You are on page 1of 346

T.C.

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ÖZEL HUKUK ANABİLİM DALI

DOKTORA TEZİ

TÜRK BORÇLAR HUKUKUNDA

KISMİ İMKÂNSIZLIK

H. KÜBRA ERCOŞKUN ŞENOL

2502110505

TEZ DANIŞMANI

DOÇ. DR. MUSTAFA AKSU

İSTANBUL 2015
ii
ÖZ

TÜRK BORÇLAR HUKUKUNDA KISMİ İMKÂNSIZLIK


H. KÜBRA ERCOŞKUN ŞENOL

Bu çalışmanın konusu, borçlar hukukunda kısmi imkânsızlığın incelenmesidir.


Tezin birinci bölümünde tümden gelim yöntemi esas alınarak imkânsızlık ve kısmi
imkânsızlık kavramları ayrıntılı bir biçimde incelenmiş; ikinci bölümde ise
mukayeseli hukuktaki düzenlemeler de dikkate alınarak başlangıçtaki kısmi
imkânsızlık ve yarattığı hukuki sonuçlar ele alınmıştır. Burada başlangıçtaki kısmi
imkânsızlığın TBK m. 27’de kesin hükümsüzlük yaptırımına bağlanmış olmasının
pek uygun olmadığı, ancak mevcut düzenleme çerçevesinde bu yaptırımdan
vazgeçilemeyeceği sonucuna varılmıştır. Üçüncü bölümde ise sonraki kısmi
imkânsızlık, borçlunun bu imkânsızlıktan sorumlu olup olmamasına göre ikiye
ayrılarak incelenmiştir. TBK’nın sistematiğine uygun olarak öncelikle borçlunun
sorumlu olduğu sonraki kısmi imkânsızlık ele alınmıştır. Aslında bu tür imkânsızlık
TBK’da özel olarak düzenlenmemiş olmakla birlikte, alacaklının kısmi ifayı
reddebileceğine ilişkin TBK m. 84/1’den ve borçlunun sorumlu olduğu tam
imkânsızlığa ilişkin TBK m. 112’den yola çıkarak bu tür imkânsızlığın hukuki
sonuçlarına dair bir belirleme yapılabileceği kanaatine varılmıştır. Daha sonra
borçlunun sorumlu olmadığı sonraki kısmi imkânsızlığa ilişkin TBK m. 137 ve bu
hükmün fıkraları arasındaki bağlantı ayrıntılı bir biçimde ele alınmıştır. Yapılan tüm
bu incelemeler neticesinde imkânsızlığın türlerine, hatta imkânsızlık, temerrüt ve
kötü ifa gibi ifa engellerine farklı hukuki sonuçların bağlanmasının bir mecburiyet
olmadığı, daha yalın bir sistem yaratılabileceği tespit edilmiştir. Bununla bağlantılı
olarak yalnızca borçlunun sorumlu olduğu sonraki kısmi imkânsızlığın değil, tüm ifa
engellerinin kısmen ortaya çıkmasına ilişkin genel düzenlemelerin yapılması
gerekliliği kanaatine varılmıştır.

Anahtar Kelimeler: İfa Engelleri, İmkânsızlık, Kısmi İmkânsızlık, Başlangıçtaki


Kısmi İmkânsızlık, Sonraki Kısmi İmkânsızlık

iii
ABSTRACT

PARTIAL IMPOSSIBILITY IN TURKISH LAW OF OBLIGATIONS


H. KÜBRA ERCOŞKUN ŞENOL
The subject of this study is examining the Partial Impossibility in Turkish Law
of Obligations. In the first part of the thesis, the deduction method have been taken as
a basis, and the Impossibility and Partial Impossibility concepts have been examined
in detail; and in the second part, the Initial-Partial Impossibilityand its legal
consequences have been dealt with by considering the regulations in the comparative
law system. Here, it has been concluded that the Initial-PartialImpossibility being
connected to the Turkish Code of Obligations (TCO) Item 27, i.e. the Definite
Invalidity Sanction, is not proper; however, it has also been concluded that in the
scope of current regulations, it is not possible to waive from this sanction. In the third
part, the Subsequent Partial Impossibility has been examined by categorizing it into
two subcategories as being the debtor responsible for this impossibility or not. In
accordance with the systematics of the TCO, the Subsequent Partial Impossibility
after the debtor is responsible has been dealt with. In fact, although this type of
Impossibility has not been regulated specifically in the TCO, it has been determined
that a determination on the legal conclusions of such an impossibility is possible by
depending on the TCO, Item 112, and the TCO, Item 84/1, which are about the
waiver of the partial performance by the obligee. In the following parts, the TCO,
Item 137 and the connection between its sub-items, which are about the Subsequent
Partial Impossibility,for which the debtor is not responsible, have been dealt with in
detail. In the light of these detailed examinations it has been determined that there is
not a necessity to connect different legal conclusions to the different types of
impossibility, even to different performance barriers such as impossibility, default
and bad performance; and that a plainer system might be created. In conjunction with
this, it has been concluded that general regulations are needed about the partial
emergence of all the performance barriers, not merely about the Subsequent
Impossibility, which the debtor is responsible.
Key Words: Performance Barriers, Impossibility, Partial Impossibility, Initial-
PartialImpossibility, Subsequent Partial Impossibility

iv
ÖNSÖZ
Bir edimin yerine getirilmesi hakkında bir söz verilmiş olsa dahi, bu sözün
gerçekleştirilmesi hayatın olağan şartları içerisinde daima imkân dâhilinde
olmayabilir. Roma hukukundan beri hukukçuların dikkatini çeken bu durumun
yaratması gereken hukuki sonuçlar, günümüze değin kanun koyucuları, uygulamayı
ve öğretiyi meşgul etmiştir. Ancak bugün hala bu konu ve sonuçları üzerinde bir
mutabakata varılamamıştır. İmkânsızlık kavramı ve imkânsızlığın yaratacağı hukuki
sonuçlar çeşitli hukuk sistemlerinde farklı farklı ele alındığı gibi, belirli bir hukuk
sisteminde dahi bu kavram ve yaratması gereken hukuki sonuçlar üzerinde tam bir
mutabakat bulunmamaktadır.
Edimin tamamı bakımından söz konusu olan imkânsızlığa ilişkin tartışmalar,
edimin yalnızca bir kısmı bakımından söz konusu olan imkânsızlık bakımından da
mevcuttur. Ancak Türk hukukunda başlı başına kısmi imkânsızlığı ele alan
monografik bir çalışma bugüne kadar yapılmamıştır. Yine öğretimizde tam
imkânsızlık hakkında pek çok teori geliştirilmesine rağmen, bu teoriler, kısmi
imkânsızlığa uygulanmamış ve bu teorilerin kısmi imkânsızlık üzerindeki etkileri
incelenmemiştir. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Sayın Doç. Dr.
Mustafa AKSU’nun danışmanlığında yapılan bu çalışmanın amacı da, kısmi
imkânsızlığı yeknesak ve ayrıntılı bir biçimde ele almak ve bugüne kadar tam
imkânsızlık bakımından geliştirilen teorilerin kısmi imkânsızlığa uygulanabilirliğini
incelemektir.
Çalışmada esas olarak kısmi imkânsızlığın Türk hukukundaki durumu ele
alınmış olsa da, Avrupa’da dikkat çeken hukuk sistemlerinden biri olan Alman
hukukundaki durum da Türk hukukuyla karşılaştırmalı olarak ele alınmıştır. Alman
hukuk sistemine ilişkin olarak yürütülen çalışmalar, Almanya’da Heidelberg
Ruprecht Karls Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Prof. Dr. Thomas LOBİNGER’in
danışmanlığında gerçekleştirilmiştir. Dokuz ay süren bu çalışmanın finansmanı
TÜBİTAK tarafından sağlanmıştır. Bu süreçte beni yönlendiren, kütüphanesinden
yararlanma imkânını tanıyan ve tüm sorularımı sabırla cevaplandıran Prof. Dr.
Thomas LOBİNGER’e ve bu sürecin finansmanını sağlayan TÜBİTAK’a saygı ve
teşekkürlerimi sunuyorum.

v
Bu çalışma da dâhil olmak üzere, doktora süresince gerçekleştirdiğim tüm
çalışmalarımda kıymetli yardım ve alakasını üzerimden eksik etmeyen, her zaman
kendi çalışmalarından ve zamanından fedakârlık eden, ilminden, hocalığından ve en
önemlisi insanlığından feyz aldığım Değerli Hocam, Doç Dr. Mustafa AKSU’ya
sonsuz sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Öğrencileri olmaktan gurur duyduğum,değerli görüş ve tavsiyeleriyle tezin
gelişmesine büyük katkıda bulunan Sayın Jüri Üyeleri; Prof. Dr. Haluk Nami
NOMER’e, Prof. Dr. Faruk ACAR’a, Doç. Dr. Mehmet Serkan ERGÜNE’yeve Doç.
Dr. Hayrünnisa ÖZDEMİR’e de sonsuz saygı ve teşekkürlerimi sunuyorum.
Ben olmama büyük katkı sağlayan Anneannem Naciye Yazgan’a, Annem
Gülten, Babam Mücahit ve Kardeşlerim Ali Rıza Ercoşkun ile Pelin Tütüncüoğlu’na,
Sevgili Eşim/Hocam Yard. Doç. Dr. Cem Şenol’a sevgi ve teşekkürlerimi
sunuyorum.

vi
İÇİNDEKİLER

ÖZ ........................................................................................................................................ iii
ABSTRACT ......................................................................................................................... iv
ÖNSÖZ .................................................................................................................................. v
KISALTMALAR LİSTESİ........................................................................................... xvii
GİRİŞ ..................................................................................................................................... 1

BİRİNCİ BÖLÜM
İMKÂNSIZLIK VE KISMİ İMKÂNSIZLIK
1. İMKÂNSIZLIK KAVRAMI VE İMKÂNSIZLIĞIN DAYANDIĞI SEBEPLER
......................................................................................................................................... 6
I. GENEL OLARAK İMKÂNSIZLIK KAVRAMI ..................................................... 6
II. İMKÂNSIZLIK BAKIMINDAN TEMEL KAVRAMLAR................................ 10
A. Edim ......................................................................................................................... 11
1. Edim Türleri ve Bunların İmkânsızlık Bakımından Taşıdıkları Özellikler.. 15
a. Davranış Biçimi Açısından: Olumlu veya Olumsuz Edimler ................... 15
b. Şahsi (Kişisel) veya Maddi Edimler ............................................................. 17
c. Edimin Belirlenmesi Açısından: ................................................................... 17
(1) Ferdiyle veya Çeşidiyle Belirlenen Edimler ...................................... 17
(2) Seçimlik Edimler................................................................................ 23
d.Bölünmelerine Göre Edim Çeşitleri: Bölünebilen veya Bölünemeyen
Edimler ................................................................................................................. 25
e. Sürelerine Göre Edim Çeşitleri: Ani, Sürekli veya Dönemli Edimler ..... 25
B. İfa .............................................................................................................................. 29
1. Edim İmkânsızlığı ve İfa İmkânsızlığı Ayırımının Yersizliği ....................... 30
C. Sözleşmenin Amacı ................................................................................................ 32
III. İMKÂNSIZLIĞIN DAYANDIĞI SEBEPLER................................................ 34
A. Mantıki İmkânsızlık .......................................................................................... 34
B. Hukuki İmkânsızlık ........................................................................................... 35
C. Fiili İmkânsızlık.................................................................................................. 40
D. Manevi İmkânsızlık ........................................................................................... 41

vii
E. Ekonomik İmkânsızlık ....................................................................................... 42
F. Değerlendirme ..................................................................................................... 43
2. İFA ENGELLERİ VE İMKÂNSIZLIĞIN İFA ENGELLERİ ARASINDAKİ
YERİ ..................................................................................................................................... 45
I. İFA ENGELLERİ ..................................................................................................... 45
A. Genel Olarak İfa Engelleri Kavramı .................................................................... 45
B. İfa Engellerinin Türleri .......................................................................................... 51
C. İfa Engellerine Bağlanan Hukuki Sonuçlar ........................................................ 53
1. Genel Olarak ......................................................................................................... 53
2. TBK’nın Esas Aldığı İfa Engelleri Sistemine Yöneltilen Eleştiriler ............ 56
II. İMKÂNSIZLIĞIN İFA ENGELLERİ ARASINDAKİ YERİ ............................. 60
3. İMKÂNSIZLIĞIN TÜRLERİ................................................................................ 62
I. GENEL OLARAK .................................................................................................... 62
II. BAŞLANGIÇTAKİ İMKÂNSIZLIK - SONRAKİ İMKÂNSIZLIK ................ 63
A. Başlangıçtaki ve Sonraki İmkânsızlık Ayırımını Yaparken Karşılaşılan
Güçlükler ...................................................................................................................... 65
III. OBJEKTİF İMKÂNSIZLIK - SÜBJEKTİF İMKÂNSIZLIK ............................ 68
A. Ayırımın Ölçüsü ..................................................................................................... 69
1. Genel Olarak ......................................................................................................... 69
2. Klasik Görüş ......................................................................................................... 69
3. İmkânsızlığın Borcun Konusundan mı Yoksa Borçlunun Şahsından mı
Kaynaklandığını Esas Alan Görüş................................................................ 72
4. Şahsa Sıkı Sıkıya Bağlı Olan ve Olmayan Edimler Arasında Ayırım Yapan
Görüş ................................................................................................................ 73
5. Elden İrade Dışı Çıkmış Edim Konuları Açısından Değerlendirme ............. 73
B. Subjektif İmkânsızlık Kavramının Yerindeliği Sorunu .................................... 74
C. Subjektif ve Objektif İmkânsızlık Ayırımının Yersizliği ................................. 76
IV. SÜREKLİ İMKÂNSIZLIK - GEÇİCİ İMKÂNSIZLIK...................................... 77
A. Sürekli Olduğu Varsayılan Geçici İmkânsızlık Halleri ..................................... 78
B. Kesin Vadeli Sözleşmelerdeki Durum................................................................. 81
C. Sürekli Borç İlişkilerindeki Durum...................................................................... 83

viii
V. BORÇLUNUN SORUMLU OLDUĞU İMKÂNSIZLIK -BORÇLUNUN
SORUMLU OLMADIĞI İMKÂNSIZLIK.................................................................. 85
A. Başlangıçtaki İmkânsızlık Bakımından ............................................................... 85
B. Sonraki İmkânsızlık Bakımından ......................................................................... 86
VI. ALACAKLININ SORUMLU OLDUĞU İMKÂNSIZLIK - ALACAKLININ
SORUMLU OLMADIĞI İMKÂNSIZLIK.................................................................. 86
A. Başlangıçtaki İmkânsızlık Bakımından ............................................................... 86
B. Sonraki İmkânsızlık Bakımından ......................................................................... 87
1. Yalnızca Alacaklının Sorumlu Olduğu Sonraki İmkânsızlık ......................... 87
a. Özel Olarak TBK m. 111 Hükmünün Değerlendirilmesi .......................... 90
2. Alacaklının Kısmen Sorumlu Olduğu Sonraki İmkânsızlık ........................... 91
3. Hem Alacaklının Hem de Borçlunun Sorumlu Olduğu Sonraki İmkânsızlık
........................................................................................................................... 92
VII. TAM İMKÂNSIZLIK - KISMİ İMKÂNSIZLIK........................................... 93
4. KISMÎ İMKÂNSIZLIK KAVRAMI VE KISMİ İMKÂNSIZLIK
BAKIMINDAN TEMEL KAVRAMLAR ...................................................................... 93
I. GENEL OLARAK KISMİ İMKÂNSIZLIK KAVRAMI ................................... 93
II. KISMİ İMKÂNSIZLIK BAKIMINDAN TEMEL KAVRAMLAR ................. 95
A. Genel Olarak ........................................................................................................... 95
B. Bölünebilen Edim................................................................................................... 96
1.Genel Olarak ......................................................................................................... 96
2. Edimin Madden (Fiilen) Bölünebilirliği ........................................................... 96
3. Fiilen Bölünebilmesine Rağmen Kısmi İmkânsızlık Sonucunu Doğurmayan
Edimler ........................................................................................................... 100
4. Yapma ve Yapmama Edimlerinin Bölünebilirliği ......................................... 100
C. Kısmi İfa ................................................................................................................ 101
1. Başlangıçtaki imkânsızlıkta .............................................................................. 102
2.Sonraki imkânsızlıkta ........................................................................................ 102
a. Borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlıkta .................................... 102
b. Borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlıkta ................................ 103

ix
İKİNCİ BÖLÜM
BAŞLANGIÇTAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIK
5. BAŞLANGIÇTAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIK KAVRAMI ................................. 104
I. BAŞLANGIÇTAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIK........................................................ 104
A. Genel Olarak ......................................................................................................... 104
B. Başlangıçtaki Kısmi İmkânsızlığa İlişkin TBK m. 27/2’nin Uygulanma
Koşulları ..................................................................................................................... 105
1. Genel Olarak ....................................................................................................... 105
2. Borç Doğuran Bir Sözleşmenin İçeriğinin Bir Kısmı TBK m. 27/1’de
Belirtilen Sebeplerden Biriyle Sakat Olmalıdır ........................................ 106
3. Taraf İradeleri, Sözleşmenin Kalan Kısımları İtibariyle Geçerliliğini
Koruması Yönünde Olmalıdır ..................................................................... 110
C. Başlangıçtaki Kısmi İmkânsızlık Kavramı ....................................................... 117
6. BAŞLANGIÇTAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIĞIN BENZER KAVRAMLARDAN
FARKI ................................................................................................................................ 119
I. GENEL OLARAK .................................................................................................. 119
II. BAŞLANGIÇTAKİ İMKÂNSIZLIĞIN BENZER KAVRAMLARLA
KARŞILAŞTIRILMASI .............................................................................................. 120
A. Başlangıçtaki İmkânsızlık ve Kanunların Emredici Hükümlerine Aykırılık 120
B. Başlangıçtaki İmkânsızlık ve Ahlaka Aykırılık ............................................... 126
C. Başlangıçtaki İmkânsızlık ve Temel Hatası ...................................................... 129
D. Başlangıçtaki İmkânsızlık ve İfa Modalitelerine Aykırılık ............................ 130
1. İfa Zamanındaki İmkânsızlık............................................................................ 130
2. İfa Yerindeki İmkânsızlık ................................................................................. 132
3. İfa Yöntemindeki İmkânsızlık ......................................................................... 133
4. Edimin Niteliğindeki İmkânsızlık: Ayıplı İfa ve Başlangıçtaki İmkânsızlık
......................................................................................................................... 134
E. Başlangıçtaki İmkânsızlık ve Satıcının Zapttan Doğan Sorumluluğu ........... 138
F. Başlangıçtaki İmkânsızlık ve İfa Yerini Tutan Edim....................................... 139
G. Başlangıçtaki İmkânsızlık ve İfaya Yönelik Edim .......................................... 140
H. Başlangıçtaki İmkânsızlık ve Edimi Değiştirme Yetkisi ................................ 141
I. Başlangıçtaki İmkânsızlık ve Aliud İfa .............................................................. 144

x
J. Başlangıçtaki İmkânsızlık ve Ümit Edilen Şey ya da Hakların Satışı............ 146
K. Başlangıçtaki İmkânsızlık ve Ümit (Umut) Satışı ........................................... 148
III. BAŞLANGIÇTAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIĞIN BENZER KAVRAMLARLA
KARŞILAŞTIRILMASI .............................................................................................. 148
A. Başlangıçtaki Kısmi İmkânsızlık ve Sonraki Kısmi İmkânsızlık .................. 148
B. Başlangıçtaki Kısmi İmkânsızlık ve Seçimlik Edimlerden Bir veya Birkaçının
Başlangıçtaki İmkânsızlığı ....................................................................................... 149
7. BAŞLANGIÇTAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIĞA BAĞLANAN HUKUKİ
SONUÇLAR ...................................................................................................................... 151
I. GENEL OLARAK .................................................................................................... 151
II. HÜKÜMSÜZLÜK VE KESİN HÜKÜMSÜZLÜK .......................................... 152
III. KESİN HÜKÜMSÜZLÜĞÜN KISMİLİĞİ ....................................................... 157
IV.BAŞLANGIÇTAKİ İMKÂNSIZLIĞIN KESİN HÜKÜMSÜZLÜK
YAPTIRIMINA BAĞLANMIŞ OLMASI HUSUSUNDAKİ GÖRÜŞLER ....... 159
V. BAŞLANGIÇTAKİ OBJEKTİF İMKÂNSIZLIĞA BAĞLANAN KESİN
HÜKÜMSÜZLÜK YAPTIRIMINI AŞMAYA YÖNELİK GÖRÜŞLER ........... 160
A. Başlangıçtaki İmkânsızlığı Kesin Hükümsüzlük Yaptırımından Kurtarmaya
Yönelik Görüşler ....................................................................................................... 161
1. Sonraki İmkânsızlığa İlişkin Hükümlerin Kıyasen Başlangıçtaki
İmkânsızlığa Uygulanması Görüşü ............................................................ 161
2. Sözleşmesel Garanti Sorumluluğunun ve Özellikle Örtülü Sorumluluğun
Kabul Edilmesi Görüşü ................................................................................ 162
3. Bazı Başlangıçtaki İmkânsızlık Halleri İçin Öngörülmüş Olan Kanuni
Garanti Sorumluluklarının Benzeri Haller Bakımından da Kıyasen
Uygulaması Görüşü ...................................................................................... 163
B. Başlangıçtaki İmkânsızlığa Bağlanan Kesin Hükümsüzlük Yaptırımını
Yumuşatmaya Yönelik Görüşler ............................................................................. 164
1. Edimin Sonradan İfa Edilebilir Hale Gelmesinde Sözleşmenin Geçerliliğini
Savunan Görüş .............................................................................................. 164
2. Kesin Hükümsüzlük Yaptırımının Yalnızca Başlangıçtaki Mutlak
İmkânsızlık Hallerine Uygulanması Görüşü ............................................. 166

xi
3. İmkânsızlaşan Edimin Yerine Kaim Değerin (Surrogat) Talep Edilebilmesi
Görüşü ............................................................................................................ 167
4. Başlangıçtaki Kısmi İmkânsızlığın Mümkün Oldukça Tam İmkânsızlık
Olarak Varsayılmaması Görüşü .................................................................. 167
5. Başlangıçtaki İmkânsızlık Nedeniyle Kesin Hükümsüz Olan Sözleşmenin
Çevirme Yoluyla Ayakta Tutulması Görüşü............................................. 168
6. Başlangıçtaki İmkânsızlıktan Sorumlu Olan Tarafın Diğer Tarafın Uğramış
Olduğu Zararları Tazmin Etmesi Gerektiği Görüşü ................................. 169
a. Sözleşme Görüşmelerindeki Kusurdan Doğan Sorumluluğun Dayandığı
Esas...................................................................................................................... 171
b.Sözleşme Görüşmelerinde Kusurlu Davranılması Halinde Tazmini
Gereken Zararın Türü ....................................................................................... 172
C. Başlangıçtaki İmkânsızlığa İlişkin Görüşleri Değerlendirilmesi ................... 174
D. Kabul Ettiğimiz Görüş Çerçevesinde Başlangıçtaki Kısmi İmkânsızlığın
Sonuçları ..................................................................................................................... 181
V. BAŞLANGIÇTAKİ SUBJEKTİF İMKÂNSIZLIĞIN YAPTIRIMI................ 182
VI. ALMAN HUKUKUNDAKİ DURUM................................................................ 186
8. BAŞLANGIÇTAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIĞIN İSPATI .................................... 190

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
SONRAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIK
9. SONRAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIK KAVRAMI ................................................. 192
I. GENEL OLARAK .................................................................................................. 192
II. SONRAKİ İMKÂNSIZLIK .................................................................................. 192
III. SONRAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIK ..................................................................... 197
10. SONRAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIĞIN BENZER KAVRAMLARDAN FARKI ..
..................................................................................................................................... 198
I. GENEL OLARAK .................................................................................................. 198
II. SONRAKİ İMKÂNSIZLIĞIN BENZER KAVRAMLARLA
KARŞILAŞTIRILMASI .............................................................................................. 199
A. Sonraki İmkânsızlık ve Başlangıçtaki İmkânsızlık .......................................... 199
B. Sonraki İmkânsızlık ve Kanunların Emredici Hükümlerine Aykırılık.......... 199

xii
C. Sonraki İmkânsızlık ve Temerrüt ....................................................................... 200
1. Genel Olarak ....................................................................................................... 200
2. Sonraki İmkânsızlık ve Alacaklı Temerrüdü ................................................. 201
a. Alacaklının Sorumlu Olduğu Sonraki İmkânsızlık ve Alacaklı
Temerrüdü .......................................................................................................... 203
3. Sonraki İmkânsızlık ve Borçlu Temerrüdü .................................................... 205
D. Sonraki İmkânsızlık ve Kötü İfa......................................................................... 208
E. Sonraki İmkânsızlık ve Aşırı İfa Güçlüğü......................................................... 210
III. SONRAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIĞIN BENZER KAVRAMLARLA
KARŞILAŞTIRILMASI .............................................................................................. 213
A. Sonraki Kısmi İmkânsızlık ve Seçimlik Edimlerden Bir veya Bir Kaçının
İmkânsızlığı ................................................................................................................ 213
B. Sonraki Kısmi İmkânsızlık ve İfa Yeri Yönünden İmkânsızlık ..................... 217
C. Sonraki Kısmi İmkânsızlık ve İfa Zamanı Yönünden İmkânsızlık ............... 219
D. Sonraki Kısmi İmkânsızlık ve Nitelik Yönünden İmkânsızlık....................... 221
11. SONRAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIĞIN HÜKÜM VE SONUÇLARI ................ 222
I. GENEL OLARAK .................................................................................................. 222
II. BORÇLUNUN SORUMLU OLDUĞU SONRAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIĞIN
HÜKÜM VE SONUÇLARI ........................................................................................ 222
A. Genel Olarak ......................................................................................................... 222
B. Borçlunun Sorumlu Olduğu Sonraki İmkânsızlığın Borç İlişkisine Etkisi... 223
C. Borçlunun Sorumlu Olduğu Sonraki İmkânsızlık Halinde Alacaklının Sahip
Olduğu Haklar ........................................................................................................... 226
1. Tazminat Talebi ................................................................................................. 226
a. Borçludan Tazminat Talep Edilebilmesinin Koşulları ............................ 226
(1) Edimin İfası Sözleşme Kurulduktan Sonra İmkânsızlaşmalıdır ....... 226
(2) İmkânsızlık Nedeniyle Alacaklı Bir Zarara Uğramış Olmalıdır ...... 227
(3) Alacaklının Uğradığı Zararla Sonraki İmkânsızlık Arasında
Nedensellik Bağı Bulunmalıdır ............................................................. 230
(4) Borçlu Sonraki İmkânsızlıktan Sorumlu Olmalıdır ......................... 230
i. Borçlunun Kusuru Nedeniyle Sonraki İmkânsızlıktan Sorumluluğu
.................................................................................................... 231

xiii
ii. Borçlunun Kusuru Olmasa da Sonraki İmkânsızlıktan
Sorumluluğu ....................................................................................... 233
(a) Kanundan Doğan Haller............................................................ 233
(b) Tarafların Anlaşmasından Doğan Haller .................................. 240
iii. Borçlunun Kusurlu Olmasına Rağmen Sonraki İmkânsızlıktan
Sorumlu Olmaması ............................................................................ 242
b. Tazminatın Tayini......................................................................................... 244
(1) Borçlunun Sorumlu Olduğu Sonraki İmkânsızlıkta Maddi Zararın
Hesaplanması ......................................................................................... 245
(2) Borçlunun Sorumlu Olduğu Sonraki İmkânsızlıkta Maddi Tazminatın
Tayini ..................................................................................................... 251
(3) Tazminat Talebinin Zamanaşımı ..................................................... 252
2. Öğretide Tazminat Yerine İleri Sürülebileceği İddia Edilen Diğer Talepler
......................................................................................................................... 253
a. Kaim Değer.................................................................................................... 253
b. Sözleşmeden Dönme ve Olumsuz Zararın Tazmini................................. 255
D. Borçlunun Sorumlu Olduğu Sonraki Kısmi İmkânsızlığın Yaratacağı
Sonuçlar ...................................................................................................................... 256
1. Genel Olarak ....................................................................................................... 256
2. Alacaklının Temerrüde Düşmeksizin Kısmi İfayı Reddedemeyeceği Haller
ve Bunların Kısmi İmkânsızlık Bakımından Taşıdıkları Özellikler ...... 259
E. Karşılıklı Borç Yükleyen Sözleşmelerde Kısmi İmkânsızlık Halinde Karşı
Ediminin Durumu ...................................................................................................... 265
A. Genel Olarak ......................................................................................................... 266
B. Sonraki İmkânsızlığın Ortaya Çıkmasında Borçlunun Kusursuzluğu........... 268
C. Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki İmkânsızlığın Yarattığı Sonuçlar .... 270
1. Borcun Sona Ermesinin Ekonomik Etkisi ...................................................... 270
2. Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki İmkânsızlıkta Alacaklının Kaim
Değerleri Talep Edebileceği Görüşü .......................................................... 272
3. Borçlunun İmkânsızlığı Alacaklıya Bildirme Yükümlülüğü ....................... 274
D. Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki Kısmi İmkânsızlığın Yarattığı
Sonuçlar ...................................................................................................................... 275

xiv
1. Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki Kısmi İmkânsızlığın Borç İlişkisine
Etkisi ............................................................................................................... 275
2. Karşılıklı Borç Yükleyen Sözleşmelerde Borçlunun Sorumlu Olmadığı
Sonraki Kısmi İmkânsızlığın Borç İlişkisine Etkisi ................................. 277
3. TBK m. 137’nin 1. ve 2. Fıkraları Arasındaki Bağlantı ............................... 278
4. Birleşik Sözleşmelerdeki Durum ..................................................................... 279
IV. ALMAN HUKUKUNDAKİ DURUM .......................................................... 279
SONUÇ .............................................................................................................................. 282
KAYNAKÇA .................................................................................................................... 292
ÖZGEÇMİŞ...................................................................................................................... 326

xv
KISALTMALAR LİSTESİ

ABGB: Allgemeines bürgerliches Gesetzbuch für Österreich vom 1.


Juni 1811 (Avusturya Medeni Kanunu)

Abs.: Absatz (Fıkra)

a.g.e.: adı geçen eser

AİTİAY: Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi

AK: Avukatlık Kanunu

Art.: Artikel (Madde)

Aş.: Aşağıda

AT: Allgemeiner Teil (Genel Bölüm)

AÜHFD: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi

AÜHFY: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları

AÜSBE: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

AÜSBFD: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi

AY: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası

BATİDER: Banka ve Ticaret Hukuku Dergisi

BGB: Bürgerliches Gesetzbuch (Alman Medeni Kanunu)

BGE: Entscheidungen des schweizerischen Bundesgerichtes


(İsviçre Federal Mahkemesi Kararları)

Bkz.: Bakınız

bs.: baskı

BT: Besonderer Teil (Özel Bölüm)

xvi
c.: cümle

CISG: Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında


Birleşmiş Milletler Anlaşması

CİC: Culpa in Contrahendo

C.: Cilt

Çev.: Çeviren

DEÜHFD: Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi

DEÜHFY: Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları

dn.: dipnot

Doç.: Doçent

Dr.: Doktor

e.: elektronik

EBK: Eski Borçlar Kanunu

Ed.: Editör

ErciyesÜHFD: Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi

E.: Esas

EÜHFD.: Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi

f.: fıkra

FKK: Finansal Kiralama Kanunu

FSEK: Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu

GSÜY: Galatasaray Üniversitesi Yayınları

GÜHF: Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi

xvii
GÜHFD: Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi

HD.: Hukuk Dairesi

HGK: Hukuk Genel Kurulu

HMK: Hukuk Muhakemeleri Kanunu

HPD: Hukuki Perspektifler Dergisi

İBK: İçtihadı Birleştirme Kararı

İBÜY: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları

İKÜHFD: İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi

İÜHFY: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları

İÜMHAD: İstanbul Üniversitesi Mukayeseli Hukuk Araştırmaları

Dergisi

K.: Karar

KK: Kadastro Kanunu

KTK: Karayolları Trafik Kanunu

LHD: Legal Hukuk Dergisi

m.: madde

MS: Multipl Skleroz

NK: Noterlik Kanunu

OR: Bundegesetz über das Obligationenrecht vom 30. Marz 1911


(İsviçre Borçlar Kanunu)
Prof.: Profesör

R.G.: Resmi Gazete

xviii
s.: sayfa

S.: Sayı

SÜHFD: Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi

TAAD: Türkiye Adalet Akademisi Dergisi

TBK: Türk Borçlar Kanunu

TCO: Turkish Code of Obligations (Türk Borçlar Kanunu)

TK: Tapu Kanunu

TKHK: Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun

TMK: Türk Medeni Kanunu

TTK: Türk Ticaret Kanunu

UNCITRAL: Uluslararası Ticaret Hukuku Hakkında Birleşmiş Milletler


Komisyonu

vd.: ve devamı

vs.: ve saire

Y.: Yargıtay

yay. y.: yayıncı yok

YD: Yargıtay Dergisi

Yuk.: Yukarıda

y.y.: yayın yeri yok

YY: Yargıtay Yayınları

xix
GİRİŞ

KONUNUN TAKDİMİ
Bu çalışmanın konusu, borçlar hukukunda kısmi imkânsızlıktır. İsviçre - Türk
Kanun koyucuları imkânsızlığı ve dolayısıyla kısmi imkânsızlığı çeşitli türlere
ayırmış ve her birine birbirinden farklı hüküm ve sonuçlar bağlamışlardır.
6098 sayılı ve 11 Ocak 2011 tarihli Türk Borçlar Kanunu1 (TBK), edimin
ifasının imkânsız olduğu zamana göre başlangıçtaki imkânsızlık ve sonraki
imkânsızlık ayırımı yaptığı gibi, başlangıçtaki veya sonraki imkânsızlığı da bu
imkânsızlığın edimin tamamı veya bir kısmı bakımından ortaya çıkıp çıkmamasına
göre ayırmıştır.
Başlangıçtaki imkânsızlık TBK m. 27/1’de genel olarak düzenlenmiş, aynı
hükmün 2. fıkrasında ise kısmi imkânsızlığa yer verilmiştir.“Kesin hükümsüzlük”
başlıklı TBK m. 27’ye göre:“Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu
düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmeler kesin olarak
hükümsüzdür.
Sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olması, diğerlerinin
geçerliliğini etkilemez. Ancak, bu hükümler olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı
açıkça anlaşılırsa, sözleşmenin tamamı kesin olarak hükümsüz olur.”.
Bu hükmün hemen öncesinde, TBK m 26’da “Sözleşme özgürlüğü” başlığı adı
altında, bir sözleşmenin içeriğinin, bu sözleşmenin taraflarınca, kanunda öngörülen
sınırlar içinde özgürce belirlenebileceği düzenlenmiştir. Her ikisi de “Sözleşmenin
içeriği” başlığı altında düzenlenen bu hükümler bize göstermektedir ki; başlangıçtaki
kısmi imkânsızlık sözleşme özgürlüğünü2 kısıtlayan hallerden biridir3.

1
27836 sayılı 04.02.2011 tarihli RG.
2
Sözleşme özgürlüğü hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: aş. s. 104-105, dn. 421-423.
3
Wolfgang Wendrich, Disharmonie zwishen den Nichtigkeiten des Vertrags nach Art. 20 OR und
Art. 26 des Bundesgesetzes über den Erwerb von Grundstücken durch Personen im Ausland,
Zürich, Schulthess, 1990, s. 19; Heinrich Honsell, Nedim Peter Vogt, Wolfgang Wiegand,
Kommentar zum schweizerischen Privatrecht: Obligationenrecht I, Basel/Frankfurt am Main,
Helbing & Lichtenhahn, 1996, s. 191; Eugen Bucher, Schweizerisches Obligationenrecht:
Allgemeiner Teil ohne Delictrecht, 2. bs., Zürich, Schulthess, 1988, s. 238 (AT); Andreas von Tuhr,
Hans Peter, Allgemeiner Teil des Schweizerischen Obligationenrechts, 2 C., 3. bs., Zürich,
Schulthess, 1979, C: I, s. 247; Antje Ziegler, Die Anfangliche Unmöglichkeit der Leistung in der
schweizerischen Lehre, Bern Haupt, 1992, s. 4; Veysel Başpınar, Borç Sözleşmelerinin Kısmi

1
TBK, sonraki imkânsızlığı da borçlunun bu imkânsızlıktan sorumlu olup
olmamasına göre ikiye ayırmış ve her birine birbirinden farklı hüküm ve sonuçlar
bağlamıştır. TBK’nın sonraki imkânsızlığa ilişkin düzenlemelerinden ilki olan TBK
m. 112’de:“Borç hiç veya gereği gibi ifa edilmezse borçlu, kendisine hiçbir kusurun
yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alacaklının bundan doğan zararını gidermekle
yükümlüdür” düzenlemesine yer verilmiştir. Bu hükümde imkânsızlık kavramı açıkça
zikredilmemiş olsa da, sonraki imkânsızlık halinde de borç “hiç ifa
edilemeyeceğinden” sonraki imkânsızlık da bu hükmün kapsamına dâhildir4.
Borçlunun sorumlu olduğu sonraki kısmi imkânsızlık ise kanunda ayrıca
düzenlenmemiştir.
Sonraki imkânsızlığa ilişkin diğer düzenleme ise “İfa imkânsızlığı” başlığını
taşıyan TBK m. 136’da yapılmıştır. Bu hükme göre: “Borcun ifası borçlunun
sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erer.
Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan
borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca
geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını
kaybeder. Kanun veya sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya
yükletilmiş olduğu durumlar, bu hükmün dışındadır.
Borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın
artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle
yükümlüdür.”.
Borçlunun sorumlu olmadığı sonraki kısmi imkânsızlık ise, borçlunun sorumlu
olduğu sonraki kısmi imkânsızlığın aksine, TBK m. 137’de özel olarak
düzenlenmiştir. “Kısmi ifa imkânsızlığı” başlığını taşıyan TBK m. 137’de:“Borcun
ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle kısmen imkânsızlaşırsa borçlu,
borcunun sadece imkânsızlaşan kısmından kurtulur. Ancak, bu kısmi ifa imkânsızlığı

Butlanı, Ankara, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, 1998, s. 15 (Kısmi Butlan); Mehmet
Altunkaya, Edimin Başlangıçtaki İmkânsızlığı, Ankara, Yetkin, 2005, s. 70, 153.
4
Hugo Oser, Wilhelm Shönenberger, Borçlar Hukuku: İkinci Kısım, Çev. Recai Seçkin, Ankara,
ABY, 1950, s. 720; Theo Guhl, Alfred Koller, Nicolas Druey, Das Schweizerische
Obligationenrecht, 8. bs., Zürich, Schulthess, 1991, s. 223; Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 557-
558; Barış Özçelik, “Sözleşmeden Doğan Borçların İfasında Hukuki İmkansızlık ve Sonuçları”,
AÜHFD, C. 63, S. 3, 2014, s. 571.

2
önceden öngörülseydi taraflarca böyle bir sözleşmenin yapılmayacağı açıkça
anlaşılırsa, borcun tamamı sona erer.
Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, bir tarafın borcu kısmen imkânsızlaşır
ve alacaklı kısmi ifaya razı olursa, karşı edim de o oranda ifa edilir. Alacaklının
böyle bir ifaya razı olmaması veya karşı edimin bölünemeyen nitelikte olması
durumunda, tam imkânsızlık hükümleri uygulanır.” düzenlemesine yer verilmiştir.
TBK’nın esas aldığı başlangıçtaki imkânsızlık - sonraki imkânsızlık ve tam -
kısmi imkânsızlık ayırımlarının yanı sıra öğretide de imkânsızlığa ilişkin pek çok
ayırım yapılmaktadır.
Çalışmamızın konusunun Türk borçlar hukukunda kısmi imkânsızlık olarak
seçilmesinin çeşitli sebepleri vardır. Bu sebeplerin ilki, ülkemizde, ya başlangıçtaki5
ya da sonraki tam imkânsızlık6 üzerinde pek çok çalışma yapılmış olmasına rağmen,
yalnızca başlangıçtaki ya da sonraki kısmi imkânsızlığı ele alan monografik bir
çalışmanın bugüne kadar yapılmamış olmasıdır. Yine öğretimizde başlangıçtaki ve
sonraki tam imkânsızlık hakkında pek çok teori geliştirilmesine rağmen, bu teoriler,
kısmi imkânsızlığa uygulanmamış ve bu teorilerin kısmi imkânsızlık üzerindeki
etkileri incelenmemiştir. Bizim amacımız da, hem başlangıçtaki hem de sonraki
kısmi imkânsızlığı yeknesak ve ayrıntılı bir biçimde ele almak ve bugüne kadar tam
imkânsızlık bakımından geliştirilen teorileri kısmi imkânsızlığa uygulamaktır.

KONUNUN ÖNEMİ
Bir sözleşmede edimin ifasının imkânsızlığı ve bu imkânsızlığın edimin
yalnızca bir kısmı bakımından gerçekleşmesi, görece sıkkarşılaşılabilecek bir
durumdur. Bunu nazara alan pek çok hukuk sistemi imkânsızlığın ve kısmi
imkânsızlığın borç ilişkisini ne şekilde etkileyeceğini ve bu durumda tarafların
birbirlerine karşı sahip olacakları hak ve borçları düzenlemiştir7.

5
Altunkaya, a.g.e.
6
Mustafa Dural, Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki İmkânsızlık, İstanbul, Fakülteler Matbaası,
1976, (Sonraki İmkânsızlık); Erzan Erzurumluoğlu, Türk - İsviçre Borçlar Hukuku Sistemine
Göre Borçluya Yüklenemeyen Nedenlerden Dolayı Edimin Yerine Getirilememesi, Ankara,
AİTİAY, 1970, (Edimin Yerine Getirilmemesi).
7
İmkânsızlık kurumunun kökeni Roma hukukuna kadar geriye gitmektedir ve “İmpossibilium nulla
est obligatio” (imkânsızdan borç doğmaz - Belgin Erdoğmuş, Hukukta Latince: Teknik Terimeler -
Özlü Sözler, 3. bs., İstanbul, İBÜY, 2011, s. 64.) ilkesi, Roma hukukundan günümüze ulaşan bir
ilkedir. Ziegler, a.g.e., s. 4; Ali Naim İnan, “Die Unmöglichkeit der Leistung im deutschen,

3
TBK’da başlangıçtaki imkânsızlığın sözleşmenin kesin hükümsüzlüğüne yol
açan bir sebep olduğu kabul edilmiştir (TBK m. 27/1). Başlangıçtaki kısmi
imkânsızlığın ise-kural olarak- kısmi kesin hükümsüzlüğe yol açtığı, ancak bu durum
sözleşme yapılırken taraflarca öngörülebilseydi, sözleşmenin hiç yapılmayacağı
açıkça anlaşılırsa, sözleşmenin tamamın kesin hükümsüzlüğüne yol açacağı
düzenlenmiştir (TBK m. 27/2). TBK’da başlangıçtaki imkânsızlık nedeniyle
sözleşmenin kesin hükümsüzlüğüne yol açan tarafın sorumluluğuna ilişkin bir
düzenleme ise yapılmamıştır.
Borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık halinde, alacaklının bu
imkânsızlık nedeniyle uğramış olduğu zararları tazmin etmesi gerektiği TBK m.
112’de düzenlenmiş olmakla birlikte, borçlunun sorumlu olduğu sonraki
imkânsızlığın borç ilişkisine etkisi konusuna hiç değinilmemiştir. Borçlunun sorumlu
olduğu sonraki kısmi imkânsızlık da TBK’da açıkça kendisine değinilmeyen
konulardan biridir.
Borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlığın taraflar arasındaki borç
ilişkisini sona erdirdiği TBK m. 136’da düzenlenmiştir. Borçlunun sorumlu olmadığı
sonraki kısmi imkânsızlığın ise-kural olarak- borç ilişkisinin kısmen sona ermesine
yol açtığı; ancak, kısmi imkânsızlık önceden öngörülebilseydi, taraflarca böyle bir
sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, borcun tamamı sona ereceği TBK m.
137’de düzenlenmiştir.
Borçlunun sorumlu olduğu ve sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlık ayırımı
yapan TBK, alacaklının sorumlu olduğu imkânsızlık bakımından da özel bir
düzenleme getirmiş değildir.
Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, TBK, imkânsızlığı tüm yönleriyle
ve ayrıntılı bir biçimde düzenlemiş değildir. Ayrıca Kanun koyucu her bir
imkânsızlık türünü birbirinden farklı hüküm ve sonuçlara bağlamıştır. Bu durum bazı
hallerde çok zor biçimde birbirlerinden ayırt edilebilen8 imkânsızlık türleri arasındaki
ayırımı yapabilmeyi daha önemli bir hale getirmektedir. Bütün bu açılardan bu

schweizerischen und türkischen Recht”, Ankara, AÜSBE, 1956, s. 8; Christian Wollschläger, Die
Entstehung der Unmöglichkeitslehre, Köln/Wien, Böhlau, 1970, s. 8.
8
Bkz.: aş. s. 65 vd.

4
konunun mümkün olduğunca ayrıntılı bir şekilde monografik düzeyde ele alınması
uygun olacaktır.

KONUNUN SINIRLANDIRILMASI
Bu çalışmada kısmi imkânsızlık konusu, TBK düzenlemeleri, öğreti görüşleri
ve Yargıtay kararları çerçevesinde ayrıntılı bir biçimde ve tümden gelim yöntemi
esas alınarak incelenmiştir. Ayrıca bu konuda İsviçre ve Alman hukuk sistemleriyle
karşılaştırmalı bir hukuk çalışması da yapılmıştır.
Çalışma bir giriş, üç bölüm ve bir sonuçtan oluşmaktadır.
Giriş bölümünde kısmi imkânsızlıkla ilgili genel bilgiler verilmiş ve burada
konunun takdimi, önemi ve sınırlandırılması üzerinde durulmuştur.
İlk bölümde öncelikle kısmi imkânsızlığın bir parçası olduğu, imkânsızlık
kavramı üzerinde durulmuştur. Burada imkânsızlık kurumunun dayandığı sebepler,
bir ifa engeli olan imkânsızlığın ifa engelleri arasındaki yeri ve imkânsızlığın türleri
incelenmiştir. Bu çalışmanın ana konusu kısmi imkânsızlık olduğundan, bu
imkânsızlık türü üzerinde ayrıntılı bir biçimde durulmuştur.
İkinci bölümde, başlangıçtaki kısmi imkânsızlık inceleme konusu yapılmış,
başlangıçtaki kısmi imkânsızlık benzer kavramlarla karşılaştırılmış ve başlangıçtaki
kısmi imkânsızlığın yarattığı hukuki sonuçlara değinilmiştir.
Üçüncü ve son bölümde ise, sonraki kısmi imkânsızlık inceleme konusu
yapılmış, sonraki kısmi imkânsızlık benzer kavramlarla karşılaştırılmıştır. Sonraki
kısmi imkânsızlığın yarattığı sonuçlar, TBK düzenlemesine uygun olarak, öncelikle
borçlunun sorumlu olduğu sonraki kısmi imkânsızlık bakımından, ardından da
borçlunun sorumlu olmadığı sonraki kısmi imkânsızlık bakımından incelenmiştir.
Çalışmanın sonuç bölümünde ise, incelememiz esnasında vardığımız tüm
sonuçlar toplu bir biçimde ortaya koyulmuştur.

5
BİRİNCİ BÖLÜM

İMKÂNSIZLIK VE KISMİ İMKÂNSIZLIK

1. İMKÂNSIZLIK KAVRAMI VE İMKÂNSIZLIĞIN


DAYANDIĞI SEBEPLER

I. GENEL OLARAK İMKÂNSIZLIK KAVRAMI


Bir kişiyi (veya kişileri) diğer bir kişiye (veya kişilere) karşı bir edimi yerine
getirme yükümlülüğü altına sokan hukuki bağa borç(Schuld, Obligation) adı verilir9.
Bu hukuki bağın bir tarafında borçlu (veya borçlular), diğer tarafında alacaklı (veya
alacaklılar) yer alır ve aralarında dar anlamı ilebir borç ilişkisibulunur10. Borç ilişkisi
kavramının bir de geniş anlamı bulunmaktadır. Bu anlamıyla borç ilişkisi, taraflar
arasında çeşitli borçların kaynağını oluşturan hukuki ilişkiyi ifade eder11.

9
Clarie Huguenin, Obligationenrecht: Allgemeiner Teil, 3. bs., Zürich/Basel/Genf, Schulthess,
2008, s. 2; Bucher, AT, s. 3; M. Kemal Oğuzman, M. Turgut Öz, Borçlar Hukuku: Genel
Hükümler, 2 C. 11. bs., İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2013, C: I, s. 3 (C. I); Fikret Eren, Borçlar
Hukuku: Genel Hükümler, 16. bs. Ankara, Yetkin, 2014, s. 21 (Borçlar Genel); Selahattin Sulhi
Tekinay/Sermet Akman/Hakuk Burcuoğlu/Atilla Altop, TekinayBorçlar Hukuku: Genel
Hükümler, 7. bs., İstanbul, Filiz Kitapevi, 1993, s. 6 (Borçlar); O. Gökhan Antalya, Borçlar
Hukuku: Genel Hükümler C. I, 2. bs., İstanbul, Beta, 2013, s. 7 (Borçlar); Mehmet Ayan, Borçlar
Hukuku (Genel Hükümler), 8. bs., Konya, Mimoza, 2013, s. 19 (Borçlar Genel); Aytekin Ataay,
Borçlar Hukukunun Genel Teorisi: Birinci Yarım, C., 4. bs., İstanbul, Der, 1986, s. 31.
10
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 9; Bucher, AT, s. 39; Huguenin, a.g.e., s. 6; Necip Kocayusufpaşaoğlu
ve diğerleri, Borçlar Hukuku: Genel Bölüm, 3 C.,Necip Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar Hukukuna
Giriş, Hukuki İşlem, Sözleşme, 6. bs., İstanbul, Filiz Kitapevi, 2014, C: I, s. 5-6
(Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar); Safa Reisoğlu, Türk Borçlar Hukuku: Genel Hükümler, 23. bs.,
İstanbul, Beta, 2012, s. 33-34; Halûk, N. Nomer, Borçlar Hukuku: Genel Hükümler, 14. bs.,
İstanbul, Beta, 2015, s. 13; H. Tamer İnal, Borca Aykırılık, Dönme ve Fesih, 3. bs., Ankara, Seçkin,
2013, s. 33 (Borca Aykırılık); Oğuzman/Öz, C. I, s. 3; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s.
6-7; Antalya, Borçlar, s. 7; Dieter Medicus, Stephan Lorenz, Schuldrecht I:Allgemeiner Teil, 19.
bs., München, C. H. Beck, 2010, s. 3; Hans Brox, Wolf-Dietrich Walker, Allgemeines Schuldrecht,
38. bs., München, C. H. Beck, 2014, s. 7; Wolfgang Fikentscher, Andreas Heinemann, Schuldrecht,
10. bs., Berlin, De Gruyter Recht, 2006, s. 20; Jörn Eckert, Schuldrecht:Allgemeiner Teil, 4. bs.,
Baden-Baden, Nomos, 2005, s. 21; Jakob Joussen, Schuldrecht I:Allgemeiner Teil, 2. bs., Stuttgart,
W. Kohlhammer, 2013, s. 9; Frank Weiler, Schuldrecht:Allgemeiner Teil, 2. bs., Baden-Baden,
Nomos, 2014, s. 36; Joachim Gernhuber, Die Erfüllung und ihre Surrogate, 2. bs., Tübingen, Mohr
Siebeck, 1994, s. 1(Gernhuber, Erfüllung).
11
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 9; Huguenin, a.g.e.,s. 6; Oğuzman/Öz, C. I, s. 3; Eren, Borçlar Genel,
s. 21; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 5; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 6-7; Antalya,
Borçlar, s. 8; Nomer, Genel Hükümler, s.13; Ayan, Borçlar Genel, s. 19; Harm Peter Westermann,
Peter Bydlinski, Ralph Weber, BGB - Schuldrecht:Allgemeiner Teil, 8. bs.,

6
Bir borç ilişkisinin normal olarak sona ermesi,bu ilişkiden doğan tüm borçların
gereği gibi ifa edilmesiyle gerçekleşir12. Özellikle taraflar arasında geniş anlamda bir
borç ilişkisi yaratan sözleşmelerin, sözleşmeden doğan tüm borçların gereği gibi ifa
edilmesiyle normal bir şekilde sona ermesi arzu edilir. Zira kişilerin ihtiyaçlarının
temin edilmesi, menfaatlerinin korunması, ekonomik ve sosyal hedeflerinin
gerçekleştirilmesinin en önemli araçlarından biri sözleşmelerdir13. Karşı edim içeren
bir sözleşme akdeden kişilerin öncelikli amacı, karşı edimi (veya edimleri) elde
etmektir. İşte bu amaçla oluşturulan bir sözleşmenin normal sona erme sebebi,
tarafların üzerine düşen yükümlülükleri tam olarak yerine getirmeleri, sözleşmede
kararlaştırılan tüm edimleri gereği gibi ifa etmeleridir.
Her ne kadar temel amaç, bir borç ilişkisinin ifa ile normal olarak sona ermesi
ise de bu, her zaman gerçekleşmeyebilir. Borç, bazen çeşitli sebeplerle ifa
edilemeyebilir veya ifa edilemez hale gelebilir14. Öğretide Alman Hukuk
terminolojisinden esinlenerek“ifa arızaları”(Erfüllungs-Leistungsstörungen)15veya
“ifa engelleri” (Erfüllungs-Leistungshindernisse)16olarak adlandırılan bu sebeplerin

Heidelberg/München/Landsberg/Frechen/Hamburg, C. F. Müller, 2013, s. 3-4; Peter Schlechtriem,


Schuldrecht:Allgemeiner Teil, 5. bs., Tübingen, Mohr Siebeck, 2003, s. 69; Medicus/Lorenz, a.g.e.,
s. 4; Brox/Walker, a.g.e., s. 8; Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 20; Eckert, a.g.e., s. 21; Joussen,
a.g.e., s. 9; Weiler, a.g.e., s. 35-36; Gernhuber, Erfüllung,s. 2.
12
Bucher, AT, s. 291; Huguenin, a.g.e., s. 122; Necip Kocayusufpaşaoğlu ve diğerleri, Borçlar
Hukuku: Genel Bölüm,3 C., Rona Serozan, İfa, İfa Engelleri, Haksız Zenginleşme, 6. bs., İstanbul,
Filiz Kitapevi, 2014, C: III, s. 6-7 (Serozan, İfa ve Engelleri); Oğuzman/Öz, C. I, s. 551;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 758; Eren, Borçlar Genel, s. 1257; Ayan, Borçlar
Genel, s. 307; Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 161; Schlechtriem, a.g.e., s. 235; Medicus/Lorenz,
a.g.e., s. 3, 117; Weiler, a.g.e., s. 140; Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 91, 375, 376;
Brox/Walker, a.g.e., s. 108, 131.
13
Ferhat Canbolat, “Hukuki İşlemlerde Amaç”, SÜHFD, C. 20, S. 1, 2012, s. 75;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 51; Helmut Köhler, Unmöglichkeit und
Geschäftsgrundlage bei Zweckstörungen im Schulverhältnis, München, C. H. Beck, 1971, s. 1.
14
Buz, kuruluş ye da ifa aşamasında ortaya çıkan bir sorun nedeniyle arzu edilen sonucu
doğuramayan sözleşmeleri “akamete uğrayan sözleşmeler” olarak adlandırmaktadır. Vedat Buz,
“Akamete Uğrayan Sözleşme İlişkilerinin Tasfiyesi”, Prof. Dr. Rona Serozan’a Armağan, 2 C.,
İstanbul, XII Levha, 2010, C: I, s. 613.
15
Huguenin, a.g.e., s 90; Hüseyin Hatemi, Emre Gökyayla, Borçlar Hukuku Genel Bölüm, İstanbul,
Vedat Kitapçılık, 2011, s. 203, 234. Alman hukukunda çoğunlukla bu kavram kullanılmaktadır; Ulrich
Huber, Leistungsstörungen, 3 C. Tübingen, Mohr Siebeck, 1999, C: II (II); Volker Emmerich, Das
Recht DerLeistungsstörungen, 6. bs., München, C. H. Beck, 2005, s. 2; Roland Schwarze, Das
Recht DerLeistungsstörungen, Berlin, De Gruyter Rech, 2008, s. 2-4; Sven Piegsa,
Teilleistungsstörungen bei Verträgen über mehrere körperliche Gegenstände,Berlin, Duncker &
Humblot, 2005, s. 22; Brox/Walker, a.g.e., s. 212.
16
Ahmet M. Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku: Genel Hükümler, 17. bs., Ankara, Turhan Kitapevi, 2013,
s. 638 (Genel Hükümler); Ayşe Havutçu, “İfa Engelleri ve İfa Engellerine Bağlanan Hukuki
Sonuçlar”, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu Hükümlerinin Değerlendirilmesi Sempozyumu
(Prof. Dr. Cevdet Yavuz’a Armağan), İstanbul, 3-4 Haziran 2011, s. 319; Vedat Buz, “Eser

7
en önemlilerinden biri de imkânsızlıktır17. Gerçekten de birçok borç ilişkisinde
imkânsızlık olgusuyla karşılaşmak mümkündür.
Türk kanun koyucusu da bu önemine binaen imkânsızlık kavramını ele almış
ve TBK’nın genel hükümleri arasında bu hususta düzenlemeler yapmıştır.
TBK m. 27’de: “Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine,
kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmeler kesin hükümsüzdür.
Sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olması, diğerlerinin
geçerliliğini etkilemez. Ancak, bu hükümler olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı
açıkça anlaşılırsa, sözleşmenin tamamı kesin olarak hükümsüz olur.” düzenlemesine
yer verilmiştir.
TBK m. 112’de ise: “Borç hiç veya gereği gibi ifa edilmezse borçlu, kendisine
hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alacaklının bundan doğan
zararını gidermekle yükümlüdür” düzenlemesine yer verilmiştir.
“İfa imkânsızlığı” başlığını taşıyan TBK m. 136 ise: “Borcun ifasıborçlunun
sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erer.
Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan
borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca
geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını
kaybeder. Kanun veya sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya
yükletilmiş olduğu durumlar, bu hükmün dışındadır.

Sözleşmesinde Müteahhidin Eseri Tamamalama Borcunun İmkansızlaşması”, AÜSBFD, C. 49, S. 1,


1994, s. 23 (İmkânsızlık); Selin Sert, Viyana Satım Sözleşmesinde (CISG) İfa Engelleri ve
Sonuçları, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2013, s. 15; Nalan Kahveci, Taşınır Satımında Ayıplı Mal
Nedeniyle Tüketicinin Sözleşmeden Dönmesi, Ankara, Adalet, 2014, s. 48; Fatih Gündoğdu, Borca
Aykırılık Hallerinden Kusurlu İfa İmkansızlığı ve Hukuki Sonuçları, İstanbul, XII Levha, 2014,
s. 82; Yeşim M. Atamer, “İfa Engelleri Hukukunu Yeniden Sistematize Etmeyi Düşünmek: Borca
Aykırılık Türleri Yerine Yapyırımları Esas Alan Bir Sistematik”, Prof. Dr. Rona Serozan’a
Armağan, 2 C., İstanbul, XII Levha, 2010, C: I, s. 317-318 (Armağan); Detlev Belling, Herdem
Belen, “Alman Medeni Kanununun İfa Engellerine İlişkin Yeni Düzenlemesi ve Türk Hukuku
Düzenlemesiyle Karşılaştırılması”, LHD, Y. 4 S. 46, Ekim, 2006, s. 3035; Serozan, İfa ve Engelleri,
s. 130; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 203; Nomer, Genel Hükümler, s. 307. Alman hukukunda bu
kavramı kullananlar; Markus Finn, Erfüllüngspflicht und Leistungshindernis, Berlin, Duncker &
Humblot, 2007, s. 29; Stefan Treichel, Zeitweilige Leistungshindernisse, Baden-Baden, Nomos,
2010, s. 20; Maximilian Herberger ve diğerleri, Juris Praxiskommentar, 6 C., Markus Junker, BGB:
Schuldrecht (Teil 1: § § 241 bis 432), 6. bs., Saarbrücken, Juris, 2013, C: 2/1, s. 352; Schwarze,
a.g.e., s. 22.
17
Hatta imkânsızlığın ifa engelleri arasında temel yasal kavram olduğu dahi ileri sürülmektedir.
Serozan, İfa ve Engelleri s. 162; Sert, a.g.e., s. 43; Gündoğdu, a.g.e., s. 44.

8
Borçlu ifanın imkânsızlaştığınıalacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın
artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle
yükümlüdür.” şeklindedir.
Nihayet “Kısmi ifa imkânsızlığı” başlığını taşıyan TBK m. 137’ye
göre:“Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle kısmen
imkânsızlaşırsa borçlu, borcunun sadece imkânsızlaşan kısmından kurtulur. Ancak,
bu kısmi ifa imkânsızlığı önceden öngörülseydi taraflarca böyle bir sözleşmenin
yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, borcun tamamı sona erer.
Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, bir tarafın borcu kısmen imkânsızlaşır
ve alacaklı kısmi ifaya razı olursa, karşı edim de o oranda ifa edilir. Alacaklının
böyle bir ifaya razı olmaması veya karşı edimin bölünemeyen nitelikte olması
durumunda, tam imkânsızlık hükümleri uygulanır.”.
Tüm bu düzenlemelere rağmen kanun koyucu imkânsızlığın bir tanımını
yapmamış, bunu öğretiye bırakmıştır18. Öğretideki bir tanıma göre imkânsızlık, bir
borcun ya başlangıçtan itibaren geçerli olarak doğmasını veya mevcut bir borcun
sonradan ifasını engelleyen fiili ve hukuki engellere verilen isimdir19. İmkânsızlığa
ilişkin bir diğer tanım ise şu şekildedir: İmkânsızlık, “Edimin içeriği değişmeksizin,
(bir aliud’a dönüşmeksizin yani “başka”laşmaksızın) borçlunun etkinliğiyle aynen
gerçekleştirilmesinin (aynen ifasının) olanak dışı bulunması” demektir20. Edimin
mantıki ve bilimsel anlamda hiçbir şekilde yerine getirilmesinin mümkün
olmamasına imkânsızlık diyenler bulunduğu gibi21;doğal, fiili veya hukuki
nedenlerle ifası gerçekleşemez nitelikteki her edimin imkânsız olduğu da
belirtilmektedir22. Yine öğretide yapılan oldukça kısa bir tanıma göre, ifa edilemeyen
veya ifa edilemez hale gelen edim imkânsızdır23; borç ilişkisine konu teşkil eden

18
Altunkaya’ya göre kanun koyucunun bu davranışı yerindedir. Çünkü kanun koyucunun yapacağı bir
tanım zamanla anlamını yitirebilecektir. Altunkaya, a.g.e., s. 88. Buz ise, imkânsızlık kavramının
herkesçe bilindiği varsayılarak, kanunda bir tanımının yapılmadığını ileri sürmektedir. Buz,
İmkânsızlık, s. 23.
19
Erzurumluoğlu, Edimin Yerine Getirilmemesi,s. 9.
20
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 163.
21
Feyzi N. Feyzioğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 2 C., 2. bs., İstanbul, İÜHFY, 1977, C: I,
s. 172 (Borçlar Genel).
22
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 403.
23
Mustafa Dural, “İmkânsızlık Kavramı ve Türleri”, BATİDER, C. VII, S. 1, 1973, s. 13 (Kavram);
Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 7; Buz, İmkânsızlık, s. 23; Zekeriya Kurşat, “İmkânsızlığın Arsa Payı

9
edimin yerine getirilmesinin mümkün olmaması da imkânsızlığa ilişkin kısa bir
tanımdır24. Nihayet imkânsızlığı mevcut bir borcun cebri icra yolu ile elde
edilemeyecek duruma girmesi şeklinde tanımlayanlar da mevcuttur25.
İmkânsızlık öğretide çeşitli yönlerden ayrımlara tabi tutulan ve pek çok türü
bulunan geniş bir kavramdır. Gerçekten TBK’nın da esas aldığı başlangıçtaki -
sonraki imkânsızlık ve tam - kısmi imkânsızlık ayırımlarının yanı sıra subjektif-
objektif imkânsızlık, sürekli - geçici imkânsızlık, mutlak - nispi imkânsızlık ve
nihayet borçlunun sorumlu olduğu ya da sorumlu olmadığı imkânsızlık gibi birçok
ayırım bulunmaktadır. Her biri birbirinden farklı hukuki sonuçlara bağlanmış olan bu
imkânsızlık türlerin hepsini kapsayabilecek bir tanım bulmanın güçlüğü ortadadır26.
Bu nedenle her bir imkânsızlık türü bakımından ayrı ayrı tanımların yapılması daha
yerindedir.
İmkânsızlık, Türk-İsviçre ve Alman hukuklarında hem öğretide hem de
uygulamada yerleşik olarak kullanılan bir kavram olsa da, imkânsızlığın türlerine
göre farklı yazarlarca farklı kavramların kullanıldığı da gözlenmektedir. Bu farklı
kavramlar ve yerinde olup olmadıkları hususu, her bir imkânsızlık türü için
ayrıntısıyla inceleneceğinden, burada ayrıca üzerinde durulmayacaktır.

II.İMKÂNSIZLIK BAKIMINDAN TEMEL KAVRAMLAR


İmkânsızlığa ilişkin tanımlar incelendiğinde bu kavramın edim veya ifa
kavramlarından yola çıkılarak tarif edildiği görülmektedir. Gerçekten de imkânsızlık
edim üzerinde meydana gelen ve edimin ifasını engelleyen bir husustur.Ayrıca
imkânsızlık, sözleşmenin amacı kavramıyla yakından ilgili olduğu
gibiimkânsızlığın,edimin ifasının yanı sıra sözleşmenin amacı bakımındansöz konusu
olması da mümkündür27.Bu nedenle öncelikle bu kavramlar ve imkânsızlık
bakımından taşıdıkları özellikler incelenecektir.

Karşılığı İnşaat Sözleşmesi Üzerindeki Etkileri”, Prof. Dr. Ergun Özsunay’a Armağan, İstanbul,
Vedat Kitapçılık, 2004, s. 754 (İmkânsızlık); Sert, a.g.e., s. 40.
24
Altunkaya, a.g.e., s. 366; Brox/Walker, a.g.e., s. 150
25
Halil Akkanat, Alacaklı Temerrüdü Dışında Alacaklı Yüzünden Borcun İfa Edilemediği
Başlıca Durumlar ve Sonuçlar, İstanbul, Filiz Kitapevi, 1996, s. 33.
26
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 111; Kurşat, İmkansızlık, s. 754; Altunkaya, a.g.e., s. 88.
27
Nagehan Kırkbeşoğlu, Türk Özel Hukukunda Kismi Hükümsüzlük, İstanbul, Vedat Kitapçılık,
2011, s. 158; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 112. Altunkaya, a.g.e., s. 154, 195.

10
A. Edim
Edim, borcun konusuna28, daha açık bir deyişleborç ilişkisine dayanarak
alacaklının borçludan talebe yetkili olduğu, borçlunun da yerine getirmekle yükümlü
olduğu davranışa verilen isimdir29. Öğretide edimin hukuken korunan maddi veya
manevi bir yarar olması, belirli veya en azından belirlenebilir olması, imkânsız,
hukuka, ahlâka ve kişilik haklarına aykırı olmaması (TBK m. 27) gerektiği
belirtilmektedir30. Bu halde edimin, hukuken korunan bir yararın, borçlu (veya
istisnaen üçüncü kişi) tarafından alacaklı (veya istisnaen üçüncü kişi) yararına sarf
edilmesinden ibaret olduğu söylenebilir31.
Bir borç ilişkisinin nitelendirilmesini sağlayan borçlara “asli edim
yükümlülüğü” adı verilir32. Bir borç ilişkisinde yalnızca bir asli edim

28
Öğretide bir borç söz konusu olmadan da edimden söz edilebileceği ifade edilmektedir. Borç
olmayan bir edimin ifası (TBK m. 78) ile elden işlemlerdeki edimler bu duruma örnek
gösterilmektedir. Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 34; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 10; Eren, Borçlar
Genel, s. 98; Antalya, Borçlar, s. 32. Bazı yazarlar ise -kanaatimizce de haklı olarak- bu durumun,
borcun konusunu edim olarak ifade etmeye engel olmadığını belirtmektedirler. Oğuzman/Öz, C. I, s.
6.
29
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 35-36; Bucher, AT, s. 292; Oğuzman/Öz, C. I, s. 6;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 8-9; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 3; Eren, Borçlar
Genel, s. 96; Nomer, Genel Hükümler, s. 13; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 9; Kocayusufpaşaoğlu,
Borçlar, s. 33, 34; Ayan, Borçlar Genel, s. 19-20; Gündoğdu, a.g.e., s. 78; Joussen, a.g.e., s. 11;
Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s 24; Brox/Walker, a.g.e., s. 9; Weiler, a.g.e., s. 75. Öğretide edim
içermeyen borç ilişkilerinin bulunabileceği de belirtilmektedir. Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 8.
Alman öğretisinde geliştirilen ve Türk öğretisinde de yaygın bir biçimde kabul edilmeye başlayan
“edim yükümlülüklerinden bağımsız borç ilişkileri teorisi” hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Huriye
Reyhan Demircioğlu, Güven Esası Uyarınca Sözleşme Görüşmelerindeki Kusurlu Davranıştan
Doğan Sorumluluk (Culpa in Contrahendo Sorumluluğu), Ankara, Yetkin, 2009, s. 126-175
(Culpa); Nilgün Başalp, “Sözleşmenin Nispiliği İlkesi İle Sorumluluk Hukukunun İkili Yapısının
Beraberinde Getirdiği Sonuçlar Karşısında Sözleşmenin Üçüncü Kişite Etkisi: Üçüncü Kişiyi
Koruyucu Etkili Sözleşme Kuramı ile Edim Yükümlülüğünden Bağımsız Borç İlişkisi Teorisi
Hakkında Bazı Değerlendirmeler”, Prof. Dr. Rona Serozan’a Armağan, 2 C., İstanbul, XII Levha,
2010, C: I, s. 465-470; İnal, Borca Aykırılık, s. 76-182.
30
Kenan Tunçomağ, Türk Borçlar Hukuku: Genel Hükümler, 6. bs., İstanbul, Sermet Matbaası,
1976, C: I, s. 39-40 (Borçlar); Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 38-39; Antalya, Borçlar, s. 32-33;
Eren, Borçlar Genel, s. 99-101; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 9, 11;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 8, 9-10; Ayan, Borçlar Genel, s. 20-21; Ataay, a.g.e., s.
41.
31
İnal, Borca Aykırılık, s. 35; Antalya, Borçlar, s. 32; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 9; Eren, Borçlar
Genel, s. 96; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 33. Edim kavramı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.:
Horst-Eberhard Henke, Die Leistung: Grundvorgang des sozialen Lebens und Grundbegriff des
Schuldrechts, Berlin, Duncker & Humblot, 1991, s. 13-40.
32
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 13; Huguenin, a.g.e., s. 10; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar,
s. 17; Eren, Borçlar Genel, s. 31; Kılıçoğlu, Genel Hükümler s. 27; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s.
7; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 11; Oğuzman/Öz, C. I, s. 4; Antalya, Borçlar, s. 11; Ayan, Borçlar
Genel, s. 25; İnal, Borca Aykırılık, s. 35; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 63; Joussen, a.g.e., s. 11;
Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 39; Brox/Walker, a.g.e., s. 9; Weiler, a.g.e., s. 73;
Schlechtriem, a.g.e., s. 71; Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 25-26.

11
yükümlülüğünün bulunması mümkün olduğu gibi, birden fazla asli edim
yükümlülüğü de söz konusu olabilir33. Bu açıdan bir borç ilişkisinde bir veya birden
fazla asli edim yükümlülüğünün imkânsız olması mümkündür.
Borç ilişkisinde asli edimden (veya edimlerden) başka kanundan, taraf
iradelerinden veya dürüstlük kuralından doğan bazı “yan edim yükümlüleri” de
bulunabilir34. Örneğin; bir satım sözleşmesinde satım konusu taşınırın mülkiyetini
geçirmek amacıyla zilyetliğinin alıcıya devri, borçlunun asli edim yükümlülüğüdür
(TBK m. 207/1, 210). Ancak taraflar (alıcı ve satıcı), satım konusunun satıcı
tarafından monte edilmesini kararlaştırmışlarsa bu, satıcı açısından bir yan edim
yükümlülüğüdür. Yan edimler sözleşmenin tipini belirleyecek önemde olmadıkları
gibi, asli edime bağlı ve onun karşısında ikinci derecede önem taşıyan edimlerdir.
Ancak yan edimler asli edimden bağımsız bir amaç ve içeriğe sahip olduklarından,
gerektiğinde asli edimden bağımsız olarak talep ve dava edilmeleri mümkündür35.

33
Sözleşmenin yalnızca bir tarafının asli edim yükümlülüğü altında olması mümkün olduğu gibi, bir
tarafın birden fazla asli yükümlülüğünün olması da mümkündür. Bu halde taraflar arasında tek tarafa
borç yükleyen bir sözleşme ilişkisinin bulunduğu kabul edilir. Ancak bir sözleşmede her iki tarafın da
asli edim yükümlülüğü altında olması söz konusu olabilir. Hatta bu asli edimlerden her biri bir
diğerinin karşılığını oluşturuyorsa, tam iki tarafa borç yükleyen bir sözleşmeden bahsedilir. Bu
hususta ayrıntılı bilgi için bkz.: Ulrich Klinke, Causa und Genetisches Synallagma, Berlin, Duncker
& Humblot, 1983, s. 94 vd. Bazı iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde ise, bir taraf her zaman borç
altında olmasına karşılık diğer taraf bazı şartların gerçekleşmesi ile borç altına girer. Ücretsiz vekâlet
sözleşmesi böyledir. Vekil, üstlendiği işi görme borcu altında iken müvekkil, vekil işi görürken bir
masraf yaparsa, bu masrafı ödeme borcu altına girer (TBK m. 510/2). İki tarafa borç yükleyen
sözleşmelerin bazılarında ise, bir tarafın borcu diğer tarafın borcunun karşılığı değil, o borcun ifa
edilmesinin karşılığını oluşturur. Kullanım ödüncü sözleşmesinde ödünç alanın iade borcu böyledir
(TBK m. 397). Bu tür sözleşmeler ise, eksik iki tarafa borç yükleyen sözleşmeler olarak
adlandırılırlar. Hans Merz, Vertrag und Vertragsschluss, 2. bs., Freiburg Schweiz,
Univeristätverlag, 1992, s. 35; Huguenin, a.g.e., s. 13; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 15; Antalya,
Borçlar, s. 153-154; Oğuzman/Öz, C. I, s. 45-46; Eren, Borçlar Genel, s. 210-212;
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 98-99; Ayan, Borçlar Genel s. 118-119; Medicus/Lorenz, a.g.e., s.
61-62; Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 30; Brox/Walker, a.g.e., s. 10, 20-21;
Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 36.
34
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 13; Huguenin, a.g.e., s. 45; M. Kemal Oğuzman, Nami Barlas,
Medeni Hukuk, 19. bs., İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2013, s. 282-284; Eren, Borçlar Genel, s. 32-37;
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 11-12; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 11; Kılıçoğlu, Genel Hükümler,
s. 27-28; Oğuzman/Öz, C. I, s. 5; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 17; Antalya, Borçlar,
s. 12; Ayan, Borçlar Genel, s. 25; Gündoğdu, a.g.e., s. 62-63; İnal, Borca Aykırılık, s. 226;
Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 63; Brox/Walker, a.g.e., s. 10-11; Weiler, a.g.e., s. 74, 89; Schlechtriem,
a.g.e., s. 71; Joussen, a.g.e., s. 12; Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 25-26.
35
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 14; Huguenin, a.g.e., s. 10; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar,
s. 18; Eren, Borçlar Genel, s. 33; İnal, Borca Aykırılık, s. 278; Gündoğdu, a.g.e., s. 63;
Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 63; Brox/Walker, a.g.e., s. 10; Joussen, a.g.e., s. 12;
Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 42.

12
Asli edimin ifasındaki imkânsızlık, buna bağlı yan edimlerin ifasının da
imkânsızlaştığını kabul etmemize olanak tanır. Zira yan edim yükümlülükleri asli
edim karşısında daima tali bir nitelik taşırlar. Ancak asli edimin ifası
imkânsızlaşmaksızın, yalnızca yan edimlerden birinin ifasında da bir imkânsızlık
ortaya çıkabilir. Bu durumun borç ilişkisini ne şekilde etkileyeceği üzerinde özel
olarak durulmalıdır. Zira yan edim yükümlülüklerinin ihlali, asli edimin ifası
bakımından bir kötü ifa teşkil ettiğinden36, alacaklı böyle bir ifayı reddedebilir37.
Öğretide yan edimin ifasındaki imkânsızlığın da alacaklıya, asli edimi reddetme
hakkı verdiği ileri sürülmektedir38. Bizim de katıldığımız bir diğer fikre göre ise, bu
sonuç ancak yan edimin ifa edilmemesi, asli edimden yararlanmayı önemli ölçüde
azaltıyor ya da tamamen ortadan kaldırıyorsa kabul edilmelidir39. Aksi takdirde yan
edimin ifasındaki imkânsızlığın, yalnızca kısmi bir imkânsızlık yarattığı kabul
edilmelidir. Bu söylediklerimiz borçlar hukukunun temel ilkelerinden olan
sözleşmenin ayakta tutulması ilkesine (favor contractus)40uygun olduğu gibi, borç
ilişkisi taraflarının menfaatlerini de dengelemektedir.
Borç ilişkileri, asli ve yan edim yükümlülüklerinin yanı sıra diğer bazı
yükümlülükleri de içerebilmektedir. Bu yükümlülükler, öğretide “yan yükümlülükler
veya yükümler”41,“koruma yükümlülükleri”42 veya “diğer davranış
43
yükümlülükleri” olarak adlandırılmaktadır.Yan yükümlülüklerin en önemli

36
Gündoğdu, a.g.e., s. 62-64.
37
Bkz.: aş. s. 47 ve dn. 207.
38
Eren, Borçlar Genel, s. 1042.
39
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 18.
40
Bu ilke hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Oğuzman/Öz, C. I, s. 200.
41
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 13; Huguenin, a.g.e., s. 10; Zarife Şenocak, Borçlunun İfa
Yardımcılarından Dolayı Sorumluluğu, Ankara, Dayınlarlı, 1995, s. 87 (İfa Yardımcısı); Eren,
Borçlar Genel, s. 37; Antalya, Borçlar, s. 12; İnal, Borca Aykırılık, s. 288;
Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 40 vd.; Emmerich, a.g.e., s. 336 vd.
42
Şener Akyol, Dürüstlük Kuralı ve Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı, 2. bs., İstanbul, Vedat
Kitapçılık, 2006, s. 47; Betül Tiryaki, “Özen Yükümlülükleri ile Sözleşmeden Doğan Koruma
Yükümlülüklerinin İspat Yükü Bakımından Karşılaştırılması”, EÜHFD, C. XII, S. 3-4, 2008, s. 271-
273; Eren, Borçlar Genel, s. 39; Antalya, Borçlar, s. 12; Holm Anders, Die Pfilichtverletzung im
System des Leistunsstörungenreshts als Modell de lege ferenda, Berlin, Ducker & Humblot, 2001,
s. 162; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 64; Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 40-41, 190; Weiler,
a.g.e., s. 35, 76; Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 26; Brow/Walker, a.g.e., s. 287.
43
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 551; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 11; Christoph Hirsch,
Schuldrech: Allgemeiner Teil, 8. bs., Baden-Baden, Nomos, 2013; s. 339; Medicus/Lorenz, a.g.e., s.
2; Joussen, a.g.e., s. 12-13.

13
özellikleri, borçlunun bu yükümlülüklere aykırı davranması halinde, alacaklının
bundan doğan zararlarının tazmini talep edebilmesidir44.
Borcun konusunu oluşturan edim kavramından, edim fiilinin mi yoksa edim
sonucunun mu45 anlaşılması gerektiği öğretide tartışmalı olsa da, edim kavramının -
kural olarak- edim fiili anlamına geldiği, ancak bunun aynı zamanda edim sonucunu
da ifade ettiği; bu nedenle ediminin çift anlamlı bir kavram olduğu genel olarak
kabul edilmektedir46. Somut bir olayda edim filinin mi yoksa edim sonucunun mu
söz konusu olduğunu belirleyebilmek için sözleşmenin tipine bakılması büyük bir
önem taşımaktadır47. Gerçekten kimi edimlerde, borçlu, yalnızca edim fiillerinin
yürütülmesi yükümlülüğü altındadır. Bu halde borçlunun sorumluluğu açısından
yalnızca edim fiillerinin özenli bir biçimde yürütülmesi önem taşır. Yani borçlu,
alacaklının edim sonucuna kavuşmasını da taahhüt etmiş sayılmaz ve şartların
gerektirdiği tüm özeni göstermiş olduğu sürece edim sonucunun gerçekleşmemesi
nedeniyle sorumluluk altına girmez. Özellikle vekâlet sözleşmeleri açısından durum
böyledir. Örneğin bir hekim ameliyat yapmak suretiyle bir hastalığın tedavisini
yürütmeyi üstlenmiş olsa da, hastayı tamamen iyileştirmeyi taahhüt etmiş sayılmaz.
Kendisinden yalnızca gereken özeni göstererek ameliyatı gerçekleştirmesi beklenir.
Burada gösterilmesi gereken özenin ölçüsü benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen
basiretli bir vekilin (hekimin) göstermesi gereken özene göre belirlenir (TBK m.
506/3)48.
Buna karşın çoğu edimde yalnızca edim faaliyetlerinin yürütülmüş olması bir
önem taşımaz. Bunun yanı sıra alacaklının edim sonucuna kavuşması da gerekir.
44
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 14; Huguenin, a.g.e., 45, 97; Eren, Borçlar Genel, s. 37, 41-42;
Antalya, Borçlar, s. 12-13; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 12; İnal, Borca Aykırılık, s. 293;
Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 65; Brox/Walker, a.g.e., s. 11
45
Bu kavramlar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Patrick Schmidt, Die Unmöglichkeit der Erfüllung
in Ansehung der Zeit, Berlin, Duncker & Humblot, 2007, s. 16-44. Henke, a.g.e., s. 41-58.
46
Huguenin, a.g.e., s. 39, 98; Antalya, Borçlar, s. 34; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 33-34; Eren,
Borçlar Genel, s. 96-97, 1037; Gündoğdu, a.g.e., s. 78; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 63-64; Weiler,
a.g.e., s. 75; Schlechtriem, a.g.e., s. 236.
47
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 12; Eren, Borçlar Genel, s. 96-97, Gündoğdu, a.g.e., s. 78.
48
Fikret Eren, Borçlar Hukuku: Özel Hükümler, Ankara, Yetkin, 2014, s. 52, 703. 712 (Borçlar
Özel); Aydın Zevkliler, Emre Gökyayla, Borçlar Hukuku: Özel Borç İlişkileri, 14. bs., Ankara,
Turhan Kitapevi, 2014, s. 630-631; Cevdet Yavuz, Faruk Acar, Burak Özen, Türk Borçlar Hukuku:
Özel Hükümler, 9. bs., İstanbul, Beta, 2014, s., s. 1159; Suat Sarı, Vekalet Sözleşmesinin Tek
Taraflı Olarak Sona Erdirilmesi, Beşir Kitapevi, İstanbul, 2004, s. 9-10; Fahrettin Aral, Hasan
Ayrancı, Borçlar Hukuku: Özel Borç İlişkileri, 9. bs., Ankara, Yetkin, 2012, s. 420-421; Şirin
Aydıncık, Yapma Borçlarının İfa Edilmemesi ve Hukuki Sonuçları Özellikle TBK m. 113/1
Kapsamında Nama İfa, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2013, s. 21; Gündoğdu, a.g.e., s. 79.

14
Örneğin, bir satıcının yalnızca satım konusunu alıcıya teslim etmesi yetmez,
satılanının mülkiyetini de alıcıya kazandırması gerekir (TBK m. 207/1, 210). Yine
bir yüklenicinin yalnızca sözleşme konusu eseri meydana getirmiş olması yetmez,
ayrıca eserin ayıpsız bir biçimde teslim edilmiş olması da gerekir (TBK m. 470, 474
- 478).
İmkânsızlık edim fiiline ilişkin olabileceği gibi edim sonucuna ilişkin de
olabilir. Ancak çoğu borç açısından edim sonucu önem taşıdığı için imkânsızlık
genellikle edim sonucuna ilişkindir49.

1. Edim Türleri ve Bunların İmkânsızlık Bakımından Taşıdıkları


Özellikler
Edim,çok geniş bir çerçeveyi içine alabilen bir kavram olduğundan, bir borç
ilişkisine konu olabilecek edimleri teker teker belirlemek mümkün değilse de, bunları
çeşitli açılardan gruplandırmak mümkündür.

a. Davranış Biçimi Açısından: Olumlu veya Olumsuz Edimler


Borçlunun davranış biçimi açısından edimleri olumlu ve olumsuz edimler
olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. Borçlunun yerine getirmekle yükümlü
olduğu davranış yapmaveya yapmamaşeklinde tezahür ettiğinden50;yapmaya ilişkin
edimler olumlu (müspet) edimler, yapmamaya ilişkin edimler ise olumsuz (menfi)
edimler olarak nitelendirilirler51.

49
Altunkaya, a.g.e., s. 89-90; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 12; Eren, Borçlar Genel, s. 1037.
50
Öğretide borçlunun yerine getirmekle yükümlü olduğu davranış biçimini verme, yapma veya
yapmama şeklinde üçe ayıran yazarlar da bulunmaktadır. Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 11; Huguenin,
a.g.e., s. 10; Oğuzman/Öz, C. I, s. 6; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 203;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 8-9; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 3; Nomer, Genel
Hükümler, s. 13; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 9; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 35, 37; Ayan,
Borçlar Genel, s. 20; Gündoğdu, a.g.e., s. 78; Aydıncık, a.g.e., s. 5. Aslında verme de bir çeşit yapma
davranışı olduğundan, Alman öğretisinde benimsendiği gibi, yapma (tun) ve yapmama (unterlassen)
şeklinde ikili bir ayırım yapmayı tercih ediyoruz. Bu hususta bkz.: Andreas von Tuhr, Borçlar
Hukukunun Umumi Kısmı, çev. Cevat Edege, Ankara, Olgaç Matbaası, 1983; s. 12;
Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 68; Fikentscher/Heinemann, s. a.g.e., 25; Schwarze, a.g.e., s. 22.
51
Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 4; Antalya, Borçlar, s. 35; Oğuzman/Öz, C. I, s. 6-7;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 9; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 13; Kocayusufpaşaoğlu,
Borçlar, s. 35, 37; Eren, Borçlar Genel, s. 102; Gündoğdu, a.g.e., s. 79-80; Ayan, Borçlar Genel, s.
21; Aydıncık, a.g.e., s. 5.

15
Olumsuz edim borçlunun yapmaya yetkili olduğu belirli bir davranışı
yapmaktan kaçınmasına ilişkinse kaçınma borcu söz konusu olur. Ancak borçlu bir
şeye katlanmak mecburiyetinde ise bu sefer katlanma borcundan söz edilmiş olur52.
Olumlu edimlerin ifasında imkânsızlıkla karşılaşmanın mümkün olduğu, buna
karşın yapmama ve özellikle kaçınma borçlarının-kural olarak-imkânsızlık nedeniyle
ifa edilememelerinin söz konusu olamayacağı; ancak istinaen bu borçların ifa
edilmelerinin imkânsızlaşabileceği ileri sürülmektedir. Belirli bir malı belirli bir
yerde satmama şeklindeki bir rekabet etmeme yükümlülüğünde, bu malın üretiminin
veya ithalatının yasaklanması halinde artık rekabet etmeme borcunun ifasının
imkânsızlaşması bu istisnai hallere örnek olarak gösterilmektedir53. Kanaatimizce, bu
halde rekabet etmeme borcunun imkânsızlaştığından söz etmemek daha uygundur.
Zira her türlü hukuki engellemeye rağmen üretilmesi, ithal edilmesi ve satışa
sunulması yasak olan maddelerin bir şekilde bu işlemlere konu edilebildikleri bir
gerçektir. Bu nedenle verilen örnek bağlamında, rekabet etmeme borcunun yasağa
rağmen devam ettiğini kabul etmek, yasakları çiğnemekten çekinmeyen bir muhataba
karşı diğer tarafın daha iyi bir biçimde korunabilmesini sağlayacaktır. Ancak vaktiyle
piyasada bulunan bir malı belirli bir yerde satmama yükümlülüğünün üstlenilmiş
olması bakımından, bu malın bir müddet sonra artık hiçbir yerde üretilmemesi ve
piyasadan tamamen kaldırılmış olması halinde, bu yükümlülüğün imkânsızlaştığı
kabul edilebilir54. Zira bu tür bir sözleşmede karşı edim de kararlaştırılmışsa, istese
bile yapamayacağı bir şey için taahhütte bulunan borçlu, gereksiz yere karşı edim
ödemeye mecbur olacak veya önceden ödemiş olduğu karşı edimin iadesini talep
edemeyecektir. Aksi bir kabulün adaletsiz sonuçlar doğuracağı açıktır.
Nitelikleri gereği yapmama borçlarının ancak istisnai hallerde ifa
edilememeleri söz konusu olsa da, bu tür borçlara aykırı davranılması halinde
imkânsızlıkla karşılaşılabilecektir. Örneğin bir sırrı saklama veya bir ihaleye
katılmama taahhüdünde bulunulması halinde, bu borçlara aykırı olarak sırrı ifşa
etmek ya da ihaleye katılmak, artık borcun devam etmeyeceği (etse de alacaklı
52
Mustafa Dural, “Akitten Doğan Yapmama Borçları”, İÜMHAD, C. 4, S. 6, 1970, s. 7 vd.,
(Yapmama Borçları); Antalya, Borçlar, s. 37; Oğuzman/Öz, C. I, s. 7; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar,
s. 37; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 5; Eren, Borçlar Genel, s. 102-104; Ayan, Borçlar Genel, s.
20.
53
Gündoğdu, a.g.e., s. 67-68.
54
Bu örnek Gündoğdu’nun adı geçen eserinin 68. sayfasından alınmıştır.

16
bakımından bir anlamı kalmadığı) ve dolayısıyla artık ifaya devam etmenin mümkün
olmadığı anlamına gelir55.

b. Şahsi (Kişisel) veya Maddi Edimler


Edim, borçlunun bedeni veya fikri gücü ile yerine getirilebilecekse şahsi
(kişisel) edimden56; malvarlığından yerine getirilecekse maddi edimden söz edilmiş
olur57. Kaçınma borcu daha çok şahsi, katlanma borcu ise maddi edim şeklinde
tezahür eder58.
Gerek maddi gerekse şahsi -özellikle borçlunun şahsen yerine getirmekle
yükümlü olduğu şahsa sıkı sıkıya bağlı- edimlerde imkânsızlık söz konusu
olabilir59.Belirli bir tablonun satıldığı ancak henüz alıcıya teslim edilmediği hallerde,
bu tablonun yanması, maddi edimin imkânsızlığına bir örnek teşkil ederken, bir tablo
çizmeyi taahhüt eden ressamın iş göremeyecek şekilde yaralanması ise,şahsi edimin
imkânsızlığına örnektir.

c. Edimin Belirlenmesi Açısından:


(1)Ferdiyle veyaÇeşidiyle Belirlenen Edimler
Bir borcun konusu özel niteliklerine göre yeterli derecede belirlenmiş bir şey
olarak kararlaştırılabileceği gibi, borcun konusu ferden değil de sadece türü
belirtilmek suretiyle miktar olarak da tayin edilebilir. İlk halde parça borcu (ferden
belirli edim) söz konusu iken, ikinci halde çeşit (cins, nevi, tür) borcu söz konusu
olur60. Borcun konusunun ferden belirlendiği hallerde ifanın konusunu da yalnızca o

55
Andreas von Tuhr, Arnold Escher, Allgemeiner Teil des Schweizerischen Obligationenrechts, 2
C., 3. bs., Zürich, Schulthess, 1974, C: II, s. 53; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 156, Dural,
Yapmama Borçları, s. 19; Gündoğdu, a.g.e., s. 67-68, 69-70. Bu halde alacaklının TBK m. 113/2’ye
göre tazminat talep edebileceği kabul edilmektedir. von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 53.
56
Bu tür edimler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Matthias Weller, Persönliche Leistungen,
Tübingen, Mohr Siebeck, 2012, s. 21 vd.
57
Antalya, Borçlar, s. 35; Oğuzman/Öz, C. I, s, 6-7; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 35; Eren,
Borçlar Genel, s. 105-106; İnal, Borca Aykırılık, s. 224; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 12-13;
Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 4; Ayan, Borçlar Genel, s. 22. Maddi edimler genellikle herhangi bir
üçüncü kişi tarafından da ifa edilebileceğinden Serozan, bu tür edimleri anonim edimler olarak da
adlandırmaktadır. Serozan, İfa ve Engelleri, s. 12-13, 22.
58
Oğuzman/Öz, C. I, s. 7; Eren, Borçlar Genel, s. 106.
59
Altunkaya, a.g.e., s. 90; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 162; Eren, Borçlar Genel, s. 106.
60
von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 53 vd.; Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 47; Huguenin, a.g.e., s. 127;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 12; Eren, Borçlar Genel, s. 110-111, 957-958;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 7, 289-290; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 590-591; Serozan, İfa ve Engelleri,
s. 79; Reisoğlu, a.g.e., s. 300-301; İnal, Borca Aykırılık, s. 222-223; Tunçomağ, Borçlar, s. 46-47;
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 58; Gündoğdu, a.g.e., s. 80; Antalya, Borçlar, s. 40; Ayan, Borçlar

17
şey teşkil edebilir. Bu şey vaat edilen nitelikleri taşımasa, ayıplı olsa dahi ifanın
konusu yalnızca o şeydir61. Çeşit borçlarında ise, ifanın konusunu ilgili çeşide dâhil
şeylerden taraflarca kararlaştırılan miktar oluşturur62. Bu nedenle borçlunun
borçlandığı cins herhangi bir nedenle yok olsa veya alacaklıya teslim edilemeyecek
duruma gelse; örneğin borçlunun bakliyat depoladığı işletmesinde su baskını olsa ve
tüm bakliyatlar hasara uğrasa dahi, aynı cinsten malın başka bir yerde mevcut olması
halinde, borçlu bunu temin edip alacaklıya teslim etmek zorundadır. Bu ilke “tür yok
olmaz” (genusnon perit)63 deyişiyle ifade edilmektedir64. Çeşit borçları taşıdıkları bu
nitelik yüzünden “sağlama, temin veya tedarik etme borçları” olarak da
adlandırılırlar65. İşte bu nedenle parça borcunda rahatlıkla imkânsızlık söz konusu
olabilirken, çeşit borcunda, o cins yeryüzünde mevcut olduğu sürece imkânsızlığa
rastlamak oldukça güçtür66. Özellikle -çeşit borcuna mı dâhil olduğu yoksa parça ve

Genel, s. 22-23; Brox/Walker, a.g.e., s. 85; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 92-93;


Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 50; Joussen, a.g.e., s. 66-67; Weiler, a.g.e., s. 95; Hirsch,
a.g.e., s. 71; Schlechtriem, a.g.e., s. 86. Serozan ise parça borcu ve cins borcu ayırımını şiddetle
eleştirmekte ve artık bu ayırımın aşılması gerektiğini savunmaktadır. Rona Serozan, “Parça Borcu -
Çeşit Borcu; Aşılması Gerekli Bir Ayırım”, İÜMHAD, C. 3, S. 5, 1969, s. 211 vd. (Ayırım).
Atamer’de parça ve çeşit borcu bakımından katı bir ayırım yapılmasını eleştirmektedir. Yeşim
Atamer, Uluslararası Satım Sözleşmelerine İlişkin Birleşmiş Milletler Anlaşması (CISG)
uyarınca Satıcının Yükümlülükleri ve Sözleşmeye Aykırılığın Sonuçları, İstanbul, Beta, 2005, s.
261 (CISG).
61
Oğuzman/Öz, C. I, s. 289; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 86; Eren, Borçlar Genel, s. 959-960, 915;
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 58, Gündoğdu, a.g.e., s. 62, 153-154. Ancak bu elbette parça
borçlarında borçlunun ayıplı ifadan sorumlu olmadığı anlamına gelmemektedir. Satıcı yalnızca
sözleşmenin kurulduğu sırada alıcı tarafından bilinen ayıplardan sorumlu değildir (TBK m. 222/1).
62
Oğuzman/Öz, C. I, s. 290; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 58; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 82;
Eren, Borçlar Genel, s. 960; Gündoğdu, a.g.e., s. 154; Brox/Walker, a.g.e., s. 86;
Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 50. TBK m. 86’ya göre çeşit borçlarında hukuki ilişkiden ve
işin özelliğinden aksi anlaşılmadıkça, edimin seçimi borçluya aittir. Ancak borçlunun seçeceği edim,
ortalama nitelikten daha düşük olamaz. Bazı yazarlara göre edimin belirlenen kalitede olmasının
mümkün olmadığı hallerde nitel imkânsızlık (qualitative Unmöglichkeit) söz konusu olmalı ve bu
durumun bir kısmi imkânsızlık yarattığı kabul edilmelidir. Bu görüşteki yazarlar ve bizim bu halde
tam imkânsızlığın söz konusu olduğu hakkındaki görüşümüz için bkz.: aş. s. 222, dn. 916.
63
Erdoğmuş, a.g.e., s. 60.
64
Parça borcu - cins borcu ayırımına karşı çıkan Serozan, bu ilkeyi ve yarattığı yapay sonuçları da
eleştirmektedir. Serozan, Ayırım, s. 215 vd.
65
İnal, Borca Aykırılık, s. 222-223; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 81, 170.
66
von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 55; Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 48; Huguenin, a.g.e., s. 93; Bucher, AT,
s. 414; Ferit H. Saymen, Halid K. Elbir, Türk Borçlar Hukuku: Umumi Hükümler, İstanbul, Filiz
Kitapevi, 1966, s. 871; Ramazan Tunç, “İfa İmkansızlığı”, YD, C. 28, S. 1-2, Ocak - Nisan 2002, s.
108-109; Oğuzman/Öz, C. I, s. 9-10, 461. Serozan, İfa ve Engelleri, s. 162; Eren, Borçlar Genel, s.
1042, 1301; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 206; Erzurumluoğlu, Edimin Yerine Getirilmemesi, s. 12;
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 122; Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 137-138; Ayan, Borçlar Genel, s.
23, 313; Nomer, Genel Hükümler, s. 274; Tunçomağ, Borçlar, s. 490; Brox/Walker, a.g.e., s. 86;
Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 52, 129; Weiler, a.g.e., s. 96, 247-248; Joussen, a.g.e., s. 136-
137; Claudia Bittner ve diğerleri, J. von Staudingers Kommentar zum Bürgerlichen Gesetzbuch

18
cins borcunun yanı sıra üçüncü tür bir borç mu teşkil ettiği tartışmalı olan67- belirli
bir meblağı ödemekten ibaret olan para borcunda imkânsızlık söz konusu olmaz68, 69.
Ancak çeşit borcu bir cinsten olmakla beraber, yalnızca belirli bir stoktan

mit Einführungsgesetz und Nebengesetzen: Buch 2 Recht der Schulverhältnisse § § 255-304


(Leistungsstörungsrecht 1), Berlin, Sellier - de Gruyter, 2014, s. 285. Gündoğdu ise cins borcu telef
olmaz ilkesinin, tüm çeşit borçları bakımından uygulanmaması gerektiğini, aksi takdirde haksız
sonuçların meydana gelebileceğini ileri sürmektedir. Yazara göre çeşit borcu çok geniş ya da dar bir
biçimde tarif edilebileceği için, somut olaydaki çeşit borcunun ifasının imkânsız olup olamayacağını
tespit, borcun niteliğinin tam olarak belirlenmesine bağlıdır. Gündoğdu, a.g.e., s. 157.
67
Öğretideki bir görüş, para borcunun-kural olarak- bir çeşit borcu olduğunu ileri sürmektedir.
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 87; Eren, Borçlar Genel, s. 1042; Dural, s. 144; Hatemi/Gökyayla,
a.g.e., s. 206; Gernhuber, Erfüllung,s. 200. Bir diğer görüş ise, para borcunun temelde bir çeşit borcu
olmasına karşın, arz ettiği özellikler nedeniyle çeşit borçlarından ayrılan, özel bir çeşit borcu olduğunu
savunmaktadır. Mehmet Helvacı, Borçlar ve Ticaret Kanunu Bakımından Para Borçlarında Faiz
Kavramı, İstanbul, Beta, 2000, s. 45; Nami Barlas, Para Borçlarının İfasında Borçlunun
Temerrüdü ve Bu Temerrüt Açısından Düzenlenen Genel Sonuçlar, İstanbul, Kazancı, 1992, s.
10; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 81, 96-98; Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 138. Son olarak para
borcunun bir çeşit borcu olmayıp, tamamen kendine özgü bir borç türü olduğu da ileri sürülmektedir.
Halûk N. Nomer, “Para Borcu Kavramı ve Para Borçlarının BK 118/1 Anlamında Aynı Cinsten Kabul
Edilip Birbirleriyle Takas Edilebilirliği Problemi”, İÜHFD, C. 57, S. 1-2, 1999, s. 243;
Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 86, 186; Weiler, a.g.e., s. 103. Oğuzman ve Öz ise haklı olarak, burada
hangi görüş benimsenirse benimsensin, gösterdiği özellikler bakımından para borcuna ilişkin özel
hükümler bulunduğunu ve cins borçlarına ilişkin bazı hükümlerin (örneğin; TBK m. 86) para
borçlarına uygulanamayacağını belirtmektedirler. Oğuzman/Öz, C. I, s. 299. Ayrıca bkz.: Peter W.
Heermann, Geld und Geldgeschäfte, Tübingen, Mohr Siebeck, 2003, s. 23-24.
68
Huguenin, a.g.e., s. 93; Oğuzman-Öz, C. I., s. 9; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 170; Gündoğdu,
a.g.e., s. 142-143, 180, Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 909; Tunçomağ, Borçlar, s.
491; Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 144; Barbara Dauner - Lieb, Werner Langen, Nomos
Kommentar: BGB SchuldrechtC. 2/1: § § 241-610, 2. bs., Baden-Baden, Nomos, 2012, , s. 370;
Felix Hütte, Marlena Hütte, Schuldrecht Allgemeiner Teil, 8. bs., Grasberg bei Bremen, Dr. Rolf
Schmidt GmbH, 2013, s. 132, Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 138; Joussen, a.g.e., s. 77;
Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 57-58, 130; Brox/Walker, a.g.e., s. 94, 219; Weiler, a.g.e., s.
103; Schlechtriem, a.g.e., s. 93. Bu durum yabancı hukuklarda “Geld muss mann haben” deyişiyle
ifade edilmektedir. Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 186; Brox/Walker, a.g.e., s. 219. Gündoğdu’ya göre bu
dogmanın tartışmasız kabul edilmesinin sebebi, para borçlusunun edimin imkânsızlaşmasında kusurlu
olması halinde, yine bu kadar para ödeme şeklinde bir tazminat borcunun doğacak olmasıdır. Para
borçlusunun kusursuz olması halinde ise, taahhüt ettiği parayı sağlamayan herkesin borcundan
kurtulduğunu ileri sürebilmesi, alışveriş hayatının alt üst olmasına yol açacaktır. Gündoğdu, a.g.e., s.
143. Ancak borçlunun borcunu ifa edebilmesi için gerekli paraya sahip olmaması cebri icra
aşamasında önem taşır ve borçlu hakkında alacaklıya bir ödemeden aciz vesikası verilir (2004 sayılı
09.06.1932 tarihli İcra ve İflas Kanunu (İİK) - 2128 sayılı 19.06.1932 tarihli RG. m. 143). Bu hususta
ayrıntılı bilgi için bkz.: Baki Kuru, İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, 2. bs., Ankara, Adalet, 2013, s.
744-750; Timuçin Muşul, İcra ve İflas Hukuku, 2 C., 6. bs., Ankara, Adalet, 2013, C: I, s. 932-962.
69
Belirli olayların veya kişilerin anısına özel olarak bastırılan veya manevi ya da tarihi değere sahip
olan belirli bir paranın teslimi borçlanılmışsa, duruma göre sınırlı çeşit veya parça borcu söz konusu
olur ve bu nedenle imkânsızlık gündeme gelebilir. Yine aynen ödeme koşulunu içeren bir yabancı
para borcunda, bu para biriminin kullanılması yasaksa veya sonradan yasaklanmışsa imkânsızlık söz
konusu olabilir. von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 61; Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 145; Gündoğdu, a.g.e.,
s. 143, 181; Micahel Kittner, Schulrecht: Rectliche Grundlagen - Wirtschaftliches
Zusammenhänge,München, Franz Vahlen. 2001, s. 88; Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 138;
Bittner ve diğerleri, a.g.e., s. 306; Emmerich, a.g.e., s. 43; Gernhuber, Erfüllung,s. 200.

19
yüklenilmişse; yani sınırlı çeşit borcu (stok borcu) söz konusu ise70, imkânsızlıkla
karşılaşma olasılığı ortaya çıkar71. Zira bu halde stok, tamamen veya borç miktarını
karşılayamayacak şekilde yok olabilir veya alacaklıya teslim edilemeyecek duruma
gelebilir.
Öğretide parça ve çeşit borcunun imkânsızlığı bakımından böyle katı bir ayırım
yapılmasındansa, sözleşmenin özelliğine göre bir sonuca varılması gerektiği de ileri
sürülmektedir. Buna göre sözleşmeden doğan borcun yalnızca o mala hasredildiği
sonucuna varılabiliyorsa borçlu tedarikle yükümlü olmamalı, aksi takdirde borçlunun
böyle bir yükümlülük altında olduğu kabul edilmelidir. Bu görüşte yalnızca çeşit
borcu bakımından değil, parça borcunun söz konusu olduğu hallerde de borçlunun
tedarik yükümlülüğünden bahsedilebilecektir72.
Yeryüzünde mevcut olduğu sürece imkânsızlığa uğramayacak olsa da, çeşit
borcunda da borçlunun sağlama veya tedarik etme yükümlüğünün bir sınırı vardır.
Borçlunun buradaki yükümlülüğü atipik, yani olağanüstü riskleri kapsamına almaz.
Örneğin çeşit borcunun konusunu teşkil eden eşya,tamamen tüketildiği ve yenisi de
üretilmediği için hiçbir yerde mevcut değilse borçlunun sağlama ve garanti
yükümlülüğü de sona ermiş sayılır73.
Alman Hukukunda borçlunun sağlama ve tedarik etme yükümlülüğününbir
sınırı daha bulunmaktadır (Bürgerliches Gesetzbuch (BGB) § 243/2). Bu sınır,

70
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 48; Huguenin, a.g.e., s. 93; Eren, Borçlar Genel, s. 112, 959; Antalya,
Borçlar, s. 41; Gündoğdu, a.g.e., s. 80, 162; Oğuzman/Öz, C. I, s. 8-9; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar,
s. 59; Brox/Walker, a.g.e., s. 85; Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 51; Weiler, a.g.e., s. 96;
Schlechtriem, a.g.e., s. 87; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 95; Joussen, a.g.e., s. 68;
Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 135.
71
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 48; Huguenin, a.g.e., s. 93; Oğuzman/Öz, C. I, s. 9-10; Antalya,
Borçlar, s. 42; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 207; Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 143; Serozan, İfa ve
Engelleri, s. 170; Eren, Borçlar Genel, s. 1042, 1301;Gündoğdu, a.g.e., s. 162;
Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 52; Weiler, a.g.e., s. 96; Schlechtriem, a.g.e., s. 87; Joussen,
a.g.e., s. 137.
72
Atamer, CISG, s. 261; Kübra Yetiş - Şamlı, “Borçlar Kanunu ve CISG Çerçevesinde Hasarın
İntikali”, İÜHFD, C. 65, S. 1, 2007, s. 311.
73
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 95-96; Bucher, AT, s. 421; Oğuzman/Öz, C. I, s. 82;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 910; Tunç, a.g.e., s. 109; Eren, Borçlar Genel, s. 1042;
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 82, 170; Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 141; Eric Wagner, Studien zum
Recht der Unmöglichkeit, Baden-Baden, Nomos, 2007, s. 105-106; Brox/Walker, a.g.e., s. 86;
Emmerich, a.g.e., s. 46; Schwarze, a.g.e., s. 93.

20
borcun ifa edileceği yere74 göre yapılan sınıflandırmada her bir borç kategorisi
bakımından değişmektedir.
Borçlar, sözleşme veya kanunla belirlenen ifa yeri nazara alındığında üçe
ayrılırlar. Alacaklının edimi borçlunun sözleşmenin kurulduğu andaki yerleşim
yerinden teslim almak zorunda olduğu hallerde aranacak veya alınacak borç söz
konusu olur75. Bu tür borçlarda borçlunun sağlama - tedarik etme yükümlülüğünün
sınırı tartışmalıdır. Bir fikre göre borçlunun alacaklıya teslim edeceği şeyleri diğer
şeylerden ayırarak somutlaştırıp, durumu alacaklıya bildirdikten sonra sağlama ve
tedarik etme yükümlülğü de sona ermiş sayılır76,77.Bir diğer fikir ise alacaklının
menfaatini üstün tutmak suretiyle,borçlunun sağlama ve tedarik etme
yükümlülüğünün sona erebilmesi için alacaklının temerrüde düşürülmesinişart
koşar78.
İfa yeri, borçlunun yerleşim yeri veya malın bulunduğu yer olmakla birlikte,
masraf ve hasarı alacaklıya ait olmak üzere borçlunun sözleşme konusunu alacaklıya
göndermesi gereken borçlar ise gönderilecek borç olarak adlandırılırlar79. Bu

74
TBK m. 89/1’e göre:“Borcun ifa yeri, tarafların açık veya örtülü iradelerine göre belirlenir. Aksine
bir anlaşma yoksa aşağıdaki hükümler uygulanır;
1. Para borçları, alacaklının ödeme zamanındaki yerleşim yerinde,
2. Parça borçları, sözleşmenin kurulduğu sırada borç konusunun bulunduğu yerde,
3. Bunların dışındaki bütün borçlar, doğumları sırasında borçlunun yerleşim yerinde, ifa edilir.
Alacaklının yerleşim yerinde ifası gereken bir borcun doğumundan sonra alacaklının yerleşim yerini
değiştirmesi sebebiyle ifa önemli ölçüde güçleşmişse borç, alacaklının önceki yerleşim yerinde ifa
edilebilir.”.
75
Ingeborg Schwenzer, Schweizerisches Obligationenrecht: Allgemeiner Teil, 5. bs., Bern,
Stämpfli, 2009, s. 43; Honsel/Vogt/Wiegand, s. 495; Huguenin, a.g.e., s. 130; Kocayusufpaşaoğlu,
Borçlar, s. 811; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 44; Oğuzman/Öz, C. I, s. 333; Eren, Borçlar Genel, s.
945; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 81; Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 54; Joussen, s a.g.e.,. 93;
Brox/Walker, a.g.e., s. 113; Wagner, a.g.e., s. 105-106; Weiler, a.g.e., s.115.
76
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 82; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 63; Brox/Walker, a.g.e., s. 87;
Joussen, a.g.e., s. 71; Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 54; Weiler, a.g.e., s. 97-98;
Schlechtriem, a.g.e., s. 88; Wagner, a.g.e., s. 106. Ancak Weiler’e göre, sözleşmede belirli bir teslim
zamanı kararlaştırılmışsa, borçlunun teslim edeceği şeyi diğerlerinden ayırıp somutlaştırsa bile, teslim
zamanına kadar muhafaza etmesi gerektiği; yani sorumluluğunun devam ettiği kabul edilmelidir.
Weiler, a.g.e., s. 97-98.
77
Borçlunun bu beyanı geri alıp alamayacağı da tartışmalıdır. Bazı yazarlar alacaklı aleyhine
spekülasyon yapılmasını önlemek adına yalnızca alacaklının temerrüde düştüğü hallerle, edimi geri
çevirme hakkını kötüye kullandığı hallerde borçlunun beyanını geri alabileceğini kabul ederken;
(Serozan, İfa ve Engelleri, s. 84) bazıları (Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 55-56), parça
borcunu somutlaştırmanın borçlunun menfaatine bir durum olduğunu belirterek beyanın serbestçe geri
alınabileceğini kabul etmektedirler.
78
Hirsch, a.g.e., s. 75.
79
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 495; Huguenin, a.g.e., s. 130; Schwenzer, a.g.e., s. 43; Serozan,
İfa ve Engelleri, s. 46; Oğuzman/Öz, C. I, s. 334; Eren, Borçlar Genel, s. 946; Medicus/Lorenz,

21
durumda edim ifa yerinden başka bir yere alacaklının menfaatine gönderildiğinden,
bu aşamada sözleşme konusuna isabet eden hasara alacaklının katlanması gerektiği
kabul edilir80. Bu tür borçlarda taşıyıcıya teslim anında çeşit borcunun somutlaşarak
parça borcuna dönüşeceği ve borçlunun sağlama - tedarik etme yükümlülüğünün bu
andan itibaren sona ereceği kabul edilir81.
Alacaklının ifa zamanındaki yerleşim yerineveya ifa yeri olarak tayin edilen
yere bizzat borçlu tarafından götürülecek veya masraf ve hasarı borçluya ait olarak
nakledilecek borçlar ise götürülecek borçlardır82. Bu tür borçlarda borçlunun sağlama
ve tedarik etme yükümlülüğünün, ifanın ciddi bir niyetle alacaklıya sunulduğu ana
kadar devam ettiği kabul edilir83.
Görüldüğü gibi bu hallerin her birinde borçlu, çeşit borcunu ifa edebilmek için
gereken her şeyi yapmakta ve bu nedenle çeşit borcunun parça borcuna dönüşeceği
kabul edilmektedir. Alman hukukunun aksine Türk - İsviçre hukukunda çeşit
borcunun somuşlaştırılarak parça borcuna dönüştürülmesine ve bu sayede borçlunun
sağlama ve tedarik etme yükümlülüğünün sona erdirilmesine dayanak olabilecek bir

a.g.e., s. 81; Brox/Walker, a.g.e., s. 113; Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 54; Weiler, a.g.e., s.
116; Joussen, a.g.e., s. 93.
80
TBK m. 208/3’de de satıcı alıcının isteği üzerine satım konusunu ifa yerinden başka bir yere
gönderirse, yarar ve hasarın, satım konusunun taşıyıcıya teslim anında alıcıya geçeceği
düzenlenmiştir. Bu tür satışlar öğretide mesafeli, göndermeli veya uzaktan satışlar olarak
adlandırılmaktadır. Rona Serozan, Borçlar Hukuku Özel Bölüm, 2. bs,. İstanbul, Filiz Kitapevi,
2006, s. 191 (Özel); Eren, Borçlar Özel, s. 85; Haluk Tandoğan, Borçlar Hukuku: Özel Borç
İlişkileri, 2 C., 5. bs.’dan tıpkı 6. bs., İstanbul, Vedat kitapçılık, 2008, C: I/1, s. 116 (C. I/1); Murat
Aydoğdu, Nalan Kahveci, Türk Borçlar Hukuku: Özel Borç İlişkileri, 2. bs., Ankara, Adalet, 2014,
s. 58; Mehmet Demir, Mesafeli Sözleşmelerin İnternet Üzerinden Kurulması, Ankara, Turhan
Kitapevi, 2004, s. 15-36; Aral/Ayrancı, a.g.e., s. 89; Zevkliler/Gökyayla, a.g.e., s. 100;
Yavuz/Acar/Özen, a.g.e., s. 76. Öğretide bu hükmün yalnızca çeşit satımı bakımından değil, parça
satımı bakımından da geçerli olduğunun gözden kaçırılmaması gerektiği belirtilmektedir. Bilgehan
Çetiner, “Yeni Türk Borçlar Kanunu’nda Yarar ve Hasarın İntikali ile Satıcının Ayıptan Doğan
Sorumluluğuna İlişkin Hükümlerin Değerlendirilmesi”, Yeni Türk Borçlar Kanunu ve CISG’a
Göre Satış Sözleşmeleri, Ed. Şükran Şıpka, Ahmet Cemil Yıldırım, İstanbul XII Levha, 2012, s. 21.
Aral/Ayrancı, a.g.e., s. 87; Zevkliler/Gökyayla, a.g.e., s. 53; Eren, Borçlar Özel, s. 85;
Yavuz/Acar/Özen, a.g.e., s. 76.
81
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 82; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 96; Westermann/Bydlinski/Weber,
a.g.e., s. 54; Brox/Walker, a.g.e., s. 87; Weiler, a.g.e., s. 97-98; Schlechtriem, a.g.e., s. 87-88;
Wagner, a.g.e., s. 106.
82
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 495; Huguenin, a.g.e., s. 130; Schwenzer, a.g.e., s. 43;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 333; Eren, Borçlar Genel, s. 945; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 44;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 809; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 81;
Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 55; Brox/Walker, a.g.e., s. 113; Weiler, a.g.e., s. 115;
Joussen, a.g.e., s. 93.
83
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 82; Eren, Borçlar Genel, s. 945; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 96;
Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 55; Weiler, a.g.e., s. 97-98; Schlechtriem, a.g.e., s. 87,
Hirsch, a.g.e., s. 75; Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 134.

22
hüküm bulunmamaktadır84. Ancak çeşit borçları bakımından taraflar arasındaki
orantısız risk dağılımını engelleyerek sözleşme adaletini daha iyi bir biçimde
sağlayan ve çeşit borçlusunu ifaya yönlendirebilecek olan bu esasın bizim
hukukumuz bakımından da kabulü yerinde olacaktır.

(2) Seçimlik Edimler


Edim, borcun doğduğu esnada belirli veya hiç olmazsa ifa anında objektif
olarak belirlenebilir olmalıdır85. Ancak borcun konusu birden çok edim olup,
borçlunun bunlardan yalnızca birini ifa ederek borcundan kurtulabileceğinin
kararlaştırılması da mümkündür86. Seçimlik edimlerin aynı türden veya eş değerde

84
Yalnızca 818 sayılı 22.04.1926 tarihli Eski Borçlar Kanunu (EBK) - 359 sayılı 29.04.1926 tarihli
RG- m. 183’de, satım sözleşmelerinde, satım konusunun yarar ve hasarının-kural olarak- sözleşmenin
kurulduğu anda alıcıya geçeceği düzenlenmişti. Bu halde yarar ve hasarın alıcıya geçebilmesi için
satılanı belirli olması şartı da aranmaktaydı. Bu şart, parça satımında sözleşmenin kurulduğu anda
borcun niteliği gereği kendiliğinden gerçekleşirken; cins satımında, satım konusunun özdeşlerinden
ayrılarak o sözleşmeye tahsis edilmesi yoluyla gerçekleşmekteydi (EBK m. 183/2). Yine satım konusu
ifa yerinden başka bir yere gönderilecekse, yarar ve hasarın alıcıya geçebilmesi için, alıcıya tahsis
edilmiş şeyin, alıcıya gönderilmesi amacıyla, bir taşıyıcıya veya taraflarca eşyayı götürmekle
görevlendirilen üçüncü kişiye fiilen bırakılması da gerekmekteydi (EBK m. 183/2). Bu düzenleme
hakkında bkz.: Feyzi Necmeddin Feyzioğlu, Borçlar Hukuku: Akdin Muhtelif Nevileri (Özel Borç
İlişkileri), 2 C., 3. bs., İstanbul, Fakülteler Matbaası, 1978, C: I, s. 206-219 (Borçlar Özel); Turgut
Akıntürk, Satım Aktinde Hasarın İntikali, Ankara, AÜHFY, 1966; Hakan Acar, Uluslararası
Satışlarda Hasar Riskinin Geçişi, İstanbul, Kazancı, 2009, s. 27-66; İrem Çakırca, “Satımda Edim
ve Karşı Edim Hasarının Alıcıya Geçmesi”, İÜHFD, C. 65, S. 1, 2007, s.189 vd.; Sabah Altay, Satım
Sözleşmesinde Hasarın Geçişi, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2008, s. 118 vd. TBK m. 208’de ise,
satılanın yarar ve hasarının-kural olarak- taşınır satışlarında zilyetliğin devri, taşınmaz satışlarında ise
tescil anına kadar satıcıya ait olduğu düzenlenmiştir (f. 1). Taşınır satışlarında alıcı, satım konusunu
devralmada temerrüde düşerse, yarar ve hasar temerrüt anı itibariyle alıcıya geçecektir. (f. 2) Nihayet
satım konusu, alıcının isteği üzerine ifa yerinden başka bir yere gönderilecekse, yarar ve hasar,
taşıyıcıya teslim anında alıcıya geçecektir (f. 3). EBK m. 183 ile TBK m. 208 karşılaştırması için bkz.:
Yavuz/Acar/Özen, a.g.e., s. 73-79.
85
Shwenzer, a.g.e., s. 40; Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 47; Eren, Borçlar Genel, s. 100-101;
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 38-39; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 209; Kılıçoğlu, Genel Hükümler,
s. 7; Ayan, Borçlar Genel, s. 20; Brox/Walker, a.g.e., s. 70; Weiler, a.g.e., s. 88; Schlechtriem, a.g.e.,
s. 52; Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 31. Satış sözleşmesine ilişkin TBK m. 207’ye göre durum ve
koşullara göre belirlenmesi mümkün olan bedel, kararlaştırılmış bedel hükmündendir. Bu hükmün
genelleştirilerek tüm edimlere uygulanabileceği-kanaatimizce de haklı olarak- kabul edilmektedir.
Eren, Borçlar Genel, s. 100; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 78. Yine satış sözleşmesine ilişkin TBK m.
233/1’e göre alıcı, satış bedelini belirtmeksizin, malı satın alacağını kesin olarak bildirmişse satış, ifa
yeri ve zamanındaki ortalama piyasa fiyatı üzerinden yapılmış sayılır. TBK, burada, satış bedelinin
bazı şart ve durumlar göz önünde tutularak objektif olarak belirlenebileceği varsayımından hareket
etmiştir. Bu hükümden yola çıkarak, edimin sonradan belirlenmesi imkânının bazı objektif unsurların
varlığına bağlı olduğu söylenebilir. Serozan, İfa ve Engelleri, s. 77.
86
Bucher, AT, s. 298; von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 77; Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 48; Huguenin, a.g.e.,
s. 127; Özer Seliçi, “Seçimlik Borçların İfası”, İÜHFD, C. 34, S. 1-2, 1968, s. 376 (Seçimlik
Borçlar); Mehmet Şengül, “Seçimlik Borçlara İlişkin Temel Özellikler ve Seçimlik Borçların İfası”,
EÜHFD, C. XV, S. 3-4, 2011, s. 209; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 85; Antalya, Borçlar, s. 43; Eren,
Borçlar Genel, s. 112, 962; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 209;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 811; Oğuzman/Öz, C. I, s. 291; Kocayusufpaşaoğlu,

23
olması gibi bir şart söz konusu değildir. Bu nedenle akla gelebilecek her türlü
kombinasyon seçimlik edimlerin konusunu oluşturabilir87.
Tarafların anlaşmasına veya işin niteliğine göre edimi seçme yetkisi alacaklıda
veya borçluda88ya da bir üçüncü kişide89olabilir. Bu hususta tarafların herhangi bir
anlaşması bulunmadığı durumlarda TBK’ya göre seçim hakkı borçluya aittir (TBK
m. 87).
Seçim hakkı bir değiştirici yenilik doğuran işlem olup, bu hakkın kullanılması
değiştirici yenilik doğuran bir işlemdir. Zira bu hakkın kullanılmasından önce kesin
olarak belirli olmayan edim, bu hakkın kullanılmasından sonra belirli hale gelir90. Bu
hak, karşı tarafa yöneltilecek tek taraflı bir irade beyanı ile kullanılır91. Seçim
hakkının kullanılmasından sonra, seçilen edim, borcun konusu olur ve diğer edimler
borcun konusu olmaktan çıkarlar92.
Seçim hakkının kullanılmasından sonra edimin ifasının imkânsızlaşması
herhangi bir soruna yol açmazken; seçim hakkı henüz kullanılmadan önce
edimlerden birinin imkânsızlaşması ise ilerleyen bölümlerde ayrıntısıyla
inceleyeceğimiz pek çok soruna ve tartışmaya yol açmaktadır93.

Borçlar, s. 64; Tunçomağ, Borçlar, s. 50; Gündoğdu, a.g.e., s. 80; Reisoğlu, a.g.e.,s. 301; Kılıçoğlu,
Genel Hükümler, s. 593; Ayan, Borçlar Genel, s. 23; Nomer, Genel Hükümler, s. 274-275;
Brox/Walker, a.g.e., s. 88; Weiler, a.g.e., s. 99; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 93; Schlechtriem, a.g.e., s.
90; Joussen, a.g.e., s. 73; Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 137.
87
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 48; Oğuzman/Öz, C. I, s. 292-293; Eren, Borçlar Genel, s. 963.
88
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 48; Oğuzman/Öz, C. I, s. 293; Antalya, Borçlar, s. 43; Eren, Borçlar
Genel, s. 964; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 813; Seliçi, Seçimlik Borçlar, s. 388;
Şengül, a.g.e., s. 222-223; Reisoğlu, a.g.e., s. 301; Ayan, Borçlar Genel, s. 23; Tunçomağ, Borçlar,
s. 54; Schlechtriem, a.g.e., s. 90; Joussen, a.g.e., s. 73.
89
Hugo Oser, Wilhelm Shönenberger, Borçlar Hukuku: İkinci Kısım, Çev. Recai Seçkin, Ankara,
YY, 1950, s. 610; Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 48; Selahattin Sulhi Tekinay, Borçların İfası, İhlali,
Sona Ermesi ve Özel Nevileri, İstanbul, İstanbul Fakülteler Matbaası, 1967, s. 49; Tunçomağ,
Borçlar, s. 54; Gündoğdu, a.g.e., s. 169; Ayan, Borçlar Genel, s. 314.
90
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 49; Oğuzman/Öz, C. I, s. 293; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 209-210;
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 86; Antalya, Borçlar, s. 46; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 64; Eren,
Borçlar Genel, s. 964; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 814; Seliçi, Seçimlik Borçlar, s.
386; Şengül, a.g.e., s. 220-221; Ayan, Borçlar Genel, s. 24.
91
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 49; Eren, Borçlar Genel, s. 964; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 594;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 814; Oğuzman/Öz, C. I, s. 293; Antalya, Borçlar, s. 46.
92
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 64; Antalya, Borçlar, s. 46; Eren, Borçlar Genel, s. 113, 964;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 293; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 811; Seliçi, Seçimlik
Borçlar, s. 389; Şengül, a.g.e., s. 227; Reisoğlu, a.g.e., s. 301; Ayan, Borçlar Genel, s. 24.
93
Bkz.: aş. s. 149 vd. ve 213 vd.

24
d. Bölünmelerine Göre Edim Çeşitleri:Bölünebilen veya
BölünemeyenEdimler
Edimler bölünebilir olup olmadıklarına göre de bir ayırımına tabi tutulurlar.
Edim konusunu oluşturan şey, niteliğinde bir değişiklik veya değerinde önemli bir
azalma olmaksızın parçalara bölünebiliyorsa, buna bölünebilen edim adı verilir.
Buna karşın edim, bölündüğü zaman niteliğinde bir değişme veya değerinde önemli
bir azalma meydana gelecekse buna bölünemeyen edim adı verilir94. Para ve çeşit
borçları, yani misli şeyleri içeren edimler, bölünebilen edimlerdendir.Verme
borçlarının konusunu oluşturan gayri misli eşyalar da, örneğin belirli bir sanat eseri
veya motorlu bir araç, bölünemeyen edimlere örnek gösterilebilirler. Bu nedenle
parça borcuna konu edilebilen edimler genellikle bölünemez bir nitelik taşırlar95.
Gerek bölünebilir gerekse bölünemez edimlerin ifası imkânsız olabilir. Ayrıca
bölünebilen edimlerde kısmi imkânsızlıkla karşılaşmak da mümkündür.Ancak edim
bölünebilir olduğu için kısmen imkânsızlaşsa da, bazı hallerde ortada tam
imkânsızlığın bulunduğusonucuna varılır. Bu sonuca, tarafların iradelerine ve
sözleşmenin amacına bakılarak varılmaktadır. Bölünmesi mümkün olmayan
edimlerde ise, edimin bir kısmının ifası imkânsız olsa dahi, edimin tamamının
ifasının imkânsız olduğu kabul edilmektedir96.

e. Sürelerine Göre Edim Çeşitleri: Ani, Sürekli veya Dönemli Edimler


Öğretide edimin ifa süresi nazara alınarak ani, sürekli ve dönemli edim ayırımı
da yapılmaktadır97. Edimin ifası zamana yayılmaksızın, bir an içinde gerçekleşiyorsa

94
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 325; Kemal Oğuzman, Özer Seliçi, Saibe Oktay - Özdemir, Eşya
Hukuku, İstanbul, Filiz Kitapevi, 2011, s. 11; Lale Sirmen, Eşya Hukuku, 2. bs., Ankara, Yetkin,
2014, s. 16-17 (Eşya); Mehmet Ünal, Veysel Başpınar, Şekli Eşya Hukuku, 5. bs., Ankara, Yetkin,
2010, s. 79; Seçkin Topuz, Murat Canbolat, “Türk-İsviçre ve Alman Borçlar Hukukunda
İmkansızlığın Düzenlenişi”, AÜHFD, C. 57, S. 3, 2008, s. 680; Eren, Borçlar Genel, s. 109, 920,
1041-1042; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 6-7; Antalya, Borçlar, s. 40; Ayan, Borçlar Genel, s. 24-
25; Nomer, Genel Hükümler, s. 276; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 115; Oğuzman/Öz, C. I, s. 285;
Gündoğdu, a.g.e., s. 80, 114; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 11; Dural, Sonraki
İmkansızlık, s. 91; Tunçomağ, Borçlar, s. 45-46.
95
Eren, Borçlar Genel, s. 109, 920, 1041-1042.
96
Eren, Borçlar Genel, s. 109.
97
Öğretideki bir fikre göre bu sınıflandırma, zaman ölçütünün sözleşmeler üzerindeki etkisini
açıklamada ve uygulanması gereken hükümlerin tespitinde yetersiz kalmaktadır. Bu fikrin önerdiği
yeni ayırım hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Pınar Altınok-Ormancı, Sürekli Borç İlişkilerinin
Haklı Sebeple Feshi, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2011, s. 27-32.

25
ani edim söz konusu olur98. Uygulamada en çok rastlanan sözleşme olan satım
sözleşmesi -kural olarak- taraflar arasında ani edimli bir borç ilişkisi yaratır. Zira bu
sözleşmedeedim genellikle bir anda ifa edilir, alacaklının ifadaki menfaati de bu anda
gerçekleşmiş olur99. Ancak bazı hallerde edimin ifa edilebilmesi için borçlunun
davranış yükümünü bir süre devam ettirmesi gerekirken, alacaklı açısından ifa, ancak
her şey tamamlandıktan sonra son bir eylem veya işlemle gerçekleşir. Bu durumda
borçlu son eylem veya işlemi gerçekleştirmediği sürece öncesinde gerçekleştirdiği
faaliyetler alacaklı için ifa niteliği taşımaz. Eser sözleşmelerinde durum böyledir.
Örneğin bir yüklenici bir inşa işini yaparak iş sahibine teslim edebilmek için az veya
çok belirli bir zamana ihtiyaç duyar. Ancak bu işi sözleşmede kararlaştırdıkları gibi
yapıp, iş sahibine teslim etmediği sürece edimi ifa etmiş sayılmaz ve teslime hazırlık
safhasında gerçekleştirmiş olduğu faaliyetler iş sahibi bakımından hiçbir değer
taşımaz. Bu gibi hallerde edimin ani mi yoksa sürekli mi sayılması gerektiği sorunu
ortaya çıkar. Borçlu açısından bakılınca edimin sürekli olduğu, ancak alacaklı
açısından bakılınca ani olduğu söylenebilir. Bu halde sorunun hangi taraf bakımından
ele alınması gerektiği tespit edilmelidir.
Öğretide çoğunluk, bu soruna alacaklının ifadaki menfaati bakımından
yaklaşmaktadır100. Yani borçlunun faaliyetlerinin bir anlık veya zamana yaygın
olmasını değil, alacaklının ifa menfaatinin bir anda mı yoksa zamana yaygın bir
şekilde mi gerçekleştiğini esas almaktadır. Bazı yazarlar101 ise edimin ani olup
olmadığının borçlunun faaliyetlerine göre belirlemesi gerektiğini savunmaktadırlar.
Üçüncü bir görüş ise, bir borç ilişkisinin olup olmadığını tespit edebilmek için olaya
ne alacaklı ne de borçlu açısından bakılmayacağını,yalnızca karakteristik

98
Oğuzman/Öz, C. I, s. 11; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 10; Reisoğlu, a.g.e., s. 390;
Eren, Borçlar Genel, s. 108; Nomer, Genel Hükümler, s. 13; Antalya, Borçlar, s. 37;
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 37; Kılıçoğlu,Genel Hükümler, s. 6; Ayan, Borçlar Genel, s. 24;
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 13; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 130.Özsunay ani yerine, “tek davranışla yerine
getirilen”; Ataay ise “süreksiz” edim kavramını kullanmaktadır. Ergun Özsunay, Borçlar Hukuku I,
2. bs., İstanbul, Filiz Kitapevi, 1983, s. 31 (Borçlar); Ataay, a.g.e., s. 43.
99
Huguenin, a.g.e., s. 14; Zevkliler/Gökyayla, a.g.e., s. 31; Aral/Ayrancı, a.g.e., s. 72; Eren, Borçlar
Özel, s. 59; Serozan, Özel, s. 93; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 37; Fikentscher/Heinemann, a.g.e.,
s. 33.
100
Turgut Öz, İş Sahibinin Eser Sözleşmesinden Dönmesi, İstanbul, Kazancı, 1989, s. 20-21;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 11; Eren, Borçlar Genel, s. 110; Antalya, Borçlar, s. 38; Eren, Borçlar Özel, s.
98.
101
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 37-38.

26
edimin102nazara alınması gerektiğini ileri sürmektedir.Bu son fikre göre yukarıda
belirttiğimiz iki görüştenbirinin kabulü, sözleşmenin taraflarından birinin
menfaatlerine daha fazla önem vermek anlamına gelir103.
Kanaatimizce edimin ifası alacaklı bakımından büyük bir önem taşıdığından ilk
görüşün kabul edilmesi gerekir. Bu halde sözleşmeye anilik veya süreklilik niteliğini
veren unsur, alacaklının ifadaki menfaatinin bir anda mı yoksa zamana yaygın bir
biçimde mi gerçekleştiğidir. Ancak eser sözleşmelerinde ifaya hazırlık faaliyetlerinin
özel bir önem taşıdığı ve TBK’nın da bu nedenle bu sıradaki aksaklıklar hakkında
düzenlemeler yaptığı (TBK m. 473) da gözden kaçırılmamalıdır104. Bu nedenle eser
sözleşmelerinin ani ve sürekli borç ilişkilerinin bir birleşimi olduğu, bu nedenle hem
ani hem de sürekli edim borç ilişkilerine ilişkin kuralları göz önünde tutmanın daha
uygun olacağı da söylenebilir105.
Edimin ifası zamana yaygın olarak gerçekleşebiliyorsa; yaniedimin belli bir
zaman boyunca ifa edilmesi gerekiyorsa sürekli edim söz konusu olur.106. Ancak
buradaki süreklilik, zaman içinde kesintisizlik, mutlak bir devamlılık ve ebedilik
şeklindedeğil, aksine edimin fiili ve hukuki yönden bütünlük teşkil edecek şekilde

102
Asli edim yükümlülüklerinden, sözleşmeye tipini veren ve bu sayede onu diğer sözleşme
tiplerinden ayırmaya yarayan edime karakteristik edim adı verilir. Altınok-Ormancı, a.g.e., s. 8.
103
Altınok-Ormancı, a.g.e., s. 13.
104
Bu hükme göre: “Yüklenicinin işe zamanında başlamaması veya sözleşme hükümlerine aykırı
olarak işi geciktirmesi ya da işsahibine yüklenemeyecek bir sebeple ortaya çıkan gecikme yüzünden
bütün tahminlere göre yüklenicinin işi kararlaştırılan zamanda bitiremeyeceği açıkça anlaşılırsa,
işsahibi teslim için belirlenen günü beklemek zorunda olmaksızın sözleşmeden dönebilir.
Meydana getirilmesi sırasında, eserin yüklenicinin kusuru yüzünden ayıplı veya sözleşmeye aykırı
olarak meydana getirileceği açıkça görülüyorsa, işsahibi bunu önlemek üzere vereceği veya
verdireceği uygun bir süre içinde yükleniciye, ayıbın veya aykırılığın giderilmesi; aksi takdirde hasar
ve masrafları kendisine ait olmak üzere, onarımın veya işe devamın bir üçüncü kişiye verileceği
konusunda ihtarda bulunabilir.”.
105
Oğuzman/Öz, C. I, s. 11-12, dn. 38; Altınok-Ormancı, a.g.e., s. 42; Zevkliler/Gökyayla, a.g.e.,s.
490-491; Aydıncık, a.g.e., s. 25.Yargıtay’ın da bu yönde içtihatları bulunmaktadır; Yargıtay İBK,
Tarih: 25.01.1984, No: 3/1, RG. No: 18325, Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı, (Erişim Tarihi:
04.01.2015). Ancak Eren, eser sözleşmelerinin her şeye rağmen yine de ani edimli bir sözleşme
olduğu görüşündedir. Eren, Borçlar Özel, s. 538. Aynı yönde; Mustafa Alper Gümüş, Borçlar
Hukuku: Özel Hükümler, 2 C. İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2012, C: II, s. 4 (C. II);
Yavuz/Acar/Özen, a.g.e., s. 964. Aral/Ayrancı, a.g.e., s. 334.
106
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 36; Huguenin, a.g.e., s. 14; Oğuzman/Öz, C. I, s. 12; Reisoğlu, a.g.e.,
s. 390; Özer Seliçi, Borçlar Kanununa Göre Sözleşmeden Doğan Sürekli Borç İlişkilerinin Sona
Ermesi, İstanbul, Fakülteler Matbaası, 1976, s. 4 vd.; Eren, Borçlar Genel, s. 107; Nomer, Genel
Hükümler, s. 13; Antalya, Borçlar, s. 38; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 37-38; Kılıçoğlu, Genel
Hükümler, s. 6; Ayan, Borçlar Genel, s. 24; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 13-14; Kırkbeşoğlu, a.g.e.,
s. 130; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 5-6; Schlechtriem, a.g.e., s. 12; Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s.
33.

27
uzun bir zaman süresi içinde yerine getirilmesi şeklinde anlaşılmalıdır107.İşte bir borç
ilişkisinde asli edim veya asli edimlerden en az biri sürekli ise ortada sürekli bir borç
ilişkisi vardır108. Kira, hizmet ve rekabet etmeme sözleşmeleri bu tür borç
ilişkilerinin tipik örnekleridir.
Bunların yanı sıra bir de sürekli borç ilişkisi yaratıp yaratmadığı tartışmalı
olan109, kimilerine göre ani ve sürekli edimler arasında ortalama bir yer işgal
eden110dönemli edimler vardır. Edimin zaman içerisinde düzenli veya düzenli
olmayan aralıklarla ifa edilmesi gerekiyorsa dönemli edim söz konusu olur111. Bu
tarz bir edim, tek bir borcun çeşitli vadelerde kısım kısım muaccel olması halinde söz
konusu olabileceği gibi, aynı ilişkide borçların zaman aralıkları ile muaccel olması
halinde de söz konusu olabilir112. Dönemli borç ilişkilerinin sürekli bir ilişki sayılıp
sayılamayacağının tespitinde ise, her bir halin ayrı ayrı ve amaca göre
değerlendirilmesi yerinde olur113. Örneğin, ard arda teslimli satış sözleşmelerinde
borcun kısım kısım ifasındaki amaç borçlunun edimi ifa etmesini kolaylaştırmak ise
ani edimli bir borç ilişkisinin varlığı kabul edilmelidir. Fakat bu tür ifadaki amaç,
alacaklının belli bir süre boyunca bu edimden yararlanması ise, bu halde sürekli borç
ilişkisinin varlığını kabul etmek gerekir114.

107
Eren, Borçlar Genel, s. 107; Oğuzman/Öz, C. I, s. 12; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 37-38.
Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 5-6; Brox/Walker, a.g.e., s. 9.
108
Oğuzman/Öz, C. I, s. 12; Altınok-Ormancı, a.g.e., s. 7-8; Gündoğdu, a.g.e., s. 183.Yalnızca yan
edim yükümlülüklerinden birisinin sürekli nitelik taşıması, borç ilişkisini sürekli hale getirmeye
yetmez. Altınok-Ormancı, a.g.e., s. 7-8; Altunkaya, a.g.e., s. 125.
109
Sürekli borç ilişkisi yarattığı görüşünde; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 6; Brox/Walker, a.g.e., s. 9.
110
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 38.
111
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 13; Altınok-Ormancı, a.g.e., s. 17; Antalya, Borçlar, s. 39;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 11; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 6; Eren, Borçlar
Genel, s. 108; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 38; Oğuzman/Öz, C. I, s. 13; Ayan, Borçlar Genel, s.
24.
112
Oğuzman/Öz, C. I, s. 13.
113
Alois Rimle, Der Erfüllte Schuldvertrag, Freiburf Schweiz, Universitätverlag, 1995, s. 13-14;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 13. Serozan, sürekli olduğu varsayılan dönemli edimleri, tutarı baştan belli
olmayan, birbirinden bağımsız sayılan, kendine özgü dönemli edimler olarak nitelendirmekte ve
doğalgaz, su ve elektrik gibi enerji kaynaklarını yollama edimlerini buna örnek olarak göstermektedir.
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 13-14. Bu hususta ayrıca bkz.: Medicus/Lorenz, s a.g.e.,. 6;
Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 34.
114
Huguenin, a.g.e., s. 14; Oğuzman/Öz, C. I, s. 13, dn. 43. Altınok-Ormancı, a.g.e., s. 21; Mustafa
Alper Gümüş, Borçlar Hukuku: Özel Hükümler, 2 C., İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2012, C: I, s. 20-
21 (C. I); Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 6. Ayrıca bkz.: Fikentscher/Heinamann, a.g.e., s. 32-33. Ancak
Eren, böyle bir ayırım yapmaksızın ard arda teslimli satış sözleşmelerinin nitelikleri itibariyle sürekli
borç doğuran sözleşmelerden olduğunu kabul etmektedir. Eren, Borçlar Özel, s. 59.

28
Gerek ani edimlerin gerekse sürekli edimlerin ifasında imkânsızlık söz konusu
olabilir. Ancak sürekli edimlerin ifasındaki imkânsızlık ileride ayrıntısıyla
inceleyeceğimiz üzere bazı özellikler göstermektedir115.

