You are on page 1of 25

8., 9. Ve 10.

HAFTA – Ekonomik Küreselleşme

İçindekiler
1. Ekonomik Küreselleşme ..................................................................................................................................2
1.1. Ticaretin Küreselleşmesi .........................................................................................................................3
1.2. Finansal Küreselleşme .............................................................................................................................5
1.3. Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları .................................................................................................7
1.4. Üretimin Küreselleşmesi .........................................................................................................................8
2. Ekonomik Küreselleşme Sürecinde Yaşanan Gelişmeler ..............................................................................11
2.1 Altın Standardı Dönemi .........................................................................................................................11
2.2 Bretton Woods Sistemi Dönemi (1947-1972) .......................................................................................12
2.3 Washington Uzlaşısı Dönemi (1972 Sonrası)........................................................................................14
2.4 Post-Washington Uzlaşısı Dönemi ........................................................................................................16
2.4.1 Post-Washington uzlaşısına getirilen eleştiriler.............................................................................16
2.4.1.1 Mali Disiplin .................................................................................................................................16
2.4.1.2 Vergi Reformu ...........................................................................................................................17
2.4.1.3 Finansal Serbestleşme................................................................................................................17
2.4.1.4 Döviz Kuru ................................................................................................................................17
2.4.1.5 Serbest Ticaret ve Doğrudan Yabancı Yatırımlar......................................................................17
2.4.1.6 Özelleştirme ...............................................................................................................................18
3. Küresel Ekonomik Aktörler: Uluslararası Kuruluşlar ve Politika Araçları ...................................................19
3.1 IMF (1945) ...........................................................................................................................................19
3.2 Dünya Bankası (1944) ...........................................................................................................................20
3.3 Dünya Ticaret Örgütü ............................................................................................................................22
KAYNAKÇA ........................................................................................................................................................24

1
Ekonomik Küreselleşme

1. Ekonomik Küreselleşme

Ekonominin küreselleşmesi, ulusal ekonomilerin dünya ekonomisiyle entegrasyonunu, yani


“dünyanın tek bir pazarda bütünleşmesini” ifade etmektedir.

Daha geniş kapsamlı bir tanımla, ekonomik küreselleşme, uzun vadeli mal ve hizmetler, uluslararası
sermaye akımları ve teknolojik gelişimin hızlı bir şekilde artmasını ve serbestleşmesini, bunların
sonucu ortaya çıkan ekonomik gelişmeleri ifade etmektedir.

Ekonomik küreselleşme; ülke ekonomilerini birbirinden ayıran gümrük duvarları, tarifeler, kotalar ve
sermaye kısıtlamaları gibi engellerin giderek azaltılması ile malların, hizmetlerin, iş gücünün ve
sermayenin ülkeler arasında daha hızlı ve daha kolay dolaşabilir hale gelerek dünyanın ekonomik
olarak bütünleşmesini ifade etmektedir.

Ekonomik küreselleşme, çok uluslu şirketlerin sınırlar ötesi değer zincirleri ile belirginleşen üretim
faktörleri, ara mallar ve nihai mal piyasalarının artan seviyede entegrasyonunun öncülük ettiği
prosesler setidir. Piyasanın küresel hâle gelmesi, üretimin artık dünya ölçeğinde plânlanmasını ve
gerçekleştirilmesini sağlamaktadır.

Küreselleşen dünyada firmalar;

 yalnızca iç piyasaya değil, dünya pazarına dönük üretim yapmakta;


 maliyet avantajı olan bölgelere üretimin çeşitli aşamalarını taşımakta;
 esnek üretim, esnek zamanlı çalışma, sıfır hatalı üretim, evden üretime katılma;
 tam zamanında teslim, müşteri memnuniyeti, satış sonrası hizmetler,
 daha uzun garanti süresi, ürün iadesi hakkı, sanal ortamda yardımlaşma

gibi yeni yöntemler ekseninde üretim, dağıtım ve pazarlama işlevlerini yeniden organize etmektedirler.

*** Küresel ekonomi, farklı ulusal ekonomileri kapsar

Bu ulusal ekonomiler uluslararası işlemlerle birlikte sisteme yeniden dahil olur.

*** Piyasalar ve üretim küreselleşince, uluslararası ekonomik sistem toplumsal yerleşiklikten çıkar ve
değişime uğrar.

Tüm sistemi etkileyen bağımlılık arttıkça, ulusal düzeydeki yapı uluslararası sistemle birlikte
dönüştürülür. Ulusal düzeydeki ekonomiler dönüşüm içerisine girerler.

Üretim, ticaret ve sermaye hareketlerinin önünde engellerin olmamasıdır.

*** Küresel ekonomide devletin rolü değişmiştir.

2
Küreselleşmeden önce uluslararası sistemde bütün ticaret meselelerinde devlet belirleyici bir rol
üstlenirken, piyasaların küreselleşmesi sonucu milletler arası ekonomik sistem, milletler üstü bir
sisteme dönüşmüştür.

*** Ekonomik küreselleşmenin kendi içinde iki temel faktör bulunmaktadır.

1. Birincisi, ulusal mal, hizmet ve finans piyasalarının serbestleştirilmesidir.


2. İkincisi ise uluslararası sermaye hareketlerinin önündeki engellerin kaldırılarak, ulusal
pazarların dünya pazarına katılması ve ulusal ekonomilerin tek bir pazara dönüştürülmesidir.

Küresel bir ekonominin varlığından söz edebilmek için,

 finans piyasaları,
 uluslararası ticaret,
 ulusüstü üretim,
 bilim ve teknoloji ile uzmanlaşmış emekten

oluşan küresel çekirdeğin performansı büyük önem taşımaktadır. Küreselleşen bu bileşenler, ekonomik
sistemin küresel olarak bağlantılı hale gelmesine yol açmaktadır.

1.1. Ticaretin Küreselleşmesi


*** Ekonomik küreselleşmenin ortaya çıkması ve devam etmesindeki temel unsur “ticarettir.”

- Ticaret, coğrafi olarak uzaktaki üreticileri ve tüketicileri birbiri ile karşılaştıran ve bunlar
arasında karşılıklı bağımlılık ilişkisi kuran bir faaliyettir.
- Toplumlar kendilerinde bulunmayan malları talep etmişlerdir.
- Ticari faaliyetlerin sonucunda; teknolojik yeniliklerin gelişmesi ve yayılması, tüketici için
mal ve hizmet çeşitliliğinin artması, girdilerin maliyetinde azalma,
- Uluslararası ticaret önceleri ham maddeler ve günlük gereksinim maddeleri ile tekil ulusal
ekonomilerde üretilmiş ürünlerin değişimi olarak gelişmiştir.

*** Dünya ekonomisindeki klasik ticaret büyümesi 19. yüzyılda yaşanmıştır.

Sanayi devrimi ile birlikte oraya çıkan teknolojik değişimler, demiryolu ve vapurun gelmesiyle ilgili
olarak hem iç bölgelerde hem de okyanus taşımacılığında büyük maliyet düşüşlerinin yaşanmasını
sağlamıştır.

Her teknik buluş, yeni endüstrilerin kurulması yolunda bir olanak yaratmıştır. Örneğin elektrik
endüstrisinin oluşması elektrik akımında en iletken madde olan bakırın üretimini artırmıştır.

3
Daha eski ve daha basit mal yapımı biçimlerinin yerini daha ucuz ve daha kaliteli mallarıyla fabrika
üretimi aldı. Daha fazla endüstrinin kurulması daha fazla enerji, hammadde, işgücü ve daha fazla
tüketim malı, daha fazla tüketici ve satıcı ve daha büyük sermayesi olan büyük firmaların ortaya
çıkmasını ve bunun sonucunda ticaretin artmasına olanak sağlamıştır.

Oluşan sanayi zinciri egemen ülkelerde büyük oranda sermaye birikimini destekleyen dünya çapında
bir iş bölümünü oluşturacak şekilde yayılmaya başlamıştır.

Dolayısıyla ekonomik küreselleşmenin 19. Yüzyılın son çeyreğinde ve yirminci yüzyılın başında
yoğunluk kazanmasının temelinde sanayiye dayalı kapitalist sistem yer almaktadır.

Özellikle kapitalizmin gelişmekte olduğu 1870-1914 yılları arasındaki dönemde, ulusal ekonomilerin
karşılıklı bağımlılıkları artmıştır.

1914-1945 yılları arasında yaşanan Büyük Buhran ve 2. Dünya Savaşı gibi önemli olaylar dünya
ekonomik düzeninin dönüşümünde etkili olmuştur.

- Büyük Buhran serbest ekonomiden uzaklaşılıp ekonomik korumacılığın benimsenmesine yol


açarken;
- Dünya Savaşı ise ülkelerin serbest ticarete tekrar geri dönmesine ve dünya ekonomisini
modern bir yapı olarak yeniden inşa etmelerine yol açmıştır.

*** Küresel güç dengelerinde bir değişimi söz konusudur.

İkinci Dünya Savaşı‟na kadar olan dönemde dünya ticaretine hakim olan İngiltere, Fransa, Almanya ve
ABD iken, 1945 sonrası dönemde askeri, siyasi ve ekonomik güç olarak öne çıkan ABD başta kendi
çıkarları olmak üzere bir dünya ticaret sistemi oluşturmaya yönelmiştir.

19. yüzyılın sonlarında ABD‟nin ekonomik gücü ucuz kaynaklar, göçmen iş gücü, yenilikçilik ve
özellikle de küresel şirketlerin ortaya çıkmasına dayanarak büyük ölçüde genişlemiştir.

1947‟de kurulan GATT çerçevesinde kota ve gümrük tarifelerinin kaldırılarak uluslararası ticaretin
evrensel boyutlarda serbestleştirilmesi çabaları ile başlamıştır.

