Professional Documents
Culture Documents
Yazı Kurulu
İsmail Tunalı,
Nihat Keklik
Nephan Saran
Sayı : 24
İSTANBUL
1 9 8 4
TÜRK- İSLAM FiLOZOFLARININ
AVRUPA KÜLTÜRÜNE ETKİLERİ
Nihat Keklik
Felsefe Ar. F. 1
2
1
1
ı
t
4 ı
ı
Önce Gazzali ve onu takip ederek lbn el-Arabi (1165-1240), sonra '
'1
da Leibniz taraflarından benimsenen bu tasavvura göre, mevcut kai-
natın Tanrı tarafından «en güzel» ve «en iyi» şekilde yaratıldığı ka-
bul edilmektedir. Çünkü bunun aksine bir tasavvur benimsenecek
olursa, o takdirde san'atkar'ın (:Tanrı'nın) kendi mükemmelliğine
rağmen, kusurlu bir eser ortaya koymak suretiyle, kudretinin noksan-
lığı düşünülebilirdi.
\
!
1
-~~.
6
1
1
rak cisim üzerinde dururken, cevher)in sabit olduğunu fakat il1mti~
ler)in (arazlar'ın) değişebileceğini izah etmek üzere, mum (balmumu)
kavramından yola çıkmaktadır. Önceden belli bir şekil (form) halinde
tasavvur olunan balmumu) şayet biçim değişikline uğrarsa, sadece
arazlar'ı bakımından değişmiş olur fakat cevher olması yönünden
'
kendi kendisinin aynisi kalır diyen Gazzdli'nin bu açıklaması, Des~
cartes tarafından da oldukça benzer biçimde tekrarlanmış gibidir.
Bahis konusu metinleri karşılıklı olarak gösterecek olursak :
/
Gazzdli (1058-1111) diyor ki : Descartes (1596-1650) diyor ki:
- ... cisim)in tarifi konusunda: - Mesela, .. .kovandan çıkarılan
uzun, geniş ve derin olduğu şu balmumu parçasını ele a-
(-yukarda-) söylenmişti. ... lalım. Henüz içinde bulunan
Gisim) fi'li (en acte) olarak: balın tatlılığını kaybetme-
en, boy ve derinlk . (sahibi) miştir; toplandığı çiçeklerin
bulunduğundan değil fakat, kokusundan, onda bir şey
bunları kabul etmesinden do- kalmıştır. Rengi, şekli, bü-
layı cisim'dir. yüklüğü görünüyor, katıdır,
İsbatı şudur ki, şayet bir soğuktur, ona dokunuyorum,
mıım alsak ve buna, bir ka- vurunca bir ses de veriyor.
rış uzunluk) iki parmak en Kısaca, bir cisim'i seçikçe ta-
ve bir parmak derinlik ver- nıtmaya yarayan bütün şey
sek, bu yine de bir cisim ler, onda vardır.
(maddi cevher}'dir fakat bu Fakat işte, konuştuğum şu
boyutlar ( :derinlik, en, anda balmum)u ateşe yak-
boy) 'dan dolayı değil. Çün- laştırıyorum. Tadı kaçı
kü ayni mum) bu sefer yu- yor, kokusu gidiyor, rengi
varlak yahut da başka bir değişiyor, şekli kayboluyor,
şekle konulursa bu uzantı büyüklüğü artıyor, eriyor ve
(imtidad) ortadan kalkar ve ısınıyor, ona dokunmak güç-
onların yerine, iki ayrı im- leşiyor, vurulsa da artık bir
tiddit meydana gelir fakat ses vereceği yoktur. Bu de-
(maddi ceher olarak) cisim ğişme)den sonra, ayni bal-
oluş sureti asla (değişmez). murnıı kalıyor mu? Kaldığı
Şu halde cisim'de bulunan nı kabul etmek lazımdır ve
mikdarlar (kemmiyetler) kimse bunu inkar edemez.
cisuıiyet zatından (mahiye- Şu halde bu balmumu parça-
7
dir fakat Descartes'ın son derece güzel uslup sahibi filozoflardan biri
olduğu ve uslUbunu çeşitli metaforlarla süslemek ustalığını haiz bu-
lunduğu hatırlacak olursa; bu gibi tali ayrılıkların, meselenin özüne
bir değiŞiklik getirmediğini söylemek kabildir. Onun (süslü ifade-
lerle) ·a nlatmak istediği mesele, cisim}deki keyfiyetler'in (veya araz-
lar'ın), bir hariret karşısında kaybolarak, yerlerni başka keyfiyet-
Iere terk ettiği ama yine de, (maddi cevher olarak oismiyet bakımın
dan) daima ayni balmumu olarak kaldığı meselesinden ibarettir ki,
bizzat GazzaU/nin (mum-balmumu misaliyle) belirtmek istediği de
buydu ki, bu misal den, birçok filozoflar yararlanmıştır*.
