You are on page 1of 7

19.

YY FELSEFESİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ:

19.YY modern çağın ilk adımlarının atıldığı çağ olmuştur. 19.yy Felsefi görüşleri Pozitivizm ve Alman
İdealizmi, gerçeğin mutlak olarak kavranabileceği konusunda ortak bir bakışa sahiptirler. Ancak 19.yy,
aykırı görüşler, ideolojiler çağı olmuştur.

İdealizme karşı Pragmatizm, Anarşizm

İrrasyonalizme ve Metafiziğe karşı Pozitivizm, Materyalizm

Liberalizme karşı Sosyalizm ortaya çıktı.

1-Özgürlük, eşitlik ve adalet idealleri yaygınlaşmış ve düşünürler daha çok siyasal ve toplumsal
sorunlara yönelmiştir.

2-Pozitivizm ve Darwin’in evrim kuramının etkisiyle olgulara dayalı bilim anlayışı güçlenmiş, bilime
karşı saygı ve ilgi artmıştır.

3-Ekonomi ve teknoloji güçlenmeye başlamıştır.

4- Farklı ideolojiler ortaya çıkmıştır. 19.yy’a İdeolojiler Çağı da denmektedir.

5-Monizm (Tekçilik ) yaklaşımı güçlenmiştir.

6-Laiklik kurumsallaşmış, din ve geleneğe karşı olumsuz tutum ve Deizm güçlenmiştir.

7-Cumhuriyet ve demokrasi fikirleri, istemi yaygınlaşmıştır.

8-Sosyalizm fikrinin de etkisiyle yeni toplum, kültür ve insan tipi arayışlarına yönelme görülmüştür.

9-Sosyoloji, Psikoloji gibi insan bilimleri oluşmuştur.

10-Dil Felsefesi, Tarih Felsefesi, Bilim Felsefesi, Hukuk ve Devlet Felsefesi gibi alt dallar oluşup,
gelişmeye başlamıştır.

ROMANTİZM:

19.yy da insan duygularına önem veren bir felsefe olarak Romantizm yaklaşımı ortaya çıkmıştır. Bu
düşünce, insanın kendisinde bulmuş olduğu duygu, düşünce ve coşkuların dış dünyada da yansımış
olarak var olduğunu savunmaktadır.

Birey soyut değil, gerçek varlıktır. Bu nedenle birey bilimsel yolla değil, olduğu gibi incelenmelidir.
( bilimsel yol çeşitli özellikleri ortadan kaldırır ) Akla karşı duygular ön plana çıkarılmalıdır.

Romantik anlayışın içinde kalmış felsefe ALMAN İDEALİZM’idir.

Temsilcileri: Fichte, Schelin, Schopenhaver, Hegel

Romantizm akımının gelişmesinde Aydınlanma Çağı düşünürlerinin ve krallığa karşı


cumhuriyetçiliğin güçlenmesinin etkisi temel belirleyicidir. Rousseau, Voltaire, Monstesquie gibi
düşünürlerin geliştirdiği Özgürlük, Demokrasi, İnsan Hakları gibi idealler romantizmin düşünsel
temelini oluşturmuştur.

İngiliz Edebiyatında ilk örnekleri görülen Romantizm, Fransa’da bulduğu düşünsel ve siyasal ortam
içinde ( Fransız İhtilali – Cumhuriyetçilik ) bir sanat akımı olarak belirginleşmiş ve ilkeleri V.Hugo’nun
Cromwell adlı dramının önsözünde açıklanmıştır.
Romantizm Akımının Genel Özellikleri:

1-Klasisizmin biçimine, özüne ilişkin tüm kuralları reddetmiştir. Evrenselin yerini ulusal, yerel ve
karakter almıştır. Tragedya ve komedya, dram türünde bütünleştirilmiştir.

2- Aklın, sağduyunun yerini, bireysel duygu, hayal ve heyecanlar almıştır.

3- Dış dünyayı, doğayı renkli ve abartılı betimlemelerle anlatmışlardır.

