You are on page 1of 7

KENDİNİ BİLMEK

İNSAN MUTLULUĞU NEDEN ARAR?


(40) Mutluluk peşinde koşanların mutluluğu nerelerde aradıklarını incelemek gereklidir.
Realite şu: Bedenle ilgili (sadece duygusal) hazların sürekliliği insanı mutlu kılar. Bunun için
konfor, para, kolay hayat, iyi giyim ve yiyim, bunları daha kolay temin edecek olan iyi bir iş ve
durum vs.
Oysaki beden kanalıyla gelen her türlü duygu, haz, hatta elem, daima “görecelik” taşır; yani
geçici, devamlı değişken, kendisine güvenilmeyecek hususlardır. Bugün haz veren bir duyu yarın
elem verebilir, bugün hoşlandığımız müzik yarın bizi hiç ilgilendirmez… Bunlar bilinen
hususlardır. Sonuç, mutluluğun meydana gelmesine beden kanalıyla elde edilen hazlar sebep
olamazlar. Zaten öyle olmuş olsaydı, maddesel her türlü imkân ve rahatlık içinde olan insanların
sürekli mutluluk içinde kalmaları gerekirdi. Tersine, onlar arasında mutsuzluk ve tatminsizlik ve
en fecisi, intihar ederek manasız konforlarına son verme olayları büyük bir sayı tutmaktadır.
Mutluluğu iktisadi seviyede, eğitimde arayan kimseler için de durum aynıdır. Örneğin İsveç,
ABD, Almanya’da durum böyledir. Karnın doyması, sırtın pek-gönlün hoş olması mutluluksa bir
mesele yok. Fakat karın tokluğu bir sonuçtur ve daima tekrarlanır. Demek ki geçicidir, yenilemek
gerekir.
Kendi kendine insanın yetmemesi, tekâmül gereğidir. Kendi kendine insanın yetmesi, bütün
olarak cahilliğinden ileri gelir. Mutlak karşısında, şüphesiz, daima cahillik söz konusudur, fakat
her tekâmül safhasının bir bilgisi vardır. İşte, bu bilginin sahibi olmak, insanın ham hayalle, sapık
düşüncelerle kendi kendine verdiği olmadık değer hükümlerinin, sanıların, payelerin dışında
kalmasına, kalabil
(41) mesine sebep olacaktır ki, bu kendi kendine yetmedir. Böylece insan kendi kendini tanıma,
bilme safhasına geçer.
Kendi iç realitenizle gerçek deneyler sonucu karşılaştıkça, ben’in mahiyeti hakkında
haletlere ulaştıkça, insan dış âlemle kendisinin çok başka mahiyetlerde yapılara sahip
olduğunu sezinleyecek, sonra anlayacaktır. Ouspenski’nin deyimiyle, eşya ve olayları
kendinden tamamen farklı görecek, onlarla aynı hüviyet içinde bulunmayacak, eşkoşmayacak (ve
dinsel açıdan putperestlik) ve onların dışında kalabilecektir. O zaman mutluluğu sağlayan
öğelerin vaktiyle söylenmiş ve üzerinde söylevler verilmiş olan kıymet hükümlerinden ne kadar
farklı olduğunu anlayacaktır, insan. Mutluluk ne eşyadan, ne olaylardan gelecektir. O, bir
realite zenginliğidir, bir yüksek anlayış, üstün seziş, gerçeklerle temasa geçiştir.
Nefsaniyetin, kâinatı milimetrik bir çatlaktan seyrettiren darlığı, iç realitenin karanlıklar içinde