1950-1973 döneminde dünya ticareti, gümrük vergilerindeki indirimler ve ulaştırma maliyetlerindeki


düşüşler neticesinde, reel olarak % 8‟i aşan bir büyüme hızına ulaşmış; ancak bu tarihten sonra
yaşanan iki petrol şoku ve ortaya çıkan enflasyonist gelişmeler nedeniyle yavaşlamıştır.

GATT çerçevesindeki uluslararası düzenlemeler, bilgi, iletişim ve haberleşme teknolojilerindeki


gelişmeler sayesinde taşıma maliyetleri düşmüş, dünya piyasalarındaki gelişmeler daha kolay izlenir
bir hâle gelmiştir. 1980‟li yıllardan sonra GATT‟ın himayesi altında ülkeler arasındaki ticaret engelleri
azaltılmıştır

1994 yılına kadar sadece mal ticaretini düzenlemekle yükümlü olan GATT sistemi, 1994 yılında
Uruguay Round sonunda hizmet ticareti kapsamında birtakım düzenlemelere girişmiş, bilgi teknolojisi

4
ticaretinin hizmet niteliğindeki ürünlerini ve fikrî mülkiyetin korunmasını kapsayan bir yapıya
dönüşmüştür.

1995 yılında, küreselleşmenin önemli kurumsal aktörlerini oluşturan Dünya Ticaret Örgütü (WTO-
World Trade Organization) Kuruluş Anlaşması ile Sübvansiyonlar ve Telâfi Edici Önlemler Anlaşması
(Uruguay Nihai Senedi) yürürlüğe girmiştir.

Ticaretin liberalleştirilmesine yönelik atılan bir başka adım ise Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)
tarafından Hizmet Ticareti Genel Anlaşması‟dır (GATS-General Agreement on Trade in Services).
Uluslararası hizmet ticaretine ilişkin temel kavram, kural ve ilkeleri ortaya koyan ilk çok taraflı
anlaşmadır.

Ticaretle Bağlantılı Fikrî Mülkiyet Hakları Anlaşması (TRIPS-Trade Related Intellectuel Property
Rights) ile de yazılım alanında çok taraflı kurumların oluşturulması amaçlanmıştır.

1990‟larda, bilgi teknolojilerindeki gelişmelerin de etkisiyle, dünya ticareti yine hızlı bir şekilde
artmaya başlamıştır.

Geleneksel ticaret sistemi, bilgi teknolojisi ve bilgisayar kullanımının yaygınlaşmasıyla değişikliğe


uğramış ve yerini e-ticarete devretmesi sonucu ticari işlemler elektronik ortamda yapılmaya
başlanmıştır. Ayrıca, ulus-ötesi şirketlerin de ticari küreselleşmede etkin rolü söz konusudur. E-
ticaretteki artış ve ulus-ötesi şirketlerin dünya ticaretine yaptıkları katkılardan dolayı tüm dünya
ekonomileri tek bir pazarda birleşmekte ve böylece ülkeler arasındaki karşılıklı ilişkiler yoğunluk
kazanmaktadır (Amazon, E-bay, Alibaba, vb. gibi).

Dünyadaki mal ve hizmet ihracatı 1960‟ta 303 milyar ABD doları seviyesinde iken, 55 yılda 570 kat
artış göstererek 2015‟te 172,76 trilyon ABD doları seviyesine çıkmıştır. Bu dönemde dünya ticaretinin
üçte ikisi gelişmiş ülkeler arasında yapılmakta iken, kalan üçte birlik kısmı alt ve orta düzey gelire
sahip ülkeler arasında yapılmıştır (Şavluk, 2021).

Bu durum küreselleşmenin; üretim ve ticarette aynı zamanda gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler gibi bir
gruplaşmaya yol açtığını da göstermektedir. Bu sonucun birincil nedeni; gelişmiş ülkelerin
sanayileşme sürecini diğerlerinden çok önce tamamlamaları ve katma değeri yüksek ürünler
üretebilmeleri, diğer ülkelerin ise sanayileşme sürecini görece geç ve yakın dönemde tamamlamaları
veya tamamlama sürecinde olmaları nedeniyle ancak tarım ürünleri gibi katma değeri düşük ürünleri
ihraç etmeleridir (Şavluk, 2021).

1.2. Finansal Küreselleşme


Finansal küreselleşme süreci, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde döviz kontrollerinin ve sermaye
işlemleri üzerindeki kısıtlamaların kaldırılarak ulusal piyasaların dış finansal piyasalarla
bütünleştirilmesidir (Ceyhan, 2016). Ulusal sınırları aşan finansal akımlar kanalıyla artan küresel
bağlantıyı ifade eder. (Ekren, 2008).

5
Ulusal finansal piyasaları ayıran engellerin kaldırılması, finansal piyasaların çeşitli kontrol ve
sınırlamalardan arındırılarak uluslararası rekabete açılması, piyasaların konvertibiliteye sahip olmaları,
döviz kurlarının ve uluslararası sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi, yatırım fonları ve yatırım
ortaklıkları gibi yeni kurumsal yatırımların finansal piyasalardaki etkinliklerinin artmasıdır (Ceyhan,
2016).

Finansal küreselleşme; ulusal finans piyasalarını ayıran sınırların ortadan kalkması, finans
piyasalarının çeşitli kontrol ve sınırlamalardan arındırılarak uluslararası rekabete açılması, piyasaların
konvertibiliteye sahip olmaları, kurların dalgalanmaya bırakılması, uluslararası sermaye akımlarının
artması ve yatırım fonları ile yatırım ortaklıkları gibi yeni kurumsal yatırımların finans piyasalarındaki
rollerinin artması” şeklinde tanımlanmaktadır.

Finansal Küreselleşmeye neden olan faktörler;

Finansal küreselleşmeye neden olan faktörler arasında (Ceyhan, 2016):

 Gelişmiş ülkelerin finans piyasaları üzerindeki kontrol ve kısıtlamaların kaldırılması,


 II. Dünya Savaşı‟ndan sonra IMF‟nin çalışmaları neticesinde paraların konvertibiliteye sahip
olması ve ticaretin serbestleştirilmesi, kurların dalgalanmaya bırakılması, mali piyasaların dış
rekabete açılması,
 Dünya Bankası ve konsorsiyum bankaları gibi kuruluşlar aracılığı ile büyük çaplı sermaye
yatırımı gerektiren projelerin desteklenmesi,
 Finansal araç türlerindeki hızlı artış,
 Kurumsal yatırımcıların finans piyasalarındaki rollerinin artması,
 Bilgi ve iletişim teknolojisindeki devrimler sayesinde finans piyasalarında bilgi edinme
olanaklarının kolaylaşması yer almaktadır

20. yüzyıl uluslararasındaki karşılıklı bağımlılık, oldukça yüksek bir noktaya ulaşmıştır. Önceleri
mevcut olan, uluslararasındaki sınır ötesi ticaret ve sermaye hareketlerini sınırlayan, hatta yasaklayan
düzenlemelerin büyük ölçüde gevşetilmesi ve azaltılması, özellikle gelişmiş ülkeler arasında hemen
hemen ortadan kaldırılmasıdır

Sermaye, tarihte ilk kez gerçek zamanlı çalışan, küresel anlamda bütünleşmiş mali piyasalarda, gece-
gündüz yönlendirilir. Elektronik devrelerde saniyeler içinde milyarlarca dolar değerinde iş gerçekleşir.
Yeni enformasyon sistemleri ile iletişim teknolojileri sermayeye, ekonomiler arasında çok kısa süre
içinde dolaşma olanağı sağlar.

Uluslararası sermayenin görece getirisi ve etkinliği düşük olan bölgeden, daha etkin ve getirinin
yüksek olduğu bölgelere taşınması kapitalist sistemin yayılmasında önemli bir rol oynamaktadır.

6
1.3. Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları
Finansal liberalleşme ilk olarak doğrudan yabancı sermaye yatırımları alanında ortaya çıkmıştır.
Birçok ülke sürdürülebilir kalkınma, istikrarlı büyüme gibi amaçlarla öncelikle doğrudan yabancı
sermaye girişlerini arttırıcı finansal politikalar izlemiştir. Bu gelişmenin ardından, tahvil ve hisse
senedi gibi menkul değerleri kapsayan portfolyo sermayesi yatırımları liberalleştirilmiştir. Daha sonra
ise “sıcak para” fonu olarak da bilinen kısa süreli sermaye akımları ilâve olmuştur. (Ceyhan, 2016)

Gelişmiş ülkeler arasında sermaye hareketleri 1950‟li yılların sonlarına gelindiğinde


serbestleştirilmiştir. sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi, esas olarak ABD‟nin uyguladığı para
ve maliye politikalarının bir sonucu olarak ortaya çıkan Bretton Woods sisteminin çöküşünden sonra
başlamıştır. (Ceyhan, 2016)

II. Dünya Savaşı‟ndan sonra teknolojideki gelişmeler ve küreselleşmenin etkisiyle birlikte, fon fazlası
olanlarla, bu fonları kullanmak isteyenler arasındaki ilişkiler çeşitlenerek yoğunlaşmıştır.

1973 yılında Bretton Woods sisteminin de çökmesiyle, doların altın bağlantısı kopmuş, tek başına
ABD hegemonyası yerine AB ve Japonya‟dan oluşan üçlü bir kutuplaşma meydana gelmiştir. Dış mali
piyasalardaki bu gelişme, ulusal merkez bankalarının para politikaları konusundaki çalışmalarını
aksatmıştır. Paralelinde dünya para ve sermaye piyasalarında yaşanan gelişmeler rekabeti arttırmış ve
finansal küreselleşme süreci hızlanmıştır (Ceyhan, 2016).

