You are on page 1of 183

PROF. DR.

ASUDE
ÇOCUK PSİKOLOJİSİ BİLGİN
Gelişim
Bireyin doğum öncesinden başlayıp ölümüne kadar bedensel, zihinsel, duygusal,
sosyal, ahlaki ve cinsiyet gelişimi bakımından geçirdiği tüm değişim ve
gelişmelerdir.

Gelişim, kalıtım ve çevrenin birlikte etkileşiminin sonucu oluşmaktadır.


Gelişim Alanları
Fiziksel Özellikler
Zihinsel Özellikler
Duygusal Özellikler
Toplumsal Özellikler
Cinsel Özellikler
Gelişimin Temel Kavramları
Büyüme
Olgunlaşma
Hazırbulunuşluk
Öğrenme
Büyüme ya da Fiziksel Gelişim
Bireyin hem bedeninin hem de iç organlarının boy ve ağırlık yönünden artısına büyüme ya da
fiziksel gelişim denilmektedir.

Boyun uzaması,
Organların ağırlığının artması.
Olgunlaşma
Bireyin herhangi bir organının, o organın gerektirdiği işi yapabilecek düzeye erişmesidir.

Öğrenmenin olgunlaşma üzerinde etkisi bulunmamakta olup, kalıtım da etkili olmaktadır.


Hazırbulunuşluk ya da Hazır
Olma:
Bireyin, herhangi bir organının, gerektirdiği işi yapabilecek olgunluk düzeyine gelmesinin yanı sıra, o iş
için gerekli on bilgi, beceri ve tutuma da sahip olmasıdır.

Böylece öğrenme ve yeni bir davranış kazanma gerçekleşebilecektir.

Bireyin belli davranışları, belli dönemlerde kazanabilmesine kritik dönem denir. Birey belli bir
yaş evresinde, bir önceki evreye oranla belli davranışları kazanmaya hazır konumda bulunur.
Bu nedenle bireyin öğrenme yaşantılarını kritik dönemde diğer dönemlere göre daha hızlı
kazanabilir.
Örneğin; bir bebek yaşıtlarına göre daha erken doğmamışsa o bebeğin konuşmasıyla
ilgili kritik dönem 12 ay, 15 ay arasıdır. Bu bebeğin 36 ayda konuşmaya başlaması, o
bebeğin konuşmayla ilgili olarak kritik dönemin geçildiğini gösterir.
Öğrenme
Öğrenme Davranışta Bir Değişikliktir
Davranışın değişmesi, eskiden yapılmayan bir hareketin yapılması, bir görüş ve düşüncenin
benimsenmesi ya da bırakılması anlamına gelir. Bu değişiklik iyiye doğru olabileceği gibi kötüye doğru
da olabilir. Örneğin, bir çocuğun çok yalan söyleyen arkadaşına bakarak yalan söylemeye başlaması
olumsuz bir davranış değişikliği iken, araba kullanan birinin kırmızı ışıkta durması olumlu bir davranış
değişikliğidir.
Davranış Değişikliğinin Gözlenebilir Olması Gerekir
Öğrenmenin kendisi içsel (zihinsel) bir süreç olduğu için doğrudan gözlenmez. Gözlemlenen ancak
bireyin performansıdır (Performans, öğrenilenin gözlenebilir hale dönüşmesidir).
Bu değişikliğin olabildiğince devamlı ve kalıcı olması gerekir.
Davranış değişikliğinin eğitim-öğretim, tekrar ve yaşantılar (deneyimler) sonucu meydana gelmesi
gerekir. Yeni doğan bebeğin ağlaması öğrenilmiş bir davranış değilken, hemşireyi görünce ağlayan
bebeğin davranışı öğrenilmiştir.
Neler Öğrenme Değildir?
1- Geçici davranışlar öğrenme sayılmaz. Hastalık, sakatlanma, yorgunluk, uykusuzluk, ilaç alkol
ya da uyuşturucu gibi nedenlerle meydana gelen ve ortaya çıkmasına yol açan etken ortadan
kalktığında kaybolan davranış değişiklikleri öğrenme kabul edilmez.
2. Büyüme, olgunlaşma sonucu ortaya çıkan değişmeler de öğrenme sayılmaz. Örneğin,
yürüme, süt dişlerinin çıkması, ergenlikte sesin kalınlaşması öğrenme değildir. Olgunlaşmanın
kendisi öğrenme değildir fakat öğrenmenin ön koşuludur.
3. İçgüdü davranışları öğrenme sayılmaz. Örneğin, kuşların belli mevsimlerde göç etmesi, arıların bal
yapması gibi.
4. Refleksler öğrenme değildir. Dıştan gelen bir uyarıcıya karşı meydana gelen istem dışı (otomatik),
basit, oldukça hızlı ve tutarlı bir tepki olan refleksler de öğrenme değildir. (Göz bebeğinin ışığa karşı
tepki vermesi gibi, tozlu bir ortamda hapşırma gibi)
5. Kişiyi belli bir hedefe iten ihtiyaçlar nedeniyle ortaya çıkan, organizmanın yaşamasına ve neslin
devamına hizmet eden iç dürtüler (birincil güdüler) de öğrenme sayılmaz. (Acıkan bir insanın
yiyeceğe yönelmesi gibi)
https://www.psikolojibilimi.gen.tr/ogrenmenin-tanimi-ogrenme-nedir-psikolojide-ogrenme/
Gelişimin Temel İlkeleri

1. Gelişimde bireysel farklılıklar bulunmaktadır.


2. Gelişim kalıtım ve çevre etkileşiminin ürünüdür.
3. Gelişimde belirli yönelimler vardır:
a) Baştan ayağa doğrudur,
b) İçten dışa doğrudur.
c) Genelden özele doğrudur.
4. Gelişim aşamalı ve devamlı bir süreçtir.
5. Gelişim nöbetleşedir. Bir gelişim alanı hızlanınca diğerleri yavaşlar.
6. Gelişim yordanabilir bir sıra izler. Bu sıra evrenseldir.
7. Gelişimde kritik dönemler vardır.
8. Gelişim bir bütündür.
9. Gelişimde telafi yoktur.
Gelişimde bireysel farklar vardır:
7,8 milyar insanın yaşadığı gezegenimizde her insan, diğer insanlarla fiziksel,
duygusal, davranışsal, sosyal vb. alanlarda benzerliklere ve farklılıklara sahiptir. Bu
benzerlik ve farklıklara neden olan iki temel değişken kalıtım ve çevredir.
Kalıtım
Bu değişkenler arasında kalıtımsal özelliklerin ve bu özelliklerin değişimlerini
inceleyen “genetik” alanı kuşkusuz temel bir role sahiptir. Saç, göz, ten rengi,
psikolojik ve fiziksel hastalıkları etkileyen genetik faktörlerin yanı sıra, beslenme,
bakım kalitesi, eğitim gibi “çevresel” faktörler de insan gelişiminde çok önemlidir.
Çevre
İnsan doğum öncesinden başlayıp ölüme kadar devamlı olarak bir çevre içinde
yaşamak zorundadır.
Bireyin iç çevresindeki hücreler, organlar, hormonlar devamlı bir enerji akımı içinde
etkileşim durumundadır.
Bireyin dış çevresinde ise oksijen, ısı, su gibi etmenlerle onu çevreleyen canlı ve cansız
tüm varlıklar bulunmaktadır.
Gelişimde Kalıtımsal Etkiler

Günümüzde bireyin özelliklerinde ve davranış farklılıklarında


kalıtım ve çevresel faktörlerin etkisinin olduğu kabul edilmektedir.
“Ebeveynlerden çocuğa biyolojik özellik aktarımı” (Gerrig ve
Zimbardo, 2014) olarak tanımlanan kalıtım, çevre ile birlikte
gelişime yön verir. Bireyin özelliklerinde ve davranışlarında
“kalıtım ya da çevrenin” hangisinin etkili olduğuna ilişkin
tartışmalar devam etmektedir.
19. yüzyılın ikinci yarısına kadar, insanlar kalıtım konusunda sadece
yüzeysel bir bilgiye sahipti. Antik dönemde, kanın pıhtılaşmama
durumunda ölümcül bir hastalık olan hemofilinin anneden oğula
geçtiği gözlemlenmişti. 18. yüzyıldan başlayarak insan kalıtımının
bilimsel açıdan ele alındığı görülmektedir.
Fransız matematikçi ve filozof Pierre-Louis Maupertuis (1698-1759),
bir ailenin üyelerinin dört nesilden beri ellerindeki parmak sayısının
normalden daha fazla olduğunu saptamış, ayrıca albinizm
(insanların ciltlerinde, saçlarında ve gözlerinde pigment
bulunmaması durumu) olan kişilerin soy ağaçlarını oluşturmuştur.
Joseph Adams (1756-1818), yakın akrabalar arasındaki evliliklerin
genellikle sağlıksız çocukların dünyaya gelmesine neden olduğunu
belirtmiştir.
Johann Gregor Mendel (1822-1884), kalıtımı sistematik bir şekilde araştırmaya başlamıştır
nsan özelliklerinin çoğu,“alel” olarak adlandırılan, biri anneden diğeri babadan alınan bir çift
gen tarafından etkilenir. Genler hakkında hiçbir şey bilmediği halde, 19. yüzyılda yaşamış bir
rahip olan Mendel’in, tek gen çiftli kalıtımın farklı özelliklere sahip bezelyeleri çaprazlama
yöntemiyle melezleştirmesi genetik bilimine çok büyük katkı sağlamıştır (Shaffer ve Kipp,
2014).
Mendel, genlerin bir nesilden diğerine aktarıldığı temel ilkeyi özetlemiştir. Ona göre, dünyaya
gelecek bebek, her bir gen çiftinden birini anneden, diğerini ise babadan rastgele alır.
Ebeveynlerin cinsiyet hücreleri (yumurta ve sperm), genlerin her bir çiftinden sadece bir
tanesini taşırlar (Bukatko ve Daehler, 2004).
İnsanların bireysel özelikleri, beklenen veya öngörülebilir yollarla nesilden nesile taşınır.
Canlıların kalıtsal özelliklerini belirleyen gen yapısına genotip denir. Genotip, organizmaya
ebeveynlerden geçen genetik yapıdır (Gerrig ve Zimbardo,2014).
Bir fenotip ise (saç rengi, göz rengi gibi) dışarıdan görülebilen özelliklerdir (Van Gorp, 2008).
Genetik, kalıtsal özelliklerin ve bu özelliklerin değişimlerinin incelenmesidir.
Bir kız çocuğu dünyaya geldiğinde 2-3 milyon yumurtaya sahiptir. ergenlikte
bu sayı 300-400.000 gibi olur. Ancak üreme çağı boyunca kadınlarda
bu yumurtaların ortalama sadece 400 tanesi kullanılmaktadır. Çoğu
yumurta kullanılmamakta dejenere olarak kaybolmaktadır.
Bir erkek her defasında en az 40 milyon sperm üretmektedir. Şu halde
bir erkek ve kadın bir birleşmede minimumda:
2 milyon X 40 milyon= 80 milyon farklı genetik dizilim olasığında
çocuk sahibi olabilirler.
Kalıtımsal ilkeler
Saç rengi, göz rengi gibi belirli bir fenotipin ortaya çıkmasında bir genotipin
görevi nedir? Aslında bu sorunun tüm cevapları bilinmemektedir. Bununla
birlikte, baskın-çekinik genler, cinsiyete bağlı genler, genetik baskılanma ve
poligenetik olarak belirlenmiş özellikler olarak adlandırılan genetik ilkeler
keşfedilmiştir (Santrock, 2011).
Baskın-çekinik gen ilkesi
Mendel, “baskın (dominant)” adını verdiği bazı özelliklerin sonraki nesillerde
“çekinik (resesif)” adını verdiği özelliklere göre daha çok görüldüğünü
gözlemlemiştir. Bu ilkeye göre, ebeveynlerden birinin baskın genleri diğer
ebeveynin çekinik genlerini baskılayarak, çocuğun baskın geni aldığı
ebeveynine benzemesine neden olur (Shaffer ve Kipp, 2014).
Tablo 2.1: Baskın ve Çekinik Gen Özellikleri (Bukatko ve Daehler, 2004, s. 72)

BASKIN GEN ÖZELLİĞİ ÇEKİNİK GEN ÖZELLİĞİ

Kahverengi göz Gri, yeşil, mavi, ela göz

Kıvırcık saç Düz saç

Normal saç büyümesi Saç dökülmesi

Koyu renkli saç Açık renkli saç

Normal deri rengi Albinizm (Deride pigment olmaması)

Kalın dudak İnce dudak

Kemerli burun Düz burun

Ayrık kulak memesi Yapışık kulak memesi

Gamzeli yanak Gamzesiz yanak


Ayaktaki ikinci parmağın baş parmaktan Ayaktaki baş parmağın ikinci parmaktan
daha uzun olması daha uzun olması