B. İfa
Çalışmamızın temel kavramı olan imkânsızlığın, edim ve ifa kavramlarından
yola çıkılarak tanımlandığını, ifa engelleri olarak adlandırılan ve borç ilişkisinin
temel amacından sapmasına yol açan sebeplerden biri olduğunu belirtmiştik116. Bu
bağlamda ifa kavramı da imkânsızlık bakımından temel kavramlardan birisidir.
İfa, TBK’nın en önemli kavramlarından birisi olmasına rağmen burada
tanımlanmış değildir. Bunun yanı sıra TBK’da para borçlarının ifası bakımından, ifa
yerine özel olarak ödeme kavramı kullanılmıştır (TBK m. 99). Kısaca borçlanılan
edimin doğru bir biçimde yerine getirilmesi şeklinde tanımlanabilen ifa ile alacaklı
tatmin edilmiş, borç-kural olarak- sona ermiş ve borçlu da borcundan kurtulmuş
olur117,118.
İfanın hukuki niteliği öğretideki en tartışmalı hususlardan birisidir. Günümüzde
pek de kabul edilmeyen bir fikre göre ifa, sözleşme şeklinde gerçekleşen bir hukuki
işlemdir119. Yani edimin yerine getirilmesi esnasında borçlu ve alacaklı bunun ifa
olduğu hususunda anlaşmalıdır. Bir başka görüş ise, ifayı maddi bir fiil olarak
nitelendirmektedir120. Bu fikirdekilere göre ifanın hukuki bir işlemle

115
Bkz.: aş. s. 83 vd.
116
Bkz.: yuk. s. 7-8.
117
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 2;Bucher, AT, s. 291; Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 214; Huguenin,
a.g.e., s. 122; Mustafa Aksu, “Asıl Borca Bağlı Hak ve Borçların Sona Ermesi - İbra - Yenileme -
Birleşme” Prof. Dr. İsmet Sungurbey’e Armağan: Borçlar Hukuku Genel Hükümler
Konferansları II, 28-29 Nisan 2012, İstanbul, İstanbul Barosu Yayınları, 2014,
http://www.istanbulbarosu.org.tr/Yayinlar/BaroKitaplari/SUNGURBEY20142.pdf (Erişim tarihi:
14.09.2015), s. 209 (İbra,Yenileme, Birleşme); Ahmet Cemal, “Edime Uygun İfa Kuralının Bir
İstisnası Olarak İfa Uğruna Edim”, İÜMHAD, C. 3, S. 5, 1969, s. 239; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 7;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 257; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 758; Eren, Borçlar Genel, s.
906; Reisoğlu, a.g.e., s. 290; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 536; Ayan, Borçlar Genel, s. 308;
Nomer, Genel Hükümler, s. 265; Tekinay, a.g.e., s. 1-2.
118
Bazı istisnai hallerde borç ifa ile sona ermeyerek, alacak hakkının ifayı yapan üçüncü kişiye
geçmesine neden olur. Bu istisnai durum TBK’da halefiyet olarak adlandırılmıştır (TBK m. 127).
Serozan’ın da belirttiği gibi halefiyet kurumunun varlığı, her ifanın itfaya yol açmadığını
göstermektedir. Serozan, İfa ve Engelleri, s. 8. Halefiyet hususunda ayrıntılı bilgi için bkz.:
Oğuzman/Öz, C. I, s. 268-273; Ahmet M. Kılıçoğlu, Türk Borçlar Hukukunda Kanuni Halefiyet,
Ankara, AÜHFY, 1979, s. 3-23.
119
Tunçomağ, Borçlar, s. 665.
120
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 760-761; Tekinay, a.g.e., s. 4; Murat İnceoğlu,
“İfanın Hukuki Niteliği ve Borçlunun Edime Uygun Eyleminin İfa Teşkil Edip Etmeyeceği Sorunu”,

29
gerçekleştirildiği durumlarda121 bile bu hukuki işlem, ifanın bir unsuru değil,
yalnızca maddi sonucun sağlanabilmesinin bir aracıdır. Bu husustaki üçüncü ve
kanaatimizce de haklı olan fikre göre ise, ifanın hukuki niteliğini belirlemek için her
çeşit edimin ifasını kapsayacak bir genel kural belirlemek mümkün değildir122.
Gerçekten bazı hallerde ifanın gerçekleşmesi için alacaklı ile borçlunun bu hususta
anlaşması gerekirken, bazı hallerde yalnızca maddi sonucun gerçekleştirilmesi
yeterlidir.

1. Edim İmkânsızlığı ve İfa İmkânsızlığı Ayırımının Yersizliği


İmkânsızlık edim üzerinde meydana gelen ve edimin ifasını engelleyen bir
husustur. Bu nedenle kanaatimizce edim imkânsızlığı ve ifa imkânsızlığı kavramları
arasında hiçbir farklılık bulunmamaktadır; ancak öğretide edim imkânsızlığı ve ifa
imkânsızlığı birbirinden tamamen farklı iki kavram olarak da ele alınmaktadır.Şöyle
ki; TBK, edimin imkânsız olduğu zamana göre başlangıçtaki ve sonraki imkânsızlık
ayırımını yapmış ve her ikisine de farklı hüküm ve sonuçlar bağlamıştır. Borçlunun
edimi sözleşmenin kurulduğu anda imkânsız ise, ya da ifa edileceği zaman
imkânsızlaşacağı açıkça belli ise başlangıçtaki imkânsızlık mevcuttur123. Bu tür

AÜHFD, C. 54, S. 4, 2005, s. 181-182; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 123-124. Bu tartışmayı çok


gereksiz bulan Serozan’a göre ise, ister maddi sonucun sağlanmasına isterse bir hukuki işlem
yapılmasına yönelik olsun, bir edimin ifasında, ifa iradesi, zaten genel ve götürü bir biçimde
açıklanmıştır. Yani ifanın gerçekleştirildiği hallerde, doğal olarak ifa iradesi de açıklanmış
sayılmalıdır. Tarafların ifa hususundaki anlaşmaları, yalnızca şüphe yaratabilecek hallerde borçlu
bakımından önem taşımaktadır. Örneğin, üçüncü kişi borçlu yerine ve yararına ifada bulunduğunu
açıklamazsa, ediminin iadesini sağlama imkânını yitirebilir. Bu nedenle ifa esnasında tarafların bunun
bir ifa olduğu hususunda anlaşmaları zorunlu olmayıp, yalnızca borçlu kendi aleyhine bir şüphenin
doğabileceği hallerde, alacaklının edimi ifa olarak kabul etmesini talep etme olanağına sahiptir.
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 15-20. Bu görüşteki Serozan ifayı da: “İfa, varsayılı, doğal bir iradeyle
edim eyleminde bulunularak alacaklının doyurulmasından, özel olarak sonuca bağlı borçlarda edim
sonucunun gerçekleştirilmesinden ibarettir” şeklinde tanımlamaktadır. Serozan, İfa ve Engelleri, s.
19.
121
İfanın bir hukuki işlemle gerçekleştiği durumlara mülkiyetin (TMK m.705, 763) ve alacağın
devrini (TBK m. 183-194) örnek olarak gösterebiliriz.
122
Oğuzman/Öz, C. I, s. 262-263; Reisoğlu, a.g.e., s. 290-291; Eren, Borçlar Genel, s. 913-914;
Nomer, Genel Hükümler, s. 265-266.
123
Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 724; Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 201; Bucher, AT, s. 247; von
Tuhr/Peter, a.g.e., s. 263; von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 96; Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 39; Huguenin,
a.g.e., s. 63, 163; Mustafa Arıkan, “Eser Sözleşmesinde İfa İmkansızlığı ve Sonuçları”, SÜHFD, C.
16, S. 2, 2008, s. 267 (İmkansızlık); Şakir Berki, “Borçların Sukutu”, AÜHFD, C. 12, S. 1-2, 1955, s.
243; Erzurumluoğlu, Edimin Yerine Getirilmemesi, s. 10; Altunkaya, a.g.e., s. 103; Dural, Sonraki
İmkansızlık, s. 75; Dural, Kavram, s. 25; Topuz/Canbolat, a.g.e., s. 678; Buz, İmkansızlık, s. 23;
Akkanat, a.g.e., s. 36; Kurşat, İmkânsızlık, s. 756; Oğuzman/Öz, C. I, s. 89;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 403-404; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 183; Başpınar,
Kısmi Butlan, s. 115; Reisoğlu, a.g.e., s. 138, 346; Eren, Borçlar Genel, s. 327, 328, 1038;

30
imkânsızlık, bazı yazarlarca124, “borcun veya sözleşmenin konusundaki
imkânsızlık”,yani edim imkânsızlığı olarak da adlandırılmaktadır. Sözleşmenin
kurulduğu anda ifası mümkün olan bir edim, kuruluştan sonra ve henüz fiilen ifa
edilmeden önce imkânsızlaşırsa sonraki imkânsızlık söz konusu olur125. TBK ve
öğretideki bazı yazarlar126 bu hali “ifa imkânsızlığı” olarak da adlandırmaktadırlar.
Kanaatimizce başlangıçtaki imkânsızlık halinde olduğu gibi, sonraki
imkânsızlık da borcun konusu üzerinde gerçekleştiğinden; “borcun konusundaki
imkânsızlık” kavramını yalnızca başlangıçtaki imkânsızlığı ifade etmek üzere
kullanmaktan kaçınmak daha yerindedir. Aynı durum sonraki imkânsızlığıifade eder
biçimde kullanılan ifa imkânsızlığı kavramı bakımından da geçerlidir. Ziraedimin
ifasındaki imkânsızlık, hem başlangıçtaki hem de sonraki imkânsızlığın temel
şartıdır127.Ancak başlangıçtaki imkânsızlık sözleşmenin kesin hükümsüzlüğüne yol
açtığı (TBK m. 27/1) ve baştan beri hükümsüz olan bir sözleşme nedeniyle
borçlunun ifa yükümlülüğünün hiçbir zaman doğmayacağı nazara alınırsa, “ifa
imkânsızlığı” kavramının yalnızca sonraki imkânsızlığı ifade eder biçimde
kullanılabileceği söylenebilir. Fakat imkânsızlığı, başlangıçtaki ve sonraki
imkânsızlık şeklinde ikiye ayırarak bunlara birbirlerinden tamamen farklı hüküm ve
sonuç bağlamanın, yalnızca bir hukuk politikası meselesi olduğuna da dikkat
edilmelidir. Sonuç olarak ifa imkânsızlığı kavramının TBK’nın mevcut düzenlemesi

Gündoğdu, a.g.e., s. 95; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 99; Ayan, Borçlar Genel, s. 149, 366-367;
Nomer, Genel Hükümler, s. 80; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 156; Brox/Walker, a.g.e., . 220.
124
Başak Başoğlu, “Sözleşmenin Konusundaki İmkansızlık”, Prof Dr. Belgin Erdoğmuş Armağan,
İstanbul, Der, 2012, s. 491; Turhan Esener, Borçlar Hukuku: Akitlerin Kuruluşu ve Geçerliliği
(BK. m. 1-40), Ankara, AÜHFY, 1969, s. 206 (Borçlar); Altunkaya, a.g.e., s. 155; Oğuzman/Öz, C.
I, s. 459; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 116-117; Arıkan, İmkansızlık, s. 270; Akkanat, a.g.e., s. 36;
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 184.
125
Huguenin, a.g.e., s. 92; Erzurumluoğlu, Edimin Yerine Getirilmemesi, s. 10; Dural, Sonraki
İmkansızlık, s. 75; Dural, Kavram, s. 25; Altunkaya, a.g.e., s. 105; Topuz/Canpolat, a.g.e., s. 679;
Buz, İmkansızlık, s. 23; Arıkan, İmkansızlık, s. 267; Akkanat, a.g.e., s. 36; Kurşat, İmkansızlık, s.
757; Eren, Borçlar Genel, s. 1036, 1038, 1299; Oğuzman/Öz, C. I, s. 460, 568;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 404; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 184; Başpınar, Kısmi
Butlan, s. 115; Berki, a.g.e., s. 243; Reisoğlu, a.g.e., s. 347; Gündoğdu, a.g.e., s. 95; Kılıçoğlu, Genel
Hükümler, s. 100; Ayan, Borçlar Genel, s. 367; Nomer, Genel Hükümler, s. 308; Brox/Walker,
a.g.e., s. 220.
126
İbrahim Kaplan, Hakimin Sözleşmeye Müdahalesi, 2. bs., Ankara, Seçkin, 2007, s. 139; Başak
Başoğlu, “Borcun İfasındaki İmkansızlık”, Prof. Dr. Mustafa Dural’a Armağan, İstanbul, Filiz
Kitapevi, 2013, s. 307; Kurşat, İmkansızlık, s. 762; Reisoğlu, a.g.e., s. 347; Oğuzman/Öz, C. I, s.
455; Altunkaya, a.g.e., s. 155; Eren, Borçlar Genel, s. 1036; Arıkan, İmkansızlık, s. 266; Akkanat,
a.g.e., s. 139; Kaplan, a.g.e., s. 36; Nomer, Genel Hükümler, s. 308; Gündoğdu, a.g.e., s. 82.
127
Gündoğdu’da edim imkânsızlığı ile borcun ifasının imkânsızlığı kavramlarının aynı durumu ifa
ettiklerini kabul etmektedir. Gündoğdu, a.g.e., s. 82.

31
çerçevesinde kullanılabileceğini ve Türk Hukukunda yerleşmiş bir kavram olduğunu
kabul etsek de, bu kavramı yalnızca sonraki imkânsızlığı ifade eder bir biçimde
kullanmaktan kaçındığımızı da belirtmeliyiz128.
Bunun dışında öğretide işin niteliği gereği veya açıkça sözleşmede
kararlaştırılmış olduğu için ancak belirli bir zamanda ifa edilebilecek edimler göz
önüne alınarak edim imkânsızlığı ve ifa imkânsızlığı ayırımı da yapılmaktadır. Bu
hususta verilen örneğe göre, bir şoförün yolcusunu saat 09.00’da hareket edecek
trene yetiştirme borcu altına girmesi halinde, söz konusu edim, yolcu treni
kaçırdıktan sonra dahi imkânsız hale gelmez. Ancak zamanın geçmesinden sonra
edimin yerine getirilmesi ifa etkisine sahip olmayacağından yalnızca ifanın
imkânsızlaştığı kabul edilmelidir129. Kanaatimizce bu örnekte ifa zamanı, edimin ifa
edilebileceği yegâne zamanı ifade etiğinden; zaman, edimin ayrılmaz bir parçası
haline gelmiş sayılır. Zira şoförün borcu, müşterisini yalnızca tren istasyonuna
götürmek değil, onu, saat 09.00’daki trene yetişecek şekilde istasyona götürmektir.
Bu nedenle bu ve benzeri olaylarda da edim ve ifa imkânsızlığı kavramları aynı
anlama gelir130.

C. Sözleşmenin Amacı
Kişilerin ihtiyaçlarının temin edilmesi, menfaatlerinin korunması, ekonomik ve
sosyal hedeflerinin gerçekleştirilmesinin en önemli araçlarından biri
sözleşmelerdir131. Karşı edim içeren bir sözleşme akdeden kişilerin öncelikli amacı,
karşı edimi (veya edimleri) elde etmektir. İşte bu amaçla oluşturulan bir sözleşmenin
normal sona erme sebebi, tarafların üzerine düşen yükümlülükleri tam olarak yerine
getirmeleri, sözleşmede kararlaştırılan tüm edimleri gereği gibi ifa etmeleridir. Bir
edimin ifası, imkânsız olduğu için gerçekleştirilemiyorsa bu sözleşme amacına
ulaşamaz. Bu nedenle imkânsızlıkla sözleşmenin amacı kavramları birbirleriyle
yakın ilişki içerisindedirler.
128
Gündoğdu ise, edim imkânsızlığı ile borcun ifasının imkânsızlığı kavramlarının aynı durumu ifa
ettiklerini kabul etmekle birlikte, kanundaki kullanılış tarzıyla uyum sağlaması ve edimin borçlu
açısından halen mümkün olmasına rağmen, alacaklının bu edimin yerine getirilmesinde bir
menfaatinin kalmadığı halleri de karşılayabilmesi bakımından ifa imkânsızlığı kavramını kullandığını
bildirmektedir. Gündoğdu, a.g.e., s. 82.
129
Bu hususta ayrıntılı bilgi için bkz.: Özer Seliçi, “Kesin Vadeli İşlemler”, İÜMHAD, C. 2, S. 3,
1968, s. 94, dn. 4 (Kesin Vade).
130
Gündoğdu, a.g.e., s. 81.
131
Bkz.: yuk. s. 7.

32
Ayrıca imkânsızlık, edimin ifasının yanı sıra sözleşmenin amacı bakımından da
söz konusu olabilir. Bu hususta verilen örneğe göre, adi şirket kurmak isteyen iki
veya daha fazla sayıdaki kişi, emek ve mallarını ortak bir amaca ulaşmak amacıyla
birleştirmeyi bir sözleşme ile karşılıklı olarak birbirlerine taahhüt etmeleri gerekir
(TBK m. 620/1). Ancak tarafların varmak istedikleri ortak amacın gerçekleşmesi
sözleşmenin kurulduğu anda imkânsızsa veya sonradan imkânsızlaşmışsa, bu halde
de ortada bir imkânsızlığın bulunduğu sonucuna varılmalıdır132.
Yine bir borç ilişkisinin temel amacı, borçlunun edimini yerine getirerek
alacaklıyı tatmin etmesi olduğuna göre, bu amacın borçlunun ifası dışında başka bir
yolla gerçekleşmesinin(Zweckerreichnung)133 veya borç ilişkisinin kurulmasındaki
amacın kendiliğinden sona ermesinin (Zweckfortfall) de bir imkânsızlık yarattığı, -
kanaatimizce de haklı olarak- ileri sürülmektedir. Hekim çağıran hastanın,hekim
gelmeden kendiliğinden iyileşmesi veya hekim gelene kadar hastanın ölmesi bu
hususta verilen örneklerdir134.Hastanın kendiliğinden iyileşmesi halinde artık
hekimin edimi ifa edebilmesi mümkün olmadığı gibi, hasta da hekimin edimini kabul
edebilecek bir durumda değildir. Aynı şekilde hastanın ölmesi halinde artık hekimin
edimini ifa edebilmesi mümkün değildir ve vefat eden hasta bir yana, onun
mirasçıları da hekimin edimini kabul etme imkânına sahip değillerdir.
132
Altunkaya, a.g.e., s. 154, 196; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 158.
133
Alacaklının, borçlusunun ifasıyla tatmin olma amacının borçlusunun ifası dışında başka bir yolla
gerçekleşmesiyle kastedilen, borcun, borçlu dışında üçüncü bir kişi tarafından ifa edilmesi değildir.
TBK m. 83’e göre borcun bizzat borçlu tarafından ifa edilmesinde alacaklının menfaati bulunmadıkça
borçlu, borcunu şahsen ifa etmekle yükümlü değildir. Bu halde bir üçüncü kişi de alacaklıya borçlu
adına ifada bulunabilir ve bu da alacaklının alacağının sona ermesine yol açar. Ancak taraflar
arasındaki güven ilişkisinin çok yoğun olduğu hizmet, eser ve vekâlet gibi sözleşmelerde işçinin,
yüklenicinin ve vekilin -kural olarak- bizzat ifada bulunması gerektiği düzenlenmiştir (TBK m. 395,
TBK m. 471/3, TBK m. 506/1). Erzan Erzurumluoğlu, Sözleşmeler Hukuku, (Özel Borç İlişkileri),
3. bs., Ankara, Yetkin, 2013, s. 144, 173, 183-184; Ahmet M. Kılıçoğlu, “Müteahhidin Eseri Şahsen
Yapma ve Kendi İradesi Altında Yaptırma Borcu”, AÜHFD, C. 32, S. 1-4, 1975, s. 185 vd.;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 258; Eren, Borçlar Genel, s. 924; Eren, Borçlar Özel, s. 537, 603, 717;
Zevkliler/Gökyayla, a.g.e.,s. 445, 519, 635; Yavuz/Acar/Özen, a.g.e., s. 867, 976-977, 1162; Sarı,
a.g.e.,s. 27 vd.
134
Serozan, İfa ve Englleri, s. 158-159; Altunkaya, a.g.e., s. 213-214; Gündoğdu, a.g.e., s. 89-90, 144;
Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 123; Weiler, a.g.e., s. 217-218; Brox/Walker, a.g.e., s. 150;
Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 190; Hütte/Hütte, a.g.e., s. 129-130, Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 198;
Palandt, Bürgerliches Gesetzbuchs C. VII, 72. bs., München, C. H. Beck, 2013, s. 358; Wolfgang
Krüger, Münchener Kommentar zum Bürgerlichen Gesetzbuch, 6. bs., München, C. H. Beck,
2012, C: II, s. 749-750; Hans Prütting, Gerhard Wegen, Gerd Weinreich, BGB Kommentar, 7. bs.,
Hamburg, Luchterhand, 2012, s. 423; Andrea Fehre, Unmöglichkeit und Unzumutbarkeit der
Leistung, Berlin, Duncker & Humblot, 2005, s. 71-74. Bu konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.:
Volker Beuthien, Zweckerreichung und Zweckstörung im Schulverhältnis, Tübingen, Mohr
Siebeck, 1969, s. 5 vd.

33
Bu halde sorunun nasıl çözülmesi gerektiğine ilişkin olarak kanunumuzda
hiçbir düzenleme bulunmamakla birlikte, bu boşluğun nasıl doldurulması gerektiği
de öğretide tartışmalıdır135.

III.İMKÂNSIZLIĞINDAYANDIĞI SEBEPLER
Bir edimin ifasının imkânsız olarak kabul edilmesi öğretide çeşitli sebeplere
dayanılarak izah edilmektedir. Tartışmalı olmakla beraber, genel olarak, manıtıki,
hukuki, fiili, manevi ve ekonomik sebeplerden söz edildiği görülmektedir136.
İmkânsızlığı doğurduğu iddia edilen bu sebeplerin kapsamları da oldukça
tartışmalıdır.

A. Mantıki İmkânsızlık
İmkânsızlık kavramını ilk olarak doğa kanunlarına ve mantık kurallarına
dayandırmak ve buna göre açıklamak mümkündür137. Bu durumda mantıki (felsefî,
doğa bilimsel, doğal, fiziksel)138 imkânsızlık, mantık kurallarına ve doğa kanunlarına

135
Bu tartışma ileride ayrıntılı bir biçimde inceleneceğinden (bkz.: aş. s. 91 vd.), burada daha fazla
üzerinde durulmayacaktır.
136
Kimi yazarlar imkânsızlığın mantıki, fiili veya hukuki sebeplerden kaynaklanabileceğini ileri
sürmektedirler. Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 904 vd.; Akkanat, a.g.e., s. 34; Eren,
Borçlar Genel, s. 1037. Ancak Eren, aynı eserinin başka bir yerinde imkânsızlığın mantıki anlamda
değil, tabi (fiili) anlamda anlaşılmasını gerektiğini ve edimin başlangıçtaki imkânsızlığının maddi tabi
olaylardan veya hukuki sebeplerden doğabileceğini belirtmektedir. Bu açıdan imkânsızlığın maddi -
fiili imkânsızlık ve hukuki imkânsızlık olarak ikiye ayrıldığını ileri sürmektedir. Diğer yazarların
mantıki imkânsızlık olarak adlandırdığı halleri ise maddi imkânsızlığa örnek olarak göstermektedir.
Eren, Borçlar Genel, s. 327-328. Kimi yazarlar ise, imkânsızlığı yalnızca fiili ve hukuki sebeplere
dayandırmakta ve mantıki imkânsızlığı kabul eden yazarların buna örnek olarak gösterdikleri olayları
fiili imkânsızlık kapsamında değerlendirmektedirler. Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 211; Huguenin,
a.g.e., s. 92; Doğan Şenyüz, Borçlar Hukuku, Bursa, Ezgi Kitapevi, 2003, s. 20-21;Özçelik, a.g.e., s.
570; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 112-113; Eren, Borçlar Genel, s. 327-328; Topuz/Canbolat, a.g.e., s.
683, 687; Reisoğlu, a.g.e., s. 138, 346; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 101, 667; Oğuzman/Öz, C. I,
s. 89.
137
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 39; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 904; Dural,
Sonraki İmkansızlık, s. 8; Dural, Kavram, s. 13-14; Akkanat, a.g.e., s. 34; Serozan, İfa ve
Engelleri, s. 166, 185; Gündoğdu, a.g.e., s. 888-89; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 112; Harm Peter
Westermann, Gezetsbuch,: Handkommentar, 12. bs., Köln, Dr. Otto Schmidt, 2008, s. 1013;
Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 190; Brox/Walker, a.g.e., s. 218; Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s.
120; Hütte/Hütte, a.g.e., s. 129; Weiler, a.g.e., s. 217; Dauner - Lieb/Langen, a.g.e., s. 357; Claudia
Bittner ve diğerleri, a.g.e., s. 283; Schwarze, a.g.e., s. 30. Eren, Borçlar Genel, s. 1037. Ancak Eren,
aynı eserinin başka bir yerinde imkânsızlığın mantıki anlamda değil, tabi (fiili) anlamda anlaşılmasını
gerektiğini de belirtmektedir. Eren, Borçlar Genel, s. 327-328.
138
Tekinay, mantıki yerine felsefi imkânsızlık kavramını kullanmaktadır.
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 904. Dural ise hem mantıki hem de felsefi imkânsızlık
kavramını kullanmaktadır. Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 8; Dural, Kavram, s. 13. Serozan, bu
sebep için mantıksal, doğa bilimsel ve fiziksel imkânsızlık kavramlarının hepsini birden
kullanmaktadır. Serozan, İfa ve Engelleri, s. 166. Eren ise, tabi imkânsızlığı mantıki imkânsızlıkla eş

34
göre gerçekleşemeyecek olan olayların niteliğinden ibarettir. Mantıki imkânsızlık bir
şeyin olmama, bir olayın gerçekleşememe mecburiyetine ilişkin olduğundan öğretide
“meydana gelmemesi gereken olumsuz zorunluluk” olarak tanımlanmakta ve
“olumsuz zorunluluğu” ifade ettiği belirtilmektedir139. Gerçekten de mantık
kurallarına göre bir olayın gerçekleşmesi imkânsız ise, bunun gerçekleşmemesi
mutlak bir zorunluluk olarak karşımıza çıkar. Hukuk öğretisinin klasik örneğine
göre, ölmüş bir atı, canlı at olarak satım konusu yapmak mümkün değildir. Zira ölü
bir canlıyı dirilterek alacaklıya teslim etmek, satıcıyı bununla yükümlü kılmak
mümkün değildir140.
Edimin ifasını mantıken imkânsız hale getiren husus kendiliğinden var
olabileceği gibi, bu duruma insani veya tabi bir olay da yol açmış olabilir. Örneğin;
insanların yapıları gereği hiçbir gücün ve aracın yardımı olmaksızın uçmaları
mümkün değildir. Bu yöndeki bir taahhüt kendiliğinden imkânsız olduğu gibi,
gerçekleştirilebilmesi ancak illüzyon hilelerine başvurulmasıyla olanaklı hale
gelebilir. Edim konusu malın sele kapılarak telef olması bir tabiat olayının yol açtığı
imkânsızlıkken, bu malın borçlu veya üçüncü kişi tarafından yakılarak yok edilmesi
ise insani bir fiilin yol açtığı imkânsızlıktır.
Borç ilişkisinin amacının borçlunun ifası dışında başka bir yolla gerçekleşmesi
veya borç ilişkisinin kurulmasındaki amacın kendiliğinden sona ermesi de mantıki
imkânsızlık yaratmaktadır141.

B. Hukuki İmkânsızlık
Bir edimin yerine getirilememesi hukuki sebeplerden de kaynaklanabilir. Yani
mantıken ifası mümkün olan bir edim, emredici bir hukuk kuralı nedeniyle yerine
getirilemiyorsa hukuki imkânsızlık söz konusu olur142. Bu durumda imkânsızlığın
kaynağı mantık kuralları değil, doğrudan doğruya bir hukuk normudur.

anlamlı olarak kullanmaktadır. Eren, Borçlar Genel, s. 1037. Ancak Eren, aynı eserinin başka bir
yerinde tabi imkânsızlığı fiili imkânsızlıkla da eş anlamlı olarak kullanmaktadır. Eren, Borçlar Genel,
s. 326. Koç ise doğal imkânsızlık kavramını kullanmaktadır. Nevzat Koç, “Türk Medeni Hukukunda
ve Roma Hukukuna Hükümsüzlük (= Butlan)”, DEÜHFD, Y.2, S. 2, 1981, s. 157 (Butlan).
139
Eren, Borçlar Genel, s. 1037; Altunkaya, a.g.e., s. 92.
140
Altunkaya, a.g.e., s. 92, 193; Akkanat, a.g.e., s. 34; Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 8; Dural,
Kavram, s. 14; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 112. Eren, Borçlar Genel, s. 1037.
141
Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 190.
142
Bucher, AT, s. 215; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 101, 667; Oğuzman/Öz, C. I, s. 89; Başpınar,
Kısmi Butlan, s. 113; Eren, s. Borçlar Genel, 1038; Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 10-11; Dural,

35
Hukuki imkânsızlık hallerine birçok örnek vermek mümkündür. Bunlardan bir
kaçını inceleyecek olursak; kanunun taahhüt edilen hukuki sonucun gerçekleşmesine
izin vermediği hallerde bir hukuki imkânsızlık söz konusu olur. Örneğin, 4721 sayılı
ve 22.01.2001 tarihli Türk Medeni Kanunu’nda143 (TMK) sınırlı bir biçimde sayılan
ayni haklardan144 başka bir ayni hakkın tesis edilmesine yönelik bir yükümlülük
hukuki yönden imkânsızlığa tabidir145. Tapu sicil müdürü TMK’da mevcut olmayan
bir ayni hakkın tesis edilmesi yönündeki isteği hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle
reddedecektir. TMK’da düzenlenmemiş bir ayni hak, her nasılsa tapu siciline tescil
edilmiş olsa dahi, böyle bir ayni hakkın varlığından ve geçerliliğinden söz etmek de
mümkün değildir146.
Kamu mallarının147 bu statüleri148 devam ettiği müddetçe özel mülkiyete konu
olacak şekilde devredilmeleri-kural olarak- mümkün olmadığından149, bir kamu

Kavram, s. 15; Özçelik, a.g.e., s. 572; Altunkaya, a.g.e., s. 95, 218; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 167,
185; Akkanat, a.g.e., s. 34-35; Reisoğlu, a.g.e., s. 139, 346; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 157; Gündoğdu,
a.g.e., s. 124; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 191; Joussen, a.g.e., s. 134-135;
Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 122; Brox/Walker, a.g.e., s. 218; Weiler, a.g.e., s. 218;
Hütte/Hütte, a.g.e., s. 125, Westermann, a.g.e., s. 1013; Dauner - Lieb/Langen, a.g.e., s. 358; Bittner
ve diğerleri, a.g.e., s. 292; Schwarze, a.g.e., s. 31-32.
143
24607 sayılı ve 08.12.2001 tarihli RG.
144
TMK’nın sınırlı bir biçimde kabul ettiği ayni hak tipleri mülkiyet, irtifak, rehin ve taşınmaz
yüküdür. Rona Serozan, Eşya Hukuku I, 3. bs., İstanbul, Filiz Kitapevi, 2014, s. 40-47 (Eşya);
Turhan Esener, Kudret Güven, Eşya Hukuku, 4. bs., Ankara, Yetkin, 2008, s. 50; Ünal/Başpınar, s.
113; Sirmen, Eşya, s. 40-41; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Eşya, s. 23.
145
Ziegler, a.g.e., s. 141; von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 262; Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 11; Dural,
Kavram, s. 16; Altunkaya, a.g.e., s. 96, 219; Eren, Borçlar Genel, s. 1038; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s.
157.
146
Böyle bir tescil ayni bir hak doğuramayacak olsa da, taraflar arasındaki ilişkinin bazı koşullar
altında borç doğuran bir sözleşme olarak ayakta tutulması mümkündür. Bu hususta ayrıntılı bilgi için
bkz.: Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Eşya, s. 24.
147
Kamu mallarının incelenmesi idare hukukunun konusu olmakta ve bu mallara ilişkin hukuki
düzenlemeler çeşitli kanunlarda yapılmaktadır. Kamu malı kavramı hakkında ayrıntılı bilgi için
bkz.:A. Şeref Gözübüyük, Turgut Tan, İdare Hukuku: Genel Esaslar, 2 C., 7. bs., Ankara, Turhan
Kitapevi, 2014, C: I, s. 925-992; İsmet Giritli ve diğerleri, İdare Hukuku, 3. bs., İstanbul, Der, 2008,
s. 951-1027; İlhan Özay, Gün Işığında Yönetim, 3 C., İstanbul, Filiz Kitapevi, 2004, C: I, s. 659-
720; Kemal Gözler, İdare Hukuku, 2 C., 2. bs., Bursa, Ekin, 2009, C: II, s. 815-919; Bahtiyar
Akyılmaz, Murat Sezginer, Cemil Kaya, Türk İdare Hukuku, 5. bs., Ankara, Seçkin, 2014, s. 609-
622; Turan Yıldırım ve diğerleri, İdare Hukuku, İstanbul, XII Levha, 2001, s. 489-539; 588- 613;
Yahya Kasım Zabunoğlu, İdare Hukuku, 2 C., 12. bs., Ankara, Yetkin, 2012, C: I, s. 567-597;
Turgut Tan, İdare Hukuku, 3. bs., Ankara, Turhan Kitapevi, 2014, s. 551-595; Ender Ethem Atay,
İdare Hukuku, 4. bs., Ankara, Turhan Kitapevi, 2014, s. 767-782; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir,
Eşya, s. 12-14; Sirmen, Eşya, s. 18-25; Serozan, Eşya, s. 78-80.
148
Kamu malları üzerinde devletin -özel mülkiyet rejiminden farklı- kamu mülkiyeti bulunmaktadır.
Ramazan Çağlayan, İdare Hukuku Dersleri, 2. bs., Ankara, Adalet, 2014, s. 596-597;
Gözübüyük/Tan, a.g.e., s. 934-936; Özay, a.g.e., s. 674-681; Giritli ve diğerleri, a.g.e., s. 981 vd.;
Gözler, a.g.e., s. 837-838; Akyılmaz/Sezginer/Kaya, a.g.e., s. 615-616; Zabunoğlu, a.g.e., s. 582-583;
Tan, a.g.e., s. 557-558; Turan Yıldırım ve diğerleri, a.g.e., s. 506; Serozan, Eşya, s. 79. Ancak bir

36
malının bu şekilde devrini içeren bir edimin ifası hukuki olarak imkânsızdır150. Her
nasılsa bir kamu malı fiilen devredilmiş olsa dahi, devralan bu eşya üzerinde
mülkiyet hakkına sahip olamayacağı gibi, 3402 sayılı 21.06.1987 tarihli Kadastro
Kanunu’nun151(KK) 18. maddesinin 2. fıkrasına göre zamanaşımı hükümlerinden
yararlanarak da mülkiyeti kazanamaz. Kamu malı durumundaki bir taşınmaz tapu
sicilinde özel mülkiyete elverişli gibi gözükse dahi, “tapu kütüğündeki tescile
iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu
kazanımı korunur” diyen TMK m. 1023 uyarınca kazanılması da mümkün
değildir152.
Yine borçlanılan edimin doğuracağı hukuki sonuç zaten mevcutsa edimin ifası
hukuken imkânsızdır. Örneğin borçlunun, alacaklının mülkiyetinde bulunan bir
malın mülkiyetini alacaklıya devretmeyi taahhüt etmesi halinde hukuki bir
imkânsızlık hali mevcuttur153.
Resmi bir makamın edimin ifasına katılması gerekirken katılmaması154,henüz
mevcut olmayan ve gelecektede doğması mümkün olmayan bir hakkın devrine
yönelik taahhüdün ifası da hukuki imkânsızlık kapsamındadır155.

malın devlete ait olması o malın mutlaka özel mülkiyet konusu olmayacağı anlamına gelmemektedir.
Yani devletin veya diğer kamu tüzel kişilerinin malvarlığında yer alan, ancak kamu hizmetine tahsis
edilmemiş mallar da bulunmaktadır ve bu mallar devletin özel mülkiyetine tabidir. Yıldızhan Yayla,
İdare Hukuku, İstanbul, Beta, 2009, s. 315; Gözübüyük/Tan, a.g.e., s. 990-992; Tan, a.g.e., s. 581-
582; Zabunoğlu, a.g.e., s. 597; Turan Yıldırım ve diğerleri, a.g.e., s. 496-499;
Akyılmaz/Sezginer/Kaya, a.g.e., s. 610-611; Çağlayan, a.g.e., s. 589; Özay, a.g.e., s. 665-669; Gözler,
a.g.e., s. 912-921; Şeref Ertaş, Eşya Hukuku, 8. bs., Ankara, Seçkin, 2008, s. 57; Serozan, Eşya, s.
78; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Eşya, s. 14; Sirmen, Eşya, s. 19; Mehmet Ayan, Eşya Hukuku:
Zilyetlik ve Tapu Sicili, 3 C., 5. bs., Konya, Mimoza, 2010, C: I, s. 26.
149
Giritli ve diğerleri, a.g.e., s. 981-984; Özay, a.g.e., s. 684-688; Gözler, a.g.e., s. 865-870;
Akyılmaz/Sezginer/Kaya, a.g.e., s. 616; Tan, a.g.e., s. 561-565; Çağlayan, a.g.e., s. 601-602; Turan
Yıldırım ve diğerleri, a.g.e., s. 508-516; Zabunoğlu, a.g.e., s. 590-592. Karşılaştırınız; Ramazan
Yıldırım, İdare Hukuku Dersleri, 2 C., 4. bs., Konya, Mimoza, 2012, C: I, s. 307, dn. 30; Atay,
a.g.e., s. 775-776.
150
Oğuzman/Öz, C. I, s. 89; Eren, Borçlar Genel, s. 328; Altunkaya, a.g.e., s. 219; Başpınar, Kısmı
Butlan, s. 113.
151
19512 sayılı 09.07.1987 tarihli RG.
152
Turan Yıldırım ve diğerleri, a.g.e., s. 509; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Eşya, s. 207; Sirmen,
Eşya, s. 225; Ünal/Başpınar, a.g.e., s. 379; Serozan, Eşya, s. 79.
153
Bucher, AT, s. 247; von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 263; Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 12; Dural,
Kavram, s. 16; Oğuzman/Öz, C. I, s. 90; Eren, Borçlar Genel, s. 328, 1038; Altunkaya, a.g.e., s.
230-231; Gündoğdu, a.g.e., s. 124. Böyle bir sözleşme ancak ifa zamanında alacaklının malın
mülkiyetini elden çıkarmış olacağı öngörülerek yapılmışsa geçerli sayılabilir. Oğuzman/Öz, C. I, s.
80.
154
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 113; Bittner ve diğerleri,a.g.e., s. 293.
155
Ziegler, a.g.e., s. 139; Altunkaya, a.g.e., s. 219-220. Gelecekteki haklar üzerinde sonradan tasarruf
yetkisine sahip olmak şartıyla tasarrufta bulunmak mümkün olduğundan (Haluk Nami Nomer,

37
Kanaatimizce yargı organlarının verdikleri hükümler de bir hukuki
imkânsızlığın ortaya çıkmasına sebep olabilir. Zira mahkemeler Anayasa tarafından
kendilerine verilen yargı yetkisini kullanarak (2709 sayılı 07.11.1982 tarihli Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası156 (AY) m. 9), herkesi bağlayan hükümler (6100 sayılı ve
12.01.2011 tarihli Hukuk Muhakemeleri Kanunu157 (HMK) m. 294-303)158 tesis
ettiklerinden, buradaki imkânsızlık sebebi de hukuki imkânsızlık olarak ortaya
çıkmaktadır.Mahkemelerin yanı sıra idarenin, kanunların kendilerine verdiği yetki
çerçevesinde yaptığı bazı iş ve işlemler de bir edimin ifasının imkânsız olması
sonucunu doğurabilir. Bu hususta verilebilecek ilk örnek, teslimi taahhüt edilen
taşınmazın idare tarafından kamulaştırılmasıdır159.
Bunların dışında öğretide hukuki imkânsızlığa örnek olarak gösterilen olayların
birkısmı ise,kanaatimizce mantıki imkânsızlık veya hukuka ya da ahlaka aykırılık
içerisinde mütalaa edilmesi gereken olaylardır. Örneğin; borçlunun edimi ifa
etmesiyle meydana gelecek hukuki sonucun, borçlunun herhangi bir iradesi ve fiili
olmaksızın başka bir sebeple kendiliğinden gerçekleşmesi halinin bir hukuki
imkânsızlık yarattığı ileri sürülmektedir. Bu duruma verilen klasik örnek, borçlunun
sattığı ancak henüz mülkiyetini devretmediği bir miktar hububatın alacaklının
hububatıyla karışmasıdır. Bu halde öne geçen sebebin, tarafların yapmış oldukları
sözleşme ile ulaşmak istedikleri sonucu doğurduğu, bu nedenle sözleşmenin konusuz
kaldığı ve bunun sonucunda da bir imkânsızlığın ortaya çıktığı savunulmaktadır160.
Daha önce de belirttiğimiz gibi161, bir borç ilişkisinin temel amacı, borçlunun edimini
yerine getirerek alacaklıyı tatmin etmesi olduğuna göre, bu amacın borçlunun ifası
dışında başka bir yolla gerçekleşmesi de (Zweckerreichnung) bir imkânsızlık

Beklenen Haklar Üzerindeki Tasarrufların Hukuki Sonuçları, İstanbul, Beta, 2002, s. 108-109),
henüz mevcut olmayan haklar üzerindeki tasarruf işlemleri en başından imkansızlık kapsamında
değerlendirilmemelidir.
156
17844 sayılı 20.10.1982 tarihli RG.
157
27836 sayılı 04.02.2011 tarihli RG.
158
Mahkeme hükümleri hakkında bkz.: Baki Kuru, Ramazan Arslan, Ejder Yılmaz, Medeni Usul
Hukuku (Ders Kitabı), 25. bs., Ankara, Yetkin, 2014, s. 449-457; Hakan Pekcanıtez, Oğuz Atalay,
Muhammet Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. bs., Ankara, Yetkin, 2013, s. 802-858; Abdurrahim
Karslı, Medeni Muhakeme Hukuku, 3. bs., İstanbul, Alternatif, 2012, s. 727-732.
159
Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 12; Dural, Kavram, s. 16; Eren, Borçlar Genel, s. 1038; Akkanat,
a.g.e., s. 35; Kurşat, İmkansızlık, s. 762. Kamulaştırma hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Gözler,
a.g.e., s. 933 vd.; Tan, a.g.e., s. 582 vd.; Gözübüyük/Tan, a.g.e., s. 992 vd.; Özay, a.g.e., s. 605 vd.;
Atay, a.g.e., s. 783 vd.; Zabunoğlu, a.g.e., 604 vd.
160
Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 12-13; Dural, Kavram, s. 16-17.
161
Bkz.: yuk. s. 33-34.

38
yaratmaktadır. Ancak bu imkânsızlık hukuki değil, mantıki anlamda bir
imkânsızlıktır162.
Yine bazı yazarlar163 genel olarak kanunlar tarafından yasaklanan şeylerin ifa
edilmelerinin hukuki yönden imkânsız olduğunu ileri sürmektedirler. Bu yazarlara
göre bir miktar uyuşturucu madde teminine ilişkin bir sözleşmenin ifası hukuki
olarak imkânsızdır, zira uyuşturucu madde temini5237 sayılı 26.09.2004 tarihli Türk
Ceza Kanunu’nun164(TCK) 188. maddesiile yasaklanmıştır.İthalat ve ihracat
yasaklarının da bu anlamda hukuki bir imkânsızlık yarattığı ileri sürülmektedir165.
Bazı yazarlar166 ise bu hususta bir ayırım yapmakta ve sözleşme kurulmadan önce
mevcut olan yasağın bir hukuki imkânsızlık ya da hukuka aykırılık yarattığını167,
sözleşme kurulduktan sonra getirilen bir yasağın ise hukuki imkânsızlık yarattığını
ileri sürmektedirler.Kannatimizce de burada yasağın sözleşme kurulmadan önce mi
yoksa sözleşme kurulduktan sonra mı getirildiğine göre bir ayırım yapılmalıdır. Buna
göre sözleşme kurulmadan önce mevcut olan yasağa aykırı bir sözleşme,hukuka
aykırılık nedeniyle kesinolarak hükümsüzdür168.Ancak sözleşme kurulduktan sonra
sözleşme konusu edimin ifasına ilişkin olarak getirilen bir yasak, hukuki imkânsızlık
kapsamında değerlendirilmelidir. Zira sözleşmenin kurulmasından sonra edimin
ifasını yasaklayan bir düzenleme getirilse bile, geçmişe etki yasağı

162
Bkz.: yuk. s. 35.
163
Altunkaya, a.g.e., s. 95-96, 218-219; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 157; Tunç, a.g.e., s. 108; Dural,
Sonraki İmkansızlık, s. 11. Dural, Kavram, s. 15.
164
25611 sayılı 12.10.2004 sayılı RG.
165
Altunkaya, a.g.e., s. 221; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 23; Gündoğdu, a.g.e., s. 128; Bittner ve
diğerleri, a.g.e., s. 256.
166
Eren, Borçlar Genel, s. 328, 1038, 1299; Açıkça belirtilmemiş olmakla birlikte Özçelik’in de bu
görüşte olduğu anlaşılmaktadır. Özçelik, a.g.e., s. 573-575.
167
Aslında bu durumun ister hukuka aykırılık isterse imkânsızlık yarattığı kabul edilsin, sözleşme, her
halükarda TBK m. 27/1 kapsamında kesin hükümsüzdür. Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 39; Özçelik,
a.g.e., s. 573. Ancak tazminat yükümlülüğü açısından imkânsızlık nedeniyle benimsenecek sonuçlarla
hukuka aykırılık nedeniyle benimsenecek sonuçlar birbirlerinden farklıdır. Zira her ikisi de kesin
hükümsüzlük sonucunu doğuracak olsalar da emredici hükümlere aykırılıkla başlangıçtaki
imkânsızlığın bu yaptırıma bağlanmış olmalarındaki amaçlar farklıdır. Bu nedenle tazminat
sorumluluğu bakımından her iki hale aynı biçimde yaklaşmak doğru değildir. Mehmet Serkan Ergüne,
Olumsuz Zarar, İstanbul, Beta, 2008, s. 232; Altunkaya, a.g.e., s. 217.
168
Başpınar da sözleşme kurulmadan önce mevcut olan yasağa aykırı sözleşmelerin mutlaka hukuka
aykırılık yarattığını kabul etmektedir. Başpınar, Kısmi Butlan, s. 114-115.

39
(Rückwirkungsverbot) nedeniyle, bu yasak hukuka aykırılık nedeniyle sözleşmeyi
kesin hükümsüz hale getirmez169.

C. Fiili İmkânsızlık
Bazı durumlarda çok az bir ihtimalle olsa dahi edimin ifa edilebilmesi mümkün
olmakla beraber, iş hayatında hâkim olan görüş ve düşüncelerle dürüstlük kuralı bu
edimin borçlu da dâhil olmak üzere hiç kimse tarafından yerine getirilmesinin (ifa
edilmesinin) mümkün olmadığının kabul edilmesine imkân tanıyabilir. Öğretide
verilen klasik örneklere göre, denize düşürülen bir yüzüğün bulunması veya
gökdelenin altında gömülü kalan bir bileziğin çıkarılması mümkün değildir170. Her
ne kadar bu edimlerin ifa edilebilmeleri çok az bir ihtimalle mümkünse de, bu kadar
ağır bir yükümlüğü kimsenin yerine getiremeyeceği kabul edilir. Bu duruma fiili
(maddi, pratik)171 imkânsızlık adı verilmektedir172.
Buna karşın henüz hiç kimse tarafından gerçekleştirilememiş fiillerin bir
sözleşme kapsamında taahhüt edilmesi, her durumda fiili ya da mantıki imkânsızlık
kapsamında değerlendirilmemelidir. Örneğin yüksek teknolojinin kullanıldığı bir
araştırma enstitüsünde uzun süredir MS hastalığını tedavi eden ilaç üzerinde çalışan
ve neredeyse çözüme yaklaşmış bir bilim adamının, bir ilaç firmasına, herhangi bir
süre ile sınırlı olmaksızın, bu hastalığın ilacını bulma yönündeki taahhüdü
bakımından bir imkânsızlığın bulunduğu sonucuna varılmamalıdır173.

169
Schwenzer, a.g.e., s. 249; Özçelik, a.g.e., s. 463-574; Schwarze, a.g.e., s. 33. Dural ise sözleşme
kurulduktan sonra yürürlüğe giren yasaklayıcı hükümlerin de sözleşmeyi hukuka veya ahlaka aykırılık
nedeniyle kesin hükümsüz kılacağını ileri sürmektedir. Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 23-24.
170
Bucher, AT, s. 418; Huguenin, a.g.e., s. 94; Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 8, 9; Eren, Borçlar
Genel, s. 328, 1037; Gündoğdu, a.g.e., s. 87; Fehre, a.g.e., s. 62.
171
Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 156. Başpınar hem fiili hem de maddi imkânsızlık kavramlarını
kullanmaktadır. Başpınar, Kısmi Butlan, s. 113. Eren de hem filli hem de maddi imkânsızlık
kavramını kullanmakla beraber, tabi imkânsızlık kavramın da kullanmaktadır. Eren, Borçlar Genel, s.
327. Ancak aynı yazar eserinin başka bir yerinde tabi imkânsızlığı mantıki imkânsızlıkla da eş anlamlı
olarak kullanmaktadır. Eren, Borçlar Genel, s. 1037. Serozan ve Dural’da bu sebep için hem fiili hem
de pratik imkânsızlık kavramlarını kullanmaktadırlar. Serozan, İfa ve Engelleri, s. 167; Dural,
Sonraki İmkânsızlık, s. 22-23; Dural, Kavram, s. 25.
172
Bucher, AT, s. 418; Huguenin, a.g.e., s. 93; Ziegler, a.g.e., s. 99 vd.; Altunkaya, a.g.e., s. 93-94,
191, 208-209; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 167, 185; Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 9; Dural,
Kavram, s. 14; Eren, Borçlar Genel, s. 1037-1038; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 113;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, 904-905; Akkanat, a.g.e., s. 34; Gündoğdu, a.g.e., s. 88.
173
Ziegler, a.g.e., s. 100; Altunkaya, a.g.e., s. 209. Serozan’ın da çok veciz bir biçimde ifade ettiği
gibi: “Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz!” Serozan, İfa ve Engelleri, s. 167.

40
D. Manevi İmkânsızlık
Bir edimin ifasını yalnızca fiili (maddi) unsurların değil, manevi (ahlaki,
psikolojik)174 unsurların da engelleyebileceği ve bu hallerin de bir imkânsızlık
yaratabileceği ileri sürülmektedir175. Gerçekten bazı hallerde bir edimin ifa
edilmesini istemek, borçlunun ruhsal durumunda derin ve sarsıcı etkiler ortaya
çıkarabilir. Klasik örneğe göre çok sevdiği bir yakını ölüm döşeğinde olan sanatçıdan
konser vermesini beklemek, mümkün değildir. Bu görüşteki yazarlara göre
borçlunun manevi dünyasını derinden etkileyecek olan bir edimin ifasını talep etmek
dürüstlük kuralına da aykırıdır176.
İsviçre Federal Mahkemesi de bu görüş doğrultusunda bir karar vermiştir. Bu
karara konu olan somut olayda, davalı, kendi mülkiyetindeki bir taşınmaz üzerinde
kayınpeder ve kayınvalidesine ölünceye dek oturma hakkı tanımış; bir müddet sonra
eşinden boşanmıştır. Federal Mahkeme, boşanmada kusuru olmayan davalının bu
borcu ifa etmeye devam etmesinin manevi ve psikolojik etkenler nedeniyle imkânsız
olduğuna hükmetmiştir177.
Alman hukukunda da borçlunun şahsi borcunu ifa etmek için aşmak zorunda
olduğu engellerle alacaklının ifa ile elde edeceği menfaat arasında, borçludan
katlanması beklenemeyecek ölçüde aşırı bir orantısızlığın bulunduğu hallerde bir
imkânsızlığın bulunduğu kabul edilmektedir (BGB § 275/3)178.
Bir başka görüş ise, edimin ifasına ilişkin manevi bir engelin bir imkânsızlık
yaratmadığını, yalnızca TBK m. 138 kapsamında değerlendirilebilecek bir aşırı ifa
güçlüğünün söz konusu olduğunu ileri sürmektedir179.
Öğretideki bir diğer görüş de edimin ifasına yönelik manevi engellerin bir
imkânsızlık yaratmadıklarını kabul etmekle birlikte; bu durumda borçlunun dilerse
yine de edimini ifa edebileceği, fakat ifadan kaçındığı takdirde onun aynen ifaya
zorlanamayacağını savunmaktadır180.

174
Eren bu tür imkânsızlık için her üç kavramı da kullanmaktadır. Eren, Borçlar Genel, s. 1040.
175
Eren, Borçlar Genel, s. 1040; Antalya, Borçlar, s. 283; Altunkaya, a.g.e., s. 98; İnal, Borca
Aykırılık, s. 351; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 907; Akkanat, a.g.e., s. 35.
176
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 907; Altunkaya, a.g.e., s. 98; İnal, Borca Aykırılık,
s. 351.
177
BGE 82 II 332. Karar için bkz.: Gulh/Koller/Druey, a.g.e., s. 223.
178
Bkz.: aş. s. 187.
179
Gündoğdu, a.g.e., s. 89.
180
Aydıncık, a.g.e., s. 32-33.

41
Kanaatimizce de edimin ifa edilebilir olduğu bir durumda imkânsızlıktan söz
etmek uygun değildir. Verilen örnek bakımından da birçok sanatçının, sanatlarına
duydukları saygı nedeniyle, ne yaşamış olurlarsa olsunlar edimlerini ifa ettikleri
görülmektedir181. Bu nedenle borçlunun dilerse edimini ifa edebileceği, fakat mevcut
koşullar altında edimi ifa etmek istemediği hallerde TBK m. 138 kapsamında
hâkimden sözleşmenin uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde
sözleşmeden dönme veya sözleşmeyi feshetme haklarının bulunduğu kabul
edilmelidir.

E. Ekonomik İmkânsızlık
Yukarıda saydığımız imkânsızlık sebeplerinin dışında, öğreti de bir de
“ekonomik veya iktisadi imkânsızlık” kavramından söz edilmektedir182. Bu halde
edimin ifası mantıki anlamda imkânsızlaşmamakla birlikte, borçludan
beklenemeyecek derecede ağırlaşmaktadır. Bu nedenle bu kavram “ifa güçsüzlüğü”
olarak da adlandırılmaktadır183. Ayrıca “ekonomik güçsüzlük” olarak da
nitelendirilen184 bu durumun da bir imkânsızlık yaratabileceği ileri sürülmektedir185.
Bu durumun imkânsızlık kapsamında değil, aşırı ifa güçlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürenler yazarlar da mevcuttur186. Bazı hallerde ifa
güçsüzlüğünün subjektif anlamda bir imkânsızlık olabileceğini kabul eden Serozan
dahi, (sözleşmenin uyarlanması gibi) daha esnek çözümleri devreye soktuğu

181
“…Biricik oğlunun ölüm haberini İzmir’deki bir oyun öncesi alan Adile Naşit, bu habere rağmen
sahneye çıktı ve bütün salonu kahkahalara boğdu…”
hurarsiv.hurriyet.com.tr/göster/printnews.aspx?DocID=20526573, Erişim tarihi: 07.04.2015.
182
Yeşim Gülekli, “Aşırı İfa Güçlüğü ve Alacaklının Tasavvurunun Boşa Çıkması Halinde İşlem
Temelinin Çökmesi Teorisi”, İÜMHAD, C. 15, S. 18, 1989-1990, s 55; Hans - Bern Schäfer, Hüseyin
Can Aksoy, “Hukuk ve Ekonomi Yaklaşımı Çerçevesinde Türk Sözleşme Hukukunda Ekonomik
İmkansızlık”, BATİDER, C. XXVI, S. 1, Mart 2010, s. 41 vd.; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 168, 186;
Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 667; Gündoğdu, a.g.e., s. 150.
183
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 186.
184
Eren, Borçlar Genel, s. 329; Brox/Walker, a.g.e., s. 219.
185
Bucher, AT, s. 413; Huguenin, a.g.e., s. 94; Heinrich Titze, Die Unmöglichkeit der Leistung
nach deutschem bürgerlichen Recht, Leipzig, von Adolf Titze, 1900, s. 9. Serozan’da bu durumun
bir subjektif imkânsızlık yaratabileceğini kabul etmektedir. Serozan, İfa ve Engelleri, s. 168, 186.
186
Bucher, AT, s. 295; Schäfer/Aksoy, a.g.e., s. 41 vd.; Eren, Borçlar Genel, s. 1039-1040; Gülekli,
a.g.e., s 55. Schäfer ve Aksoy, ekonomik imkânsızlığın bir aşırı ifa güçlüğü yarattığını kabul etmekle
birlikte, ifa güçlüğü nedeniyle sözleşmenin sona erdirildiği hallerin teknik anlamdaki imkânsızlık ile
aynı sonucu doğurduğunu ve bu durumun dar anlamda ekonomik imkânsızlık olarak da
adlandırılabileceğini ileri sürmektedirler. Schäfer/Aksoy, a.g.e., s. 65. Tunçomağ ise, ekonomik
sebeplerin -kural olarak- imkânsızlık değil, aşırı ifa güçlüğü yaratacağını kabul etmekle birlikte,
istisnaen bu sebeplerin de bir imkânsızlık yaratabilebileceğini belirtmektedir. Tunçomağ, Borçlar, s.
179.

42
içinekonomik imkânsızlığın çoğu somut olay bakımından aşırı ifa güçlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini bildirmektedir187.
Alman hukukunda ise, genel olarak, borçlunun borcunu ifa edebilmesi için
katlanması gereken zahmet ve masrafla, alacaklının edimin ifası ile elde edeceği
menfaat arasında,borçludan katlanması beklenemeyecek ölçüde aşırı orantısızlığın
bir imkânsızlık yarattığı (BGB § 275/2); ancak sözleşme kurulduktan sonra ortaya
çıkan durumlar nedeniyle borçlunun katlanmak zorunda kalacağı zahmet ve
masrafla, karşı edimin değeri arasındaki aşırı orantısızlığın ise işlem temelinin
çökmesi (BGB § 313) kapsamında değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmektedir188.
Kanaatimizce de ekonomik veya iktisadi imkânsızlık olarak adlandırılan bu
durum aşırı ifa güçlüğüne ilişkin (TBK m. 138) hükmü kapsamında
değelendirilmelidir. Zira ne kadar güç olursa olsun edimin ifasının mümkün olduğu
hallerde imkânsızlıktan bahsetmek uygun değildir.

F. Değerlendirme
Kanaatimizce,imkânsızlığı mantıki sebeplere dayandırmak yerindedir. Mantık
kuralları gereği gerçekleşmesi mümkün olmayan bir olayın hukuken de imkânsız
sayılması gerekir. Zira toplumsal yaşamı disipline etmeye çalışan bir hukuk
sisteminin abesle iştigal ederek na-mümkünü mümkün sayması düşünülemez. Hukuk
öğretisinin klasik örneğine göre, ölmüş bir atı, canlı at olarak satım konusu yapmak
mümkün değildir. Zira ölü bir canlıyı dirilterek alacaklıya teslim etmek; satıcıyı
bununla yükümlü kılmak mümkün değildir.
Bu bağlamda mantıkî imkânsızlık kavramıyla hukukun kabul ettiği imkânsızlık
kavramı büyük ölçüde örtüşmek zorunda olsa da, bazı durumlarda hukuk düzeninin,
mantık kurallarının imkânsız saydığı olayları imkânsızlık hükümlerine tabi tutmaktan

187
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 186. Ayrıca ifa güçsüzlüğünün subjektif anlamda imkânsızlık türü
olduğu savunan yazar, ifa güçsüzlüğü kavramıyla aşırı ifa güçlüğü kavramı arasındaki farkı
belirleyebilmenin de oldukça zor olduğunu belirtmektedir. Serozan, İfa ve Engelleri, s. 168; 186. İfa
güçsüzlüğüyle aşırı ifa güçlüğü kavramları arasındaki sınırın net olmadığı görüşünde; Nomer, Genel
Hükümler, s. 323.
188
Bu iki kurum arasındaki benzerlikler ve farklılıklar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Andreas
Helm, Die Einordnung wirtschaftlicher Leistungerschwerungen in das Leistunsstörungsrecht
nach der Schuldrechtsreform, Frankfurt, Peter Lang, 2005, s. 158-175. BGB § 314’de ise önemli
sebepler dolayısıyla sürekli borç ilişkilerinin feshi genel olarak düzenlenmiştir. Bizim hukukumuzda
böyle genel bir düzenleme bulunmamakla birlikte önemli sebeplerle bazı sözleşmelerin feshine olanak
tanıyan özel hükümler mevcuttur (Örneğin; TBK m. 331, 435, 599 vd.) Türk hukukunda da benzer bir
düzenleme yapılmasının yerinde olacağı ileri sürülmektedir. Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 265.

43
kaçındığı gözlemlenmektedir. Örneğin belirli vadeli bir satım sözleşmesinde satıcı,
edimini ifa etmesi gereken tarihte ifada bulunmamışsa, artık bundan sonrası için
edimi ifa etmesi mantıken imkânsızlaşmıştır. Zira mantık kurallarına göre zamanı
geri almak mümkün olmadığından, geçmiş vadeye dönerek edimi ifa etmek mümkün
değildir. Ancak vadenin geçmiş olmasına rağmen,edimin sonradan ifa edilmesinde
de alacaklının yararı olabileceğini düşünen kanun koyucu, bu durumu imkânsızlık
hükümlerine değil, temerrüt hükümlerine tabi tutmuştur (TBK m. 212-213)189. Hatta
kesin vadeli190 sözleşmelerde dahi alacaklı, vadeden sonra edimin ifasını talep
edebilir. Bu durumda yalnızca işlemin kesin vadeli olmasından vazgeçmiş, yani
kesin vadeye rağmen aynen ifayı kabul edeceğini bildirmiş olur191.
Tüm bu açıklamalarımızdan anlaşılacağı üzere hukukun kendisine hüküm ve
sonuç bağladığı imkânsızlık, mantıkî imkânsızlıktan daha dar olabilir. Yani mantıken
imkânsız olmasına rağmen, hukuken imkânsız olarak kabul edilmeyen haller
mevcuttur192.
Ayrıca toplumsal yaşamı disipline etmeye çalışan hukuk, yalnızca tabiat
alanında ortaya çıkan bir disiplin olmadığından, imkânsızlığı yalnızca mantıki
sebeplere dayanarak ele almak zorunda değildir193. Zaten bazı hallerde emredici bir
hukuk normu mantıken ifası mümkün olan edimi imkânsız hale getirmiştir. Bu
hallerde hukukun kendisine hüküm ve sonuç bağladığı imkânsızlık, mantıki
imkânsızlıktan daha geniştir194.
Yine çok az bir ihtimalle de olsa edimin ifa edilebilmesi mümkün olmakla
beraber, iş hayatında hâkim olan görüş ve düşüncelerle dürüstlük kuralı bu edimin
borçlu da dâhil olmak üzere hiç kimse tarafından yerine getirilmesinin mümkün
olmadığının kabul edilmesine imkân tanıyorsa, bu halde fiili bir imkânsızlığın
bulunduğu kabul edilmelidir. Aslında dürüstlük kuralı kanun koyucu tarafından
açıkça benimsenip düzenlenmiş olduğundan (TMK m. 2), fiili imkânsızlık hallerini
de hukuki imkânsızlık başlığı altında toplamak mümkündür.
189
Altunkaya, a.g.e., s. 93; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, 905; Tekinay, a.g.e., s 88.
190
Borcun ifasının belirli bir zamanda veya belirli bir süre içinde gerçekleşmemesi üzerine, ifanın
artık kabul edilmeyeceği sözleşmeden anlaşılıyorsa ortada kesin vadeli bir sözleşme vardır (TBK m.
124/b.3). Kesin vadeli sözleşmeler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: aş. 82 vd.
191
Seliçi, Kesin Vade, s. 104-105;Oğuzman/Öz, C. I, s. 533, 535; Eren, Borçlar Genel, s. 1114.
192
Tekinay, a.g.e., s. 87.
193
Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 13-14, dn. 26’dan naklen Lehmann, s. 232.
194
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 904-905; Tekinay, a.g.e., s. 87.

44
Manevi veya ekonomik imkânsızlıkolarak adlandırılan haller ise imkânsızlık
kapsamında değerlendirilmemelidir. Zira bu haller imkânsızlık kapsamında değil,
TBK m. 138’de düzenlenen aşırı ifa güçlüğü kapsamında ele alınmıştır ve ne kadar
güç olursa olsun edimin ifa edilmesinin mümkün olduğu hallerde imkânsızlıktan söz
edilmemelidir.

2. İFA ENGELLERİ VE İMKÂNSIZLIĞIN İFA ENGELLERİ


ARASINDAKİ YERİ

I. İFA ENGELLERİ

A. Genel Olarak İfa Engelleri Kavramı


Çalışmamızın temel kavramlarından olan imkânsızlığın, ifa engelleri olarak
adlandırılan ve borç ilişkisinin amacından sapmasına yol açan sebeplerden biri
olduğunu belirtmiştik. Gerçekten bir borç ilişkisinin normal sona erme şekli bu
ilişkiden doğan tüm borçların gereği gibi ifa edilmesidir. Zira taraflar arasındaki borç
ilişkisinin temel amacı da budur. Ancak ifa yerini tutan olgular olarak
adlandırabileceğimiz bazı haller de, amaçtan hafif sapma ile borç ilişkisini sona
erdirebilirler195.
Her ne kadar temel amaç bir borç ilişkisinin ifa ya da ifa yerini tutan olgular
aracılığıyla sona ermesi ise de bu, maalesef her zaman gerçekleşmeyebilir. Bazen
borç çeşitli sebeplerle ifa edilemeyebilir veya ifa edilemez hale gelebilir. Bu sebepler
195
İfa yerini tutan olgulardan kasıt; ifa yerini tutan veya ifaya yönelik edim, verme borçlarında
alacaklının temerrüdü üzerine gerçekleştirilen tevdi (TBK m. 107), ibra (TBK m. 132), yenileme
(TBK m. 133-134), alacaklı ve borçlu sıfatlarının aynı kişide birleşmesi (TBK m. 135) ve takasdır
(TMK m. 139-145). Serozan, İfa ve Engelleri, s. 8; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 125-145. Bu haller de,
ifa gerçekleşmiş gibi borcu sona erdirerek, borçluyu borçtan kurtarırlar. Ancak tevdi halinde alacaklı
tevdi edilen şeyi kabul ettiğini beyan etmiş veya tevdi bir rehnin sona ermesine sebep olmuş
bulunmadıkça, borçlunun tevdiden dönebilmesi mümkündür. Eğer borçlu tevdiden dönerse alacak tüm
yan haklarıyla birlikte varlığını sürdürmeye devam ettirecektir (TBK m. 109). Bu durumda tevdinin
gerçek bir ifa ikamesi olabilmesi için borçlunun tevdiden dönmemesi de gereklidir. Oğuzman/Öz, C.
I, s. 371. İbra hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Mustafa Aksu, “Türk Borçlar Kanunun Getirdiği
Yeniliklerden İbra”, E-Journal of Yaşar University, C. 8, Aydın Zevkliler Armağanı Özel Sayısı,
2013, journal.yasar.edu.tr/wp-content/uploads/2014/01/4-Mustafa-AKSU.pdf (Erişim Tarihi:
15.09.2015), s. 97 vd.; Mustafa Aksu, İbra, Yenileme, Birleşme, 224-249. Yenileme hakkında
ayrıntılı bilgi için bkz.: Mustafa Aksu, İbra, Yenileme, Birleşme, s. 250-256. Takas hakkında
ayrıntılı bilgi için bkz.: Bilgehan Çetiner, “Takas”, Prof. Dr. İsmet Sungurbey’e Armağan: Borçlar
Hukuku Genel Hükümler Konferansları II, 28-29 Nisan 2012, İstanbul, İstanbul Barosu Yayınları,
2014, http://www.istanbulbarosu.org.tr/Yayinlar/BaroKitaplari/SUNGURBEY20142.pdf (Erişim
tarihi: 14.09.2015), s. 307 vd.

45
bazı yazarlarca ifa engelleri olarak adlandırılmaktadır, ancak bu kavram Türk hukuk
öğretisindeyaygın bir biçimdekullanılmamaktadır. Öğretideki bazı yazarlar196ifa
engelleri kavramının borca aykırılık197kavramı yerine kullanıldığını belirtseler debu
doğru değildir. Zira ifa engellerinin içeriği borca aykırılık hallerine göre çok daha
geniştir198. Şöyle ki, TBK’nın “Borçların İfa Edilmemesinin Sonuçları” başlıklı
ikinci ayırımında yalnızca borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmediği ve borçlunun da
bu durumdan sorumlu olduğu haller düzenlenmiştir199.
Borcun hiç ifa edilmemiş olduğu hallerde ya borcun ifası mümkün olduğu
halde ifa edilmemiştir ki; bu durum kanundaki diğer koşulların da gerçekleşmesiyle
beraber “borçlu temerrüdü” (TBK m. 117-126) olarak adlandırılmaktadır,ya da
borcun ifası borçlunun sorumluluğuna yol açacak şekilde imkânsızlaşmıştırve bu hal
de “borçlunun sorumlu olduğu sonraki ifa imkânsızlığı” (TBK m. 112) olarak
adlandırılmaktadır200. İfa mümkün olduğu halde borcun ifa edilmemiş olması, ifa
zamanının geçirilmesi, fakat gecikmiş olarak ifa imkânının halen mevcut olması
demektir. Şayet borçlu gecikmiş de olsa ifayı yerine getirirse, borcunu ifa etmiş
olmakla beraber bu ifa gereği gibi yapılmamış olur201. Ancak borcun gereği gibi ifa
edilmemiş olmasının kapsamına yalnızca ifada gecikme girmez. Zira borcun miktar,
nitelik ve yer bakımından da gereği gibi ifa edilmesi gerekir202. Borcun miktar,
nitelik, zaman ve yer bakımından gereği gibi ifa edilmemiş olduğuhaller ise “gereği

196
Oğuzman/Öz, C. I, s. 379 dn. 1; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 638.
197
Bu kavramı kullanan yazarlar; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 851; Kılıçoğlu, Genel
Hükümler, s. 636; Reisoğlu, a.g.e., s. 342; Oğuzman ve Öz’e göre borca aykırılık kavramı yerine
borcun ifa edilmemesi kavramı da kullanılabilmelidir. Oğuzman/Öz, C. I, s. 379 dn. 1. Bazı yazarlar
ise borca aykırılık yerine borç ilişkisinin veya alacak hakkının ihlali kavramını kullanmaktadırlar.
Eren, Borçlar Genel, s. 1035; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 851. Tekinay’a göre ifa
etmeme kavramı da borca aykırılık ve alacak hakkının ihlali deyimleriyle aynı hukuki durumu ifade
etmektedir. Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 85.
198
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 130.
199
İfa engelleri kavramını kullanan Serozan bu halleri “kusur” ya da “risk” sorumluluğunu gerektiren
“dar ve gerçek anlamda ifa engelleri” olarak nitelendirmektedir. Rona Serozan, Sözleşmeden
Dönme, 2. bs., İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2007, s. 229.
200
Huguenin, a.g.e., s. 105; Oğuzman/Öz, C. I, s. 379; Nomer, Genel Hükümler, s. 320; Eren,
Borçlar Genel, s. 1036; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 637-638;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 851; Reisoğlu, a.g.e., s. 342; Gündoğdu, a.g.e., s. 48.
201
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 135; Bucher, AT, s. 356; Oğuzman/Öz, C. I, s. 397;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 911; Eren, Borçlar Genel, s. 1089-1090; Gündoğdu,
a.g.e., s. 48.
202
Haluk Tandoğan, Türk Mesuliyet Hukuku, 1. bs.’dan tıpkı bs., İstanbul, Vedat, 2010, s. 398;
Reşat Kaynar, Borçlar Hukuku Ders Kitabı: Genel Hükümler, İstanbul, Sulhi Garan Matbaası,
1974, s. 140; Oğuzman/Öz, C. I, s. 379; Eren, Borçlar Genel, s. 1045; Gündoğdu, a.g.e., s. 80;
Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. , 671; İnal, Borca Aykırılık, s. 190; Brox/Walker, a.g.e., s. 246-247.

46
gibi ifa etmeme”203 veya “kötü ifa”204 ya da-Alman öğretisinin etkisiyle-
“sözleşmenin müspet ihlali - borca olumlu aykırılık”205 olarakda
adlandırılmaktadır206.Ancak gecikmiş ifa ile diğer kötü ifa halleri arasında önemli bir
farklılık vardır. Şöyle ki; alacaklı, gecikmiş de olsa -kural olarak- kendisine arz
edilen ifayı kabul etmek zorunda olmasına karşılık, diğer kötü ifa hallerinde ifayı
reddedebilir207. Bu durumda ifa gerçekleşmemiş olacağı için hiç ifa etmeme hali
ortaya çıkmış olur. Ancak alacaklı nitelik veya yer yönünden uygun olmayan ifayı
kabul ederse bu durumda hiç ifa etmeme değil, gereği gibi olmayan ifa, yani kötü ifa
gerçekleşmiş olur.
TBK’da düzenlenen borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık, borçlu
temerrüdü ve kötü ifa hallerinin yanı sıra, öğretide -TBK’da genel olarak

203
Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 718;von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 107;Eren, Borçlar Genel, s. 1045;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 485; Reisoğlu, a.g.e., s. 349; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 670; Ayan,
Borçlar Genel, s. 345; Sert, a.g.e., s. 44; Tunçomağ, Borçlar, s. 489.
204
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 222; Huguenin, a.g.e., s. 97;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 851; Oğuzman/Öz, C. I, s. 379, 483 vd.; Eren, Borçlar
Genel, s. 1047; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 670-671; Nomer, Genel Hükümler, s. 327; Ayan,
Borçlar Genel, s. 345; Gündoğdu, a.g.e., s. 65; Hirsch, a.g.e., s. 327; Fikentscher/Heinemann, a.g.e.,
s. 254; Emmerich, a.g.e., s. 317; Brox/Walker, a.g.e., s. 275.
205
Bu kavram ilk kez Staub tarafından kullanılmıştır. Hermann Staub, Die Positiven
Vertragsverletzungen, Berlin, Walter de Gruyter, 1904.
206
Huguenin, a.g.e., s. 97; Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 721;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 972-973; İnal, Borca Aykırılık, s. 210; Serozan, İfa ve
Engelleri, s. 246; Serozan, Dönme, s. 282; Günther Köpcke, Typen Der positiven
Vertragsverletzung, Stuttgart/Berlin/Köln/Mainz, W. Kohlhammer, 1965, s. 11-12.Ancak bazı
yazarlar bu kavramın ifanın gereği gibi yapılmadığı tüm halleri kapsamadığını ileri sürmektedirler. Bu
yazarlara göre borcun kötü ifası, yapılması gereken bir şeyin yapılmamış olmasından, yani olumsuz
bir davranıştan da ileri gelmiş olabilir. Bucher, AT, s. 368; Guhl/Koller/Deruey, a.g.e., s. 226; Rona
Serozan, “Yürürlükteki İfa Engelleri ve Haksız Fiiller Hukukunun Yetersizlikleri ve Bu
Yetersizliklerin Aşılmasında Giderek Önemi Artan Kavramlar: ‘Sözleşmenin Müspet İhlali’ ve ‘Culpa
in Contrahendo”, İÜMHAD, C. 15, S. 18, 1990, s. 34 (CiC); Eren, Borçlar Genel, s. 1044;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 485; Gündoğdu, a.g.e., s. 65; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 237, Tandoğan,
Mesuliyet, s. 402. Ancak Serozan, yerleşik bir kavram olduğu ve bu tür kavramlarla oynamanın
yaratacağı büyük sakınca nedeniyle sözleşmenin müspet ihlali kavramını kullanamaya devam ettiğini
de belirtmektedir. Serozan, İfa ve Engelleri, s. 247. Tekinay ise, ifa edilen bir borca aykırılık,
borçlunun yapması gereken bir şeyi yapmamasından ileri gelmiş olsa bile akdin müsbet bir fiile ihlal
edildiğini; zira yan borçlara uymadan yapılan bir ifada daima müsbet bir fiil niteliği mevcut olduğunu
belirtirek, akdin müspet ihlali kavramında bir eksiklik bulunmadığını savunmaktadır.
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 175-176. Gereği gibi ifa etmeme kavramının kanunda
açıkça kullanılmış olması karşısında böyle bir kavrama gerek olmadığını ileri sürenler yazarlar da
mevcuttur. von Tuhr, a.g.e., s. 572-573; Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 226; Eren, Borçlar Genel, s.
1045; Oğuzman/Öz, C. I, s. 485, Tandoğan, Mesuliyet, s. 402; Fahrettin Aral, Türk Borçlar
Hukukunda Kötü İfa, Ankara, Yetkin, 2011, s. 82.
207
Mustafa Reşit Karahasan, Tazminat Davaları, İstanbul, İstanbul Matbaası, 1970, s. 886
(Tazminat Davaları); Oğuzman/Öz, C. I, s. 379, 484-485; Tandoğan, Mesuliyet, s. 399; Reisoğlu,
a.g.e., s. 350; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 672; İnal, Borca Aykırılık, s. 342; Nomer, Genel
Hükümler, s. 328; Gündoğdu, a.g.e., s. 59.

47
düzenlenmiş olmasa da208-“sözleşme görüşmeleri sırasındaki kusur - culpa in
contrahendo209” gibi bir borca aykırılık hali daha kabul edilmektedir210, 211
. Aslında
borca aykırılık-kural olarak- borcun geçerli bir şekilde doğmasından sonra söz
konusu olur. Ancak öğretide bir sözleşmenin görüşülmesi aşamasında bir tarafın
kusurlu bir davranışla diğerine vereceği zararların da haksız fiil hükümlerine değil,
borca aykırılık hükümlerine tabi olması gerektiği savunulmakta ve alacaklı açısından
daha avantajlı bir durum yaratan sözleşme sorumluluğu genişletilmektedir212.
Kanaatimizce de bir sözleşme görüşmesine girişenler arasında ihlal edilmemesi
gereken bir güven ilişkisi meydana gelmekte ve bu ilişki taraflara dürüstlük kuralı
uyarınca bazı yükümlülükler yüklemektedir213. Tarafların sonradan bu sözleşmeyi

208
Bu husustaki özel düzenlemeler için bkz.: TBK m. 35/1, 44/2, 47/1 ve TMK m. 452.
209
Erdoğmuş, a.g.e., 35.
210
Painer Gonzenbach, Culpa in contrahendo im schweizerischen Vertragsrecht, Bern, Stämpfli &
Cie, 1987, s. 14 vd.; Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 98 vd.; Huguenin, a.g.e., s. 150 vd.;
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 50 vd.; Mustafa Dural, Suat Sarı, Türk Özel Hukuku, 4 C., 8. bs.,
İstanbul, Filiz Kitapevi, 2013, C: I (Temel Kavramlar ve Medeni Kanunun Başlangıç Hükümleri), s.
235-236; Hüseyin Hatemi, Rona Serozan, Abdülkadir Arpacı, Borçlar Hukuku: Özel Bölüm,
İstanbul, Filiz Kitapevi, 1992, s. 106-107; Hamdi Yılmaz, “Sözleşme Görüşmelerinde Kusur (Culpa in
Contrahendo) ve Sorumluluğun Niteliğinde Yeni Görüşler”, YD, C. 11, S. 3, Temmuz 1985, s.
234vd.; Cem Baygın, “Culpa in Contrahendo Sorumluluğu ve Amerikan Hukukundaki Uygulaması”,
EÜHFD, C. IV, S. 1-2, 2000, s. 345 vd. (Culpa); Tandoğan, Mesuliyet, s. 403 vd.;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 975 vd.; Oğuzman/Öz, C. I, s. 488 vd.;
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 8; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 80 vd.; Reisoğlu, a.g.e., s. 343 vd.;
Eren, Borçlar Genel, s. 1128 vd.; Nomer, Genel Hükümler, s. 376 vd.; Antalya, Borçlar, s. 134 vd.;
Demircioğlu, Culpa, s. 37 vd.; Gündoğdu, a.g.e., s. 73-76; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 252 vd. Bu
kavram ilk kez Jhering tarafından hükümsüz hukuki işlemler bakımından inceleme konusu
yapılmıştır. Rudolf von Jhering, “Culpa in Contrahendo oder Schadenerstz bei nichtigen oder nicht
zur Perfektion gelangten Verträgen”, Jahrbücher für die dogmatik des heutigen römischen und
deutschen Rechts, C. 4, Jena, G. Fischer, 1861.
211
Bizim hukukumuzun aksine Alman Hukukunda sözleşme görüşmelerine girişen taraflar arasında
bir borç ilişkinin bulunduğu ve bu ilişkiden doğan yükümlülüklerin ihlali nedeniyle meydana gelen
zararların tazmin edilmesi gerektiği açıkça hükme bağlanmıştır (BGB § 241/2, § 311/2). Lothar Haas
ve diğerleri, Das neue Schulrecht, München, C. H. Beck, 2002, s. 12.
212
Huguenin, a.g.e., s. 151; von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 192 vd.; Schwenzer, a.g.e., s. 328; Baygın,
Culpa, s. 356-357; Mustafa Tiftik, “Borç Sözleşmelerinin İrade Sakatlığı Sebebiyle İptalinde
Uğranılan Zararların Tazmini”, EÜHFD, C. X, S. 3-4, 2006, s. 402; Süleyman Yalman, Türk -
İsviçre Hukukunda Sözleşme Görüşmelerinden Doğan Sorumluluk, Ankara, Seçkin, 2006, s. 83
(Sorumluluk); Mustafa Arıkan, “Culpa in Contrehondo Sorumluluğu”, SÜHFD, C. 17, S. 1, 2009, s.
87; Oğuzman/Öz, C. I, s. 491; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 249-250; Serozan, CiC, s. 38-40;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 979; Eren, Borçlar Genel, s. 1131-1131; Nomer, Genel
Hükümler, s. 377. Ancak bazı yazarlara göre bu sorumuluğun hukuki niteliği farklıdır. Bu hususta
bkz.: aş. s. 171 vd.
213
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 55; Christian Rumpf, “Borçlar Hukuku Sorunlarından: Culpa in
ContrahendoMukayeseli Genel Bir Bakış”, İsviçre Medeni Kanunu ve Borçlar Kanunu’nun
Alınışının 80. Yılı, Ed. Ali Çivi, İstanbul, 2007, s. 182. Burcu (Kalkan) Oğuztürk, Güven
Sorumluluğu, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2009, s. 251; Huriye Reyhan Demircioğlu, “Sorumluluk
Hukukunun İkili Yapısının Aşılması Çabalarının Ürünleri Olarak Culpa in Contrahendo ve Güven
Sorumlulukları”, GÜHF Sorumluluk ve Tazminat Hukuku Sempozyumu, Ankara, 28 – 29 Mayıs

48
yapmaktan vazgeçmeleri veya yapılan sözleşmenin geçersiz olması, güven ilişkisini
ihlal edenin sorumluluğun borca aykırılığa dayanmasını önlememelidir214.
Borca aykırı davranılmasının önceden belli olduğu hallere gelince; bir borcun
hiç veya gereği gibi ifa edilmediğinden bahsedebilmek için öncelikle o borcun
muaccel olması, yani alacaklı tarafından ifasının istenebilmesi gerekir. Kural olarak,
alacaklının ifadan önce borçluya karşı ileri sürebileceği bir talep mevcut değildir215.
Ancak borcun henüz muaccel olmadığı devrede borçlunun bazı tutum ve davranışları
ileride gerçekleşecek ifayı riske atabilir. TBK’nın bazı hükümlerinde alacaklıyı bu
riske karşı koruyan hükümler mevcut olsa da, bunların neredeyse tamamı yalnızca
borçlunun ifa güçsüzlüğü içinde bulunduğu durumları düzenlemektedir (TBK m. 98,
332, 390, 436, 473, 500/2)216. Yalnızca eser sözleşmesine ilişkin TBK m. 473
alacaklıya ifa güçsüzlüğü yanında daha genel bir koruma imkânı sağlamaktadır217.
Bu nedenle öğretide yukarıda saydığımız hükümlerin hiçbirine girmeyen ve
borçlunun ifayı riske atan davranışlarına karşı alacaklıyı korumaya yönelik çözümler
üretilmektedir218.

2009, s. 223; Demircioğlu, Culpa, s. 142-143; Oğuzman/Öz, C. I, s. 491; Eren, Borçlar Genel, s.
1128-1129; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 257; İnal, Borca Aykırılık, s. 55; Yalman, Sorumluluk, s.
82-83; Akyol, Dürüstlük Kuralı, s. 115-116; Dieter Pfaff, Schulrecht durch Rechtsprechung,
Stuttgart/Berlin/Köln/Mainz, W. Kohlhammer, 1986; s. 23; Wolfgang Küpper, Das Scheitern von
Vertragsverhandlungen als Fall Gruppe der culpa in contrahendo, Berlin, Duncker & Humblot,
1988, s. 37 vd.
214
Rona Serozan, “Culpa in Contrahendo, Akdin Müspet İhlali ve Üçüncü Kişiyi Koruyucu Etkili
Sözleşme Kurumlarının Ortak Temeli”, İÜMHAD, C. 2, S. 3, 1968, s. 121-122 (Ortak Temel);
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 250, 251; Serozan, CiC, s. 40; Oğuzman/Öz, C. I, s. 38; Eren, Borçlar
Genel, s. 1131; Hamdi Yılmaz, a.g.e., s. 251; Ataay, a.g.e., s. 245-246. Tekinay’da kanunun ruhuna
ve genel eğilimine uygun düştüğü için bu görüşte olduğunu belirtmesine rağmen; taraflar arasında
daha sözleşme yapılmadan önce bir hukuki ilişki bulunduğu yönündeki düşüncenin biraz yapmacık
olduğunu da belirtmektedir. Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 179-180.
215
Oğuzman/Öz, C. I, s. 492.
216
Oğuzman/Öz, C. I, s. 492-493.
217
TBK m. 473’de: “Yüklenicinin işe zamanında başlamaması veya sözleşme hükümlerine aykırı
olarak işi geciktirmesi ya da işsahibine yüklenemeyecek bir sebeple ortaya çıkan gecikme yüzünden
bütün tahminlere göre yüklenicinin işi kararlaştırılan zamanda bitiremeyeceği açıkça anlaşılırsa,
işsahibi teslim için belirlenen günü beklemek zorunda olmaksızın sözleşmeden dönebilir.
Meydana getirilmesi sırasında, eserin yüklenicinin kusuru yüzünden ayıplı veya sözleşmeye aykırı
olarak meydana getirileceği açıkça görülüyorsa, işsahibi bunu önlemek üzere vereceği veya
verdireceği uygun bir süre içinde yükleniciye, ayıbın veya aykırılığın giderilmesi; aksi takdirde hasar
ve masrafları kendisine ait olmak üzere, onarımın veya işe devamın bir üçüncü kişiye verileceği
konusunda ihtarda bulunabilir.” düzenlemesine yer verilmiştir. Görüldüğü üzere bu hükümde
alacaklı, (işsahibi) vadeden önce, ileride gerçekleşeceği açıkça belli olan temerrüde ve kötü ifaya
karşı korunmaktadır.
218
Ancak bu gibi hallerde alacaklıya hangi hakların tanınması gerektiği ve bu hakların dayanağının ne
olacağı son derece tartışmalıdır. Bir görüş bu gibi halleri sözleşmenin müspet ihlali kapsamında
değerlendirmekte ve alacaklının kötü ifanın gerçekleşmesini beklemeye mecbur olmaksızın, vadeden

49
Görüldüğü gibi borca aykırılık halleri yalnızca borçlunun sorumlu olduğu ve
çoğunlukla borçlunun kusurunu gerektiren davranışlara ilişkindir. Ancak borcun
ifasına engel olan sebepler yalnızca bunlardan ibaret değildir. İlk olarak borçlunun
kusurlu olmadığı bazı hallerde de alacaklının ifaya kavuşması mümkün değildir.
Borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlık (TBK m. 136, 137) ve aşırı ifa
güçlüğü (TBK m. 138) bu duruma örnek gösterilebilir219. İkinci olarak, bazı hallerde
bizzat alacaklı da kendi etkinlik alanında gerçekleşen, sorumlu olduğu veya olmadığı
bazı durumlar nedeniyle ifaya kavuşamayabilir. Alacaklı temerrüdü (TBK m. 106-
110) ve bunun dışında alacaklı yüzünden borcun ifa edilemediği diğer haller (TBK
m. 111) ve özellikle alacaklının etki alanında gerçekleşen ifa imkânsızlığı bu duruma
örnek gösterilebilir220. Hatta henüz herhangi bir borç doğmadan ortaya çıkan bazı
durumlar da ifa engeli olarak kabul edilebilir. Başlangıçtaki imkânsızlık ve sözleşme
öncesi görüşmelerden doğan sorumluluk buna örnek gösterilebilir221. Gerçi ortada
geçerli olarak doğmuş bir borç mevcut olmadığından, diğer bir deyişle henüz ifası
gereken bir borç bulunmadığından, bu hallerin birer ifa engeli olarak kabul edilmesi
eleştirilebilir. Zira henüz ifa aşamasına geçilememiş olduğu için bir ifa engelinin
doğduğundan söz etmek uygun düşmeyebilir. Ancak edim yükümlüğünden bağımsız
borç ilişkileri teorisinin kabulü, bu eleştiriyi bertaraf edebilir. Zira dürüstlük
kuralında kaynağını bulan bu teoriye göre, bu tür borç ilişkileri mevcut sözleşmenin

önce TBK m. 112 kapsamında tazminat talep edebileceğini kabul etmektedir. Oser/Schönenberger,
a.g.e., s. 721-722; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 250-251; Serozan, CiC, s. 37; Tandoğan, Mesuliyet,
s. 401. Bir diğer görüş ise borçlunun ifada bulunmayacağını ortaya koyan davranışları üzerine
alacaklının vadenin gelmesini beklemeden temerrüt hükümlerine başvurabileceğini savunmaktadır.
Eren, Borçlar Genel, s. 1051. Üçüncü bir görüş ise borçlunun ifayı riske atan davranışlarını taraflar
arasındaki güven ilişkisinin ihlali olarak değerlendirmekte ve bu nedenle alacaklıya dürüstlük
kuralından doğan bir sözleşmeden dönme hakkı tanınması gerektiğini ileri sürmektedir. Serozan,
Dönme, s. 339. Görüldüğü gibi bu görüş kaynağını edim yükümlülüğünden bağımsız borç ilişkileri
teorisinden almaktadır. Bu husustaki son bir görüş ise cebrî icra aracılığı ile yerine getirilmesi
mümkün olmayan edimler bakımından borç ilişkisinin ifa imkânsızlığı nedeniyle sona ererek yerini
TBK m. 112 uyarınca tazminat ödeme borcunun alacağını ileri sürmektedir. Ancak bu görüş
doğrultusunda cebrî icra imkânın mevcut olduğu edimler bakımından alacaklının vadeyi beklemekten
başka çaresi yoktur. Ancak bu durum alacaklı açısından önemli bir sakınca teşkil etmemektedir. Zira
borçlu ödeme güçsüzlüğü içerinde değildir ve edimin cebren icrası mümkün olduğundan ifa
imkânsızlığı söz konusu değildir. Oğuzman/Öz, C. I, s. 495.
219
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 130; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 638.
220
Huguenin, a.g.e., s. 112; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 130; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 672 vd.
221
Hatta Serozan’a göre sözleşmenin kuruluş aşamasında görülen temel hatası ve gabin de sırf
sözleşmenin kuruluşundan sonraki uzantılarıyla yakın ilgileri dolayısıyla birer ifa engeli sayılabilirler.
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 132-133. Yazara göre işlem temelinin çökmesiyle temel hatası ve gabin
arasındaki sınırlar da çok siliktir. Serozan, İfa ve Engelleri, s. 133.

50
geçerli olup olmamasından, hatta bir sözleşmenin varlığından dahi bağımsızdır222.
Başlangıçtaki imkânsızlık için şu savunma yapılmaktadır: Başlangıçtaki imkânsızlık
ve sonraki imkânsızlık ayırımı arasındaki sınırlar oldukça belirsizdir ve Türk -
İsviçre hukukunda bu kurumlar arasında zamansal bir ayırım mevcut olsa da bu,
mantıksal bir ayırımı haklı kılmaz223.
İşte bazı hallerde herhangi bir borca aykırılık söz konusu olmamasına rağmen,
bir ifa engeli mevcuttur224 ve bu nedenle ifa engelleri borca aykırılık kavramını da
kapsamına alan oldukça geniş bir kavramdır; yoksa iddia edildiği gibi borca aykırılık
kavramı yerine kullanılmamaktadır. Türk Borçlar Kanunu da, alacaklı temerrüdü
dışında alacaklı yüzünden borcun ifa edilemediği hallere ilişkin 111. maddesinin
kenar başlığında “Diğer ifa engelleri” ifadesine yer vererek, bu kavramın borca
aykırılığı aşan bir içeriğine sahip olduğunu göstermektedir.

B. İfa Engellerinin Türleri


İfa engellerine topluca baktığımızda karşımıza şunlar çıkar:
∗Alacaklı temerrüdü (TBK m. 106-110) ve bunun dışında alacaklı yüzünden
borcun ifa edilemediği diğer haller (TBK m. 111) ve özellikle alacaklının etki
alanında gerçekleşen imkânsızlık
∗Başlangıçtaki imkânsızlık (TBK m. 27)
∗Borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık (TBK m. 112)
∗Borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlık (TBK m. 136-137)
∗Borçlu temerrüdü (TBK m. 117-126)
∗Kötü ifa (TBK m. 112)
∗Sözleşme görüşmeleri sırasındaki kusur - culpa in contrahendo
∗Aşırı ifa güçlüğü (TBK m. 138)
Tüm bu ifa engelleri değişik kıstaslara göre farklı ayırımlara tabi tutulabilir.
Öncelikle ifa engelinin geçici mi, yoksa sürekli mi olduğuna göre bir ayırım yapmak

222
Oğuzman/Öz, C. I, s. 40; Eren, Borçlar Genel, s. 42; Serozan, Ortak Temel, s. 111.
223
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 133.
224
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 130. Serozan, bu halleri “geniş anlamda ifa engelleri” olarak
nitelendirmektedir. Serozan, Dönme, s. 229-230.

51
mümkündür225. Daha önce de belirttiğimiz gibi226, bir borç ya ifası mümkün olmadığı
için ya da ifası mümkün olmasına rağmen ifa edilmemiş olabilir. İlk durumda bir
imkânsızlık hali söz konusuyken; ikinci durum, kanunda öngörülen koşulların
gerçekleşmesiyle birlikte borçlunun temerrüdüne yol açmaktadır. İşte temerrüt ve
imkânsızlık ayırımı ifa engelinin geçici mi yoksa sürekli mi olduğu ayırımına
dayanır. İmkânsızlık, edimin ifasını olanaksız hale getirdiğinden sürekli bir ifa
engelidir. Temerrütte ise ifa zamanı geçmiş olmasına rağmen edimin ifası halen
mümkün olduğundan, borçlu, edimi alacaklıya arz etmek; alacaklı da kendisine
sunulan ifayı -kural olarak- kabul etmek zorundadır. Bu nedenle temerrüt geçici bir
ifa engelidir.
Bu hususta yapılabilecek bir diğer ayırım da ifa engelinin kaynaklandığı alana
ilişkindir227. Gerçekten ifa engelleri borçlunun egemenlik alanında ortaya
çıkabileceği gibi, alacaklının egemenlik alanında da ortaya çıkabilir. Nihayet ifa
engeli, tarafların egemenlik alanları dışında da ortaya çıkabilir. Bu ayırıma örnek
vermek gerekirse; alacaklı temerrüdü (TBK m. 106-110) alacaklının etki alanında
gerçekleşirken, borçlu temerrüdü (TBK m. 117-126) borçlunun etki alanında
gerçekleşir. Ancak satım konusunun bir doğa olayı (örneğin bir deprem) nedeniyle
yok olması ya da devlet tarafından alım satımının yasaklanması halinde tarafsız etki
alanında gerçekleşen bir ifa engeli söz konusu olur.
Bir diğer ayırım da edimin ifasına engel olan hususun herkes için mi yoksa
yalnızca borçlu için mi söz konusu olduğudur228. Edimin ifasını gerçekleştirmek
dünyadaki hiç kimse için mümkün değilse objektif imkânsızlık söz konusu olur.
Ancak edim herkes için değil de, yalnızca borçlu tarafından ifa edilebilecek durumda
değilse; yani başka bir kişinin aynı edimi ifa edebilmesi mümkünse subjektif
imkânsızlıksöz konusu olur229. Örneğin satım konusu ünlü bir tablo yanarak kül
olmuşsa, artık bunun alacaklıya teslimini ne eserin sahibi (borçlu) ne de başka
herhangi bir kişi tarafından gerçekleştirilebilir. Ancak başkasının mülkiyetinde
bulunan bir sanat eserini satmayı taahhüt eden kişi açısından aynı şeyi söylemek
225
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 132; Serozan, CiC, s. 29; Sert, a.g.e., s. 18, Gündoğdu, a.g.e., 103;
Schwarze, a.g.e., s. 9-10.
226
Bkz.: yuk. s. 46.
227
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 132; Serozan, CiC, s. 30; Sert, a.g.e., s. 21; Schwarze, a.g.e., s. 11.
228
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 132; Serozan, CİC, s. 30; Sert, a.g.e., s. 22.
229
Bkz.: aş. s. 69.

52
mümkün değildir. Zira tablonun maliki bunu alıcıya teslim etmeyi reddetse dahi,
burada imkânsızlık yalnızca borçlu bakımından söz konusu olur. Borçlu edimi ifa
etme imkânına sahip olmasa da, tablonun maliki açısından bu mümkündür. Hatta
onun vereceği izinle borçlunun dahi bu edimi ifa edebilmesi imkân dâhilindedir.
İfa engelinin edimin ifasını tamamen mi yoksa kısmen mi etkilediğine göre de
bir ayırım yapılabilir. Edimin ifasında tümden gecikilmesinde tam temerrüt, ancak
yalnızca bir kısmının ifasında gecikilmesinde kısmi bir temerrüt söz konusuolur.
Yine edimin ifa edilmesi tümden mümkün değilse tam imkânsızlık, yalnızca bir
kısmının ifası mümkün değilse kısmi imkânsızlık söz konusu olur.
Nihayet bu hususta yapılabilecek son bir ayırım, ifa engelinin ortaya çıktığı
zamana ilişkindir230. Kimi engeller henüz borç doğmadan veya bir sözleşme
kurulmadan ortaya çıksa da, kimileri ancak borcun doğmasından ve sözleşmenin
geçerli bir biçimde kurulmasından sonra ortaya çıkar. Başlangıçtaki imkânsızlık ve
sözleşme görüşmeleri sırasındaki kusur sözleşmenin kurulmasından önce ortaya
çıkan ifa engelleriyken231; diğerleri sözleşmenin kurulmasından sonra ortaya çıkar.

C. İfa Engellerine Bağlanan Hukuki Sonuçlar

1. Genel Olarak
Yukarıda kısaca değindiğimiz ifa engeli yaratan olgular kadar, ifa engellerine
bağlanan hukuki sonuçlar da çeşitlidir. Bu sonuçları kısaca belirtmeye çalışırsak;
kesin hükümsüzlük (TBK m. 27/1), kısmi kesin hükümsüzlük (TBK m. 27/2), edimin
veya satış bedelinin tevdi (TBK m. 107-108), sözleşmeden dönme (TBK m. 110,
125/3, 227/b.1), tazminat (TBK m. 112, 113/2, 118, 122, 125/2-3, 126, 136/3, 217/2-
3, 218/1, 227/2, 229), masraflar borçluya ait olmak üzere edimin üçüncü kişi veya
bizzat alacaklı tarafından ifa edilmesi (TBK m. 113/1), borca aykırı durumun ortadan
kaldırılması veya bu hususta masrafı borçluya ait olmak üzere üçüncü bir kişinin
veya bizzat alacaklının yetkili kılınması (TBK 113/3), aynen ifa (TBK m. 125/1),
mücbir sebep veya beklenmedik halden doğan zararların tazmini (TBK m. 119), para

230
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 132-133; Serzan, CiC, s. 30; Sert, a.g.e., s. 19; Emmerich, a.g.e., s.
12-13; Schwarze, a.g.e., s. 10.
231
Hatta Serozan’a göre sözleşmenin kuruluş aşamasında görülen temel hatası ve gabin de sırf
sözleşmenin kuruluşundan sonraki uzantılarıyla yakın ilgileri dolayısıyla birer ifa engeli sayılabilirler.
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 132-133. Yazara göre, işlem temelinin çökmesiyle temel hatası ve gabin
arasındaki sınırlar da çok siliktir. Serozan, İfa ve Engelleri, s. 133.

53
borçlarında temerrüt faizinden sorumluluk (TBK m. 120-121), sözleşmenin feshi
(TBK m. 126), borçlunun borçtan kurtulması (TBK m. 136/1), borcun kısmen sona
ermesi (TBK m. 137), ifa edilmiş edimin kısmen veya tamamen iadesi (TBK m.
136/2, 137/2), sözleşmenin değişen koşullara uyarlanması (TBK m. 138), satım
sözleşmesinde sözleşmenin kendiliğinden sona ermesi (TBK m. 217/1), satım
konusunun ayıbı oranında satım bedelinde indirim (TBK m. 227/b. 2), ayıplı satım
konusunun ücretsiz onarımı (TBK m. 227/3) veya aynısıyla değiştirilmesi (TBK m.
227/4)…vs. şeklinde listenin uzayıp gittiğini görebiliriz.
Türk - İsviçre Hukuklarında ifa engellerine bağlanan bu yaptırım türlerinden en
üstün tutulanı aynen ifa istemidir. Zira bir borç ilişkisinin temel amacı bu ilişkiden
doğan tüm borçların gereği gibi ifa edilmesidir. Sözleşmeler hukukuna hâkim olan
“ahde vefa” (pactasuntservanda)232ilkesi, her ne olursa olsun sözleşmenin ayakta
tutulmasına ve dolayısıyla borçlunun borcunu gereği gibi ifa etmesini sağlamaya
yöneliktir233. Bu nedenle ifası mümkün olan her türlü edim için ifa davası açılabilir.
Hatta bu durum çoğu halde alacaklı için başvurulabilecek tek çözümdür. Zira ifa
mümkün olduğu sürece bunun yerine tazminat istemek veya sözleşmeden dönmek-
kural olarak-mümkün değildir234. Aynen ifa yerine tazminat talep edebilmek, ancak
borcun ifasının imkânsızlaştığı hallerde ve istisnaen ifa mümkün olmasına rağmen
karşılıklı edimler içeren sözleşmelerde borçlu temerrüdünde (TBK m. 125/2)
mümkündür.
Bizim hukukumuzda genel bir sözleşmeden dönme imkânı da kabul edilmiş
değildir. Böyle bir hak ancak sözleşmede kararlaştırılan veya kanunda açıkça
232
Erdoğmuş, a.g.e., s. 105.
233
Seçkin Topuz, Türk - İsviçre ve Alman Borçlar Hukukunda Denge Bozulması ve İfa
Güçlüğü Durumlarında Sözleşmeye Müdahale (Hakimin Sözleşmeyi Uyarlaması), Ankara,
Yetkin, 2009, s. 64-68; Ayşe Arat, Sözleşmenin Değişen Şartlara Uyarlanması, Ankara, Seçkin,
2006, s. 51; Celal Ülgen, Dövizle Borçlananlar İçin Uyarlama Davaları, İstanbul, Akademik Düzey
Yayınları, 2001, s. 7; Hakan Acar, UNIDROIT ve Avrupa Borçlar Hukuku Prensipleri Işığında Aşırı
İfa Güçlüğü”, EÜHFD, C. XII, S. 1-2, 2008, s. 112; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 134; Serozan,
Dönme, 24-27; Oğuzman/Öz, C. I, s. 203, 587; Sert, a.g.e., s. 54; Westermann/Bydlinski/Weber,
a.g.e., s. 235. Ahde vefa ilkesi ve bu ilkenin de bir parçası olduğu sözleşmenin değişmezliği ilkesi
hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Eleanor Cashin - Ritaine, “Emprovizyon, Hardschip ve İşlem
Temelinin Çökmesi: Pacta Sunt Servanda ve Alman – Fransız Hukuki İlişkilerinde Sözleşmelerin
Uyarlanmasına Giden Yollar”, Çev. Başak Baysal, İÜHFD, C. 63, S. 1-2, 2005, s. 324-333.
234
Huguenin, a.g.e., s. 91; Vedat Buz, Borçlunun Temerrüdünde Sözleşmeden Dönme, Ankara,
Yetkin, 1998, s. 92-96 (Temerrüt); Oğuzman/Öz, C. I, s. 384; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 639;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 61.Bu hususun kanundan doğan istisnaları için bkz.:
6502 sayılı 07.11.2013 tarihli Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun (TKHK) (28835 sayılı ve
28.11.2013 tarihli RG.) m. 48/4, 52/4.

54
öngörülen hallerde kullanlabilir235. Tek taraflı olarak sözleşmeden dönme imkânının
TBK’daaçıkça öngörüldüğü haller ise, karşılıklı borç yükleyen
sözleşmelerdeborçlunun temerrüde düşmesi (TBK m. 125/2) ve satış sözleşmesinde
borçlunun ayıplı ifada bulunmuş olmasıdır (TBK m. 227/1). Bu hallerde de dönme
hakkının kullanılabilmesi için satış konusunun gözden geçirilmesi ve tespit edilen
ayıpların satıcıya bildirilmesi (TBK m. 223) ya da borçluya ihtar çekilmesi ve edimi
ifa etmesi için ona süre verilmesi gibi bazı külfetlerin yerine getirilmesi
zorunluluğunun öngörülmüş olması (TBK m. 117/1 ve 123) nedeniyle bu hak,
oldukça kısıtlanmıştır236.
Ahde vefa ilkesinin borçlu aleyhine yaratabileceği aşırı sonuçlar kusur
sorumluluğunun esas olarak kabul edilmesiyle bir ölçüde yumuşatılmıştır237. Ancak
kusursuz olduğunu ispat yükünün borçluya yüklemesi (TBK m. 112)238ve borçlunun
özen yükümlüğünün objektifleştirilmesi239 nedeniyle borçlunun sorumluluğunun yine

235
Oğuzman/Öz, C. I, s. 385; Serozan, Dönme, s. 230; 604-605; Eren, Borçlar Genel, s. 1035;
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 134.
236
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 134.
237
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 134.
238
Bu hükmün hukuksal mantığı (ratio legis), borcun ifasını engelleyen olaylar borçlunun egemenlik
alanında gerçekleştiği için, onun bunları daha iyi bilecek durumda olmasıyla açıklanmaktadır.
Oğuzman/Öz, C. I, s. 415. Ancak TBK m. 112 emredici bir hüküm olmadığından bunun aksinin
kararlaştırılması, yani sözleşme ile borçlunun kusurunu ispat yükünün alacaklıya yükletilmesi
mümkündür. Oğuzman/Öz, C. I, s. 415; Eren, Borçlar Genel, s. 1066; Tandoğan, Mesuliyet, s. 423.
239
Borçlunun göstermesi gereken özen, kusurun objektif yönünü oluşturur. Sözleşmeden doğan
sorumlulukta objektif kusur teorisi geçerlidir. Bu nedenle borçlunun göstermesi gereken özenin
derecesi öncelikle yüklenmiş olduğu borcun nitelik, kapsam ve içeriğine göre belirlenmelidir. Bunun
yanı sıra borçlunun mensup olduğu mesleki ve sosyal çevrede makul, dürüst ve objektif bir borçlu
tipinin bu tür bir ilişkide göstereceği özenin derecesine de dikkat edilmelidir. Oğuzman/Öz, C. I, s.
417; Eren, Borçlar Genel, s. 1062-1064. Bazı özel borç ilişkileri bakımından borçlunun göstermesi
gereken özenin derecesi objektif kusur teorisi esas alınarak açıkça düzenlenmiştir. (TBK 471/2,
506/3). Bu hususta ayrıntılı bilgi için bkz.: Eren, Borçlar Özel, s. 618-620, 723-724;
Zevkliler/Gökyayla, a.g.e.,s. 628-63; 508-518; Yavuz/Acar/Özen, a.g.e., s. 973-974, 1159-1161;
Aral/Ayrancı, a.g.e., s. 354-358; 421-422. Hizmet sözleşmesi bakımından ise, TBK m. 400/2’de
işçinin borcunu ifa ederken göstermesi gereken özenin belirlenmesinde işin tehlikeli olup olmaması,
uzmanlığı ve eğitimi gerektirip gerektirmemesinin göz önünde bulundurulacağı bildirilmiştir. Burada
objektif kusur teorisi bağlamında bir düzenleme yapılmış olmakla birlikte, hükmün devamında işçinin
işveren tarafından bilinen veya bilinmesi gereken yetenek ve niteliklerinin de göz önünde tutulması
gereği bildirilmiş ve işçiyi korumak bakımından subjektif bir esasa da yer verilmiştir. Eren, Borçlar
Özel, s. 538; Yavuz/Acar/Özen, a.g.e., s. 871-872.Yine kanun bazı hallerde borçlunun göstermesi
gereken özeni, kendi işlerinde gösterdiği özen olarak subjektif bir esasa tabi tutmuştur (TBK m.
628/1). Reha Poroy, Ünal Tekinalp, Ersin Çamoğlu, Ortaklıklar Hukuku I, 13. bs., İstanbul, Vedat
Kitapçılık, 2014, s. 58; Hasan Pulaşlı, Şirketler Hukuku: Genel Esaslar 2. bs., Ankara, Adalet,
2013, s. 24; Oruç Hami Şener, Adi Ortaklık, Ankara, Yetkin, 2008, s. 302; Mustafa Çeker, Ticaret
Hukuku, 6. bs., Adana, Karahan Kitapevi, 2013, s. 233; Fatih Bilgili, Ertan Demirkapı, Şirketler
Hukuku, 9. bs., Bursa, Dora, 2013, s. 31;Mehmet Bahtiyar, Ortaklıklar Hukuku, 9. bs., İstanbul,
Beta, 2015, s. 38-39. Ancak ortağın kendi işlerinde savruk ve ihmalkâr olması onu sorumululuktan

55
de oldukça katı olduğunu söyleyebilmemiz mümkündür240. Özellikle cins ve para
borçlarında olduğu gibi temin - tedarik etme yükümlülüğünün kabul edildiği ve
kanuni garanti sorumluluğunun öngörüldüğü durumlarda borçlunun
sorumluluğudaha da katılaşmaktadır241.

2. TBK’nın Esas Aldığı İfa Engelleri Sistemine Yöneltilen Eleştiriler


Alacaklının edimin ifasına gereği gibi kavuşmasına engel olan bu olgulara bu
kadar farklı yaptırım türlerinin bağlanmış olması öğretide-kanaatimizce de haklı
olarak- eleştirilmektedir. Gerçekten de, sonuç itibariyle, alacaklının yapmış olduğu
sözleşmeyle ulaşmak istediği amaca tam olarak kavuşmasına engel olan bu olguların
her birinin ayrı ayrı ele alınarak, birbirinden farklı hüküm ve sonuçlara bağlanmış
olması bir uyumsuzluk yaratmıştır242. Ayrıca çoğu halde genel hükümle düzenlenen
bir ifa engeli, özel hükümlerde de ayrıca ve ayrı yaptırımlara tabi tutularak
düzenlenmiş ve böylece de ya tekrara düşülmüş ya da kavramsal bütünlük
bozulmuştur243. Satım sözleşmesinde satıcının temerrüdü halinde borçlu temerrüdüne
ilişkin genel hükümlerin uygulanacağını bildiren TBK m. 212/2 bu tekrarların en
çarpıcı örneklerindendir. Bazı durumlarda ise aslında genel hükümler arasında
düzenlenmesi gereken yaptırımlar, yalnızca özel hükümle düzenlenmiş ve genel bir
problem yalnızca birkaç sözleşme türü bakımından çözüme kavuşturulmuştur.

kurtaramayacaktır. Poroy/Tekinalp/Çamoğlu, a.g.e., s. 58-59. 6102 sayılı 13.01.2011 tarihli Türk


Ticaret Kanunu’nun (TTK) (27846 sayılı ve 14.02.2011 tarihli RG.) 18. maddesinin 2. fıkrasına göre
ise: “Her tacirin, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi davranması gerekir”
diyerek tacirler için objektif özen derecesini oldukça ağırlaştırmıştır. Hüseyin Ülgen ve diğerleri,
Ticari İşletme Hukuku, 4. bs., İstanbul, XII Levha, 2015, s. 285;Sabih Arkan, Ticari İşletme
Hukuku, 18. bs., Ankara, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayınları, 2013, s. 137-
138;İ. Yılmaz Aslan, Ticaret Hukuku Dersleri, 8. bs., Bursa, Ekin, 2012, s. 77-78;Ayşenur Berzek,
Ticaret Hukukunun Genel İlkeleri, 10. bs., İstanbul, Beta, 2013, s. 49-50; Fatih Bilgili, Ertan
Demirkapı, Ticari İşletme Hukuku, 4. bs., Bursa, Dora, 2013, s. 94; Sami Karahan, Ticari İşletme
Hukuku, 25. bs., Konya, Mimoza, 2013, s. 94; Rıza Ayhan, Mehmet Özdamar, Hayrettin Çağlar,
Ticari İşletme Hukuku: Genel Esaslar, 6. bs., Ankara, Yetkin, 2013, s. 152; İsmail Kayar, Ticari
İşletme Hukuku, 9. bs., Ankara, Seçkin, 2013, s. 151; Tamer Bozkurt, Ticari İşletme Hukuku, 6.
bs., İstanbul, XII Levha, 2012, s. 89; Çeker, a.g.e., s. 74. Özen yükümlülüğü hakkında ayrıntılı bilgi
için bkz.: Christoph Oswald, Analyse der Sorgfaltspflichtverletzung im vertraglichen wie
ausservertraglichen Bereich, Zürich, Schulthess, 1988.
240
Baki İlkay Engin, Alacağı Temlik Edenin Garanti Sorumluluğu,Ankara, Seçkin, 2002, s. 46;
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 134; Serozan, Dönme, s. 240-242.
241
Engin, Temlik, s. 46-50.
242
Yeşim M. Atamer, “Satıcının Sözleşmeye Aykırı Davranışı Ekseninde CISG’ın İfa Engelleri
Sistemine Genel Bakış”, Milletler Arası Satım Hukuku, Ed. Yeşim M. Atamer, 2. bs., İstanbul, XII
Levha, 2012, s. 222, (Makale); Serozan, İfa ve Engelleri, s. 138; Kahveci, a.g.e., s. 48.
243
Atamer, Armağan, s. 321, 323; Atamer, Makale, s. 222-223; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 138;
Kahveci, a.g.e.,s. 48.

56
Örneğin kötü ifanın bir türü olan ayıplı ifa halinde244 karşı edimde indirim veya
ücretsiz onarım ya da edimin ayıpsız bir benzeriyle değiştirme talepleri genel bir
hükümle düzenlemesi gerekirken, satım, eser ve kira gibi yalnızca birkaç sözleşme
bakımından ele alınarak düzenlenmiştir245.
Üstelik öğretide ve uygulamada uzun bir süredir kabul edilen pek çok ifa engeli
kanun tarafından genel bir biçimde düzenlenmiş de değildir. Sözleşme görüşmeleri
sırasındaki kusurlu davranışlar ve borca aykırı davranılacağının vadeden önce açıkça
belli olduğu haller bu durumun en çarpıcı örneklerindendir246. Yine öğretide uzun
süredir kabul edilen aşırı ifa güçlüğü,2011’de yürürlüğe giren TBK’da ilk kez genel
bir düzenlemeye kavuşabilmiştir (TBK m. 138).
Hukukumuzda genel bir sözleşmeden dönme hakkının tanınmamış olması da
oldukça eleştirilen hususlardan birisidir247. Gerçekten sözleşmeden dönme
TBK’dakarşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde temerrüt ve birkaç sözleşme türü
bakımından ayıplı ifa olgularına hasredilmiş, gerekli olmasına rağmen diğer ifa
engellerinde bu imkâna yer verilmemiştir248. Ayrıca çoğu halde sözleşmeden dönme
ile birlikte olumlu (müspet) zararların tazminin talep edebilmek adalete daha uygun
sonuçlar verirken, yalnızca olumsuz (menfi) zararların tazmininin talep
edilebileceğini düşündüren kanuni ifade şekli (TBK m. 125/3) de eleştirilmekte ve bu
yönde yaratılan kuşkular olumlu karşılanmamaktadır249,250.

244
Hayrunnisa Özdemir, Türk Borçlar Kanununa ve Viyana Satım Sözleşmesine (CISG) Göre
Ayıptan Doğan Sorumluluğun Şartları, Ankara, Yetkin, 2013, s. 72; Zarife Şenocak, “Borçlar
Kanunu’nun 96. vd. ve 194. vd. Maddeleri Açısından Aliud’un (Başka Şeyin) Teslimi”, BATİDER,
C. XV, S. 1, 1989, s. 114-115 (Aliud); Oğuzman/Öz, C. I, s. 487; Serozan, Dönme, s. 288; Serozan,
CiC, s. 34; Eren, Borçlar Genel, s. 1048; Kahveci, a.g.e., s. 49.
245
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 138; Serozan, CiC, s. 31.
246
Atamer, Makale, s. 223, dn. 6; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 135.
247
Oğuzman/Öz, C. I, s. 453; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 138; Serozan, Dönme, s. 230; 604-605.
248
Tekinay’a göre borçlunun sadece temerrüde düşmesi değil, kendi kusuruyla edimin ifasının
imkânsız hale gelmesine sebebiyet vermesi de alacaklıya sözleşmeden dönme hakkı verir. Zira BK
bazı özel akit türlerini düzenlerken borçlu temerrüdü dışındaki ihlallere de dönme yaptırımı
bağlamıştır. Ayrıca kusurlu imkânsızlık halinde sözleşmeden dönülebileceği hakkında genel bir
hüküm bulunmasa da, bunun nedeni, kanunda kusurlu imkânsızlığın açıkça düzenlenmeyerek EBK m.
96’nın (TBK m. 112) geniş hükmüyle yetinilmesidir. Tekinay, a.g.e., s. 873-874;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 109-110. İnan’da borcun ifasının borçlunun kusuruyla
imkânsız hale gelmesinde TBK m. 125 ve 126’da temerrüt için düzenlenen sözleşmeden dönme ve
sözleşmeyi fesih yetkisinin kıyasen uygulanabileceğini ileri sürmektedir.Ali Naim İnan/Özge Yücel,
Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 4. bs., Ankara, Seçkin, 2014 s. 469.
249
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 138, 239 vd.; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 971-972.
250
Sözleşmeden dönmenin borç ilişkisini ne şekilde etkileyeceği ve dolayısıyla bu halde istenebilecek
tazminatın niteliği öğretide en çok tartışılan hususlardan biridir. Bu hususta pek çok teori

57
Zaten tazminat konusu başlı başına sistemimizin en büyük sorunlarından
biridir. Kimi halde müspet (olumlu) kimi halde menfi (olumsuz); kimi halde
doğrudan (TBK m. 217/1 b. 4, 229/1 b. 3) kimi halde ise dolaylı zararların (TBK m.
217/2, 229/2) tazmininin talep edilebileceği, belli bir sisteme bağlı kalınmaksızın
TBK hükümleri arasına yerleştirilmiştir251. Bu kavramların kapsamına nelerin girdiği
öğretide tartışılmaktadır.
Yine öğretide bu yaptırımlardan bazılarının kendiliğinden devreye giriyor
olmasının amaca aykırı olduğu ve yaptırımların mutlaka alacaklının iradesi
bağlanması gerektiği haklı olarak belirtilmiştir252. Özellikle başlangıçtaki
imkânsızlığa sözleşmenin kendiliğinden kesin hükümsüz olması yaptırımını bağlayan
düzenleme bu nedenle eleştirilmektedir253.

bulunmaktadır. Klasik teoriye göre, dönme bildirimi sözleşmeyi kurulduğu andan itibaren ortadan
kaldırmaktadır. Bu nedenle sözleşmeden dönme üzerine istenebilecek tazminat, yalnızca alacaklının
olumsuz (menfi) zararını karşılayabilecektir. Oğuzman/Öz, C. I, s. 534; Nomer, Genel Hükümler, s.
372-373; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 734-735; Ayan, Borçlar Genel, s. 344. Ergüne’ye göre de,
mevcut düzenleme (de lege lata) bakımından, burada, yalnızca sözleşmenin hükümsüzlüğü nedeniyle
olumsuz zararların tazmini talep edilebilir. Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 254-255. Yasal borç ilişkisi
teorisine göre ise, sözleşmeden dönme üzerine borç ilişkisi ortadan kalkmakta, fakat kurulduğu andan
itibaren hükümsüzleşmemektedir. Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 967-968. Klasik
teoriden pratik bir farkı olmasa da, bu teoriyi savunan yazarlardan bazıları burada olumsuz zarar
yerine olumlu zararların talep edebileceğini savunmaktadırlar.
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 970-971. Klasik teoride olduğu gibi, dönme hakkının
kullanılması ile birlikte sözleşmenin geçmişe etkili olarak ortadan kalkacağını savunan, ancak klasik
dönme teorisinden farklı olarak sözleşmeden dönmeye ayni etki tanıyan ayni etkili dönme veya
istihkak teorisi de bulunmaktadır. Buz, Temerrüt, s. 133-151. İsviçre Federal Mahkemesinin bu görüş
doğrultusunda verdiği bir karar için bkz.: Turgut Öz, “İsviçre Federal Mahkemesinin Sözleşmeden
Dönmeye Ayni Etki Tanıyan İçtihadı Üzerine” İÜMHAD, C. 20, 1996, s. 49-51. Yeni dönme veya
dönüşüm teorisi olarak adlandırılan son teoriye göre ise, dönme işlemi borç ilişkisinin geçerliliğine
dokunmayıp onu yalnızca bir tasfiye ilişkisi haline getirir. Bu nedenle alacaklı olumlu zararlarının
tazminini talep edebilecektir. Serozan, İfa ve Engelleri, s. 237, 239-241; Rona Serozan, “Sözleşme
İlişkisinin Çözülmesi: Elde Edilmiş Edimi Geri Verme Yükümü”, Prof. Dr. Necip
Kocayusufpaşaoğlu İçin Armağan, Seçkin, Ankara, 2004, s. 198-200. (Sözleşme İlişkisinin
Çözülmesi) Tasfiye ilişkisini benimsemekle beraber yalnızca olumsuz zararların tazmininin
istenebileceği görüşünde olan yazarlar da mevcuttur. Eren, Borçlar Genel, s. 1122-1126; Kahveci,
a.g.e., s. 187-188. Ergüne ise, olması gereken hukuk (de lege ferenda) bakımından, sözleşmeden
dönme halinde alacaklıya olumlu veya olumsuz zararlarının tazmini yönünde bir seçimlik hak
tanınması gerektiği görüşündedir. Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 260-269.
251
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 139.
252
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 138.
253
Reform öncesinde Alman hukukunda da başlangıçtaki imkânsızlığa kesin hükümsüzlük yaptırımı
bağlanmış olmasına rağmen (BGB § 306), reform sonrasında başlangıçtaki imkânsızlığın sözleşmenin
geçerliliğini etkilemeyeceği kabul edilmiştir. Bkz.: aş. s. 186-187. Ancak BGB’nin yeni düzenlemesi
doğru bulmayan yazarlar da mevcuttur. Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 77-78.

58
TBK’nın esas aldığı ifa engelleri sistemine yukarıda belirttiğimiz eleştirileri
yönelten yazarların bir kısmı254, Common Law (Anglo - Sakson) hukuk
sistemlerini255, Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş
Milletler Anlaşması’nı (CISG)256 ve CISG’dan yoğun bir biçimde etkilenerek revize
edilen BGB’yi257 esas alarak TBK’nın ifa engelleri sisteminin yeniden düzenlenmesi
gerektiğini ileri sürmektedirler. Belirttiğimiz bu sistemlerde Türk - İsviçre
hukukundan farklı olarak yaptırımlar; imkânsızlık, temerrüt, kötü ifa gibi her bir ifa
engeli için ayrı ayrı ele alınmamış, tüm ifa engelleri için geçerli olan genel
düzenlemeler yapılmıştır258.

254
Rona Serozan, “Yeni Alman İfa Engelleri Hukuku (Türk Hukukunda Bilimsel Kaynak Olarak
Yararlanılabilecek Yenilikler)”, İÜHFD, C. 58 S. 1-2, s. 233 (Yeni Alman İfa Engelleri
Hukuku);Serozan, İfa ve Engelleri, s. 140-141; Atamer, HPD, s. 163; Atamer, Armağan, s. 358-
360.
255
Common Law hukuk sistemlerinin ifa engellerine ilişkin düzenlemeleri hakkında ayrıntılı bilgi için
bkz.: Anders, a.g.e., s. 45-71.
256
CISG, 11 Nisan 1980 tarihinde Viyana’da yapılan BM konferansında kabul edilmiş ve 1 Ocak 1988
tarihinde yürürlüğe girmiştir (CISG m. 99/1). Ergun Özsunay, “Uluslararası Ticaret Hukuku Hakkında
Birleşmiş Milletler Komisyonu (UNCITRAL) Tarafından Hazırlanmış Bulunan ‘Uluslararası Taşınır
Satımı Sözleşmeleri Hakkında Anlaşma Tasarısı’ Üzerine Bir İnceleme”, İÜMHAD, C. 12, S. 15,
1978, s. 7; Yeşim M. Atamer, “Yeni Bir Milletlerarası Satım Hukukuna doğru: Milletlerarası Mal
Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Anlaşması ve Türkiye” HPD, S. 8, Eylül
2006 s. 161 (HPD); H. Ercüment Erdem, “Satıcının Malları ve Belgeleri Teslim Borcu”Milletler
Arası Satım Hukuku, Ed. Yeşim M. Atamer, 2. bs., İstanbul, XII Levha, 2012,s. 120-124; Ali
Gümrah Toker, 11 Nisan 1980 Tarihli Uluslararası Taşınır Mal Satımına İlişkin Birleşmiş
Milletler Sözleşmesi’nin (Viyana Sözleşmesi) Uygulama Alanı, Ankara, Seçkin, 2005, s. 18-
27;Zafer Zeytin, Milletlerarası Mal Satım Sözleşmeleri Hukuku, Ankara, Seçkin, 2011, s. 29-31.
Türkiye’nin CISG’a taraf olması 2.4.2009 Tarih ve 5870 sayılı Kanunla uygun bulunmuş ve Bakanlar
Kurulunun 11.03. 2010 Tarih ve 2010/247 Sayılı kararıyla onaylanmıştır. 7 Nisan 2010 tarih ve 27545
sayılı RG. CISG’ın ülkemizde yürürlüğe girdiği tarih ise 1 Ağustos 2011’dir. Zeynep Yıldırım,
“Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin (Viyana Satım Sözleşmesi)
Uygulama Alanı, GÜHFD, C. 17, S. 1-2, Ocak-Nisan 2013, s. 1063-1066; Toker, a.g.e.,135-154.
257
Serozan, Yeni Alman İfa Engelleri Hukuku, s. 232-233;Atamer, Armağan, s. 334-335;Schwarze,
a.g.e., s. 15-16; Haas ve diğerleri, a.g.e., s. 4.
258
Heinrich Honsell, Schweizerisches Obligationenrecht: Besonderer Teil, 9. bs., Bern, Stämpfli,
2010, s. 111-112 (BT); Rona Serozan, “CISG ve TBK’na Göre Alıcının Dönme Hakkının Sınırları”,
İÜHFD, C. 70, S. 2, 2012, s. 207-208; Sinan Okur, Türk Borçlar Kanunu’nda Alıcının Genel ve
Sonraki İfa Talebi Üzerine CISG Işığında Eleştirel Bir Değerlendirme”, e-akademi, S. 131, Mart
2013, s. 4; Rudolf Welser, Irene Welser, “Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında
Birleşmiş Milletler Anlaşması (CISG) Uyarınca Satıcının Sözleşmeye Aykırılığı Halinde Alıcının
Başvurabileceği Hukuki İmkânlar”, Çev. Ayça Akkayan-Yıldırım, İKÜHFD, C. 5 S. 1-2, Aralık
2006, s. 154; Tuba Akçura - Karaman, “Borçlar Kanunu ve Viyana Satım Anlaşması Çerçevesinde
Ayıp Halinde Alıcının Hakları”, BATİDER, C. XXVII, S. 1, Mart, 2012, s. 204-205; Sert, a.g.e., s.
27-32, 57-59; Atamer, Makale, s.221, 228-229; Atamer, CISG, s. 289-290; Özdemir, a.g.e., s. 77-78;
Anders, a.g.e., s. 144.

59
II. İMKÂNSIZLIĞIN İFA ENGELLERİARASINDAKİ YERİ
Roma Hukukumuzdan günümüze kadar birçok hukuk sisteminde kanuni
düzenlemeye konu olan imkânsızlığın, ifa engelleri arasında temel yasal
kavramlardan birisi olduğunu söylemek mümkündür.Türk - İsviçre hukuk sisteminde
olduğu gibi, Alman hukukunda da imkânsızlık bizzat kanun koyucu tarafından ele
alınmış vedüzenleme konusu yapılmıştır259.
Öğretideki bir görüş,TBK’nın imkânsızlığı ifa engelleri bakımından temel
yasal kavram olarak ele aldığını ileri sürmektedir260. Bu görüşteki bazı yazarlara göre
imkânsızlık günümüzde eski önemini yitirmiştir. Zira parça borcunda rahatlıkla
imkânsızlık söz konusu olabilirken, çeşit borcunda, o cins yeryüzünde mevcut
olduğu sürece imkânsızlığa rastlamak oldukça güçtür. Özellikle -çeşit borcuna mı
dâhil olduğu yoksa parça ve cins borcunun yanı sıra üçüncü tür bir borç mu teşkil
ettiği tartışmalı olan- para borcunda imkânsızlık asla söz konusu olmaz261. Bu
durumda asıl önemi parça ve parçalaşmış çeşit borçları bakımından ortaya çıkan
imkânsızlık, el işçiliğinin yaygın olduğu eski yüzyıllarda önem taşısa da,
günümüzdeki kitlesel sanayi üretimi nedeniyle önemini büyük ölçüde yitirmiştir262.
Culpa in contrahendo, sözleşmenin müspet ihlali ve işlem temelinin çökmesi
uygulamada imkânsızlıktan daha önemli hale gelmiştir. Ayrıca edim
yükümlülüklerinden bağımsız davranış yükümlülükleri ve yaratılan güveni
sarsmadan doğan sorumluluk borca aykırılığın ve borca aykırılıktan doğan
sorumluluğun başlıca unsurları olduğundan, imkânsızlığın ve temerrüdün edim
yükümlüklerine aykırılığıön plana çıkarması da artık çağ dışıdır263.

259
Alman hukukunda yapılan borçlar hukuku reformu esnasında, bir görüş, BGB’de imkânsızlığa yer
verilmemesi gerektiği savunsa da; imkânsızlık, temerrüt ve kötü ifa birlikte “yükümlülüğe aykırılık”
üst başlığı altında BGB’deki yerini korumayı başarmıştır. Bu hususta ayrıntılı bilgi için bkz.: Ulrich
Huber, “Das geplante Recht der Leistungsstörungsrecht”, Zivilrechts wissenschaft und
Schuldrechtsreform, Ed. Wolfgang Ernst, Reinhard Zimmermann, Tübingen, Mohr Siebeck, 2001, s.
31-190; Claus W. Canaris, “Zur Bedeutung der Kategorie der “Unmöglichkeit” für das Recht der
Leistıngsstörungen”, Die Schuldrechtsreform vor dem Hintergrund des Gemeinschaftsrechts, Ed.
Hans Schulte - Nölke, Reiner Schulze, Tübingen, Mohr Siebeck, 2001, s. 43-64.
260
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 162; Sert, a.g.e., s. 43; Gündoğdu, a.g.e., s. 44; Atamer, Armağan, s.
319-320.
261
Bkz.: yuk. s. 18-19.
262
Özçelik, a.g.e., s. 570; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 163-164; Serozan, CiC, s. 30; Atamer,
Armağan, s. 320-321.
263
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 135; Serozan, CiC, s. 30. Kötü ifa bakımından bu görüşte; Atamer,
Armağan, s. 320. Kötü ifanın imkânsızlık ve temerrütten daha önemli olduğu görüşünde; Nihat
Yavuz, Ayıplı İfa, 2. bs., Ankara, Seçkin, 2010, s. 972.

60
Kanaatimizce imkânsızlığın eski önemini yitirdiği fikrine katılmak mümkün
değildir. Şöyle ki; imkânsızlığın parça borçları bakımından daha önemli olduğuna
katılmakla beraber, kitlesel sanayi üretiminin yaygınlaşmasının parça borçlarının
önemini ortadan kaldırdığı fikrine katılmamaktayız. Günümüzde de parça borcu
içeren birçok borç ilişkisi bulunmaktadır ve parça borçlarının birçoğu da yüksek
ekonomik değer taşımaktadır. Örneğin, önemli sanat eserleri ve taşınmaz mallar
genellikle parça borcuna konu olurlar ve ender bulunduklarından yüksek ekonomik
değere sahiptirler. Kaldı ki; bu tür malvarlığı değerlerinin yok olması yalnızca
sahiplerini değil, ülke ekonomisini de zarara uğratmaktadır. Bu nedenle
imkânsızlığın önemini yitirmiş olduğunu söylemek kanaatimizce doğru değildir.
Ayrıca temin ve tedarik etme borçları olarak da anılan çeşit borçlarında
nitelikleri nedeniyle imkânsızlıkla karşılamak oldukça güç olsa da, borçlunun
sağlama veya tedarik etme yükümlüğünün de bir sınırı vardır. Zira borçlunun
buradaki garanti yükümlülüğü atipik, yani olağanüstü riskleri kapsamına almaz.
Örneğin çeşit borcunun konusunu teşkil eden eşya,tamamen tüketildiği ve yenisi
üretilmediği için hiçbir yerde mevcut değilse borçlunun sağlama ve garanti
yükümlülüğü de sona ermiş sayılır264.
Yine borca aykırılığın ve borca aykırılıktan doğan sorumluluğun başlıca
unsurlarının edim yükümlülüklerinden bağımsız davranış yükümlülükleri ve
yaratılan güveni sarsmadan doğan sorumluluk olduğundan bahsetmek bize pek
uygun gelmemektedir. Zira bir borç ilişkisinin özellikle sözleşmelerin temel amacı
bu ilişkiden doğan tüm borçların gereği gibi ifa edilmesidir. Bu nedenle edim
yükümlüklerine aykırılığınen ön planda olması hiç de mantıksız değildir. Elbette
edim yükümlülüklerinden bağımsız davranış yükümlülükleri ve yaratılan güveni
sarsmadan doğan sorumluluk, borca aykırılığın ve borca aykırılıktan doğan
sorumluluğun çok önemli unsurlarıdır. Ancak kanaatimizce borca aykırılığın en ağır
hallerinin doğrudan edim yükümlüklerine aykırılık olduğunu söylemek hiç de yanlış
değildir.
Culpa in contrahendo, sözleşmenin müspet ihlali ve işlem temelinin çökmesi
hallerinin bugün imkânsızlıktan (ve temerrütten) daha güncel hale gelmesi ise, bu

264
Bkz.: yuk. s. 20.

61
kavramların diğer ifa engellerine nispeten daha yeni olmasına dayanmaktadır. Bu
durum Roma hukukundan beri fark edilen ve günümüzde sıklıkla karşı karşıya
kaldığımız imkânsızlığın (ve temerrüdün) diğer ifa engellerinden daha az önemli
olduğu anlamına gelmemektedir.
Her ne kadar imkânsızlığın eski önemini yitirdiği görüşüne katılmaksak da,
imkânsızlığın ifa engelleri bakımından temel yasal kavram olarak ele alınmasını
uygun bulmayan görüşe biz de katılmaktayız. Zira gerek imkânsızlık gerek temerrüt
ve gerekse kötü ifa olsun herhangi bir edim yükümlülüğüne aykırılık halini temel
yasal kavram olarak ele alıp, diğerleri bakımından da bunun etrafında bir düzenleme
yapma zorunluluğu bulunmamaktadır. Bu hallerin her birini ayrı ayrı ele alarak her
biri için farklı düzenlemelerin yapılması gibi bir zorunluluk da söz konusu değildir.
Bu hallerin hepsi,sonuç itibariyle alacaklının edime kavuşmasına birer engel teşkil
ettiklerinden, yalnızca “edim yükümlülüklerine aykırılık” başlığı altında yapılacak
yeknesak bir düzenlemede,hayat şartları çerçevesinde gayet olağan olan ve
uygulamada da sık karşılaşılan bu hallerin her biri zaten kendine bir yer bulacaktır.
CISG tüm bu söylediklerimize en güzel örneği teşkil etmektedir265.

3. İMKÂNSIZLIĞIN TÜRLERİ

I. GENEL OLARAK
İmkânsızlık öğretide çeşitli yönlerden ayrımlara tabi tutulan ve pek çok türü
bulunan geniş bir kavramdır. Gerçekten TBK’nın da esas aldığı başlangıçtaki
imkânsızlık - sonraki imkânsızlık ve tam imkânsızlık - kısmi imkânsızlık
ayırımlarının yanı sıra sübjektif imkânsızlık - objektif imkânsızlık, sürekli
imkânsızlık - geçici imkânsızlık, borçlunun sorumlu olduğu imkânsızlık - borçlunun
sorumlu olmadığı imkânsızlık ve nihayet alacaklının sorumlu olduğu veya olmadığı
imkânsızlık gibi pek çok ayırım bulunmaktadır266.

265
Edim yükümlülüklerinden bağımsız davranış yükümlülüklerine aykırılık hallerinin de bizzat kanun
koyucu tarafından düzenlenmesi gerekmektedir. Veysel Başpınar, “Türk Borçlar Kanunu Tasarısının
Şekli Açıdan Değerlendirilmesi" Prof. Dr. Rona Serozan’a Armağan, 2 C., İstanbul, XII Levha,
2010, C I, s. 490-491.
266
Öğretide kaynağını Avusturya Medeni Kanunu’nun (ABGB - Allgemeines bürgerliches
Gesetzbuch) 878. maddesinden alan mutlak imkânsızlık ve kısmi imkânsızlık ayırımı da

62
II. BAŞLANGIÇTAKİ İMKÂNSIZLIK - SONRAKİ İMKÂNSIZLIK
TBK, edimin imkânsız olduğu zamana göre başlangıçtaki ve sonraki
imkânsızlık ayırımını yapmış ve her ikisine de farklı hüküm ve sonuçlar bağlamıştır.
Bu nedenleedimin imkânsız olduğu anı belirlemek, uygulanacak hükümler
bakımından büyük bir önem taşımaktadır.
Borçlunun edimi sözleşmenin kurulduğu anda imkânsız ise, ya da ifa edileceği
zaman imkânsızlaşacağı açıkça belli ise başlangıçtaki imkânsızlık mevcuttur. Bu tür
imkânsızlık, bazı yazarlarca, “borcun konusundaki imkânsızlık”267 veya “sözleşmenin
kurulmasındaki imkânsızlık”268 olarak da adlandırılmaktadır. Başlangıçtaki
imkânsızlık halinde olduğu gibi, sonraki imkânsızlık da borcun konusu üzerinde
gerçekleştiğinden; kanaatimizce,“borcun konusundaki imkânsızlık” kavramını
yalnızca başlangıçtaki imkânsızlığı ifade etmek üzere kullanmaktan kaçınmak daha
yerindedir269.
Sözleşmenin kurulduğu anda ifası mümkün olan bir edim, kuruluştan sonra ve
henüz fiilen ifa edilmeden önce imkânsızlaşırsa sonraki imkânsızlık söz konusu olur.
TBK ve öğretideki bazı yazarlar bu hali “ifa imkânsızlığı” olarak da
adlandırmaktadırlar. Aslındaedimin ifasındaki imkânsızlık, hem başlangıçtaki hem
de sonraki imkânsızlığın temel şartıdır. Ancak başlangıçtaki imkânsızlık sözleşmenin
kesin hükümsüzlüğüne yol açtığı (TBK m. 27/1) ve baştan beri hükümsüz olan bir
sözleşme nedeniyle borçlunun ifa yükümlülüğünün hiçbir zaman doğmayacağı
nazara alınırsa “ifa imkânsızlığı” kavramının yalnızca sonraki imkânsızlığı ifade
edebileceği söylenebilecektir. Ancak imkânsızlığı, başlangıçtaki ve sonraki
imkânsızlık şeklinde ikiye ayırarak bunlara birbirlerinden farklı hüküm ve sonuç
bağlamanın, yalnızca bir hukuk politikası sorunu olduğu da dikkate alınmalıdır.
Sonuç olarak, ifa imkânsızlığı kavramının TBK’nın mevcut düzenlemesi
çerçevesinde kullanılabileceğini ve Türk Hukukunda yerleşmiş bir kavram olduğunu

yapılmaktadır. Bu hükümde “açıkça” imkânsız olan bir şeyin, geçerli bir sözleşmenin konusunu
oluşturamayacağı düzenlenmiştir. Buna göre mutlak imkânsızlık kavramından anlaşılması gereken
hukuki anlamdaki imkânsızlık ile mantık dışı edimlerdir. Bunun dışındaki imkânsızlık halleri ise nispi
imkânsızlık olarak adlandırılmalıdır. Ziegler, a.g.e., s. 23 vd.; Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 237-238
267
Esener, Borçlar, s. 206; Altunkaya, a.g.e., s. 155; Oğuzman/Öz, C. I, s. 459; Başpınar, Kısmi
Butlan, s. 116-117; Arıkan, İmkansızlık, s. 270; Akkanat, a.g.e., s. 36; Serozan, İfa ve Engelleri, s.
184.
268
Altunkaya, a.g.e., s. 155; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 116-117.
269
Bkz.: yuk. s. 30 vd.

63
kabul etsek de, bu kavramı yalnızca sonraki imkânsızlığı ifa eder bir biçimde
kullanmaktan kaçındığımızı da belirtmeliyiz270.
Öğretideki bazı yazarlar271 sözleşmenin kuruluş anı esas alınarak yapılan
başlangıçtaki ve sonraki ayırımını eleştirmekte ve imkânsızlık bakımından önemli
olanın yalnızca ifa anı olduğunu ileri sürmektedirler. Bu yazarlara göre sözleşmenin
kurulduğu anı esas alarak yapılan bu ayırım dakikalara ve hatta saniyelere bile büyük
bir önem kazandırmakta ve sorunu spekülasyon yaratmaya açık bir hale
getirmektedir. Ayrıca bu ayırımın alacaklı bakımından da hiçbir yararı
bulunmamaktadır, zira onun açısından önemli olan yalnızca edimi elde etmektir. Bu
durumda yapılacak şey, sözleşmenin kurulduğu anı esas alan başlangıçtaki
imkânsızlık ve sonraki imkânsızlık ayırımını bir kenara bırakarak, yalnızca ifa anına
yoğunlaşarak ortada tek bir imkânsızlığın bulunduğu kabul etmektir.
Her ne kadar başlangıçtaki imkânsızlık ve sonraki imkânsızlık ayrımını yersiz
bulup eleştirsek de, kanaatimizce, kanundaki mevcut düzenlemeler çerçevesinde bu
görüşe katılmak mümkün değildir. Kanunda bulunan bu ayırımın iki farklı
imkânsızlık türü yaratmayıp, tek olan imkânsızlığın iki ayrı sonucunun bulunduğunu
gösterdiği savunması da kanaatimizce yeterli değildir. Kanundaki düzenlemede
aslında yeknasak bir biçimde ele alınabilecek olan imkânsızlık iki türe ayırılıp, her
birine farklı hüküm ve sonuç bağlanmıştır. Hâlbuki eski hukuk sistemlerinin etkisiyle
daha önce bu ayırıma yer veren Alman hukuku272 dahi artık bu sistemden
vazgeçmiştir273.

270
Bkz.: yuk. s. 30 vd.
271
Titze, a.g.e., s. 57-59.
272
Başlangıçtaki imkânsızlığa kesin hükümsüzlük yaptırımı bağlayan eski BGB § 306 ve bu hükmün
temelleri hakkıda ayrıntılı bilgi için bkz.: Torsten Arp, Anfängliche Unmöglichkeit: zum
Verständnis von § 306 BGB, Paderborn/München/Wien/Zürich, Ferdinand Shöningh, 1988, s. 35-
149.
273
Bkz.: aş. s. 186-187.