4- Ulusal tarihe ve dinsel konulara yönelmiştir. Ölüm, acı, aşk, intihar temalarına ağırlık vermişlerdir.

5-İşlenen konular, iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin karşıtlıkları içinde ele alınmıştır.

6-“ Toplum için sanat” anlayışı benimsenmiştir.

REALİZM:

19.yy ikinci yarısında Romantizme tepki olarak Realizm akımı ortaya çıkmıştır. Realizm yaklaşımının
düşünsel temeli Pozitivizm- A.Comte tarafından atılmıştır. Dünya edebiyatını geniş ölçüde etkilemiştir.

18-19 yy’da görülen toplumsal olaylar ve çözümlenemeyen gelir adaletsizliği sorunu aydınları yeni
arayışlar içine itmiştir. Realist yazarlar, gerçekleri olduğu gibi yansıtmaya, günlük olayları ve sıradan
insanları konu edinmeye ve günlük konuşma dilini kullanmaya dikkat etmişlerdir. Bütünü görmeyi ve
düşündürmeyi amaçlamışlardır.

Realizmin Genel Özellikleri:

1-Gözlem ve belgelere büyük önem verme

2-Çevre ve toplumu önemseme

3-“Sanat için sanat “anlayışını savunma

4-Psikolojik çözümlemelere yer verme

5-Açık, anlaşılır bir dil kullanma

6-Özellikle roman ve öykü alanında eserler verme

7-Yazarlar, eserlerinde kişiliklerini gizlemişlerdir.

19.YY’DA ORTAYA ÇIKAN DİĞER AKIMLAR:

1-Naturizm (Doğacılık ) 2-Sürrealizm (Gerçeküstücülük ) 3-Sembolizm

4-Empresyonizm (İzlenimcilik ) 5- Egzistansiyalizm ( Varoluşçuluk )


HEGEL (1770- 1831 ):

- Hegel Rasyonalist ve İdealist bir filozoftur. (Diyalektik İdealizm )

“Her akli olan gerçektir, her gerçek olan akılsaldır.”