Normal renk görme Renk körlüğü

Hipermetropluk Normal görme

Normal görme Doğuştan göz kataraktları

Retinoblastom (Göz kanseri) Normal göz gelişimi

Normal duyma Doğuştan sağırlık

A grubu kan 0 grubu kan

B grubu kan 0 grubu kan

Rh pozitif kan Rh negatif kan

Çift eklemler Normal eklemler

Kanın normal pıhtılaşması Hemofili


Cinsiyete bağlı genler ilkesi
Cinsiyete bağlı kalıtım, diğer 22 çift kromozomlardan ziyade cinsiyet krmozomlarında yer alan
genlerin özelliklerinden etkilenmektedir (Sigelman ve Rider, 2017). Erkeklerde sadece bir tane
X kromozomu bulunmaktadır. X kromozomunda değişen, hastalık yaratan bir gen varsa X
bağlantılı bir hastalık taşınabilir. Kadınlarda ise ikinci bir X kromozomu olduğu için, kadınların
X bağlantılı hastalığa sahip olmama olasılıkları yüksektir. Sonuç olarak, X bağlantılı
hastalıkları olan çoğu birey erkektir. Hemofili ve frajil-X sendromu, X bağlantılı kalıtım
hastalıklarına örnek olarak verilebilir (Santrock, 2011).
Genetik baskılanma ilkesi
Genetik baskılanma, anne veya babadan geçen bir genin farklı etkilerine bağlı olarak meydana
gelen kimyasal bir süreçtir ve gen çiftinin birini baskılar. Örneğin, genetik baskılanma sonucu,
anneden geçen gen aktif iken, babadan geçen gen aktif olmayabilir ya da tam tersi olabilir.
İnsan genlerinin yalnızca küçük bir yüzdesi genetik baskılanma sürecindedir, bu durum
gelişimin normal ve önemli bir yönüdür. Genetik baskılanma bozulduğunda bir büyüme
bozukluğu olan Beckwith-Wiedemann sendromu ve bir tür kanser türü olan Wilms tümörü
durumunda olduğu gibi gelişim olumsuz etkilenir (Santrock, 2011).
Çok genli kalıtım ilkesi
İnsanoğlunun en önemli özellikleri tek bir gen çiftinden değil, birden fazla çevresel faktörle
etkileşen çok genli kalıtımdan etkilenir (Sigelman ve Rider, 2017). Örneğin, boy, kilo, zeka, deri
rengi, mizaç ve kansere yatkınlık gibi özellikler, çok genli kalıtım sonucu ortaya çıkar. Belirli bir
özelliğe katkıda bulunan gen sayısı arttıkça olası fenotiplerin ve genotiplerin sayısı da hızla
artmaktadır. Boy, zeka veya diğer çok genli özelliklerin kaç tane gen çiftinden etkilendiğini
tam olarak bilinmemektedir (Shaffer ve Kipp, 2014).
Gelişim baştan ayağa doğrudur:
Gelişim içten dışa doğrudur:
Gelişim Ödevleri: Havinghurst
Kritik dönem kavramının öneminden hareketle Havighurst gelişim ödevleri kavramını
geliştirmiştir. Havighurst, bireylerin gelişimlerinin dönemler halinde gerçekleştiğini ve her
dönemde yerine getirilmesi gereken görevler ve kazanılması gereken özelliklerinin
bulunduğunu belirtmiştir. Her dönemin gerektirdiği gelişim görevleri kazanılmadığında, bir
sonraki dönemde kazandırılmaları zor olur. Havighurst bireylerin geçirdikleri yaşam dönemleri
ile bu dönemlerde yerine getirmeleri zorunlu olan gelişim görevlerini şöyle sıralamıştır:
Gelişim Dönemleri ve Görevleri
1. Doğum Öncesi (Prenatal dönem)
a) Ovum dönemi (Germinal dönem) - İlk 15 gün
b) Embriyo dönemi – 2 Hafta- 2 ay
c) Fetus dönemi- 3. aydan doğuma kadar
2. Doğum Sonrası (Postnatal dönem)
a) Yenidoğan dönemi (Neonatal dönem) 0-2ay
Homeostatik denge- yaşam dengesi
b) Bebeklik – 2 yaş sonuna kadar
C) İlk çocukluk- 2-6 yaş Dil gelişimi
d) Son çocukluk 6- 12 yaş Toplumsallaşma
e) Erinlik 12-13 yaş Cinsel gelişimin başlaması
f) Ergenlik 12-18 (20) Kişilik gelişimi
g) Gençlik 20-30 Toplumsal gelişim: İş ve eş seçimi
h) İlk yetişkinlik 30-45 Üretkenlik
J) Son yetişkinlik 45-65 Yaratıcılık ve yöneticilik
k) Yaşlılık 65+ Gerileme
Doğum Öncesi Dönem
Doğum öncesi gelişim döllenme ile başlar ve 266-280 gün devam ederek doğumla sonlanır.

Doğum öncesi gelişim üç döneme ayrılır; germinal dönem, embriyonik dönem, fetal dönem
Germinal Dönem
Döllenmeden sonraki ilk iki hafta içinde yer alır. Döllenmiş yumurta bu dönemde zigot olarak
adlandırılır.
Hücre bölünmesi ve zigotun uterus (rahim) duvarına tutunması germinal dönemde gerçekleşir.
Embriyonik Dönem
Döllenmeden sonraki 2-8 hafta arasındaki dönemdir.
Bu dönemde hücrelerin farklılaşma hızı yoğunlaşır, destek sistemleri ve organlar oluşur.
Hücre kümesi artık embriyo adını alır. Burada canlı artık bir hücre yığını değildir. Organlar
oluşmaya başlamıştır ancak tüm canlıların embriyoları birbirine benzemektedir.
Embriyonun gelişen destek sistemleri amnion, göbek kordonu ve plasentadır.
Amnion; gelişmekte olan embriyonun yüzeceği içi temiz su dolu bir torba gibidir. Nem ve ısı
derecesi açısından olduğu kadar şok geçirmezlik açısından da kontrollü bir çevre sağlar. Göbek
kordonu ve plesenta aracılığıyla da anneden gereklş besin ve oksijeni sağlar.
Göbek kordonu; bebeği plasentaya bağlayan yaşam destek sistemidir. İki atar damar ve bir toplar
damardan oluşur.
Plasenta; içinde anne ve bebeğin küçük kan damarlarının sarmal olduğu disk biçiminde doku
grubundan oluşmuş yaşam destek sistemidir.
Fetal Dönem
2. aydan doğuma kadar (28.-40. haftalar) devam eden dönemdir. Burada artık canlı insan yavrusu
olma yolunda önemli adımlar atmaktadır.
Döllenmeden sonraki 3. ayda fetus yaklaşık 7,6 cm uzunluğunda ve 85 gr ağırlığındadır. Kollarını
ve bacaklarını hareket ettirir, ağzını açıp kapatabilir ve başını çevirebilir. Genital organları
kız/oğlan olarak tanımlanabilir.
4. ayın sonunda fetus yaklaşık 15 cm boyunda ve 113-198 gr. ağırlığındadır.
Yaklaşık bu dönemde bebeğin kol ve bacak hareketleri anne tarafından hissedilir.
5. ayda cilt yapılaşması biçimlenir, 6. ayın sonunda göz kapakları tamamen biçimlenir ve başı ince
bir saç tabakası kaplar. Yakalama refleksi vardır ve düzensiz solunum hareketleri ortaya çıkar.
Doğum öncesi gelişimin son iki ayında yağ dokuları gelişir. Kalp, böbrek gibi çeşitli organ
sistemleri çalışmaya başlar.
▪ Teratojen “normalden farklı, anormal yapı oluşturan” anlamında kullanılır.
▪ Gebelikte teratojen madde “maruz kalınması durumunda bebekte yapısal
bozukluklar yaratan etken” anlamına gelir
▪Hasarın tipi ve şiddeti üç faktöre
göre değişir;
▪Doz
▪Genetik yatkınlık
▪Maruz kalma zamanı (Embriyonik
dönem fetal dönemden çok daha
kritiktir. Çünkü organlar henüz
oluşum aşamasındadır.)
▪İlaç kullanımı; antibiyotik, antidepresanlar,
progestin ve sentetik östrojen gibi bazı
hormonlar ve akne ilacı Accutane…
▪Diyet hapları, yüksek düzeyde aspirin
▪ Kafein: günde 200gr ve fazlası kafein düşük yapma
tehlikesi yaratmaktadır.
▪ Alkol: Fetal Alkol Sendromu
▪ Yüz bozuklukları, kol, bacak,kalp hasarları, öğrenme
güçlüğü, zeka geriliği

▪ Nikotin: Kalp sorunları, DEHB (Dikkat eksikliği hiper


aktivite bozukluğu, Düşük doğum ağırlığı riski
▪ Çevresel tehlikeler: radyasyon, zehirli atıklar, kimyasal kirlenmeler (karbon
monoksit, civa, kurşun)
▪ Ayrıca düşük doğum ağırlığı, anemi, kalp hasarları, beyin hasarları, sarılık ve
doğum sonrası ölüm nedenleri olabilir.
▪ Annenin hastalıkları: kızamıkçık
▪ frengi (cilt hastalıkları ve körlük)
▪ genital herpes (1/3 oranında ölüm, kalanların 1/4ünde beyin hasarı)
▪ Diyabet
▪ HIV/AİDS
▪ HIV virüsü bebeğe üç yol ile bulaşır
1- gebelik sırasında plesenta ile
2- doğum sırasında annenin kan ve vücut sıvıları ile teması yoluyla
3- doğum sonrası emzirme ile
▪ Sağlık, beslenme ve psiko-sosyal gelişim arasındaki etkileşimsel ilişki ve çevresel faktörlerin

etkisi, doğum öncesinden itibaren bebek için önem taşımaktadır.

▪ Bebek doğduğunda sinir sisteminin oluşumu tam olarak tamamlanmamıştır.

▪ Bebeğin sinir sisteminin devam eden gelişimi, çevreyle etkileşimi sonucu gerçekleşmektedir.

Özellikle, erken yasta bebeğin karşılaştığı uyarımların niteliği ve çeşitliliği çok önemlidir.
▪ Gelişimde bazı önemli olayların belirli zaman aralıklarında önemli bir etkiye sahip

oldukları, ancak bu zaman aralıklarından daha önceki ve sonraki zaman


aralıklarında aynı etkiye sahip olmadıklarını ya da daha az bir etkiye sahip
olduklarını söylenebilir.
▪ Anne ve babadan gelen kromozomların kopyalanması sırasında, bazen ortaya

çıkan hatalar, kromozomal bozuklukların ortaya çıkmasına ve bu duruma bağlı


gelişim bozukluklarının oluşmasına neden olmaktadır.
(TRİZOMİ 21)
▪ Down sendromu Down sendromuna, 21 nolu kromozom trizomisi
(kromozomun normalde iki adet olması gerekirken 3 adet olması durumu)
neden olur. Down sendromu, 700 canlı doğumdan birinde görülür . Down
sendromu, yaklaşık 150 yıl önce ilk tanımlanan genetik bozuklukları
arasında yer alır. Down sendromlu bireyler, kısa beden yapısı, kas gücü
gevşekliği ya da yokluğu, kalp kusurları, hormon bezi kusurları, gevşek
kemik eklemleri, küçük bir ağız, zihin geriliği, bodur parmaklı eller,
alışılmışın dışında avuç içi çizgileri gibi yaklaşık altmış değişik semptomun
bazı bileşimlerini gösterirler. Derinin kıvrımlarındaki özellik gözlerde bir
Asyalı bakışına yol açtığı için Down sendromu “mongolizm” olarak
adlandırılmıştır (Gander ve Gardiner, 2004).
▪ Down sendromlu bireylerin 21. kromozomlarında annelerinin
yumurtasından gelen fazladan bir kromozom bulunmaktadır. Bunun nedeni
bilinmemekle birlikte, anne yaşının artmasıyla çocuğunda down sendromu
görülme olasılığının arttığı bilinmektedir. Anne 20’li yaşlarının sonunda ise,
çocuğunun down sendromlu olma riski 1/1000 iken, anne 40’lı yaşlarının
sonunda ise, çocuğunun down sendromlu olma riski 1/50 olmaktadır. Bir
kadının yumurtaları doğum öncesi dönemden itibaren yumurtalıklarında
olmasına rağmen, yumurtalar, yaşlanmanın bir parçası olarak zamanla ya
da X-ray ışınlarına maruz kalma gibi nedenlerle bozulabilir (Kail ve
Cavanaugh, 2015).
▪ Down senndromlu çocuklarda yapılan erken müdahale çalışmalarının
özellikle ince motor, sosyal ve öz bakım becerilerinde gelişim
sağladığı görülmüştür (Guralnick, 1997). Down sendromlu çocuklar,
tıbbi ilerlemeler sayesinde daha önce geçmişte olduğundan daha
fazla süre yaşamaktadırlar. Birçoğu 50, çok azı ise 60 ile 80’li yaşlara
kadar yaşamaktadır. Bununla birlikte, 40 yaşını geçen bireylerin
yarısından çoğu, demansın en yaygın biçimi olan Alzheimer
hastalığının semptomlarını (bulgu) göstermektedir (Berk, 2013).
▪ Edward sendromu (Trizomi 18)
▪ Edward sendromuna, 18 nolu kromozom trizomisi neden olur. Edward
sendromu 10.000 canlı doğumdan birinde, en çok kız bebeklerde görülür ve
iki yaşına kadar % 80-90 ölüm oranına neden olur.