64
A. Başlangıçtaki ve Sonraki İmkânsızlık Ayırımını Yaparken Karşılaşılan
Güçlükler
Sözleşmenin kurulduğu anı net bir biçimde belirlemenin yarattığı zorluklar
nazara alınırsa274, bazı hallerde bu ayırımı yapmanın oldukça güçleşeceği ve taraflar
arasında pek çok tartışmaya neden olacağı söylenebilir.
Bu ayırımı yapmaktaki bir diğer güçlük de imkânsızlığa belirli bir olayın değil
de birden fazla olaylar zincirinin sebep olduğu hallerdir. Bu durumda olaylar zinciri
içerisinden doğrudan doğruya imkânsızlığa sebep olan olayın belirmesi ve ayırımın
buna göre yapılması gerektiği ileri sürülmektedir. Klasik örneğe göre hasta olan bir
hayvanın satılması halinde, hayvan sonradan ölürse, imkânsızlığa yol açan esas
sebep ölüm olduğundan, imkânsızlığın önceden mi yoksa sonradan mı olduğunun
belirlenmesinde ölüm olayı esas alınmalıdır275.
Sözleşmenin kurulduğu anı esas alan başlangıçtaki imkânsızlık ve sonraki
imkânsızlık ayırımını yapmaktakarşılaşılan bir diğer güçlük de şarta bağlı
sözleşmeler bakımından ortaya çıkmaktadır.
Şarta bağlı hukuki işlemlerde, işlemin hüküm ifade etmesi veya hükümden
düşmesi, tarafların iradeleriyle, gelecekte gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belirli
olmayan bir olaya bağlanmaktadır (TBK m. 170, 173). İşlemin hukuki etkisinin
bağlandığı, gelecekte gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmeyen olay ise, şart veya
TBK’nın ifadesiyle koşul olarak adlandırılmaktadır276. Şartın gerçekleşmesiyle

274
TBK, sözleşmenin kurulduğu anı hazır olanlar ve hazır olmayanlar arasında farklı kıstaslara göre
düzenlemektedir. Hazır olanlar arasında kabul beyanının önerene yöneltildiği an, sözleşme kurulmuş
sayılır (TBK m. 1). Hazır olmayanlar arasında ise, kabul beyanının önerene ulaştığı (vardığı) anda
sözleşme kurulmuş olur (TBK m. 5). Önerene ulaşmak ile kastedilen kabul haberinin önerenin
hâkimiyet alanına girmesidir. Yoksa bununla önerenin kabul haberini öğrenmiş olması amaçlanmaz.
Yani kabul haberi önerenin egemenlik alanına girmekle beraber, onun tarafından öğrenilememiş olsa
dahi sözleşme kurulur. Varmada alan veya iktidar ilişkisi olarak adlandırılan ve çok katı sonuçları
olan bu görüş varmada öğrenilebilirlik görüşü ile yumuşatılmaktadır. Bu son görüşe göre kabul beyanı
kendisine ulaşmakla beraber, önerenin içinde bulunduğu durum, bunu öğrenmesini imkânsız kılıyor
ise beyan ulaşmamış ve dolayısıyla sözleşme de kurulmamış sayılır.
Bazı sözleşmelerin kurulması içinse açık bir kabul dahi gerekli değildir. Bu husus “Öneren, kanun
veya işin özelliği ya da durumun gereği açık bir kabulü beklemek zorunda değilse…” diyen TBK m.
6’dan açıkça anlaşılmaktadır. Bu halde öneri uygun bir sürede reddedilmediği takdirde, sözleşme
kurulmuş sayılır. Bu hususlarda ayrıntılı bilgi için bkz.: Oğuzman/Öz, C. I, s. 75-77;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 95-96; Eren, Borçlar Genel, s. 261-262.
275
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 263;Bucher, AT, s. 247; Ziegler, a.g.e., s. 29; Dural, Sonraki
İmkânsızlık, s. 75-76; Dural, Kavram, s. 25; Altunkaya, a.g.e., s. 105; Başpınar, Kısmi Butlan, s.
118, dn. 69; Gündoğdu, a.g.e., s. 97.
276
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 776; Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 50; Huguenin, a.g.e., s. 195;
Lale Sirmen, Türk Özel HukukundaŞart, Ankara, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü,

65
hukuki işlemin hüküm ifade etmesi isteniyorsa geciktirici şart, işlemin hükümden
düşmesi arzu ediliyorsa bozucu şart söz konusu olur277.
Öncelikle sözleşmenin kurulduğu esnada edimin ifası imkânsız ise, bu borç
ister geciktirici ister bozucu şarta bağlanmış olsun, her halükârda başlangıçtaki
imkânsızlığın söz konusu olacağı belirtilmelidir278. Buradaki temel sorun ise,
sözleşmenin kurulmasından sonra fakat şartın gerçekleşmesinden önce, edimin
imkânsız hale gelmesinin başlangıçtaki imkânsızlığa mı yoksa sonraki imkânsızlığa
mı yol açacağıdır.
Aslında bozucu şarta bağlı sözleşmelere ilişkin durumu tespit etmek çok
kolaydır. Zira bu halde sözleşme baştan itibaren kurulmuş ve hükümlerini
doğurmaya başlamıştır. Şartın gerçekleşmesiyle birlikte yalnızca hükümden
düşecektir. Bu durumda sözleşmenin kurulmasından sonra, şartın gerçekleşmesinden
önce meydana gelen imkânsızlık, sonraki imkânsızlıktır279.
Geciktirici şarta bağlı sözleşmelerdeki durumu tespitetmek ise daha zordur.
Zira burada taraflar arasında bir borç ilişkisi kurulmuş olmasına rağmen, bu borç
ilişkisinin hükümleri henüz yürürlük kazanmış değildir. Ancak öğretide hâkim olan
ve bizim de katıldığımız görüş, bu halde de sonraki imkânsızlığın söz konusu
olduğunu kabul etmektedir. Zira başlangıçtaki ve sonraki imkânsızlık ayırımının
ölçüsü, sözleşmenin hüküm doğurduğu an değil, kurulduğu andır. Geciktirici şarta

1992, s. 30 vd. (Şart); Hasan Pulaşlı, Şarta Bağlı İşlemler ve Hukuki Sonuçları, Ankara, Dayınlarlı,
1989, s. 8 vd. (Şart); Turgut Akıntürk, “Şart ve Mükllefiyet Kavramları Üzerinde Bir İnceleme”,
AÜHFD, C. 27, S. 3-4, 1970, s. 224 (Şart); Reisoğlu, a.g.e., s. 449;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 328; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 758; Eren, Borçlar
Genel, s. 1161; Ayan, Borçlar Genel, s. 107; Nomer, Genel Hükümler, s. 424-425.
277
Alexander Gutmans, Die Regel der “Erfüllungs – bzw. Nichterfüllungsfiktion” im Recht der
Bedingung (Art. 156 OR), Basel und Frankfurt am Main, Helbing & Lichtenhahn, 1995, s. 10-11;
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 53; Huguenin, a.g.e., s. 197; Sirmen, Şart, s. 53 vd.; Pulaşlı, Şart, s. 56
vd.; Reisoğlu, a.g.e., s. 449; Eren, Borçlar Genel, s. 1171;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 330-331; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 761, 762;
Ayan, Borçlar Genel, s. 111; Nomer, Genel Hükümler, s. 426.
278
Sirmen, Şart, s. 171-172; Pulaşlı, Şart, s. 166. Öğretideki bazı yazarlara göre, geciktirici koşula
bağlı işlemlerde, işlemin yapıldığı esnada ifası imkânsız olan edim, şartın gerçekleştiği anda ifa
edilebilir hale gelirse, artık işlemin geçerli olduğu kabul edilmelidir. Mustafa Reşit Karahasan, Türk
Borçlar Hukuku: Genel Hükümler, 4 C., İstanbul Beta, 2003, C: I, s. 283 (Genel Hükümler C. I);
Eren, Borçlar Genel, s. 329; Pulaşlı, Şart, s. 166; Sirmen, Şart, s. 172; Esener, Borçlar, s. 207-208;
Tunçomağ, Borçlar, s. 179. Süreye bağlı sözleşmelerde de sürenin dolduğu anda edimin ifası
mümkünse artık imkânsızlıktan söz edilemeyeceği görüşünde; Eren, Borçlar Genel, s. 329;
Karahasan, Genel Hükümler C. I, s. 283. Aksi yöndeki görüşümüz için bkz.: aş. s. 165-166.
279
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 277; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 77, 120; Dural, Kavram, s. 27;
Eren, Borçlar Genel, s. 1038; Kırkbeşoğlu, s. a.g.e., 160; Gündoğdu, a.g.e., s. 99, dn. 156.

66
bağlı sözleşmelerde, şart gerçekleşene kadar sözleşme hüküm ifade etmeyecek olsa
da, taraflar arasında kurulmuş bir borç ilişkisi mevcuttur ve bu nedenle edimin bu
aşamadaki imkânsızlığı, sonraki imkânsızlıktır280.Zira geciktirici şarta bağlı
sözleşmelerde her ne kadar şart gerçekleşene kadar taraflar arasında edime yönelik
bir borç ilişkisi bulunmasa da, TBK m. 171’de “Koşulun askıda bulunduğu durum”
başlığı altında bir hükme yer verilerek, şart gerçekleşene dek edimin korunması için
her türlü tedbir alınmıştır. Bu hükme göre: “Koşul gerçekleşinceye kadar borçlu,
borcun gereği gibi ifasını engelleyecek her türlü davranıştan kaçınmakla
yükümlüdür.
Koşula bağlı hakkı tehlikeye düşürülen alacaklı, alacağı koşula bağlı olmayan
alacaklıların haklarını korumak üzere başvurabilecekleri önlemleri alabilir.
Koşulun gerçekleşmesinden önce yapılan tasarruflar, koşulun hükümlerini
zedelediği oranda geçersiz olur.”.
İşte bu hükmün ruhu nedeniyle sözleşme kurulduktan sonra ve şart henüz
gerçekleşmeden önce meydana gelen her imkânsızlık sonraki imkânsızlık olarak
kabul edilmelidir.
Şarta bağlı sözleşmedeki edimin ifasındaki imkânsızlıkla bizzat şartın
gerçekleşmesinin imkânsız olması da birbirlerinden tamamen farklıdır. TBK’da
hukuka ve ahlaka aykırı şartlarla ilgili bir düzenleme yapılmışken (TBK m. 176)281,
imkânsız şarta ve bunun borç ilişkisine etkisine ilişkin bir düzenlemeye yer
verilmemiştir.
Hukuki işlemin etkisinin bağlandığı gelecekteki olayın gerçekleşmesinin
işlemin yapıldığı anda imkânsız olduğu belli ise, imkânsız şarttan söz edilmiş
olur282.Bir olayın şart olarak kabul edilebilmesi için bunun ilerde gerçekleşip
gerçekleşmeyeceğinin bilinmemesi; yani bir belirsizliğin bulunması gerekir283.

280
Sirmen, Şart, s. 172; Pulaşlı, Şart, s. 164, 166; Altunkaya, a.g.e., s. 109; Dural, Sonraki
İmkânsızlık, s.77, 79, 120; Dural, Kavram, s. 27; Eren, Borçlar Genel, s. 1038, 1174; Gündoğdu,
a.g.e., s. 99-100.
281
Bu hüküm: “Bir koşul, hukuka veya ahlaka aykırı bir yapma veya yapmama fiilini sağlamak
amacıyla konulmuşsa, bu koşula bağlı hukuki işlem kesin olarak hükümsüzdür”şeklindedir.
282
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Reşat Kaynar, Borçlar Hukuku: Umumi Hükümler, 2. bs., İstanbul,
Nazir Akbasan Matbaası, 1957, s. 155; Sirmen, Şart, s. 82; Pulaşlı, Şart, s. 79; Kılıçoğlu, Genel
Hükümler, s. 764; Ataay, a.g.e., s. 145.
283
Gutmans, a.g.e., s. 9; Akıntürk, Şart, s. 225-226; Reisoğlu, a.g.e., s. 449; Eren, Borçlar Genel, s.
1116; Sirmen, Şart, s. 47-51; Pulaşlı, Şart, s. 23-37; Ayan, Borçlar Genel, s. 109; Ataay, a.g.e., s.
143; Saymen-Elbir, a.g.e., s. 802-803.

67
İmkânsız şartta ise şart olarak belirlenen olayın gerçekleşmeyeceği kesin olduğu;
yani geleceğe ilişkin bir belirsizlik söz konusu olmadığı için, bunun teknik
anlamdaki şart kavramının dışında olduğu açıktır284.Burada dikkat edilmesi gereken
husus şudur: imkânsızlık, sözleşmenin kurulduğu sırada mevcut olmalıdır. Eğer
imkânsızlık sözleşme kurulduktan sonra ortaya çıkmışsa, bu halde teknik anlamdaki
şartın gerçekleşmemesi söz konusu olur285.
İmkânsız şartla yapılan bir hukuki işlemin taraflar arasındaki borç ilişkisini ne
şekilde etkileyeceği de öğretideki tartışmalı konulardan biridir. Bu husustaki bir fikre
göre, imkânsız şart ister geciktirici isterse bozucu olsun tüm işlemi geçersiz kılar286.
Buna karşın hâkim görüş, imkânsız şartın geciktirici ve bozucu olmasına göre bir
ayırım yapmaktadır. Geciktirici şartta, şart olarak tayin edilen olayın hiçbir zaman
gerçekleşemeyeceği belli olduğundan, hukuki işlem tamamıyla geçersizdir. Eğer
imkânsız olan şart bozucu nitelikte ise, hukuki işlem yapıldığı andan itibaren hüküm
ve sonuç doğurur. Bu halde şartın hiçbir zaman gerçekleşmeyeceği açık olduğundan
bu işlemin hükümden düşmesi de söz konusu değildir287.
İlk görüş, edimin ifasındaki imkânsızlık ile şartın imkânsızlığını birbirlerine eş
tutmaktadır. Hâlbuki imkânsız şart yalnızca hukuki etki için gerekli olguların
tamamlanmasını etkiler. Bu ise edimin ifasının imkânsız olduğu anlamına gelmez288.
Bu nedenle biz de hâkim görüşe katılıyoruz.

III. OBJEKTİF İMKÂNSIZLIK - SÜBJEKTİF İMKÂNSIZLIK


Kanunda yer almamasına rağmen imkânsızlık bakımından öğretide yapılan bir
diğer ayırım, objektif289 ve subjektif imkânsızlık ayırımıdır. Ancak bu kavramların
tanımı ve içeriği noktasında bir görüş birliği bulunmadığı için ayırımın ne şekilde
yapılacağı oldukça belirsizdir.

284
Sirmen, Şart, s. 82; Ataay, a.g.e.,s. 145; Saymen-Elbir, a.g.e., s. 803.
285
Sirmen, Şart, s. 83.
286
Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 764; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 332; Tekinay,
a.g.e., s. 292.
287
Eren, Borçlar Genel, s. 1179; Sirmen, Şart, s. 83; Pulaşlı, Şart, s. 79; Ayan, Borçlar Genel, s.
110; Nomer, Genel Hükümler, s. 428; Kırkbeşoğlu, a.g.e.,s. 160; Ataay, a.g.e., s. 145; Özsunay,
Borçlar, s. 157; Saymen-Elbir, a.g.e., s. 803.
288
Sirmen, Şart, s. 83; Pulaşlı, Şart, s. 80.
289
Bazı yazarlar objektif imkânsızlığı ifade etmek üzere mutlak imkânsızlık kavramını
kullanmaktadırlar. Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 39; Eren, Borçlar Genel, s. 329. Ancak öğretide
mutlak ve nispi imkansızlık ayırımı da yapıldığından bu kullanım, kavram kargaşasına yol açabilir.

68
A. Ayırımın Ölçüsü

1. Genel Olarak
Objektif ve sübjektif imkânsızlık ayırımındaki ölçüye ilişkin üç farklı görüş
bulunmaktadır. Bunlardan hâkim olanı, klasik görüş olarak adlandırabileceğimiz
görüştür ve ölçü olarak, edimi borçlunun mu yoksa herkesin mi ifa edip edemeyeceği
esas alır. Klasik görüşü kabul etmekle beraber, klasik görüşün ölçütünün daha dar bir
biçimde ele alınmasını ileri süren yazarlar da mevcuttur. Diğer görüş ise ayırımın,
imkânsızlığın, borcun konusundan mı yoksa borçlunun şahsından mı
kaynaklandığına göre yapılması gerektiğini savunmaktadır. Son görüş ise, sübjektif
ve objektif imkânsızlık ayırımında edimin şahsa bağlı olup olmadığını nazara
almaktadır.

2. Klasik Görüş
Klasik fikre göre, objektif ve sübjektif imkânsızlık ayırımındaki ölçü, yalnızca
borçlunun mu yoksa herkesin mi edimi ifa edip edemeyeceğidir. Edim, yalnızca
borçlu tarafından ifa edilemezken, herhangi bir üçüncü kişi tarafından ifa
edilebiliyorsa imkânsızlık subjektiftir. Ancak edim, borçlu dâhil hiç kimse tarafından
ifa edilemez nitelikte bulunuyorsa imkânsızlık objektiftir290.
Bu görüşün klasik örneğine göre, ifanın konusu belirli ve canlı bir atın teslimi
olduğu halde, bu hayvanın ölmesi durumunda, borçlu dâhil, hiç kimsenin bu edimi
ifa etmesi söz konusu olamayacağından imkânsızlık objektiftir. Yine ifaya kanun
hükümlerinin engel olması ya da zaten alacaklının mülkiyetinde bulunan bir malın
290
Marc Amstutz ve diğerleri, Hand Kommentar zum Schweizerisches Privatrecht, Zürich,
Schulthess, 2007, s. 1426; Bucher, AT, s. 247, 416; Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 558;
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 39; Huguenin, a.g.e., s. 63, 92; Ziegler, a.g.e., s. 55; Oğuzman/Öz, C. I,
s. 91; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 168, 184; Buz, İmkansızlık, s. 24; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s.
246; Koç, Butlan, s. 157-158; Arıkan, İmkansızlık, s. 267; Eren, Borçlar Genel, s. 329, 1039;
Kurşat, İmkansızlık, s. 757; Antalya, Borçlar, s. 282; Erzurumluoğlu, Edimin Yerine
Getirilmemesi, s. 11; Tunç, a.g.e., s. 114; Saymen-Elbir, a.g.e., s. 41; İnan/Yücel, a.g.e., s. 640;
Tunçomağ, Borçlar, s. 179; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 119, 120; Tandoğan, Mesuliyet, s. 396;
Feyzioğlu, Borçlar Genel, s. 173, 459; Aydıncık, a.g.e., s. 28; Reisoğlu, a.g.e., s. 139, 347; Akkanat,
a.g.e., s. 36; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 100; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 156; Heinz Georg
Bamberger, Herbert Roth, Kommentar zum Bürgerlichen Gesetzbuch, 2. bs., München, C. H.
Beck, 2007; s. 1066; Julia Rödl, Die Spannung der Shuld, Berlin, Duncker & Humblot, 2002, s. 18;
Britta Kley, Unmöglichkeit und Pflichtverletzung, Berlin Duncker & Humblot, 2001, s. 106;
Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 191-192; Huber, II, s. 650; Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 119;
Weiler, a.g.e., s. 216; Hütte/Hütte, a.g.e., s. 127; Joussen, a.g.e., s. 134; Schlechtriem, a.g.e., s. 152;
Hirsch, a.g.e., s. 281; Brox/Walker, a.g.e., s. 218, 219;Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 189; Palandt,
a.g.e., s. 357; Westermann, a.g.e., s. 1016; Titze, a.g.e., s. 59.

69
devrinin taahhüt edilmesi de bu anlamda objektif imkânsızlığa verilen diğer
örneklerdir291. Borçlunun, tasarruf yetkisi olmaksızın,başkabir kişiye ait bir malı
sattığı veya sözleşme konusumalı başka bir kişiye satıp devrettiği hallerde (çifte
satım) ise subjektif bir imkânsızlığın doğabileceği kabul edilmektedir292. Gerçekten
malik işleme icazet vermediği ya da malın ilk alacaklıya devredilmesine rıza
göstermediği sürece borçlunun edimi ifa edebilmesi imkânsızdır. Ancak malik,
tasarruf yetkisine sahip ve aynı edimi ifa edebilecek durumda olduğundan, buradaki
imkânsızlık subjektifdir293. Malikin borçlu tarafından yapılan işleme icazet vermeyi
ya da malı alacaklıya devretmeyi kabul ettiği hallerde ise, subjektif anlamıyla olsa
dahi bir imkânsızlık söz konusu olmaz. Zira bu halde borçlu borcunu ifa edebilecek
bir durumdadır294. Ancak malikin fahiş bir karşılıkla yapılan işleme icazet vermeyi
ya da malı alacaklıya devretmeyi kabul ettiği hallerde, bir an için aşırı ifa
güçlüğünden söz edilebileceği düşünülebilirse de, ifa güçlüğü yaratan durum, bizzat
borçludan kaynaklandığı için295, bu husususa ilişkin TBK m. 138’e
dayanılamayacağı daortaya çıkmaktadır296.
Yine bu görüş bakımından ortaya çıkan doğal bir sonuç, şahsa sıkı sıkıya bağlı
suretteki edimler bakımdan ortaya çıkan imkânsızlığın daima objektif olmasıdır. Zira
bu edimler borçlunun şahsına o kadar sıkı bağlıdır ki, ondan başka bir şahsın bu
edimi aynen ifa etmesi hiçbir suretle mümkün değildir. Bu tür edimlerin tipik örneği
genellikle eser sözleşmeleri bağlamında verilmektedir. Örneğin sanatsal yeteneği
nedeniyle özellikle kendisine başvurulan ve tabloyu bizzat yapmayı taahhüt eden bir

291
Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 81; Dural, s. Makale, s. 30;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 404-405, 903; Koç, Butlan, s. 158; Eren, Borçlar
Genel, s. 328, 329; Gündoğdu, a.g.e., s. 128-129.
292
Elbette buradaki başkasına ait olan veya ikinci kez satılan mal, parça borcunun konusunu
oluşturmaktadır.
293
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 559; Lütfü Dalamanlı, Akdin Feshi ve İptali Davaları, Ankara,
İş Matbaacılık ve Ticaret, 1971, s. 112; Altunkaya, a.g.e., s. 111-112; Koç, Butlan, s. 158; Başpınar,
Kısmi Butlan, s. 120; Reisoğlu, a.g.e., s. 347; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 100; Nomer, Genel
Hükümler, s. 81; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 169; Gündoğdu, a.g.e., s. 103, dn 175, 129, 142;
Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 192; Brox/Walker, a.g.e., s. 219; Palandt, a.g.e., s. 358; Bittner ve diğerleri,
a.g.e., s. 294.
294
Gündoğdu, a.g.e., s. 142, Bittner ve diğerleri, a.g.e., s. 304; Kley, a.g.e., s. 114; Brox/Walker,
a.g.e., s. 219.
295
Borçlunun kendisi için çok avantajlı bir durum yaratan TBK m. 138’e dayanabilmesinin
koşullarından biri, ifa güçlüğü yaratan durumun kendisinden kaynaklanmamasıdır. Bkz.: aş. s. 212 ve
dn. 868.
296
Alman hukukunda ise malikin fahiş bir bedel talep ettiği hallerde, BGB § 275/2 kapsamında bir
subjektif imkânsızlığın söz konusu olduğu kabul edilmektedir. Palandt, a.g.e., s. 358.

70
ressamın felç geçirmesi halinde ortaya çıkan imkânsızlık mutlaka objektiftir297,298.
Ancak objektif ve subjektif imkânsızlık ayırımında yalnızca borçlunun mu yoksa
herkesin mi edimi ifa edip edemeyeceğini ölçü almalarına rağmen, kişisel güçsüzlük
nedeniyle şahsa sıkı sıkıya bağlı bir edimin ifa edilemeyeceğinin bilindiği bir halde
taahhütte bulunulmasın, subjektif bir imkânsızlık yaratacağını savunan yazarlar299 da
mevcuttur. Buna göre ancak bu şekilde kişisel güçsüzlüğünü bilerek sözleşmeyi
akdeden borçlu, TBK m. 27 nedeniyle sözleşmenin kesin hükümsüz sayılmasından
yararlanamayacak ve sözleşmesel sorumluluk ile bağlı kalmaya devam edecektir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi klasik görüşü kabul etmekle beraber, klasik
görüşün ölçütünün daha dar bir biçimde ele alınması ileri süren yazarlar300 da
mevcuttur. Bu yazarlar ölçütte “herkes” ve “herhangi bir üçüncü kişi” kavramlarının
kullanmasını eleştirmekte ve herhangi bir üçüncü kişinin edimi ifa edip
edemeyeceğinin değil, borçlunun yerine konan bir üçüncü kişinin edimi ifa edip
edemeyeceğinin nazara alınması gerektiğini savunmaktadırlar.Buna göre borçlu,
ifaya engel olan hususun varlığı nedeniyle borcunu kati suretle ifa edemezken, bir
üçüncü kişi, bu engelin varlığına rağmen aynı borcu ifa edebilecekse, imkânsızlık
subjektiftir. Ancak söz konusu engelin varlığı borçlunun yerine konan üçüncü kişinin
ifasına dahi engel olmakta ise, imkânsızlığın objektif olduğu kabul edilmelidir. Yani
üçüncü kişi borçlunun içinde bulunduğu mevcut şartlar altında değerlendirilmelidir.
Diğer bir değişle objektif veya subjektif imkânsızlığın tespitinde üçüncü kişilerin
edimi başka koşullar altında ifa edebilmeleri ya da borçlununkinden başka sebeplerin
üçüncü kişilerin ifasına engel olması nazara alınmamalıdır.

297
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 201; Huguenin, a.g.e., s. 92; Ziegler, a.g.e., s. 59; Hüseyin Altaş,
Eserin Teslimden Önce Telef Olması (BK. mad. 368), Ankara, Yetkin, 2002, s. 205; Altunkaya,
a.g.e., 112-113; Eren, Borçlar Genel, s. 330, 1039, 1300; Arıkan, İmkansızlık, s. 267. Başpınar,
Kısmi Butlan, s. 119-120; Aydıncık, a.g.e., s. 28-29, 33. Topuz/Canbolat, a.g.e., s. 682, 684;
Gündoğdu, a.g.e., s. 137-138; Esener, Borçlar, s. 207; Joussen, a.g.e., s. 138-139; Schwarze, a.g.e., s.
49; Brox/Walker, a.g.e., s. 219. Dural’da şahsa bağlı edimler bakımından söz konusu olan
imkânsızlığın mutlaka objektif nitelikte olduğunu kabul etmekle birlikte, bunun dışındaki edimlerde
objektif ve subjektif imkânsızlık ayırımını bir tarafa bırakarak başka bir çözüm tarzı öngörmektedir.
Bkz.: aş. s. 73.
298
Kişisel bir borç olup da şahsa sıkı sıkıya bağlı olmayan edimlerde de, ifa borçlunun hayat ve
sağlığını tehlikeye atacak boyutta ise, yine objektif imkânsızlığın söz konusu olacağı kanaatinde
bulunan yazarlar mevcuttur. von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 94-95; Ziegler, a.g.e., s. 57.
Kanaatimizce,edimin ifa edilebilir olduğu bir durumda imkânsızlıktan söz etmek mümkün
olmadığından, burada ancak aşırı ifa güçlüğü söz konusu olabilir.
299
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 170-171.
300
Ayan, Borçlar Genel, s. 366.

71
3. İmkânsızlığın Borcun Konusundan mı Yoksa Borçlunun Şahsından mı
Kaynaklandığını Esas Alan Görüş
Öğretideki bazı yazarlar301, klasik görüşe karşı çıkarak objektif ve subjektif
imkânsızlık ayırımın “sadece borçlunun” veya “üçüncü kişilerin de” edimi ifa
edemez durumda olup olmasına bağlı olmadığını ileri sürmektedirler. Bunlara göre
imkânsızlığın borcun konusundan mı, yoksa borçlunun şahsından mı kaynaklandığı
tespit edilmelidir. Yalnızca borçlunun şahsını esas almak yeterli bir ölçüt değildir.
Üçüncü kişilerin aynı edimi ifa etmelerinin imkânsız olduğu hallerde dahi
imkânsızlık subjektif olabilir. Zira objektif imkânsızlık ancak üçüncü kişilerin borçlu
ile aynı sebepten dolayı edimi ifa edememeleri halinde ortaya çıkabilir. Bu durumda
üçüncü kişilerin ifasına engel olan husus, borçluyu engelleyen sebepten farklı ise
imkânsızlık yine de subjektiftir.
Sonuç olarak bu yazarlara göre, ifaya engel olan husus edimin mahiyetinden
doğuyorsa objektif imkânsızlık, buna karşın edim ifa edilebilir olmakla beraber
borçlu kendi şahsından doğan nedenlerle edimi ifa edemiyorsa subjektif imkânsızlık
söz konusu olur.
Bu görüşte şahsa sıkıya bağlı edimlerde söz konusu olan imkânsızlığın türünü
tespit edebilmek mümkün değildir. Zira şahsa sıkı sıkıya bağlı edimlerde söz konusu
olan imkânsızlık, hem borcun konusundan hem de borçlunun şahsından
kaynaklanmakta ve bu nedenle hem objektif ve hem de subjektif imkânsızlık söz
konusu olur. Bu görüşü savunan yazarların bir kısmı302, buradaki imkânsızlığın
borçlunun şahsından kaynaklandığını ileri sürerek burada bir subjektif imkânsızlığın
bulunduğunu, diğer bir kısmı303 da imkânsızlığın edimin niteliğinden doğduğunu
savunarak objektif imkânsızlığın mevcut olduğunu iddia etmektedirler. Görüldüğü

301
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 908; Tekinay, a.g.e., s. 90; Bittner ve diğerleri,
a.g.e., s. 301. Altunkaya da bu görüşte olduğunu belirtmesine rağmen (Altunkaya, a.g.e., s. 114-115),
aynı eserin başka bölümlerinde subjektif ve objektif imkânsızlık ayırımını edimini yalnızca borçlunun
mu yoksa herkesin mi edimi ifa edip edemeyeceği kriterine göre yapmaktadır. Altunkaya, a.g.e.,s.
158, 178, 179, 180. İnan’da bir eserinde bu görüşte olduğunu bildirmesine rağmen (İnan, a.g.e., s. 24),
başka bir eserinde subjektif ve objektif imkânsızlık ayırımını edimini yalnızca borçlunun mu yoksa
herkesin mi edimi ifa edip edemeyeceği kriterine göre yapmaktadır (İnan/Yücel, a.g.e., s. 640).
302
Bittner ve diğerleri, a.g.e., s. 301; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 170; Tekinay,
a.g.e., s. 90. Son yazara göre, şahsa sıkı sıkıya bağlı edimlerin imkânsızlığı bakımından, sözleşmeyi
batıl kılan yorumdan ziyade onu ayakta tutan yoruma üstünlük tanımak gerekir.
303
İnan, a.g.e., s. 25.

72
gibi bu görüş, şahsa sıkı sıkıya bağlı edimlerin imkânsızlığı bakımından nasıl bir
sonuca varılması gerektiği hususunda bir belirsizlik yaratmaktadır.

4. Şahsa Sıkı Sıkıya Bağlı Olan ve Olmayan Edimler Arasında Ayırım


Yapan Görüş
Objektif ve sübjektif imkânsızlık ayırımında esas alınması gereken ölçüt
hakkındaki üçüncü görüş ise, şahsa sıkı sıkıya bağlı olmayan edimlerde sübjektif ve
objektif imkânsızlık ayrımını bir tarafa bırakmakta ve bambaşka bir çözüm tarzı
öngörmektedir. Buna göre şahsa bağlı edimler bakımından söz konusu olan
imkânsızlık mutlaka objektif nitelikte olur, bunun dışındaki edimlerde ise borçlunun
şahsından doğan engeller imkânsızlık değil, ifa güçlüğü yaratır. Zira şahsa bağlı
olmayan edimlerde, alacaklı için önemli olan borcun bizzat borçlu tarafından ifa
edilmesi değil, yalnızca ifa edilmesidir. Bu yüzden borçlu şahsından doğan bir
engelle borcunu ifa edemese de, üçüncü kişilere ifa ettirebileceği için ortada gerçek
anlamıyla bir imkânsızlık bulunmaz ve bu nedenle borç sona ermez. Ancak
borçlunun üçüncü kişilere ifa ettirmesi zorunluluğunun da bir sınırı vardır. Borçludan
üçüncü kişilere ifa ettirmesi için aşırı bir gayret sarf etmesi beklenemez. Buradaki
sınır TMK m. 2’de düzenlenen dürüstlük kuralı ile belirlenmelidir304.

5. Elden İrade Dışı Çıkmış Edim Konuları Açısından Değerlendirme


Yukarıdaki incelemelerden anlaşılacağı üzere objektif ve sübjektif imkânsızlık
ayırımında en çok şahsa sıkı sıkıya bağlı edimler üzerinde durulsa da, bu tür edimler
haricinde de uğradığı imkânsızlığın objektif mi yoksa subjektif mi olduğu tartışılan
edimler mevcuttur. Borçlunun elinden iradesi dışında elinden çıkan ve özellikle
çalınan edimler bunlardandır.
Öğretideki bir fikir çalınan edimler bakımından subjektif bir imkânsızlığın söz
konusu olduğunu, zira her ne kadar borçlu edimi ifa edemese de, bir başkası
(herhalde hırsız veya malı hırsızdan temin edenbir başka kişi) onun ifasını
gerçekleştirebilir305.Buna karşın burada objektif bir imkânsızlığın söz konusu olduğu

304
Dural, Kavram, s. 25-36; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 88-89, 121; Aydıncık, a.g.e., s. 34-35.
305
Ziegler, a.g.e., s. 59; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 169; Altunkaya, a.g.e., s. 189.
Ziegler’e göre söz konusu şey mutlak olarak telef olmuşsa, objektif imkânsızlığın söz konu olduğu
kabul edilmelidir. Ziegler, a.g.e., s. 60.

73
da ileri sürülmektedir306. Bu husustaki bir diğer fikirde ise, hırsızın tespit edilebilir ve
ulaşılabilir olup olmamasına göre bir değerlendirme yapılmaktadır. Buna göre
hırsızın kimliği tespit edilebiliyor ve kendisine ulaşılabiliyorsa bir imkânsızlık söz
konusu olmaz307, ancak hırsız tespit edilemiyor veya kendisine ulaşılamıyorsa edimin
ifasının objektif olarak imkânsızlaştığı kabul edilir308.
Alman hukukunda ise hırsızın kimliğinin tespit edilemediği ve kendisine
ulaşılamadığı hallerde BGB § 275/1 kapsamında ele alınması gereken bir subjektif
imkânsızlığın söz konusu olduğu309, ancak hırsızın kimliğinin ve yerinin tespit
edilebilir olduğu hallerdeimkânsızlıktan bahsedilmemesi gerektiği ileri
sürülmektedir310.
Kanaatimizce, burada, çalınan (ve elbette parça borcuna konu olan) mala
ulaşma imkânı açısından bir değerlendirme yapılmalıdır. Çalınan mala kolaylıkla
ulaşabilme imkânı varsa imkânsızlıktan söz edilmemeli; ancak bu mala ulaşma
imkânı ortadan kalkmışsa, örneğin hırsıza hiçbir şekilde ulaşılamıyorsa, objektif bir
imkânsızlığın bulunduğu kabul edilmelidir. Çalınan mala ulaşabilme imkânının
olduğu, ancak bunun borçlu bakımdan aşırı derecede zor olduğu hallerde ise borçlu,
sözleşme konusu malın ifa edilene kadar muhafazası için her türlü önlemi aldığını ve
buna rağmen malın zilyetliğini iradesi dışında kaybettiğini ispat edebilirse, TBK m.
138’de düzenlenen aşırı ifa güçlüğüne ilişkin hükme başvurması mümkündür.

B. Subjektif İmkânsızlık Kavramının Yerindeliği Sorunu


Öğretide konusu imkânsız olan sözleşmelerin kesin hükümsüz olduğunu
belirten TBK m. 27’nin uygulanabilmesi için, imkânsızlığın objektif olması
gerektiği, subjektif imkânsızlığın ise bu bakımdan hiçbir önem taşımadığı ittifakla
kabul edilmektedir. Yani başlangıçtaki imkânsızlık subjektif ise sözleşme
kendiliğinden kesin hükümsüz sayılmaz, aksine varlığını ve geçerliliğini sürdürmeye
devam eder311. Buna karşın öğretideki bir fikir, henüz sözleşme kurulmadan önce

306
Bucher, AT, s. 248.
307
Gündoğdu, a.g.e., s. 142.
308
Oğuzman/Öz, C. I, s. 460, dn. 353; Gündoğdu, a.g.e., s. 141-142.
309
Brox/Walker a.g.e.,s. 219;Palandt, a.g.e., s. 358.
310
Brox/Walker a.g.e.,s. 219.
311
Bucher, AT, s. 247 vd.; von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 263; Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 39; Huguenin,
a.g.e., s. 63, 94; Ziegler, a.g.e., s. 54; A. Samim Gönensay, Borçlar Hukuku, İstanbul, İsmail Akgün
Matbaası, 1948, C. I, s. 81; Kemaleddin Birsen, Borçlar Hukuku Dersleri: Borçların Genel

74
borçlunun içerisinde bulunduğu sübjektif imkânsızlığın alacaklı tarafından bilindiği
hallerin de bir kesin hükümsüzlük sebebi sayılması gerektiğini ileri sürmektedir312.
Sonraki imkânsızlık bakımından ise öğretideki durum tartışmalıdır. Kimi
yazarlar313 sonraki imkânsızlık bakımından imkânsızlığın objektif veya subjektif
olmasının hiçbir önem taşımadığını savunurken, kimi yazarlar314 sonraki imkânsızlık
bakımından da yalnızca objektif imkânsızlığın önem taşıdığını ileri sürmektedirler.
Yani ilk görüş, sonraki subjektif imkânsızlığı objektif imkânsızlıkla bir tutmakta ve
sözleşme kurulduktan sonra meydana gelen subjektif imkânsızlığı gerçek anlamda
bir imkânsızlık olarak değerlendirmektedir. İkinci görüşte ise yalnızca objektif
imkânsızlığa bir değer atfedilmekte, subjektif imkânsızlık ise gerçek bir imkânsızlık
olarak kabul edilmemektedir.
Sonraki imkânsızlık bakımından da yalnızca objektif imkânsızlığın bir önem
taşıdığını; yani subjektif imkânsızlığın gerçek bir imkânsızlık olmadığını savunan
bazı yazarlar315, “subjektif imkânsızlık” kavramının hiç de uygun bir nitelendirme

Hükümleri, 4. bs., İstanbul, Fakülteler Matbaası, 1967, s. 94; Oğuzman/Öz, C. I, s. 91, 459; Eren,
Borçlar Genel, s. 1040; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 164, 167, 183; Altunkaya, a.g.e., s. 110, 111;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 404; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 578; Başpınar,
Kısmi Butlan, s. 120-121; Topuz/Canbolat, a.g.e., s, 682; Özçelik, a.g.e., s. 571; Koç, Butlan,s. 157;
Erzurumluoğlu, Edimin Yerine Getirilmemesi, s. 11; Tunç, a.g.e., s. 115; Kurşat, İmkansızlık, s.
763; Reisoğlu, a.g.e., s. 139, 347; Arıkan, İmkansızlık, s. 267-268; Akkanat, a.g.e., s. 36; Ayan,
Borçlar Genel, s. 149, 367; Nomer, Genel Hükümler, s. 81; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 154; Özsunay,
Borçlar, s. 58; İnan/Yücel, a.g.e., s. 231; Velidedeoğlu/Kaynar, a.g.e., s. 46; Tunçomağ, Borçlar, s.
179.
312
Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 154-155; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 246.
313
Amstutz ve diğerleri; a.g.e., s. 1425; Schwenzer, a.g.e., s. 436; Peter Böhringer ve diğerleri;
Prinzipien des Vertragsrechts, Zürich/Basel/Genf, Schulthess, 2006, s. 66; Aydın Aybay, Borçlar
Hukuku Dersleri: Genel Bölüm, 11. bs., İstanbul, Filiz Kitapevi, 1995, s. 127; von Tuhr/Escher,
a.g.e., s. 94;Huguenin, a.g.e., s. 96, 98; Oğuzman/Öz, s C. I,. 460, 568; Serozan, İfa ve Engelleri, s.
168, 185-186; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 904, 907, 909, 999; Hatemi/Gökyayla,
a.g.e., s. 311; Arıkan, İmkansızlık, s. 271; Erzurumluoğlu, Edimin Yerine Getirilmemesi, s. 11-12;
Reisoğlu, a.g.e., s. 348, 409; Kaplan, a.g.e., s. 139; Akkanat, s a.g.e.,. 36; Nomer, Genel Hükümler,
s. 308; Tunçomağ, Borçlar, s. 482; Karahasan, Tazminat Davaları, s. 888; Tandoğan, Mesuliyet, s.
396; Feyzioğlu, Borçlar Genel, s. 174; Mustafa Reşit Karahasan, Türk Borçlar Hukuku: Genel
Hükümler, 4 C., İstanbul Beta, 2003, C: II, s. 860 (Genel Hükümler C. II).
314
Bucher, AT, s. 418; Ziegler, a.g.e., s. 73; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 121; Topuz/Canbolat, s.
a.g.e., s. 686; Eren, Borçlar Genel, s. 1040, 1300; Buz, İmkansızlık, s. 25; Kurşat, İmkansızlık, s.
763; Tunç, a.g.e., s. 115; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 115, 119; Aydıncık, a.g.e., s. 35; Ayan, Borçlar
Genel, s. 367.
315
Eren, Borçlar Genel, s. 329, 1039. Kanaatimizce bazı ifa güçsüzlüğü halleri de imkânsızlığa yol
açabilir. Şöyle ki; ifa güçsüzlüğü ekonomik veya kişisel sebeplerden kaynaklanabilir. Ekonomik
güçsüzlüğün yalnızca subjektif bir imkânsızlık yaratabileceği kabul edilebilirse de, şahsa sıkı sıkıya
bağlı edimlerde meydana gelen bir kişisel güçsüzlük, öğretideki çoğunluk tarafından ve -kanaatimizce
de haklı olarak- ister sözleşme kurulmadan önce isterse sözleşme kurulduktan sonra ortaya çıkmış

75
olmadığını, Alman hukukunda olduğu gibi bizim hukukumuzda da bu durumu ifade
etmek üzere “borçlunun güçsüzlüğü” (Unvermögen des Schuldners) kavramının
kullanılması gerektiğini ileri sürmektedirler. Bu yazarlara göre güçsüzlük hiçbir
zaman imkânsızlığa yol açmamaktadır.
Kannatimize göre de sonraki imkânsızlık bakımından da başlangıçtaki
imkânsızlıkta olduğu gibi yalnızca objektif imkânsızlık önem taşımaktadır. Yani
sonraki imkânsızlığın söz konusu olabilmesi için imkânsızlık sübjektif değil, objektif
olmalıdır. Ancak Alman hukukunda olduğu gibi sübjektif imkânsızlık kavramını
kaldırarak yerine borçlunun güçsüzlüğü kavramını kullanmayı teklif etmeden önce,
Alman hukukunda imkânsızlığın yaptırımı bakımından artık objektif ve sübjektif
imkânsızlık şeklinde bir ayırıma gidilmediğine de dikkat edilmelidir316. Ayrıca
subjektif imkânsızlık kavramı Türk Hukuk öğretisinde ve uygulamasında yerleşmiş
bir kavramdır. Bu tür yerleşmiş kavramları değiştirmenin yaratacağı sıkıntılar nazara
alınırsa317, subjektif imkânsızlık kavramını kullanmaya devam etmekte bir sakınca
olmadığı da ileri sürülebilir.

C. Subjektif ve Objektif İmkânsızlık Ayırımının Yersizliği


Yukarıdaki değerlendirmelerden anlaşılacağı üzere objektif ve subjektif
imkânsızlık ayırımı başlangıçtaki ve sonraki imkânsızlık ayrımına bağlı olan,
uygulanacak hükümler bakımından önemli tartışmalara neden olan bir ayırımdır.
Özellikle şahsa sıkı sıkıya bağlı edimlerde ve sözleşme konusunun çalınmış olduğu
hallerde söz konusu olan imkânsızlığın objektif mi yoksa subjektif mi olduğu
belirlemek oldukça zordur. Bunun yanı sıra subjektif imkânsızlık ile aşırı ifa
güçlüğünün sınırlarını belirleyebilmek de oldukça güçtür318.
Başlangıçtaki ve sonraki imkânsızlığı aynı maddede düzenleyenve yaptırım
bakımından subjektif ve objektif imkânsızlıkayırımına bir son veren319BGB ise, çok
yalın bir imkânsızlık modeli yaratmayı başarabilmiştir320.

olsun objektif imkânsızlık kapsamında değerlendirilmektedir. Bkz.: yuk. s. 70-71. Yani bazı ifa
güçsüzlüğü halleri de objektif bir imkânsızlık yaratabilmektedir.
316
Bkz.: aş. s. 186-187.
317
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 247.
318
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 169, 170-171.
319
Bkz.: aş. s. 186-187.

76
IV. SÜREKLİ İMKÂNSIZLIK - GEÇİCİ İMKÂNSIZLIK
Kanunda öngörülmüş olmasa da, imkânsızlık bakımından öğretide yapılan bir
diğer ayırım da sürekli imkânsızlık ve geçici imkânsızlık ayırımıdır. Bu ayırım
temelini edimin ifasını engelleyen hususun sürekli bir nitelik arz edip etmemesinde
bulur. Bazen edimin ifasını engelleyen husus sürekli bir nitelik taşır ve bu halde
sürekli bir imkânsızlık ortaya çıkmış olur. Ancak bazen de bu engelin ortadan
kalkması ve edimin yeniden ifa edilebilir hale gelmesi mümkündür. Bu halde ise
yalnızca geçici bir imkânsızlık söz konusu olur321.
Sürekli imkânsızlık, edimin ifa edilebilme olanağının kesin olarak ortadan
kalkması olduğuna göre, paramparça olan belirli bir vazoyu veya ölen belirli bir atı
artık alıcıya teslim etmek mümkün değildir.Geçici imkânsızlık ise, edimin ifasını
engelleyen bir hususun yalnızca geçici bir süre ile varlığın sürdürüp, daha sonra
ortadan kalkması olduğuna göre, geçici imkânsızlığın ortadan kalkması halinde,
edimin ifası mümkün hale gelir. Örneğin bir duvarı boyama borcu altında olan
kişinin basit bir soğuk algınlığından muzdarip olması halinde, birkaç gün için edimi
ifa etmesi söz konusu olamayacak, ancak iyileştikten sonra ifa mümkün olabilecektir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi322,sonraki imkânsızlık bakımından durum
tartışmalı olsa da323, başlangıçtaki imkânsızlığın söz konusu olabilmesi için
imkânsızlık mutlaka objektif bir imkânsızlık olmalıdır. Bir edimin ifasının objektif
olarak imkânsız kabul edilebilmesi için de söz konusu imkânsızlık sürekli nitelikte
olmalıdır324. Zira borçlunun yerine konan üçüncü kişiler bir yana, borçlu dahi geçici
imkânsızlık sona erdikten sonra borcu ifa edebilir. Sözleşmenin kurulmasından önce

320
Serozan, Yeni Alman İfa Engelleri Hukuku, s. 240. Ancak Hatemi ve Gökyayla, bu düzenlemeyi
doğru bulmamaktadırlar. Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 77-78.
321
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 559; von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 96; Dural, Sonraki İmkânsızlık,
s. 100; Dural, Kavram, s. 45; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 121; Altunkaya, a.g.e., s. 118-120; Kurşat,
İmkansızlık, s. 758; Topuz/Canbolat, a.g.e., s. 679; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 8, 163-164;
Gündoğdu, a.g.e., s. 102-103; Weiler, a.g.e., s. 220; Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 137;
Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 193; Joussen, a.g.e., s. 143-144; Hütte/Hütte, a.g.e., s. 134.
322
Bkz.: yuk. s. 74-75.
323
Bizim de katıldığımız fikre göre başlangıçtaki imkânsızlıkta olduğu gibi sonraki imkânsızlık
bakımından da yalnızca objektif imkânsızlık bir önem taşır. Yani sonraki imkânsızlığın söz konusu
olabilmesi için, imkânsızlık sübjektif değil, objektif nitelikte olmalıdır.
324
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 96; Huguenin, a.g.e., s. 93; Altunkaya, a.g.e., s. 119; Kırkbeşoğlu,
a.g.e., s. 156.Gündoğdu’ya göre ise, yalnızca objektif nitelikteki imkânsızlıklar imkânsızlığın sürekli
nitelikte olmasına yol açmaz. Yazara göre parça borcunun söz konusu olduğu sözleşmeler
bakımından, sözleşme konusunun bir üçüncü şahsa satılıp devredilmesi hallerinde söz konusu olan
subjektif imkânsızlık da sürekli bir imkânsızlığa yol açabilir. Gündoğdu, a.g.e., s. 103, dn. 175.

77
ortaya çıkan sürekli imkânsızlık sözleşmenin kesin hükümsüz olmasını sağlarken,
sözleşmenin kurulmasından sonra ortaya çıkan sürekli imkânsızlık, borçlunun bu
durumdan sorumlu olup olmamasına göre ya TBK m. 112 ya da TBK m. 136’nın
uygulanmasına sebep olur.
Yalnızca sürekli imkânsızlık ve aşağıda inceleyecek olduğumuz sürekli
imkânsızlığa eşit sayılan geçici imkânsızlık halleri gerçek birer imkânsızlık olarak
kabul edildiğinden, geçici bir imkânsızlığın ortaya çıkması-kural olarak- gerçek
anlamda bir imkânsızlık olarak kabul edilmez325. Yani bu durumda TBK’nın
başlangıçtaki ve sonraki imkânsızlığa ilişkin hükümleri uygulama alanı bulmaz.
Geçici imkânsızlığa karşın, yalnızca temerrüt hükümlerinin uygulama alanı bulacağı
kabul edilir326. Ancak bu halde aynen ifayı talep hakkının geçici imkânsızlığın
sonuna kadar ertelendiği kabul edilmelidir327.

A. Sürekli Olduğu Varsayılan Geçici İmkânsızlık Halleri


Öğretide, geçici imkânsızlığın, sözleşmenin amacını tehlikeye düşürerek,
dürüstlük kuralına göre karşı taraftan bu sözleşme ile bağlı kalmasının

325
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 96; von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 262; Bucher, AT, s. 419-420;Huguenin,
a.g.e., s. 93; Ziegler, a.g.e., s. 38; Altunkaya, a.g.e., s. 120;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 909; Tunç, a.g.e., s. 115-116; Eren, Borçlar Genel, s.
331, 1300-1301; Oğuzman/Öz, C. I, s. 468; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 186; Başpınar, Kısmi
Butlan, s. 121; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 312; Kurşat, İmkansızlık, s. 758; Topuz/Canbolat, a.g.e.,
s. 679; Erzurumluoğlu, Edimin Yerine Getirilmemesi, s. 13; Reisoğlu, a.g.e., s. 349; Kılıçoğlu,
Genel Hükümler, s. 100; Palandt, a.g.e., s. 357; Bittner ve diğerleri, a.g.e., s. 295 vd.; Fehre, a.g.e., s.
60. Sonraki geçici imkânsızlığa da imkânsızlık hükümlerinin uygulanması gerektiği görüşünde; Horst
Heinrich Jakobs, Unmöglichkeit un Nicht Erfüllung, Bonn, Ludvig Röhrscheid, 1969, s. 85. Geçici
imkânsızlığın kısmi bir imkânsızlık olduğu görüşünde; Titze, a.g.e., s. 34-35.
326
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 559-560; Bucher, AT, s. 413;von Tuhr/Escher, a.g.e., s.
96;Oğuzman/Öz, C. I, s. 400-401; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 107;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 909; Altunkaya, a.g.e., s. 120; Serozan, İfa ve
Engelleri, s. 186; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 312; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 121; Tandoğan,
Mesuliyet, s. 398; Tunç, a.g.e., s. 109, 116; Eren, Borçlar Genel, s. 1040, 1301; Reisoğlu, a.g.e., s.
349; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 100; Gündoğdu, a.g.e., s. 52-53, 110; Kurşat, İmkansızlık, s.
758; Özçelik, a.g.e., s. 584; Erzurumluoğlu, Edimin Yerine Getirilmemesi, s. 13; Friedrich Wahl,
Schuldnerverzug, Berlin, Duncker & Humblot, 1998, s. 29; Palandt, a.g.e., s. 357; Huber,
Leistungsstörungen, 3 C. Tübingen, Mohr Siebeck, 1999, C: I, (I), s. 156. Bittner ve diğerleri, a.g.e.,
s. 296-297.Wagner ise geçici imkânsızlığa hem temerrüt hem de imkânsızlık hükümlerinin
birbirleriyle kombinlenerek uygulanabileceği yönünde enterasan bir fikir ileri sürmüştür. Wagner,
a.g.e., s. 130-131; 161-162.
327
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 96; Gündoğdu, a.g.e., s. 110-111; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 193.
İmkânsızlık süresince ifayı talep hakkının değil, vadenin ertelendiği görüşünde; Ziegler, a.g.e., s. 49.

78
beklenemeyeceği bir durum yarattığı takdirde sürekli imkânsızlığa eşit sayılması
gerektiği savunulmaktadır328.
Gerçekten ifa zamanı edimin ifa edilebileceği yegâne zamanı ifade ediyorsa ve
bu zaman geçici bir imkânsızlık nedeniyle olsa dahi kaçırılmışsa, artık edimin
ifasının sürekli olarak imkânsızlaştığı kabul edilmelidir329. Zira bu halde sözleşmenin
amacı tehlikeye düşmekten de öte tamamen ortadan kalkmaktadır ve tarafların bu
sözleşme ile bağlı olduklarını kabul etmek mümkün değildir.
Yine bazı hallerde ifa olanağını ortadan kaldıran engelin sürekli mi yoksa
geçici mi olduğunu saptamak çok kolayken, bazı haller de bu, pek de kolay olmaz.
Kendisinden sinyal alınamayan ve enkazı da henüz bulunamamış olan bir
helikopterle, alıcıya gönderilen belirli tablo veya alıcıya gönderilirken yolda kaza
geçiren ve henüz kendisi veya cesedi bulunamayan belirli bir at örnekleri bakımından
durumun netliğini belirlemenin güçlüğü ortadadır. Bu belirsizliğe rağmen
imkânsızlığın geçici mi yoksa sürekli mi olduğunu belirlemek hukuki sonuç
bakımından oldukça önemlidir. Bu nedenle öğretide şu ölçüt kabul edilmiştir:
İmkânsızlığın ne kadar süreceği öngörülemiyorsa, sürekli olduğu kabul
edilmelidir330. Zira geçici imkânsızlığın ne kadar süreceğinin öngörülemediği
hallerde sözleşmenin amacı tehlikeye girmiş olacağından, alacaklıdan, bu sözleşme

328
Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 101-102; Dural, Kavram, s. 46-47; Gündoğdu, a.g.e., s. 104-
105;Bittner ve diğerleri,a.g.e., s. 296; Palandt, a.g.e., s. 357;Brox/Walker a.g.e., s. 222.
329
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 560;Bucher, AT, s. 421;von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 96-97;
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 220, 224; Ziegler, a.g.e., s. 45-46; Dilşat Keskin, “Kesin Vadeli
İşlemlerde İfa Etmeme: Temerrüt ve İmkânsızlık”, GÜHFD, C. XI, S. 1-2, 2007, s. 225-226;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 320; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 909; Serozan, İfa ve
Engelleri, s. 55-56, 59, 167, 186; Tandoğan, Mesuliyet, s. 398; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 312;
Gündoğdu, a.g.e., s. 48, 51-52, 104; Tunç, a.g.e., s. 109-110, 116; Seliçi, Kesin Vade, s. 93-94;
Treichel, a.g.e., s. 44-47; Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 120, 155; Joussen, a.g.e., s. 140-
141; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 193-194; Brox/Walker, a.g.e., s. 218-219; Weiler, a.g.e., s. 219;
Hirsch, a.g.e., s. 283; Schlechtriem, a.g.e., s. 153; Hütte/Hütte, a.g.e., s. 125; Fikentscher/Heinemann,
a.g.e., s. 190; Westermann, a.g.e., s. 1014-1015; Dauner - Lieb/Langen, a.g.e., s. 358; Bittner ve
diğerleri, a.g.e., s. 284; Fehre, a.g.e., s. 61; Emmerich, a.g.e., s. 52-53; Schwarze, a.g.e., s. 111-
112.Bu halde dahi temerrüt hükümlerinin uygulanması gerektiği görüşünde; Huber, I, s. 160.
330
von Tuhr, a.g.e., s. 562; Altunkaya, a.g.e., s. 119; Antalya, Borçlar, s. 283; Serozan, İfa ve
Engelleri, s. 163; Eren, Borçlar Genel, s. 1041; Oğuzman/Öz, C. I, s. 468; Başpınar, Kısmi Butlan,
s. 121-122; Erzurumluoğlu, Edimin Yerine Getirilmemesi, s. 13; Tunç, a.g.e., s. 110, 116; Reisoğlu,
a.g.e., s. 349; Akkanat, a.g.e., s. 37; Tandoğan, Mesuliyet, s. 398; Gündoğdu, a.g.e., s. 104-105;
Bittner ve diğerleri, a.g.e., s. 297.

79
ile bağlı kalmasını beklemek dürüstlük kuralına uygun değildir331. Ancak ne kadar
süreceği bilinmeyen geçici imkânsızlığa rağmen tarafların bekleyeceği anlaşılıyorsa,
sözleşme imkânsızlık nedeniyle sona ermez ve engel ortadan kalkıncaya kadar
beklenir332.
Bizim de kabul ettiğimiz bir fikre göre, geçici olmasına rağmen ne kadar
süreceği öngörülemediği için sürekli olduğu varsayılan imkânsızlık, sonradan
ortadan kalksa bile gerçekleşmiş olan hukuki sonuç değişmez333. Yani başlangıçtaki
imkânsızlık söz konusu ise sözleşmenin kesin hükümsüzlüğü devam eder. Sonraki
imkânsızlık söz konusu ise sona eren sözleşme yeniden canlanmaz. Ancak bu
durumda bile imkânsızlığı ileri sürmek dürüstlük kuralına aykırı düşüyorsa, edim
başlangıçtan beri imkânsızlığa uğramamış gibi bir sonuca varılmalıdır334. Ayrıca
alacaklı henüz imkânsızlık hükümlerine dayanmamışsa, ifa engelinin ortadan
kalkmasıyla birlikte borç ilişkisinin normal hükümlerini sürdürmeye devam edeceği
de kabul edilmektedir335. Örneğin kazaya uğrayan at sağ olarak ele geçirilene kadar
alacaklı tarafından imkânsızlık hükümlerine dayanılmamışsa, taraflar arasındaki borç
ilişkisi varlığını ve geçerliliğini sürdürür. Bazı yazarlar336 ise bu meselenin Türk -
İsviçre hukuku yönünden temerrüt hükümleri çerçevesinde çözülmesi gerektiğini
savunmaktadırlar. Buna göre geçici imkânsızlık temerrüde yol açtığından alacaklı,
TBK m. 125’deki seçimlik haklarından dönme hakkını kullanmamışsa, sözleşme
devam ettiği için geçici imkânsızlık sona erince ifayı (ve şartları gerçekleşmişse
gecikme tazminatını) isteyebilir. Ancak o, geçici imkânsızlık ortadan kalkıncaya

331
Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 101-102; Dural, Kavram, s. 46-47; Gündoğdu, a.g.e., s. 104-105;
Brox/Walker a.g.e., s. 222; Westermann, a.g.e., s. 1015; Palandt, a.g.e., s.357; Bittner ve diğerleri,
a.g.e., s. 298.
332
Erzurumluoğlu, Edimin Yerine Getirilmemesi, s. 13; Oğuzman/Öz, C. I, s. 570.
333
Bucher, AT, s. 249; von Thur, a.g.e., s. 562; Oğuzman/Öz, C. I, s. 468; Erzurumluoğlu, Edimin
Yerine Getirilmemesi, s. 13; Akkanat, a.g.e., s. 37; Kurşat, İmkansızlık, s. 763; Westermann, a.g.e.,
s. 1015; Palandt, a.g.e., s. 357.
334
Oğuzman/Öz, C. I, s. 570; Kurşat, İmkânsızlık, s. 763.
335
Altunkaya, a.g.e., s. 119; Oğuzman/Öz, C. I, s. 468; Tunç, a.g.e., s. 110.
336
Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 106-107; Dural, Kavram, s. 50-51; Altunkaya, a.g.e., s. 249-250.
Gündoğdu’ya göre bu sonuç, yalnızca imkânsızlığın geçici olduğu ve taraflardan dürüstlük kuralına
göre sözleşmeye uygun davranmaya devam etmelerinin beklenebileceği haller bakımından kabul
edilmelidir. Aksi halde geçici imkânsızlık hükümleri sürekli imkânsızlıkla aynı sonucu
doğuracağından, borç, imkânsızlığın meydana geldiği anda sona ermiştir. Bu halde ortada dönecek bir
sözleşme bulunmadığı gibi, sözleşmenin yeniden canlanması da söz konusu değildir. Gündoğdu,
a.g.e., s. 112-113.

80
kadar beklemeyi tercih etmeyerek sözleşmeden dönmüş ise, daha sonra geçici
imkânsızlık ortadan kalksa dahi sözleşme yeniden canlanmaz.
Sürekli olduğu varsayılan geçici imkânsızlık ortadan kalktıktan sonra tarafların
sona eren borç ilişkisini yeniden kurma borcu altında olup olamadıkları da öğretide
cevaplandırılmaya çalışılan bir sorudur. Bu halde dürüstlük kuralı gereği eski borç
ilişkisinin etkisinin devamı olarak yeni bir borç ilişkisi kurma yükümlülüğünün söz
konusu olabileceğini savunanlar mevcuttur337. Bazı yazarlar338 ise durumu tek tarafa
ve iki tarafa borç yükleyen sözleşmeler bakımından ikiye ayırarak incelemektedirler.
Buna göre tek tarafa borç yükleyen sözleşmelerde sürekli imkânsızlığın söz konusu
olduğu yönündeki tahminin boşa çıktığı anlaşılınca, borçlu, edimin ifasına devam
etmelidir. Zira bu halde borçlunun edimi ifa etmeme gibi bir hakkı yoktur. Ancak iki
tarafa borç yükleyen sözleşmeler bakımından dürüstlük kuralı gerektirmedikçe
tarafların sözleşmeyi yeniden kurma zorunluluğu söz konusu olmamalıdır. Zira
taraflar başta sürekli olduğu varsayılan imkânsızlık nedeniyle karşılıklı borçlarının
sona erdiğini kabul etmekte haklı sayılırlar.

B. Kesin Vadeli Sözleşmelerdeki Durum


Daha önce de belirttiğimiz gibi339, bazı sözleşmelerin ifa zamanı, edimin ifa
edilebileceği yegâne zamanı ifade eder. Örneğin, alacaklı adına belirli bir
müzayedeye katılma borcunu yüklenen vekil, bu görevini ancak müzayedenin
yapıldığı zamanda yerine getirebilir. Geçici bir imkânsızlık nedeniyle olsa dahi
vekilin bu müzayedeyi kaçırması halinde edimin ifası kesin olarak imkânsızlaşmıştır.
Zira zamanı geri alarak, kaçırılan bu müzayedeye katılmak mümkün değildir. Vekilin
daha sonra düzenlenecek benzeri müzayedelere katılabileceği söylenebilecekse de,
bu müzayedeler, vekilin müvekkili adına katılmayı taahhüt ettiği müzayede değil,
başka müzayedelerdir.

337
Palandt, a.g.e., s. 357.
338
Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 108, dn. 116’den naklen Larenz, Schuldrecht, s. 240.
339
Bkz.: yuk. s. 79.

81
Öğretideki bazı yazarlar340 bu tür işlemleri, Alman hukukunun etkisiyle
“mutlak kesin vadeli işlemler” (absolute Fixgeschäfte) veya “geniş ya da gerçek
olmayan anlamda kesin vadeli işlemler” olarak nitelendirimektedirler.
Bazı sözleşmelerde ise, ifa zamanı edimin ifa edileceği yegâne zaman parçasını
değil de, tarafların ifa için kesin olarak kararlaştırdıkları zamanı ifade eder. Bu tür
sözleşmelerde taraflar edimin belirli bir tarihte ve belirli bir tarihe kadar ifası
hususunda anlaşmışlardır. Bunun yanı sıra gecikmiş ifanın kabul edilmeyeceği de
taraflarca önceden kabul edilmiştir341.
Bu ifa zamanı öğretide, kesin vade, bu tür bir vadeye bağlı sözleşmeler ise
kesin vadeli işlemler (Fixgeschäfte) olarak adlandırılır342. Ancak bazı yazarlar343,
yukarıda belirttiğimiz, “mutlak kesin vadeli işlem” adlandırmasına paralel olarak bu
tür işlemleri de “nispi kesin vadeli işlem” (relative Fixgeschäft) ya da “dar veya
gerçek anlamda kesin vadeli işlem” olarak adlandırırlar. Gerçek anlamda kesin vadeli
sözleşmelerin temel özelliğini borçlunun kesin vadeyi kaçırması halinde alacaklının
borçluya bir önel (mehil) tanımaksızın temerrüde ilişkin hükümlerin kendisine
sağladığı yetkileri (TBK m. 125-126) kullanabilmesinde görülür (TBK m. 124/b.
3)344. Ayrıca kesin vade borçlunun temerrüde düşmesi için alacaklının ihtarda
bulunma zorunluluğunu da ortadan kaldırır345.

340
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 560; Gulh/Koller/Druey, a.g.e., s. 220; Huguenin, a.g.e., s. 93,
130; Keskin, a.g.e., s. 215; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 53, 58-59; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s.
103; Dural, Kavram, s. 47; Gündoğdu, a.g.e., s. 187.
341
Bucher, AT, s. 371; von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 151; Keskin, a.g.e., s. 212-214; Eren, Borçlar
Genel, s. 1114; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 550; Gündoğdu, a.g.e., s. 187-188; Seliçi, Kesin
Vade, s. 96-101, 104-105; Oğuzman/Öz, C. I, 543.
342
Seliçi, Kesin Vade, s. 95 vd.; Eren, Borçlar Genel, s. 1114; Oğuzman/Öz, C. I, s. 320, 542-543;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 808; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 550-551.Bu
kavramı ifade etmek üzere “kesin vadeli işlem” yerine “mutlaka belirli bir zamanda ifası gereken
işlemler” terimi de kullanılmaktadır. Oğuzman/Öz, C. I, s. 320.
343
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 53, 58; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 103; Dural, Kavram, s. 47;
Gündoğdu, a.g.e., s. 187; Keskin, a.g.e., s. 215.
344
Seliçi, Kesin Vade, s. 105; Eren, Borçlar Genel, s. 1114; Oğuzman/Öz, C. I, s. 320, 542-543;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 808, 952; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 58; Kılıçoğlu,
Genel Hükümler, s. 551; Buz, Temerrüt, s. 108; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 102; Dural,
Kavram, s. 48; Reisoğlu, a.g.e., s. 383; Gündoğdu, a.g.e., s. 188.
345
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 618; Seliçi, Kesin Vade, s. 105; Eren, Borçlar Genel, s. 1114;
Reisoğlu, a.g.e., s. 383; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 58; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s.
808; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 551. Gerçi TBK temerrüt için ihtara gerek bulunmayan halleri
“belirli vade” olarak tayin etmiştir (TBK m. 117/2). Ancak belirli vade için kabul edilen bu sonuç,
belirli vadenin yanı sıra mutlaka bu zamanda ifanın gerçekleşmesini öngören kesin vade için de
evleviyetle geçerlidir.

82
Gerçek anlamda kesin vadeli sözleşmelerde gecikmiş ifanın kabul
edilmeyeceği önceden kararlaştırıldığından, kesin vadeden önce ortaya çıkan ve
ifanın vadede gerçekleşemeyeceğini açıkça gösteren bir geçici imkânsızlığın sürekli
imkânsızlığa eşit olarak kabul edilmesi ve bu sözleşmeye imkânsızlık hükümlerinin
uygulanması gerektiği düşünülebilir346. Ancak bu durumda imkânsızlık hükümlerinin
değil de temerrüt hükümlerinin uygulanması gerektiğini, haklı olarak,ileri süren
görüşler de mevcuttur347. Zira kesin vadeli işlemler ve bunların hüküm ve sonuçları
TBK’da temerrüt başlığı altında düzenlenmiştir. Ayrıca öğretide, kesin vadenin
geçirilmesinden sonra dahi alacaklının edimin ifasını talep edebileceği kabul
edilmektedir. Bu durumda alacaklı yalnızca işlemin kesin vadeli olmasından
vazgeçmiş, yani kesin vadeye rağmen aynen ifayı kabul edeceğini bildirmiş
sayılmaktadır348. Kesin vadenin geçirilmiş olmasına rağmen alacaklının yine de ifayı
talep edebileceği söylenebiliyorsa; edimin ifasında bir imkânsızlık bulunduğundan
söz etmek de mümkün değildir. Ancak sözleşme ile kesin vadeden
vazgeçilemeyeceğinin kararlaştırılmış olması da mümkündür349. Bu durumda ise
edimin kesin vadede ifa edilmemesi halinin bir imkânsızlık yaratacağı söylenebilir.
Öğretideki bazı yazarlar350ise,kesin vadenin gerçek ve gerçek olmayan kesin
vade olarak ikiye ayrılmasına karşı çıkmakta ve kesin vadenin geçirilmesinin hiçbir
zaman imkânsızlık sonucunu doğurmayacağını ileri sürmektedirler. Bu yazarlara
göre kesin vadenin geçirilmesinin yaratabileceği tek sonuç temerrüttür.

C. Sürekli Borç İlişkilerindeki Durum


Öğretide sürekli borç ilişkileri bakımından edimin bir kısmında ifaya devam
edememenin -kural olarak- geri kalan kısmın ifasına engel olmadığı ve bu nedenle
yalnızca kısmi bir imkânsızlığın doğduğu ileri sürülmektedir351. 1 Mayıstan diğer

346
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 909.
347
Huguenin, a.g.e., s. 93; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 59; Seliçi, Kesin Vade, s. 93-94; Dural,
Sonraki İmkânsızlık, s. 102-103; Dural, Kavram, s. 48-49; Altunkaya, a.g.e., s. 124-125;
Gündoğdu, a.g.e., s. 188; Hirsch, a.g.e., s. 283; Brox/Walker, a.g.e., s. 218-219.
348
Seliçi, Kesin Vade, s. 104-105; Oğuzman/Öz, C. I, 543. Gecikmiş edimi kayıtsız şartsız kabul
eden, sonradan borçluya yeni bir süre tanıyan veya mevcut süreyi uzatan alacaklının da işlemin kesin
vadeli olmasından vazgeçtiği kabul edilmelidir. Seliçi, Kesin Vade, s. 104-105.
349
Oğuzman/Öz, C. I, s. 543, dn. 726.
350
von Tuhr/Escher, a.g.e., 151; Altunkaya a.g.e., s. 124-125.
351
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 53; Eren, Borçlar Genel, s. 1041; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 122;
Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 98-99, 104-105. Dural, Kavram, s. 44, 49-50; Bittner ve diğerleri,
a.g.e., s. 301; Fehre, a.g.e., s. 182. Dural bu hali kısmi imkânsızlık olarak değerlendirse de, bu

83
yılın 1 Mayısına kadar sürmesi kararlaştırılan bir kira sözleşmesinin, kiraya veren
tarafından 1 Mayıstan 1 Temmuza kadar herhangi bir sebeple yerine getirilmemesi
hali, bu duruma örnek olarak gösterilmektedir. Bu halde sadece zamanın ihlal
edilmediği, aynı zamanda edimin de o müddet için yerine getirilemez olduğu
belirtilmektedir352. Ayrıca geri kalan edimin alacaklının sözleşme ile güttüğü amacın
gerçekleşmesine engel olduğu hallerde kısmi imkânsızlığın tam imkânsızlığa
dönüşeceği de ileri sürülmektedir353.
Kanaatimizce, burada, sürekli borç ilişkisinin ifasının başlayıp başlamadığına
göre bir değerlendirme yapılmalıdır. Henüz ifasına başlanmamış bir sürekli borç
ilişkisinde, geçici bir imkânsızlık ortaya çıkmışsa ve ifaya başlama zamanının geçici
imkânsızlık sona erene kadar ertelenmesi, tarafların bu sözleşme ile güttükleri
amacın gerçekleşmesine engel olmuyorsa, ifaya başlama zamanın geçici
imkânsızlığın sona ereceği ana kadar ertelendiği sonucuna varılmalıdır. Yani bu
halde imkânsızlıktan değil de, temerrütten söz etmek daha uygundur354. Zira daha
önce de belirttiğimiz gibi geçici imkânsızlık gerçek bir imkânsızlık olmayıp, yalnızca
temerrüde yol açmaktadır355 ve sürekli borç ilişkileri bakımından da bu esastan
vazgeçmeye gerek yoktur. Ancak sürekli borç ilişkisinin ifaına mutlaka belirli bir
zamanda başlanması gerekiyorsa, ifa edilmeden geçirelen süre bakımından bir
imkânsızlık ortaya çıkabilir356.
İfasına başlanmış sürekli borç ilişkileri bakımından da, meydana gelen bir
geçici imkânsızlık nedeniyle ifa tatil edilmişse, ifaya devamın, geçici imkânsızlığın
sonuna kadar ertelendiği kabul edilebilir. Hatta bu halde ifaya ara verilen sürenin
borç ilişkisinin sona ereceği zamana eklenerek telafi edilmesi mümkünse, buna
başvurulabileceği de kabul edilebilir.Zira aksi görüşü savunan yazarların da
belirttikleri gibi, sürekli borç ilişkileri bakımından müddetin bir kısmında ifaya
devam edememe-kural olarak- geri kalan kısmın ifasına engel olmadığı gibi, çoğu

durumun borçlu bakımından yarattığını sonuçları temerrüt bağlamında ele almaktadır. Dural, Sonraki
İmkânsızlık, s. 106-107; Dural, Kavram, s. 50-51.
352
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 53; Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 98-99, 104-105; Fehre, a.g.e., s.
182; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 143-144, 154. Serozan bu nedenle sürekli edimli sözleşmeleri
mutlak kesin vadeli işlem olarak saymaktadır. Serozan, Özel, s. 11.
353
Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 99; Dural, Kavram, s. 50.
354
Aynı yönde; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 107.
355
Bkz.: yuk. s. 80, dn. 336.
356
Gündoğdu, a.g.e., s. 185-186.

84
halde ifaya ara verilen sürenin sözleşme müddetine eklenerek telafi edilmesi de
mümkündür.Ancak geçici imkânsızlığın tüm borç ilişkisi süresince devam edeceği
anlaşılıyorsa veya dürüstlük kuralına göre alacaklıdan imkânsızlığın sonuna kadar
beklemesi istenemiyorsa, geçici imkânsızlık sürekli imkânsızlığa eşit sayılmalı357 ve
ilişkiye imkânsızlık hükümleri uygulanmalıdır. Ancak bu halde söz konusu olan
imkânsızlık tam değil, kısmi imkânsızlıktır.Zira sürekli olduğu varsayılan geçici
imkânsızlık ortaya çıkana dek ifa edilen edim ve varsa karşı edim bu imkânsızlıktan
etkilenmez. Borç ilişkisi bu andan sonrası için sona erer söz konusu ise tazminat da
bu andan sonrası için hesaplanır358. Bu görüş, sürekli borç ilişkilerinde temerrüdü
düzenleyen TBK m. 126’nın,kıyasen imkânsızlığa uygulanması olduğu söylenerek
de desteklenebilir.

V. BORÇLUNUN SORUMLU OLDUĞU İMKÂNSIZLIK -


BORÇLUNUN SORUMLU OLMADIĞI İMKÂNSIZLIK
Bazı eserlerde bu ayırım kusurlu veya kusursuz imkânsızlık şeklinde yapılsa
da359, daha uygun olan adlandırma borçlunun sorumlu olduğu veya olmadığı
imkânsızlıktır. Zira kusur ilkesi sözleşme hukukumuza hâkim ise de,bazı hallerde
borçlu kusuru bulunmasa dahi borca aykırılıktan sorumlu olabilmektedir. Diğer
taraftan bazı hallerde de borçlu kusuru olsa dahi, borca aykırı davranışından sorumlu
tutulmamaktadır. Bu nedenle borçlunun kusuruna değil de, sorumluluğuna atıfta
bulunan bir adlandırma daha uygundur360.

A. Başlangıçtaki İmkânsızlık Bakımından


Başlangıçtaki imkânsızlıkta, borçlu bu imkânsızlığın meydana gelmesinden
sorumlu olsa da olmasa da sözleşme kendiliğinden kesin hükümsüzdür (TBK m.27).
Ancak bu, borçlunun bu aşamadaki kusurundan dolayı sorumlu tutulmayacağı
anlamına gelmez. Başlangıçtaki imkânsızlık bakımından edimin objektif olarak
imkânsız olduğunu bildiği halde, durumu karşı tarafa bildirmeyerek sözleşmeyi
357
Dural, Kavram, Makale, s. 49, 50-51; Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 106, 107. Altunkaya, a.g.e.,
s. 126; Gündoğdu, a.g.e., s. 186.
358
Rimle, a.g.e., s. 86-87; Oğuzman/Öz, C. I, s. 188-189; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 130; Gündoğdu,
a.g.e., s. 186.
359
Arıkan, İmkansızlık, s. 267, 271; Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 234; Erzurumluoğlu, Edimin
Yerine Getirilmemesi, s. 12; Tunç, a.g.e., s. 115; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 667; Ayan,
Borçlar Genel, s. 329, 367.
360
Oğuzman/Öz, C. I, s. 467; Gündoğdu, a.g.e., s. 149.

85
akdeden kimse, sözleşmenin hükümsüz olması nedeniyle karşı tarafın uğradığı
zararları tazmin etmekle yükümlü tutulur. Bu sorumluluk TBK’da açıkça
düzenlenmiş değilse de, öğretide ve uygulamada “culpa in contrehendo
sorumluluğu” adı altında kabul edilmektedir361.

B. Sonraki İmkânsızlık Bakımından


TBK’da borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık ayrıca düzenlenmiş
değildir. Bu nedenle burada, kanunda ayrıca düzenlenmemiş borca aykırılık
hallerinde alacaklının zararını tazmin yükümlülüğüne ilişkin TBK m. 112 hükmü
uygulanır. Ancak borçlu imkânsızlıktan sorumlu tutulamıyorsa, bu halde TBK m.
136 hükmü uygulanır.

VI. ALACAKLININ SORUMLU OLDUĞU İMKÂNSIZLIK -


ALACAKLININ SORUMLU OLMADIĞI İMKÂNSIZLIK
Öğretide imkânsızlığın türleri incelenirken yalnızca borçlunun sorumlu olduğu
veolmadığı imkânsızlık ayırımı yapılmakta ve duruma yalnızca borçlu yönünden
bakılmaktadır. Fakat hem başlangıçtaki hem de sonraki imkânsızlıktan alacaklının
sorumlu olması da gündeme gelebilir. Örneğin bir alacaklı işyerinde çalışmaya
başlayacak kişiyi kusuruyla iş göremez hale getirmişse veya işi bizzat kendisi
görmüşse ya da kendisine ifa edilecek edimi yok etmiş veya zarara uğratmışsa,
ortaya çıkan imkânsızlıktan da o sorumlu olur.

A. Başlangıçtaki İmkânsızlık Bakımından


Başlangıçtaki imkânsızlık her hâlükârda sözleşmenin geçerli olarak
kurulmasına engel olsa da (TBK m.27), alacaklının sözleşmenin kesin hükümsüz
olması nedeniyle borçluya karşı culpa in contrehondo sorumluluğunun doğması
gündeme gelebilir362.

361
Bu hususta ayrıntılı bilgi için bkz.: aş. s. 170 vd.
362
Bu hususta ayrıntılı bilgi için bkz.: aş. s. 170 vd.

86
B. Sonraki İmkânsızlık Bakımından

1. Yalnızca Alacaklının Sorumlu Olduğu Sonraki İmkânsızlık


Alacaklının sonraki imkânsızlıktan sorumlu olması demek, borçlunun bu
durumdan sorumlu olmadığı anlamına gelir. Bu halde TBK m. 136/1 hükmü
nedeniyle borç kendiliğinden sona ermiş sayılır. Ancak karşılıklı sözleşmeler
bakımından, borçlunun edimini imkânsızlaştıran alacaklının, bu sayede kendi
borcunu ifa etmekten kurtulması hakkaniyete uygun düşmemektedir. Bu nedenle
TBK m. 136/1, yalnızca her iki tarafın da imkânsızlıktan sorumlu olmadığı hallerde
uygulanabilecek bir hükümdür363. TBK’da bu hususa ilişkin başka bir düzenleme de
bulunmadığından, burada gerçek olmayan bir kanun boşluğu mevcuttur.
Bir başka görüş ise bu durumda TBK m. 136’dan ayrılmaya gerek
bulunmadığını, borçlunun uğramış olduğu zararların tazminini haksız fiillere ilişkin
hükümler çerçevesinde talep edebileceğini savunmaktadır364. Borçluyu aşırı zorlayan
bu son görüşe katılmak mümkün değildir. Zira alacaklı sözleşmeye aykırı davrandığı
halde borçlu, uğramış olduğu zararların tazminini kendisi için daha elverişsiz olan
haksız fiil hükümlerine göre talep edebilmektedir. Ayrıca öğretide de ifade edildiği
gibi, burada alacaklının dar ve teknik anlamdaki kusuru aranmamaktadır. Bu nedenle
borçlunun haksız fiil hükümlerine başvuramayacağı hallerde dahi, alacaklının
sorumlu olduğu bir imkânsızlık söz konusu olabilir. Yani alacaklının haksız fiil teşkil
etmeyen bazı davranışları da onun sorumlu olduğu bir imkânsızlığın doğmasına
neden olabilir. İşte bu görüşün kabulü, bu gibi haller bakımından borçluyu zararıyla
baş başa bırakmakta ve tatmin edici bir çözüm getirmemektedir365.
Bu husustaki bir diğer görüş de, TBK m. 136’dan ayrılmamakla birlikte,
borçluyu koruma bakımından ilk görüşe nazaran daha elverişlidir. Bu fikre göre
karşılıklı borçlar kendiliğinden sona erse de, edimin imkânsızlaşmasına yol açan
alacaklı, sözleşmenin müspet ihlali nedeniyle borçlunun uğramış olduğu zararları
TBK m. 112’ye göre tazmin etmelidir. Zira bu durumda alacaklı sözleşmenin

363
Oğuzman/Öz, C. I, s. 572 vd.; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 171; Akkanat, a.g.e., s. 142-143;
Tunçomağ, Borçlar, s. 483.
364
İnan, a.g.e., s. 122.
365
Akkanat, a.g.e., s. 38.

87
amacına ulaşmasına engel olacak davranışlardan kaçınma yükümlülüğünüihlal
ederek sözleşmeye aykırı davranmaktadır366.
TBK m. 136’nın getirdiği çözümü tatmin edici bulmayan hâkim görüş ise,
BGB’nin bu hususa ilişkin düzenlemesinin (BGB §326/2) boşluk doldurma yoluyla
bizim hukukumuz bakımından da uygulanması gerektiğini ileri sürmektedir367.
BGB’de yer alan söz konusu hükme göre, karşılıklı sözleşmelerde ifayı
imkânsızlaştıran alacaklı, kendi alacağından yoksun kalacağı gibi, kendi edimini de
eksiksiz bir biçimde ifa etmek zorundadır. Bu halde borçlu imkânsızlaşan edimi ifa
etmiş gibi kabul edilmektedir. Alacaklı kendi edimini eksiksiz olarak ifa etmek
zorunda olsa da, borçlunun zararının üzerinde kâr elde etmesini önlemek adına,
edimini ifa etmekten kurtulan borçlunun bu sayede elde ettiği tasarruflar, karşı
edimden indirilmelidir. Bu tasarrufların kapsamına borçlunun borçtan kurtulmakla
sağladığı ekonomi ve emeğini başka bir şekilde kullanmakla elde ettiği veya
kötüniyetle elde etmekten kaçındığı tüm kazançlar girmektedir368.
BGB’nin söz konusu hükmünün, TBK’nın ruhuna da uygun olduğu
savunulmaktadır. Öncelikle bir kişinin kendi yarattığı ifa engeline dayanarak
borcundan kurtulması TMK m. 2’de düzenlenen dürüstlük kuralıyla
bağdaşmamaktadır369. Ayrıca TBK’nın özel hükümleri arasında bu hükme paralel
düzenlemeler yapılmıştır. Özellikle TBK m. 408’de işverenin, işi yaptırmasa dahi
işçinin bu sayede elde ettiği tasarrufları düşerek ücretini ödemek zorunda olmasına
ilişkin düzenleme BGB’nin söz konusu düzenlemesi ile paraleldir370. Bu şekilde

366
Murat İnceoğlu, “İfanın Alacaklı Yüzünden İmkânsızlaşması”, AÜHFD, C. 57, S. 54, 2008, s. 244
vd.; Özçelik, a.g.e., s. 603-604.
367
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 561; Mehmet Üçer, (Roma Hukukunda ve Karşılaştırmalı
Hukukta) Alacaklının Temerrüdü, Ankara, 2007, s. 22; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 155-158;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 377; Akkanat, a.g.e., s. 37; Erzurumluoğlu, Edimin Yerine Getirilmemesi, s.
47; Eren, Borçlar Genel, s. 1302; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 315; Tunçomağ, Borçlar, s. 483; Dural,
Sonraki İmkansızlık, s. 171; Gündoğdu, a.g.e., s. 362-363.
368
Sebastian Dötterl, Wann ist der Gläubigers für die Unmöglichkeit verantwortlich?, Baden-
Baden, Nomos, 2008, s. 131-132; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 209; Emmerich, a.g.e., s. 174-175;
Schwarze, a.g.e., s. 515-519.
369
Oğuzman/Öz, C. I, s. 377; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 156.
370
Bu husustaki diğer örnekler şunlardır: TBK m. 324; kiracıdan kaynaklanan bir sebeple kiralananı
kullanamamasına rağmen kira ödeme borcunun devam etmesi, TBK m. 483/f.2 ve m. 485; iş sahibinin
faaliyet alanına giren sebeplerden dolayı eserin telef olması veya yapılamaması halinde yüklenicinin
eserin değerini talep edebilmesi, TBK m. 484; iş sahibinin haklı bir sebep bulunmadan sözleşmeyi
feshetmesi halinde, yüklenicinin kâr kaybının tazminini isteyebilmesi. Oğuzman/Öz, C. I, s. 377, dn.
438; Erzurumluoğlu, Edimin Yerine Getirilmemesi, s. 47; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 155-156.

88
tatmin edici gerekçeler sunan ve borçluyu en iyi şekilde koruyan hâkim görüşe biz de
katılmaktayız.
Dikkat edilirse burada da alacaklının kusurundan değil, onun sorumlu olduğu
imkânsızlıktan bahsedilmektedir. Yani alacaklının sorumluluğu için aranan şart,
alacaklının dar ve teknik anlamda kusurlu olması değil, ifaya engel olan imkânsızlığı
iradi olarak yaratmış olmasıdır371. Bu hallerin kapsamına nelerin girmesi gerektiği
BGB’de düzenlenmediği gibi öğretide de bu hususta bir fikir birliği
bulunmamaktadır. Kanaatimizce, borçlunun sözleşmesel sorumluluğuna ilişkin
düzenlemeler kıyasen burada da uygulanmalıdır372.
Ancakbu husustahangi görüş kabul edilirse edilsin, öğretide, genel
olarak,alacaklının sorumlu olduğu bazı durumlara işaret edilmektedir. Alacaklı, asli
veya yan edim yükümlülüklerinden birine aykırı davrandığı için, borçlunun ediminin
ifası imkânsız hale gelmişse, alacaklı bu imkânsızlıktan sorumlu olur373. Aslında
burada alacaklının dar ve teknik anlamdaki kusuruyla borca aykırı bir davranışı
bulunmaktadır. Edimin imkânsız hale gelmesi bu davranışın bir sonucudur.
Taraflarca kararlaştırılmış olduğu için veya işin niteliği gereği alacaklının ediminin
ifasına katılması gerekip de, onun bu ifaya katılmaması nedeniyle edimin ifasının
imkânsız hale gelmesi bu duruma örnek olarak gösterilmektedir374. Gerçekten belirli
bir spor karşılaşmasına veya belirli sefer sayılı otobüs, tren, gemi ya da uçak
yolculuğuna katılmak isteyen alacaklının, bu edimlerin ifasına katılmamış olması,
onun ortaya çıkan imkânsızlıktan sorumlu olmasını gerektirmelidir375. Zira artık aynı
spor karşılaşmasının veya yolculuğun yapılması mümkün değildir. Aynı kişilerin
aynı spor karşılaşmasını sonradan yapabilecek oldukları söylenebilse dahi, bu aynı
karşılaşma değil, başka bir spor karşılaşmasıdır.

Serozan’a göre ayrıca genel hükümler arasında bulunan TBK m. 175‘de, yukarıdaki hükümlerle aynı
mantıksal zemine oturmaktadır.
371
Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 142; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 157. Serozan bunu
doğal kusur olarak adlandırmaktadır.
372
Weiler, a.g.e., s. 312. Emmerich ise, alacaklıdan kaynaklanan ifa imkânsızlığının belirlenmesinde
öncelikle sözleşmeye göre taraflar arasındaki risk dağılımının belirlenmesi gerektiğini, borçlunun akdi
sorumluluğuna ilişkin hükümlerin ise ancak tamamlayıcı bir rol oynayacak şekilde kıyasen
uygulanabileceğini ileri sürmektedir. Emmerich, a.g.e., s. 169-170.
373
Akkanat, a.g.e., s. 41;Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 142; Emmerich, a.g.e., s. 170;
Schwarze, a.g.e., s. 499-500.
374
Akkanat, a.g.e., s. 41-42; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 143.
375
Örnekler için bkz.: Serozan, İfa ve Engelleri, s. 154; Akkanat, a.g.e., s. 40, Hirsch, a.g.e., s. 283-
284.

89
Yine alacaklının borcun ifasına engel olan davranışı aynı zamanda bir haksız
fiil teşkil ediyorsa, yani alacaklı imkânsızlığı dar ve teknik anlamdaki kusuru ile
meydana getirmişse bu nedenle ortaya çıkan imkânsızlıktan da sorumludur376.
Örneğin, kendisine satılan ancak henüz teslim edilmeyen bir tabloyu, galeriyi
kundaklayarak yok eden bir alacaklının bu imkânsızlıktan sorumlu olduğu açıktır.
Aynı şekilde yanında çalışmaya başlayacak olan işçiyi döverek, onu iş göremez hale
getiren işverenin de bu hizmet sözleşmesinin imkânsızlığından sorumluluğu söz
konusu olur. Bu bağlamda yalnızca alacaklının haksız fiil teşkil eden davranışları
değil, davranışlarından sorumlu olduğu kişilerin haksız fiil teşkil eden davranışları da
ele alınmalıdır. İmkânsızlığı yaratan alacaklı değil de, onun temsilcisi veya ifa
yardımcısı olsa dahi, alacaklının meydana gelen imkânsızlıktan sorumlu olması
gerektiği, haklı olarak, ileri sürülmektedir377.
Bunun yanı sıra kendi lehine edimin ifasını imkânsızlaştıran alacaklının, bu
davranışı bir haksız fiil teşkil etmese dahi, yine de imkânsızlıktan sorumlu olacağı
kabul edilmektedir. Evini tamir etmesi için bir ustayla anlaştıktan sonra, bu evin
yıkılarak yerine yeni bir evin yapılmasını ekonomik bakımdan daha avantajlı gören
kişinin, usta ile anlaşmadan evi yıktırması, öğretide bu hususta verilen bir örnektir378.
Burada alacaklının kendi evini yıktırması bir haksız fiil teşkil etmese de, bu davranış
borçlunun ifasını iradi olarak engellemeye yönelik olduğundan, alacaklı yine de
sorumludur.

a. Özel Olarak TBK m. 111 Hükmünün Değerlendirilmesi


Öğretide TBK m. 111’de düzenlenen hallerin de bir sonraki imkânsızlık
yarattığı ileri sürülmektedir379. Bu hüküm: “Borçlunun kusuru olmaksızın, alacağın
kime ait olduğunda veya alacaklının kimliğinde duraksama sebebiyle ya da
alacaklıdan kaynaklanan diğer bir kişisel sebeple borç, alacaklıya veya temsilcisine
ifa edilemezse borçlu, alacaklının temerrüdünde olduğu gibi tevdi ya da sözleşmeden
dönme hakkını kullanabilir” şeklindedir. Görüldüğü gibi bu hükümde alacaklıdan

376
Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 172; Akkanat, a.g.e., s. 40;Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s.
142; Emmerich, a.g.e., s. 170-171.
377
Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 172; Erzurumluoğlu, Edimin Yerine Getirilmemesi, s. 46;
Akkanat, a.g.e., s. 40.
378
Akkanat, a.g.e., s. 41.
379
Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 714.

90
kaynaklanan bir sebeple edimin ifa olarak alacaklıya sunulma imkânı ortadan
kalkmakta, ancak alacaklı temerrüdüne ilişin koşullar oluşmamaktadır380. Ancak bu
hüküm sayesinde alacaklı temerrüdüne ilişkin hükümlerin uygulanması gündeme
gelmekte381,382 ve borçlu, TBK m. 136’ya göre doğrudan borcundan
kurtulamamaktadır. Bu nedenle bu hallerin teknik anlamıyla bir sonraki imkânsızlık
yarattığını söylemenin de bir anlamı yoktur383.

2. Alacaklının Kısmen Sorumlu Olduğu Sonraki İmkânsızlık


Alacaklının sonraki imkânsızlıktan kısmen de olsa sorumlu olmaması, ya
borçlunun bu durumdan sorumlu olduğu anlamına gelmekte ya da imkânsızlığın
tarafsız etki alanında gerçekleştiğini göstermektedir. İlk durumda TBK m. 112
uygulama alanı bulurken; imkânsızlık, tarafsız etki alanında gerçekleşmişse, TBK m.
136 uygulanır.
Ancak tarafsız etki alanında gerçekleşen imkânsızlık nedeniyle alacaklının
kısmen de olsa sorumlu olduğu haller bulunmaktadır. Bu haller, daha önce de
değindiğimiz384, alacaklının borçlusunun ifasıyla tatmin olma amacının borçlusunun
ifası dışında başka bir yolla gerçekleşmesi veya bu amacın tümüyle yok olmasıdır.
Bir borç ilişkisinin temel amacı, borçlunun edimi yerine getirerek alacaklıyı tatmin
etmesidir. Söz konusu amacın, borçlunun ifası dışında başka bir yolla gerçekleşmesi
veya ortadan kalkması da bir imkânsızlık yaratmaktadır. Hekim çağıran hastanın
hekim gelmeden kendiliğinden iyileşmesi veya hekim gelene kadar hastanın ölmesi
bu hususta verilen örneklerdir.
Bu haller, sözleşme kurulduktan sonra ortaya çıktıkları için, bir sonraki
imkânsızlık yaratırlar.Bu hallerde alacaklının etki ve egemenlik alanında ortaya
çıkan bir neden ifayı imkânsız hale getirmesine rağmen, bu nedenin ortaya

380
Alacaklı temerrüdünün koşullarına ilişkin TBK m. 106/1’de: “Yapma veya verme edimi gereği gibi
kendisine önerilen alacaklı, haklı bir sebep olmaksızın onu kabulden veya borçlunun borcunu ifa
edebilmesi için kendisi tarafından yapılması gereken hazırlık fiillerini yapmaktan kaçınırsa,
temerrüde düşmüş olur” düzenlemesine yer verilmiştir.
381
Bir şeyin teslimine ilişkin edimlerde alacaklının temerrüde düşmesi halinde, borçlunun şeyi tevdi
hakkı TBK m. 107’de, belirli koşullar altında şeyi satma ve bedelini tevdi hakkı TBK m. 108’de, diğer
edimlerde sözleşmeden dönme hakkı ise TBK m. 110’da düzenlenmiştir.
382
TBK m. 111’de yalnızca borçlunun tevdi ve sözleşmeden dönme hakkından bahsediliyorsa da
öğretide TBK m. 108’deki koşulların bulunması şartıyla satış hakkının da gündeme geleceği kabul
edilmektedir. Oğuzman/Öz, C. I, s. 376.
383
Aynı yönde; Gündoğdu, a.g.e., s. 339.
384
Bkz.: yuk. s. 33-34.

91
çıkmasıyla alacaklıyı ilişkilendirmek mümkün değildir. Bu nedenle buradaki
imkânsızlıktan sırf alacaklıyı sorumlu tutmak mümkün değildir. Öğretide bu
boşluğun eser sözleşmelerine ilişkin TBK m. 485/1’in385 kıyasen uygulanmasıyla
çözülmesi gerektiği savunulmaktadır. Bu halde borçlu en azından edimi ifa
edebilmek maksadıyla giriştiği faaliyetlerin yol açtığı masrafları alacaklıdan talep
edebilmelidir386. Bu çözüm kanaatimizce de uygundur.

3. Hem Alacaklının Hem de Borçlunun Sorumlu Olduğu Sonraki


İmkânsızlık
Sonraki imkânsızlıktan hem alacaklının hem de borçlunun birlikte sorumlu
olmaları ihtimali de mevcuttur387. Bu halde tarafların birbirlerine karşı olan hak ve
yükümlülükleri TBK m. 114/2’nin haksız fiillere yaptığı atıf nedeniyle388, TBK m.
52/1’e göre belirlenmelidir389. TBK m. 52/1 hükmü: “Zarar gören, zararı doğuran
fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut
tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir
veya tamamen kaldırabilir”şeklindedir.
Bu hüküm doğrultusunda hâkim, tazminat miktarını indirirse, alacaklı hâkimin
hükmettiği tazminat miktarı dışında kalan zararlarına bizzat katlanır, yani sonraki
imkânsızlıktan kısmen sorumlu olur. Eğer hâkim, tazminatı tamamen kaldırırsa,
alacaklı tüm zarara tek başına katlanmak zorunda kalır. Bu ise alacaklının sonraki
imkânsızlıktan tek başına sorumlu olduğu anlamına gelmektedir.

385
“İş sahibi yüzünden ifanın imkânsızlaşması” başlıklı bu hüküm: “Eserin tamamlanması, iş sahibi ile
ilgili beklenmedik olay dolayısıyla imkânsızlaşırsa yüklenici, yaptığı işin değerini ve bu değere
girmeyen giderlerini isteyebilir” şeklindedir.
386
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 159-160; Altunkaya, a.g.e., s. 216; Gündoğdu, a.g.e., s. 364.
387
Bu durum BGB’de açıkça düzenlenmemiş olduğu gibi sonucunun ne olması gerektiği de Alman
öğretisinde tartışmalıdır. Bu hususta ayrıntılı bilgi için bkz.: Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s.
143; Weiler, a.g.e., s. 313.
388
TBK m. 114/2’ye göre “Haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümler, kıyas yoluyla sözleşmeye
aykırılık hâllerine de uygulanır” Haksız fiil hükümlerinin kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık hallerine
uygulanması hususunda ayrıntılı bilgi için bkz.: Hans - Ulrich Brunner, Die Anwendung
deliktsrechtlicher Regeln auf die Vertragshaftung, Freiburg Schweiz, Universitätverlag, 1991, s. 3
vd.
389
Honsel/Vogt/Wiegand, s. 561; Erzurumluoğlu, Edimin Yerine Getirilmemesi, s. 46; Serozan, İfa
ve Engelleri, s. 179, 204-206.

92
VII. TAM İMKÂNSIZLIK - KISMİ İMKÂNSIZLIK
İmkânsızlık son olarak tam ve imkânsızlık olarak ikiye ayrılmaktadır. Bu ayırım
edimin ifasının tamamen mi yoksa kısmen mi mümkün olup olamadığına
dayanmaktadır. Borçlanılan edimin ifa imkânının tümden ortadan kalktığı haller tam
imkânsızlık, ifa imkânının kısmen ortadan kalktığı haller ise kısmi imkânsızlık olarak
tanımlanmıştır390.
Kısmi imkânsızlık bu çalışmanın asıl konusu olduğundan aşağıda ayrı bir
başlık altında incelenecektir.

4. KISMÎ İMKÂNSIZLIK KAVRAMI VE KISMİ


İMKÂNSIZLIK BAKIMINDAN TEMEL KAVRAMLAR

I. GENEL OLARAK KISMİ İMKÂNSIZLIK KAVRAMI


Kısmi imkânsızlık, başlangıçtaki imkânsızlık bakımından TBK m. 27/2’de,
borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlık bakımından ise TBK m. 137’de
düzenlenmiş, ancak TBK’da kısmi imkânsızlığa ilişkin hiçbir tanıma yer
verilmemiştir.
Öğretide ise borçlanılan edimin ifa imkânının tümden ortadan kalktığı haller
tam imkânsızlık, ifa imkânın kısmen ortadan kalktığı haller ise kısmi imkânsızlık
olarak tanımlanmıştır391. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere tam veya kısmi
imkânsızlık, edimin konu itibariyle tamamen veya kısmen ifa edilip edilemeyeceğine
ilişkindir. Yani kısmi imkânsızlık, edimin konu yönünden bölünüp bölünemeyeceği
ile ilgilidir. Zira ancak bölünebilen edimlerin kısmi imkânsızlığı ve dolayısıyla kısmi
ifası söz konusu olabilir392. Bölünemeyen edimlerin ise kısmen ifa edilmeleri

390
Huguenin, a.g.e., s. 97; Dural, Kavram, s. 37; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 90; Altunkaya,
a.g.e., s. 127, 131; Topuz/Canbolat, AÜHFD, s. 680; Kurşat, İmkansızlık, s. 757; Eren, Borçlar
Genel, s. 1041; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 101; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 158; Medicus/Lorenz,
a.g.e., s. 192; Weiler, a.g.e., s. 220; Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 135; Schlechtriem, a.g.e.,
s. 152; Hütte/Hütte, a.g.e., s. 133, Joussen, a.g.e., s. 140, Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 192-193;
Palandt, a.g.e., s. 356-357.
391
Bkz.: yuk. s. 93, dn. 390.
392
Eren, Borçlar Genel, s. 109, 1041; Tunç, a.g.e., s. 110; Altunkaya, a.g.e., s. 127-128, 131; Dural,
Kavram, s. 37; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 90; Topuz/Canbolat, a.g.e., s. 680; Kurşat,
İmkansızlık, s. 757; Gündoğdu, a.g.e., s. 114, Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 910;
Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 77; Weiler, a.g.e., s. 220; Palandt, a.g.e., s. 357; Brox/Walker a.g.e., s. 220;
Fehre, a.g.e., s. 181.

93
mümkün değildir. Bu tür edimler ya tam olarak ifa edilir ya da hiç ifa edilmezler.
Dolayısıyla bu tür edimlerde yalnızca tam imkânsızlık söz konusu olabilir393.
Gerek başlangıçtaki gerekse sonraki imkânsızlığın tam veya kısmi olarak
ortaya çıkması mümkündür. Başlangıçtaki imkânsızlık bakımından kısmi imkânsızlık
TBK m. 27/2’de düzenlenmiştir. Bu hüküm: “Sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir
kısmının hükümsüz olması, diğerlerinin geçerliliğini etkilemez. Ancak, bu hükümler
olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, sözleşmenin tamamı kesin
olarak hükümsüz olur”şeklindedir.
Borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık bakımından ortaya çıkan kısmi
imkânsızlık ise, alacaklının -kural olarak- kısmi ifayı kabul etmek zorunda
olmamasından dolayı bazı özellikler göstermektedir. Edim, kısmen imkânsızlaştığı
için alacaklı kendisine yapılan kısmi ifa teklifini kabul etmeyebilir. Zira TBK m.
84/1’de: “Borcun tamamı belli ve muaccel ise, alacaklı kısmen ifayı reddedebilir”
şeklinde bir düzenleme yapılmıştır. Bu halde kısmi ifayı reddeden alacaklı, tüm borç
için TBK m. 112’ye göre tazminat talep edebilir. Eğer alacaklı kendisine yapılan
kısmi ifa teklifini kabul ederse borç, ifa edildiği kısmı için sorunsuz bir biçimde sona
erer. Ancak imkânsızlaşan kısım için borçlunun TBK m. 112’den doğan sorumluluğu
devam eder394.
Alacaklının kısmi ifayı kabul etmek zorunda olmadığı TBK m. 84/1’de açıkça
düzenlenmişse de öğretide, alacaklının, alacaklı temerrüdüne (veya ifayı kabul etmek
yükümlülüğü altında ise borçlu temerrüdüne)395 düşmeksizin kısmi ifayı

393
Eren, Borçlar Genel, s. 109.
394
Bkz.: aş. s. 256 vd.
395
Hiç kimse bir hakkı kullanmaya mecbur tutulamayacağından, kendisine sunulan edime uygun ifayı
kabul etmeyen bir alacaklı, yalnızca hakkını kullanmayan bir kişi konumundadır. Kural olarak hiç
kimse bir hakkını almaya veya kullanmaya mecbur olmadığı için, kaçınması halinde hiçbir
sorumluluk altına girmez ve özellikle kendisinden tazminat talep edilemez. Bu halde kendisine
sunulan edime uygun ifayı kabul, alacaklı bakımından yalnızca bir külfet teşkil eder. Eren, Borçlar
Genel, s. 1011-1012; Oğuzman/Öz, C. I, s. 366-367; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s.
841-842; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 145; Serozan, Özel, s. 168-169; Ayan, Borçlar Genel, s. 331;
Gümüş, Kısmi İfa, s. 619.Fakat bazı hallerde edime uygun ifayı kabul, sadece bir hak değil, aynı
zamanda bir borç teşkil ediyorsa ifayı kabulden kaçınma sadece hakkını almama değil, bizzat kendi
borcuna aykırı davranma oluşturur. Bu hallerde edime uygun ifayı kabulden kaçınan alacaklı hem
alacaklı hem de borçlu temerrüdüne düşmüş olur. Oğuzman/Öz, C. I, s. 367; Kılıçoğlu, Genel
Hükümler, s. 672; Nomer, Genel Hükümler, s. 302. Bir taraf hem alacaklı hem de borçlu
temerrüdüne düşmüşse karşı tarafın dilediği hükümlere başvurabileceği kabul edilmektedir.
Oğuzman/Öz, C. I, s. 367; Nomer, Genel Hükümler, s. 302. “Alıcı, satış sözleşmesinde
kararlaştırılmış olduğu biçimde satış bedelini ödemek ve kendisine sunulan satılanı devralmakla
yükümlüdür” diyen TBK m. 232/1, satış sözleşmesinde alıcının satılanı teslim almakla yükümlü olup

94
reddedemeyeceği bazı hallerden de bahsedilmektedir. Bu hallerde kısmi ifa, edimin
bir kısmının imkânsızlığı nedeniyle yapılacaksa, alacaklının yine de kısmi ifayı kabul
etmek zorunda olup olmadığı ayrıca üzerinde durulması gereken bir husustur396.
Borçlunun sorumlu olmadığı sonraki kısmi imkânsızlık ise TBK m. 137’de
düzenlenmiştir. EBK döneminde mevcut olmayan bu hüküm ilk kez 2011 yılında
yürürlüğe giren TBK ile sistemimize dâhil olmuştur. Bu hükme göre: “Borcun ifası
borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle kısmen imkânsızlaşırsa borçlu,
borcunun sadece imkânsızlaşan kısmından kurtulur.
Ancak, bu kısmi ifa imkânsızlığı önceden öngörülseydi taraflarca böyle bir
sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, borcun tamamı sona erer.Karşılıklı
borç yükleyen sözleşmelerde, bir tarafın borcu kısmen imkânsızlaşır ve alacaklı kısmi
ifaya razı olursa, karşı edim de o oranda ifa edilir. Alacaklının böyle bir ifaya razı
olmaması veya karşı edimin bölünemeyen nitelikte olması durumunda, tam
imkânsızlık hükümleri uygulanır.”.

II. KISMİ İMKÂNSIZLIK BAKIMINDAN TEMEL KAVRAMLAR

A. Genel Olarak
Bir edimin konu yönünden kısmen ifa edilememesi halinde kısmi imkânsızlık
ortaya çıkar. Bu halde kısmi imkânsızlığın gerçekleşebilmesi için ilk olarak edim
bölünebilir bir nitelikte olmalıdır.
Tarafların sözleşmede kararlaştırmış oldukları edim bölünebiliyorsa, bu edimin
bir kısmının ifası imkânsızlaşmışsa ve bu imkânsızlığın tam imkânsızlık yarattığı

olmadığı hususunda büyük bir tartışma yaratmıştır. Öğretideki bir fikre göre burada kanunun
lafzından hareket edilerek gerçek anlamda bir borcun söz konusu olduğu ve kendisine sunulan satım
konusunu kabul etmeyen alıcının borçlu temerrüdüne düştüğü kabul edilmelidir. Bu sayede satıcı,
özellikle ticari satış sözleşmelerinde, çok daha iyi korunabilecektir. Tandoğan, C. I/1, s. 209; Mustafa
Reşit Karahasan, Türk Borçlar Hukuku: Özel Hükümler, 4 C., İstanbul, Beta, 2002, C: I, s. 89-90.
Aral/Ayrancı, a.g.e., s. 181-182; Gümüş, C. I, s. 143; Yavuz/Acar/Özen, a.g.e., s. 216-217;
Gündoğdu, a.g.e., s. 333. Alman hukukunda bu görüşte; Dieter Medicus, Schuldrecht II: Besonderer
Teil, 13. bs., München, C. H. Beck, 2006. Bu husustaki bir diğer fikir ise, alıcının sadece edime uygun
ifayı kabul etme külfetinin bulunduğunu, bu külfetin yerine getirilmemesi halinde alıcının yalnızca
alacaklı temerrüdüne düşeceğini -kanaatimizce de haklı olarak- savunmaktadır. Ancak tarafların
sözleşmede alıcının satım konusunu devralma yükümlülüğünü açık bir biçimde kararlaştırabilecekleri
ve bazı hallerde somut olayın özelliği gereği devralmanın alıcı bakımından bir borç olduğunun kabul
edilebilmesi de mümkündür. Eren, Borçlar Özel, s. 199-200; Serozan, Özel, s. 168-169.
396
Bugörüşümüz çalışmanın 3. Bölümde ayrıntısıyla inceleneceğinden, burada daha fazla üzerinde
durulmayacaktır Bkz.: aş. s. 259 vd.

95
varsayılmıyorsa, borçlunun gerçekleştireceği ifa, kısmi ifa olacaktır. Bu nedenle
kısmi ifa da, kısmi imkânsızlık bakımından temel kavramlardan biridir.

B. Bölünebilen Edim

1. Genel Olarak
Maddi bir varlığa sahip olan edimler,bölünebilir olup olmadıklarına göre
ayırıma tabi tutulurlar. Edim konusunu oluşturan şey,niteliğinde bir değişiklik veya
değerinde önemli bir azalma olmaksızın parçalara bölünebiliyorsa, buna bölünebilen
edim adı verilir. Buna karşın edim, bölündüğü zaman niteliğinde bir değişme veya
değerinde önemli bir azalma meydana gelecekse, buna bölünemeyen edim adı
verilir397.
Gerek bölünebilen gerekse bölünemeyen edimlerin ifası imkânsız olabilir.
Ancak yalnızca bölünebilen edimlerde kısmi imkânsızlıkla karşılaşmak mümkündür.
Bölünmesi mümkün olmaya edimlerde ise nitelikleri gereği kısmiimkânsızlık söz
konusu olmaz. Bu tür edimler ya tamamen ifa edilirler ya da ifaları tamamen
imkânsız hale gelir.Ayrıca edim bölünebilir olduğu için kısmen imkânsızlaşsa da,
bazı hallerde tam imkânsızlığın bulunduğu varsayılır.
Aşağıda öncelikle maddi bir varlığa sahip olan edimin fiilen bölünebilirliği,
ardından da fiilen bölünebilir olmasına rağmen kısmi imkânsızlık sonucunu
doğurmayan edimler incelenecektir.
Ancak tüm edim konuları maddi bir varlığı olan; yani konusu eşya398 olan ve
verme borcunun konusunu oluşturan edimlerden ibaret değildir. Bu nedenle son
olarak yapma ve yapmama edimlerinin bölünebilme imkânlarına da değinilecektir.

2. Edimin Madden (Fiilen) Bölünebilirliği


Bölünebilir edim deyince akla gelen ilk şey, bir edimin madde itibariyle
bölünebilme imkânına sahip olmasıdır. Günümüz teknolojisine bakıldığında

397
Bkz.: yuk. s. 25, dn. 94.
398
Türk hukuku bakımından eşya, üzerinde bireysel hâkimiyet sağlanabilecek, ekonomik bir değer
taşıyan, kişi ve hayvanlar dışındaki cismani varlıklardır. Bu halde bazı hukuk düzenlerinde gayri
maddi eşya adı verilen fikir ve sanat eserleri bizim hukukumuzda eşya kavramı dışında kalır. Ancak
fikir ve sanat eserleri üzerindeki hak da mülkiyet hakkı gibi mutlak bir haktır. Oğuzman/Seliçi/Oktay-
Özdemir, Eşya, s. 6; Serozan, Eşya, s. 72-74; Sirmen, Eşya, s. 5-13; Fikret Eren, Mülkiyet Hukuku,
Ankara, Yetkin, 2011, s. 51-52 (Mülkiyet); Ünal/Başpınar, Kısmi Butlan, s. 65-72; Esener/Güven,
a.g.e., s. 37-38.

96
nesnelerin atomlarınakadar parçalanabileceği görülmektedir. Ancak burada bölünme
ile kastedilen, edimin değerinde ve niteliğinde önemli bir değişme olmaksızın
parçalara ayrılma imkânıdır. Yani burada önemli olan edimin fiziki olarak
bölünebilirliği değil, hukuki yönden bölünme imkânına sahip olup olmadığıdır399.
Bu noktada canlı bir atın teslimi borçlanılmışsa, bunun bölünerek kısım kısım
ifa edilemeyeceği açıktır. Yine belirli bir cep telefonunun veya arabanın satımında,
bu edimler, parçalara ayrılarak kısım kısım ifa edilemezler. Genel olarak, alıcının
temel amacı, cep telefonunu veya arabayı oluşturan birden çok basit eşyaya400 ayrı
ayrı sahip olmak değil, bu eşyaların belirli bir fonksiyonu yerine getirmek amacıyla
birleştirilmesinden oluşan ve bağımsız bir eşya haline gelen bileşik eşyaya401, yani
tam olarak cep telefonuna veya arabaya sahip olmaktır. Bu nedenle kendi bağımsız
varlıklarını yitirerek başka bir eşyanın oluşması amacıyla bir araya getirilen basit
eşyaların, yani bütünleyici parçaların (TMK m. 684)402 bölünebilirliğinden söz
etmek mümkün olmaz. Zira bütünleyici parçaların asıl eşyadan ayrılmaları, asıl
eşyaya zarar vermektedir ve asıl eşyadan ayrılan bütünleyici parçalar tek başlarına
bağımsız birer eşya haline gelmektedir403.
Bileşik eşyanın yanı sıra bir de ekonomik bir bütünlük arzetmek ve ortak bir
amaç gerçekleştirmek üzere, ancak bağımsızlıklarını yitirmeksizin bir araya getirilen
birden fazla eşya da söz konusu olabilir. Bu tür eşyalar eşya birliği, eşya topluluğu

399
Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Eşya, s. 11; Ünal/Başpınar, a.g.e., s. 79-80; Sirmen, Eşya, s. 17;
Krüger, a.g.e., s. 742; Emmerich, a.g.e., s. 66.
400
Basit (yalın) eşya, dışarıdan hiçbir şey eklenmeksizin tek başına var olan eşyadır. Bir ağaç veya bir
at örneğinde olduğu gibi bu tür eşyalar ve eşya benzerleri tabiatta kendiliklerinden bulunabilecekleri
gibi, bir altın bilezik veya bir cam bardak gibi suni bir şekilde insan eliyle de yaratılmış olabilirler.
Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Eşya, s. 9; Serozan, Eşya, s. 75; Sirmen, Eşya, s. 25; Eren,
Mülkiyet, s. 53-54; Ünal/Başpınar, a.g.e., s. 75; Esener/Güven, a.g.e., s. 41.
401
Bileşik eşya, birden çok basit eşyanın birbirinden ayrılamaz şekilde birleşmesinden meydana gelen
ve bağımsız bir varlık teşkil eden eşyadır. Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Eşya, s. 9; Sirmen, Eşya,
s. 25; Serozan, Eşya, s. 75; Eren, Mülkiyet, s. 54; Ünal/Başpınar, a.g.e., s. 75; Esener/Güven, a.g.e.,
s. 41.
402
TMK m. 684/2’de “Bütünleyici parça, yerel âdetlere göre asıl şeyin temel unsuru olan ve o şey yok
edilmedikçe, zarara uğratılmadıkça veya yapısı değiştirilmedikçe ondan ayrılmasına olanak
bulunmayan parçadır” düzenlemesine yer verilmiştir. “Doğal ürünler” başlıklı TMK m. 685’de ise
TMK m. 684/2’deki koşulların gerçekleşmesi aranmaksızın kanun gereği bütünleyici parça sayılan
şeyler düzenlenmiştir. Bu hükme göre: “Bir şeyin maliki, onun ürünlerinin de maliki olur.
Ürünler, dönemsel olarak elde edilen doğal veya hukukî ürünler ile bir şeyin özgülendiği amaca göre
âdetler gereği ondan elde edilmesi uygun görülen diğer verimlerdir.
Doğal ürünler asıl şeyden ayrılıncaya kadar onun bütünleyici parçasıdır.”.
403
Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Eşya, s. 9, 242, 244; Serozan, Eşya, s. 225; Sirmen, Eşya, s. 287;
Eren, Mülkiyet, s. 63; Esener/Güven, a.g.e., s. 219.

97
veya birlikte eşya olarak adlandırılmaktadır404. Birbirine karşı eşit önemde olan ve
aralarında sıkı bir ilişki bulunan bu eşyalara bir çift küpe, ayakkabı veya koşum atı
örnek olarak gösterilebilir. Bu eşyalar bağımsız varlığa sahip oldukları için ayrı ayrı
ayni hak konusu olsalar da405, borç sözleşmeleri bakımından bir çift ayakkabının,
küpenin veya koşum atının yalnızca tek eşinin ifası, diğer eş de ifa edilmediği sürece
hiçbir anlam taşımamaktadır. Bu nedenle bu tür eşyalar fiziki açıdan bölünebilseler
de, borç sözleşmeleri bakımından özellik gösterdikleri ve bu tür eşyalardan birinin
imkânsızlığa uğraması halinde, genellikle, diğeri veya diğerlerinin de imkânsızlığa
uğradığı kabul edilmelidir.
Yine ekonomik bir bütünlük teşkil etmek amacıyla bir araya getirilen
eşyalardan biri asıl fonksiyona sahip olup da, diğerleri bu eşyanın korunmasına,
bakımına veya işletilmesine tahsis edilmişse bu halde asıl eşya ve onun
eklentilerinden bahsedilmiş olur (TMK m. 686). Gözlük asıl eşyayı teşkil ederken,
gözlük kabı veya gözlük temizleme bezi onun eklentilerini oluşturur406. Eklenti ile
asıl eşya arasında bir bağlılık bulunsa da, bu bağlılık asıl eşya ve bütünleyici parça
arasındaki kadar sıkı değildir. Bütünleyici parçanın hukuki kaderi daima asıl eşyanın
hukuki kaderine bağlıyken, eklenti, yalnızca kural olarak, asıl eşyanın hukuki
kaderini takip eder. Zira asıl eşya üzerinde yapılacak tasarruf işlemlerinde, eklenti,
bu işlemden hariç tutulabilir. Ancak tarafların eklenti üzerinde hiç durmaksızın asıl
eşya üzerinde yapmış oldukları tasarruf işlemleri eklentiyi de kapsamına almaktadır
(TMK m. 686). Sonuç olarak, asıl eşyadan bağımsız bir varlığa sahip olan eklenti
üzerinde ayrı bir hak mevcuttur407. Ancak eklentinin de borç sözleşmeleri
bakımından özellik gösterdiği haller söz konusu olabilir. İmkânsızlık bakımından bir
değerlendirme yapılacak olursa; eklenti hariç tutulmayıp da asıl eşya ile birlikte bir
tasarruf işlemine konu edilmiş, ancak asıl eşya imkânsızlığa uğramışsa, bu halde
eklenti de imkânsızlığa uğramış gibi bir sonuca varılmalıdır. Zira ekonomik bir
bütünlük teşkil etmek amacıyla bir araya getirilen bu eşyalardan asıl eşya temel
404
Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Eşya, s. 9; Sirmen, Eşya, s. 26; Serozan, Eşya, s. 219; Eren,
Mülkiyet, s. 52; Ünal/Başpınar, a.g.e., s. 75; Esener/Güven, a.g.e., s. 41.
405
Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Eşya, s. 10; Sirmen, Eşya, s. 26; Serozan, Eşya, s. 219; Eren,
Mülkiyet, s. 52; Ünal/Başpınar, a.g.e., s. 75-76, 77; Esener/Güven, a.g.e., s. 41.
406
Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Eşya, s. 9, 246-247; Serozan, Eşya, s. 76, 219; Sirmen, Eşya, s.
27; Eren, Mülkiyet, s. 71; Ünal/Başpınar, a.g.e., s. 77; Esener/Güven, a.g.e., s. 219-220.
407
Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Eşya, s. 250; Serozan, Eşya, s. 219-229, 228; Sirmen, Eşya, s.
293; Eren, Mülkiyet, s. 73; Ünal/Başpınar, a.g.e., s. 77; Esener/Güven, a.g.e., s. 222.

98
fonksiyona sahiptir. Eklenti ise, sadece bu eşyanın korunmasına, bakımına veya
işletilmesine tahsis edilmiştir. Ancak yalnızca eklentinin imkânsızlığa uğramış
olduğu hallerde asıl eşyanın da mutlaka imkânsızlığa uğradığını söylemek mümkün
değildir. Zira asıl eşya eklenti olmadan da tek başına bir fonksiyona ve ekonomik
işleve sahiptir.
Eşya vasfını taşımayan birden fazla nesnenin bir araya gelerek oluşturduğu
eşya ise bir miktar eşya olarak nitelendirilmektedir. Bu tür eşyanın en klasik
örnekleri bir miktar (bir kilo veya bir ton) pirinç veya diğer hububatlardır. Zira
maddi bir varlığa sahip olsa da, tek bir pirinç tanesi ekonomik yönden hiçbir değer
arz etmediğinden408tek başına eşya olarak kabul edilmemekte, ancak ihtiyaca
yetecek kadar pirinç tanesinin bir araya gelmesiyle oluşan bütün, eşya olarak kabul
edilmektedir. Bu nedenle bu tür eşyaların bölünebileceğini söylemek mümkündür.
Ancak bölünme imkânı bakımından da bir sınırı vardır. Bir kilo pirinci de tane tane
bölmek mümkün değildir, zira bir pirinç tanesi-kural olarak- eşya vasfını
taşımamaktadır409.
Alışverişte sayma, tartma veya ölçme ile belirli hale gelen misli eşyaların
bölünebilmesi ise nitelikleri icabı mümkündür. Misli eşyalar çoğu zaman cins
borçlarına konu olmakta410 ve edimin bölünebilme imkânı da genellikle cins
borçlarında ortaya çıkmaktadır. Örneğin 100 kilo portakalın 50’şer kilo olarak iki
seferde veya 10’ar kilo olarak 10 seferde ifası söz konusu olabilir. Yine para
borçlarının da bölünerek ifa edilmeleri mümkündür. Ancak daha önce de
belirttiğimiz gibi411, çeşit ve para borçlarında imkânsızlıkla karşılaşma ihtimali
neredeyse mümkün değildir.

408
Ünal/Başpınar, a.g.e., s. 79-90; Sirmen, Eşya, s. 17; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Eşya, s. 11.
Ancak Minyatür sanatçısı Hasan Kale pirinç tanesi üzerine İstanbul’un tarihi siluetini resmetmeyi
başarmıştır. www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/573610-sineğin-kanadindaki-istanbul-galeri.
(Erişim tarihi: 13.04.2015). Nadide bir sanat eseri olan bu pirinç tanelerinin her biri eşya niteliğini
taşır. Ünal/Başpınar, a.g.e., s. 76.
409
Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Eşya, s. 9; Ünal/Başpınar, a.g.e., s. 76.
410
Ancak cins borcu ve parça borcu ayırımı tarafların iradeleriyle ortaya çıkan bir ayırım olduğundan
gayri misli eşyalar da cins borcunun konusunu teşkil edebilir. Selahattin Sulhi Tekinay, Sermet
Akman, Haluk Burcuoğlu, Atilla Altop,Tekinay Eşya Hukuku C: I, 5. bs., İstanbul, Filiz Kitapevi,
1989, s. 27; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Eşya, s. 10; Serozan, Eşya, s. 74; Sirmen, Eşya, s. 15;
Ünal/Başpınar, a.g.e., s. 77-78; Ertaş, a.g.e., s. 56.
411
Bkz.: yuk. s. 18-19.

99
3. Fiilen Bölünebilmesine Rağmen Kısmi İmkânsızlık Sonucunu
Doğurmayan Edimler
Bazı edimler fiilen bölünebilme imkânına sahip olsalar da, kısmi imkânsızlık
sonucunu yaratmazlar.
Bu hallerin ilki cins ve para borçları açısından ortaya çıkmaktadır. Aslında
edimin bölünebilme imkânı, cins ve para borçlarında daima mevcuttur. Örneğin 100
kilo portakalın 50’şer kilo olarak iki seferde veya 10’ar kilo olarak 10 seferde
kısmen ifası söz konusu olabilir. Yine para borcu da her zaman bölünerek ifa
edilebilir. Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi412, cins borçlarında, o cins
yeryüzünden tükenmedikçe borçlunun tedarik ve sağlama borcunun varlığı
nedeniyle, imkânsızlıkla karşılaşma ihtimali oldukça düşüktür. Para borçlarında ise
aynı nedenle imkânsızlıkla karşılaşmak asla söz konusu olmaz. Bu halde cins ve
para borçları ister tamamen isterse kısmen ifa edilemeyecek hale gelsin, ne tam ne
de kısmi imkânsızlık gündeme gelmez.
Bazı hallerde ise, edim bölünebilir olduğu için kısmen imkânsızlaşsa da, ortada
tam imkânsızlığın bulunduğu kabul edilir. Bu kabul, tarafların iradelerine veya
sözleşmenin amacına bakılarak yapılmakta413 ve daha önce de belirttiğimiz gibi
genellikle birlikte eşyalarla, asıl eşyanın eklentiye sahip olduğu hallerde ortaya
çıkmaktadır.

4. Yapma ve Yapmama Edimlerinin Bölünebilirliği


Maddi bir varlığa sahip olmayan ve verme borcunun dışında kalan yapma ve
yapmama edimlerinin bölünebilir olup olmadıkları öğretide tartışmalıdır.
Öğretideki bir görüş, verme borcu dışındaki yapma ve yapmama borçları
bakımından edimin niceliğinden bahsedilemeyeceği için bu tür borçlarda bölünebilir
veya bölünemez ayırımının yapılamayacağını ileri sürmektedir414.
Buna karşın yapmama borçlarının konusunu oluşturan edimlerinin nitelikleri
itibariyle bölünemeyen edimler olduğu415, yapma borçlarının konusunu oluşturan

412
Bkz.: yuk. s. 18-19.
413
Bucher, AT, s. 242; Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 601; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 115; Dural,
Sonraki İmkansızlık, s. 91-92; Dural, Kavram, s. 38-39; Altunkaya, a.g.e., s. 128, 132; Eren,
Borçlar Genel, s. 109, 1042; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 159, Gündoğdu, a.g.e., s. 114.
414
Mustafa Alper Gümüş, “Kısmi İfa”, Prof. Dr. Fahiman Tekil’in Anısına Armağan, İstanbul,
Beta, 2003, s. 605 (Kısmi İfa).

100
edimlerin bölünebilir olup olmadıklarının tespitinde ise edim fiilinin mi yoksa edim
sonucunun mu borçlanılmış olduğuna göre bir değerlendirme yapılması gerektiği de
ileri sürülmektedir416. Yalnızca edim fiilinin borçlandığı, yani borçlunun sonuçtan
sorumlu olmadığı hallerde tek bir davranış söz konusu ise, edimin bölünemez
olduğu, birden fazla davranışın söz konusu olduğu hallerde ise, edimin bölünebilir
olduğu kabul edilmektedir. Buna göre bir by-pass ameliyatı yapmayı taahhüt eden
hekimin borcunun bölünemez nitelikte olduğu söylenebilirken; altı ay sonra
yapılacak üniversite giriş sınavına hazırlanan öğrenciye, haftada bir kez ders vermeyi
üstlenen öğretmenin borcunun bölünebileceği sonucuna varılmalıdır. Borçlunun
edim sonucunu da sağlamayı üstlendiği hallerde ise, hedeflenen sonuç göz önünde
bulundurulduğunda başarılamayan faaliyet tek başına bir değer ifade etmiyorsa
edimin bölünemez olduğu, aksi halde bölünebilir olduğu ileri sürülmektedir. Bu
halde müvekkili adına uzaktan kumandalı bir model arabayı satın almayı taahhüt
eden vekilin borcunun bölünemez olduğu söylenebilir. Zira uzaktan kumandası
olmayan bir model arabanın satın alınarak müvekkile teslim edilmesi, bu borcun ifa
edildiği anlamına gelmez.Ancak aynı örnekte vekilin borcu, 100 kilo basimati pirinci
müvekkili adına satın alarak ona teslim etmesi olsaydı, bu borcun bölünebilir olduğu
kabul edilebilirdi.

C. Kısmi İfa
Tarafların sözleşmede kararlaştırmış oldukları edim bölünebiliyorsa, bu edimin
bir kısmının ifası imkânsızlaşmışsa ve bu imkânsızlığın tam imkânsızlık yarattığı
varsayılmıyorsa, borçlunun gerçekleştireceği ifa, kısmi ifa olur. Bu nedenle kısmi ifa
da, kısmi imkânsızlık bakımından temel kavramlardan biridir.

415
Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 601; Eren, Borçlar Genel, s. 109, 1042; Oğuzman/Öz, C. I, s. 285,
Gündoğdu, a.g.e., s. 114-115.
416
Gündoğdu, a.g.e., s. 115 dn. 211’den naklen Wilhelm Kisch, Die Wirkungen der nachträglich
eintretenden Unmöglichkeit der Erfüllung bei gegenseitigen Verträgen nach den Bürgerlichen
Gesetzbuches für das Deutsche Reich, Jena, 1900, s. 162. Oser ve Schönenberg ise istisnalarını
belirtmeksizin yapma borçlarının -kural olarak- bölünemez olduğunu bildirmekle yetinmişlerdir.
Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 601.

101
İfa, borçlanılan edimin yerine getirilmesi olarak tanımlandığından417, kısmi ifa
da, borçlanılan edimin konu itibariyle kısmen yerine getirilmesidir şeklinde
tanımlanabilir418.

1. Başlangıçtaki imkânsızlıkta
Başlangıçtaki imkânsızlık bakımından, sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir
kısmının hükümsüz olması, bu hükümler olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı
açıkça anlaşılmadığı sürece, diğer hükümlerin geçerliliğini etkilemez (TBK m.
27/2). Örneğin sınırlı çeşit (stok) borcu söz konusu ise ve sözleşmenin kurulduğu
anda, edimin ifası kısmen imkânsız bulunuyorsa, bu imkânsızlık -kural olarak-
edimin ifa edilebilir kısmının geçerliliğini etkilemez ve borçlu bu kısmı ifa etmekle
yükümlü olur. Ancak bu halde sözleşme yalnızca borcun ifa edilebilir kısmi
bakımından geçerli olduğu için, yapılacak olan ifaya kısmi ifa demenin bir anlamı
da yoktur.

2. Sonraki imkânsızlıkta

a. Borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlıkta


Borçlunun sorumlu olduğu sonraki kısmi imkânsızlık bakımından, alacaklı
kısmi ifayı kabul ederek, edimin ifa edilmeyen kısmı için TBK m. 112 uyarınca
tazminat talep edebilir. Ancak alacaklı-kural olarak- kısmi ifayı kabul etmek zorunda
olmadığından (TBK m. 84/1), bu yöndeki bir teklifi reddetme hakkına da sahiptir. Bu
halde kısmi ifayı reddetmek, alacaklıyı, bu kısım için dahi temerrüde (alacaklı veya
ifayı kabul etmek yükümlülüğü altında ise borçlu temerrüdüne) düşürmemektedir419.
İstisnai olarak alacaklının kısmi ifayı kabul etmek zorunda olduğu haller de
bulunmaktadır. Bu durumda alacaklının kısmi ifayı reddetmesi onun alacaklı (veya
ifayı kabul etme yönünde bir yükümlülüğü söz konusu ise borçlu) temerrüdüne
düşmesine neden olur. Ancak bu istisnai durumlardan birinin varlığı halinde dahi
kısmi ifa, kısmi imkânsızlık nedeniyle gerçekleşecekse alacaklının bu halde yine de
kısmi ifayı kabul etmek zorunda olup olmadığı üzerinde durulması gereken bir
husustur. Zira bu durumda edim, borçlunun sorumluluğunu gerektirecek şekilde

417
Bkz.: yuk. s. 29.
418
Eren, Borçlar Genel, s. 919; Gümüş, Kısmi İfa, s. 603; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 77.
419
Bkz.: aş. s. 259.

102
kısmen imkânsızlaşmasına rağmen alacaklı kısmi ifayı reddetme hakkından
mahrumdur. İleride kısmi imkânsızlığın doğurduğu hüküm ve sonuçlar incelenirken
bu mesele ayrıntılı olarak inceleneceği için, burada üzerinde fazla
durulmayacaktır420.

b. Borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlıkta


Borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlık TBK m. 137’de
düzenlenmiştir. Buna göre borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle
kısmen imkânsızlaşırsa borçlu, borcunun sadece imkânsızlaşan kısmından kurtulur.
Bu halde borçlu imkânsızlaşmayan kısmi ifa etmek zorunda kalır. Ancak, bu kısmi
ifa imkânsızlığı önceden öngörülseydi taraflarca böyle bir sözleşmenin
yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, borcun tamamı sona erer. Görüldüğü gibi burada
TBK m. 27/2’ye paralel bir düzenleme yapılmıştır.
Hükmün karşılıklı sözleşmelere ilişkin 2. fıkrasında ise, bir tarafın borcunun
kısmen imkânsızlaşması halinde ancak alacaklının kısmi ifaya razı olduğu hallerde,
borçlu kısmı ifada bulunacağı ve alacaklının da kendi edimini o oranda ifa edeceği
düzenlenmiştir. Ancak alacaklının böyle bir ifaya razı olmaması veya karşı edimin
bölünemeyen nitelikte olması durumunda, tam imkânsızlık hükümleri uygulanır ve
kısmi ifa söz konusu olmaz.

420
Bkz.: aş. s. 259 vd.

103
İKİNCİ BÖLÜM

BAŞLANGIÇTAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIK

5. BAŞLANGIÇTAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIK KAVRAMI

I. BAŞLANGIÇTAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIK

A. Genel Olarak
Başlangıçtaki imkânsızlık TBK m. 27/1’de düzenlenmiş, aynı hükmün 2.
fıkrasında ise kısmi imkânsızlığa değinilmiştir. “Kesin hükümsüzlük” başlıklı bu
hükme göre:“Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik
haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür.
Sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olması, diğerlerinin
geçerliliğini etkilemez. Ancak, bu hükümler olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı
açıkça anlaşılırsa, sözleşmenin tamamı kesin olarak hükümsüz olur.”.
Bu hükmün hemen öncesinde, TBK m 26’da “Sözleşme özgürlüğü” başlığı adı
altında, bir sözleşmenin içeriğinin, bu sözleşmenin taraflarınca, kanunda öngörülen
sınırlar içinde özgürce belirlenebileceği düzenlenmiştir. Her ikisi de “Sözleşmenin
içeriği” başlığı altında düzenlenen bu hükümler bize göstermektedir ki; başlangıçtaki
kısmi imkânsızlık sözleşme özgürlüğünü421 kısıtlayan hallerden biridir422, 423.

421
Hukuk sistemimiz kişilerin irade özgürlüğüne sahip olduğunu temel bir ilke olarak benimsemiştir.
Arzu Küçükyalçın, “Karşılaştırmalı Hukukta Sözleşme Özgürlüğünün Sınırlandırılması”, AÜHFD, C.
53, S. 4, 2004, s. 101; Hasan Erman, “Borçlar Hukukunda Akit Serbestisi ve Genel Olarak
Sınırlamaları”, İÜHFD, C. 38, S. 1-4, 1973, s. 601.Felsefi bir görüş olan irade özgürlüğü, kişilerin her
alanda özgürleştirilmesini ilke edinmiş ekonomik ve politik bir doktrindir.Vecdi Aral, “Hukukta İrade
Özgürlüğü”, İÜHFD, C. 48, S. 1-4, 1982-1983, s. 249-251. İrade özgürlüğünün borçlar hukuku
alanına yansıma şekli de sözleşme özgürlüğüdür. Bu ilke sayesinde kişiler borç ilişkilerini, hukuk
düzeninin sınırları içerisinde yapacakları sözleşmelerle özgürce düzenleyebilirler. Honsell, BT, s. 10;
Derya Ateş, Borçlar Hukuku Sözleşmelerinde Genel Ahlaka Aykırılık, Ankara, Turhan Kitapevi,
2007, s. 36-37, 38; Gül Doğan, Ön Sözleşme (Sözleşme Yapma Vaadi), İstanbul, YTÜHFY, 2006, s.
35; Eren, Borçlar Genel, s. 297-298, 300; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 363; Eren,
Borçlar Özel, s. 20, 49; Oğuzman/Öz, C. I, s. 24; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 501;
Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 32; Brox/Walker, a.g.e., s. 28; Weiler, a.g.e., s. 51. Sözleşme özgürlüğünün
sözleşme yapıp yapmama, sözleşmenin karşı tarafını seçme, sözleşmenin içeriğini, tipini veya şeklini
belirleme, sözleşmenin içeriğini değiştirme ve sözleşmeyi ortadan kaldırma gibi görünüm şekilleri
bulunmaktadır. Eren, Borçlar Özel, s. 49-51.

104
Başlangıçtaki kısmi imkânsızlığın da düzenlendiği TBK m. 27/2’de
sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olmasının, diğerlerinin
geçerliliğini etkilemeyeceği, ancak bu hükümler olmaksızın sözleşmenin
yapılmayacağı açıkça anlaşılıyorsa, sözleşmenin tamamının kesin hükümsüz olacağı
belirtilmişse de, burada, ne kısmi imkânsızlık kavramına ne de bunun ne ifade
ettiğine değinilmemiştir. Çalışmanın bu kısmında başlangıçtaki kısmi imkânsızlığa
ilişkin TBK m. 27/2’nin uygulanma koşulları incelenecek, ardından da kısmi
imkânsızlık kavramına değinilecektir.

B. Başlangıçtaki Kısmi İmkânsızlığa İlişkin TBK m. 27/2’nin Uygulanma


Koşulları

1. Genel Olarak
TBK m. 27/2’de sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz
olmasının, diğerlerinin geçerliliğini etkilemeyeceği düzenlenmiştir (c. 1). Bu hüküm
Roma hukukundan gelen “geçerli olmayan kısım geçerli olan kısma zarar vermez”
(utile non debet per inutile vitiari)424 kuralının günümüzdeki yansımasıdır425. Bu
halde sözleşme yalnızca kısmi kesin hükümsüzlük yaptırımına tabidir ve bu
422
Wolfgang Wendrich, Disharmonie zwishen den Nichtigkeiten des Vertrags nach Art. 20 OR
und Art. 26 des Bundesgesetzes über den Erwerb von Grundstücken durch Personen im
Ausland, Zürich, Schulthess, 1990, s. 19; Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 191; Bucher, AT, s. 238;
von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 247; Ziegler, a.g.e., s. 4; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 15; Altunkaya, a.g.e., s.
70, 153.
423
Modern hukuk sistemlerinde sözleşme özgürlüğü ilkesi her ne kadar temel bir ilke olarak
benimsenmiş olsa da, 20. yüzyılda yoğun bir biçimde yaşanan savaşlar ve devletlerin sosyal devlet
rolünü benimsemeleri, bu ilkenin yeniden ele alınarak değerlendirilmesine sebep olmuştur. Özellikle
bir sözleşmenin her iki tarafı da sözleşme özgürlüğüne sahip olmasına rağmen, örgütlülüğü ve
ekonomik gücü nedeniyle, içeriğini önceden tek başına belirlediği sözleşmeleri, ihtiyaçları nedeniyle
birçok kişiye koşulsuz olarak kabul ettirebilen teşebbüslerin ortaya çıkması, karşılarındaki kitlelerin
korunabilmesi adına kanun koyucuların bu meseleye yoğun bir biçimde müdahil olmalarına yol
açmıştır. Hans Giger, Geltungs- und Inhaltskontrolle Allgemeiner Geschaftsbedingungen, Zürich,
Schulthess, 1983, s. 22-23; Oğuzman/Öz, C. I, s. 164; Hasan Ayrancı, “Sözleşme Kurma
Zorunluluğu”, AÜHFD, C. 52, S. 3, 2003, s. 230 (Zorunluluk); Küçükyalçın, a.g.e., s. 110-114;
Antalya, Borçlar, s. 289-290; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 21-22; Serozan, Özel, s. 44-45; Nilgün Başalp,
“Sözleşme Özgürlüğünün Sözleşme Adaletinin Sağlanması Amacıyla Hâkimin Müdahalesi Yoluyla
Korunması: İçerik Denetiminin Hukuki Temelleri Hakkında Bazı Değerlendirmeler”, Prof. Dr. Şener
Akyol’a Armağan, İstanbul, Fili Kitapevi, 2011, s. 224-225, 227-229 (Sözleşme Özgürlüğü).20.
Yüzyılda, sözleşme özgürlüğüne önemli sınırlamalar getirilmiştir ve bu sınırlamalar günümüzde de
artarak devam etmektedir. Schwenzer, a.g.e., s. 160-161; Başalp, Sözleşme Özgürlüğü, s. 224, 226-
227; Ayrancı, Zorunluluk, s. 229-230; Oğuzman/Öz, C. I, s. 164; Eren, Borçlar Genel, s. 229-300;
Erman, a.g.e., s. 604-605; Küçükyalçın, a.g.e., s. 108; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s.
364; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 18, dn. 22; Reisoğlu, a.g.e., s. 133.
424
Erdoğmuş, a.g.e., s. 149.
425
Bülent Tahiroğlu, Roma Borçlar Hukuku, İstanbul, Der, 2005, s. 101.

105
hükümsüzlük türü öğretide basit veya yatay kısmi hükümsüzlük olarak
adlandırılmaktadır426. Ancak, bu hükmün devamında sözleşmenin hükümsüzleşen
kısmı olmaksızın yapılmayacağı açıkça anlaşılabiliyorsa, sözleşmenin tamamının
kesin hükümsüz olacağı da düzenlenmiştir (c. 2). Görüldüğü gibi kanun koyucu
burada sözleşmenin geçerli olan kısımlarının muhafazası lehine bir düzenleme
yapmıştır. Yani kısmi imkânsızlık halinde aslolan kısmi hükümsüzlüktür. Kısmi
imkânsızlığa rağmen tüm sözleşmenin kesin hükümsüz olması ise istisnai bir
durumdur427. Ancak sözleşmenin hükümsüzleşen kısmı olmaksızın yapılmayacağı
açıkça anlaşılabiliyorsa, sakatlık sözleşmenin yalnızca bir kısmına ilişkin olmasına
karşılık, tüm sözleşmenin kesin hükümsüzlüğe uğradığı kabul edilmektedir428.
Öğretide kesin hükümsüzlük yaptırımının kısmen uygulanabilmesi için olumlu ve
olumsuz429 ya da objektif ve sübjektif430 olarak ikiye ayrılan tüm şartların
gerçekleşmesi gerektiği ileri sürülmektedir. Bu ayırımlara girmeksizin kısmi
hükümsüzlük yaptırımının uygulanmasının koşulları aşağıda inceleyeceğimiz üzere
iki tanedir.

