısmı öldürüldü. Bazıları da sürüldü. Bütün bu ayaklanmalara ve iç harplere rağmen
Rumeli’de ve Anadolu’da devlet otoritesini kurmak mümkün oldu.
1821-1823 Osmanlı-İran Savaşı[değiştir | kaynağı değiştir]
Ana madde: 1821-1823 Osmanlı-İran Savaşı

1813 yılındaki Gülistan Antlaşması ile Azerbaycan ve Kafkaslar'da Ruslara büyük


ölçüde toprak kaptıran İran'daki Kaçar Hanedanı, bu toprak
kayıplarını Osmanlılar'dan toprak alarak telafi etmek istediği için, Avrupalıların da
kışkırtmalarıyla Bağdat ve Şehrizor bölgelerine saldırılar düzenledi. Sınır olaylarının
ve saldırıların yoğunlaşması üzerine II. Mahmut, İran'a savaş ilan etti (1820).
İran orduları, Osmanlı idaresinden memnun olmayan, Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki
bazı İran (Kaçar) yanlısı aşiretlerin de yardımıyla Doğubeyazıt ve Bitlis'i aldıktan
sonra Erzurum ve Diyarbakır'a doğru iki koldan ilerlediler. Savaş Osmanlılar'ın
aleyhine devam ederken İran Ordusunda büyük bir kolera salgını başladı. İran
Ordusu'nun ağır kayıplar vermesi üzerine Kaçar hükümdarı Feth Ali Şah barış istedi
ve Erzurum Antlaşması yapıldı. Bu antlaşmayla İran ele geçirdiği yerleri geri vererek
eski sınırlarına çekilmeyi kabul etti.
Yunan İsyanı ve 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı[değiştir | kaynağı
değiştir]
1821 yılında Yunan âsilerin Mora’daki sivil Türkler’i kılıçtan geçirmeleri üzerine II.
Mahmut, isyanın başlıca tahrikçisi olan İstanbul’daki Ortodoks Patriğini astırdı.
Romanya’da da Rusya’nın tahrikiyle bir isyan çıktı. Türk ordusu, bu isyanı kolayca
bastırdı. Yalnız, Mora isyanı bastırılamadı. Zira bir Fransız kolordusu başta olmak
üzere, bütün Avrupa’dan yardım alıyordu. Yalnız Avusturya, Osmanlı’yı tutuyordu.
Prusya ile İngiltere ve İspanya tarafsızdı. Rusya ile Fransa, Yunanistan’a bağımsızlık
verilmesini şiddetle istiyorlardı. Lord Cochrane ve Sir Richard Church gibi İngiliz
generallerinin komutasındaki Yunanlar, tamamen ezilmişler, isyan Mısır ordusu
tarafından tamamen bastırılmıştı ki, 20 Ekim 1827’de Navarin faciası oldu. Türk
donanması, Mora’nın güneybatısındaki bu limanda bulunuyordu. İngiliz – Fransız –
Rus müttefik donanması, savaş bayrağı çekmek usulden olduğu halde, bunu
yapmaksızın limana girdi, böyle bir hareket beklemeyen Osmanlı donanmasına
birdenbire ateş açıp imha etti. Navarin faciasının hemen akabinde 1828'de Rusya da
Yunanistan ile ilgili istekleri kabul ettirmek için Osmanlı Devletine savaş açtı. Bir sene
önce donanması Navarin'de yok olan, Yeniçeriler’i de kanlı bir katliamla ortadan
kaldıran, yeni modern ordusu henüz çekirdek halinde bulunan II. Mahmut, Avrupa’nın
baskısına karşı koyamadı. Rus ordusunun Balkanları geçip Edirne’ye kadar gelmesi
üzerine Rusya ile Edirne Antlaşması imzalandı. Ruslar, bütün Osmanlı
topraklarından çekildi. Ancak Yunanistan’a bağımsızlık koparmakla yetindi; böylece,
Balkanlar’daki Ortodokslar arasında koruyucu rolüne sahip çıkmayı umuyordu. Mora
ve Attika yarımadaları ile Eğriboz ve Kiklad adalarından ibaret küçücük 49.414 km²
bir Yunan Krallığı kuruldu.
Fransa'nın Cezayir'i İşgali[değiştir | kaynağı değiştir]
1797 yılında Yeniçeriler'in Cezayir'in yönetimi için seçtiği İzmirli Hüseyin Paşa,
Fransa için borç para vermişti ancak Fransa borcu ödemeyince Hüseyin Paşa'nın
hakaretlerinden dolayı iki ülke arasında gerginlik oluştu. Bu sırada, düşmek üzere
olduğu için halkı dış meselelerle oyalamak istiyen Fransa Kralı X. Charles da, 1830
yılında da Cezayir'i işgal etti. Ancak o sırada Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın isyanının
başlaması üzerine Cezayir meselesi sonuçsuz kaldı. Buna rağmen bazı Türk
sancakbeyleri, bilhassa Konstantin sancakbeyi Ahmet Paşa, Fransızlar’ı yıllarca
uğraştırdı.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanı[değiştir | kaynağı değiştir]
Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Mora’da büyük güçler karşısındaki kayıplarını tazmin için
Sultan Mahmut’tan zengin insan ve doğa kaynakları olan Suriye eyaletinin valiliğini
istedi. Sultan Mahmut ona bunun yerine Girit valiliğini verdi ama adada düzen
sağlamanın kendisi için büyük mali yük getireceğinin farkında olduğundan Mehmet
Ali Paşa bunu reddetti. 1831’de Suriye’ye karşı karadan ve denizden bir sefere girişti.
Yeniden canlandırılan Mısır ordusuna komuta eden oğlu İbrahim Paşa, Akka, Şam,
Hama, Humus'u alarak Toroslar'ı aştı. Anadolu'da yerel nüfustan heyecanlı bir
karşılama gördü. Sultan Mahmut, böylesine açık bir isyana tahammül gösteremezdi.
Mehmet Ali Paşa ve oğlu İbrahim Paşa asi ilan edilip üzerilerine Sadrazam Reşid
Mehmet Paşa komutasında bir ordu gönderildi. İki ordu Konya'da karşılaştığında
Osmanlı ordusu yenildi ve sadrazam esir alındı.
Kütahya Anlaşması[değiştir | kaynağı değiştir]
Ana madde: Kütahya Antlaşması