Patau sendromu (Trizomi 13)

Patau sendromuna 13 nolu kromozom trizomisi neden olur. Patau


sendromu, 20.000 canlı doğumdan birinde görülen, yarık damak,
yarık dudak, doğuştan kalp bozukluğu, polidaktili (normalde olması
gerekenden daha fazla sayıda doğuştan parmak) ve ciddi zihinsel
gerilik görülen bir bozukluktur. Hayatın ilk yılında ölüm oranı çok
yüksektir
▪ Yenidoğan normalde ya bir X ve bir Y kromozomu ya da iki X kromozomuna
sahiptir. İnsan embriyolarının canlı olması için en az bir X kromozomu olması
gerekir (Santrock, 2011). Cinsiyete bağlı kromozomal anormallikler gelişimi
olumsuz etkilemektedir. Aşağıda yer alan bozukluklar cinsiyete bağlı kromozomal
anormallikler arasında en yaygın görülenleridir.

▪ Klinefelter Sendromu: Klinefelter sendromu, yaklaşık 500-1000 doğumdan 1’inde


görülen, ek bir X kromozomu (XXY) ile doğan erkeklerde görülen kromozom
anomalisidir. Klinefelter sendromlu erkekler uzun kol ve bacaklara, bazen de
büyük kulaklara ve uzun yüzlere sahiptirler (Sigelman ve Rider, 2017).
Klinefelter’in diğer türleri XXYY, XXXY ve XXXXY’dir (Cummings, 2014). Ergenlik
sonrası düşük testosteron düzeyi, kısırlık, küçük testisler ve göğüs gelişimi en sık
görülen problemlerdir. Zeka düzeyi ortalamadan biraz daha düşük olup, çoğunda
konuşma, dil problemleri ile zayıf okul başarısı görülmektedir.
ÇİFT Y SENDROMU (XYY):
▪ Çift Y sendromlu bireyler erkektir ve uzun boylu olma eğilimindedir. Dış
görünüşleri normaldir (Hartl ve Jones, 1998). Çift Y sendromunun görülme
oranı 1/1000’dir. Çift Y sendromlu bireylerin zeka puanları normal XY
genotipli erkeklere göre ortalamanın bir miktar altındadır ve bu bireyler
kısırlık sorunu yaşamaktadırlar (Freberg, 2010). Bilim insanları bir dönem
bazı çift Y sendromlu erkeklerin fazladan Y kromozomlarının saldırganlık ve
şiddete katkıda bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Daha sonra yapılan
çalışmalarda, çift Y sendromlu erkeklerin diğer erkeklerden daha fazla suç
işlemedikleri görülmüştür (Santrock, 2011). Antisosyal ve suç davranışlarının
kromozom bozukluklarından ziyade düşük zeka puanı ile ilişkili olduğu ileri
sürülmüştür (Freberg, 2010).
▪ Frajil- X sendromu, X-kromozomu üzerinde bulunan FMR-1 adındaki gende oluşan

‘değişiklik’ (mutasyon) sonucunda ortaya çıkmaktadır.

▪ Erkeklerde daha sık olur ve daha sert seyreder. Geniş alın, büyük ve belirgin

kulaklar ve büyük çene gibi yüzde hafif deformasyon görülür. Ayrıca, zeka geriliği,
öğrenme güçlüğü ve otizm özellikleri görülmektedir.
▪ Kadınların normal gelişme ve büyüme örüntüleri için iki X kromozomuna ihtiyaçları vardır
(Cummings, 2014). Turner sendromunda sadece bir cinsiyet kromozomu (X) bulunur ve bu
sendrom, 10.000 kadında 1 görülür. Bir X geni eksiktir ve kişi 45 kromozomludur.
▪ Turner sendromlu kadınların boyları kısa ve boyunları kalındır. Kısırlık problemlerinin yanı
sıra bazı vakalarda böbrek, kalp ve damar bozuklukları da görülmektedir. Uzaysal algılama
ve ince motor becerilerde problem görülmesine rağmen, zekada bir problem
bulunmamaktadır (Pasternak, 2005).
GENETİK BOZUKLUKLAR
▪ Genetik anormallikler düzensiz kromozom sayısının yanı sıra zararlı genler nedeniyle ortaya
çıkabilir. Birçoğu nadir olmakla birlikte, hemofili, kistik fibriyosis gibi 7.000’den fazla genetik
bozukluk tanımlanmıştır.

https://cdn-
acikogretim.istanbul.edu.tr/auzefcontent/19_20_Bahar/gelisim_psikolojisi/3/index.html
▪ Endogami olarak tanımlanan akraba evliliklerinin en önemli
nedenleri; aileye ait mal varlığının dağılmama istemi, aile bireyleri
arasında bütünlüğü, sevgi ve saygıyı koruma, büyüklerin istek ve
sözlerinden çıkamamaktır.

▪ Akraba evliliği sağlıklı olmayan genlerin karşılaşarak frekanslarının


çakışması sonucu genetiksel hastalıkların ortaya çıkma ihtimalini
arttırmaktadır. Özellikle, kalıtımla gecen hastalıkların bulunduğu
ailelerde, akraba evliliğinin gerçekleştirilmemesi daha da önem
kazanmaktadır.
▪ Anne adayının dengeli ve yeterli beslenmesi, hem bebek için hem de anne sağlığı

için önemli bir faktördür.

▪ Özellikle son yıllarda, dengesiz ve yetersiz beslenmenin beyin gelişimini olumsuz

etkilediği üzerinde araştırma bulgularına çok sayıda rastlanmaktadır.


▪ Kan hücrelerinin üzerindeki antijenlere göre, kan grupları belirlenmektedir.

Antijenler, kan hücre yüzeylerinde yer alan proteinler olup bağışıklık sisteminde
cevaba yol açmaktadır. Rh Faktörü kırmızı kan hücresinin (eritrosit) yüzeyinde yer
alan bir protein tipidir.

▪ Bu antijenik yapı ilk defa 1940 yılında “Rhesus” cinsi bir maymunda saptanmıştır. Rh

sisteminde ise eritrositlerin (alyuvarların) yüzeyinde bulunan Rhesus faktörü (Rh


faktörü) adı verilen bir proteinin varığına gore Rh Pozitif ya da Rh Negatifolarak
adlandırılır.
▪ Annenin kan grubu Rh( - ) ve babanın kan grubu Rh( + ) ise Rh

uygunsuzluğu bir diğer deyişle kan uyuşmazlığı söz konusudur. Bu


durumda bebeğin, Rh( +) ya da Rh(-) olması mümkündür. Eğer bebeğin
kan grubu da Rh( +) olursa anne adayının da kan grubu Rh( - ) olduğu
için, ilk bebekte ortaya çıkmasa bile ikinci ve daha sonraki hamilelikler
de annede Rho( D ) antikorları oluşmaktadır. Bu antikorları onlemek
amacıyla doğumdan sonra Anti-D immune globulin (Rho GAM)
uygulanmaktadır.
▪ Anne adayının geçirdiği enfeksiyon hastalıklarından Kızamıkcık

(Rubella), Kabakukalak (Parotitis), Sarılık(Hepatitis), poliomyelit,


suciceği, sitomegalovirus, Sifiliz hastalıkları ilk sıraları almaktadır.
Hamileliğin ilk üç ayında geçirilen Kızamıkçık (Rubella), bebekte kalp
hastalığı, gözde katarakt, sağırlık, diş minesinde bozukluk, fiziksel ve
zihinsel gelişme geriliğine neden olabilmektedir.
▪ Anne adayının yaşının ilerlemiş olması, doğacak bebekte anomali olma sansını
arttırmaktadır. İleri yaşta bebek sahibi olan annelerin Down Sendromlu çocuk
dünyaya getirme olasılıkları daha yüksektir.

▪ Ayrıca, anne adayının yasının ilerlemiş olması nedeniyle annede yaşla birlikte
ortaya çıkan hastalıkların görülme olasılığı artmaktadır.
▪ Hamilelikleri sırasında röntgen ve radyum ısınlarından etkilenen anne adaylarının

bebeklerinde körlük, mikrosefali (beyinin küçük oluşu), anensefali( beyinin


olmayışı), kafa kemikleri kusurları, yarık damak kusurları oluşmaktadır.
▪ Anne adayının alkol kullanması, doğacak bebeklerde fiziksel,

zihinsel ve davranış anomalilerine neden olmaktadır. Bu duruma


“Fötal Alkol Sendromu” denilmektedir.

▪ Erken doğum, gelişim yetersizlikleri nedeniyle düşük doğum, kilolu

bağışıklık sistemi, zayıf bebekler, kalp, eklem, kol ve bacak kusurları


ve zeka geriliklerine anneleri sigara içen ve alkol alan bebeklerde
daha çok rastlanmaktadır.
▪ Doğum sırasında, bebeğin yeterli oksijen alamamasına “perinatal anoksiya”
denilmektedir. Bu durum, plasentanın erken ayrılması, bebeğin ters doğması,
bebeğin boynuna kordon dolanması ve uzun süren doğumlarda ortaya çıkmaktadır.
Bebeğin uzunca bir süre oksijen alamaması beyin hücrelerinde tahribata neden
olmaktadır. Bu durum da beyin felcine, epilepsiye, zeka geriliğine ve diğer bazı
kusurlara neden olabilmektedir.
▪ Doğumdan hemen sonra anne ile bebek arasında oluşması beklenen bağlılık,
▪ Çocuğun beslenme düzeyi,
▪ Anne sevgisi veya yoksunluğu,
▪ Çevredeki uyarıcı zenginliği veya yoksunluğu,
▪ Çocuğun geçirdiği enfeksiyon hastalıklar,
▪ Yaşadığı duygusal şoklar,
▪ Kazalar.
▪ Arkadaş grupları
▪ Kitle iletişim araçları
Doğum Öncesi Faktörler Doğum Sırası Faktörler Doğum Sonrası Faktörler
Kalıtım, Doğum sırasında bebeğin geçirdiği Doğumdan hemen sonra anne ile bebek
travmalar, arasında oluşması beklenen bağlılık,
Kromozom ve gene bağlı hastalıklar ve
özürler, Çocuğun beslenme düzeyi,
Bebeğin doğumunun sağlıksız koşullarda
Annenin yaşı, ve ehliyetsiz kişiler tarafından yaptırılması Anne sevgisi veya yoksunluğu,
ve gerekli önlemlerin alınmaması
Annenin beslenme düzeyi,
Çevredeki uyarıcı zenginliği veya
Annenin kullandığı ilaçlar, yoksunluğu,
Alkol ve sigara kullanımı Çocuğun geçirdiği enfeksiyon hastalıklar,
Madde bağımlılığı,
Annenin radyasyona maruz Yaşadığı duygusal şoklar,
kalması,
Kazalar.
Anne ve babanın kan uyuşmazlığı,
Arkadaş grupları
Annenin geçirdiği enfeksiyon hastalıklar,
Kitle iletişim araçları
Annenin süreğen bir hastalığının olması,

Hamilelik toksemisi,
Annenin duygusal yaşantısı.
KİŞİLİK VE BENLİK
Kişilik= Personality

Latince’de tiyatro oyuncularının yüzlerine


taktıkları maske anlamına gelen “persona”
kökünden gelmektedir.

Kişilik, insanın, konuşma, düşünme, hissetme,


olaylara ve insanlara bakış şekilleriyle doğuştan
getirdiği ve sonradan kazandığı, onu diğer
insanlardan ayıran özelliklerin tümünün
oluşturduğu bir bütündür.
Kişilerden söz ederken "hoş”, "canlı”, "mutlu-mutsuz“,
“kıskanç“, "güçlü" gibi tanımlamalar kullanırız. Burada
anlatılmak istenen, bireyin gösterdiği davranış
özellikleridir.
•Kişilik bireyin süreklilik gösteren, kendine has
özelliklerinin bütününe verilen isimdir.