1973 yılında Bretton Woods‟da sabitlenen para değişim rejiminin çökmesinin ardından birçok gelişmiş
ülke serbest döviz rejimine geçmiştir. Bu yeni kur politikası döviz piyasalarının hızlıca gelişmesini ve
uluslararasılaşmasını sağlamıştır. Döviz piyasalarının aksine, tahvil piyasaları 1980‟li yılların başından
itibaren uluslararasılaşmaya başlamıştır. Gelişmiş ülkelerde yatırımcıların uzun vadeli tahvillere
yönelmesinde, tahvil piyasalarının uluslararasılaşmasında önemli rol oynayan üç unsur etkili olmuştur.
Bunlar; 1980‟li yıllarda gelişmiş ülkelerdeki düşük enflasyon, pozitif tahvil faizi ve tahvillerin prim
getirmesidir. Tahvillere olan talebi etkileyen bu unsurlar, 1980‟li yıllarda artan oranda ulusal ve
uluslararası yatırımcılar için çekici olmuştur (Ceyhan, 2016).

IMF tarafından önerilen istikrar ve yapısal uyum programlarıyla beraber bu süreç daha da hızlanmıştır.
Bu programların ana hedefi; ekonomide istikrarı sağlamak, mal ve faktör piyasalarını serbestleştirmek
ve devletin ekonomideki rolünü azaltmak yönünde olmuştur (Ceyhan, 2016).

1980-1990 arası dönemde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, finansal piyasalarını dışa açmak
amacıyla çeşitli reformlar yapmışlardır. Bunların en önemlileri; faiz oranlarının serbest bırakılarak
kredi tavanlarının kaldırılması, bankaların merkez bankası nezdinde tuttukları zorunlu karşılık
oranlarının indirilmesi veya tamamen kaldırılması, bankacılık sektörünün hem yerleşiklere hem de
yabancılara açılması, sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesidir (Ceyhan, 2016).

7
1.4. Üretimin Küreselleşmesi
Yatırımların küreselleşmesi bir diğer yönüyle üretimin küreselleşmesini de ifade etmektedir.

Üretimin küreselleşmesi,

“bir şirketin üretimini, kurulu bulunduğu ülkenin sınırlarının ötesine yaymak üzere ana merkezinin
dışındaki ülkelerde üretim tesisi kurması veya mevcut üretim tesislerini satın almasıdır.”

“şirketlerin sınır ötesi sabit sermaye yatırımı, sınır ötesi iştirak, fason imalât anlaşmaları ve başka
yöntemlerle mal ve hizmet üretim faaliyetlerini kendi ülkeleri dışına yaymalarıdır.”

“firmaların küresel pazarlar için mal ve hizmet üretimlerini çeşitli ülkelerde gerçekleştirmeleridir.”

Üretim faktörlerin verim farklılığından yararlanmak üzere, üretimin mekânsal kısıtlarından teknolojik
gelişmeler sonucu kurtulmaları firmaların, üretim faaliyetlerini çeşitli ülkelere yaymalarına neden
olmuştur. Üretimin küreselleşmesi, finansal küreselleşme ile daha da hızlanmıştır (Ekren, 2008).

Küreselleşme; dünyanın çeşitli bölgelerinde bulunan emeğin, sermayenin, girişimcinin ve doğal


kaynakların en kârlı bileşenlerinin işletmeler tarafından bir araya getirilip üretimde bulunulmasına,
farklı işlerin farklı ülkelerde yapılmasına olanak sağlamaktadır.

Mikro-elektroteknikteki gelişmeler, programlanabilir otomasyon teknolojileri ile donanmış yeni sınaî


üretim tekniklerini ortaya çıkarmakta ve bunların kullanılması yoluyla üretimin esnekleşmesini
sağlamaktadır. Bu sistem, üretimin hızlandığı, ürün kalitesinin arttığı modern teknolojileri kullanarak
talepteki değişimlere anında cevap verebilen, ürün çeşitliliğinin olduğu sıfır stokla faaliyet gösterilen,
tam zamanlı üretimin gerçekleşmesine imkân veren bir sistemdir.

Uluslararası yatırım faaliyetlerinin hızlanmasıyla beraber gelişmiş birçok ülke, Çin ve Hindistan gibi
yeni kapitalistleşen ülkelere doğrudan sermaye ihraç etmeye başlamış ve bu ülkelerdeki ucuz
işgücünden faydalanmak istemişlerdir. Özellikle 1990‟ların ortalarından itibaren yeni kapitalistleşen
ülkelerde verimlilikte görülen yüksek artışlar, bu ülkelerin dış ülkelere artan oranda düşük fiyatlı mal
satışı yapmalarında etkili olmuştur.

Doğu ve Güney Asya‟dan gelen rekabet karşısında Batılı gelişmiş ülkelerin sanayicilerinin, teknolojik
gelişmelerin yardımıyla üretimin örgütlenme tarzını değiştirmesi ve sanayiyi yeniden yapılandırması
üretimde yaşanan küreselleşmenin itici güçleri arasında yer almaktadır. Bu çerçevede yeniden
yapılanan sanayi sektörünün özellikleri şöyledir;

 Tüketim metalarında mal farklılaştırılması rekabeti şiddetlendirmektedir. Malların


farklılaştırılması, tüketici artığına el koyma ve tekelci karı elde etme imkanları yaratmaktadır.
 Mikro elektronikteki gelişmenin açtığı otomasyon imkanlarından yararlanarak, ölçmeye
dayanan işlerde insanın algı organları yerine alet kullanmak suretiyle kalite
standartlaştırmasında (üretimde defolu malların oranını düşürmede) rekabet etmektedirler.

8
 Yeni iletişim imkanlarından yararlanarak, işletmelerde dikey entegrasyonu azaltmak, fason
imalat yaptırmak ve az stokla çalışmak suretiyle maliyetleri düşürmeğe çalışmaktadırlar.
 İletişim ve taşımacılık kolaylığı sayesinde, maliyetleri azaltmak için üretimin bazı aşamalarını
başka ülkelere aktarmaktadırlar. Örneğin, niteliksiz işgücünün kullanılabildiği sektörlerde
sanayiciler, üretimin bazı aşamalarını düşük ücretle çalışmaya razı işçilerin bol olduğu
gelişmekte olan ülkelere aktararak, maliyetleri düşürmeğe çalışmaktadırlar.

Çok uluslu şirketler

Küreselleşme sürecinin hızlanmasıyla birlikte daha fazla ön plâna çıkan çok uluslu şirketler; yüksek
sermaye birikimleri, ileri düzeyli teknolojik altyapıları ve faaliyet alanlarının genişliği nedeniyle,
dünya çapında faaliyetlerini ve rekabet güçlerini kolayca yürütebilmektedirler.

Söz konusu şirketler, hangi bölge veya ülkelerin istihdam ve refah düzeyini arttıran yatırımları
çekeceğini, yeni üretim tesislerinin nerelerde kurulacağını ve hangi ülkelere ne kadar teknoloji transfer
edilmesi gerektiğini belirlemektedir. Ülkelerin rekabet güçleri ve dolayısıyla yaşam kaliteleri, küresel
piyasa koşullarına uygun mal ve hizmetleri en makul şartlarda üretip pazarlayan küresel firmaların
varlığına, bu firmaların dış piyasalarda gerçekleştirdiği yatırım miktarına ve bu türdeki diğer firmalar
için cezbetme nitelik ve potansiyeline bağlı olduğundan, çok uluslu şirketler sürdürülebilir rekabet
gücü ve yaşam standartlarının da en önemli belirleyici aktörü konumundadırlar.

Üretimlerini dünya çapında genişletmeyi amaçlayan bu şirketler, ülkeler arasında hammadde, ara malı,
işgücü maliyeti ile dışsal maliyetler bakımından değerlendirme yapmak suretiyle, üretimlerini
bahsedilen kriterler açısından daha cazip gördükleri ülkelere kaydırmayı tercih etmektedirler.

Küresel şirketler, ücret artışlarının emek verimliliğinden yüksek olduğu ülkeleri derhâl terk ederek
işgücü maliyetinin düşük olduğu ülkelere yönelmektedirler. Ayrıca, bu şirketler çevresel maliyetleri
yüklenmemek ve böylelikle rekabet avantajı elde etmek için üretimlerini, çevre koruma kanunları
nispeten uygun olan ülkelerde gerçekleştirmeyi yeğlemektedirler.

Çok uluslu şirketlerin, ulus ötesi şirketlere dönüşümü

Üretimin küreselleşmesine yani firmaların üretim faaliyetlerini kendi ülkeleri dışındaki ülkelere
kaydırmasına neden olan araçlar, bunu olanaklı kılan teknolojik gelişmelerin dışında şunlardır;

Küreselleşen ekonomideki yatırım ve üretimde as oyuncular olan çok uluslu şirketler, ulus ötesi
şirketlere dönüşmektedir.

Ulus ötesi şirket, uluslararasılaşmış bir yönetimi olan, dünyada en güvenli ya da en yüksek kazancın
olduğu yerlere yerleşmeyi veya taşınmayı en azından potansiyel olarak uman, özel bir ulusal kimliği
olmayan, gerçekten serbest olan sermayedir.

Çok uluslu şirketlerin tersine ulus ötesi şirketler, belirli ulus devletlerin politikaları tarafından kontrol
edilemez hatta kısıtlanamaz.

9
Herkes tarafından kabul edilen ve dayatılan uluslararası düzenleyici standartlar dışında her şeyden
kaçabilirler. Bu durumda ulusal hükümetler, sınırlan içindeki çok uluslu şirketlere zarar verebilecek,
bu standartlardan ayrılan düzenleyici politikaları etkin biçimde benimseyemezler.