Mehmet Ali Paşa, Sultan Mahmut’tan af dilemek ve kazandığı toprakları elinde


tutmayı talep etmek üzere bir mektup yazarken, İbrahim Paşa babasına kendi adına
hutbe okutup, sikke kestirip bağımsızlık ilan etmesi için baskı yapıyordu. Ocak
1833’te İbrahim Paşa, Bursa’ya bir adımlık mesafedeki Kütahya’ya varmıştı.
Mısırlıların ilerlemesi İstanbul’un tedarik hatlarını kısmen kesmiş kentte açlık tehlikesi
baş göstermişti. Ne İngiltere ne de Fransa’da kesin yardım vaadi alamayan Sultan
Mahmut yardım için Çar Nikolay’a başvurmak zorunda kaldı. Mehmet Ali Paşa’nın
başarıları herkesten çok Rusya’da kuşku uyandırmıştı. Çünkü, Mehmet Ali Paşa’nın
İstanbul’da yerleşmesi ve Osmanlı yönetimine el koyarak, Rusya dibinde zayıf
Osmanlı İmparatorluğu yerine diri ve kuvvetli bir imparatorluk kurması demekti. Bu
ise Rusya'nın 200 yıldır sürdürdüğü politikasının sonu demekti. Bu düşünceler nedeni
ile Rusya Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğü prensibini kabul ettiği gibi
bunun için derhal harekete geçti. Rus Çarı, generallerinden Muraviyef’i Rus görüşünü
bildirmek üzere İstanbul'a ve Kahire’ye gönderdi. Çar, Sultan Mahmut’a yardım,
Mehmet Ali Paşa’ya da derhal muharebeyi durdurmasını teklif ediyordu.
Şubat 1833’te Visamiral Lazarev komutasındaki 9 harp gemisinden oluşan bir Rus
filosu İstanbul boğazına girerek Büyükdere önlerinde demirledi. Bu olay Fransa ve
İngiltere'yi o vakte kadar içlerine gömüldükleri uyuşukluktan uyandırdı. Fransa elçisi
Rus donanmasının İstanbul'dan uzaklaşmasının Sultan Mahmut ile Mehmet Ali
Paşanın anlaşmalarına bağlı olduğuna inanıyordu. Bunun üzerine Sultan Mahmut’un
onaması ile Mehmet Ali’ye Kudüs, Akka, Trablusşam ve Nablus sancaklarını kabul
ettirerek padişahla barış yapmasını teklif etti. Teklifi kabul etmediği takdirde
Fransa'nın da kendisine silahla karşılık vereceğini belirtti. Mehmet Ali Paşa teklifi
kabul etmemekle birlikte Beriyettüşşam ve Adana sancağının da kendisine
bırakılması için Sultan Mahmut’a ültimatom verdi. Bu ültimatoma müspet cevap
verilmediği takdirde İbrahim Paşa’yı Üsküdar üzerine yürümekle görevlendiriyordu.
Bu sıralar Mehmet Ali Paşa’nın entrikaları ile Anadolu’da padişaha karşı yer yer
isyanlar çıkmış bulunuyordu. Kastamonu’da Tahmiscioğlu, İzmir’de Mehmet ağa
isminde biri padişahın memurlarını atarak, Mehmet Ali Paşa’nın idaresini kurmaya
yeltendiler.
Sultan Mahmut bu durum karşısında başkentin güvenliğini bile tehlikede görüyordu.
Ulemanın ve halkın homurdanmalarına 15 bin kişilik bir Rus kuvveti 5 Nisan
1833’te Boğaziçinin Anadolu yakasına çıktı. Bu olay Fransız ve İngiliz elçilerine
dehşet saldı. Rusların İstanbul’dan uzaklaşmaları Mehmet Ali’nin Anadolu'yu
boşaltması ile mümkündü. Elçiler Sultan Mahmut’u Mehmet Ali ile anlaşma yapması
için zorlamaya başladı. Sultan Mahmut yeni barış teşebbüslerinde bulunmayı kabul
etti. Amedci Reşit Bey, Fransız elçisi Varenne ile İbrahim Paşa’nın ordugahına barış
tekliflerini götürdü. Uzun boylu tartışmalar neticesinde nihayet Mehmet Ali Paşa ile
Sultan Mahmut arasında 14 Mayıs 1833’te Kütahya Barış Anlaşması imzalandı. Bu
barışa göre Mehmet Ali Paşa’ya Mısır ve Girit valiliklerine ek olarak, Şam, İbrahim
Paşa’ya ise Cidde valiliğine ek olarak Adana valiliği verildi. Bundan başka Anadolu'da
Mehmet Ali tarafını tutmuş olanlar için de genel af ilan edildi. Kütahya barışından
sonra İbrahim Paşa kuvvetleri Anadolu'yu boşalttı.
Hünkar İskelesi Anlaşması ve Boğazlar sorunu[değiştir | kaynağı değiştir]
Ana madde: Hünkar İskelesi Antlaşması
Ana madde: Boğazlar Sorunu