“Aklın yasalarıyla varlığın yasaları bir ve aynıdır.”
“Evrendeki bütün oluşlar, bütün varlıklar evrensel aklın (İDE-GEİST ) Diyalektik olarak
belirlemeleridir.”
GEİST- Ruh, Akıl, İde, Tin
-Hegel, doğru bilgiye Diyalektik düşünme yoluyla ulaşılabileceğini savunur.
Hegel’e göre varlık 3 alanda ortaya çıkar:
1-Matematik ve mantığın dile getirdiği KAVRAMLAR ALANI (Bu alanda değişim yoktur.)
2-Doğa bilimlerinin dile getirdiği NESNELER ALANI (Bu alanda her şey sürekli değişir.)
3-Birbirine karşıt olan nesneler ve kavramlar alanını uzlaştıran GEİST (TİN ) ALANI
“Varlık Diyalektik yasalarla açılır.”
Diyalektik, karşıtlıkların uzlaşmasıyla ilerleyen bir düşünme ve oluş yöntemidir. Gerçeğe
ancak tez-antitez ve sentez aşamaları olan bu yöntem ile ulaşılabilir.
Hegel, aklın ve varlığın yasaları konusunda, geleneksel mantık ilkelerini ret ederek yeni bir
takım yasalar bulmuştur. Bu yasalar DİYALEKTİK YASALARdır. Diyalektik Hegel’de bir
düşünme yöntemi ve varlık yasasıdır. Diyalektik tüm varlığın gelişme biçimidir. Her tür
yaşamın ve hareketin temelinde değişme ve çelişme vardır; her şey karşıtı aracılığı ile gelişir.
Tez antitezi gerektirir. Tez ve antitez daha yüksek bir düzeyde Senteze ulaşır. Sentez başka
bir süreçte Tez durumuna gelir ve devam eder.
“Tüm var olanların kaynağı Geist’tır.”
Hegel’e göre asıl varlık, temel töz Geisttır. (Mutlak Ruh ) Bütün varlıklar Gesitın kendini
diyalektik olarak açması ile oluşur Varlık diyalektik biçimde sürekli ilerleyen bir oluş ve
değişme içindedir. Bu diyalektik oluş sürecinde tez olan Geist, kendisini doğada gerçekleştirir.
Doğa Geistın antitezidir. Geist (tez ) ile doğanın (antitez ) sentezi ise kültür dünyasıdır.
(Sentez)
Hegel’e göre Geist (İde ), evrensel aklın kendinin tam olarak gerçekleştirmesi amacındadır.
Bu amacı gerçekleştirmek için oluş ve değişme sürecindedir.
Geist bu aşamada bilincine ulaştığı için kendini sanat, din, felsefe ile ölümsüzleştirir. Bu süreç
yeni bir durum olduğundan içinde yeni çatışmalar barındırır. O nedenle yeni bir tez-antitez-
sentez üçlüsünün başlangıcını oluşturur. Böylece değişim süreci, sürekli devam eder.
Hegel düşüncelerin, dinin, sanatın, bilimlerin, ekonominin, kurumların, toplumun……. Kısaca
her şeyin sürekli değişmesinin nedeninin bu olduğunu söyler.
Her bir varlık, içerisinde bir şey olma potansiyeli taşır. Her varlığın olacağı şey için
başkalaşması yani kendi karşıtına dönüşmesi gerekir. Sonuçta yeni bir sentezle olabileceği
şeye bu diyalektik sürecin sonunda dönüşür.
Örneğin bir elma çekirdeği aynı zamanda tohumdur. Bu tohumda bir ağaç ve ağaçta bir elma
olma gücü vardır. (Diyalektik Döngü ) Tohum toprağa düştüğünde ( yeterli koşullar olursa )
filizlenir yani tohumluktan çıkar. Tohum bedeni oluşturmaktadır ve bu beden, henüz yeni
tohumları içermez. Büyüme koşulları yerindeyse yeni bir sıçramayla çiçeklenmeye, ardından
meyve vermeye ve yeni tohumlar oluşturmaya başlar.
Tez—Elma Çekirdeği
Antitez-Elma Ağacı
Sentez- Elma Ağacı Meyvesi
“Bireyi yaratan devlettir.”
Hegel’in devlet anlayışı da varlık anlayışına dayalıdır. Ona göre Tarih, ruhun insan
dünyasında ilerleme sürecidir. Tarih içinde her toplumun bir görevi vardır. Her dönemde,
belirli bir toplum tarihin öncüsü görevini üstlenir. Görevini tamamlayan toplum yerinin başka
bir topluma bırakır. Öncü olan toplum Geistın gelişmesini sağlar.
Hegel’e göre Güzel, hem doğada hem de sanatta Geist’ın duyusal, deneysel
görünüşüdür.