b) . Gazzali ve Abelardus}ta konseptüalizm ,
· Yer geldiği için şu noktayı da belirtmeli ki Gazzali'nın baZmumu
misalinden faydalandığı yegane örnek bu değildir. Çünkü Makasıd
el-fellisife adlı eserinde, külli kavramların zihnimizde nasıl meydana
geldiklerini izah etmek için, dışımızdan gelen farklı izlenimlerin, mü}
hür'lere benzediğini ve ruhumuzun da balmumu gibi olduğu~u, şayet.
mühürler (izlenimler) ayni olursa, onların ruhumuz (balmumu) üze-
rinde ayni izi bırakacaklarını ve şayet bu izienimler (mühürler) fark-
Ir olursa, ruhumuzda (balmumu'nda) değişik izlere yol açacaklarını
söylemekteydi. Conceptualisme (konseptüalizm) denilen görüşü pek
güzel biçimde açıklaması dolayısıyla, bahis konusu metnin tercümesi-
~.i verecek olurak diyor ki :
ı
11
ses, hiç şüphe yok ki, onun vicdan sesi'ydi2 1 • Nitekim bu sesi duy-
duktan sonra, tavşam vurmaktan vaz geçmişti. Üzerindeki süslü el-
biseleri de, başka eşyalarıyla birlikte babasının çobanına terk ederelı::
onun fakir elbiselerini almış ve gurbete çıkmıştı.
Bütün Klasik Kaynaklar tarafından Ibrdhim ibn Edhem'in gur-
bete çıkmasına «sebeb» olarak22 gösterilen bu olay, kaynaklarımız,
dan sadece bir tanesi tarafından «ilim tahsili» amacı şeklinde gös·
terilmiştir 23 Ebu Nuaym'a ait olan bu kaynağa göre, aralarında (Türk
asıllı) Abdullah ibn el-Mübarek (m. 736-797) 'in de bulunduğu* alt-
mış kişilik bir ilim kafilesi ile birlikte İbn Edhem'in, Horasan'dan
Irak doğru yola çıktığı anlaşılmaktadır. .Onun başlıca maksadı, «he-
lal para» kazanarak geçinmekti. Bu sebeble alın teriyle para kazan-
mak istiyordu fakat Irak'taki ahlak telakkisinden memnun olmadığı
anlaşılan İbrahim ibn Edhem, buradan Suriye'ye geçiyor ve El-Man-
sure (yahut El-Masise) şehrinde «günlerce» (-yani belli bir süre»)
ırgatlık (işçilk) yaparak ikamet ediyor 24 • . Klasik yazar Ebu Nuaym
(öl. 1038) ın eserinde (az bir süre değil), 24 yıl kaldığı ifade edilmek-
tedir. Her ne olursa olsun, tıpkı Irakta olduğu gibi, buradaki ahiakın
da bozukluğu sebebiyle İbn Edhem, gerçek anla.m da «helal kazanç»
aramak maksadıyla bu sefer, (güney Anadoluda-) Tarsus şehrin e
geliyor ve orda deniz kenarında25 bir meyva bahçesinde bekçilik ya-
pıyor. O böyle bir işe yabancı değildi çünkü daha Ünceleri de ayni iş
lerde çalıştığını bilmekteyiz.
İşte bu sıralardaydı
ki ibrdhim ibn Edhem'in, emanete sadakat
örneği teşkil eden güzel davranışıarına şahit olunmaktadır. Nitekim
bir gün bahçenin sahibi gelerek, kendi arkadaşlarına nar ziyafeti çek-
mek istiyor ve bir mikdar olgunlaşmış nar toplamasını İbrahim :!:"!:ın
Edhem'e söylüyor. İbn Edhem bu emri yerine getiriyor fakat mal
sahibi, onun topladığı narların ham ve ekşi olduğunu görünce azar-
layıp diyor ki : - Bu kadar zamandan beri bahçemde bekçilik yapı
yorsun, hala da tatlı ve olgun narları ekşi ve olgunlaşmamış olan-
lardan ayırmasını öğrenemedin mi? Bunun üzerine İbn Edhem şu
cevabı veriyor : - Ben burada sadece bekçilik yapıyorum. Narlarınız
dan h iç yernedim ki tatlısını ekşi olanlarıdan ayırmasını bileyim.