kalmasına sebeptir. Ruh gerçekliğinin, ruhsal hayatın, ruhsal ahlakın olmadığı bir yaşantı asla
mutluluk getirmez. Maddesel realitenin desteği ruhsal realitedir, o ruhsal realiteyle birlikte
varlığını sürdürebilmektedir.
Ruhçu realiteye göre insanın özlemini çektiği mutluluk bir gaye değil, bir sonuçtur. Bu sonuca
ulaşabilmek için insan hayatı, ruhsal bir hayat içinde şekillenen maddesel bir tatbikat tarzında
cereyan etmelidir. Bu tatbikatın bilgi, anlayış ve makul vicdanla yapılabileceği, yapılması
gerektiği, gerçek olarak idrak edilirse, mutluluk denen materyalist hazcılık probleminin çözüm
şekli de bulunmuş olacaktır.
(42) Mutluluk istiyor insanlar! Mutlu olmak için her yöne gidiyor ve her çareye başvuruyor.
Fakat maddesel hazcılığın ötesine geçecek şuur hamlesini yapmıyor, yapamıyor. Beden
realitesinin ötesinden aşıp gelen birtakım sezgiler ve manalar altında zaman zaman kalıyor. Bu
durum, bulunduğu realitenin yetersizliğinin bir nişanesidir. Bu durum, güvendiği tekniğin,
bilimin, iktisadi gücün ve maddesel felsefenin sefaletidir. Karnı tok, sırtı pek insanların mutluluğu
bir rüyadır, hem de, sonunda taş gibi realitelerin burunları dibine dikileceği bir uyanıklık öncesi
sözde yaşantıdır.
Hayatın anlamını kavramadıktan sonra, mutluluğun aranması faaliyeti nihayete eremez.
Hayatı maddesel olmaktan çıkarıp, ruhsal bir kaynaktan taşıp gelen gerçeklerin bereketli tesirleri
altında yeniden tanzim etmek gerekecektir. Yalnız ne maddesel olmak ne de ruhsal olmak yeterli
değildir. Ruh ve Madde’yi bilgi, idrak ve makul vicdan ışığıyla aydınlatıp, bir “birlik içinde”
bulunmak, Kadir-i Mutlak Allah’ın İlahi İrade Kanunları’na hizmetkâr bir varlık
hüviyetini kazanmaya çalışmak, varlığı mütekâmil kılar. İşte, mutluluk böylece kendisinde,
bizzat tekâmülden doğacaktır. Tekâmülün her safhasından geçerken, onun gereği olan mutluluğu
tatmak, varlığın doğal hakkıdır.
Makine medeniyeti, mekanik yaşantı, maddecilik ideali, duyuların tatmini ve tanrısızlık
felsefesi insanlığa kılavuzluk ettiği sürece, mutluluk denen garip kelimelerin anlamı insan
tarafından doyasıya anlaşılmayacaktır.
Deriz ki, mutluluk bir vehimden ibarettir, mutluluk geriliğin tevilidir ve nihayet, mutluluk
köstektir… Onu maddenin içinde aramak, onu gaye edinmek gibi bir yanlış felsefeye düşülmüşse,
varlığın gayesi bu mutluluk değildir. Onun gayesi, şuur genişlemesi, idrak yükselmesi, bilgi
(43) ve kâinat kanunlarına uygun faaliyetlerde bulunmaktır, tekâmüldür. Kâinatta var olan
ahengin hissedilmesi, bu ahenge uygun ritmde bulunmak, olayların derin mana ve bilgeliğini
müşahede, varlıkta hâsıl olan mistik nitelikteki duygu coşkunluğu yani mutluluğu doğurur. Bu
durum insanın ulaşacağı merhaledir ve onun için mutluluğu arar.