İngiltere ve Fransa, Mehmet Ali ile padişahın arasını bulayım derken daha çok
Mehmet Ali çıkarlarını kollayan bir barış ortaya çıkmıştı. Rusya ise Mısır isyanının ilk
gününden beri dostluk göstermişti. Yakınlığı sebebi ile Rusya en kısa zamanda
yardım için donanma ve asker gönderebilirdi. Sultan Mahmut bu durumu Rus elçisine
açtı. Rusya ile saldırmazlık ve savunma ittifakı için Çara müracaatta bulundu. Çar
ittifak düşüncesini onayladı. 8 Temmuz 1833’te ise Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu
arasında Hünkar İskelesi anlaşması imzalandı. Anlaşmaya göre Osmanlı Devleti
boğazlara hiçbir yabancı harp gemisinin girmesine izin vermeyecek Rusya ile batılı
devletler arasında bir savaş olursa Osmanlı boğazları Rusya ile harp halinde olan
devlete kapayacaktı. Buna karşılık Rus gemileri boğazlardan her iki istikamette gidip
gelebileceklerdi.
Anlaşmanın imzalandığını öğrenir öğrenmez Paris ve Londra'da kıyametler koptu.
Fransa ve İngiltere Akdeniz'deki filolarını çoğalttılar. Bir İngiliz filosu İzmir önlerinde
görüldü. Bir ara boğazların zorlanması ve Karadeniz'deki Rus filosunun batırılması
bile düşünüldü. Fakat daha sonra Avusturya ve Prusya’nın da Rusya'dan yana tavır
almaları üzerine Hünkar İskelesi Anlaşmasının yürürlüğe girmemesini temin etmek
için yeni bir müdahale durumu olmaması adına Kahire ve İstanbul'a tavsiyelerde
bulunmaya başladılar. Rusya, Batı ile savaşa girdiği anda, Osmanlıların, boğazları
Batılılara kapatacağı hususu, Rusya'nın bu dönemde rekabet içinde olduğu Birleşik
Krallık ve Fransa'ya karşı konması ile Boğazlar sorunu ortaya çıkmıştır.
Baltalimanı ticaret anlaşması[değiştir | kaynağı değiştir]
Kütahya barışı ne Sultan Mahmut’u ne de Mehmet Ali Paşayı memnun etmişti. Sultan
Mahmut çok şey kaybettiğini Mehmet Ali Paşa ise az kazandığını düşünüyordu.
Sultan Mahmut için Mehmet Ali Paşa, vücudu er geç ortadan kaldırılması gereken bir
asi idi. Bu yoldaki düşüncesi o kadar genişti ki bir gün İstanbul'un mukadderi ile
kendisini ilgilendirmek isteyenlere “İmparatorluğun ve İstanbul'un ne önemi var
Mehmet Alinin başını getirecek olana İmparatorluğu da İstanbul’u da bağışlamaya
hazırım” demesi meşhurdur. İlk anlaşmazlık Mısır’ın İstanbul’a göndereceği para
yüzünden çıktı. Mehmet Ali 32 bin kese altın göndermek isteyince Sultan Mahmut
vilayetlere göre bu paranın yetersiz olduğunu ileri sürdü fakat fazlasını elde edemedi.
İbrahim Paşa, halifeliği İstanbul’dan Kahireye çekmeyi düşünüyordu. Çünkü kutsal
şehirler Mekke ve Medine, Kavalalıların elindeydi. Mısır, Osmanlı İmparatorluğu’ndan