2. Borç Doğuran Bir Sözleşmenin İçeriğinin Bir Kısmı TBK m. 27/1’de


Belirtilen Sebeplerden Biriyle Sakat Olmalıdır
Kısmi kesin hükümsüzlük yaptırımının uygulanabilmesinin ilk koşulu borç
doğuran bir sözleşmenin431 içeriğinin bir kısmının TBK m. 27/1’de belirtilen

426
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 43; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 82; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s.
601; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 204; Antalya, Borçlar, s. 286; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 35, 51, 150 vd.;
Ateş, a.g.e., s. 286.
427
Amstutz ve diğerleri; a.g.e., s. 1243; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 176.
428
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 43; Antalya, Borçlar, s. 285, 287; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 102;
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 177; Koç, Butlan, s. 136-137.
429
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 51. Bu ayırımı yapan Başpınar, olumlu şartları da kendi içerisinde
sübjektif ve objektif olumlu şartlar olarak ikiye ayırarak incelemektedir.
430
Sanem Aksoy - Dursun, Borçlar Hukukunda Hakimin Sözleşmeyi Tamamlaması, İstanbul, XII
Levha, 2008, s. 176; Eren, Borçlar Genel, s. 337-341; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 111; Ateş, a.g.e., s. 282.
431
Sözleşmeler, yarattıkları hukuki sonuçlara göre borç ve tasarruf sözleşmesi olarak ikiye ayrılırlar.
Taraflar arasında borç ilişkisi kuran sözleşmeler, borç sözleşmeleri; malvarlığına dâhil hakları
doğrudan etkileyen sözleşmeler ise tasarruf sözleşmeleri olarak adlandırılmaktadır. Rona Serozan,
Medeni Hukuk: Genel Bölüm /Kişiler Hukuku, 4. bs., İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2013, s. 363-365
(Giriş - Kişiler). Öğretide yarattıkları hukuki sonuçlara göre sözleşmeleri borç, tasarruf ve statü
sözleşmeleri olarak üçe ayıran ve sürekli bir sosyal ilişkiyi kuran, değiştiren veya kaldıran
sözleşmeleri statü sözleşmeleri olarak adlandıran yazarlar da mevcuttur. Yavuz/Acar/Özen, a.g.e., s.
19; Eren, Borçlar Genel, s. 204; Eren, Borçlar Özel, s. 16.

106
sebeplerden biriyle sakat olmasıdır432. Bunun gerçekleşebilmesi için sözleşme içeriği
itibariyle kısımlara bölünebilir bir sözleşme olmalıdır433. Tarafların karşılıklı ve
birbirine uygun irade beyanlarıyla meydana gelen ve sözleşme içeriğinin yalnızca
belirli bir noktasını düzenleyen her bir kısmı, sözleşmenin kısımlarını
oluşturmaktadır. Sözleşmelerin her bir kısmı öğretide anlaşma, bireysel anlaşma,
hüküm, kayıt, şart veya nokta olarak da adlandırılmaktadır434.
Daha önce de belirttiğimiz gibi borçlar hukukuna egemen olan sözleşme
özgürlüğü ilkesi sayesinde çok çeşitli içeriklerde sözleşme yapabilmek mümkündür.
Bu nedenle içeriğine bağlı olarak her sözleşmenin kısımları da kendine özgüdür. Bir
satıcının belirli bir arabayı 15 Ocak 2015 tarihinde alıcının ikametgâhında teslim
etmeyi, alıcının ise buna karşılık aynı tarihte 10.000 TL ödemeyi ve bu tarihte ifada
bulunamazsa geciktiği her bir ay için % 10 temerrüt faizi ödemeyi üstlendiği bir
sözleşmede sözleşmenin kısımlarını inceleyecek olursak: Satış konusu, satış bedeli,
her bir edim bakımından ifa zamanı, ifa yeri ve temerrüt faizi miktarı bu satış
sözleşmesinin kısımlarını oluşturmaktadır435.
Sözleşme kısımlarından bir veya birkaçının hükümsüzlüğüne rağmen, geri
kalan kısım veya kısımların geçerliliklerini korumaları, sakat kısım veya kısımlar
olmaksızın da sözleşmenin kalanı itibariyle geçerli bir sözleşme olarak kabul
edilebilmesine bağlıdır436. Bu nedenle sakatlık sözleşmenin objektif esaslı
unsurlarına ilişkin olmamalıdır437. Satış konusu, satış bedeli ve bunların birbirleriyle

432
Oğuzman/Öz, C. I, s. 186; Reisoğlu, a.g.e., s. 140; Nomer, Genel Hükümler, s. 56, 59; Kılıçoğlu,
Genel Hükümler, s. 102; Eren, Borçlar Genel, s. 337; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 143; Başpınar, Kısmi
Butlan, s. 29-30, 51, 54-57; Ateş, a.g.e., s. 282.
433
Hans Giger, Rechtsfolgen morm- und sittenwidriger Verträge, Zürich, Schulthess, 1989, s. 92
(Vertrag); Amstutz ve diğerleri, a.g.e., s. 1243; Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 43; Kocayusufpaşaoğlu,
Borçlar, s. 605; Reisoğlu, a.g.e., s. 140; Antalya, Borçlar, s. 284; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 115; Eren,
Borçlar Genel, s. 337-338; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 33, 34, 51, 57 vd.
434
Anlaşma kavramını kullananlar; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 115; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 62; Hüküm
kavramını kullananlar; Antalya, Borçlar, s. 284; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 62; Ateş, a.g.e., s. 282.
Kayıt kavramını kullananlar, Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 105, 115; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 62; Ateş,
a.g.e., s. 282. Ateş bu kavramı ifade etmek üzere şart ve nokta kavramlarını da kullanmaktadır.
Anlaşma ve sözleşme kavramları çoğu zaman aynı anlamda kullanıldıklarından, sözleşmenin
içeriğinin bir kısmını ifade etmek üzere anlaşma kavramını kullanmak kanaatimizce pek uygun
değildir. Bu nedenle hüküm ya da kayıt kavramını kullanmayı tercih ediyoruz.
435
Örnek için bkz.: Başpınar, Kısmi Butlan, s. 63-64.
436
Giger, Vertrag, s. 92; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 608; Antalya, Borçlar, s. 284; Başpınar,
Kısmi Butlan, s. 33, 66; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 379.
437
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 43; Antalya, Borçlar, s. 285; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 124-125;
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 608; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 66; Koç, Butlan, s. 137;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 380-381.

107
değiştirilmesi, satış sözleşmesinin objektif esaslı unsurlarından olduğundan, bu
kısımlardan herhangi birindeki bir sakatlık tüm sözleşmenin kesin hükümsüz
olmasına yol açar. Zira bu unsurlardan biri çıkarıldığı takdirde geriye kalan hususlar
bir satış sözleşmesinin oluşması için yeterli değildir.
Ayrıca tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde, edim ile karşı edim
birbirleriyle değişim ilişkisi içerisinde fonksiyonel bir bütünlük oluşturduklarından,
bu edimlerden birinin geçersiz olması, mutlaka diğerini de geçersiz kılar. Yani bu
bakımdan da bir bölünebilirlik söz konusu olamaz438. Ancak sözleşmenin nicel
unsurları bakımından da bölünebileceği kabul edildiğinden439, örneğin, satış
konusunun bölünebilir bir kısmı sakatsa, karşı edimde de bu sakatlık oranında bir
indirim yapılarak, sözleşmeye yalnızca kısmi hükümsüzlük yaptırımı
uygulanabilir440. Bu sonuç “Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, bir tarafın borcu
kısmen imkânsızlaşır ve alacaklı kısmi ifaya razı olursa, karşı edim de o oranda ifa
edilir…” diyen TBK m. 137/2’den de açıkça anlaşılmaktadır.
Objektif esaslı noktaların aksine, sübjektif esaslı bir unsurdaki sakatlığın
doğrudan doğruya tam hükümsüzlük sonucuna götürmeyeceği ise öğretide hâkim
olan görüştür441. Subjektif esaslı unsurlar üzerinde uyuşma olmadığı sürece sözleşme
kurulamayacak olsa da, unsurlardan birinin sakat olduğu hallerde mutlaka tam
hükümsüzlüğün söz konusu olduğu sonucuna varılmamalıdır. Burada öncelikle
tarafların bu unsurlardaki sakatlığı bilselerdi, bunlar olmaksızın yine de sözleşmeyi
yapıp yapmayacakları araştırılmalıdır. Zira yalnızca bu unsurlara bağlı olarak
sözleşmeyi akdedeceğini belirterek, karşı tarafı bu unsurlarla sözleşme yapmaya

438
Eren, Borçlar Genel, s. 338; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 113-114; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 56;
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 609; Ateş, a.g.e., s. 283.Bileşik sözleşme bakımından da, bu
sözleşmeyi meydana getiren her bir sözleşme bileşik sözleşmenin bir kısmı olsa da, bu kısımlardan
yalnızca bir veya bir kaçının sakatlığına rağmen kısmi hükümsüzlük yaptırımı uygulanamaz. Zira
bileşik sözleşmeyi oluşturan sözleşmeler aynen edim ve karşı edim ilişkisinde olduğu gibi birbirlerine
o kadar sıkı suretle bağlıdır ki; bu sözleşmelerden birinin varlık ve geçerliliği diğerlerinin varlık ve
geçerliliklerine bağlıdır. Bu nedenle bu sözleşmelerden birinin kesin hükümsüzlüğü -kural olarak-
diğerinin veya diğerlerinin de kesin hükümsüz olmasına yol açar. Başpınar, Kısmi Butlan, s. 70-71;
Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 113, 129.Ancak bileşik sözleşmeyi oluşturan sözleşmelerden birinin bir
kısmındaki sakatlık -kural olarak- o sözleşmenin objektif esaslı noktalarına ilişkin olmamak kaydıyla
kısmi kesin hükümsüzlüğe yol açabilir. Başpınar, Kısmi Butlan, s. 71; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 130.
439
Eren, Borçlar Genel, s. 338; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 137-138.
440
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 608; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 379.
441
von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 227; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 126-127; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 66. Aksi
fikirde; Giger, Vertrag, a.g.e., s. 92; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 608-609; Koç, Butlan, s. 137;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 380-381.

108
zorlayan taraf dahi, bu unsurların geçersizliğini bilseydi, yine de bunlar olmaksızın
sözleşmeyi akdetme arzusunu taşıyabilir.
Bir sözleşmenin kısımlarının da kendi içinde alt kısımlara ayrılabilmesi
mümkündür. Bu hususta verilen bir örneğe göre bir satış sözleşmesinde satış
bedeline ilişkin kayıt, bu sözleşmenin bir kısmını oluşturmakta, bu bedelin peşin,
vadeli veya taksitle; Türk Lirası veya dövizle; nakit veya çek ile ödenmesine ilişkin
anlaşmalar ise bu kısmın alt kısımlarını teşkil etmektedir442. TBK m. 27/2 c. 1’in
lafzına bağlı kalan bir yoruma göre, bu hükümde yalnızca sözleşmenin içerdiği
hükümlerden bir kısmının sakat olması düzenlenmiş, alt kısımların sakatlığına ise
değinilmemiştir443. Bu halde verdiğimiz örnek bakımından satış bedelini ödeme
şeklini belirleyen kayıttaki sakatlık, satış bedeline ilişkin anlaşmanın tamamını
geçersiz kılar. İlgili hükmün lafzına sıkı sıkıya bağlı kalınarak yapılan bu yorum
kanaatimizce yerinde değildir. Öğretideki bir başka fikre göre de, bir sözleşmenin
herhangi bir kısmının alt kısmı da o sözleşmenin bir parçası olmakta ve bu halde
yalnızca bu alt kısma kısmi kesin hükümsüzlük yaptırımının uygulanması
gerekmektedir444.
Sözleşmenin miktar, meblağ, süre ve oran gibi nicel unsurları bakımından da
bölünebilir olduğu kabul edilmektedir. Süre bakımdan bölünebilirlik, sürekli borç
ilişkisi doğuran sözleşmeler bakımından kabul edilmektedir445. Taraflarca, hukuka
veya ahlaka aykırı bir süreyle edimin ifasına devam edilmesi kararlaştırılmışsa, bu
sözleşme, süre yönünden, geçerli ve geçerli olmayan (sakat) kısım olarak ikiye
ayrılmaktadır446. Ayrıca geçersiz olmasına rağmen ifasına başlanmış sürekli borç
ilişkilerinde, sözleşmelerin geçersizliği anlaşılana dek ifa edilmiş edimlerin iadesi
büyük sorunlar yaratacağından, öğretide hükümsüzlüğün etkisinin ileriye etkili (ex

442
Örnek için bkz.: Başpınar, Kısmi Butlan, s. 64.
443
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 65-66; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 606.
444
Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 119-120; Antalya, Borçlar, s. 284.
445
Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 130 vd.; Eren, Borçlar Genel, s. 338.
446
Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 136. Aksi görüşteki Başpınar’a göre sözleşmenin bir kısmı kendi içerisinde
alt kısımlara ayrılamayacağından, süreye ilişkin hükmün geçerli veya geçerli olmayan kısım olarak
ikiye ayrılıp, yalnızca geçerli olmayan kısım için kısmi hükümsüzlüğün uygulanması söz konusu
olamaz. Bu yazara göre süreye ilişkin kayıt tümüyle geçersizdir, ancak değiştirilmiş kısmi
hükümsüzlük yoluyla, sakat kısmın yerine geçmek üzere ikame bir kuralla sözleşmenin muhafaza
edilebilmesi mümkündür. Başpınar, Kısmi Butlan, s. 75; Aynı yönde; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar,
s. 607. Değiştirilmiş kısmi hükümsüzlük hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: aş. s. 110-111.

109
nunc)447 olacağı kabul edilmektedir448. Bu halde de söz konusu olacak hükümsüzlük
tam değil, kısmidir.
Bir sözleşmenin bir tarafını birden çok kişinin oluşturduğu hallerde, sakatlığın
bu tarafta yer alan kişilerden bir veya birkaçına ilişkin olması halinde, geçersizliğin
yalnızca bu kişilere ilişkin kısımlarla sınırlandırılarak, diğer taraflar için geçerli
kalmaya devam edebileceği de ileri sürülmektedir. Örneğin üç kişinin bir ev
kiraladığı hallerde, bu sözleşmenin kiracı tarafını üç kişi oluşturmaktadır. Bu
kiracılardan yalnızca birisinin yaptığı sözleşme geçersiz ise diğer iki kiracının yaptığı
sözleşme yine de geçerliliğini sürdürmeye devam edebilecektir449.

3. Taraf İradeleri, Sözleşmenin Kalan Kısımları İtibariyle Geçerliliğini


Koruması Yönünde Olmalıdır
Kesin hükümsüzlük yaptırımının bir diğer koşulu, taraf iradelerinin, kısmi
hükümsüzlük sebebine rağmen sözleşmenin geri kalan kısımları itibariyle
geçerliliğini koruması yönünde olmasıdır450.
Tarafların bu yöndeki iradeleri yapmış oldukları sözleşmeden açıkça veya
örtülü olarak anlaşılabilir. Aslında bu halde taraflar yapmış oldukları sözleşmenin
kısmen hükümsüz olduğunu bilmekte veya en azından bu yönde bir kuşku
duymaktadırlar. Bu nedenle yaptıkları sözleşmenin geçerli olan kısımlarıyla ayakta
kalmasını istediklerini, açık veya örtülü olarak belirtmektedirler. Sözleşmelerde
açıkça yer alan bu tür hükümler, muhafaza hükümleri veya kurtarıcı kayıtlar olarak

447
Erdoğmuş, a.g.e., s. 51.
448
Carole Syz, Faktisches Vertragsverhältnis, Zürich, Schulthess, 1991, s. 38; Huguenin, a.g.e., s.
14, 151; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 593; Oğuzman/Öz, C. I, s. 188-189; Antalya, Borçlar, s.
107; Tunçomağ, Borçlar, s. 182; Fikentscher/Heinamann, a.g.e., s. 52. Bazı yazarlar, sözleşmenin
hükümsüzlüğü anlaşılana dek taraflar arasında fiili bir sözleşme ilişkisinin bulunduğunu kabul
etmektedirler. Bu yazarlar taraflar arasındaki bu fiili ilişkiye geçersiz sözleşmenin kanuna aykırı
olmayan hükümleriyle kanun hükümlerinin uygulanması gerektiğini ileri sürmektedirler.
Oğuzman/Öz, C. I, s. 188-189. Bu teori hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Oğuzman/Öz, C. I, s. 41 vd.
449
Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 138-139; Eren, Borçlar Genel, s. 338. Sözleşmenin tarafları bakımından
bölünebilirliği, öğretide subjektif bölünebilirlik olarak da adlandırılmaktadır. Kırkbeşoğlu, a.g.e., s.
138. Başpınar’a göre ise Alman hukukunda kabul edilen bu görüşün Türk/İsviçre hukukları
bakımından uygulanabilmesi mümkün değildir. Zira karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanları bir
sözleşmenin kurulabilmesi için şarttır ve bir tarafın iradesinin yokluğu veya eksikliği halinde kısmi
hükümsüzlük uygulanamaz. Beyan edilen bir iradenin karşılıksız kaldığı yerde sözleşme, sözleşmenin
bulunmadığı yerde ise kısmi hükümsüzlük söz konusu olamaz. Başpınar, Kısmi Butlan,s. 76-77.
450
Giger, Vertrag, s. 92; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 88; Oğuzman/Öz, C. I, s. 187; Reisoğlu, a.g.e.,
s. 140; Antalya, Borçlar, s. 285; Ateş, a.g.e., s. 283, 284.

110
adlandırılmaktadır451. Hatta bunun da ötesine gidilerek taraflarca sözleşmenin sakat
olan kısımlarının yerini almak üzere ikame hükümler kararlaştırılmasının mümkün
olduğu da kabul edilmektedir452. Kısmi hükümsüzlüğün bu türü öğretide değiştirilmiş
kısmi hükümsüzlük olarak adlandırılmaktadır453.
Nasıl ki tarafların iradeleriyle kısmi hükümsüzlüğe rağmen sözleşmenin geçerli
kısımlarının varlığı korunabiliyorsa, yine tarafların iradeleriyle kısmi hükümsüzlük
halinde tüm sözleşmenin kesin hükümsüz olacağı da kararlaştırılabilir. Bu halde
kısmi kesin hükümsüzlüğün söz konusu olabilmesi için tarafların, kısmı
hükümsüzlüğün ortaya çıkması halinde tüm sözleşmenin kesin hükümsüz olacağı
yönünde bir anlaşma yapmamaları gerekir454.
Taraflar kısmi hükümsüzlüğün tüm sözleşmeyi değil de, bu sözleşmenin
geçerli olan kısımlarından bazılarını etkilemesini de kararlaştırabilirler. Kısmi
hükümsüzlüğün bu türü ise genişletilmiş kısmi hükümsüzlük olarak
adlandırılmaktadır455. Bu halde sözleşme, sakat olan kısımlarının yanında, geçerli
olan kısımlarından bazılarının da geçersiz kabul edilmesiyle birlikte, geri kalan
içeriği itibariyle geçerliliğini korumaktadır.
TBK m. 27/2 emredici bir düzenleme olmadığından, muhafaza kayıtlarıyla
değiştirilmiş veya genişletilmiş kesin hükümsüzlük kayıtlarının geçerli bir biçimde

451
Huguenin, a.g.e., s. 65; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 83; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 199. Kanundan
doğan diğer bir deyişle zorunlu basit hükümsüzlük halleri için bkz.: aş. s. 112 ve dn. 458-459’da
belirtilen düzenlemeler.
452
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 601; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 53, 84-85; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s.
201. İkame hüküm, bir kanun hükmü, hâkim veya hakemin uygun bulacağı bir hüküm veya bizzat
tarafların kendilerinin belirledikleri bir hüküm olabilir. Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 201.
453
Amstutz ve diğerleri; a.g.e., s. 1243; Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 43; Necip Kocayusufpaşaoğlu,
Değişik Kısmi Hükümsüzlük ve Genişletilmiş Kısmi Hükümsüzlük Kavramları ile İlgili Düşünceler”,
Prof. Dr. Selim Kaneti’ye Armağan, İstanbul, 1996, s. 25 (Kısmi Hükümsüzlük); Başpınar, Kısmi
Butlan, s. 35, 53, 149, 153 vd., 175; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 209; Antalya, Borçlar, s. 286; Ateş, a.g.e.,
s. 288. Kocayusufpaşaoğlu ise biraz uzun olmasına rağmen kavramı çok daha iyi ve anlaşılır biçimde
ifade eden “sözleşme içeriğini değiştiren kısmi hükümsüzlük” deyimini kullanmayı tercih ettiğini
belirtmektedir. Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 602. Kanundan doğan diğer bir ifadeyle zorunlu
değiştirilmiş kısmi hükümsüzlük olarak da adlandırabileceğimiz haller için bkz.: aş. s. 113, dn. 461-
462’de belirtilen düzenlemeler.
454
Huguenin, a.g.e., s. 65; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 34, 79-81; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 198.
455
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 604; Kocayusufpaşaoğlu, Kısmi Hükümsüzlük, s. 36; Başpınar,
Kısmi Butlan, s. 35, 172; Antalya, Borçlar, s. 287; Ateş, a.g.e., s. 294. Bazı yazarlar bu durumu
kısmi hükümsüzlüğün bağımsız bir türü olarak değil, değiştirilmiş kısmi hükümsüzlüğün bir
uygulama şekli olduğunu kabul ederler. Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 218.

111
kararlaştırılabileceğinden şüphe edilmemelidir456. TBK m. 27/2’nin temel amacı
sözleşmenin ayakta tutulması olduğu için, bu tür kayıtların geçerliliğinin kabulü,
hükmün amacına da uygundur457. Ayrıca bazı hallerde tarafların kısmi hükümsüzlük
halinde tüm sözleşmenin kesin hükümsüz olacağı yönündeki anlaşmalarına itibar
edilmemesi gerekir. Bu hallerde yalnızca kısmi hükümsüzlük yaptırımı
uygulanmakta ve sözleşmenin geri kalan kısmı ayakta tutulmaktadır. Bu husus,
kanunda açıkça belirtilmiş olabileceği gibi458, çoğu halde hükmün amacı bu tarz bir
yorumda bulunmayı gerektirir. Örneğin, TBK m. 115/1’e göre borçlunun ağır
kusurundan sorumlu olmayacağına ilişkin önceden yapılan anlaşma kesin
hükümsüzdür. Bir sözleşmede bu tarz bir kayıt bulunuyorsa, borçlunun TBK m. 27/2
c. 2’ye dayanarak sözleşmenin tümünün geçersizliğini ileri sürmesine izin
verilmemekte, yalnızca sorumluluğu daraltan kayıt hükümsüz sayılmaktadır. Aksi
halde dürüstlük kuralına aykırı olarak ve TBK m. 115/1’in amacına rağmen, borçlu,
yine de sorumluluktan kurtulabilecektir459,460.Yine bir şeye üst sınır koyan herhangi

456
Huguenin, a.g.e., s. 65; Ziegler, a.g.e., s. 151 vd.; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 600; Başpınar,
Kısmi Butlan, s. 53-54, 77; Altunkaya, a.g.e., s. 266; Eren, Borçlar Genel, s. 342; Kırkbeşoğlu,
a.g.e., s. 105-106, 197; Ateş, a.g.e., s. 283.
457
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 153, 173.
458
Örneğin TTK m. 1530/1: “(1)Aksine bir hüküm bulunmadığı takdirde, ticari hükümlerle
yasaklanmış işlemler ve şartlar batıldır. Ancak, sözleşme uyarınca yerine getirilmesi gereken edimler
için kanunun veya yetkili makamların koymuş olduğu en yüksek sınırı aşan sözleşmeler en yüksek sınır
üzerinden yapılmış sayılır; sınırı aşan edimler hata ile yerine getirilmiş olmasa bile, geri alınır. Bu
sınırlarda, Türk Borçlar Kanununun 27 nci maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesi uygulanmaz”
şeklindedir. Öğretide bu hükmün, kanunda bir şeye üst veya alt sınır getiren hükümlere aykırılık
halinde de uygulanmak üzere getirilmiş genel bir kural olduğu ve ticari işler dışında, adi işler
bakımından da niteliğine uygun düştüğü ölçüde kıyasen uygulanabileceği ileri sürülmektedir.
Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 225-228. TKHK m. 5/2’de ise: “(2) Tüketiciyle akdedilen sözleşmelerde yer
alan haksız şartlar kesin olarak hükümsüzdür. Sözleşmenin haksız şartlar dışındaki hükümleri
geçerliliğini korur. Bu durumda sözleşmeyi düzenleyen, kesin olarak hükümsüz sayılan şartlar
olmasaydı diğer hükümlerle sözleşmeyi yapmayacak olduğunu ileri süremez” düzenlemesine yer
verilmiştir.
459
Sermet Akman, Sorumsuzluk Anlaşması, İstanbul, Sulhi Garan Matbaası, 1976, s. 108-109; Ali
Erten, Türk Sorumluluk Hukukunda Sorumsuzluk Şartları, Ankara, Olgaç Matbaası, 1977, s.
115;Oğuzman/Öz, C. I, s. 187, 421-422. Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 885-886;
Reisoğlu, a.g.e., s. 359; Nomer, Genel Hükümler, s. 60, 313; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 43-45; Başpınar,
Kısmi Butlan, s. 156-157; Eren, Borçlar Genel, s. 339-340; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 599-
600. Benzer şekilde yorumlanması gereken hükümler için bkz.: TBK m. 115/2-3, 116/3, 214/3, 221,
578/2, 579/3; TMK m. 873/2; TTK m. 886; 2918 sayılı 13.10.1983 tarihli Karayolları Trafik Kanunu
(KTK) (18195 sayılı 18.10.1983 tarihli RG.) m. 111.Bu durum, öğretide zorunlu basit kısmi
hükümsüzlük olarak adlandırılmaktadır. Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 206.
460
Uygulamada sözleşmelere borçlunun ağır kusurundan sorumlu olmayacağı kaydından ziyade
borçlunun hiçbir kusurundan sorumlu olmayacağı şeklinde kayıtlar konulmaktadır. Böyle bir kayıt
yalnızca hafif kusurdan doğan sorumluluğu bertaraf edecek, ağır kusurda ise etkili olmayacaktır.
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 885; Oğuzman/Öz, C. I, s. 422; Reisoğlu, a.g.e., s. 359;

112
bir kanun hükmünü461 aşan bir sözleşme yapıldığı takdirde ya da hâkime caiz sınıra
indirme yetkisinin verildiği hallerde462, sözleşmenin, yalnızca aşan kısım bakımından
hükümsüz olduğu ve kanunda belirtilen sınırın azami miktarı ya da hâkimin takdir
ettiği miktar üzerinden yapılmış olduğu kabul edilmektedir463.
Kısmi kesin hükümsüzlük halinde sözleşmenin geçerli olan kısımlarının
akıbetine ilişkin taraf iradeleri, açık veya örtülü olarak sözleşmeden anlaşılamıyorsa,
tarafların farazi iradeleri tespit edilerek bir sonuca varılması gerektiği ileri
sürülmektedir464. “Sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olması
diğerlerinin geçerliliğini etkilemez. Ancak, bu hükümler olmaksızın sözleşmenin
yapılmayacağı açıkçaanlaşılırsa, sözleşmenin tamamı kesin hükümsüz olur” diyen
TBK m. 27/2’deki açıkça ifadesi nedeniyle kanun koyucunun burada farazi irade
kavramını bertaraf ettiği sonucuna varılmaması gerektiği de ileri sürmektedir465.
Hâkime, tarafların sözleşmenin kurulduğu esnada sözleşmedeki boşluğu veya
kısmi geçersizliği bilselerdi ne şekilde bir düzenleme yapacaklardı sorusuna cevap
verme yükümlülüğü yükleyen bu faaliyetin466, hangi kriterlere göre yapılacağı
öğretide tartışmalıdır. Subjektif olarak adlandırılan bir görüş, hâkimin önüne gelen
olaydaki tarafların amaç ve beklentilerini nazara alması gerektiğini ileri sürmektedir.
Yani burada, somut olaydaki sözleşenler, sözleşmeyi akdettikleri esnada kısmi
hükümsüzlüğü bilselerdi, ne şekilde hareket ederlerdi sorusuna cevap aranması

Nomer, Genel Hükümler, s. 314; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 47-48; Antalya, Borçlar, s. 286. Bu halde
ise, bir zorunlu değiştirilmiş kısmı hükümsüzlük söz konusu olur.
461
Örneğin; TBK m. 88, 120, 148, 238, 256/1, 430/3, 445/2; TMK m. 698/2, 797/2; TTK m. 6; 1136
sayılı 19.03.1969 tarihli Avukatlık Kanunu (AK) (13168 sayılı 07.04.1969 tarihli RG.) m. 164/2-4;
3226 sayılı 10.06.1985 tarihli Finansal Kiralama Kanunu (FKK) (18795 sayılı 28.06.1985 tarihli RG.)
m. 7…vs.
462
Örneğin; TBK m. 182/3, 525…vs.
463
Eren, Borçlar Genel, s. 326, 338-339; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 27, 157-158; Kırkbeşoğlu,
a.g.e., s. 37; Antalya, Borçlar, s. 287; Oğuzman/Öz, C. I, s. 187; Aksoy-Dursun, a.g.e., s. 176. Bu
zorunlu değiştirilmiş kısmi hükümsüzlük halleri bazı yazarlar tarafından “indirim yaptırımı” (Eren,
Borçlar Genel, s. 339; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 219) veya “düşey kısmi hükümsüzlük”
(Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 82; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 219) olarak adlandırılmaktadır.
464
Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 189 vd.; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 32, 51, 87-88; Oğuzman/Öz, C. I, s.
187. Ateş, a.g.e., s. 284.
465
Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 194.Antalya’ya göre sözleşmenin kısmi hükümsüz olması için, tarafların
farazi iradelerinin, geçersiz hükümler olmaksızın da sözleşme yapmaya yönelik olduğunun
anlaşılması gerekli değildir. Anlaşılmanın açıkça olması unsuru, yalnızca sözleşmenin tamamının
geçersizliği için aranmaktadır. Antalya, Borçlar, s.285.
466
Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 190; Kaplan, a.g.e., s. 93; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 89, 93;
Oğuzman/Barlas, a.g.e., s. 290; Dural/Sarı, a.g.e., s. 238.

113
gerektiği savunulmaktadır467. Buna karşın objektif görüşte, somut sözleşenlerin değil,
dürüst ve makul sözleşme taraflarının böyle bir durumda neyi istemiş sayılacakları
nazara alınmaktadır. Yani hâkim, farazi iradeleri, objektif bir değerlendirme ile ve
kaynağını dürüstlük kuralından alan güven teorisini esas alarak belirlemelidir468. Bu
husustaki bir diğer fikir ise hâkimin ilk olarak tarafların sözleşmeye verdikleri
anlamlar ve sözleşmesel menfaat dengeleri gibi sübjektif unsurları nazara alarak
değerlendirme yapması gerektiğini; ancak buradan bir sonuca ulaşamazsa dürüstlük
kuralı ve işin niteliği gibi objektif unsurlardan yola çıkarak farazi iradeleri tespit
etmesi gerektiğini savunmaktadır469.
Bu teorilerin kısa bir değerlendirmesini yapacak olursak, farazi iradenin tespit
usulüne yönelik subjektif teoride hâkimden çok büyük bir çaba göstermesi
beklenmektedir470. Zira çoğu halde önceden bilinmeyen ve varlığı yeni anlaşılan bir
durum karşısında, kişinin bizzat kendisinin bile vaktiyle bu durumu bilseydi ne
şekilde hareket edeceğini kestirebilmesi oldukça zordur. Bu noktada hâkimin
tanımadığı, iradelerini ne ölçüde dış dünyaya yansıtabildikleri belirsiz ve birbiriyle
çelişen menfaatlere sahip sözleşenlerin, geçmiş bir zamandaki ortak iradelerinin ne
olabileceğini tespit etmesinin ne denli zor bir iş olduğu ortaya çıkmaktadır. Somut
olaydaki tarafları tamamen dışlayan objektif teoride ise, hâkimin vardığı sonucun
tarafların gerçekten istedikleri sonuca hiçbir şekilde uymaması tehlikesi
mevcuttur471. Hâkimin önce sübjektif eğer bir sonuca varamazsa objektif teoriye göre
hareket etmesi gerektiğini savunan diğer teori ise, her iki teorinin de yarattığı zorluk
ve sakıncalarını bünyesinde barındırmaktadır. Ancak bu üç teori arasında bir tercihte
bulunmak gerekirse, sübjektif unsurlara göre tespiti mümkün olmayan bir durum
karşısında, objektif unsurlara başvurma imkânı sağlayarak hâkime nefes aldıran
üçüncü teori daha makbuldür. Ancak bu halde dahi bir sonuca varılamaması ihtimali

467
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 94, dn. 191’den naklen Georg Josephtal, Die Vorschriften über die
Teilnichtigkeit von Rehtsgeschäften (§139 BGB und Art. 20 Abs. 2 OR) unter besonderer
Berücksichtigung ihrer Anwendungsmöglichkeit auf die Verbindung von dinglichem und
obligatorischem Geschäft, Basel, 1993, s. 53.
468
Huguenin, a.g.e., s. 65; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 101; Kaplan, a.g.e., s. 40-41, 93-94; Eren,
Borçlar Genel, s. 341; Oğuzman/Barlas, a.g.e., s. 290; Oğuzman/Öz, C. I, s. 201, Dural/Sarı, a.g.e.,
s. 238; Ateş, a.g.e., s. 284-285.
469
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 599; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 193, 196; Antalya, Borçlar, s. 288;
Aksoy-Dursun, a.g.e., s. 181.
470
Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 195-196; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 100.
471
Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 192; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 100-101.

114
mevcuttur ki; farazi iradelerin tespitinde kesin bir sonuca varılamayan hallerde, TBK
m. 27/2’nin sözleşmenin geçerli olan kısımlarının muhafazası lehine bir düzenleme
yaptığı nazara alınarak, sözleşmenin kısmi hükümsüz olduğu sonucuna varılması ve
tam hükümsüzlük yaptırımının dışlanması gerektiği ileri sürülmektedir472.Yine
sözleşmenin bir bölümünün ortadan kalkmasından zarar görecek olan tarafın, buna
rağmen sözleşmenin geçerli kısımları itibariyle yürürlükte kalmasını istediği
hallerde, bundan hiçbir zarar görmeyecek olan tarafın, tam hükümsüzlükte ısrar
etmesinin hakkın kötüye kullanılması sayılarak (TMK m 2/2), yalnızca kısmi
hükümsüzlüğe hükmedilmesi gerektiği de kabul edilmektedir473.
Kısmi kesin hükümsüzlük halinde sözleşmenin geçerli olan kısımlarının
akıbetine ilişkin taraf iradeleri, açık veya örtülü olarak sözleşmeden anlaşılamıyorsa,
tarafların farazi iradelerini tespit ederek bir sonuca varılması gerektiği öğretide
hâkim fikir olsa da, farazi irade kavramına yöneltilen birçok eleştiri de
bulunmaktadır. Tarafların farazi iradelerinin araştırılmasının hayali bir kıstasa
dayandığı474, bu kavramın hâkime sözleşmenin içeriğini tarafların iradesine göre
değil, kendi adalet anlayışına göre belirleme imkânı sunduğu475 ve hatta bilimsel
açıdan tamamen değersiz bir kavram olduğu476 belirtilmektedir. Kanaatimizce
de,tarafların farazi iradeleri kavramı hangi sonuçları yaratabileceği kestirilemediği
için hukuk güvenliği ile bağdaşmayan bir kavramdır.
Kanaatimizce olması gereken hukuk yönünden (de lege feranda)477
başlangıçtaki kısmi imkânsızlık nedeniyle gerçekleşen kısmi kesin hükümsüzlük
halinde sözleşmenin geçerli olan kısımlarının akıbetine ilişkin taraf iradeleri, açık
veya örtülü olarak sözleşmeden anlaşılamıyorsa tarafların farazi iradeleri tespit
edilerek bir sonuca varılmamalıdır. Burada sözleşmenin tamamen mi kesin

472
Huguenin, a.g.e., s. 65; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 106; Oğuzman/Öz, C. I, s. 187; Eren, Borçlar
Genel, s. 342, Başpınar, Kısmi Butlan, s. 176; Koç, Butlan, s. 137.
473
Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 61-63; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 379-380; Kılıçoğlu,
Genel Hükümler, s. 104.
474
Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 190, dn. 190’dan naklen Karl Larenz/Manfred Wolf, Allgemeiner Teil des
Bürgerlichen Rechts, 9. bs., München, C. H. Beck, 2004, s. 533, 537.
475
Joachim Gernhuber, “Drittwirkungen und schulverhältnis Kraft Leistungsnähe-Zur Lehre von der
Verträgen mit Schutzwirkungen für Dritte”, Festschrift für Arthur Nikisch, Tübingen, J. C. B.
Mohr, 1958, s. 261.
476
Paul Oertmann, “Anfangliches Leistungsunvermögen” Archiv für civilistische Praxis, C. 140,
1935, s. 147.
477
Erdoğmuş, a.g.e., s. 40.

115
hükümsüz olacağını yoksa edimin ifa edilebilir kısmı üzerindenmi sözleşmenin
devam edeceğini belirleme yetkisi alacaklıya bırakılmalıdır. Zira ifa, borçluyu
borçtan kurtardığı için onun bakımından da faydalı bir olgu olsa da -kural olarak-
alacaklının menfaatine hizmet eden bir olgudur. Bir sözleşmede edimin hiç veya
kısmen ifa edilmemesinden en çok etkilenecek taraf alacaklıdır.Öğretide de kısmi
imkânsızlık nedeniyle yapılacak kısmi ifada sözleşmenin amacının elde edilip
edilemeyeceği belirlenirken, alacaklının menfaatinin nazara alınması gerektiği kabul
edilmektedir478.
Olması gereken hukuk yönünden tavsiye ettiğimiz bu çözüm, aslında karşılıklı
borç yükleyen sözleşmelerde borçlunun sorumlu olmadığı sonraki kısmi
imkânsızlığa ilişkin TBK. 137/2’de kanun koyucu tarafından da açıkça
benimsenmiştir. Bu hüküm: “Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, bir tarafın
borcu kısmen imkânsızlaşır ve alacaklı kısmi ifaya razı olursa, karşı edimde o
oranda ifa edilir. Alacaklının böyle bir ifaya razı olmaması… durumunda, tam
imkânsızlık hükümleri uygulanır” şeklindedir.
Ancak kısmi imkânsızlık halinde sözleşmenin tamamen mi kesin hükümsüz
olacağını yoksa yalnızca kısmi kesin hükümsüzlüğün mü söz konusu olacağını
belirleme yetkisini alacaklıya tanıyan TBK m. 137/2 öğretide eleştirilmektedir479.Bu
fikre göre koyucunun sözleşmenin kaderini alacaklının iradesine bırakmış olması,
borçluyu alacaklının keyfine tabi kılmakta ve hakkın kötüye kullanılmasına çanak
tutmaktadır. Ancak kanaatimizce bu şekilde bir düzenlemeye gidilmiş olması bir
zorunluluktan kaynaklanmaktadır. Zira daha önce de belirttiğimiz gibi, bir
sözleşmede edimin hiç veya kısmen ifa edilmemesinden en çok etkilenecek taraf
alacaklıdır ve kısmi imkânsızlık nedeniyle yapılacak kısmi ifada sözleşmenin
amacının elde edilip edilemeyeceği belirlenirken, alacaklının menfaati nazara
alınmalıdır480. Bu nedenle edimin ifa edilebilir kısmıyla yetinip yetinmeyeceğinin
kararı alacaklıya bırakılmalıdır. Elbette alacaklının bu husustaki tercihini yaparken
dürüstlük kuralına uygun bir biçimde hareket edip etmediğine de dikkat edilmelidir.

478
Schwenzer, a.g.e., s. 442; Eren, Borçlar Genel, s. 920; Altunkaya, a.g.e., s. 128, 132-133;
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 115; Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 92; Dural, Kavram, s. 39.
479
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 195.
480
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 115; Schwenzer, a.g.e., s. 442; Eren, Borçlar Genel, s. 920;
Altunkaya, a.g.e., s. 128, 132-133; Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 92; Dural, Kavram, s. 39.

116
Sözleşmenin kısmi kesin hükümsüzlüğünden hiçbir zarar görmeyecek alacaklının,
borçluyu büyük bir zarara uğratacak tam hükümsüzlükte ısrar etmesi hakkın kötüye
kullanılması sayılarak (TMK m 2/2), yalnızca kısmi hükümsüzlüğe
hükmedilmelidir481.
Başlangıçtaki kısmi imkânsızlık halinde olması gereken hukuk yönünden
tavsiye ettiğimiz ve borçlunun sorumlu olmadığı sonraki kısmi imkânsızlık halinde
kanun koyucunun açıkça kabul ettiği (TBK m. 137/2) bu çözümün, alacaklı lehine
borçluyu aşırı derece de zorladığı da ileri sürülemez. Zira Türk - İsviçre hukukunda
borçlunun sorumluluğu -kural olarak- kusur esasına bağlıdır482. Yani bizim
sistemimizde genel bir sözleşmesel garanti sorumluluğuna yer verilmediğinden,
borçlunun imkânsızlıktan sorumluluğu onun kusuruna bağlıdır ve bu esas borçluyu
fazlasıyla korumaktadır. Bu anlamda kısmi imkânsızlık nedeniyle gerçekleşecek
kısmi ifayı kabul edip etmeme hakkını alacaklıya tanımanın önemli ölçüde borçlunun
aleyhine olduğu da söylenemeyecektir.

C. Başlangıçtaki Kısmi İmkânsızlık Kavramı


TBK m. 27/1’de konusu imkânsız olan sözleşmelerin kesin hükümsüz olduğu
belirtildiğine göre, bir edimin konu yönünden kısmen ifa edilememesi halinde de
kısmi imkânsızlık ortaya çıkmaktadır. Ancak yalnızca bölünebilir edimler kısmen ifa
edilebileceklerinden, kısmi imkânsızlık da yalnızca bölünebilir edimlerde söz konusu
olabilecektir483. Fakat daha önce de belirttiğimiz gibi484 hukuken bölünme imkânına
sahip olup da, kısmen imkânsızlığa uğraması halinde kısmi imkânsızlık sonucunu
yaratamayan edimler de bulunmaktadır. Bu tür edimlerin en önemli örnekleri çeşit ve
para edimleridir. Zira çeşit borçlarında o cins yeryüzünden tükenmedikçe borçlunun
tedarik ve sağlama borcunun varlığı nedeniyle, imkânsızlıkla karşılaşma ihtimali
oldukça düşüktür. Aynı nedenle para borçlarında da imkânsızlıkla karşılaşmak-kural
olarak- söz konusu değildir.

481
Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 61-63; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 379-380; Kılıçoğlu,
Genel Hükümler, s. 104.
482
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 117; Bucher, AT, s. 346-347; Mustafa Kılıçoğlu, Sorumluluk Hukuku,
2 C. Ankara, Turhan Kitapevi, 2002, C: I (Sözleşme Dışı Sorumluluk), s. 5;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 874; Eren, Borçlar Genel, s. 1059-1060.
483
Bkz.: yuk. s. 25, 93-94.
484
Bkz.: yuk. s. 100.

117
Bazı hallerde ise, edim bölünebilir olduğu için kısmen imkânsızlaşabilirse de,
ortada tam imkânsızlığın bulunduğu kabul edilir. Bu kabul, tarafların iradelerine ve
sözleşmenin amacına bakılarak yapılmaktadır485. Öncelikle taraflar niteliği itibariyle
bölünebilen bir edimin tam olarak ifa edilmesi gerektiğini, kısmi ifanın ise kabul
edilmeyeceğini sözleşmede açıkça kararlaştırmış olabilirler. Örneğin evinin giriş
kapısının iki yanına yerleştirmek amacıyla birbirinin eşi olan belirli iki heykeli satın
alan alıcı, her iki heykelin de ifa edilmesi gerektiğini, birinin ifa edilmemesi halinde
diğerini de kabul etmeyeceğini borçluya bildirmiş ve borçlu da bunu kabul etmiş
olabilir. Bu halde heykellerden yalnızca birinin ifası imkânsız hale gelse de, ifa
edilebilir heykelin de imkânsızlığa uğradığı kabul edilir.
Bazı hallerde ise, taraflar bu durumu sözleşmede açıkça kararlaştırmazlar. Bu
halde kısmi imkânsızlığa rağmen sözleşme amacının elde edilemeyeceği
gerekçesiyle tam imkânsızlığın varsayılıp sayılamayacağı, sözleşmenin yorumu ile
belirlenmelidir. Bu hususta verilen klasik örneğe göre, birlikte hareket etmek üzere
yetiştirilmiş bir çift koşum atının satışında, bu atlardan birinin ölmesi halinde tam
imkânsızlığın bulunduğu kabul edilmelidir. Zira herhangi iki at değil de, uyum
içerisinde hareket etmek üzere yetiştirilen iki at satın alınmışsa, bu iki hayvanın
birlikte teslimi sözleşmeden beklenen amaca ulaşabilmek açısından önemlidir486.
Birlikte eşyalarda olduğu gibi, asıl eşya ve eklenti ilişkisinin bulunduğu hallerde de
asıl eşyanın imkânsızlığa uğraması halinde aynı sonuca varılmalıdır487.
Görüldüğü gibi kısmi imkânsızlık nedeniyle yapılacak kısmi ifaya nedeniyle
sözleşmenin amacının elde edilip edilemeyeceği belirlenirken, alacaklının menfaati
nazara alınmaktadır488. Zira bir sözleşmede edimin hiç veya kısmen ifa
edilmemesinden en çok etkilenecek taraf alacaklıdır.
Sonraki imkânsızlık bakımından, ortaya çıkan imkânsızlığın objektif mi yoksa
sübjektif mi olması gerektiği hususunda öğretide bir fikir birliği bulunmamasına
rağmen,konusu imkânsız olan sözleşmelerin kesin hükümsüz olduğunu belirten TBK

485
Bkz.: yuk. s. 100.
486
Eren, Borçlar Genel, s. 920; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 115; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 92;
Dural, Kavram, s. 39; Altunkaya, a.g.e., s. 132-133. Benzer misaller için bkz.: Başpınar, Kısmi
Butlan, s. 117-118.
487
Bkz.: yuk. s. 97-99.
488
Schwenzer, a.g.e., s. 442; Eren, Borçlar Genel, s. 920; Altunkaya, a.g.e., s. 128, 132-133;
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 115; Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 92; Dural, Kavram, s. 39.

118
m. 27’nin, uygulanabilmesi için, imkânsızlığın objektif olması gerektiği, subjektif
imkânsızlığın ise bu bakımdan hiçbir önem taşımadığı ittifakla kabul edilmektedir489.
Yalnızca sürekli imkânsızlık ve sürekli imkânsızlığa eşit sayılan geçici
imkânsızlık halleri gerçek birer imkânsızlık olarak kabul edildiğinden, geçici bir
imkânsızlığın ortaya çıkması-kural olarak- gerçek anlamda bir imkânsızlık yaratmaz.
Diğer bir deyişle bir edimin ifasının objektif olarak imkânsız kabul edilebilmesi için
söz konusu imkânsızlık sürekli nitelikte olmalıdır. Bu nedenle yalnızca geçici bir
imkânsızlığın söz konusu olduğu hallerde TBK’nın başlangıçtaki imkânsızlığa ilişkin
hükümleri uygulama alanı bulmaz ve geçici imkânsızlığa karşın, tarafların sözleşme
ile bağlılığı devam eder490.
Tüm bu açıklamalarımızdan anlaşılabileceği üzere bir ediminifasının TBK m.
27/2 anlamında imkânsız olduğunu kabul edebilmek için, söz konusu imkânsızlık
sözleşme kurulmadan önce ve en geç sözleşmenin kurulduğu sırada mevcut olmalı;
kısmi, objektif ve sürekli bir nitelik taşımalıdır. Bunun yanı sıra bu kısmi
imkânsızlığın, tam imkânsızlığa eşdeğer olduğu da varsayılmamalıdır. Aksi halde
kısmi imkânsızlık değil, tam imkânsızlık söz konusu olur.
Son olarak ister kısmi isterse tam olsun, başlangıçtaki imkânsızlığa yalnızca
sözleşmeden doğan borç ilişkilerinde rastlanabileceği belirtilmelidir. Kanundan
doğan borçlarda ister kısmi isterse tam olsun başlangıçtaki imkânsızlığa rastlamak
mümkün değildir. Zira kanun imkânsız bir edimin yerine getirilmesini hiç kimseden
bekleyemez491.

6. BAŞLANGIÇTAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIĞIN BENZER


KAVRAMLARDAN FARKI

I. GENEL OLARAK
Bir kavramı benzerleriyle karşılaştırmak, o kavramın daha iyi anlaşılmasını
sağlar. Bu nedenle öncelikle kısmi imkânsızlığın bir parçası olduğu başlangıçtaki

489
Bkz.: yuk. s. 74-75.
490
Bkz.: yuk. s. 78.
491
Altunkaya, a.g.e., s. 154.

119
imkânsızlığı benzer kavramlarla karşılaştıracağız. Ardından da kısmi imkânsızlık
benzer kavramlarla karşılaştırılacaktır.

II. BAŞLANGIÇTAKİ İMKÂNSIZLIĞIN BENZER KAVRAMLARLA


KARŞILAŞTIRILMASI

A. Başlangıçtaki İmkânsızlık ve Kanunların Emredici Hükümlerine


Aykırılık
Kanunların emredici hükümlerine aykırılık, sözleşme içeriğini sınırlayan bir
sebep olarak başlangıçtaki imkânsızlıkla beraber TBK m. 27’de düzenlenmiştir.
Kanunların emredici hükümleri, kişilerin kendi iradeleri doğrultusunda aksini
kararlaştıramayacak oldukları ve mutlaka uyulması gereken kurallardır492.
Emredici hukuk kurallarının yanı sıra öğretide, yasaklayıcı hukuk kurallarından
da söz edilmektedir493. Emredici hükümler tarafların sözleşme özgürlüğünü
sınırlayarak bir ilişkiyi bizzat düzenler ve emredici bir hükümle düzenlenen bir
konuda da ayrıca kanuni bir yasaklama söz konusu değildir. Örneğin, TBK 147’de
sayılan ve 5 yıllık bir zamanaşımına tabi olan bir alacak, sözleşme taraflarınca 3 veya
7 yıllık bir zamanaşımına bağlanmış olsa dahi, TBK m. 148’in emredici hükmü
nedeniyle bu alacak bakımından 3 veya 7 yıllık süre değil, 5 yıllık yasal süre
uygulama alanı bulur. Yani TBK m. 148’de sözleşme özgürlüğü baştan
sınırlandırılmıştır ve bu sınırlamanın aksine yapılmış bir sözleşmede TBK m.
146’daki yasal süre geçerli olur. Yasaklayıcı hükümlerde ise, sözleşme özgürlüğü
baştan emredici bir hükümle sınırlandırılmış olmamasına rağmen, kanun koyucu
belirli amaçlarla belirli davranışları yasaklar. Yasaklayıcı hükümlerin söz konusu
oldukları hallerde TBK m. 27 nedeniyle kesin hükümsüz sayılan sözleşmenin veya

492
von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 251; Huguenin, a.g.e., s. 59; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 534; Erman,
a.g.e., s. 609; Reisoğlu, a.g.e., s. 134; Oğuzman/Öz, C. I, s. 83; Nomer, Genel Hükümler, s. 77;
Antalya, Borçlar, s. 276; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 161; Eren, Borçlar Genel, s. 318;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 370; Ateş, a.g.e., s. 147; Schlechtriem, a.g.e., s. 38. Az
sayıda olsalar da TBK’daki bazı hükümlerin emredici nitelikte olduğu görülmektedir. Ancak önemli
olan, bir sözleşmenin yalnızca TBK’da düzenlenen emredici bir hükme aykırı olmaması değil, tüm
kanunların emredici hükümlerine aykırı olmamasıdır. Yani herhangi bir kanunda yer alan emredici bir
hükme aykırılık, TBK m. 27/1’in uygulanmasına sebep olmaktadır. Huguenin, a.g.e., s. 59, 60;
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 535; Oğuzman/Öz, C. I, s. 83-84.
493
Bu hususta ayrıntılı bilgi için bkz.: Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 536-544.

120
sözleşme hükmünün yerini alabilecek bir düzenleme de mevcut değildir494. Geniş
anlamda emredici kanun hükümlerinin yasaklayıcı kanun hükümlerini de kapsamına
aldığı, ancak dar ve teknik anlamdaki emredici hükümlerin yasaklayıcı hükümlerini
içermediği belirtilmektedir495. Bu çalışmada kullandığımız kanunun emredici
hükümleri kavramı, geniş anlamıyla kullanılmaktadır.
Yasaklayıcı hükümler bakımından üzerinde durulması gereken husus, bu
hükmün işlemin geçerliliği üzerindeki etkisidir. Bazı yasaklayıcı hükümler getirdiği
yasağa aykırı bir işlem yapılması halinde, bu işlemi kesin olarak hükümsüzleştirse
de, kimi yasaklar işlemi geçersiz kılmaz, bilakis başka bir yaptırımın uygulanmasına
sebep olurlar. Bu yaptırım genellikle idari veya cezaidir. Bizim hukukumuzda ikinci
gruptaki hükümler, düzen hükümleri olarak adlandırılmaktadır496. Bazı yasaklayıcı
hükümler getirmiş oldukları yasağa aykırı bir işlem yapılması halinde bu işlemin
geçersiz olacağını açıkça belirtmiş olmalarına rağmen, bazıları bu hususta açık
değildirler. Bu halde yasaklayıcı hükmün bir düzen hükmü olup olmadığını tespit
etmek için hükmün amacı araştırılmalıdır. Yasaklayıcı hükmün amacı, yasağa
rağmen yapılan işlemin geçersiz olmasıyla gerçekleşebiliyorsa, işlem geçersiz
sayılmalıdır497. Öğretideki bir fikre göre, yasaklayıcı hükmün anlam ve amacının
hükümsüzlük dışındaki bir yaptırımı gerektirdiği ortaya konulamadığı müddetçe,
sözleşmenin içeriğine ilişkin yasaklayıcı hükümlerde-kural olarak- kesin
hükümsüzlük yaptırımına başvurmak gerekir. Ancak sözleşmenin içeriğine ilişkin
olmayan yasaklayıcı hükümlerde doğrudan doğruya hükmün amacına bakılarak bir
sonuca varılmalıdır498.
Bu halde düzen hükümleri hariç, geniş anlamda emredici hükümlere aykırılığın
yaptırımı TBK m. 27/1’e göre kesin hükümsüzlüktür. Bu ağır yaptırım nedeniyle bir
hükmün emredici olup olmadığının tespiti büyük bir önem taşımaktadır. Aslında bir

494
Antalya, Borçlar, s. 278; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 536-537.
495
Antalya, Borçlar, s. 277; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 164; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 537;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 395.
496
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 538; Antalya, Borçlar, s. 278; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 165.
497
Koç, Butlan, s. 152; Tunçomağ, Borçlar, s. 180; Antalya, Borçlar, s. 278. Son yazara göre,
hüküm, özel hukuka ilişkin maddi bir hüküm değilse, tereddüt halinde, hükmün geçersizliğe sebep
olmayacağı kabul edilmelidir. Antalya, Borçlar, s. 278.
498
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 40; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 539. Son yazara göre, kesin
hükümsüzlüğü uygulamanın kimseye bir yararın olmadığı hallerde, hükmün bir düzen hükmü olduğu
kabul edilmelidir. Ancak hükümde açıkça bildirilmiş olmasa bile, kamu yararının ağır bastığı hallerde
mutlaka kesin hükümsüzlük yaptırımı uygulanmalıdır. Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 539-543

121
hukuk kuralının emredici olup olmadığı ifade biçiminden anlaşılabilirse de, bazı
hükümlerin ifade biçimleri açık değildir. Bu takdirde kuralın dayandığı esas ve
konulmasındaki amaç araştırılarak bir sonuca varılmalıdır499. Kamu düzenini500,
ahlakı ve kişilik haklarını501 koruma amacı güden hükümlerin amaçları itibariyle
emredici oldukları kabul edilir502. Ekonomik ve sosyal yönden zayıf olan kişileri
koruma amacı güden hükümlerin de, kamu düzenini ve ahlakı yakından
ilgilendirdikleri ve bu nedenle emredici oldukları kabul edilir503. Ancak bu
hükümlerin korunmak istenen kişi aleyhine kullanılamayacak olması, emredici

499
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 40; Huguenin, a.g.e., s. 60; Çiçek Ersoy, “Verstoss gegen ein
Verbotgestz gemäss § 134 BGB”, Prof. Dr. Rona Serozan’a Armağan, 2 c., İstanbul, XII Levha,
2010, C: I, s. 932-939; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 126; Ateş, a.g.e., s. 149; Medicus/Lorenz, a.g.e., s.
43; Weiler, a.g.e., s. 57.
500
Kamu düzeninin toplumun temel yapısı ile önemli menfaatlerini koruyan kurallarla ortaya çıkan
düzen olduğundan bahsedilmektedir. Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 74;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 402; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 546; Koç,
Butlan, s. 156; Oğuzman/Öz, C. I, s. 85; Erman, a.g.e., s. 613; Nomer, Genel Hükümler, s. 77;
Reisoğlu, a.g.e., s. 135; Antalya, Borçlar, s. 280; Eren, Borçlar Genel, s. 320; Ateş, a.g.e., s. 153-
154. Ancak TBK m. 27/1’de emredici kanun hükümlerine aykırı sözleşmelerin yanı sıra, kamu
düzenine aykırı sözleşmelerin de kesin hükümsüz olduğu belirtildiğinden, bir sözleşme hiçbir kanun
hükmünü ihlal etmemekle beraber, kamu düzenini ihlal ediyorsa, yine de sözleşmenin kesin
hükümsüz olması gerektiği ileri sürülmektedir. Oğuzman/Öz, C. I, s. 85; Kocayusufpaşaoğlu,
Borçlar, s. 548-550; Nomer, Genel Hükümler, s. 77-78; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 97; Antalya,
Borçlar, s. 278.Buna karşı çıkan bir diğer görüş, yazılı olmayan emredici kamu düzeni kurallarından
bahsedilemeyeceğini, aksi bir kabulün hukuki güvenlikle bağdaşmayacağını ileri sürmektedir.
Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 73-74, 76-77; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 150. İlk görüşe taraftar olan bazı
yazarlar ise, ahlak başta olmak üzere, dürüstlük kuralı gibi kanunda sadece genel olarak belirtilen ve
içeriğini hâkimin belirleyecek olduğu pek çok kavramın bulunduğu ve bu durum hukuki güvenliğe
aykırı görülmezken, burada hukuki güvenliğin ortadan kalktığını söylemenin isabetli
sayılamayacağını belirtmektedirler. Ayrıca Anayasa hükümlerinin özel hukukta uygulama alanı
bulmasını sağlayan en önemli unsurun kamu düzeni kavramı olduğu ve kanunla açıkça
düzenlenmemiş olduğu hallerde kamu düzeninin bulunmadığından söz etmemenin gereksiz bir
sınırlama olduğu da belirtilmektedir. Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 501-502, 549. Biz de
Kocayusufpaşaoğlu’nun görüşüne katılıyoruz. Zira kamu düzeni temel olarak yasal düzenlemelerle
tesis edilse de kanunlar bu hususta tek başlarına yeterli değildir. Kanun koyucuyu TBK m. 27’de
kamu düzeni kavramına yer vermeye iten düşünce de büyük bir ihtimalle budur.
501
Bir sözleşme kişiliği koruyan bir kanuni düzenlemeye aykırı ise emredici hükümlere aykırılık söz
konusu olur. Ancak bir sözleşme somut bir kanun hükmünü ihlal etmemesine rağmen, yine de kişilik
haklarını ihlal ediyorsa bu halde de sözleşmenin kesin hükümsüzlüğü söz konusu olur. Zira TBK m.
27’de emredici hükümlere aykırı sözleşmelerin yanı sıra kişilik haklarına aykırı sözleşmelerin de
kesin hükümsüz olduğu ayrıca düzenlenmiştir. Oğuzman/Öz, C. I, s. 86; Nomer, Genel Hükümler, s.
78.
502
Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 73; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 370-371; Nomer,
Genel Hükümler, s. 77; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 534, 547; Oğuzman/Öz, C. I, s. 84-85;
Reisoğlu, a.g.e., s. 134; Antalya, Borçlar, s. 277; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 169; Eren, Borçlar Genel, s.
320; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 126; Ateş, a.g.e., s. 149.
503
Hüseyin Hatemi, “BK. 19-20 ve TBK. 27’nin Karşılaştırılması”, 6098 Sayılı Türk Borçlar
Kanunu Hükümlerinin Değerlendirilmesi Sempozyumu (Prof. Dr. Cevdet Yavuz’a Armağan),
İstanbul, 3-4 Haziran 2011, s. 97 (BK 19); von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 250; Oğuzman/Öz, C. I, s. 85;
Antalya, Borçlar, s. 277.

122
karakterlerinin nispi olduğunu gösterir. İşçiyi, tüketiciyi ve kiracıyı koruyan
hükümler genellikle bu niteliktedirler504.
Bir sözleşmenin emredici bir hukuk kuralını ihlal etmesi ise dört farklı şekilde
gerçekleşebilir505.
İlk olarak, emredici bir kanun hükmü belirli bir sözleşmenin yapılmasını açıkça
yasaklayabilir. Örneğin TBK m. 115/1, borçlunun ağır kusurundan sorumlu
olmayacağına ilişkin bir anlaşmanın kesin hükümsüz olduğunu düzenlemiştir506.
İkinci olarak, bir sözleşmenin kurulması yasak olmamakla birlikte,
sözleşmenin içeriği emredici bir kurala aykırı olabilir507. Örneğin TBK’nın tanıdığı
ve yapılmasına izin verdiği satım sözleşmesinin konusu, bir miktar uyuşturucu
maddenin temini ise, bu sözleşme emredici bir hükmü ihlal etmektedir.
Yine bir sözleşme taraflarının ortak amaçları nedeniyle de kanunun emredici
hükümlerini ihlal edebilir. Zira sözleşme taraflarının güttükleri amaçlar da
sözleşmenin içeriğine dâhildir508. Örneğin bir kişinin uyuşturucu ticareti sayesinde
elde ettiği kara parayı işletmesinde aklaması amacıyla bir diğer kişiye ödünç olarak
vermesi halinde, bu tür bir hukuka aykırılık ortaya çıkar. Ancak bir sözleşmede
yalnızca bir tarafın güttüğü amaç, sözleşmenin içeriğine dâhil değildir. Bu halde
emredici bir hükmün ihlalini hedef alan amaç, tarafların ortak amacı olmalıdır. Aksi
halde bizzat hukuka aykırı bir amaç gütmediği ve karşı tarafın da hukuka aykırı bir
amaçla hareket ettiğini bilmeyen bir kişi, yaptığı sözleşmenin kesin hükümsüz olması
gibi ağır bir yaptırımla karşılaşır. Bu ise, işlem güvenliğinin ortadan kalkması

504
Huguenin, a.g.e., s. 60; Oğuzman/Öz, C. I, s. 85; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 536;
Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 35-36, 168; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 43. Eren bu tip hükümleri tek taraflı
emredici normlar olarak adlandırmaktadır. Eren, Borçlar Genel, s. 319.
505
Von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 251; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 533-534; Antalya, Borçlar, s. 277;
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 127.
506
Aynı hükmün 2. ve 3. fıkralarında da kurulması yasak olan sözleşmeler düzenlenmiştir. Bu
düzenleme: “Borçlunun alacaklı ile hizmet sözleşmesinden kaynaklanan herhangi bir borç sebebiyle
sorumlu olmayacağına ilişkin olarak önceden yaptığı her türlü anlaşma kesin olarak hükümsüzdür.
Uzmanlığı gerektiren bir hizmet, meslek veya sanat, ancak kanun ya da yetkili makamlar tarafından
verilen izinle yürütülebiliyorsa, borçlunun hafif kusurundan sorumlu olmayacağına ilişkin önceden
yapılan anlaşma kesin olarak hükümsüzdür”şeklindedir.
507
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 130.
508
Sözleşmenin içeriğinden ne anlaşılması gerektiği TBK’da açıkça belirtilmemiş olmakla birlikte,
öğretide, tarafların yapmış oldukları sözleşme kapsamında üzerinde anlaşmaya vardıkları her şeyin ve
ortak amaçlarının sözleşmenin içeriğine dâhil olduğu kabul edilmektedir. Eren, Borçlar Genel, s. 317;
Altunkaya, a.g.e., s. 74-75; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 58-60; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 140; Kaplan,
a.g.e., s. 27; Kocayusufpaşaoğlu, a.g.e., s. 534.

123
anlamına gelir509. Sözleşmenin yalnızca bir tarafı böyle bir amaç taşıyor ve diğer
taraf bu amacı bilmekle beraber bu amaca katılmıyorsa, sözleşmenin kesin hükümsüz
olup olamayacağı da tespit edilmelidir. Bir fikre göre yalnızca karşı tarafın hukuka
aykırı bir amaç güttüğünü bilmek, kesin hükümsüzlük yaptırımının uygulanması için
yeterlidir. Zira bu davranış, karşı tarafın hukuka aykırı amacını örtülü olarak kabul
etmek anlamına gelmektedir510. Ayrıca bazı hallerde karşı tarafın hukuka aykırı bir
amaç güttüğünü bile bile onunla sözleşme yapmak, aynı zamanda ahlaka aykırı bir
davranış da teşkil edebilir. Burada bilinmesi gereken husus yalnızca karşı tarafın
güttüğü amaçtır; yoksa bu amacın hukuka aykırı olduğunun bilinmesi de gerekmez.
Zira hukuka aykırılık bakımından ihlal bilinci aranmadığı gibi511, hukuku bilmemek
de mazeret sayılmaz.
Son olarak bir sözleşme kanuna karşı hile niteliği taşıyorsa, bu halde de
dolandığı emredici hükmü ihlal etmiş sayılır512. Bilindiği gibi kanunun yasakladığı
bir hukuki sonuca ulaşmak amacıyla, ilgili hükmü dolanarak aynı sonucun başka bir
yoldan elde edilmesini sağlayan bir hukuki işlemin yapılması halinde kanuna karşı
hile söz konusu olur. Bu hususun tipik örneği avukatlıktan men edilen bir kişinin, bir
başkasının alacağını takip etmek amacıyla bu alacağı devralmasıdır513.
Hem başlangıçtaki imkânsızlığın hem de emredici hükümlere aykırılığın
yaptırımı TBK m. 27/1’e göre kesin hükümsüzlüktür. Bu yaptırım benzerliğine
rağmen bu iki kurum birbirlerinden tamamen farklıdır. Ancak öğretide bazı hukuka
aykırılık hallerinin hukuki imkânsızlıkla karıştırıldığı görülmektedir. Daha önce de
belirttiğimiz gibi514 bazı yazarlar genel olarak kanunlar tarafından yasaklanan
şeylerin ifa edilmelerinin hukuki yönden imkânsız olduğunu ileri sürmektedirler. Bu
yazarlara göre bir miktar uyuşturucu madde teminine ilişkin bir sözleşmenin ifası

509
Eren, Borçlar Genel, s. 322; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 133-134; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s.
534.
510
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 134.
511
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 134. Aynı durum aşağıda inceleyeceğimiz ahlaka aykırılık bakımından
da geçerlidir Yani sözleşmenin ahlaka aykırı sayılması için tarafların ahlaka aykırılık bilincine sahip
olmalarına gerek yoktur. Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 564; Ateş, a.g.e., s. 201-202.
512
Oğuzman/Öz, C. I, s. 84; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 534; Erman, a.g.e., s. 615; Koç, Butlan,
s. 152; Reisoğlu, a.g.e., s. 134; Antalya, Borçlar, s. 219, 277; Eren, Borçlar Genel, s. 323.
513
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 534; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 420-421; Koç,
Butlan, s. 163-164; Reisoğlu, a.g.e., s. 134-135; Antalya, Borçlar, s. 218; Eren, Borçlar Genel, s.
323; Oğuzman/Barlas, a.g.e., s. 279-280; Dural/Sarı, a.g.e., s. 232-233.
514
Bkz.: yuk. s. 39.

124
hukuki olarak imkânsızdır.Zira uyuşturucu madde temini TCK m. 188 ile
yasaklanmıştır. İthalat ve ihracat yasaklarının da bu anlamda hukuki bir imkânsızlık
yarattığı ileri sürülmektedir. Bazı yazarlar ise, bu hususta bir ayırım yapmakta ve
sözleşme kurulmadan önce mevcut olan yasağın bir hukuki imkânsızlık ya da hukuka
aykırılık yarattığını, sözleşme kurulduktan sonra getirilen bir yasağın ise hukuki
imkânsızlık yarattığını ileri sürmektedirler. Kanaatimizce de burada yasağın
sözleşme kurulmadan önce mi yoksa sözleşme kurulduktan sonra mı getirildiğine
göre bir ayırım yapılmalıdır. Buna göre sözleşme kurulmadan önce mevcut olan
yasağa aykırı bir sözleşme hukuka aykırılık nedeniyle kesin hükümsüzdür. Ancak
sözleşme kurulduktan sonra sözleşme konusu edimin ifasına ilişkin olarak getirilen
bir yasak, hukuki imkânsızlık kapsamında değerlendirilmelidir. Zira sözleşmenin
kurulmasından sonra edimin ifasını yasaklayan bir düzenleme getirilse bile, geçmişe
etki yasağı (Rückwirkungsverbot) nedeniyle, bu yasak sözleşmeyi kesin hükümsüz
hale getirmez.
Yine öğretideki bir görüş tam ehliyetsizlerin yaptıkları sözleşmelerin
başlangıçtaki imkânsızlık kapsamında olduğunu ileri sürmektedir. Bu fikre göre,
böyle bir durumda her ne kadar edimin ifası mümkün olsa da, edim, ehliyetsizlik
nedeniyle yerine getirilemeyeceğinden, işlem geçersizdir. Ehliyetsizliğin
sözleşmenin kurulduğu sırada mevcut olması ve edimin ifasının mantıken mümkün
olması nedeniyle bu durumda başlangıçtaki fiili imkânsızlık ve aynı zamanda hukuki
bir imkânsızlık söz konusu olur515. Biz bu görüşe katılmıyoruz. Çünkü bilindiği üzere
bir hukuki işlemin geçerli olarak yapılabilmesi, tarafların bu hususta gereken ehliyete
sahip olmalarına bağlıdır. Tam ehliyetsizler, yani ayırt etme gücünden yoksun olan
gerçek kişiler-kural olarak- hiçbir hukuki işlem yapamazlar; yapmış oldukları hukuki
işlemler ise kendiliğinden kesin hükümsüzdür516. Bu halde, burada, kanunun

515
Altunkaya, a.g.e., s. 197-198. Bu durumda edimin konusuna göre objektif veya subjektif
imkânsızlığın ortaya çıkacağı da ileri sürülmektedir. Altunkaya, a.g.e., s. 198. Bu görüşle paralel
olarak sınırlı ehliyetsizlerin kendi başlarına ve yasal temsilcilerinin izin olmaksızın yaptıkları bir
hukuki işleme yasal temsilcinin onay vermemesi de sonraki imkânsızlık kapsamında
değerlendirilmektedir. Bu fikri savunanlara göre her ne kadar onay verilmemesinden önce bir askı
durumu söz konusu olsa da, ortada, tarafları bağlayan ve tarafların tek başına dönemeyecekleri bir
hukuki işlem bulunmaktadır. Bu görüş ve eleştirisi için bkz.: aş. s. 199-200.
516
G. Jale Akipek, Turgut Akıntürk, Derya Ateş-Karaman, Türk Medeni Hukuku, 2 C. 8. bs.,
İstanbul, Beta, 2011, C: I (Başlangıç Hükümleri - Kişiler Hukuku), s. 301-338; Mustafa Dural, Tufan
Öğüz, Türk Özel Hukuku, 4 C., 13. bs., İstanbul, Filiz Kitapevi, 2013, C: II (Kişiler Hukuku), s. 65-
95; M. Kemal Oğuzman, Özer Seliçi, Saibe Oktay-Özdemir, Kişiler Hukuku (Gerçek ve Tüzel

125
emredici hükümlerine aykırılık nedeniyle sözleşmenin geçerliliğiyle ilgili bir sorun
vardır, yoksa edimin imkânsızlığı ile ilgili bir durum söz konusu değildir. Gerçi hem
baştan imkânsız hem de taraflarından birisinin tam ehliyetsiz olduğu sözleşmeler
kesin hükümsüzlük yaptırımına bağlanmıştır. Ancak bu iki sakatlığın aynı yaptırıma
bağlanmış olması, hiçbir şekilde yukarıdaki görüşü haklı kılmaz.

B. Başlangıçtaki İmkânsızlık ve Ahlaka Aykırılık


Toplumun ahlaki esaslarını korumak adına kanun koyucu, çoğu zaman, ahlak
kurallarına aykırı davranışları bir emredici hukuk kuralıyla yasaklamıştır. Ancak her
ahlak kuralı da bir hukuk kuralıyla korunmuş değildir. TBK m. 27/1 sayesinde,
herhangi bir hukuk kuralında açıkça ifade edilmiş olmasa dahi, konusu ve amacı
toplumun genel ahlak anlayışına aykırı olan sözleşmeler de kesin hükümsüzdür517.
Bir toplumun sahip olduğu ahlaki esasları belirlemek oldukça güçtür. Zira
belirli bir toplumdaki belli kesimlerin ahlak anlayışları birbirinden farklı olabileceği
gibi, toplumun tüm kesimlerince kabul gören bir ahlak kuralı dahi zamana göre
değişebilmektedir518. Öğretide hâkim olan fikre göre, bir toplum içerisinde ortalama
derecedeki makul ve dürüst kişilerin düşünce ve anlayışlarına aykırı düşen şeyler
ahlaka aykırı sayılmalıdır519. Buna karşın bir diğer görüş, bu şekildeki soyut bir ahlak
anlayışının esas alınmasına karşı çıkmakta ve başta anayasa olmak üzere diğer
kanunların temelinde yatan etik değerlerden oluşan hukuki bir ahlak anlayışının esas

Kililer), 14. bs., İstanbul, Filiz Kitapevi, 2014, s. 76-104; Mehmet Ayan, Nurşen Ayan, Kişiler
Hukuku, 5. bs., Konya, Mimoza, 2014, s. 46-47; Oğuzman/Öz, C. I, s. 81-82;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 384-385; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 93; Antalya,
Borçlar, s. 101; Ayan, Borçlar Genel, s. 90; Serozan, Giriş-Kişiler, s. 432-452.
517
Oğuzman/Öz, C. I, s. 86-87; Erman, a.g.e., s. 616; Antalya, Borçlar, s. 278;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 371.
518
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 398-399; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 172; Başpınar,
Kısmi Butlan, s. 136; Erman, a.g.e., s. 324; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 98; Ateş, a.g.e., s. 88-89
519
von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 256; Huguenin, a.g.e., s. 60; Oğuzman/Öz, C. I, s. 86, dn. 132; Reisoğlu,
a.g.e., s. 90; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 136; Nomer, Genel Hükümler, s. 79; Eren, Borçlar Genel,
s. 323; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 98-99; Erman, a.g.e., 610; Koç, Butlan, s. 154;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 398; Ateş, a.g.e., s. 200-202. Bu görüşte olan bazı
yazarlara göre hekimlik ve avukatlık gibi katı etik ilkelere sahip olan meslek grupları bakımından o
mesleğe ilişkin daha katı bir ahlak anlayışını esas almak mümkündür. von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 256;
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 137; Ateş, a.g.e., s. 201.Bizim hukukumuzda Avukatlık Kanunu’nun 34.
maddesinde avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen,
doğruluk ve onur içinde yerine getirmek, avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun
biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliği’nce belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlü
kılınmıştır. Bu halde avukatların bu Birlik tarafından belirlenen kurallara aykırı davranışları bir
hukuka aykırılık teşkil etmektedir. Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 551, dn. 87.

126
alınması gerektiğini ileri sürmektedir520. Üçüncü bir görüş ise yukarıda bahsedilen
görüşlerin ahlak kavramını belirlemek açısından esas aldıkları her iki kaynağı da
benimsemektedir521. Ancak birinci görüşün esas aldığı ahlak anlayışıyla, hukuki
ahlak çeliştiği zaman, hukukun üstünlüğü ilkesi gereği, hukuki ahlak anlayışının esas
alınması gerektiği de belirtilmektedir522. Biz de ilk iki görüşün bir karması olan bu
son görüşe katılıyoruz.
Bir sözleşmenin sırf yapılmış olması doğrudan doğruya ahlaka aykırı
olabileceği gibi, sözleşme içerdiği edimler itibariyle de ahlaka aykırı olabilir523.
Bunun yanı sıra tarafların yaptıkları sözleşme ile güttükleri amaçlar da sözleşmenin
içeriğine dâhil olduğundan524, bu amaçtaki ahlaka aykırılık da sözleşmeyi kesin
hükümsüz kılmaktadır525. Ancak bunun için ahlaka aykırı amaç, sözleşmenin her iki
tarafınca da güdülmelidir. Aksi halde bizzat ahlaka aykırı bir amaç gütmediği ve
karşı tarafın da ahlaka aykırı bir amaçla hareket ettiğini bilmeyen bir kişi, yaptığı
sözleşmenin kesin hükümsüz olması gibi ağır bir yaptırımla karşı karşıya kalır. Bu
ise, işlem güvenliğinin ortadan kalkması anlamına gelir526. Taraflardan biri ahlaka
aykırı bir amaç gütmemekle beraber, yalnızca karşı tarafın ahlaka aykırı amaç
güttüğünü biliyorsa, bu halde de sözleşmenin kesin hükümsüzlüğünden
bahsedilmemesi gerektiği ileri sürülmektedir. Ancak karşı tarafın ahlaka aykırı
amaçla hareket ettiğini bilmenin yanı sıra bu amacın teşvik edilmesi527, bu amaca
ulaşılmasının kolaylaştırılması528 veya bu amaç sayesinde fazladan bir çıkar elde

520
Bucher, AT, s. 256; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 75.
521
Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 173; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 553.
522
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 553.
523
Huguenin, a.g.e., s. 61; Oğuzman/Öz, C. I, s. 87; Reisoğlu, a.g.e., s. 138; Erman, a.g.e., s. 610-
612; Nomer, Genel Hükümler, s. 79; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 137-138, 142-143; Antalya,
Borçlar, s. 279; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 173; Eren, Borçlar Genel, s. 325; Kocayusufpaşaoğlu,
Borçlar, s. 554.
524
Bkz.: yuk. s. 123, dn. 508.
525
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 41; Huguenin, a.g.e., s. 61; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 173; Eren, Borçlar
Genel, s. 327; Koç, Butlan, s. 155; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 99; Erman, a.g.e., s. 610-611;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 87; Reisoğlu, a.g.e., s. 138; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 145; Nomer, Genel
Hükümler, s. 80; Antalya, Borçlar, s. 279; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 554, 556;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 399; Ataay, a.g.e., s. 255-256; Ateş, a.g.e., s. 224
526
Oğuzman/Öz, C. I, s. 88; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 146-147; Nomer, Genel Hükümler, s. 80;
Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 140, dn. 127, 174; Eren, Borçlar Genel, s. 326; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar,
s. 556-557; Ataay, a.g.e., s. 256.
527
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 400-401; Oğuzman/Öz, C. I, s. 88;
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 557; Nomer, Genel Hükümler, s. 80; Tunçomağ, Borçlar, s. 177;
Ateş, a.g.e., s. 202.
528
Ataay, a.g.e., s. 256; Tunçomağ, Borçlar, s. 177.

127
edilmesi529 gibi hallerde de sözleşmenin kesin hükümsüz olacağı savunulmaktadır.
Kanaatimizce de bu son söylenenler doğrudur. Aksi halde mesleki faaliyetlerini
sürdürmekten başka gayesi olmayan kişiler, sırf karşı tarafın ahlaka aykırı amaçlarını
bildikleri için, işlem yapamaz duruma gelebilirler.
Öğretide sözleşme taraflarından birinin diğer tarafa nazaran sahip olduğu
üstünlüğe dayanarak ona aşırı derecede zorlayıcı hükümleri kabul ettirmesi ve bu
sayede kendisine aşırı yarar sağlaması halinde de, bu sözleşmenin ahlaka aykırılık
nedeniyle kesin hükümsüz olması gerektiği ileri sürülmektedir530. Buna karşın
yalnızca sözleşmenin içeriğinin ve amacının ahlaka aykırılığa yol açabileceği;
sözleşmenin kurulmasına ilişkin hal ve şartların ise ahlaka aykırılığa yol
açamayacağı da ileri sürülmektedir. Bu son görüşte, bu gibi haller yalnızca irade
sakatlıkları (TBK’nın yeni adlandırmasıyla yanılma, aldatma ve korkutma) (TBK m.
30-39) veya gabin (TBK’nın yeni adlandırmasıyla aşırı yararlanma) (TBK m. 28)
hükümleri çerçevesinde ele alınmaktadır531. Ancak sözleşmenin kurulduğu hal ve
şartlar da sözleşmenin içeriğine doğrudan doğruya etkide bulunduklarından532, biz de
ilk görüşe katılmayı uygun görüyoruz. Bu noktada somut olaylar bakımından irade
sakatlıkları ve gabinle ahlaka aykırılık arasındaki sınırlara dikkat edilmesi gerektiği
de belirtilmelidir. Zira bu hallerin kapsamına giren bir durum söz konusu olduğunda
artık ahlaka aykırılık nedeniyle sözleşmenin kesin hükümsüzlüğü değil, bu hususlara
ilişkin hükümlerin uygulanması gündeme gelir533.
Ahlaka aykırılık da sözleşmenin içeriğini sınırlandıran bir sebep olarak
başlangıçtaki imkânsızlıkla beraber TBK m. 27’de düzenlenmiştir. Ahlaka aykırılığın
yaptırımı da başlangıçtaki imkânsızlıkta olduğu gibi sözleşmenin kesin
hükümsüzlüğüdür. Aralarındaki yaptırım benzerliğine rağmen bu iki kurum
birbirlerinden tamamen farklıdır. Ancak öğretide bazı ahlaka aykırılık hallerinin
hukuki imkânsızlıkla karıştırıldığı görülmektedir. Bazı yazarlar, kanun koyucunun

529
Oğuzman/Öz, C. I, s. 88; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 557; Nomer, Genel Hükümler, s. 80;
Ataay, a.g.e., s. 256; Tunçomağ, Borçlar, s. 177; Ateş, a.g.e., s. 202.
530
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 557-558; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 401; Ateş,
a.g.e., s. 173.
531
Bucher, AT, s. 258-259. Ataay’ın da gabin bakımından bu görüşte olduğu anlaşılmaktadır. Ataay,
a.g.e., s. 253-254.
532
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 558-559.
533
Gabin hükümlerinin ahlaka aykırılığa ilişkin TBK m. 27 karşısında özel hüküm niteliğinde olduğu
hususunda bkz.:, Burcu Kalkan, Türk Hukukunda Gabin, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2004, s. 158.

128
ahlak kurallarına verdiği önem nedeniyle ahlaka aykırı bir edimin borçlanılmasının
da hukuki anlamda bir imkânsızlık yarattığını kabul etmektedirler534.

C. Başlangıçtaki İmkânsızlık ve Temel Hatası


TBK m. 32 c. 1’e göre bir sözleşmenin saikinde yanılma, esaslı bir yanılma535
sayılmaz ve bu nedenle sözleşmenin iptaline neden olmaz. Ancak aynı hükmün 2.
cümlesine göre yanılanın, yanıldığı saiki sözleşmenin temeli sayması, bunun iş
ilişkilerinde geçerli dürüstlük kurallarına uygun olması ve bu durumun karşı tarafça
bilinebilir olması hâlinde yanılma esaslı sayılır. Bu halde saik hatası, temel hatası
olarak adlandırılmaktadır536. Temel hatası esaslı bir yanılma olduğundan, böyle bir
hatayla bir sözleşme akdeden kişi, bu sözleşmeyi iptal edebilir (TBK m. 39/1).
Öğretideki bir fikre göre, bir sözleşmede başlangıçtaki imkânsızlık söz konusu
ise, taraflar hata ile ilgili hükümlere dayanabilmelidir. Çünkü tarafların edimin
ifasının imkânsız olduğunu bilmeleri halinde sözleşmeyi yapmayacakları açıktır537.
Kanaatimizce bu görüşe katılmaya imkân yoktur. Zira yanılma halinde edimin ifası
mümkün olmakla birlikte, yanılma nedeniyle sözleşmeden beklenen amaç
gerçekleşmez. Ayrıca yanılma halinde söz konusu olan yaptırım iptal edilebilirliktir.
Yanılmaya düşen taraf dilerse sözleşmeyi iptal edebileceği gibi dilerse açıkça

534
Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 12, dn. 17’den naklen Lehmann, s. 232.
535
“Açıklamada yanılma” başlıklı TBK m. 31 hükmü şu şekildedir: “Özellikle aşağıda sayılan
yanılma halleri esaslıdır:
1. Yanılan, kurulmasını istediği sözleşmeden başka bir sözleşme için iradesini açıklamışsa.
2. Yanılan, istediğinden başka bir konu için iradesini açıklamışsa.
3. Yanılan, sözleşme yapma iradesini, gerçekte sözleşme yapmak istediği kişiden başkasına
açıklamışsa.
4. Yanılan, sözleşmeyi yaparken belirli nitelikleri olan bir kişiyi dikkate almasına karşın başka bir kişi
için iradesini açıklamışsa.
5. Yanılan, gerçekte üstlenmek istediğinden önemli ölçüde fazla bir edim için veya gerçekte
istediğinden önemli ölçüde az bir karşı edim için iradesini açıklamışsa.
Basit hesap yanlışlıkları sözleşmenin geçerliliğini etkilemez; bunların düzeltilmesi ile yetinilir.”.
Hükmün başında geçen “özellikle” ifadesi, hükümde beş bent halinde sayılan hususların esaslı
yanılmaya örnek olarak verildiğini, yani sınırlı bir sayımın yapılmadığını göstermektedir.
Hatemi/Gökyayla, a.g.e.,s. 89-90; Eren, Borçlar Genel, s. 382; Antalya, Borçlar, s. 221; Ayan,
Borçlar Genel, s. 172. Kılıçoğlu ise burada esaslı hatanın sınırlı bir biçimde sayıldığını ileri
sürmektedir. Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 187.
536
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 246; Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 122; Konrad Zweigert,
“Mukayeseli Hukuk Açısından Hata Kavramı İle İlgili Hatalı Görüşler”, Çev. Ahmet Cemal,
İÜMHAD, C. 3, S. 5, 1969, s. 408 vd.; Necip Kocayusufpaşaoğlu, Güven Nazariyesi Karşısında
Borç Sözleşmelerinde Hata Kavramı, İstanbul, Garanti Matbaası, 1968, s. 160; Ayan,
BorçlarGenel, s. 172; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 92; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s.
429;Eren, Borçlar Genel, s. 386; Antalya, Borçlar, s. 226; Oğuzman/Öz, C. I, s. 101;
537
Bucher, AT, s. 206.

129
onaylayarak veya süresi içinde iptal beyanında bulunmayarak onu geçerli hale
getirebilir. Bu nedenle buradaki hükümsüzlük haline düzelebilir hükümsüzlük de
denilmektedir538. Oysa başlangıçtaki imkânsızlığın yaptırımı TBK’da açıkça kesin
hükümsüzlük olarak belirtilmiştir ve bu yaptırım kendiliğinden gerçekleşmektedir.
Bu halde kesin hükümsüz olan bir sözleşmenin sonradan iptal edilebilecek
olduğundan bahsetmek de yersizdir539.

D. Başlangıçtaki İmkânsızlık ve İfa Modalitelerine Aykırılık


Bir edimin ifa edilmesi gereken yer ve zaman, ifa yöntemi ve edimin niteliği
gibi hususlar ifa modaliteleri olarak adlandırılmaktadır540. Öğretideki bir görüş
yalnızca edimin ifasındaki imkânsızlığın imkânsızlığa sebebiyet vermediğini, bunun
yanı sıra ifa modalitelerine aykırılık hallerinin de bir imkânsızlık yaratabileceğini
ileri sürmektedir541. Bu görüş aşağıda her bir ifa modalitesi bakımından ayrı ayrı
incelenecektir.

1. İfa Zamanındaki İmkânsızlık


Bazı hallerde edimin ifa edilmesi gereken zamanda ifa edilmemiş olması
imkânsızlığa yol açabilir. Zira bu hallerde taraflarca belirlenen ifa zamanı, edimin ifa
edilebileceği yegâne zamanı ifade eder. Örneğin, alacaklı adına belirli bir
müzayedeye katılma borcunu yüklenen vekil, bu görevini ancak müzayedenin
yapıldığı zamanda yerine getirebilir. Vekilin bu müzayedeyi kaçırması halinde
edimin ifası kesin olarak imkânsızlaşır542. Aynı şekilde taraflarca kararlaştırılmış
olduğu için veya işin niteliği gereği ediminin ifasına alacaklının katılması gerekip de,
onun bu ifaya katılmaması nedeniyle de edimin ifası imkânsız hale gelebilir543.
Belirli bir spor karşılaşmasına katılmak isteyen alacaklının, karşılaşmanın yapılacağı
zamanda, karşılaşmanın yapılacağı yere gitmemesi bu durumun tipik örneğidir.

538
Kalkan, a.g.e., s. 137; Oğuzman/Öz, C. I, s. 183; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 98; Antalya, Borçlar,
s. 108; Nomer, Genel Hükümler, s. 82.
539
Aynı görüşte; Ziegler, a.g.e., s. 90; Altunkaya, a.g.e., s. 199.
540
Christoph Müller, Olivier Riske, Kaufvertrags-, Werkvertrags- und Auftragsrecht, Bern,
Stämpfli, 2009, s. 13; Gernhuber, Erfüllung,s. 8; Schwenzer, a.g.e., s. 41; Eren, Borçlar Genel, s.
914; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 122.
541
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 112, 122; Altunkaya, a.g.e., s. 154.
542
Bkz.: yuk. s. 32, 79, 81.
543
Akkanat, a.g.e., s. 41-42; Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 142; Emmerich, a.g.e., s. 170;
Schwarze, a.g.e., s. 499-500.

130
Aslında aynı kişilerin aynı spor karşılaşmasını sonradan tekrar yapabilecekleri
söylenebilirse de, bu aynı karşılaşma değil, başka bir karşılaşmadır544. Bu hallerde ifa
zamanı, yalnızca ifanın değil, edimin de bir unsuru haline geldiğinden, edimin ifa
edilmesi gereken zamanda ifa edilmemesi hali bir imkânsızlık olarak kabul edilir.
Bunun yanı sıra bir edimin 30 Şubat veya 32 Aralık gibi var olamayan bir
zamanda ifasının kararlaştırıldığı hallerde de imkânsızlığın söz konusu olacağı ileri
sürülmektedir545. Kanaatimizce, genel olarak ciddiyetten uzak bu anlaşma bir tür
latifeden öteye gidemeyeceği için, bu durumu imkânsızlık olarak kabul etmeye gerek
yoktur. Bu halde sözleşmenin kurulduğu esnada tarafların, ifanın 30 Şubatta 32
Aralıkta gerçekleşeceğini kabul etmiş olmaları, onların karşılıklı olarak latife
beyanında546 bulundukları ve aslında taraflar arasında böyle bir sözleşmenin
yapılmamış olduğunu kabule imkân tanımaktadır.
Ancak tarafların sözleşme yapma yönündeki iradeleri gerçek olup da, yalnızca
ifa zamanı hususunda ciddi olmadıkları anlaşılıyorsa, ifa zamanının taraflarca
kararlaştırılmamış olduğu hallerdeki gibi, bu borcun doğar doğmaz ifa edilmesi
gerektiği sonucuna varılmalıdır (TBK m. 90)547. Bu nedenle taraflar arasında bir
sözleşmenin kurulmuş olduğunu, ancak bu sözleşmenin başlangıçtaki imkânsızlık
nedeniyle kesin hükümsüz olduğunu söylemeye gerek yoktur.
Bir kişi üstlendiği edimi Şubatın 30’u veya Aralığın 32’si gibi olmayan bir
tarihte ifa edeceğini açıklamış olsa dahi, diğer kişinin bu beyana duyduğu güven
nedeniyle sözleşmenin kurulduğunu548, ancak sözleşmenin başlangıçtaki imkânsızlık

544
Bkz.: yuk. 89 ve aş. s. 202.
545
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 123; Altunkaya, a.g.e., s. 154.
546
Bir kimse hukuki sonuç doğurmasını istemediği ve karşı tarafın da ciddiye almayacağı
düşüncesiyle bir öneri veya kabul beyanında bulunursa buna, latife beyanı adı verilmektedir.
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 425; Oğuzman/Öz, C. I, s. 92; Kılıçoğlu, Genel
Hükümler, s. 172; Eren, Borçlar Genel, s. 346-345; Ayan, Borçlar Genel, s. 162; Antalya, Borçlar,
s. 200.
547
TBK m. 90: “İfa zamanı taraflarca kararlaştırılmadıkça veya hukuki ilişkinin özelliğinden
anlaşılmadıkça her borç, doğumu anında muaccel olur” şeklindedir.
548
Latife beyanının geçerliliği güven teorisi çerçevesinde değerlendirilir. Yani karşı taraf beyanın
ciddi olmadığını anlamamışsa ve tüm hal ve şartlara göre anlaması kendisinden beklenemiyorsa,
gerçek bir irade beyanı bulunmadığı için hiçbir hukuki sonuç meydana gelmez. Ancak karşı taraf
kendisine yöneltilen beyanı, ciddi bir irade beyanı sanmakta haklı ise latife beyanı hukuki sonuç
doğurur. Bucher, AT, s. 146; von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 293; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 83-84;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 425; Oğuzman/Öz, C. I, s. 92-93; Kılıçoğlu, Genel
Hükümler, s. 172; Ayan, Borçlar Genel, s. 162; Antalya, Borçlar, s. 200; Eren, Borçlar Genel, s.
347-348. Alman Hukukunda ise ciddi olmadığının anlaşılacağı inancıyla yapılan irade beyanının
sonuç doğurmayacağı BGB § 118’de açıkça belirtilmiştir.

131
nedeniyle kesin hükümsüz olduğunu söylemek de kanaatimizce mümkün değildir.
Zira hukuki işlem ehliyetine sahip olan bir kişi, böyle bir beyanın latife beyanından
ibaret olduğunu anlayamadığını iddia edememelidir. Böyle bir iddiada bulunan
kişinin hukuki işlem ehliyetinden şüphe duyulmalı ve bu ehliyete sahip değilse
sözleşmenin bu nedenle kesin hükümsüz olduğu kabul edilmelidir. Ancak karşı taraf,
edimin ifası hususundaki taahhüde güvenmekle beraber yalnızca ifa tarihi hususunda
latife beyanı yapıldığını zannetmekte haklı ise, bu halde taraflar arasında sözleşme
kurulmuş olur ve latife beyanında bulunan yine de başlangıçtaki imkânsızlığa
dayanarak sözleşmenin kesin hükümsüz olduğunu iddia edemez. Bu halde latife
beyanında bulunan, ancak hata gibi başka hukuki kurumlara dayanarak sözleşmeyi
ortadan kaldırma imkânına sahiptir549.
Bir sözleşmenin tarafları, dikkatsizlikleri nedeniyle edimin 31 Eylül gibi var
olmayan bir tarihte ifa edileceğini kararlaştırmışlarsa, bu halde tarafların gerçek
iradesine uygun olarak sözleşmenin Eylül ayının son gününde yani 30 Eylülde ifa
edilmesi gerekir. Yani bu halde de başlangıçtaki imkânsızlık nedeniyle sözleşmenin
kesin hükümsüz olduğunu kabul etmeye yer yoktur. Borçlar hukukuna hâkim olan,
sözleşmeyi geçersiz kılan yorumun yerine onu ayakta tutan yoruma üstünlük
tanınması ilkesi bunu gerektirir.

2. İfa Yerindeki İmkânsızlık


Bir edimin ifa edilmesi gereken yerde ifa edilemeyecek olması da bazı hallerde
bir imkânsızlığa yol açabilir. Bu hususta verilen örneğe göre, belirli bir arsanın
parsellenerek satışını konu edinen bir satım sözleşmesinde, bu arsa, devletin hüküm
ve taahhüdü altında olduğu için parsellenmesi mümkün değilse, edimin ifası da
imkânsız hale gelir550. Bu halde ifa yeri edimin bir unsuru haline gelmiş olduğu için
gerçek anlamıyla bir imkânsızlık mevcuttur.
Ancak ifa yerindeki imkânsızlık, ifa yeri edimin unsuru haline geldiği için
değil de, absürtbir yer olarak kararlaştırıldığı için ortaya çıkıyorsa bir imkânsızlık söz
konusu değildir. İfa yerinin Mars veya Venüs gezegeni olduğunun kararlaştırıldığı

549
Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 83-84; Oğuzman/Öz, C. I, s. 93; Eren, Borçlar Genel, s. 348; Antalya,
Borçlar, s. 200.
550
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 122-123.

132
hallerde durum böyledir. Bu tür sözleşmeler bakımından da absürttarihli sözleşmeler
bakımından belirttiğimiz sonuçlar geçerlidir.

3. İfa Yöntemindeki İmkânsızlık


İfa yöntemi de ifa modalitelerine dâhil olduğundan, taahhüt edilen ifa
yönteminin imkânsızlığının da bir başlangıçtaki imkânsızlık olduğu kabul
edilmektedir. Mevcut teknoloji ile yapılması mümkün olmayan bir inşaat tarzı veya
sondaj usulü ile tünel açılması taahhüdü bu hususta örnek olarak gösterilmektedir551.
Gerçekten de bir edimin ifası imkânsız olmamakla birlikte, taahhüt edilen ifa
yönteminin gerçekleştirilmesi imkânsız olabilir. Örneğin açık denizde batan bir
geminin bulunmasının taahhüdü, günümüzde imkânsız değildir. Yüksek teknolojiye
sahip araçlar vasıtasıyla açık denizde batan gemilerin, içindeki bazı eşyaların ve
cesetlerin tespiti ve hatta bunların çıkarılması imkân dâhilindedir. Ancak hiçbir araç
kullanılmaksızın -sırf kendi bedeni ile- açık denize dalarak batan gemideki bir
cesedin çıkarılmasının taahhüt edildiği hallerde, edimin ifasının imkânsız olduğu
söylenebilir. Zira insan bedenin yapısı bu yöntemle böyle bir edimin ifasını imkânsız
kılar552.
Yukarıdaki örnekte olduğu gibi taahhüt edilen ifa yönteminin imkânsızlığına
rağmen, aynı edimin başka yöntemlerle ifa edilmesi olanağının bulunduğu hallerde,
sözleşmenin başlangıçtaki imkânsızlık nedeniyle kesin hükümsüz sayılıp
sayılmaması gerektiği tartışılabilir. Zira çoğu halde alacaklı için önemli olan ifanın
hangi yöntemle gerçekleştirildiği değil, hangi yöntemle gerçekleştirilse
gerçekleştirilsin ifaya kavuşmaktır. Alacaklı için borçlunun vadettiği ifa yöntemi ile
ifanın gerçekleşmesi değil de, hangi yöntemle olursa olsun yalnızca ifanın
gerçekleşmesi önemli ise, borçlunun taahhüt ettiği ifa yöntemini gerçekleştirmesi
imkânsız olsa bile, TBK m. 27’ye gidilmemesi gerektiği söylenebilir. Bunun aksine
alacaklı bakımından, borçlunun vadettiği ifa yöntemi ile ifayı gerçekleştirmesi
önemli ise TBK m. 27’ye göre başlangıçtaki imkânsızlığın varlığının kabul edilmesi
gerektiği ileri sürülebilir.

551
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 122.
552
Ziegler, a.g.e., s. 99; Altunkaya, a.g.e., s. 208-209.

133
4. Edimin Niteliğindeki İmkânsızlık: Ayıplı İfa ve Başlangıçtaki
İmkânsızlık
İfa yeri ve zamanı dışında borçlanılan edimle ifa edilen edimin aynı nitelikte
olmaması halinde de, edimin nitelik itibariyle imkânsızlığının söz konusu olabileceği
ileri sürülmektedir553. Galeri sahibinin, alıcıya Van Gogh’un gerçek bir tablosunu
teslim etmeyi taahhüt edip de, teslim ettiği tablonun sahte olması bu hususta örnek
olarak gösterilmektedir554. Kanaatimizce bu görüşe ve bu hususta verilen örneğin bir
başlangıçtaki imkânsızlık yarattığına katılmak mümkün değildir555. Şöyle ki; ifa
edilen edimin borçlu tarafından alacaklıya bildirilen nitelikleri veya dürüstlük kuralı
gereği ondan beklenen gerekli vasıfları taşımaması kötü bir ifa; satım, kira ve eser
sözleşmelerinde ise kötü ifanın özel bir türü olan ayıplı bir ifadır. Yalnızca çeşit
borçlarında edimin belirlenen kalitede olmasının mümkün olmadığı hallerde bir
imkânsızlık söz konusu olur556.
Kötü ifa nedeniyle borçlunun sorumluluğu TBK m. 112’de genel olarak
düzenlenmiştir. Satıcının, kiraya verenin ve yüklenicinin ayıplı ifadan doğan
sorumlulukları ise TBK’nin özel borç ilişkileri başlıklı ikinci kısmının çeşitli
bölümlerinde düzenlenmiştir.
Bir satım sözleşmesinde satıcının başlıca borcu, satım konusunun zilyetlik ve
mülkiyetini alıcıya devretmektir. Satıcı bu borcunu yerine getirirken satım
konusunun değerini veya sözleşme gereğince ondan beklenen yararları azaltan veya
ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik ayıpların bulunmamasına dikkat
etmelidir. Aynı şekilde satıcı, alıcıya karşı herhangi bir surette bildirdiği olumlu
niteliklerin, satım konusunda bulunmaması veya bulunmadığını bildirdiği olumsuz
niteliklerin bulunması sebebiyle de alıcıya karşı sorumludur (TBK m. 219-231)557.

553
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 123; Solomon Kaniti, Akdin İfa Edilmediği Defi, İstanbul, Ahmet
Said Matbaası, 1962, s. 114.
554
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 123; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 99.
555
Aynı yönde; Altunkaya, a.g.e., s. 203.
556
Bu fikirde olan Bucher, burada kısmi bir imkânsızlığın söz konusu olduğunu ileri sürse de (Bucher,
AT, s. 116 vd.), kanaatimizce burada tam bir imkânsızlık söz konusudur. Zira kısmi imkânsızlık
edimin nicel unsuru bakımından ortaya çıkabilecek bir durumdur. Ancak edimin niteliği tüm edim
bakımından söz konusu olabilecek bir durumdur.
557
Görüldüğü gibi satıcı satım konusunun değerini veya faydasını azaltan ayıpların bulunmadığını
ayrıca vaat etmese dahi sorumluluğu kanun gereği mevcuttur. Burada tam anlamıyla kanuni bir borç
söz konusudur. Nihat Yavuz, a.g.e., s. 92; Yavuz/Acar/Özen, a.g.e., s. 122; Eren, Borçlar Özel, s.
138; Şenocak, Aliud, s. 118-119; İnal, Borca Aykırılık, s. 198; Tandoğan, C. I/1, s. 167.Ancak

134
Bu halde satım konusunun değerini veya sözleşme gereğince ondan beklenen
yararları temin eden veya bizzat satıcı tarafından alıcıya vaad edilen niteliklerin
baştan beri satım konusunda hiç bulunmaması, başlangıçtaki imkânsızlığı değil,
satıcının ifada bulunması halinde ayıplı bir ifayı oluşturur. Elbette sözleşme
kurulmadan önce satım konusunun hiç mevcut olmaması veya önceden mevcut olan
parça borcunun, en geç sözleşmenin kurulduğu anda yok olması başlangıçtaki
imkânsızlığı doğurur. Bu halde aradaki sınır, ayıplı da olsa edimin ifa edilip
edilemeyeceğiyle ilgilidir.
Kira sözleşmesinde, kiraya verenin temel borcu sözleşmede kararlaştırılan
kullanım amacına uygun olarak kira konusunu kiracıya teslim etmek ve sözleşme
süresince de bu durumda bulundurmaktır. Ancak kiraya verenin kira konusunu
kiracıya teslim etmesi tek başına onu sorumluluktan kurtarmaz. Kira konusu
sözleşmede amaçlanan kullanıma elverişli bir durumda teslim edilmeli ve sözleşme
süresince de bu durumda bulundurulmalıdır (TBK m. 301 c. 1). Sözleşmede
amaçlanan kullanıma elverişli olmayan bir kira konusunun teslim edilmesi veya
kiralananın sözleşmenin devamı esnasında -kiracının bir kusuru olmaksızın- bu
duruma düşmesi halinde, kiraya verenin ayıptan sorumluluk hükümleri çerçevesinde
sorumluluğu doğar(TBK m. 304-308). Satış sözleşmesinde olduğu gibi, kira
sözleşmesinde de başlangıçtaki eksiklik, kira konusunun kullanılmasını tamamen
ortadan kaldırsa dahi, başlangıçtaki imkânsızlığın değil, kiraya verenin ayıplı ifada
bulunduğunun kabul edilmesini gerektirir. Burada da başlangıçtaki imkânsızlıkla
ayıplı ifa arasındaki sınır, ayıplı da olsa edimin ifa edilebilir durumda olup
olmadığıdır.
Eser sözleşmesi ile yüklenici bir eser meydana getirmeyi ve bunu iş sahibine
teslim etmeyi üstlenir. Yüklenicinin iş sahibine teslim edeceği eser, bildirdiği ve vaat
ettiği niteliklerle beraber, sözleşmede öngörülen kullanım amacı bakımından gerekli
olan nitelikleri de taşımalıdır. Aksi takdirde yüklenicinin ayıptan sorumluluğu doğar

satıcının bildirdiği ve vaat ettiği vasıflar bakımından sorumluluğunun hukuki niteliği tartışmalıdır.
Hâkim görüşe göre, burada bilgi açıklamasından doğan kanuni bir borcun söz konusu olduğu kabul
edilmelidir. Cevdet Yavuz, Satıcının Satılanın (Malın) Ayıplarından Sorumluluğu, İstanbul, Beta,
1989, s. 29-31; C. Salih Şahiniz, Tacirler Arası Ticari Satımlarda Satıcının Ayıplı İfadan (Ayıplı
Mal Tesliminden) Sorumluluğu, Ankara, Seçkin, 2008, s. 54; Nihat Yavuz, a.g.e., s. 92;
Aral/Ayrancı, a.g.e., s. 107; Şenocak, Aliud, s. 120; İnal, Borca Aykırılık, s. 103, 198; Tandoğan, C.
I/1,s. 165-166; Gümüş, C. I, s. 96-97; Aydoğdu/Kahveci, a.g.e., s. 138. Sözleşmesel sorumluluk
olduğu görüşünde; Eren, Borçlar Özel, s. 138; Engin, Temlik, s. 50.

135
(TBK m. 474-478). Bu sözleşme bakımından da yüklenicinin meydana getirmeyi
üstlendiği eserin, iş sahibine bildirdiği ve vaat ettiği nitelikleri baştan beri
taşıyamayacak olması, başlangıçtaki imkânsızlığa değil, yüklenicinin ayıptan
sorumlu olmasına yol açar558. Satış ve kira sözleşmesinde olduğu gibi başlangıçtaki
imkânsızlıkla ayıplı ifa arasındaki sınır, ayıplı da olsa edimin ifa edilebilir olup
olmadığına göre belirlenir.
Van Gogh’un gerçek bir tablosunun teslimi taahhüt edilip de, sahte bir
tablonun teslim edilmesi örneği bakımından da, öğretideki kimi yazarlar, aliud
(yabancı edimle) bir ifanın559 söz konusu olduğunu ileri sürmektedirler560. Kimi
yazarlar ve İsviçre Federal Mahkemesi ise, satım konusu şeyin bizzat kendisi ifa
edildiğinde aliud ifadan söz edilemeyeceğini ve burada ayıplı bir ifanın söz konusu
olduğunu kabul etmektedirler561. Aliud ifa halinde de ayıplı ifa ile benzerliğinden
dolayı kıyasen ayıptan doğan sorumluluğa ilişkin hükümlerin uygulanması
gerektiğini savunanlar bulunduğu gibi562, aliud ifa halinde edimin hiç ifa edilmemiş
sayılması gerektiğini ve bu nedenle TBK m. 112’nin uygulanabileceğini ileri sürenler
de mevcuttur563.
Kanaatimizce sahte eser teslimi hallerinde, ikinci görüşte olduğu gibi, bizzat
satılan şeyin teslimi kıstasından yola çıkılacak olursa, şöyle bir ayırım yapılması
yerindedir: Eğer galeri sahibi alıcıya teslim etmeyi taahhüt ettiği tablonun gerçeğini
elinde bulunduruyorsa ve alıcı bunu görerek satış sözleşmesini kurmuşsa, alıcıya
sahte bir tablonun teslim edilmesi, ayıplı bir ifa olarak kabul edilmemelidir. Bu
durumda alıcıya sözleşmede kararlaştırılandan başka bir şey teslim edildiğinden aliud
bir ifa söz konusu olur564. Bu halde galeri sahibi edimi hiç ifa etmemiş sayıldığından,
alıcı onu temerrüde düşürerek aynen ifayı ve ifadaki gecikmeden doğan tüm

558
Zarife Şenocak, Eser Sözleşmesinde Ayıbın Giderilmesini İsteme Hakkı, Ankara, Turhan
Kitapevi, 2002, s. 36, dn. 19.
559
Aliud ifa hakkında bkz.: aş. s. 144 vd.
560
Ziegler, a.g.e., s. 92; Kevork Acemoğlu, “Aliud ve Federal Mahkemenin Aliud Konusundaki
Tutumu Üzerinde”, İÜMHAD, C. 6, S. 9, 1972, s. 24-29, (Aliud); Yavuz/Acar/Özen, a.g.e., s. 127.
561
İnan, a.g.e., s. 105; Eren, Borçlar Genel, s. 915;Şenocak, Aliud, s.132,135; Aral/Ayrancı, a.g.e., s.
105;Serozan, Özel, s. 140;BGE 82 411. Bu karar için bkz.: Acemoğlu, Aliud, s. 21-22.
562
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 248. Aslında bu yazar tüm borca aykırılık hallerinin ve bu arada aliud
ifanın CISG’da ve Alman hukukunda olduğu gibi borcun ihlali kavramı altında toplanması gerektiğini
savunmaktadır. Serozan, İfa ve Engelleri, s. 139, 248.
563
Şenocak, Aliud, s. 122; İnal, Borca Aykırılık, s. 104, 110; Oğuzman/Öz, C. I, s. 281, dn. 86; Eren,
Borçlar Genel, s. 1048; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 88; Yavuz, a.g.e., s. 47.
564
Altunkaya, a.g.e., s. 203.

136
zararlarının tazminini talep edebilmelidir (TBK m. 125/1). Alıcı temerrütte olan
borçluya ek süre vererek (TBK m. 123)565 aynen ifa ve gecikmeden doğan
zararlarının yanı sıra, aynen ifadan vazgeçerek olumlu zararlarının tazminini talep
etme veya sözleşmeden dönerek olumsuz zararlarının tazminini isteme haklarına da
seçimlik olarak sahiptir (TBK m. 125/2). Galeri sahibi, satım konusu tablonun
gerçeğine sahip olmadığı halde, elindeki sahte tablonun gerçek olduğu hususunda
alıcıyı yanıltarak sözleşmenin akdedilmesine yol açmışsa, alıcının hile hükümlerine
göre sözleşmeyi iptal etme ve bu nedenle tazminat talep etme hakkı mevcuttur (TBK
m. 36, 39). Ancak bu halde aynı zamanda ayıplı bir ifa söz konusu olduğundan alıcı,
dilerse sözleşmeden dönmeyerek satıcının ayıptan doğan sorumluluğuna ilişkin
hükümlere de başvurabilmelidir566.
Öğretide, parça satımında özellikle hukuki bir ayıpla karşılaşıldığı hallerde
başlangıçtaki imkânsızlık nedeniyle sözleşmenin kesin hükümsüzlüğünden söz
edilemeyeceği, aksine satıcının ayıptan doğan sorumluluğuna ilişkin hükümlerin
uygulanmasının gündeme geleceği de ileri sürülmektedir567. Bu fikirdekilere göre,
ayıptan doğan sorumluluğa ilişkin hükümler, başlangıçtaki imkânsızlığa ilişkin
hükme göre özel kural niteliği taşımaktadır.

565
TBK m. 124’de belirtilen hallerde alıcının satıcıya ek süre vermesine dahi gerek bulunmamaktadır.
566
Ayıptan doğan sorumlulukla hata ve hile hükümlerinin birbirleriyle yarışabileceği görüşünde;
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 1105; Von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 310; Bucher, AT, 180-181; Ayhan
Uçar, İstisna Sözleşmesinde Müteahhidin Ayıba Karşı Tekeffül Borcu, Ankara, Seçkin, 2003, s.
85; Oğuzman/Öz, C. I, s. 105, dn. 198; Aral/Ayrancı, a.g.e., s. 149; Serozan, Özel, s. 134; Kahveci,
a.g.e., s. 50; Nihat Yavuz, a.g.e., s. 975; Gümüş, C. I, s. 79-80; Aydoğdu/Kahveci, a.g.e., s. 133.
Karşı fikre göre göre ise, ayıptan sorumluluğa ilişkin hükümler hata (ve dolayısıyla hile) hükümlerine
nazaran öncelikle uygulanır ve onu bertaraf eder. Buna göre ayıptan sorumluluğa ilişkin hükümler
irade bozukluklarına ilişkin hükümlere göre daha özel nitelikte olup, satım konusunu gözden geçirme
ve varsa ayıpları bildirme külfetleri alıcı tarafından vaktinde yerine getirilmemişse veya iki yıllık hak
düşürücü geçirilmişse, artık irade bozuklularına dayanmak da mümkün değildir. Aksi bir kabulün
kanunun ayıptan sorumluluğa dayanabilmek için koyduğu kısıtlayıcı şartları bertaraf edeceği ve bu
kısıtlayıcı şartların satıcının lehine olduğu ve onun aleyhine spekülasyon yaratılmasını engellediği de
belirtilmektedir. Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 208.Ancak satım konusunu teslim etme ve mülkiyeti
geçirme borçlarının tamamlayıcısı olan ayıptan sorumluluk tali bir nitelik taşıdığından, sözleşmenin
ifasından sonra olsa dahi, bu sözleşme hile nedeniyle hükümsüz kılınırsa artık ayıptan sorumluluk söz
konusu değildir. Yani ayıptan doğan sorumluluk sözleşmenin ifasını ilgilendirirken, hile sözleşmenin
geçerliliğine ilişkindir. Bu nedenle ayıptan sorumluluğa ilişkin hükümleri hile hükümleri karşısında
özel hüküm olarak kabul etmek mümkün değildir. Ayrıca kanunun ayıptan sorumluluğa dayanabilmek
için getirdiği kısıtlayıcı şartlar, satım konusunun ayıpları hileyle gizlendiği hallerde ya tamamen
ortadan kalkmakta ya da oldukça esnek bir hale gelmektedir (TBK m. 225/1, 231/2). O halde hileye
maruz kalan alıcının bu hükümlerden dilediğine başvurmak hususunda seçimlik bir hakka sahip
olduğu kabul etmek daha doğrudur.
567
Serozan, Özel, s. 135.

137
E. Başlangıçtaki İmkânsızlık ve Satıcının Zapttan Doğan Sorumluluğu
Daha önce de belirttiğimiz gibi bir satım sözleşmesinde satıcının başlıca borcu
satım konusunun zilyetlik ve mülkiyetini alıcıya devretmektir568. Zira alıcının satım
sözleşmesinden beklediği menfaatin gerçekleşmesi buna bağlıdır. Satım konusu
alıcıya teslim edildikten ve mülkiyeti kendisine geçirildikten sonra bir üçüncü kişinin
satım sözleşmesinin kurulduğu sırada var olan bir hakkına dayanarak, satım
konusunu kısmen veya tamamen alıcının elinden alması mümkündür. Bu durumda
satıcının borcunu tam veya gereği gibi yerine getirmiş olduğundan bahsetmek
mümkün değildir. Alıcı, TBK m.112’ye dayanarak satıcıdan zararının tazmini talep
edebilir. Ancak bazı pratik düşüncelerle TBK’da zapttan sorumluluk hakkında özel
hükümlere yer verilmiş ve alıcıya ek bir koruma imkânı daha sağlanmıştır (TBK m.
214-218)569.
Satım konusu alıcıya teslim edildikten sonra bir üçüncü kişinin satım
sözleşmesinin kurulduğu sırada var olan bir hakkına dayanarak, satım konusunu
kısmen veya tamamen alıcının elinden alması halinde satıcının başlangıçtaki objektif
imkânsızlığa dayanması mümkün değildir570. Zira borçlu, edimi gereği gibi ifa
edemeyecek olsa da, malın gerçek sahibi aynı ifayı gerçekleştirebilecek durumda
olduğundan, burada yalnızca sübjektif bir imkânsızlık söz konusu olur.
Bu halde alıcının TBK m. 112’ye dayanması söz konusu olabileceği gibi,
satıcının zapttan doğan sorumluluğuna ilişkin hükümlere dayanabilmesi de
mümkündür. Aksini ileri sürenler bulunsa da571, kanaatimizce,de TBK m. 112 ile
satıcının zapttan doğan sorumluluğuna ilişkin hükümlerin birbirleriyle yarışmaları
mümkündür572.

568
Bkz.: yuk. s. 134.
569
Eren, Borçlar Özel, s. 108; Yavuz/Acar/Özen, a.g.e., s. 108;Tandoğan, C. I/1, s. 148.
570
Ziegler, a.g.e., s. 121; Altunkaya, a.g.e., s. 229.
571
Zaptı düzenleyen hükümler özel hüküm niteliğinde oldukları için münhasıran uygulanmaları ve
genel hüküm niteliğindeki TBK m. 112’ye tazminat talep edilemeyeceği görüşünde; Eugen Bucher,
Schweizerisches Obligationenrecht: Besonderer Teil, 3. bs., Zürich, Schulthess, 1988, s. 90 (BT);
Herman Becker, İsviçre Borçlar Kanunu Şerhi, 2 C., Çev. A. Suat Dura, Ankara, YY, 1993, C: 2
(Çeşitli Sözleşme İlişkileri: Madde 184 - 551), s. 49-50. Açıkça belirtmemiş olmakla birlikte,
Tandoğan’ın da bu fikirde olduğu anlaşılmaktadır. Tandoğan, C. I/1, s. 148.
572
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 1105; Eren, Borçlar Özel, s. 128-129; Gümüş, C. I, s. 64. Bu
halde alıcı seçimlik olarak dilediği kuruma başvurabilecektir.

138
F. Başlangıçtaki İmkânsızlık ve İfa Yerini Tutan Edim
Borçlu-kural olarak- yalnızca tarafların sözleşmede kararlaştırmış oldukları
edimi ifa ederek borcundan kurtulabilir. Bu prensip, ifanın borçlanılan edime uygun
olması prensibi olarak adlandırılmaktadır573. Ancak taraflar aralarında anlaşarak,
borçlanılan edimden başka bir şeyle ifanın gerçekleşmesini de kabul edebilirler. İfa
esnasında yapılan bu anlaşma ileborçlanılan edimden başka bir şeyle borcun ifasına
“ifa yerini tutan veya ifa yerine edim” (Datio in Solutum)574adı verilmektedir575, 576.
Borçlanılan edimin ifası olarak, borçlunun üçüncü bir kişiye karşı sahip olduğu bir
alacağın, alacaklıya devri hususu anlaşma yapılmışsa, bu halde ifa yerini tutan bir
devir söz konusu olur. Bu tür bir devir genellikle para borcunun ifası olarak yapılır
ve bu durum ödeme yerini tutan devir olarak adlandırılmaktadır577. Ancak bu tür bir
anlaşma ifadan önce yapılmışsa, ifa yerini tutan edim değil, borç ilişkisini değiştiren
bir anlaşma söz konusu olur. Bu halde artık yeni bir edim borcun konusunu
oluşturduğundan, bunun ifası, edimden başka bir şeyle ifa anlamına gelmez ve bu
durumda ifanın edime uygun olması prensibine yönelik bir istisna da söz konusu
olmaz578.

573
Cemal, a.g.e., s. 239-240; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 761; Oğuzman/Öz, C. I,
s. 280; Baki İlkay Engin, “İfa Uğruna Edim”, Prof. Dr. Erdoğan Moroğlu’na 65. Yaş Günü
Armağanı, İstanbul, Beta, 1999, s. 840-841; Süleyman Yalman, “Edime Uygun İfa Kuralının
İstisnaları”, Prof. Dr. Halil CİN’e Selçuk Üniversitesinde 10. Hizmet Yılı Armağanı, Konya,
SÜHFY, 1995, s. 495 (Edime Uygun İfa); Köksal Kocaağa, “Borçlanılan Edimin İfası Kuralının Bir
İstisnası Olarak İfa Amacıyla Edim”, BATİDER, C. XXIV, S. 1, Haziran, 2007, s. 139-140; Ayan,
Borçlar Genel, s. 310. (İfa Amacıyla Edim)
574
Richard Honig, Roma Hukuku (İndeksler), Çev. Şemsi Talip, İstanbul, İÜHFY, 1938, s. 486;
Erdoğmuş, a.g.e., s. 38.
575
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 11; Cemal, a.g.e., s. 242; Oğuzman/Öz, C. I, s. 281; Kılıçoğlu, Genel
Hükümler, s. 591-592; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 90-91; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,
Borçlar, s. 762; Yalman, Edime Uygun İfa, s. 506; Engin, İfa Uğruna Edim, s. 841; Kocaağa, İfa
Amacıyla Edim,s. 140, 141; Ayan, Borçlar Genel, s. 311; Gernhuber, Erfüllung,s. 160;
Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 167; Eckert, a.g.e., s. 206; Joussen, a.g.e., s. 282-283;
Medicus/Lorenz, a.g.e., 127; Schlechtriem, a.g.e., 243-244; Weiler, a.g.e., s. 145;
Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., 382.
576
Bu kurum TBK’da açıkça düzenlenmiş değilse de, BGB § 364/1’de açıkça düzenlenmiştir.
577
Oğuzman/Öz, C. I, s. 282;
578
Oğuzman/Öz, C. I, s. 282; Kocaağa, İfa Amacıyla Edim, s. 142. Aslında ifa yerini tutan edime
ilişkin anlaşma da sözleşmenin içeriğini değiştiren bir anlaşmadır. Ancak ifadan önce yapılan bu tür
bir anlaşma şekil koşuluna tabi olabilirken (TBK, m. 13), ifa esnasında yapılan anlaşma hiçbir şekil
koşuluna tabi değildir. Eren, Borçlar Genel, s. 917-918; Oğuzman/Öz, C. I, s. 282, dn. 89; Kocaağa,
İfa Amacıyla Edim, s. 142. Yani ifa yerini tutan edimin söz konusu olabilmesi için, bu husustaki
anlaşma mutlaka ifa zamanında yapılmalıdır. Oğuzman/Öz, C. I, s. 282, dn. 89; Kocaağa, İfa
Amacıyla Edim, s. 142.

139
Başlangıçtaki imkânsızlığın söz konusu olduğu bir sözleşmede, ister ifadan
önce isterse ifa esnasında, tarafların aralarında anlaşarak ifası imkânsız olan asıl
edimin yerine ifa edilebilir bir edimi geçirmeleri mümkün değildir. Zira başlangıçtaki
imkânsızlık halinde sözleşme kendiliğinden kesin hükümsüz olduğundan, tarafların
bu yöndeki anlaşmaları ancak yeni bir anlaşma olarak kabul edilebilir. Yani
başlangıçtan beri imkânsız olan bir sözleşmede ifa yerini tutan edimin veya borç
ilişkisini değiştiren anlaşmanın yeri yoktur579.

G. Başlangıçtaki İmkânsızlık ve İfaya Yönelik Edim


İfanın edime uygun olması prensibinin bir diğer istisnası da “ifaya yönelik veya
ifa amacıyla ya da uğruna edim ”(datio solutionis causa)580yahut “ifaya yönelik veya
ifa amacıyla ya da uğruna devir”dir581. Bu halde ise borçlu borcunu ifa etmek
amacıyla alacaklıya bir şey vermekte veya bir alacağını ona devreder ve alacaklı da
bunu paraya çevirmek suretiyle kendi alacağını elde eder. Bu halde ifa yerini tutan
edimde olduğu gibi eşyanın alacaklıya teslimi veya hakkın devri ile borç derhal sona
ermez. Borcun sona ermesi, verilen şeyin paraya çevrilmesi suretiyle alacaklının elde
ettiği para ile tatmin edildiği oranda gerçekleşebilir582. Borçluya ait eşyanın paraya
çevrilmesiyle veya alacağının tahsiliyle elde edilen tutar alacağı karşılamazsa borçlu,
borcun geri kalan kısmını da ifa etmekle yükümlü olduğu gibi, satıştan elde edilen
bedel alacağın tutarından fazla olursa, alacaklı da bunu borçluya iade etmekle
yükümlüdür583. İfaya yönelik edimde alacaklı, borçluya ait eşyayı paraya çevirirken

579
İfa yerini tutan edimde, mantık gereği, imkânsızlık veya borçlu temerrüdü söz konusu olamaz. Zira
ifanın gerçekleştirilmiş olması, ifa yerini tutan edimin en belirgin özelliğidir. Serozan, İfa ve
Engelleri, s. 91-92
580
Erdoğmuş, a.g.e., s. 38.
581
“İfaya yönelik devir” başlıklı TBK m. 192: “Alacaklı, alacağını borcu ifaya yönelik olarak
devretmekle birlikte borca mahsup edilecek miktarı belirlememişse, devralan ancak borçludan aldığı
veya gereken özeni gösterseydi alabilecek olduğu miktarı, kendi alacağına mahsup etmek zorundadır”
şeklindedir. İfaya yönelik havaleye ilişkin TBK m. 556/1’de ise: “Havale, havale edenin havale
alıcısına olan borcunun ifası amacıyla yapılıyorsa, bu borç ancak havale ödeyicisinin borcu ifa
etmesiyle sona erer” düzenlemesine yer verilmiştir.
582
Cemal, a.g.e., s. 244; Oğuzman/Öz, C. I, s. 282-283; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 93-94;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 762-763; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 593; Eren,
Borçlar Genel, s. 918; Yalman, Edime Uygun İfa, s. 508; Engin, İfa Uğruna Edim, s. 839;
Kocaağa, İfa Amacıyla Edim, s. 145; Ayan, Borçlar Genel, s. 311.
583
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 763; Oğuzman/Öz, C. I, s. 283; Serozan, İfa ve
Engelleri, s. 94; Yalman, Edime Uygun İfa, s. 509; Ayan, Borçlar Genel, s. 311. Hâlbuki ifa yerini
tutan edim asıl edimden daha düşük değerde olsa bile, alacaklı değer farkını talep edemeyeceği gibi,
aksi halde de borçlu aradaki farkın geri verilmesini isteyemez. Oğuzman/Öz, C. I, 284; Serozan, İfa
ve Engelleri, s. 96; Kocaağa, İfa Amacıyla Edim, s. 147. İfa uğruna edim, borçlanılan edimle ifa

140
veya onun alacağını tahsil ederken bir vekil gibi hareket ettiğinden, gereken özeni de
göstermek zorundadır584.
Baştan beri imkânsız olan bir sözleşmede ifaya yönelik edimle karşılaşılamaz.
Zira bu tür bir sözleşmede edimin ifası baştan beri imkânsız olduğu için, sözleşme de
baştan beri kesin hükümsüzdür. Bu nedenle ifa edilemez nitelikteki edimin yerine
başka bir şeyin verildiği ve bunun paraya çevrilerek elde edilen meblağ ile ifanın
gerçekleştiğinden bahsetmek mümkün değildir. Zaten ifaya yönelik edim, genellikle
para borçları bakımından söz konusu olur ve para borçlarının ifasında imkânsızlıkla
karşılaşılmaz.

H. Başlangıçtaki İmkânsızlık ve Edimi Değiştirme Yetkisi


Edime uygun ifa prensibinin bir diğer istisnası da, edimi değiştirme
yetkisidir585. Edimi değiştirme yetkisinin söz konusu olduğu hallerde, edim,
sözleşmenin kurulduğu esnada belirlenmiş olmakla birlikte, yine sözleşmenin
kurulduğu esnada belirlenmiş başka bir edim ifa edilerek de borcun sona
erdirilebilmesi mümkündür586. Burada ilk edim, asıl edim olarak adlandırılırken;
borçlunun asıl edim yerine ifa edebileceği edim ise, yedek edim olarak
adlandırılmaktadır587.

edilen edim arasında bir denklik sağladığından her iki tarafın da menfaatine uygundur. Bu gerekçeyle
olsa gerek, ifa yerine mi yoksa uğruna mı bir edimin söz konusu olduğu hususunda tereddüde
düşülürse, ifaya yönelik edimin tercih edilmesi gerektiği ileri sürülmektedir. von Tuhr/Escher, a.g.e.,
s. 14; Bucher, AT, s. 312; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 212; Yalman, Edime Uygun İfa, s. 509; Engin,
İfa Uğruna Edim, s. 843-847; Kocaağa, İfa Amacıyla Edim, s. 141; Ayan, Borçlar Genel, s. 311.
584
Bucher, AT, s. 313; Oğuzman/Öz, C. I, s. 283; Eren, Borçlar Genel, s. 919; Serozan, İfa ve
Engelleri, s. 94; Yalman, Edime Uygun İfa, s. 504-505; Engin, İfa Uğruna Edim, s. 855; Kocaağa,
İfa Amacıyla Edim, s. 152.
585
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 817-818; Oğuzman/Öz, C. I, s. 282, 291-292. Bazı
yazarlar burada seçimlik yetki (facultas alternativa - Erdoğmuş, a.g.e., s. 56); eski adıyla muhayyerlik
salahiyeti kavramını da kullanmaktadırlar. von Tuhr, a.g.e., s. 469; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s.
594; Antalya, Borçlar, s. 44; Eren, Borçlar Genel, s. 916; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 88; Yalman,
Edime Uygun İfa, s. 509; Kocaağa, İfa Amacıyla Edim, s. 143; Ayan, Borçlar Genel, s.
311.Tekinay ise, seçimlik yetki kavramı, asıl ve yedek edim arasındaki ilişkiyi belirtmediğinden,
yedek edim yetkisi kavramını kullandığını belirtmektedir. Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar,
s. 818, dn. 11. Kanaatimizcede seçimlik yetki, seçimlik borç ile karıştırılabileceğinden edimi
değiştirme yetkisi kavramını kullanmak daha uygundur.
586
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 489; Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 50; Huguenin, a.g.e., s. 127;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 279, 288; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 88; Antalya, Borçlar, s. 44, 45;
Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 594; Yalman, Edime Uygun İfa, s. 509-510; Kocaağa, İfa Amacıyla
Edim, s. 143.
587
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 48; Oğuzman/Öz, C. I, s. 292; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 594;
Eren, Borçlar Genel, s. 916-917; Antalya, Borçlar, s. 45; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 88; Yalman,
Edime Uygun İfa, s. 509.

141
Edimi değiştirme yetkisinin sahibi alacaklı olabileceği gibi, borçlu da
olabilir588. Yine bu yetki tarafların iradelerinden doğabileceği gibi kanundan da
doğabilir. TBK m. 99’da taraflar aksini öngörmüş olmadıkça, edimi değiştirme
yetkisinin kanundan doğduğu bir durum bulunmaktadır. Bu hükmün ilk fıkrasında
konusu para olan borcun Ülke Parasıyla (Türk Lirası) ödeneceği düzenlenmiştir.
İkinci fıkrada ise, Ülke Parası dışında başka bir para birimiyle ödeme yapılması
kararlaştırılmışsa, sözleşmede aynen ödeme ya da bu anlama gelen bir ifade
bulunmadıkça, borcun, ödeme günündeki rayiç üzerinden Ülke Parasıyla da
ödenebileceği belirtilmiştir. Aynı hükmün üçüncü fıkrasında ise, ikinci fıkradaki bir
durumda borç ifa edilmemişse, alacaklının yabancı para borcunun aynen veya vade
ya da fiili ödeme günündeki rayiç üzerinden Ülke Parasıyla ödenmesini
isteyebileceği düzenlenmiştir. Edimi değiştirme yetkisinin, alacaklının tek taraflı
beyanı ile borçluya tanınabileceği de kabul edilmektedir589.
Edimi değiştirme yetkisinin hukuki niteliği öğretide tartışmalıdır. Bu
tartışmalar söz konusu yetkinin bir yenilik doğuran hak olup olmadığı noktasında
yoğunlaşmaktadır. Kanaatimizce de haklı olarak, edimi değiştirme yetkisinin yenilik
doğuran hak olup olmadığını, yetkinin sahibine göre belirleyen
yazarlar590bulunmaktadır. Buna göre edimi değiştirme yetkisinin sahibi alacaklıysa
yenilik doğuran hak söz konusu olurken, bu yetkiye borçlunun sahip olduğu hallerde
yenilik doğuran haktan söz etmek mümkün değildir.
İfa yerini tutan edimde asıl edimin yerini alacak şey veya hak ifa zamanından
önce belirli olmamasına rağmen, edimi değiştirme yetkisinde asıl edimin yerini
alabilecek yedek edim baştan beri bellidir591. Yine ifa yerini tutan edim (ve ifaya
yönelik edim) baştan beri imkânsız olan bir sözleşmede söz konusu olamayacakken,
taraflardan birinin edimi değiştirme yetkisine sahip olduğu bir sözleşmede

588
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 818; Oğuzman/Öz, C. I, s. 291-292, dn. 124;
Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 594; Antalya, Borçlar, s. 44; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 88;
Yalman, Edime Uygun İfa, s. 510; Kocaağa, İfa Amacıyla Edim, s. 143; Ayan, Borçlar Genel, s.
311-312. Eren’e göre anlaşmaya dayanan seçimlik yetki-kural olarak- borçluya aittir. Eren, Borçlar
Genel, s. 917.
589
Oğuzman/Öz, C. I, s. 292, dn. 125. Eren’e göre alacaklının sonradan tek taraflı bir irade beyanıyla
borçluya bu tür bir yetki tanıması ve borçlunun da bu yetkiyi kullanması halinde, ifa yerini tutan bir
edim söz konusu olur. Eren, Borçlar Genel, s. 917.
590
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 90; Antalya, Borçlar, s. 44.
591
Oğuzman/Öz, C. I, s. 292, dn. 125; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 90-91.

142
başlangıçtaki imkânsızlıkla karşılaşılabilir. Bu tür bir imkânsızlık asıl edim
bakımından söz konusu olabileceği gibi, yedek edim bakımından da söz konusu
olabilir. Öğretide yedek edimi tam anlamıyla asıl edime bağlı kılma düşüncesi
mevcuttur. Örneğin edimi değiştirme yetkisinin söz konusu olduğu borçlarda yedek
edim ifa edilecekse, ifa yerinin asıl edimin ifa yeri olması gerektiği ileri
sürülmektedir592. Ayrıca burada bir yükümlülüğün değil, yetkinin söz konusu
olduğuna da dikkat çekilmektedir593. Bu doğrultuda asıl edimin ifasının baştan beri
imkânsız olduğu hallerde yedek edim ifa edilebilir olsa dahi, sözleşmenin kesin
hükümsüzlüğü nedeniyle borcun sona ereceği savunulmaktadır594. Asıl edimin ise,
yedek edimden tamamen bağımsız olduğu, bu nedenle yedek edimin baştan beri
imkânsız olmasının asıl edimi etkilemeyeceği ileri sürülmektedir595. Bu görüşte
sözleşme asıl edim bakımından varlığını ve geçerliliğini sürdüğü için borçlunun da
asıl edimi ifa etme yükümlülüğü devam etmektedir.
Bu çözüm tarzı, edimi değiştirme yetkisinin mantığına uygundur. Zira burada
esas olarak borçlanılan edim, asli edimdir596. Sözleşme ile borçluya tanınan edimi
değiştirme yetkisi, genellikle borçlu yararına hizmet etme amacını taşır. Bu halde asli
edimin imkânsızlığının, alacaklının lehine olacak şekilde, yedek edimi etkilemediği
sonucuna varılmamalıdır. Özellikle alacaklının tek taraflı bir beyanıyla borçluya
edimi değiştirme yetkisi tanıdığı hallerde, borçlunun kendisine tanınan bu yetkiyi
kullanma zorunluluğu bulunmadığından, asıl edimin imkânsızlığı halinde, borçlu
yedek edimi ifa etmek zorunda değildir. Yine yedek edimin baştan beri imkânsız
olmasının, asıl edimi hiçbir şekilde etkilemeyeceği de kabul edilmelidir. Hem asli
hem de yedek edimin baştan beri imkânsız olması da, şüphesiz, sözleşmenin kesin
hükümsüzlüğüne yol açmalıdır.

592
Oğuzman/Öz, C. I, s. 333; Eren, Borçlar Genel, s. 940.
593
Eren, Borçlar Genel, s. 916; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 89; Antalya, Borçlar, s. 44;
Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 211; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 151.
594
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 50; von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 82; Oğuzman/Öz, C. I, s. 292;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 818; Eren, Borçlar Genel, s. 916-917, 969-970;
Antalya, Borçlar, s. 45; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 89; Altunkaya, a.g.e., s. 164, 165; Yalman,
Edime Uygun İfa, s. 510; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 151; Ayan, Borçlar Genel, s. 313.
595
Eren, Borçlar Genel, s. 970; Altunkaya, a.g.e., s. 164, 165; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 89.
Antalya, Borçlar, s. 45; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 151. Kılıçoğlu’da: “Yedek edimin ifası
kusursuz olarak imkânsız hale gelirse borçlu asli edimi ifa etmek zorundadır” diyerek bu husustaki
görüşünü belirtmektedir. Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 594.
596
Eren, Borçlar Genel, s. 970; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 89; Şenocak, Aliud, s. 114.

143
I. Başlangıçtaki İmkânsızlık ve Aliud İfa
İfanın edime uygun olması prensibi gereğince borçlu-kural olarak- tarafların
sözleşmede kararlaştırmış oldukları edimi ifa ederek borcundan kurtulabilir.Ancak
tarafların aralarında anlaşarak, borçlanılan edimden başka bir şeyle ifanın
gerçekleşmesini kabul ettikleri haller, bu kuralın istisnasını oluşturur. Bu istisnalar
haricinde, borçlunun borçlanılan edim dışında bir şeyi ifa etmesi ise aliud (başka
şeyle veya yabancı edimle)597 ifa olarak adlandırılmaktadır598. Aliud ifada, taraflar
arasında bu hususta bir anlaşma olmamasına rağmen, edimden başka bir şey ifa
olarak sunulur.
Aliud ifa, ifa edilen edimin, borçlanılana uygun olmadığı hallerden biridir.
Ayıplı ifa halinde de borçlanılan edime uygun olmayan bir ifa söz konusu olur ve bu
nedenle ayıplı ifa ile aliud ifa arasındaki sınırların dikkatli bir biçimde belirlenmesi
gerekir. Ancak bu mesele öğretideki tartışmalı konulardan biridir ve ayırım çeşit ve
parça satımı bakımından farklı kıstaslara göre yapılmaktadır.
Bu husustaki bir fikre göre, çeşit satımlarında, tarafların çeşidi tayin için
belirttikleri niteliklerden herhangi biri teslim edilen şeyde bulunmazsa, bu şey,
tarafların kararlaştırmış oldukları çeşide dâhil olmaz ve ifa, aliud ifa olur. Buna
karşın borçlanılan çeşidin sınırları çerçevesinde teslim edilen şey, borçlanılan edimin
sahip olması gereken nitelikleri taşımıyorsa ayıplı bir ifa söz konusu olur599. İfa
edilen şeyin ayıplı mı yoksa başka çeşitten mi olduğu belirlenirken, öncelikle
objektif ve genel kriterlere başvurulmalı, yani ticaret hayatında hâkim olan
görüşlerden yola çıkılmalıdır. Objektif ve genel kriterlere göre durum tespit
edilemediği takdirde, tarafların hangi vasıflar yardımıyla satım konusunun çeşidini
belirlediklerine bakılmalı; yani sözleşmenin yorumu yoluyla sübjektif bir kriterden
hareket edilmelidir600.
Parça satımlarında ise, bir fikre göre, taraflarca ferdileştirilerek sözleşmeye
konu edilen şeyden başka bir şeyin teslimi halinde aliud bir ifa söz konusu olur.
Ancak sözleşmede kararlaştırılan ve teslim edilen şeyin lüzumlu nitelikleriylesatıcı
597
Erdoğmuş, a.g.e., s. 11.
598
Oğuzman/Öz, C. I, s. 281, dn. 86; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 80; Eren, Borçlar Genel, s. 915-
916, 1048; Aral/Ayrancı, a.g.e., s. 65;Zevkliler/Gökyayla, a.g.e., s. 120;Nihat Yavuz, a.g.e., s. 977;
Acemoğlu, Aliud, s. 19; Kahveci, a.g.e., s. 39; Gümüş, C. I, s. 84; Serozan, Özel, s. 140.
599
Yavuz, a.g.e., s. 51. Kahveci, a.g.e., s. 44-45
600
Yavuz, a.g.e., s. 52; Kahveci, a.g.e., s. 45.

144
tarafından vaat edilen niteliklerinin eksik olması veya hiç bulunmaması halinde aliud
bir ifa değil, ayıplı bir ifa söz konusu olur. Bu durum satım konusunun tarafların
düşündüğünden başka bir çeşitten sayılmasını gerektirecek ayıpların bulunması
halinde dahi geçerlidir601. Yani bu görüş bakımından satılan şeyle teslim edilen şey
arasındaki dış ayniyet, aliud ifadan bahsedilmesini engellemeye yeterlidir602. Buna
karşın sözleşmede kararlaştırılan ve teslim edilen şeyin lüzumlu nitelikleriylesatıcı
tarafından vaat edilen niteliklerinin eksik olması veya hiç bulunmaması halinde aliud
bir ifanın söz konusu olduğunu kabul eden yazarlar603 da mevcuttur. Bu görüşte ise,
satılan şeyle teslim edilen şey arasında dış ayniyetin yanı sıra iç ayniyetin de
bulunması gerektiği; aksi takdirde aliud bir ifanın söz konusu olacağı kabul
edilmektedir.
Aliud ifa halinde uygulanacak hükümler de öğretide tartışmalıdır. Aliud ifa
halinde de, ayıplı ifa ile olan benzerliğinden dolayı, kıyasen, ayıptan doğan
sorumluluğa ilişkin hükümlerin uygulanması gerektiğini savunanlar bulunduğu
gibi604, aliud ifa halinde edimin hiç ifa edilmemiş sayılması gerektiğini ve bu nedenle
TBK m. 112’nin uygulanabileceğini ileri sürenler de mevcuttur605.
Kanaatimizce de aliud bir ifa halinde borçlu, hiç ifada bulunmamış
sayılmalıdır. Alacaklı, aliud ifa teklifini veya aliud ifa girişimini daha baştan
reddederek aynen ifayı talep edebileceği gibi, ifa gerçekleştikten sonra aliud’un
farkına varmışsa, ifanın gereği yapılmadığını ileri sürerek aynen ifayı talep edebilir.
Bu son halde borçlu da alacaklıya teslim etmiş olduğu şeyin iadesini, sebepsiz
zenginleşme hükümlerine göre talep edebilecektir (TBK m. 77-82)606.
Başlangıçtaki imkânsızlıkla aliud ifa arasındaki ilişkiye bakacak olursak; cins
borçlarında hem başlangıçtaki hem de sonraki imkânsızlıkla karşılaşma ihtimali çok

601
Eren, Borçlar Genel, s. 915.Aral/Ayrancı, a.g.e., s. 104-105;Şenocak, Aliud, s.132,135; Gümüş,
C.I, s. 85.
602
Şenocak, Aliud, s. 132.
603
Acemoğlu, Aliud, s. 25.
604
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 248; Serozan, Özel, s. 140-142. (Aksi kanaatte; Bucher, BT, s. 118;
Kahveci, a.g.e., s. 44-45.) Aslında Serozan tüm borca aykırılık hallerinin ve bu arada aliud ifanın
CISG’da ve Alman hukukunda olduğu gibi borcun ihlali kavramı altında toplanması gerektiğini ileri
sürmektedir. Serozan, İfa ve Engelleri, s. 139, 248.
605
Şenocak, Aliud, s. 122; İnal, Borca Aykırılık, s. 104, 110; Oğuzman/Öz, C. I, s. 281, dn. 86; Eren,
Borçlar Genel, s. 1048; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 88; Kahveci, a.g.e., s. 39; Zevkliler/Gökyayla,
a.g.e., s. 120; Gümüş, C. I, s. 84-85; Yavuz, a.g.e., s. 47.
606
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 331.