▪Kişilik, bir bireyin tüm ilgilerinin, tutumlarının,


yeteneklerinin, konuşma tarzının, dış
görünüşünün ve çevresine uyum biçiminin
özelliklerini içeren bir terimdir.
Asıl olan, kişiliğin kendine özgü ve ahenkli bir bütün
olmasıdır
BENLİK
Kişiliği ve davranışları etkileyen faktörlerden biri
de benliktir. Benlik bireyin kendi kendini görüş ve
kavramasıdır. Bu yönden benlik kişiliğin öznel
yanını oluşturur.
Benlik, kişi doğduğu andan itibaren başından
geçen sayısız olaylar ve çevresindeki kişilerin
etkisiyle yavaş yavaş oluşur. Benlik acı ve tatlı
birçok yaşantılar sonunda öğrenilen ve her an
gelişmeye devam eden bir kavramdır. Her yaşantı
her baştan geçen olay benliğe katkıda bulunur.
DUYGUSAL-CİNSEL GELİŞİM
PSİKOSEKSÜEL GELİŞİM KURAMI
Sigmund FREUD
SİGMUND
FREUD
(1856-1939)
Freud’un psikoanalitik kuramının en önemli
yanı ilk kez öne sürülen bilinçdışı kavramıdır.
Freud insan davranışlarını bilinç, bilinç öncesi
ve bilinçdışı olarak üç ayrı nedene
bağlamaktadır.
Bilinç: Algıların ve bilgilerin açık olarak
izlenebildiği, duygu, düşünce, tutumlara ilişkin
haberdarlığın tam olduğu zihinsel süreçtir.
Bilinç Öncesi: Bilince yakın olan, bilince çıkmak
üzere olan düşünce, duygu ve anılardan oluşur.
Bilinçle bağlantılı durumdadır. Bilinçle ilgili bir uyarıcı
bu materyali harekete geçirebilir ve bilince
çıkmasına neden olabilir.

Bilinçdışı: Bilinçli algılamanın dışında kalan tüm


zihinsel süreçleri içerir. Bilinçdışında bulunan
herhangi bir duygu, düşünce ya da tutum bilince
kolayca ulaşamaz. Bunların çoğu dolaylı ve
simgesel anlatım yollarıyla bilince çıkarlar.
Freud bu kavramları bir buzdağı örneği ile
anlatmıştır:
Suyun altında kalan kısım bilinçdışı, su
üzerinde kalan kısım bilinçtir.
Freud bilinçdışının rüyalarla açığa
çıkacağını savunmuş ve hastalarıyla
bunu örneklendirmiştir. O’nun deyimiyle:
‘Rüyalar bilinçdışına giden kraliyet
yoludur.’
Freud kişiliği üç katmanda ele
almıştır:

İd
Ego
Superego
İD: Doğuştan getirdiğimiz ilkel kimliğimizdir ve bilinçdışının önemli
bölümünü kapsar. İd iki enerjiyle çalışır: Libido ve destrado

Libido yaşam enerjisidir. Yaşamın devamıyla ilgili enerjiyi bu kişilik


parçasından alırız. Cinsel enerji de yaşamı devam ettirmenin bir yolu
olarak elbette id’den beslenmektedir. Libido tamamen haz ilkesi ile
çalışmaktadır.

Destrado ya da Thanatos ölüm enerjisidir. Freud’un ifadesiyle


“Yaşamın bütün amacı ölümdür.” Şu halde denilebilir ki içimizde bizi
yaşatmaya çalışan bir enerji olduğu kadar öldürmeye çalışan bir enerji
de vardır. Destrado çevreye yönelerek saldırganlık biçimini alır.
Ego: Ego akıllı mantıklı kimlik parçamızdır. Doğuştan vardır
ancak henüz gelişmemiştir. Zamanla id’den evrilerek gelişir.
Ego kişiliğin gerçekçi parçasıdır ancak gene de gücünü
id’den alır. Egonun görevi kendi içinde ve dışında kişiliği
uyum halinde tutmaktır. İd ve superegonun gerçekçi
olmayan isteklerini dengelemeye, uygun olmayanları
bilinçdışında tutmaya çabalar. Böylece id ve superego
arasında uzlaşma zemini hazırlar.
Superego: Superego toplumsal kimlik parçamızdır ve
doğuştan gelmez. Tamamen içinde yaşadığımız çevre
tarafından aktarım yoluyla yapılandırılır. Yaklaşık 11-13
yaşlarında belirginleşmeye başlar. İd’in özellikle
toplumun hoş karşılamadığı cinsellik ve saldırganlık
isteklerini bastırmak temel amacıdır. Mükemmellik
ilkesiyle hareket eder. Vicdan olarak da düşünebiliriz.
İd kişiliğin biyolojik bölümünü, ego duygusal
superego de toplumsal bölümünü oluşturur. Kişilik
egonun denetiminde bir bütün olarak işler. Freud
kuramında id ve superego arasındaki bilinçdışı
çatışmalara dikkat çeker. Bu bir anlamda bireyin
toplumsal kurallarla yaşadığı çatışmalarla ilgilidir.
Freud’un Kişilik Tipleri

İd, ego ve süperegonun bireyin kişiliğindeki farklı


yansımaları bilinçdışı gibi çok çarpıcı bir kavramla
yola çıkan psikoanalitik kuramın temelidir. Bu
yaklaşıma göre kişilik asal olarak 0-6 yaşın arası
biçimlenir. İd, ego ve superego üçlüsünden
herhangi birisi daha etkin olduğunda üç kişilik tipi
ortaya çıkar: Erotik, Obsesif and Narsist kişilik.
Herkes bu üç kişilik tipine ilişkin unsurlara sahip
olmakla birlikte daha çok tercih ettiği kişilikle anılır:
“Erotik tip” Erotik tipin temel motivasyonu
sevmek ve sevilmektir. Başkalarının iyiliği için
uğraşırlar ve onlar tarafından kabul edilmek için
çırpınırlar. Tam da bu nedenle arkadaşlarıyla
çatışmaya girmekten kaçınırlar. Freud’un
tanımıyla “sevgi kaybetme” korkusuyla yaşar ve
özellikle kendisinden sevgiyi sakınanlara bağımlı
kalırlar. İd tarafından yönetilirler. Öğretmen,
hemşire, sosyal hizmetlerle ilgilenen kişilerin
erotik tip olduğunu söylemek olasıdır. Başkaları
ile olmaktan hoşlanır ve kalabalığı severler.
“Narsist tip” bu özelliklerin tam tersi özellikler taşır. Temel
motivasyonları kendilerini sevmektir. Cesur, hayalci ve çekici
davranışlarla insanları etkilemeye çalışırlar Sevilmek değil hayran
olunmak isterler. Son derece azimlidirler. Bu onları bazen iyi bazen
de zor durumlara sürükler. Büyük liderler genellikle bu kişilik
tipindendir. Çünkü büyük fikirleri hayal eder ve harekete geçirme
güç, cesaret ve azmi kendilerinde bulurlar. Narsistlerde superego ve
ego arasında farklılık yoktur.
- Kusuru başkalarına atar
- Başkalarıyla ilişkilerinde kendini beğenir
- Kendisiyle ilgili endişelerinin farkında değildir. Kendisinden
memnundur.
“Obsesif tip” takıntılı bir zihinle yaşar ve
vicdanıyla mücadele eder. Obsesifler superego
tarafından yönetilirler. Bu nedenle özenli, işine
bağlılardır ve yüksek ahlaki standartlara
sahiplerdir. Kendilerinin ve çevresindekilerin
gelişmesinin en temel koşulunun kural ve
emirlere uymak olduğuna inanırlar. Büyük
yöneticiler genellikle bu kişilik tipinin
özelliklerine sahiptir, çünkü bu tipler eleştirel,
dikkatli ve ihtiyatlıdır. Kolay kolay etkilenmez,
obsesif ve rasyonel olmakla övünür, basit
olayları karmaşık bir biçimde yorumlarlar.
California’da yapılan bir ankette farklı bireylerden
yukarıda sözünü ettiğimiz kişilik tiplerine örnek
vermelerini istenmiştir. Farklı bireylerin ayrı ayrı
yapmış oldukları tanımlar, oldukça yüksek bir ilişki
göstermiştir. Bu bulgular, Freud’un kişilik tiplemesi
konusunda insanların ve uzmanların fikir birliğinde
olduğu kanıtlamıştır
Savunma mekanizmaları
Savunma mekanizmalarının çok kullanılması bazı bozuklukların ortaya çıkmasına neden
olabilir. Belli başlı savunma mekanizmaları şunlardır;
Bilinçaltına Bastırma: ...
Yansıtma: ...
İnkar: ...
Yön değiştirme: ...
Mantığa Bürünme: ...
Özleştirme: ...
Özdeşleşme: ...
Yüceltme:
Freud tarafından geliştirilen Psikanalitik Kurama göre,
çocukların kişilikleri bazı psikoseksüel dönemlerden
geçerken şekillenir ve cinsel gelişim bu sürecin temelini
oluşturur. Bu psikoseksüel dönemler aşağıdaki gibidir:
1. Oral Dönem 0-1.5 yaş
2. Anal Dönem 1.5 -3 yaş
3. Fallik Dönem 3-6 yaş
4. Latent Dönem 6-12 yaş
5. Genital Dönem 12-18 (20) yaş
Oral Dönem (0-18 ay)
Dönem adını Latince ‘Ore= Ağız’ kelimesinden alır. Oral ağızla ilgili demektir.
Oral dönem doğumdan onsekiz aya kadar olan yaşam sürecini kapsamaktadır.
Oral dönem bebeğin annesine en bağımlı olduğu ve onun bakımına en fazla
gereksinim duyduğu dönemdir. Bu dönemde haz alma kaynağı ağız bölgesidir.
Çünkü çocuk emme refleksi ile doğmuştur ve emme hayatta kalmasının tek
yoludur.
Oral dönem ikiye ayrılır:
Oral pasif dönem 0-6 ay: Dişler olmadığı için tek eylem emmedir.
Oral aktif dönem 6 ay-1,5 yaş: Dişler çıkmaya başlayınca kaşıntı ve acıyı gidermek
için emmeye ısırma eylemi de haz veren bir eylem olur.
Bebek zamanının çoğunu emerek ve ısırarak geçirir. Bu
dönemde bebeğin isteklerinin sağlıklı bir şekilde
doyurulması, onun annesine ve dış dünyaya güven
duymasına yol açar. Bebeğin yeterince doyurulmaması ya da
aşırı doyurulması ise anneye ve çevreye karşı güvensizliğe
sebep olur. Eğer oral dönem emme isteğinin uygun şekilde
doyurulmasıyla tamamlanmazsa ‘oral takıntı
(fiksasyon)’oluşur.
Oral takıntı yaşamın sonraki yıllarında kişinin sıkıldığı
anlarda ağız yoluyla doyum aramasına yol açacaktır. Bu
durum bireyde çocukluk döneminden başlayarak, tırnak
yeme, sürekli sakız çiğneme, kalem tepesini
ısırma, küfürbazlık, sigara tiryakiliği, çok yemek yeme , çok
konuşma bağımlı kişilik yapısı gibi sonuçlar doğurabilir.
Anal Dönem (18 ay–3 yaş)
Dönem adını Latince ‘Anüs= Makat’ kelimesinden alır. Anal makatla
ilgili demektir.
Bu evrede odak noktası anal bölgedir. Bu dönemin özelliği superego
gelişiminin başlamasıdır. On sekiz ay- üç yaş arasında devam eden bu
dönemde çocuk olgunlaşma sonucu anüs kaslarını kullanarak dışkısını
tutma ve verilen tuvalet eğitimi sonucu da kendini denetlemeyi ve
annesi tarafından uygulanan kurallara uymayı öğrenir. Bebek
başlangıçta kalın bağırsak ve idrar yollarındaki adalelerini kontrol
edemediği için idrar ve dışkısını da kontrol edemez.
Tuvalet eğitimi sırasında sert ve cezalandırıcı anne-baba
tutumları Freud’un ‘anal takıntı (fiksasyon)’ adını verdiği
duruma yol açacaktır.
Örneğin; eğer temizlik eğitimine onsekiz–yirmidört ay yerine
altıncı, yedinci aylarda başlanırsa bu çocuklarda ağır
obsesyonel eğilimler, aşırı korkaklık gibi kişilik bozuklukları
görülebilir. Zaten tuvalet eğitimi fizyolojik olarak ancak 18
aydan sonra başlayabilir. Daha önce çocuk büyük kaslarını
kontrol edemez.
Annenin tuvalet eğitimi sırasında katı disiplin kuralları
uygulaması çocuğun ilerde inatçı, cimri, bağımlı bir karakter
geliştirmesine sebep olmakta, kronik kabızlık da genellikle
duruma eşlik etmektedir. Çünkü tuvalet eğitimi sırasında
cezalandırılan çocuk korkmakta ve kasılmaktadır. Bu kasılma
her konuda anal takıntılı kişiliğe eşlik etmektedir.
Sağlıklı bir tuvalet eğitimi ise çocuğun daha bağımsız, daha
girişimci, inatçı olmayan bir karakter geliştirmesini
sağlamaktadır.
Tuvalet eğitiminde ilgisizlik ise psikopatiye kadar uzanabilecek
davranış bozukluklarına yol açacaktır.
Öncelikle, anne ve babalar, çocuklarına tuvalet alışkanlığı
kazandırırken, özverili ve sağduyu sahibi olmalıdırlar. Anne ve
babanın çocuğa yaklaşımı son derece sabırlı ve sevecen olmalıdır.
Eğer anne ve babalar, tuvalet eğitimi sırasında çocuklarına baskıcı
ve zorlayıcı ya da ilgisiz tutumlar gösterilirlerse, ilerde bu
çocukların bazıları yataklarını ıslatan yani enüresisi olan çocuklar
ya da büyük tuvaletini altına yapan yani encopresisi olan çocuklar
olabilirler. Bazı çocuklarda da çeşitli duygusal sorunlar ve davranış
bozuklukları görülebilir.
Bu nedenle çocuğu doğru davranışında onaylamak ve yanlış
davranışı geribildirmek, asla cezalandırmamak en sağlıklı yoldur.
Fallik Dönem (3–6 yaş)
Dönem adını Latince ‘Phallus= Erkek cinsellik organı’
kelimesinden alır.
İlk iki dönemde; her iki cins için de Freud’un deyimiyle
anne ilk aşk nesnesi iken, bu dönemde iki cinsin cinsiyet
gelişimleri farklılaşmaktadır. Bu dönemde çocuklar kendi
cinsiyetini ve karşı cinsi keşfetmeye başlar ve yetişkinleri
model alarak cinsiyet rollerini kazanmaya başlarlar. Ayrıca
bu dönemde çocuklar yetişkinlerin değer sistemlerini de
içselleştirmektedirler.
Cinsiyet Kimliğinin Kazanılması
Çocuklar, kişiliklerini geliştirirken karşılaştıkları gelişim görevlerinden biri de
uygun erkek ya da kadın rolünü öğrenmeleridir.
Cinsiyet rolü kavramı; kadın ve erkeğe özgü davranışlar, tutumlar, değerler,
düşünme biçimleri, konuşma, oturma, yürüme, giyinme ve bireyin bedenini
süslemesiyle ilgilidir.
Cinsiyet kimliği, bireyin kadın ya da erkek olmak konusundaki algısı ve
başkalarının cinsiyetlerini tanımasıyla ilgili konudur.
Çocuklar gelişimleri süresince kendi cinsiyet kimliklerini kadın ya da erkek olarak
anlayabilmeyi öğrenir, bu iki rolü nelerin oluşturduğuna ilişkin kavramları geliştirir
ve bunlara uygun davranışları benimserler.
Cinsiyet rollerinin benimsenmesinde, içinde yaşanılan toplumun etkisinden başka,
çocukların geçirdikleri psikoseksüel gelişim evrelerinin de etkisi bulunmaktadır.
Bu dönemde adını mitolojik kahramanlardan
alan iki farklı karmaşa yaşanır:

