You are on page 1of 8

Arnold Schoenberg’in

Melodramaları:
Pierrot ve Erwartung

Müzik Tarihi Vize Ödevi


2022- 2023 Güz Dönemi
Selin Kaya/ 20020001
Lisans 2
Bu ödevimde Arnold Schoenberg’in 1909 yılı ve sonrasında en iyi örneklerini verdiği melodrama
türünün tarihsel gelişimine biraz baktıktan sonra, 19. Ve 20. yüzyılda kullanımını inceleyerek Pierrot
Lunaire’e gelene kadarki aşamalarını konu alacağım. Bu çalışmada başlangıçta edindiğim misyon Pierrot
Lunaire’in (1912) doğasını anlamak. Bunun için araştırmaya başladığımda okuduğum ve izlediğim her
şeyden çıkardığım sonuçlara her ne kadar ödevin sonunda derli toplu bir biçimde değinecek olsam da
başlangıçta şunu söylemek isterim ki Pierrot Lunaire’i veya Schoenberg’in hedeflediği noktayı
anlamlandırabilmek, onun ne yaptığına değil aslında yaptığı şeyleri ne zaman yaptığına bakmaktan
geçiyor. Atonal müzikler üreten besteciler hakkındaki genel yorumlarda öne çıkan, aslında geçmişte
yeniliklere ve ciddi kırılmalara imza atmış tüm diğer besteciler gibi, -yalnız biraz daha radikal bir
biçimde- geleneğin karşısında dikilen anarşist tutumlarıyken aslında durumun onlar için de (en azından
Schoenberg için bunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim) kafa karıştırıcı olduğu apaçık. Müziğin yüzyıllar
içerisinden bugüne taşıdığı miras kolayca yadsınabilir türden değildir. Müzik salt varoluşuyla kültürün ta
kendisini oluşturan en önemli elementlerden biriyken onu gelenek bağlamından tamamen kopartmak
mümkün değildir. Ortaya konan her bir yenilik ne denli kafa karıştırsa ve büyük bir kırılma yaratırsa
yaratsın zaman içerisinde geleneğin devamı olmaktan başka çaresi yoktur. Bahsettiğimin bir çeşit
indirgemeden veya ılımlı bir yaklaşımdan fazlası olduğu ödev süresince kendi kendini kanıtlayacaktır.
Arnold Schönberg (Schoenberg) (1874- 1951)
Schoenberg hakkında bilmemiz gerekenlerden ilki kendi çalışmalarıyla yetişmiş bir besteci olmasıdır.
Yalnızca yirmi yaşındayken Alexander von Zemnlinsky’den kontrpuan dersleri aldığı bilinir. Yirmili
yaşlarında birtakım operetlerin orkestrasyonunu yaparken bir yandan da besteci olarak kendi eserleri
üzerinde çalışmalarını sürdürüyordu. Bu dönem onun geç romantik dönemi olarak adlandırılabilir. Vokal
üzerine de çokça çalıştığı bu yıllar (op. 1 Zwei Gesange, bariton için 1898) aynı zamanda en bilinen
eserlerinden birisi olan yaylı sextet için op. 4 Verklarte Nacht’ı (1899) bestelediği yıllardır.