ayrıldığı vakit padişah kendini hutbede Hadim-ül Harameyn (Mekke ve Medine'nin
hizmetkarı) olarak gösteremeyecekti. Kaldı ki Osmanlıların halifelik iddiası Mısır'ı ele
geçirmelerinden sonra güçlenerek artmıştı.
İşte bu ortamda hem İngilizlerin yardımını sağlamak hem de Mehmet Ali’ye bir darbe
vurmak üzere 16 Ağustos 1838’de İngilizler ile bir ticaret anlaşması imzalandı.
Hariciye Nazırı Mustafa Reşid Paşa’nın Boğaziçi’ndeki Baltalimanı’nda bulunan
konağında paşa ile İngiliz elçisi Ponsonby arasında imzalanan anlaşmaya göre
Osmanlı İmparatorluğu, kendi ihtiyaç duyduğu yerli ham maddelerin yabancı
tüccarlar tarafından yurt dışına çıkarılmasını önleyen yed-i vahid (tekel) usulü
kaldırılıyordu. Mısır’ın kapitalist gelişmesinde stratejik bir rol oynayan dış ticaret tekeli
bu anlaşmaya dayanarak yıkılmıştır. Bu hüküm, Mısır kalkınmasının can damarı olan
mekanizmayı tahrip edip Mısır’ı çökertmek için konmuştu. Fakat, ülkenin başka
bölgelerinde de geçerli olacaktı. Baltalimanı ticaret anlaşması ile İngiltere’ye çok
daha önce verilmiş olan bazı imtiyazlar yeniden onaylanıp önemli ölçüde
genişletilmiştir. İngiliz tüccarlar, iç ticarette en imtiyazlı yerli tüccardan daha fazla
vergi ödemeyecekti. İngiliz gemileriyle gelen İngiliz malları için bir defa gümrük
ödendikten sonra, mallar alıcı tarafından nereye götürülürse götürülsün bir daha
gümrük ödenmeyecekti. İngiliz ticaret gemileri boğazlardan serbestçe geçebilecek,
Osmanlı limanlarında bir gemiden diğerine aktarma yapabilecek ve transit ticaretten
alınan vergi resmi kaldırılacaktı. Örneğin Selanik'ten İstanbul'a mal gönderen
Müslüman yerli tüccar devlete transit gümrük vergisi ödediği halde İngiliz tüccar bu
vergiden muaf olmuştur. İngiliz tüccarlar sadece İngiliz mallarını değil, dış ülkelerden
gelmiş her türlü malı ülkenin her yerinde serbestçe alıp satabileceklerdi. Anlaşma 8
Ekim 1838'de Kraliçe Viktorya, bir ay sonra da Sultan II. Mahmut tarafından
onaylandı. 1830’larda Avrupa’da gümrük duvarlarının yükselip birtakım mallara
yasaklamalar getirilmesi sonucu İngilizler yeni pazarlar bulmak üzere Ortadoğu ve
Uzakdoğu’ya yönelmişlerdi. İngilizler, Mısır’ın kalkınmasını sağlayan ticaretine darbe
vurmak üzere hem de Osmanlı İmparatorluğu’nda İngilizlerin serbest ticaret
yapabilmeleri için yed-i vahid usulünün kaldırılmasında ısrar etmişlerdi. İngilizler’in
Ortadoğu ticaretine ilgilerinin artması Sultan Mahmud’un İngiltere politikasına olan
güvensizliğini de ortadan kaldırıyordu.
Nizip Savaşı[değiştir | kaynağı değiştir]
Ana madde: Nizip Savaşı

