Professional Documents
Culture Documents
Yaşamin Amaci Kendi̇ni̇ Bi̇lmek
Yaşamin Amaci Kendi̇ni̇ Bi̇lmek
gelecek şekilde veya kendilerinin kaldırabileceği şekilde mükemmel cevaplar alabileceği bilgi
demektir.
Hakikati ifade eden ve artık senteze gerek duyulmayan bilgilerimiz arttıkça, arzularımız
ve hırslarımız sık
(44) değişir biçimde hareket etmekten vazgeçip, frekansı daha az, dalga boyu daha uzun
bir ritme geçerler.
Eğer çevremiz maddeye karşı aşırı derecede bir hırs gösteren kimselerden oluşuyorsa, bu
kimseler, bize hayatın anlamını bilemediğimizi açıkça belirtir. Bu tip insanların oluşturduğu
çevre, hırsı ve arzuları dingin olana karşı devamlı nasihat verme eğilimindedir. Derler ki; “Senin
aklın ermiyor, sen hayatı henüz bilmiyorsun, çünkü hayatın bir anlamı, insanın birtakım erekeleri
ve ulaşması gereken hedefleri vardır. Bu hedefler tatmin olmak ve bazı kudretlere sahip olmak
gibi çok geçerli hedeflerdir. İnsan, kudretli ve güçlü olmalıdır. Amacına ulaşabilmek için de, gayet
enerjik ve hırslı bir şekilde o işin üzerine gidip, o şeyi kapması, kendi malı haline getirmesi gerekir
ki, rahat bir şekilde yaşayabilsin.”
İşte, çevre, kendilerinden ayrı şekilde düşünenlere hep bu tarzda hayatı öğretici nasihatleri
vermekten hiç bıkmaz.
Burada önemli olan, insanın yaşam hakkındaki bilgisi, yaşamı nasıl anladığı, yaşamın hedefi ve
üstün gayesi hakkındaki düşünceleridir. Bütün bunlar tespit edildiği zaman arzular tasnif olur.
Hayatın anlamını; kendini geliştirerek, tekâmülün akışı içerisinde mümkün olduğu kadar az
sapmalara uğrayarak, zaman periyodu bakımından da ritmik bir şekilde gelişmek, evrenselleşmek
tarzından anlayan bir insanın, kendisine engel olacak her türlü mâniayı bir tarafa atmak arzusu
içinde olması gerekir. Bu yüzden de kendisine engel olacak her türlü arzu ve hırsı da tanımaya,
öğrenmeye ve bunları bir kenara itmeye çalışmanın yollarını arar. “Üstün bir hedefe doğru nasıl
ulaşabilirim ve benim önüme neler çıkabilir, ben bunları nasıl bertaraf edebilirim?” diye düşünen
bir insan için, hayat, sadece keyfine yaşamak, dinmeyen arzu-
(45)larını devamlı tekrarlarla tatmin etmek, arada bir Yaradan’ın kendine vermiş olduğu sağlığa
şükredip, etrafındaki insanlara da “karınca kararınca” yardım edip, yine de tabiatın kendisine
sunmuş olduğu pastadan en büyük payı almanın yollarını aramak değildir.
Tamamen hedonist, yani tamamen duyulardan gelen bir tatmini kendisine gaye edinmiş
olarak yaşayanlar, yukarıda tarif ettiğimiz biçimde yaşam anlayışları olan tiplerdir. Hedonizm,
sadece duyuların tatmini veya bildiğimiz bir lezzet şeklinde de ifade edilmez. Hedonizm, birtakım
fikirlerin, fikir sistemlerinin insanlar üzerindeki etkisidir. Pastadan en büyük payı almanın lezzeti
gibi, fikir sistemini hiç değiştirmeden hep aynı sabitede kalmak da bir lezzet, bir haz ve rahatlık
verir.