Richard Strauss ve Gustav Mahler ile olan ilişkisi Schoenberg’in yaşamında çok önemlidir. Bunun ilk
sebebi, onun dehasını ilk fark eden isimlerin bu iki besteci olmasıdır. Mahler, ilk eserlerinden itibaren
Schoenberg’in sıkı bir takipçisi olmuştur. Öyle ki onu koruyucusu olarak himayesi altına almış ve eserleri
artık Mahler’in anlayamayacağı bir noktaya geldiğinde dahi onu desteklemeyi sürdürmüştür. Bu durum
op. 1 Zwei Gesange’deki ilk anlardan itibaren hissedilen Mahler tınılarını açıklar niteliktedir.1
Richard Strauss ile olan ilişkisinin önemi daha farklı bir yerdedir. Strauss, Gurre- Lieder’i dinledikten
sonra Schoenberg’in büyük destekçisi olmuştur. Ta ki 1909 yılından itibaren verdiği atonal eserlerine
gelinceye kadar. Bu noktadan sonra Strauss, Schoenberg’in müziği karşısında daha muhafazakar bir tutum
sergileyerek onun bu yeni müzik anlayışını reddetmiştir. Fakat Strauss ile ilgili bir başka konu, bu ödevin
de konusu olan melodramaların Alman müziğinde modern anlamda yirminci yüzyılın en önemli
örneklerini veren bestecilerden biri olmasıdır (Enoch Arden [1897] ve Das Schloss am Meere [1899]). Bu
noktada anlayabiliyoruz ki Strauss finaldeki tutumundan bağımsız olarak, yakın çevresinde uzun süre
bulunduğu Schoenberg’in melodrama türüne olan ilgisinin açık sebeplerinden birisidir.

1
Glenn Gould & Donald Gramm - Schoenberg - Zwei Gesänge, Op. 1 - YouTube
Melodrama
Peter Branscombe New Grove Dictionary’de melodramayı “müziğin bir yardımcı olarak kullanıldığı
dramatik aksiyon. Muhtemelen dramanın kendisi kadar eskidir.” Şeklinde tanımlamıştır. Bu ödevde
bahsettiğimiz anlamdaki melodrama 18. ve 19. Yüzyılda Fransız geleneğinin bir parçasıdır. Fransa ve
İngiltere çevresinde yaygın olan bu tür, Fransız devrimi ve sanayi devrimi sonrasında yaygınlaşan aşk,
evlilik, aile hayatı gibi konuları ele alır. Melodramaları performe eden kişinin oyunculuğu çok önemlidir.
Dramatik tonlamalar melodramaların bel kemiğidir. Bilinen ilk örnekleri J. E. Eberlin’in Sigismundus
(1753), J. J. Rousseau’nun Pygmalion (1770) eserleridir. Rousseau bu eserin uvertür ve Andante
bölümünü bestelemişse de müziği son haline getiren Horace Coignet’dir.
Bu örnekler gibi başka birçok örneği yirminci yüzyılın sonuna değin sıralamak mümkündür. Burada
dikkat edilmesi gereken ise 18. Yüzyıldan başlayıp süregelen melodrama, popülerliğini sürekli artıran bir
tür olmuştur. Melodramalar izleyiciye müzik ve teatral deneyimi bir arada sunmuştur. Mozart örneğin bu
tür ile ilgili heyecanını Mannheim’dayken babasına yazdığı bir mektubunda dile getirmiştir. 1778’de
yazdığı bu mektubunda “her zaman bu tür bir drama yazmak istemiştim” dedikten sonra Semiramis isimli
bir duodrama üzerinde çalıştığını biliyoruz fakat eser maalesef ki bugün Mozart’ın kayıp eserleri
arasındadır. Yüzyıllar sonra Schoenberg, Kandinsky ile mektuplarında birinde Pierrot’dan bahsederken
tam olarak aynı cümleyi kullanacaktır.
Melodramanın doğası çok büyük ölçüde dilin doğasıyla ilintilidir. Prosodi burada çok önemli bir
belirleyici unsurdur. 19. Yüzyılın sonlarında melodrama artık salon eğlencelerinin belirgin biri türü haline
gelmiştir.
Almanya’da Gelişmeye Başlayan Kabare Kültürü
1897 yılında Otto Julius Bierbaum (1865- 1910) tarafında Stilpe adlı bir roman yayınlandı. Bu roman
sonrasında kabareye çevrilerek Berlin’de sahneye konuldu. Roman doğrultusunda sahnede kendini asan
baş karakter Stilpe, bu olay büyük ilgi çekerek Alman kabaresinde tartışmalara yol açtı. Saray
tiyatrosunun o dönemdeki direktörü Alfred von Wolzogen, olayları yakından takip ediyordu.