İngiltere ile yapılan Baltalimanı Ticaret Anlaşması ile İngiltere'nin siyasi desteği


sağlanmıştı. Zaten Osmanlı ordusundaki reform çalışmaları ciddi anlamda devam
etmekte ve yeniden düzenleme sağlanmaktaydı. Mehmet Ali etrafında örülmekte olan
çemberden kurtulmak ümidi ile elinde bulunan yerlerin babadan oğula geçmek üzere
kalıtsal valiliğini istedi. Bunun dışında İstanbul’a göndermek zorunda olduğu vergiyi
göndermemekle birlikte bağımsızlığını ilan etti. Sultan Mahmut, Mehmet Ali Paşa’ya
karşı savaşa girişilmesi için 21 Nisan 1839’da emir verdi. İki ordu Fırat nehrinin
ötesinde Nizip’te karşılaştı.
Osmanlı ordusunun başında orduyu modernleştirme çabaları içerisinde Avrupa'dan
getirtilen Prusyalı 3 subay bulunuyordu. Bir Cuma günü Prusyalı subaylar, Osmanlı
ordusu Mısır ordusunu yenecek bir durumdayken hemen muharebeye girilmesi için
başkomutan Hafız Paşa’ya tavsiyede bulundular. Fakat orada bulunan ulema, Cuma
günü harp yapılmasının şer’an caiz olmadığını ileri sürdüler. Ertesi gün Prusyalı
subaylar bir gece baskını yapılmasını tavsiye ettiler. Ulema bu seferde ansızın gece
haydut gibi baskın yapılmasının padişahın askerlerinin şanına yakışmayacağını ileri
sürdüler. Bu esnada İbrahim Paşa ordusu Osmanlı ordusunu kuşatacak bir konum
kazandı. 29 Haziran’da başlayan Mısır ordusu saldırısı sonucu Osmanlı ordusu 4
saat içinde perişan oldu. Harp meydanında binlerce ölü on binlerce esir ve 160 parça
top bırakıldı. Bir defa daha İbrahim Paşa kuvvetlerine Anadolu ve İstanbul kapıları
açılmıştı. Sultan Mahmut 1 Temmuz 1839’da mağlubiyet haberinin İstanbul’a
varmasından birkaç gün önce öldü.