145
düşük olduğundan, borçlu aliud ifada bulunursa, borcunu hiç ifa etmemiş
sayıldığından, alacaklı ondan aynen ifada bulunmasını talep edebilir. Ancak
sözleşmeye konu edilen cins, sözleşmenin yapıldığı sırada yeryüzünde tükenmiş
olduğu için başlangıçtaki imkânsızlık söz konusu ise, artık başka bir cinsle yapılan
ifa, aliud bir ifa değil, borçlanılmamış edimin ifasıdır. Zira başlangıçtaki imkânsızlık
halinde sözleşme kendiliğinden kesin hükümsüzdür ve böyle bir durumda yapılan ifa
da, kesin hükümsüz sözleşmeye konu edilen borcun ifası sayılamayacağından, TBK
m. 78/1’de düzenlenen durum gerçekleşir. Bu halde borçlu kendini borçlu sanarak
edimi ifa ettiğini ispat ederse bunun iadesini talep edebilir. Sözleşme konusunun bir
parça borcu olduğu hallerde de bu borcun ifası baştan beri objektif olarak imkânsız
ise, sözleşme kendiliğinden kesin hükümsüzdür ve başka bir şeyin ifası aliud ifa
değil, borçlanılmamış edimin ifasıdır.

J. Başlangıçtaki İmkânsızlık ve Ümit Edilen Şey ya da Hakların Satışı


Öğretide satım sözleşmesinin konusunun çok geniş olduğu, bir malvarlığının
aktifinde yer alabilen ve para karşılığı devredilebilen her türlü eşyanın, hakkın, tabi
kuvvetin ve diğer hukuki varlıkların satış sözleşmesine konu olabileceği kabul
edilmektedir607. Bu kapsamda sözleşmenin kurulduğu sırada mevcut olmayıp ileride
elde edilmesi veya doğması beklenen bir şey veya hak da satış sözleşmesine konu
teşkil edebilir. Bir tarladan toplanacak ürünlerin, bir fabrikada seri halde üretilecek
malların608, doğması beklenen bir hayvanın veya gelecekte kazanılacak alacağın
devri bu hususta örnek olarak gösterilmektedir609.
Bu tür satışlarda sözleşme konusu edim, sözleşmenin yapıldığı esnada mevcut
bulunmamakta, ancak ileride elde edilmesi veya doğması beklenmektedir. Öğretideki
bir fikre göre, bu tür satışlar geciktirici koşula bağlıdır ve sözleşme konusu şeyin

607
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 1040-1042; Honsell, BT, s. 24-27; Becker, a.g.e., s. 5-6; Şahin
Akıncı, Karşılaştırmalı Borçlar Hukuku Özel Hükümler: Türk - Kazak Hukuku, Konya,
Sayram, 2004, s. 8; Yavuz/Acar/Özen, a.g.e., s. 55 vd.; Gümüş, C. I, s. 25-28; Eren, Borçlar Özel, s.
60-65, 86-88; Tandoğan, C. I/1, s. 78-79; Aral/Ayrancı, a.g.e., s. 63-64; Zevkliler/Gökyayla, a.g.e., s.
33-34; Bilge, a.g.e., s. 25; Serozan, Özel, s. 100 vd.
608
Üretilecek mal, seri şekilde üretilmeyecekse ve imal için harcanacak emek, kullanılacak
malzemeden önemli bulunuyorsa, ortada satış değil, eser sözleşmesinin bulunduğu kabul edilmektedir.
Becker, a.g.e., s. 67; Eren, Borçlar Özel, s. 63; Tandoğan, C. I/1, s. 80.
609
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 1042; Honsell, BT, s. 28; Becker, a.g.e., s. 6-7; Gümüş, C. I, s.
27; Eren, Borçlar Özel, s. 63, 88; Aral/Ayrancı, a.g.e., s. 66-67; Zevkliler/Gökyayla, a.g.e., s. 34;
Tandoğan, C. I/1, s. 79.

146
elde edilmesi ya da hakkın doğması geciktirici koşuldur610. Bu halde her ne kadar
sözleşmenin kurulduğu esnada edimin ifa edilmesi mümkün olmasa da bu,
başlangıçtaki imkânsızlık nedeniyle sözleşmenin kesin hükümsüzlüğüne neden
olmaz. Zira tarafların amacı, ileride edimin ifa edilebilir hale gelmesi durumunda bu
sözleşmenin hüküm ve sonuç doğurmasına yöneliktir611. Koşulun
gerçekleşmeyeceğinin kesin olarak anlaşıldığı anda, artık bu sözleşmenin hüküm ve
sonuç doğurmayacağı da kesinleşmektedir. Ancak bu halde dahi sözleşme,
başlangıçtaki imkânsızlık nedeniyle kesin hükümsüz değildir. Çünkü daha önce de
belirttiğimiz gibi tarafların amacı, ileride edimin ifa edilebilir hale gelmesi
durumunda bu sözleşmenin hüküm ve sonuç doğurmasına, aksi halde ise
sözleşmenin kesin hükümsüz olmasına yöneliktir612.
Bu tür satışların geciktirici koşula bağlı olduğunu kabul eden bazı yazarlar613,
sözleşmenin kurulması anında henüz mevcut olmayan malın ifa zamanında da sürekli
olarak mevcut olmadığı takdirde, başlangıçtaki imkânsızlığın söz konusu olacağını,
ancak bunun için satıcının kusursuz olması gerektiğini ileri sürmektedirler.
Bu husustaki bir diğer görüş ise, tarafların mevcut olmayan bir şeyin veya
hakkın satımını, şeyin elde edilmesi veya hakkın doğması koşuluna bağlı olarak
yapabileceklerini, bu yola başvurmadıkları halde ileride satım konusunun elde
edilememesi veya doğmaması durumunda sonraki imkânsızlığın söz konusu
olacağını savunmaktadır614. Ayrıca bu fikre göre alıcı, şeyin miktar ve niteliğine
ilişkin riski de taşımaktadır615.
Kabul ettiğimiz görüş çerçevesinde ümit edilen şeylerin ve hakların satımında,
sözleşme konusu edim, sözleşmenin kurulduğu anda mevcut olmasa da, başlangıçtaki
imkânsızlığın söz olduğundan bahsedilemez. Zira böyle bir durumda taraflar edimin
henüz mevcut olmadığını bilmekle birlikte, onların bu sözleşme ile güttükleri amaç,

610
Ziegler, a.g.e., s. 101; Eren, Borçlar Özel, s. 63-64; Altunkaya, a.g.e., s. 210; Feyzioğlu, Borçlar
Özel, s. 56.
611
Altunkaya, a.g.e., s. 210.
612
Altunkaya, a.g.e., s. 210.
613
Eren, Borçlar Özel, s. 64.
614
Aral/Ayrancı, a.g.e., s. 67. Zevkliler ve Gökyayla ise ifa zamanında satış konusu mevcut değilse,
yani temin edilmesi mümkün değilse, sözleşmenin başlangıçtaki imkânsızlık nedeniyle kesin
hükümsüz olduğunu ileri sürmektedirler. Zevkliler/Gökyayla, a.g.e., s. 34.
615
Aral/Ayrancı, a.g.e., s. 67; Yavuz/Acar/Özen, a.g.e., s. 55, dn. 23.

147
ileride edimin ifa edilebilir hale geldiği anda ifanın gerçekleşmesine,aksi halde ise
sözleşmenin kesin hükümsüz olmasına yöneliktir.
Ancak bu hususta hangi görüş kabul edilirse edilsin, kesin olan şudur ki; ümit
edilen şey veya hakkın satışında da başlangıçtaki imkânsızlıkla karşılaşma ihtimali
mevcuttur. Örneğin, henüz doğmamış yavrusu satılan bir atın, sözleşmenin yapıldığı
anda ölmesi veya o yıl kendisinden elde edilecek üzümlerin satıldığı bir bağın,
sözleşmenin kurulduğu anda deprem nedeniyle çökmesi halinde, artık bu
sözleşmelerin başlangıçtaki imkânsızlık nedeniyle kesin hükümsüz oldukları
kesindir616.

K. Başlangıçtaki İmkânsızlık ve Ümit (Umut) Satışı


Sözleşmenin kurulduğu sırada mevcut olmayıp ileride elde edilmesi veya
doğması beklenen bir şey veya hak, satış sözleşmesine konu teşkil edebileceği gibi,
bizzat ümidin satılması da mümkündür. Avlanacak hayvanların satışında, spor toto,
loto ve at yarışlarında bir ümit satımı mevcuttur617. Bu tür sözleşmelerde alıcı ümidin
hiç gerçekleşmemesi riskini üzerine almış oluğundan618, ümidin gerçekleşmemesini
imkânsızlık olarak kabul etmek mümkün değildir619.

III. BAŞLANGIÇTAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIĞIN BENZER


KAVRAMLARLA KARŞILAŞTIRILMASI

A. Başlangıçtaki Kısmi İmkânsızlık ve Sonraki Kısmi İmkânsızlık


Bir sözleşme kurulurken edimde mevcut bulunan kısmi imkânsızlık
başlangıçtaki kısmi imkânsızlığa vücut verirken, sözleşme geçerli bir biçimde
kurulduktan sonra ortaya çıkan kısmi imkânsızlık, sonraki kısmi imkânsızlığı yaratır.
Zaman bakımından yapılan bu ayırım, bizzat kanun tarafından yapılmış olup, her iki
imkânsızlık türüne de birbirinden farklı hüküm ve sonuçlar bağlanmıştır.

616
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 122; Altunkaya, a.g.e., s. 210.
617
Honsell, BT, s. 28; Becker, a.g.e., s. 7; Tandoğan, C. I/1, S. 80; Gümüş, C. I, s. 27; Aral/Ayrancı,
a.g.e., s. 67; Eren, Borçlar Özel, s. 64; Serozan, Özel, s. 103.
618
Becker, a.g.e., s. 7; Aral/Ayrancı, a.g.e., s. 67; Tandoğan, C. I/1, S. 80; Yavuz/Acar/Özen, a.g.e., s.
55, dn. 23; Eren, Borçlar Özel, s. 64; Feyzioğlu, Borçlar Özel, s. 56, dn. 7.
619
Aral/Ayrancı, a.g.e., s. 67. Serozan’a göre, ümit satımı ile ifası imkânsız satım ve geciktirici koşula
bağlı satım arasındaki sınırlar çok siliktir. Yazara göre, bu ayırımda satım bedelinin miktarı çok
önemli bir unsurdur. Karşı edime göre önemli ölçüde düşük miktarlı bir satım bedeli söz konusuysa
ümit satımının bulunduğu kabul edilmelidir. Serozan, Özel, s. 103.

148
Daha önce de değindiğimiz gibi620 sözleşmenin kuruluş anı esas alınarak
yapılan bu ayırım öğretide eleştirilmekte ve imkânsızlık bakımından önemli olanın
yalnızca ifa anı olduğunu ileri sürülmektedir. Gerçekten de netice itibariyle
alacaklının kısmen de olsa edime kavuşmasına engel olan imkânsızlığın, ne zaman
gerçekleştiğine ilişkin olarak yapılan bu ayırım yersizdir. Zira bu ayırım nedeniyle
dakikalar ve hatta saniyeler bile büyük bir önem kazanmakta ve sorun spekülasyon
yaratmaya açık bir hale gelmektedir.
Her ne kadar başlangıçtaki kısmi imkânsızlık ve sonraki kısmi imkânsızlık
ayrımını yersiz bulup eleştirsek de, kanaatimizce kanundaki mevcut düzenlemeler
çerçevesinde yine de bu ayırımdan vazgeçmek mümkün değildir.

B. Başlangıçtaki Kısmi İmkânsızlık ve Seçimlik Edimlerden Bir veya


Birkaçının Başlangıçtaki İmkânsızlığı
Bir borcun konusunu birden çok edim teşkil edip de, bunlardan seçilecek
birinin ifasıyla borç ifa edilmiş sayılacaksa, ortada seçimlik bir borç bulunur.
Seçimlik borçlarda borcun konusu birden fazla edimdir, ancak ifanın konusu yalnızca
bunlardan biridir621.
Seçimlik edimlerden bir veya bir kaçının sözleşmenin yapıldığı esnada
imkânsız olması halinde bunun bir kısmi imkânsızlık oluşturup oluşturmadığı sorusu
akla gelebilir. Öğretide bu halde de TBK m. 27/2’de yer alan esastan hareket edilerek
çözüme varılması gerektiği ileri sürülmektedir622. Bu durumda taraflar seçimlik
edimlerden bir veya bir kaçının imkânsız olduğunu bilselerdi sözleşmeyi hiç
kurmayacakları sonucuna varılırsa, sözleşme tamamen kesin hükümsüz sayılacak,
aksi takdirde ifası imkânsız olan edim veya edimler söz konusu olmaksızın, geri
kalan edim veya edimler üzerinden borç ilişkisi devam edecektir. Kanaatimizce de
seçimlik edimlerden bir veya bir kaçının ifasının sözleşmenin kurulduğu esnada
imkânsız olması halinde TBK m. 27/2’den kıyasen yararlanmakta bir sakınca yoktur.
Sözleşmenin kurulduğu anda taraflarca kararlaştırılan seçimlik edimlerin tümünün

620
Bkz.: yuk. s. 64.
621
Bkz.: yuk. s. 23.
622
Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 614; Oğuzman/Öz, C. I, s. 293-294; Eren, Borçlar Genel, s. 967;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 816; Altunkaya, a.g.e., s. 155, 163-164; Antalya,
Borçlar, s. 46; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 118-119; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 160-161.

149
imkânsız olduğu hallerde ise TBK m. 27/1 anlamında başlangıçtaki imkânsızlık tam
olarak doğar.
İfanın konusunun seçimlik edimlerden hangisi olacağını belirleme hakkına
seçim hakkı denir. Seçim hakkı alacaklıya veya borçluya ve hatta bir üçüncü kişiye
ait olabilir. Seçim hakkının kime ait olduğu sözleşmede açıkça kararlaştırabileceği
gibi, bazı hallerde işin niteliğinden çıkarılabilir623.
Seçim hakkının kullanılmasının bir üçüncü kişiye bırakıldığı, fakat üçüncü
kişinin seçim yapmasının imkânsız olduğu hallere de değinmek gerekir. Örneğin
sözleşmenin kurulduğu esnada taraflarca, seçimi yapması kararlaştırılan üçüncü kişi,
tarafların bilgisi dışında ölmüş veya fiil ehliyetini kaybetmişse ya da kesinlikle seçim
yapmama düşüncesinde olduğunu açıkça bildirmişse624 sözleşmenin başlangıçtaki
imkânsızlık nedeniyle kesin hükümsüz olduğunun kabul edilmesi gerektiği
söylenebilecek midir? Kanaatimizce,bu durumda seçim hakkını kullanacak üçüncü
kişinin ve bizzat onun yapacağı seçimin taraflar bakımından taşıdığı öneme göre bir
değerlendirme yapılmalıdır. Seçim hakkının üçüncü şahsın serbest arzusuna bağlı
olduğu hallerde, aynı zamanda (tesadüfi ve geciktirici) şarta bağlı bir borcun söz
konusu olduğu dikkate alınmalıdır625. Bu halde üçüncü kişinin seçimi yapmasının
imkânsızlaştığı anda, şartın gerçekleşmesinin de mümkün olmadığı ve dolayısıyla
sözleşmenin hüküm ifade etmediği sonucuna varılmalıdır. Zira TBK m. 170/2’ye
göre aksi kararlaştırılmamışsa, geciktirici koşula bağlı sözleşme, ancak koşulun
gerçekleştiği andan başlayarak hüküm ifade eder. Üçüncü kişinin seçim yapması şart
olarak değil de, taraflar bakımından çok önemli bir husus olarak sözleşmeye
konulmuşsa, yani seçimi üçüncü kişi bizzat yapmayacaksa, bu sözleşmenin hiç
akdedilmeyeceği söylenebiliyorsa, başlangıçtaki imkânsızlık nedeniyle sözleşmenin
kesin hükümsüz olduğu sonucuna varılmalıdır (TBK m. 27/2). Ancak taraflar
bakımından önemli olan yalnızca kendileri dışındaki herhangi bir üçüncü kişinin
seçimi yapması ise, hâkimin seçim yapabileceği söylenebilir. Öğretide de seçim
623
Oğuzman/Öz, C. I, s. 293; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 813. Seçim hakkının
kimde olduğu sözleşmeden veya işin niteliğinden çıkarılamıyorsa, TBK m. 87 uyarınca bu hak
borçluya ait olacaktır.
624
Burada seçimde bulunmak bir hak olduğundan ve hiç kimse de sahip olduğu bir hakkı kullanmaya
zorlanamayacağından (Oğuzman/Öz, C. I, s. 366) üçüncü kişiye karşı aynen ifa davası açmak veya
tazminat talebinde bulunmak mümkün değildir.
625
Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 613; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 816; Eren,
Borçlar Genel, s. 966.

150
hakkına sahip üçüncü kişinin bu hakkını kullanmadığı hallerde, taraflardan birisinin
başvurusu üzerine seçimi hâkimin yapacağı kabul edilmektedir626. Kabul ettiğimiz
görüş doğrultusunda, üçüncü kişinin seçim hakkını kullanması imkânsız olsa da,
taraflardan birisinin başvurusu üzerine hâkimin yapacağı seçime göre, borç ilişkisi
varlığını ve geçerliliğini sürdürmeye devam edebilir.
Sözleşme kurulduktan sonra fakat henüz seçim hakkı kullanılmadan önce
ortaya çıkan imkânsızlığa ise, sonraki kısmi imkânsızlığın incelendiği bölümde
değinilecektir.

7. BAŞLANGIÇTAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIĞA BAĞLANAN


HUKUKİ SONUÇLAR

I. GENEL OLARAK
TBK m. 27’ye göre edimin ifasının baştan beri imkânsız olması sözleşmenin
kesin hükümsüzlüğüne yol açar. Bu sonucun doğması için, sözleşme taraflarından
birinin kusurlu olup olmaması önem taşımaz. Yani taraflardan birinin veya her
ikisinin de edimin ifasındaki imkânsızlığı bilmesi veya bilmek zorunda olması, kesin
hükümsüzlük sonucunun ortaya çıkmasını engellemez627.Başlangıçtaki imkânsızlığın
ortaya çıkmasında alacaklının mı yoksa borçlunun mu etkili olduğu hususu da
sözleşmenin kesin hükümsüz olması bakımından bir değer ifade etmez628.
Edimin ifası sözleşmenin yapıldığı sırada imkânsız olmakla beraber, tarafların
ifa zamanında mümkün hale gelebileceğini öngörerek yaptıkları sözleşme ise
geçerlidir629.
TBK m. 27/2’de ise, başlangıçtaki kısmi imkânsızlığın -kural olarak-
sözleşmenin kısmi kesin hükümsüzlüğüne yol açtığı; ancak sözleşmenin hükümsüz
kısmı olmadan bu sözleşmenin yapılmayacağının açıkça anlaşıldığı hallerde
sözleşmenin tamamının kesin hükümsüz olacağı düzenlenmiştir. Buna göre
başlangıçtaki kısmi imkânsızlık -kural olarak- sözleşmenin kısmen kesin hükümsüz
626
Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 613; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 816.
627
Bucher, AT, s. 249; Oğuzman/Öz, C. I, s. 91; Eren, Borçlar Genel, s. 329; Altunkaya, a.g.e., s.
160, 233; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 171; Kurşat, İmkânsızlık, s. 760.
628
Altunkaya, a.g.e., s. 234.
629
Altunkaya, a.g.e., s. 161; Oğuzman/Öz, C. I, s. 90; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 172; Tunç, a.g.e.,
s. 114.

151
olmasına yol açarken, bazı istisnai hallerde kısmi imkânsızlığa rağmen tam
imkânsızlık yaptırımı da gündeme gelebilir.
Elbette bu söylenenler başlangıçtaki objektif kısmi imkânsızlık bakımından
geçerlidir. Daha önce de belirtildiği gibi başlangıçtaki sübjektif imkânsızlık
sözleşmenin kesin hükümsüz olmasına yetmez630.
Başlangıçtaki objektif imkânsızlığın TBK m. 27/1’de kesin hükümsüzlük
yaptırımına bağlanmış olması öğretide eleştirilmekte ve bu yaptırımı aşabilmek adına
çeşitli çözüm önerileri sunulmaktadır. Burada öncelikle genel olarak kesin
hükümsüzlük yaptırımı ve başlangıçtaki imkânsızlık bakımından bu yaptırımı
eleştiren görüşler incelenecektir. Daha sonra bu görüşlerin başlangıçtaki kısmi
imkânsızlık üzerindeki etkilerine değinilecektir. Son olarak sözleşmenin kesin
hükümsüz olması sonucuna yol açmasa da, başlangıçtaki sübjektif imkânsızlığın
yarattığı sonuçlara, bu husustaki öğreti tartışmalarına ve kısmi imkânsızlığın bu
görüşlerden ne şekilde etkileneceğine de değinilecektir.

II. HÜKÜMSÜZLÜK VE KESİN HÜKÜMSÜZLÜK


Hükümsüzlük kavramı, biri dar ve diğeri de geniş olmak üzere iki farklı
anlamda kullanılır. Geniş anlamıyla hükümsüzlük, sözleşmelerdeki tüm eksiklik ve
sakatlıklarla sözleşmeleri sonradan etkisizleştiren tüm halleri ifade eder. Kesin
hükümsüzlük de geniş anlamda hükümsüzlük hallerinden biridir. Dar anlamda
hükümsüzlük ise, yalnızca sözleşmenin geçerli olmadığı halleri, yani yalnızca kesin
hükümsüzlük hallerini kapsamına alır631.
Kesin hükümsüzlük halinde, sözleşmenin geçerlilik şartları mevcut
bulunmadığı için, sözleşme geçersizdir632.

630
Bkz.: yuk. s. 74-75.
631
Oğuzman/Öz, C. I, s. 179. Hükümsüzlükten farklı olan yokluk halinde (Eren, Borçlar Genel, s.
331-332) ise, bir sözleşmenin kurucu unsurlarını teşkil eden karşılıklı ve birbirine uygun irade
beyanları mevcut bulunmadığından, bir sözleşmenin varlığından bahsedilemez. Hatemi/Gökyayla,
a.g.e., s. 68; Oğuzman/Öz, C. I, s. 179; Antalya, Borçlar, s. 94; Ayan, Borçlar Genel, s. 94. Bir
sözleşmenin yokluğu her zaman ilgili herkes tarafından ileri sürülebileceği gibi, açılmış bir davada da
hâkim, kendiliğinden göz önüne almak zorundadır. Oğuzman/Öz, C. I, s. 180; Antalya, Borçlar, s.
94; Ayan, Borçlar Genel, s. 94.
632
Oğuzman/Öz, C. I, s. 180; Eren, Borçlar Genel, s. 333-334; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 89;
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 23. Kesin hükümsüzlüğü butlan (Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 80;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 375; Eren, Borçlar Genel, s. 333; Kılıçoğlu, Genel
Hükümler, 88; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 23) veya mutlak butlan (Jale Güral, Hükümsüzlük
Nazariyeleri Karşısında Türk Medeni Kanununun Sistemi, Ankara, İstiklal Matbaacılık, 1953; s.

152
Bir sözleşmenin kesin hükümsüzlüğünü gerektiren sebepler: sözleşme
taraflarının gerekli ehliyete sahip olmamaları, sözleşmenin geçerliliği için uyulması
gereken şekle uyulmamış olması633, sözleşmenin muvazaalı olması634, sözleşme
içeriğinin TBK m. 27/1’de sayılan sebeplerden biriyle sakatlanmış olması ve genel
işlem koşullarına dürüstlük kuralına aykırı olarak, karşı tarafın aleyhine ve onun
durumunu ağırlaştırıcı nitelikte hükümler konulmuş olmasıdır (TBK m. 25)635,636.
Kesin hükümsüzlüğün ilgili herkes tarafından, her zaman ileri sürülebileceği
öğretide çoğunlukla kabul edilmektedir. Sözleşmeyi hükümsüz kılmak için bir dava
açmaya ihtiyaç bulunmadığı gibi, bu hususta bir beyanda bulunmaya da gerek
yoktur. Açılmış bir davada da hâkim, kesin hükümsüzlüğü kendiliğinden nazara
almak zorundadır. Zira kesin hükümsüzlük durumunda sözleşme kendiliğinden (ipso
uire)637 ortadan kalkar638.

34; Roland Michael Beckmann, Nichtigkeit und Personenschutz, Tübingen, Mohr Siebeck, 1998, s.
22) olarak ifade eden yazarlar da mevcuttur. Butlan kavramını kullananlara göre, TBK’da butlan
yerine kesin hükümsüzlük kavramının kullanılması isabetli değildir. Bu yazarlara göre hükümsüzlük
(ve geçersizlik) tüm yaptırımları içeren üst kavram olduğundan, eksiklik, iptal ve askıda hükümsüzlük
hallerinin ifade edilmesinde sıkıntı doğmaktadır. Eren, Borçlar Genel, s. 334, dn. 152;
Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 79; Kılıçoğlu, Eleştiri, s. 18. Buna karşın -kanaatimizce de haklı olarak-
nispi ve mutlak butlanın aile hukukuna ilişkin kavramlar olduğu ve borçlar hukuku bakımından kesin
hükümsüzlük kavramının kullanılmasının yerinde olduğu da ileri sürülmektedir.Erden Kuntalp ve
diğerleri, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’na İlişkin Değerlendirmeler, İstanbul, GSÜY, 2005, s.
31.
633
Ancak şekil eksikliğinin yaptırımının kesin hükümsüzlükten başka bir yaptırım olması gerektiğini
ileri süren görüşler de mevcuttur. Bu hususta bkz.: aş. s. 174, dn. 726.
634
Tarafların yaptıkları sözleşmenin hiç hüküm doğurmaması veya görünürdeki sözleşmeden başka
bir sözleşmenin hüküm doğurması hususundaki anlaşmaları muvazaadır. Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s.
124; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 408; Oğuzman/Öz, C. I, s. 130. Bu tanım
muvazaanın iki türü olduğunu gösterir. Muvazaalı sözleşme hiç hüküm doğurmayacaksa basit veya
mutlak muvazaadan, muvazaalı sözleşmeden (görünüşteki sözleşme) başka bir sözleşmenin (gizli
sözleşme) hüküm doğurması arzu ediliyorsa nitelikli veya nispi muvazaadan söz edilir.
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 155; Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 124; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s.
84; Oğuzman/Öz, C. I, s. 131; Eren, Borçlar Genel, s. 353; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 175;
Antalya, Borçlar, s. 203; Ayan, Borçlar Genel, s. 164-167 .
635
Oğuzman/Öz, C. I, s. 170, 180-181; Antalya, Borçlar, s. 101-103; Ayan, Borçlar Genel, s. 94.
Şekil eksikliği hariç bu görüşte; Eren, Borçlar Genel, s. 222, 333-334.
636
TBK m. 21 ile 24’de bazı genel işlem koşulları bakımından “yazılmamış sayılma” şeklinde ifa
edilen ve Türk borçlar hukuku terminolojisine yabancı olan bir yaptırıma daha yer verilmiştir. Burada
yazılmamış sayılma ile kastedilenin kesin hükümsüzlük olduğu genel olarak kabul edilmektedir.
Oğuzman/Öz, C. I, s. 168. Buna karşın yazılmamış sayılmadan maksadın, yokluk olduğunu ileri süren
yazarlar da bulunmaktadır. Eren, Borçlar Genel, s. 221.
637
Erdoğmuş, a.g.e., s. 71.
638
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 43; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 81; Oğuzman/Öz, C. I, s. 181;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 375-376; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 89-90; Eren,
Borçlar Genel, s. 334-335; Antalya, Borçlar, s. 97; Altunkaya, a.g.e., s. 235.

153
Kesin hükümsüzlük yaptırımına tabi olan bir sözleşmeden doğan tüm borçlar,
bu borçlara bağlı rehin, kefalet, faiz ve ceza koşulu gibi ferileriyle birlikte sona
ererler (TBK m. 131/1). Bu nedenle henüz ifa edilmemiş edimlerin ifası talep
edilemeyeceği gibi, kesin hükümsüzlüğün farkına varılmaksızın ifa edilmiş
edimlerinde de iadesi talep edilebilir639.
Kesin hükümsüz sözleşme, başlangıçtan itibaren geçersiz bir hukuki işlem
olup640, sakat unsurun sonradan düzelmesi veya sözleşmedeki edimin ifa edilmiş
olması kesin hükümsüz olan sözleşmeyi geçerli hale getirmez641. Ancak kesin
hükümsüzlüğü ileri sürmek hakkın kötüye kullanılması sayılıyorsa, bunu ileri süren
kişi korunmaz642. Bazı hallerde kesin hükümsüz olan bir sözleşmenin başka bir
hukuki işlem olarak ayakta tutulmasıyla, taraflar arasındaki ilişkinin sürdürülebilmesi
imkânı da mevcuttur643.
Sürekli borç ilişkisi yaratan sözleşmelerde borçlar ifa edilmeye başlamışsa,
kesin hükümsüzlük yaptırımının geçmişe dönük olarak uygulanması, bazı güçlüklere
yol açmaktadır. Zira tarafların ifa etmiş oldukları edimlerin vekâletsiz iş görme veya
sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre iade edilmesi problemi ortaya çıkmaktadır.
Bu nedenle öğretide, önceden ifa edilmiş edimlere dokunmamak ve sözleşmeyi
bundan sonrası için sona erdirmek amacıyla fiili sözleşme ilişkisi teorisi
geliştirilmiştir. Bu teoriye göre kesin hükümsüz sözleşmenin ifasına başlamışsa, bu
süreçte taraflar arasında fiili bir sözleşme ilişkisinin bulunduğu kabul edilmeli ve bu
ilişkiye geçersiz olan sözleşmenin kanuna aykırı olmayan hükümleriyle kanun
hükümleri uygulanmalıdır644. Kanaatimizce de makûl olan bu çözüm tarzının aşağıda
inceleyeceğimiz iptal edilebilirlik yaptırımı bakımından da geçerli olabileceği ileri
639
Eren, Borçlar Genel, s. 335; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 164; Altunkaya, a.g.e., s. 236-237;
Ayan, Borçlar Genel, s. 94-95.
640
Eren, Borçlar Genel, s. 334; Antalya, Borçlar, s. 97; Altunkaya, a.g.e., s. 234; Başpınar, Kısmi
Butlan, s. 23; Ayan, Borçlar Genel, s. 94.
641
Oğuzman/Öz, C. I, s. 181; Antalya, Borçlar, s. 97; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s.
376; Eren, Borçlar Genel, s. 334; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 89, 90; Serozan, İfa ve Engelleri,
s. 164; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 23. Alman hukukunda ise, BGB § 141’de, kesin hükümsüz olan bir
sözleşmenin, sonradan taraflarınca onaylanması halinde, kesin hükümsüzlüğün düzelebileceği
belirtilmiştir.
642
Oğuzman/Öz, C. I, s. 181; Antalya, Borçlar, s. 100; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 90;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 104, 377. Hangi hallerin hakkın kötüye kullanılması
sayılacağı önceden kesin kriterlere bağlanamayacağından hâkim, her somut olayı kendi şartları
içerisinde değerlendirmeli ve buna göre bir sonuca varmalıdır. Oğuzman/Öz, C. I, s. 159.
643
Çevirme (tahvil) adı verilen bu işlem için bkz.: aş. s. 168 vd.
644
Bkz.: yuk. s. 110, dn. 448.

154
sürülmektedir645. Ancak bu çözüm tarzının uygulanmasında titizlikle hareket edilmeli
ve özellikle dürüstlük kuralına dikkat edilmelidir. Bu hususta verilen güzel bir
örneğe göre, kendisini tehditle işe aldıran ve normalin çok üzerinde bir ücret talep
eden işçi ile işveren arasındaki hizmet sözleşmesinde bu teori uygulanamaz646.
İptal edilebilirlik halinde ise, sözleşmenin geçerli bir biçimde kurulmasını
engelleyen sakatlık giderilerek sözleşme ilişkisini geçerli hale getirmek mümkün
olduğu gibi, bu sakatlık nedeniyle sözleşmeyi geçersiz kılma imkânı da mevcuttur647.
Bir sözleşmede bir tarafın irade beyanı yanılma (TBK m. 30-35), aldatma (TBK m.
36) veya korkutma (TBK m. 37-38) ile sakat ise, bu taraf sözleşme ile baştan beri
bağlı değildir. Ancak kanunda öngörülen süre içerisinde iptal hakkını kullanmazsa
veya süre dolmadan sözleşmeyi onaylayarak iptal hakkını kullanmaktan vazgeçerse
sözleşme geçerli hale gelir (TBK m. 39/1). Bu nedenle iptal edilebilirlik hallerinin bu
şekli düzelebilir hükümsüzlük olarak da adlandırılmaktadır648. İrade beyanı sakat
olan taraf kanunda öngörülen süre içerisinde iptal hakkını kullanırsa, artık karşı taraf
da sözleşme ile bağlılıktan kurtulur649. TBK m. 39/1’e göre iptal hakkının
kullanılabileceği süre, yanılma veya aldatmanın öğrenildiği ya da korkutmanın
etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıldır650, 651.

645
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 207, 241; Mustafa Fadıl Yıldırım, Borçlar Hukukuna Göre
Sözleşmenin Kuruluşunda Hile, Ankara, Nobel, 2002, s. 245; Oğuzman/Öz, C. I, s. 189; Ayan,
Borçlar Genel, s. 178; Kalkan, a.g.e., s. 154; Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 344.
646
Oğuzman/Öz, C. I, s. 189, dn. 506; Mustafa Fadıl Yıldırım, a.g.e., s. 246-247.
647
Bazı yazarlar mutlak butlan kavramına paralel olarak, iptal edilebilirlik yerine nispi butlan
kavramını kullanmaktadırlar. Güral, a.g.e., s. 34. Ancak Hatemi ve Gökyayla’ya göre nispi butlan, aile
hukuku dışında çok istisnai bir yaptırımdır ve bu yaptırımla karşılaşılan işlemlerde nispi butlan yerine
nispi geçerlilik demek daha doğrudur. Ayrıca bu yazarlar kesin hükümsüzlüğü ifade etmek üzere
butlanın başına mutlak ifadesini koymanın yersiz olduğunu da ileri sürmektedirler. Hatemi/Gökyayla,
a.g.e., s. 80-81.
648
Kalkan, a.g.e., s. 137; Oğuzman/Öz, C. I, s. 183; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 98; Antalya, Borçlar,
s. 108; Nomer, Genel Hükümler, s. 82.
649
Oğuzman/Öz, C. I, s. 120; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 452. Bizim de
benimsediğimiz bu görüş, bölünmüş geçersizlik görüşü olarak da adlandırılmaktadır. Oğuzman/Öz, C.
I, s. 120, dn. 259; Reisoğlu, a.g.e., s. 129. Ancak hata, hile ve tehdit nedeniyle ne tarz bir
hükümsüzlüğün söz konusu olduğu hususunda farklı görüşler de ileri sürülmektedir. Bir fikre göre
sözleşme geçerlidir ancak yanılan, aldatılan veya korkutulan bu sözleşmeyi geriye etkili olarak iptal
edebilir. Bucher, AT, s. 210; Eraslan Özkaya, Hata Hile İkrah Davaları, Ankara, Seçkin, 2000, s.
449-450; Mustafa Fadıl Yıldırım, a.g.e., s. 226; Eren, Borçlar Genel, s. 410; Başpınar, Kısmi Butlan,
s. 22.Bir diğer fikir ise, sözleşmenin her iki taraf için de baştan beri geçersiz olduğunu, ancak bu
geçersizliğin yalnızca yanılan, aldatılan veya korkutulan tarafından ileri sürülebileceğini kabul
etmektedir. Kurşat Zekeriya, Borçlar Hukuku AlanındaHile Kavramı, İstanbul, Kazancı, 2003, s.
64-65 (Hile); Antalya, Borçlar, s. 231-23; Nomer, Genel Hükümler, s. 82.
650
İptal hakkı, yenilik doğuran bir hak olduğundan (Hatemi/Gökyayla, s. 96; Eren, s. 343, 412;
Antalya, Borçlar, s. 109; Oğuzman/Öz, C. I, s. 121, Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 197, 207, 216;

155
Sözleşmeyi iptal etme hakkının söz konusu olduğu bir diğer durum da aşırı
yararlanmadır (gabin) (TBK m. 28). Bu halde sözleşmedeki karşılıklı edimler
arasında açık bir oransızlık bulunmakta ve bu oransızlık, zarar görenin zor durumda
kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanmak
suretiyle gerçekleştirilmektedir. Aşırı yararlanmada, sözleşme her iki taraf için de
hüküm doğurmasına rağmen, iptal hakkı sahibi, kanunda öngörülen süre içerisinde
bu hakkını kullanarak sözleşmeyi geriye etkili bir biçimde kesin olarak
hükümsüzleştirilebilir652. İptal edilebilirlik yaptırımının bu hali ise bozulabilir
geçerlilik olarak adlandırılmaktadır653. Ancak hak sahibi sözleşmeye bağlı kalarak
yalnızca edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini de isteyebilir (TBK m. 28).

Ayan, Borçlar Genel, s. 177; Nomer, Genel Hükümler, s. 83; Kurşat, Hile, s. 66; Mustafa Fadıl
Yıldırım, a.g.e., s. 226), buradaki bir yıllık süre de hak düşürücü süredir. Honsell/Vogt/Wiegand,
a.g.e., s. 270; Vedat Buz, Medeni Hukukta Yenilik Doğuran Haklar, Ankara, Yetkin, 2005, s. 145;
Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 96; Nomer, Genel Hükümler, s. 83; Oğuzman/Öz, C. I, s. 126; Eren,
Borçlar Genel, s. 343, 412; Antalya, Borçlar, s. 109, 232; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,
Borçlar, s. 454; Ayan, Borçlar Genel, s. 177; Kurşat, Hile, s. 115. Bu sürenin hak düşürücü bir süre
olduğu TBK’nın gerekçesinde de
belirtilmektedir.https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/dönem23/yil01/ss321.pdf, (Erişim tarihi:
02.06.2015).
651
TBK m. 39/1’de yalnızca yanılma veya aldatmanın öğrenildiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan
kalktığı andan başlayarak 1 yıllık süre içerisinde iptal hakkının kullanılabileceği belirtilmiş, buna
karşın sözleşmenin kurulduğu tarihten itibaren geçerli olacak bir üst süreye yer verilmemiştir. Bu
husus öğretide olduğu gibi uygulamada da tartışmalıdır. Bazı yazarlar burada TBK m.146’da
düzenlenmiş olan on yıllık bir üst sürenin geçerli olduğunu kabul ederken (Bucher, AT, s. 213;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 454), bazı yazarlar kanunda açıkça düzenlenmemiş
böyle bir üst sürenin yorum yoluyla getirilerek hakkın kullanılmasının sınırlanamayacağını -
kanaatimizce de haklı olarak- ileri sürmektedirler (Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., 271; Kevork
Acemoğlu, “İrade Bozuklukları Yüzünden Sözleşme İle Bağlı Kalmak İstemediğini Bildirme Bir Üst
Süre İle Sınırlandırılmış mıdır?”, İÜHFD, C. 30, S. 3-4, 1964, s. 917; Oğuzman/Öz, C. I, s. 128;
Eren, Borçlar Genel, s. 413; Kurşat, Hile, s. 117-118; Özkaya, a.g.e., s. 453-454. Ancak bu hak,
kötüye kullanılmamalı; yani aradan geçen zaman bakımından iptal hakkının kullanılması dürüstlük
kuralına aykırı düşüyorsa TMK m. 2 uyarıca iptal hakkının kullanılması engellenmelidir.
Oğuzman/Öz, C. I, 128; Eren, Borçlar Genel, s. 413; Kurşat, Hile, s. 117-118. Ayan ise, aşırı
yararlanma hali için üst süre getiren kanun koyucuyu, tartışmalara rağmen bu meselede sustuğu için
eleştirmektedir. Ayan, Borçlar Genel, s. 177. Kanaatimizce,kanun koyucunun bu tutumu, burada bir
üst sınırın söz konusu olmadığını kabul ettiğini göstermektedir.Alman hukukunda ise, iptal hakkının
ileri sürülebilmesi için sözleşmenin kurulduğu andan itibaren 10 yıllık bir üst süre mevcuttur (BGB §
121/2).
652
TBK m. 28/2’ye göre zarar gören bu hakkını, düşüncesizlik veya deneyimsizliğini öğrendiği; zor
durumda kalmada ise, bu durumun ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve her halde
sözleşmenin kurulduğu tarihten başlayarak beş yıl içinde kullanabilir. Bu süreler de hak düşürücü süre
niteliğindedirler. Oğuzman/Öz, C. I, s. 140; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 225; Antalya, Borçlar, s.
257; Eren, Borçlar Genel, s. 423; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 465, dn. 5a; Ayan,
Borçlar Genel, s. 157; Kalkan, a.g.e., s. 146; Reisoğlu, a.g.e., s. 143.
653
Oğuzman/Öz, C. I, s. 184; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 98; Antalya, Borçlar, s. 108; Kalkan, a.g.e.,
s. 137; Nomer, Genel Hükümler, s. 97.

156
Bir diğer hükümsüzlük sebebi de eksikliktir. Bu halde kurucu unsurları mevcut
olduğu için kurulmuş bir sözleşmenin hüküm ifade edebilmesi, bir veya birkaç
unsurla tamamlanmasına bağlıdır. Bu halde eksik olan unsurlar gerçekleşene dek
sözleşmenin hüküm ifade etmesi askıdadır. Bu devrede eksik unsur gerçekleşirse
sözleşme hüküm ifade edecek ya da eksik olan unsurun gerçekleşmeyeceği belli
olacak ve sözleşme kesin olarak hükümsüzleşecektir654. Sınırlı ehliyetlilerin, yani
ayırt etme gücüne sahip olan küçük ve kısıtlıların, yasal temsilcilerinin iznine bağlı
işlemleri, bu izni almadan yapmış olmaları halinde, yasal temsilcilerinin vereceği
onay, sınırlı ehliyetsizlerin yapmış oldukları sözleşmeyi baştan beri geçerli hale
getirirken, onay verilmemesi halinde sözleşme geçersiz hale gelir. Yetkisiz
temsilcinin yaptığı sözleşmeler bakımından da temsil olunanın işleme onay verip
vermemesi aynı sonucu doğurur (TBK m. 46/1). Geciktirici koşula bağlı sözleşmeler
de ancak koşulun gerçekleşmesi üzerine hüküm ifade ederler (TBK m. 170/2).
Koşulun gerçekleşmesi imkânsızlaşırsa sözleşme de kesin olarak hüküm doğurmaz.
Resmi bir makamın fiili ile tamamlanan sözleşmelerde de durum aynıdır. Yani resmi
makamın fiili gerçekleşene kadar bu tür sözleşmeler hüküm ifade etmezler; resmi
makamın fiilinin gerçekleşmeyeceği anlaşılınca da sözleşme kesin olarak
hükümsüzleşir655.

III. KESİN HÜKÜMSÜZLÜĞÜN KISMİLİĞİ


TBK m. 27/2’de bir sözleşmedeki sakatlığın sözleşmenin yalnızca bir kısmına
ilişkin olması halinde sözleşmenin yalnızca o kısmının hükümsüz olacağı, ancak bu
kısım olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa sözleşmenin
tamamen kesin hükümsüz olacağı düzenlenmiştir. Bu hükümde yalnızca kanunların
emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine ve kişilik haklarına aykırı
sözleşmelerle konusu imkânsız olan sözleşmeler bakımından bir düzenleme

654
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, 381-382; s. Oğuzman/Öz, C. I, s. 184; Antalya,
Borçlar, s. 112-113; Eren, Borçlar Genel, s. 333; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 21; Ayan, Borçlar
Genel, s. 97.
655
von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 224; Oğuzman/Öz, C. I, s. 185; Antalya, Borçlar, s. 113;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 381.

157
getirilmiş olmasına rağmen, öğreti ve uygulama, bu hükmü, diğer hükümsüzlük
hallerine de kıyasen uygulamaktadır656.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, kısmi kesin hükümsüzlük halinde sözleşmenin
geçerli olan kısımlarının akıbetine ilişkin taraf iradeleri, açık veya örtülü olarak
sözleşmeden anlaşılıyorsa buna riayet edilmelidir. Ancak sözleşmenin geçerli olan
kısımlarının akıbetine ilişkin taraf iradeleri, açık veya örtülü olarak sözleşmeden
anlaşılamıyorsa, tarafların farazi iradelerini tespit ederek bir sonuca varılması
gerektiği öğretide hâkim fikirdir. Kanaatimizce, olması gereken hukuk yönünden
sözleşmenin tamamen mi kesin hükümsüz olacağını yoksa edimin ifa edilebilir kısmı
üzerinden mi sözleşmenin devam edeceğini belirleme yetkisi alacaklıya
bırakılmalıdır657.
Bazı hallerde tarafların kısmi hükümsüzlük halinde tüm sözleşmenin kesin
hükümsüz olacağı yönündeki anlaşmalarına itibar edilmemesi gerekir. Bu hallerde
yalnızca kısmi hükümsüzlük yaptırımı uygulanmakta ve sözleşmenin geri kalan
kısmı ayakta tutulmaktadır. Bu husus, kanunda açıkça belirtilmiş olabileceği gibi658,
çoğu halde hükmün amacı bu tarz bir yorumda bulunmayı gerektirir659.Yine bir şeye
üst sınır koyan herhangi bir kanun hükmünü660 aşan bir sözleşme yapıldığı takdirde
ya da hâkime caiz sınıra indirme yetkisinin verildiği hallerde661, sözleşmenin,
yalnızca aşan kısım bakımından hükümsüz olduğu ve kanunda belirtilen sınırın
azami miktarı ya da hâkimin takdir ettiği miktar üzerinden yapılmış olduğu kabul
edilir.

656
Oğuzman/Öz, C. I, s. 123, 186; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 197; Eren, Borçlar Genel, s. 412;
Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 103, 344, 186-189; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 99; Başpınar, Kısmi Butlan, s.
104-105, 107-108; Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar, s. 609; Kurşat, Hile, s. 89-90;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 453-454.
657
Bkz.: yuk. s. 115-117.
658
Örneğin: TTK m. 1530/1: TKHK m. 5/2.
659
Örneğin: TBK m. 115, 116/3, 214/3, 221, 578/2, 579/3; TMK m. 873/2; TTK m. 886; KTKm. 111.
660
Örneğin; TBK m. 88, 120, 148, 238, 256/1, 430/3, 445/2; TMK m. 698/2, 797/2; TTK m. 6; 1136
sayılı 19.03.1969 tarihli Avukatlık Kanunu (AK) (13168 sayılı 07.04.1969 tarihli RG.) m. 164/2-4;
3226 sayılı 10.06.1985 tarihli Finansal Kiralama Kanunu (FKK) (18795 sayılı 28.06.1985 tarihli RG.)
m. 7…vs.
661
Örneğin; TBK m. 182/3, 525…vs.

158
IV. BAŞLANGIÇTAKİ İMKÂNSIZLIĞIN KESİN HÜKÜMSÜZLÜK
YAPTIRIMINA BAĞLANMIŞ OLMASI HUSUSUNDAKİ
GÖRÜŞLER
Başlangıçtaki imkânsızlık, TBK m. 27’de kanunun emredici hükümlerine,
ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırılıkla beraber sözleşmenin kesin
hükümsüzlüğüne yol açan bir sebep olarak düzenlenmiştir. Tarafların edimin
ifasındaki imkânsızlığı bilselerdi, bu sözleşmeyi hiç yapmayacakları bu
662
düzenlemenin gerekçesini oluşturmaktadır . Ancak bu düzenleme ve gerekçesi -
kanaatimizce de haklı olarak- öğretide, eleştirilmektedir.
Öncelikle borçlar hukukunda tarafların gerçek durumu bilselerdi amaçladıkları
sözleşmeyi hiç yapmayacakları birçok ihtimal bulunmaktadır ve bunların birçoğuna
kendiliğinden gerçekleşen kesin hükümsüzlük yaptırımı uygulanmamaktadır663.
Kendisine iptal edilebilirlik yaptırımının bağlandığı yanılma hali bu tür
düzenlemelerin örneklerinden biridir (TBK m.30, 39 ).
Ayrıca bu düzenlemenin başlangıçtaki imkânsızlığı sözleşme hukuku
kurallarının uygulama alanı dışında tuttuğu, hâlbuki başlangıçta imkânsızlıkla
sonraki imkânsızlık arasında küçük bir zaman dilimi haricinde büyük bir farklılık
bulunmadığı ileri sürülmektedir. Buna göre başlangıçtaki ve sonraki imkânsızlık
ayırımı arasındaki sınırlar oldukça belirsizdir ve bu nedenle bu iki imkânsızlık türünü
birbirinden farklı hukuki sonuçlara bağlamak yersizdir664. Çağdaş hukuk
sistemlerinin de bunu nazara alarak, başlangıçtaki imkânsızlığın sonuçlarını sonraki
imkânsızlığın sonuçlarıyla paralel bir biçimde düzenlediği; yani bu sistemlerde,
bizim sistemimizde olduğu gibi kendiliğinden gerçekleşen kesin hükümsüzlük
yaptırımı yerine sözleşmesel tazminat ve tasfiye kurallarının geçerli olduğu
belirtilmektedir. Aslında bizim hukukumuzda da başlangıçtaki sübjektif imkânsızlık
bakımından geçerli olan bu kabulün, başlangıçtaki objektif imkânsızlık bakımından
da kabul edilmesi gerektiği savunulmaktadır665.
Bunun dışında satıcının satım konusunun ayıplarından sorumlu olmasına yol
açan olaylarla, başlangıçtaki imkânsızlığa yol açan olaylar arasında çoğu zaman

662
Ziegler, a.g.e., 13.
663
Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 236.
664
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 164-165, 172-173; Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 236.
665
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 164-165, 172-173; Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 236-238.

159
hiçbir farklılığın bulunmadığı; ancak ayıptan doğan sorumlulukta sözleşmesel garanti
sorumluluğuna yer verilirken, başlangıçtaki imkânsızlığın kesin hükümsüzlük
yaptırımına tabi tutulmasının büyük bir çelişki yarattığı da ileri sürülmektedir. Bu
hususta verilen örneğe göre, satım konusu arsa üzerinde inşaat yasağı bulunması,
borçlunun hukuki ayıp nedeniyle sorumlu tutulmasına neden olabilir ki; sözleşme
kurulmadan önce arsa üzerinde bulunan inşaat yasağı, başlangıçtaki imkânsızlığa da
yol açar666. Bu halde ayıplı bir parça satıldığında, onun yerine ayıpsız bir parça
koymak veya ayıbı ortadan kaldırmak mümkün olmadığında ayıplı ifadan doğan
garanti sorumluluğunun, başlangıçtaki imkânsızlıktan ötürü kesin hükümsüzlüğü
ortadan kaldırdığı ileri sürülmektedir. Bu durumda satıcı kesin hükümsüzlüğe
dayanamaz667.
Buna karşın öğretideki bir diğer görüş, başlangıçtaki objektif imkânsızlığın
kesin hükümsüzlük yaptırımına bağlanmasının doğru olduğunu, bu esasın korunması
gerektiğini ve hatta alacaklı tarafından bilinen sübjektif imkânsızlığa da kesin
hükümsüzlük yaptırımının bağlanması gerektiğini savunmaktadır. Bu görüşteki
yazarlara668 göre, başlangıçtaki imkânsızlık hallerinde borçlu zaten sözleşme
görüşmelerinde kusurlu davranışlarından dolayı sorumlu olacak ve bu sayede
alacaklı yeterince korunabilecektir. Bu yazarlar Alman hukukunda başlangıçtaki
imkânsızlığın sözleşmenin geçerliliğini etkilemeyeceği yönündeki düzenlemesini de
doğru bulmamaktadırlar669.

V. BAŞLANGIÇTAKİ OBJEKTİF İMKÂNSIZLIĞA BAĞLANAN


KESİN HÜKÜMSÜZLÜK YAPTIRIMINI AŞMAYA YÖNELİK
GÖRÜŞLER
TBK’nın başlangıçtaki imkânsızlığa kesin hükümsüzlük yaptırımını bağlamış
olmasını, mukayeseli hukuk çalışmaları çerçevesinde doğru bulmayarak eleştiren
bazı yazarlar, bu hususta çeşitli çözümler de üretmektedirler. Bu çözümlerden
bazıları kesin hükümsüzlük yaptırımını ortadan kaldırmaya yönelikken, bazıları

666
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 165, 175.
667
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 175.
668
Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 246.
669
Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 77-78, 247.

160
başlangıçtaki imkânsızlığın kesin hükümsüzlük yarattığını kabul etmekle birlikte, bu
sonucu daraltıp yumuşatmaya yöneliktir.

A. Başlangıçtaki İmkânsızlığı Kesin Hükümsüzlük Yaptırımından


Kurtarmaya Yönelik Görüşler

1. Sonraki İmkânsızlığa İlişkin Hükümlerin Kıyasen Başlangıçtaki


İmkânsızlığa Uygulanması Görüşü
Başlangıçtaki imkânsızlığa bağlanan kesin hükümsüzlük yaptırımını aşmaya
yönelik bu çözüme göre, TBK m. 27/2’nin imkânsızlık bakımından yetersiz olan
hükmü, kanun boşluğunu doldurma yoluyla düzeltilmelidir. Bu durumda sonraki
imkânsızlığa ilişkin TBK m. 112 ve 136 hükümleri başlangıçtaki imkânsızlığa da
kıyasen uygulanmalıdır670.
Aslında borçlunun başlangıçtaki imkânsızlığı bile bile sözleşme yaptığı
hallerde doğan sorumluluğuyla, borçlunun sonraki imkânsızlıktan doğan
sorumluluğunun (TBK m. 112) hukuki temelleri birbirinden farklıdır. Başlangıçtaki
imkânsızlıkta taraflardan biri imkânsızlığı bildiği halde karşı tarafı uyarmaksızın
sözleşmeyi akdetmekte, sonraki imkânsızlıkta ise borçlu, meydana gelen
imkânsızlıktan sorumlu olmakta ve çoğu halde edimin ifasının imkânsız hale
gelmesinde kusuru bulunmaktadır. Ancak bu çözümü üreten yazarlara göre sonraki
imkânsızlıkta borçlu, edimin ifa edilememesinden doğrudan doğruya sorumlu olsa
da, başlangıçtaki imkânsızlık bakımından mevcut imkânsızlığın bilincinde olarak
sözleşmeyi akdettiğinden, edimin ifa edilememesine dolaylı olarak yol açmaktadır.
Borçlunun bu tutumu da TBK m. 112’nın kıyasen uygulanabilmesi için yeterlidir.
Başlangıçtaki sübjektif imkânsızlığın sözleşmenin kesin hükümsüzlüğüne yol
açmadığı kabul edilebiliyorsa, başlangıçtaki objektif imkânsızlıkta da aynı
yaklaşımdan hareket edilebileceği ileri sürülmektedir671.
Tarafların başlangıçtaki imkânsızlığı bilmedikleri ve onlardan bu durumu
bilmelerinin beklenemeyeceği hallerde, borçlunun sorumlu olmadığı sonraki
imkânsızlığa (TBK m. 136) kıyas yapmak ise çok daha kolaydır. Zira bu hallerin her
ikisinde de tazminat konusu gündeme gelmez. Ancak bu halde de karşı tarafın

670
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 165, 173.
671
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 165, 173-174.

161
ediminin imkânsız olduğunu bilmeden kendi edimini ifa eden tarafın iade talepleri,
sözleşmesel tasfiyeye tabi olacak ve bu da onun açısından daha avantajlı bir durum
yaratacaktır672.
Öğretideki bir fikre göre, aslında edimin ifasındaki imkânsızlığı bile bile
sözleşme akdetme halinde, sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluğu borca
aykırılığa dayandıran teoriden yararlanılarak, karşı tarafın uğradığı olumlu zararların
tazmin edilmesi mümkündür673. Ancak bizim öğretimizde bu halde yalnızca olumsuz
zararların tazmin edilmesi gerektiği görüşünün benimsenmiş olması674, bu teorinin
geliştirilmesine sebep olmuştur675.
Bu görüşün başlangıçtaki kısmi imkânsızlık üzerinde yaratacağı etki ise şu
şekilde olmalıdır: Başlangıçtaki imkânsızlık kısmi olarak ortaya çıkmışsa ve bu tür
imkânsızlığın tam imkânsızlık yarattığı varsayılmıyorsa, borçlu, edimin ifa edilebilir
kısmını tam olarak ifa etmekle yükümlüdür. Edimin imkânsız olan kısmi bakımından
bir ayırım yapılmalı ve eğer borçlu bu imkânsızlıktan sorumlu ise kıyasen TBK m.
112 hükmü uygulanmalı, ancak borçlu imkânsızlıktan sorumlu değilse kıyasen TBK
m. 136’ya göre hareket edilmelidir. Başlangıçtaki kısmi imkânsızlığın tam
imkânsızlık yarattığı varsayılıyorsa, tüm sözleşme bakımından borçlunun
imkânsızlıktan sorumlu olup olmamasına göre kıyasen TBK m. 112 veya m. 136’ya
göre hareket edilmelidir.

2. Sözleşmesel Garanti Sorumluluğunun ve Özellikle Örtülü


Sorumluluğun Kabul Edilmesi Görüşü
Başlangıçtaki imkânsızlığın sözleşmenin kesin hükümsüzlüğüne neden
olacağını bildiren TBK m. 27’nin emredici bir hüküm olup olmadığı öğretide
tartışmalıdır. Bir fikre göre, bu hüküm emredici olduğundan676 tarafların sözleşmeyi
geçersiz kılmak yerine, borçlunun, edimin ifası yerine geçmek üzere tazminat
yükümlülüğü altında olduğuna dair bir sözleşme akdetmeleri geçerli değildir. Buna
karşın bu düzenlemenin emredici olmadığı677, bu nedenle tarafların bu yönde bir

672
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 173-174.
673
Bkz.: aş. s. 173, dn. 722.
674
Bkz.: aş. s. 172-173, dn. 722.
675
Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 77.
676
Bucher, AT, s. 421.
677
TBK m. 27/2’nin emredici bir hüküm olmadığı görüşü için bkz.: yuk. s. 111-112, dn. 456.

162
anlaşma yapabilecekleri de savunulmaktadır678. Kanaatimizce de tarafların bu tür bir
sözleşmesel garanti sorumluluğunu kabul etmeleri mümkündür. Hatta bu fikirde olan
bazı yazarlar somut olayın özelliğine göre edimin ifasındaki imkânsızlığı bile bile
borç altına giren bir kişinin, örtülü olarak garanti taahhüdünde bulunduğunu kabul
etmektedirler679.

3. Bazı Başlangıçtaki İmkânsızlık Halleri İçin Öngörülmüş Olan Kanuni


Garanti Sorumluluklarının Benzeri Haller Bakımından da Kıyasen
UygulamasıGörüşü
Başlangıçtaki imkânsızlığın kesin hükümsüzlük yaptırımına bağlanmış
olmasını aşmaya yönelik bir diğer çözüm önerisi ise, bazı başlangıçtaki imkânsızlık
halleri için öngörülmüş olan kanuni garanti sorumluluklarını, benzeri haller
bakımından da kıyasen uygulamaktır.
TBK m. 191/1’de bir alacağın edim karşılığı devredilmesi halinde, devredenin,
devir esnasında, alacağın varlığını ve borçlunun ödeme gücüne sahip olduğunu
devralana karşı garanti etmiş olduğu düzenlenmiştir. Bu sorumluluk alacağı
devredenin kusurundan bağımsızdır680. Yine 5846 sayılı ve 05.12.1951 tarihli Fikir
ve Sanat Eserleri Kanunu’un681 (FSEK) 53. maddesine göre, fikir ve sanat
eserlerinden doğan mali bir hakkı başkasına devreden veya kullanma ruhsatını veren
kimse, iktisap edene karşı hakkın mevcudiyetini TBK m. 191 uyarınca garanti etmiş
sayılmaktadır.
Bu hükümlerin amacından hareket eden bazı yazarlar682 aynı sorumluluğun
maddi bir varlığa sahip olmayan patent gibi hakların devrinde veya lisans
sözleşmesine konu edilmesi halinde de, aynı korumayı hak eden devralan ve lisans
sahipleri yararına kıyasen uygulanması gerektiğini ileri sürmektedirler.
Bu görüşün başlangıçtaki kısmi imkânsızlık bakımından değerlendirilmesi
gerekirse; maddi bir varlığa sahip olmayan hakların devrinde veya lisans
678
Altunkaya, a.g.e., s. 253; Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 238
679
Bucher, AT, s. 248; Schwenzer, a.g.e., s. 435; Engin, Temlik, s. 77, dn. 7; Ergüne, Olumsuz
Zarar, s. 239-240.
680
Oğuzman/Öz, C. II, s. 578-579, 581; Eren, Borçlar Genel, s. 1238; Serozan, İfa ve Engelleri, s.
174; Engin, Temlik, s. 55-56, 69. Alacağı devredenin garanti sorumluluğu hakkında ayrıntılı bilgi için
bkz.; Kemal Dayınlarlı, Borçlar Kanununa Göre Alacağın Temliki, Ankara, Dayınlarlı, 1993, s.
169-191; Engin, Temlik, s. 45 vd.
681
7981 sayılı ve 13.12.1951 tarihli RG.
682
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 165, 174-175; Serozan, Özel, s. 129.

163
sözleşmesine konu edilmeleri halinde, başlangıçtaki imkânsızlık, kısmi bir biçimde
ortaya çıkar ve bu imkânsızlığın tam imkânsızlık yaratmadığı sonucuna varılırsa,
borçlunun imkânsız olan kısım bakımından garanti sorumluluğunun devam ettiği
varsayılabilir. İmkânsızlığın bulunmadığı kısım üzerinde ise taraflar arasındaki
sözleşme ilişkisi imkânsızlıktan etkilenmeksizin geçerliliğini sürdürmeye devam
eder. Kısmi imkânsızlığa rağmen ortada tam imkânsızlığın bulunduğu kabul
ediliyorsa, borçlunun garanti sorumluluğunun tüm edimi kapsadığı kabul edilir.

B. Başlangıçtaki İmkânsızlığa Bağlanan Kesin Hükümsüzlük Yaptırımını


Yumuşatmaya Yönelik Görüşler

1. Edimin Sonradan İfa Edilebilir Hale Gelmesinde Sözleşmenin


Geçerliliğini Savunan Görüş
Daha önce de çeşitli vesilelerle belirttiğimiz gibi683, bir edimin ifasının objektif
olarak imkânsız kabul edilebilmesi için, söz konusu imkânsızlık sürekli nitelikte
olmalıdır. Sözleşmenin kurulmasından önce ortaya çıkan sürekli imkânsızlık
sözleşmenin kesin hükümsüz olmasına neden olurken, geçici imkânsızlık, bu sonucu
doğurmaz. Geçici imkânsızlık halinde-kural olarak- edimin zamanında ifa
edilmemesi durumuna ilişkin temerrüt hükümleri uygulanmalıdır. Bu nedenle geçici
imkânsızlığa karşın, tarafların sözleşme ile bağlılığı devam eder684.
Bazı haller ifa olanağını ortadan kaldıran engelin sürekli mi yoksa geçici mi
olduğunu saptamak çok kolayken, bazı haller de bu, pek de kolay değildir.
Kendisinden sinyal alınamayan ve enkazı da henüz bulunamamış olan bir
helikopterle alıcıya gönderilen belirli tablo örneği bakımından, durumun netliğini
belirlemenin güçlüğü ortadadır. Bu belirsizliğe rağmen imkânsızlığın geçici mi yoksa
sürekli mi olduğunu belirlemek hukuki sonuç bakımından oldukça önemlidir. Bu
nedenle öğretide şu ölçüt kabul edilmiştir: İmkânsızlığın ne kadar süreceği
öngörülemiyorsa, sürekli olduğu kabul edilmelidir. Zira geçici imkânsızlığın ne
kadar süreceğinin öngörülemediği hallerde sözleşmenin amacı tehlikeye girmiş
olacağından, alacaklıdan bu sözleşme ile bağlı kalmasını beklemek dürüstlük
kuralına uygun değildir. Ancak ne kadar süreceği bilinmeyen geçici imkânsızlığa

683
Bkz.: yuk. s. 77-78.
684
Bkz.: yuk. s. 78.

164
rağmen tarafların bekleyeceği anlaşılıyorsa, sözleşme imkânsızlık nedeniyle sona
ermemekte ve engel ortadan kalkıncaya kadar beklenmektedir685.
Bizim de kabul ettiğimiz bir fikre göre, geçici olmasına rağmen ne kadar
süreceği öngörülemediği için sürekli olduğu varsayılan imkânsızlık, sonradan
ortadan kalksa bile gerçekleşmiş olan hukuki sonuç değişmez686. Yani başlangıçtaki
imkânsızlık söz konusu ise sözleşmenin kesin hükümsüzlüğü devam eder, sonraki
imkânsızlık söz konusu ise sona eren sözleşme yeniden canlanmaz. Ancak bu
durumda bile imkânsızlığı ileri sürmek dürüstlük kuralına aykırı düşüyorsa, edim
başlangıçtan beri imkânsızlığa uğramamış gibi bir sonuca da varılmalıdır687. Ayrıca
alacaklı henüz imkânsızlık hükümlerine dayanmamışsa, ifa engelinin ortadan
kalkmasıyla birlikte borç ilişkisinin normal hükümlerini sürdürmeye devam edeceği
de kabul edilmektedir688. Bizim de katıldığımız bu görüşte, başlangıçtaki
imkânsızlığın kesin hükümsüzlük yarattığı kabul edilmekle birlikte, edimin sonradan
ifa edilebilir hale gelmesiyle dürüstlük kuralına veya alacaklının henüz harekete
geçmemesine dayanılarak bu hükümsüzlük ortadan kaldırılmakta ve sözleşmenin
baştan beri geçerli olduğu sonucuna varılmaktadır.
Yine öğretideki bazı yazarlara göre, geciktirici koşula bağlı işlemlerde, işlemin
yapıldığı esnada ifası imkânsız olan edim, şartın gerçekleştiği anda ifa edilebilir hale
gelirse, artık işlemin geçerli olduğu kabul edilmelidir689. Süreye bağlı sözleşmeler
bakımından da sürenin dolduğu anda edimin ifası mümkünse artık imkânsızlıktan söz

685
Bkz.: yuk. s. 79-80.
686
Oğuzman/Öz, C. I, s. 468; Erzurumluoğlu, Edimin Yerine Getirilmemesi, s. 13; Akkanat, a.g.e.,
s. 37; Kurşat, İmkansızlık, s. 763; Westermann, a.g.e., s. 1015; Palandt, a.g.e., s. 357.
687
Oğuzman/Öz, C. I, s. 570; Kurşat, İmkânsızlık, s. 763.
688
Altunkaya, a.g.e., s. 119; Oğuzman/Öz, C. I, s. 468; Tunç, a.g.e., s. 110. Bazı yazarlar ise bu
meselenin Türk - İsviçre hukuku yönünden temerrüt hükümleri çerçevesinde çözülmesi gerektiğini
savunmaktadırlar. Buna göre geçici imkânsızlık temerrüde yol açtığından alacaklı, TBK m. 125’deki
seçimlik haklarından dönme hakkını kullanmamışsa, sözleşme devam ettiği için geçici imkânsızlık
sona erince ifayı (ve şartları gerçekleşmişse gecikme tazminatını) isteyebilir. Ancak o, geçici
imkânsızlık ortadan kalkıncaya kadar beklemeyi tercih etmeyerek sözleşmeden dönmüş ise, daha
sonra geçici imkânsızlık ortadan kalksa dahi sözleşme yeniden canlanmaz. Dural, Sonraki
İmkânsızlık, s. 106-107; Dural, Kavram, s. 50-51. Gündoğdu’ya göre ise, bu sonuç yalnızca
imkânsızlığın geçici olduğu ve taraflardan dürüstlük kuralına göre sözleşmeye uygun davranmaya
devam etmelerinin beklenebileceği haller bakımından kabul edilmelidir. Aksi halde geçici imkânsızlık
hükümleri sürekli imkânsızlıkla aynı sonucu doğurur ve borç, imkânsızlığın meydana geldiği anda
sona erer. Bu halde ortada dönecek bir sözleşme bulunmadığı gibi, sözleşmenin yeniden canlanması
da söz konusu değildir. Gündoğdu, a.g.e., s. 112-113.
689
von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 264; Eren, Borçlar Genel, s. 329; Pulaşlı, Şart, s. 166; Sirmen, Şart, s.
172; Esener, Borçlar, s. 207-208; Tunçomağ, Borçlar, s. 179; Karahasan, Genel Hükümler C. I, s.
283.

165
edilemeyeceği ileri sürülmektedir690. Ancak bizim de katıldığımız bir diğer fikre
göre, edimin ifası sözleşmenin yapıldığı sırada imkânsız olmakla beraber, tarafların
ifa zamanında mümkün hale gelebileceğini öngörerek ve bu nedenle sözleşmeyi
koşula veya süreye bağlayarak akdettikleri sözleşme geçerlidir691.

2. Kesin Hükümsüzlük Yaptırımının Yalnızca Başlangıçtaki Mutlak


İmkânsızlık Hallerine Uygulanması Görüşü
Bu görüşte, başlangıçtaki imkânsızlığın kesin hükümsüzlüğe yol açtığı kabul
edilmekle birlikte, bu sonucun doğabilmesi için söz konusu olan imkânsızlığın
mutlak bir nitelik taşıması gerektiği ileri sürülmektedir692.
Bu görüş kaynağını Avusturya Medeni Kanunu’nun (ABGB) 878.
maddesinden almaktadır. Bu hükümde “açıkça” imkânsız olan bir şeyin, geçerli bir
sözleşmenin konusunu oluşturamayacağı düzenlenmiştir. Bu hükmü dar bir biçimde
yorumlayan bazı yazarlar693, kesin hükümsüzlüğe yol açacak imkânsızlığın, mutlak
bir imkânsızlık olması gerektiğini ileri sürmektedirler. Bu yazarlara göre mutlak
imkânsızlık kavramından anlaşılması gereken, hukuki anlamdaki imkânsızlık ile fiili
anlamdaki imkânsızlık hallerinden mantık dışı edimlerdir. Yani sözleşme konusu
edim, açık bir şekilde yerine getirilemez, ifası düşünülemez bir edim olmalıdır.
Bunun dışındaki başlangıçtaki imkânsızlık halleri objektif bir nitelik taşısalar dahi,
mutlak olmadıkça sözleşmenin kesin hükümsüz olmasına yol açmamalıdır. Objektif
imkânsızlık mutlak bir nitelik taşımadıkça sözleşme geçerliliğini korumalıdır.
Bu görüş bakımından, başlangıçtaki imkânsızlık kısmi bir biçimde ortaya
çıkmasına rağmen, bu imkânsızlık mutlak nitelikte değilse, ortada kısmen de olsa bir
imkânsızlık durumu söz konusu olmadığından, sözleşme tam olarak geçerliliğini
sürdürmeye devam eder. Bu halde alacaklı mutlak olmayan bir imkânsızlık nedeniyle

690
von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 264; Eren, Borçlar Genel, s. 329. Sözleşmenin kesin hükümsüzlüğü için
başlangıçtaki imkânsızlığın mutlak bir imkânsızlık olması gerektiğini savunan Ziegler’e göre de,
başlangıçtaki engel, vade anında ortadan kalkarsa, artık mutlak imkânsızlıktan bahsedilemeyeceği
için, sözleşmenin geçerli olacağı hususunda şüpheye düşülmemelidir. Ziegler, a.g.e., s. 42.
691
Bucher, AT, s. 249; Altunkaya, a.g.e., s. 161; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 172; Nomer, Genel
Hükümler, s. 81.
692
Ziegler, a.g.e., s. 23 vd.; Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 237-238. Engin’de alacağını bir ivaz karşılığı
devredenin garanti sorumluluğunu incelediği eserinde, başlangıçtaki imkânsızlık bakımından mutlak
imkânsızlık teorisinin kabulü halinde TBK m. 27 ile devredenin garanti sorumluluğuna ilişkin TBK
m. 191 vd. hükümlerinin birbirleriyle uyum içerisinde olacağını belirtmektedir. Engin, Temlik, s. 80.
Aynı yönde; Ziegler, a.g.e., s. 120.
693
Ziegler, a.g.e., s. 23 vd.; Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 237-238.

166
borcu kısmen ifa etmek ister ve alacaklı da bunu kabul etmezse borçlu, tüm borç için
gereği gibi ifa etmemenin yarattığı sonuçlara katlanmak zorundadır. Ancak alacaklı
kısmi ifayı kabul ederse borçlu, yalnızca ifa edemediği kısım için borcu gereği gibi
ifa etmemesinin sonuçlarına katlanır.Ancak başlangıçtaki kısmi imkânsızlık mutlak
bir nitelik taşıyorsa ve bu imkânsızlığın tam imkânsızlık yarattığı varsayılmıyorsa,
sözleşme, kısmi kesin hükümsüzlük yaptırımına tabi olur. Kısmi imkânsızlığa
rağmen tam imkânsızlığın bulunduğu varsayılıyorsa, sözleşme tamamen kesin
hükümsüzdür.

3. İmkânsızlaşan Edimin Yerine Kaim Değerin (Surrogat) Talep


Edilebilmesi Görüşü
Bu görüşte de başlangıçtaki imkânsızlığın kesin hükümsüzlüğe yol açtığı kabul
edilmiş olmakla birlikte, ifası imkânsız olan edimin yerine geçen sigorta tazminatı,
kamulaştırma bedeli vs. gibi bir kaim değer elde edilmişse, en azından bunun talep
edilebileceği ileri sürülmektedir. Bu görüşe karşı, kesin hükümsüzlük halinde
sözleşmesel bir isteme yer verilemeyeceği ileri sürülebilirse de, ifası imkânsız olan
edimin yerine kaim değerin talep edilmesine bu gerekçeyle karşı çıkılmaması
gerektiği, zira ancak böyle bir kabulün TBK m. 27/1’i amaca uygun bir biçimde
sınırlandırabileceği de ileri sürülmektedir694.

4. Başlangıçtaki Kısmi İmkânsızlığın Mümkün Oldukça Tam İmkânsızlık


Olarak Varsayılmaması Görüşü
TBK m. 27/2’de, bu hükmün ilk fıkrasında belirtilen sebeplerden birinin
sözleşmenin bir kısmını sakatlanması halinde, bu sakatlığın sözleşmenin geçerli olan
kısımlarını etkilemeyeceği, ancak sakat kısımlar olmaksızın sözleşmenin
yapılmayacağının açıkça anlaşıldığı hallerde tüm sözleşmenin kesin hükümsüz
olacağı düzenlenmiştir. Öğretideki bir görüş, başlangıçtaki kısmi imkânsızlık
halinde, bunun elden geldiğince tam imkânsızlık olarak kabul edilmemesini

694
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 175. Alman hukukunda başlangıçtaki imkânsızlığa kesin
hükümsüzlük yaptırımı bağlanmamış olduğu gibi, imkânsızlaşan edimin yerine geçen kaim değerin
alacaklı tarafından talep edilebileceği de BGB § 285’de açıkça düzenlenmiştir. Bkz.: aş. s. 189, 280.

167
önermekte ve bu sayede başlangıçtaki imkânsızlığa bağlanan kesin hükümsüzlük
yaptırımının yumuşatılabileceğini ileri sürmektedir695.
Zaten TBK m. 27/2’nin temel amacı sözleşmenin ayakta tutulmasıdır. Burada
emredici bir düzenleme söz konusu olmadığından, muhafaza kayıtlarıyla
değiştirilmiş veya genişletilmiş kesin hükümsüzlük kayıtları da taraflarca geçerli bir
biçimde kararlaştırılabilir696. Tarafların bu yöndeki iradelerine itibar etmek de
sözleşmeyi kısmen de olsa ayakta tutabilecek ve kesin hükümsüzlük yaptırımını
yumuşatacaktır.

5. Başlangıçtaki İmkânsızlık Nedeniyle Kesin Hükümsüz Olan


Sözleşmenin Çevirme Yoluyla Ayakta Tutulması Görüşü
Kesin hükümsüz olan bir sözleşme buna yakın amaç güden başka bir hukuki
işlemin tüm geçerlilik koşullarını taşıyorsa ve tarafların, yaptıkları sözleşmenin kesin
hükümsüzlüğünü bilmiş olsalardı bunun yerine geçerli işlemi yapacakları
anlaşılabiliyorsa, kesin hükümsüz sözleşmenin, geçerli işleme çevrilmesi (tahvili) ve
bu şekilde ayakta tutulması kabul edilmektedir. Buna işleme, çevirme (tahvil) adı
verilmektedir697. Tapu müdürü huzurunda resmi şekilde yapılması gerekirken698,
noter huzurunda yapıldığı için kesin hükümsüz olan bir taşınmaz satışının, satış
vaadine çevrilerek ayakta tutulması bu duruma verilen tipik örnektir699. Gerçekten de
taşınmaz satış vaadinin noter huzurunda yapılması mümkündür700 ve taraf iradeleri

695
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 175, 176.
696
Bkz.: yuk. s. 111-112.
697
Michael Schöll, Die Konversion des Rechtsgeschafts, Bern, Stampli, 2005; Bucher, AT, s. 171;
von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 228; Selim, Kaneti, Hukuki İşlemlerin Çevrilmesi (Tahvili), İstanbul,
Fakülteler Matbaası, 1972, s. 1-2; Demet Çeliktaş, “Şekle Aykırılık ve Şekle Aykırılığı İleri Sürmenin
Sınırı Olarak Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı”, DEÜHFD, C. 3, S. 1-4, 1097, s. 599-600; Ayşe
(Akdemir) Havutçu, “Şekle Aykırılık Nedeniyle Geçersiz Hukuki İşlemlerin Tahvili”, DEÜHFD, C.
3, S. 1-4, 1997, s. 651 (Tahvil); Turhan Esener, “Hukuki Muamelelerde Tahvil”, AÜHFD, C. 16, S.
1-4, 1959, s. 234. Oğuzman/Öz, C. I, s. 182; Eren, Borçlar Genel, s. 295-296.
698
TMK m. 706: “Taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleşmelerin geçerli olması, resmi
şekilde düzenlenmiş bulunmalarına bağlıdır. Ölüme bağlı tasarruflar ve mal rejimi sözleşmeleri,
kendilerine özgü şekillere tabidir” şeklindedir. 2644 sayılı 22.12.1934 sayılı Tapu Kanunu’nun (TK)
(2892 sayılı 29.12.1934 tarihli RG.) 26. maddesine göre taşınmaz mülkiyetini devir borcu doğuran
sözleşmelere resmiyet vermeye yetkili olan makam, tapu sicil müdürlükleridir, ancak TMK m.
706/2’den anlaşılacağı üzere bu kuralın istisnaları da mevcuttur. Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir,
Eşya, s. 298-302; Eren Mülkiyet, s. 207-210.
699
Oğuzman/Öz, C. I, s. 182; Oğuzman/Seliçi/Oktay - Özdemir, Eşya, s. 321; Eren, Borçlar Genel,
s. 296; Eren, Mülkiyet, s. 230; Doğan, a.g.e., s. 162-163.
700
1512 sayılı 18.01.1972 tarihli Noterlik Kanunu’nun (NK) (14090 sayılı 05.02.1972 tarihli RG.) 60.
maddesinin 3. bendine göre taşınmaz satış vaadi sözleşmesi yapmak noterlerin görevlerindendir.
Bununla birlikte taşınmaz mülkiyetini devir borcu doğuran sözleşmeleri düzenlemeye yetkili olan tapu

168
bu yönde olduğu sürece işlemi kesin hükümsüz saymak yerine, taşınmaz satış vaadi
olarak ayakta tutmak, sözleşmeyi ayakta tutma ilkesine uygundur.
Bu kurum Türk - İsviçre hukuk sistemlerinde pozitif bir düzenlemeye sahip
olmasa da öğretide kabul edilmektedir.701 Ancak çevirmenin hangi temele
dayanacağı tartışmalı bir konudur702. Çevirmenin hangi temele dayandığı kabul
edilirse edilsin, bunun kesin hükümsüzlüğe bir istisna teşkil etmediği açıktır. Zira
tarafların yaptıkları sözleşme bu haliyle kesin hükümsüz olmakta, bu sözleşme,
başka bir hukuki işlem olarak geçerlilik taşımaktadır703.
Çevirmenin kabulü, başlangıçtaki imkânsızlığa bağlanan kesin hükümsüzlük
yaptırımını ortadan kaldırmasa da, en azından taraflar arasındaki bağı başka bir
hukuki işlem altında ayakta tutarak, onu yumuşatmaya yarayabilir704. Örneğin
TMK’da sınırlı bir biçimde satılan ayni haklardan başka bir ayni hakkın tesis
edilmesine yönelik bir yükümlülük hukuki yönden imkânsızlığa tabidir. Tapu sicil
muhafızı TMK’da mevcut olmayan bir ayni hakkın tesis edilmesi yönündeki isteği
hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle reddedecektir. TMK’da düzenlenmemiş bir ayni
hak, her nasılsa tapu siciline tescil edilmiş olsa dahi, böyle bir ayni hakkın
varlığından ve geçerliliğinden söz etmek mümkün değildir.Ancak hukuken imkânsız
olan böyle bir işlem, şartları geçerliyse çevirme yoluyla taraflar arasında bir borç
doğurabilir. Yani alacaklı bir ayni hakka değil de, yalnızca borçluya karşı ileri
sürebileceği nispi bir hakka sahip olabilir705.

6. Başlangıçtaki İmkânsızlıktan Sorumlu Olan TarafınDiğer Tarafın


Uğramış Olduğu Zararları Tazmin Etmesi Gerektiği Görüşü
Günümüzde neredeyse ittifakla kabul edilen bu görüşte de, başlangıçtaki
imkânsızlığın kesin hükümsüzlük yarattığı kabul edilmekle birlikte, başlangıçtaki

sicil müdürlüklerinin, evleviyetle taşınmaz satış vaadi sözleşmelerini düzenlemeye yetkili oldukları da
kabul edilmektedir. Adnan Tuğ, Türk Özel Hukukunda Şekil, 2. bs., Konya, Mimoza, 1994, s. 102;
Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Eşya, s. 321; Eren, Mülkiyet, s. 230; Doğan, a.g.e., s. 48. Aksi
kanaatte; Lütfü Dalamanlı, Gayrimenkul Satış Vaadi, y.y., yay.y., 1986, s. 5.
701
Bizim hukukumuzun aksine Alman Hukukunda çevirme BGB § 140’da açıkça düzenlenmiştir.
702
Bu husustaki görüşler için bkz.: Schöll, a.g.e., s. 203-204; Kaneti, a.g.e., s. 77-103; Havutçu,
Tahvil, s. 656-660.
703
Oğuzman/Barlas, a.g.e., s. 219.
704
Altunkaya, a.g.e., s. 273.
705
Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Eşya, s. 24.

169
imkânsızlıktan sorumlu olan tarafın, sözleşmenin kesin hükümsüz olması nedeniyle
diğer tarafın uğramış olduğuzararları tazmin etmesi gerektiği ileri sürülmektedir.
Kanaatimizce de bir sözleşme görüşmesine girişenler arasında ihlal edilmemesi
gereken bir güven ilişkisi meydana gelmekte ve bu ilişki taraflara dürüstlük kuralı
uyarınca bazı yükümlülükler yüklemektedir706. Bu yükümlülük her şeyden önce
sözleşmenin yapılması hususunda ciddi bir niyetle görüşmeye katılmayı gerekli
kılmaktadır707. Yine taraflar sözleşmenin yapılması ve koşullarının tespiti
hususundaki kararlara etki edecek konularda aldatıcı davranışlarda bulunmamalı ve
gerekli tüm bilgileri karşı tarafa vermelidir708. Karşı tarafın ve yakınlarının şahıs ve
malvarlığı değerlerini koruyacak önlemlerin alınması da görüşme aşamasındaki
yükümlülüklere dâhildir709.
Sözleşmenin görüşülmesi aşamasındaki kusurlu davranışlarla karşı tarafa
verilen zararların tazmini bazı hallerde kanunda açıkça öngörülmüştür (Örneğin,
TBK m. 3, 5, 35, 39/2, 44/2, 47, 217/2, 229/2, 294, 562/2; TMK m. 395/2, 452/2).
Kanunda açık bir hüküm bulunmamasına rağmen aynı sonucun doğması, dürüstlük
kuralına dayandırılan bu yükümlülüğün varlığına dayanır. Başlangıçtaki
imkânsızlığın bilincinde olarak ve karşı tarafı bu hususta uyarmaksızın sözleşme
akdetme halinde de, karşı tarafın sözleşmenin kesin hükümsüzlüğü nedeniyle
uğramış olduğu zararların tazmini kanunda açıkça düzenlenmemiştir. Ancak
sözleşme görüşmelerinde taraflar arasındaki güven ilişkisinin ve bundan kaynaklanan
dürüst davranma yükümlülüğünün varlığı, karşı tarafın bu nedenle uğramış olduğu
zararların tazminini gerektirir710. Buradaki kusurlu davranış, imkânsızlığı bile bile

706
Bkz.: yuk. s. 48-49.
707
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 52; Huguenin, a.g.e., s. 153; İlhan Ulusan, “Culpa in Contrahendo
Üstüne”, Prof. Dr. Ümit Doğanay’ın Anısına Armağan, 2 C., İstanbul, Fakülteler Matbaası, 1982,
C: I, s. 289-290; Özgür Güvenç, “Culpa in Contrahendo Sorumluluğu Bağlamında Sözleşme
Görüşmelerinin Kesilmesi”, GÜHFD, C. XVIII, S. 3-4, 2014, s. 386 vd.; Sibel Adıgüzel, “Sözleşme
Görüşmelerinde Kusurlu Davranıştan Doğan Sorumluluk”, TAAD, Y. 3, S. 9, Nisan 2012, s. 304;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 488.
708
Honsell/Vogt/Wiegand, s. 53; Huguenin, a.g.e., s. 153; Gonzenbach, a.g.e., s. 16; Oğuzman/Öz, C.
I, s. 488; Ulusan, a.g.e., s. 289; Eren, Borçlar Genel, s. 1129; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 257;
Adıgüzel, a.g.e., s. 302; Altunkaya, a.g.e., s. 240.
709
Huguenin, a.g.e., s. 153-154; Gonzenbach, a.g.e., s. 17; Ulusan, a.g.e., s. 290; Oğuzman/Öz, C. I,
s. 39; Eren, Borçlar Genel, s. 1129; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 84; Serozan, İfa ve Engelleri, s.
254, 255; Altunkaya, a.g.e., s. 240; Adıgüzel, a.g.e., s. 302-304.
710
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 52; Bucher, AT, s. 281; von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 264; Ziegler,
a.g.e., s. 22; Gonzanbach, a.g.e., s. 14; Oğuzman/Öz, C. I, s. 91, 488; Eren, Borçlar Genel, s. 1128;

170
karşı tarafı uyarmaksızın sözleşme ilişkisine girilmesidir711. Sözleşme
görüşmelerinde bu tür bir kusurlu davranışı hem alacaklının hem de borçlunun
gerçekleştirebilmesi mümkündür712.

a. Sözleşme Görüşmelerindeki Kusurdan Doğan Sorumluluğun Dayandığı


Esas
Sözleşme görüşmelerindeki kusurlu davranışların genel olarak sorumluluk
doğurduğu kabul edilse de, bu sorumluluğun hangi esasa dayanması gerektiği
hususunda bir fikir birliği bulunmamaktadır.
Bir fikre göre, sözleşme görüşmelerindeki kusurlu davranışı ile karşı tarafın bir
zarara uğramasına sebep olan kimse haksız fiil esaslarına göre sorumludur713. Buna
karşınbir sözleşmenin görüşülmesi aşamasında bir tarafın kusurlu bir davranışla
diğerine vereceği zararların haksız fiil hükümlerine değil, borca aykırılık
hükümlerine tabi olması gerektiği de savunulmakta ve karşı tarafa daha avantajlı bir
durum sağlayan sözleşme sorumluluğu genişletilmektedir714, 715
. Bazı yazarlar ise

Serozan, İfa ve Engelleri, s. 176;Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 233; Baygın, Culpa, s. 359-360; Tunç,
a.g.e., s. 114; Hamdi Yılmaz, a.g.e., s. 241.
711
Bucher, AT, s. 249; von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 264; Eren, Borçlar Genel, s. 329, 1134-1135;
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 176; Oğuzman/Öz, C. I, s. 91; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 177; Ergüne,
Olumsuz Zarar, s. 233.
712
Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 234.
713
Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 85-86.
714
Huguenin, a.g.e., s. 151; von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 192 vd.; Baygın, Culpa, s. 356-357;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 491; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 261; Serozan, CiC, s. 38-40;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 979; Eren, Borçlar Genel, s. 1131; Nomer, Genel
Hükümler, s. 376-377; Yalman, Sorumluluk, s. 83.
715
Sözleşme görüşmeleri aşamasında kusurlu davranışlarla karşı tarafa verilecek zararların, haksız fiil
değil, borca aykırılık hükümlerine tabi olması, alacaklıya ispat yükü, zamanaşımı ve borçlunun
yardımcılarının eylemlerinden doğan sorumluluğu bakımından önemli avantajlar sağlar. Zira haksız
fiilde zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükümlülüğü altındayken (TBK m. 50),
borç hiç veya gereği gibi ifa edilmezse borçlu, kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat
etmedikçe, alacaklının bundan doğan zararını tazmin etmekle yükümlüdür (TBK m. 112). Haksız
fiilden doğan tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten
başlayarak iki ve herhalde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına
uğrarken (TBK m. 72/1 c. 1), TBK m. 146’ya göre kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her
alacak on yıllık zamanaşımına bağlıdır. Yine adam çalıştıranın yardımcılarının zarar verici
eylemlerinden doğan sorumluluğundan TBK m. 66/2’ye kurtuluş kanıtı getirerek kurtulması mümkün
olduğu halde, TBK m. 116’da ifa yardımcısının fiillerinden sorumluluk bakımından bir kurtuluş kanıtı
getirme imkânı tanınmış değildir. Eren, Borçlar Genel, s. 1138-1139; Serozan, İfa ve Engelleri, s.
261; Mustafa Karahasan, Sorumluluk Hukuku: Kusura Dayanan Sözleşme Dışı Sorumluluk
Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk, 6. bs., İstanbul, Beta, 2003, s. 63; İnal, Borca
Aykırılık, s. 269 vd.

171
burada kendine özgü bir sorumluluk türünün söz konusu olduğunu ileri
sürmektedirler716, 717.
Kanaatimizce de bir sözleşme görüşmesine girişenler arasında ihlal edilmemesi
gereken bir güven ilişkisi meydana gelir ve bu ilişki taraflara dürüstlük kuralı
uyarınca bazı yükümlülükler yükler. Tarafların sonradan bu sözleşmeyi yapmaktan
vazgeçmeleri veya yapılan sözleşmenin geçersiz olması, güven ilişkisini ihlal edenin
sorumluluğunun borca aykırılığa dayanmasını önlemez718. Ayrıca TBK’nın culpa in
contrehondo sorumluluğunu düzenlediği yerlerin hep sözleşmelerle ilgili kısımlar
olduğu nazara alınırsa, bu sorumluluğa, sözleşmesel sorumluluğa ilişkin hükümlerin
kıyasen uygulanmasının TBK’nın genel eğilimine ve özüne de daha uygun düştüğü
anlaşılabilir719. Bizim de katıldığımız ve “edim yükümlülüğünden bağımsız borç
ilişkileri teorisi” üst başlığı altında yer alan bu teori “culpa in contrahendo
sorumluluğunu borca aykırılığa dayandıran teori” olarak adlandırılmaktadır720.

b.Sözleşme Görüşmelerinde Kusurlu Davranılması Halinde Tazmini


Gereken Zararın Türü
Sözleşme görüşmelerindeki kusurlu davranışlardan doğan sorumluluğu borca
aykırılığa dayandıran teoriyi kabul eden yazarlar arasında, hangi tür zararların
tazmininin talep edilebileceği hususunda bir fikir birliği bulunmamaktadır. Bu
husustaki bir fikre göre, sözleşme görüşmelerindeki kusurlu davranışlardan doğan
sorumluluk borca aykırılık esaslarına dayandırılsa da dahi, burada, böyle bir kusur
işlenmeksizin, sözleşme geçerli olarak kurulsaydı dahi, karşı tarafın elde edecek
olduğu menfaatlerin tazmini, kanunda aksi açıkça öngörülmüş olmadıkça

716
Bucher, AT, s. 286.
717
Tüm bu teoriler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Gonzenbach, a.g.e., s. 19-30; İnal, Borca
Aykırılık, s. 112-182; Ümit Gezder, Türk/İsviçre Hukukunda Culpa in Contrahendo
Sorumluluğu, İstanbul, Beta, 2009, s. 57-98; Demircioğlu, Culpa, s. 150 vd.
718
Aynı yönde; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 250, 251; Serozan, CiC, s. 40; Serozan, Ortak Temel, s.
121-122; Oğuzman/Öz, C. I, s. 38; Eren, Borçlar Genel, s. 1131; Hamdi Yılmaz, a.g.e., s. 251;
Ataay, a.g.e., s. 245-246; Rumpf, a.g.e., s. 182. Tekinay’da kanunun ruhuna ve genel eğilimine uygun
düştüğü için bu görüşte olduğunu belirtmesine rağmen; taraflar arasında daha sözleşme yapılmadan
önce bir hukuki ilişki bulunduğu yönündeki düşüncenin biraz yapmacık olduğunu da belirtmektedir.
Tekinay, a.g.e., s. 179-180.
719
Hamdi Yılmaz, a.g.e., s. 251.
720
Oğuzman/Öz, C. I, s. 490; Antalya, Borçlar, s. 132.

172
istenememelidir721. Yani geçersiz sayılan borca aykırılıktan söz edilerek olumlu
zararların tazmini istenememeli, yalnızca bu sözleşme görüşmeleri hiç yapılmayacak
olsaydı karşı tarafın da uğramayacak olduğu zararların tazmini istenebilmelidir.
Diğer bir değişle burada yalnızca olumsuz zararların tazmini talep edilebilmelidir.
Bunun tek istisnası kanundaki özel bir düzenlemenin bunu aşan bir tazminatı
öngörmüş olduğu hallerdir.
Buna karşın sözleşme görüşmelerindeki kusurlu davranışlardan doğan
sorumluluğu borca aykırılık esaslarına dayandıran bir diğer görüş, burada, olumlu
zararların tazmininin talep edilebilmesi gerektiğini ileri sürmektedir722. Bu fikre göre,
karşı tarafın talep edebileceği tazminatın cinsini zamansal bir ayırıma bağlamak
yersizdir. Örneğin satılan bir malın sözleşmesinin kurulmasından bir dakika sonra
yanması halinde alıcı, olumlu zararlarının tazminini talep edebilirken, aynı malın
sözleşme kurulmadan bir dakika önce yanması halinde alıcının olumsuz zararlarının
tazminini isteyebilecek olması, yalnızca biçimsel ve yapmacık bir ayırımdır.
Birbirine çok yakın olgulara farklı hukuki sonuçlar bağlanması adalete ve hukuki
güvenliğe aykırı olduğu gibi, hukuki çözümlerde yalınlık ihtiyacına da aykırı
düşmektedir723. Ayrıca alacağın devrinde garanti sorumluluğunun öngörülmüş
olması ve bazı sözleşmeler bakımından geçerli olan ayıptan doğan sorumluluklar
kişilerin olumsuz zararı aşacak şekilde tazminatla yükümlü olmasını öngörürken,
diğer başlangıçtaki imkânsızlık hallerinde yalnızca olumsuz zararla sınırlı bir
sorumluluk rejiminin kabul edilmesinin de büyük bir çelişki yaratacağı ileri
sürülmektedir724.
Bu husustaki üçüncü ve kanaatimizce de haklı olan fikre göre ise, karşı tarafın
sözleşme görüşmelerinde kusurlu davranışlarda bulunulduğu takdirde talep
edilebilecek tazminatın menfi zararı aşamayacağına dair genel bir kural yoktur.

721
Niklaus Lüchinger, Schadenersatz im Vertragsrecht, Freiburg Shweiz, Universitätsverlag, 1999,
s. 83; von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 264; Bucher, AT, s. 249; Ziegler, a.g.e., s. 2; Oğuzman/Öz, C. I, s.
491; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 855, 903; Eren, Borçlar Genel, s. 329, 1135;
Altunkaya, a.g.e., s. 243-244; Reisoğlu, a.g.e., s. 139; Kurşat, İmkansızlık, s. 761; Adıgüzel, a.g.e., s.
309; Tunç, a.g.e., s. 114; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 179. Sözleşme görüşmelerindeki kusurlu
davranışlardan doğan sorumluluğu haksız fiil türünde bir sorumluluk olarak kabul eden Kılıçoğlu da
burada menfi zararların tazmin edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s.
86.
722
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 178.
723
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 178.
724
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 179.

173
Burada hata ve yetkisiz temsil nedeniyle doğan zararları tazmin yükümlülüğüne
ilişkin TBK m. 35/2ve 47/2’den kıyasen faydalanmak ve hakkaniyet gerektiriyorsa
müspet zararı aşmamak koşuluyla menfi zarardan daha fazla tazminata hükmetmek
mümkün olmalıdır725.

C. Başlangıçtaki İmkânsızlığa İlişkin Görüşleri Değerlendirilmesi


Günümüzde kanun tarafından kesin hükümsüzlük yaptırımına tabi tutulan
sakatlıkların bu yaptırımdan kurtarılabilmeleri için öğretide pek çok teori
geliştirilmiştir. Bu teoriler özellikle şekle aykırılık ve yukarıda incelemeye
çalıştığımız gibi başlangıçtaki imkânsızlık hususnda yoğunlaşmıştır726. Kanaatimizce
de başlangıçtaki imkânsızlık haline kesin hükümsüzlük yaptırımının bağlanmış
olmasına yönelik tüm eleştiriler haklıdır. Öncelikle imkânsızlığın gerçekleştiği
zamana bağlı olarak farklı hükümlere tabi tutulmasının uygun olmadığı
belirtilmelidir. Ayrıca başlangıçtaki imkânsızlığa kendiliğinden gerçekleşen kesin
hükümsüzlük yaptırımını bağlamak da yersizdir. Bu yaptırım, başlangıçtaki
imkânsızlığı bildiği için sözleşme görüşmelerine hiç başlamamak veya imkânsızlığın

725
Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 247-248. TBK m. 35’e göre: “Yanılan, yanılmasında kusurlu ise,
sözleşmenin hükümsüzlüğünden doğan zararı gidermekle yükümlüdür. Ancak, diğer taraf yanılmayı
biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, tazminat istenemez.
Hâkim, hakkaniyetin gerektirdiği durumlarda, ifadan beklenen yararı aşmamak kaydıyla, daha fazla
tazminata hükmedebilir.”.
TBK m. 47’ye göre ise: “Temsil olunanın açık veya örtülü olarak hukuki işlemi onamaması hâlinde,
bu işlemin geçersiz olmasından doğan zararın giderilmesi, yetkisiz temsilciden istenebilir. Ancak,
yetkisiz temsilci, işlemin yapıldığı sırada karşı tarafın, kendisinin yetkisiz olduğunu bildiğini veya
bilmesi gerektiğini ispat ederse, kendisinden zararın giderilmesi istenemez.
Hakkaniyet gerektiriyorsa, kusurlu yetkisiz temsilciden diğer zararların giderilmesi de istenebilir.
Sebepsiz zenginleşmeden doğan haklar saklıdır.”.
726
Öğretide ve uygulamada hâkim olan fikre göre, şekle aykırılığın yaptırımı kesin hükümsüzlüktür.
Oğuzman/Öz, C. I, s. 157-158. Şekle aykırılığı kesin hükümsüzlük yaptırımından kurtarmaya yönelik
görüş ise, kendine özgü geçersizlik görüşüdür. Buna göre, şekle aykırılıktan doğan geçersizlik,
tamamen taraflar arasındaki bir geçersizliktir. Bu nedenle şekle aykırılık herkes tarafından değil,
yalnızca sözleşmenin taraflarınca defi olarak ileri sürülebilir, hâkim tarafından da resen nazara
alınamaz. Bu görüşte şekil eksikliği nedeniyle kesin hükümsüzlüğün söz konusu olduğunun ileri
sürülmesi, şeklin tarafları koruma amacı ile ters düşeceği için eleştirilmektedir. Şekil eksikliğine
rağmen, bilerek ve istenerek yapılan ifanın, tarafların bu korumadan vazgeçtikleri anlamına geldiği ve
geçersiz sözleşmenin, ifa ile geçerlilik kazandığı ileri sürülmektedir. Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s.
120; Bucher, AT, s. 169 vd.; Hüseyin Altaş, Şekle Aykırılığın Olumsuz Sonuçlarının Düzeltilmesi,
Ankara, Yetkin, 1998, s. 143-147; Eren, Borçlar Genel, s. 291 vd (Şekle Aykırılık). Eren, TBK m.
78/1’in, 288/3’ün ve TMK m. 166’nın bu görüşü doğrulayan hükümler olduğunu ileri sürmektedir.
Eren, Borçlar Genel, s. 293. Hatemi ve Gökyayla ise kendine özgü geçersizlik görüşünün yalnızca
isteğe bağlı, yani taraflarca kararlaştırılan şekil için geçerli olabileceğini, kanuni şekil bakımından ise
klasik kesin hükümsüzlük görüşünün geçerli olduğunu ileri sürmektedirler. Hatemi/Gökyayla, a.g.e.,
s. 50. Şekle aykırılık halinde sözleşmenin yokluğundan bahsedilmesi gerektiğini ileri süren yazarlar
dabulunmaktadır. Bu görüş hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.:Altaş, Şekle Aykırılık, s. 93 vd.

174
görüşmeler başladıktan sonra ortaya çıkması halinde, derhal karşı tarafı
bilgilendirerek görüşmeleri kesmek zorunda olmasına karşın, sözleşmeyi akdeden
tarafı hak ettiğinden daha fazla korur. Yine bu yaptırım, karşı edimin imkânsızlığını
ve dolayısıyla sözleşmenin kesin hükümsüzlüğünü bilmeksizin, kendi edimini ifa
eden tarafın iade istemlerini sözleşmesel iade kapsamından çıkararak, onun açısından
daha elverişsiz olan sebepsiz zenginleşme hükümlerine tabi kılması da, bu tarafı hak
ettiğinden daha az korur.
Başlangıçtaki imkânsızlığı kesin hükümsüzlük yaptırımından kurtarmaya
yönelik en iddialı görüş, burada örtülü bir kanun boşluğunun bulunduğunu, hâkimin
bu boşluğu TMK m. 1’e göre bizzat doldurması gerektiğini ve bunun için de sonraki
imkânsızlığa ilişkin hükümlerin kıyasen başlangıçtaki imkânsızlık hallerine de
uygulanması gerektiğini ileri süren görüştür727.
EBK döneminde de başlangıçtaki imkânsızlık kesin hükümsüzlük yaptırımına
bağlanmıştı (m. 20) ve bu husus o dönemde de eleştirilmekteydi728. 2011 yılında
yürürlüğe giren TBK’da da aynı düzenlemeye yer verilmesi kanun koyucunun bu
husustaki haklı eleştirileri nazara almadığını ve başlangıçtaki imkânsızlığın mutlaka
kesin hükümsüzlük yaptırımına tabi olmasını istediğini göstermektedir. EBK
dönemimde uygulamada nazara alınmayan bu görüşün, TBK döneminde de
yerleşemeyeceği açıktır. Zira yetersiz, eksik veya tatmin edici olmayan bir hükmü
değiştirmek hâkimin değil, kanun koyucunun görevidir.
Bu nedenle başlangıçtaki imkânsızlığın kesin hükümsüzlük yarattığı kabul
edilse de, en azından imkânsızlığı bilen, karşı tarafı bu hususta bilgilendirmeksizin
sözleşme akdeden ve özellikle bu sayede bir müddet için olsa da karşı edimden
faydalanan kişinin sorumluluğu üzerinde dikkatle durulmalıdır.
Öncelikle başlangıçtaki imkânsızlığa rağmen borçlunun edimin ifası yerine
tazminat yükümlülüğü altında olup olmadığına dair, taraflar arasında bir anlaşmanın
bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Açık veya örtülü olarak böyle bir anlaşmanın
yapılmış olduğu anlaşılırsa, artık sözleşmenin kesin hükümsüzlüğünden

727
Bkz.: yuk. s. 161-162.
728
Kocayusufpaşaoğlu, Necip ve diğerleri, Borçlar Hukuku: Genel Bölüm, 3 C., Rona Serozan, İfa,
İfaEngelleri, Haksız Zenginleşme, 5. bs., İstanbul, Filiz Kitapevi, 2009, C: III. (Serozan, İfa ve
Engelleri: 5. bs.).

175
bahsedilmemeli, borçlunun ifa yerine tazminat ödemekle yükümlü olduğu kabul
edilmelidir729.
Yine maddi bir varlığa sahip olmayan bazı edimler bakımından kanunda
öngörülen garanti sorumluluklarının kıyasen diğerleri bakımından uygulanması
görüşü730 de gayet yerinde bir görüştür. Zira bu tür edimler maddi bir varlığa sahip
olmadığından alacaklı, hakkın varlığı ve geçerliliği noktasında çoğu zaman yalnızca
borçlunun beyanlarına güvenmek zorunda kalır731. Alacağın devri bakımından
kanuni garanti sorumluluklarıyla korunan alacaklının, aynı korunma ihtiyacı,
kanunda açıkça düzenlenmeyen veya kanunda düzenlenmiş olmasına rağmen
hakkında garanti sorumluluğu öngörülmeyen maddi varlığa sahip olmayan haklar
bakımından da bulunur.
Aslında bir edimin ifasının imkânsız olduğunu bile bile bu edimi konu alan bir
sözleşme akdetmenin hiçbir mantığı yoktur. Özellikle imkânsızlığın açıkça ve herkes
tarafından görülebilir olduğu hallerde bu tür bir sözleşme önerisi olsa olsa bir latife
beyanı olarak kabul edilebilir. Belirli bir ücret karşılığında cennetten köşk satma,
güneşi söndürme, sihirli sözcüklerle kanserli hücreleri sağlıklı hale getirme veya
doğaüstü güçleri kullanarak en uygun eş adayını bulma teklifinde bulunulması
halinde böyle bir durum söz konusu olur. Bu halde bir sözleşmenin varlığından söz
etmek mümkün değildir. Böyle bir durumda kendisine latife yapıldığını anlamadığını
iddia eden kişinin sözleşme yapma ehliyetinden dahi şüphe duymak gerekebilir.
Ancak sözleşme yapma ehliyetinin bulunmasına rağmen, tecrübesizliği nedeniyle bu
tür vaatlere inanan kişilerin korunması yine de haksız fiil hükümleriyle değil de,
sözleşme görüşmelerindeki kusurlu davranışlardan doğan sorumlulukla
gerçekleştirilmelidir732.
İmkânsızlığın açıkça ve herkes tarafından anlaşılamayacağı hallerde ise,
sözleşmeye konu edilen edimin ifasındaki imkânsızlığı bilmeyen ve durumu bilen
karşı tarafça da uyarılmayan kişi, sözleşmenin kesin hükümsüzlüğü nedeniyle
uğradığı zararların tazmin edilmesini talep edebilmelidir. Zira bu davranış sözleşme

729
Bkz.: yuk. s. 162-163.
730
Bkz.: yuk. s. 163-164.
731
Engin, Temlik, s. 56.
732
Ayrıca bu tür vaatlerle tecrübesiz kimselerle sözleşme akdetmek, Türk Ceza Kanunu hükümlerine
göre bir suç da oluşturabilir.

176
görüşmelerinde karşı tarafı aydınlatma ve uyarma şeklindeki davranış
yükümlülüğüne aykırı, yani kusurlu bir davranıştır. Bu hallerde imkânsızlığı bildiği
halde sözleşme akdeden kişi, yalnızca latife beyanında bulunulduğunu ileri sürerek
de sorumluluktan kurtulamamalıdır. Zira edimin ifasındaki imkânsızlık açıkça ve
herkes tarafından anlaşılamıyorsa, imkânsızlığı bilmediği için kendisine bu hususta
yöneltilen latife beyanını anlamayarak, geçerli bir sözleşme yaptığını zanneden
kişinin bu husustaki güveni korunmalıdır. Gerçi bu halde sözleşme başlangıçtaki
imkânsızlık nedeniyle kesin hükümsüzdür. Ancak bu sözleşmenin kesin
hükümsüzlüğü nedeniyle, imkânsızlıktan haberdar olmayan tarafın uğradığı tüm
zararlardan da karşı taraf sorumlu olmalıdır.
Kanaatimizce sözleşme görüşmelerindeki kusurlu davranışlardan doğan
sorumluluk borca aykırılık esaslarına tabi olmalıdır. Çünkü bu durum zarara uğrayan
kişi bakımından daha elverişli bir durum yaratır ve böyle bir durumda zarara uğrayan
taraf, diğer tarafa nazaran hukuki korumaya daha layıktır.
Sözleşmenin kesin hükümsüz olması nedeniyle zarara uğrayan tarafın hangi tür
zararlarının tazmin edilmesi gerektiği üzerinde de titizlikle durulmalıdır. Daha
öncede belirttiğimiz gibi öğretideki hâkim fikir burada yalnızca olumsuz zararların
tazmin edilmesi gerektiğini savunurken, bir diğer fikir olumlu zararların tazmin
edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir733.
Bu görüşleri değerlendirmeye geçmeden önce zararın olumlu veya olumsuz
olmasının farkları üzerinde kısaca durmak gerekir. Olumlu zarar borcun ifasındaki
çıkarın gerçekleşmemesi nedeniyle uğranılan zararları ifade ederken, olumsuz zarar
kurulduğuna veya hüküm doğurduğuna güvenilen bir sözleşmenin kurulmaması veya
geçersiz olması nedeniyle uğranılan zararları ifade eder734. Yani borç gereği gibi ifa
edilseydi alacaklının malvarlığının alacağı durum ile borç ifa edilmediği için mevcut
olduğu durum arasındaki fark olumlu zarardır. Güvenen kimsenin sözleşmenin

733
Bkz.: yuk. s. 172-174.
734
Heinrich Honsell, Schweizerisches Haftpflichtrecht, 3. Al., Zürich, Schulthess, 2000, s. 11;
Lüchinger, a.g.e., s. 44, 73; Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 73; Mehmet Serkan Ergüne, “Culpa in
Contrahendo Sorumluluğunda Olumlu Zararın Tazmini, Prof. Dr. Rona Serozan’a Armağan, 2 c.,
İstanbul, XII Levha, 2010, C. I, s. 913-914; Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, “Umumi Bakımdan Zarar ve
Tazminat”, Ebül’ula Mardin’e Armağan, İstanbul, Kenan Matbaası, 1944, s. 744-745; Ergüne,
Olumsuz Zarar, s. 40, 55-56; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 855; Oğuzman/Öz, C. I,
s. 396-397; Eren, Borçlar Genel, s. 1056-1057; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 177-178; Karahasan,
Sorumluluk, s. 91-92.

177
kurulmaması veya hüküm ifa etmemesi nedeniyle malvarlığının aldığı durum ile bu
ilişkiye hiç girilmeseydi malvarlığının içinde bulunacağı durum arasındaki fark ise
olumsuz zarardır. Bu kapsamda sözleşmenin kurulması için yapılan masraflarla,
kesin hükümsüzlüğün farkında olmaksızın edimlerden birinin ifası için yapılan tüm
masraflar olumsuz zarar kalemlerini oluşturur735. Yine kesin hükümsüz ilişkiye
dayanılarak önceden ifa edilmiş edim veya edimlerin geri alınması mümkün değilse,
bu yüzden uğranılan zarar da olumsuz zarar kalemlerine dâhildir736.
Bu açıklamalarımız göstermektedir ki, hem olumlu hem de olumsuz zararların
birlikte tazmini istenemez737. Zira borcun gereği gibi ifa edilmesi halinde alacaklı
olumsuz zarar kapsamında saydığımız masraf ve kayıplara zaten katlanmak
zorundadır738. Olumsuz zararın istenebildiği hallerde ise sözleşme hükümsüz
sayılmaktadır ki; bu halde de hüküm ifade etmeyen bir borcun ifasına ilişkin çıkarın
tazminini istemek uygun değildir739.
Çoğu olay bakımından olumlu zararın miktarı olumsuz zararı aşmaktadır740.
Karşı tarafı uyarmaksızın imkânsızlığı bile bile sözleşme akdetme halinde olumlu
zararın tazmin edilmesini isteyebilme görüşü de, herhalde alacaklıyı daha fazla
koruyabilmek adına, bu noktadan hareketle savunulmaktadır. Ancak bazı hallerde
olumsuz zararın miktarı olumlu zarardan daha fazladır741. Bu gibi durumlarda, bu
görüş bakımından, alacaklının bir seçimlik hakka sahip olduğunu kabul etmek, onu
daha iyi koruyabilmek adına daha uygundur.
Bu tartışma bakımından kabul ettiğimiz çözüm ise, TBK’nın sözleşme
görüşmelerindeki kusurlu davranışlara ilişkin hükümlerinin, kıyasen başlangıçtaki

735
Bucher, AT, s. 281; Lüchinger, a.g.e., s. 94, 97-98; Oğuzman/Öz, C. I, s. 398; Eren, Borçlar
Genel, s. 1057; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 855-856; Serozan, İfa ve Engelleri, s.
178; Karahasan, Sorumluluk, s. 93; Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 60, 289-297.
736
Oğuzman/Öz, C. I, s. 399. Yapılan sözleşmenin geçerliliğine güvenilerek başka bir sözleşme
yapmamak suretiyle kaçırılan fırsatlar da menfi zararın bir türünü oluşturmakla birlikte (Lüchinger,
a.g.e., s. 98-99; Eren, Borçlar Genel, s. 1057; Oğuzman/Öz, C. I, s. 399-400; Serozan, İfa ve
Engelleri, s. 177-178; Karahasan, Sorumluluk, s. 94; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s.
855-856; Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 59, 307-311), başlangıçtaki objektif imkânsızlık bakımından
böyle bir zarar kalemine rastlamak çok güçtür. Zira objektif imkânsızlıkta edimin ifasındaki
imkânsızlık herkes bakımından söz konusu olduğundan, kaçırılan bir fırsattan söz etmek pek de
mümkün değildir.
737
Oğuzman/Öz, C. I, s. 399.
738
Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 59-60; Oğuzman/Öz, C. I, s. 399.
739
Oğuzman/Öz, C. I, s. 399.
740
Velidedeoğlu, a.g.e., s. 746; Oğuzman/Öz, C. I, s. 400.
741
Bucher, AT, s. 379, dn. 200; Velidedeoğlu, a.g.e., s. 746; Oğuzman/Öz, C. I, s. 400.

178
imkânsızlığa da uygulanmasıdır. TBK m. 35/1 c.1’e göre bir sözleşmede yanılan bu
yanılmasında kusurlu ise, karşı tarafın sözleşmenin hükümsüzlüğünden doğan
zararlarını tazmin etmekle yükümlüdür. Aynı hükmün 2. fıkrasına göre ise hâkim,
hakkaniyetin gerektirdiği durumlarda, ifadan beklenen yararı aşmamak kaydıyla,
daha fazla tazminata da hükmedebilir. Yine TBK m. 47/1 c.1’de yetkisiz temsilcinin
yaptığı hukuki işlemin temsil olunan tarafından açık veya örtülü olarak onanmaması
halinde, bu işlemin geçersiz olmasından doğan zararın tazminin istenebileceği; aynı
hükmün 2. fıkrasında ise hakkaniyet gerektiriyorsa, kusurlu yetkisiz temsilciden
diğer zararların giderilmesinin de istenebileceği düzenlenmiştir. Bu hükümler
göstermektedir ki; sözleşmenin geçersizliği yüzünden tazmin edilmesi gereken zarar
olumsuz zarardır. Ancak hakkaniyet gerektiriyorsa hâkim, ifadan beklenen yararı
aşmamak kaydıyla daha fazla tazminata da hükmedebilir. Olumsuz zararın olumlu
zarara göre daha az olduğu hallerde bu çözüm alacaklıyı korumaya yeter. Ancak
olumsuz zararın miktarı ifadan beklenen yararı aşıyorsa, bu halde de yalnızca ifadan
beklenen yararla sınırlı olarak tazminata hükmedilmesi gerekip gerekmediği
hususunda şüpheye düşülebilir. Öğretideki bir görüş bu halde de en fazla ifadan
beklenen yarar kadar bir tazminatın söz konusu olabileceğini ve olumsuz zararın
ifadan beklenen yarara indirilerek tazmin edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir742.
İmkânsızlığın sözleşmenin her iki tarafınca biliniyor olması da mümkündür.
Her iki taraf da imkânsızlığı biliyor, fakat diğer tarafın da imkânsızlığın farkında
olduğunu bilmiyorsa, tarafların sorumluluklarına göre bir derecelendirme yapmak
gerekir. Yani tarafların imkânsızlığa etkileri eşitse kusurları takas edilir ve her iki
tarafında sözleşme görüşmelerindeki kusurlu davranışlarından doğan sorumlulukları
ortadan kalkar743. Ancak tarafların başlangıçtaki imkânsızlığa etkileri eşit değil de,
kusur dereceleri farklı ise hangi tarafın kusurunun daha ağır olduğuna bakılarak
sorumluluk oranı belirlenmelidir744. Zira TBK m. 114/2745 sayesinde sözleşmesel
sorumluluk bakımından da kıyasen uygulama alanı bulabilen TBK m. 52/1: “Zarar
gören zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında
742
Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 247; Ayrıca TBK m. 35 bakımından bu görüşte; Oğuzman/Öz, C. I, s.
110-111.
743
Altunkaya, a.g.e., s. 245; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 179;
744
Altunkaya, a.g.e., s. 246; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 179; Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 235.
745
Bu hüküm: “Haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümler, kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık
hallerine de uygulanır” şeklindedir.

179
etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim,
tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir”746şeklindedir.
İmkânsızlığın sözleşmenin her iki tarafınca da bilindiği ve diğer tarafın da
durumun farkında olduğunun en azından tahmin edilebildiği hallerde ise
kanaatimizceciddi bir sözleşme yapma niyeti bulunmamaktadır. Bu nedenle kesin
hükümsüzlükten değil de yokluktan söz edilmesi daha uygundur. Böyle bir durumda
taraflar ciddiyetten uzak biçimde gerçekleştirdikleri sözleşme görüşmeleri nedeniyle
bir zarara uğramışlarsa, uğradıkları zararların tazminini birbirlerinden talep
edememeli, her biri kendi zararına bizzat katlanmalıdır.
Başlangıçtaki imkânsızlığın sözleşmenin kesin hükümsüzlüğüne yol açabilmesi
için objektif bir nitelik taşımasından başka, imkânsızlığın mutlak bir nitelik taşıması
gerektiği görüşüne ise katılmıyoruz. Öncelikle bu görüş kaynağını, açıkça imkânsız
olan bir şeyin geçerli bir sözleşmenin konusunu oluşturamayacağı düzenleyen,
ABGB m. 878’den almakta, buna benzer bir hüküm ise TBK’da bulunmamaktadır.
Bir an için aynı hükmün TBK’da da yer aldığı düşünülse bile, kanaatimizce bu
hüküm dar bir biçimde yorumlanmamalı ve başlangıçtaki imkânsızlığa bağlanan
kesin hükümsüz yaptırımının yalnızca mutlak imkânsızlık bakımından söz konusu
olabileceği kabul edilmemelidir. Zira çeşitli türlere ayrılan ve bu nedenle oldukça
kafa karıştıran imkânsızlık konusunda yeni ayırımlar türetmek uygun değildir.
Edimin ifası sözleşmenin kurulduğu anda imkânsız olmakla beraber, ifa zamanı
gelmeden önce bu imkânsızlık ortadan kalkmışsa, her halükarda sözleşmenin baştan
beri geçerli olduğunun kabul edilmesi gerektiği yolundaki görüşe de katılmıyoruz.
Zira kesin hükümsüz bir sözleşmeyi yalnızca dürüstlük kuralının düzelterek geçerli
bir hale getirebileceği kabul edilmektedir. Bu halde ancak kesin hükümsüzlüğü ileri
sürmek hakkın kötüye kullanılması sayılıyorsa bunu ileri süren kişi korunmayacaktır
ve başlangıçtaki imkânsızlığa rağmen sözleşmenin geçerliliğini koruduğu kabul
edilecektir747. Ayrıca edimin ifası sözleşmenin yapıldığı sırada imkânsız olmakla
beraber, tarafların ifa zamanında mümkün hale gelebileceğini öngörerek ve bu

746
TBK 52/2’de ise: “Zarara hafif kusuruyla sebep olan tazminat yükümlüsü, tazminatı ödediğinde
yoksulluğa düşecek olur ve hakkaniyet de gerektirirse hâkim, tazminatı indirebilir” şeklinde bir
düzenleme yapılmıştır. Bu hüküm de başlangıçtaki imkânsızlığı bilerek ve karşı tarafı bu hususta
uyarmayarak sözleşmeyi akdeden kişinin sorumluluğuna kıyasen uygulanabilecektir.
747
Bkz.: yuk. s. 165.

180
nedenle sözleşmeyi koşula veya süreye bağlayarak akdettikleri sözleşmelerin de
geçerli oldukları kabul edilmelidir748.
Kesin hükümsüzlük halinde sözleşmesel bir isteme yer verilemeyeceğinden ve
hukukumuzda bir temeli olmadığından, başlangıçtaki imkânsızlık halinde,
alacaklının ifası imkânsızlaşan edimin yerine borçlunun elde ettiği kaim değerin
kendisine verilmesini isteyebileceği yönündeki görüşe de katılmıyoruz.

D. Kabul Ettiğimiz Görüş Çerçevesinde Başlangıçtaki Kısmi İmkânsızlığın


Sonuçları
Başlangıçtaki objektif kısmi imkânsızlık-kural olarak- edimin ifa edilebilir
kısmının geçerliliğini etkilemez. Bu halde borçlunun bu kısımla ilgili ifa
yükümlülüğü devam eder. Ayrıca edimin ifası hususunda borçlu açık veya örtülü
olarak garanti taahhüdünde bulunmuşsa, imkânsızlık nedeniyle ifa edemediği kısım
için sözleşmesel sorumluluğu söz konusu olur. Yani borçlu, alacaklının uğramış
olduğu olumlu zararları tazmin etmekle yükümlüdür.
Sözleşmeye konu edilen edim, maddi varlığa sahip olmayan bir hak ise, bu tür
hakların varlığı ve geçerliliği hususunda kanunda öngörülen garanti sorumlulukları
nedeniyle, başlangıçtaki kısmi imkânsızlığa rağmen sözleşmenin kısmen de olsa
kesin hükümsüzlüğe uğradığı kabul edilmez ve borçlu, tüm borç için sözleşmesel
sorumlulukla bağlı kalmaya devam eder. Hakkında özel bir garanti sorumluluğu
öngörülmeyen ve maddi bir varlığa sahip olmayan hakların konu edildiği
sözleşmelerde de kıyas yoluyla hakkı devredenin veya lisans verenin garanti
sorumluluğunun varlığı kabul edilir.
Borçlu, kısmi imkânsızlığı bilerek ve sözleşmenin karşı tarafını uyarmayarak
sözleşmeyi akdetmişse ve alacaklının kısmi kesin hükümsüzlük nedeniyle bir zararı
doğmuşsa bu zararları da tazmin etmesi gerekir. Burada alacaklının olumsuz
zararlarının tazmin edilmesi gerekirken, hakkaniyet gerektiriyorsa hâkim, ifadan
beklenen yararı aşmamak kaydıyla daha fazla tazminata hükmedebilir.
Başlangıçtaki kısmi imkânsızlığa rağmen tam imkânsızlığın varsayıldığı
hallerde ise yukarıda belirttiğimiz sonuçlar tüm sözleşme bakımından ortaya çıkar.

748
Bkz.: yuk. s. 165-166.

181
Son olarak başlangıçtaki kısmi imkânsızlık halinde bunun alacaklının menfaati
elverdiği müddetçe, tam imkânsızlık olarak varsayılmaması gerektiği de
belirtilmelidir. Zira daha önce de belirttiğimiz gibi749, TBK m. 27/2’nin amacı,
sözleşmeyi mümkün oldukça ayakta tutabilmektir.

V. BAŞLANGIÇTAKİ SUBJEKTİF İMKÂNSIZLIĞIN YAPTIRIMI


Daha öncede belirttiğimiz gibi750, sözleşmenin kesin hükümsüzlüğüne yol açan
imkânsızlığın, başlangıçtaki objektif imkânsızlık olduğu hususunda öğretide fikir
birliği bulunmaktadır. Ancak objektif ve subjektif imkânsızlığın tanımı ve içeriği
noktasında bir fikir birliği bulunmamaktadır. Bizim de katıldığımız fikre751 göre,
objektif ve sübjektif imkânsızlık ayırımındaki ölçü, yalnızca borçlunun mu yoksa
borçlunun yerine geçecek üçüncü kişilerin de edimi ifa edip edemeyeceği olmalıdır.
Yani borçlu, ifaya engel olan hususun varlığı nedeniyle borcunu kesin olarak ifa
edemezken, bir üçüncü kişi, bu engelin varlığına rağmen aynı borcu ifa edebilecekse,
imkânsızlık subjektiftir. Ancak söz konusu engelin varlığı borçlunun yerine konan
üçüncü kişinin ifasına dahi engel olmakta ise, imkânsızlığın objektif olduğu kabul
edilmelidir.
Başlangıçtaki imkânsızlığın subjektif olması sözleşmenin kesin
hükümsüzlüğüne neden olmaz, aksine sözleşme varlığını ve geçerliliğini korumaya
devam eder. Dolayısıyla subjektif imkânsızlık içerisinde bulunan borçlu, edimini
gereği gibi ifa etmekle yükümlü olur. Bu yükümlülüğünü ihlal ederse doğacak
sonuçlardan da sorumlu olur. Zira herhangi bir borç yüklenmek isteyen herkes,
içerisinde bulunduğu tüm şartları objektif bir biçimde değerlendirmeli ve ona göre
borç üstlenmelidir752. Alacaklı bunu borçludan beklemeye haklı olduğundan, sırf
ekonomik veya kişisel eksikliğinden dolayı borcunu ifa edemeyen borçlu, sözleşme
bağından ve dolayısıyla sözleşmesel sorumluluktan kurtulamaz753.
Borçlunun başlangıçtaki subjektif imkânsızlıktan doğan sorumluluğunun tabi
olacağı esaslar hakkında kanunda bir düzenleme bulunmamaktadır. Öğretide de bu
hususta bir kanun boşluğu bulunduğu ileri sürülmektedir. Bu meselenin sonraki

749
Bkz.: yuk. s. 112.
750
Bkz.: yuk. s. 74.
751
Bkz.: yuk. s. 71.
752
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 181; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 908.
753
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 181; Birsen, a.g.e., s. 545-546.

182
sübjektif imkânsızlık bakımından kabul edilen esasa göre çözülmesi gerektiği
çoğunlukla754 kabul edilse de, sonraki sübjektif imkânsızlık halinde hangi
hükümlerin uygulanması gerektiği tartışmalıdır.
Bu husustaki bir fikre göre, sonraki objektif imkânsızlığa ilişkin kanuni
düzenlemeler sonraki subjektif imkânsızlığa da uygulanmalıdır755. Bu halde borçlu
edimin imkânsız hale gelmesinden sorumlu ise alacaklının bu nedenle uğradığı tüm
zararları tazmin etmelidir (TBK m. 112). Borçlu kusursuzsa olması ve bunu ispat
edebilirse tazminat ödeme yükümlülüğünden kurtulmalıdır (TBK m. 136).
Buna karşın, sonraki subjektif imkânsızlıkla ilgili problemlerin temerrüt
hükümleri çerçevesinde çözülmesi gerektiği de ileri sürülmektedir (TBK m. 117-
126)756. Bu fikre göre subjektif ifa engeli geçici mahiyette bulunabilir ve bu engelin
zaman içerisinde ortadan kalkması mümkün olabilir757. Kanaatimizce de
başlangıçtaki subjektif imkânsızlık halinde alacaklı, borçlunun temerrüdüne ilişkin
hükümlere dayanabilmelidir. Zira temerrüt hükümleri özellikle karşılıklı borç
yükleyen sözleşmelerde alacaklı lehine daha avantajlı bir durum yaratır. Buna göre,
subjektif imkânsızlığa rağmen borçlu, edimi ifa etmekle yükümlü ve alacaklı da
edimin ifasını talep etmeye yetkilidir. Bu halde temerrüdün kendisi için yaratacağı
ağır sonuçlardan kaçınmak isteyen borçlunun yapması gereken ilk şey, subjektif
imkânsızlığa yol açan durumu ortadan kaldırarak, edimi gereği gibi ifa etmeye
çalışmak olmalıdır.
Borçlunun temerrüde düşebilmesi için borcun muaccel olması ve alacaklının
borçluya ihtarda bulunması gerekir (TBK m. 117/1). Borcun ifa edileceği gün

754
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 558; Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 724; von Tuhr/Peter, a.g.e., s.
263; von Tuhr/Escher, a.g.e., 94; Schwenzer, a.g.e., s. 436; Bucher, AT, s. 248; Ziegler, a.g.e., s. 66;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 460, 568; Gündoğdu, a.g.e., s. 91; Eren, Borçlar Genel, s. 1040; Altunkaya,
a.g.e., s. 258; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 669.
755
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 558; Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 724; von Tuhr/Peter, a.g.e., s.
263; von Tuhr/Escher, a.g.e., 94; Schwenzer, a.g.e., s. 436; Oğuzman/Öz, C. I, s. 460, 568;
Gündoğdu, a.g.e., s. 91. Bu görüşteki yazarlar sonraki imkânsızlık bakımından, bu imkânsızlığın
objektif veya sübjektif olmasının hiçbir önem taşımadığını ileri sürmektedirler. Bkz.: yuk. s. 75, dn.
313. Reform öncesinde Alman hukukunda sonraki sübjektif imkânsızlığın sonraki objektif
imkânsızlığa eşit olduğu BGB § 275/2’de açıkça düzenlenmişti.
756
Bucher, AT, s. 248; Ziegler, a.g.e., s. 66; Eren, Borçlar Genel, s. 1040; Altunkaya, a.g.e., s. 258.
Açıkça bildirilmemiş olmakla beraber Kılıçoğlu’nun da bu görüşte olduğu anlaşılmaktadır. Kılıçoğlu,
Genel Hükümler, s. 669. Bu görüşteki yazarlar ise, sonraki imkânsızlık bakımından da, başlangıçtaki
imkânsızlıkta, olduğu gibi yalnızca objektif imkânsızlığın bir önem taşıdığını, sübjektif imkânsızlığın
ise gerçek bir imkânsızlık yaratmadığını ileri sürmektedirler. Bkz.: yuk. s. 75, dn. 314.
757
Altunkaya, a.g.e., s. 258.

183
taraflarca birlikte belirlenmişse, yani belirli bir vade söz konusu ise veya sözleşmede
saklı tutulan bir hakka dayanarak taraflardan biri usulüne uygun bir bildirimde
bulunmak suretiyle vadeyi belirlemişse, bu günün geçmesiyle alacaklının ihtarına
lüzum olmaksızın borçlu temerrüde düşmüş sayılır (TBK m. 117/2). Kanunda açıkça
belirtilmemiş olmasına rağmen borçluya ihtarda bulunulmasının bir işe
yaramayacağının açıkça anlaşıldığı hallerde de ihtara lüzum olmaksızın borçlu
temerrüde düşmüş sayılır758. Temerrüde düşen borçlu, temerrüde düşmede kusuru
olmadığını ispat etmedikçe, borcun geç ifası nedeniyle alacaklının uğradığı tüm
zararları tazmin etmekle yükümlü olduğu gibi (TBK m. 118), temerrütte olduğu süre
zarfında beklenmedik bir hal sebebiyle edime isabet eden tüm zararlardan da
sorumludur (TBK m. 119/1)759. Subjektif imkânsızlığın düzelmeyeceği veya
alacaklının bu zamana kadar bekleyemeyeceği anlaşılırsa, borçlunun ifa
yükümlülüğünün yerini tazminat ödeme yükümlülüğü alır. Elbette bu tazminatın
talep edilebilmesi için borçlunun kusurlu olması veya kusurlu olmadığını ispat
edememesi gerekir. Bu koşullar altında alacaklı gecikmeden doğan zararlarının
tazminini de ayrıca isteyebilir.
Başlangıçtaki subjektif imkânsızlığın söz konusu olduğu sözleşme karşılıklı
borç yükleyen bir sözleşme ise alacaklı aynen ifa ve gecikme tazminatı talep etmenin
yanı sıra, borçluya ya bizzat ya da hâkim aracılığıyla uygun bir süre vererek bazı
seçimlik haklara da sahip olabilir (TBK m. 123). Ancak borçlunun temerrüdü
sonucunda borcun ifası alacaklı için yararsız kalmışsa veya borcun ifasının belirli bir
zamanda veya belirli bir süre içinde gerçekleşmemesi üzerine, artık ifanın kabul
edilmeyeceği sözleşmeden anlaşılıyorsa, yani gerçek anlamda kesin vadeli bir
sözleşme söz konusu ise ya da borçlunun içinde bulunduğu durumdan veya
tutumundan süre verilmesinin etkisiz olacağı anlaşılıyorsa, borçluya süre vermeye
dahi gerek yoktur (TBK m. 124). Borçlu kendisine verilen sürenin sonuna kadar
subjektif imkânsızlığı ortadan kaldırarak edimi ifa etmemişse veya süre verilmesine
gerek olmayan bir durum söz konusu ise alacaklı, aynen ifa ve gecikme tazminatının
758
von Tuhr, a.g.e., s. 611-612; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 918; Serozan, İfa ve
Engelleri, s. 219. Eren, Borçlar Genel, s. 1097; Nomer, Genel Hükümler, s. 337-338.
759
TBK m. 119/2’ye göre ise borçlu 1. fıkrada düzenlenen bu sorumluluktan ancak temerrüde
düşmekte kusur olmadığı veya borcunu zamanında ifa etmiş olsaydı bile beklenmedik halin veya
mücbir sebebin ifa konusuna zarar vereceğini ispat ederek bu sorumluluktan kurtulabilir. Bkz.: aş. s.
235-236.

184
yanı sıra diğer iki seçimlik hakka daha sahip olur. Bunların ilki borcun ifasından ve
gecikme tazminatı isteme hakkından vazgeçtiğini hemen bildirerek, borcun ifa
edilmemesinden doğan olumlu zararlarının tazminatını talep etmektir. Diğeri ise
sözleşmeden dönerek sözleşmenin hükümsüz kalması nedeniyle doğan (olumsuz)
zararlarının tazminini talep etmektir (TBK m. 125). Olumlu veya olumsuz zararları
talep etmek ise, borçlunun kusurlu olmasına veya kusurlu bulunmamasına rağmen
bunu ispatlayamamasına bağlıdır760.
Bu husustaki bir diğer fikir761 ise, öğretide sübjektif imkânsızlık olarak
adlandırılan hallerin gerçek bir imkânsızlık olmadığını, bu durumda edimin ifası
bakımından aşırı bir güçlüğün söz konusu olduğunu ileri sürmektedir. Bu görüşteki
yazarlara göre şahsa bağlı edimler bakımından söz konusu olan imkânsızlık mutlaka
objektif niteliktedir. Bunun dışındaki edimlerde ise borçlunun şahsından doğan
engeller imkânsızlık değil, ifa güçlüğü yaratır. Zira şahsa bağlı olmayan edimlerde,
alacaklı için önemli olan borcun bizzat borçlu tarafından ifa edilmesi değil, yalnızca
ifa edilmesidir. Bu yüzden borçlu şahsından doğan bir engelle borcunu ifa edemese
de, üçüncü kişilere ifa ettirebileceği için ortada gerçek anlamıyla bir imkânsızlık
bulunmaz ve bu nedenle borç sona ermez. Ancak borçlunun üçüncü kişilere ifa
ettirmesi zorunluluğunun da bir sınırı vardır. Borçludan edimin üçüncü kişilere ifa
ettirmesi için aşırı bir gayret sarf etmesi beklenemez. Buradaki sınır TMK m. 2’de
düzenlenen dürüstlük kuralı ile belirlenmelidir.
Bazı yazarlar762 ise, başlangıçtaki subjektif imkânsızlık hallerinde borçlunun
kusursuz olsa dahi sorumluluk altında bulunması gerektiğini ileri sürmektedirler.
Buna göre borçlu, ifanın yerine getirilmesi hususunda bir garanti üstlenmiş
sayılmalıdır ve sübjektif imkânsızlık halinde kusurlu olmasa da kendisinden olumlu
zararların tazmini talep edilebilmelidir. Bu fikirdeki yazarlara göre, borçlunun
garanti sorumluluğu, satıcının ve kiraya verenin zapttan sorumluluğu bakımından
hükme bağlanmış ve toplu kıyas yoluyla TBK m. 27’deki boşluğu da dolduran genel

760
Franz Schenker, Die Voraussetzungen und Die Folgen Des Schuldnerverzugs im
schweizerisches Obligationenrecht, Freiburg Schweiz, Universitätverlag, 1988, s. 151 vd.; Ayşe
Havutçu, Tam İki Tarafa Borç Yükleyen Sözleşmelerde Temerrüt ve Müspet Zararın Tazmini,
İzmir, DEÜHFY, 1995, s. 66; Oğuzman/Öz, C. I, s. 521; Eren, Borçlar Genel, s. 1119, 1126;
Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 733, 735-736.
761
Dural, Kavram, s. 25-36; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 88-89, 121; Aydıncık, a.g.e., s. 34-35.
762
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 181-182.

185
bir ilkedir. Satış ve kira sözleşmelerinde satıcının kusurlu olmasa bile zapttan
sorumlu olduğu kabul ediliyorsa, bu hallerden daha önemsiz olan başlangıçtaki
sübjektif imkânsızlıkta da borçlunun garanti sorumluluğu altında olduğu evleviyetle
kabul edilmelidir763. Borçlunun bu sorumluluktan ancak olağan üstü ifa engelleri
nedeniyle, yani illiyet bağını kesen sebepler aracılığıyla kurtulabileceği de ileri
sürülmektedir. Kanaatimizce, bu görüşün kanuni bir dayanağı bulunmadığı gibi,
hukukumuzda sözleşmesel tazminat talepleri -kural olarak- borçlunun kusuruna
bağlıdır.

VI.ALMAN HUKUKUNDAKİ DURUM


2002 yılında Alman hukukunda yapılan borçlar hukuku reformu esnasında, bir
görüş, BGB’de imkânsızlığa yer verilmemesi gerektiğini savunsa da; imkânsızlık,
temerrüt ve kötü ifa birlikte “yükümlülüğe aykırılık” (Pflichtverletzung)764 üst başlığı
altında BGB’deki yerini korumayı başarmıştır765. Alman hukuk sisteminde Türk -
İsviçre hukukundan farklı olarak yaptırımlar; imkânsızlık, temerrüt, kötü ifa gibi her
bir ifa engeli için ayrı ayrı ele alınmamış, Common Law hukuk sistemlerinde ve
CISG’da olduğu gibi, tüm ifa engelleri için geçerli olan genel düzenlemeler
yapılmıştır766.
Reform öncesinde Alman hukukunda da başlangıçtaki imkânsızlığa kesin
hükümsüzlük yaptırımı bağlanmış olmasına rağmen (Eski BGB § 306), reform
sonrasında başlangıçtaki imkânsızlığın sözleşmenin geçerliliğini etkilemeyeceği
kabul edilmiştir. BGB § 311 a/1’de daha sözleşmenin kurulduğu andan beri mevcut
olan bir imkânsızlık nedeniyle borçlunun BGB § 275/1-3 uyarınca asli edimi yerine

763
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 181. Bu görüş kanun koyucu tarafından yalnızca alacağın bir ivaz
karşılığı temlikinde kabul edilmiştir. Zira bu halde alacağı devredenin garanti sorumluluğu altında
olduğu kabul edilmektedir. Engin, Temlik, s. 90, dn. 44.
764
Bu kavram için bkz.: Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 177 vd.; Haas ve diğerleri, a.g.e., s. 3-4;
Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 120 vd.; Prütting/Wegen/Weinreich, a.g.e., s. 419-418;
Bittner ve diğerleri, a.g.e., s. 269; Serozan, Yeni Alman İfa Engelleri Hukuku, s. 233 vd.
765
Bu hususta ayrıntılı bilgi için bkz.: Ulrich Huber, “Das geplante Recht der
Leistungsstörungsrecht”, Zivilrechts wissenschaft und Schuldrechtsreform, Ed. Wolfgang Ernst,
Reinhard Zimmermann, Tübingen, Mohr Siebeck, 2001, s. 31-190; Claus W. Canaris, “Zur Bedeutung
der Kategorie der “Unmöglichkeit” für das Recht der Leistıngsstörungen”, Die Schuldrechtsreform
vor dem Hintergrund des Gemeinschaftsrechts, Ed. Hans Schulte - Nölke, Reiner Schulze,
Tübingen, Mohr Siebeck, 2001, s. 43-64.
766
Honsell, BT, s. 111-112; Serozan, Sınırlar, s. 207-208; Okur, a.g.e., s. 4; Welser/Welser, a.g.e., s.
154; Akçura - Karaman, a.g.e., s. 204-205; Sert, a.g.e., s. 27-32, 57-59; Atamer, Makale, s.221, 228-
229; Atamer, CISG, s. 289-290; Özdemir, a.g.e., s. 77-78; Anders, a.g.e., s. 144.

186
getirmek zorunda olmamasının sözleşmenin geçerliliğini etkilemeyeceği kabul
edilmiştir767. BGB § 275/1-3’de imkânsızlığın ortaya çıktığı zamana bakılmaksızın
bir düzenleme yapılmış olmasının yanı sıra,burada imkânsızlığın subjektif veya
objektif olmasıyla da ilgilenilmemiştir768. Diğer bir değişle hem başlangıçtaki hem de
sonraki imkânsızlık halleri bu imkânsızlığın objektif veya subjektif olmasıyla
ilgilenilmeksizin tek bir hükümde düzenlenmiştir.
BGB § 275/1’e göre sözleşme konusu asli edimin yerine getirilmesi mümkün
değilse borçlu borcunu ifa etmekten kurtulur. Bu sonuç kendiliğinden doğar769.
BGB § 275/2’de ise, borçlunun borcunu ifa edebilmesi için katlanması gereken
zahmet ve masrafla, alacaklının edimin ifası ile elde edeceği menfaat arasında,
borçludan katlaması beklenemeyecek ölçüde aşırı orantısızlığın bir imkânsızlık
yarattığı düzenlenmiştir770. Bu hükümde düzenlenen imkânsızlığı fiili imkânsızlık
olarak da adlandırmak mümkündür.
Nihayet BGB § 275/3’de borçlunun şahsi borcunu ifa etmek için aşmak
zorunda olduğu engellerle alacaklının ifa ile elde edeceği menfaat arasında,
borçludan katlanması beklenemeyecek ölçüde aşırı bir orantısızlığın bulunduğu
hallerde bir imkânsızlığın söz konusu olduğu kabul edilmiştir771.