Fortune Dergisi‟ne göre; 2015 yılında dünyanın en büyük 500 şirketi, yaklaşık 27,6 trilyon ABD doları
düzeyinde gelir ve 1,5 trilyon ABD doları tutarında kâr elde etmiştir (Fortune, 2016). Dünyanın 33
ülkesinde birimi bulunan bu şirketler yaklaşık 67 milyon iş gücü istihdam etmektedir. 2015 itibariyle
yaklaşık 74 trilyon ABD doları olan dünya gayri safi hasılasının yaklaşık %37‟si 500 büyük ÇUŞ
tarafından sağlanmaktadır. 2015 yılında küresel çapta en büyük 500 şirketin toplam geliri, dünyanın en
büyük ekonomisi konumundaki ABD‟nin yaklaşık 18 trilyon ABD doları düzeyinde gerçekleşen
toplam gelirinin 1,5 katına ulaşmıştır.

10
2. Ekonomik Küreselleşme Sürecinde Yaşanan Gelişmeler

Küreselleşmenin ekonomik ve finansal boyutunu anlamak küreselleşmenin kurumlarını anlamakla


mümkündür. Bu kurumlar IMF, DB ve DTÖ‟dür.

II. Dünya Savaşı sonrasında Bretton Woods konferansıyla, ortaya çıkmışlardır. Küreselleşmenin
ekonomik boyutunun ortaya çıkış dönemi olarak II. Dünya Savaşı‟nı işaret etmek hatalı olacaktır.
Ancak, temel karakteristik özelliğini teşhis edebilmek için savaşlar sonrasındaki dönemi irdelemek
gerekmektedir. Savaş öncesindeki dönem ise; uzun bir dönemi işaret eden altın standardı dönemi ve
savaş ekonomisinin tesirli olduğu I. ve II. Dünya Savaşı arasındaki dönem olmak üzere ikiye
ayrılabilir.

2.1 Altın Standardı Dönemi


Altın standardı; her ülkenin ulusal parasını belirli bir miktar altın ile tanımladığı ve bunların birbirine
oranının, ülkelerin paralarının birbirine karşı değerini –döviz kurunu– belirlediği bir uluslararası para
sistemidir.

Sistemde ülkelerin para birimlerinin belli bir miktar altın ile ifade edilmesi, bu sistemin sabit döviz
kuru sistemi olarak adlandırılmasına neden olmuştur.

Klasik liberalizm felsefesine dayanan bu sistemde benimsenen üç temel ilke;

1. Sisteme dâhil her ülkenin para biriminin sabit bir miktar altın ile tanımlanması,
2. Merkez bankalarının altını, belirlenen fiyattan satın almak ve satmak zorunluluğunun olması
ve
3. Altın ithalatı ve ihracının serbestliğinin yanı sıra diğer sermaye hareketliliğinin serbest olması

I. Dünya Savaşı‟nın hemen öncesinde devletler ve merkez bankaları bu kurallardan sapma göstermeye
başlamışlardır. Altın arzı elastikiyetinin düşüklüğü ve ülkeler arasında mevcut olan taahhütlere olan
güvensizlik sebebiyle uluslararası parasal yükümlülükler, altın rezervleri yerine ulusal paralar ile
karşılanmaya başlanmıştır. Merkez bankalarının bu tutumu kâğıt para-altın konvertibilitesinin
zayıflamasına, I. Dünya Savaşı başından itibaren de tamamen ortadan kalkmasına neden olmuştur. Bir
diğer ifadeyle merkez bankaları fiyat-altın mekanizmasının otomatik denge işlevini devre dışı
bırakmışlardır. Bu nedenle sistem 1914 yılında, savaşın başlamasıyla sona ermiştir

Altın Değişim Standardı

I. Dünya Savaşı ve sonrasında 1914–1925 yılları arasındaki dönemde, merkez bankacılığı daha çok
savaşın ve kamu harcamalarının finansman kaynağı olarak kullanılmıştır. Merkez bankalarının bu
dönemde savaşın ve hükümet harcamalarının kaynağı olarak kullanılmaya başlanması sebebiyle
dünyada yeni merkez bankaları kurulmaya başlanmıştır (Çiçek, 2009, s. 8).

11
Altın standardının sona ermesinin ardından ortaya çıkan fiyat artışları ve dünya ticaret hacminin
daralması gibi temel ekonomik problemleri ortadan kaldırma arayışlarının bir sonucu olarak öne
sürülen yeni mekanizma, Altın Değişim Standardı olmuştur.

Birçok ülke savaş öncesindeki altın paritesi ile, bazı ülkeler ise parasının değerini düşürerek
oluşturdukları yeni parite ile Altın standardına geri dönmüşlerdir. 1925–1931 yılları arasındaki
dönemde bu yeni sistemin uygulama alanı ortaya çıkmıştır. Ancak bu yeni sistemde ülkeler; altın
girişleri karşısında, oluşabilecek fiyat artışlarının önüne geçmek için sterilizasyon politikası izlemeyi
tercih etmişlerdir. Bu politikanın farklı unsurlarla birlikte aynı dönemde uygulanması sonucu sistemin
kurallarının yeknesak bir şekilde işletilememesi, Altın Değişim Standardının 1931 yılında sona
ermesine neden olmuştur. Bu nedenle, II. Dünya Savaşı‟nın sonunda kurulacak olan Bretton Woods
Sistemi faaliyete geçene kadar uluslararası ticarette belirli bir dönem büyük kesinti yaşanmıştır (Çiçek,
2009, s. 10).

2.2 Bretton Woods Sistemi Dönemi (1947-1972)


Altın standardı sisteminin çöküşünden sonra uluslararası ekonomik ilişkilerde istikrarı yeniden
sağlamaya dönük arayışlar ortaya çıkmıştır. Bu arayışlar ışığında 1944 yılında Bretton Woods Sistemi
oluşturulmuştur. Bretton Woods Sistemi‟nde uluslararası para konularını düzenleme görevi, IMF‟ye
verilmiştir.

IMF tarafından yönetilen Bretton Woods Sistemi bir “Ayarlanabilir Kur Sistemi”dir. Buna göre ABD
hariç tüm IMF ülkelerinin paralarının değerleri resmi kurdan ABD dolarına, ABD‟nin kendi parası ise
1 Ons = 35 ABD doları baz alınarak altına sabitlenmiştir. ABD, yabancı merkez bankalarına ellerinde
biriken dolar stokunu Federal Rezerv Bankası‟na (FED) arz etmeleri karşılığında sabit resmi fiyattan
altın satmayı taahhüt etmiştir. Bu sayede ülkelerin ulusal parası dolaylı olarak altına sabitlenmiş
olmaktadır.

Sistemde ulusal paraların dalgalanma marjı ± %1 olarak belirlenmiştir. Herhangi bir nedenle ulusal
paraların dolar bazındaki değerlerinin bu sınırın dışına çıkması durumunda, ulusal merkez bankaları
döviz piyasasına müdahale ederek paritenin belirlenen sınırlar içinde kalmasını sağlayacaklardır.
Merkez bankalarına dövizin fiyatına müdahale yetkisi verilmesi, merkez bankalarının rezerv olarak
döviz bulundurma zorunluluğunu doğurmuştur. Sistemin altın-dolar konvertibilitesine dayanması
sebebiyle dönemin rezerv ve müdahale parası ABD doları olmuştur.

Sistemde bir ülkenin ödemeler bilançosunda dengesizlik olması durumunda kullanılabilecek temel araç
döviz kuru ayarlamalarıdır. Kur ayarlaması modelinde döviz açığı bulunan ülkenin devalüasyona
başvurması, döviz fazlası bulunan ülkenin ise revalüasyon yapması gerekmektedir. Ancak sistemin
sabit kur sistemine dayanması, merkez bankalarının çok sık kur ayarlamasına yönelmeleri dolaylı
olarak engellenmiştir. Bu nedenle kur ayarlamalarına müracaat edilmeksizin örneğin döviz açığı
bulunan ülkenin öncelikle sahip olduğu döviz rezervlerini kullanması, sonrasında ihtiyaç duyulması

12
halinde bu ülkeye IMF‟den kısa vadeli yabancı kaynak kullandırılması öngörülmüştür (Mikesell, 2000,
ss. 405-406).

Sistemde devalüasyon yapma hakkının IMF denetiminde mümkün olması sebebiyle IMF, ülke
ekonomilerini denetleme hakkına sahip olmuştur. IMF‟nin elinde bulundurduğu bu hak,
hükümetlerden daraltıcı maliye ve para politikalarının uygulanmalarını istemesine olanak sağlamıştır.
Zamanla, IMF tarafından dış dengesizliği gidermek için daraltıcı politikaların uygulamaya alınarak
toplam harcamaların kompozisyonunun değiştirilmesi yöntemlerinin devreye alındığı da görülmüştür.
Döviz fazlası bulunan ülkeler açısından ise ödemeler bilançosundaki dengesizlik nispeten daha
önemsiz bir problem olarak görülmüştür.

Bretton Woods Sistemi‟nin oluşturulmasının temel amacı, durma noktasına gelen uluslararası parasal
ilişkilerin tekrar canlanmasını ve uluslararası ekonomik ilişkilerin göreli istikrarını sağlamaktı. Bu
dönemde dünyadaki para birimlerinin birçoğunun istikrarsız olması, dünyadaki altın rezervinin büyük
bir bölümünün ABD‟nin elinde bulunması ve piyasada ABD doları temininde sorunlar yaşanması gibi
sorunlar baş göstermiştir. Bu sorunları aşmak amacına yönelik olarak örneğin, sistem yürürlüğe
girdikten hemen sonra ortaya çıkan ABD doları yetersizliğine çözüm olarak Marshall Planı yürürlüğe
konmuştur.