İşte bu sözler üzerine mal sahibi ona hitab ederek : -Seni gören,
İbrahim ibn Edhem zannedecek diyor 26 •
Böylece Julien isimli delikanlı, bir gün ava çıktığında bir ceylan
sürüsüne rastlanmıştı. Onları bir vadide sıkıştırıp ve teker teker
öldürrneğe başlamıştı. Attığı her mızrak bir cana kıymaktaydı. Öl-
dürülme sırası gelen sonuncu ceylan, hamileydi. Julien, ona da nişan
alıp, mızrağını fırlatmış ve zavallı hayvanı alnının ortasından vur-
muştu. İşte bu sırada yaralı ceylan, gözlerini kan bürümüş olan Ju-
lien'e bakarak, şöyle hitab etmişti : -Çok canavarmışsın, birgün
belki de kendi anneni ve babanı da öldüreceksin. Ve yaralı ceylan, bu
sözleri üç defa tekrarlamıştı. (Nitekim İbrahim ibn Edhem'in men-
kabesinde de, hatij'ten yani vicdanından gelen bir sesin, üç defa tek-
rarlandığını görmüştük.) Bunun üzerine Julien, irkiliyar ve avcılığa
tövbe ediyor. Sonra da, gurbete çıkıyor. (lbn Edhmn'in de böyle bir
sebeble, zengin olan aile yuvasını terk ederek gurbete çıktığını gör-
müştük.) Julien, ulaştığı bir başka ülkede, Kralın kızıyla evlendid-
liyar ama bir türlü mutlu olamıyor çünkü vurduğu o hayvanların ve
özellikle yaralr ceylanın kendisine (-üç defa üst üste tekrarladığı-)
seslenişi unutamıyor. Bu yüzden son derece malızundur ve karısına
derdini söyleyememektedir. Gece yarılan evden çıkarak, tenha yer-
lerde yalnız başına dolaşmaktadır. Derin derin düşünüyordu ve vic-
dan azabı çekiyordu. Nihayet bir gün, evini ve karısını tamamen terk
ediyor ve daha uzaklara gidiyor. aylarca geri dönmüyor.
Oğullarının hasretiyle yanan annesiyle babası, ülkeden ülkeye do-
laşarak sevgili Julien'i aramağa başlıyorlar. Bu uğurda bütün servet-
lerini harcıyarlar ve adeta dilenciler gibi dolaşarak, bir şehre geli-
yorlar. Yardım isternek üzere başvurdukları evin genç kadını, onları
içeri alıyor. Fakat ne bu genç kadın onların kayın babası ile kaym
validesi olduğunun farkındadır, ne de onlar bu genç kadının, kendi
oğullarının zevcesi olduğunu bilmektedir. Genç kadın bu yaşlı ve fakir
karıkocayı evvela doyuruyor, sonra da, Julien gittiğinden beri boş
duran kendi yatak odalarını onlara tahsis ediyor. Nihayet, gurbet-
teyken, evine dönrneğe karar veren Julien, gece karanlığında kendi
yuvasına ulaşıyor. Fakat bakıyor ki, kendi yatak odasında ve kendi
yatağında iki kişi uyu.maktadır. Bir ihanete uğradığını zannederek,
karanlık dolayısıyla kim olduklarını göremediği bu iki kişiyi (:annesi
ile babasını) kılıçla öldi.irüyor.
Gürültüler üzerine herkes yataktan fırlıyor ve ellerinde kan-
diller olm.ak üzere yatak odasına koşuyorlar. Her taraf ışıklandırı-
j
J
ı
16
*''' Hatırlanacağı üzere Endülüs'te birkaç tane ünlü İslam filozofu yetişmiş
tir lti bunlardan biri de İbn Tufeyl'dir. Ondan bir süte önceleri meşhur ölan
İbn Bacce (ölm. 1138), daha sonra İbn Seb'in (1217-1269? ), asırlarca müs-
lümanlarm idaresinde kalan İspanyanın meşhur filozofları avasında sayılmakta
dır. Kronolojt bakımından bu filozofların birbirlerine yakın tarihlerde yaşamış
oldukl.arına dikkat edecek olursak : İbn Bacce ( ölm. 1138) ile lbn Tufeyl ( ölm.
1186)'.i n görüşüp görüşmediklerini kesin o~ara;k bilmiyoruz fakaıt İbn Riişd
(1126-1198) He İbn Tufeyl (ölm. 1186) tanışmaktaydılar nitekim İbn Tujeyı,
hizmetinde çalıştığı Muvahhidi hükümdarına, o sırala;rda genç yaşlarda bulu-
nan İbn Rüşd'ü bizzat takdim etmişti. İbn Rüşd ( ölm. 1198) ise, 54 yaşlarında
bulunduğu sıralarda, Kuı·tuba ('Cordoba) şehrinde, 15 yaşl'arındaki genç lbn'ül-
Arabı'yi huzuruna kabUl ederek görüşmüştür. Nihayet İbn Seb'in (ölm. 1269)
a;dlı filozofun da, İbn ül-Arabi (ölm. 1240) den biraz genç olduğuna dikkat
edecek olurs·a k, ismi geçen düşünürler arasındaki kronoloji tablosu daha iyi
tasavvur olunabilecektir. İbn Tufeyl, işte bu çevreye mensup filozoflardan
Felsefe Ar. F. 2
18