Bierbaum sonrasında 1900 yılında Deutsche Chansons isimli kabare şiirlerini yazdı. Aynı yıl Wolzogen
bu şiirleri Das Uberbrettl ismiyle bir kabareye çevirme planını ortaya koydu. Bir yıllık fon arayışının,
sansürcü Berlin polisi yatıştırılmasının ve güvence olarak bir evin bulunmasının ardından Buntes
Tiyatrosu 18 ocak 1901’de açıldı ve Das Überbrettl burada sahnelendi. Artistik zekası tarafından
eleştirmenlerin övgüler yağdırdığı bu eser de yine Alman kabaresinin gelişimi ve kabarede parodi ile
satiriğin kapılarını açması açısından büyük önem taşır.
Überbrettl’in prömiyerinden kısa süre sonra hala Viyana’da yaşamakta olan Schoenberg, Deutsche
Chansons şiirleri üzerine müzikler yazmaya başlar. 1901 yılının sonbaharında sekiz şarkıyı tamamlayan
Schoenberg daha sonrasında bu şarkıları Brettl- Lieder adı altında toplayacaktır.
Kabare kültürüne değinmemin nedeni Pierrot Lunaire’in Pierrot’sunun Fransız komedyasından bir
karakter (üzgün bir palyaço) olmasıdır. Deutsche Chansons ile kapılarının açıldığını söylediğim parodi ve
satirik hemen ardından gelen birçok eserle birlikte komedyalardaki karakterlerin birebir kullanımının
yaygınlaşmasına yol açıyor. Kullanılan karakterler genellikle kuklalar veya palyaçolar oluyor.
Fakat her ne kadar komedyalardaki aynı isimleriyle ele alınsalar da burada kullanılan karakterleri
komedyalardakilerden ayıran bir özellik var ki o da onların birer karabasana benzemeleri. Pierrot, geldiği
yerin belirsiz olmasını, atalarının veya bir geçmişinin olmamasını ve en önemlisi tehditkar ölümsüzlüğünü
Stravinsky’nin Petruşkası’ndaki Şarlatan (Petruşka’nın son beş dakikası örneğin daha iyi anlaşılabilmesi
için izlenebilir) ve daha niceleriyle paylaşır. İgor Stravinsky’nin Pierrot hakkında “yirminci yüzyılın solar
plexusu2” yorumunu da tam buraya eklemek istiyorum. Sahip oldukları bu nitelikler sanıyorum ki her şeye
yabancılaşan insanı sembolize ediyordu.
Erwartung ve Pierrot Lunaire
Erwartung (op. 17, 1909), Schoenberg’in bir opera olarak tanımladığı ve 14 günde yazıp tamamladığı bir
solist ve orkestra için çoğunlukla monodrama olarak tasvir edilen eseri. Erwartung ve Pierrot arasında her
ikisinin de yorumsal anlatıcılar barındırması bakımından bir bağlantı olduğunu söyleyebilirim. Fakat yine
neredeyse aynı noktada birbirlerinden biraz ayrılıyorlar. Pierrot’da, her ne kadar birbiriyle desen
anlamında bağlantılı ve zaman zaman tekrarlı bir metin olsa da bir hikaye söz konusu değildir. Daha çok
çağrışımlar, fikirler, aksiyonlar ve ruh halleri ön plandadır. Erwartung ise Schönberg’in deyişiyle bir
kabus olarak algılanabilir. Hikaye bir kadının gece karanlık bir ormanda sevgilisini araması ve çok
geçmeden ölü olarak bulması üzerinden gider. Sonrasında ise geri çağrışımlarıyla hislerini ve aklının
sübliminal yansımalarını görürüz.