AŞIRI İSTEK ve ISTIRAP


Hırslar ve arzular, her ne kadar insan ruhunun, insan varlığının motivasyon (yani insanı
harekete geçiren, araştırmalar yaptıran, tecrübelere neden olan ve bu sebeple de tekamül ettiren)
unsurlarıysa da aynı zamanda, bu arzu ve hırslar bizim bilgisizliğimizden, cehaletimizden de
kaynaklanır.
Şimdi burada, karşımıza yeni bir sorun çıkıyor; bilgisizlik ve cehalet ne demektir? Bilgiyi nasıl
anlamamız gerekiyor? Bilgili olmak ne demektir?
Bugünkü insanlığın bilgiden çıkarttığı anlam şudur: Bilgi; tamamen pratik sonuçlar veren,
deney ve gözlemle ede edilen, fizikoşimik veya biyolojik bazı bilimsel prensiplerin bir araya
gelmesinden oluşan bir birikim, bir sentezdir. Yani bilgi, akademik bir çalışmanın sonucunda elde
edilen insan zihnindeki birtakım tasniflerdir.
Oysa elde edilen bilgi hiçbir şekliyle, insanlar tarafından ortaya konmuş olan bir prensibin
veya yasanın müdafaasını yapmaması gerekir. Çünki bu bilgi, doğrudan doğruya insanın
kendisine ve artık bir senteze ihtiyaç olmayan, Hakikat dediğimiz, bütün insanların, ondan
kendilerine uygun
KENDİNİ BİLMEK

gelecek şekilde veya kendilerinin kaldırabileceği şekilde mükemmel cevaplar alabileceği bilgi
demektir.
Hakikati ifade eden ve artık senteze gerek duyulmayan bilgilerimiz arttıkça, arzularımız
ve hırslarımız sık
(44) değişir biçimde hareket etmekten vazgeçip, frekansı daha az, dalga boyu daha uzun
bir ritme geçerler.
Eğer çevremiz maddeye karşı aşırı derecede bir hırs gösteren kimselerden oluşuyorsa, bu
kimseler, bize hayatın anlamını bilemediğimizi açıkça belirtir. Bu tip insanların oluşturduğu
çevre, hırsı ve arzuları dingin olana karşı devamlı nasihat verme eğilimindedir. Derler ki; “Senin
aklın ermiyor, sen hayatı henüz bilmiyorsun, çünkü hayatın bir anlamı, insanın birtakım erekeleri
ve ulaşması gereken hedefleri vardır. Bu hedefler tatmin olmak ve bazı kudretlere sahip olmak
gibi çok geçerli hedeflerdir. İnsan, kudretli ve güçlü olmalıdır. Amacına ulaşabilmek için de, gayet
enerjik ve hırslı bir şekilde o işin üzerine gidip, o şeyi kapması, kendi malı haline getirmesi gerekir
ki, rahat bir şekilde yaşayabilsin.”
İşte, çevre, kendilerinden ayrı şekilde düşünenlere hep bu tarzda hayatı öğretici nasihatleri
vermekten hiç bıkmaz.
Burada önemli olan, insanın yaşam hakkındaki bilgisi, yaşamı nasıl anladığı, yaşamın hedefi ve
üstün gayesi hakkındaki düşünceleridir. Bütün bunlar tespit edildiği zaman arzular tasnif olur.
Hayatın anlamını; kendini geliştirerek, tekâmülün akışı içerisinde mümkün olduğu kadar az
sapmalara uğrayarak, zaman periyodu bakımından da ritmik bir şekilde gelişmek, evrenselleşmek
tarzından anlayan bir insanın, kendisine engel olacak her türlü mâniayı bir tarafa atmak arzusu
içinde olması gerekir. Bu yüzden de kendisine engel olacak her türlü arzu ve hırsı da tanımaya,
öğrenmeye ve bunları bir kenara itmeye çalışmanın yollarını arar. “Üstün bir hedefe doğru nasıl
ulaşabilirim ve benim önüme neler çıkabilir, ben bunları nasıl bertaraf edebilirim?” diye düşünen
bir insan için, hayat, sadece keyfine yaşamak, dinmeyen arzu-
(45)larını devamlı tekrarlarla tatmin etmek, arada bir Yaradan’ın kendine vermiş olduğu sağlığa
şükredip, etrafındaki insanlara da “karınca kararınca” yardım edip, yine de tabiatın kendisine
sunmuş olduğu pastadan en büyük payı almanın yollarını aramak değildir.
Tamamen hedonist, yani tamamen duyulardan gelen bir tatmini kendisine gaye edinmiş
olarak yaşayanlar, yukarıda tarif ettiğimiz biçimde yaşam anlayışları olan tiplerdir. Hedonizm,
sadece duyuların tatmini veya bildiğimiz bir lezzet şeklinde de ifade edilmez. Hedonizm, birtakım
fikirlerin, fikir sistemlerinin insanlar üzerindeki etkisidir. Pastadan en büyük payı almanın lezzeti
gibi, fikir sistemini hiç değiştirmeden hep aynı sabitede kalmak da bir lezzet, bir haz ve rahatlık
verir.
Fareler üzerinde yapılan araştırmalar göstermiştir ki; hazza ulaşmak duygusu, otomat bir
biçimde hayvanlarda da çok gelişmiştir. Örneğin: Belli bir süre kapalı bir yerde tutulan bir beyaz
fare, son derece karışık olan yolun ucundaki peynire ulaşması gerektiğini içgüdüsüyle bilir ve
bütün o komplike barikatları aşarak peynire ulaşınca veya belli bir noktaya ayağını değdirdiği
zaman, beyninin haz noktalarına bağlanmış olan elektrotlar vasıtasıyla, bir uyaran alarak hazza
ulaşır ve hayvan bu hazzı yaşamak dürtüsüyle çırpınıp durur. Haz noktasına ulaşıncaya kadar
hayvanın önüne pek çok engel konmuştur. Elektriksel alanlar, ayağına batan şeyler ve çeşitli
zedelenmeler
HAYATIN ANLAMI