Saltanatı döneminde gerçekleştirdiği reformlar [değiştir | kaynağı


değiştir]

Sultan II. Mahmud dönemi, Osmanlı tarihinde batılılaşma süreci içerisinde büyük
öneme sahiptir. Sultan II. Mahmud, Osmanlı Devleti’ne yeniden bir düzen verilmesi
amacıyla, bütün işlerinde batı teknik ve kültüründen faydalanma yolunu tuttu.
Tarihlere Vaka-i Hayriye olarak geçen Yeniçeri Ocağının kanlı bir şekilde kaldırılması
hadisesinden sonra kurduğu Avrupai tarzda eğitim gören Asakir-i Mansure-i
Muhammediyye (Türkçe: Muhammed'in zafer kazanmış orduları) ordusu ile modern
Türk ordusunun temellerini attı. 1828 yılında yayınladığı Kıyafet Nizamnamesi ile
sarık, kavuk ve biniş giyilmesini yasaklayıp, ceket, pantolon ve fes giyilmesi kuralını
getirdi ve kendi de sakalını kısa keserek modern kıyafetler ile halkın içine çıktı.
Portrelerini yaptırarak devlet dairelerine astırdı. Devlet ve saray teşkilatında geniş
ölçüde değişiklik yaparak Tımar Sistemi, Enderun ve Divan-ı Hümayun’u lağvedip
çeşitli bakanlıklar ve meclisler kurdu. Topkapı Sarayı'nı terk ederek batılı tarzda
döşenmiş Beylerbeyi Sarayı ve Çırağan Sarayı'nı yaptırarak hanedan için boğaz içi
sahillerinde yeni bir yaşantının kapısını araladı. 1831 yılında Modern anlamda ilk
nüfus sayımını gerçekleştirdi, ilk posta teşkilatını kurdurdu ve Osmanlı tarihindeki ilk
resmi Türkçe gazete olan Takvim-i Vekayi onun döneminde yayımlandı. Sultan II.
Mahmud, yapmakta olduğu reformların kalıcılığını bunların manasını kavrayacak
nesillerin yetiştirilmesi ile mümkün görüyordu. Bunun için de, eğitime çok önem verdi.
İlköğretimi zorunlu hale getirerek bugünkü ilkokula denk rüşdiye okullarını kurdu.
Avrupai tarzda eğitim vermek amacıyla İstanbul'da, Türkiye'nin ilk modern tıp okulu
olan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane ve modern anlamda ilk harp okulu olan Mekteb-i
Harbiyeyi kurdu.
.