767
Paul Popescu, Kein positives Interesse bei Anfänglicher Unmöglichkeit und Anfänglich
unbehebbaren Mängeln, Baden-Baden, Nomus, 2012,s. 16-18; Simonida Cekovic - Vuletic,
Haftung Wegen Unmöglichkeit nach dem Schuldrechts modernisierungsgesetz, München, C. H.
Beck, 2003, s. 4; Sebastian Jäpel, RechtlicheUnmöglickeit und Gesetzliches Verbot, Baden-Beden,
Nomos, 2014, s. 49-56; Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 138; Weiler, a.g.e., s. 216, 237;
Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 186; Dauner - Lieb/Langen, a.g.e., s. 351; Kley, a.g.e., s. 183-189;
Bittner ve diğerleri, a.g.e., s. 281; Wagner, a.g.e., s. 94; Fehre, a.g.e., s. 24-25; Emmerich, a.g.e., s.
22; Haas ve diğerleri, a.g.e., s. 5-6, 85; Brox/Walker, a.g.e., 220. Holger Wentland, “Yeni Alman
Borçlar Hukuku”, Çev. Mustafa Aksu, Prof. Dr. Ergun Özsunay’a Armağan, İstanbul, Vedat
Kitapçılık, 2004, s. 359-361.
768
Horst Ehmann ve diğerleri, Modernisiertes Schuldrecht, München, Franz Vahlen, 2002, s. 15;
Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 189; Junker, a.g.e., 352. Hirsch, a.g.e., s. 281; Schlechtriem, a.g.e.,
s. 151; Haas ve diğerleri a.g.e., s. 90; Eckert, a.g.e., s. 94; Bamberger/Roth, a.g.e., 1065;
Brox/Walker, a.g.e., s. 218.
769
Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 197-198; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 190 vd.; Joussen, a.g.e., s.
133 vd.; Hütte/Hütte, a.g.e., s. 122 vd.; Hirsch, a.g.e., 281, 284-285, 286; Weiler, a.g.e., s. 210 vd.;
Eckert, a.g.e., s. 94; Junker, a.g.e., 354 vd.
770
Bamberger/Roth, a.g.e., s. 1067; Finn, a.g.e., s. 540; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 196-197;
Hütte/Hütte, a.g.e., s. 308; Westermann/Bylindski/Weber, a.g.e., s. 126; Brox/Walker a.g.e., s. 223,
310-311; Haas ve diğerleri, a.g.e., s. 93-94; Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 200-201; Palandt, a.g.e.,
s. 358-359; Krüger, a.g.e., s. 718-719; Bittner ve diğerleri, a.g.e., s. 318-319; Wagner, a.g.e., s. 220-
221; 122; Schwarze, a.g.e., s. 82-83
771
Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 198; Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 127-129; Weiler, a.g.e., s.
225-226; Brox/Walker, a.g.e., s. 224; Hütte/Hütte, a.g.e., s. 138; Joussen, a.g.e., s. 150-151;
Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 201; Krüger, a.g.e., s. 740-741; Prütting/Wegen/Weinreich, a.g.e., s.

187
BGB § 275’in ilk fıkrasındaki durumda borçlunun asli edimi ifa etmekten
kurtulması kendiliğinden gerçekleşirken, aynı hükmün 2. ve 3. fıkralarındaki hallerde
bu sonucun doğması, borçlunun bu hususta bir defide bulunmasını gerektirir772.
Aslında BGB § 275/2 ve 3’de gerçek anlamda bir imkânsızlık söz konusu
olmadığından, her ne kadar güç olursa olsun borçlu borcunu ifa edebilecek bir
durumdadır. Bu nedenle borcunu ifa etmek isteyen bir borçlunun edim
yükümlülüğünün BGB § 275/1’de olduğu gibi kendiliğinden sona erdiğinin kabul
edilmemesi uygundur.
BGB § 275, davranış yükümlülüklerinde, cins borçlarında, BGB § 251/2’den
doğan tazminat taleplerinde ve para alacaklarında uygulama alanı bulamaz773.
Tüm imkânsızlık halleri BGB § 275/1-3’de düzenlenmiş ve burada borçlunun
edimi ifa etme yükümlülüğünden kendiliğinden veya defi aracığıyla kurtulacağı
belirtilmişse de alacaklının bu nedenle borçludan talep edebileceği tazminat,
imkânsızlığın baştan beri mevcut olmasına veya sonradan ortaya çıkmasına göre
BGB’nin farklı maddelerinde düzenlenmiştir (BGB § 275/4).
Başlangıçtaki imkânsızlık halinde borçlu edimi ifa etmekten kurtuluyorsa,
alacaklı koşulları gerçekleşmişse BGB § 311 a/2’ye göre borçludan tazminat talep
edebilir. Bu hükme göre borçlu edimin ifasındaki imkânsızlığı biliyor veya en
azından bilmesi gerekiyorsa, alacaklı ya ifa yerine uğradığı olumlu zararların
tazminini (BGB § 280/1 c. 1) ya da borçlunun imkânsızlığa neden olan davranışları
yüzünden boşa çıkan masraflarının BGB § 284’e göre giderilmesini talep edebilir.
Alacaklının seçimlik olarak ileri sürdüğü bu tazminat taleplerinden kurtulmak isteyen
borçlu, imkânsızlığı bilmediğini ve bilecek durumda da olmadığını ispat etmelidir774.
Ancak borçlu edimin ifası hususunda bir garanti taahhüdünde bulunmuşsa,

426-427; Wagner, a.g.e., s. 100-101. Bu görüş reformdan yaklaşık bir asır önce Titze tarafından
savunulmaktaydı. Titze, a.g.e., s. 2 vd.
772
Eckert, a.g.e., s. 95; Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 131-133.
773
Krüger, a.g.e., s. 717-718; Palandt, a.g.e., s. 356.
774
Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 208-209; Eckert, a.g.e., s. 111 vd.; Junker, a.g.e., s. 362; Haas ve
diğerleri, a.g.e., s. 10-11; Hirsch, a.g.e., 293; Hütte/Hütte, a.g.e., s. 150, 255 vd.; 265 vd.; Joussen,
a.g.e., s. 166; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 211 vd; Ehmann ve diğerleri, a.g.e., s. 29 vd.
Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 144 vd.; Fehre, a.g.e., s. 86; Bamberger/Roth, a.g.e., 1073.

188
imkânsızlığı bilmediğini ve bilecek durumda da olmadığını ispat edebilecek olsa
dahi, tazminat yükümlülüğünden kurtulamaz (BGB § 276)775.
İmkânsızlık nedeniyle borcunu ifa etmekten kurtulan borçlunun eğer varsa
karşı edimi talep etme hakkının da son bulacağı BGB § 326/1 c. 1’de
düzenlenmiştir776.
Her ne kadar BGB § 311 a/2’de açıkça belirtilmemişse de, başlangıçtaki
imkânsızlık halinde de BGB § 285’e göre alacaklının ifası imkânsız olan edimin
yerine elde edilen kaim değerin kendisine devredilmesini talep edebileceği kabul
edilmektedir777.
Başlangıçtaki imkânsızlık edimin yalnızca bir kısmi bakımından söz konusu
ise, yani edimin kısmen ifa edilebilmesi mümkünse, borçlu yalnızca edimin ifa
edilemeyen kısmının ifasından kurtulur. Bu durumda alacaklının karşı ediminin de
ayıp nedeniyle satış bedelindeki indirime ilişkin BGB § 441/3’e göre indirime tabi
tutulur778. Alacaklının borçludan talep edebileceği tazminat da yalnızca edimin
imkânsızlaşan kısmi için söz konusu olabilir (BGB § 280/1, 3; BGB §283). Ancak
BGB § 311 a/2 c. 3 gereği kısmi ifada alacaklının bir menfaati bulunmuyorsa, edimin
kısmen ifasından vazgeçerek tüm edim için tazminat talep edebilir (BGB § 281/1 c. 2
ve 3)779.
Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık veya kısmi imkânsızlık
halinde alacaklının BGB § 323/5 c. 1 ve BGB § 326/5 hükümleri çerçevesinde
sözleşmeden dönme hakkının bulunduğu da kabul edilmektedir. Bu hakkın varlığı
için borçlunun imkânsızlıktan sorumlu olması gerekmez780. Sözleşmeden dönme ile

775
Hirsch, a.g.e., s. 325; Hütte/Hütte, a.g.e., s. 208 vd.; Medicuc/Lorenz, a.g.e., s. 186 vd; Weiler,
a.g.e., s. 247; Brox/Walker, a.g.e., s. 237 vd.
776
Manfred Wolf, Bürgerliches Gesetzbuch, 5 B.,Schuldrecht § § 320-237, 13. bs., Stuttgart,
Kohlhammer, 2005, B. 3/2, s. 212 vd.; Westermann, a.g.e., 1012; Hirsch, a.g.e., s. 294; Haas ve
diğerleri, a.g.e., s. 5-6; Medicus/Loranz, a.g.e., s. 203; Eckert, a.g.e., s. 130; Fikentscher/Heinemann,
a.g.e., s. 227; Hütte/Hütte, a.g.e., s. 129 vd.; Jossen, a.g.e., s. 152 vd.; Westermann/Bydlinski/Weber,
a.g.e., s. 134; Junker, a.g.e., 362; Krüger, a.g.e., s. 722; Dauner - Lieb/Langen, a.g.e., s. 352;
Brox/Walker, a.g.e., s. 226.
777
Joussen, a.g.e., s. 178 vd.; Eckert, a.g.e., s. 126 vd.; Medıcus/Lorenz, a.g.e., s. 201 vd.;
Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 224 vd.; Hütte/Hütte, a.g.e., s. 147, 263 vd.; Brox/Walker, a.g.e., s.
225.
778
Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 204; Fikentscher/Heinamann, a.g.e., s. 227; Joussen, a.g.e., s. 156.
779
Eckert, a.g.e., s. 117; Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 135.
780
Haas ve diğerleri, a.g.e., s. 8-9; Joussen, a.g.e., s. 182 vd.; Hirsch, a.g.e., 322 vd.;
Fikentscher/Heinamann, a.g.e., s. 231; Hütte/Hütte, a.g.e., s. 174-175; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 204;
Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 147; Junker, a.g.e., s. 362; Brox/Walker, a.g.e., s. 242-243.

189
birlikte alacaklı da kendi edimini ifa etmekten kurtulabileceği gibi, daha önce ifa
etmiş olduğu edimin de BGB § 326/4’e göre iadesini talep edebilir781. Ancak
imkânsızlık halinde BGB § 275 ve BGB § 326’nın alacaklıya sağladığı imkânlar
karşısında, alacaklıya bir de sözleşmeden dönme hakkı tanınmış olmasının bir anlamı
olmadığı da -kanaatimizce de haklı olarak- ileri sürülmektedir782.

8. BAŞLANGIÇTAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIĞIN İSPATI

TMK m. 6’ya göre kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her
biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür. Kanunda
başlangıçtaki imkânsızlığın ispatına ilişkin hiçbir özel hüküm bulunmadığından
TMK m. 6 burada da geçerli olur. Yani başlangıçtaki imkânsızlığı iddia eden bunu
ispatla yükümlüdür. Bu halde imkânsızlık sonucu ortaya çıkan durumdan kim bir hak
iddia ediyorsa, imkânsızlığı da o ispat etmelidir. Örneğin imkânsızlık sonucu alacaklı
için bir tazminat talep etme hakkı doğuyorsa ispat yükü onda olmalı, buna karşın
borçlu borcundan kurtuluyorsa imkânsızlığı o ispat etmelidir783. Aynı durum kısmi
imkânsızlık bakımından da geçerlidir.
Edimin ifasındaki imkânsızlık bir kere ispat edildikten sonra, borçlunun bu
imkânsızlıktan ötürü tazminat ödemekle yükümlü olup olmadığının ispatı ise TBK
m. 112’deki esastan hareket edilerek belirlenmelidir. Bu hükme göre borç hiç veya
gereği gibi ifa edilmezse borçlu, kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat
etmedikçe, alacaklının bundan doğan zararını gidermekle yükümlüdür. Burada
borçlunun kusurlu olduğu yönünde bir karine kabul edildiği için784, alacaklının
borçlunun kusurunu ispat etme yönünde bir yükümlülüğü bulunmamaktadır. Yani
borçlu, başlangıçtaki objektif imkânsızlıktan ötürü alacaklının zarara uğramasında
kusuru olmadığını; sözleşme konusunun imkânsız olduğunu bilmediğini ve
bilmesinin de gerekmediğini ispat etmelidir785. Bu ispatı gerçekleştiremezse kusuru

781
Eckert, a.g.e., s. 128 vd; Joussen, a.g.e., 166; Junker, a.g.e., s. 362; Brox/Walker, a.g.e., s. 231.
782
Mehmet Serkan Ergüne “Reform Sonrası Alman Medeni Kanununda İmkânsızlık Halleri ve
Sonuçları” İÜHFD, C. 62, S. 1-2, 2004, s. 376. (İmkânsızlık);
783
Altunkaya, a.g.e., s. 274.
784
TBK m. 112’deki düzenlemenin niteliği hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: aş. s. 233, dn. 959.
785
Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 235.

190
olmasa dahi, alacaklının zararlarını tazmin etmekle yükümlü olur786. Aynı durum
başlangıçtaki kısmi imkânsızlık bakımından da geçerlidir.
Buraya kadar yaptığımız açıklamaları özetleyecek olursak borçlu başlangıçtaki
imkânsızlık nedeniyle sorumluluktan kurtulmak istiyorsa hem edimin ifasındaki
imkânsızlığı hem de bundan sorumlu olmadığını ispatlamak zorundadır. Alacaklının
başlangıçtaki imkânsızlıktan ötürü tazminat talep ettiği hallerde ise, yalnızca
imkânsızlığı ispatlaması yeterlidir. Bu imkânsızlıktan ötürü hiçbir kusurunun
bulunmadığını ispat yükü borçlunun üzerindedir. Aksi halde alacaklının bu nedenle
uğramış olduğu zararları tazmin etmekle yükümlüdür.
Burada üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, kısmi imkânsızlık
halinde sözleşmenin kısmen mi yoksa tamamen mi kesin hükümsüz olacağının hangi
taraf bakımından ispat edilmesi gerektiğidir. Daha önce de belirttiğimiz gibi787 TBK
m. 27/2’de sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olmasının,
diğerlerinin geçerliliğini etkilemeyeceği ancak, sözleşmenin hükümsüzleşen kısmi
olmaksızın yapılmayacağı açıkça anlaşılabiliyorsa, sözleşmenin tamamının kesin
hükümsüz olacağı düzenlenmiştir. Kanun koyucu burada sözleşmenin geçerli olan
kısımlarının muhafazası lehine bir düzenleme yapmıştır. Yani kısmi imkânsızlık
halinde aslolan kısmi hükümsüzlüktür. Kısmi imkânsızlığa rağmen tüm sözleşmenin
kesin hükümsüz olması ise istisnai bir durumdur. Bu halde söz konusu olayda istisnai
durumun geçerli olduğunu, yani kısmi imkânsızlığa rağmen tüm sözleşmenin kesin
hükümsüz olduğunu ileri süren bu iddiasını da ispatla yükümlüdür788.

786
Bkz.: aş. s. 234.
787
Bkz.: yuk. s. 105-106.
788
Amstutz ve diğerleri; a.g.e., s. 1243; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 177;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 380.

191
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

SONRAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIK

9. SONRAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIK KAVRAMI

I. GENEL OLARAK
TBK, sonraki imkânsızlığı borçlunun bu imkânsızlıktan sorumlu olup
olmamasına göre ikiye ayırmış ve her birine birbirinden farklı hüküm ve sonuçlar
bağlamıştır (TBK m. 112, 136).
Borçlunun sorumlu olduğu sonraki kısmi imkânsızlık kanunda ayrıca
düzenlenmemiştir. Borçlunun sorumlu olmadığı sonraki kısmi imkânsızlık ise TBK
m. 137’de özel olarak düzenlenmiştir.
Çalışmanın bu kısmında öncelikle sonraki imkânsızlık, ardından da sonraki
kısmi imkânsızlık kavramı incelenecektir.

II. SONRAKİ İMKÂNSIZLIK


TBK’nın sonraki imkânsızlığa ilişkin düzenlemelerinden ilki olan TBK m. 112:
“Borç hiç veya gereği gibi ifa edilmezse borçlu, kendisine hiçbir kusurun
yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alacaklının bundan doğan zararını gidermekle
yükümlüdür” şeklindedir. Bu hükümde imkânsızlık kavramı açıkça zikredilmemiş
olsa da, sonraki imkânsızlık halinde de borç hiç ifa edilemeyeceğinden, sonraki
imkânsızlık da bu hükmün kapsamına dâhildir789.
Sonraki imkânsızlığa ilişkin diğer düzenleme ise “İfa imkânsızlığı” başlığını
taşıyan TBK m. 136’da yapılmıştır790. Bu hükme göre “Borcun ifası borçlunun
sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erer.

789
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 557-558; Oser/Shönenberger, a.g.e., s. 720; Guhl/Koller/Druey,
a.g.e., s. 223; Özçelik, a.g.e., s. 571.
790
Görüldüğü gibi TBK m. 136’nın (ve ayrıca TBK m. 137’nin) başlığında sonraki imkânsızlığı ifade
etmek üzere “ifa imkânsızlığı” kavramına yer verilmiştir. Öğretide de ifa imkânsızlığı kavramı
kullanılmakta ve bununla yalnızca sonraki imkânsızlık halleri kastedilmektedir. Kanaatimizce,ifa
imkânsızlığı kavramını, yalnızca sonraki imkânsızlığı ifade eder bir biçimde kullanmaktan kaçınmak
gerekir. Zira edimin ifasındaki imkânsızlık, hem başlangıçtaki hem de sonraki imkânsızlığın temel

192
Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan
borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca
geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını
kaybeder. Kanun veya sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya
yükletilmiş olduğu durumlar, bu hükmün dışındadır.
Borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın
artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle
yükümlüdür.”.
Bu düzenlemelerden anlaşılacağı üzere TBK, sonraki imkânsızlığı, borçlunun
sorumlu olduğu ve olmadığı imkânsızlık olarak ikiye ayırmakta; ancak bu
imkânsızlık türlerine ilişkin bir tanıma yer vermemektedir.
Sonraki imkânsızlığı tanımlamaya yarayacak unsurları teker teker inceleyecek
olursak; öncelikle başlangıçtaki imkânsızlık karşısında sonraki imkânsızlığın ne ifade
ettiğini tespit etmemiz gerekir. Borçlunun edimi sözleşmenin kurulduğu anda
imkânsız ise, ya da ifa edileceği zaman imkânsızlaşacağı açıkça belli ise
başlangıçtaki imkânsızlık mevcutken791; sözleşmenin kurulduğu anda ifası mümkün
olan bir edim, kuruluştan sonra ve henüz fiilen ifa edilmeden önce imkânsızlaşırsa
sonraki imkânsızlık söz konusu olur792.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, konusu imkânsız olan sözleşmelerin kesin
hükümsüz olduğunu belirten TBK m. 27’nin uygulanabilmesi için, imkânsızlığın
objektif olması gerektiği, subjektif imkânsızlığın ise bu bakımdan hiçbir önem

şartıdır. Ancak başlangıçtaki imkânsızlık sözleşmenin kesin hükümsüzlüğüne yol açtığı (TBK m.
27/1) ve baştan beri hükümsüz olan bir sözleşme nedeniyle borçlunun ifa yükümlülüğünün hiçbir
zaman doğmayacağı nazara alınırsa, “ifa imkânsızlığı” kavramının yalnızca sonraki imkânsızlığı ifade
eder biçimde kullanılabileceği söylenebilir. Fakat imkânsızlığı, başlangıçtaki ve sonraki imkânsızlık
şeklinde ayırarak bunlara birbirlerinden tamamen farklı hüküm ve sonuç bağlamak, yalnızca bir hukuk
politikası meselesidir. Sonuç olarak ifa imkânsızlığı kavramının TBK’nın mevcut düzenlemesi
çerçevesinde kullanılabileceğini ve Türk Hukukunda yerleşmiş bir kavram olduğunu kabul etsek de,
bu kavramı yalnızca sonraki imkânsızlığı ifa eder bir biçimde kullanmaktan kaçındığımızı da
belirtmeliyiz. Bkz.: yuk. s. 31-32.
791
Bkz.: yuk. s. 30.
792
Huguenin, a.g.e.,s. 92; Erzurumluoğlu, Edimin Yerine Getirilmemesi, s. 10; Dural, Sonraki
İmkansızlık, s. 75; Dural, Kavram, s. 25; Altunkaya, a.g.e., s. 105; Topuz/Canpolat, a.g.e., s. 679;
Buz, İmkansızlık, s. 23; Arıkan, İmkansızlık, s. 267; Akkanat, a.g.e., s. 36; Kurşat, İmkansızlık, s.
757; Eren, Borçlar Genel, s. 1036, 1038, 1299; Oğuzman/Öz, C. I, s. 460, 568;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 764; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 184; Başpınar, Kısmi
Butlan, s. 115; Berki, a.g.e., s. 243; Reisoğlu, a.g.e., s. 347; Gündoğdu, a.g.e., s. 95; Kılıçoğlu, Genel
Hükümler, s. 100; Ayan, Borçlar Genel, s. 367; Nomer, Genel Hükümler, s. 308; Brox/Walker,
a.g.e., s. 220.

193
taşımadığı ittifakla kabul edilmektedir. Yani başlangıçtaki imkânsızlık subjektif ise
sözleşme kendiliğinden kesin hükümsüz sayılmayacak, aksine varlığını ve
geçerliliğini sürdürmeye devam edecektir793. Sonraki imkânsızlık bakımından ise,
öğretideki durum tartışmalıdır. Kimi yazarlar sonraki imkânsızlık bakımından
imkânsızlığın objektif veya subjektif olmasının hiçbir önem taşımadığını
savunurken794, kimi yazarlar sonraki imkânsızlık bakımından da yalnızca objektif
imkânsızlığın önem taşıdığını ileri sürmektedirler795. Yani ilk görüş, sonraki subjektif
imkânsızlığı objektif imkânsızlıkla bir tutmakta ve sözleşme kurulduktan sonra
meydana gelen subjektif imkânsızlığı gerçek anlamda bir imkânsızlık olarak
değerlendirmektedir. İkinci görüşte ise yalnızca objektif imkânsızlığa bir değer
atfedilmekte, subjektif imkânsızlık ise gerçek bir imkânsızlık olarak kabul
edilmemektedir.
Kanaatimizce de sonraki imkânsızlık bakımından da başlangıçtaki
imkânsızlıkta olduğu gibi yalnızca objektif imkânsızlık önem taşır. Yani sonraki
imkânsızlığın söz konusu olabilmesi için imkânsızlık sübjektif değil, objektif
olmalıdır. Ancak bu tartışmada hangi görüş kabul edilirse edilsin, objektif
imkânsızlık her halükarda sonraki imkânsızlığa yol açar. Daha önce de belirttiğimiz
gibi bir edimin ifasının objektif olarak imkânsız kabul edilebilmesi için söz konusu
imkânsızlık sürekli olmalıdır796. Zira borçlunun yerine konan üçüncü kişiler bir yana,
borçlu dahi geçici imkânsızlık sona erdikten sonra edimi ifa edebilir.

793
Bkz.: yuk. s. 182.
794
Amstutz ve diğerleri, a.g.e., s. 1425; Schwenzer, a.g.e., s. 436; Böhringer ve diğerleri, a.g.e., s. 66;
Aybay, a.g.e., s. 127; von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 94;Huguenin, a.g.e., s. 96, 98; Oğuzman/Öz, s C. I,.
460, 568; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 168, 185-186; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s.
904, 907, 909, 999; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 311; Arıkan, İmkansızlık, s. 271; Erzurumluoğlu,
Edimin Yerine Getirilmemesi, s. 11-12; Reisoğlu, a.g.e., s. 348, 409; Kaplan, a.g.e., s. 139;
Akkanat, s a.g.e.,. 36; Nomer, Genel Hükümler, s. 308; Tunçomağ, a.g.e., s. 482; Karahasan,
Tazminat Davaları, s. 888; Tandoğan, Mesuliyet, s. 396; Feyzioğlu, Borçlar Genel, s. 174; Mustafa
Reşit Karahasan, Türk Borçlar Hukuku: Genel Hükümler, 4 C., İstanbul Beta, 2003, C: II, s. 860
(Genel Hükümler C. II).
795
Bucher, AT, s. 418; Ziegler, a.g.e., s. 73; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 121; Topuz/Canbolat, s.
a.g.e., s. 686; Eren, Borçlar Genel, s. 1040, 1300; Buz, İmkansızlık, s. 25; Kurşat, İmkansızlık, s.
763; Tunç, a.g.e., s. 115; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 115, 119; Aydıncık, a.g.e., s. 35; Ayan, Borçlar
Genel, s. 367.
796
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 96; Huguenin, a.g.e., s. 93; Altunkaya, a.g.e., s. 119; Kırkbeşoğlu,
a.g.e., s. 156. Gündoğdu’ya göre ise, yalnızca objektif nitelikteki imkânsızlıklar imkânsızlığın sürekli
nitelikte olmasına yol açmaz. Yazara göre parça borcunun söz konusu olduğu sözleşmeler
bakımından, sözleşme konusunun bir üçüncü şahsa satılıp devredilmesi hallerinde söz konusu olan
subjektif imkânsızlık da sürekli bir imkânsızlığa yol açabilir. Gündoğdu, a.g.e., s. 103, dn. 175.

194
TBK m. 136’nın aksine, TBK m. 112’nin uygulanabilmesi için, borçlunun
meydana gelen imkânsızlıktan sorumlu olması gerekir. Borçlunun sonraki
imkânsızlıktan sorumlu olmasından kasıt, onun kusurlu olarak edimi ifasını
imkânsızlaştırması değildir797. Zira bazı hallerde borçlu, kusurlu olsa dahi borca
aykırılıktan sorumlu olmaz. Bazı hallerde ise borçlu kusuru olmamasına rağmen
borca aykırılıktan sorumludur798. Ancak Türk - İsviçre hukukunda sorumluluk -kural
olarak- kusur esasına bağlı olduğundan, borçlunun kusurlu olduğu hallerde -yine
kural olarak- sonraki imkânsızlıktan sorumlu olacağı söylenebilmelidir799.
Tüm bu söylediklerimizden yola çıkarak borçlunun sorumlu olduğu sonraki
imkânsızlığı, edimin ifasının, sözleşme kurulduktan sonra, borçlunun sorumlu olduğu
bir nedenle, sürekli olarak ve objektif bir biçimde imkânsızlaşması şeklinde
tanımlayabilmemiz mümkündür800. Borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlık
ise, edimin ifasının, sözleşme kurulduktan sonra borçlunun sorumlu olmadığı bir
nedenle, sürekli olarak ve objektif bir biçimde imkânsızlaşması şeklinde
tanımlanabilir.
Öğretideki bir diğer fikir ise sonraki imkânsızlığı, mevcut bir borcun ifasının
alacaklı tarafından cebri icra yoluyla elde edilemeyecek duruma girmesi olarak
tanımlanmaktadır801. Bu husustaki saptamanın da alacaklının dürüstlük kuralı
ışığında durumu böyle değerlendirmekte haklı olup olmadığının değerlendirilmesi
suretiyle yapılması gerektiği belirtilmektedir802. Bu hususta verilen örneğe göre, iş
görme edimi içeren bir borç ilişkisinde borçlu, iş göremeyecek duruma düşmüş
olmamasına rağmen edimi ifa etmeyeceğini açıkça ortaya koymuşsa, anayasal
angarya yasağı nedeniyle kişiye zorla iş yaptırılamayacağından alacaklı, ifayı cebri
icra yoluyla sağlayamaz. Bu halde taraflar arasındaki ilişkiye borçlunun sorumlu

797
Oğuzman/Öz, C. I, s. 467; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 189. Buna rağmen bazı yazarlar sonraki
imkânsızlık bakımından borçlunun kusurlu olduğu ve borçlunun kusurlu olmadığı sonraki imkânsızlık
ayırımı yapmaktadırlar. Bkz.: yuk. s. 85, dn. 359.
798
Bkz.: aş. s. 233 vd., 242 vd.
799
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 117; Bucher, AT, s. 346-347; Mustafa Kılıçoğlu, Sorumluluk Hukuku,
2 C. Ankara, Turhan Kitapevi, 2002, C: I (Sözleşme Dışı Sorumluluk), s. 5;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 874; Eren, Borçlar Genel, s. 1059-1060.
800
Von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 96; Bucher, AT, s. 418; Eren, Borçlar Genel, s. 1036.
801
Oğuzman/Öz, C. I, s. 456; Tunç, a.g.e., s. 106.
802
Oğuzman/Öz, C. I, s. 456.

195
olduğu imkânsızlığa ilişkin TBK m. 112 hükmü uygulanmalı ve alacaklı uğramış
olduğu zararların tazminini borçludan talep edebilmelidir803.
Buna karşın öğretide hâkim olan ve kanaatimizce de daha uygun olan fikre
göre, borçlunun ifayı yerine getirmesinin mümkün olduğu hallerde alacaklı, bunu
zorla sağlayamayacak olsa dahi, imkânsızlıktan söz etmek mümkün değildir804.
Ayrıca imkânsızlık olgusunu alacaklının anlayışına tabi tutmak da uygun değildir805.
Yine “Yapma borcu, borçlu tarafından ifa edilmediği takdirde alacaklı, masrafı
borçluya ait olmak üzere edimin kendisi veya başkası tarafından ifasına izin
verilmesini isteyebilir; her türlü giderim isteme hakkı saklıdır” diyen TBK m. 113/1
hükmü aracılığıyla da, sonraki imkânsızlığı alacaklıya bağlı olarak açıklayan görüşe
karşı çıkılabilir806. Zira bu hüküm, yapma borcunun aynen ifasının cebri icra yoluyla
sağlanması olarak nitelendirilmektedir807. Ancak sonraki imkânsızlığı alacaklıya

803
Oğuzman/Öz, C. I, s. 456 vd. Kurşat’da, imkânsızlığın arsa payı karşılığı inşaat sözleşmeleri
üzerindeki etkilerini incelediği eserinde, alacaklının (arsa sahibi), borçluyu (yüklenici) temerrüde
düşürmek yerine, imkânsızlık hükümlerine başvurabilmesinin daha adil olduğunu; ancak bu sonuca
varmadan önce çok dikkatli davranılması gerektiğini de ileri sürmektedir. Kurşat, İmkânsızlık, s. 766.
804
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 94; Bucher, AT, s. 248.
805
Oğuzman ve Öz ise, burada alacaklının anlayışına bağlanan hususun fiziksel bir olay değil,
imkânsızlığa hukukun bağladığı normatif bir sonuç olduğunu; ayrıca burada keyfi bir anlam vermeye
değil, alacaklının edimi imkânsızlaşmış saymaya dürüstlük kuralı ışığında haklı olup olmadığına
bakılması gerektiğini belirtmektedirler. Oğuzman/Öz, C. I, s. 458, dn. 344.
806
İİK m. 30’da da şu şekilde bir düzenlemeye yer verilmiştir: “Bir işin yapılmasına mütedair ilam
icra dairesine verilince icra memuru 24’üncü maddede yazılı şekilde bir icra emri tebliği suretiyle
borçluya ilamda gösterilen müddet içinde ve eğer müddet tayin edilmemişse işin mahiyetine göre
başlama ve bitirme zamanlarını tayin ederek işi yapmağı emreder.
Borçlu muayyen müddetlerde işe başlamaz veya bitirmez ve iş diğer bir kimse tarafından
yapılabilecek şeylerden olur ve alacaklı da isterse yapılması için lazım gelen masraf icra memuru
tarafından ehlivukufa takdir ettirilir. Bu masrafın ilerde hükme hacet kalmaksızın borçludan tahsil
olunup kendisine verilmek üzere ifasına alacaklı muvafakat ederse alınıp hükmolunan iş yaptırılır.
Muvafakat etmezse ayrıca hükme hacet kalmadan borçlunun kâfi miktarda malı haciz ile paraya
çevrilerek o iş yaptırılır.
İlam, bir işin yapılmamasına mütedair olduğu takdirde icra dairesi tarafından ilamın hükmü borçluya
aynı müddetli bir emirle tebliğ olunur. Bu emirde ilam hükmüne muhalefetin 343’üncü maddedeki
cezayı müstelzim olduğu yazılır.
Bir işin yapılmasına veya yapılmamasına dair olan ilam hükmü yerine getirildikten sonra borçlu, ilam
hükmünü ortadan kaldıracak bir eylemde bulunursa, mahkemeden ayrıca hüküm almaya gerek
kalmadan, önceki ilam hükmü tekrar zorla yerine getirilir.”.
İİK m. 30/3’de kendisine işaret edilen ve “30 ve 31’inci maddeler hükmüne muhalefet edenlerin
cezası” başlıklı İİK m. 343 ise: “Yalnız kendisi tarafından yapılacak olan bir işin yapılması veya bir
işin yapılmaması yahut bir irtifak hakkının tesisi veya kaldırılması hakkındaki ilam hükümlerine
makbul mazerete müstenit olmayarak muhalefet olan borçluların, lehine hüküm verilmiş kimsenin
şikâyeti üzerine, üç aya kadar tazyik hapsine karar verilir. Hapsin tatbikine başlandıktan sonra ilamın
gereği yerine getirilirse, borçlu tahliye edilir” şeklindedir.
807
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 90-91; Eren, Borçlar Genel, s. 1033; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 222;
Aydıncık, a.g.e., s. 41; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 641. İmkânsızlığın arsa payı karşılığı inşaat
sözleşmeleri üzerindeki etkilerini incelediği eserinde alacaklının (arsa sahibi), borçluyu (yüklenici)

196
bağlı olarak açıklayan görüş, bu iddia karşısında TBK m. 113/1’in bir aynen ifa
hükmü değil, yalnızca tazminat hükmü olduğunu, bu nedenle yine de imkânsızlıktan
söz edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir808. Kanaatimizce,çoğu halde alacaklı
açısından önemli olan husus ifaya kavuşmak olduğuna göre, bu ifa üçüncü bir kişi
veya bizzat alacaklı tarafından yerine getirilse dahi alacaklı tatmin olur. Bu halde
TBK m. 113/1’i bir aynen ifa hükmü olarak kabul etmeye bir engel yoktur809.
Vadeden önce ifanın gerçekleşmeyeceğinin açıkça belli olduğu bazı halleri
sonraki imkânsızlık olarak kabul eden bu görüşün yanı sıra, bu hususta başka
görüşler de ileri sürülmektedir. Bir görüş, bu gibi halleri sözleşmenin müspet ihlali
kapsamında değerlendirmekte ve alacaklının kötü ifanın gerçekleşmesini beklemeye
mecbur olmaksızın, vadeden önce TBK m. 112 kapsamında tazminat talep
edebileceğini kabul etmektedir810. Bir diğer görüş ise borçlunun ifada
bulunmayacağını ortaya koyan davranışları üzerine alacaklının vadenin gelmesini
beklemeden temerrüt hükümlerine başvurabileceğini savunmaktadır811. Bu husustaki
bir diğer görüş ise, borçlunun ifayı riske atan davranışlarını taraflar arasındaki güven
ilişkisinin ihlali olarak değerlendirmekte ve bu nedenle alacaklıya dürüstlük
kuralından doğan bir sözleşmeden dönme hakkı tanınması gerektiğini ileri
sürmektedir812, 813.

III. SONRAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIK


TBK’da borçlunun sorumlu olduğu kısmi imkânsızlık için özel bir düzenleme
bulunmasa da, bu halde de TBK m. 112’den yararlanmak mümkündür. Zira

temerrüde düşürmek yerine, imkânsızlık hükümlerine başvurabilmesinin daha adil olduğunu kabul
etmesine rağmen Kurşat’da somut olayda TBK m. 113’ün uygulanması halinde alacaklının ifa
menfaatinin karşılandığı kabul ediliyorsa artık imkansızlıktan bahsedilmemesi gerektiğini
savunmaktadır. Kurşat, İmkânsızlık, s. 766.
808
Oğuzman/Öz, C. I, s. 440-441, 458. Bu yazarlara göre TBK m. 113, TBK m. 112 ile birlikte
giderim borcu başlığı altında düzenlenmiştir. Yine bu hükmün cebri icraya yönelik olduğu kabul
edilirse, borçlu, kusuru olmasa da bizzat alacaklı veya bir başkası tarafından gerçekleştirilen ifanın
masraflarından sorumlu olacağından adalete aykırı sonuçlar doğar.
809
Karşıt görüş ise, bu kabulün hiçbir kusuru olmaksızın borcu ifa edemeyecek duruma düşen
borçlunun, başkası tarafından yapılan ifanın masraflarına katlanmak zorunda olması nedeniyle adil
olmadığını ileri sürmektedir. Oğuzman/Öz, C. I, s. 441.
810
Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 721-722; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 250-251; Serozan, CiC, s. 37;
Tandoğan, Mesuliyet, s. 401.
811
Eren, Borçlar Genel, s. 1051.
812
Serozan, Dönme, s. 339.
813
Gündoğdu’ya göre ise bu hükümde verme borçlarının aksine yapma borçları bakımdan alacaklıya
açıkça kaim değer talep etme hakkı tanınmıştır. Gündoğdu, a.g.e., s. 319-320.

197
borçlunun sorumlu olduğu sonraki kısmi imkânsızlık da, borçlunun sorumlu olduğu
sonraki imkânsızlığın bir parçasıdır.
Borçlunun sorumlu olmadığı kısmi imkânsızlık hakkında ise, TBK m. 137’de
bir düzenleme bulunmaktadır. “Kısmi ifa imkânsızlığı” başlığını taşıyan bu hüküm şu
şekildedir: “Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle kısmen
imkânsızlaşırsa borçlu, borcunun sadece imkânsızlaşan kısmından kurtulur. Ancak,
bu kısmi ifa imkânsızlığı önceden öngörülseydi taraflarca böyle bir sözleşmenin
yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, borcun tamamı sona erer.
Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, bir tarafın borcu kısmen imkânsızlaşır
ve alacaklı kısmi ifaya razı olursa, karşı edim de o oranda ifa edilir. Alacaklının
böyle bir ifaya razı olmaması veya karşı edimin bölünemeyen nitelikte olması
durumunda, tam imkânsızlık hükümleri uygulanır.”.
Kısmi imkânsızlığa ilişkin tüm bu düzenlemelere rağmen kanunda bir tanımı
yapılmamıştır. Ancak sonraki imkânsızlığa paralel olarak sonraki kısmi imkânsızlığı
da şu şekilde tanımlamak mümkündür: Borçlunun sorumlu olduğu sonraki kısmi
imkânsızlık, bölünebilir bir edimin bir kısmının ifasının, sözleşme kurulduktan sonra,
borçlunun sorumlu olduğu bir nedenle, sürekli ve objektif bir biçimde yerine
getirilememesidir. Borçlunun sorumlu olmadığı sonraki kısmı imkânsızlık ise,
bölünebilir bir edimin bir kısmının ifasının, sözleşme kurulduktan sonra, borçlunun
sorumlu olmadığı bir nedenle, sürekli olarak ve objektif bir biçimde imkânsızlaşması
şeklinde tanımlanabilir.

10. SONRAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIĞIN BENZER


KAVRAMLARDAN FARKI
I. GENEL OLARAK
Sonraki imkânsızlığa benzeyen birçok kavram bulunmaktadır. Netice itibariyle
alacaklının alacağını elde edememesi sonucunu doğuran bu kavramların birbirine
benzemesi gayet normaldir. Ancak Türk - İsviçre hukukunda bu kavramlara
birbirinden oldukça farklı hüküm ve sonuçlar bağlamış olduğundan, tüm
benzerliklerine rağmen bu kavramların titizlikle birbirlerinden ayırt edilmesi büyük
bir önem taşır. Burada da öncelikle sonraki kısmi imkânsızlığın da bir parçası olduğu
sonraki imkânsızlıkla benzer kavramlar birbirleriyle karşılaştırılacak, daha sonra da

198
özellikle sonraki kısmi imkânsızlığa benzeyen kavramlar birbirleriyle
karşılaştırılacaktır.

II. SONRAKİ İMKÂNSIZLIĞIN BENZER KAVRAMLARLA


KARŞILAŞTIRILMASI

A. Sonraki İmkânsızlık ve Başlangıçtaki İmkânsızlık


Daha önce de belirttiğimiz gibi814, Türk - İsviçre hukukunda edimin imkânsız
olduğu zamana göre başlangıçtaki ve sonraki imkânsızlık ayırımı yapılmış ve her
ikisine de farklı hüküm ve sonuçlar bağlamıştır. Bu ayırım nedeniyle edimin
imkânsız olduğu anı belirlemek, uygulanacak hükümler bakımından büyük bir önem
taşır. Borçlunun edimi, sözleşmenin kurulduğu anda imkânsız ise, ya da ifa edileceği
zaman imkânsızlaşacağı açıkça belli ise başlangıçtaki imkânsızlık mevcuttur.
Sözleşmenin kurulduğu anda ifası mümkün olan bir edim, kuruluştan sonra ve henüz
fiilen ifa edilmeden önce imkânsızlaşırsa sonraki imkânsızlık söz konusu olur.
Başlangıçtaki imkânsızlık sözleşmenin kesin hükümsüzlüğüne yol açarken
(TBK m. 27), sonraki imkânsızlık halinde, borçlunun bu imkânsızlıktan sorumlu olup
olmamasına göre ya tazminat yükümlülüğü doğar (TBK m. 112) ya da tazminat
yükümlülüğü söz konusu olmaksızın borç sona erer (TBK m. 137). Bu
düzenlemelerden anlaşılacağı üzere TBK, başlangıçtaki imkânsızlığı sözleşmenin
geçerli bir biçimde kurulmasına engel olan hallerden biri olarak kabul ederken,
sonraki imkânsızlığı bir ifa engeli olarak kabul etmektedir.

B. Sonraki İmkânsızlık ve Kanunların Emredici Hükümlerine Aykırılık


Başlangıçtaki imkânsızlıkla emredici hükümlere aykırılığı karşılaştırdığımız
kısımda da belirttiğimiz gibi, öğretideki bir görüş815, tam ehliyetsizlerin yaptıkları
sözleşmelerin başlangıçtaki imkânsızlık kapsamında olduğunu ileri sürmektedir.
Bununla paralel olarak sınırlı ehliyetsizlerin kendi başlarına ve yasal temsilcilerinin
izin olmaksızın yaptıkları bir hukuki işleme yasal temsilcinin onay vermemesinin de
bir sonraki imkânsızlık yarattığı savunulmaktadır. Bu fikri savunan yazarlara816

814
Bkz.: yuk. s. 63 vd.
815
Bkz.: yuk. s. 125.
816
Altunkaya, a.g.e., s. 110, 198; Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 78; Dural, Kavram, s. 27; İnan,
a.g.e., s. 32.

199
göreher ne kadar onay verilmemesinden önce bir askı durumu söz konusu olsa da,
ortada, tarafları bağlayan ve tarafların tek başına dönemeyecekleri bir hukuki işlem
bulunmaktadır.
Biz bu görüşe katılmıyoruz. Bilindiği üzere bir hukuki işlemin geçerli olarak
yapılabilmesi, tarafların hukuki işlem ehliyetine sahip olmalarına bağlıdır. Tam
ehliyetsizler, yani ayırt etme gücünden yoksun olan gerçek kişiler -kural olarak-
hiçbir hukuki işlem yapamazlar; yapmış oldukları hukuki işlemler ise kendiliğinden
kesin hükümsüzdür817. Sınırlı ehliyetsizlerin, yani ayırt etme gücüne sahip olan
küçük ve kısıtlıların, yasal temsilcilerinin iznine bağlı işlemleri818, bu izni almadan
yapmış olmaları halinde yasal temsilcilerinin vereceği onay, sınırlı ehliyetsizlerin
yaptıkları sözleşmeleri baştan beri geçerli hale getirirken, onay verilmemesi halinde
sözleşme geçersiz hale gelir819. Bu halde, burada, kanunun emredici hükümlerine
aykırılık nedeniyle sözleşmenin geçerliliğiyle ilgili bir sorun vardır, yoksa edimin
ifasının imkânsızlığı ile ilgili bir durum söz konusu değildir.

C. Sonraki İmkânsızlık ve Temerrüt

1. Genel Olarak
Sonraki imkânsızlık gibi temerrüt de TBK’da bir ifa engeli olarak kabul
edilmiş ve bu hususta düzenlemeler yapılmıştır. Genel olarak temerrüt, ifadaki (ifayı
yerine getirmekte veya gerçekleştirilecek ifayı kabul etmekte) gecikme olarak
tanımlanmaktadır820. Ancak ifadaki her gecikme temerrüde yol açmaz. Zira ifadaki

817
Oğuzman/Öz, C. I, s. 81-82; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 384-385; Kılıçoğlu,
Genel Hükümler, s. 93; Antalya, Borçlar, s. 101; Ayan, Borçlar Genel, s. 90;
Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Kişiler, s. 76-104; Dural/Öğüz, a.g.e., s. 65-95;
Akipek/Akıntürk/Ateş-Karaman, a.g.e., s. 301-338; Ayan/Ayan, a.g.e., s. 46-47; Serozan, Giriş-
Kişiler, s. 432-452.
818
TMK m. 16/1’e göre ayırt etme gücüne sahip küçük ve kısıtlılar, yasal temsilcilerinin rızası
olmadıkça, kendi işlemleriyle borç altına giremezler. Karşılıksız kazanmada ve kişiye sıkı sıkıya bağlı
hakları kullanmada bu rıza gerekli değildir.
819
von Tuhr/Peter, a.g.e., s 224; Eren, Borçlar Genel, s. 333; Oğuzman/Öz, C. I, s. 184-185; Antalya,
Borçlar, s. 108-110; Ayan/Ayan, a.g.e., s. 42; Serozan, Giriş-Kişiler, s. 445; Akipek/Akıntürk/Ateş-
Karaman, a.g.e., s. 329-330; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Kişiler, s. 94-95; Dural/Öğüz, a.g.e., s.
89-90
820
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 135; Bucher, AT, s. 356; Eren, Borçlar Genel, s. 1089; Buz, Temerrüt,
s. 100; Ayan, Borçlar Genel, s. 332; Altunkaya, a.g.e., s. 150.

200
gecikme ancak kanunda gösterilen bazı şartların gerçekleştirilmesiyle beraber
temerrüdü ortaya çıkarabilir. Bu halde temerrüt, ifadaki nitelikli bir gecikmedir821.
Borcun ifasındaki nitelikli gecikme alacaklıdan kaynaklanıyorsa, yani alacaklı,
borçlu tarafından gerçekleştirilmek istenen ifayı kabulden kaçınıyorsa, alacaklı
temerrüdü; borçludan kaynaklanıyorsa, yani borçlu edimi ifa etmesi gereken
zamanda ifa etmiyorsa, borçlu temerrüdü ortaya çıkar. Bu halde imkânsızlığın
alacaklıdan veya borçludan kaynaklanması mümkün olduğu gibi, temerrüdün de
sözleşmenin herhangi bir tarafından kaynaklanabileceğini söylemek mümkündür.
Temerrüt alacaklı ve borçlu temerrüdü olarak ikiye ayrıldığından, her bir
temerrüt türü sonraki imkânsızlıkla ayrı ayrı karşılaştırılmalıdır.

2. Sonraki İmkânsızlık ve Alacaklı Temerrüdü


“Alacaklı temerrüdü” başlığını taşıyan TBK m. 106/1’de: “Yapma veya verme
edimi gerektiği gibi kendisine önerilen alacaklı haklı bir sebep olmaksızın onu
kabulden veya borçlunun borcunu gereği ifa edebilmesi için kendisi tarafından
yapılması gereken hazırlık fiillerini yapmaktan kaçınırsa temerrüde düşmüş olur”
düzenlemesi yer almaktadır. Bu hükümden anlaşılacağı üzere, alacaklının edime
uygun bir biçimde kendisine sunulan ifayı kabul etmekten veya ifanın gerçekleşmesi
için kendisi tarafından yapılması gereken fiilleri yapmaktan haklı bir neden olmadan
kaçınması822 onu temerrüde düşürür823. Ancak burada bahsedilen haklı bir neden

821
Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 749; Oğuzman/Öz, C. I, s. 470; İnal, Borca Aykırılık, s. 340;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 911; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 217.
822
Alacaklının kaçınmasının haklı bir sebebe dayanması ile usulüne uygun olmayan ifanın reddi
birbirleriyle karıştırılmamalıdır. Alacaklının usulüne uygun olmayan ifayı kabul etmemesi kuşkusuz
haklı olsa da, bu hususa ilişkin TBK m. 106: “Yapma veya verme edimi gerektiği gibi kendisine
önerilen alacaklı haklı bir sebep olmaksızın….” diyerek, usulüne uygun olmayan ifanın reddinin,
kaçınmanın haklı sebebe dayanmasından farklı olduğunu açıkça göstermiştir. Nevzat Koç, İsviçre -
Türk Hukukunda Alacaklının Temerrüdü, Ankara, DEÜHFY, 1992, s. 155 (Temerrüt);
Oğuzman/Öz, C. I, s. 360-361; Ayan, Borçlar Genel, s. 330. Haklı sebeple kaçınmaya örnek olarak
gösterilebilecek haller ise şunlardır: Vadeden önce ifada bulunmak isteyen borçlu, önceden haber
vermeksizin ifayı arz etmişse, vadeden önce ifa İİK m. 279/b. 3’e göre iptal davasına yol açacaksa,
borçlu faizleri ödemeden yalnızca anaparayı ödemek istiyorsa, ifayı arz etme şekli dürüstlük kuralına
aykırı düşüyorsa. Bu örnekler için bkz.: von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 73; İnal, Borca Aykırılık, s. 331-
332; Oğuzman/Öz, C. I, s. 366. Tekinay’da daha önce alacaklının ifayı kabülden kaçınmasının haklı
bir sebebe dayanması ile usulüne uygun olmayan ifanın reddinin birbirleriyle karıştırılmaması
gerektiğini savunmakla beraber, artık kanunun metnine bağlı olarak yapılan bu yorumun bizi doğru
olmayan sonuçlara götüreceğinden bahsederek, yalnızca usulüne uygun olarak arz edilmeyen bir
ifanın alacaklının kaçınması bakımından haklı bir sebep sayılacağını kabul ettiğini belirtmektedir
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 764.
823
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 69; Bucher, AT, s. 318; Eren, Borçlar Genel, s. 1013; Oğuzman/Öz, C.
I, s. 361; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 143.

201
olmadan kaçınma, kaçınmanın kusurlu olması anlamına gelmez. Zira alacaklının
temerrüde düşmesi için onun kusurlu olması aranmaz824.
Alacaklı temerrüdünden söz edilmesi için ifanın mutlaka mümkün olması
gerekir. Şayet edimin ifası mümkün değilse alacaklı, kesin olarak ifayı kabul etmeme
kararında olsa veya ifayı kabul etme yeteneğini yitirmiş olsa dahi, alacaklı
temerrüdünden bahsetmek mümkün değildir. Diğer bir değişle sözleşmenin
kurulmasından sonra, fakat ifanın gerçekleşmesinden önce ortaya çıkan imkânsızlık
alacaklı temerrüdünü kesin olarak engeller825. Zaten sonraki imkânsızlık ile hem
alacaklı hem de borçlu temerrüdü arasındaki en büyük fark da edimin ifasının
mümkün olup olmadığı noktasında ortaya çıkar. Edimin ifası mümkün değilse
imkânsızlık; ancak gecikmeye rağmen ifa mümkünse temerrüt söz konusu olur826.
Bunun yanı sıra bazı hallerde alacaklının kendisine sunulan gereği gibi ifayı
reddetmesi, alacaklı temerrüdünün değil, alacaklının sorumlu olduğu sonraki
imkânsızlığın ortaya çıkmasına neden olur. Bu hallerde taraflarca kararlaştırılmış
olduğu için veya işin niteliği gereği ediminin ifasına alacaklının katılması gerekip de,
onun bu ifaya katılmaması nedeniyle edimin ifası imkânsız hale gelir827. Gerçekten
belirli bir spor karşılaşmasına veya belirli sefer sayılı otobüs, tren, gemi ya da uçak
yolculuğuna katılmak isteyen alacaklının bu edimlerin ifasına katılmamış olması,
onun ortaya çıkan imkânsızlıktan sorumlu olmasına yol açar828. Zira artık aynı spor
karşılaşmasının veya yolculuğun yapılması mümkün değildir. Aslında aynı kişilerin
aynı spor karşılaşmasını sonradan tekrar yapabilecekleri söylenebilirse de, bu aynı
karşılaşma değil, başka bir spor karşılaşmasıdır. Bu nedenle alacaklının ifayı kabul
etmemesi halinde, öncelikle bu reddin edimin ifasını imkânsızlaştırıp
imkânsızlaştırmadığına bakmak ve imkânsızlık söz konusu değilse, alacaklının
temerrüde düşmüş olduğundan söz etmek gerekir.

824
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 71; Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 700; Bucher, AT, s. 321;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 365; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 145; Eren, Borçlar Genel, s. 1015;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 837, 841;Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 240; Koç,
Temerrüt, s. 56; Reisoğlu, a.g.e., s. 336.
825
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 838, 840; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 144; Eren,
Borçlar Genel, s. 1012; Altunkaya, a.g.e., s. 150.
826
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 135; Oğuzman/Öz, C. I, s. 479; Altunkaya, a.g.e., s. 150.
827
Akkanat, a.g.e., s. 41-42; Westermann/Bydlinski/Weber, a.g.e., s. 142; Emmerich, a.g.e., s. 170;
Schwarze, a.g.e., s. 499-500.
828
Örnekler için bkz.:Serozan, İfa ve Engelleri, s. 144; Akkanat, a.g.e., s. 40, Hirsch, a.g.e., s. 283-
284.

202
Alacaklının sorumlu olduğu sonraki imkânsızlıkla alacaklı temerrüdünün
ayrıca karşılaştırılması gerekir.

a. Alacaklının Sorumlu Olduğu Sonraki İmkânsızlık ve Alacaklı


Temerrüdü
Alacaklının temerrüde düşmüş olması-kural olarak- onun sorumluluğuna yol
açan bir neden değildir. Zira temerrüde düşen alacaklı, yalnızca hakkını kullanmayan
bir kişi durumundadır ve -kural olarak- hiç kimse sahip olduğu bir hakkı kullanmaya
zorlanamaz829. Alacaklının sorumlu olduğu sonraki imkânsızlıkla alacaklı temerrüdü
arasındaki bir diğer fark da, işte bu sorumluluk noktasında ortaya çıkar. Zira alacaklı,
sorumlu olduğu sonraki imkânsızlığın yarattığı sonuçlara katlanmalıdır830. Hatta
tarafsız etki alanında gerçekleşen sonraki imkânsızlık nedeniyle alacaklının kısmen
de olsa sorumlu olduğu haller de mevcuttur. Bu haller, daha önce değindiğimiz831,
alacaklının borçlusunun ifasıyla tatmin olma amacının borçlusunun ifası dışında
başka bir yolla gerçekleşmesi veya bu amacın tümüyle yok olmasıdır.
Ancak ifayı kabul etmek alacaklı bakımından yalnızca bir hak değil, aynı
zamanda bir borç teşkil ediyorsa, alacaklı, hakkını kullanmadığı gibi, borcuna da
829
Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 700; von Tuhr, a.g.e., s. 533; Eren, Borçlar Genel, s. 1011-1012;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 366-367; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 841-842; Serozan, İfa
ve Engelleri, s. 145; Serozan, Özel, s. 168-169; Ayan, Borçlar Genel, s. 331; Üçer, a.g.e., s. 17.
Kanaatimizce,alacaklının temerrüde düşmesi için onun kusurlu olmasının aranmamasının nedeni bu
husustur. Zira hakkını kullanmayan bir kişinin teknik anlamda bir kusur işlediğinden
bahsedilemez.Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 841; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 145;
Koç, Temerrüt, s. 56.
830
Kabul ettiğimiz görüş doğrultusunda, alacaklının sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık TBK’da
yeterli bir biçimde düzenlenmemiş olduğundan, BGB’nin bu hususa ilişkin düzenlemesi (BGB
§326/2), adalete ve TBK’nın ruhuna uygun olduğu için, boşluk doldurma yoluyla bizim hukukumuz
bakımından da uygulanmalıdır. BGB’nin söz konusu hükmüne göre, karşılıklı sözleşmelerde ifayı
imkânsızlaştıran alacaklı, kendi alacağından yoksun kalacağı gibi, kendi edimini de eksiksiz bir
biçimde ifa etmek zorundadır. Bu halde borçlu imkânsızlaşan edimi ifa etmiş gibi kabul edilmektedir.
Alacaklı kendi edimini eksiksiz olarak ifa etmek zorunda olsa da, borçlunun zararının üzerinde kâr
elde etmesini önlemek adına, edimini ifa etmekten kurtulan borçlunun bu sayede elde ettiği
tasarruflar, karşı edimden indirilmelidir. Bu tasarrufların kapsamına borçlunun borçtan kurtulmakla
sağladığı ekonomi ve emeğini başka bir şekilde kullanmakla elde ettiği veya kötüniyetle elde
etmekten kaçındığı tüm kazançlar girer. Bkz.: yuk. s. 88.
831
Bu hallerde alacaklının etki ve egemenlik alanında ortaya çıkan bir neden ifayı imkânsız hale
getirmesine rağmen, bu nedenin ortaya çıkmasıyla alacaklıyı ilişkilendirmek mümkün değildir. Bu
nedenle buradaki imkânsızlıktan sırf alacaklıyı sorumlu tutmak mümkün değildir. Bu duruma ilişkin
bir çözüm kanunda düzenlenmediğinden, kabul ettiğimiz görüş doğrultusunda, burada TBK m.
485/1’deki esastan kıyasen yararlanılmalıdır. “İş sahibi yüzünden ifanın imkânsızlaşması” başlıklı
TBK m. 485/1: “Eserin tamamlanması, iş sahibi ile ilgili beklenmedik olay dolayısıyla
imkânsızlaşırsa yüklenici, yaptığı işin değerini ve bu değere girmeyen giderlerini isteyebilir”
şeklindedir. Bu halde borçlu en azından edimi ifa edebilmek maksadıyla giriştiği faaliyetlerin yol
açtığı masrafları alacaklıdan talep edebilmelidir. Bkz.: yuk. s. 91-92.

203
aykırı davranmış olur. Bu halde borçlunun dilerse alacaklı temerrüdüne dilerse borca
aykırılık hükümlerine başvurabileceği kabul edilmektedir832.
Alacaklı temerrüdü, tek başına alacaklıya bir sorumluluk yüklemediği gibi833 -
kural olarak- alacağının sona ermesine de neden olmaz834. Bunun tek istisnası TBK
m. 593/2’de düzenlenmiştir. Bu hükme göre, alacaklı kefilin ifa teklifini kabul
etmezse, kefil kefaletten kurtulur. Bu istisnai durumun dışında alacaklı temerrüdü ile
alacaklının sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık arasındaki farklardan birisi de bu
noktada ortaya çıkar. Alacaklının sorumlu olduğu bir nedenle sonraki imkânsızlık

832
Oğuzman/Öz, C. I, s. 367; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 837; Serozan, İfa ve
Engelleri, s. 146-147; Nomer, Genel Hükümler, s. 303, 304.
833
Alacaklı temerrüdü, alacaklıya bir sorumluluk yüklemese de, alacaklı için bazı olumsuz sonuçların
doğmasına yol açar. Bu hallerin ilki, alacaklının ifayı kabul etmemesi nedeniyle, borçlunun edimi
muhafazaya devam etmesi halinde ortaya çıkar. Bu halde edim bir zarara uğrarsa, edimi muhafazaya
devam etmek zorunda kalan borçlunun sorumluluğu daha az şiddetle takdir edilir (TBK m. 52/1,
114/1-2). von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 74; Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 705; Oğuzman/Öz, . C. I, 367-
368; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 148-149; Eren, Borçlar Genel, s. 1017-1018;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 846-847; Reisoğlu, a.g.e., s. 340; Nomer, Genel
Hükümler, s. 304; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 304. Alacaklı temerrüdünün alacaklı bakımından
yarattığı bir diğer olumsuz sonuç ise, alacaklının temerrüde düşmesi nedeniyle edimi muhafaza etmek
zorunda kalan borçlunun yapmış olduğu tüm masrafları, gerçek olmayan vekâletsiz iş görme
hükümleri aracılığıyla alacaklıdan talep edebilmesidir. von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 75; Oğuzman/Öz,
C. I, s. 368; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 152; Eren, Borçlar Genel, s. 1019; Nomer, Genel
Hükümler, s. 304; Reisoğlu, a.g.e., s. 340. Öğretide bu saydığımız iki halin dışında da alacaklı
temerrüdünün alacaklı açısından yarattığı olumsuz sonuçların bulunduğu ileri sürülmektedir. Ancak -
kanaatimizce de haklı olarak- bu hallerin alacaklı temerrüdünün değil, edime uygun ifanın arz
edilmesinin yarattığı sonuçlar olduğu ileri sürülmektedir. Oğuzman/Öz, C. I, s. 368. Bu haller
hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 847-849; Serozan, İfa
ve Engelleri, s. 148-152.
834
von Tuhr, a.g.e., s. 538; Oğuzman/Öz, C. I, s. 367;Serozan, İfa ve Engelleri, s. 147; Ayan,
Borçlar Genel, s. 331; Nomer, Genel Hükümler, s. 238; Reisoğlu, a.g.e., s. 337;İnal, Borca
Aykırılık, s. 336.Alacaklı temerrüdü, borçluya, borcundan kurtulma imkânı da sağlar. Borçlunun
sahip olduğu bu imkânlardan biri, tevdidir. Verme borcunun söz konusu olduğu hallerde alacaklının
temerrüde düşmesi üzerine borçlu, hasar ve giderleri alacaklıya ait olmak üzere, teslim edeceği şeyi
tevdi ederek borçtan kurtulabilir (TBK m. 107/1). Bu halde tevdi yerini ifa yerindeki hâkim belirler.
Ancak ticari mallar, hâkim kararı olmaksızın, bir ardiyeye de tevdi edilebilirler (TBK m. 107/2). Şayet
sözleşme konusu verme borcunun niteliği tevdie elverişli değilse ya da malın tevdi ve muhafazası çok
masraflı ise, borçlu alacaklıya ihtarda bulunduktan sonra hâkimin izni ile malı satıp, satış bedelini
tevdi ederek de borçtan kurtulabilir (TBK m. 108).Nihayet verme borcunun dışında başka bir borç söz
konusu ise, borçlu, borçlunun temerrüdüne ilişkin hükümlere göre sözleşmeden dönebilir (TBK m.
110).Ancak Serozan’a göre sözleşmeden dönme hakkının yalnızca yapma borçları için tanınmış
olması bir kanun boşluğudur. Bu yazara göre, verme borçlarındaki tevdi veya satış bedelini tevdi
imkânı borçluyu büyük zahmetlere sokmaktadır. Bu nedenle verme borçları bakımından da borçluya
sözleşmeden dönme hakkının tanınması daha uygun olacaktır. Serozan, İfa ve Engelleri, s. 152. Diğer
bazı yazarlar da istisnai durumlarda verme edimlerinde alacaklının temerrüde düşmesi halinde
borçlunun sözleşmeden dönebileceğini kabul etmektedirler. Bu istisnaihaller için bkz.: von
Tuhr/Escher, a.g.e., s. 84; Bucher, AT, s. 236; Eren, Borçlar Genel, s. 1025.
Sözleşmeden dönen borçlunun olumsuz zararlarının tazmini talep edip edemeyeceği de tartışmalıdır.
Talep edilemeyeceği görüşünde; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 846. Talep edebileceği
görüşünde; von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 84; Bucher, AT, s. 292.

204
gerçekleşmişse, alacak hakkı sona erer. Zira bu halde edimin ifası artık mümkün
değildir ve bu durum alacaklının sorumlu olduğu bir nedenle ortaya çıkmıştır. Bu
halde katıldığımız fikre göre alacaklı kendi alacağından yoksun kalacağı gibi, kendi
edimini de, yapılabilecek bazı indirimler haricinde, eksiksiz bir biçimde ifa etmek
zorundadır.
Sonuç olarak alacaklı temerrüdü ve alacaklının kısmen veya tamamen sorumlu
olduğu sonraki imkânsızlık, alacaklıdan kaynaklanan iki ifa engeli olduğundan
birbirlerine oldukça yakın iki kavramdır. Ancak temerrüt geçici bir ifa engeli
yaratırken, imkânsızlık sürekli bir engeldir835. Bu nedenle birbirlerinde tamamen
farklı hüküm ve sonuçlara bağlı olan, imkânsızlık ile temerrüt arasındaki sınırları
doğru çizmek büyük bir önem taşır.

3. Sonraki İmkânsızlık ve Borçlu Temerrüdü


Borçlu temerrüdü, borçlunun ifayı gerçekleştirmekteki nitelikli gecikmesidir.
Vadesi gelmiş, yani muaccel olmuş bir borcu zamanında ifa etmeyen borçlu, ifada
gecikmiştir. Bu halde alacaklının borcunu ifa etmesi için borçluya yapacağı
ihtar836,837 borçluyu temerrüde düşürecektir (TBK m. 117/1). Hatta bazı hallerde ihtar
şartı aranmaksızın borçlunun sırf ifadaki gecikme ile de temerrüde düşmesi
mümkündür. Bu haller TBK m. 117/2’de açıklanmıştır. Buna göre borcun ifa
edileceği gün tarafların anlaşması ile kararlaştırılmışsa ihtara gerek yoktur. Yine
sözleşmede saklı tutulan bir hakka dayanarak taraflardan biri usulüne uygun bir
bildirimde bulunmak suretiyle ifa gününü belirlemişse, borçlunun temerrüde düşmesi
835
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 155; Altunkaya, a.g.e., s. 151.
836
Söz konusu ihtar, bir hukuki işlem değil, hukuki işlem benzeri bir fiildir. Zira alacaklının borçluya
borcunu ifa etmesi hususunda yöneltmiş olduğu beyanı, borçluyu temerrüde düşürmek maksadıyla
yapmış olmasına gerek yoktur. Bu sonuç, ihtara zaten kanun tarafından bağlanmıştır. von
Tuhr/Escher, a.g.e., s. 136; Bucher, AT, s. 358; Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 752-753;
Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 595; Eren, Borçlar Genel, s. 1094; Oğuzman/Öz, C. I, s. 473-474;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 914; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 219; Ayan, Borçlar
Genel, s. 333; İnal, Borca Aykırılık, s. 340-341; Buz, Temerrüt, s. 102; Üçer, a.g.e., s. 18; Nomer,
Genel Hükümler, s. 334; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 684; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 252.
837
İstisnalar haricinde borç, şekle bağlı bir hukuki işlemden doğsa bile, ihtarın geçerliliğinin hiçbir
şekle tabi olmadığı kabul edilmektedir. Bucher, AT, s. 357; Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 233;
Huguenin, a.g.e., s. 108; von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 136; Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 595;
Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 753; Oğuzman/Öz, C. I, s. 474; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 219; Eren,
Borçlar Genel, s. 1095; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 914; Kılıçoğlu, Genel
Hükümler, s. 685; Buz, Temerrüt, s. 101-102; Ayan, Borçlar Genel, s. 3; Reisoğlu, a.g.e., s. 368;
Nomer, Genel Hükümler, s. 335. Ancak TTK m. 18/b. 3 uyarınca, tacirler arasında, karşı tarafı
temerrüde düşürmeye yönelik ihtar noter aracılığıyla, taahhütlü mektupla veya güvenli elektronik
imza kullanılarak kayıtlı elektronik posta sistemi ile yapılmalıdır.

205
için ihtar şartı aranmaz838. TBK m. 117/2’de açıklanmamış olmakla beraber, ihtarın
yapılmasının dürüstlük kuralına göre beklenemeyeceği hallerde de borçlu ihtara
lüzum olmaksızın temerrüde düşer839.
TBK’da açıkça belirtilen muacceliyet ve ihtar şartlarının yanı sıra, temerrüdün
işin niteliği icabı mevcut olan bir unsuru daha vardır. Bu doğal unsur, gecikmeye
rağmen borcun ifa edilebilmesinin mümkün olmasıdır840. Bu unsur, temerrüt ve
sonraki imkânsızlık arasındaki en önemli farkı da ortaya koyar. Zira sonraki
imkânsızlıktan söz edebilmek için edimin, sözleşmenin kurulmasından sonra ve
vadeden önce ifa edilemez hale gelmesi gerekir.
Ancak vadeden önce borcun ifasındabir imkânsızlık söz konusu olmamakla
beraber, ifa zamanının kaçırılması yüzünden ifa imkânsızlaşıyorsa bu halde de
temerrüt değil, imkânsızlık hükümleri uygulanır841. Borçlunun temerrüde
düşebilmesi için ihtar gereken durumlarda ise, bu ihtarın yapılmamış olduğu
hallerde, edimin ifası belirsiz vade geçtikten sonra imkânsızlaşsa dahi ilişkiye yine
de temerrüt değil, imkânsızlık hükümleri uygulanmalıdır842.
Açıklamalarımızdan anlaşılacağı üzere borcun ifasının mümkün olup olmaması
ilişkiye temerrüt veya sonraki imkânsızlık hükümlerinin uygulanması bakımından
büyük bir önem taşır. Bu noktada edimin ifasının mümkün olup olmadığı hususunda
taraflar arasında bir ihtilaf çıkarsa, bu sorunun nasıl giderileceği tespit edilmelidir.

838
Bu halde Roma Hukukundan gelen “Dies interpellat pro homine” yani vade kişi yerine ihtar eder
esası uygulanmaktadır. Erdoğmuş, a.g.e., s. 42. Ancak alacaklı, alacaklı temerrüdünde bulunuyorsa,
vadenin geçmiş olması borçlunun temerrüde düşmesine neden olmaz. Zira alacaklı temerrüdü, borçlu
temerrüdüne engeldir. Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 749, 759; Oğuzman/Öz, C. I, s. 480; Serozan,
İfa ve Engelleri, s. 147, 218;Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 914; Hatemi/Gökyayla,
a.g.e., 242; Buz, Temerrüt, s. 103; Nomer, Genel Hükümler, s. 304.
839
von Tuhr, a.g.e., s. 610; Oğuzman/Öz, C. I, s. 478; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 688;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 918;Nomer, Genel Hükümler, s. 337. Bazı yazarlar -
kanaatimizce de haklı olarak- borçlu borcunu ifa etmeyeceğini kesin ve açık olarak belirtmişse bu
halde de ihtara gerek olmadığını kabul etmektedirler.von Tuhr, a.g.e., s. 611-612;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 918; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 219. Eren, Borçlar
Genel, s. 1097; Nomer, Genel Hükümler, s. 337-338. Ayrıca bkz.: yuk. s. 183-184.
840
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 45; Huguenin, a.g.e., s. 92; Oğuzman/Öz, C. I, s. 479; Eren, Borçlar
Genel, s. 1092; Altunkaya, a.g.e., s. 150; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 912;Serozan,
İfa ve Engelleri, s. 216; Ayan, Borçlar Genel, s. 333; Buz, Temerrüt, s. 101; Reisoğlu, a.g.e., s.
367, 370. Zira temerrüdün en önemli sonucu alacaklının aynen ifayı talep edebilmesidir. Hatta iki
tarafa borç yükleyen sözleşmelerin haricinde alacaklının yapabileceği tek şey aynen ifayı (ve koşulları
gerçekleşmişse gecikme tazminatını) talep etmektir. Oğuzman/Öz, C. I, s. 385;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 920.
841
Bkz.: yuk. s. 79, 81-82.
842
Oğuzman/Öz, C. I, s. 479.

206
Ancak bu hususta bir fikir birliği yoktur. Bazı yazarlar843-kanaatimizce de haklı
olarak- ifanın mümkün olmasının normal olduğunu ve bu nedenle ifanın
imkânsızlaştığını iddia edenin bunu ispat etmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Ancak
bir diğer görüş bu hususta ifanın mümkün olduğunu iddia eden tarafın bunu ispat
etmesi gerektiğini ileri sürmektedir844.
Borçlu temerrüde düştükten sonra bir imkânsızlık meydana gelirse, borçlunun
temerrüde düştüğü tarihten imkânsızlığın doğduğu tarihe kadar temerrüt hükümleri,
imkânsızlık doğduktan sonrası içinse imkânsızlık hükümleri uygulanır845. Borçlu,
temerrütte bulunduğu esnada gerçekleşen imkânsızlıktan, temerrüde düşmede hiçbir
kusuru bulunamadığını ya da borca aykırı davranışı ile meydana gelen zarar arasında
illiyet bağı bulunmadığını ispat edemediği sürece, sorumludur (TBK m. 119)846.
Borçlu ispat yükünü yerine getirebilirse, alacaklının zarara uğramasında temerrüdün
bir rol oynamadığı ve bu nedenle borçlunun sorumlu tutulamayacağı kabul edilir.
TBK m. 119’da düzenlenen bu husus, borçlunun temerrütte olmasının bir sonucudur.
Alacaklı temerrüdünde olduğu gibi, borçlu temerrüdünde de kusur bir şart
olarak aranmaz847. Ancak temerrüdün bazı sonuçlarının doğabilmesi için borçlu
temerrüde düşmede kusurlu olmalıdır848.
Sonuç olarak temerrüt, ifa mümkün olduğu halde borcun ifa edilmemiş olması,
ifa zamanının geçirilmesi; fakat gecikmiş olarak ifa imkânının halen mevcut olması
demektir. Şayet borçlu gecikmiş de olsa ifayı yerine getirirse, borcunu ifa etmiş
olmakla beraber, bu ifa gereği gibi yapılmamıştır. İster sorumlu olsun isterse sorumlu
olmasın sonraki imkânsızlığın ortaya çıkması halinde ise, ifanın yapılması ihtimali
843
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 112; Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 717; Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e.,
s. 574; Bucher, AT, s. 340; Oğuzman/Öz, C. I, s. 480; Tunç, a.g.e., s. 119; Tunçomağ, Borçlar, s.
498.
844
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 912.
845
Oğuzman/Öz, C. I, s. 479-480; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 921.
846
Bkz.: aş. s. 234-235.
847
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 141; Bucher, AT, s. 359; Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 759;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 481; Eren, Borçlar Genel, s. 1098; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar,
s. 919;Serozan, İfa ve Engelleri, s. 218; Üçer, a.g.e., s. 17; Reisoğlu, a.g.e., s. 370; Koç, Temerrüt, s.
27; Nomer, Genel Hükümler, s. 340.
848
Örneğin gecikme tazminatının (TBK m. 118) veya karşılıklı sözleşmelerde ifa yerine ya da
sözleşmeden dönerek talep edilen tazminatların (TBK m. 125/2-3) alacaklı tarafından istenebilmesinin
temel şartı, borçlunun temerrüde düşmede kusurlu olmasıdır. Temerrüdün bazı sonuçları ise borçlu
temerrüde düşmede kusurlu olmasa dahi gerçekleşirler. Para borçlarında temerrüt faizinin talep
edilebilmesi (TBK m. 120) ve karşılıklı sözleşmelerde alacaklının sözleşmeden dönebilmesi (TBK m.
125/2) bu durumun örneklerindendir. Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 234;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 919; Reisoğlu, a.g.e., s. 370; Buz, Temerrüt, s. 106.

207
kesin olarak ortadan kalkar. Bu nedenle borçlu temerrüdünün geçici bir ifa engeli
olduğu kabul edilirken, borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık ise sürekli bir
ifa engeli olarak değerlendirilmektedir849.

D. Sonraki İmkânsızlık ve Kötü İfa


Borcun hiç ifa edilmemiş olduğu hallerde ya borcun ifası mümkün olduğu
halde ifa edilmemiştir ki; bu, daha önce incelediğimiz üzere, bazı şartların
gerçekleşmesiyle borçluyu temerrüde düşürür ya da borcun ifa edilmesi mümkün
değildir ve bu da sonraki imkânsızlığı oluşturur. İfa mümkün olduğu halde borcun ifa
edilmemiş olması, ifa zamanının geçirilmesi; fakat gecikmiş olarak ifa imkânının
halen mevcut olması demektir. Şayet borçlu henüz temerrüde düşmüş değilse ve
gecikmiş de olsa ifayı yerine getirirse, borcunu ifa etmiş olmakla beraber, bu ifa
gereği gibi yapılmamıştır. Ancak borcun gereği gibi ifa edilmemiş olmasının
kapsamına yalnızca ifada gecikme girmez. Zira bir borcun nitelik, miktar ve yer
bakımından da gereği gibi ifa edilmesi gerekir. İşte bu sayılanlara uygun olmayan bir
ifa, “kötü ifa” olarak adlandırılmaktadır850.
Borcun gereği gibi ifa edilmemesi kapsamına giren gecikmiş ifa ile diğer kötü
ifa halleri arasında önemli bir farklılık daha vardır. Şöyle ki; alacaklı, gecikmiş de
olsa -kural olarak- kendisine arz edilen ifayı kabul etmek zorunda olmasına karşılık,
diğer kötü ifa hallerinde ifayı reddedebilir. Bu durumda ifa gerçekleşmemiş olacağı
için hiç ifa etmeme hali ortaya çıkar. Ancak alacaklı nitelik, miktar veya yer
yönünden uygun olmayan ifayı kabul ederse bu durumda hiç ifa etmeme değil, gereği
gibi olmayan ifa, yani kötü ifa hali gerçekleşir851.
Alacaklı, kötü ifayı reddetme hakkına sahip olduğu halde, bu hakkını
kullanmayarak kötü ifayı kabul etmiş olsa dahi bu -kural olarak- onun borçlunun
sorumluluğuna dayanmaktan feragat ettiği anlamına gelmez852. Zira bazı istisnai
hallerde alacaklı kötü ifayı reddetme hakkına sahip olamayabilir. Örneğin taraflar,
sözleşmeyle, alacaklının, ifa edilen edimin kötülüğünü ileri sürerek ifayı
reddedemeyeceğini, bu durumun, yalnızca tazminat talebine yol açacağını

849
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 132; Serozan, CiC, s. 29; Sert, a.g.e., s. 18, Gündoğdu, a.g.e., 103;
Schwarze, a.g.e., s. 9-10.
850
Bkz.: yuk. s. 46-47.
851
Bkz.: yuk. s. 47.
852
Oğuzman/Öz, C. I, s. 483-484.

208
kararlaştırabilirler853. Kötü olmasına rağmen ifayı kabul etme zorunluluğu bu şekilde
tarafların iradelerinden kaynaklanabileceği gibi, kanundan da doğabilir854.Örneğin
eser sözleşmesine ilişkin TBK m. 475 b. 1’e göre, iş sahibi, eserdeki ayıp, onu
kullanamayacağı veya hakkaniyet gereği kabule zorlanamayacağı ölçüde ayıplı ya da
sözleşmeye aykırı bulunmadıkça ifayı kabul etmekle yükümlüdür. Nihayet kötü
olmasına rağmen ifayı reddedememe dürüstlük kuralından da kaynaklanabilir. Bu
gibi sözleşmesel veya kanuni zorunlulukların dışında alacaklı, edime olan acil
ihtiyacı nedeniyle kötü de olsa ifayı reddetmek istemeyebilir855 ya da ifanın kötülüğü
ifadan sonra anlaşılabilir856.
Kötü ifa nedeniyle borçlunun sorumluluğu, borçlunun sorumlu olduğu sonraki
imkânsızlıkla beraber TBK m. 112’de düzenlenmiştir. Bu hükme göre, borç gereği
gibi ifa edilmezse, borçlu kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat
etmedikçe, alacaklının bundan doğan tüm zararlarını gidermekle yükümlüdür. Daha
önce de değindiğimiz gibi857, bazı kötü ifa halleri ise, satış, kira ve eser gibi çeşitli
sözleşme tiplerinde ayıplı ifa olarak adlandırılmaktadır ve satıcının, kiracının ve
yüklenicinin ayıptan doğan sorumlulukları TBK’nin özel borç ilişkileri başlıklı ikinci
kısmında düzenlenmiştir (TBK m. 219-231, 304-308, 474-478).
Kötü ifa, sonraki imkânsızlıktan farklı bir ifa engelidir. Zira imkânsızlıkta
edimin yerine getirilmesi mümkün değilken, kötü ifada edim ifa edilebilir
durumdadır. Kötü ifa halinde borçlu bir ifada veya ifa girişiminde bulunmaktadır.
Ancak bu ifa sözleşmede kararlaştırılan niteliklere aykırıdır858. Ancak hem borçlunun
sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık hem de kötü ifa aynı hükümde düzenlenmiştir
(TBK m. 112).
Sonuç olarak sonraki imkânsızlığın hem temerrüt hem de kötü ifadan farkının,
edimin ifasının mümkün olup olmadığı noktasında ortaya çıktığı söylenebilir.
İmkânsızlık halinde edimin ifası hiçbir şekilde mümkün değilken, temerrüt ve kötü
ifa halinde edimin ifası mümkün olmakla birlikte, bu ifa ya gecikmiş ya da kötü bir
ifadır.
853
Oğuzman/Öz, C. I, s. 483, dn. 460.
854
Oğuzman/Öz, C. I, s. 483, dn. 460.
855
Oğuzman/Öz, C. I, s. 483.
856
Oğuzman/Öz, C. I, s. 484.
857
Bkz.: yuk. s. 56-57, 134 vd.
858
Altunkaya, a.g.e., s. 149.

209
E. Sonraki İmkânsızlık ve Aşırı İfa Güçlüğü
Daha önce de belirttiğimiz gibi859, sözleşmeler hukukuna hâkim olan ilkelerden
biri de ahde vefa (pacta sunt servanda) ilkesidir ve bu ilke, her ne olursa olsun
sözleşmenin ayakta tutulmasına ve dolayısıyla borçlunun borcunu gereği gibi ifa
etmesini sağlamaya yöneliktir. Ancak yaşanan iki dünya savaşının yarattığı
ekonomik güçlüklerle para değerindeki aşırı düşüşler nedeniyle, ahde vefa ilkesine
sıkı sıkıya bağlı kalmanın borçluyu aşırı derecede zorlayacağı ve bunun adil olmadığı
görülmüştür. Bu nedenle ahde vefa ilkesinin borçlu aleyhine yaratabileceği aşırı
sonuçların, “şartlar değişmedikçe hukuki muamelelerdeki kayıtlara uyulmalıdır”
(clausula rebus sic stantibus)860 ilkesiyle yumuşatılması gerektiği kabul edilmiştir861.
Her iki dünya savaşının da baş aktörlerinden olan Almanya’da bu konu üzerinde
özellikle durulmuş ve bu hususta birçok teori geliştirilmiştir. Bu teorilerden en
meşhuru “işlem temelinin çökmesi teorisi”dir (Erschütterung oder Wegfall der
Geschäftsgrundlage)862. Bu husustaki düzenleme ise BGB § 313’de yapılmıştır. Buna
göre sözleşme kurulduktan sonra ortaya çıkan durumlar nedeniyle borçlunun
katlanmak zorunda kalacağı zahmet ve masrafla, karşı edimin değeri arasındaki aşırı
orantısızlık bulunursa, sözleşmenin değişen koşullara uyarlanması veya sona
erdirilmesi gerekir.
Bizim hukukumuzda ise, aşırı ifa güçlüğüne ilişkin düzenleme, borçlunun
sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlığa ilişkin düzenlemelerden (TBK m. 136 - 137)
hemen sonra yapılmıştır (TBK m. 138). Bu hükmün ilk fıkrası: “Sözleşmenin
yapıldığı sırada taraflarca öngörülemeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen
olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve
sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini
dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da

859
Bkz.: yuk. s. 54.
860
Erdoğmuş, a.g.e., s. 25.
861
Hannes Rösler, “Alman ve Uluslararası Sözleşme Hukukunda Değişen ve Öngörülemeyen
Koşullar”, Çev. Tülay Aydın - Ünver, İÜHFD, C. 66, S. 1, 2008, s. 354; Kenan Tunçomağ, “Alman
Hukukunda Borcun İfasındaki Aşırı Güçlük (Muamelenin Temeli) İle İlgili Objektif Görüşler”,
İÜHFD, C. 32, S. 2-4, 1966, s. 885-886; Oğuzman/Öz, C. I, s. 580; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 279;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 1005; Topuz, a.g.e., s. 69 vd.; Arat, a.g.e., s. 52 vd.;
Ülgen, a.g.e., s. 7.
862
Bu teori hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Başak Baysal, Sözleşmenin Uyarlanması, İstanbul,
Oniki Levha, 2009, s. 22-38; Kenan Tunçomağ, “Borcun İfasında Aşırı Güçlük ve Alman Yargıtayı”,
İÜMHAD, C. 1, S. 1, 1967, s. 92 vd.; Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 33-47.

210
henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı
tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını
isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli
edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını
kullanır” şeklindedir863.
Sözleşmenin uyarlanabilmesi ve bu mümkün değilse sözleşmeden dönülmesi
veya sözleşmenin feshedilebilmesi için, sözleşme kurulduktan sonra tarafların
edimleri arasındaki denge, borçludan sonuçlarını üstlenmesi beklenemeyecek ölçüde
bozulmuş olmalıdır864. İşlem temelinin çökmesi olarak da ifade edilen unsurun bu
olduğu belirtilmektedir865. Edimlerin dengesi arasındaki değişiklik, sözleşme
yapılırken öngörülemeyen ve öngörülmesi de beklenemeyen olağanüstü bir
durumdan ileri gelmiş olmalıdır. Savaş, ekonomik kriz, devalüasyon, doğal afetler,
ithal ve ihraç yasakları bu olağanüstü durumlara örnek olarak gösterilmektedir866. Bu
unsur ise, emprovizyon olarak adlandırılmaktadır867. Ayrıca aşırı ifa güçlüğü yaratan
durum borçludan kaynaklanmamalıdır868. Son olarak borçlu edimini henüz ifa
etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa
etmiş olmalı869; sürekli borç ilişkisi yaratan bir sözleşmenin söz konusu olduğu
hallerde ise, ifa süresi sözleşmeye göre henüz sona ermemiş olmalıdır870.

863
TBK m. 138’in ikinci fıkrasında ise, birinci fıkradaki hükmün yabancı para borçlarında da
uygulanacağı düzenlenmiş olmakla birlikte, bu hüküm olmasaydı dahi aynı sonuca varılabilecekti.
Zira TBK m. 138/1, kanunda istisnai bir düzenleme bulunmadığı sürece her türlü edim ve bu arada
yabancı para edimleri bakımından da uygulanabilecektir. Bu nedenle ayrıca böyle bir fıkraya yer
verilmiş olması gereksizdir. Oğuzman/Öz, C. I, s. 583; Nomer, Genel Hükümler, s. 324-325.
864
Ancak bu durumun borçlunun ekonomik mahvına yol açacak düzeyde olmasının gerekmediği
kabul edilmektedir. Oğuzman/Öz, C. I, s. 582.
865
Oğuzman/Öz, C. I, s. 206, 581.
866
Oğuzman/Öz, C. I, s. 206, 582; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 271; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s.
259. TBK m. 138’de “taraflarca öngörülemeyen” denmişse de, öğretide olağanüstü durumun yalnızca
aşırı ifa güçlüğüne düşen taraf bakımından öngörülemez olması yeterli görülmektedir. Oğuzman/Öz,
C. I, s. 206, 582.
867
Oğuzman/Öz, C. I, s. 206, 582.
868
Ahmet Cemil Yıldırım, “Sözleşme Ekonomisinin Bozulmasıyla İlgili Kuramların Türk
Hukuku’ndaki Uygulamaları ve Yeni Türk Borçlar Kanunu’nda Aşırı İfa Güçlüğü” ErciyesÜHFD, C.
VII, S. 1-2, 2012, s. 90; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 271; Eren, Borçlar Genel, s. 486; Reisoğlu,
a.g.e., s. 416.
869
İfanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan hakları saklı tutarak edimi ifa etmek, borcun ihtirazi
kayıtla ifa edildiği anlamına gelir. İhtirazi kayıt kavramı hakkında bkz.: Halil Yılmaz, Borçların
İfasında İhtirazi Kayıt İleri Sürülmesi ve Uygulanması, Ankara, Seçkin, 2002.
870
Eren, Borçlar Genel, s. 486; Oğuzman/Öz, C. I, s. 206, dn. 578; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s.
260; Reisoğlu, a.g.e., s. 416; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 260.

211
TBK m. 138 uyarınca tüm bu koşullar gerçekleştiğinde, aşırı ifa güçlüğüne
düşen taraf, sözleşmenin uyarlanmasını talep edebilir871. Bu uyarlama, borçlunun
edim yükümlülüğünün azaltılması veya karşı edimin artırılması şeklinde
yapılabileceği gibi, vadenin veya ifa tarzının değiştirilmesi gibi uygun bulunan
herhangi bir şekilde de olabilir872. Sözleşmenin yeni koşullara uyarlanabilmesi
mümkün değilse borçlu, sözleşmeden dönebilir ve sürekli edimli sözleşmelerde
sözleşmeyi feshedebilir873. Görüldüğü gibi bu hükümde sözleşmenin kurulmasından
sonra ortaya çıkan bazı durumların, sözleşmenin uyarlanması veya sona erdirilmesi
sebebi oluşturacağı düzenlenmiştir.
Aşırı ifa güçlüğünün imkânsızlık kapsamında değerlendirilip
değerlendirilemeyeceği ve aşırı ifa güçlüğü ile imkânsızlık arasındaki sınırlar
öğretide uzun süreden beri tartışılmaktadır. Bu husustaki bir fikre göre, imkânsızlık
kavramı dar bir biçimde yorumlanmamalı ve aşırı ifa güçlüğü yaratan durumlar da
imkânsızlık kapsamında değerlendirilmelidir874. Bu görüş doğrultusunda
ekonomikveya kişisel güçsüzlük olarak nitelendirilen hallerin bir imkânsızlık
yaratabileceği ileri sürülmektedir875.
Alman hukukunda da, borçlunun borcunu ifa edebilmesi için katlanması
gereken zahmet ve masrafla, alacaklının edimin ifası ile elde edeceği menfaat
arasında, borçludan katlaması beklenemeyecek ölçüde aşırı orantısızlığın, bir
imkânsızlık yarattığı kabul edilmektedir (BGB § 275/2). Yine borçlunun şahsi

871
Öğretide, aşırı ifa güçlüğüne düşen tarafın, karşı tarafa mahkeme dışında bir beyanda bulunarak
sözleşmenin uyarlanmasını talep edemeyeceği, bu hakkın, mutlaka yoluyla kullanılması gerektiği
kabul edilmektedir. Oğuzman/Öz, C. I, s. 207; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 278. Ancak mahkemeye
başvurmaksızın, tarafların anlaşmasıyla da uyarlamanın yapılabileceği görüşünde olan yazarlar da
mevcuttur. Ahmet Cemil Yıldırım, a.g.e., s. 90. Nomer’de TBK m. 480’e ilişkin madde gerekçesine
işaret ederek, bu hakkın, dava yoluyla kullanılan ve hakimin takdir yetkisine dayalı olarak onun
hükmüyle sonuç doğuran bir hak olmadığını belirtmektedir. Nomer, Genel Hükümler, s. 325.
872
Örnekler için bkz.: Oğuzman/Öz, C. I, s. 207-208, 583; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 272; Eren,
Borçlar Genel, s. 486. Uyarlama talebinin mutlaka dava yoluyla yapılması gerektiğini savunan
Oğuzman ve Öz, hâkimin uyarlama şeklini belirlemede-kural olarak- serbest olduğunu ve davacının
talep ettiği uyarlama tarzı ile bağlı olmadığını kabul etmektedirler. Oğuzman/Öz, C. I, s. 208, 583.
873
Uyarlamanın ancak dava yoluyla ileri sürülebileceğini kabul eden Serozan, sözleşmeden dönmenin
veya sözleşmeyi feshetmenin mahkeme dışı kullanılabilecek bir yenilik doğuran hak niteliğinde
olduğunu kabul etmektedir. Serozan, İfa ve Engelleri, s. 278.
874
von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 262; İnan, a.g.e., s. 3.
875
Bu tür imkânsızlık bazı yazarlarca hukuki imkânsızlık olarak da adlandırılmaktadır. Dural,
Sonraki İmkânsızlık, s. 18, dn. 37. Daha önce de belirttiğimiz gibi mantıken ifası mümkün olan bir
edim, emredici bir hukuk kuralı nedeniyle yerine getirilemiyorsa hukuki bir imkânsızlık söz konusu
olur. Bkz.: yuk. s. 35. İşte bizim hukuki imkânsızlık olarak adlandırdığımız bu haller, bu yazarlarca
dar anlamda hukuki imkânsızlık olarak adlandırılmaktadır. Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 9-10.

212
borcunu ifa etmek için aşmak zorunda olduğu engellerle alacaklının ifa ile elde
edeceği menfaat arasında, borçludan katlaması beklenemeyecek ölçüde aşırı bir
orantısızlığın bulunduğu hallerde de bir imkânsızlığın bulunduğu kabul edilmektedir
(BGB § 275/3). Ancak sözleşme kurulduktan sonra ortaya çıkan durumlar nedeniyle
borçlunun katlanmak zorunda kalacağı zahmet ve masrafla, karşı edimin değeri
arasındaki aşırı orantısızlığın ise işlem temelinin çökmesi (BGB § 313) kapsamında
değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmektedir.
Bizim de katıldığımız fikre göre ise, aşırı ifa güçlüğü hallerinin imkânsızlık
kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir876. İmkânsızlıkta edimin ifa
edilebilme olanağı tamamen ortadan kalktığı halde; aşırı ifa güçlüğünde edimin ifası
mümkün olmakla beraber, borçludan bunu ifa etmesini beklemek dürüstlük kuralına
aykırı düşmektedir. Her ne kadar güç olursa olsun edimin ifa edilebilir olduğu bir
durumda da imkânsızlıktan söz etmek uygun değildir. TBK m. 138’deki aşırı ifa
güçlüğüne ilişkin düzenleme, bu fikrin, Kanun koyucu tarafından da benimsendiğini
göstermektedir.
Son olarak öğretide somut bir olayda imkânsızlığın mı yoksa aşırı ifa
güçlüğünün mü söz konusu olduğu hususunda şüpheye düşülmüşse, aşırı ifa
güçlüğüne daha esnek sonuçlar bağlanmış olduğu için aşırı ifa güçlüğünden yana
tercihte bulunmanın daha doğru olacağına işaret edildiğine de değinilmelidir877.
Gerçekten de aşırı ifa güçlüğünde söz konusu olan uyarlama imkânı sözleşmenin
ayakta tutulma ilkesine hizmet ettiği için, tereddüt halinde imkânsızlık yerine aşırı ifa
güçlüğünden yana tercihte bulunmak daha uygundur.

III. SONRAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIĞIN BENZER KAVRAMLARLA


KARŞILAŞTIRILMASI

A. Sonraki Kısmi İmkânsızlık ve Seçimlik Edimlerden Bir veya Bir


Kaçının İmkânsızlığı
Daha önce de değindiğimiz gibi878, bir borcun konusunu birden çok edim teşkil
edip de bunlardan seçilecek birinin ifasıyla borç ifa edilmiş sayılacaksa seçimlik borç

876
Eren, Borçlar Genel, s. 1300; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 312; Gündoğdu, a.g.e., s. 88-89.
877
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 223.
878
Bkz.: yuk. s. 23, 149.

213
söz konusu olur. Seçimlik borçlarda borcun konusu birden fazla edimdir; ancak
ifanın konusu yalnızca bunlardan biridir.
Seçim hakkı kullanıldıktan sonra seçilen edim borcun konusu haline geldiği ve
diğer edim ya da edimler borcun konusu olmaktan çıktığı için, seçilmeyen edimlerin
imkânsızlığı borç ilişkisini hiç bir şekilde etkilemeyecekken, seçilen edimin
imkânsızlığı bir sonraki imkânsızlık hali yaratır. Ancak seçimlik edimlerden bir veya
bir kaçının sözleşme kurulduktan sonra ve seçim hakkı kullanılmadan önce
imkânsızlaşması halinde bunun sonuçlarının ne olacağı tespit edilmelidir.
Seçimlik edimlerden birinin sonraki imkânsızlığa uğraması halinde ne şekilde
bir çözüme varılması gerektiği hususunda, öğretide, tarafların bu imkânsızlıktan
sorumlu olup olmadıklarına göre bir ayırım yapılmaktadır.
Her iki tarafın da imkânsızlıktan sorumlu olmadığı hallerde iki seçimlik edim
bulunuyorsa ve bu edimlerden biri sonradan imkânsızlaşmışsa, imkânsızlaşan edim,
borcun konusu olmaktan çıkar ve diğer edim kendiliğinden borcun konusu haline
gelir. Eğer ikiden faza seçimlik edim varsa ve bunlardan biri imkânsızlığa uğramışsa,
seçim hakkı imkânsızlaşmayan edimler için devam eder. Bu halde seçim hakkının
hangi tarafa ait olduğunun da bir önemi bulunmaz879.
Taraflardan birinin imkânsızlıktan sorumlu olduğu hallerde ise, ne gibi bir
çözüme varılması gerektiği hususunda bir görüş birliği bulunmamaktadır. Bu
husustaki bir fikre göre, Türk - İsviçre hukuku bakımından da BGB m. 265’de
belirtilen esastan hareket edilerek bir çözüme varılması mümkündür. Buna göre
seçim hakkı imkânsızlıktan sorumlu tutulana aitse imkânsızlaşmamış edim seçilmiş
gibi bir sonuca varılmalıdır. Ancak seçim hakkının imkânsızlıktan sorumlu olmayana
ait olduğu hallerde, bu kişinin dilerse imkânsızlaşmış edimi seçerek, bunun
sonuçlarının doğmasını sağlama hakkının bulunduğu da kabul edilmektedir.
Bu durumu daha ayrıntılı bir biçimde ele alırsak; imkânsızlıktan borçlunun
sorumlu olduğu durumlarda seçim hakkı alacaklıda ise, alacaklı dilerse
imkânsızlaşmamış edimi veya imkânsızlaşmamış edimlerden birini seçerek bunun

879
von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 81, dn. 22; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 816, 817; Eren,
Borçlar Genel, s. 967; Oğuzman/Öz, C. I, s. 294; Reisoğlu, a.g.e., s. 301.

214
ifasını ya da imkânsızlaşan edimi seçerek ifa yerine tazminat talep edebilir880. Seçim
hakkı borçluda ise, imkânsızlaşmamış edim seçilmiş gibi borcun konusu bu edimdir,
eğer ikiden fazla seçimlik edim varsa, seçim hakkı imkânsızlaşmayan edimler
arasında devam eder881.
İmkânsızlıktan alacaklının sorumlu olduğu hallerde seçim hakkı borçluda ise,
o, ya imkânsızlaşmamış edimi seçer ve şartları gerçekleşmişse imkânsızlaşan edim
yüzünden haksız fiil hükümlerine göre tazminat talep eder882, ya da imkânsızlaşan
edimi seçerek borcu ifa etmekten kurtulur883. Ancak seçim hakkı alacaklıda ise ve
yalnızca bir imkânsızlaşmamış edim varsa, borcun konusu bu edimdir. Bu durumda
birden fazla imkânsızlaşmamış edim varsa seçim hakkı bunlar için devam eder884.
Ancak bu durumda alacaklının imkânsızlaşan edimi de seçebileceği ve bu sayede
borçlunun borcundan kurtulacağı da kabul edilmektedir885. Bu halde borçlunun
borcundan kurtulmasına rağmen, alacaklının kendi borcunu ifa etmekten kurtulup
kurtulamayacağı tartışmalıdır. Bir görüş, alacaklının seçimi sayesinde borcundan
kurtulan borçlunun karşı edimi talep edemeyeceğini kabul etmesine886 rağmen, bir
diğer görüş bunun aksini, yani alacaklının borcundan kurtulamayacağını kabul
etmektedir887.
Alacaklının sorumlu olduğu imkânsızlık bakımından Alman hukukundan
esinlenen fikre katılmakla beraber, borçlunun sorumlu olduğu imkânsızlık

880
Von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 81-82; Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 614;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 816; Eren, Borçlar Genel, s. 968; Serozan, İfa ve
Engelleri, s. 87;
881
Von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 82; Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 614; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 87;
Eren, Borçlar Genel, s. 967; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 927; Şengül, a.g.e., s.
242-243.
882
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 817; Oğuzman/Öz, C. I, s. 295.Oğuzman ve Öz’e
göre, burada haksız fiil hükümlerine göre tazminat talep edilebilmesinin sebebi, borçlunun
imkânsızlaşan edimi seçmeyerek onu borcun konusu saymadığını ortaya koymasıdır. Bu nedenle
borçlunun bu edime konu olan şeyin alacaklı tarafından yok edilmesinden veya hasara
uğratılmasından uğramış olduğu zararı borca aykırılık hükümlerine göre isteyememesi gerekir.
Oğuzman/Öz, C. I, s. 295, dn. 138.
883
Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 614; Eren, Borçlar Genel, s. 967;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 817; Seliçi, Seçimlik Borç, s. 396.
884
Seliçi, Seçimlik Borç, s. 397; Şengül, a.g.e., s. 245-246.
885
Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 614; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 817; Eren,
Borçlar Genel, s. 968; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 87.
886
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 817. Bu halde borcundan kurtulan tarafın, değeri
daha yüksek olan karşı edimi isteme hakkını kaybettiği hallerde (TBK m. 136/2) aradaki farka ilişkin
kaybın tazmini talep edebileceği kabul edilmektedir. von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 135, dn. 30.
887
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 87.

215
bakımından bu görüşten ayrılan yazarlar da mevcuttur888. Bu yazarlara göre
borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsız halinde iki seçimlik edimden biri
imkânsızlaşırsa borç, bu edim bakımından sona ereceği için889, borcun konusu diğer
edim olur. Bu halde seçim hakkı da sona erer. Seçim hakkına hangi tarafın sahip
olduğuna bakılmaksızın bu sonucun doğacağı kabul edilir. Ancak alacaklı seçim
hakkını yitirdiği için bir zarara uğramışsa, borçludan bu zararın tazminini talep
edebileceği de ileri sürülmektedir.
Alman hukukundan esinlenen fikre karşın imkânsızlaşan edimin asla
seçilemeyeceği; geriye imkânsızlaşmamış bir tek edim kalmışsa, borcun konusunun
o olacağı, imkânsızlaşmamış birden fazla edim varsa seçim hakkının bunlar arasında
kullanılması gerektiği de savunulmaktadır890. Bu görüşte seçim hakkı sahibi,
meydana gelen imkânsızlık yüzünden bir zarara uğramışsa, bunun tazmini
imkânsızlıktan sorumlu olandan talep edilebileceği de kabul edilmektedir.
Alman hukukundaki gibi bir düzenleme bizim hukukumuzda mevcut
olmadığından biz de bu husustaki son görüşe katılıyoruz. Ayrıca bu görüş Alman
hukukundan esinlenen fikre göre çok daha sade ve anlaşılır bir görüştür. Zira burada
taraflar imkânsızlıktan sorumlu olsun veya olmasın aynı sonuca varılmaktadır.
Kabul ettiğimiz bu görüş doğrultusunda sözleşme kurulduktan sonra ve fakat
seçim hakkı kullanılmadan önce seçimlik edimlerden bir veya bir kaçının
imkânsızlığı sonraki kısmi imkânsızlığa yol açmaz. Bu halde ya imkânsızlaşmayan
edim borcun konusunu oluşturur ya da imkânsızlaşmayan edimler arasında seçim
yapılması söz konusu olur.
Son olarak sözleşmenin kurulmasından sonra fakat seçim yapılmadan önce tüm
seçimlik edimlerin ifalarının imkânsızlaşmalarına da değinilmelidir. Bu husustaki bir
fikre göre, seçimlik edimlerin imkânsızlığından borçlu sorumlu ve seçim hakkı da
onda ise, onun doğal olarak değeri en düşük olan edimi seçeceği nazara alınmalı ve
TBK m. 112’ye göre ödeyeceği tazminat bu edime göre hesaplanmalıdır. Eğer seçim
hakkı alacaklıda ise, tazminat hesabı en değerli edim üzerinden yapılmalıdır891.

888
Seliçi, Seçimlik Borç, s. 398-399.
889
Borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlığın borcu sona erdirmeyeceğini, bu borcun yerini
tazminat ödeme borcunun alacağını ileri süren yazarlar da mevcuttur. Bkz.: aş. 224, dn. 918.
890
Oğuzman/Öz, C. I, s. 296.
891
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 817; Tunç, a.g.e., s. 113.

216
Sözleşme kurulduktan sonra fakat seçim hakkı kullanılmadan önce seçimlik
edimlerin ifası sırayla imkânsız hale gelmiş ve geriye ifa edilebilir hiçbir edim
kalmamışsa tazminat hesabında -kural olarak- en son imkânsızlaşan edimin esas
alınması gerektiği de ileri sürülmektedir. Zira edimlerden birinin daha önce
imkânsızlaşması, ifa yükümü diğer edime veya edimlere inhisar ettirmektedir892.
Ancak yukarıda incelediğimiz Alman hukukundan esinlenen görüşü savunan
yazarlardan bazıları893, taraflardan birinin daha önce ifası imkânsızlaşan edimlerden
birini seçme yetkisine sahip olduğu hallerde, kendisi için daha avantajlı olduğunu
görürse tazminatın bu edimlerden birine göre hesaplanmasını isteyebileceğini ileri
sürmektedirler.

B. Sonraki Kısmi İmkânsızlık ve İfa Yeri Yönünden İmkânsızlık


Öğretideki bir görüş, borcun ifa edilmesi gereken yerde ifa edilmemesini bir
kısmi imkânsızlık hali olarak görmektedir. Bu görüşteki yazarlara894 göre edimin
konu, yer ve zaman olmak üzere üç unsuru bulunur ve bu unsurlardan herhangi
birine uygun olarak yerine getirilemeyen edimin kısmi imkânsız olduğu kabul
edilmelidir. Bu nedenle edim, ifa edilmesi gereken yerde ifa edilemez hale gelirse,
yer unsuru bakımından imkânsızlaşmış olur ve bu da bir kısmi imkânsızlık yaratır.
Bazı hallerde edimin ifası niteliği gereği yalnızca belirli bir yerde mümkün
olabileceğinden, borç, zorunlu olarak, ancak orada ifa edilebilir. Taşınmaz eşya
niteliğindeki araziler (TMK m. 704, 998/1) üzerinde inşaat yapma borçları bu tür
edimlerin tipik örneğidir895. Şayet edimin niteliği gereği mutlaka belirli bir yerde ifa
edilmesi zorunluluğu söz konusu değilse, bu halde ifa yeri tarafların iradelerine göre
belirlenir896. Tarafların ifa yeri hususundaki anlaşmaları açık olabileceği gibi, örtülü
de olabilir. Örneğin bir hekimin üstlenmiş olduğu tedavi yapma borcunun, onun

892
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 817; Tunç, a.g.e., s. 113.
893
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 817; Tunç, a.g.e., s. 113.
894
Bu görüşteki yazarlar için bkz.: Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 95, dn. 75’den ve Gündoğdu,
a.g.e., s. 116, dn. 217’den naklen Friedrich Mommsen, Die Unmöglichkeit der Leistung in ihrem
Einfluss auf Obligatorische Verhältnisse, 1855, s. 9.
895
Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 626; Oğuzman/Öz, C. I, s. 331; Serozan, İfaveEngelleri, s. 41;
Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 95; Dural, Kavram, s. 42; Altunkaya, a.g.e., s. 137; Başpınar, Kısmi
Butlan, s. 122-123; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 808.
896
Oğuzman/Öz, C. I, s. 331; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 808; Serozan, İfa ve
Engelleri, s. 42; Ayan, Borçlar Genel, s. 319.

217
muayenehanesinde gerçekleştirileceği örtülü olarak kabul edilmiş sayılır897. Bazı
hallerde ise ifa yerini bir kanun hükmü belirler. Örneğin TBK m. 566’ya göre
saklanmak üzere verilen şey, saklanması gereken yerde iade edilmelidir.İfa yeri ne
taraflarca ne de kanunda belirlenmiş değilse, bu halde TBK m. 89’a göre belli olur.
Bu hükme göre para borçları alacaklının ifa (ödeme) zamanındaki yerleşim yerinde
ifa edilmelidir (b. 1). Borç belirli bir şeyin verilmesine ilişkinse, yani bir parça borcu
söz konusu ise, bu şey sözleşmenin kurulduğu zaman nerede bulunuyorsa, orada ifa
edilmelidir (b.2)898. Para ve parça borçları dışındaki diğer tüm borçlar ise, borcun
doğumu zamanında borçlunun yerleşim yeri nerede bulunuyorsa orada ifa edilmelidir
(b.3).Tarafların iradeleri veya işin niteliği aksini göstermedikçe yan edim
yükümlülüklerinin ifa yeri de asıl edimin ifa yeridir899.
İfa yerine ilişkin tüm bu söylenenler göstermektedir ki; ifa yeri, sözleşmenin
esaslı unsurlarından birisi değildir. Zira taraflarca açık veya örtülü olarak
kararlaştırılmış olmasa da sözleşme kurulmakta ve ifa yeri TBK’nın genel hükümleri
arasında bulunan yedek hükümle belirlenmektedir. Bu halde edimin ifa edilmesi
gereken yerde ifa edilmemesinin bir kısmi imkânsızlık yarattığını kabul eden
yazarların iddia ettikleri gibi, ifa yeri edimin değil, ifanın unsurlarından biridir900. Bu
halde edimin ifa edilmesi gereken yerde ifa edilememesi bir kısmi imkânsızlık
yaratmaz. Öğretideki hâkim olan görüş de bu yöndedir901. Bu halde konu yönünden
edime uygun ve tam olan ifanın, ifa yerinde ifa edilememesi-kural olarak- bir kısmi
imkânsızlık yaratmaz.
Niteliği gereği edimin ifası yalnızca belirli bir yerde mümkünse ve borç orada
ifa edilemiyorsa, yalnızca bu durumda bir imkânsızlık halinin ortaya çıkması
mümkündür. Örneğin yapımı üstlenilen inşaat, teknik nedenlerden ötürü sözleşmeye
konu olan arazi üzerinde yapılamıyorsa, bu halde bir imkânsızlık söz konusu olur.

897
Örnek için bkz.: Oğuzman/Öz, C. I, s. 331; Serozan, İfaveEngelleri, s. 43.
898
Ancak bu esasın uygulanması, öğretide, tarafların, edimin borçlunun yerleşim yerinden başka bir
yerde bulunduğunu bilmeleri şartına da bağlı sayılmaktadır. Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 222; von
Tuhr/Escher, a.g.e., s. 42; Oğuzman/Öz, C. I, s. 332; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 43;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 811.
899
Oğuzman/Öz, C. I, s. 333.
900
Oğuzman/Öz, C. I, s. 330; Eren, Borçlar Genel, s. 1045; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 122; Dural,
Sonraki İmkânsızlık, s. 94; Dural, Kavram, s. 41; Altunkaya, a.g.e., s. 137.
901
İnan, a.g.e., s. 34; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 94-95; Dural, Kavram, s. 42-42; Altunkaya,
a.g.e., s. 137-138; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 122.

218
Zira bu halde ifa yeri ile edim arasında çok sıkı bir bağlılık söz konusudur ve edimin
ifa edilmesi gereken yerde ifa edilememesi aynı zamanda edimin de imkânsızlaştığı
anlamına gelir902.
Sonuç olarak edimin ifa edilmesi gereken yerde ifa edilememesinin-kural
olarak- bir imkânsızlık yaratmadığı; bu durumun başka sebeplerle borçlunun
sorumluluğuna yol açacağı söylenebilir903.

C. Sonraki Kısmi İmkânsızlık ve İfa Zamanı Yönünden İmkânsızlık


Edimin konu, yer ve zaman bakımından üç unsuru olduğunu kabul eden görüş,
edimin zamanında ifa edilememesini bazı hallerde tam bazı hallerde ise kısmi
imkânsızlık olarak kabul etmektedir. Bu görüşteki yazarlara göre904 edimin ifa
edilmesi gereken zamanda ifa edilmemesi, onu iktisadi veya hukuki yönden başka bir
şey haline getiriyorsa, yani sonradan yapılacak olan ifa, bir aliud olacaksa, bu halde
tam imkânsızlığın söz konusu olduğu kabul edilmelidir. Edimin ifa edilmesi gereken
zamanda ifa edilmemesi onu bir aliud haline getirmese dahi, sonradan yapılan ifa,
edimin zaman unsuru bakımından eksiklik taşıdığı için yine de bir kısmi imkânsızlık
olarak kabul edilmelidir905. Buna göre, kanun koyucunun edimin ifa edilmesi
gereken zamanda ifa edilmemesini temerrüt adı altında düzenlemesi dahi, zamanında
ifa etmemeyi bir kısmi imkânsızlık olarak kabul etmeye engel değildir. Bu durum
yalnızca, zaman yönünden kısmi imkânsızlık anlamına gelen temerrüdün, konu
yönünden kısmi imkânsızlık hükümlerine değil de, kanunda öngörülen özel kısmi
imkânsızlık, yani temerrüt hükümlerine tabi olduğunu göstermektedir906.

902
Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 95;Dural, Kavram, s. 42;Başpınar, Kısmi Butlan, s. 122-123;
Altunkaya, a.g.e., s. 137.
903
Alacaklı ifa yerinden başka bir yerdeki ifayı kabule mecbur değildir. Bu tür bir ifa teklifini
reddetmesi onu alacaklı temerrüdüne düşürmez. Bu halde borçlu borcunu ifa etmemesinin sonuçlarına
katlanır. Oğuzman/Öz, C. I, s. 331; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 94; Dural, Kavram, s. 41. Diğer
şartların da gerçekleşmesiyle birlikte burada borçlu temerrüdü gündeme gelebilir. von Tuhr, a.g.e., s.
499; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 94; Dural, Kavram, s. 41; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 64-64,
122.Alacaklı dilerse ifa yerinden başka bir yerde yapılan bir ifayı kabul edebilir ve bu da borcu sona
erdirir. Ancak edime duyduğu ihtiyaç nedeniyle ifayı reddetmek istemeyen alacaklının böyle bir ifayı
kabul etmiş olması, bu borcun gereği gibi ifa edilmemiş, yani kötü ifa edilmiş olduğu gerçeğini
değiştirmez. Bu halde alacaklı kötü ifayı kabul etmiş olmasına rağmen, bu nedenle uğramış olduğu
zararların tazminini talep edebilir. Zira alacaklının gereği gibi yapılmayan bir ifayı kabul etmiş
olması, onun, borçlunun sorumluluğuna dayanmaktan feragat ettiği anlamına gelmez. Oğuzman/Öz,
C. I, s. 483-484.
904
Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 96, dn. 78’den naklen Lehmann, Az P 96, s. 71.
905
Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 96, dn. 79’dan naklen Lehmann, Az P 96, s. 91.
906
Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 96, dn. 81’den naklen Lehmann, Az P 96, s. 71.

219
Hâkim görüş ise, yer yönünden kısmi imkânsızlık kavramına karşı çıktığı gibi,
zaman yönünden kısmi imkânsızlık kavramına da karşı çıkmakta ve temerrüdün
kısmi imkânsızlıktan tamamen ayrı bir kavram olduğunu kabul etmektedir907. Zira ifa
yeri edimin unsurlarından biri olmadığı gibi, ifa zamanı da edimin unsurlarından biri
değildir. İmkânsızlık, edim konusunun ifa edilemez hale gelmesinde söz konusu
olduğu gibi, kısmi imkânsızlık da yalnızca edimin konusunun kısmen ifa edilemez
olduğu hallerde ortaya çıkar. Yani imkânsızlık, ister tam ister kısmen olsun yalnızca
edimin konu yönünden ifa edilememesine bağlı olarak gündeme gelir. Temerrüdün
öncelikli şartı ise, ifa zamanından sonra olsa dahi edimin ifa edilebilir olmasıdır.
İfa zamanı, edimin değil de ifanın bir unsuru olduğu için908, edimin ifa edilmesi
gereken zamanda ifa edilmemesi halini bir kısmi imkânsızlık olarak kabul etmeye
imkân yoktur. Bu nedenle tam veya kısmi imkânsızlık yalnızca edimin konu
itibariyle hiç veya kısmen ifa edilemez olmasına özgüdür. Ancak ilk görüşün de
doğru olarak tespit ettiği bir husus vardır. Daha önce de belirttiğimiz gibi mantıkî
imkânsızlık kavramıyla hukukun kabul ettiği imkânsızlık kavramı büyük ölçüde
örtüşmek zorunda olsa da, bazı durumlarda hukuk düzeni, mantık kurallarının
imkânsız saydığı olayları imkânsızlık hükümlerine tabi tutmaktan kaçınmıştır. Belirli
bir tarihte ifa edilmesi gereken edim, bu tarihte ifa edilmemişse, aslında bundan
sonrası için edimin ifası mantıken imkânsızlaşmıştır. Zira zamanı geri almak
mümkün olmadığından, geçmiş vadeye dönerek edimi ifa etmek mümkün değildir.
Ancak vadenin geçmiş olmasına rağmen, edimin sonradan ifa edilmesinde de
alacaklının yararı olabileceğini düşünen kanun koyucu bu durumu imkânsızlık olarak
değil, temerrüt olarak kabul etmiş ve bu durumu imkânsızlıktan farklı hüküm ve
sonuçlara bağlamıştır (TBK m. 117-126)909. Hatta zamanında yapılmayan ifanın
sonradan kabul edilmeyeceğini açıkça gösteren kesin vadeli sözleşmelerde dahi
alacaklı, vadeden sonra edimin ifasını talep edebilir. Bu durumda alacaklı yalnızca

907
Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 96-97; Dural, Kavram, s. 43-44; Altunkaya, a.g.e., s. 136;
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 64.
908
Eren, Borçlar Genel, s. 1045; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 94; Dural, Kavram, s. 41;
Altunkaya, a.g.e., s. 137.
909
Altunkaya, a.g.e., s. 93; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, 905; Tekinay, a.g.e., s 88.

220
işlemin kesin vadeli olmasından vazgeçmiş, yani kesin vadeye rağmen aynen ifayı
kabul edeceğini bildirmiş olur910.
Sonuç olarak edimin ifa edilmesi gereken zamanda ifa edilmemesi, sonradan
ifa edilebilme olanağına rağmen mantıki yönden bir imkânsızlık yaratsa da, temerrüt
kavramı karşısında, ifa zamanının geçirilmiş olmasını ne kısmi ne de tam imkânsızlık
olarak kabul etmek mümkün değildir.
Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi911, edimin ifa edilmesi gereken zamanda
ifa edilmemiş olması bazı hallerde temerrüt değil, imkânsızlık sonucunu yaratır. Zira
bu hallerde taraflarca belirlenen ifa zamanı, edimin ifa edilebileceği yegâne zamanı
ifade eder. Örneğin, alacaklı adına belirli bir müzayedeye katılma borcunu yüklenen
vekil, bu görevini ancak müzayedenin yapıldığı zamanda yerine getirebilir. Vekilin
bu müzayedeyi kaçırması halinde edimin ifası kesin olarak imkânsızlaşmış olur. Bu
halde de ortaya çıkan imkânsızlık, kısmi değil, tam imkânsızlıktır.
Sonuç olarak öğretide bazı yazarlarca yer ve zaman yönünden kısmi
imkânsızlık olarak adlandırılan hallerin kısmi imkânsızlık ile hiçbir ilgisinin
bulunmadığını, ifa yerinin ve zamanının edimin değil, ifanın unsurları olduğunu ve
bu unsurlara uymanın kötü ifa veya temerrüt yarattığını tespit ettiğimizi
söyleyebiliriz. Bu halde kısmi imkânsızlık yalnızca edimin konu itibariyle kısmen
yerine getirilememesine ilişkindir.

D. Sonraki Kısmi İmkânsızlık ve Nitelik Yönünden İmkânsızlık


Başlangıçtaki kısmi imkânsızlığı incelediğimiz bölümde de belirttiğimiz üzere,
öğretideki bir görüş, ifa yeri ve zamanı dışında borçlanılan edimle ifa edilen edimin
aynı nitelikte olmaması halinde de, edimin imkânsızlığının söz konusu olabileceğini
ileri sürmektedir912. Bu tür imkânsızlık niteliksel imkânsızlık (qualitative
Unmöglichkeit) olarak adlandırmaktadır913. Galeri sahibinin, alıcıya Van Gogh’un
gerçek bir tablosunu teslim etmeyi taahhüt edip de, teslim ettiği tablonun sahte

910
Seliçi, Kesin Vade, s. 104-105;Oğuzman/Öz, C. I, s. 533, 535; Eren, Borçlar Genel, s. 1114.
911
Bkz.: yuk. s. 78-79, 81-82, 130-131.
912
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 123; Solomon Kaniti, Akdin İfa Edilmediği Defi, İstanbul, Ahmet
Said Matbaası, 1962, s. 114.
913
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 223-224; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 123; Solomon Kaniti, Akdin İfa
Edilmediği Defi, İstanbul, Ahmet Said Matbaası, 1962, s. 114.

221
olması bu hususta örnek olarak gösterilmektedir914. Kanaatimizce bu görüşe ve bu
hususta verilen örneğin bir imkânsızlık yarattığına katılmak mümkün değildir915.
Şöyle ki; ifa edilen edimin borçlu tarafından alacaklıya bildirilen nitelikleri veya
dürüstlük kuralı gereği ondan beklenen gerekli vasıfları taşımaması kötü bir ifa;
satım, kira ve eser sözleşmelerinde ise kötü ifanın özel bir türü olan ayıplı bir ifadır.
Yalnızca çeşit borçlarında edimin belirlenen kalitede olmasının mümkün
olmadığı hallerde bir imkânsızlık söz konusu olabilir. Öğretideki bazı yazarlar bu
halde kısmi bir imkânsızlığın söz konusu olduğunu ileri sürseler de916, kanaatimizce
burada tam bir imkânsızlık söz konusu olur. Zira kısmi imkânsızlık edimin nicel
unsuru bakımından ortaya çıkabilecek bir durumdur. Edimin niteliği ise tüm edim
bakımından söz konusu olur.

11. SONRAKİ KISMİ İMKÂNSIZLIĞIN HÜKÜM VE


SONUÇLARI

I. GENEL OLARAK
Sözleşme kurulduktan ancak edim henüz ifa edilmeden önce meydana gelen
imkânsızlığa ilişkin düzenlemeler TBK m. 112 ile 136 - 137’de borçlunun bu
imkânsızlıktan sorumlu olup olmadığına göre farklı sonuçlara tabi tutularak
yapılmıştır. Kanundaki bu sıralamaya uygun olarak, öncelikle borçlunun sorumlu
olduğu kısmi imkânsızlık, ardından da borçlunun sorumlu olmadığı sonraki kısmi
imkânsızlık incelenecektir.

II. BORÇLUNUN SORUMLU OLDUĞU SONRAKİ KISMİ


İMKÂNSIZLIĞIN HÜKÜM VE SONUÇLARI

A. Genel Olarak
Borçlunun sorumlu olduğu sonraki kısmi imkânsızlığa özgü olarak kanunda
açık bir düzenleme yapılmamıştır. Ancak bölünebilir bir borcun tamamının belli ve
muaccel olduğu hallerde, alacaklının kısmi ifayı reddedebileceğine ilişkin
düzenlemeden (TBK m. 84/1) ve borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlığa

914
Başpınar, Kısmi Butlan, s. 123; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 99.
915
Aynı yönde; Altunkaya, a.g.e., s. 203.
916
Bucher, AT, s. 116 vd; Eren, Borçlar Genel, 1046.

222
ilişkin TBK m. 112’den yararlanarak, sonraki kısmi imkânsızlığın yaratacağı
sonuçları belirlemek mümkündür. Burada borçlunun sorumlu olmadığı sonraki kısmi
imkânsızlığa ilişkin TBK m. 137’den kıyasen yararlanmak da mümkündür.
Borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlığa ilişkin TBK m. 112: “Borç hiç
veya gereği gibi ifa edilemezse borçlu, kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini
ispat etmedikçe, alacaklının bundan doğan zararını gidermekle yükümlüdür”
şeklindedir. Görüldüğü gibi bu hükümde borç sonraki imkânsızlık nedeniyle ifa
edilemiyorsa alacaklının tazminat talep edebileceği düzenlenmiş, ancak bu durumun
borç ilişkisini ne şekilde etkileyeceği bildirilmemiştir. Bu hususta öğretide de bir
fikir birliği bulunmamaktadır. Ayrıca bazı yazarlar, burada, alacaklının tazminat
dışında başvurabileceği başka imkânların bulunduğu da ileri sürmektedirler.
Çalışmanın bu kısmında öncelikle sonraki imkânsızlığın borç ilişkisine etkisi
incelenecek, ardından da alacaklının bu nedenle borçluya karşı ileri sürebileceği
taleplere değinilecektir. Son olarak da TBK m. 84/1’den ve 112’den yararlanarak
borçlunun sorumlu olduğu sonraki kısmi imkânsızlık halinde doğacak sonuçların
neler olacağı belirlenecektir.

B. Borçlunun Sorumlu Olduğu Sonraki İmkânsızlığın Borç İlişkisine


Etkisi
Borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlıkta, borcun sona ereceği TBK
m. 136/1’de açıkça düzenlenmiş olmasına rağmen, borçlunun sorumlu olduğu
sonraki imkânsızlığın borç ilişkisini ne şekilde etkileyeceği kanunda bildirilmemiştir.
Bu hususta öğretide de bir fikir birliği bulunmamaktadır.
Bir fikre göre, borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlık borcu sona
erdiriyorsa, borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlığın da borcun sona
erdirdiği kabul edilmeli ve bu bakımdan sonraki imkânsızlık türleri arasında bir fark
yaratılmamalıdır917.

917
Oğuzman/Öz, C. I, s. 462 vd; Kurşat, İmkânsızlık, s. 764, dn. 60; Öz, Dönme, s. 156. Ön
sözleşmeler bakımından da, bu sözleşme kurulduktan sonra asıl sözleşmenin yapılmasını engelleyen
imkânsızlıkların ön sözleşmeden doğan borçları sona erdireceği ve bu sonucun asıl sözleşmeyi kurma
borcu altında olan tarafın kusuru olup olmadığına bakılmaksızın doğacağı kabul edilmektedir. Hasan
Ayrancı, Ön Sözleşme, Ankara, Yetkin, 2006, s. 186. Seliçi’de seçimlik borçları incelediği eserinde,
borcun sona ereceği kabul edilirse seçim hakkının da sona erdiğinin kabul edilmesi gerektiğini
bildirmiştir. Yazara göre bu sonuç seçimlik borçlarda imkânsızlığa ait birçok problemi en uygun

223
Buna karşın hâkim fikir, borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlığın
borcu sona erdirmeyeceğini, yalnızca borcun içeriğini değiştirerek, ifası
imkânsızlaşan edimin yerini alacaklının zararını tazmin yükümlülüğünün alacağını
kabul etmektedir918. Bu fikrin kabulü halinde tazminat borcu, ifası imkânsızlaşan
borcun devamı olduğundan, ifası imkânsızlaşan borca ait rehin ve kefalet gibi ayni ve
şahsi teminatlarla bu borç için söz konusu olan zamanaşımı süresi, tazminat borcu
için de geçerli olacaktır. Yine ifası imkânsızlaşan borçla ilgili savunmalar tazminat
alacağına karşı da ileri sürülebilecektir919.
Aksi görüşün kabulü halinde ise tazminat borcu, ifası imkânsızlaşan borcun
devamı olarak kabul edilmediğinden, bu borç için yeni bir zamanaşımı süresi
işlemeye başlayacaktır. Borçlunun sorumlu olduğu imkânsızlığın da borcu sona
erdirdiğini kabul eden yazarlar, bu durum, borçlunun aleyhine olsa da, borcun
ifasındaki imkânsızlıktan bizzat kendisi sorumlu olduğu için, bu sonuca katlanması
gerektiğini ileri sürmektedirler920. Ancak asıl borç zamanaşımına uğradıktan sonra
imkânsızlığın ortaya çıkması halinde, asıl borcun ifası talebine karşı ileri
sürülebilecek zamanaşımı definin, imkânsızlık dolayısıyla alacaklının bir zararının
bulunmadığını göstermek bakımından tazminat talebine karşı da ileri sürülebileceği
de savunmaktadırlar921. Zamanaşımı definde olduğu gibi ifası imkânsızlaşan asıl
borca karşı ileri sürülebilecek ve bu borcun ifası zorunluluğunu ortadan kaldıran
diğer savunmaların da, alacaklının imkânsızlık dolayısıyla bir zarara uğramadığını
ispatlamak bakımından, tazminat talebine karşı ileri sürülebileceği de
belirtilmektedirler922. İfası imkânsızlaşan borç için verilen kefalet ise TBK m. 589/2

şekilde çözdüğünden, borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlığın borç ilişkisi sona erdirdiği
kabul edilmelidir. Seliçi, Seçimlik Borçlar, s. 397.
918
Guhl/Koller/Druey; a.g.e., 223; von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 104; Bucher, AT, s. 195; Ziegler, a.g.e.,
s. 9; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 853-854; Eren, Borçlar Genel, s. 1054; Serozan,
İfa ve Engelleri, s. 200; Reisoğlu, a.g.e., s. 347, 351; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 851; Kaynar,
a.g.e., s. 190; Birsen, a.g.e., s. 546. Hatemi ve Gökyayla’ya göre bu iki görüş arasında sadece ifade
farkı vardır. Burada dar anlamda borç düşer, ancak sözleşmeden doğan yükümlülük borç ilişkileri,
edim kusurlu olarak ifa edilmediği için sorumluluk borç ilişkisine döner. Bu durumda edim tazminata
dönüşmüş olmaz, kusurlu imkânsızlık nedeniyle borç sona ermiştir ve geniş anlamda borç ilişkisi
devam ettiği için de tazminat gerekmektedir. Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 249.
919
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 104; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 200;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 854; Reisoğlu, a.g.e., s. 352.
920
Oğuzman/Öz, C. I, s. 465.
921
Oğuzman/Öz, C. I, s. 465.
922
Oğuzman/Öz, C.I, s. 465.

224
b. 1 gereğince923 tazminat borcu için de geçerli olur. Bu noktada TBK m. 112’den
doğan tazminat borcunun, ifası imkânsızlaşan edimin devamı olarak kabul edilip
edilmemesinin büyük bir fark yaratmadığı söylenebilir.
Bu iki görüş arasındaki asıl fark, alacaklının, tazminat talep edebilmek için
ifası imkânsızlaşan asıl borç için kararlaştırılan vadeyi beklemek zorunda olup
olmadığı noktasında ortaya çıkar. Alacaklının asıl borç için söz konusu olan vadeyi
beklemeksizin tazminat talep edebilmesi için, tazminat borcunun ifası imkânsızlaşan
asıl borcun devamı olarak kabul edilmemesi gerekir924. Bu görüşlerin bir diğer farkı
da karşılıklı sözleşmeler bakımından orta çıkar. Tazminat borcunun ifası
imkânsızlaşan edimin devamı olduğunu kabul eden hâkim görüşte borçlu, tazminat
ödemek zorunda olmasına karşın, karşı edimi talep etme hakkını da yitirmez. Karşı
görüşte ise, borç sona ermiş sayılacağından, borçlu da karşı edimi talep etme hakkını
yitirir925.
Bu farklılar karşısında borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık ile
borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlık arasında bir farklılık gözetmeyerek,
her iki durumun da borcu sona erdireceğini kabul eden görüşe katılmak daha
uygundur. Zira edimin vadede ifa edilmeyeceğini kesin olarak ortaya koyan
imkânsızlık karşısında, alacaklının tazminat talep edebilmek için vadeyi beklemek
zorunda olduğunun kabulü yersizdir. Yine borçlunun sorumlu olmadığı sonraki
imkânsızlıkta dahi borçlunun karşı edimi talep etme hakkını yitirmesi söz konusu
olabiliyorsa (TBK m. 136/2), borçlunun sorumlu olduğu imkânsızlıkta evleviyetle bu
sonucun doğacağı kabul edilmelidir (TBK m. 136/2)926. Zira imkânsızlıktan sorumlu
olan borçluyu, imkânsızlıktan sorumlu olmadığı halde karşı edimi talep etme hakkını
yitiren borçludan daha fazla korumak uygun değildir927.

923
TBK m. 589/2 b. 1 hükmü şu şekildedir: “Aksi sözleşmede kararlaştırılmamışsa kefil, belirtilen
azami miktarla sınırlı olmak üzere, aşağıdakilerden sorumludur:
1. Asıl borç ile borçlunun kusur veya temerrüdünün yasal sonuçları…”.
924
Oğuzman/Öz, C.I, s. 463, 466.
925
Oğuzman/Öz, C. I, s. 463.
926
Oğuzman/Öz, C. I, s. 463.
927
Borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlığın da asıl borcu sona erdirdiğini kabul eden
Oğuzman ve Öz, bu halde de borcun sona erdiğini kabul etmenin mantıklı olduğunu, zira hiç kimsenin
mümkün olmayan bir şeyi ifa ile yükümlü kalmasının anlamı olmadığını ileri sürmektedirler.
Oğuzman/Öz, C. I, s. 463. Kanaatimizce,borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlığın borcu sona
erdirmeyeceğini ileri süren görüşe bu gerekçeyle karşı çıkmak mümkün değildir. Zira bu görüşte de,

225
Öğretideki bir diğer fikir ise, TBK m. 112’nin yalnızca bir tazminat hükmü
olduğunu ve bunun ötesinde edim yükümlülüklerinin akıbetiyle ilgilenmediğini ileri
sürmektedir928. Kanaatimizce, zaten bu iki görüş, TBK m. 112’nin borçlunun
sorumlu olduğu sonraki imkânsızlığın borç ilişkisine etkisi hususundaki boşluğunu
doldurmak amacıyla ileri sürülmektedir.

C. Borçlunun Sorumlu Olduğu Sonraki İmkânsızlık Halinde Alacaklının


Sahip Olduğu Haklar

1. Tazminat Talebi
Borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlıkhalindekoşulları gerçekleşmişse,
alacaklı uğradığı tüm zararların tazminini TBK m. 112 gereğince borçludan talep
edebilir.

a. Borçludan Tazminat Talep Edilebilmesinin Koşulları


Sonraki imkânsızlık nedeniyle borçludan tazminat talep edilebilmesinin
koşulları aşağıda inceleyeceğimiz üzere dört tanedir.

(1) Edimin İfası Sözleşme Kurulduktan Sonra İmkânsızlaşmalıdır


TBK m. 112 gereğince alacaklının sonraki imkânsızlık nedeniyle borçludan
tazminat talep edebilmesinin ilk koşulu, geçerli bir sözleşmede kararlaştırılan edimin
ifasının, sözleşme kurulduktan sonra imkânsız hale gelmesidir. Ancak bu
imkânsızlığın mutlaka objektif bir imkânsızlık mı olması gerektiği yoksa sübjektif
bir imkânsızlığın da yeterli olup olmadığı hususu öğretide tartışmalıdır. Bazı
yazarlar929 sonraki imkânsızlık bakımından imkânsızlığın objektif veya subjektif

borçlu, mantığa uygun olarak namümkünü mümkün kılmakla yükümlü kılınmış değildir. Yalnızca
ifası imkânsız olan edimin içeriğinin tazminat ödeme borcu olarak değişeceği kabul edilmektedir.
928
Gündoğdu; a.g.e., s. 198.
929
Amstutz ve diğerleri; a.g.e., s. 1425; Schwenzer, a.g.e., s. 436; Böhringer v.d., a.g.e., s. 66; Aybay,
a.g.e., s. 127; von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 94;Huguenin, a.g.e., s. 96, 98; Oğuzman/Öz, s C. I,. 460,
568; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 168, 185-186; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 904,
907, 909, 999; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 311; Arıkan, İmkansızlık, s. 271; Erzurumluoğlu, Edimin
Yerine Getirilmemesi, s. 11-12; Reisoğlu, a.g.e., s. 348, 409; Kaplan, a.g.e., s. 139; Akkanat, s
a.g.e.,. 36; Nomer, Genel Hükümler, s. 308; Tunçomağ, a.g.e., s. 482; Karahasan, Tazminat
Davaları, s. 888; Tandoğan, Mesuliyet, s. 396; Feyzioğlu, Borçlar Genel, s. 174; Mustafa Reşit
Karahasan, Türk Borçlar Hukuku: Genel Hükümler, 4 C., İstanbul Beta, 2003, C: II, s. 860 (Genel
Hükümler C. II).

226
olmasının hiçbir önem taşımadığını savunurken, bazı yazarlar930 sonraki imkânsızlık
bakımından da yalnızca objektif imkânsızlığın önem taşıdığını ileri sürmektedirler.
Yani ilk görüş, sonraki subjektif imkânsızlığı, objektif imkânsızlıkla bir tutmakta ve
sözleşme kurulduktan sonra meydana gelen subjektif imkânsızlığı gerçek anlamda
bir imkânsızlık olarak değerlendirmektedir. Bu halde sübjektif bir imkânsızlık da
TBK m. 112’deki diğer koşulların da gerçekleşmesiyle birlikte alacaklının borçludan
tazminat talep edebilmesine neden olabilecektir. İkinci görüşte ise sonraki
imkânsızlık bakımından yalnızca objektif imkânsızlığa bir değer atfedilmekte,
subjektif imkânsızlık ise, gerçek bir imkânsızlık olarak kabul edilmemektedir. Bizim
de katıldığımız fikre göre sonraki sübjektif imkânsızlık hallerine temerrüde ilişkin
hükümler uygulanmalıdır931. Zira bu, özellikle karşılıklı sözleşmelerde alacaklı
açısından daha avantajlı bir durum yaratır932.

(2) İmkânsızlık Nedeniyle Alacaklı Bir Zarara Uğramış Olmalıdır


Tazminat, alacaklıyı zenginleştirmeye değil, borca aykırı davranış nedeniyle
malvarlığında meydana gelen zararı telafi etmeyi amaçladığından, borçlunun
sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık nedeniyle borçludan tazminat talep
edilebilmesinin bir diğer koşulu da, borca aykırı davranış nedeniyle alacaklının
zarara uğramış olmasıdır933.
Borca aykırı davranış nedeniyle alacaklı maddi bir zarara uğramış olabileceği
gibi, alacaklının hem maddi hem de manevi bir zarara ya da yalnızca manevi bir
zarara uğramış olması da mümkündür. TBK m. 112’de de yalnızca alacaklının
zararından söz edilmiş, maddi ya da manevi zarar şeklinde bir ayırıma gidilmemiş

930
Bucher, AT, s. 418; Ziegler, a.g.e., s. 73; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 121; Topuz/Canbolat, s.
a.g.e., s. 686; Eren, Borçlar Genel, s. 1040, 1300; Buz, İmkansızlık, s. 25; Kurşat, İmkansızlık, s.
763; Tunç, a.g.e., s. 115; Başpınar, Kısmi Butlan, s. 115, 119; Aydıncık, a.g.e., s. 35; Ayan, Borçlar
Genel, s. 367.
931
Bucher, AT, s. 248; Ziegler, a.g.e., s. 66; Eren, Borçlar Genel, s. 1040; Altunkaya, a.g.e., s. 258.
Açıkça bildirilmemiş olmakla beraber Kılıçoğlu’nun da bu görüşte olduğu anlaşılmaktadır. Kılıçoğlu,
Genel Hükümler, s. 669.
932
Aslında sübjektif ve objektif imkânsızlık ayırımını yapmak bazı hallerde çok zor olduğundan,
başlangıçtaki imkânsızlık bakımından yapılan bu ayırımı, en azından sonraki imkânsızlıkta yapmamak
sonuca daha kolay ulaşmak bakımından faydalı olabilir. Ancak mevcut hükümler karşısında sonraki
imkânsızlıkta da sübjektif ve objektif imkânsızlık ayırımını yapmak alacaklının daha iyi korunmasına
imkân tanır.
933
Oğuzman/Öz, C.I, s. 395; Eren, Borçlar Genel, s. 1052; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,
Borçlar, s. 854; Reisoğlu, a.g.e., s. 351.

227
olduğundan, alacaklının hem maddi hem de manevi zararlarının tazminini talep
edebilmesi mümkündür.
Maddi zararın konusu, kişinin iradesi dışında malvarlığında meydana gelen
eksilmelerdir934. Ancak öğretide maddi zarar kavramı hakkında bir görüş birliği
bulunmamaktadır. Fark teorisi olarak adlandırılan bir fikre göre zarar, zarar verici
olay gerçekleşmeseydi, malvarlığının içinde bulunacağı durumla, zarar verici olayın
gerçekleşmesinden sonra içinde bulunduğu durum arasındaki farktır935. Somut zarar
teorisi olarak adlandırılan diğer fikre göre ise, kişinin malvarlığına dâhil değerlerde,
bu değerden yoksun bırakılma veya bu değerin tahrip edilmesi şeklinde yaşanacak
tüm somut kayıplar zarar olarak nitelendirilmektedir936.
Başlangıçtaki imkânsızlık halinde, alacaklının geçerli bir biçimde kurulduğuna
inandığı sözleşmenin hüküm doğurmaması nedeniyle uğramış olduğu zararların, yani
olumsuz zararların tazmini gerekirken, sonraki imkânsızlıkta olumlu zararların
tazmini gerekmektedir937. Olumlu zarar, borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi
nedeniyle alacaklının uğradığı zarardır938. Kabul ettiğimiz fark teorisi çerçevesinde
edim hiç veya gereği gibi ifa edilmediği için alacaklının malvarlığının içerisinde
bulunduğu durumla, borç gereği gibi ifa edilseydi içinde bulunacağı durum

934
Henri Deschenaux/ Pierre Tercier, Sorumluluk Hukuku, Çev. Salim Özdemir, Ankara, Kadıoğlu
Matbaası, 1983, s. 19; Bucher, AT, s. 341-342; von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 99; Huguenin, a.g.e., s.
100; Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 565; Erdem Büyüksağiş, Yeni Sosyo-Ekonomik Boyutuyla
Maddi Zarar Kavramı, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2007, s. 45-46; Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 9;
Ataay, a.g.e., s. 85. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere kişinin iradesi çerçevesinde malvarlığında
gerçekleşecek eksilmeler, zarar kapsamında değerlendirilemez. Ancak kişinin iradesi dışında meydana
gelen bir zararı gidermek için, iradesiyle malvarlığında gerçekleştireceği eksiltmeler de zarar
kapsamında değerlendirilerek, bunlar için de tazminat talep edilebilir. Deschenaux/Tercier, a.g.e., s.
20; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 202.
935
von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 84; Bucher, AT, s. 341;Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 565;Huguenin,
a.g.e., s. 100; Velidedeoğlu, a.g.e., s. 743; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 855; Eren,
Borçlar Genel, s. 1052; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 201-202.
936
Bu teori hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 18-20. Yazar fark ve somut
zarar teorisinden birini benimsemek yerine, her iki teoriyi de birbirlerini tamamlayacak şekilde kabul
etmenin, zarar kavramının açıklanması bakımından daha doğru bir yaklaşım tarzı olacağını ileri
sürmektedir. Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 21-22.
937
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 223; Huguenin, a.g.e., s. 101; Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 726; von
Tuhr, a.g.e., s. 564; Oğuzman/Öz, C. I, s. 395-396; Eren, Borçlar Genel, s. 1056; Gündoğdu, a.g.e.,
s. 269; Kurşat, İmkânsızlık, s. 767; Ayan, Borçlar Genel, s. 330; Tunç, a.g.e., s. 119; Reisoğlu,
a.g.e., s. 352.
938
Eren, Borçlar Genel, s. 1056; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 855; Oğuzman/Öz,
C. I, s. 396; Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 55-56; Gündoğdu, a.g.e., s. 268.