Oedipus karmaşası (kompleksi)


Electra karmaşası
Oedipus karmaşası, Sigmund Freud'un kurucusu
olduğu psikanalitik teoriye göre karşı cinsteki
ebeveyni sahiplenme ve kendi cinsinden ebeveyni
kıskanma ve safdışı etme konusunda çocuğun
beslediği duygu, düşünce, dürtü ve fantezilerin
toplamıdır. Freud'a göre her çocuğun ilk aşkı karşı
cinsteki ebeveynidir.
Erkek bebeğin sürekli annesine şımarması,
babasının annesiyle ilgilenmesinden rahatsız olup
ağlaması veya araya girmesi örnek olarak verilir.
Bir başka ifadeyle erkek çocuk anneye düşkün olur, babayı
kıskanır, bundan dolayı da suçluluk yaşar. Bu karmaşık
duygulara Oedipus karmaşası denir.
Daha sonraları ise çocuk, annesine ulaşmanın ve onun
sevgisini kazanmanın yolunun babası gibi olmaktan
geçtiğini fark ederek babası ile özdeşim kurar ve onu taklit
etmeye başlar. Babası ile özdeşleşen erkek çocuk da
cinsiyet kimliğini erkek olarak kazanır. Bu da erkek
çocukların yaşamış olduğu oedipus karmaşalarının
çözülmesi ve sağlıklı cinsel kimlik kazanımını beraberinde
getirir.
Bunun tersi de kız çocukları için Electra karmaşasında yaşanır.
Kız çocuk babaya yaklaşır, anneyi kıskanır, bundan dolayı da
suçluluk duyar. Bu karmaşık duygulardan dönemin sonuna
doğru anneye yaklaşarak ve onunla özdeşim kurarak çıkar.

Freud’a göre; kız ve erkek çocukların bu dönemi başarılı bir


şekilde aşamamış olmaları onların yanlış cinsiyet kimliği
edinimlerine ve psikolojik rahatsızlıkların oluşumuna neden
olabilmektedir.
Latent Dönem (6–11 yaş)
Gizil ya da örtülü dönem olarak da adlandırılan bu
dönemde çocuk okula başlamasıyla birlikte enerjisini
daha çok öğrenme ve oyun etkinliklerine yöneltmekte
ve öğrenmeye ilişkin beceriler edinmektedir. Ayrıca
bu dönemde çocuklar, hem kendi hem de karşı
cinsten cinslerinden çocuklarla bir arada oynamaktan
hoşlanır. Çünkü bu dönemde belirgin bir problem
alanı yoktur. Gelişimin rahat evresidir.
Genital Dönem (11 yaş ve yukarısı)
Bu dönem ergenlik dönemini kapsar ve çocuğun bu
dönemi başarılı bir şekilde atlatabilmesi için karşı
cinsten ve kendi cinsinden sağlıklı ilişkiler kurması,
grup etkinliklerine katılması, yaşamıyla ilgili gerçekçi
amaçlar edinmesi ve mesleğini belirlemesi gerekir.
Kısaca, kimlik gelişimini sağlıklı yapabilmesi
gerekmektedir. Bu da sancılı ve uzun bir süreçtir.
Dönemin sonunda bir ergen bir yetişkin olur.
Doç. Dr. Tülin Şener
Giriş
 Biliş insanların dünyayı öğrenmeleri ve
anlamalarına-anlamlandırmalarına kaynaklık eden
zihinsel faaliyetleri ifade eder.
 Bilişsel gelişim, bireylerin zihinsel yapı, becerileri
ve süreçlerindeki değişimleri konu alır.
JEAN PIAGET
 Jean Piaget 1896 yılında İsviçre’de
doğdu. Piaget insanın bilişsel
gelişimi konusunda öncü
çalışmalarıyla bilinir.
 Kuramını önce Stanford-Binet
laboratuarlarında çalışırken, sonra
da kendi çocukları ve diğer
çocuklarla 50 yılı aşkın bir süre
boyunca yaptığı titiz çalışmaları
neticesinde oluşturdu.
 Piaget çocukları doğar doğmaz
herşeyi bilmeye ve öğrenmeye
kapasiteleri olan aktif birer varlık
olarak ele alır.
Bilişsel Gelişim Kuramının Temelleri
 Dengeleme kavramı kuramın temelini oluşturur. Piaget
biyolojik yapı ve organizmalarda olduğu gibi insan zihninin
de gelişiminin temelinin denge arayışı olduğuna inanır.
 Bilindiği gibi bir dokuda yer alan hücrelerde herhangi bir
madde eksildiğinde dengesinde bir bozulma olur ve
yeniden denge sağlamak için bu maddeyi temin ederler.
 Piaget biyolojide hemeostasis (denge) olarak bilinen bu
dinamiği zihnin işleyiş ve gelişiminde de temel mekanizma
olarak nitelendirir.
Temel kavramlar…
 Yine tıpkı biyolojide olduğu gibi, insan da uyum
(adaptation) sağlama eğilimi ve yetisine sahiptir.
 Piaget’ye göre insanın zihinsel gelişiminin temeli
biyolojik olgunlaşma sürecine dayanır. Bu nedenle
yaşa paralel bir gelişim gösterdiğimiz kanısındadır.
 Piaget çocukların aktif “düşünürler” olduğunu ve
sürekli olarak dünyayı anlamalarını ilerletmek
çabasında olduklarına inandı.
Temel Kavramlar…
 Piaget bu “anlamaları ya da anlamlandırmaları” bilişsel
dünyamızın yapı taşları olarak nitelendirdi ve bunları
şema (schema-schemata) terimiyle ifade etti. Şemalar
en küçük bilişsel tasarımlarımızdır.
 Piaget yaşamı sürekli bir şekilde yeniden
anlamlandırmamızın dünyayı zihnimizde organize
etme eğiliminde olduğumuzu savunur. Yani, bir şema
zihinde dağınık olarak kalmaz, birbirleriyle ilişkili
olanlar sürekli olarak eşgüdümlenirler, böylece daha
üst düzeyde yeni şemalar oluşturulur. Aynı bir
bilgisayardaki dosyaları klasörlerle düzenlememiz
gibi…
Temel Kavramlar…
 Piaget’ye göre insanlar var olan şemalarına uygun
olmayan durum ve bilgilerle karşılaştıklarında zihinsel
dengeleri bozulur.
 Bu dengeyi tekrar oluşturmak için bütün hayatımız
boyunca öğrenmelerimize eşlik eden değişmez işlevler
kullanırlar. Bu işlevler uyum sağlama ve örgütlemedir.
Temel Kavramlar…
Özümleme
Uyum sağlama iki yolla çalışır
Uyma
 Özümleme: Eğer yeni bilgi ya da yaşantıyı eski şemalara
yerleştirmek dengeyi sağlayamıyorsa- var olan şemaları bu
yeni bilgiyi değiştirerek içe almaya denir.
 Örneğin, ilk defa kalem gören bir çocuğun kalemi hemen
emmek için ağzına götürmesi bir özümlemedir.
 Uyma: Yeni gelen bilgi nedeniyle oluşan dengesizlik
nedeniyle organizmanın kendi içinde değişiklik
yapmasıdır. Böylece yeniden denge sağlanır.
 Örneğin, kalemi ağzına götüren çocuğun onun süt vermeye
değil ama diş kaşımaya yaradığını farketmesi bir uymadır.
Örgütleme ise bu bilgi parçalarının birbirleriyle
ilişkilendirilmesi, eşgüdümlenmesidir.
Gelişimin Kaynağı
 Piaget kalıtım ve çevre etkileşimini savunsa da,
kuramın temelinde biyolojinin etkisini görmek
olanaksızdır.
 Yine de bütün canlı organizmaların kendi kendini
düzenleme yeteneğine sahip olduklarını ve bu
mekanizma sayesinde hayatta kaldıklarını savunur.
Bu uyum sağlama yeteneğinin de kalıtım ile çevre
arasındaki temel etkileşim olduğuna inanır.
Piaget’ye göre bilişsel gelişimin en temel amacı
uyum-adaptasyondur.
Bilişsel Gelişim Evreleri:
 Piaget insanın düşünme ve dünyayı
anlamlandırmalarının niteliksel olarak birbirinden
farklı olan 4 dönemden geçerek oluştuklarını savunur.
Bu evreler sırasıyla:
1) Duyu-devinim (duyusal-motor) dönemi (0-2 yaş)
2) İşlemöncesi dönem (2-6 yaş)
3) Somut işlemler dönemi (6-11 yaş)
4) Soyut işlemler dönemi (11 +)
 Piaget çocuklara çocuklardan problemler çözmeleri
sorup-çocukların çözümlerinin nasıl bir mantıksal sıra
izlediklerine baktı.
Duyusal-Motor Dönem (0-2 Yaş)
 Piaget bebeklerin doğuştan reflekslerle doğduklarını ileri
sürer.
 Bebeklerinin çevreye uyum amacıyla bu refleksleri kullanır
ve kısa sürede bu refleksler yapılandırılmış daha anlamlı
şemalara dönüşürler.
 Bu dönemde bebekler kendi bedenleri ile çevre arasında
ilişki kurmaya çalışırlar. Bunu giderek gelişen duyu
organları aracılığıyla yaparlar.
Duyusal-Motor dönem

 Piaget bu döneme duyusal-motor dönem adını


vermiştir çünkü ilerideki zihinsel etkinliklerin temeli
sayılan bu yaşantılarda temel araç duyusal ve motor
yaşantı ve etkinliklerdir.
 Bebek bu dönemde hızlı bir biçimde bellek
oluşturmaya başlar.
 Taklit belleğin oluşumunda etkilidir.
 Refleksler giderek amaçlı davranışlara dönüşmeye
başlar.
Duyusal-Motor Dönem
 Bebek sayısız deneme sonucu dışsal dünya ile
kendisinin birbirlerinin uzantıları olmadıklarını ve ayrı
olduklarını fark eder. Anneden giderek ayrışmaya
başlar!