onu sarsmaktadır. Bütün bunlara rağmen karşı konulamayan haz dürtüsüyle hayvan, her
seferinde engeller aşarak o noktaya gelir.
İşte bu kalıp, daha geniş ve biraz daha karmaşık haliyle insanlarda da vardır.
Gerçekten biz insanlar da, egomuzu-nefsimizi tatmin
(46) eden bize haz veren birçok uyaranları ister, arar ve sürekli olarak tatmini peşinde koşarız.
Tekrar ve tekrar aynı hazzı elde etmenin yollarını bulmaya çalışır ve buluruz da…
Elbette, şuursuz şekilde yapılan bütün çalışmalar insanlara ıstırap verir. Yani cehennemin
hazırlanışı, aşırı derecede tek yönlü arzu ve hırslara kapılmakla olur.
Aşırı derecede tek yönlü her istek zararlıdır. Örneğin, aşırı madde hırsının zıddı olan aşırı
derecede maneviyat ve ruha bağlı olmak da öbürü kadar sakıncalıdır ve aynı zararlı sonuçları
verir. Aşırı derecede ruhsallığa bağlılık da, maddeye bağlılık gibi insanın cehennemini hazırlar.
Çünkü yeryüzünde bedenli olarak yaşamanın anlamı, tam işbirliğinden meydana gelen canlı
beden içerisindeki dengeyi kurmak zorundayız. Her iki uç da insana zararlı sonuçlar verir. Bu
zarar kendiliğinden gelir, kimse getirmez. Aşırı uçlarda olmanın zararını fert kendi başına
yaşamak mukadderindedir.
İnsan için en gerekli yol, orta yoldur. Bu da, her iki yolun genel bilgisine sahip olmakla
mümkündür. Bu genel bilgi elde edilmediği sürece, yani tek boyutlu kalındığı sürece ikinci
boyuttan; ikinci boyutta kalındığı sürece de üçüncü boyuttan haberdar olmak mümkün değildir.
Örneğin, günlük hayatımızda, doğru mu yanlış mı olduğuna karar veremediğimiz küçük bir
davranış ya da olay bile bize cehennem azabı yaşatır. Neticesinin ne olacağına karar
veremediğimiz ve sonucu hakkında kesin bir bilgimizin olmadığı her olayın bize cehennem
sıkıntısı vermesi doğaldır.
Eskilerin dediği, “Cehennemden geçmeyen cennete gidemez.” Sözü çok doğrudur. Hata
işlemeyen, bilgisizce davranışlarda bulunmayan insan, doğruyu ve bilgili oluşu
(47) öğrenemez. Onun için her şeyde, inisiyatik yolda olduğu gibi önce bir cehenneme düşülerek,
maddesel olarak duyular yoluyla da ıstırap çekilir, çektikten sonra da daha üstün bir şuur
seviyesine yükselmekle cennet hali oluşturulmuş olur.
İnsan kendisini çevresinden yalıtamaz, tecrit edemez. Soyutlandığı zaman yaşam enerjisinden
çok şey kaybeder. Çünki, gözlem imkânı ve toplumla ilişkilerinden doğacak olan yeni bilgilerle
kıyas yapabilme imkânı ortadan kalkar. Bir köşeye çekilmek, kapalı bir sistem içerisinde yaşamak,
toplum halinde yaşama kaderine sahip bir varlık olan insan için istenen bir şey değildir. Ama bu
demek değildir ki, biz kendi kişiliğimizi, öz benliğimizi toplumun rengine, havasına, ahengine,
huyuna-suyuna göre ayarlayalım. Bulunan ortama göre renk değiştirmek doğru değildir.
Sadece içgüdüleri ve içgüdülerini tanzim eden haz ve merkezleriyle yaşayanlar nereden zevk
alıyor, nereden keyifleniyorlarsa o noktaya yönelirler ki, bu da onların, henüz belli bir kişilik