Fareler üzerinde yapılan araştırmalar göstermiştir ki; hazza ulaşmak duygusu, otomat bir
biçimde hayvanlarda da çok gelişmiştir. Örneğin: Belli bir süre kapalı bir yerde tutulan bir beyaz
fare, son derece karışık olan yolun ucundaki peynire ulaşması gerektiğini içgüdüsüyle bilir ve
bütün o komplike barikatları aşarak peynire ulaşınca veya belli bir noktaya ayağını değdirdiği
zaman, beyninin haz noktalarına bağlanmış olan elektrotlar vasıtasıyla, bir uyaran alarak hazza
ulaşır ve hayvan bu hazzı yaşamak dürtüsüyle çırpınıp durur. Haz noktasına ulaşıncaya kadar
hayvanın önüne pek çok engel konmuştur. Elektriksel alanlar, ayağına batan şeyler ve çeşitli
zedelenmeler
HAYATIN ANLAMI
onu sarsmaktadır. Bütün bunlara rağmen karşı konulamayan haz dürtüsüyle hayvan, her
seferinde engeller aşarak o noktaya gelir.
İşte bu kalıp, daha geniş ve biraz daha karmaşık haliyle insanlarda da vardır.
Gerçekten biz insanlar da, egomuzu-nefsimizi tatmin
(46) eden bize haz veren birçok uyaranları ister, arar ve sürekli olarak tatmini peşinde koşarız.
Tekrar ve tekrar aynı hazzı elde etmenin yollarını bulmaya çalışır ve buluruz da…
Elbette, şuursuz şekilde yapılan bütün çalışmalar insanlara ıstırap verir. Yani cehennemin
hazırlanışı, aşırı derecede tek yönlü arzu ve hırslara kapılmakla olur.
Aşırı derecede tek yönlü her istek zararlıdır. Örneğin, aşırı madde hırsının zıddı olan aşırı
derecede maneviyat ve ruha bağlı olmak da öbürü kadar sakıncalıdır ve aynı zararlı sonuçları
verir. Aşırı derecede ruhsallığa bağlılık da, maddeye bağlılık gibi insanın cehennemini hazırlar.
Çünkü yeryüzünde bedenli olarak yaşamanın anlamı, tam işbirliğinden meydana gelen canlı
beden içerisindeki dengeyi kurmak zorundayız. Her iki uç da insana zararlı sonuçlar verir. Bu
zarar kendiliğinden gelir, kimse getirmez. Aşırı uçlarda olmanın zararını fert kendi başına
yaşamak mukadderindedir.
İnsan için en gerekli yol, orta yoldur. Bu da, her iki yolun genel bilgisine sahip olmakla
mümkündür. Bu genel bilgi elde edilmediği sürece, yani tek boyutlu kalındığı sürece ikinci
boyuttan; ikinci boyutta kalındığı sürece de üçüncü boyuttan haberdar olmak mümkün değildir.
Örneğin, günlük hayatımızda, doğru mu yanlış mı olduğuna karar veremediğimiz küçük bir
davranış ya da olay bile bize cehennem azabı yaşatır. Neticesinin ne olacağına karar
veremediğimiz ve sonucu hakkında kesin bir bilgimizin olmadığı her olayın bize cehennem
sıkıntısı vermesi doğaldır.
Eskilerin dediği, “Cehennemden geçmeyen cennete gidemez.” Sözü çok doğrudur. Hata
işlemeyen, bilgisizce davranışlarda bulunmayan insan, doğruyu ve bilgili oluşu
(47) öğrenemez. Onun için her şeyde, inisiyatik yolda olduğu gibi önce bir cehenneme düşülerek,
maddesel olarak duyular yoluyla da ıstırap çekilir, çektikten sonra da daha üstün bir şuur
seviyesine yükselmekle cennet hali oluşturulmuş olur.
İnsan kendisini çevresinden yalıtamaz, tecrit edemez. Soyutlandığı zaman yaşam enerjisinden
çok şey kaybeder. Çünki, gözlem imkânı ve toplumla ilişkilerinden doğacak olan yeni bilgilerle
kıyas yapabilme imkânı ortadan kalkar. Bir köşeye çekilmek, kapalı bir sistem içerisinde yaşamak,
toplum halinde yaşama kaderine sahip bir varlık olan insan için istenen bir şey değildir. Ama bu
demek değildir ki, biz kendi kişiliğimizi, öz benliğimizi toplumun rengine, havasına, ahengine,
huyuna-suyuna göre ayarlayalım. Bulunan ortama göre renk değiştirmek doğru değildir.