 Yine bebekler bir nesnenin elle yer değiştirebileceğini


(nedensellik kavramı) kavrarlar.
Nesne sürekliliği
 Nesnelerin gözden kaybolmalarına rağmen yok
olmadıklarını anlamaya nesne sürekliliği denir. Bu
dönemin en büyük zihinsel kazanımı nesne sürekliliğini
anlamış olmaktadır.
Duyusal Motor Dönem (0-2 Yaş)
 Nesne sürekliliğini kazanan bebek motor
becerileriyle sayısız denemeler yaparlar. Bu
denemeler kendilerine veri toplarlar. Bize basit gibi
görünse de, her bir davranışın sonucunda neler
olabileceğine dair yaşantı biriktirirler. Bu
denemeler yoluyla ulaşamayacağı uzaktaki
oyuncağına ulaşmak için bir sopa
kullanabileceğini öğrenir.
İşlem-öncesi Dönem (2-7 Yaş)
 Piaget bu dönemi diğer dönemlerden farklı olarak
bir çocuğun yapabildikleri ile değil, zihinsel
sınırlılıklarıyla açıklar. İşlemler toplama, çıkarma
gibi geri dönüşü olan zihinsel eylemlerdir. Küçük
bir çocuk bu dönemde henüz işlem yapmaya
zihinsel olarak yeterli değildir, bu nedenle
dönemin adını işlem-öncesi olarak belirlemiştir.
İşlem Öncesi Dönem (2-7 Yaş)
 Bu dönemdeki öğrenme yaşantılarının meydana
gelmesi için aşağıdaki nörolojik özelliklerin
mevcut olması şarttır:
 İlkel düzeyde de olsa motor, görsel, işitsel ve
kinestetik refleksler
 Motor tepkide bulunma kapasitesi ve dengeli bir
beden duruşu (duyusal bilgilerin doğru
algılanmaları için)
 Bilgi depolayabilmeye uygun bellek
 Belli bir olgunlaşma düzeyinden sonra, kimi
şeyleri taklit edebilme yetisi
İşlem Öncesi Dönem (2-7 Yaş)
 Bu yaş çocuklar ben-merkezcidir ve başka birinin
gözüyle olaylara bakamaz.
 Bu benmerkezcilik o derecededir ki, telefonda işteki
annesiyle konuşan bir çocuk kendisine “anne bak,
kırmızı elbisemi giydim” diyebilir ve kendisinin
gördüğü şeyi annesinin de görebileceğini zanneder.
 İşlem öncesi dönemdeki çocuk bazı zihinsel görevleri
başarmada yetersizdir.
 Tersine çevrilebilirlik, olayların, durumların,
düşüncelerin zihinsel olarak başlangıçtaki noktasına
dönmesidir.
 Odaktan uzaklaşma, herhangi bir durumun, olayın,
olgunun birden fazla özelliğine dikkat edebilme
becerisidir.
 Bu dönemde çocuklar olayları zihinsel olarak tersine
çeviremezler ve odaktan uzaklaşamazlar….
 Bu nedenle de korunum problemini çözmede yetersiz
kalırlar.
 Korunum ilkesi “herhangi bir nesne ya da nesne
grubunun fiziksel biçimi ya da mekândaki konumu
değiştiğinde, nesnenin miktar, sayı, alan, hacim vb.
özelliklerinin değişmeyeceği ilkesidir”.
İşlem Öncesi Dönem (2-7 Yaş)
 Düşüncelerinde cansız nesnelere canlılık atfetmek
(animizm) ve doğa olaylarına birilerinin sebep
olduğunu düşünmek (yapaycılık) söz konudur.
 Oyuncak bebeğini canlıymış gibi beslemek, ya da
aydede bizi takip ediyor demek gibi.
 Buna eşlik eden hayali arkadaşları ve sembolik
oyunları vardır. Örneğin bir çubuğu at olarak
kullanmak ya da annesi gibi telefonda konuşmak.
İşlem Öncesi Dönem (2-7 Yaş)
 Dil öğrenmeye ve sembollerle düşünmeye başlar
 Mantık yürütebilir ancak olayları sadece bir
yönleriyle düşünebilir (renkli üçgen, kare ve
dikdörtgenleri sınıflandırırken, bunları en belirgin
özellikleri olan renkleri göz önünde bulundurmak
gibi)
Somut İşlemsel Dönem (7-11 Yaş)
 Bu çocukların düşünüşleri kendilerini çevreleyen
fiziksel gerçeklikle ve “şimdi ve burada” ile
sınırlıdır.
 Dolayısıyla uzak geleceğe ya da varsayımsal olarak
akıl yürütemezler.
 Bir önceki dönemdeki çocuklar da kendilerine
verilen farklı uzunluktaki çubukları sıralayabilirler
ancak bunu yaparken sık sık çubukları yan yana
getirerek boylarını kıyaslarlar.
Somut İşlemsel Dönem (7-11 Yaş)
 Somut işlemsel dönemde böyle bir kıyaslamaya ihtiyaç
duyulmaksızın ve dolayısıyla boy sırasına koyma çok
daha hızlı yapılabilir.
 Önceki dönemdeki çocukların aksine bu çocuklar
çubuk sıralama işlemini yaparken daha çok içsel
bilişsel süreçlerini kullanırlar yani kendi zihinlerinde
çubuk boylarını kıyaslayabilirler.
Somut İşlemsel Dönem (7-11 Yaş)
 Bu çocuklar korunumu edinmişlerdir yani maddenin
miktarının onların aldıkları şekil ve ya pozisyonla
değişmediğini kavramışlardır.
 Çocuklar ilkin miktarların (sayılar, uzunluk, alan)
korunumu, sonra ağrılık, sonra da hacim korunumu
edinirler.
 Piaget buna gelişimde ardışıklık adını vermiştir.
Yani, edinilen her bir beceri, öncesinde edinilmiş
başka becerilerle mümkün olur.
Somut İşlemsel Dönem
 Bu dönemdeki çocukların düşünmeleri mantıksal
kurallar içerir ve bu çocuklar bir önceki dönemin ben-
merkezciliğinden uzaklaşmış olduklarından
başkalarının düşünceleri olabileceğini dikkate
alabilirler.
Soyut İşlemsel Dönem (11 Yaş sonrası)
 Soyut problemleri mantıksal yollarla çözebilir. Göreli
ve karşılaştırmalı düşünür.
 Düşüncede tümdengelim kullanabilir ve mantıksal
ayırımlar yapabilir.
 Bu yaş bireyler ideolojik sorunlarla ilgilenir ve kendi
ahlaki anlayışlarını geliştirme uğraşı içine girerler
Soyut İşlemsel Dönem (11 Yaş sonrası)
 Bilimsel yöntem problem çözme aşamalarında olduğu
gibi sistematik düşünebilir. Toplumsal olaylara ilgisi
artar, kim olduğunu sorgular.
 Soyut düşünmenin önemli gerekliliklerinden biri
varsayımsal düşünmedir
Soyut İşlemsel Dönem (11 Yaş sonrası)
 Bu gençler bir bütünü oluşturan değişkenleri
bütünden ayırıp- tek tek ele alabilir, bu değişken
yerine başka bir değişken olduğunda bütünün
bundan nasıl etkileneceğini dikkate alabilir ve ele
alınan parçalara dair çokça bilgiyi bir araya
getirebilir.
Soyut İşlemsel Dönem (11 Yaş sonrası)
 Ergenlik çağında çocukların varsayımsal
düşünebilmesi kimlik gelişimi açısından da önemlidir.
 Çünkü gençler başka insanların kendilerini nasıl
gördüklerini zihinlerinde test edebilir ve kendilerinin
değişik özelliklerini tek tek ele alıp bu özelliklerde
değişimlerin kendilerinin bütünlerine nasıl
yansıyacağını zihinlerinde canlandırabilirler
 Piaget soyut düşünebilen ergenlerin birkaç düşünce
sistemini bir arada kullandığını belirtmiştir:
 • Düşünsel soyutlama
 • Bütünsel yapılar
Soyut İşlemsel Dönem (11 Yaş sonrası)
 Soyut düşünmenin oluşması için hem olgunlaşma hem de
bu aşamaya dek gerekli olan gelişimsel görevleri yerine
getirmeyi kolaylaştıracak derecede öğrenme yaşantıları
açısından bir çevre gereklidir.
 Soyut düşünme yetisini kazanmayı Piaget bireyin uyum
sağlama çabasının bir ürünü olarak görür
TOPLUMSAL GELİŞİM
Toplumsallaşma
Toplumsal gelişimi ve buna bağlı olarak toplumsallaşma, bireyin, içinde yaşadığı toplumun
davranış kalıplarını kişiliğine mal ederek o topluma ait bir birey durumuna gelmesidir.
Bir bebeğin ilk toplumsal davranışı insanlarla eşyaları birbirinden ayırmaya başlamasıdır. Bebeğin
ilk toplumsal ilişkisi, genellikle, bir yetişkine yöneliktir.
Bireyin toplumsallaşması, başlıca üç sosyolojik ilkeye dayanmaktadır:
Birey, sosyal davranışı, toplumun bireyleriyle etkileşim halinde öğrenir.
Bireyin ne öğreneceğini, içinde yaşadığı toplumun kültürü belirler.
Bireyin öğrenimi, bir sosyal organizasyona, ancak etkin bir biçimde katılması ile tamamlanır.
Sosyal gelişme
“Kişinin sosyal uyarıcıya, özellikle grup yaşamının baskı ve zorunluluklarına karşı duyarlılık
geliştirmesi, grubunda ya da kültüründe başkalarıyla geçinebilmesi, onlar gibi davranabilmesi”
Çocuğun sosyalleşmesi “çocuğun zihinsel gelişimi sırasında, içinde yaşadığı çevrenin ideallerine,
inançlarına, geleneklerine uygun olarak iletişim dil ve kültür aracılığıyla toplumla bütünleşmesi”
olarak da tanımlanabilir.
Aile, çocuğun ilk sosyal yaşantılarını edindiği yerdir.
Çocuğun yetiştiği ailenin genişliği, sosyoekonomik ve kültürel düzeyi onun ilk sosyal
deneyimlerinin şeklini belirlemektedir
Aile, çocuğun alacağı kavramları seçerek çocuğa vermekte ve sonucu değerlendirmektedir.
Bu seçici ve değerlendirici süreç, çocuğun psiko-sosyal gelişimi ile aile ilişkileri, yaş, zeka,
cinsiyet ve içinde yaşadığı sosyal çevre arasında anlamlı bir ilişki olduğunu göstermektedir.
Dil becerisi ve motor yeteneklerinin kazanılmış olmasının, çocuğun
bağımsızlığını kazanmasında etkisi büyüktür. Çocuk bu şekilde
kendisini kanıtlamaya çalışır.
Çevresindeki nesneleri sosyal ilişkilerinin bir aracı olarak görür.
Bütün bu ilişkiler sonucunda taklit, utanma, fiziksel ve sosyal
bağımlılık, rekabet, ilgi çekme isteği, otoritenin kabulü, iş birliği,
karşı koyma gibi bir takım sosyal tepkiler gelişmeye başlar.
Sosyal davranışların gelişimi, büyük ölçüde, çocukların özel bir
takım yaşantıları aracılığı ile gerçekleşir. Bireysel yaşantıları
sırasında çocuklar hem yardımseverlik ve iş birliği gibi olumlu
sosyal davranışları hem de saldırganlık gibi olumsuz sosyal
davranışları kazanırlar.
Anaokulları
İlk çocukluk döneminde, çocuğun diğer kimselerle olan çok sayıdaki ilişkisi, onun sosyal gelişimini
hızlandırmaktadır.
Bu nedenle, anaokuluna giden çocuklar, akranlarıyla çok sayıda ilişki kuracaklarından, sosyal
ilişkileri aile ve komşu düzeyinde sınırlı olan çocuklara göre daha iyi bir toplumsal uyum
göstermektedir.
Anaokullarının önemli işlevlerinden biri, çocuğun oyun gereksinimini karşılamak, bir diğer işlevi
de çocuğu toplumsallaştırmaktır.
Okul Çağı
Bilişsel gelişimin hızlı olduğu ve birçok beceriler öğrenildiği okul çağında ise
çocuğun sosyal ilişkilerinde de bir süreklilik ve tutarlılık görülür.
Okulöncesi dönemde, kız ve erkek demeden her iki cinsiyetteki yaşıtlarıyla oyun
oynayan çocuklar, bu çağda, kendi cinsinden olan çocuklara yönelir ve onlarla
oyun oynamayı tercih ederler. Kızlar, kız çocuklarının oluşturduğu kendi grupları
içinde, erkekler ise erkek çocuklarından oluşan gruplar içinde oyun oynarlar.
Okul Çağı
Çocuklar bu dönemde, kendi cinsiyetlerinin sürekliliğini keşfetmekte ve çocuklar arasında
arkadaşlık önem kazanmaktadır. Okul çağı, yakın arkadaşlıkların kurulmaya başlandığı bir
dönemdir. Arkadaşlığın önem kazanması, bundan sonraki ergenlik devresinde de sürer ve yaşıt
gruplarının baskısı, ailenin etkisine denk, hatta ondan daha da üstün olmaya başlar.
Ergenlik Dönemi
Gencin, en büyük bilişsel, duygusal gelişme gösterdiği ve her şeyi eleştirip, soruşturup kendine
özgü yeni bir dünya kurmaya çalıştığı ergenlik çağında gencin dayanabileceği en önemli güven
kaynağı arkadaşlıktır. Ergenlik döneminde yaşıtların genç üzerindeki etkisi, çoğu kez ailenin etkisi
kadardır, hatta bazı ülkelerde ailenin etkisinden de büyüktür.
DUYGUSAL-TOPLUMSAL
GELİŞİM
Psikososyal Gelişim
Erik Erikson (1902-1994)
ERİKSON VE PSİKOSOSYAL GELİŞİM
Erikson, Freud’un betimlediği psiko-seksüel gelişim evreleriyle yan
yana giden ego gelişiminin psiko-sosyal gelişim evreleri olduğunu ileri
sürmektedir. O’na göre, birey, psiko-sosyal gelişim evreleri içinde
kendisine ve sosyal dünyasına karşı yeni temel yönelimler geliştirmek
zorundadır.
FREUD-ERİKSON
Kuramını geliştirirken psikanalizden yararlanmış ve Freud’un
kuramından farklı olarak yetişkinlik ve yaşlılık dönemlerine de yer
vermiştir. Ayrıca, bireyin gelişiminde sosyal, çevresel ve kültürel
etkenlerin önemini vurgulamıştır.
Freud, id (bilinçaltı) ve id’den gelen dürtüler üzerinde durmuş,
Erikson ben (ego) üzerinde durmuştur.
Freud, kuramında bir dönemde ortaya çıkan bir problemin daha
sonraki dönemleri etkilediğini belirtmesine rağmen, Erikson ise
kuramında uygun çevresel şartlar olduğunda, daha önceki
yaşantılara bağlı olmaksızın sağlıklı dönemler geçirilebileceğini
belirtmiştir.
Kriz
Erikson, insan yaşam döngüsünde sekiz dönem belirtir ve her dönemde aşılması
gereken krizler ya da psiko-sosyal problemler olduğunu belirtmiştir. Bunlar
gelişimsel ve doğal krizlerdir. Bir dönemin sağlıklı bir şekilde geçirilmesi ve krizin
aşılması, bir önceki dönemin sağlıklı geçirilmesine bağlıdır. Ancak, uygun çevresel
koşullar sağlandığında geçmiş dönemlerdeki yaşantılardan bağımsız olarak
herhangi bir dönemdeki kriz de aşılabilir.
PSİKOSOSYAL GELİŞİM AŞAMALARI
Güvene Karşı Güvensizlik (0-2 Yaş)
Özerkliğe Karşı Kuşku (2-3 Yaş)
Girişkenliğe Karşı Suçluluk (3-6 Yaş)
Çalışkanlığa karşı aşağılık duygusu (6-12 yaş)
Kimlik kazanmaya karşı rol karışıklığı (12-18 Yaş)
Yakınlığa karşı yalıtılmışlık
Üretkenliğe karşı durgunluk
Benlik bütünlüğüne karşı umutsuzluk
Temel Güvene Karşı Güvensizlik (0-2 Yaş)
Bu evre, doğumdan iki yaşına kadar sürer. Çocuğun çevresine ve kendine
duyduğu güvenin derecesi gördüğü bakımın niteliğine bağlı olmaktadır. Bu
kurama göre; anneyle çocuğun arasında kurulan ilişkinin niteliği temel güven
duygusunun ve toplumsallaşmanın özünü oluşturmaktadır. Çocuğun
ihtiyaçlarının yeterince karşılanması ve çocuğun sevilmesi güven duygusu
geliştirmesini sağlarken, çocuğun ihtiyaçlarının yeterince doyurulmaması ve
çocuğun yeterince sevilmemesi, güvensiz bir kişiliğin oluşumuna neden
olmaktadır. Temel güven kazanan çocuk ileride diğer insanlara güvendiği gibi
güvenilir bir kişi de olur.
Özerkliğe Karşı Kuşku ve Utanç (2-3 Yaş)
İki yaşından üç yaşına kadar süren bu dönemde çocuklar zihin ve
motor becerilerini kullanarak kendi kararlarını kendileri vermek
isterler. Çünkü kendi kendine birşeyler yapabildiklerini farkeder
ve bunu çevreye de ispatlamak isterler. Eğer ana- babalar çocuğa
seçme fırsatı tanırlarsa bağımsızlık duygusunun gelişimi
sağlanmış olmaktadır.
Benlik algısının başladığı bu döneme Erikson I. İnat dönemi adını
vermektedir.
Genellikle ana babalar, çocuklarının toplumun istediği biçimde
davranmasını isterler ve onlara engeller koyarlar. Bu durumda da
çocuk hırçınlaşır. Özellikle, bu dönemde, çocuklar üzerinde baskı
kurulan bir konu da tuvalet eğitimidir. Erikson buna “Tuvalet
Eğitimi Savaşları” demektedir. Eğer, ana babalar, tuvalet
eğitiminde cezalandırıcı ve utandırmaya yönelik bir tutum
izlerlerse çocukta utanma ve kuşku duygularını oluştururlar. Aşırı
koruyucu, kısıtlayıcı ve cezalandırıcı ana baba tutumları özerkliği
engelleyen etkenler arasındadır.
Girişkenliğe Karşı Suçluluk (3-6 Yaş)
Bu evrede çocuklar sembolik oyunla birlikte olmak istedikleri ya da model aldıkları
insanları taklit ederek deneyim kazanırlar. Bu dönemde çocukların koşmasına,
atlamasına, oyun oynamasına izin verilmezse çocuktaki girişimcilik duygusu
engellenmiş olmaktadır. Ayrıca ana-babaların çocuklarını çok fazla kontrol altına
almaya çalışması da çocukta suçluluk duygusuna neden olmaktadır. Bu dönemde
bilinçli yaklaşımlarla desteklenen çocuklar gelişimlerini başarıyla
sürdürebilmektedirler. Ancak yaptıkları faaliyetlerde başarısız olan çocuklar
küçümsenirse, suçluluk engeline takılabilmekte ve bu durum onların gelişimlerini de
olumsuz yönde etkileyebilmektedir.
Çalışkanlığa karşı aşağılık duygusu (6-12
yaş)
Çocuk bu dönemde bir şeyler üretmek ve başarılı olmak için çalışmaktadır. Elde
ettiği başarı sonucunda takdir edilmeyi bekler. Eğer takdir edilirse ve çevresi
tarafından desteklenirse öz saygısı ve kendine güveni artar. Daha fazla çalışmaya
ve başarılı olmaya çabalar. Eğer destek görmezse, yaptıklarının değersiz, yetersiz
olduğuna inanır, aşağılık ve yetersizlik duygusuna kapılır. Yetersizlik ve aşağılık
duygusu bu dönemin en büyük problemidir. Aşağılık duygusuna sahip bir
çocuğun kendine güveni azalır, çevresiyle sağlıklı bir ilişki geliştiremez ve uyum
zorluğu çeker.
Kimlik kazanmaya karşı rol karışıklığı (12-
18-20 yaş)
Bu dönemde, gençler açısından temel sorun çocukluktan kurtulup
yetişkin kimliği geliştirme sorunudur.
Bu dönemde genç, çocuk bedeni görünümünden yetişkin bedeni
görünümüne dönüşmektedir. Gencin bedeninde salgılanan çeşitli
hormonlara göre vücutta değişiklikler olmaktadır. Böylece, çocuk
bedeni yetişkin bedenine dönüşürken, çocuk rollerinin de yetişkin
rollerine dönüşmesi beklenmektedir. Ancak, ergenin kendi
kimliğini kazanması kolay bir süreç değildir. Çünkü çocuk
kimliğinden yetişkin kimliğine geçmek, birçok sorumluluğu da
beraberinde getirmektedir. Ancak Erikson, kimlik krizinin bütün
gençlere genellenemeyeceğini, ergenlerin sadece küçük
bölümünde görülebileceğini belirtmiştir.
Ergenlik dönemindeki genç, çocukluk döneminde görülen
benmerkezci düşüncenin bu yaşlarda bir yansıması olarak
toplumsal konularla ilgili görüşlerini herkese anlatır ve onu
dinleyen herkesin dinlemesini ve kabul etmesini ister.Grup
arkadaşlarıyla birlikte olmaktan çok mutludur. Kendine özgü
giyim, konuşma, tutum ve davranışlar sergileyerek kimlik
kazanmaya çalışır. Aslında bu farklı tepkiler, onun gerçek kimliği
olmayıp, kendisiyle bütünleşemeyen topluma karşı geliştirdikleri
bir “tepki kimliği”dir.
Batı toplumlarında bazı gençler, kimlik arama çabalarında
bunalıma düşünce, kimlik arama çabalarına ara vermektedirler.
Kendi kimliklerini bulmak için yaptıkları her işi bırakmaktadırlar,
örneğin; öğrenimlerine bir süre ara vermektedirler. Erikson’a
göre, bu durum “psikososyal moratoryum”dur.
Marcia’nın kimlik statüleri