oluşturmadıklarını gösterir. O varlık kendine göre bir program çizmemiştir ve hayattan istediği
şeylerin ne olduğunun farkında değildir. Toplum böyle istiyor diye, onların istediği tarzda
düşünüp davranış biçimi ayarlamak, şahsiyetin henüz oluşmadığının ispatıdır. Gelişmiş şahsiyet
sahibi olmak, birtakım diploma ve mevkilere bağlı değildir. Bu şekilde diploma sahibi olmak,
kütüphanede bulunabilecek bazı kitapların bilgilerinin, kütüphane rafı yerine beyinde
taşınmasıdır.
Kişiliğinin gelişmesi başka bir şeydir. Her şeyden önce kişiliği gelişmiş bir insan kendine
güvenir. Kendine güven duygusu, mantık üstü mantığı aşan, onu kontrol altına alan bir duygudur.
Ayrıca, güven duygusu vicdani bir gelişmeyi de gösterir. Vicdani gelişimini belli bir seviyeye çı-
(48)karamamış insanlarda güven duygusu da gelişmemiştir veya vicdani seviyesine göre bir güven
duygusu vardır. Derler ya, “Satın alınmayacak insan yoktur, sen sadece fiyatını biç.” Bu deyiş bize
şunu anlatır:
İnsanlar belli bir vicdan seviyesindedir. Belli bir “vicdan seviyesinde”, belli bir şuur aydınlığı
içinde olmak demek, geçmişe ve geleceğe olan hâkimiyetin derecesi demektir. Zaten eğer arzular
ve hırslar olmazsa, sizi hiç kimse satın alamaz. Çünki satın almanın anlamı, birtakım maddesel
kudretlerin ele geçirilmesidir. Bu kudretleri ele geçireceğim de ne olacak, diye düşünüyorsanız
sizi kimse satın alamaz. Güzel giyinmek, güzel yemek yemek, güzel evde oturmak, konforlu bir
hayata sahip olmak, her gece eğlenceye gitmek, mümkün olduğu kadar az yorulup çok keyif
yapmak gibi, bedenin duyular yoluyla tatmini için arayışları olmayan insanın fiyatı da yoktur.
Bunların içerisinde pek nadiren, insanlara daha fazla yardımcı olmak gayesiyle satılmak söz
konusuysa da, bu pek özel bir durumdur ve o kimsenin şuuraltı programıyla, yani kaderiyle
ilgilidir. Fakat genellikle, satın alınmamız ruhsal yetersizliğimiz nedeniyledir. İnsan her zaman
parayla satın alınmaz, bazen bir çift söz, bazen bir iltifat ve bazen de inançlarımız nedeniyle satın
alınırız. İnandığımız için kabul eder, öyle olsun deriz. Hiçbir art niyetle düşünmeden inandığımız
için şuursuzca hareket etmiş
olabiliriz.
O halde, problemin dönüp dolaşıp geleceği nokta, tamah, hırs, açgözlülük dediğimiz, endişeli
yaşamak dediğimiz hususlardır ve bizim cehennemimizi hazırlarlar.
Endişeli yaşamak, hayata ve çevresine, dolayısıyla Yaradan’ına karşı hiçbir şekilde güven
duyamamış insanların (her ne kadar Yaradan’ına inansa da, güvenmediği için) devamlı tedbirli
olmak zorunda olmalarıdır. Bu tedbir de güvensizliktir. Bu demek değildir ki, biz tedbirli olmaya-
(49)lım. Tabii ki tedbirli olmak zorundayız. Çünkü kendimiz ve çevremiz birbirine güvenmeyen
bir topluluk oluşturuyoruz. Hiç kimse kimseye güvenmiyor, o halde tedbir gereklidir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; hareketlerini şuurlu olarak tanzim etmek isteyen insanın,
toplumun rağbet ettiği kıymetler karşısında uyanık olması lazımdır.