1948–1952 yılları arasında ABD tarafından Marshall Planı çerçevesinde Batı Avrupa‟ya yaklaşık
olarak 12,73 milyar ABD doları (2019 yılı karşılığı yaklaşık 130 milyar ABD doları) tutarında yardım
yapılmıştır. Başlarda ödemeler bilançosu fazlası bulunan ABD‟nin dış ticareti 1950‟lerden –özellikle
1958‟den– itibaren tersine dönmüş ve ilerleyen dönemlerde ABD ekonomisi devasa cari açık
rakamlarıyla karşı karşıya kalmıştır (Mikesell, 2000, s. 407). Bir diğer deyişle savaş sonrası dönemde
ABD merkez bankası, savaş ve depresyon sonrasındaki uluslararası ekonomik durgunluğu finanse
eden bir politika aracına dönüşmüştür. Ancak zaman içerisinde dış açıkların kronik hale gelmesi,
ABD‟deki altın rezervlerinin ve altın rezerv oranının düşmesine neden olmuştur. Sonuç olarak, anılan
gelişmeler ülkelerin ABD‟nin doları altına dönüştürme taahhüdüne olan güvenini önemli derecede
zedelemiştir. Bretton Woods Sistemi, 15 Ağustos 1971 tarihinde sona ermiş ve yerini dalgalı döviz
kuru sistemine bırakmıştır (Mikesell, 2000, s. 408). Sistemin ortadan kalkmasının temel sebebi
başlangıçta fiyat istikrarı ve parasal disiplin yanlısı olan ABD‟nin, sistemin kurallarını hiçe sayarak
genişlemeci para ve maliye politikaları izlemesi ve fiyat istikrarını göz ardı eden uygulamaları
sürdürmesidir

ABD‟nin dolar-altın konvertibilitesini kaldırdığını açıklamasıyla birlikte ulusal para birimleri arasında
sert dalgalanmalar meydana gelmiştir.

Esnek kur sistemine geçilmesine ek olarak 1973 ve 1978 yıllarında yaşanan petrol krizleri sonucunda
dünyada fiyatlar genel düzeyi yukarı yönlü hareketini sürdürmüş, sonucunda hızla yükselen enflasyon

13
sorunu tüm dünyayı sarmıştır. Sanayileşmekte olan ülkelerde 1969 yılında %4,6 seviyesinde
gerçekleşen enflasyon oranı; 1974‟te %23,3‟e, 1980‟de ise %28,1 seviyesine yükselmiştir

Petrol fiyatlarındaki artış sonucunda sanayileşmekte olan ülkelerin yaşadığı borç krizi sonrasında bu
ülkelerin enflasyon oranları daha da artmış, 1985‟te %46,2, 1990‟a gelindiğinde ise %85 düzeyindeki
bir enflasyon oranına ulaşılmıştır. Diğer taraftan, üretim maliyetlerindeki sert artış sebebiyle dünya
genel üretim miktarında önemli derecede bir düşüş gerçekleşmiştir. 1973‟te ortaya çıkan petrol
krizinin sonrasındaki süreçte sanayi üretiminin büyüme hızı iki yıl üst üste azalış göstererek, sanayide
negatif büyüme oranlarının gözlenmesi söz konusu olmuştur. Benzer durumla 1978 yılında yaşanan
petrol krizi sonrasında da karşılaşılmıştır.

1970‟li yıllarda ekonomilerde hem enflasyon oranının yüksek seyretmesi hem de üretimde azalış
meydana gelmesi, iktisat literatürüne stagflasyon kavramını kazandırmıştır. Stagflasyon durgunluk ve
enflasyonun bir arada görülmesi anlamına gelmektedir. 1970‟li yıllara kadar enflasyon ile işsizlik oranı
ve durgunluk arasında ters yönlü bir ilişkinin olduğu kabulünde bulunan Keynesyen yaklaşım,
stagflasyonun ortaya çıkmasıyla oldukça fazla düzeyde eleştiriye maruz kalmıştır. Bunun sonucunda
1970‟lerden itibaren mevcut ekonomik yapıyı anlamak ve iktisadi bunalımı aşmak için politik felsefe
değişikliğine gidilmiş, ekonomide yeni teoriler ortaya konulmaya başlanmıştır. Bu teorilerin ortak
özellikleri; işsizlik probleminin, serbest piyasa modelinin işlerliğinin sağlanmasıyla ve merkez
bankalarının sadece fiyatlar genel düzeyinde istikrarı sağlamakla görevlendirilmesiyle çözülebileceğini
savunmalarıdır.

2.3 Washington Uzlaşısı Dönemi (1972 Sonrası)


1970‟li yıllarda yaşanan stagflasyon, petrol krizi, dış borçların ve faiz oranlarının eş zamanlı olarak
artışı, dış borcun çevrilememesi nedeniyle oluşan durgunluk ve ABD‟nin Vietnam Savaşı nedeniyle
yaşadığı kayıplar başta olmak üzere; küresel ekonomide yaşanan olumsuzlukların, Keynesyen
politikaların sonunu getirdiği söylenebilir. Yeni düzen liberal bir ekonomi anlayışıyla şekillense de
Keynesyen yaklaşım sonrası dönemde şekillenen yeni dünya ekonomik modeli John Williamson
tarafından Washington uzlaşısı olarak adlandırılmış ve bu isimle bilinir olmuştur.

Uzlaşmanın 10 Maddesi

Williamson‟un çalışması, DB‟nin başta olmak üzere uluslararası mekanizmaların ideal politikalarını
anlatmakta ve bunları; “Mali disiplin, kamu harcamalarının yüksek ekonomik getirilere sahip ve temel
eğitim, sağlık ve altyapı gibi gelir dağılımını iyileştirme potansiyeli olan alanlara yönlendirilmesi,
vergi reformu (daha düşük marjinal oranlar ve daha geniş vergi tabanı anlamında), faiz oranının
serbestleştirilmesi (piyasada belirlenmesi), rekabetçi bir döviz kuru, ticaretin serbestleştirilmesi,
doğrudan yabancı yatırım girişinin serbestleştirilmesi, özelleştirme, deregülasyon (mal ve faktör giriş
ve çıkışlarının önündeki engellerin kaldırılması), mülkiyet haklarının güvence altına alınması”
şeklinde on ana başlıkta toplamaktadır.

14
Bu reçeteleri sunan kurumların Dünya Bankası ve IMF‟nın da içinde yer aldığı Washington menşeli
kurumlar kaynaklı olması bu konsensüse “Washington Mutabakatı/Uzlaşısı” ismini verdiren
nedenlerden biri olmuştur. Bu mutabakat, serbest ticaretin, tüm ülkeler için refah artışına neden
olacağını savunmaktaydı. (Gürbüz, 2018).

IMF, DB ve DTÖ gibi küresel kurumların gelişmekte olan ülkelerden uygulanmasını istediği
Washington Mutabakatı‟nın özeti, her ülkede kamunun küçültülmesi, sermaye üzerindeki verginin
azaltılması, ticaretin önündeki korumacı engellerin kaldırılması, özel müteşebbislerin girebileceği
alanlardan kamunun çekilmesi yani özelleştirme, faiz hadlerinin reel seviyede tutulması, rekabetçi
döviz kuru, özel mülkiyet haklarının muhafazasına dikkat edilmesi ve en önemlisi mali disiplinin
sağlanmasıdır (Gürbüz, 2018).

Washington uzlaşısı gerek kalkınmada gerekse ulusal ve uluslararası ekonominin işleyişinde devletin
yerine serbest piyasanın hâkim konuma gelmesinde önemli rol üstlenmiştir. Rasyonel tüketiciler,
işçiler, işverenler ve yatırımcılar arasındaki rekabet; piyasaların deregüle edilmesi çabalarının
arkasında, teorik anlamda önemli bir motivasyon unsuru olarak kabul edilmektedir

Uzlaşının/Mutabakatın Başarısızlığı

Washington Mutabakatı‟nın gereklerini uygulayan birçok ülkede sonuçların hiç de iç açıcı olmaması
Mutabakatın tenkit edilmesine sebep olmuştur. Birçok Latin Amerika ülkesi 1990‟larda benimsediği
neoliberal politikalarla borç krizinden çıkmış lakin sürdürülebilir bir iktisadi büyümeyi elde
edememiştirler. Bu da Washington Mutabakatı‟nın beklenen başarıyı göstermediğinin bir kanıtı olarak
görülmüştür56. Öyle ki politikaları uygulanan ülkeler, 1980 öncesindeki büyüme rakamlarını bile
yakalayamamıştır. Latin Amerika‟da son mevziini, 1990‟lı yılların başarı sembollerinden görülen
Arjantin ekonomisinin krize girmesiyle kaybeden Mutabakat diğer taraftan Latin Amerika‟da bu
dönemlerde yaşanan toplumsal kargaşaların da kaynağı gösterilmiştir.

Neoliberal reformların hayata geçirildiği daha birçok ülkede, tahmin edilen iktisadi performansın elde
edilmediği, tersine önemli düzeylerde büyüme rakamlarına ulaşan Hindistan, Çin ve Malezya gibi
ülkelerin hiçbirinin ise Washington Mutabakatını takip etmeyen örnekler olduğu belirtilmiştir.

Yine bu başarısızlığın sebepleri arasında ülkelerin gerekli altyapıyı, makroekonomik dengeleri tesis
etmeden, kurumsal yapıları oluşturmadan sermaye ve finans akımlarını serbestleştirmesi olduğunu
söylemektedir. Böylece, belirli bir dönem için kısa vadeli sermaye desteğiyle kalkınan ülkelerin hızlı
büyüyebildiğini, ancak altyapının oluşmadığı için bunun uzun sürmediğini ifade etmektedir.