Sorgulama Cevaplama
Başarılı kimlik + +
İpotekli kimlik - +
Askıya alınmış kimlik + - +
Başarısız kimlik - (+) -
Yakınlığa karşı yalıtılmışlık (Gençlik)
Bu dönemde genç, arkadaşlık kurma, eş seçme ve meslek seçme arayışı içerisindedir. Bu
konularda başarısız olan genç, yakın arkadaşlıklar ve ilişkiler kuramadığı zaman yalnızlığa düşer
ve toplumdan yalıtılmış duygusu yaşar.
Üretkenliğe karşı durgunluk (Yetişkinlik)
Yirmi yaşların ortasında başlayıp kırk yaşlara kadar süren bir dönemdir. Orta
yaşları kapsayan bu dönemin en önemli özellikleri, çocuk sahibi olmak ve
çocuklarını yetiştirmektir. Çocuk yetiştirme üretkenliğin bir yönüdür; işte
üretkenlik, meslekte üretkenlik, sanatta üretkenlik bu dönemin özellikleridir.
Birey, ailesine olduğu kadar topluma karşı görevlerini de yapma amacındadır.
Birey, üretkenlik durumuna geçememişse, yaşamında bir anlamsızlık ve
durgunluk oluşur, kendini mutsuz hisseder.
Benlik bütünlüğüne karşı umutsuzluk
(Yaşlılık)
Bireyin yaşlılık dönemini kapsayan bu dönemde birey, hayatını gözden
geçirme gereği duyar. Giderek fiziksel gücün azalması, sağlığın
bozulması, emeklilik, çocukların evlenip yuvadan ayrılması ve yakın
birinin kaybı gibi etkenler bireyin umutsuzluğunu ve çaresizliğini
artırabilir. Ancak, önceki dönemlerde kimliğini bulmuş ve üretken
olmuş kişiler bu dönemi rahat geçirirler. Geçmişlerinde yaptıkları iyi ve
kötü durumları kabullenir, pişmanlık duymazlarsa ve yaşamı yaşanmaya
değer ve anlamlı bulurlarsa benlik bütünlüğüne ulaşmış olurlar. Eğer,
bunu gerçekleştiremezlerse, mutsuz ve uyumsuz insanlar olurlar.
AHLÂK GELİŞİMİ
Ahlâk gelişimi, çocukta kişilik gelişiminin önemli öğelerinden biri olup, çocuğun çok erken
yaşlarda, etrafındakilerle ilk ilişkileri sonucu başlar ve özellikle üç yaşından itibaren dili
kullanımıyla pekişir. Çocuk, ana babasının genel tavırlarını, dünya anlayışını benimsediği gibi
ahlâk anlayışını da benimser. Çocuğun çevresinin ahlâk anlayışını benimsemesinde, ana baba ve
diğer yetişkinlerden takdir görme isteği ve cezalandırılma korkusu rol oynar.
Freud
Freud, psikanalitik yaklaşımı çerçevesi içinde, ahlâk gelişimini çocuğun kişilik gelişiminde süper
egonun gelişimine paralel olduğunu belirtmektedir. Süper ego, toplum değerlerinin ve
kurallarının birey tarafından içselleştirilmesidir.
Süper ego, bireyde var olan değerler sisteminin kaynağı olmaktadır.
Davranışçı görüşe göre, çocuk ahlâki değer ve yargıları koşullanma yoluyla yani ödül
ceza uygulamaları yoluyla kazanmaktadır.
Sosyal öğrenme görüşüne göre, ahlâki ilkeler model alma ve taklit etme yoluyla
kazanılmaktadır.
Piaget’e göre, çocukta ahlâk anlayışı rastgele değil, belirli evrelerden geçerek
oluşmaktadır. Ona göre, zihinsel ve duygusal süreçler paralel gelişim göstermekte,
ahlâki yargı da zihinsel gelişime bağlı olarak gelişmektedir.
Piaget, çocuklara bazı sorular sorarak onların tepkilerini incelemiştir.
Piaget, çocukların verdikleri cevaplara göre, ahlâki gelişimde “dışa
bağlı ahlâk” ve “özerk ahlâk” olmak üzere iki evreden söz
etmektedir.
Piaget’e göre iki yaşına dek çocuklar kuralların farkında bile değildir.
2-6 yaş arası kuralların farkındadır ama içselleşmemiştir.
Dışa bağlı ahlak evresi: 6-10 yaş
6–10 yaşları arasındaki dışa bağlı dönemde çocuklar için kurallar değiştirilemez gerçeklerdir. Dışa
bağlı ahlâkta otorite figürü tarafından dayatılanlar değişmez kurallar olarak algılanır.
Her hal ve koşulda herkesin kurallara uyması gerekir. Çocuklar ahlaki yargıları açısından
başkalarına bağımlıdırlar. Yetişkinler tarafından konulan kuralları sorgulamadan kabul ederler.
Çocuk; kuralların Polis ya da anne-babaları gibi güçlü otoriteler tarafından konulduğuna
inandıklarından “kurallara karşı güçlü bir saygı duygusu” geliştirirler. Çocuklar bu dönemde
davranışları somut sonuçlarına göre değerlendirirler.
Bilerek bahçeden bir çiçek koparan çocuktan farkında olmadan üç çiçek koparan çocuk daha
fazla cezalandırılmalıdır.
Niyeti ne olursa olsun büyük leke yapan çocuk küçük leke yapan çocuğa göre daha suçludur.
Annesine yardım ederken 15 tabak kıran çocuk kurcalarken bir kavanoz kıran çocuktan daha
suçludur.
Bu dönemde çocuklar bir davranışın yanlış olup olmadığını, davranışı yapanın niyetine göre değil
nesnel sonuçlarına göre değerlendirir.
Özerk Ahlak Evresi 10+
Özerk ahlâk evresinde çocuklar, kuralların değişmez olduğuna inanmazlar ve kuralların
anlaşmaya dayalı olduğunu ve değiştirilebileceğini bilmektedirler. Bu evredeki çocuklar, bir
davranışın doğru ya da yanlış olduğunu söylerken, durumsal ve kişisel etkenleri, davranışın
ardındaki niyeti dikkate alırlar. İçinde bulunulan koşullara göre değerlendirmeler yapan
çocukların, ahlaki yargıları ve kuralları uygulayışları “esneklik” gösterir.
Kendi dışlarında oluşturulmuş olan kuralların değiştirilemez olmadıklarını, istenirse anlaşarak
değiştirebileceklerini fark etmeye başlarlar.