ISTIRAPLAR TEKÂMÜL İHTİYACIDIR


Ne denizin ortasında kalsan, ne de dağların kovuklarına sokulsan,
arz üzerinde hiçbir tarafta fena işlerin pençesinden kaçabilecek bir
yer bulamazsın. Yavaş yavaş sütün koyulaşması gibi, yaptığın fena
işler de meyvesini verir. Uzun bir yolculuktan sağ ve salim evine
dönen bir kimseyi, anası, babası, dostları, arkadaşları karşıladığı
gibi; iyi işler yapmış bir kimseyi de, bu dünyadan ötekine göçünce,
onu yaptığı işler, tıpkı, yakınları tarafından karşılanan bir yolcu gibi
karşılarlar.
Ey talebeler, kendi kendisini murakabe eden, vicdanına hâkim olan,
Sapıklığa düşmeksizin, hareketli gayretlerine kendi kendisi hakkında
Çalışmakta sebat eden bir rahiple bir zevk duygusu hâsıl oldu. O zam-
an şunu anladı: “Sebeplerde doğmuş, sebebi daima ve baki olmayan
bir bedene dayanan bir zevk duygusu nasıl daim ve baki olabilir?”
Böylece, beden için olduğu gibi, zevk duygusu hususunda da bekasız-
lık, kaybolma, ayrılmanın temaşasına daldı. Beden ve zevk duygusuna
Çevrilmiş her türlü haris temayüllerden de kurtuldu.

GUATAMA BUDA

Yukarıdaki bilgilerle zamanımız gerçeklerini karşılaş-


(50)tırdığımızda, insan ister istemez şaşırmaktadır. Öyle bir hayat düzeni kurmuşuz ki, onun
içerisinde ihtiraslar çok önemli rol oynamaktadır. Hayatımızın sürekliliği, gelişimi bir yerde
ihtiraslara bağlı. Bu ihtirasları ortadan kaldırdığımız anda, hayatın sürekliliği sanki kesilecekmiş
gibi geliyor insana. İcatlarımızla, kurumlarımızla, koyduğumuz kanunlarla, sanatımızla, ahlak
sistemimizle ve hatta dinlerimizle, daima belirli ihtiraslar peşindeyiz. Dinlerimiz de bize belirli
ihtiraslar aşılar. Belirli vaatlerle belirli sonuçlara ulaştırmak için kamçılar durur. Hiç olmazsa
cenneti vaat eder. Hiç değilse bize vaat edilmiş bazı şeyleri gösterir. Devamlı olarak bizdeki
ihtirasları kamçılar.
En mistik ihtirası ele alacak olursak, o da Tanrı’ya yaranmak, O’nın rızasına nail olmaktır.
Budizm ise, bunların hiçbirini kabul etmemektedir. Budizme göre, bütün bunların hepsi, ne
olursa olsun, beden kanalıyla geldiğine göre ortadan kaldırılmalıdır. Bundan ilahi bir haz duyulsa
da…
Bütün hazlar geçici. Her ne olursa olsun, duygular yönünden gelen her şey fanidir. Budizimde,
fani olmayan bir tek şey Bilgi olarak ele alınmıştır. Bilgi, her şeyi kapsar. Bilginin geldiği yerde
ne ihtiras kalır, ne ölüm kalır, ne de ıstırap…