24 Ocak 1980 tarihinde ekonomi yönetimince uygulamaya konulan kararlar ve bu dönemde ülkede
oluşan siyasi belirsizlik neticesinde, istikrar sağlanması ve ekonomik sorunların giderilmesi amacına
yönelik olarak Türkiye‟nin neoliberal politikalara eklemlenmesi süreci başlamıştır. Yapısal reformlar
neticesinde kamunun devlet içindeki payının azaltılması hedeflenmiştir. Piyasa odaklı ekonomiye
geçişte zaman zaman aksaklıklarla karşılaşılmış olsa da IMF tarafından hazırlanan programlarla

15
Türkiye‟de Washington uzlaşısının öngördüğü politikaların kademeli olarak hayata geçirildiğini
söylemek mümkündür.

2.4 Post-Washington Uzlaşısı Dönemi


IMF ve DB‟nin Washington uzlaşısı etrafında şekillenen katı ekonomi politikalarının Güneydoğu Asya
(1997), Meksika (1994), Rusya (1998), Arjantin (2001) ve Türkiye (1994, 2000 ve 2001) krizlerindeki
başarısızlığına karşın, IMF programlarını uygulamayan Çin ve Hindistan gibi ülkelerin yüksek büyüme
oranlarını yakalaması nedeniyle, IMF gibi kurumlar önemli eleştirilerin hedefi haline gelmiş ve ciddi
itibar kaybına uğramışlardır.

Kaybolan itibarın yeniden tesisine yönelik çalışmalar ve yeni model arayışları Post-Washington
uzlaşısının devreye alınmasının nedenini oluşturmuştur.

Yeni yaklaşım, özünde neoliberal yaklaşımın temel motivasyonlarını benimsemektedir. Ancak; hızlı
büyümeye öncelik verme yerine yoksullukla mücadeleyi ve insani kalkınmayı da dikkate alan bir
kalkınma yaklaşımını içermesi, büyüme ve kalkınmanın yalnızca neoliberal politikaların öngördüğü
piyasacı yaklaşımla sağlanmasının mümkün olmadığı, hukukun üstünlüğü, şeffaf yönetim ve
bürokrasinin geliştirilmesi gibi olgulara atıflar yapılması gibi hususlar Post-Washington uzlaşısının ana
unsurları olarak göze çarpmaktadır.

Post-Washington uzlaşısı sektörel düzeyde reformlara önem vermekte; yargı, eğitim, bütçe reformları
ve sosyal güvenlik sistemini içeren sosyal devlet anlayışının karşısında durmayan öğeler
barındırmaktadır

Post-Washington uzlaşısı serbest piyasayı savunmakla birlikte, piyasada aksaklık olabileceğini kabul
etmekte, bunların aşılması amacıyla devletin müdahalesini kaçınılmaz bulmaktadır.

2.4.1 Post-Washington uzlaşısına getirilen eleştiriler

2.4.1.1 Mali Disiplin

Bütçe açığının azaltılması, kamu borcunun düşük seviyelerde kalması neoliberal ekonominin temel
argümanlarıdır. Piyasanın başıboşluğu, agresifliği ve bireylerin hırsları sebebiyle ortaya çıkan
ekonomik krizler sonucunda sıkı tasarruf tedbirlerini içeren politikalarının geliştirilmesi, bunun
sonucunda krizlerin ortaya çıkışında neredeyse hiç dahli olmayan hane halkının hayat şartlarının
zorlaşmasına neden olunması eleştirilmektedir.

Kamu harcamaları sebebiyle özel sektör yatırımlarının dışlanacağı iddiası da çürütülmüş, aksine kamu
harcamalarının özel kesim yatırımlarını tamamlayıcı bir işlev görebileceği sonucuna ulaşılmıştır

Keza; eğitim, iş gücünün vasıflandırılması ve özellikle önleyici sağlık alanındaki kamu


harcamalarındaki artışın toplumun refahını artıcı etkisinin yanında, neoliberal politikanın amaçladığı
verimliliğe katkı sağlama fonksiyonunu icra ettiği hususları da öğretide ulaşılan bulgular arasındadır

16
2.4.1.2 Vergi Reformu

Doğrudan vergi oranlarını azaltan ve dolaylı vergi oranlarını artıran uygulamalar vergide adaleti
bozduğu gibi gelirin adil dağılımını da engellemektedir.

Monopol ve oligopol kuruluşların egemenlik alanını genişleten, vergi tabanını ücretli emek kesiminin
üzerine yıkan vergi politikaları, sosyal refahın tesisinde ve Post-Washington uzlaşısının öngördüğü
kalkınmanın sağlanmasında bir araç olamayacaktır.

2.4.1.3 Finansal Serbestleşme

Post-Washington uzlaşısı temel olarak finansal serbestleşmeyi savunmaktadır. Uzlaşıya göre, piyasaya
müdahale ancak bir piyasa aksaklığının ortaya çıkması hâlinde makuldür.

Merkez bankalarının bağımsızlığı ile sermaye akımları, faizler ve kredilerin piyasa mekanizmasınca
belirlenmesi gerektiğini savunan yaklaşım konusunda bazı soru işaretleri bulunmaktadır

Serbestleşme; finansal baskıları, finansal kırılganlıkları ve krizleri artırıcı etkiye sahip olduğu
belirtilmektedir.

2.4.1.4 Döviz Kuru

Neoliberal ekonomi politikaları üzerine inşa edilecek ekonomik modellerin döviz kurunun serbest
olmasını gerekli kıldığı ifade edilmektedir.

Gelişmekte olan ülkeler ile büyüme ve ekonomik istikrarı sağlama konusunda yabancı sermayeye
bağımlı olan ülkelerde döviz kurunun devlet tarafından belirlenmesi veya kurun belirli bir bant içinde
hareket etmesine izin verildiği politikalarda ilgili ülkelerin merkez bankalarının döviz rezervinde
önemli azalışlar gözlemlenebilir

Merkez bankalarının bu gibi durumlarda rezervinde yetersizlik söz konusu olduğunda, döviz kurunun
sabit bir seviyede tutulması imkânsız hale geleceği gibi, manipülasyona açık bir döviz rejimi ortaya
çıkacaktır.

Döviz kurunun tam veya ayarlanabilir şekilde dalgalanmasını savunan Post-Washington uzlaşısının
yarattığı riskler ekonomiyi krize açık hale getirmekte, ülkelerin döviz ihtiyacını yoğun düzeye
çıkarmaktadır.

2.4.1.5 Serbest Ticaret ve Doğrudan Yabancı Yatırımlar

Washington uzlaşılarında, ülkelerden ticaretin herhangi bir engele tabi olmaksızın,


serbestleştirilmesinin sağlanması yönünde gerekli önlemleri almaları beklenmektedir.

Küreselleşme karşıtı kesimler buna karşı çıkarken, uzlaşmacı bir tavrın önemini vurgulayarak, stratejik
sektörlerin devlet korumasını hak ettiği görüşünü savunmaktadırlar. Korunma kapsamına alınacak
stratejik sektörlerin nasıl belirleneceği konusunda tartışmalar sürmektedir.

17
Kapitalist ülkelerin arz fazlalarını diğer gelişmekte olan ülkelere ihraç edebilmesinde serbest ticaretin
araç olarak kullanıldığı ileri sürülmekte, gelişmiş ülkelerin az gelişmiş ülkelerden temin ettiği ucuz
ham madde ve iş gücü sonucunda ortaya çıkan ürünleri bu ülkelere çok yüksek kârlılıkla geri sunduğu
noktasında eleştiriler yöneltilmektedir

2.4.1.6 Özelleştirme

Klasik anlamda, özel sektörün işletmecilik ve ticaret konularında kamudan daha verimli çalıştığı iddia
edilebilir. Ancak, özelleştirmenin toplumsal dışsallıklarının sağlıklı olarak ölçülebildiği durumda farklı
sonuçlar ortaya çıkabilecektir.

Sonuç olarak bütün bu yorumlara da dayanarak diyebiliriz ki, Post Washington Mutabakatı, birinci
nesil Washington Mutabakatının „rehabiliteli‟ versiyonudur. Sosyal devlet olgusuna, başta işgücü
piyasaların etkinliğini bozmamak şartıyla müsaade edilmiştir. İktisadi büyümenin tek başına
yoksulluğu azaltmada yeterli olmayacağı anlaşılmış, milli kurumların önemi fark edilmiş ve ancak
devletin ekonomi içindeki varlığı serbest piyasanın insanlığın faydasına olduğu düşüncesi çerçevesinde
kabul edilmiştir. Yine fiyat istikrarı ile tek başına makroekonominde istikrarın sağlanamayacağı ve her
ülkenin ekonomik kalkınmasında kendine has durumlarıyla birlikte ele alınması gerektiği idrak
edilmiştir. “Ancak piyasa ekonomisine sıcak bakmayan yazarlar, iki iktisat politikası grubu arasında
bir fark olmadığını, her ikisinin de neoliberal iktisat politikaları olduğunu belirtmektedir (Gürbüz,
2018).

18
3. Küresel Ekonomik Aktörler: Uluslararası Kuruluşlar ve Politika Araçları

İktisadi küreselleşme çeşitli politikalar aracılığı ile olurken bu politikalar da küresel aktörler tarafından
üretilmektedir. Bretton Woods‟ta 3 uluslararası kurum tasarlanmıştı: İlki bir para fonu, ikincisi
Avrupa‟nın savaş sonrası yeni baştan imarını yapabilecek bir banka ve üçüncüsü de dünya
ticaretindeki daralmasının önüne geçmek amacıyla ticari iş birliğini tesis edecek bir ticaret örgütüdür.

Dünya ekonomisinin kaderini belirleyen Bretton Woods konferansında bu kurumların temeli atıldığı
için bunlara Bretton Woods kuruluşları da denmektedir.

1980‟den sonraki dönemlerde bu kuruluşların önerdiği politikalardan Türkiye, Arjantin, Meksika,


Endonezya, Polonya, Rusya, Yugoslavya, Bulgaristan ve daha birçok ülke fazlasıyla etkilenmiştir.
Uluslararası sermayenin artan gücü, ulus devletlerin ekonomi politikalarını belirleme güçlerini de
etkilemektedir (Gürbüz, 2018).