POZİTİVİZM (OLGUCULUK ):
Temsilcileri: A. COMTE
İnsan için bilgide önemli olanın yalnızca olguları araştırmak olduğunu savunan yaklaşımdır.
Buna göre insan, olgular arasında var olan değişmez ilişkileri ya da doğal yasaları bulmalıdır.
Aynı anlayış bilginin temelinde deney olduğunu savunur.
Doğru bilgiye yalnızca olgulara bilimin yöntemlerine ( deney ve gözlem ) dayanarak
ulaşılabilir. Bu yolla ulaşılan bilgi Pozitif bilgidir.
NOT: Pozitivizm kavramını ilk kullanan düşünür Saint Simon’dur. Ancak sistemli bir felsefe
durumuna getiren kişi A. Comte’dur.
COMTE (1760-1857 ) :
“Varlık, algılanabilen olaylardan ibarettir.” “Ancak olgusal dünya bilinebilir.”
“Gözlem ve deney yoluyla kazanılan bilgi Pozitif bilgidir.”
-Darwin’in evrim teorisinden etkilenerek, evren, canlılar ve toplumda ileriye doğru bir
değişme olduğunu savunmuştur.
Comte, doğa bilimlerindeki kesinliği ve yöntemi toplumu incelemek için de kullanmış,
bunun sonucunda Sosyoloji bilimini kurmuştur. O’na göre, toplum bilimsel yöntemle
incelenirse, toplum hakkında da bilimsel yasalara ulaşabiliriz. Ve bu bilgiler toplumsal
sorunları çözmek için yeterlidir. (Comte, Fransız Devrimi sonrası Fransız toplumunun yaşadığı
sorunları gözlemlemiş ve bu sorunların ancak bilimsel yöntemlerle çözülebileceğini
savunmuştur.
Comte’a göre toplum ve insan düşüncesi tarih boyunca 3 dönemden geçerek ilerleme
göstermiştir. “Toplumların Gelişim Süreci” 3 aşamadan oluşur ( Üç Hal Yasası ):
1-Teolojik Evre…..Bu dönemde tüm olaylar Tanrısal ( Din ) ya da manevi nedenlerle açıklanır.
2-Metafizik Evre…..Olayların oluş nedenleri soyut, doğaüstü kavramlarla açıklanır. Bu
dönemde felsefe- Metafizik ön plandadır.(Örneğin; toplumsal olayların özgürlük, eşitlik..vb
kavramlarla açıklanması )
3-Pozitif Evre….İnsan düşüncesinin en yüksek basamağıdır. ( BİLİMSEL ÇAĞ) Olgulara
dayanılarak yasalara ulaşılır.
Toplumlardaki karmaşayı önlemek için teolojik ve metafizik düşünceleri bir kenara bırakıp,
bilimin açıklamalarından yararlanmak gerekir. Comte göre yaşanılan çağ Pozitif Çağdır. Bu
nedenle metafizik ve dinsel bilgiler geçersizdir. Yaşam sadece bilimlerle anlaşılmalı ve
düzenlenmelidir.

F.NİETZSCHE (1844-1900) :
“İnsan yapayalnızdır ve yaşamın anlamını, değerlerini özgürlük içinde yeni baştan yaratmak
zorundadır.”

Nietzche, kendi çağının ahlakını, insanların zayıflığına dayanan Köle Ahlakı olarak değerlendirmiş ve
temelleri çökmüştür.” Modern insan için önemli olan Hristiyanlığın Tanrı’sına duyulan inancın
sarsılmış olması ve ahlakın dayanağını yitirmiş olmasıdır.

Nietzsche, var olan ahlak sistemlerine karşı çıkmış ve ahlak dışı bir öğreti kurma çabası
vermiştir. Aklı değil iradeyi, toplumu değil bireyi üstün tutan bir anlayışın temsilcisidir. İnsanın
ahlaki değerleri olduğu gibi benimsemek yerine, yeni değerler yaratması gerektiğini savunur. İnsan
değerleri hazır bulmaz; çünkü değerleri ona aktaracak kimse yoktur.

“Yaşamın temel nedeni güçlü olma isteğidir.”

Yaşamın, canlı olanın bulunduğu her yerde, “güçlü olma” isteğinin bulunduğunu söyler. Yaşama
savaşında ayakta kalanlar, daha mükemmel bir soy yaratır (Darwin- Evrim Teorisi ). Aynı şey insan
türü için de geçerlidir.

“İnsan için mutluluk hazda değil, güçlü olmaktadır.” Böyle bir mutluluğa varmak ise sert bir disiplin
gerektirir. Çünkü içgüdülere, basit hazlara kapıldığı sürece insan gerçek ve üstün güçten yoksun kalır.
İnsan doğasına yaraşan, güçlü, korkusuz ve acımasız olmaktır; yaratıcılığa ve ileriye yönelmektir.
Güçlü, bağımsız insanların egemenliğinde, bir sürü olarak gördüğü insanlıkta bir ilerleme olacağına
inanır. Yığın kendini feda ederek, yok olarak ‘Üstün İnsanı’ bekleyecektir.