228
arasındaki fark olumlu zararı teşkil eder939. Bu fark, malvarlığının pasifinde meydana
gelen bir çoğalmadan veya aktifinde meydana gelen bir azalmadan
kaynaklanabileceği gibi, aktifin artmasına veya pasifin azalmasına engel olma
şeklinde de ortaya çıkabilir. Malvarlığında meydana gelen azalma fiili zarar olarak
adlandırılırken, malvarlığının artma imkânının kaybı ise yoksun kalınan kârı ifade
eder940.
Bu açıklamalara göre, sonraki imkânsızlık halinde, alacaklının, imkânsızlaşan
edimin değerini talep edebilir. Zira ifa talebi, alacaklının malvarlığının aktifinde yer
alır ve edimin ifasının imkânsızlaştığı hallerde aktifin azalması nedeniyle fiili bir
zarar doğar941.
İmkânsızlaşan edimin değerine, alacaklının borcun ifasının gerçekleşmesi için
yaptığı masraflarla, borcun ifa edileceğine güvenerek üçüncü kişilerle yaptığı
sözleşmelere aykırı davranmak zorunda kalması nedeniyle ödeyeceği tazminatların
da gireceği belirtilmektedir942. Gerçekten de alacaklı sonraki imkânsızlık nedeniyle
bu şekilde fiili bir zarara uğramış olabilir. Yine sonraki imkânsızlık nedeniyle
alacaklı bir kardan da yoksun kalmış olabilir. Alacaklının borcun ifa edileceğine
güvenerek üçüncü kişilerle yaptığı sözleşmelere aykırı davranması nedeniyle, bu
sözleşmeler sayesinde elde edeceği kârı yitirmesi halinde böyle bir zarar söz konusu
olur. Örneğin satın aldığı belirli bir tablo, kendisine teslim edilseydi, bunu bir
başkasına 10.000 TL fazlasına satabilecek bir kimsenin, 10.000 TL’lik yoksun
kaldığı kârı olur943.
Borca aykırı davranış, maddi bir zarara yol açabileceği gibi manevi bir zarara
da yol açabilir. Manevi zararın kişilik haklarına saldırı nedeniyle bir kimsenin
duyduğu cismani ve manevi acı ve elemi ve böylece yaşama zevkindeki bir azalmayı

939
Bucher, AT, s. 347; von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 99; von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 86; Oğuzman/Öz, C. I,
s. 396; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 202; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 855; Kurşat,
İmkânsızlık, s. 767-768; Reisoğlu, a.g.e., s. 352; Nomer, Genel Hükümler, s. 309.
940
Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 10; Eren, Borçlar Genel, s. 1052; Oğuzman/Öz, C. I, s. 400; Serozan,
İfa ve Engelleri, s. 202; Gündoğdu, a.g.e., s. 269 Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 856;
Reisoğlu, a.g.e., s. 353.
941
Huguenin, a.g.e., s. 101; Oğuzman/Öz, C. I, s. 393; Eren, Borçlar Genel, s. 1054; Gündoğdu,
a.g.e., s. 266; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 202
942
Huguenin, a.g.e., s. 101; Serozan, İfa ve Engelleri,s. 202-203; Eren, Borçlar Genel, s. 1055;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 393-394; Gündoğdu, a.g.e., s. 269.
943
Huguenin, a.g.e., s. 101; Oğuzman/Öz, C.I, s. 394, 401.

229
ifade ettiği belirtilmektedir944. Edimin ifasını imkânsızlaştırmak suretiyle
gerçekleştirilen borca aykırı bir davranış, alacaklının kişilik haklarını ihlal ederek, bu
tarz bir zarara yol açabilir.

(3) Alacaklının Uğradığı Zararla Sonraki İmkânsızlık Arasında


Nedensellik Bağı Bulunmalıdır
Borçlu, TBK m. 112’de belirtilen koşulların gerçekleşmesi halinde sonraki
imkânsızlık nedeniyle alacaklının uğramış olduğu zararlardan sorumludur. Ancak
borçludan yalnızca edimin ifa edilmemesiyle uygun nedensellik bağı bulunan
zararları tazmin etmesi talep edilebilir. Yani borca aykırılık ile zarar arasında
nedensellik bağı kurulamıyorsa doğacak zarardan borçluyu sorumlu tutmak mümkün
değildir945.
Öğretide, nedenselliğin varlığını alacaklının ispat etmesi gerektiği ileri
sürülmektedir946. Bu ispat, hayatın olağan akışı çerçevesinde sonraki imkânsızlık
nedeniyle edimin ifa edilmemesinin, alacaklının uğramış olduğu zararları doğurmaya
elverişli olduğu hususunda hâkimin ikna edilmesi suretiyle gerçekleştirilir947. Burada
nedensellik bağının kesin olarak ispatlanmasının gerekmediği, alacaklının yalnızca
bir takım emarelere dayanmasının yeterli olduğu da belirtilmektedir948.

(4) Borçlu Sonraki İmkânsızlıktan Sorumlu Olmalıdır


TBK m. 112 gereğince alacaklının, sonraki imkânsızlık nedeniyle borçludan
tazminat talep edebilmesinin bir diğer koşulu da, borçlunun edimin imkânsızlık
nedeniyle ifa edilememesinde kendisine hiçbir kusurun isnat edilemeyeceğini ispat
edememesidir. TBK m. 112’de açıkça borçlunun kusurundan bahsedilmişse de bazı
hallerde borçlu, kusuru olmasa da ortaya çıkan zarardan sorumludur. Bazı hallerde
ise kusuru olmasına rağmen hiçbir sorumluluk altına girmez. Bu nedenle “borçlunun

944
von Tuhr, a.g.e., s. 115-116; Bucher, AT, s. 349; Arzu Genç - Arıdemir, Sözleşmeye Aykırılıktan
Doğan Manevi Tazminat, İstanbu, Oniki Levha, 2008, s. 75 vd.; Murat İnceoğlu, “Yargıtay Kararları
Işığında Sözleşmeye Aykırılıktan Doğan Manevi Tazminat Talepleri” BATİDER, C. XXIV, S. 4,
Aralık 2008, s. 79-80; Ergüne, Olumsuz Zarar, 11-12; Eren, Borçlar Genel, s. 1054; Oğuzman/Öz,
C. I, s. 402; Gündoğdu, a.g.e., s. 270, 298; Tunçomağ, Borçlar, s. 500.
945
Huguenin, a.g.e., s. 102; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 204; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,
Borçlar, s. 868; Eren, Borçlar Genel, s. 1059; Oğuzman/Öz, C. I, s. 393; Gündoğdu, a.g.e., s. 272.
946
Oğuzman/Öz, C. I, s. 393; Gündoğdu, a.g.e., s. 279-280.
947
Oğuzman/Öz, C. I, s. 393; Gündoğdu, a.g.e., s. 280.
948
Gündoğdu, a.g.e., s. 280.

230
kusurlu olduğu imkânsızlık” kavramı değil, “borçlunun sorumlu olduğu imkânsızlık”
kavramını kullanmak daha uygundur.
Ancak Türk - İsviçre hukukunda sorumluluk-kural olarak- kusur esasına bağlı
olduğundan, borçlunun kusurlu olduğu hallerde -yine kural olarak- imkânsızlıktan
sorumlu olacağı söylenebilir. Aşağıda öncelikle borçlunun kusuru nedeniyle sonraki
imkânsızlıktan sorumlu olduğu haller, ardından borçlu kusurlu olmasa da sorumlu
olduğu haller incelenecektir.

i. Borçlunun Kusuru Nedeniyle Sonraki İmkânsızlıktan Sorumluluğu


Kanunda kusurun bir tanımı yapılmamış olmakla birlikte; öğretide, zarar veren
şahsın, zarar verici davranış (sözleşme hukuku bağlamında sözleşmeye aykırı bir
davranış) sonucunda bir başkasının (sözleşme hukuku bağlamında karşı tarafın) zarar
göreceğini bilmesi veya bilebilecek durumda olması şeklinde tanımlanmaktadır949.
Daha genel olarak, kusuru, hukuk düzeninin kınadığı, hoş görmediği davranış biçimi
olarak tanımlayanlar da mevcuttur950.
Sözleşmesel kusurun subjektif951 ve objektif952 olmak üzere iki unsurunun
bulunduğu kabul edilmektedir. Borçlunun sonraki imkânsızlık nedeniyle edimin ifa

949
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 492; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 307;
Tunçomağ, Borçlar, s. 280.
950
Eren, Borçlar Genel, s. 1060; Diğer tanımlar için bkz.: Oğuzman/Öz, C. I, s. 416.
951
Kusurun sübjektif unsuru, kişinin hareketlerinin sonuçlarını öngörebilmesi, yani ayırt etme gücüne
sahip olup olmadığıyla ilgilidir. Ahmet İyimaya, “Kusur Ehliyeti Üzerine”, Sorumluluk ve Tazminat
Hukuku Sorunları, Ankara, yay. y., 1990, s. 86; Oğuzman/Öz, C. I, s. 416; Eren, Borçlar Genel, s.
1062. TBK m. 13’de yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk veya
bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan
herkesin ayırt etme gücüne sahip olduğu bildirilmiştir. Ayırt etme gücü göreceli bir kavram
olduğundan, ancak somut olayın özelliklerine göre bir şahsın ayırt etme gücüne sahip olup olmadığı
belirlenebilir. Abdülkadir Arpacı, Kişiler Hukuku (Gerçek Kişiler), 2. bs., İstanbul, Beta, 2000, s.
21; Ergun Özsunay, Gerçek Kişileri Hukuki Durumu, İstanbul, Fakülteler Matbaası, 1979; s. 34;
Serap Helvacı, Gerçek Kişiler, 3. bs., İstanbul, Legal, 2010, s. 54; İyimaya, a.g.e., s.87;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 416; Serozan, Giriş - Kişiler, s. 429-430; Dural/Öğüz, a.g.e., s. 60;
Akipek/Akıntürk/Ateş-Karaman, a.g.e., s. 289; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Kişiler, s. 53, 58;
Ayan/Ayan, a.g.e., s. 23. TMK m. 15’de, kanunda belirtilen istisnalar bir yana, ayırt etme gücü
bulunmayan kişilerin fiillerinin hukuki sonuç doğurmayacağı belirtildiğinden, bu kişiler-kural olarak-
sorumluluk ehliyetine sahip değillerdir. Ancak, istisnai olarak, bu kişilerin haksız fiillerinden ve borca
aykırı davranışlarından sorumlu oldukları haller de mevcuttur. Borçlu, borç altına girdiği zaman ayırt
etme gücüne sahip olmasına rağmen, sonradan kendi kusuruyla geçici olarak ayırt etme gücünü
yitirmişse ve bu sırada borca aykırı davranmışsa TBK m. 59’a kıyasen sorumlu olur. Oğuzman/Öz, C.
I, s. 418; Eren, Borçlar Genel, s. 1062; Reisoğlu, a.g.e., s. 356; Nomer, Genel Hükümler, s. 311;
Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Kişiler, s. 86. TBK m. 59’un kıyasen hukuki işlemlerde
uygulanmaması gerektiği kanaatinde; Ayan/Ayan, a.g.e., s. 49. Yine devamlı olarak ayırt etme
gücünden yoksun olan kişilerin, kanuni temsilcileri aracılığıyla geçerli bir biçimde üstlendikleri
borçların, kanuni temsilcileri tarafından ihlal edilmeleri hallerinde de, ayırt etme gücü bulunmayanlar

231
edilememesinde kusurlu olup olmadığı belirlenirken de, kusurun hem subjektif hem
de objektif unsurlarına dikkat edilmelidir.
TBK m. 114/1 c. 1’e göre borçlu, genel olarak her türlü kusurundan
sorumludur953,954. Bu halde borçlu bilerek edimin ifasını imkânsız hale getirmişse
sorumlu olduğu gibi, edimin ifasını imkânsız hale getirmeyi istememekle birlikte bu
sonucun meydana gelmemesi için gereken özeni göstermediği hallerde de sorumlu
olur. İlk halde borçlu, edimin ifasını kasten955 imkânsızlaştırırken, ikinci halde
edimin ifasının imkânsızlığına ihmali davranışıyla956 sebep olur957.

sorumlu olur. Oğuzman/Öz, C. I, s. 418; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Kişiler, s. 86, dn. 288;


Ayan/Ayan, a.g.e., s. 49. Son olarak hâkimin, hakkaniyet gereği ayırt etme gücü bulunmayan
borçluyu, borca aykırı davranışından doğan zarardan TBK m. 65’e kıyasen sorumlu tutabilmesi de
mümkündür. von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 117; Huguenin, a.g.e., s. 103; Roland Brehm, Das
Obligationenrecht, Band: VI, 1. Abteilung: Allgemeine Bestimmungen, 3. Teilband, 1.
Unterteilband: Die Entshtehung durch unerlaubte Handlungen Kommertar zu Art. 41-61 OR, Bern,
Stampfli & Cie, 1990, s. 499 vd.;Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 890; Bucher, AT, s.
349-350; Eren, Borçlar Genel, s. 1062; Nomer, Genel Hükümler, s. 311; Reisoğlu, a.g.e., s. 356;
Akipek/Akıntürk/Ateş-Karaman, a.g.e., s. 312; Serozan, Giriş - Kişiler, s. 436;
Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Kişiler, s. 85; Ataay, a.g.e., s. 76.
952
Sözleşmesel kusurun objektif unsuru ise, borçlunun borcunu ifa edebilmesi için göstermesi gereken
özenle ilgilidir. Oğuzman/Öz, C. I, s. 417; Eren, Borçlar Genel, s. 1062. Gösterilmesi gereken özenin
derecesinin, borçlunun üstlendiği borcun özelliklerine göre, fakat objektif olarak belirlenmesi
gerektiği kabul edilmektedir. Bu halde somut bir olayda borçlunun sözleşmeden doğan borcunu gereği
ifa edebilmesi için hangi önlemleri alması gerektiği ve bu yükümlülüklerine uygun davranıp
davranmadığının araştırılması, kusurun objektif unsurunun araştırılması anlamına gelir. Bu araştırma
yapılırken sözleşme ve kanun hükümleriyle dürüstlük kuralı ve bu gibi işlerde kabul edilen
davranışların göz önüne alınması gerektiği kabul edilmektedir. von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 115;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 417; Eren, Borçlar Genel, s. 1062-1063. Bazı yazarlar burada alacaklının
seçimlerinin de önemli olabileceğini, örneğin sırf uygun fiyata geliyor diye arabasını acemi olduğunu
bildiği bir tamirciye teslim eden kişinin, görmüş geçirmiş bir ustanın elinden çıkmışçasına iş
yapılmasını bekleyemeyeceğini ileri sürmektedirler. Eren, Borçlar Genel, s. 1063; Gündoğdu, a.g.e.,
s. 221.
953
Ancak kanun bazı hallerde borçlunun sorumluluğu için kusurun özel bir ağırlıkta olmasını arar.
Örneğin TBK m. 221, 225 ve 294’de borçlunun sadece ağır kusurlu ise sorumlu olacağı belirtilmiştir.
Tarafların da sorumluluk için kusurun belli bir derecede olması gerektiğini kararlaştırabilmeleri
mümkündür. İşte bu hallerde borçlu her türlü kusurundan değil, yalnızca kanun tarafından veya
taraflarca belirlenen kusur derecesiyle hareket ederse sorumlu olur. Eren, Borçlar Genel, s. 1063-
1064; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 877-878.
954
Hükmün devamı şu şekildedir: “Borçlunun sorumluluğunun kapsamı, işin özel niteliğine göre
belirlenir. İş özellikle borçlu için bir yarar sağlamıyorsa, sorumluluk daha hafif olarak
değerlendirilir.”.
955
Kast, kendi içerisinde doğrudan ve dolaylı kast olarak ikiye ayrılır. Borçlu sözleşmeye aykırı
hareket ederken, doğacak sonucu da bilip istiyorsa doğrudan kast söz konusu olur. Alacaklıya
sinirlenen borçlunun, teslim etmeyi taahhüt ettiği belirli bir tabloyu yakarak kül etmesi halinde
doğrudan kasıtla hareket ettiği söylenebilir. Borçlunun doğacak sonucu istememekle birlikte, bu
sonucun doğacağını göze alarak hareket etmesi halinde ise dolaylı kast söz konusu olur. von
Tuhr/Escher, a.g.e., s. 114; Eren, Borçlar Genel, s. 1061; Ataay, a.g.e., s. 65-67.
956
İhmal de kendi içerisinde ağır ve hafif ihmal olmak üzere ikiye ayrılır. Borçlu, somut olay
bakımından en dikkatsiz ve ihmalkâr kişinin göstereceği özeni bile göstermemişse ağır ihmal, özenli

232
ii. Borçlunun Kusuru Olmasa da Sonraki İmkânsızlıktan Sorumluluğu
Borca aykırılıktan doğan sorumluluk, kusur esasına bağlı olsa da, borçlu, bazı
hallerde hiçbir kusuru olmasa da alacaklıya karşı sorumlu olur. Bu istisnai haller ya
kanundan ya da tarafların anlaşmasından doğarlar.

(a) Kanundan Doğan Haller


TBK m. 112’ye göre, borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmediği hallerde borçlu
kendisine hiçbir kusurun isnat edilemeyeceğini ispat edemediği sürece alacaklının bu
nedenle uğramış olduğu tüm zarardan sorumludur. Bu hükümde borçlunun
sorumluluğu için kusurlu olmasının arandığı, fakat borcun hiç veya gereği gibi ifa
edilmediği hallerde kusurlu olduğunun bir karine olarak kabul edildiği
958
belirtilmektedir . Ancak bu, aksi her zaman ispat edilebilen hukuki bir karineden
ibarettir959.

ve dikkatli bir insandan beklenecek özeni göstermemiş olması halinde ise hafif ihmal söz konusu olur.
Haranın kapısını açık bıraktığı için teslim etmeyi taahhüt ettiği belirli bir atı kaçıran ve daha sonra
arayarak hayvanın leşini bulan borçlunun, ağır ihmali olduğundan söz edilebilir. Ancak sattığı belirli
bir vazoyu güvenle alacaklıya teslim etmek için gereken her türlü ambalajlamayı yapan, ancak bir
anda şekeri düştüğü için elinden düşürerek kıran borçlunun yalnızca hafif ihmalinden söz edilebilir.
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 114; Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 734; Eren, Borçlar Genel, s. 1061;
Ataay, a.g.e., s. 67-70.
957
Bu ayırımın dışında TBK’nın bazı hükümlerinde ağır kusur ve hafif kusur ayırımına da yer
verilmiştir (Örneğin; TBK m. 249/1). Ağır kusurdan kasıt, kast ve ağır ihmaldir. Buna karşın hafif
kusurla yalnızca hafif ihmal ifade edilir. Henri Deschenaunx, Pierre Tercier, Sorumluluk Hukuku,
Çev. Salim Özdemir, Ankara, Kadıoğlu Matbaası, 1983, s. 54-56. Ağır ve hafif kusur şeklinde bir
ayırıma gidilmiş olmasının sebebi, kusurun türleri arasındaki ağırlık farkından kaynaklanır. Borca
aykırılığın en ağır halinin borcun bilerek ve isteyerek, yani doğrudan kastla ihlal edilmesi hali olduğu
açıktır. Ardından borcun dolaylı kastla ve daha sonra da ağır ihmalle ihlal edilmesi hali gelir. İşte bu
üç hal, borçlar hukukunda ağır kusur kapsamında değerlendirilir ve borçlunun sorumluluğuna yol
açar. Kusurun en hafif derecesi ise hafif ihmaldir. Ağır kusur ile hafif kusur ayırımı arasındaki en
önemli fark, borçlunun ödeyeceği tazminat miktarını belirlerken ortaya çıkar. Huguenin, a.g.e., s. 103;
Ayan, Borçlar Genel, s. 348.
958
Bucher, AT, s. 346; Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 727; von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 114;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 414-415; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,Borçlar, s. 887-888; Serozan, İfa
ve Engelleri, s. 198-199; Tunç, a.g.e., s. 117; Erzurumluoğlu, Edimin Yerine Getirilmemesi, s. 13;
Reisoğlu, a.g.e., s. 356; Eren, Borçlar Genel, s. 1065; Serozan, İfa ve Engelleri,s. 199; Kurşat,
İmkânsızlık, s. 767; Ayan, Borçlar Genel, s. 348; Nomer, Genel Hükümler, s. 309;
Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 254.
959
Eren, Borçlar Genel, s. 1065; Kurşat, İmkânsızlık, 767; Tunç, a.g.e., s. 119. Ancak TBK m.
112’de bir karinenin değil, yalnızca ispat yüküne ilişkin bir düzenlemenin söz konusu olduğu da ileri
sürülmektedir. Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 727; Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 133-
134.Koçhisarlıoğlu’na göre ise, TBK m. 112’de bir karine bulunmadığı gibi, burada ispat yüküne
ilişkin özel bir düzenleme de söz konusu değildir. Yazara göre burada aslında ispat yüküne ilişkin
TMK m. 6’dan ayrılan bir düzenleme bulunmamaktadır. Cengiz Koçhisarlıoğlu, “Karine ve Borçlar
Kanununun 96. Maddesindeki Kusur Karinesi”, YD, C. 10, S. 3, Temmuz 1984, s. 282-283.

233
Kusursuz olduğunu ispat yükünün borçlu üzerine bırakılmasının maddi özü,
borcun ifasını engelleyen olaylar, borçlunun egemenlik alanında gerçekleştiği için,
onun bunları daha iyi bilecek durumda olmasıdır960.
Bu düzenleme nedeniyle sonraki imkânsızlık halinde edimin ifa
edilememesinde borçlunun hiçbir kusuru bulunmasa da, bunu ispat edemediği sürece
tazminat ödemekle yükümlüdür.
Bunun dışında da kanun gereği kusuru bulunmamasına rağmen borçlunun
borcun ifa edilmemesi nedeniyle sorumlu tutulduğu haller bulunmaktadır. Aslında bu
hallerin önemli bir kısmı borçlunun önceden gerçekleştirdiği borca aykırı davranışın
beklenmedik sonuçlarına ilişkindir. Örneğin TBK m. 119/1’e göre temerrüde düşen
borçlu, beklenmedik hal sebebiyle doğacak zarardan sorumludur. Hükümde yalnızca
“beklenmedik hal” ifadesine yer verilmiş olsa da, mücbir sebep de evleviyetle bu
hükmün uygulama alanı dâhildir961. Beklenmedik (olağanüstü veya fevkalede)962 hal
kavramı, anlatılmak isteneni tam olarak karşılamadığından, öğretide bu durumu ifade
etmek üzere “kaza” kavramı da kullanmaktadır963. İsviçre’de bu durumu ifade etmek
üzere kullanılan kavram ise “tesadüf”dür (Zufall) (Obligationenrecht - OR Art.
103/1). Burada hangi kavram kullanılırsa kullanılsın, hükümde kastedilenin sözleşme
taraflarının kusuru olmaksızın kendiliğinden meydana gelen olaylar olduğu
hususunda bir fikir birliği mevcuttur964. Bu halde sözleşme taraflarının kusuru
olmaksızın kendiliğinden meydana gelen bir olay nedeniyle borcun ifa edilmesinin
imkânsız olduğu hallerde, borçlu bu imkânsızlıktan sorumlu değildir (TBK m. 136).
Ancak borçlunun temerrütte olduğu esnada bir kaza gerçekleşmiş ve bu nedenle
edimin ifası imkânsız hale gelmişse borçlu, kazaya rağmen imkânsızlıktan sorumlu
olur.

960
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 117, Oğuzman/Öz, C. I, s. 415; Eren, Borçlar Genel, s. 1065. Ancak
TBK m. 112 emredici bir hüküm olmadığından bunun aksinin kararlaştırılması, yani sözleşme ile
borçlunun kusurunu ispat yükünün alacaklıya yüklenmesi mümkündür. Oğuzman/Öz, C. I, s. 415;
Eren, Borçlar Genel, s. 1066; Tandoğan, Mesuliyet, s. 423.
961
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 926; Eren, Borçlar Genel, s. 1105; Oğuzman/Öz, C.
I, s. 500-501. Son yazarlara göre, burada borçlunun özellikle ve münhasıran beklenmedik halden
doğan sorumluluğu değil, kusurla temerrüde düşmesinin sonuçlarına katlanılması düzenlenmiş olduğu
için, zarara yol açan olayın beklenmedik hal veya mücbir sebep olması bir önem taşımamaktadır.
Oğuzman/Öz, C. I, s. 501; Reisoğlu, a.g.e., s. 372. Beklenmedik hal ve mücbir sebep kavramları için
bkz.: aş. s. 268 vd.
962
Bu kavramları da kullanan yazarlar; Oğuzman/Öz, C. I, s. 418.
963
Oğuzman/Öz, C. I, s. 425; Serozan, İfa ve Engelleri,s. 228; Gündoğdu, a.g.e., s. 249.
964
Gündoğdu, a.g.e., s. 249.

234
Borçlunun bu sorumluluktan kurtulabilmesi ise TBK m. 119/2’de
düzenlenmiştir. Buna göre borçlu temerrüde düşmekte kusuru olmadığını ispat
ederek sorumluluktan kurtulabilir. Daha önce de belirttiğimiz gibi965, borçlunun
temerrüde düşmesi için kusurlu olması aranmaz. Ancak borçlu kusuru olmaksızın
temerrüde düşmüşse ve bunu ispat edebilirse966, temerrüt tarihinden sonra bir kaza
nedeniyle meydana gelecek imkânsızlıktan sorumlu olmaz967. TBK m. 119/2’de
temerrütte olan borçlunun, bir kazadan doğan sorumluluğunu bertaraf etmesine
olanak sağlayan ikinci bir duruma daha yer verilmiştir. Buna göre borçlu, edimini
zamanında ifa etmiş olsaydı dahi kazanın ifa konusu şeye zarar vereceğini ispat
ederek sorumluluktan kurtulabilir. Burada borçlanılan şey borçlunun elindeyken
gerçekleşen kaza ile ifa zamanında yapılsaydı alacaklının zararına gerçekleşecek
kazanın aynı kaza olması gerektiğini ileri sürenler bulunduğu gibi968, aksini
savunanlar da mevcuttur969. Kanaatimizce de edim ifa edilmiş olsa da olmasa da
ancak aynı olayın aynı zarara yol açacağı söylenebiliyorsa, alacaklının zarara
uğramasında temerrüdün bir rolü olmadığı ve bu nedenle borçlunun kazadan sorumlu
tutulamayacağı970,971 söylenebilir. Bu nedenle biz de ilk görüşe katılıyoruz. Sonuç

965
Bkz.: yuk. s. 207.
966
Borcun ihlalinde borçlunun kusuru olmadığını ne şekilde ispat edebileceği için bkz.: aş. s. 268 vd.
Burada dikkat edilmesi gereken husus, borçlunun yalnızca temerrüde düşmede kusuru olmadığını
ispat ederek sorumluluktan kurtulabileceğidir. Yoksa edimin imkânsızlaşmasında bir kusurunun
bulunmadığını ispat ederek sorumluluktan kurtulamaz. Serozan, İfa ve Engelleri, s. 228;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 500; Gündoğdu, a.g.e., s. 250; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s.
927.
967
Temerrüde düşüldükten sonra edimin ifası imkânsızlaşırsa, bu andan itibaren temerrüt sona erer.
Oğuzman/Öz, C. I, s. 500, dn. 528. Ancak imkânsızlık gerçekleşene kadar temerrüt nedeniyle borçlu
aleyhine doğmuş olan sonuçlar geçerliliklerini korumaya devam eder. Oğuzman/Öz, C. I, s. 479-480,
499.
968
Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 763; Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e., s. 602; Oğuzman/Öz, C. I, s.
501; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 928.
969
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 147, dn. 18; Eren, Borçlar Genel, s. 1106.
970
Aynı yönde; Oğuzman/Öz, C. I, s. 501. Ayrıca Oğuzman ve Öz, aksi görüşün kabulü halinde iki
olayın farklı zamanlarda gerçekleşmesi durumunda aradaki zaman bakımından edimden mahrum
kalma zararının hesabı gibi sorunların doğacağını ileri sürmektedirler. Oğuzman/Öz, C. I, s. 501, dn.
533.
971
Edime isabet kazanın aynı kaza olması gerektiği söylense de, bu halde de alacaklının satım
konusunu sigorta ettirerek zarardan korunacağını ya da bu malı başka bir şekilde değerlendirerek;
örneğin kiraya vererek veya bir başkasına satarak kazadan beri tutacağını ileri sürüp süremeyeceği
meselesi gündeme gelir. Öğretide alacaklının böyle bir iddiada bulunabileceği kabul edilse de, ispat
yükünün hangi tarafa ait olacağı tartışmalıdır. Bir fikir, malın sigorta ettirilmeyeceğinin veya başka bir
şekilde değerlendirilerek kazadan beri olmayacağını borçlunun ispatlaması gerektiğini ileri sürse de
(von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 145, dn. 17), bir diğer fikir borçlunun, edimin aynı kaza kapsamında aynı
zarara uğrayacağını ispat ettikten sonra aksini alacaklının ispat etmesi gerektiğini kabul etmektedir
(Oğuzman/Öz, C. I, s. 502, dn. 534). Kanaatimizce de son görüş daha uygundur. Zira alacaklının

235
olarak TBK m. 119/2’ye göre borçlunun sorumluktan kurtulabilmesi için ya
sorumluluğa yol açan borca aykırı davranışta kusuru bulunmadığını ya da borca
aykırı davranış ile meydana gelen zarar arasında bir illiyet bağı bulunmadığını
ispatlaması gerekir972.
TBK’nın başka hükümlerinde de TBK m. 119’da olduğu gibi, borçlunun
önceden gerçekleştirdiği borca aykırı davranışlarının beklenmedik sonuçlarına ilişkin
olarak kusursuz sorumluluğu hakkında düzenleler yapılmıştır. TBK m. 380/1’de
kullanım ödüncü alanın ödünç konusunu ancak sözleşmede kararlaştırılan şekilde,
sözleşmede hüküm yoksa niteliğine ve özgülendiği amaca göre kullanabileceği,
380/2’de ise ödünç konusunun başkasına kullandırılamayacağı düzenlenmiştir973.
Nihayet 380/3’de ödünç alanın bu hükümlere aykırı davrandığı takdirde beklenmedik
halden doğan zararlardan da sorumlu olacağı belirtilmiştir (c. 1) Ancak ödünç alanın
borca aykırı davranış ile meydana gelen zarar arasında bir illiyet bağı bulunmadığını
ispatlayarak sorumluluktan kurtulabileceği, burada da kabul edilmiştir (c. 2). Yani
borçlu borcuna uygun davransaydı dahi zararın doğacağını ispat ederse kazadan
sorumlu olmayacaktır.
TBK m. 563’de de saklama sözleşmelerinde saklayanın, saklatanın izni
olmadıkça saklananı kullanamayacağı (f. 1), bu yasağa aykırı davranılırsa uygun bir
kullanım bedeli ödemekle yükümlü olduğu ve kullanmamış olsaydı bile bu zararın
doğacağını ispat etmedikçe beklenmedik halden doğan zararlardan sorumlu olacağı
düzenlenmiştir.
Son olarak TBK m. 527’de vekâletsiz işgörenin, işsahibinin hukuka veya
ahlaka aykırı olmaksızın açıkça veya örtülü olarak bir işi yasaklamasına karşın, bu işi
yaptığı hallerde beklemedik halden dahi sorumlu olduğu düzenlenmiş olduğuna da
değinilmelidir (c. 1). Burada da işgören, işi yapmamış olsaydı bile, bu zararın

hâkimiyet alanına giren bir durumu borçlunun ispat etmesi çok zordur ve bu nedenle ispat yükü
borçluya yüklenmemelidir. Çoğu halde alacaklının ispat yükünü yerine getirmesi çok daha kolaydır.
Örneğin işlerinde gösterdiği basiret nedeniyle sahip olduğu her varlığı sigortalatan veya satın aldığı
malı hali hazırda kiraya vermiş veya satmış olan alacaklı, iddiasını kolaylıkla ispat edebilecektir.
972
Oğuzman/Öz, C. I, s. 500; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 228.
973
TBK m. 380/2 emredici bir hüküm olmadığından aksinin, yani ödünç konusunun başkaları
tarafından da kullanılabileceğinin kararlaştırılması mümkündür. Necip Bilge, Borçlar Hukuku: Özel
Borç Münasebetleri, Ankara, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, 1972, s. 190; Eren,
Borçlar Özel, s. 488; Zevkliler/Gökyayla, a.g.e., s. 372; Yavuz/Acar/Özen, a.g.e., s. 722.

236
beklenmedik hal nedeniyle gerçekleşeceğini, yani davranışı ile zarar arasında illiyet
bağının bulunmadığını ispat ederek sorumluluktan kurtulabilecektir (c. 2).
Kanun, borçluyu daha önce borca aykırı davranışlarda bulunmadığı bazı
hallerde de kusursuz olsa da meydana gelen zarardan sorumlu tutmuştur. Bu hallerde
borçlu kaza nedeniyle borcun ifa edilmemesinden sorumlu tutulmakta ve alacaklı
ancak zararının mücbir sebepten, alacaklı yüzünden ve edimin niteliğinden
doğduğunu ispat ederek sorumluluktan kurtulabilmektedir. Ürün kirasında, kiracının
deftere geçirilen ve kendisine değer biçilen eşyaların uğradığı hasardan sorumluluğu
(TBK m. 373)974, konaklama yeri işletenlerin sınırlı sorumlulukları (TBK m. 576)975
ve garaj, otopark ve benzeri yerleri işletenlerin sınırlı sorumlulukları (TBK m.
579)976 bunlardandır.
Hâkimin, hakkaniyet gereği ayırt etme gücü bulunmayan borçluyu, borca
aykırı davranışı nedeniyle doğan zarardan TBK m. 65’ e kıyasen sorumlu tutabilmesi
de mümkündür977. Kusurun sübjektif unsuru olan ayırt etme gücünün yokluğuna ve

974
Ürün kirasına ilişkin TBK m. 359 şu şekildedir: “Kira sözleşmesi, araç ve gereçleri, hayvanları,
devredilen eşyayı veya stoklanmış malları da içeriyorsa taraflar, bunların değerlerini birlikte takdir
ederek iki nüsha düzenleyecekleri tutanağa geçirip imzalayarak, birbirlerine vermekle
yükümlüdürler.”.
TBK m. 373 hükmü ise şu şekilde düzenlenmiştir: “Kiralanan teslim edilirken tutanağa geçirilmiş
olan eşyalara değer biçilmişse kiracı, kira sözleşmesi sona erince, bunları özdeş tür ve değerde
olmakla olmak üzere geri vermekle veya değer eksikliklerini gidermekle yükümlüdür.
Kiracı, kiraya verenin kusurunu ya da mücbir sebebin varlığını ispat ederek geri vermekten veya
tazminat ödemekten kurtulabilir.
…”.
975
TBK m. 576’ya göre: “Otel, motel, pansiyon, tatil köyü gibi yerleri işletenler, konaklayanların
getirdikleri eşyanın yok olması, zarara uğraması veya çalınmasından sorumludurlar. Ancak işletenler,
zararın bizzat konaklayana veya onu ziyarete gelen ya da beraberinde veya hizmetinde bulunan
kimseye yükletilebilecek kusurdan, mücbir sebepten ya da eşyanın niteliğinden doğduğunu ispat
etmekle, bu sorumluluktan kurtulurlar.
Bu sorumluluk, işletenlere veya çalışanlarına bir kusur yüklenmedikçe, konaklayanlardan her biri
için, günlük konaklama ücretinin üç katını aşamaz.”.
976
TBK m. 579’a göre: “Garaj, otopark ve benzeri yerleri işletenler, kendilerine bırakılan veya
çalışanlarınca kabul edilen hayvan, at arabası, bunlara ait koşum ve benzeri eşya ile motorlu taşıt ve
eklentilerinin yok olmasından, zarara uğramasından veya çalınmasından sorumludurlar. Ancak
işletenler, zararın saklatan veya ziyaretçisi ya da beraberinde veya hizmetinde bulunan kimseye
yükletilebilecek kusurdan, mücbir sebepten ya da eşyanın niteliğinden doğduğunu ispat etmekle, bu
sorumluluktan kurtulurlar.
Ancak, garaj, otopark ve benzeri yerleri işletenlerin sorumluluğu, kendilerine veya çalışanlarına bir
kusur yüklenmedikçe, saklananların her biri için alınan günlük saklama ücretinin on katını aşamaz.
İşleten böyle bir sorumluluk üstlenmediğini veya sorumluluğu bu Kanunda gösterilmemiş olan bir
koşula bağlandığını, herhangi bir yolla ilan etse bile, sorumluluktan kurtulamaz.”.
977
Bkz.: yuk. s. 231-232, dn. 951.

237
dolayısıyla borçlunun kusuru bulunmamasına rağmen sorumlu olduğu hallerden biri
de budur978.
TBK m. 191/1’de de alacağın bir edim karşılığı devredildiği hallerde
devredenin devir sırasında alacağın varlığını ve borçlunun ödeme gücüne sahip
olduğunu garanti etmiş olacağı düzenlenmiştir. Burada da alacağı devreden kişi,
kanun gereği, her türlü kusurundan bağımsız olarak, alacağın devri sırasında, bu
alacağın mevcut olmamasından sorumludur979.
Nihayet borçlu, yardımcı kişilerin fiilleri dolayısıyla da kusursuz olarak
sorumludur. Bu duruma ilişkin TBK m. 116/1’e göre borçlu, bir borcun ifasını veya
borç ilişkisinden doğan bir hakkın kullanılmasını980, birlikte yaşadığı kişiler ya da
yanında çalışanlar gibi yardımcılarına981 kanuna uygun surette bırakmış olsa bile,

978
Ancak bu tür bir sorumluluğun doğabilmesi için borçlu, borç üstlendiği esnada ayırt etme gücüne
sahip olmasına karşın, borcu ihlal ettiği esnada ayırt etme gücünü yitirmiş olmalıdır. Zira ayırt etme
gücü bulunmayan kişi, bizzat borç üstlenemeyeceğinden, yaptığı işlem geçersiz olacak ve geçersiz bir
borcun ihlal edildiğinden de söz edilemeyecektir.
979
Bkz.: yuk. s. 163.
980
TBK m. 116/1’de yalnızca borcun ifasının ve borç ilişkisinden doğan hakkın kullanılmasının
yardımcı kişilere bırakılması halinde, borçlunun bu kişilerin davranışlarından sorumlu olması
düzenlenmişse de, öğretide hükmün külfeti de kapsadığı kabul edilmektedir. Oğuzman/Öz, C. I, s.
431; Serozan, İfa ve Engelleri,s. 288; Eren, Borçlar Genel, s. 1073, 1077-1078; Huguenin, a.g.e., s.
118; Şenocak, İfa Yardımcısı, s. 294 vd. Külfet, diğer adıyla yüklenti, kanun tarafından öngörülen bir
davranış yükümlülüğüdür. Bu yükümlülüğü yerine getiren kişi, ya bir hakkı bir başka kişiye karşı ileri
sürme hakkına kavuşmakta ya da kendisi için faydalı bir sonucu elde etmektedir. Yüklenti kavramı
hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: Nejat Aday, Özel Hukukta Yüklenti Kavramı ve Sonuçları,
İstanbul, Beta, 2000.
981
Yardımcı kişi kavramının kapsamına, borcun ifasında veya borç ilişkisinden doğan bir hakkın
kullanılmasında borçluya yardım edenlerin yanı sıra, borçlunun, borcun ifasını veya borç ilişkisinden
doğan hakkın kullanılmasını tamamen kendilerine bıraktığı “ikame şahıs” adı verilen kimselerin de
girdiği belirtilmektedir. Bucher, AT, s. 352; Şenocak, İfa Yardımcısı, s. 104; Oğuzman/Öz, C. I, s.
428. Gerçekten TBK m. 116/1’in “…birlikte yaşadığı kişiler ya da yanında çalışan kişiler gibi
yardımcılarına…” diyen hükmünden, yardımcı kişilerin sınırlı bir biçimde belirtilmemiş olduğu ve
hükmün amacına giren her durumda, ilgili kişinin “yardımcı kişi” sayılabileceği söylenebilecektir.
Eren, Borçlar Genel, s. 1075. Ancak vekâlet sözleşmesinde yerine ikame ettiği kişi bakımından
vekilin sorumluluğunu TBK m. 507/2 sınırlandırmaktadır. Bu hususta bkz.: Şenocak, İfa Yardımcısı,
s. 140-150; Serozan, İfa ve Engelleri,s. 289; Eren, Borçlar Genel, s. 1076-1077;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 896.Yine bir kişinin yardımcı şahıs sayılabilmesi için,
borçlunun emrinin altında olmasının veya borçluya bir sözleşme ile bağlı olmasının şart olmadığı da
belirtilmektedir. Şenocak, İfa Yardımcısı, s. 114; Oğuzman/Öz, C.I, s. 428; Serozan, İfa ve
Engelleri, s. 288; Eren, Borçlar Genel, s. 1075; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 894;
Reisoğlu, a.g.e., s. 361-362.Yardımcı kişinin bir gerçek veya tüzel kişi olabileceğini ve yardımcı
kişinin de bir yardımcı kullandığı durumlarda, borçlunun TBK m. 116’ya göre sorumlu olacağı ileri
sürülmektedir. Şenocak, İfa Yardımcısı, s. 123-124; Oğuzman/Öz, C. I, s. 429. Ancak tüzel kişinin
organlarının yardımcı kişi olmadıkları, bunların fiillerinin doğrudan tüzel kişinin fiilleri olduğu kabul
edilmektedir. von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 127; Huguenin, a.g.e., s. 118; Honsell/Vogt/Wiegand, a.g.e.,
s. 589; Şenocak, İfa Yardımcısı, s. 130; Oğuzman/Öz, C. I, s. 432; Serozan, İfa ve Engelleri,s. 289;
Eren, Borçlar Genel, s. 1074; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 896; Reisoğlu, a.g.e., s.
362; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 651; Nomer, Genel Hükümler, s. 313. Aynı şekilde borçlunun

238
onların işi yürüttükleri sırada diğer tarafa verdikleri zararı gidermekle yükümlüdür.
Bu halde borçlu, bizzat borca aykırı davranmadığı halde sorumlu olduğu gibi;
sorumluluğu, yardımcı kişinin kusurlu davranışlarıyla borcu ihlal etmesine de bağlı
değildir. Yani yardımcı kişinin, sözleşmenin karşı tarafına zarar veren davranışında
kusurlu olmaması halinde dahi borçlu, TBK m. 116 nedeniyle sorumludur982. Ancak
bu, borçlunun sırf bir yardımcıya başvurdu diye her hâlükârda sorumlu olacağı
anlamına gelmez. Borç, bizzat borçlu tarafından ifa edilecek ya da borç ilişkisinden
doğan hak bizzat borçlu tarafından kullanılacak olsaydı dahi, zarara neden olan fiilde
borçlunun kusurlu olmadığı ve bu nedenle sorumlu olmadığı söylenebiliyorsa, borçlu
TBK m. 116 nedeniyle sorumlu değildir983. Zira bu hükmün amacı, yardımcı kişi
kullanarak etkinlik alanını genişleten kişinin, bundan doğacak riskleri de
yüklenmesini sağlamaya yöneliktir984.
TBK m. 116/2’de ise yardımcı kişilerin fillerinden doğan sorumluluğun,
taraflar arasında önceden yapılan bir anlaşmayla kısmen ve tamamen
kaldırılabileceği düzenlenmiştir. Bu halde borçlunun TBK m. 116/1’den kaynaklanan
kusursuz sorumluluğunun doğması, tarafların, borçlunun bu sorumluluğunu ortadan
kaldırmamış bulunmalarına da bağlıdır. Bu yöndeki bir anlaşmanın geçerli
olamayacağı haller ise TBK 116/3’de düzenlenmiştir. Buna göre uzmanlığı

kanuni temsilcisi de onun onayı dışında hareket eden bir kişi olarak yardımcı şahıs sayılmaz.
Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 744-745; Oğuzman/Öz, C. I, s. 432; Nomer, Genel Hükümler, s. 313.
Ancak öğretide kanuni temsilcinin fiilleri nedeniyle de borçlunun TBK m. 116/1’e kıyasen sorumlu
tutulabileceği ileri sürülmektedir. von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 127; Şenocak, İfa Yardımcısı, s. 132;
Eren, Borçlar Genel, s. 1076; Nomer, Genel Hükümler, s. 313. Ancak borçlunun rızası olmaksızın
borcun ifasına veya borç ilişkisinden doğan bir hakkın kullanılmasına katılan kişi, borçlunun
yardımcısı sayılmayacağından (Bucher, AT, S. 352; Oğuzman/Öz, C. I, s. 429-430) ve borçlu da
kanuni temsilciyi kendi iradesiyle seçmemiş olduğundan, bu fikrin kabulü, borçlu bakımından
adaletsiz sonuçlar yaratabilir. Bu hususta aynı görüşte olduğumuz Oğuzman ve Öz’de, bu gibi
hallerde borçluyu mutlak bir biçimde kusursuz sorumlu tutmak yerine, borçlunun kanuni temsilciye
rücuda bulunabileceği hallerde sorumlu tutmanın daha adil olacağını belirtmektedirler. Oğuzman/Öz,
C. I, s. 432. Son olarak Alman hukukunda geliştirilen ve bizim hukukumuzda kabul edilmeye
başlanan bir fikre göre, otomatik makineler kullananların da, bu makinelerin borcun ifası sırasında bir
zarara sebep olmaları halinde, yardımcı kişi kullanan borçlu gibi sorumlu olmaları gerekir (BGB §
278). Bu hususta bkz; Şenocak, İfa Yardımcısı, s. 128 vd. Aksi kanaatte: Honsell/Vogt/Wiegand,
a.g.e., s. 588.
982
Eren, Borçlar Genel, s. 1082; Oğuzman/Öz, C. I, s. 436; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,
Borçlar, s. 889; Serozan, İfa ve Engelleri,s. 285.
983
Oğuzman/Öz, C. I, s. 436-437; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 898; Serozan, İfa ve
Engelleri,s. 286-287; Eren, Borçlar Genel, s. 1082; Reisoğlu, a.g.e., s. 363; Nomer, Genel
Hükümler, s. 312; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 652.
984
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 123; Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 229; Serozan, İfa ve Engelleri,s. 285-
286; Oğuzman/Öz, C. I, s. 428-429; Eren, Borçlar Genel, s. 1071.

239
gerektiren bir hizmet, meslek ya da sanat, ancak kanun veya yetkili makamlar
tarafından verilen izinle yürütülebiliyorsa, borçlunun yardımcı kişilerin fiillerinden
sorumlu olamayacağına ilişkin anlaşma kesin olarak hükümsüzdür. Bu halde
yalnızca borçlunun TBK m. 116/1’den doğan sorumluluğunu ortadan kaldıran veya
sınırlayan sözleşme kesin hükümsüz olur, borçlu ile alacaklı arasındaki sözleşme ise
varlığını ve geçerliliğini sürdürmeye devam eder. Borçlunun TBK m. 27/2 c. 2’ye
dayanarak bu sözleşmenin de geçersiz sayılması gerektiğini ileri sürme hakkı da
yoktur985.
Sonuç olarak edimin ifasını imkânsızlaştıran davranış ister borçludan isterse
yardımcısından kaynaklansın, borçlunun her halükarda bu imkânsızlıktan sorumlu
olacağı söylenebilir.
TBK’nın başka hükümlerinde de borçlunun kusursuz sorumluluğuna ilişkin
düzenlemeler yapılmış olmakla birlikte (TBK m. 229/1, 472/1), bu haller,
imkânsızlık bakımından özel bir sonuç yaratmadıklarından burada üzerlerinde
durulmayacaktır.

(b) Tarafların Anlaşmasından Doğan Haller


Kusur prensibini benimseyen TBK, nasıl ki; kusursuz da olsa, bazı hallerde,
borçluyu borca aykırı edimin ifanın imkânsızlaşmasından bizzat sorumlu tutuyorsa,
taraflara da TBK m. 27/1’deki sınırlara riayet etmek kaydıyla borca aykırı davranan
borçlunun, borca aykırı davranışında bir kusuru olmasa da sorumlu olacağını
kararlaştırabilmelerine imkân tanımıştır986. Bu halde borçlu, alacaklıya karşı bir
sonucu meydana getirmeyi garanti etmektedir. Bu sonucun meydana gelmesi
borçlunun kusuru olmaksızın mümkün olmasa bile, borçlu sorumlu olmaya devam
etmekte ve kendisinden tazminat talep edilebilmektedir.
Burada özellikle üzerinde durulması gereken husus, TBK m. 128’de
düzenlenen üçüncü kişinin fiilini taahhüttür. Bu hükmün ilk fıkrası: “Üçüncü bir
kişinin fiilini başkasına karşı üstlenen, bu fiilin gerçekleşmemesinden doğan zararı
gidermekle yükümlüdür” şeklindedir. Öğretideki bir fikre göre TBK m. 128’de

985
Bkz.: yuk. s. 112.
986
Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 741; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 891; Nomer,
Genel Hükümler, s. 313. Oğuzman ve Öz’e göre bu gibi sözleşmelerde genellikle, borçlunun,
beklenmedik halden doğan zarardan sorumlu olacağı, ancak zarar mücbir sebepten doğmuşsa sorumlu
olmayacağı kararlaştırılmaktadır. Oğuzman/Öz, C. I, s. 427.

240
garanti sözleşmesinden farklı bir kurum düzenlenmiştir987. Her ne kadar üçüncü
kişinin fiilini taahhüt halleriyle garanti sözleşmelerinin ortak uygulama alanları olsa
da, üçüncü kişinin fiilini taahhüt dışında garanti sözleşmelerine rastlanabileceği gibi,
garanti sözleşmesi niteliğinde olmayan üçüncü kişinin fiilini taahhütle karşılaşmak
da mümkündür988. Buna karşın TBK m. 128’deki üçüncü kişinin fiilini taahhüt ile
garanti sözleşmesinin aynı şey olduğunu ve bu kavramların birbirleriyle tam olarak
çakıştığı da ileri sürülmektedir989. Nihayet üçüncü kişinin fiilini taahhüdün, bundan
daha geniş bir kavram olan garanti sözleşmelerinin özel bir türü olduğu da
savunulmaktadır990,991. Kanaatimizce son fikre katılmak daha uygundur. Zira üçüncü
kişinin fiilini taahhütte de bir garanti verme söz konusudur. Ancak bu garanti,
yalnızca üçüncü kişinin, garanti verilene karşı bir edimi yerine getirmesiyle ilgili
olarak verilmektedir. Hâlbuki üçüncü kişinin edimiyle ilgili olmayan garanti
sözleşmelerinin yapılabilmesi de mümkündür. İşte bu nedenle, üçüncü kişinin fiilini
taahhüdün, garanti sözleşmesinin özel bir türü olduğu kabul edilmelidir992. Tüm bu
açıklamalardan yola çıkarak, borçlunun, alacaklıya karşı, üçüncü bir kişinin belli bir
davranışta bulunacağını taahhüt ettiği sözleşmelerin üçüncü kişinin fiilini taahhüt
sözleşmesi olduğunu993 ve bu sözleşmenin garanti sözleşmesinin özel bir türü
olduğunu söyleyebiliriz.
Üçüncü kişinin fiilini taahhüde yönelik garanti sözleşmelerinin, imkânsızlık
bakımından taşıdığı özellik ise şudur: üçüncü kişinin taahhüt edilen ediminin
imkânsız olması, taahhüdün geçerliliğini etkilemez. Zira üçüncü kişinin fiilini
taahhüt sözleşmesinin konusu, üçüncü kişinin belirli bir davranışı değil, bunun
987
Gümüş, C. II, s. 652.
988
Haluk Tandoğan, Garanti Mukavelesi (Mahiyeti ve Benzeri Müesseselerden Tefriki), Ankara,
Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, 1959, s. 46-48 (Garanti); Haluk Tandoğan Borçlar
Hukuku: Özel Borç İlişkileri, 2 C., 2. bs., İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2010, s. 849-852 (C. II);
Yavuz/Acar/Özen, a.g.e., s. 1439; Oğuzman ve Öz’e göre garanti sözleşmesi olmayan üçüncü kişinin
fiilini taahhüde verilen örnekler yapmacık ve zorlamadır. Oğuzman/Öz, C. II, s. 406, dn. 11.
989
Von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 236; Bucher, BT, s. 289.
990
Seza Reisoğlu, Garanti Mukavelesi, Ankara, Ajans Türk Matbaası, 1963, s. 178; Melek Bilgin
Yüce, Garanti Sözleşmesinin Bir Türü Olarak Üçüncü Kişinin Fiilini Taahhüt Sözleşmesi,
İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2007, s. 20; Eren, Borçlar Genel, s. 1153;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 228, 229; Ayan, Borçlar Genel, s. 60; Reisoğlu, a.g.e.,
s. 393; Nomer, Genel Hükümler, s. 411; Oğuzman/Öz, C. II, s. 406; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 292.
991
Üçüncü kişinin fiilini taahhüdün hukuki niteliği ile ilgili görüşler hakkında daha ayrıntılı bilgi için
bkz.: Sevgi Kayak, Üçüncü Kişinin Fiilini Taahhüt, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2010, s. 40-70.
992
Aynı yönde; Oğuzman/Öz, C. II, s. 406. Eren, Borçlar Genel, s. 1154-1155.
993
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 229; Eren, Borçlar Genel, s. 1153; Oğuzman/Öz,
C. II, s. 406.

241
gerçekleşmemesi üzerine alacaklının uğrayacağı zararın giderilmesidir. Bu halde
üçüncü kişinin fiili mümkün olsun veya olmasın, bunun gerçekleşmemesi üzerine
tazminat ödemek imkânsız olmadığından, taahhütte bulunanın edimi varlığını ve
geçerliliğini sürdürmeye devam eder994. Ancak var olmayan bir kişinin fiili taahhüt
edilmişse, sadece bu halde imkânsızlıktan söz edilebileceği de belirtilmektedir995.

iii. Borçlunun Kusurlu Olmasına Rağmen Sonraki İmkânsızlıktan


Sorumlu Olmaması
Borçlunun sonraki imkânsızlıktan sorumlu olması-kural olarak- kusuruna bağlı
olsa da, istisnai bazı hallerde borçlu, kusurlu olmasına rağmen sonraki
imkânsızlıktan sorumlu değildir. Bu haller de ya kanundan ya da tarafların
anlaşmasından doğarlar.
Kanun, borçlunun bazı borca aykırı davranışlardan sorumlu olmasını onun ağır
kusuruna996 bağlamıştır. Örneğin TBK m. 294/1’de bağışlayanın, bağışlamadan
doğan zarardan, bu zarara ağır kusuruyla sebep olmadıkça, bağışlanana karşı sorumlu
olmadığı belirtilmiş; aynı hükmün ikinci fıkrasında bağışlayanın, bağışlanılan şey
veya alacak hakkında ayrıca garanti sözü vermişse, bununla sorumlu olduğu
düzenlenmiştir. Bu halde bağışlama konusu bağışlayanın hafif kusuruyla sonraki
imkânsızlığa uğramışsa, borçlu bu imkânsızlıktan sorumlu olmaz.
Sözleşme özgürlüğü ilkesi sayesinde taraflar da kanuni sınırlamalara uygun
olarak yapacakları bir anlaşma ile borçlunun sorumluluğunu daraltabilirler. Bu
yöndeki anlaşmalar sorumsuzluk anlaşması olarak adlandırılmaktadır997.
Sorumsuzluk anlaşması, borcu doğuran sözleşme yapılırken, bu sözleşmeye bir
kayıt olarak koyulabileceği gibi, tarafların bu hususta sonradan anlaşmaları da

994
von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 262, dn. 67; Turan Şahin, Üçüncü Kişinin Edimini Taahhüt, Yetkin,
Ankara, 2010, s. 99-100; Hüseyin Murat Develioğlu, Kefalet Sözleşmesini Düzenleyen Hükümler
Işığında Bağımsız Garanti Sözleşmeleri, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2009, s. 192; Yüce, a.g.e., s. 65,
66; Kayak, a.g.e., s. 223-224; Eren, Borçlar Genel, s. 1158; Oğuzman/Öz, C. II, s. 414;
Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 291.
995
Oğuzman/Öz, C. II,s. 414. Yine üçüncü kişinin taahhüt edilen fiilinin imkânsızlığını taahhüt
edenin bilmemesi bir temel hatası teşkil ediyorsa (TBK m. 32) veya o, bu hususta aldatılmışsa (TBK
m. 36), taahhütte bulunan, irade beyanındaki sakatlığa dayanarak sözleşmeyi iptal edebilir.
Oğuzman/Öz, C. II, s. 414; Şahin, a.g.e., s. 100; Yüce, a.g.e., s. 66; Develioğlu, a.g.e., s. 192-193.
996
Bu kavram için bkz.: yuk. 233, dn. 957.
997
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 878-879; Serozan, İfa ve Engelleri,s. 279; Eren,
Borçlar Genel, s. 1085-1086; Oğuzman/Öz, C. I, s. 420; Ayan, Borçlar Genel, s. 346; Reisoğlu,
a.g.e., s. 359; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 656; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 266.

242
mümkündür998. Ancak sadece borca aykırı davranış gerçekleşmeden önce yapılan bu
tür bir anlaşma, sorumsuzluk anlaşması niteliğindedir. Zira borca aykırı davranış
gerçekleştikten sonra artık borçlunun sorumluluğu doğmuş olacağı için, bu aşamada
yapılan anlaşma borçlunun sorumluluğunu daraltmaz.Yalnızca onun tazminat
yükümlülüğünü daraltır veya tamamen sona erdirir999.
TBK m. 115/1’de borçlunun ağır kusurundan sorumlu olmayacağına ilişkin
önceden yapılan anlaşmanın kesin olarak hükümsüz olduğu belirtildiğine göre1000,1001
borçlunun hafif kusurlu olması halinde borca aykırılıktan sorumlu olmayacağı
yolunda bir sorumsuzluk anlaşması yapılabilir. Eğer taraflar arasında bu yönde bir
anlaşma yapılmışsa ve borçlu, sonraki imkânsızlığın meydana gelmesine hafif
kusuruyla neden olmuşsa o, bu imkânsızlıktan sorumlu olmaz.

998
Oğuzman/Öz, C. I, s. 420/421; Eren, Borçlar Genel, s. 1086; Serozan, İfa ve Engelleri,s. 279
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 879; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 657.
999
Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 741; von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 120; Oğuzman/Öz, C. I, s. 421;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 881; Eren, Borçlar Genel, s. 1087; Reisoğlu, a.g.e., s.
360. Bu halde borçlunun ağır kusurundan sorumlu olmayacağının kararlaştırılması dahi mümkündür.
Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 741; Nomer, Genel Hükümler, s. 313.
1000
TBK m. 115/1’e aykırı olarak, taraflar arasında borçlunun ağır kusurundan sorumlu olmadığına
dair bir anlaşma bulunuyorsa, borçlunun TBK m. 27/2 c. 2’ye dayanarak sözleşmenin tümünün
geçersizliğini ileri sürmesine izin verilmemekte, yalnızca sorumluluğu daraltan kayıt hükümsüz
sayılmaktadır. Aksi halde dürüstlük kuralına aykırı olarak ve TBK m. 115/1’in amacına rağmen,
borçlu, yine de sorumluluktan kurtulabilir. Bu hususta bkz.: yuk. 112. Uygulamada sözleşmelere
borçlunun ağır kusurundan sorumlu olmayacağı kaydından ziyade, borçlunun hiçbir kusurundan
sorumlu olmayacağı şeklinde kayıtlar konulmaktadır. Böyle bir kayıt yalnızca hafif kusurdan doğan
sorumluluğu bertaraf eder, ağır kusurda ise etkili olmaz. Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar,
s. 885; Oğuzman/Öz, C. I, s. 422; Reisoğlu, a.g.e., s. 359; Nomer, Genel Hükümler, s. 314;
Kırkbeşoğlu, a.g.e., s. 47-48; Antalya, Borçlar, s. 286.
1001
TBK m. 115/2 ve 3’de borçlunun hafif kusurundan sorumlu olmamasına ilişkin anlaşmalar
bakımından iki sınırlama getirilmiştir. Bu hallerde hafif kusurdan doğan sorumluluğu kaldıran
anlaşmalar dahi kesin olarak hükümsüzdür. TBK m. 115/2 hükmü şu şekildedir: “Borçlunun alacaklı
ile hizmet sözleşmeden kaynaklanan herhangi bir borç sebebiyle sorumlu olmayacağına ilişkin olarak
önceden yaptığı her türlü anlaşma kesin olarak hükümsüzdür.”. Bu düzenleme öğretide eleştirilmekte
ve kaynak İsviçre Borçlar Kanununda ve EBK m. 99/2’de olduğu gibi, sadece işçiye karşı, işveren
lehine yapılan sorumsuzluk anlaşmalarının geçersiz sayılması gerektiği belirtilmektedir. Cem Baygın,
“Türk Borçlar Kanunu’nun Borç İlişkisinin Hükümleri – Borçların ve Borç İlişkilerinin Sona Ermesi
Konularında Getirdiği Bazı Yenilik ve Değişiklikler”, EÜHFD, C. XIV, S. 3-4, 2010, s. 130
(Değişiklikler); Oğuzman/Öz, C. I, s. 423; Serozan, İfa ve Engelleri,s. 281; Kılıçoğlu, Genel
Hükümler, s. 665. Gerçekten de bu hükmün getirilmesindeki amaç, alacaklının, borçlunun
sorumluluğunu daraltmayı kabul ederken bir baskı altında olmamasını sağlamaktır. İşçi, böyle bir
korumaya muhtaçken, işverenin de aynı korumaya ihtiyaç duyduğunu söylemek pek mümkün
değildir. Bu halde bu hükümde örtülü bir kanun boşluğunun bulunduğu kabul edilmeli ve sadece işçi
aleyhine olan sorumsuzluk anlaşmaları geçersiz sayılıp, işveren aleyhine olan sorumsuzluk
anlaşmaları geçerli kabul edilmelidir. Oğuzman/Öz, C. I, s. 423-424. TBK m. 115/3 ise: “Uzmanlığı
gerektiren bir hizmet, meslek veya sanat, ancak kanun ya da yetkili makamlar tarafından verilen izinle
yürütülebiliyorsa, borçlunun hafif kusurundan sorumlu olmayacağına ilişkin önceden yapılan
anlaşma kesin olarak hükümsüzdür” şeklindedir.

243
TBK m. 116/2’de de bir borcun ifasının veya bir borç ilişkisinden doğan bir
hakkın kullanılmasının kanuna uygun bir biçimde bırakıldığı kişilerin (yardımcı kişi)
fillerinden doğan sorumluluğunun, bir anlaşmayla tamamen veya kısmen
kaldırılabileceği düzenlenmiştir1002. Bu halde taraflar arasında bu yönde bir anlaşma
akdedilmişse, edimin ifasındaki imkânsızlığa yardımcı kişi yol açmış olsa dahi,
borçlu, bu imkânsızlıktan sorumlu olmaz.

b. Tazminatın Tayini
Borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık nedeniyle, alacaklının uğramış
olduğu zararların tazmin edilme tarzı ve miktarı taraflarca kararlaştırılabilir.
Tarafların bu husustaki anlaşmaları, borca aykırı davranış gerçekleşmeden önce
yapılabileceği gibi, borca aykırı davranış gerçekleştikten sonra da yapılabilir. İlk
anlaşma cezai şart (TBK’nın ifadesiyle ceza koşulu) niteliğindeyken1003, ikinci
anlaşma sulh anlaşması niteliğindedir1004.
Tarafların bu hususta bir anlaşması yoksa tazminatın tarzını ve miktarını hâkim
tayin eder (TBK m. 51/1’e kıyasen). Tazminatın amacı, borçluyu cezalandırmak veya

1002
TBK m. 116/3’de ise TBK m. 115/3 ile paralel bir düzenleme getirilmiştir. Bu hüküm: “Uzmanlığı
gerektiren bir hizmet, meslek veya sanat, ancak kanun ya da yetkili makamlar tarafından verilen izinle
yürütülebiliyorsa, borçlunun yardımcı kişilerin fiillerinden sorumlu olmayacağına ilişkin anlaşma
kesin olarak hükümsüzdür” şeklindedir.
1003
Oğuzman/Öz, C. I, s. 439. Ceza koşuluna ilişkin TBK m. 179/1 hükmü: “Bir sözleşmenin hiç veya
gereği gibi ifa edilmemesi durumu için bir ceza kararlaştırılmışsa, aksi sözleşmeden anlaşılmadıkça
alacaklı, ya borcun ya da cezanın ifasını isteyebilir” şeklindedir. Borçlunun sorumlu olduğu sonraki
imkânsızlık halinde borcun ifasının talep edilebilmesi mümkün olmadığından, alacaklı yalnızca
cezanın ödenmesini talep edebilmektedir. Ceza koşulunun alacaklıya sağlamış olduğu en önemli
avantaj, borca aykırı davranış nedeniyle hiçbir zararı olmasa da, kararlaştırılan cezayı talep
edebilmesinde görülmektedir (TBK m. 180/1). Ancak alacaklının uğradığı zarar, kararlaştırılan ceza
tutarını aşıyorsa alacaklı, borçlunun kusuru bulunduğunu ispat etmedikçe, aşan miktarın tazminini
isteyemeyecektir (TBK m. 180/2). Bu halde zarara uğradığını ve bunun miktarını ispat etmek zorunda
olmaksızın kararlaştırılan cezayı talep edebilen alacaklı, kararlaştırılan ceza miktarını aşan taleplerde
bulunabilmek için, hem zararını hem de borçlunun borca aykırı davranıştan sorumlu olduğunu ispat
etmelidir. Köksal Kocaağa, Türk Özel Hukukunda Cezai Şart (BK. M. 158-161), Ankara Yetkin,
2003, s.211-212; Cevdet İlhan Günay, Cezai Şart (BK m. 158-161), Ankara, Turhan Kitapevi, 2002,
s. 160-164; Hüseyin Ekinci, Doktrin ve Uygulamada Cezai Şart, Ankara, Seçkin, 2004, s. 312. TBK
m. 182/1’de tarafların ceza miktarını serbestçe belirleyeceği, 182/3’de ise hâkimin aşırı gördüğü ceza
koşulunu kendiliğinden indireceği düzenlenmiştir. Asıl borç herhangi bir sebeple geçersiz ise veya
edim, borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlığa uğramışsa cezanın ifası talep edilemeyecektir
(TBK m. 182/2 c. 1). Ceza koşulunun geçersiz olması veya ceza koşulunun ifasının imkânsız olması
halinde ise, asıl borç bundan etkilenmeyecek, varlığını ve geçerliliğini sürdürmeye devam edecektir
(TBK m. 182/2 c. 2).
1004
Oğuzman/Öz, C. I, s. 439.

244
alacaklıyı zenginleştirmek olmadığından1005, hâkim, ancak alacaklının uğramış
olduğu zararla sınırlı olarak tazminata hükmedilebilir1006. Ancak bu, sadece
tazminatın üst sınırının alacaklının uğradığı zararın miktarıyla sınırlı olabileceği
anlamına gelmekte, hâkimin mutlaka zararla eşdeğer bir tazminata hükmetmesi
gerektiği anlamına gelmemektedir. Yani hâkimin, zarardan daha az miktarda bir
tazminata hükmedebilmesi de mümkündür1007. Hükmedilebilecek tazminatın üst
sınırını alacaklının uğramış olduğu zarar miktarı teşkil ettiğinden, hâkim, tazminat
miktarını tayin etmeden önce alacaklının uğramış olduğu zararı tespit etmelidir1008.
Burada da öncelikle maddi zararın hesaplanması, ardından da maddi tazminatın
tayini incelenecektir. Manevi zararın hesabı ve manevi tazminatın tayini sonraki
imkânsızlık bakımından ayrıca bir özellik göstermediğinden, bu konuya ayrıca
değinilmeyecektir. Son olarak tazminat talebinin zamanaşımı süresi de
incelenecektir.

(1) Borçlunun Sorumlu Olduğu Sonraki İmkânsızlıkta Maddi Zararın


Hesaplanması
Borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık nedeniyle alacaklının uğramış
olduğu maddi zararın tazminine hükmedilebilmesi için -kural olarak- alacaklı, borca
aykırı davranış nedeniyle maddi bir zarara uğramış olduğunu ve bu zararın miktarını
ispat etmelidir1009. Zira ispat yüküne ilişkin TMK m. 6 uyarınca herkes, kanunda aksi
öngörülmüş olmadıkça, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatlamakla
yükümlüdür. Ayrıca haksız fiillere ilişkin TBK m. 50/1’e göre de zarar gören,
zararını ispat yükü altındadır. Haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümlerin, kıyas
yoluyla sözleşmeye aykırılık hallerine de uygulanacağını bildiren TBK m. 114/2
sayesinde, bu hüküm sözleşmeye aykırılık hallerinde de uygulama alanı bulur.

1005
Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 330-332; Serozan, İfa ve Engelleri,s. 202; Eren, Borçlar Genel, s.
1069.
1006
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 870; Oğuzman/Öz, C. I, s. 439; Eren, Borçlar
Genel, s. 1069.
1007
Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 332-333; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 870-871;
Reisoğlu, a.g.e., s. 359.
1008
Oğzuman/Öz, C. I, s. 280; Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 332.
1009
Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 321; Oğuzman/Öz, C. I, s. 403-404; Eren, Borçlar Genel, s. 1067;
Gündoğdu, a.g.e., s. 280; Ayan, Borçlar Genel, s. 348; Kurşat, İmkânsızlık, s. 767; Reisoğlu, a.g.e.,
s. 354.

245
Alacaklı, zarara uğradığını ispat edebilirse de bu zararın miktarını ispat etmek
çoğu zaman çok güç ve hatta imkânsızdır. Bu halde TBK m. 50/2’ye göre hareket
edilmesi gerekir. Bu hüküm: “Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat
edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz
önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler” şeklindedir. Bu
hüküm, özellikle yoksun kalınan karın hesabında büyük bir önem taşır. Zira yoksun
kalınan kârın hesabında varsayımsal bir hesap yapılır1010.
Tek tarafa borç yükleyen sözleşmelerde sonraki imkânsızlık nedeniyle ifa
edilmeyen edimin alacaklı bakımından taşıdığı değerin bulunmasıyla zarar
hesaplanmış olacağı halde1011, karşılıklı iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde
zararın hesaplanması bakımından tartışmalı hususlar mevcuttur.
Bu husustaki bir fikre göre, karşılıklı iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde
zarar, yalnızca ifa edilmeyen edim göz önüne alınarak hesaplanmalı ve hükmedilecek
tazminatla alacaklının edimi değiş tokuş edilmelidir1012. Bu nedenle teori, değişim ya
da mübadele teorisi olarak da adlandırılmaktadır. Buna karşın alacaklının zararının
ifa edilmeyen edimin değeriyle kendi karşı edimi değeri arasındaki farktan ibaret
olduğunu savunanlar da mevcuttur. Bu teori ise, fark teorisi olarak
adlandırılmaktadır1013. Alacaklıya fark ve değişim teorilerine göre yapılacak
hesaplamalardan dilediğini seçme hakkı tanıma yönünde bir fikir de ileri
sürülmektedir1014.
Borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlığın, borç ilişkisini sona
erdirdiğini kabul ettiğimizden, burada fark teorisi olarak adlandırılan fikre göre

1010
Oğuzman/Öz, C. I, s. 404; Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 322; Gündoğdu, a.g.e., s. 282.
1011
Oğuzman/Öz, C. I, s. 405, dn. 107.
1012
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 105, dn. 77.
1013
Bucher, AT, s. 380-381; Eren, Borçlar Genel, s. 1068. Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,
Borçlar, s. 869-870. Oğuzman’da fark teorisini benimseyen yazarlar arasındadır. Öz ise, borçlunun
sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık bakımından fark teorisine göre, borçlu temerrüdü üzerine
alacaklının TBK m. 125/2 uyarınca aynen ifadan vazgeçerek olumlu zararının tazminini istemesi
halinde ise değişim teorisine göre hesap yapılması gerektiğini kabul etmektedir. Oğuzman/Öz, C. I, s.
406.
1014
Tandoğan, C. I/1, s. 146; Serozan, İfa ve Engelleri, 211-212. Eren, fark teorisini benimsemiş
olmakla birlikte, alacaklının edimini ifa etmiş olduğu hallerde ve değişim teorisinin uygulanmasını
istediği hallerde istisnai olarak bu teorinin uygulanması gerektiğini ileri sürmektedir. Eren, Borçlar
Genel, s. 1068.

246
zararın hesaplanması gerektiğini kabul ediyoruz1015. Ayrıca satış sözleşmesinde
alıcının veya satıcının temerrüdü halinde tazminat borcuna ve bunun kapsamına
ilişkin TBK m. 213 ve 236’da da fark teorisinin açıkça benimsenmiş olduğu
görülmektedir1016. Ancak bu teori, alacaklının ifa etmekten kurtulduğu edimini ifa
edemeyecek durumda olduğu veya bunu çok daha kârlı bir biçimde değerlendirdiği
hallerde durumu gizleyerek tazminat talep etmesine olanak verdiği gerekçesiyle
eleştirilmekte ve bu olumsuzluğun ancak değişim teorisinin kabulüyle aşılacağı ileri
sürülmektedir1017. Ancak sonraki imkânsızlığın, borçlu bundan sorumlu olsun veya
olmasın borç ilişkisini sona erdirdiği kabul ediliyorsa, bu sakıncalarına rağmen fark
teorisinden vazgeçmek mümkün değildir. Alacaklı, borç ilişkisi sona erdiği ve bu
sayede edimini ifa etmekten kurtulduğu için onu daha kârlı bir biçimde
değerlendirmişse, sırf buna dayanarak, alacaklının sonraki imkânsızlıktan doğan
zararını telafi ettiğini ve bu nedenle borçlunun sorumluluğunun azaldığını veya sona
erdiğini söylemek de doğru değildir. Yani birbirinden farklı iki olayı, birbirleriyle
karıştırmamak gerekir. Yine ediminin ifasının imkânsızlığından sorumlu olan borçlu,
ilk borca aykırı davranışı gerçekleştirerek borç ilişkisini sona erdirmiş olduğundan,
artık alacaklının kendi edimini ifa edemeyecek duruma düştüğünden ve tazminatın
buna göre hesaplanması gerektiğinden bahsetmek de yersizdir.
Öğretideki bir fikir, TBK m. 114/2 vasıtasıyla sözleşmeye aykırılık halinde de
uygulanacak TBK m. 50’ye göre, alacaklının uğramış olduğu zararın somut olarak
hesaplanması gerektiğini ileri sürmektedir1018. Bu görüş doğrultusunda, borcun
ifasının imkânsızlaşması sebebiyle olumlu zararını talep eden alacaklının, borç ifa
edilseydi elde edeceği kazancı somut olarak ortaya koyması gerektiği söylenebilir.
Satış sözleşmesinde satıcının veya alıcının temerrüdüne ilişkin TBK m. 213/2 ile
236/2’de1019 de fark teorisine göre hesaplanan zararın somut bir biçimde ortaya

1015
Oğuzman ve Öz’e göre de, tazminatın fark teorisine göre hesaplanması, ancak bir tarafın borcunun
imkânsızlaşması halinde karşılıklı borçların sona erdiği fikrine dayandığı takdirde kabul edilebilir.
Aksi halde tazminatın fark teorisine göre hesaplanması kanuna uymaz. Oğuzman/Öz, C. I, s. 405.
1016
Eren’e göre de TBK m. 213 ve 236’da açıkça kabul edilen fark teorisini, satış sözleşmesi dışındaki
karşılıklı sözleşmelere de uygulamak pratik ihtiyaçlara uygun düşer. Eren, Borçlar Genel, s. 1068.
1017
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 105, dn. 77. Fark teorisini veya en azından sonraki imkânsızlık
bakımından bu teoriyi kabul eden yazarlar dahi, bu eleştiriye katılmaktadır. Oğuzman/Öz, C. I, s. 406.
1018
Gündoğdu, a.g.e., s. 283; Eren, Borçlar Genel, s. 1068-1069.
1019
TBK m. 213/2 hükmü şu şekildedir: “Satıcı borcunu ifa etmezse alıcı, satış bedeli ile kendisine
devredilmeyen satılanın yerine, bir başkasını satın almak için dürüstlük kuralına uygun olarak
ödediği bedel arasındaki farka göre hesaplanacak zararın giderilmesini isteyebilir.”.

247
konmasına ilişkin düzenlenmeler yapılmıştır. Aynı hükümlerin 3. fıkralarında1020 ise
zararın soyut metodla hesaplanmasına ilişkin düzenlenmeler yapılmıştır. Öğretideki
bir fikir de, satış sözleşmesinde temerrüt dışında, fark teorisine göre zararın
hesaplandığı diğer borca aykırılık hallerinde ve bu arada sonraki imkânsızlıkta da,
TBK m. 213/3’e ve 236/3’e kıyasen, şartları gerçekleştiği takdirde, edimler
arasındaki farkın soyut metotla tespit edilebileceğini ileri sürmektedir1021.
Kanaatimizce de alacaklı, sonraki imkânsızlığı nedeniyle uğramış olduğu zararı
somut olarak ortaya koymak zorunda olsa da, şartları gerçekleştiği takdirde zararın
soyut olarak hesaplanmasında bir sakınca bulunmaz. Buna göre borçlunun sonraki
imkânsızlık nedeniyle ifa edemediği edim yerine alacaklı üçüncü bir kişiyle sözleşme
yapmışsa, alacaklının ilk sözleşmede ödemesi kararlaştırılan bedel ile ikinci
sözleşme nedeniyle ödemiş olduğu daha yüksek bedel arasındaki fark, onun sonraki
imkânsızlık nedeniyle uğradığı zarar olarak kabul edilebilir. Bu halde alacaklının
zararı somut yöntemle hesaplanmıştır. Ancak sonraki imkânsızlık nedeniyle ifa
edilmeyen edim, borsaya kayıtlı veya piyasa fiyatı olan bir mal ise, alacaklı bunun
yerine bir başkasını satın almaya gerek olmaksızın, ifası imkânsızlaşan edim için
ödemek zorunda olduğu bedel ile bu edimin teslimi için kararlaştırılan gündeki satış
fiyatı arasındaki farkı zarar olarak talep edebilir. Bu halde ise, zarar soyut metotla
hesaplanmıştır.
Zararın hesabında esas alınması gereken tarihe ilişkin tartışmalara da
değinilmelidir. Öğretideki bir fikir, malvarlığına ilişkin zararların hesabında hâkimin
hükmünü vereceği tarihin, daha doğru bir deyişle hüküm verilecek tarihe yakın bir

TBK m. 236/2 hükmü ise ise şu şekildedir: “Satıcı, satış bedelini ödemede temerrüde düşmüş olan
alıcıdan, bu bedel ile satılanın başkasına dürüstlük kurallarına uygun olarak satışından elde ettiği
bedel arasındaki farka göre hesaplanacak zararın giderilmesini isteyebilir.”.
1020
TBK m. 213/3 hükmü şu şekildedir: “Satılan, borsada kayıtlı veya piyasa fiyatı bulunan
mallardan ise alıcı, onun yerine bir başkasını satın alma zorunda olmaksızın, satış bedeli ile
belirlenmiş ifa günündeki piyasa fiyatı arasındaki farka göre hesaplanacak zararın giderilmesini
isteyebilir.”.
TBK m. 236/3 hükmü ise şu şekilde düzenlenmiştir: “Satılan, borsada kayıtlı veya piyasa fiyatı
bulunan mallardan ise satıcı, böyle bir satışa gerek kalmaksızın alıcıdan, satış bedeli ile malın
belirlenmiş ödeme günündeki fiyatı arasındaki farka göre hesaplanacak zararın giderilmesini
isteyebilir.”.
1021
Oğuzman/Öz, C. I, s. 410. Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 865-866. Eren’e göre
ise, soyut fark yönteminin uygulanabilmesi, bunun kanunda açıkça öngörülmüş olmasına bağlıdır.
Eren, Borçlar Genel, s. 1068-1069.

248
tarihin esas alınması gerektiğini ileri sürmektedir1022. Gerçekten de ancak hüküm
tarihine mümkün olduğunca yakın bir tarih esas alınarak yapılacak hesaplama,
enflasyonun olumsuz etkilerini bertaraf edebilir. Satış sözleşmelerinde satıcının veya
alıcının temerrüdü halinde doğacak tazminat borcunun hesaplanmasına ilişkin TBK
m. 213/3 ve 236/3’de ise, zararın hesaplanmasında ifa tarihinin esas alınması
gerektiği belirtilmiştir. İşte bu hükmün yalnızca satış sözleşmelerinde temerrüde
özgü olmadığı ileri süren yazarlar1023, diğer borca aykırılık hallerinde ve bu arada
imkânsızlıkta da, zarar hesabı yapılırken ifa tarihinin esas alınabileceğini ileri
sürmektedirler.Bu iki görüşü de bünyesinde toplayan bir diğer görüş ise, zarar
hesabında esas alınması gereken tarihin, alacaklının takdirine bağlı olması
gerektiğini; alacaklının borcun ifa tarihini veya hâkimin hüküm vereceği tarihi
seçmekte serbest olduğunu savunmaktadır1024.
Öğretideki bu görüşlere rağmen Yargıtay, hesaplamada hüküm veya ifa tarihini
değil, zararın doğduğu, yani borca aykırı davranışın gerçekleştiği tarihi esas
almaktadır1025. Borca aykırı davranış nedeniyle alacaklının uğramış olduğu maddi
zararın hesabında hüküm tarihinin esas alınması gerektiğini ileri süren yazarların bir
kısmı da1026, borca aykırı davranışın sonraki imkânsızlık olduğu halleri ayrı tutmakta
ve bu durumda, Yargıtay kararlarında olduğu gibi, imkânsızlığın gerçekleştiği tarihin
esas alınması gerektiğini ileri sürmektedirler.
Kanaatimizce, burada TBK m. 60’tan kıyasen yararlanmak mümkündür. Bu
hükme göre, bir kişinin sorumluluğu birden çok sebebe dayandırılabiliyorsa hâkim,
zarar gören aksini istemiş olmadıkça veya kanunda aksi öngörülmedikçe, zarar
görene en iyi giderim imkânı sağlayan sorumluluk sebebine göre karar vermelidir1027.
Bu halde alacaklı, imkânsızlığın gerçekleştiği veya borcun ifa edilmesi gereken
tarihi, yani vadeyi ya da zararın doğduğu tarihi seçebilir. Ancak özel olarak bir seçim

1022
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 867; Oğuzman/Öz, C. I, s. 411; Ergüne, Olumsuz
Zarar, s. 351.
1023
Gündoğdu, a.g.e., s. 286.
1024
von Tuhr, a.g.e., s. 607; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 209; Eren, Borçlar Genel, s. 1053.
1025
Y. 13. HD., E: 2009-5788, K: 2009-13309; Y. 13. HD., E: 2005-10053, K: 2005-16681. (Sinerji
Mevzuat ve İçtihat Programı)
1026
Oğuzman/Öz, C. I, s. 411.
1027
Bu hüküm hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Vedat Buz, “Aynı Şahsın Farklı Hukuku Sebeplerle
Sorumluluğu: TBK M. 60 Üzerine Düşünceler” BATİDER, C. XXIX, S. 2, Haziran 2013.

249
yapmamışsa, hâkim, alacaklının menfaatlerini en iyi şekilde koruyan tarihi esas
alarak hesaplama yapabilir.
Zararın hesabında hangi tarih esas alınırsa alınsın, kesin olan husus şudur ki;
hesap için esas alınan tarihte henüz gerçekleşmemiş olup da, sonradan gerçekleşeceği
belli olan zararlar da hesaba katılmalıdır. Ancak önceden tespit edilemeyen
gelecekteki zararlar göz önüne alınamazlar1028. Yalnızca borca aykırı davranış
nedeniyle alacaklının bedensel bir zarara uğradığı hallerde, TBK m. 114/2 sayesinde
TBK m. 75’den yararlanmak mümkün olur1029. Bu hüküm: “Bedensel zararın
kapsamı, karar verme sırasında tam olarak belirlenemiyorsa hâkim, kararın
kesinleşmesinden başlayarak iki yıl içinde, tazminat hükmünü değiştirme yetkisini
saklı tutabilir” şeklindedir1030. Bunun dışındaki hallerde, önceden tespit edilemeyen
zararlar için sonradan bir tazminat davası açılarak talepte bulunulup
bulunulamayacağı da tartışmalı bir konudur. Yargıtay ilk dava dilekçesinde fazlaya
ilişkin hakların saklı tutulmadığı hallerde, sonradan bir tazminat davası açılmasını
kabul etmemektedir1031. Bu sonuç, kapsamı bilinmemekle beraber ileride doğması
beklenen zararlar için yerinde bulunmakla beraber, doğacağı öngörülemeyen
nitelikteki zararlar bakımından isabetsizdir1032.
Son olarak borca aykırılık sebebiyle maddi zarara uğramış olan alacaklının, bu
sayede bazı faydalar elde etmiş olması haline de değinilmelidir. Kanunda bu hususta
bir hüküm bulunmasa da, öğretide, alacaklının zararının kesin olarak
hesaplanabilmesi için, borca aykırı davranış nedeniyle alacaklının elde ettiği
faydaların da göz önünde bulundurması gerektiği ve bu yararların zarardan mahsup
edilmesi gerektiği ileri sürülmektedir1033. Denkleştirme olarak adlandırılan1034 bu
halin uygulanabilmesi için, nasıl ki; borca aykırı davranışla alacaklının uğramış

1028
Oğuzman/Öz, C. I, s. 412; Eren, Borçlar Genel, s. 1067.
1029
Oğuzman/Öz, C. I, s. 412; Eren, Borçlar Genel, s. 1067.
1030
Ülkemizdeki koşullar nazara alındığında bu hükümden, bedensel zararlar dışındaki hallerde de
kıyasen yararlanmanın adalete uygun sonuçlar yaratacağı-kanaatimizce de haklı olarak- ileri
sürülmektedir. Oğuzman/Öz, C. I, s. 412, dn. 142.
1031
Y HGK, 14.10.1967 tarih ve 1294/47; Y HGK E: 8.10.2013 tarih ve E: 2003/9510, K:2003/555
sayılı kararı. (Sinerji Mevzuat ve İçtihat programı)
1032
Oğuzman/Öz, C.I, s. 412, dn. 142.
1033
Eren, Borçlar Genel, s. 1069; Oğuzman/Öz, C. I, s. 412; Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 327;
Serozan, İfa ve Engelleri,s. 206; Gündoğdu, a.g.e., s. 287-288.
1034
Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 327; Oğuzman/Öz, C. I, s. 412; Gündoğdu, a.g.e., s. 288.

250
olduğu zarar arasında nedensellik bağı aranıyorsa, borca aykırı davranışla alacaklının
elde ettiği yarar arasında da nedensellik bağı bulunmalıdır1035.

(2) Borçlunun Sorumlu Olduğu Sonraki İmkânsızlıkta Maddi Tazminatın


Tayini
Hâkim, borca aykırı davranış nedeniyle alacaklının uğramış olduğu zararı
hesapladıktan sonra, tazminatın türünü ve miktarını tayin eder. Zira haksız fiil
nedeniyle hükmedilecek tazminatın belirlenmesine ilişkin TBK m. 51/1, TBK m.
114/2 vasıtasıyla borca aykırılık hallerinde de uygulanabilir. Söz konusu hüküm:
“Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödeme biçimini, durumun gereğini ve özellikle
kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirleyecektir” şeklindedir. Borca aykırılığa
özgü TBK 114/1 c. 2’ye göre de, borçlunun sorumluluğunun kapsamı, işin özel
niteliğine göre belirlenmelidir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi1036, hâkimin hükmedebileceği tazminat miktarı,
alacaklının uğramış olduğu zarar miktarıyla sınırlıdır. Ancak bu hâkimin mutlaka
zarar miktarınca tazminata hükmedebileceği anlamına gelmez. Zira TBK m. 51/1’de
belirtildiği gibi, tazminatın kapsamı, durumun gereği ve kusurun ağırlığı göz önüne
alınarak belirlenir. Bunun yanı sıra yine kıyasen borca aykırılık hallerine de
uygulanacak olan TBK m. 52’ye göre; zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş
veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat
yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise, hâkim, tazminatı indirebilir veya
tamamen kaldırabilir (f. 1). Yine zarara hafif kusuruyla sebep olan tazminat
yükümlüsü, tazminatı ödediğinde yoksulluğa düşecek olur ve hakkaniyet de
gerektirirse, hâkim, tazminatı indirebilir (f. 2). Yine TBK m. 114/1’in son
cümlesinde, iş özellikle borçlu için bir yarar sağlamıyorsa, sorumluluğun daha hafif
bir biçimde değerlendirileceği belirtilmektedir.
TBK m. 51/1’den anlaşılacağı üzere tazminatın biçimini de hâkim tayin
eder.Uygulamada, tazminat olarak, bir miktar paraya hükmedildiği görülmektedir1037.
İmkânsızlık nedeniyle edimin ifa edilememesi halinde de, durumun özelliği

1035
Oğuzman/Öz, C. I, s. 412-413; Eren, Borçlar Genel, s. 1069; Gündoğdu, a.g.e., s. 289.
1036
Bkz.: yuk. s. 244-245.
1037
von Tuhr/Peter, a.g.e., s. 115; Huguenin, a.g.e., s. 104; Oğuzman/Öz, C. I, s. 440; Serozan, İfa ve
Engelleri,s. 209; Eren, Borçlar Genel, s. 1070; Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 334; Velidedeoğlu,
a.g.e., s. 749; Gündoğdu, a.g.e., s. 292; Reisoğlu, a.g.e., s. 359.

251
gereği,aynen tazminin gündeme gelmesi mümkün değildir1038. Ayrıca nakden
tazminat kolay bir biçimde icra edilebilmesi ve indirim yapılırken bir soruna yol
açmaması nedeniyle oldukça avantajlıdır1039. Nakden tazmine karar veren hâkim, söz
konusu tazminatın toplu olarak mı yoksa irat şeklinde mi ödeneceğini de belirler.
Eğer tazminatın irat biçiminde ödenmesine hükmedilirse, borçlu güvence
göstermekle yükümlüdür (TBK m. 51/2’ye kıyasen)
Yapma borçları bakımından kanun alacaklıya bir imkân daha tanımıştır. Buna
göre yapma borcunun borçlu tarafından ifa edilmemesi halinde alacaklı, hâkimden,
masrafı borçluya ait olmak üzere edimin kendisi veya başkası tarafından ifasına izin
verilmesini isteyebilir (TBK m. 113/1). Bu hükmün ifanın bir türü mü yoksa bir
tazminat biçimi mi olduğu öğretide tartışmalı olmakla birlikte1040, burada hangi görüş
kabul edilirse edilsin, sonraki imkânsızlığın objektif bir biçimde ortaya çıkma
zorunluluğu karşısında, hükmün sonraki imkânsızlık hallerinde uygulanamayacağı
açıktır1041.

(3) Tazminat Talebinin Zamanaşımı


Borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık nedeniyle talep edilen
tazminatın tabi olduğu zamanaşımı süresi de tartışmalıdır. Zira daha önce de
belirttiğimiz gibi1042, öğretideki bir fikir, bu tazminat talebinin ifası imkânsızlaşan
borcun biçim değiştirmiş bir devamı olduğunu kabul ederken, bizim de katıldığımız
bir diğer fikir ise, sonraki imkânsızlığın borç ilişkisini sone erdirdiğini ve bu nedenle
tazminat borcunun yeni bir borç olduğunu kabul etmektedir. İlk görüş bakımından
tazminat talebinin zamanaşımının, ifası imkânsızlaşan borcun zamanaşımına tabi

1038
Eren, Borçlar Genel, s. 1070. Ancak Tekinay’a göre imkânsızlık halinde de, imkânsız hale gelen
edim yerine aynı nevi ve kıymette bir şeyin davacıya verilmesine hükmedilebilir. Bu nedenle burada
da ayni tazminat söz konusu olabilir. Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 870.
1039
Ergüne, Olumsuz Zarar, s. 334; Gündoğdu, a.g.e., s. 292.
1040
TBK m. 113/1’in yapma borcunun aynen ifasının cebri icra yoluyla sağlanması olduğu görüşünde;
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 90-91; Eren, Borçlar Genel, s. 1033; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 222;
Aydıncık, a.g.e., s. 41; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 641. Burada yapma borcunu ifa etmemeden
doğan zararın, özel bir tarzda tazmininin söz konusu olduğu görüşünde; Oğuzman/Öz, C. I, s. 440-4
1041
TBK m. 113/2’de, yapmama borcuna aykırı davranan borçlunun, bu aykırı davranışının doğurduğu
zararı gidermekle yükümlü olduğu, 113. maddenin 3. ve son fıkrasında ise, alacaklının ayrıca borca
aykırı durumun ortadan kaldırılmasını veya masrafı borçluya ait olmak üzere bu hususta kendisinin
yetkili kılınmasını talep edebileceği düzenlenmiştir. Görüldüğü gibi, 2. fıkrada nakdi bir tazminatın
söz konusu olmasına karşılık, 3. fıkrada ise zararın fiilen bertaraf edilmesine ilişkin bir düzenleme söz
konusudur.Oğuzman/Öz, C. I, s. 443.
1042
Bkz.: yuk. s. 223 vd.

252
olduğu söylenebilir1043. İkinci görüşte ise, TBK m. 146 uyarınca, kanunda başka bir
esas kabul edilmiş olmadıkça, sonraki imkânsızlığın gerçekleştiği tarihten itibaren 10
yıllık bir zamanaşımı söz konusu olur1044.

2. Öğretide Tazminat Yerine İleri Sürülebileceği İddia Edilen Diğer


Talepler
Öğretide, borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık halinde, alacaklının
tazminat yerine başka taleplerde bulunabileceği de ileri sürülmektedir.

a. Kaim Değer
Türk - İsviçre hukukunda alacaklının kaim değeri talep edip edemeyeceği daha
çok borçlunun sorumlu olmadığı imkânsızlık bakımından inceleme konusu yapılsa
da1045, borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık bakımından da bu sorun
değerlendirilmektedir.
Alman hukukundan esinlenilerek Türk - İsviçre hukukunda benimsenen bir
fikre göre, imkânsızlaşan edimin borçlusu, bu sayede bir kaim değer veya surrogat
elde ederse, alacaklı, tazminat yerine bu kaim değeri de talep edebilir1046.
Yok olan veya ciddi biçimde hasara uğrayan edim konusu için elde edilen
sigorta bedeli, edim konusunun üçüncü kişiye satılıp teslim edilmesi karşılığında elde
edilen bedel veya haksız fiille edimin ifasını imkansızlaştıran üçüncü kişiden elde
edilen tazminat gibi değerler, öğretide, kaim değere örnek olarak
gösterilmektedir1047.
Borçlunun elde ettiği kaim değer, alacaklının isteyebileceği tazminattan daha
düşükse, alacaklının kaim değerin yanı sıra uğramış olduğu zararın kaim değerden
daha fazla olduğunu ispat ederek, ayrıca bu fazlalığın tazminini de isteyebileceği
kabul edilmektedir1048. Bu kabulden yola çıkarak kaim değerin imkânsızlaşan edimin
objektif değerinden daha yüksek olduğu hallerde, tazminat yerine bu kaim değeri
istemenin alacaklı bakımından daha elverişli olduğunu söyleyebiliriz. Bu halde kaim
1043
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 96; Bucher, AT, s. 418.
1044
Oğuzman/Öz, C. I, s. 445.
1045
Bkz.: aş. s. 272 vd.
1046
Bucher, AT, s. 425-426; von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 131; Huguenin, a.g.e., s. 94; Serozan, İfa ve
Engelleri,s. 214-215; BGB § 285/1’de alacaklının, kaim değeri talep etme hakkına sahip olduğu
açıkça düzenlenmiştir.
1047
Oğuzman/Öz, C. I, s. 413, dn. 146; Serozan, İfa ve Engelleri,s. 214-215.
1048
Bucher, AT, s. 426, dn. 39; Serozan, İfa ve Engelleri,s. 215.

253
değer, alacaklının zararından daha fazla olsa dahi, alacaklının kaim değeri talep ettiği
hallerde, borçlu, bu fazlalığın kaim değerden indirilmesi gerektiğini ileri süremez.
Ancak bu görüşte dahi, zararı tam olarak karşılayan veya onu aşan kaim değerin yanı
sıra uğranılan zararların ayrıca tazmini kabul edilmemektedir1049. Ayrıca kaim
değerin talep edileceğini kabul eden yazarların, bu talebin ileri sürülebilmesi için,
alacaklının, edimin ifa edilmemiş olması nedeniyle bir zarara uğramış olduğunu ve
bu zararın miktarını ispat etmek zorunda olmadığını kabul ettikleri sonucuna da
varabiliriz1050.
Buna karşın bir diğer fikir en fazla edimin değeri oranında kaim değer talep
edilebileceğini ileri sürmektedir1051.
Alacaklının tazminat yerine kaim değeri talep edebilmesini görüşüne karşın,
Türk - İsviçre hukukunda, tarafların anlaştığı hallerin dışında, borçluyu elde ettiği
kaim değeri alacaklıya vermeye zorlayabilecek bir dayanak bulabilmenin güç olduğu
da ileri sürülmektedir1052. Bu fikirdeki yazarlar, ancak somut olayın özellikleri
bakımından, alacaklının kaim değerin kendisine verilmesi yolundaki talebinin, borçlu
tarafından reddedilmesinin, hakkın kötüye kullanılması sayıldığı hallerde kaim
değerin istenebileceğini kabul etmektedirler. Kanaatimizce de hukukumuzda kaim
değerin talep edilebilmesine imkân veren bir düzenleme söz konusu olmadığından,
bu son görüşe katılmak daha uygundur. Ancak kabul ettiğimiz bu görüşte dahi
borçlunun bir kaim değer elde etmiş olması, alacaklının lehine sonuçlar yaratabilir.
Durumun gereğini nazara alarak tazminatı tayin etmek zorunda olan hâkim (TBK m.
51/1), bu halde alacaklı lehine daha yüksek miktarda tazminata hükmedebilir. Aynı
şekilde borçlu, elde ettiği veya ileride elde edeceği kaim değer sayesinde
malvarlığını önemli ölçüde artıyorsa, hâkim, TBK m. 52’deki indirim sebebini
nazara almadan, alacaklı lehine daha yüksek miktarda tazminata hükmedebilir1053.

1049
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 215.
1050
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 196; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 184.
1051
Eren, Borçlar Genel, s. 1306. Bu görüşün eleştirisi için bkz.: aş. s. 273-274.
1052
Oğuzman/Öz, C. I, s. 414.
1053
Daha önce de değindiğimiz bu hükmü, burada bir kez daha belirtirsek: “Zarara hafif kusuruyla
sebep olan tazminat yükümlüsü, tazminatı ödediğinde yoksulluğa düşecek olur ve hakkaniyette
gerektirirse hâkim, tazminatı indirebilir.”.

254
b. Sözleşmeden Dönme ve Olumsuz Zararın Tazmini
Öğretideki bir görüş, borçlunun sorumlu olduğu bir nedenle edimin ifasının
imkânsızlaştığı hallerde alacaklının, borçlu temerrüdünde olduğu gibi, sözleşmeden
dönme hakkına sahip olduğunu ileri sürmektedir1054. Bu fikre göre, TBK bazı özel
akit türlerini düzenlerken borçlu temerrüdü dışındaki borca aykırılık hallerine de
dönme yaptırımı bağlamıştır. Borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık halinde
sözleşmeden dönülebileceği hakkında genel bir hüküm bulunmamasının nedeni de,
kanunda bu tür borca aykırılığın açıkça düzenlenmeyerek, TBK m. 112’nin geniş
hükmüyle yetinilmiş olmasıyla açıklanmaktadır1055. Bu görüş doğrultusunda
borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık halinde alacaklının sözleşmeden
dönebilmesi kabul edilince, alacaklı uğramış olduğu olumsuz zararların tazminini de
borçludan talep edebilecektir.
TBK ile alacaklıya sözleşmenin dönme hakkı tanınmasının yerinde olmadığını
biz de kabul ediyoruz1056. Ancak TBK’nın mevcut düzenlemeleri çerçevesinde,
pozitif dayanaktan yoksun olan bu görüşe katılmanın mümkün olmadığına da
inanıyoruz1057.
Borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlığın borcu sona erdirmeyeceğini,
yalnızca borcun içeriğini değiştirerek, ifası imkânsızlaşan edimin yerini alacaklının
zararını tazmin yükümlülüğünün alacağını kabul eden bazı yazarlar da1058 burada
alacaklıya sözleşmeden dönme hakkının tanınması gerektiğini ileri sürmektedirler.
Borç ilişkisinin sona ermediği kabul ediliyorsa borçlunun tazminat yükümlülüğü
karşısında alacaklı da kendi edimini ifa etmekle yükümlüdür. İşte burada elde
edeceği tazminattan daha çok kendi edimine değer veren alacaklının bu edimi elinde
tutmasına ilişkin çıkarının korunması gerektiği savunulmaktadır. Borçlunun sorumlu
olmadığı sonraki imkânsızlık dahi alacaklının bu şansa sahip olduğu belirtilerek de
(TBK m. 136/2), burada alacaklıya sözleşmeden dönme hakkı tanınması gerektiği
ileri sürülmektedir. Bu görüşte sözleşmeden dönen alacaklının yalnızca olumsuz

1054
Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 725; von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 105; Bucher, AT, s. 417;
Guhl/Koller/Druey, a.g.e., s. 223; Tekinay, a.g.e., s. 873-874; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,
Borçlar, s. 109-110; İnan/Yücel, a.g.e., s. 606.
1055
Tekinay, a.g.e., s. 873-874; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 109-110.
1056
Aynı yönde; Eren, Borçlar Genel, s. 1070.
1057
Aynı yönde; Oğuzman/Öz, C. I, s. 453-454. Ayrıca bkz.: Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 249-250.
1058
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 213.

255
zararlarının tazminiyle yetinmeyerek, olumlu zararlarının tazminini talep edebileceği
dahi ileri sürülmektedir1059.
Kanaatimizce, borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlığın da, borçlunun
sorumlu olmadığı imkânsızlıkta olduğu gibi borcu sana erdirdiği kabul edilirse1060,
bu şekilde yasanın sınırlarını zorlayan çözümler üretmek mecburiyeti olmaksızın,
alacaklının çıkarları korunabilir. Zira borcun sona erdiği kabul edilince zaten alacaklı
kendi edimini ifa etme zorunluluğundan kurtulur. Borçlunun sorumlu olmadığı
sonraki imkânsızlık halinde dahi borçlunun karşı edimi elde etme şansını yitirdiği
söylenebiliyorsa, borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlıkta da aynı sonucu
kabul etmenin yaratacağı bir sakınca da bulunmaz.

D. Borçlunun Sorumlu Olduğu Sonraki Kısmi İmkânsızlığın Yaratacağı


Sonuçlar

1. Genel Olarak
Borçlunun sorumlu olduğu sonraki kısmi imkânsızlığın yaratacağı sonuçlara
ilişkin olarak kanunda özel bir düzenleme yapılmamış olsa da, burada, bölünebilir bir
borcun tamamının belli ve muaccel olduğu hallerde, alacaklının kısmi ifayı
reddedebileceğine ilişkin düzenlemeden (TBK m. 84/1) yola çıkılabileceği ileri
sürülmektedir1061.
Buna karşın bazı yazarlar, TBK m. 84’de tamamı ifa edilebilir bir durumdaki
edimin kısmi ifası sorunuyla ilgilenildiğinden, yani burada kısmi imkânsızlıktan
tamamen farklı bir durum ele alındığından, bu hükmün kısmi imkânsızlık hallerine
uygulanmasının mümkün olmadığını savunmaktadırlar1062. Bu görüşteki yazarlar,
burada,borçlunun sorumlu olduğu sonraki kısmi imkânsızlık halinde başlangıçtaki
kısmi imkânsızlığa ilişkin TBK m. 27/2’den,satış sözleşmelerinde kısmi zapta ilişkin
TBK m. 218’den ve yine satış sözleşmelerinde satıcının sorumlu olduğu ayıp

1059
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 214.
1060
Bkz.: yuk. s. 223, dn. 917.
1061
Oğuzman/Öz, C. I, s. 468; Eren, Borçlar Genel, s. 1041; Tunç, a.g.e., s. 110.
1062
Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 128-129.

256
nedeniyle alıcının sözleşmeden dönme hakkına ilişkin TBK m. 230’dan kıyasen
yararlanılabileceğini ileri sürmektedirler1063.
Kısmi zapt halinde” başlıklı TBK m. 218’e göre: “Satılanın bir kısmi elinden
alınmış veya satılan sınırlı ayni bir hakla yüklenmişse alıcı, sadece bu yüzden
uğradığı zararın giderilmesini isteyebilir.
Ancak alıcının, satılandaki bu durumu bilseydi onu satın almayacağı durum ve
koşullardan anlaşılıyorsa, alıcı hâkimden sözleşmenin sona ermesine karar
vermesini isteyebilir. Bu durumda alıcı, satılanın elinde kalmış olan kısmını o
zamana kadar elde etmiş olduğu yararlarla birlikte, satıcıya geri vermekle
yükümlüdür.”.
“Birden çok mal satışında” başlıklı TBK m. 230 ise şu şekildedir: “Birden çok
mal veya birden çok parçadan oluşan bir mal, birlikte satılmış olup da bunlardan
bazıları ayıplı çıkarsa, dönme hakkı bunlardan ancak ayıplı çıkanlar için
kullanılabilir. Ancak, alıcıya veya satıcıya önemli bir zarar vermeksizin ayıplı
parçanın diğerinden ayrılmasına imkan yoksa, dönme hakkının satılanın tamamını
kapsaması zorunludur.
Satılanın aslı için satıştan dönülmesi, ayrı satış bedeli gösterilerek satılmış
olsalar bile, eklentilerini de kapsar; fakat eklentiler için dönme, satılanın aslını
kapsamaz.”.
TBK m. 27/2’nin, 218’in ve 230’un ortak özellikleri -kural olarak- kısmi
geçersizliği esas almalarıdır. Ancak TBK m. 218’de alıcının (alacaklının) menfaati
nazara alınarak sözleşme bakımından tam geçersizliğin söz konusu olabileceği
düzenlenmiş olmasına rağmen;TBK m. 230’da hem alıcının (alacaklının) hem de
satıcının (borçlunun) menfaati nazara alınarak;geçersizliğin tüm sözleşme
bakımından söz konusu olabileceği düzenlenmiştir. TBK m. 27/2’nin ise, kısmi kesin
hükümsüzlük halinde sözleşmenin geçerli olan kısımlarının akıbetine ilişkin taraf
iradeleri, açık veya örtülü olarak sözleşmeden anlaşılamıyorsa, tarafların farazi
iradelerini tespit ederek bir sonuca varılmasını gerektirdiği ileri sürülmektedir1064.

1063
Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 128.Aynı yönde; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s.
910; Tekinay, a.g.e., s. 93; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 215.
1064
Bkz.: yuk. s. 113, dn. 464.Ancak kanaatimizce, olması gereken hukuk yönünden başlangıçtaki
kısmi imkânsızlıkta sözleşmenin tamamen mi kesin hükümsüz olacağını yoksa edimin ifa edilebilir
kısmı üzerinden mi sözleşmenin devam edeceğini belirleme yetkisi alacaklıya bırakılmalıdır. Zira ifa,

257
Kanaatimizce, borçlunun sorumlu olduğu sonraki kısmi imkânsızlık hallerinde de
edim kısmen ifa edilebilir bir durumda olduğundan, kısmi ifaya ilişkin TBK m.
84/1’in burada da uygulanmasında bir sakınca yoktur. Zira bir sözleşmede edimin hiç
veya kısmen ifa edilmemesinden en çok etkilenecek taraf alacaklı olduğundan, her ne
sebeple yapılacak olursa olsun kısmi ifaya nedeniyle sözleşmenin amacının elde
edilip edilemeyeceği belirlenirken, alacaklının menfaati nazara alınmalıdır. Zaten
Ayrıca TBK m. 218’de de bu esastan hareket edilerek bir düzenleme yapılmıştır.Bu
halde bu esasın genel olarak ifadesinden başka bir şey olmayan TBK m. 84/1’in
kısmi imkânsızlık hallerine uygulanamayacağı da söylenemez. Muhtemelen bu
durumu nazara alan Kanun koyucu da borçlunun sorumlu olmadığı sonraki kısmi
imkânsızlığa ilişkin düzenlenmesinde (TBK m. 137/2), aynen TBK m. 84/1’de
olduğu gibi, kısmi ifanın kabulünü alacaklının iradesine bırakmıştır1065. Bu halde
burada TBK m. 137/2’den de kıyasen yararlanılabileceği söylenebilir.
Kabul ettiğimiz görüş doğrultusunda, edimin ifası kısmen imkânsızlaştığı için
alacaklı, kendisine yapılan kısmi ifa teklifini reddederek, borcun tamamının ifasının
mümkün olmadığı gerekçesiyle, tüm borç için TBK m. 112’ye göre tazminat talep
edebilir1066. Buna karşın alacaklı kendisine yapılan kısmi ifa teklifini kabul ederse,
borç, ifa edildiği kısmı için sorunsuz bir biçimde sona erer. Ancak imkânsızlaşan
kısım için borçlunun TBK m. 112’den doğan sorumluluğu devam eder1067.Alacaklı
kendisine yapılan kısmi ifayı kabul ettikten sonra edimin kalan kısmı borçlunun
sorumlu olduğu bir nedenle imkânsızlaşmışsa, alacaklı yalnızca imkânsızlaşan kısım
için tazminat talebinde bulunabileceği gibi, kabul ettiği kısmı borçluya iade ederek,

borçluyu borçtan kurtardığı için onun bakımından da faydalı bir olgu olsa da -kural olarak- alacaklının
menfaatine hizmet eden bir olgudur. Bir sözleşmede edimin hiç veya kısmen ifa edilmemesinden en
çok etkilenecek taraf alacaklıdır. Öğretide de kısmi imkânsızlık nedeniyle yapılacak kısmi ifada
sözleşmenin amacının elde edilip edilemeyeceği belirlenirken, alacaklının menfaatinin nazara alınması
gerektiği kabul edilmektedir. Bkz.: yuk. s. 115-117. Olması gereken hukuk yönünden tavsiye ettiğimiz
bu çözüm, aslında karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde borçlunun sorumlu olmadığı sonraki kısmi
imkânsızlığa ilişkin TBK. 137/2’de kanun koyucu tarafından da açıkça benimsenmiştir. Bu hüküm:
“Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, bir tarafın borcu kısmen imkânsızlaşır ve alacaklı kısmi
ifaya razı olursa, karşı edimde o oranda ifa edilir. Alacaklının böyle bir ifaya razı olmaması…
durumunda, tam imkânsızlık hükümleri uygulanır” şeklindedir. Ayrıca TBK m. 218’de de bu esastan
hareket edilerek bir düzenleme yapılmıştır.
1065
Bu hususta bkz.: aş. s. 277 vd.
1066
von Tuhr, a.g.e., s. 563; Oğuzman/Öz, C. I, s. 468; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s.
910; Tekinay, a.g.e., s. 93; Tunç, a.g.e., s. 110; Reisoğlu, a.g.e., s. 349.
1067
von Tuhr, a.g.e., s. 563; Eren, Borçlar Genel, s. 1041; Oğuzman/Öz, C. I, s. 469;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 910; Tekinay, a.g.e., s. 93; Serozan, İfa ve Engelleri, s.
215; Reisoğlu, a.g.e., s. 349; Tunç, a.g.e., s. 110.

258
tüm borç için TBK m. 112’ye başvurabilir. Bu halde ifa edilen kısmın iadesi ile
edimin tamamı için tazminata karar verilmesi mümkündür. Ancak ifa edilen kısmın
iadesi mümkün değilse veya böyle bir iadenin borçlu için önemli bir zarar
doğuracağı anlaşılıyorsa, alacaklı yalnızca ifa edilmeyen kısım için TBK m. 112’ye
başvurabilir1068. İfa edilen kısmın iadesinin mümkün olmadığı bir durumda, geri
kalan kısım ifa edilmediği için, kısmi ifa alacaklı için bir değer taşımıyorsa,
tazminatın hesabında bu durum nazara alınmalı1069 ve yalnızca ifa edilen kısmın en
az değeri tazminattan indirilmelidir.
Alacaklının kısmi ifayı kabul etmek zorunda olmadığı TBK m. 84’de açıkça
düzenlenmişse de, kanunda ve öğretide, alacaklının, kısmi ifayı reddedemeyeceği
bazı hallerden de bahsedilmektedir. Bu hallerde kısmi ifa, edimin bir kısmının
imkânsızlığı nedeniyle yapılacaksa, alacaklının yine de kısmi ifayı kabul etmek
zorunda olup olmadığı her bir durum için ayrı ayrı incelenmelidir.
Bu inceleme yapıldıktan sonra karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde kısmi
imkânsızlık halinde karşı edimin akıbetinin ne olacağına da değinilecektir.

2. Alacaklının Temerrüde Düşmeksizin Kısmi İfayı Reddedemeyeceği


Haller ve Bunların Kısmi İmkânsızlık Bakımından Taşıdıkları
Özellikler
TBK m. 84’deki hükme rağmen, kanunlarda ve öğretide, bazı hallerde
alacaklının kısmi ifayı kabul etmek zorunda olduğundan bahsedilmektedir. Aslında
bu hallerde de alacaklının ifayı kabul zorunluluğu yoktur. Daha önce de
değindiğimiz gibi1070, hiç kimse bir hakkı kullanmaya mecbur tutulamayacağından,
kendisine sunulan edime uygun ifayı kabul etmeyen bir alacaklı, yalnızca hakkını
kullanmayan bir kişi konumundadır. Bu halde kısmi ifayı kabul etmeyen alacaklı,
kabul etmediği kısım için yalnızca alacaklı temerrüdüne düşer. Bu nedenle
alacaklının kısmi ifayı kabul mecburiyetinden değil de, kısmi ifayı reddederek
kısmen de olsa alacaklı temerrüdüne düşeceğinden, yani ifayı kabul etme külfetinden
bahsetmek daha uygundur. Ancak elbette alacaklının ifayı kabul etmek yönünde bir

1068
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 910; Tekinay, a.g.e., s. 93-94; Tunç, a.g.e., s. 110-
111.
1069
Oğuzman/Öz, C. I, s. 469; Tunç, a.g.e., s. 111.
1070
Bkz.: yuk. s. 203, dn. 829.

259
borcu söz konusu ise, bu halde ifayı kabul etmeyen alacaklı, hakkını kullanmadığı
gibi aynı zamanda borcuna da aykırı davranmış olur.
Alacaklının kısmi ifayı reddederek, bu kısım için alacaklı (veya -ifayı kabul
etmek zorunda ise- borçlu) temerrüdüne düştüğü hallerin başında, tarafların açıkça
veya örtülü olarak kısmi ifanın yapılabileceğini önceden kararlaştırdıkları haller
gelir. Bu durumda alacaklı, temerrüde düşmeksizin kısmi ifayı reddedemez1071.
Kısmi ifanın kabul edileceği taraflarca kararlaştırılmış olmasına rağmen, kısmi
ifa, edimin kalan kısmının imkânsızlığı nedeniyle yapılacaksa, alacaklının yine de
kısmi ifayı kabul etmesinin gerekli olup olmadığı üzerinde durulması gereken bir
husustur. Kanaatimizce, bu değerlendirme yapılırken, tarafların iradeleri nazara
alınmalıdır.Kısmi ifa, kısmi imkânsızlık nedeniyle gerçekleşecek olsa dahi,
alacaklının kısmi ifayı kabul etmek zorunda olduğu sözleşmeden anlaşılabiliyorsa,
alacaklının kısmi ifayı reddetme hakkının da bulunmadığı sonucuna varılmalıdır. Bu
halde alacaklı kısmi ifayı kabul etmeli ve edimin imkânsızlaşan kısmi için de TBK
m. 112’ye göre tazminat talep etmelidir. Ancak taraflarca kısmi ifanın kısmi
imkânsızlık nedeniyle yapılması ihtimali üzerinde durulmayarak, peşinen alacaklının
kısmi ifayı reddedemeyeceği kararlaştırılmışsa, alacaklının kısmi ifayı reddetme
hakkının bulunmadığı sonucuna varılmamalıdır. Bu halde ortaya çıkan sözleşme
boşluğu hâkim tarafından doldurulmalıdır.Hâkim bu boşluğu doldururken,
alacaklının, kısmi ifanın kısmi imkânsızlık nedeniyle yapılacağını öngörebilseydi,
yine de bu sözü verip vermeyeceğini araştırmalıdır. Bunun için de kısmi ifanın,
edimin geri kalan kısmi olmaksızın, alacaklının işine yarayıp yaramadığı tespit
etmelidir.
İkinci olarak kısmi ifayı reddetmenin dürüstlük kuralına aykırı düştüğü
hallerde, alacaklının kısmi ifayı reddetmesinin hakkın kötüye kullanması anlamına
geldiği ileri sürülmektedir (TMK m. 2)1072. Edimin miktarı nedeniyle tek seferde ifa
edilmesinin mümkün olmadığı hallerde kısmi ifayı reddetmek bu duruma örnek

1071
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 15; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 765; Oğuzman/Öz,
C. I, s. 287; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 117; Gümüş, Kısmi İfa, s. 619-620; Eren, Borçlar Genel, s.
922; Ayan, Borçlar Genel, s. 312; Reisoğlu, a.g.e., s. 298; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 595.
1072
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 15, dn. 1a; Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 599; Oğuzman/Öz, C. I, s.
288; Eren, Borçlar Genel, s. 922; Gümüş, Kısmi İfa, s. 622; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 117;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 764; Ayan, Borçlar Genel, s. 312; Reisoğlu, a.g.e., s.
298-299; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 223.

260
olarak gösterilmektedir1073. Ancak bu örnek kısmi imkânsızlık bakımından bir özellik
taşımaz. Zira miktarı nedeniyle tek seferde ifa edilmesi mümkün olmayan bir edim,
kısmen imkânsızlığa uğradığı için kısmen ifa edilmek isteniyorsa, alacaklı bunu
reddederek tüm borç için TBK m. 112 uyarınca tazminat talep edebilir. Yine edimin
ifa olarak arz edilmeyen kısmının çok önemsiz olduğu ve bu kısmın elde edilmesinde
özel bir güçlük bulunmadığı haller de alacaklının dürüstlük kuralı gereği kısmi ifayı
reddedemeyeceği hallere verilen bir diğer örnektir1074. Bu örnekten yola çıkarak
kısmi ifanın kısmi imkânsızlık nedeniyle yapılacağı bir durumda, edimin ifa olarak
arz edilmeyen kısmı çok önemsizse, alacaklının kısmi ifayı reddederek tüm borç için
TBK m. 112’ye başvurmasının hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu
söylenebilir.
Borç farklı vadelere bağlanmış olup da, henüz tüm borç muaccel olmamışsa,
alacaklı, muaccel kısmın ifasını temerrüde düşmeksizin reddedemez. Ancak tüm borç
muaccel ise, bu halde borçlu borcun tamamını ifa etmekle yükümlü olduğundan,
alacaklı, kısmi ifayı reddetse dahi temerrüde düşmez1075. Bu durum da kısmi
imkânsızlık bakımından bir özellik taşımaz. Muaccel kısım ifa edilebilecekken,
henüz muaccel olmayan edimlerin ifasının imkânsızlaştığı açıkça anlaşılabiliyorsa
alacaklı, muaccel borcun ifasını reddederek tüm borç için TBK m. 112 uyarınca
tazminat talep edebilir.
Yine alacaklı, borçlunun geçerli takas talebi nedeniyle gerçekleşecek olan
kısmi ifaya katlanmak zorundadır1076. Ancak takas, ifa yerini tutan bir olgu
olduğundan, artık burada imkânsızlıktan bahsetmek mümkün değildir.
Nihayet kanundaki bir hüküm kısmi ifaya izin veriyorsa, bu halde de alacaklı,
temerrüde düşmeksizin kısmi ifayı reddedemez. TBK m. 593/1 c. 21077; Türk Ticaret

1073
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 15, dn. 1a; Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 599; Eren, Borçlar Genel, s.
922; Oğuzman/Öz, C. I, s. 288; Gümüş, Kısmi İfa, s. 622; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 116;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 764-765. Ayan, Borçlar Genel, s. 312.
1074
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 15, dn. 1a; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 765;
Oğuzman/Öz, C. I, s. 288-289; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 116; Eren, Borçlar Genel, s. 922;
Reisoğlu, a.g.e., s. 298-299; Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 596. Son olarak alacaklının sırf ceza
koşulu alacağını elde etmek veya sözleşmeyi sona erdirmek için kısmi ifayı kabul etmediği haller de
hakkın kötüye kullanılması olarak görülmektedir. Gümüş, Kısmi İfa, s. 626.
1075
Oğuzman/Öz, C. I, s. 287; Eren, Borçlar Genel, s. 922; Gümüş, Kısmi İfa, s. 621.
1076
Gümüş, Kısmi İfa, s. 622.
1077
“Ödemenin kabulünü isteme” başlıklı bu hükmün 1. fıkrasına göre: “Borçlunun iflası sebebiyle
olsa bile, borç muaccel olduğu takdirde kefil, alacaklıdan yapacağı ödemeyi kabul etmesini her

261
Kanunu (TTK) m. 709/b. 21078, 778/c1079, 818/1-h1080; İcra İflas Kanunu (İİK) m.
121081, 1111082, bu hususta örnek verilebilecek hükümlerdir. Ancak bu
düzenlemelerin tamamı para borçlarına ilişkindir. Para borçlarında imkânsızlıkla
karşılaşmak söz konusu olmadığından1083, bu haller de kısmi imkânsızlık bakımından
bir özellik taşımazlar.
Sonuç olarak alacaklının kısmi ifayı kabul etmek zorunda olduğu hallerin
bazılarında, kısmi ifa, kısmi imkânsızlık nedeniyle gerçekleşecekse, alacaklının yine
de kısmi ifayı reddederek, tüm borç için TBK m. 112 hükmüne başvurabileceğini
söyleyebiliriz. Bazı hallerde ise, kısmi ifa kısmi imkânsızlık nedeniyle gerçekleşecek
olsa dahi alacaklı kısmi ifayı kabul etmek zorundadır. Alacaklının kısmi ifayı kabul
etmek zorunda olduğu hallerin bir kısmında ise zaten imkânsızlık gibi bir problem
ortaya çıkamaz.
Saydığımız bu hallerin dışında öğretideki bazı yazarlar1084 borcun bir kısmının
ihtilaflı olduğu hallerde, alacaklının üzerinde ihtilaf bulunmayan kısmı kabul etmek

zaman isteyebilir. Bir borca birden çok kişinin kefil olması durumunda alacaklı, kefillerden biri
tarafından yapılacak kısmi ödemeyi, bunu öneren kefile düşen paydan az olmamak koşuluyla, kabul
etmek zorundadır.”
1078
Poliçeye ilişkin bu hükme göre: “Hamil kısmi ödemeyi reddedemez.”.
1079
Bu hüküm, poliçeye dair kısmi ödemenin reddedilemeyeceği hükmünün bono bakımından da
geçerli olduğunu düzenlemektedir.
1080
Bu hüküm poliçeye dair kısmi ödemenin reddedilemeyeceği hükmünün bono bakımından da
geçerli olduğunu düzenlemektedir.
1081
“İcra dairesine ödeme” başlıklı bu hükme göre: “İcra dairesi, takip edilmekte olan bir para
alacağına mahsuben borçlu veya üçüncü şahıs tarafından ödenen paraları kabule mecburdur.
Bununla borçlu bu miktar borcundan kurtulur.”. Bu halde icra dairesine yapılan kısmi ifa
reddedilemeyecektir.
1082
“Taksitle ödeme” başlıklı bu hüküm şu şekildedir: “Borçlu alacaklının satış talebinden evvel
borcunu muntazam taksitlerle ödemeği taahhüt eder ve birinci taksiti de derhal verirse icra
muamelesi durur.
Şu kadar ki borçlunun kâfi miktar malı haczedilmiş bulunması ve her taksitin borcun dörtte biri
miktarından aşağı olmaması ve nihayet aydan aya verilmesi ve müddetin üç aydan fazla olmaması
şarttır.
Borçlu ile alacaklının borcun taksitlendirilmesi için icra dairesinde yapacakları sözleşme veya
sözleşmelerin devamı süresince 106 ve 150/e maddelerindeki süreler işlemez. Ancak bu sözleşme veya
sözleşmelerin toplam süresinin on yılı aşması hâlinde, aştığı tarihten itibaren süreler kaldığı yerden
işlemeye başlar.
Taksitlerden biri zamanında verilmezse icra muamelesi ve süreler kaldığı yerden devam eder.”.
Görüldüğü gibi bu hükümde tüm borç muaccel olduğu ve bu nedenle icraya başvurulduğu halde,
borçlunun, icra dairesi tarafından haczedilen mallarının satışı talep edilmeden önce, bu borcu taksitler
halinde ödeyebileceği düzenlenmiştir. Bu halde artık kısmi ifa itirazı yapılamaz.
1083
Bkz.: yuk. s. 18-19.
1084
Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 599; von Tuhr, a.g.e., s. 474; Eren, Borçlar Genel, s. 922; Serozan,
İfa ve Engelleri, s. 118; Gümüş, Kısmi İfa, s. 613-616, 622; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,
Borçlar, s. 764; Reisoğlu, a.g.e., s. 298.

262
zorunda olduğunu da ileri sürmektedirler. Bu görüş, “Borcun tamamı belli...ise,
alacaklı kısmen ifayı reddedebilir” diyen TBK m. 84/1’in zıt anlamına dayanır.
Ancak bunun kabulü, borçlunun, alacağın miktarı hakkında uyuşmazlık çıkararak,
alacaklıya kısmi ifayı kabul ettirme yetkisine sahip olduğunun da kabulü anlamına
gelir. Hâlbuki alacaklıya kısmi ifayı reddetme hakkının tanınmasının amacı, onun ifa
nedeniyle rahatsız edilmesinin önüne geçmektir1085. Ancak bu görüşü savunan
yazarlara göre ne kadar alacaklı aleyhine olursa olsun, kanunun açık lafzından
sapmaya gerek bulunmamaktadır1086.
Aynı hükmün 2. fıkrasında, alacaklı kısmen ifayı kabul ederse borçlu, borcun
kendisi tarafından ikrar olunan kısmını ifadan kaçınamaz denilerek, borç miktarında
uyuşmazlık olan hallerde, ancak alacaklının kısmi ifayı kabul etmesi durumunda,
borçlu en azından borcun ikrar ettiği kısmını ödeme yükümlülüğü altında
bırakılmıştır1087. Bu halde TBK m. 84/2’nin, 1. fıkranın zıt anlamından hareket
edilerek elde edilen ve karşı çıktığımız görüşü önlediği söylenebilir1088. Ancak aksi
görüşü kabul eden yazarlar1089, TBK m. 84/2’nin yalnızca alacaklıya kısmi talepte
bulunma yetkisi tanıdığını savunmaktadırlar. Alacaklının kısmi ifa talebinde
bulunabilmesi için de, TBK m. 84/1’de belirtildiği gibi, alacağın miktarında bir
uyuşmazlığın bulunmaması ve alacağın muaccel olması gerektiğini ileri
sürmektedirler. Alacaklının kısmi ifa talebi karşısında borçlunun kısmi ifada
bulunmasını da kanundan doğan bir yükümlülük olarak nitelendirmektedirler. Bu
görüşün içerdiği çelişki de işte bu noktada ortaya çıkar. Zira borcun miktarı
uyuşmazlık konusu değilse ve borç muaccel ise alacaklı kısmi ifayı talep etse dahi,
borçlu tüm borcu ifa edebilir1090. Bu halde alacaklı ifanın talepte bulunduğu kısmı

1085
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 764; Tekinay, a.g.e., s. 8; Serozan, İfa ve
Engelleri, s.116; Eren, Borçlar Genel, s. 919-920.
1086
Gümüş, Kısmi İfa, s. 615. Gümüş’e göre bu hükmün sağladığı bir diğer yarar da usul ekonomisi
bakımından ortaya çıkmaktadır. Zira borçlu kaybedebileceği bir davanın giderini ve faiz ödeme
risklerini bu hüküm sayesinde en aza indirme şansına sahiptir. Aynı yönde; Serozan, İfa ve
Engelleri, s. 118.
1087
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 766; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 117.
1088
Oğuzman/Öz, C. I, s. 284.
1089
Gümüş, Kısmi İfa, s. 616.
1090
Oğuzman/Öz, C. I, s. 286-287; Nomer, Genel Hükümler, s. 269. Tekinay’a göre alacaklı kısmi
ifayı talep etmişse, borçlunun borcun tamamını ifa etmede özel bir menfaati bulunmadığı sürece, sırf
borçtan tamamen kurtulmak istediğini ileri sürerek, alacaklının kısmi ifa talebini reddedemeyeceğini
kabul etmektedir. Bu halde kısmi ifayı gerçekleştiren borçlu, dilerse edimin geri kalan kısmi için

263
kabul edip, diğer kısmı reddederse, reddettiği kısım bakımından alacaklı temerrüdüne
düşer. Hatta bu sonucun doğacağını, bahsi geçen görüşü savunan yazarlar dahi kabul
etmektedirler1091. Bu halde kısmi ifa talebi karşısında borçlunun kısmi ifayı yerine
getirmekle yükümlü olduğunu söylemek uygun değildir.
Sonuç olarak, TBK m. 84’ün her iki fıkrasıyla beraber nazara alınması ve
borçlunun borcun miktarı konusunda uyuşmazlık çıkarmak suretiyle, alacaklıyı kısmi
ifayı kabul zorunluluğu altında bırakmasına fırsat veren görüşe üstünlük tanınmaması
gerektiğini söyleyebiliriz. Ancak ilk görüşün doğruluğu kabul edilse dahi, öğretide
de isabetle belirtildiği gibi1092 en azından, borcun miktarı hususunda uyuşmazlık
çıkararak alacaklıyı kısmi ifayı kabul etmek zorunda bırakan borçlunun, çıkardığı
uyuşmazlıkta haksız olduğu anlaşılırsa, alacaklının bu nedenle uğradığı tüm zararları
tazmin etmek zorunda olduğu kabul edilmelidir. Özellikle alacaklının haklı olarak
kısmi imkânsızlık iddiasında bulunması karşısında, borçlunun kısmi imkânsızlığı
reddettiği, kısmi ifada değil, kararlaştırılan miktarda ifada bulunduğu ileri sürdüğü ve
dolayısıyla alacaklıyı kısmi ifayı kabul mecburiyeti altında bıraktığı hallerde,
alacaklının bu yüzden uğramış olduğu zararlar bakımından büyük bir titizlikle
hareket edilmelidir.
Ancak bu hususta hangi görüşün doğruluğu kabul edilirse edilsin, 84.
maddenin isabet ve ifade ediliş biçimi bakımından TBK’nın en tartışmalı
hükümlerinden biri olduğu açıktır. Bu hüküm eski Borçlar Kanununda da
bulunmaktaydı ve o zaman da üzerine en fazla yorum yapılan hükümlerden
biriydi1093. Temel kanunların değiştirilmesinin çok zor olduğu ve TBK’nın henüz
yürürlüğe girdiği nazara alınırsa, bu hükmün değiştirilme veya en azından daha
anlaşılır bir biçimde ifade edilme imkânının uzun bir müddet için göz göre göre
yitirildiği söylenebilir.
Son olarak, borcun henüz muaccel olmadığı bir zamanda alacaklının kısmi
ifayı reddedip reddedemeyeceğine de değinilmelidir. Zira TBK m. 84/1’de borcun
tamamının belli olmasının yanı sıra muaccel olması halinde, alacaklının kısmi ifayı

alacaklıyı temerrüde düşürebilecektir. Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 765-766;


Tekinay, a.g.e., s. 10.
1091
Oser/Schönenberger, a.g.e., s. 600; von Tuhr, a.g.e., s. 474; Gümüş, Kısmi İfa, s. 617.
1092
Oğuzman/Öz, C. I, s. 286; Gümüş, Kısmi İfa, s. 615-616.
1093
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 764.

264
reddedebileceği belirtilmiştir. Kanaatimizce, burada da hükmün zıt anlamından
hareketle müeccel bir borcun kısmen ifa edilmek istenmesi halinde alacaklı, kısmi
ifayı reddedemez gibi bir sonuca varılmamalıdır1094. Aslında bu halde henüz borç
muaccel olmadığından, kısmi ifanın gerçekleşmesinin alacaklı açısından yaratacağı
bir tehlikenin olmadığı söylenebilir. Zira borç muaccel oluncaya dek veya muaccel
olduğu anda borcun geri kalan kısmı ifa edilebilir. Ancak borç muaccel olmadan
alacaklıya kısmi ifada bulunan borçlu, borç muaccel olunca borcun geri kalan
kısmını ifa etmeyerek, dolaylı olarak alacaklıyı kısmi ifayı kabul mecburiyetinde
bırakabilir. Bunun önlenmesi adına borcun müeccel olduğu aşamada da alacaklının
kısmi ifayı kabul etmeme hakkına sahip olduğu kabul edilmelidir.

E. Karşılıklı Borç Yükleyen Sözleşmelerde Kısmi İmkânsızlık Halinde


Karşı Ediminin Durumu
Buraya kadar yaptığımız tüm açıklamalardan yola çıkarak, alacaklının -kural
olarak- kısmi imkânsızlık nedeniyle edimin yalnızca bir kısmının ifa edilmesine karşı
çıkabileceğini ve tüm borç için TBK m. 112’ye göre tazminat talep edebileceğini
söyleyebiliriz. Karşılıklı borç yükleyen bir sözleşmede, alacaklının böyle bir talepte
bulunması halinde, tüm borç için imkânsızlık hükümleri uygulanacağından, taraflar
arasındaki borç ilişkisi sona erdiği için alacaklı, kendi edim borcunu ifa etmekten
kurtulur. Eğer imkânsızlık ortaya çıkmadan önce kendi edimini ifa etmiş
bulunuyorsa, bunun iadesini talep edebilir.
Ancak alacaklı kendisine yapılan kısmi ifa teklifini kabul de edebilir. Bu halde
borç, ifa edildiği kısmı için sorunsuz bir biçimde sona erer. Ancak imkânsızlaşan
kısım için borçlunun TBK m. 112’den doğan sorumluluğu devam eder1095.Öğretide,
bu halde alacaklının da kendi edimini tam olarak ifa etmek zorunda olduğu kabul
edilmektedir1096.Kanaatimizce,alacaklının ediminin bölünebilir olduğu hallerde, karşı
edimin ifa edilebilir kısmıyla orantılı olarak, alacaklının da ifa yükümlülüğünü yerine
getirmesi gerektiği söylenebilir. Bu halde karşı edimin imkânsızlık nedeniyle ifa
1094
Borçlu -kural olarak- vadeden önce de borcu ifa etme yetkisine sahipken, alacaklı yalnızca
vadenin gelmesiyle birlikte alacağını talep edebilir. Ancak taraflarca aksinin kararlaştırıldığı hallerde
ve vadenin alacaklı lehine konulduğu hallerde borçlunun vadeden önce ifa yetkisi söz konusu değildir.
İşte bu istisnalar dışında müeccel bir borcu ifa etmek isteyen borçluyu reddeden alacaklı, temerrüde
düşer. Oğuzman/Öz, C. I, s. 322;Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 804, 805.
1095
Oğuzman/Öz, C. I, s. 469; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 215.
1096
Oğuzman/Öz, C.I, s. 469.

265
edilemeyen kısmıyla orantılı olarak, alacaklı da kendi edimini ifa etme
yükümlülüğünden kurtulur.Burada satış bedelinin ayıplı ifadan dolayı indirilmesinde
izlenen yöntem (TBK m. 227) esas alınarak bir belirleme yapılabilir1097. Bu
söylediklerimiz karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde borçlunun sorumlu olmadığı
TBK m. 137/2 ile de uyumludur. Bu hükme göre: “Karşılıklı borç yükleyen
sözleşmelerde, bir tarafın borcu kısmen imkânsızlaşır ve alacaklı kısmi ifaya razı
olursa, karşı edim de o oranda ifa edilir. Alacaklının böyle bir ifaya razı olmaması
veya karşı edimin bölünemeyen nitelikte olması durumunda, tam imkânsızlık
hükümleri uygulanır.”.
Ancak TBK m. 137/2’nin, alacaklının kısmi ifaya razı olmasına rağmen, karşı
edimin bölünemeyen nitelikte olması durumunda tam imkânsızlık hükümlerinin
uygulanmasını gerektiren düzenlemesi kanaatimizce yerinde değildir. Zira bu
düzenleme alacaklıya tanınan kısmi ifayı kabul veya reddetme hakkını, kendi
ediminin niteliğine bağlı olarak önemli ölçüde sınırlandırmaktadır. Bu halde
borçlunun sorumlu olduğu sonraki kısmi bakımından, alacaklıya kendi edimini ifa
etmekten kurtulabilmesi için kısmi ifayı reddetme veya kısmi ifayı kabul ederek
kendi edimini de tam olarak ifa etme yönünde bir seçimlik hak tanınmasının daha
uygun olacağı söylenebilir. Böylece kısmi ifayı elde etmekten ziyade, kendi edimini
elinde tutmayı daha çok önemseyen alacaklının hakları daha iyi bir biçimde
korunabilecektir.

III. BORÇLUNUN SORUMLU OLMADIĞI SONRAKİ KISMİ


İMKÂNSIZLIĞIN HÜKÜM VE SONUÇLARI

A. Genel Olarak
Borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlık, TBK m. 136’da,
düzenlenmiştir. Borçlunun sorumlu olmadığı sonraki kısmi imkânsızlığa ilişkin
düzenleme ise, TBK m. 137’de yapılmıştır.
Borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlık, TBK’nın borçların sona
ermesine ilişkin kısmında ibra, yenileme, birleşme, takas ve zamanaşımıyla beraber
ele alınmıştır. Ancak bu düzenlemenin borçlunun sorumlu olduğu sonraki

1097
Borçlunun sorumlu olmadığı sonraki kısmi imkânsızlık bakımından bu görüşte; Serozan, İfa ve
Engelleri, s. 194; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 177-178.

266
imkânsızlığa ilişkin TBK m. 112’nin hemen ardından yapılması gerektiği -
kanaatimizce de haklı olarak- ileri sürülmektedir1098. Gerçekten de bu kurumların her
ikisi de ayni hukuki olguyu, sonraki imkânsızlığı ele aldıklarından TBK m. 136 ve
137’ye TBK m. 112’nin hemen ardından yer vermek daha uygun olurdu.
Borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlığa ilişkin TBK m. 136’nın ilk
fıkrasına göre, borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle
imkânsızlaşırsa borç sona erer. Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi1099, bu sonuç
yalnızca borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlığa özgü değildir. Borçlunun
sorumlu olduğu sonraki imkânsızlığın borç ilişkisini ne şekilde etkileyeceği kanunda
bildirilmemişse de, bu halde de taraflar arasındaki borç ilişkisinin sona ereceği kabul
edilmelidir. Bu halde sonraki imkânsızlığın bu iki türü arasındaki fark, borçlunun,
imkânsızlık nedeniyle alacaklının uğramış olduğu zararlardan sorumlu olup
olmadığıdır.
TBK m. 112’de borçlunun sonraki imkânsızlıktan sorumlu olabilmesi için,
kusurlu olması gerektiği bildirilmiş ve sorumluluktan kurtulabilmesi için kusursuz
olduğunu ispat yükü borçluya bırakılmıştır. Ancak TBK m. 112’de borçlunun
kusurundan bahsedilmişse de bazı hallerde borçlu, kusuru olmasa da ortaya çıkan
zarardan sorumludur. Bazı hallerde ise kusuru olmasına rağmen hiçbir sorumluluk
altına girmemektedir. Bu nedenle “borçlunun kusurlu olduğu imkânsızlık” kavramı
değil, “borçlunun sorumlu olduğu imkânsızlık” kavramını kullanmak daha
uygundur.
Ancak Türk - İsviçre hukukunda sorumluluk-kural olarak- kusur esasına bağlı
olduğundan, borçlunun kusurlu olduğu hallerde -yine kural olarak- imkânsızlıktan
sorumlu olacağı söylenebilir. Bu halde borçlunun sonraki imkânsızlık nedeniyle
alacaklının uğramış olduğu zararları tazmin yükümlülüğünden kurtulabilmesi-kural
olarak- onun sonraki imkânsızlığın meydana gelmesinde kusuru bulunmadığını ispat
etmesine bağlıdır. Burada da öncelikle borçlunun sonraki imkânsızlığın meydana

1098
Serozan, İfa ve Engelleri, 187. Yazara göre borçlunun sorumlu olmadığı sonraki kusurlu
imkânsızlığa ilişkin düzenleme, borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlığın yanına taşınırken,
aşırı ifa güçlüğüne ilişkin TBK m. 138’de aynı işleme tabi tutulmalıdır. Zira aşırı ifa güçlüğünü
borcun sona ermesi kalıbına oturtmak mümkün değildir. Baygın’a göre de borçlunun temerrüdü
halinde olduğu gibi aşırı ifa güçlüğü halinde de dönme veya fesih gündeme gelebildiğinden bu
düzenleme borçlunun temerrüdünden hemen sonra yapılmalıdır. Baygın, Değişiklik, s. 142.
1099
Bkz: yuk. s. 226-227.

267
gelmesinde kusuru bulunmadığını ne şekilde ispat edebileceğine değinilecektir.
Ardından borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlığın yarattığı sonuçlar
incelenecek ve bu çalışmanın ana konularından biri olan borçlunun sorumlu olmadığı
sonraki kısmi imkânsızlığın yarattığı sonuçlar üzerinde ayrıntılı bir biçimde
durulacaktır.

B. Sonraki İmkânsızlığın Ortaya Çıkmasında Borçlunun Kusursuzluğu


Borçlu, sözleşme kurulduktan sonra meydana gelen imkânsızlığın ortaya
çıkmasında bir kusuru olmadığını ve dolayısıyla alacaklının imkânsızlık nedeniyle
uğradığı zararlardan sorumlu olmadığını çeşitli vesilelerle ispat edebilir.
Öncelikle edimin ifası alacaklının sorumlu olduğu bir nedenle
1100
imkânsızlaşmışsa borçlu, bunu ispat ederek sorumluluktan kurtulabilir .
Borçlu, sonraki imkânsızlığın meydana gelmesine ayırt etme gücüne sahip
olmaksızın sebebiyet vermişse, bunu ispat ederek de imkânsızlığın meydana
gelmesinde kusurlu olmadığını ortaya koyabilir1101.
Borçlunun, borcun varlığını bilmediğini ve bu bilgisizlikte mazur olduğunu
ispat edebildiği hallerde de, borcun ifa edilmemesinde kusurlu olmadığı kabul
edilmektedir1102. Bu halde borçlu olduğunu bilmeksizin edimin ifasını
imkânsızlaştıran borçlunun, bu imkânsızlıktan sorumlu olmadığı söylenebilir.
Yine borçlu, sonraki imkânsızlığın meydana gelmemesi için kendisinden
beklenen tüm özeni gösterdiğini, buna rağmen sonraki imkânsızlığın meydana
geldiğini ispat ederek de sorumluluktan kurtulabilir1103. Burada borçlunun, borcun ifa

1100
Oğuzman/Öz, C. I, s. 418; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 187, 188; Tunç, a.g.e., s. 120;
Erzurumluoğlu, Edimin Yerine Getirilmemesi, s. 46.
1101
Oğuzman/Öz, C. I, s. 417-418. Ancak borçlu, kendi kusuruyla geçici olarak ayırt etme gücünü
yitirmişse ve bu sırada borca aykırı davranmışsa TBK m. 59’a kıyasen sorumlu olur. Bkz.: yuk. s.
231, dn. 951. Haksız fiil sorumluluğuna ilişkin bu hüküm: “Ayırt etme gücünü geçici olarak kaybeden
kişi, bu sırada verdiği zararları gidermekle yükümlüdür. Ancak, ayırt etme gücünü kaybetmede kusuru
olmadığını ispat ederse, sorumluluktan kurtulur” şeklindedir. Ayrıca devamlı olarak ayırt etme
gücünden yoksun olan kişilerin, kanuni temsilcileri aracılığıyla geçerli bir biçimde üstlendikleri
borçların, kanuni temsilcileri tarafından ihlal edilmeleri hallerinden de, ayırt etme gücü
bulunmayanlar sorumlu olurlar. Bkz.: yuk. s. 231-232, dn. 951. Bu halde ayırt etme gücü bulunmayan
kişinin ödediği tazminat, kanuni temsilciye rücu edilebilir. Zira TMK m. 467/1 hükmü şu şekildedir:
“Vasi, görevini yerine getirirken kusurlu davranışıyla vesayet altındaki kişiye verdiği zarardan
sorumludur.”.
1102
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 116; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 875; Oğuzman/Öz,
C. I, s. 418; Eren, Borçlar Genel, s. 1066.
1103
Oğuzman/Öz, C. I, s. 419.