II. Dünya Savaşı‟ndan sonra IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası
kuruluşlar, çok uluslu şirketlerin küresel alanda etkinliğini arttırmayı teşvik edici roller üstlenmişlerdir.

Uluslararası ticaret, yatırım ve finans alanlarının serbestleşmesi, küresel ölçekte kurumsal bir yapıya
dönüşmeye çalışan kapitalizme yeni bir boyut katmıştır. Doğal kaynakların temini, üretim birimlerinin
yeniden yapılandırılması, yeni pazarlama tekniklerinin belirlenmesi ve teknolojinin önem kazanması
sonucunda bir önceki yüzyıla kıyasla küresel ekonomik aktörler devletlerin gücünü büyük ölçüde
sınırlamıştır.

Vergi, yatırım, ticaret, finans ve sosyal güvenlik gibi devlet merkezli ekonomik politikalar küresel
ekonomik aktörlerin beklentilerine göre uygulanmaya başlamıştır. Bunun temel sebebi ise, ulusal
ekonomilerde istihdamın ve refah düzeyinin artmasının yabancı sermaye girişi ile mümkün
olabileceğidir.

3.1 IMF (1945)


Uluslararası Para Fonu IMF ise 29 ülkenin imzaladığı sözleşme sonucunda 27 Aralık 1945‟te
kurulmuştur. Türkiye de 1947 yılında IMF‟ye katılmıştır.

Fonun gayesi IMF‟yi kuran ana sözleşmenin ilk maddesi içerisinde: “uluslararası ticaretin
genişletilmesi ve uluslararası parasal iş birliğinin teşvik edilmesi” şeklinde belirtilmiştir. Bir ülke,
IMF‟den kredi talep ettiğinde, IMF geri ödenmeyi garantilemek için belli koşullar talep etmektedir.

IMF’nin resmi olarak ilan edilen görevleri;

1. Geçici olarak dış ödemeler açığı bulunan ve ekonomik istikrarsızlık içinde olan devletlere kısa
vadeli kredi vermek,
2. Mali kriz içerisinde olan ülkelere finansal destek sağlamak,

19
3. Üye ülkelerin ödeyemedikleri birtakım borçlarının ödenmesi konusunda aracılık yapmak, yeni
ödeme planları ve borç erteleme anlaşması yapılmasına yardımcı olmak,
4. Üye ülkelerin makro ekonomik ve yapısal uyum politikalarına Dünya Bankası ile birlikte mali
destekte bulunmak,
5. Dış ticaret ve kambiyo rejimlerinin liberalize edilmesinde, üye ülkeleri teşvik etmek ve bu
konuda onlara teknik destek sağlamak,
6. Üye ülkelerin izledikleri kur politikalarını denetleyerek uluslararası mali sistemin düzenli bir
şekilde işleyişini sağlamak

IMF’nin Politika Araçları

IMF denince akla gelen kavramların başında stand by anlaşmaları gelmektedir.

Stand by anlaşmaları; belli bir ekonomik ve politika programına bağlı olarak, ödeme ve geri ödemeleri
belli bir takvim dâhilinde yapılmak üzere talep edilen fon sağlama anlaşmalarıdır.

Bu anlaşmalar aracılığı ile üye ülkelere yapısal uyum programları veya istikrar paketleri sunulur.

İstikrar Paketleri ve Yapısal Uyum Programları, IMF‟nin genel olarak istikrar paketleri acil müdahale
durumlarında kısa vadeli çözümlerde; Yapısal uyum programları ise ekonomik büyümeyi engelleyen
yapısal sorunları çözmeyi amaçlar ve daha uzun vadelidir.

IMF programlarının içeriği şu şekildedir:

1. “Devalüasyon: Borçların ödenmesi için gerekli olan döviz girdisi ihracatla sağlanması. Bunun
anlamı, üretimin ülkenin ihtiyaçlarına göre değil uluslararası rekabet koşullarına göre
yapılanması.
2. Kamu sektörü harcamalarının azaltılması: Ücretleri düşürülmesi, sosyal güvenlik, sağlık,
eğitim gibi alanlarda yaptığı harcamaların kısılması.
3. Kamu sektörü gelirlerinin arttırılması: Özelleştirmeler
4. Sıkı para politikası
5. Yabancı sermaye girişinin kolaylaştırılması için piyasa faiz oranlarının artırılması
6. Ticaretin liberalleştirilmesi (Gümrük kota ve tarifelerinin kaldırılması)

3.2 Dünya Bankası (1944)


Dünya Bankası ise Bretton Woods Sisteminin diğer önemli bir ayağı olarak 1944‟te kurulmuştur.

Dünya Bankası temel gayesi, yoksul insan ve ülkelere yardım etmektir, fakat buna eleştiriler de söz
konusudur.

Dünya Bankası‟nın beş kuruluşu vardır. Bunlardan en önemlisi, Uluslararası Yeniden İmar ve
Kalkınma Bankası (International Bank for Reconstruction and Development-IBRD)‟dır. Dünya
Bankası tabiri de çoğu zaman sadece IBRD için kullanılmaktadır. IBRD‟ye üye olmanın ilk şartı
IMF‟ye de üye olmaktır.

20
Üyelerin IBRD‟deki oylama gücü ekonomik gücüne göre hesaplanan sermaye payına göredir. Bu pay
yüksek olan ülkeler DB‟nin kaynaklarının tahsisinde, projelerin tercihinde fayda-maliyet gibi rasyonel
kriterlerden ziyade politik tercihlerle seçim yapabilmektedirler.

Avrupa‟yı savaş sonrası yeniden düzenlemek için kurulan DB aktif olarak az gelişmiş ülkelerin
kalkınma çabalarına yardım etmek amacıyla faaliyet göstermiştir. Özellikle yoksulluğun azaltılması ve
büyümeye kaynak sağlanması ana görevleri olan DB tarafından sağlanan kredilerin hangi şartlarda
verildiği hususu öteden beri tartışıla gelmiştir.

Dünya Bankasının Politika Araçları;

Dünya Bankasının ülkelerle ilişkisi yapısal uyum kredileri adı altında gerçekleşir. Yapısal Uyum
Kredileri (Structural Adjustment Loan: SAL) ekonomik yapıda değişikliği gerektirecek politikalar için
verilir.

DB‟nın verdiği Yapısal Uyum Kredilerinin ilk öncelerdeki hedefi: ödemeler bilançosu dengesizliğine
çare bulmak ve kalkınma hızını artırmaktı.

Uzun vadeli yapısal uyum kredileri; “İhracata yönelik üretimi desteklemek. Ülkeye döviz girişi
sağlamak. Yabancı sermayeye uygulanan kısıtlamaları kaldırmak. İhracat için, ulusal paranın yabancı
paralar karşısındaki değerini düşürmek. Özelleştirme sürecini başlatmak. Enflasyonu denetim altına
almak” gibi amaçlar gütmektedir.

Eleştiri;

Dünya Bankası ile çokuluslu şirketlerin sıcak ilişkiler kurduğunu, bu kurum ve şirketlerin iş birliği ile
yoksul ülkelere esasında ihtiyaçları olmayan ve bu ülkelere yarar getirmeyen yatırımlar yapıldığını
ifade etmektedir.

Kredi uygulamalarında; özellikle yerel halka negatif etkisi olan, gelir dağılımını bozucu şartlar dikkat
çekmiştir.

Buna ilave olarak, bu küresel örgütün/aktörün yapısındaki sermayeye ve oy dağılımını işaret ederek,
örgütün ABD‟nin çıkarlarına hizmet ettiğini savunmaktadır.

IMF‟nin kredi vermediği ve/veya kaynak sağlamadığı ülkelere DB tarafından da yardım edilmemesi
bir başka eleştiri konusu olmuştur.

1960‟lı yıllarda az gelişmiş ülkelere IMF ve DB tarafından sağlanan krediler yoluyla önemli bir
misyon yerine getirilmiştir. 1980‟ler ise neoliberal iktisadi yaklaşımın yaygınlaştığı bir dönem olmakla
birlikte, borç krizlerinin de dünyayı sardığı yıllar olarak tarihe geçmiştir.

1970‟li yıllar ise, yaşanan petrol krizi sonrasında uluslararası ticaretin canlanması için etkin ödemeler
dengesi sisteminin oluşturulmasına çaba gösteren IMF‟nin görev tanımının anlaşılması bakımından
önemli bir dönem olmuştur

21
3.3 Dünya Ticaret Örgütü
1947‟de 23 ülkece imzalanan ve 01.01.1948‟de yürürlüğe giren “Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel
Anlaşmasının (General Aggrement on Tariffs and Trade - GATT) ana amacı; serbest dış ticaret sistemi
için bir engel teşkil eden gümrük vergilerinin (yani tarifelerin) düşürülmesi, tarife dışı engellerin
kaldırılması veya tarifeye dönüştürülmesi, ayrıca olabilecek diğer engellemelerin ve farklı
muamelelerin kaldırılmasıdır.

GATT çerçevesinde 1986‟da başlayarak 1993‟te tamamlanan Uruguay Round‟u müzakereleri


akabinde, Marakeş‟te imzalanan ve 01/01/1995‟te yürürlüğe giren Nihai Senet içinde yer alan “Dünya
Ticaret Örgütü Kuruluş Anlaşması” ile GATT, yerini artık DTÖ‟ye bırakmıştır.