Budizme göre dünya, birbirini izleyen olaylardan ibarettir.


Birtakım fikirlerin bile ortaya çıkmasına sebep olan, yine birtakım olaylardır. Budizme göre ilk
sebep diye bir şey yok, başı ve sonu açık olan bir sebeplilik kanunu var. Değişmeyen, kendi
kendine var olan bir şeye dayanmıyor. Evrende olan her şey, birbirinin sebebi ve sonucu olan
olaylardır. Evren vakalardan ibarettir. İstenildiği kadar
İsim takılsın, başka bir şey bulunmasına imkan yoktur. İs-
Tenildiği kadar formasyonlar oluşturulsun, dışarıda veya
içeride… Bunların hepsi birer tehayyülden ibarettir. Bunlar
HAYATIN ANLAMI

da sonuna, insanın ıstırabının kaynağı olmaktadır. İnsan-


lar böylece, ıstıraplarla karşılaşmaktadırlar.

Bugünkü gerçeklikse buna hiç uymamaktadır. İnsan-


ların yaşayış şekli bunun tamamen tersidir. Her türlü be-
den ve zevk duygusuna çevrilmiş haris temayüller alabil-
diğine geliştirilmektedir. Bugün insanlar, beden ve zevk
duygusundan gelen her türlü hırsın tatmini hülyası içinde-
dirler. Tamamen bir tefekkür olayı varsa, bu, Budizmde ol-
duğu gibi nefsin kontrol altına alınmasına yöneltilmiş de-
ğil, alabildiğine serbest bırakılmasına yöneltilmiştir. Bu-
besbelli ki, sonunda iyi bir şey getirmeyecektir. Beden ka-
nalıyla elde edilen zevk, sonunda geçici zevkler üzerine
kurulmuştur. İnsanların çoğunun ıstırap içinde kalması,
tekrar tatminsizlikler içinde boğulması, yıkılması, parça-
lanması hep bundan ileri gelmektedir. Beden ve zevk duy-
gusuna çevrilmiş hırslı eğilimlere korkunç derecede bağlı-
lık olmasından dolayı televizyon reklamlarından gazetele-
re, insanların ticari ahlak zihniyetinden sokakta yürüyen
insanların birbirine olan davranışlarına kadar, yüzde dok-
san, sırf bu istikamette telkinlerle doludur her taraf. Ve
onu gayet enteresan telkin metotları kullanmak suretiyle
insanlara da kabul ettirmeye çalışmaktadırlar.
Bütün bunların arkasında, sinsi ve şeytani bir zekâ, bu
beden ve zevk duyguna çevrilmiş hırsları devamlı ola-
rak körüklemekte ve kendi fonksiyonunu da yerine getir-
mektedir. İnsanların beyinleri o kadar güzel şartlandırıl-
maktadır ki, bunlar kendilerine çok normal gelmektedir.
Genellikle, “Herkesin yaptığını ben niçin yapmayayım?
örf ve adet bunu gerektiriyor, sen de herkese uy.” propagan-
dası ve telkini altında hareket edilmektedir. Kişiliğin kur-
tarılmasıyla ilgili yollar hiçbir zaman aranmamaktadır. Bu-
dist rahibin söylediği gibi, “kendi kendisini denetlemede,
vicdana hakim olmada, iğvaya düşmeksizin, hararetli bir

51

You might also like