268
edilmemesinin beklenmedik halden veya mücbir sebepten ileri geldiğini ispat ederek
de sorumluluktan kurtulması özel bir önem taşır1104.
Genel olarak, beklenmedik hal, borçlunun kaçınamayacağı şekilde borcu ihlal
etmesine neden olan bir olay iken1105; mücbir sebep, borçlunun mutlak olarak
kaçınamayacağı bir şekilde borcu ihlal etmesine sebep olan harici bir olaydır1106. Bu
hususta verilen klasik örneğe göre gerekli tüm önlemler alınmış olmasına rağmen, bir
fabrikada kazan patlaması sonucu çıkan yangın, beklenmedik bir haldir; buna karşın
fabrikaya yıldırım düşmesi sonucu oluşan yangın bir mücbir sebeptir1107. Görüldüğü
üzere kaçınılmaz olma beklenmedik hal ve mücbir sebep bakımından ortak unsuru
teşkil eder1108. Ancak mücbir sebebin harici bir olay olması gerekliliği karşısında,
beklenmedik hal için böyle bir şart aranmaz1109. Beklenmedik hal, borçlunun
kaçınamayacağı bir şekilde borcu ihlal etmesine sebep olurken, mücbir sebepte
borcun ihlalinden kaçınamama herkes için söz konusu olur. Yani beklenmedik halde
borçlu kendisinden beklenen bütün tedbirleri almış olmasına rağmen borcu ifa
edemeyecek duruma düşmesine rağmen, mücbir sebepte borçlu dâhil hiç kimse
alacağı tedbirlerle borcun ihlalini önleyemez1110. Ancak aralarındaki tüm bu
farklılıklara rağmen kusursuzluğun ispatı bakımından kaçınılmaz bir biçimde borcun
ihlaline yol açan olayın bir mücbir sebep veya beklenmedik hal olmasının bir fark
yaratmadığı da kabul edilmektedir1111.

1104
Oğuzman/Öz, C. I, s. 418; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 1000; Eren, Borçlar
Genel, s. 1302; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 188-189. Ayan, Borçlar Genel, s. 367; Reisoğlu, a.g.e.,
s. 409; Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 313.
1105
Erzurumluoğlu, Edimin Yerine Getirilmemesi, s. 17; Oğuzman/Öz, C. I, s. 418;
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 1000.
1106
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 853-854; 1003, 1004; Serozan, İfa ve Engelleri, s.
189; Eren, Borçlar Genel, s. 557; Oğuzman/Öz, C. I, s. 418-419; Erzurumluoğlu, Edimin Yerine
Getirilmemesi, s. 17;İnal, Borca Aykırılık, s. 346.
1107
Oğuzman/Öz, C. I, s. 419; Eren, Borçlar Genel, s. 558.
1108
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 1003. Bazı yazarlar kaçınılmaz olma dışında
öngörülemez olmanın da mücbir sebep ve beklenmedik halin ortak unsuru olduğunu ileri
sürmektedirler. Eren, Borçlar Genel, s. 557, 561-562; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s.
1003; Ayan, Borçlar Genel, s. 368; Reisoğlu, a.g.e., s. 357; Saymen/Elbir, a.g.e., s. 731, 733.
1109
Eren, Borçlar Genel, s. 558; Oğuzman/Öz, C. I, s. 419 Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,
Borçlar, s. 1004.
1110
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 1003; Oğuzman/Öz, C. I, s. 419; Tamer İnal,
“Olağan Dışı Olaylardan Doğan Zararların Giderilmesi”, Yiğit Okur’a Armağan, İstanbul, GSÜY,
1998, s. 223 (Makale); Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 313; Reisoğlu, a.g.e., s. 357; Ataay, a.g.e., s. 128,
129.
1111
Oğuzman/Öz, C. I, s. 419; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 189; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,
Borçlar, s. 1002.

269
C. Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki İmkânsızlığın Yarattığı
Sonuçlar

1. Borcun Sona Ermesinin Ekonomik Etkisi


Borcun ifasının imkânsızlaşmasından borçlunun sorumlu olmadığı bir
durumda, eğer yalnızca o, borç yükümlülüğü altında ise, yani tek tarafa borç
yükleyen bir sözleşme söz konusu ise, bu borcun sona ermesinden başka bir sorunla
karşılaşılmaz. Bu halde imkânsızlığın ekonomik etkisi alacaklının üzerindedir1112.
Karşılıklı borç yükleyen bir sözleşmede ise, taraflardan birisinin borcu
imkânsızlaştığı için sona ererse, TBK m. 136/2’ye göre karşı taraf da kendi borcunu
ifa etmekten kurtulur. Yani bir tarafın borcu ifa imkânsızlaştığı sona ermişse, bu
taraf, karşı alacak hakkını da kaybeder. Eğer borçlu, kendi ediminin ifası
imkânsızlaşmadan önce karşı edimi elde etmişse, bu kazanmanın sebepsiz
zenginleşme hükümlerine göre iade edileceği de TBK m. 136/2’de belirtilmiştir.
Borçlunun kendi borcunun sona ermesi ve karşı alacağını yitirmesi, imkânsızlığın
ekonomik etkisinin borçlunun üzerinde olduğu anlamına gelir1113.
Daha önce de belirttiğimiz gibi1114, borçlunun sorumlu olmadığı sonraki
imkânsızlığın borç üzerindeki etkisi kanunda açıkça düzenlenmemiş olmakla birlikte,
burada da TBK m. 136/1’deki esastan yararlanılmalıdır. Yani borçlunun sorumlu
olduğu sonraki imkânsızlığın da borcu sona erdirdiği kabul edilmelidir. Yine
borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlıkta dahi borçlunun karşı edimi talep
etme hakkını yitirmesi söz konusu olabiliyorsa (TBK m. 136/2), borçlunun sorumlu
olduğu imkânsızlıkta da evleviyetle bu sonucun doğacağı kabul edilmelidir (TBK m.
136/2). Zira imkânsızlıktan sorumlu olan borçluyu, imkânsızlıktan sorumlu olmadığı
halde karşı edimi talep etme hakkını yitiren borçludan daha fazla korumak uygun
değildir.
Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde TBK m. 136/2 nedeniyle imkânsızlığın
ekonomik etkisi alacaklı üzerinde olsa da, bu hükmün son cümlesinde kanun veya
sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya yükletilmiş olduğu
durumların bu hükmün dışında olduğu belirtilmiştir.

1112
Oğuzman/Öz, C. I, s.
1113
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 191; Eren, Borçlar Genel, s. 1303.
1114
Bkz.: yuk. s. 225-226.

270
Eski BK m. 183, satış sözleşmelerinde satış konusunun hasarının, sözleşme
kurulduğu andan itibaren alıcıya ait olduğunu düzenlemişti. Aslında hasar
kavramı1115, her türlü imkânsızlığı içine almaz1116. Ancak edimin uğradığı hasar,
onun ifa edilmesini imkânsızlaştırıyorsa EBK m. 183’de, TBK m. 136/2’deki (EBK
m. 117/2) esastan farklı olarak, satıcının ediminin ifasının imkânsızlaşmasının
ekonomik etkisi alıcıya bırakılıyordu. EBK m. 183’ü karşılayan TBK m. 208’de ise
artık yarar ve hasar sözleşmenin kurulmasıyla değil, satım konusunun zilyetliğinin
devri ile gerçekleşmektedir. Bu nedenle hasarın geçişindeki istisnaları saklı tutan
TBK m. 136/2’nin son cümlesinin önemi büyük ölçüde azalmıştır. Ancak yine de bir
sözleşmede imkânsızlığın ekonomik etkisinin alacaklının üzerinde olduğu
kararlaştırılabilir. Bu halde borçlunun sorumlu olmadığı bir şekilde edimin ifası
imkânsızlaşmışsa, o, yine de karşı edimi talep etme hakkına sahiptir ve karşı taraf da
kendi edimini ifa etmek zorundadır.
Bu bahsi kapatmadan önce borçlunun, kendi ediminin ifası imkânsızlaşmadan
önce karşı edimi elde ettiği hallerde, bu kazanmanın hangi hükümlere göre iade
edileceği hususundaki tartışmaya da değinilmelidir. Öğretideki bir görüş alacaklının
iade isteminin TBK m. 136/2’de açıkça belirtildiği gibi sebepsiz zenginleşme
hükümlerine göre yapılması gerektiğini ileri sürmektedir1117. Bu fikre göre sona eren
sebebe dayanan zenginleşmenin iadesi talebinde bulunulmalıdır1118. Buna karşın
burada gerçek bir sebepsiz zenginleşme değil, TBK m. 136/2’den doğan kendine
özgü bir iade yükümlülüğünün söz konusu olduğu da savunulmaktadır1119. Bu fikre

1115
Hasar, malın değerinin düşmesi veya telef olmasıdır. von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 135; Hayrunnisa
Özdemir, “Satış Sözleşmesinde Yarar ve Hasarın İntikali”, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu
Hükümlerinin Değerlendirilmesi Sempozyumu (Prof. Dr. Cevdet Yavuz’a Armağan), İstanbul,
3-4 Haziran 2011, s. 361; Akıntürk, Hasar, s. 21; Oğuzman/Öz, C. I, s. 574; Erzurumluoğlu, Edimin
Yerine Getirilmemesi, s. 45.
1116
Bu hususta verilen örneğe göre sözleşme kurulduktan sonra satış konusu malın ihracatı
yasaklandığı için, alıcıya teslimi mümkün değilse ortada bir imkânsızlık söz konusu olduğu halde,
hasar söz konusu olmaz. Oğuzman/Öz, C. I, s. 574.
1117
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 134, dn. 20; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 1011; Ayan,
Borçlar Genel, s. 330; Ayan, Borçlar Genel, s. 369; Birsen, a.g.e., s. 547; Topuz/Canbolat, a.g.e., s.
688.
1118
Von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 134, dn. 20; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar, s. 1011;
Kılıçoğlu, Genel Hükümler, s. 852. Hatemi ve Gökyayla’da bu görüşte olmalarına rağmen, burada
sözleşmeye aykırılık hallerinde olduğu gibi 10 yıllık bir zamanaşımı süresinin geçerli olması
gerektiğini ileri sürmektedirler. Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 315.
1119
Huguenin, a.g.e., s. 95; Turgut Öz, Öğreti ve Uygulamada Sebepsiz Zenginleşme: Borçlar
Kanunu 61-66. Maddelerine İlişkin İçtihatlar ile, İstanbul, Kazancı, 1990, s. 109-110; Bucher, AT,
s. 423; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 192-193; Serozan, Sözleşme İlişkisinin Çözülmesi, s. 198 vd.

271
göre TBK m. 136/2’de sebepsiz zenginleşme kavramının zikredilmiş olmasının
nedeni, bu hükümden doğan iade borcunun kapsamının belirlenmesinde, sebepsiz
zenginleşmeye ilişkin kuralların kıyasen burada da uygulanmasını sağlamaktır1120.
Bu iki görüş arasındaki en önemli fark, alacaklının, borçlunun sorumlu
olmadığı sonraki imkânsızlık gerçekleşmeden önce kendi edimini ifa etmişse, bu
edimin iade talebinin tabi olacağı zamanaşımı bakımından ortaya çıkar. İlk fikre
göre, iade talebine uygulanacak zamanaşımı 2 yıllık sebepsiz zenginleşme
zamanaşımı süresi iken (TBK m. 82), ikinci görüşte ise TBK m. 146 uyarınca 10
yıllık zamanaşımı süresidir.
Kanaatimizce,borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlıkla bir paralellik
kurulabilmek adına bu husustaki ikinci fikre katılmak daha uygundur1121. Yani
borçlunun iade yükümlülüğünün TBK m. 136/2’den doğan bir yükümlülük olduğu
kabul edilmelidir.

2. Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki İmkânsızlıkta Alacaklının Kaim


Değerleri Talep Edebileceği Görüşü
Alman hukukundan esinlenilerek Türk - İsviçre hukukunda benimsenen bir
fikre göre, imkânsızlaşan edimin borçlusu, imkânsızlıktan sorumlu olmasa dahi, bu
sayede bir kaim değer veya surrogat elde ederse, alacaklı, tazminat yerine bu kaim
değeri talep edebilecektir1122.
Bu görüşe karşın Türk - İsviçre hukukunda, tarafların anlaştığı hallerin dışında,
borçluyu elde ettiği kaim değeri alacaklıya vermeye zorlayabilecek bir dayanak

1120
Bucher, AT, s. 423; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 192-193; Öz, Sebepsiz Zenginleşme, s. 109-
110.
1121
Aynı yönde; Öz, Sebepsiz Zenginleşme, s. 110. Yazar temerrütten sonra ortaya çıkan
imkânsızlıkta işlemiş olan temerrüt sonuçlarının saklı kalması bakımından da bu görüşün daha isabetli
olduğunu belirtmektedir.
1122
Bucher, AT, s. 425-426; von Tuhr, a.g.e., s. 600; Huguenin, a.g.e., s. 94, 95; Serozan, İfa ve
Engelleri, s. 190, 195-196; Eren, Borçlar Genel, s. 1305. Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar,
s. 1009-1010; Ayan, Borçlar Genel, s. 369; Tunçomağ, Borçlar, s. 484; Tunç, a.g.e., s. 118;
Reisoğlu, a.g.e., s. 409; Nomer, Genel Hükümler, s. 323; İnal, Makale, s. 201; Saymen/Elbir, a.g.e.,
s. 873, 874. Karahasan, Genel Hükümler C. II, s. 1258-1259; Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 183
vd. BGB § 285’de alacaklının, kaim değeri talep etme hakkına sahip olduğu açıkça düzenlenmiştir.
Yargıtay’ın borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlık halinde, borçlu ifası imkânsızlaşan
edimin yerine bir kaim değer elde etmişse alacaklının bunu isteyebileceği yönündeki kararları için
bkz; Karahasan, Genel Hükümler C. II, s. 1259-1264.

272
bulabilmenin güç olduğu da ileri sürülmektedir1123. Bu fikirdeki bazı yazarlar1124,
ancak somut olayın özellikleri bakımından, alacaklının kaim değerin kendisine
verilmesi yolundaki talebinin, borçlu tarafından reddedilmesinin, hakkın kötüye
kullanılması sayıldığı hallerde kaim değerin istenebileceğini kabul etmektedirler.
Kanaatimizce de hukukumuzda kaim değerin talep edilebilmesine imkân veren bir
düzenleme söz konusu olmadığından, bu son görüşe katılmak daha uygundur. Ayrıca
tarafların önceden sözleşme ile kararlaştırmış oldukları hallerde de, alacaklının
borçludan kaim değeri talep edebileceği kabul edilmelidir.
Alacaklının ifası imkânsızlaşan edimin yerine kaim değeri talep edebilmesi
dürüstlük kuralı tarafından desteklendiği için veya sözleşmede açıkça kararlaştırılmış
olduğu için kabul ediliyorsa, kaim değeri talep eden alacaklı, kendi karşı edimini de
borçluya ifa etmekle yükümlüdür. Zira bu durumda imkânsızlık gerçekleşmemiş gibi,
borç ilişkisi kaim değer ile karşı edim arasında değişim ilişkisine dönüşmüş olarak
devam eder1125. Kaim değerin karşı edimden daha değerli olmadığı hallerde
alacaklının kaim değeri talep etmeyerek, kendi edimini ifa etmekten kurtulabileceği
kabul edildiği gibi1126, alacaklının kendi ediminden daha değersiz olan kaim değeri
talep etmekle beraber, kendi edimini bu oranda eksik ifa edebileceği de kabul
edilmektedir1127.
Buna karşın öğretide kaim değeri talep hakkının kapsamının imkânsızlaşan
edimin değer ve miktarıyla sınırlı olduğu da ileri sürülmektedir. Bu görüş
doğrultusunda borçlunun elde ettiği kaim değerin miktarı imkânsızlaşan edimden
daha çoksa, alacaklı ancak edim alacağı kadarını borçludan talep edebilir. Buna
karşın borçlanılan edimden daha az bir değer elde edilmişse, alacaklı borçludan
yalnızca fiilen elde ettiği değeri isteyebilir; daha fazlasını ise talep edemez1128. Biz
bu görüşe katılmıyoruz. Her ne kadar TBK’da bir dayanak bulunmadığı için ifası
imkânsızlaşan edimin yerine kaim değerin talep edilemeyeceğini, -ancak dürüstlük
kuralı gereği veya sözleşmede kararlaştırılmış olduğu için alacaklının böyle bir
1123
Oğuzman/Öz, C. I, s. 414. Hatemi ve Gökyayla’da bunu kabul etmekle birlikte, sözleşme konusu
değer yerine borçluyu kaim değeri alacaklıya vermekten alıkoyan bir düzenlemenin olmadığını da
belirtmektedirler. Hatemi/Gökyayla, a.g.e., s. 316.
1124
Oğuzman/Öz, C. I, s. 414.
1125
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 196; Oğuzman/Öz, C. I, s. 576.
1126
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 133, dn. 16.
1127
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 196.
1128
Eren, Borçlar Genel, s. 1306.

273
talepte bulunabileceğini- kabul etsek de, bu görüşün kaim değerin temel mantığıyla
tamamen çeliştiği açıktır1129. Edim ifa edilebilseydi, bu edime kavuşacak alacaklı,
edimin ifasındaki imkânsızlık nedeniyle bu edime kavuşamadığı için, edime karşılık
elde edilen kaim değeri olduğu gibi talep edebilmelidir. Borçlunun sorumlu olmadığı
sonraki imkânsızlıkta kaim değerin edimden daha değerli olup olmadığıyla
ilgilenilmemelidir. Borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık halinde ise
alacaklı, edimden daha değerli olan kaim değeri talep etmişse fazlalığı iade etmekle
yükümlü olmamalı, kaim değerle karşılanamayan zararları varsa ayrıca bunların
tazminin de borçludan talep edebilmelidir.

3. Borçlunun İmkânsızlığı Alacaklıya Bildirme Yükümlülüğü


TBK m. 136/3’de borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlık
gerçekleşince borçlunun durumu gecikmeksizin alacaklıya bildirmesi veya zararın
artmaması için gerekli önlemleri alması gerektiği, aksi takdirde bundan doğacak
zararı gidermekle yükümlü olduğu düzenlenmiştir. EBK’da buna ilişkin bir
düzenleme bulunmasa da, o dönemde de dürüstlük kuralı gereği borçlunun böyle bir
yükümlülüğünün bulunduğu kabul edilmekteydi1130.
Kanaatimizce borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık bakımından da
borçlunun, edimin ifasının imkânsızlaştığını gecikmeksizin alacaklıya bildirme
yönünde bir yükümlülüğünün bulunduğunu TBK m. 136/3’e kıyasen kabul etmek
uygundur1131. Bu sayede alacaklı vadeyi beklemek zorunda olmaksızın, TBK m.
112’den doğan haklarını kullanabilir. Borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık
halinde borçlunun zararın artmaması için gerekli tedbirleri alması zaten kendi
lehinedir. Zira o, sorumlu olduğu bir nedenle imkânsızlaşan edimin değerine ilişkin
alacalının çıkar kaybını tazmin etmekle yükümlüdür.
Borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık halinde ise, TBK m. 136/3’e
aykırı hareket eden borçlunun tazmin edeceği zarar, imkânsızlaşan edimin değerine

1129
Kaim değerin talep edeilebileceği yönündeki görüşün dayanakları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.:
Gündoğdu, a.g.e., s. 305-306.
1130
von Tuhr/Escher, a.g.e., s. 131; Tunçomağ, Borçlar, s. 488; Karahasan, Genel Hükümler C. II,
s. 1251; Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 181; Baygın, Değişiklikler, s. 138.
1131
Serozan’a göre de ortaya çıkan imkânsızlığı karşı tarafa bildirme yükümlülüğünün yalnızca
borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlık bakımından öngörülmesi yersizdir. Hâlbuki tüm ifa
engellerinde ve bu arada borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlıkta da benzer bir düzenlemeye
ihtiyaç vardır. Serozan, İfa ve Engelleri, s. 188, 198.

274
ilişkin alacaklının çıkar kaybı değil, borçlu imkânsızlığı gecikmeksizin alacaklıya
bildirseydi veya zararı azaltıcı tedbirleri alsaydı alacaklının uğramayacak olduğu
zarardır1132. Edimin ifasının imkânsızlaştığını daha önce öğrense, bu edimin
ikamesini piyasadan daha ucuza temin edebilecekken, geç öğrendiği için artık daha
pahalı bir fiyata temin edebilecek alacaklının, değişen fiyatlar arasındaki farkı
bildirimde geciken veya hiç bildirimde bulunmayan borçluya tazmin ettirebilmesi, bu
hususta verilen bir örnektir1133.

D. Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki Kısmi İmkânsızlığın Yarattığı


Sonuçlar

1. Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki Kısmi İmkânsızlığın Borç


İlişkisine Etkisi
Borçlunun sorumlu olmadığı bir nedenle borcun bir kısmının ifasının
imkânsızlaşmasının borç ilişkisini ne şekilde etkileyeceğine ilişkin EBK’da açık bir
düzenleme bulunmamaktaydı. O dönemde öğretide, başlangıçtaki kısmi imkânsızlığa
ilişkin TBK m. 27/2’den kıyasen yararlanılarak çözümler üretiliyordu1134. Bu konu
ilk kez TBK m. 137’de öğretide kabul edilen prensiplere uygun olarak ele alınmış1135
ve açık bir kanuni düzenlemeye kavuşmuştur. Ancak tüm ifa engellerinin kısmen
ortaya çıkmasına ilişkin genel bir düzenleme yapmak yerine, kanun koyucunun
yalnızca sonraki imkânsızlık bakımından bu şekilde bir düzenlemeye gitmiş olması,
bazı yazarlar1136 tarafından eleştirilmektedir.
Genel olarak kısmi imkânsızlığın sonuçlarını düzenleyen TBK m. 137/1’de:
“Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle kısmen imkânsızlaşırsa
borçlu, borcunun sadece imkânsızlaşan kısmından kurtulur. Ancak bu kısmi ifa
imkânsızlığı önceden öngörülseydi taraflarca böyle bir sözleşmenin yapılmayacağı
açıkça anlaşılırsa, borcun tamamı sona erer” düzenlemesine yer verilmiştir.

1132
Baygın, Değişiklikler, s. 139; Oğuzman/Öz, C. I, s. 575.
1133
Oğuzman/Öz, C. I, s. 575.
1134
M. Kemal Oğuzman, M. Turgut Öz, Borçlar Hukuku: Genel Hükümler, 7. bs., İstanbul, Vedat
Kitapçılık, 2009, s. 449. (7. bs.); Saymen/Elbir, a.g.e., s. 872; Karahasan, Genel Hükümler C. II, s.
1258; Dural, Sonraki İmkansızlık, s. 128. İsviçre hukukunda bu görüşte; Huguenin, a.g.e., s. 97.
1135
Kuntalp ve diğerleri, a.g.e., s. 83; Oğuzman/Öz, C. I, s. 576.
1136
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 194.

275
Görüldüğü gibi bu hükümde kısmi kesin hükümsüzlüğün borç ilişkisine
etkisine ilişkin TBK m. 27/2’ye paralel bir düzenleme getirilmiştir. Bu halde edimin
ifası borçlunun sorumlu olmadığı bir nedenle kısmen imkânsızlaşırsa, alacaklı
imkânsızlaşmayan kısmın ifasıyla yetinecektir. Ancak kısmi imkânsızlık sözleşme
yapılırken taraflarca öngörülseydi, böyle bir sözleşmenin taraflarca hiç
yapılmayacağı söylenebiliyorsa, tüm borç sona erecektir.Bu halde taraflar, daha
sözleşmeyi akdederken edimin ifa edilebilir kısmı bakımından aralarındaki borç
ilişkisinin devam edeceği veya kısmi imkânsızlığa rağmen aralarındaki tüm borç
ilişkisinin sona ereceği hususunda bir anlaşmaya varmışlarsa buna riayet edilmelidir.
Zira tarafların sözleşmenin akıbeti konusundaki iradeleri TBK m. 137’de de
zikredildiği gibi “açıkça”ortadadır. Kısmi kesin hükümsüzlük halinde sözleşmenin
geçerli olan kısımlarının akıbetine ilişkin taraf iradeleri, açık veya örtülü olarak
sözleşmeden anlaşılamıyorsa, tarafların farazi iradeleri tespit edilerek bir sonuca
varılması gerektiği ileri sürülmektedir1137.
Burada üzerinde durulması gereken bir diğer sorun da, taraflardan birinin kısmi
imkânsızlığı öngörseydi, sözleşmeyi hiç yapmak istemeyeceği değil de, başka
şartlarla yapmak isteyeceği söylenebilen durumlarda ortaya çıkmaktadır. Öğretideki
bir fikre göre bu durumlarda da -kural olarak- tüm borcun sona erdiği kabul
edilmelidir. Ancak bir tarafın sonraki kısmi imkânsızlığı öngörseydi, sözleşme
yapmak için arayacağı şartları diğer taraf derhal kabul ederse, TBK m. 34/2’ye1138
kıyasen, sözleşme bu şartlarla kurulmuş gibi devam etmelidir1139.
Başlangıçtaki kısmi ilişkin TBK m. 27/2’yi incelediğimiz bölümde de
belirttiğimiz gibi, ifa temel olarak alacaklının menfaatine hizmet eden bir
olduğundan, olması gereken hukuk yönünden kısmi imkânsızlık nedeniyle
gerçekleşecek kısmi ifayı kabul edip etmeme kararını, alacaklıya bırakmak daha
uygun olur.

1137
Bkz.: yuk. s. 113, dn. 464.
1138
“Yanılmada dürüstlük kuralları” başlıklı TBK m. 34 şu şekildedir: “Yanılan, yanıldığını dürüstlük
kurallarına aykırı olarak ileri süremez.
Özellikle diğer tarafın, sözleşmenin yanılanın kastettiği anlamda kurulmasına razı olduğunu
bildirmesi durumunda, sözleşme bu anlamda kurulmuş sayılır.”.
1139
Oğuzman/Öz, C. I, s. 577.

276
2. Karşılıklı Borç Yükleyen Sözleşmelerde Borçlunun Sorumlu Olmadığı
Sonraki Kısmi İmkânsızlığın Borç İlişkisine Etkisi
Karşılıklı edimler içeren sözleşmelerde bir tarafın ediminin ifasının onun
sorumlu olmadığı bir nedenle imkânsızlaşmasına ilişkin TBK m. 137/2: “Karşılıklı
borç yükleyen sözleşmelerde, bir tarafın borcu kısmen imkânsızlaşır ve alacaklı kısmi
ifaya razı olursa, karşı edimde o oranda ifa edilir. Alacaklının böyle bir ifaya razı
olmaması veya karşı edimin bölünemeyen nitelikte olması durumunda, tam
imkânsızlık hükümleri uygulanır” şeklindedir.
Bu hüküm EBK’da bulunmasa da, o dönemde de öğretide karşılıklı borç
yükleyen bir sözleşmede bir tarafın borcu onun sorumluluğu bulunmaksızın kısmen
imkânsızlaşmış ise, imkânsızlığın ekonomik etkisi -kural olarak- borçlunun üzerinde
olduğundan, alacaklı kısmi ifaya razı olmadıkça tam imkânsızlık hükümlerinin
uygulanması gerektiği kabul edilmekteydi1140. TBK m. 137/2’de de aynı prensip
kabul edilmekle birlikte, imkânsızlaşmayan edimin bölünebilir bir edim olmaması
halinde de tam imkânsızlık hükümlerinin uygulanacağı düzenlenmiştir.
Öğretideki bazı yazarlar1141 burada kanun koyucunun sözleşmenin kaderini
alacaklının iradesine bırakmış olmasını eleştirmektedirler. Bu görüşteki yazarlara
göre, bu düzenleme borçluyu alacaklının keyfine tabi kılmakta ve hakkın kötüye
kullanılmasına çanak tutmaktadır. Bu nedenle uygulamada bu düzenleme
bakımından mutlaka amaca uygun bir sınırlandırmaya gidilmesi gerekmektedir.
Kanaatimizce, Kanun koyucunun bu şekilde bir düzenlemeye gitmiş olması bir
zorunluluktan kaynaklanmaktadır. Kısmi imkânsızlık nedeniyle yapılacak kısmi
ifaya nedeniyle sözleşmenin amacının elde edilip edilemeyeceği belirlenirken,
alacaklının menfaati nazara alınmalıdır. Zira bir sözleşmede edimin hiç veya kısmen
ifa edilmemesinden en çok etkilenecek taraf alacaklıdır1142. Kanun koyucunun en
kısa sürede yapması gereken şey, başlangıçtaki kısmi imkânsızlığa ilişkin TBK m.
27/2’yi ve borçlunun sorumlu olmadığı sonraki kısmi imkânsızlığa ilişkin TBK
137/1’i de bu esasa göre yeniden düzenlemek olmalıdır.

1140
Oğuzman/Öz, C. I, s. 577.
1141
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 195.
1142
Başlangıçtaki kısmi imkânsızlık bakımından bu görüşte; Serozan, İfa ve Engelleri, s. 115;
Schwenzer, a.g.e., s. 442; Eren, Borçlar Genel, s. 920; Altunkaya, a.g.e., s. 128, 132-133; Dural,
Sonraki İmkansızlık, s. 92; Dural, Kavram, s. 39.

277
Alacaklı kısmi ifaya razı oluyorsa ve imkânsızlaşmayan edim bölünebilir bir
edimse, yani ifası imkânsızlaşan edim yalnızca kısmen ifa edilecekse karşı edim de o
oranda ifa edilir. Burada satış bedelinin ayıplı ifadan dolayı indirilmesinde izlenen
yöntemin (TBK m. 227) esas alınması gerektiği kabul edilmektedir1143.
TBK m. 137/2’nin, alacaklının kısmi ifaya razı olmasına rağmen, karşı edimin
bölünemeyen nitelikte olması durumunda tam imkânsızlık hükümlerinin
uygulanmasını gerektiren düzenlemesi de kanaatimizce yerinde değildir. Zira bu
düzenleme alacaklıya tanınan kısmi ifayı kabul veya reddetme hakkını, kendi
ediminin niteliğine bağlı olarak önemli ölçüde sınırlandırmaktadır. Bu halde
borçlunun sorumlu olduğu sonraki kısmi bakımından, alacaklıya kendi edimini ifa
etmekten kurtulabilmesi için kısmi ifayı reddetme veya kısmi ifayı kabul ederek
kendi edimini de tam olarak ifa etme yönünde bir seçimlik hak tanınmasının daha
uygun olacağı söylenebilir. Böylece kısmi ifayı elde etmekten ziyade, kendi edimini
elinde tutmayı daha çok önemseyen alacaklının hakları daha iyi bir biçimde
korunabilecektir.

3. TBK m. 137’nin 1. ve 2. Fıkraları Arasındaki Bağlantı


Öğretide, TBK m. 137/1’de belirtildiği üzere kısmi imkânsızlığı öngörseydi, bu
sözleşmeyi hiç yapmayacak borçlunun, karşılıklı edimler içeren bir sözleşme söz
konusu ise 137/2’de düzenlendiği üzere, alacaklının kısmi ifaya razı olması halinde
buna uymaya mecbur olup olmadığı sorusu ortaya atılmıştır1144. Bu husustaki bir
fikre göre, ikinci fıkranın birinci fıkradan bağımsız olduğu kabul edilirse, karşılıklı
edimler içeren bir sözleşmede kısmi imkânsızlığı öngörseydi, bu sözleşmeyi hiç
yapmayacak olan borçlu, alacaklının kısmi ifaya razı olması halinde buna uymaya
mecburdur. Bu ise isabetsiz bir sonuçtur. Bu fikre göre daha isabetli görünen yorum,
karşılıklı borç yükleyen bir sözleşmede borçlunun kısmi imkânsızlığı öngörseydi,
kesinlikle bu sözleşmeyi yapmayacak olduğu söylenebiliyorsa, alacaklı kısmi ifayı
kabul ettiğini ve kendi edimini de aynı oranda ifa edeceğini bildirse bile, tam
imkânsızlık hükümleri uygulanıp tüm borç ilişkisinin sona ermiş sayılmalıdır1145.
Yani bu görüşte TBK m. 137’nin ikinci fıkrası birinci fıkra ile bağlantılı değildir.

1143
Serozan, İfa ve Engelleri, s. 194; Dural, Sonraki İmkânsızlık, s. 177-178.
1144
Oğuzman/Öz, C. I, s. 578.
1145
Oğuzman/Öz, C. I, s. 578.

278
Kanaatimizce,TBK m. 137’nin birinci fıkrasının, ikinci fıkrasıyla bağlantılı
olarak düzenlenmesi gerekir. Zira bir sözleşmede edimin hiç veya kısmen ifa
edilmemesinden en çok etkilenecek taraf alacaklı olduğundan, kısmi imkânsızlık
nedeniyle yapılacak kısmi ifa nedeniyle sözleşmenin amacının elde edilip
edilemeyeceği belirlenirken, alacaklının menfaati nazara alınmalıdır1146.

4. Birleşik Sözleşmelerdeki Durum


Birleşik sözleşmelerin herhangi birinde yer alan borçlardan birinin borçlunun
sorumluluğu söz konusu olmaksızın imkânsızlaşmasının, sözleşmenin diğer
kısımlarına etkisinin TBK m. 137 ile belirlenemeyeceği kabul edilmektedir1147.
Gerçekten bu hallerde hâkim, taraflar bu ihtimali öngörebilselerdi sözleşmede
nasıl bir düzenleme yaparlardı sorusuna cevap arayarak, sözleşmedeki boşluğu
doldurmalıdır1148.

IV. ALMAN HUKUKUNDAKİ DURUM


Reform öncesinde Alman hukukunda da başlangıçtaki imkânsızlığa kesin
hükümsüzlük yaptırımı bağlanmış olmasına rağmen (BGB § 306), reform sonrasında
BGB § 311 a/1’de daha sözleşmenin kurulduğu andan beri mevcut olan bir
imkânsızlık nedeniyle borçlunun BGB § 275/1-3 uyarınca asli edimi yerine getirmek
zorunda olmamasının sözleşmenin geçerliliğini etkilemeyeceği kabul edilmiştir1149.
BGB § 275/1-3’de imkânsızlığın ortaya çıktığı zamana bakılmaksızın bir düzenleme
yapılmış olmasının yanı sıra, burada imkânsızlığın subjektif veya objektif olmasıyla
da ilgilenilmemiştir1150. Diğer bir değişle hem başlangıçtaki hem de sonraki
imkânsızlık halleri bu imkânsızlığın objektif veya subjektif olmasıyla
ilgilenilmeksizin tek bir hükümde düzenlenmiştir.
Tüm imkânsızlık halleri BGB § 275’de düzenlenmişse de alacaklının bu
nedenle borçludan talep edebileceği tazminat, imkânsızlığın baştan beri mevcut
olmasına veya sonradan ortaya çıkmasına göre BGB’nin farklı maddelerinde
düzenlenmiştir (BGB § 275/4).

1146
Bkz.: yuk. s. 115 vd.
1147
Oğuzman/Öz, C. I, s. 578.
1148
Oğuzman/Öz, C. I, s. 578.
1149
Bkz.: yuk. s. 186-187.
1150
Bkz.: yuk. s. 186-187.

279
Borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık halinde alacaklı ya BGB § 280
ve § 283’e göre ifa yerine olumlu zararlarının karşılanmasını talep eder ya da bu
tazminat yerine BGB 284’e göre boşa çıkan masraflarının tazmin edilmesini talep
edebilir1151. Bu hukuk sisteminde de meydana gelen imkânsızlıktan sorumlu
olmadığını ispat yükü borçludadır (BGB § 280 Abs 1/II)1152.
Sonraki imkânsızlık halinde BGB § 275 sayesinde kendiliğinden (f. 1) veya bir
defi aracılığıyla (f. 2 ve 3) borcu ifa etmekten kurulan borçlunun karşı edimi talep
hakkını yitireceği de BGB § 326/1 c.1’de düzenlenmiştir1153.
Sonraki imkânsızlık halinde de BGB § 285’e göre alacaklının ifası imkânsız
olan edimin yerine elde edilen kaim değerin kendisine devredilmesini talep
edebileceği kabul edilmektedir1154.
BGB § 326/5’de ise borçlunun BGB § 275’e göre asli edimi ifa etmekten
kurtulduğu hallerde, borçlu bu imkânsızlıktan ister sorumlu olsun isterse olmasın,
alacaklının BGB § 323’e göre sözleşmeden dönebileceği düzenlenmiştir1155.
Kısmi bir imkânsızlığın söz konusu olduğu hallerde ise borçlu yalnızca edimin
ifa edilemeyen kısmının ifasından kurtulur. Bu durumda alacaklının karşı ediminin
de ayıp nedeniyle satış bedelindeki indirimdeki ilişkin BGB § 441/3’e göre indirime
tabi tutulur1156. Alacaklının borçludan talep edebileceği tazminat da yalnızca edimin
imkânsızlaşan kısmi için söz konusu olabilir (BGB § 280/1, 3; BGB §283). Ancak
BGB § 311 a/2 c. 3 gereği kısmi ifada alacaklının bir menfaati bulunmuyorsa, edimin

1151
Haas ve diğerleri, a.g.e., s. 9, 10, 11; Hirsch, a.g.e., s. 298-299; Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s.
211-212; Eckert, a.g.e., s. 118 vd.; Hütte/Hütte, a.g.e., s. 265 vd; Joussen, a.g.e., s. 172 vd; Junker,
a.g.e., 362; Ehmann ve diğerleri, a.g.e., 23 vd.; Fehre, a.g.e., s. 86; Bamberger/Roth, a.g.e., s. 1073;
Brox/Walker, a.g.e., s. 232 vd.
1152
Eckert, a.g.e., s. 120; Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 220-221; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 211
vd.
1153
Westermann, a.g.e., 1012; Ecker, a.g.e., s. 130; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 203;
Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 227; Haas ve diğerleri, a.g.e., s. 5-6; Hütte/Hütte, a.g.e., s. 129 vd.;
Joussen, a.g.e., s. 178 vd; Junker, a.g.e., s. 362; Krüger, a.g.e., s. 722; Brox/Walker, a.g.e., s. 226.
1154
Hirsch, a.g.e., s. 300 vd.; Hütte/Hütte, a.g.e., s. 147; Eckert, a.g.e., s. 126 vd.;Joussen, a.g.e., s.
166. Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 201 vd; Dauner - Lieb/Langen, a.g.e., s. 352; Brox/Walker, a.g.e., s.
225.
1155
Eckert, a.g.e., s. 148 vd.; Hirsch, a.g.e., s. 322 vd.; Fikentscher/Heinamann, a.g.e., s. 230-231;
Hütte/Hütte, a.g.e., s. 174, 175; Joussen, a.g.e., s. 182 vd.;Brox/Walker, a.g.e., s. 242.
1156
Eckert, a.g.e.,s. 131; Fikentscher/Heinemann, a.g.e., s. 213, 227; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 204;
Hirsch, a.g.e., s. 299-300.

280
kısmen ifasından vazgeçerek tüm edim için tazminat talep edebilir (BGB § 281/1 c. 2
ve 3) veya BGB § 323/5 c. 1’e dayanarak sözleşmeden dönebilir1157.

1157
Eckert, a.g.e., s. 131; Medicus/Lorenz, a.g.e., s. 205; Junker, a.g.e., s. 352.

281
SONUÇ

En önemli ifa engellerinden biri olan imkânsızlık,başlangıçtaki - sonraki


imkânsızlık ve tam - kısmi imkânsızlık ayırımlarının yanı sıra subjektif- objektif
imkânsızlık, sürekli - geçici imkânsızlık ve nihayet borçlunun sorumlu olduğu ya da
sorumlu olmadığı imkânsızlık gibi çeşitli şekillerde ayrılabilir.
TBK, bunlardan başlangıçtaki - sonraki imkânsızlık, tam - kısmî imkânsızlık
ayrımlarını esas almıştır.
Başlangıçtaki ve sonraki imkânsızlığa birbirinden farklı hukuki sonuçlar
bağlanmıştır. Başlangıçtaki imkânsızlık, sözleşme özgürlüğünü kısıtlayan hallerden
biri olarak TBK m. 27/1’de düzenlenmiştir. Bir ediminifasının TBK m. 27/1
anlamında imkânsız olduğunu kabul edebilmek için, söz konusu imkânsızlık
sözleşme kurulmadan önce ve en geç sözleşmenin kurulduğu sırada mevcut olmalı,
objektif ve sürekli bir nitelik taşımalıdır.
TBK m. 27/1’de konusu imkânsız olan sözleşmelerin kesin hükümsüz olduğu
belirtildiğine göre, bir edimin konu yönünden kısmen ifa edilememesi halinde de
kısmi imkânsızlık ortaya çıkar. Ancak yalnızca bölünebilir edimlerin kısmen ifa
edilebilecekleri nazara alındığında, kısmi imkânsızlığın da yalnızca bölünebilir
edimlerde söz konusu olabileceği anlaşılır. Fakat hukuken bölünme imkânına sahip
olup da, kısmen imkânsızlığa uğraması halinde kısmi imkânsızlık sonucunu
yaratamayan edimler de bulunur. Bu tür edimlerin en önemli örnekleri çeşit ve para
edimleridir. Zira çeşit borçlarında o cins yeryüzünden tükenmedikçe borçlunun
tedarik ve sağlama borcunun varlığı nedeniyle, imkânsızlıkla karşılaşma ihtimali
oldukça düşüktür. Aynı nedenle para borçlarında da imkânsızlıkla karşılaşmak -kural
olarak- söz konusu değildir.
Bazı hallerde ise edim bölünebilir olduğu için kısmen imkânsızlaşabilirse de,
ortada tam imkânsızlığın bulunduğu kabul edilir. Bu kabul, tarafların iradelerine ve
sözleşmenin amacına bakılarak yapılır.
TBK m. 27’nin uygulanabilmesi için, imkânsızlığın objektif olması gerektiği,
subjektif imkânsızlığın ise bu bakımdan hiçbir önem taşımadığı ittifakla kabul
edilmektedir.

282
Yalnızca sürekli imkânsızlık ve sürekli imkânsızlığa eşit sayılan geçici
imkânsızlık halleri gerçek birer imkânsızlık olarak kabul edildiğinden-kural olarak-
geçici bir imkânsızlığın ortaya çıkması gerçek anlamda bir imkânsızlık olarak kabul
edilemez. Diğer bir deyişle edimin ifasının objektif olarak imkânsız kabul
edilebilmesi için söz konusu imkânsızlık sürekli nitelikte olmalıdır. Bu nedenle
yalnızca geçici bir imkânsızlığın söz konusu hallerde TBK’nın başlangıçtaki
imkânsızlığa ilişkin hükümleri uygulama alanı bulmaz ve geçici imkânsızlığa karşın,
tarafların sözleşme ile bağlılığı devam eder.
Sonuç olarak bir ediminifasının TBK m. 27/2 anlamında imkânsız olduğunu
kabul edebilmek için, söz konusu imkânsızlık sözleşme kurulmadan önce ve en geç
sözleşmenin kurulduğu sırada mevcut olmalı; kısmi, objektif ve sürekli bir nitelik
taşımalıdır. Bunun yanı sıra bu kısmi imkânsızlığın, tam imkânsızlığa eşdeğer olduğu
da varsayılmamalıdır.
TBK m. 27/1’de başlangıçtaki imkânsızlığın sözleşmenin kesin
hükümsüzlüğüne yol açtığı belirtilmiştir. Başlangıçtaki imkânsızlığın kendiliğinden
gerçekleşen kesin hükümsüzlük yaptırımına bağlanmasının isabetli olmadığı
kanaatindeyiz.Zira bu yaptırım, başlangıçtaki imkânsızlığı bildiği için sözleşme
görüşmelerine hiç başlamamak veya imkânsızlığın görüşmeler başladıktan sonra
ortaya çıkması halinde, derhal karşı tarafı bilgilendirerek görüşmeleri kesmek
zorunda olmasına karşın sözleşmeyi akdeden tarafı, hak ettiğinden daha fazla korur.
Yine bu yaptırımın, karşı edimin imkânsızlığını ve dolayısıyla sözleşmenin kesin
hükümsüzlüğünü bilmeksizin kendi edimini ifa eden tarafın, iade istemlerini
sözleşmesel iade kapsamından çıkarır. Böylece onu daha elverişsiz olan sebepsiz
zenginleşme hükümlerine tâbi kılmakta, ona hak ettiğinden daha az koruma sağlar.
TBK’nın mevcut düzenlemesi çerçevesinde başlangıçtaki imkânsızlığın kesin
hükümsüzlük yarattığını kabul etmek zorunlu olsa da, en azından imkânsızlığı bile
bile karşı tarafı bu hususta bilgilendirmeksizin sözleşme akdeden ve özellikle bu
sayede bir müddet için olsa da karşı edimden faydalanan kişinin sorumluluğu
üzerinde dikkatle durulmalıdır.
Öncelikle başlangıçtaki imkânsızlığa rağmen borçlunun edimin ifası yerine
tazminat yükümlülüğü altında olup olmadığına dair, taraflar arasında bir anlaşmanın
bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Açık veya örtülü olarak böyle bir anlaşmanın

283
yapılmış olduğu anlaşılırsa, artık sözleşmenin kesin hükümsüzlüğünden
bahsedilmemeli, borçlunun ifa yerine tazminat ödemekle yükümlü olduğu kabul
edilmelidir.
Yine maddi bir varlığa sahip olmayan bazı edimler bakımından kanunda
öngörülen garanti sorumluluklarının kıyasen diğer maddi varlığa sahip olmayan
edimler bakımından da uygulanması gerektiği kabul edilmelidir Zira bu tür edimler
maddi bir varlığa sahip olmadığından, alacaklı, hakkın varlığı ve geçerliliği
noktasında çoğu zaman yalnızca borçlunun beyanlarına güvenmek zorundadır.
Alacağın devri bakımından kanuni garanti sorumluluklarıyla korunan alacaklının,
aynı korunma ihtiyacı, kanunda açıkça düzenlenmeyen veya kanunda düzenlenmiş
olmasına rağmen hakkında garanti sorumluluğu öngörülmeyen maddi varlığa sahip
olmayan haklar bakımından da mevcuttur.
Başlangıçtaki imkânsızlık nedeniyle sözleşmenin kesin hükümsüz olması
halinde borca aykırılık esaslarına tabi olarak tazmin edilmesi gereken zarar olumsuz
zarardır. Ancak hakkaniyet gerektiriyorsa hâkim, ifadan beklenen yararı aşmamak
kaydıyla daha fazla tazminata dahükmedebilmelidir. Bu çözüme TBK’nın sözleşme
görüşmelerindeki kusurlu davranışlara ilişkin hükümleri (TBK m. 35/2, 47/2),
kıyasen başlangıçtaki imkânsızlığa da uygulanarak varılır.
Öğretide,başlangıçtaki imkânsızlık halinde alacaklının, ifası imkânsızlaşan
edimin yerine borçlunun elde ettiği kaim değerin kendisine verilmesini isteyebileceği
ileri sürülmektedir. Kanaatimizce, kesin hükümsüzlük halinde sözleşmesel bir isteme
yer verilemeyeceğinden ve hukukumuzda bir temeli olmadığından bu görüşe
katılmak mümkün değildir.
Başlangıçtaki kısmi imkânsızlık ise, TBK m. 27/2’de düzenlenmiştir. Burada
sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olmasının, diğerlerinin
geçerliliğini etkilemeyeceğibelirtilmiştir (c. 1). Bu düzenleme Roma hukukundan
gelen “geçerli olmayan kısım geçerli olan kısma zarar vermez” (utile non debet per
inutile vitiari) kuralının günümüzdeki yansımasıdır. Ancak, hükmün devamında
sözleşmenin hükümsüzleşen kısmı olmaksızın yapılmayacağı açıkça
anlaşılabiliyorsa, sözleşmenin tamamının kesin olarak hükümsüz olacağı da
düzenlenmiştir (c. 2).

284
TBK m. 27/2 c. 2’ye göre kısmi kesin hükümsüzlük halinde sözleşmenin
geçerli olan kısımlarının akıbetine ilişkin taraf iradeleri, açık veya örtülü olarak
sözleşmeden anlaşılabiliyorsa bu iradeye riayet edilmelidir. Başlangıçtaki kısmi
imkânsızlık nedeniyle gerçekleşen kısmi kesin hükümsüzlük halinde sözleşmenin
geçerli olan kısımlarının akıbetine ilişkin taraf iradeleri, açık veya örtülü olarak
sözleşmeden anlaşılamıyorsa tarafların farazi iradeleri tespit edilerek bir sonuca
varılmaması gerektiği öğretideki hâkim görüştür.Kanaatimizce olması gereken hukuk
yönünden (de lege feranda) Burada sözleşmenin tamamen mi kesin hükümsüz
olacağını yoksa edimin ifa edilebilir kısmı üzerinden mi sözleşmenin devam
edeceğini belirleme yetkisi alacaklıya bırakılmalıdır. Zira ifa, borçluyu borçtan
kurtardığı için onun bakımından da faydalı bir olgu olsa da -kural olarak- alacaklının
menfaatine hizmet eden bir olgudur. Bir sözleşmede edimin hiç veya kısmen ifa
edilmemesinden en çok etkilenecek taraf alacaklıdır. Öğretide de kısmi imkânsızlık
nedeniyle yapılacak kısmi ifada sözleşmenin amacının elde edilip edilemeyeceği
belirlenirken, alacaklının menfaatinin nazara alınması gerektiği kabul edilmektedir.
Olması gereken hukuk yönünden tavsiye ettiğimiz bu çözüm, aslında karşılıklı
borç yükleyen sözleşmelerde borçlunun sorumlu olmadığı sonraki kısmi
imkânsızlığa ilişkin TBK. 137/2’de kanun koyucu tarafından da açıkça
benimsenmiştir. Bu hüküm: “Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, bir tarafın
borcu kısmen imkânsızlaşır ve alacaklı kısmi ifaya razı olursa, karşı edimde o
oranda ifa edilir. Alacaklının böyle bir ifaya razı olmaması… durumunda, tam
imkânsızlık hükümleri uygulanır” şeklindedir.
Sonraki imkânsızlık, borçlunun bu imkânsızlıktan sorumlu olup olmamasına
göre farklı hükümlere tabi tutulmuştur. Borçlunun sorumlu olduğu sonraki
imkânsızlığa ilişkin TBK m. 112: “Borç hiç veya gereği gibi ifa edilemezse borçlu,
kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alacaklının bundan
doğan zararını gidermekle yükümlüdür”şeklindedir. Görüldüğü gibi bu hükümde
borç sonraki imkânsızlık nedeniyle ifa edilemiyorsa alacaklının tazminat talep
edebileceği düzenlenmiş, ancak bu durumun borç ilişkisini ne şekilde etkileyeceği
bildirilmemiştir.Kanaatimizce,burada da borçlunun sorumlu olmadığı sonraki
imkânsızlık da olduğu gibi (TBK m. 136/1)borcun sona erdiği kabul edilmelidir. Zira

285
imkânsızlıktan sorumlu olan borçluyu, imkânsızlıktan sorumlu olmadığı halde karşı
edimi talep etme hakkını yitiren borçludan daha fazla korumak uygun değildir.
Borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık halinde alacaklı uğramış
olduğu olumlu zararların tazminini talep edebilecektir. Öğretide alacaklının bu
tazminat kaim değeri talep edebileceği yönündeki görüşe karşın, hukukumuzda kaim
değerin talep edilebilmesine imkân veren bir düzenleme söz konusu olmadığından,
bu görüşe katılmıyoruz. Yine öğretideki bir görüş, borçlunun sorumlu olduğu bir
nedenle edimin ifasının imkânsızlaştığı hallerde alacaklının, borçlu temerrüdünde
olduğu gibi, sözleşmeden dönme hakkına sahip olduğunu ileri sürmektedir. Her ne
kadar borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık bakımından alacaklıya
sözleşmenin dönme hakkı tanınmasının yerinde olduğunu kabul etsek de, TBK’nın
mevcut düzenlemeleri nedeniyle pozitif dayanaktan yoksun olan bu görüşe
katılmıyoruz.
Borçlunun sorumlu olduğu sonraki kısmi imkânsızlığın yaratacağı sonuçlara
ilişkin olarak kanunda özel bir düzenleme bulunmasa da, burada, bölünebilir bir
borcun tamamının belli ve muaccel olduğu hallerde, alacaklının kısmi ifayı
reddedebileceğine ilişkin düzenlemeden (TBK m. 84/1) yola çıkmak mümkündür.
Ayrıca borçlunun sorumlu olmadığı sonraki kısmi imkânsızlığa ilişkin TBK m.
137/2’den kıyasen yararlanmak da mümkündür.
Buna halde edimin ifası kısmen imkânsızlaştığı için alacaklı, kendisine yapılan
kısmi ifa teklifini reddederek, borcun tamamının ifasının mümkün olmadığı
gerekçesiyle, tüm borç için TBK m. 112’ye göre tazminat talep edebilir. Buna karşın
alacaklı kendisine yapılan kısmi ifa teklifini kabul ederse, borç, ifa edildiği kısmı için
sorunsuz bir biçimde sona erer. Ancak imkânsızlaşan kısım için borçlunun TBK m.
112’den doğan sorumluluğu devam eder.Bu halde eğer varsa alacaklının da kendi
edimini tam olarak ifa etmek zorunda olduğu kabul edilse de,kanaatimizce,
alacaklının ediminin bölünebilir olduğu hallerde, karşı edimin ifa edilebilir kısmıyla
orantılı olarak, alacaklının ifa yükümlülüğünü yerine getirmesi gerektiği kabul
edilmelidir. Yani karşı edimin imkânsızlık nedeniyle ifa edilemeyen kısmıyla orantılı
olarak, alacaklı da kendi edimini ifa etme yükümlülüğünden kurtulabilir. Burada
satış bedelinin ayıplı ifadan dolayı indirilmesinde izlenen yöntem (TBK m. 227) esas
alınarak bir belirleme yapılmalıdır. Bu söylediklerimiz, “Karşılıklı borç yükleyen

286
sözleşmelerde, bir tarafın borcu kısmen imkânsızlaşır ve alacaklı kısmi ifaya razı
olursa, karşı edim de o oranda ifa edilir. Alacaklının böyle bir ifaya razı olmaması
veya karşı edimin bölünemeyen nitelikte olması durumunda, tam imkânsızlık
hükümleri uygulanır”diyen TBK m. 137/2 ile de uyumludur.
Borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlık ise, TBK m. 136’da
düzenlenmiştir.Bu düzenleme TBK’nın borçların sona ermesine ilişkin kısmında
bulunur. Ancak öğretide bu düzenlemenin borçlunun sorumlu olduğu sonraki
imkânsızlığa ilişkin TBK m. 112’nin hemen ardından yapılması gerektiği -
kanaatimizce de haklı olarak-ileri sürülmektedir. Gerçekten de bu kurumların her
ikisi de ayni hukuki olguyu, sonraki imkânsızlığı ele aldıklarından TBK m. 136 ve
137’ye TBK m. 122’nin hemen ardından yer vermek daha uygun olurdu.
Borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlığa ilişkin TBK m. 136’nın ilk
fıkrasına göre, borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle
imkânsızlaşırsa borç sona erer. Ancak bu sonuç yalnızca borçlunun sorumlu olmadığı
sonraki imkânsızlığa özgü değildir. Borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlığın
borç ilişkisini ne şekilde etkileyeceği kanunda bildirilmemişse de, bu halde de
taraflar arasındaki borç ilişkisinin sona ereceği kabul edilmelidir. Bu halde sonraki
imkânsızlığın bu iki türü arasındaki fark, borçlunun, imkânsızlık nedeniyle
alacaklının uğramış olduğu zararlardan sorumlu olup olmadığıdır.
Karşılıklı borç yükleyen bir sözleşmede, taraflardan birisinin borcu
imkânsızlaştığı için sona ererse, TBK m. 136/2’ye göre karşı taraf da kendi borcunu
ifa etmekten kurtulacaktır. Yani bir tarafın borcu ifa imkânsızlaştığı için sona
ermişse bu taraf, karşı edimi talep etme hakkını da kaybedecektir. Eğer borçlu, kendi
ediminin ifası imkânsızlaşmadan önce karşı edimi elde etmişse, bu kazanmanın
sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre iade edileceği de TBK m. 136/2’de
belirtilmiştir. Burada sebepsiz zenginleşme kavramı kullanılmış olsa da,
kanaatimizce,aslında TBK m. 136/2’doğan özel bir iade yükümlülüğüsöz konusudur.
Kanundan doğan bu iade borcunun kapsamının belirlenmesinde, TBK m. 136/2’de
açıkça belirtildiği gibi, sebepsiz zenginleşmeye ilişkin kurallardan yararlanılır.
Öğretide borçlunun ifası imkânsızlaşan edimin yerine bir kaim değer elde ettiği
hallerde alacaklının bu kaim değerin kendisine verilmesini talep edebileceği ileri
sürülse de, Türk - İsviçre hukukunda, tarafların anlaştığı hallerin dışında, borçluyu

287
elde ettiği kaim değeri alacaklıya vermeye zorlayabilecek bir dayanak bulabilmek
güçtür. Ancak somut olayın özellikleri bakımından alacaklının kaim değerin
kendisine verilmesi yolundaki talebinin borçlu tarafından reddedilmesi hakkın
kötüye kullanılması sayılıyorsa,kaim değerin istenebileceği kabul edilmelidir.
Alacaklının ifası imkânsızlaşan edimin yerine kaim değeri talep edebilmesi
dürüstlük kuralı tarafından desteklendiği veya sözleşmede açıkça kararlaştırılmış
olduğu için kabul ediliyorsa, kaim değeri talep eden alacaklı, kendi karşı edimini de
borçluya ifa etmekle yükümlüdür. Zira bu durumda imkânsızlık gerçekleşmemiş gibi,
borç ilişkisi kaim değer ile karşı edim arasında değişim ilişkisine dönüşmüş olarak
devam eder. Kaim değerin karşı edimden daha değerli olmadığı hallerde alacaklının
kaim değeri talep etmeyerek, kendi edimini ifa etmekten kurtulabileceği kabul
edildiği gibi, alacaklının kendi ediminden daha değersiz olan kaim değeri talep
etmekle beraber, kendi edimini bu oranda eksik ifa edebileceği de kabul
edilmektedir.
Buna karşın öğretide kaim değeri talep hakkının kapsamının imkânsızlaşan
edimin değer ve miktarıyla sınırlı olduğu da ileri sürülmektedir. Bu görüş
doğrultusunda borçlunun elde ettiği kaim değerin miktarı imkânsızlaşan edimden
daha çoksa, alacaklı ancak edim alacağı kadarını borçludan talep edebilir. Buna
karşın borçlanılan edimden daha az bir değer elde edilmişse, alacaklı borçludan
yalnızca fiilen elde ettiği değeri isteyebilecek, daha fazlasını ise talep edemez. Biz bu
görüşe katılmıyoruz. Her ne kadar TBK’da bir dayanak bulunmadığı için ifası
imkânsızlaşan edimin yerine kaim değerin talep edilemeyeceğini, -ancak dürüstlük
kuralı gereği veya sözleşmede kararlaştırılmış olduğu için alacaklının böyle bir
talepte bulunabileceğini kabul etsek de- bu görüşün kaim değerin temel mantığıyla
tamamen çeliştiği açıktır. Edim ifa edilebilseydi, bu edime kavuşacak alacaklı,
edimin ifasındaki imkânsızlık nedeniyle bu edime kavuşamadığı için edime karşılık
elde edilen kaim değeri olduğu gibi talep edebilmelidir. Borçlunun sorumlu olmadığı
sonraki imkânsızlıkta kaim değerin edimden daha değerli olup olmadığıyla
ilgilenilmemelidir. Borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık halinde ise
alacaklı, edimden daha değerli olan kaim değeri talep etmişse fazlalığı iade etmekle
yükümlü olmamalı, kaim değerle karşılanamayan zararları varsa ayrıca bunların
tazminin de borçludan talep edebilmelidir.

288
TBK m. 136/3’de ise, borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlık
gerçekleşince borçlunun durumu gecikmeksizin alacaklıya bildirmesi veya zararın
artmaması için gerekli önlemleri alması gerektiği, aksi takdirde bundan doğacak
zararı gidermekle yükümlü olduğu düzenlenmiştir.
Kanaatimizce,borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık bakımından da
borçlunun, edimin ifasının imkânsızlaştığını gecikmeksizin alacaklıya bildirme
yönünde bir yükümlülüğünün bulunduğunu TBK m. 136/3’e kıyasen kabul etmek
uygundur. Bu sayede alacaklı vadeyi beklemek zorunda olmaksızın, TBK m.
112’den doğan haklarını kullanabilir. Borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık
halinde borçlunun zararın artmaması için gerekli tedbirleri alması zaten kendi
lehinedir. Zira o, sorumlu olduğu bir nedenle imkânsızlaşan edimin değerine ilişkin
alacalının çıkar kaybını tazmin etmekle yükümlüdür.
Borçlunun sorumlu olmadığı bir nedenle borcun bir kısmının ifasının
imkânsızlaşmasının borç ilişkisini ne şekilde etkileyeceğine ilişkin EBK’da açık bir
düzenleme bulunmamaktaydı. O dönemde öğretide, başlangıçtaki kısmi imkânsızlığa
ilişkin TBK m. 27/2’den kıyasen yararlanılarak çözümler üretiliyordu. Bu konu ilk
kez TBK m. 137’de öğretide kabul edilen prensiplere uygun olarak ele alınmış ve
açık bir kanuni düzenlemeye kavuşmuştur.
Genel olarak kısmi imkânsızlığın sonuçlarını düzenleyen TBK m. 137/1’ de
TBK m. 27/2’ye paralel olarak, borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı
sebeplerle kısmen imkânsızlaşırsa borçlu, borcunun sadece imkânsızlaşan kısmından
kurtulacağı düzenlenmiştir. Ancak bu kısmi ifa imkânsızlığı önceden öngörülseydi
taraflarca böyle bir sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, borcun tamamının
sona ereceği de kabul edilmiştir. Bu halde taraflar, daha sözleşmeyi akdederken
edimin ifa edilebilir kısmı bakımından aralarındaki borç ilişkisinin devam edeceği
veya kısmi imkânsızlığa rağmen aralarındaki tüm borç ilişkisinin sona ereceği
hususunda bir anlaşmaya varmışlarsa buna riayet edilecektir.Çünkübu halde
tarafların sözleşmenin akıbeti konusundaki iradeleri TBK m. 137’de de zikredildiği
gibi “açıkça” ortadadır. Kısmi kesin hükümsüzlük halinde sözleşmenin geçerli olan
kısımlarının akıbetine ilişkin taraf iradeleri, açık veya örtülü olarak sözleşmeden
anlaşılamıyorsa, tarafların farazi iradeleri tespit edilerek bir sonuca varılması
gerektiği ileri sürülmektedir. Kanaatimizce, ifa temel olarak alacaklının menfaatine

289
hizmet eden bir olduğundan, olması gereken hukuk yönünden kısmi imkânsızlık
nedeniyle gerçekleşecek kısmi ifayı kabul edip etmeme kararını, alacaklıya bırakmak
daha uygun olur.
Karşılıklı edimler içeren sözleşmelerde bir tarafın ediminin ifasının onun
sorumlu olmadığı bir nedenle imkânsızlaşmasına ilişkin TBK m. 137/2’ye göre, bir
tarafın borcu kısmen imkânsızlaşır ve alacaklı kısmi ifaya razı olursa, karşı edimde o
oranda ifa edilir. Ancak alacaklının böyle bir ifaya razı olmaması veya karşı edimin
bölünemeyen nitelikte olması durumunda, tam imkânsızlık hükümleri uygulanır.
Öğretideki bazı yazarlar burada kanun koyucunun sözleşmenin kaderini
alacaklının iradesine bırakmış olmasını eleştirseler de kanaatimizce,kanun
koyucunun bu şekilde bir düzenlemeye gitmiş olması bir zorunluluktan kaynaklanır.
Bir sözleşmede edimin hiç veya kısmen ifa edilmemesinden en çok etkilenecek taraf
alacaklı olduğundan hısmi imkânsızlık halinde yapılacak kısmi ifa sayesinde
sözleşmenin amacının elde edilip edilemeyeceği belirlenirken, alacaklının menfaati
nazara alınmalıdır.
Alacaklı kısmi ifaya razı oluyorsa ve imkânsızlaşmayan edim bölünebilir bir
edimse, yani ifası imkânsızlaşan edim yalnızca kısmen ifa edilecekse karşı edim de o
oranda ifa edilecektir. Burada satış bedelinin ayıplı ifadan dolayı indirilmesinde
izlenen yöntemin (TBK m. 227) esas alınması gerektiği kabul edilmelidir.
TBK m. 137/2’nin, alacaklının kısmi ifaya razı olmasına rağmen, karşı edimin
bölünemeyen nitelikte olması durumunda tam imkânsızlık hükümlerinin
uygulanmasını gerektiren düzenlemesi kanaatimizce yerinde değildir. Zira bu
düzenleme alacaklıya tanınan kısmi ifayı kabul veya reddetme hakkını, kendi
ediminin niteliğine bağlı olarak önemli ölçüde sınırlandırmaktadır. Bu halde
borçlunun sorumlu olduğu sonraki kısmi bakımından, alacaklıya kendi edimini ifa
etmekten kurtulabilmesi için kısmi ifayı reddetme veya kısmi ifayı kabul ederek
kendi edimini de tam olarak ifa etme yönünde bir seçimlik hak tanınmasının daha
uygun olacağı söylenebilir. Böylece kısmi ifayı elde etmekten ziyade, kendi edimini
elinde tutmayı daha çok önemseyen alacaklının hakları daha iyi bir biçimde
korunabilecektir.

290
TBK’nın mevcut düzenlemeleri çerçevesinde kısmi imkânsızlıkbakımından
vardığımız sonuçlar yukarıda izah etmeye çalıştığımız şekilde olsa da, TBK’nın esas
aldığı bu sisteme yöneltilebilecek pek çok eleştiri de mevcuttur.
Öncelikle imkânsızlığı başlangıçtaki ve sonraki imkânsızlık olarak ikiye
ayırmanın ve her birine farklı sonuçlar bağlamanınbir zorunluluktan
kaynaklanmadığı belirtilmelidir. Hatta yaptırımların imkânsızlık, temerrüt ve kötü ifa
gibi her bir ifa engeli için ayrı ayrı ele alınması da zorunlu değildir. Aksine, Alman
hukukunda, Common Law hukuk sistemlerinde ve CISG’da olduğu gibi, tüm ifa
engelleri için geçerli olan genel düzenlemeler yapmak daha isabetli olacaktır. Zira bu
kadar pratik bir ifa engelleri sistemi,uygulamada önemli kolaylık ve hukuki güvenlik
sağlayacaktır.
Bu kapsamda borçlunun sorumlu olduğu sonraki imkânsızlığa uygulanabilecek
genel bir sözleşmeden dönme hakkının hukukumuzda tanınmamış olması da
eleştirilebilecek hususlardan biridir. Gerçekten sözleşmeden dönme TBK’da
karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde temerrüt ve birkaç sözleşme türü bakımından
ayıplı ifa olgularına hasredilmiş, gerekli olmasına rağmen diğer ifa engellerinde bu
imkâna yer verilmemiştir.
Borçlunun sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlığın, TBK’nın borçların sona
ermesine ilişkin kısmında ibra, yenileme, birleşme, takas ve zamanaşımıyla beraber
ele alınması da yersizdir. Bu düzenlemenin borçlunun sorumlu olduğu sonraki
imkânsızlığa ilişkin TBK m. 112’nin hemen ardından yapılması daha uygun
olacaktır. Zira bu kurumların her ikisi de ayni hukuki olguyu, sonraki imkânsızlığı
ele almaktadır. Ayrıca kabul ettiğimiz görüş doğrultusunda borçlunun sorumlu
olmadığı sonraki imkânsızlık halinde olduğu gibi (TBK m. 136/1), borçlunun
sorumlu olduğu sonraki imkânsızlık da borcu sona erdirmektedir. Yani borçlunun
sorumlu olmadığı sonraki imkânsızlığa ilişkin düzenlemenin mutlaka TBK’nın
borçların sona ermesine ilişkin kısmında yapılması gerektiği de söylenemeyecektir.
Borçlunun sorumlu olmadığı sonraki kısmi imkânsızlığın TBK m. 137 ile
kanuni bir düzenlemeye kavuşmuş olması olumlu olsa da; tüm ifa engellerinin
kısmen ortaya çıkmasına ilişkin genel bir düzenleme yapmak yerine, yalnızca sonraki
imkânsızlık bakımından bu şekilde bir düzenlemeye gidilmiş olması da yetersizdir.

291
KAYNAKÇA

Acar, Hakan: “UNIDROIT ve Avrupa Borçlar Hukuku Prensipleri


Işığında Aşırı İfa Güçlüğü”, EÜHFD, C. XII, S. 1-2,
2008, (s. 111-135).
………………………….…..Uluslararası Satışlarda Hasar Riskinin Geçişi,
İstanbul, Kazancı, 2009.
Acemoğlu, Kevork: “İrade Bozuklukları Yüzünden Sözleşme İle Bağlı
Kalmak İstemediğini Bildirme Bir Üst Süre İle
Sınırlandırılmış mıdır?”, İÜHFD, C. 30, S. 3-4,
1964,(s. 915-920).
………………………….….“Aliud ve Federal Mahkemenin Aliud Konusundaki
Tutumu Üzerinde”, İÜMHAD, C. 6, S. 9, 1972, (s. 19-
29) (Acemoğlu, Aliud)
Aday, Nejat: Özel Hukukta Yüklenti Kavramı ve Sonuçları,
İstanbul, Beta, 2000.
Adıgüzel, Sibel: “Sözleşme Görüşmelerinde Kusurlu Davranıştan
Doğan Sorumluluk”, TAAD, Y. 3, S. 9, Nisan 2012, (s.
281-312).
Akçura-Karaman, Tuba: “Borçlar Kanunu ve Viyana Satım Anlaşması
Çerçevesinde Ayıp Halinde Alıcının Hakları”,
BATİDER, C. XXVII, S. 1, Mart, 2012, (s. 193-254).
Akıncı, Şahin: Karşılaştırmalı Borçlar Hukuku Özel Hükümler:
Türk – Kazak Hukuku, Konya, Sayram, 2004.
Akıntürk, Turgut: “Şart ve Mükllefiyet Kavramları Üzerinde Bir
İnceleme”, AÜHFD, C. 27, S. 3-4, 1970, (s. 219-247).
(Akıntürk, Şart)
………………………….….Satım Aktinde Hasarın İntikali, Ankara, AÜHFY,
1966. (Akıntürk, Hasar)

292
Akipek, G. Jale/ Türk Medeni Hukuku, 2 C. 8. bs., İstanbul, Beta,
Akıntürk, Turgut/ 2011, C: 1 (Başlangıç Hükümleri - Kişiler Hukuku).
Ateş-Karaman, Derya:
Akkanat, Halil: Alacaklı Temerrüdü Dışında Alacaklı Yüzünden
Borcun İfa Edilemediği Başlıca Durumlar ve
Sonuçlar, İstanbul, Filiz Kitapevi, 1996.
Akman, Sermet: Sorumsuzluk Anlaşması, İstanbul, Sulhi Garan
Matbaası, 1976.
Aksoy - Dursun, Sanem: Borçlar Hukukunda Hâkimin Sözleşmeyi
Tamamlaması, İstanbul, XII Levha, 2008.
Aksu, Mustafa: “Türk Borçlar Kanunun Getirdiği Yeniliklerden İbra”,
E-Journal of Yaşar University, C. 8, Aydın Zevkliler
Armağanı Özel Sayısı, 2013, journal.yasar.edu.tr/wp-
content/uploads/2014/01/4-Mustafa-AKSU.pdf (Erişim
Tarihi: 15.09.2015), (s. 97-130).
………………………….….“Asıl Borca Bağlı Hak ve Borçların Sona Ermesi - İbra
- Yenileme -Birleşme” Prof. Dr. İsmet Sungurbey’e
Armağan: Borçlar Hukuku Genel Hükümler
Konferansları II, 28-29 Nisan 2012, İstanbul, İstanbul
Barosu Yayınları, 2014,
http://www.istanbulbarosu.org.tr/Yayinlar/BaroKitaplar
i/SUNGURBEY20142.pdf (Erişim tarihi: 14.09.2015),
(s. 206-260). (Aksu, İbra, Yenileme, Birleşme)
Akyılmaz, Bahtiyar/ Türk İdare Hukuku, 5. bs., Ankara, Seçkin, 2014.
Sezginer, Murat/
Kaya, Cemil:
Akyol, Şener: Dürüstlük Kuralı ve Hakkın Kötüye Kullanılması
Yasağı, 2. bs., İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2006.
Altaş, Hüseyin: Şekle Aykırılığın Olumsuz Sonuçlarının
Düzeltilmesi, Ankara, Yetkin, 1998. (Altaş, Şekle
Aykırılık)

293
Altaş, Hüseyin: Eserin Teslimden Önce Telef Olması (BK. mad.
368), Ankara, Yetkin, 2002.
Altay, Sabah: Satım Sözleşmesinde Hasarın Geçişi, İstanbul, Vedat
Kitapçılık, 2008.
Altunkaya, Mehmet: Edimin Başlangıçtaki İmkânsızlığı, Ankara, Yetkin,
2005.
Altınok-Ormancı, Pınar: Sürekli Borç İlişkilerinin Haklı Sebeple Feshi,
İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2011.
Amstutz, Marc ve diğerleri: Hand Kommentar zum Schweizerisches Privatrecht,
Zürich, Schulthess, 2007.
Antalya, O. Gökhan: Borçlar Hukuku Genel Hükümler C. I, 2. bs.,
İstanbul, Beta, 2013. (Antalya, Borçlar)
Anders, Holm: Die Pfilichtverletzung im System des
Leistunsstörungenreshts als Modell de lege ferenda,
Berlin, Ducker & Humblot, 2001.
Aral, Fahrettin: Türk Borçlar Hukukunda Kötü İfa, Ankara, Yetkin,
2011.
Aral, Fahrettin/ Borçlar Hukuku: Özel Borç İlişkileri, 9. bs., Ankara,
Ayrancı, Hasan: Yetkin, 2012.
Aral, Vecdi: “Hukukta İrade Özgürlüğü”, İÜHFD, C. 48, S. 1-4,
1982-1983, (s. 249-282).
Arat, Ayşe: Sözleşmenin Değişen Şartlara Uyarlanması, Ankara,
Seçkin, 2006.
Arıkan, Mustafa: “Eser Sözleşmesinde İfa İmkânsızlığı ve Sonuçları”,
SÜHFD, C. 16, S. 2, 2008, (s. 265-285). (Arıkan,
İmkânsızlık)
………………………….….“Culpa in Contrehondo Sorumluluğu”, SÜHFD, C. 17,
S. 1, 2009, (s. 69-89).
Arkan, Sabih: Ticari İşletme Hukuku, 18. bs., Ankara, Banka ve
Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayınları, 2013.

294
Arp, Torsten: Anfängliche Unmöglichkeit: zum Verständnis von §
306 BGB, Paderborn/München/Wien/Zürich,
Ferdinand Shöningh, 1988.
Arpacı, Abdülkadir: Kişiler Hukuku (Gerçek Kişiler), 2. bs., İstanbul,
Beta, 2000.
Aslan, İ. Yılmaz: Ticaret Hukuku Dersleri, 8. bs., Bursa, Ekin, 2012.
Ataay, Aytekin: Borçlar Hukukunun Genel Teorisi: Birinci Yarım,
4. bs., İstanbul, Der, 1986.
Atay, Ender Ethem: İdare Hukuku, 4. bs., Ankara, Turhan Kitapevi, 2014.
Atamer, M. Yeşim: Uluslararası Satım Sözleşmelerine İlişkin Birleşmiş
Milletler Anlaşması (CISG) Uyarınca Satıcının
Yükümlülükleri ve Sözleşmeye Aykırılığın
Sonuçları, İstanbul, Beta, 2005. (Atamer, CISG)
………………………….….“Yeni Bir Milletlerarası Satım Hukukuna Doğru:
Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler
Hakkında Birleşmiş Milletler Anlaşması ve Türkiye”
HPD, S. 8, Eylül 2006, (s. 158-163). (Atamer, HPD)
“İfa Engelleri Hukukunu Yeniden Sistematize Etmeyi
Düşünmek: Borca Aykırılık Türleri Yerine Yaptırımları
Esas Alan Bir Sistematik”, Prof. Dr. Rona Serozan’a
Armağan, 2 C.,İstanbul, XII Levha, 2010, C: I, (s. 317-
360). (Atamer, Armağan)
………………………….….“Satıcının Sözleşmeye Aykırı Davranışı Ekseninde
CISG’ın İfa Engelleri Sistemine Genel Bakış”,
Milletler Arası Satım Hukuku, Ed. Yeşim M.
Atamer, 2. bs., İstanbul, XII Levha, 2012, (s. 221-265).
(Atamer, Makale)
Ateş, Derya: Borçlar Hukuku Sözleşmelerinde Genel Ahlaka
Aykırılık, Ankara, Turhan Kitapevi, 2007.
Ayan, Mehmet: Eşya Hukuku: Zilyetlik ve Tapu Sicili, 3 C., 5. bs.,
Konya, Mimoza, 2010, C: I.

295
Ayan, Mehmet: Borçlar Hukuku (Genel Hükümler), 8. bs., Konya,
Mimoza, 2013, s. 19. (Ayan, Borçlar Genel)
Ayan, Mehmet/ Kişiler Hukuku, 5. bs., Konya, Mimoza, 2014.
Ayan, Nurşen:
Aybay, Aydın: Borçlar Hukuku Dersleri: Genel Bölüm, 11. bs.,
İstanbul, Filiz Kitapevi, 1995.
Aydıncık, Şirin: Yapma Borçlarının İfa Edilmemesi ve Hukuki
Sonuçları Özellikle TBK m. 113/1 Kapsamında
Nama İfa, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2013.
Aydoğdu, Murat/ Türk Borçlar Hukuku: Özel Borç İlişkileri, 2. bs.,
Kahveci, Nalan: Ankara, Adalet, 2014.
Ayhan, Rıza/ Ticari İşletme Hukuku: Genel Esaslar, 6. bs.,
Özdamar, Mehmet/ Ankara, Yetkin, 2013.
Çağlar, Hayrettin:
Ayrancı, Hasan: “Sözleşme Kurma Zorunluluğu”, AÜHFD, C. 52, S. 3,
2003, (s. 229-252). (Ayrancı, Zorunluluk)
………………………….….Ön Sözleşme, Ankara, Yetkin, 2006.
Bahtiyar, Mehmet: Ortaklıklar Hukuku, 9. bs., İstanbul, Beta, 2015.
Bamberger, Heinz Georg/ Kommentar zum Bürgerlichen Gesetzbuch, 2. bs.,
Roth, Herbert: München, C. H. Beck, 2007.
Başalp, Nilgün: “Sözleşmenin Nispiliği İlkesi İle Sorumluluk
Hukukunun İkili Yapısının Beraberinde Getirdiği
Sonuçlar Karşısında Sözleşmenin Üçüncü Kişite Etkisi:
Üçüncü Kişiyi Koruyucu Etkili Sözleşme Kuramı ile
Edim Yükümlülüğünden Bağımsız Borç İlişkisi Teorisi
Hakkında Bazı Değerlendirmeler”, Prof. Dr. Rona
Serozan’a Armağan, 2 c., İstanbul, XII Levha, 2010,
C: I, (s. 441-472).

296
Başalp, Nilgün: “Sözleşme Özgürlüğünün Sözleşme Adaletinin
Sağlanması Amacıyla Hâkimin Müdahalesi Yoluyla
Korunması: İçerik Denetiminin Hukuki Temelleri
Hakkında Bazı Değerlendirmeler”, Prof. Dr. Şener
Akyol’a Armağan, İstanbul, Fili Kitapevi, 2011, (s.
221-238). (Başalp, Sözleşme Özgürlüğü)
Başoğlu, Başak: “Sözleşmenin Konusundaki İmkânsızlık”, Prof Dr.
Belgin Erdoğmuş Armağan, İstanbul, Der, 2012, (s.
489-519).
………………………….….“Borcun İfasındaki İmkânsızlık”, Prof. Dr. Mustafa
Dural’a Armağan, İstanbul, Filiz Kitapevi, 2013, (s.
307-346).
Başpınar, Veysel: Borç Sözleşmelerinin Kısmi Butlanı, Ankara, Banka
ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, 1998.
(Başpınar, Kısmi Butlan)
………………………….….“Türk Borçlar Kanunu Tasarısının Şekli Açıdan
Değerlendirilmesi" Prof. Dr. Rona Serozan’a
Armağan, 2 c., İstanbul, XII Levha, 2010, C: I, (s. 473-
492).
Barlas, Nami: Para Borçlarının İfasında Borçlunun Temerrüdü ve
Bu Temerrüt Açısından Düzenlenen Genel
Sonuçlar, İstanbul, Kazancı, 1992.
Baygın, Cem: “Culpa in Contrahendo Sorumluluğu ve Amerikan
Hukukundaki Uygulaması”, EÜHFD, C. IV, S. 1-2,
2000, (s. 345-377). (Baygın, Culpa)
………………………….….“Türk Borçlar Kanunu’nun Borç İlişkisinin Hükümleri
– Borçların ve Borç İlişkilerinin Sona Ermesi
Konularında Getirdiği Bazı Yenilik ve Değişiklikler”,
EÜHFD, C. XIV, S. 3-4, 2010, (s. 119-144). (Baygın,
Değişiklikler).
Baysal, Başak: Sözleşmenin Uyarlanması, İstanbul, Oniki Levha,
2009.

297
Becker, Herman: İsviçre Borçlar Kanunu Şerhi, 2 C., Çev. A. Suat
Dura, Ankara, yay y., 1993, C: 2 (Çeşitli Sözleşme
İlişkileri: Madde 184 - 551).
Beckmann, Roland Michael: Nichtigkeit und Personenschutz, Tübingen, Mohr
Siebeck, 1998.

Belling, Detlev/ “Alman Medeni Kanununun İfa Engellerine İlişkin


Belen, Herdem: Yeni Düzenlemesi ve Türk Hukuku Düzenlemesiyle
Karşılaştırılması”, LHD, Y. 4 S. 46, Ekim, 2006, (s.
3025-3037).
Berki, Şakir: “Borçların Sukutu”, AÜHFD, C. 12, S. 1-2, 1955, (s.
216-267).
Berzek, Ayşenur: Ticaret Hukukunun Genel İlkeleri, 10. bs., İstanbul,
Beta, 2013.
Beuthien, Volker: Zweckerreichung und Zweckstörung im
Schulverhältnis, Tübingen, Mohr Siebeck, 1969.
Bilge, Necip: Borçlar Hukuku: Özel Borç Münasebetleri, Ankara,
Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, 1972.
Bilgili, Fatih/ Şirketler Hukuku, 9. bs., Bursa, Dora, 2013.
Demirkapı, Ertan: Ticari İşletme Hukuku, 4. bs., Bursa, Dora, 2013.
Birsen, Kemaleddin: Borçlar Hukuku Dersleri: Borçların Genel
Hükümleri, 4. bs., İstanbul, Fakülteler Matbaası, 1967.
Bittner, Claudia ve diğerleri:J. von Staudingers Kommentar zum Bürgerlichen
Gesetzbuch mit Einführungsgesetz und
Nebengesetzen: Buch 2 Recht der Schulverhältnisse
§ § 255-304 (Leistungsstörungsrecht 1), Berlin,
Sellier - de Gruyter, 2014.
Bozkurt, Tamer: Ticari İşletme Hukuku, 6. bs., İstanbul, XII Levha,
2012,
Böhringer, Peter ve diğerleri: Prinzipien des Vertragsrechts, Zürich/Basel/Genf,
Schulthess, 2006.

298
Brehm, Roland: Das Obligationenrecht, Band: VI, 1. Abteilung:
Allgemeine Bestimmungen, 3. Teilband, 1.
Unterteilband: Die Entshtehung durch unerlaubte
Handlungen Kommertar zu Art. 41-61 OR, Bern,
Stämpfli & Cie, 1990.
Brox, Hans/ Allgemeines Schuldrecht, 38. bs., München, C. H.
Walker, Wolf-Dietrich: Beck, 2014.
Bucher, Eugen: Schweizerisches Obligationenrecht: Allgemeiner
Teil ohne Delictrecht, 2. bs., Zürich, Schulthess, 1988.
(Bucher, AT)
………………………….….Schweizerisches Obligationenrecht: Besonderer Teil,
3. bs., Zürich, Schulthess, 1988. (Bucher, BT)
Buz, Vedat: “Eser Sözleşmesinde Müteahhidin Eseri Tamamlama
Borcunun İmkânsızlaşması”, AÜSBFD, C. 49, S. 1,
1994, (s. 23-40). (Buz, İmkânsızlık)
………………………….….Borçlunun Temerrüdünde Sözleşmeden Dönme,
Ankara, Yetkin, 1998. (Buz, Temerrüt)
………………………….….Medeni Hukukta Yenilik Doğuran Haklar, Ankara,
Yetkin, 2005.
………………………….….“Akamete Uğrayan Sözleşme İlişkilerinin Tasfiyesi”,
Prof. Dr. Rona Serozan’a Armağan, 2 C., İstanbul,
XII Levha, 2010, C: I, (s. 611-662).
………………………….….“Aynı Şahsın Farklı Hukuku Sebeplerle Sorumluluğu:
TBK M. 60 Üzerine Düşünceler” BATİDER, C.
XXIX, S. 2, Haziran 2013, (s. 19-57).
Canaris, W. Claus: “Zur Bedeutung der Kategorie der “Unmöglichkeit” für
das Recht der Leistıngsstörungen”, Die
Schuldrechtsreform vor dem Hintergrund des
Gemeinschaftsrechts, Ed. Hans Schulte - Nölke,
Reiner Schulze, Tübingen, Mohr Siebeck, 2001, (s. 43-
64).

299
Canbolat, Ferhat: “Hukuki İşlemlerde Amaç”, SÜHFD, C. 20, S. 1, 2012,
(s. 61-78).
Cashin - Ritaine, Eleanor: “Emprovizyon, Hardschip ve İşlem Temelinin
Çökmesi: Pacta Sunt Servanda ve Alman – Fransız
Hukuki İlişkilerinde Sözleşmelerin Uyarlanmasına
Giden Yollar”, Çev. Başak Baysal, İÜHFD, C. 63, S.
1-2, 2005, (s. 321-342).
Cemal, Ahmet: “Edime Uygun İfa Kuralının Bir İstisnası Olarak İfa
Uğruna Edim”, İÜMHAD, C. 3, S. 5, 1969, (s. 239-
256).
Cekovic - Vuletic, Simonida: Haftung Wegen Unmöglichkeit nach dem
Schuldrechts modernisierungsgesetz, München, C. H.
Beck, 2003.
Çağlayan, Ramazan: İdare Hukuku Dersleri, 2. bs., Ankara, Adalet, 2014.
Çakırca, İrem: “Satımda Edim ve Karşı Edim Hasarının Alıcıya
Geçmesi”, İÜHFD, C. 65, S. 1, 2007, (s. 177-205).
Çeker, Mustafa: Ticaret Hukuku, 6. bs., Adana, Karahan Kitapevi,
2013.
Çeliktaş, Demet: “Şekle Aykırılık ve Şekle Aykırılığı İleri Sürmenin
Sınırı Olarak Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı”,
DEÜHFD, C. 3, S. 1-4, 1997, (s. 599-641).
Çetiner, Bilgehan: “Yeni Türk Borçlar Kanunu’nda Yarar ve Hasarın
İntikali ile Satıcının Ayıptan Doğan Sorumluluğuna
İlişkin Hükümlerin Değerlendirilmesi”, Yeni Türk
Borçlar Kanunu ve CISG’a Göre Satış Sözleşmeleri,
Ed. Şükran Şıpka, Ahmet Cemil Yıldırım, İstanbul XII
Levha, 2012, (s. 17-42).

300
Çetiner, Bilgehan: “Takas”, PROF. Dr. İsmet Sungurbey’e Armağan:
Borçlar Hukuku Genel Hükümler Konferansları II, 28-
29 Nisan 2012, İstanbul, İstanbul Barosu Yayınları,
2014,
http:/www.istanbulbarosu.org.tr/Yayinlar/BaroKitaplari
/SUNGURBEY20142.pdf, (Erişim Tarihi: 14.09.2015),
(s. 307-322).
Dalamanlı, Lütfü: Akdin Feshi ve İptali Davaları, Ankara, İş
Matbaacılık ve Ticaret, 1971.
………………………….….Gayrimenkul Satış Vaadi, y.y., yay. y., 1986.
Dauner - Lieb, Barbara/
Langen, Werner: Nomos Kommentar: BGB SchulrechtC. 2/1: § § 241-
610, 2. bs., Baden-Baden, Nomos, 2012.
Dayınlarlı, Kemal: Borçlar Kanununa Göre Alacağın Temliki, Ankara,
Dayınlarlı, 1993.
Demir, Mehmet: Mesafeli Sözleşmelerin İnternet Üzerinden
Kurulması, Ankara, Turhan Kitapevi, 2004.
Demircioğlu Huriye Reyhan: Güven Esası Uyarınca Sözleşme Görüşmelerindeki
Kusurlu Davranıştan Doğan Sorumluluk (Culpa in
Contrahendo Sorumluluğu), Ankara, Yetkin, 2009.
(Demircioğlu, Culpa)
………………………….….“Sorumluluk Hukukunun İkili Yapısının Aşılması
Çabalarının Ürünleri Olarak Culpa in Contrahendo ve
Güven Sorumlulukları”, GÜHF Sorumluluk ve
Tazminat Hukuku Sempozyumu, Ankara, 28 - 29
Mayıs 2009, (s. 219-229).
Deschenaux, Henri / Sorumluluk Hukuku, Çev. Salim Özdemir, Ankara,
Tercier, Pierre: Kadıoğlu Matbaası, 1983.
Develioğlu, Hüseyin Murat: Kefalet Sözleşmesini Düzenleyen Hükümler Işığında
Bağımsız Garanti Sözleşmeleri, İstanbul, Vedat
Kitapçılık, 2009.

301
Doğan, Gül: Ön Sözleşme (Sözleşme Yapma Vaadi), İstanbul,
YTÜHFY, 2006.
Dötterl, Sebastian: Wann ist der Gläubigers für die Unmöglichkeit
verantwortlich?, Baden-Baden, Nomos, 2008.
Dural, Mustafa: “Akitten Doğan Yapmama Borçları”, İÜMHAD, C. 4,
S. 6, 1970, (s. 7-22). (Dural, Yapmama Borçları)
………………………….….“İmkânsızlık Kavramı ve Türleri”, BATİDER, C. VII,
S. 1, 1973, (s. 11-58). (Dural, Kavram)
Dural, Musrafa: Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki İmkânsızlık,
İstanbul, Fakülteler Matbaası, 1976. (Dural, Sonraki
İmkânsızlık)
Dural, Mustafa Türk Özel Hukuku, 4 C., 13. bs., İstanbul, Filiz
Öğüz, Tufan: Kitapevi, 2013, C: II (Kişiler Hukuku).
Dural, Mustafa/ Türk Özel Hukuku, 4 C., 8. bs., İstanbul, Filiz
Sarı, Suat: Kitapevi, 2013, C: I (Temel Kavramlar ve Medeni
Kanunun Başlangıç Hükümleri).
Eckert Jörn: Schuldrecht:Allgemeiner Teil, 4. bs., Baden-Baden,
Nomos, 2005.
Ehmann, Horst ve diğerleri: Modernisiertes Schuldrecht, München, Franz Vahlen,
2002.
Ekinci, Hüseyin: Doktrin ve Uygulamada Cezai Şart, Ankara, Seçkin,
2004.
Emmerich, Volker: Das Recht DerLeistungsstörungen, 6. bs., München,
C. H. Beck, 2005.
Engin, Baki İlkay: “İfa Uğruna Edim”, Prof. Dr. Erdoğan Moroğlu’na
65. Yaş Günü Armağanı, İstanbul, Beta, 1999, (s.
839-862). (Dural, İfa Uğruna Edim)
………………………….….Alacağı Temlik Edenin Garanti Sorumluluğu,
Ankara, Seçkin, 2002. (Dural, Temlik)

302
Erdem, H. Ercüment: “Satıcının Malları ve Belgeleri Teslim Borcu”Milletler
Arası Satım Hukuku, Ed. Yeşim M. Atamer, 2. bs.,
İstanbul, XII Levha, 2012, (s. 105-161). (Erdem,
Dönme)
Erdoğmuş, Belgin: Hukukta Latince: Teknik Terimeler - Özlü Sözler,
3. bs., İstanbul, İBÜY, 2011.
Eren, Fikret: Mülkiyet Hukuku, Ankara, Yetkin, 2011. (Mülkiyet)
………………………….….Borçlar Hukuku: Özel Hükümler, Ankara, Yetkin,
2014. (Eren, Borçlar Özel)
………………………….….Borçlar Hukuku: Genel Hükümler, 16. bs. Ankara,
Yetkin, 2014. (Eren, Borçlar Genel)
Ergüne, Mehmet Serkan: “Reform Sonrası Alman Medeni Kanununda
İmkânsızlık Halleri ve Sonuçları” İÜHFD, C. 62, S. 1-
2, 2004, s. 352, (s. 351-380). (Ergüne, İmkânsızlık)
………………………….….Olumsuz Zarar, İstanbul, Beta, 2008.
………………………….….“Culpa in Contrahendo Sorumluluğunda Olumlu
Zararın Tazmini, Prof. Dr. Rona Serozan’a
Armağan, 2 c., İstanbul, XII Levha, 2010, C. I, (s. 909-
926).
Erman, Hasan: “Borçlar Hukukunda Akit Serbestisi ve Genel Olarak
sınırlamaları”, İÜHFD, C. 38, S. 1-4, 1973, (s. 601-
620).
Ersoy, Çiçek: “Verstoss gegen ein Verbotgestz gemäss § 134 BGB”,
Prof. Dr. Rona Serozan’a Armağan, 2 c.,İstanbul,
XII Levha, 2010, C: I, (s. 927-950).
Ertaş, Şeref: Eşya Hukuku, 8. bs., Ankara, Seçkin, 2008.
Erten, Ali: Türk Sorumluluk Hukukunda Sorumsuzluk
Şartları, Ankara, Olgaç Matbaası, 1977.
Erzurumluoğlu, Erzan: Sözleşmeler Hukuku: (Özel Borç İlişkileri), 3. bs.,
Ankara, Yetkin, 2013.(Erzurumluoğlu, Özel Borç
İlişkileri)

303
Erzurumluoğlu, Erzan: Türk - İsviçre Borçlar Hukuku Sistemine Göre
Borçluya Yüklenemeyen Nedenlerden Dolayı
Edimin Yerine Getirilememesi, Ankara, AİTİAY,
1970. (Erzurumluoğlu, Edimin Yerine Getirilmemesi)
Esener, Turhan: “Hukuki Muamelelerde Tahvil”, AÜHFD, C. 16, S. 1-
4, 1959, (s. 234-259).
………………………….….Borçlar Hukuku: Akitlerin Kuruluşu ve Geçerliliği
(BK. m. 1-40), Ankara, AÜHFY, 1969. (Esener,
Borçlar)
Esener, Turhan/ Eşya Hukuku, 4. bs., Ankara, Yetkin, 2008.
Güven, Kudret:
Fehre, Andrea: Unmöglichkeit und Unzumutbarkeit der Leistung,
Berlin, Duncker & Humblot, 2005.
Feyzioğlu, N. Feyzi: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 2 C., 2. bs.,
İstanbul, İÜHFY, 1977, C: I. (Feyzioğlu, Borçlar
Genel)
………………………….….Borçlar Hukuku: Akdin Muhtelif Nevileri (Özel
Borç İlişkileri), 2 C., 3. bs., İstanbul, Fakülteler
Matbaası, 1978, C: I. (Feyzioğlu, Borçlar Özel)
Fikentscher, Wolfgang/ Schuldrecht, 10. bs., Berlin, De Gruyter Recht, 2006.
Heinemann, Andreas:
Finn, Markus: Erfüllüngspflicht und Leistungshindernis, Berlin,
Duncker & Humblot, 2007.
Genç - Arıdemir, Arzu: Sözleşmeye Aykırılıktan Doğan Manevi Tazminat,
İstanbul, Oniki Levha, 2008.
Gernhuber, Joachim: “Drittwirkungen und schulverhältnis Kraft
Leistungsnähe-Zur Lehre von der Verträgen mit
Schutzwirkungen für Dritte”, Festschrift für Arthur
Nikisch, Tübingen, J. C. B. Mohr, 1958, (s. 249-274).
………………………….…..Die Erfüllung und ihre Surrogate, 2. bs., Tübingen,
Mohr Siebeck, 1994. (Gernhuber, Erfüllung)

304
Gezder, Ümit: Türk/İsviçre Hukukunda Culpa in Contrahendo
Sorumluluğu, İstanbul, Beta, 2009.
Giger, Hans: Geltungs- und Inhaltskontrolle Allgemeiner
Geschaftsbedingungen, Zürich, Schulthess, 1983.
………………………….….Rechtsfolgen morm- und sittenwidriger Verträge,
Zürich, Schulthess, 1989.(Giger,Vertrag)
Giritli, İsmet ve diğerleri: İdare Hukuku, 3. bs., İstanbul, Der, 2008.
Gonzenbach, Painer: Culpa in contrahendo im schweizerischen
Vertragsrecht, Bern, Stämpfli & Cie, 1987.
Gönensay, A. Samim: Borçlar Hukuku, İstanbul, İsmail Akgün Matbaası,
1948, C. I.
Gözübüyük, A. Şeref/ İdare Hukuku: Genel Esaslar, 2 C., 7. bs., Ankara,
Tan, Turgut: Turhan Kitapevi, 2014, C: I.
Gözler, Kemal: İdare Hukuku, 2 C., 2. bs., Bursa, Ekin, 2009, C: II.

Guhl, Theo/ Das Schweizerische Obligationenrecht, 8. bs., Zürich,


Koller, Alfred/ Schulthess, 1991.
Druey, Nicolas:
Gutmans, Alexander: Die Regel der “Erfüllungs – bzw.
Nichterfüllungsfiktion” im Recht der Bedingung
(Art. 156 OR), Basel und Frankfurt am Main, Helbing
& Lichtenhahn, 1995.
Gülekli, Yeşim: “Aşırı İfa Güçlüğü ve Alacaklının Tasavvurunun Boşa
Çıkması Halinde İşlem Temelinin Çökmesi Teorisi”,
İÜMHAD, C. 15, S. 8, 1989-1990, (s. 43-69).
Gümüş, Mustafa Alper : “Kısmi İfa”, Prof. Dr. Fahiman Tekil’in Anısına
Armağan, İstanbul, Beta, 2003, (s. 603-631). (Gümüş,
Kısmi İfa)
………………………….….Borçlar Hukuku: Özel Hükümler, 2 c. İstanbul, Vedat
Kitapçılık, 2012, C: I. (Gümüş, C. I)

305
Gümüş, Mustafa Alper : Borçlar Hukuku: Özel Hükümler, 2 c. İstanbul,
Vedat Kitapçılık, 2012, C: II. (Gümüş, C. II)
Günay, Cevdet İlhan: Cezai Şart (BK m. 158-161), Ankara, Turhan
Kitapevi, 2002.
Gündoğdu, Fatih: Borca Aykırılık Hallerinden Kusurlu İfa
İmkânsızlığı ve Hukuki Sonuçları, İstanbul, XII
Levha, 2014.
Güral, Jale: Hükümsüzlük Nazariyeleri Karşısında Türk
Medeni Kanununun Sistemi, Ankara, İstiklal
Matbaacılık, 1953.
Güvenç, Özgür: “Culpa in Contrahendo Sorumluluğu Bağlamında
Sözleşme Görüşmelerinin Kesilmesi”, GÜHFD, C.
XVIII, S. 3-4, 2014, (s. 363-405).
Haas, Lothar ve diğerleri: Das neue Schulrecht, München, C. H. Beck, 2002.
Hatemi, Hüseyin: “BK. 19-20 ve TBK. 27’nin Karşılaştırılması”, 6098
Sayılı Türk Borçlar Kanunu Hükümlerinin
Değerlendirilmesi Sempozyumu (Prof. Dr. Cevdet
Yavuz’a Armağan), İstanbul, 3-4 Haziran 2011, (s.
97-100). (Hatemi, BK 19)
Hatemi, Hüseyin/ Borçlar Hukuku Genel Bölüm, İstanbul, Vedat
Gökyayla, Emre: Kitapçılık, 2011.
Hatemi, Hüseyin/ Borçlar Hukuku: Özel Bölüm, İstanbul, Filiz
Serozan, Rona/ Kitapevi, 1992.
Arpacı, Abdülkadir:
Havutçu, Ayşe: Tam İki Tarafa Borç Yükleyen Sözleşmelerde
Temerrüt ve Müspet Zararın Tazmini, İzmir,
DEÜHFY, 1995.
………………………….….“Şekle Aykırılık Nedeniyle Geçersiz Hukuki İşlemlerin
Tahvili”, DEÜHFD, C. 3, S. 1-4, 1997, (s. 643-681).

306
Havutçu, Ayşe: “İfa Engelleri ve İfa Engellerine Bağlanan Hukuki
Sonuçlar”, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu
Hükümlerinin Değerlendirilmesi Sempozyumu
(Prof. Dr. Cevdet Yavuz’a Armağan), İstanbul, 3-4
Haziran 2011, (s. 319-340).
Heermann, W. Peter: Geld und Geldgeschäfte, Tübingen, Mohr Siebeck,
2003.
Helm, Andreas: Die Einordnung wirtschaftlicher
Leistungerschwerungen in das
Leistunsstörungsrecht nach der
Schuldrechtsreform, Frankfurt, Peter Lang, 2005.
Helvacı, Mehmet: Borçlar ve Ticaret Kanunu Bakımından Para
Borçlarında Faiz Kavramı, İstanbul, Beta, 2000.
Helvacı, Serap: Gerçek Kişiler, 3. bs., İstanbul, Legal, 2010.
Henke, Horst-Eberhard: Die Leistung: Grundvorgang des sozialen Lebens
und Grundbegriff des Schuldrechts, Berlin, Duncker
& Humblot, 1991.
Herberger Maximilian v.d.: Juris Praxiskommentar, 6 C., Markus Junker, BGB:
Schuldrecht (Teil 1: § § 241 bis 432), 6. bs.,
Saarbrücken, Juris, 2013, C: 2/1.
Hirsch, Christoph: Schuldrech: Allgemeiner Teil, 8. bs., Baden-Baden,
Nomos, 2013.
Honig, Richard: Roma Hukuku (İndeksler), Çev. Şemsi Talip,
İstanbul, İÜHFY, 1938,
Honsell, Heinrich: Schweizerisches Obligationenerecht: Besonderer
Teil, 2. bs., Bern, SjL, 1992. (Honsell, BT)
………………………….….Schweizerisches Haftpflichtrecht, 3. bs., Zürich,
Schulthess, 2000.
Honsell, Heinrich/ Kommentar zum schweizerischen Privatrecht:
Vogt, Nedim Peter/ Obligationenrecht I, Basel/Frankfurt am Main,
Wiegand, Wolfgang: Helbing & Lichtenhahn, 1996.

307
Huber, Ulrich: Leistungsstörungen, 3 C. Tübingen, Mohr Siebeck,
1999, C: I. (Huber, I)
………………………….….Leistungsstörungen, 3 C. Tübingen, Mohr Siebeck,
1999, C: II. (Huber, II)
………………………….….“Das geplante Recht der Leistungsstörungsrecht”,
Zivilrechts wissenschaft und Schuldrechtsreform,
Ed. Wolfgang Ernst, Reinhard Zimmermann, Tübingen,
Mohr Siebeck, 2001, (s. 31-190).
Huguenin, Clarie: Obligationenrecht: Allgemeiner Teil, 3. bs.,
Zürich/Basel/Genf, Schulthess, 2008.
Hütte, Felix/ Schuldrecht Allgemeiner Teil, 8. bs., Grasberg bei
Hütte, Marlena: Bremen, Dr. Rolf Schmidt GmbH, 2013.
İnal, Tamer: “Olağan Dışı Olaylardan Doğan Zararların
Giderilmesi”, Yiğit Okur’a Armağan, İstanbul,
GSÜY, 1998, (s. 193-237). (İnal, Makale)
………………………….….Borca Aykırılık, Dönme ve Fesih, 3. bs., Ankara,
Seçkin, 2013. (İnal, Borca Aykırılık)
İnan/Ali Naim: “Die Unmöglichkeit der Leistung im deutschen,
schweizerischen und türkischen Recht”, Ankara,
AÜSBE, 1956.
İnan, Ali Naim Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 4. bs., Ankara,
Yücel, Özge: Seçkin, 2014.
İnceoğlu, Murat: “İfanın Hukuki Niteliği ve Borçlunun Edime Uygun
Eyleminin İfa Teşkil Edip Etmeyeceği Sorunu”,
AÜHFD, C. 54, S. 4, 2005, (s. 149-182).
………………………….….“Yargıtay Kararları Işığında Sözleşmeye Aykırılıktan
Doğan Manevi Tazminat Talepleri” BATİDER, C.
XXIV, S. 4, Aralık 2008, (s. 77-121).
………………………….….“İfanın Alacaklı Yüzünden İmkânsızlaşması”, AÜHFD,
C. 57, S. 54, 2008, (237-254).
İyimaya, Ahmet: “Kusur Ehliyeti Üzerine”, Sorumluluk ve Tazminat
Hukuku Sorunları, Ankara, yay. y., 1990, (s. 84-96).

308
Jakobs, Horst Heinrich: Unmöglichkeit un Nicht Erfüllung, Bonn, Ludvig
Röhrscheid, 1969.
Jäpel, Sebastian: RechtlicheUnmöglickeit und Gesetzliches Verbot,
Baden-Beden, Nomos, 2014.
von Jhering, Rudolf: “Culpa in Contrahendo oder Schadenerstz bei nictigen
oder nicht zur Perfektion gelangten Verträgen”,
Jahrbücher für die dogmatik des heutigen
römischen und deutschen Rechts, C. 4, Jena, G.
Fischer, 1861, (s. 7-91).
Joussen, Jakob: Schuldrecht I:Allgemeiner Teil, 2. bs., Stuttgart, W.
Kohlhammer, 2013.
Kahveci, Nalan: Taşınır Satımında Ayıplı Mal Nedeniyle Tüketicinin
Sözleşmeden Dönmesi, Ankara, Adalet, 2014.
Kalkan, Burcu: Türk Hukukunda Gabin, İstanbul, Vedat Kitapçılık,
2004.
Kalkan-Oğuztürk, Burcu: Güven Sorumluluğu, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2009.
Kaneti, Selim: Hukuki İşlemlerin Çevrilmesi (Tahvili), İstanbul,
Fakülteler Matbaası, 1972.
Kaniti, Solomon: Akdin İfa Edilmediği Defi, İstanbul, Ahmet Said
Matbaası, 1962.
Kaplan, İbrahim: Hakimin Sözleşmeye Müdahalesi, 2. bs., Ankara,
Seçkin, 2007
Karahan, Sami: Ticari İşletme Hukuku, 25. bs., Konya, Mimoza,
2013.
Karahasan, Mustafa Reşit: Tazminat Davaları, İstanbul, İstanbul Matbaası, 1970.
(Karahasan, Tazminat Davaları)
………………………….….Türk Borçlar Hukuku: Özel Hükümler, 4 C.,
İstanbul, Beta, 2002, C: I.
………………………….….Türk Borçlar Hukuku: Genel Hükümler, 4 c.
İstanbul Beta, 2003, C: I.(Karahasan,Genel Hükümler
C. I)

309
Karahasan, Mustafa Reşit: Türk Borçlar Hukuku: Genel Hükümler, 4 c.,
İstanbul Beta, 2003, C: II.(Karahasan, Genel
Hükümler C. II)
………………………….….Sorumluluk Hukuku: Kusura Dayanan Sözleşme
Dışı Sorumluluk - Kusura Dayanmayan Sözleşme
Dışı Sorumluluk, 6. bs., İstanbul, Beta, 2003.
(Karahasan, Sorumluluk)
Karslı, Abdürrahim: Medeni Muhakeme Hukuku, 3. bs., İstanbul,
Alternatif, 2012.
Kayak, Sevgi: Üçüncü Kişinin Fiilini Taahhüt, İstanbul, Vedat
Kitapçılık, 2010.
Kayar, İsmail: Ticari İşletme Hukuku, 9. bs., Ankara, Seçkin, 2013.
Kaynar, Reşat: Borçlar Hukuku Ders Kitabı: Genel Hükümler,
İstanbul, Sulhi Garan Matbaası, 1974.
Keskin, Dilşat: “Kesin Vadeli İşlemlerde İfa Etmeme: Temerrüt ve
İmkânsızlık”, GÜHFD, C. XI, S. 1-2, 2007, (s. 209-
231).
Kılıçoğlu, M. Ahmet: “Müteahhidin Eseri Şahsen Yapma ve Kendi İradesi
Altında Yaptırma Borcu”, AÜHFD, C. 32, S. 1-4,
1975, (s. 185-199).
………………………….….Türk Borçlar Hukukunda Kanuni Halefiyet, Ankara,
AÜHFY, 1979.
………………………….….Borçlar Hukuku: Genel Hükümler, 17. bs., Ankara,
Turhan Kitapevi, 2013. (Kılıçoğlu, Genel Hükümler)
………………………….….Türk Borçlar Kanunu Tasarısına Eleştiriler: Rapor,
Ankara, TBBY, t.y. (Kılıçoğlu, Eleştiri)
Kılıçoğlu, Mustafa: Sorumluluk Hukuku, 2 C. Ankara, Turhan Kitapevi,
2002, C: I (Sözleşme Dışı Sorumluluk).
Kırkbeşoğlu, Nagehan: Türk Özel Hukukunda Kısmi Hükümsüzlük,
İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2011.

310
Kittner, Micahel: Schulrecht: Rectliche Grundlagen –
Wirtschaftliches Zusammenhänge,München, Franz
Vahlen. 2001.
Klinke, Ulrich: Causa und Genetisches Synallagma, Berlin, Duncker
& Humblot, 1983.
Kley, Britta: Unmöglichkeit und Pflichtverletzung, Berlin
Duncker & Humblot, 2001.
Kocaağa, Köksal: Türk Özel Hukukunda Cezai Şart (BK. M. 158-161),
Ankara Yetkin, 2003.
………………………….….“Borçlanılan Edimin İfası Kuralının Bir İstisnası Olarak
İfa Amacıyla Edim”, BATİDER, C. XXIV, S. 1,
Haziran, 2007, (s. 139-159). (Kocaağa, İfa Amacıyla
Edim)
Kocayusufpaşaoğlu, Necip:Değişik Kısmi Hükümsüzlük ve Genişletilmiş Kısmi
Hükümsüzlük Kavramları ile İlgili Düşünceler”, Prof.
Dr. Selim Kaneti’ye Armağan, İstanbul, 1996, (s. 25-
33). (Kocayusufpaşaoğlu, Kısmi Hükümsüzlük)
………………………….….Güven Nazariyesi Karşısında Borç Sözleşmelerinde
Hata Kavramı, İstanbul, Garanti Matbaası, 1968.
Kocayusufpaşaoğlu, Necip v.d.:Borçlar Hukuku: Genel Bölüm, 3 C.,Necip
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar Hukukuna Giriş,
Hukuki İşlem, Sözleşme, 6. bs., İstanbul, Filiz
Kitapevi, 2014, C: I. (Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar)
………………………….….Borçlar Hukuku: Genel Bölüm,3 C., Rona
Serozan, İfa, İfa Engelleri, Haksız Zenginleşme, 6.
bs., İstanbul, Filiz Kitapevi, 2014, C: III. (Serozan, İfa
ve Engelleri)
Koç, Nevzat: “Türk Medeni Hukukunda ve Roma Hukukuna
Hükümsüzlük (= Butlan)”, DEÜHFD, Y.2, S. 2, 1981,
(s. 127-172). (Koç, Butlan)
………………………….….İsviçre - Türk Hukukunda Alacaklının Temerrüdü,
“ Ankara, DEÜHFY, 1992. (Koç, Temerrüt)

311
Koçhisarlıoğlu, Cengiz: “Karine ve Borçlar Kanununun 96. Maddesindeki
Kusur Karinesi, YD, C. 10, S. 3, Temmuz 1984, (s.
272-286).
Köhler, Helmut: Unmöglichkeit und Geschäftsgrundlage bei
Zweckstörungen im Schulverhältnis, München, C. H.
Beck, 1971.
Köpcke, Günther: Typen Der positiven Vertragsverletzung,
Stuttgart/Berlin/Köln/Mainz, W. Kohlhammer, 1965.
Krüger, Wolfgang: Münchener Kommentar zum Bürgerlichen
Gesetzbuch, 6. bs., München, C. H. Beck, 2012, C: II.
Kuntalp, Erden ve diğerleri: Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’na İlişkin
Değerlendirmeler, İstanbul, GSÜY, 2005.
Kurşat, Zekariya: Borçlar Hukuku AlanındaHile Kavramı, İstanbul,
Kazancı, 2003. (Kurşat, Hile)
………………………….….“İmkânsızlığın Arsa Payı Karşılığı İnşaat Sözleşmesi
Üzerindeki Etkileri”, Prof. Dr. Ergun Özsunay’a
Armağan, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2004, (s. 751-
777). (Kurşat, İmkânsızlık)
Kuru, Baki: İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, 2. bs., Ankara,
Adalet, 2013.
Kuru, Baki/ Medeni Usul Hukuku (Ders Kitabı), 25. bs., Ankara,
Arslan, Ramazan/ Yetkin, 2014.
Yılmaz, Ejder:
Küçükyalçın, Arzu: “Karşılaştırmalı Hukukta Sözleşme Özgürlüğünün
Sınırlandırılması”, AÜHFD, C. 53, S. 4, 2004, (s. 101-
124).
Küpper, Wolfgang: Das Scheitern von Vertragsverhandlungen als Fall
Gruppe der culpa in contrahendo, Berlin, Duncker &
Humblot, 1988.
Lüchinger, Niklaus: Schadenersatz im Vertragsrecht, Freiburg Shweiz,
Universitätsverlag, 1999.

312
Medicus, Dieter: Schuldrecht II: Besonderer Teil, 13. Al., München,
C. H. Beck, 2006.
Medicus, Dieter/ Schuldrecht I:Allgemeiner Teil, 19. bs., München, C.
Lorenz, Stephan: H. Beck, 2010.
Merz, Hanz: Vertrag und Vertragsschluss, 2. bs., Freiburg
Schweiz, Univeristätverlag, 1992.
Muşul, Timuçin: İcra ve İflas Hukuku, 2 C., 6. bs., Ankara, Adalet,
2013, C: I.
Müller, Christoph/ Kaufvertrags-, Werkvertrags- und Auftragsrecht,
Riske, Olivier: Bern, Stämpfli, 2009.
Nomer, N. Halûk: “Para Borcu Kavramı ve Para Borçlarının BK 118/1
Anlamında Aynı Cinsten Kabul Edilip Birbirleriyle
Takas Edilebilirliği Problemi”, İÜHFD, C. 57, 1999,
(s. 241-264).
………………………….….Beklenen Haklar Üzerindeki Tasarrufların Hukuki
Sonuçları, İstanbul, Beta, 2002.
………………………….….Borçlar Hukuku: Genel Hükümler, 14. bs., İstanbul,
Beta, 2015. (Nomer, Genel Hükümler)
Oertmann, Paul: “Anfangliches Leistungsunvermögen” Archiv für
civilistische Praxis, C. 140, 1935, (s. 129-153).
Oğuzman, M. Kemal/ Borçlar Hukuku: Genel Hükümler, 7. bs., İstanbul,
Öz, M. Turgut: Vedat Kitapçılık, 2009. (Oğuzman/Öz, 7. bs.)
………………………….….Borçlar Hukuku: Genel Hükümler, 2 C. 11. bs.,
İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2013, C: I. (Oğuzman/Öz,
C. I)
………………………….….Borçlar Hukuku: Genel Hükümler, 2 C. 11. bs.,
İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2013, C: II. (Oğuzman/Öz,
C. II)
Oğuzman, M. Kemal/
Barlas, Nami: Medeni Hukuk, 19. bs., İstanbul, Vedat Kitapçılık,
2013.

313
Oğuzman, M. Kemal/
Seliçi, Özer/
Oktay - Özdemir, Saibe: Eşya Hukuku, İstanbul, Filiz Kitapevi, 2011. (Eşya)
Kişiler Hukuku (Gerçek ve Tüzel Kişiler), 14. bs.,
İstanbul, Filiz Kitapevi, 2014. (Kişiler)
Okur, Sinan: “Türk Borçlar Kanunu’nda Alıcının Genel ve Sonraki
İfa Talebi Üzerine CISG Işığında Eleştirel Bir
Değerlendirme”, e-akademi, S. 131, Mart 2013, (s. 1-
22).
Oser, Hugo/
Shönenberger, Wilhelm: Borçlar Hukuku: İkinci Kısım, Çev. Recai Seçkin,
Ankara, YY, 1950.
Oswald, Christoph: Analyse der Sorgfaltspflichtverletzung im
vertraglichen wie ausservertraglichen Bereich,
Zürich, Schulthess, 1988.
Öz, Turgut: İş Sahibinin Eser Sözleşmesinden Dönmesi, İstanbul,
Kazancı, 1989. (Öz, Dönme)
………………………….….Öğreti ve Uygulamada Sebepsiz Zenginleşme:
Borçlar Kanunu 61-66. Maddelerine İlişkin
İçtihatlar ile, İstanbul, Kazancı, 1990. (Öz, Sebepsiz
Zenginleşme)
Öz, Turgut: “İsviçre Federal Mahkemesinin Sözleşmeden Dönmeye
Ayni Etki Tanıyan İçtihadı Üzerine” İÜMHAD, C. 20,
1996, (s. 49-57).
Özay, İlhan: Gün Işığında Yönetim, 3 C., İstanbul, Filiz Kitapevi,
2004, C: I.
Özçelik, Barış: “Sözleşmeden Doğan Borçların İfasında Hukuki
İmkânsızlık ve Sonuçları”, AÜHFD, C. 63, S. 3, 2014,
(s. 569-622).

314
Özdemir, Hayrunnisa: “Satış Sözleşmesinde Yarar ve Hasarın İntikali”, 6098

Sayılı Türk Borçlar Kanunu Hükümlerinin


Değerlendirilmesi Sempozyumu (Prof. Dr. Cevdet
Yavuz’a Armağan), İstanbul, 3-4 Haziran 2011, (s.
361-381).
………………………….….Türk Borçlar Kanununa ve Viyana Satım
Sözleşmesine (CISG) Göre Ayıptan Doğan
Sorumluluğun Şartları, Ankara, Yetkin, 2013.
Özkaya, Eraslan: Hata Hile İkrah Davaları, Ankara, Seçkin, 2000.
Özsunay, Ergun: “Uluslararası Ticaret Hukuku Hakkında Birleşmiş
Milletler Komisyonu (UNCITRAL) Tarafından
Hazırlanmış Bulunan ‘Uluslararası Taşınır Satımı
Sözleşmeleri Hakkında Anlaşma Tasarısı’ Üzerine Bir
İnceleme”, İÜMHAD, C. 12, S. 15, 1978, (s. 7-22).
………………………….….Gerçek Kişileri Hukuki Durumu, İstanbul, Fakülteler
Matbaası, 1979.
………………………….….Borçlar Hukuku I, 2. bs., İstanbul, Filiz Kitapevi,
1983. (Özsunay, Borçlar)
Palandt: Bürgerliches Gesetzbuchs C. VII, 72. bs., München,
C. H. Beck, 2013.
Pekcanıtez, Hakan/ Medeni Usul Hukuku, 14. bs., Ankara, Yetkin, 2013.
Atalay, Oğuz/
Özekes, Muhammet:
Pfaff, Dieter: Schuldrecht durch Rechtsprechung,
Stuttgart/Berlin/Köln/Mainz, W. Kohlhammer, 1986.
Piegsa Sven: Teilleistungsstörungen bei Verträgen über mehrere
körperliche Gegenstände,Berlin, Duncker &
Humblot, 2005.
Popescu, Paul: Kein positives Interesse bei Anfänglicher
Unmöglichkeit und Anfänglich unbehebbaren
Mängeln, Baden-Baden, Nomus, 2012.

315
Poroy, Reha/ Ortaklıklar Hukuku I, 13. bs., İstanbul, Vedat
Tekinalp, Ünal/ Kitapçılık, 2014.
Çamoğlu, Ersin:
Prütting, Hans/ BGB Kommentar, 7. bs., Hamburg, Luchterhand,
Wegen, Gerhard/ 2012.
Weinreich, Gerd:
Pulaşlı, Hasan: Şarta Bağlı İşlemler ve Hukuki Sonuçları, Ankara,
Dayınlarlı, 1989. (Pulaşlı, Şart)
………………………….….Şirketler Hukuku: Genel Esaslar 2. bs., Ankara,
Adalet, 2013.
Reisoğlu, Safa: Türk Borçlar Hukuku: Genel Hükümler, 23. bs.,
İstanbul, Beta, 2012.
Reisoğlu, Seza: Garanti Mukavelesi, Ankara, Ajans Türk Matbaası,
1963.
Rimle, Alois: Der Erfüllte Schuldvertrag, Freiburf Schweiz,
Universitätverlag, 1995.
Rödl, Julia: Die Spannung der Shuld, Berlin, Duncker &
Humblot, 2002.
Rösler, Hannes: “Alman ve Uluslararası Sözleşme Hukukunda Değişen
ve Öngörülemeyen Koşullar”, Çev. Tülay Aydın -
Ünver, İÜHFD, C. 66, S. 1, 2008, (s. 353-364).

Rumpf, Christian: “Borçlar Hukuku Sorunlarından: Culpa in Contrahendo


Mukayeseli Genel Bir Bakış”, İsviçre Medeni Kanunu
ve Borçlar Kanunu’nun Alınışının 80. Yılı, Ed. Ali
Çivi, İstanbul, 2007, (s. 161-185).
Sarı, Suat: Vekâlet Sözleşmesinin Tek Taraflı Olarak Sona
Erdirilmesi, Beşir Kitapevi, İstanbul, 2004.
Saymen, H. Ferit/ Türk Borçlar Hukuku: Umumi Hükümler, İstanbul,
Elbir, K. Halid: Filiz Kitapevi, 1966.

316
Schäfer, Hans - Bernd/ “Hukuk ve Ekonomi Yaklaşımı Çerçevesinde Türk
Aksoy, Hüseyin Can: Sözleşme Hukukunda Ekonomik İmkânsızlık”,
BATİDER, C. XXVI, S. 1, Mart 2010, (s.41-67).
Schenker, Franz: Die Voraussetzungen und Die Folgen Des
Schuldnerverzugs im schweizerisches
Obligationenrecht, Freiburg Schweiz,
Universitätverlag, 1988.
Schlechtriem Peter: Schuldrecht:Allgemeiner Teil, 5. Al., Tübingen, Mohr
Siebeck, 2003.
Schmidt, Patrick: Die Unmöglichkeit der Erfüllung in Ansehung der
Zeit, Berlin, Duncker & Humblot, 2007.
Schöll, Michael: Die Konversion des Rechtsgeschafts, Bern, Stampli,
2005.
Schwarze Roland: Das Recht DerLeistungsstörungen, Berlin, De
Gruyter Rech, 2008.
Schwenzer, Ingeborg: Schweizerisches Obligationenrecht: Allgemeiner
Teil, 5. bs., Bern, Stampli, 2009.
Seliçi, Özer: “Seçimlik Borçların İfası”, İÜHFD, C. 34, S. 1-2,
1968, (s. 375-400). (Seliçi, Seçimlik Borçlar)
………………………….….“Kesin Vadeli İşlemler”, İÜMHAD, C. 2, S. 3, 1968, s.
94, dn. 4, (s. 92-107). (Seliçi, Kesin Vade)
………………………….….Borçlar Kanununa Göre Sözleşmeden Doğan Sürekli
Borç İlişkilerinin Sona Ermesi, İstanbul, Fakülteler
Matbaası, 1976.
Serozan, Rona: “Culpa in Contrahendo, Akdin Müspet İhlali ve Üçüncü
Kişiyi Koruyucu Etkili Sözleşme Kurumlarının Ortak
Temeli”, İÜMHAD, C. 2, S. 3, 1968, (s. 108-129).
(Serozan, Ortak Temel)
………………………….….“Parça Borcu - Çeşit Borcu; Aşılması Gerekli Bir
Ayırım”, İÜMHAD, C. 3, S. 5, 1969, (s. 211-238).
(Serozan, Ayırım)

317
Serozan, Rona: “Yürürlükteki İfa Engelleri ve Haksız Fiiller
Hukukunun Yetersizlikleri ve Bu Yetersizliklerin
Aşılmasında Giderek Önemi Artan Kavramlar:
‘Sözleşmenin Müspet İhlali’ ve ‘Culpa in
Contrahendo”, İÜMHAD, C. 15, S. 18, 1990, (s. 27-
42). (Serozan, CiC)
………………………….….“Sözleşme İlişkisinin Çözülmesi: Elde Edilmiş Edimi
Geri Verme Yükümü”, Prof. Dr. Necip
Kocayusufpaşaoğlu İçin Armağan, Seçkin, Ankara,
2004, (s. 195-207). (Serozan, Sözleşme İlişkisinin
Çözülmesi)
………………………….….Borçlar Hukuku Özel Bölüm, 2. bs,. İstanbul, Filiz
Kitapevi, 2006. (Serozan, Özel)
………………………….….Sözleşmeden Dönme, 2. bs., İstanbul, Vedat Kitapçılık,
2007. (Serozan, Dönme)
………………………….….“CISG ve TBK’na Göre Alıcının Dönme Hakkının
Sınırları”, İÜHFD, C. 70, S. 2, 2012, (s. 207-220).
(Serozan, Sınırlar)
………………………….….“Yeni Alman İfa Engelleri Hukuku (Türk Hukukunda
Bilimsel Kaynak Olarak Yararlanılabilecek
Yenilikler)”, İÜHFD, C. 58 S. 1-2, (s. 231-248).
(Serozan, Yeni Alman İfa Engelleri Hukuku)
………………………….….Medeni Hukuk: Genel Bölüm/Kişiler Hukuku, 4. bs.,
İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2013. (Giriş-Kişiler)
Serozan, Rona: Eşya Hukuku I, 3. bs., İstanbul, Filiz Kitapevi, 2014.
(Serozan, Eşya)
Sert, Selin: Viyana Satım Sözleşmesinde (CISG) İfa Engelleri ve
Sonuçları, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2013.
Sirmen, Lale: Eşya Hukuku, 2. bs., Ankara, Yetkin, 2014. (Sirmen,
Eşya)
………………………….….Türk Özel HukukundaŞart, Ankara, Banka ve Ticaret
Hukuku Araştırma Enstitüsü, 1992. (Sirmen, Şart)

318
Staub, Hermann: Die Positiven Vertragsverletzungen, Berlin, Walter
de Gruyter, 1904.
Syz, Carole: Faktisches Vertragsverhältnis, Zürich, Schulthess,
1991.
Şahin, Turan: Üçüncü Kişinin Edimini Taahhüt, Yetkin, Ankara,
2010.
Şahiniz, C. Salih: Tacirler Arası Ticari Satımlarda Satıcının Ayıplı
İfadan (Ayıplı Mal Tesliminden) Sorumluluğu,
Ankara, Seçkin, 2008.
Şener, Oruç Hami: Adi Ortaklık, Ankara, Yetkin, 2008.
Şengül, Mehmet: “Seçimlik Borçlara İlişkin Temel Özellikler ve
Seçimlik Borçların İfası”, EÜHFD, C. XV, S. 3-4,
2011, (s. 207-248).
Şenyüz, Doğan: Borçlar Hukuku, Bursa, Ezgi Kitapevi, 2003.
Şenoçak, Zarife: “Borçlar Kanunu’nun 96. vd. ve 194. vd. Maddeleri
Açısından Aliud’un (Başka Şeyin) Teslimi”,
BATİDER, C. XV, S. 1, 1989,(s. 113-135 ). (Şenocak,
Aliud)
………………………….….Borçlunun İfa Yardımcılarından Dolayı
Sorumluluğu, Ankara, Dayınlarlı, 1995.(Şenocak, İfa
Yardımcısı)
………………………….….Eser Sözleşmesinde Ayıbın Giderilmesini İsteme
Hakkı, Ankara, Turhan Kitapevi, 2002.
Tahiroğlu, Bülent: Roma Borçlar Hukuku, İstanbul, Der, 2005.
Tan, Turgut: İdare Hukuku, 3. bs., Ankara, Turhan Kitapevi, 2014.
Tandoğan, Haluk: Garanti Mukavelesi (Mahiyeti ve Benzeri
Müesseselerden Tefriki), Ankara, Banka ve Ticaret
Hukuku Araştırma Enstitüsü, 1959. (Tandoğan,
Garanti)
………………………….….Borçlar Hukuku: Özel Borç İlişkileri, 2 C., 5. bs.’dan
tıpkı 6. bs., İstanbul, Vedat kitapçılık, 2008, C: I/1.
(Tandoğan, C. I/1)

319
Tandoğan, Haluk: Borçlar Hukuku: Özel Borç İlişkileri, 2 C.,1989 Yılı
4. tıkpı bs.’dan 5. tıpkı bs., İstanbul, Vedat Kitapçılık,
2010. (Tandoğan, C. II)
………………………….….Türk Mesuliyet Hukuku, 1. bs.’dan tıpkı bs., İstanbul,
Vedat, 2010. (Tandoğan, Mesuliyet)
Tekinay, Selahattin Sulhi: Borçların İfası, İhlali, Sona Ermesi ve Özel Nevileri,
İstanbul Fakülteler Matbaası, 1967.
Tekinay, Selahattin Sulhi/ TekinayBorçlar Hukuku: Genel Hükümler, 7. bs.,
Akman, Sermet/ İstanbul, Filiz Kitapevi, 1993.
Burcuoğlu Haluk/ (Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar)
Altop Atilla: Tekinay Eşya Hukuku, 5. bs., İstanbul, Filiz
Kitapevi, C: I, 1989.
(Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Eşya)
Tiftik, Mustafa: “Borç Sözleşmelerinin İrade Sakatlığı Sebebiyle
İptalinde Uğranılan Zararların Tazmini”, EÜHFD, C.
X, S. 3-4, 2006, (s. 397-417).
Tiryaki, Betül: “Özen Yükümlülükleri ile Sözleşmeden Doğan Koruma
Yükümlülüklerinin İspat Yükü Bakımından
Karşılaştırılması”, EÜHFD, C. XII, S. 3-4, 2008, (s.
267-279).
Titze, Heinrich: Die Unmöglichkeit der Leistung nach deutschem
bürgerlichen Recht, Leipzig, von Adolf Titze, 1900.

Toker, Ali Gümrah: 11 Nisan 1980 Tarihli Uluslararası Taşınır Mal


Satımına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin
(Viyana Sözleşmesi) Uygulama Alanı, Ankara,
Seçkin, 2005.
Topuz, Seçkin: Türk - İsviçre ve Alman Borçlar Hukukunda Denge
Bozulması ve İfa Güçlüğü Durumlarında
Sözleşmeye Müdahale (Hâkimin Sözleşmeyi
Uyarlaması), Ankara, Yetkin, 2009.

320
Topuz, Seçkin/ “Türk-İsviçre ve Alman Borçlar Hukukunda
Canbolat, Murat: İmkânsızlığın Düzenlenişi”, AÜHFD, C. 57, S. 3,
2008, (s. 673-718).
Treichel, Stefan: Zeitweilige Leistungshindernisse, Baden-Baden,
Nomos, 2010.
Tuğ, Adnan: Türk Özel Hukukunda Şekil, 2. bs., Konya, Mimoza,
1994.
von Tuhr, Andreas: Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı, çev. Cevat
Edege, Ankara, Olgaç Matbaası, 1983.
von Tuhr, Andreas/ Allgemeiner Teil des Schweizerischen
Escher, Arnold: Obligationenrechts, 2 C., 3. bs., Zürich, Schulthess,
1974, C: II, s. 53;
von Tuhr, Andreas/ Allgemeiner Teil des Schweizerischen
Peter, Hans: Obligationenrechts, 2 C., 3. bs., Zürich, Schulthess,
1979, C: I.
Tunç, Ramazan: “İfa İmkânsızlığı”, YD, C. 28, S. 1-2, Ocak - Nisan
2002, (s. 104-122).
Tunçomağ Kenan: “Alman Hukukunda Borcun İfasındaki Aşırı Güçlük
(Muamelenin Temeli) İle İlgili Objektif Görüşler”,
İÜHFD, C. 32, S. 2-4, 1966, (s. 884-905).
………………………….….“Borcun İfasında Aşırı Güçlük ve Alman Yargıtayı”,
İÜMHAD, C. 1, S. 1, 1967, (s. 87-108).

Tunçomağ Kenan: Türk Borçlar Hukuku: Genel Hükümler, 6. bs.,


İstanbul, Sermet Matbaası, 1976, C: I. (Tunçomağ,
Borçlar)
Uçar, Ayhan: İstisna Sözleşmesinde Müteahhidin Ayıba Karşı
Tekeffül Borcu, Ankara, Seçkin, 2003.
Ulusan, İlhan: “Culpa in Contrahendo Üstüne”, Prof. Dr. Ümit
Doğanay’ın Anısına Armağan, 2 C., İstanbul,
Fakülteler Matbaası, 1982, C: I, (s. 275-319).

321
Üçer, Mehmet: (Roma Hukukunda ve Karşılaştırmalı Hukukta)
Alacaklının Temerrüdü, Ankara, 2007.
Ülgen, Celal: Dövizle Borçlananlar İçin Uyarlama Davaları,
İstanbul, Akademik Düzey Yayınları, 2001.
Ülgen, Hüseyin ve diğerleri: Ticari İşletme Hukuku, 4. bs., İstanbul, XII Levha,
2015.
Ünal, Mehmet/ Şekli Eşya Hukuku, 5. bs., Ankara, Yetkin, 2010.
Başpınar, Veysel:
Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet: “Umumi Bakımdan Zarar ve Tazminat”, Ebül’ula
Mardin’e Armağan, İstanbul, Kenan Matbaası, 1944,
(s. 739-758).
Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet/ Borçlar Hukuku: Umumi Hükümler, 2. bs.,
Kaynar, Reşat: İstanbul, Nazir Akbasan Matbaası, 1957.
Wagner, Eric: Studien zum Recht der Unmöglichkeit, Baden-
Baden, Nomos, 2007.
Wahl, Friedrich: Schuldnerverzug, Berlin, Duncker & Humblot, 1998.
Weiler, Frank: Schuldrecht:Allgemeiner Teil, 2. bs., Baden-Baden,
Nomos, 2014.
Weller, Matthias: Persönliche Leistungen, Tübingen, Mohr Siebeck,
2012.

Welser, Rudolf/ “Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler


Welser, Irene: Hakkında Birleşmiş Milletler Anlaşması (CISG)
Uyarınca Satıcının Sözleşmeye Aykırılığı Halinde
Alıcının Başvurabileceği Hukuki İmkânlar”, Çev. Ayça
Akkayan-Yıldırım, İKÜHFD, C. 5 S. 1-2, Aralık 2006,
(s. 145-164).

322
Wendrich, Wolfgang: Disharmonie zwishen den Nichtigkeiten des
Vertrags nach Art. 20 OR und Art. 26 des
Bundesgesetzes über den Erwerb von Grundstücken
durch Personen im Ausland, Zürich, Schulthess,
1990.
Wentland, Holger: “Yeni Alman Borçlar Hukuku”, Çev. Mustafa Aksu,
Prof. Dr. Ergun Özsunay’a Armağan, İstanbul, 2004,
(s. 353-366).
Westermann, Harm Peter: Gezetsbuch: Handkommentar, 12. bs., Köln, Dr. Otto
Schmidt, 2008.
Westermann, Harm Peter/ BGB – Schuldrecht:Allgemeiner Teil, 8. bs.,
Bydlinski, Peter/ Heidelberg/München/Landsberg/Frechen/Hamburg, C.
Weber Ralph: F. Müller, 2013.
Wolf, Manfred: Bürgerliches Gesetzbuch, 5 B.,Schuldrecht § § 320-
237, 13. bs., Stuttgart, Kohlhammer, 2005, B. 3/2.
Yalman, Süleyman: “Edime Uygun İfa Kuralının İstisnaları”, Prof. Dr.
Halil Cin’e Selçuk Üniversitesinde 10. Hizmet Yılı
Armağanı, Konya, SÜHFY, 1995, (s. 495-512).
(Yalman, Edime Uygun İfa)
………………………….….Türk - İsviçre Hukukunda Sözleşme
Görüşmelerinden Doğan Sorumluluk, Ankara,
Seçkin, 2006, s. 83. (Yalman, Sorumluluk)
Yavuz, Cevdet: Satıcının Satılanın (Malın) Ayıplarından
Sorumluluğu, İstanbul, Beta, 1989.

Yavuz, Cevdet/ Türk Borçlar Hukuku: Özel Hükümler, 9. bs.,


Acar, Faruk/ İstanbul, Beta, 2014.
Özen, Burak:
Yavuz, Nihat: Ayıplı İfa, 2. bs., Ankara, Seçkin, 2010.
Yayla, Yıldızhan: İdare Hukuku, İstanbul, Beta, 2009.

323
Yetiş - Şamlı, Kübra: “Borçlar Kanunu ve CISG Çerçevesinde Hasarın
İntikali”, İÜHFD, C. 65, S. 1, 2007, (s. 303-349).
Yıldırım, Ahmet Cemil: “Sözleşme Ekonomisinin Bozulmasıyla İlgili
Kuramların Türk Hukuku’ndaki Uygulamaları ve Yeni
Türk Borçlar Kanunu’nda Aşırı İfa Güçlüğü”
ErciyesÜHFD, C. VII, S. 1-2, 2012, (s. 65-92).
Yıldırım, Mustafa Fadıl: Borçlar Hukukuna Göre Sözleşmenin Kuruluşunda
Hile, Ankara, Nobel, 2002.
Yıldırım, Ramazan: İdare Hukuku Dersleri, 2 C., 4. bs., Konya, Mimoza,
2012, C: I.
Yıldırım, Turan ve diğerleri: İdare Hukuku, İstanbul, XII Levha, 2001.
Yıldırım, Zeynep: “Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Birleşmiş Milletler
Sözleşmesi’nin (Viyana Satım Sözleşmesi) Uygulama
Alanı”, GÜHFD, C. 17, S. 1-2, Ocak-Nisan 2013, (s.
1061-1094).
Yılmaz, Halil: Borçların İfasında İhtirazi Kayıt İleri Sürülmesi ve
Uygulanması, Ankara, Seçkin, 2002.
Yılmaz, Hamdi: “Sözleşme Görüşmelerinde Kusur (Culpa in
Contrahendo) ve Sorumluluğun Niteliğinde Yeni
Görüşler”, YD, C. 11, S. 3, Temmuz 1985, (s. 234-
252).
Yüce, Melek Bilgin: Garanti Sözleşmesinin Bir Türü Olarak Üçüncü
Kişinin Fiilini Taahhüt Sözleşmesi, İstanbul, Vedat
Kitapçılık, 2007.
Zabunoğlu, Yahya Kasım: İdare Hukuku, 2 C., 12. bs., Ankara, Yetkin, 2012, C:
I.

Zevkliler, Aydın/ Borçlar Hukuku: Özel Borç İlişkileri, 14. bs.,


Gökyayla, Emre: Ankara, Turhan Kitapevi, 2014.
Zeytin, Zafer: Milletlerarası Mal Satım Sözleşmeleri Hukuku,
Ankara, Seçkin, 2011.

324
Ziegler, Antje: Die Anfangliche Unmöglichkeit der Leistung in der
schweizerischen Lehre, Bern Haupt, 1992.
Zweigert, Konrad: “Mukayeseli Hukuk Açısından Hata Kavramı İle İlgili
Hatalı Görüşler”, Çev. Ahmet Cemal, İÜMHAD, C. 3,
S. 5, 1969, (s. 403-418).
İnternet Kaynakları
www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/573610-sineğin-kanadindaki-istanbul-galeri.
(Erişim tarihi: 13.04.2015).
hurarsiv.hurriyet.com.tr/göster/printnews.aspx?DocID=20526573, (Erişim tarihi:
07.04.2015).
Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı.

325
ÖZGEÇMİŞ

1. GENEL

Adı - Soyadı: H. Kübra ERCOŞKUN ŞENOL

Doğum Tarihi ve Yeri: 4 Ocak 1987 - Erzurum

Yazışma Adresi: Hüseyin Avni Ulaş Mah. Enes Sok. Nurdan Apt.
Kat:5/12 Yıldızkent Palandöken/ERZURUM

Tel: 0442 231 5303

Fax: 0442 236 1631

GSM: 0507 237 3839

E-Posta: kubraercoskun@yahoo.com

2. EĞİTİM

Öğrenim Derece Kurum Öğrenim Alanı Mezuniyet


Dönemi Ortalaması
2011-2015 Doktora İstanbul Üniversitesi Özel Hukuk Anabilim 3.71-4
Dalı 93.23-100
2009-2011 Yüksek Atatürk Üniversitesi Özel Hukuk Anabilim 3.48-4
Lisans Dalı 87.86-100
2005-2009 Lisans Akdeniz Hukuk 3.30-4
Üniversitesi 83.66-100
2001-2005 Lise Erzurum Anadolu 4.61-5
Lisesi

326
3. YAYINLAR
a. “Ölüme Bağlı Tasarruflar ve Özellikle Bu Tasarruflardaki Koşullar ve
Yüklemeler” Erzurum, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2011.
b. “Mali Hakları veya Kullanım Hakkını Devralanların Fikir ve Sanat Eserleri
Kanunu Kapsamında Korunması”, Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi, C. 3, S. 1, Temmuz 2013, (s. 45-64).
c. “Anonim Şirketlerde Yönetim Kurulu Toplantıları”, Marmara Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi: Prof. Dr. Nur Centel’e
Armağan, C. 19, Özel S. 2, 2013, (s. 1693-1726).
d. “Türk Borçlar Hukukunda Hilenin Münferit Uygulama Alanları”, Gazi
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 17, S. 4, Ekim 2013, (s. 81-115).

4. BURSLAR VE YURT DIŞI ARAŞTIRMA ZİYARETLERİ

TÜBİTAK Bilim İnsanı Destekleme Daire Başkanlığı, Yurt Dışı Araştırma Bursu

Konuk Araştırmacı, Ruprecht Karls Universität, Heidelberg, Ocak - Ekim 2014

327

You might also like