Piaget’e göre, ahlâk gelişimi süresince, çocuğun olayları anlayış ya da algılayış biçimi
değişmektedir. Çocuğun yapılan bir hata ya da yanlışın önemini algılayışı, yaşla birlikte
değişmektedir.
Piaget öykünün kurgulanmasının yanlış olması açısından eleştirilmiştir. Birinde 15 tabak,
diğerinde tek bir kavanozdan söz edilmesi küçük çocukları doğrudan niceliksel ifadeye
yönlendirmekte ve niyet hakkında düşünmemelerine neden olmaktadır. Nelson(1980) yaptığı bir
araştırmada öyküdeki şartları eşitlemiş, sadece niyeti farklı tutarak küçük çocuklara sormuştur.
Çocukların niyeti göz önüne alarak doğru cevaplar verdiğini gözlemlemiştir.
Örnek: Oyunda yanlışlıkla arkadaşının başına top atan çocuk ile bilerek atan çocuk…
Lawrance Kohlberg 1927-1986

Chicago Üniversitesindeki psikoloji eğitiminin devamında


ahlaki gelişim alanına yönelmiştir. Aynı üniversitede, 1958
yılında doktora derecesini almıştır.
Doktora konusu, çocuk ve ergenlerdeki ahlaki gelişim ve
ahlaki yargılamanın gelişimidir.
KOHLBERG’E GÖRE AHLÂK GELİŞİMİ
Kohlberg, ahlâk gelişiminde daha çok adalet kavramı üzerinde durmuş ve çocukların dünyanın
her yerinde geçerli, evrensel bazı ahlâk gelişimi dönemlerinden geçtiğini belirtmiştir.
Ahlâk gelişiminin toplam altı evresi bulunmaktadır. Ancak, her çocuk, bu evrelerin sonuncusuna
kadar giden bir ahlâk gelişimi göstermeyebilir.
Heinz’ın Öyküsü
Avrupa’da bir kadın özel bir kanser türüne yakalanır. Ölüme çok yaklaşmıştır. Doktorlar, şehirdeki bir
eczanenin keşfettiği radium bileşimli bir ilacın yararlı olabileceğini, kadının kocası Heinz’e bildirirler.
İlaç çok pahalıdır ve bir dozu için yaklaşık 200 dolara mal olmaktadır. Fakat eczacı ilacın bir dozu için
yaklaşık 2000 dolar istemektedir.
Heinz bütün gayretleriyle 1000 dolar toplar ve eczacıya karısının çok hasta olduğunu, paranın kalan
yarısını da sonra vereceğini söyler. Eczacı Heinz’in teklifini kabul etmez ve ilaç için paranın tamamını
ister. Sizce Heinz ilacı çalmalı mı, çalmamalı mı ?
Çözümlemede önemli olan doğru yada yanlış yargılardan çok, bu yargıların dayandığı ahlaki düşünce
tarzı yani ahlaki yargıdır. Kohlberg’e göre ahlak yargılarındaki tutarlılık, ancak ahlaksal düşüncesinin
davranışa da yansıması halinde mümkündür. Oysa ahlaki düşünce düzeyi her zaman, her koşulda
davranışa paralel yansımayabilir.
Kohlberg’e göre ahlâki gelişim dönemleri:
Dönem: Gelenek Öncesi Düzey
1-Evre: Bağımlılık ve ceza-itaat evresi.
2-Evre: Bireycilik ve çıkara dayalı alışveriş evresi.

Dönem: Geleneksel Düzey


3-Evre: Kişiler arası beklentiler ve uyum evresi.
4-Evre: Kanun ve düzen evresi.
Dönem: Gelenek Sonrası Düzey
5-Evre: Sosyal anlaşma ve bireysel haklar evresi.
6-Evre: Evrensel ahlâki ilkeler evresi.
Gelenek Öncesi Düzey
Gelenek öncesi düzeyde, temel olan, bireyin kendi ihtiyaçlarını karşılama yönünde davranmasıdır. Bu
dönemdekiler kendi çıkarlarını ön plana alırlar. Ceza görmeyeceklerine inanırlarsa, yasaları
çiğneyebilirler.
1-Evre: Bağımlılık ve ceza-itaat evresi
Otorite ve kurallara körü körüne bağlılık doğru olarak kabul edilir. Cezadan ve maddi zarardan
kaçınmak için kurallara uyulur. Bir davranışın iyi ya da kötü oluşu o davranışın fiziksel sonuçlarına
göre değerlendirilir. Benmerkezci bir bakış açısı söz konusudur. Bu evredeki birey, diğer insanların
istek ve ilgileriyle ilgilenmez. Otoritenin görüşünü kendi görüşünden ayırt edemez. Bu evredeki
çocuklar yakalanma ve cezalandırılma ihtimaline önem verirler.
2-Evre: Bireycilik ve çıkara dayalı alışveriş evresi (Pazarlık, takas)
Bu evredeki bir çocuk için doğruyu ve yanlışı kendi ihtiyaçları belirlemektedir. Birey kendi ihtiyaç ve
çıkarları doğrultusunda davranır ve diğer insanların da çıkarları olduğunu göz önünde tutabilir. Her şey
karşılıklıdır inancına sahiptir. Maddi eşitlik ilkesi bu dönemdeki adalet anlayışının temel göstergesidir.
“Benim için bir şey yap, ben de senin için bir şey yapayım.” anlayışı vardır.
Geleneksel Düzey
Geleneksel düzeyde, gelenek öncesi düzeydeki benmerkezci düşüncenin yerini
empatik düşünce alır. Birey, başka kişilerin de duygu ve düşüncelerini dikkate
alır ve dünyaya onların gözünden de bakmaya çalışır.
3. Evre: Kişiler arası beklentiler ve uyum evresi
İyi olmak, başkaları ve onların duyguları ile ilgilenmek, sadık ve güvenilir olmak
ve kurallara uymak bu dönemin temel özellikleridir. “İyi çocuk olma” ve grubun
beğenisini kazanma isteği ön planda tutulur. Büyüklerini ve otoriteyi memnun
edecek şekilde davranır. Kendisini karşısındakinin yerine koyarak (empati) iyi
davranır ve iyi davranılmayı bekler.
4. Evre: Kanun ve düzen evresi
Bu evrenin üçüncü evreden farkı; içinde bulundukları grubun beklentilerine
uygun davranmaktan çok, geçerli olan ve kabul gören toplumsal kurallara ve
yasalara uygun davranmaya çalışmaktır. Yasalar kesinlikle uyulmak için vardır.
Otorite ve yasalara uyulmalı ve sosyal düzen devam ettirilmelidir. Benlik saygısı
ve vicdanı sorumluluk bireyi doğru davranmaya yönelten nedenlerdir.
Gelenek Sonrası Düzey
Gelenek sonrası düzeydeki bir birey, ahlâki sorunlara yönelik değerlendirme yaparken “göreceli” olmaya
çalışır. Her durumda koşullar dikkatle gözden geçirilerek değerlendirilir ve bir karara varılır. Ahlâki
yargılamalar otonomi ve bireysel ilkeler ışığında yapılır ve karar verme aşamasında toplumsal anlaşma ya da
evrensel ahlâki ilkeler bireye yardımcı olur.
5.Evre: Sosyal anlaşma ve bireysel haklar evresi
İnsan hakları gözetilerek konulmuş kural ve yasalara uyun davranma ön plandadır. İnsan hayatı ya da
özgürlüğüne aykırı durumlar söz konusu olduğunda yazılı yasaların çiğnenebileceği görüşü kabul edilmekle
birlikte yasalara uygun davranılma eğilimi fazladır. Kanuna, sosyal bir anlaşma olduğu ve çoğunluğun
hakları bu yolla korunduğu için uyulur. Bu evreye gelebilmiş insanlar, hayat ve özgürlük kavramlarını
çoğunluğun görüşüne ters düşmek pahasına da olsa korumak gerektiğini savunurlar.
6. Evre: Evrensel ahlâki ilkeler evresi
Bir insanın varabileceği en üst evre olan bu evrede birey, yazılı kural ve yasalardan tamamen bağımsız,
kendi özerk ahlâk ilkelerine uygun davranır. Bireysel haklar ve özgürlükleri savunur, eşitlik, adalet ve insan
haklarına sıkı sıkıya bağlılık esastır.
Kohlberg, on bir yaşına kadar çocukların gelenek öncesi dönemde olduklarını, on
altı yaşa kadar da üçüncü ya da dördüncü evreye geçtiklerini belirtmektedir.
Ancak, her çocuk sırayla bu evrelerden geçerek altıncı evreye kadar
ulaşamamaktadır. Özellikle, beşinci ve altıncı evrelere ulaşan kişi sayısı çok azdır.
Bunlar kendi hayatlarından vazgeçerek, toplum için önemli şeyler yapan
insanlardır.
Çocukta ahlâki değer yargısının oluşmasında ve gelişmesinde aile, çevre, okul ve
dinin rolü bulunmaktadır.
Piaget’nin Kuramına Güncel Bakış Açıları

Piaget’nin kuramı, bilişsel gelişim hakkındaki birçok


araştırmaya ilham kaynağı olmuştur. Genel olarak, bu
araştırmalar Piaget’nin, kuramını desteklemektedir.
Piaget ve Yeni Piagetci Kuramların Çıkarımları

Piaget’nin kuramının ve bu kuramın ilham kaynağı olduğu


daha sonraki araştırma ve kuramların, eğitimciler ve diğer
uzmanlar için, aşağıdaki maddelerde de ortaya konduğu gibi,
birçok kullanışlı çıkarımları mevcuttur.

♦Çocuklar ve ergenler uygulamalı deneyimler sayesinde pek çok


şey öğrenebilirler:

♦Kafa karıştırıcı kavram dengesizlik yaratabilir ve çocukları yeni


anlayışlar edinmeye itebilir:…….gibi

You might also like