GATT geçici olarak kurulmuş iken DTÖ‟nün sürekli bir yapı arz etmesi, GATT‟nin tek fonksiyonunun
sadece mal ticareti olmasına karşın DTÖ‟nün hizmet ticaretinin düzenlenmesi ve fikri mülkiyetin
korunmasını da amaçlaması, DTÖ‟nün ek anlaşmalarla esnek bir yapıya sahip olması bir başka ifade
ile üye ülkelerin tüm anlaşmaları kabul etme zorunluluğunun bulunmaması DTÖ ve GATT‟nin temel
farklılıkları olarak sıralanabilir.

DTÖ’nün temel amaçları,

sözleşmede; mal ve hizmet alanında üretimi ve ticareti geliştirmek, tam istihdamı, istikrarlı büyümeyi
ve sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak, bütün tarafların yararı esasına dayalı olarak gümrük
tarifelerinde ve tarife dışı engellerde indirimler sağlamak ve uluslararası ticareti artırmak, hayat
standartlarında artış sağlamak, ticaret anlaşmalarını yürütmek ve anlaşmazlık çıkması hâlinde çözüme
kavuşturmak, ticaret politikalarını gözden geçirmek ve ülkeler arasında iş birliği sağlamak, gelişmekte
olan ülkelere ticaret politikalarını düzenlemede yardımda bulunmak şeklinde belirtilmiştir

DTÖ, uluslararası mal ve hizmet ticaretini serbestleşmesini, ihracata yapılan desteklerin azaltılmasını,
antidamping uygulamalarının önüne geçilmesi gibi pek çok alanda çok taraflı prensip ve kurallarını
hayata geçirilmesinde etkili olmuştur. DTÖ‟nün bugün üyesi bulunan 155 ülke, dünya ticaretinin
%90‟ını etkileyebilecek kararlar alabilmektedir.

DTÖ’nün Politika Araçları

Dünya Ticaret Örgütü‟nün; DTÖ Anlaşma Metinleri ve Çok Taraflı Yatırım Anlaşmaları diye iki aracı
vardır.

DTÖ Anlaşma Metinleri, hassas sektör olarak kabul edilen tarım başta olmak üzere tekstil, fikri
mülkiyet hakları gibi değişik 29 alandaki ayrı metinden oluşmaktadır. GATT, üyeler arasında bir
ayrım yapılmasını yasaklamaktadır. Örneğin Madde-1 „En Çok Kayırılan Ülke‟ fıkrasında bir ülkenin
bir diğer ülke için yaptığı imtiyaz, diğer başka ülkelere uygulanandan daha az olamaz. Bunun başka bir
şekli ise “ulusal muameledir”. Buna göre mallar bir piyasaya girdiğinde en az yurt içinde üretilenler
kadar kayırılabilecektir.

22
DTÖ Anlaşma Metinleri dışında bir de MAI diye bilinen Çok Taraflı Yatırım Anlaşmaları
(Multilateral Agreement on Investment-MAI) mevcuttur. Ancak MAI önceleri DTÖ içinde tanzim
edilmesi düşünülürken bu anlaşma, 130 civarında üye ülkenin ikna edilmesinin güçlükleri göz önüne
alınarak, 1995‟te OECD çatısına alınmıştır.

MAI, uluslararası alanda faaliyet gösteren bir firmaya, anlaşmayı onaylayan ülkenin firmasıymış gibi
hareket etme imkânı tanımaktadır163. MAI ile amaçlanan, uluslararası sermayenin serbest dolaşımını
sınırlayan her türlü engelin ortadan kaldırılması ve bu sermayenin gittiği her ülkede rahatça kâr elde
edebilme şartlarının sağlanmasıdır164. Bu haliyle “MAI, uluslararası sermayenin gittiği ülkede;
üretim, pazarlama, hatta mülkiyet edinme gibi konularda hiçbir denetim ve sınırlamayla
karşılaşmaması konusunda ulusların anlaştığı yasal bir düzenlemedir. Bu şekilde yatırımların
korunması ve dolayısıyla küreselleşmenin yaygınlaştırılması amacıyla çok yönlü bir çerçeve anlaşması
oluşturulmaya çalışılmıştır”.

Anlaşma hükümlerinden bazıları;

 Yerli sermayeye sağlanan ayrıcalıkların aynısının yabancı sermaye yatırımları için de


sağlanmasıdır.
 Anlaşmayı bozacak bir uygulamadan dolayı zarara uğrayacak bir ÇUŞ‟un (Çok uluslu şirket)
ulus devleti uluslararası mahkemelerde dava edebileceği ve tazminat alabilecekleridir.

MAI‟ye dahil olan bir ülke beş sene dolmadan sözleşmeyi feshedemeyecektir. Sözleşmenin
feshedilmesinden sonra 15 sene süre ile MAI hükümleri yürürlükte kalacaktır. Şu hâlde MAI‟ye imza
atılması MAI hükümlerinin en az 20 sene imza atan ülkede geçerli olacağı anlamına gelmektedir.

MAI, hukukî statüsü itibarıyla ulusal anayasa ve mevzuatın üzerinde bir uluslararası anayasadır.
Çünkü genel olarak uluslararası anlaşmalar ulus devlet açısından tüm iç hukuk normlarının
üzerindedir. Ülkemiz açısından da uluslararası anlaşmalar, anayasaya uygunluk itibariyle denetime tâbi
değildirler. Anayasaya aykırı olsalar dahi yürürlükte kalmaya devam ederler. Bu münasebetle MAI‟yi
imzalayan bir ülke kendi iç hukuk normlarını da MAI ile uyumlaştırma durumunda kalmaktadır.

“Ev sahibi ülkeler yabancı sermayeden ihracata katkıda bulunmasını, ekonomiye döviz kazandırarak
sermaye hesabı dengesine katkıda bulunmasını, işsizliğin azalmasına katkıda bulunmasını, teknolojinin
geliştirilmesini veya transferini gerçekleştirmesini bekleyebilir. MAI‟ye göre bunların hiçbirisinin
gerçekleşmemesi imkânı mevcuttur. Çünkü yabancı yatırımcı hiç ihracatta bulunmayabilir, bulunsa
bile elde ettiği dövizi tümüyle dışarıya transfer edebilir, tüm kârını dışarıya transfer edebilir, ihtiyaç
duyacağı işgücünü tümüyle dışardan getirebilir. MAI tüm bunlara hukuken imkân tanımaktadır. Bunun
anlamı, yabancı sermayenin ev sahibi ülkeye hiçbir ekonomik kazanç getirmeme imkânının
bulunduğudur

23
Aşağıda yer alan kaynaklardan derlenerek oluşturulan ders notu niteliğindedir.

KAYNAKÇA
Aracı, M. (2011), Küreselleşme Sürecinde İnsan Kaynakları Uygulamalarındaki Dönüşüm: Kayseri Örneği,
Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.

Ataman, K. (2020), Küreselleşmenin Sosyokültürel Düşünce Yapısının Analizi Ve Türkiye, Sakarya


Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.

Aydemir, C. Ve Kaya, M. (2007), Küreselleşme Kavramı ve Ekonomik Yönü, Elektronik Sosyal Bilimler
Dergisi www.e-sosder.com ISSN:1304-0278 Bahar-2007 C.6 S.20, s.260-282.

Bayar, Fırat, (2008), “Küreselleşme Kavramı ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye” Uluslararası Ekonomik
Sorunlar Dergisi, Sayı.25, s.25-34.

Ceyhan, T. (2016), Küreselleşme Sürecinde Türkiye‟de Yoksulluk Sorunu, Eskişehir Anadolu Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.

Çımrın, F.K. (2009), Küreselleşme Sürecinde Sosyal Bir Hareket Olarak Karşı Küreselleşme Hareketleri/
Türkiye Sosyal Forumu Örneği, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.

Ekren, G.K. (2008), İktisadi Küreselleşme Süreci İçinde Ülkelerarası Kaynak Aktarım Mekanizmalarının
Analizi; Türkiye Örneği, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.

Elçin, Bora, (2012) Küreselleşmenin Tarihçesi.

Günaydın, D (2011), Küreselleşmenin Refah Devleti Sağlık Politikalarına Etkileri: Türkiye Örneği, Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.

Gürbüz, Y. (2018), Küreselleşme Sürecinde Türkiye‟de İşgücünün Yapısal Değişimi: Küresel Aktörlerin Rolü,
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.

Kartal, Zeki (2007), Kavramsal Ve Tarihsel Yönleri İle Küreselleşme, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, 8(2), s.251-264.

Kaya, M. ve Aydemir, C. (2011), Küreselleşmenin Tarihsel Gelişimi, Dicle Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Dergisi, C.1, S.1, s.14-36.

Özaydın, M. (2007). Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ve Avrupa Birliğinde Sosyal Politikalarda Yaşanan
Değişimin Analizi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.

Özkar, S. (2010), Küreselleşme Ve Emek Piyasaları: Profesyonel İşgücünün Yeniden İnşası, T. C. Ege
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.

Şahin, K. (2006), Türkiye‟de Küreselleşme Tartışmaları Işığında Ulus Devlete Bakış, Sakarya Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.

Şavluk, M. (2021), Küreselleşme Sürecinde Türk Dünyasında IMF Politikalarının Ekonomik Analizi:
Kazakistan Örneği, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Doktora Tezi.

24
Ursavaş, N. (2020), Küreselleşme, Demokrasi Ve Ekonomik Performans: Kulüp Yakınsama Analizine Göre
Sınıflanmış Ülkeler Üzerine Ampirik Analiz, Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Doktora Tezi.

https://cdn-acikogretim.istanbul.edu.tr/auzefcontent/20_21_Bahar/guncel_ekonomik_sorunlar/1/index.html#konu-4

https://cdn-acikogretim.istanbul.edu.tr/auzefcontent/20_21_Guz/iktisadi_dusunce_tarihi/1/index.html#konu-2

https://cdn-acikogretim.istanbul.edu.tr/auzefcontent/ders/ekonomik_faaliyetler/6/index.html

25

You might also like