En büyük erdem güçlü olmaktır. Zayıflık ise kötüdür. İnsanın amaca ulaşması, yani güçlü olarak “üst
insana” ulaşması için, mutluluğu, hazzı, basit zevkleri, iç güdüleri bir yana bırakarak duygularını,
eğlimlerini yüceltmesi ve güçlü olması gerekir.

“Ahlak kuralları sürü içindir. Bireyin zayıflığa iten ahlak krallarından kurtulmak gerekir.”

VAROLUŞÇULUK (EGZİSTANSİYALİZM):

Temsilcileri: Sartre, Heidegger, A.Camus, Marcel


Bilim ve teknolojinin insanlığın yararına ve özgürlüklerine hizmet için çalıştıkları düşüncesi,
savaşı izleyen yıllarda daha çok eleştirilmeye başlandı.

Bilim ve teknoloji, endüstrinin çarklarını daha hızlı ve sürekli döndürmeye adanmıştı; sözde insana
mutluluk ve özgürlük getirecekti. Oysa onları makinelerin temposuna uymaya zorlayarak insancıl
değerleri yıkmış, insanların mutsuzluklarını arttırmış, kişiliklerini ve insanlıklarını yitirmelerine neden
olmuştu.

Geleneksel inançların ve değerlerin yitirilmesinin insanlar üzerinde yarattığı ruhsal baskı, onları adeta
boşluğa itmişti; insanlar bir şeye inanmak, bilimsel teknolojinin ilkeden ve amaçtan yoksun gücü
içerisinde, kendinden güç verici bir ilke bulmak ihtiyacı içindeydi. Yitirilmiş ve onu boşlukta bırakmış
her şey karşısında, bireyin kendi içine dönmesi ve onu boşluktan kurtaracak değerleri orada araması
kaçınılmaz olmuştu.

Varoluşçuluk, bu duygular içerisinde bunalmış ve yeni değerler bulmak zorunluluğu ile karşı
karşıya kalmış olan insana duyulan kaygı içerisinde ve insanın birey olarak kenara itilmişliğine karşı bir
tepki, bilimin ve teknolojinin insan özgürlüğüne tehlike oluşturmasına karşı bir başkaldırı olarak
gelişti. İnsan söz konusu olduğunda, her şeyden öncelikli ve önemli olan, onun varoluşuydu.

“İnsan, kendi bilinciyle, kendi davranışlarını yönlendirebilecek irade ve karar gücüne sahip özgür bir
varlıktır.”

“Hayata anlam veren insandır ve kendisinden başka yol gösterecek kimse yoktur.”

J. P.SARTRE:

“Var oluş, özden önce gelir.”

İnsan öncelikle var olur ve kendisini daha sonra tanımlar. İnsan kendisini nasıl ve ne yaparsa o
olacaktır. “Kişi özünü, kendi eylemleriyle kendi yaratır.”

İnsan var olduğunun bilincindedir. Bilinçli bir varlık olarak insanda sonsuzca bir değişme ve gelişme
kapasitesi vardır. Bilinçli bir özne, sürekli olarak bir gelecek önünde duran varlıktır. Bilinç ise, özgürlük
ve bir geleceğe doğru yöneliştir.

“İnsan özgürlüğe mahkumdur.”

Birey hangi koşullar içinde bulunursa bulunsun, özgürdür ve kendi yaşamını kendi koşullarıyla
meydana getirir. İnsan özgürdür; çünkü insanın kendisi dünyada yalnız başınadır. (Tanrı ve objektif
değerler sistemi…..vb yoktur.) İnsan mahkumdur; çünkü, kendisinin bilincine varır varmaz, yaptığı
her şeyden sorumlu olur.

“Evrensel ahlak yasası olmadığı için, kişi kendi değerlerini kendisi yaratmak zorundadır.”

Kısaca Sartre, kişinin kendini tanımasını, benliğini kazanmasını ve baskılardan kurtulmasını


istiyor. Toplum içinde çözülen, eriyen ve giderek yok olan ‘tek insan’a yeniden kişilik ve sorumluluk
kazandırmayı arzuluyor.

You might also like