Sadece içgüdüleri ve içgüdülerini tanzim eden haz ve merkezleriyle yaşayanlar nereden zevk
alıyor, nereden keyifleniyorlarsa o noktaya yönelirler ki, bu da onların, henüz belli bir kişilik
oluşturmadıklarını gösterir. O varlık kendine göre bir program çizmemiştir ve hayattan istediği
şeylerin ne olduğunun farkında değildir. Toplum böyle istiyor diye, onların istediği tarzda
düşünüp davranış biçimi ayarlamak, şahsiyetin henüz oluşmadığının ispatıdır. Gelişmiş şahsiyet
sahibi olmak, birtakım diploma ve mevkilere bağlı değildir. Bu şekilde diploma sahibi olmak,
kütüphanede bulunabilecek bazı kitapların bilgilerinin, kütüphane rafı yerine beyinde
taşınmasıdır.
Kişiliğinin gelişmesi başka bir şeydir. Her şeyden önce kişiliği gelişmiş bir insan kendine
güvenir. Kendine güven duygusu, mantık üstü mantığı aşan, onu kontrol altına alan bir duygudur.
Ayrıca, güven duygusu vicdani bir gelişmeyi de gösterir. Vicdani gelişimini belli bir seviyeye çı-
(48)karamamış insanlarda güven duygusu da gelişmemiştir veya vicdani seviyesine göre bir güven
duygusu vardır. Derler ya, “Satın alınmayacak insan yoktur, sen sadece fiyatını biç.” Bu deyiş bize
şunu anlatır:
İnsanlar belli bir vicdan seviyesindedir. Belli bir “vicdan seviyesinde”, belli bir şuur aydınlığı
içinde olmak demek, geçmişe ve geleceğe olan hâkimiyetin derecesi demektir. Zaten eğer arzular
ve hırslar olmazsa, sizi hiç kimse satın alamaz. Çünki satın almanın anlamı, birtakım maddesel
kudretlerin ele geçirilmesidir. Bu kudretleri ele geçireceğim de ne olacak, diye düşünüyorsanız
sizi kimse satın alamaz. Güzel giyinmek, güzel yemek yemek, güzel evde oturmak, konforlu bir
hayata sahip olmak, her gece eğlenceye gitmek, mümkün olduğu kadar az yorulup çok keyif
yapmak gibi, bedenin duyular yoluyla tatmini için arayışları olmayan insanın fiyatı da yoktur.
Bunların içerisinde pek nadiren, insanlara daha fazla yardımcı olmak gayesiyle satılmak söz
konusuysa da, bu pek özel bir durumdur ve o kimsenin şuuraltı programıyla, yani kaderiyle
ilgilidir. Fakat genellikle, satın alınmamız ruhsal yetersizliğimiz nedeniyledir. İnsan her zaman
parayla satın alınmaz, bazen bir çift söz, bazen bir iltifat ve bazen de inançlarımız nedeniyle satın
alınırız. İnandığımız için kabul eder, öyle olsun deriz. Hiçbir art niyetle düşünmeden inandığımız
için şuursuzca hareket etmiş
olabiliriz.
O halde, problemin dönüp dolaşıp geleceği nokta, tamah, hırs, açgözlülük dediğimiz, endişeli
yaşamak dediğimiz hususlardır ve bizim cehennemimizi hazırlarlar.
Endişeli yaşamak, hayata ve çevresine, dolayısıyla Yaradan’ına karşı hiçbir şekilde güven
duyamamış insanların (her ne kadar Yaradan’ına inansa da, güvenmediği için) devamlı tedbirli
olmak zorunda olmalarıdır. Bu tedbir de güvensizliktir. Bu demek değildir ki, biz tedbirli olmaya-
(49)lım. Tabii ki tedbirli olmak zorundayız. Çünkü kendimiz ve çevremiz birbirine güvenmeyen
bir topluluk oluşturuyoruz. Hiç kimse kimseye güvenmiyor, o halde tedbir gereklidir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; hareketlerini şuurlu olarak tanzim etmek isteyen insanın,
toplumun rağbet ettiği kıymetler karşısında uyanık olması lazımdır.
GUATAMA BUDA
51