Sultan Mahmut’tan önce yapılan yeni düzen çalışmaları daha çok orduda ve
cemiyetin bazı müesseselerinde yapılmış, fakat hükûmet kurumlarının yapısına ve
şekillerine dokunulmamıştı. Bu itibarla Sultan Mahmut’un hükûmet kurumlarında
yaptığı düzen, batılılaşma yolunda yapılan çalışmaların önemli bir merhalesidir.
Sultan Mahmut, devletin içte ve dışta karşılaştığı son derece ciddî ve hayatî
tehlikelerle karşı karşıya gelmesine rağmen, giriştiği ıslahat etkinliklerinde yılmadan,
usanmadan, cesaretle büyük çabalar gösterdi. Özellikle 1826’da Yeniçeri Ocağı’nı
kapattıktan sonra kendini daha güçlü hisseden Sultan Mahmut ömrünün son
yıllarında merkezî idare ve hükûmet teşkilatında büyük düzenlemelere giderek
“modern” bir devlet teşkilatı ve bürokrasisi kurmaya çalıştı. Bu doğrultudaki
çalışmalarıyla Avrupa tarzında bir hükûmet teşkilinin ilk örneklerini verdi.
Yeniçeri Ocağının kaldırılmasından sonra Topkapı Sarayı’nda Yeniçerilerin
maaşlarının verildiği 3 ayda bir gerçekleşen ulufe merasimleri de tarihe karışmıştı.
Ulufe merasimlerinde ve elçilerin kabulünde Divan-ı Hümayun'un toplanması
geleneklerinin de tarihe karışmasının ardından Sultan II. Mahmut 1834 yılında Divan-
ı Hümayunu lağvetti. Onun yerine Meclis-i Vala ve Meclis-i Vükela’yı kurdu ve birçok
bakanlıklar teşkil edildi. Sadaret kethüdağlığı dahiliye nezaretine, reisülküttaplık
hariciye nezaretine, defterdarlık maliye nezaretine çevrildi. Sadrazamlık unvanı
başvekile çevrildi. Sadrazam, padişahın mutlak vekili olmaktan çıktı. Bu sıfatla
yetkiler nazırlara (bakanlara) geçti. Başvekilliğe ilk defa olarak Rauf Paşa getirildi.
Modern manada bakanlıkların kurulmasındaki amaç Avrupa'daki gibi kabine
sistemine geçişin alt yapısını hazırlamaktı. Şeyhülislam'lık hükûmet yönetimi ve
planlama kurullarının dışında bırakılmıştır. Sultan Mahmud, şeyhülislam'lığı,
Müslüman olmayan halkların millet örgütlerinin din başkanlığı anlamına benzer bir
şekilde bir çeşit islam milletinin din görevlisi haline getirdi. Sadrazamlık kaldırılınca
eskiden iki kazasker aracılığı ile o makama bağlı olan kadılıklar ve şeriat
mahkemeleri de şeyhülislam'lığa bağlandı. Böylece şeyhülislam'lık dinsel hukuk
genel direktörlüğü diyebileceğimiz bir niteliğe girdi. Eski totaliter din-devlet
bileşiminde ilk çatlama ilk ikilenme bu şekilde başladı.
Meclis-i Vâlâ, adalet işlerinden yüksek düzeyde sorumlu bir meclisti. 24 Mart 1838’de
Gülhane’de kurulmuştur. Memurların muhakemesi, hükûmet ile halk arasındaki
davaların görüşülmesi gibi mühim meseleler ile ilgilenen bu meclis, Danıştay ve
Yargıtay yetkilerine sahip en önemli organ olarak kuruldu. Başkanlığına eski
seraskerler Koca Hüsrev Paşa’nın getirildiği meclis beş üyeden oluşmaktaydı.
Başkan ve üyeleri, vezirler ve yüksek rütbe sahipleri arasından seçilirlerdi. Kararlar
çoğunluğa göre verilirdi. Oyların eşitliği halinde son söz padişahın olurdu. II. Mahmut
devrinin sonlarında, 1838’de bakanlıkların teşkil edilmesiyle modern anlamda bir
hükûmet şekline doğru yönelme olmuştu. Divan-ı Hümayun’un yerini bakanların teşkil
ettiği Meclis-i Vükela veya diğer adı ile Meclis-i Has almaya başlamıştı. Bu meclise
Sultan’ın Bakanlar Meclisi anlamında “Meclis-i Has-ı Vükela” da denir. Nazırların
toplandığı padişahın hususi danışma kurulu olarak faaliyet gösteren meclistir. Meclis-
i Vükela, başvekilin başkanlığında toplanıp önemli devlet işlerini görüşür ve icra
işlerinde nezaretler arasında koordinasyonu sağlardı. Nazırların her biri nezaretlerinin
görev alanına giren işlerden sorumluydu. Meclis, gerekli gördüğü veya alt
kademedeki diğer meclislerin hazırladığı tasarıları ve meseleleri tartışıp gerekli
düzeltmeleri yapar, daha sonra sadrazam bunları bir tezkereyle padişahın onayına
sunardı.
II. Mahmut özel mülkiyete aykırı olduğu gerekçesiyle Müsadere'yi kaldırmıştır.

Mimari çalışmalar[değiştir | kaynağı değiştir]


Sultan II. Mahmud döneminde, mimari alanda da yeni bir gelişmenin başladığı
görülür. İmparatorluğun değişik bölgelerinde birbirinden güzel yapılar inşa edildi.
Sultan II. Mahmud'un yaptırdığı eserlerden bazıları şunlardır; Rodos Süleymaniye
Camii, İzmir Bıyıklıoğlu Mahmud Camii, hayatını kurtaran Cevri Kalfa'nın adını
verdiği sıbyan mektebi, Tophane Nusretiye Camii, Arnavutköy Tevfikiye
Camii, Asariye Camii, Hidayet Camii İstanbul Kocamustafapaşa Küçük Efendi
Camii ve külliyesi, İstanbul Şamlar köyü tarihi camii ve bendi, Taşkışla, Gülhane
Parkı girişindeki Alay Köşkü.
Sultan II. Mahmud ayrıca, İstanbul'daki bütün büyük camilerin tamirini de
yaptırdı. Unkapanı köprüsü yine onun zamanında yapıldı. Mekke'de bir medrese
yaptırdı ve Mescid-i Aksa'yı tamir ettirdi. Aynı zamanda hattat, bestekâr ve şair olan
Sultan II. Mahmud yazdığı şiirlerde Adlî mahlasını kullandı

You might also like