Erwartung, Pierrot öncesinde yazılmış eserler arasında ona zemin olabilecek yegane eserdir. Bunun nedeni
tamamen yeni bir düzenin sürekli müzikal temsilinin mümkün olabileceğini kanıtlamasıdır. Charles
Rosen’in (1927- 2012, piyanist) de ifade ettiği gibi Erwartung “müziği anlaşılır kıldığı varsayılan tüm
geleneksel araçlar olmadan ilerlemekle kalmaz; geleneksel bir metinsel anlatım olmadan temaların
tekrarını, bütünlüğü ve açıkça tanınabilir motifleri, bir çerçeveye dayalı armonik yapıları barındırır.
Erwartung’u bir mucize yapan yalnızca formun gerekliliklerinden görünüşte özgür olması da değil aynı
zamanda geleneksel dramatik anlatıdan bağımsızlığıdır.”
Pierrot Luanire’i geçmişteki diğer eserlerden ve dolayısıyla Erwartung’dan da ayıran ve eşsiz kılan
noktalardann bir diğeri Schoenberg’in Sprechgesang (veya kendi deyimiyle Sprechstimme) tekniği
olmuştur. Melodrama türünde daha önce bahsettiğim gibi bir anlatıcı bulunuyordu fakat bu anlatıcı bizim
bildiğimiz anlamda bir konuşmayla eseri icra ediyordu. Daha çok oyuncular bu iş için tercih ediliyordu.
Pierrot’da karşımıza çıkan ise tam olarak konuşmaya benzemeyen fakat şarkı söylemeye de benzemeyen
yeni bir ifade anlayışıdır. Schönberg aslında daha öncesinde Gurrelieder’de buna benzer bir teknik
denemiş fakat sonuç pek de iyi olmamıştı. 1900 yılından 1909 yılına gelene kadar herhangi bir vokal
eserinde bu tür bir denemeyle karşılaşmak mümkün değildir.
1909 yılına geldiğimizde Schönberg’in melodramalarla ilgili yeniden düşünmeye başladığını
gözlemleyebiliyoruz. Özel hayatında birtakım sarsıcı olaylar yaşadığı 1908 yılından sonra zaten
üslubunun da ciddi biçimde değiştiğini ve atonalite yıllarının başladığını gözlemlemek mümkün. 1909
yılında Erwartung’da, aşırı yoğun duyguların tek bir kişi tarafından performe edilmesi ve halisülatif
çağrışımları yaklaşmakta olan Pierrot’nun habercisi gibi görünüyor.
Bu noktada artık Pierrot Lunaire’in ortaya konması için her şey hazır gibi görünüyor fakat bir şey eksik. O
da Sprechstimme ile bağların yeniden kurulması ve yeni bir deney ortamının oluşturulması. Bu noktada
devre Albertine Zehme (1857- 1846) giriyor. Zehme bir oyuncudur esasında ve Pierrot’nun ortaya
çıkışında çok önemli bir rolü vardır. Schonberg’e Giraud’un Pierrot şiirlerini öneren Zehme’dir. Kendisi

2
1. Karın boşluğundaki sinir ağının en büyüğü. Kendinden çıkar sinir dalları güneşi andırdığından güneş anlamına
gelen “solar” adını almıştır. 2. Manipura, Vedik geleneğe göre üçüncü birincil çakradır. Güneş sarısıdır, göbek deliği
ve göğüs kemiğinin arasında yer almaktadır. Sanskritçe ismi olan Manipura “mücevherlerle dolu” anlamına
gelmektedir.
Schoenberg’in çok büyük bir hayranıdır. Giraud’un şiirleriyle yanına gittikten sonra uzun süre görüşmeleri
sürdürürler. Zehme, Schoenberg’e sürekli “yeni ve farklı bir konuşma- şarkı söyleme biçimi üzerinde uzun
süredir çalıştığını” söyler. Konuşma ve şarkı söyleme arasındaki ayrımın çok da belirgin çizgilerle
çizilmediği bu teknik uzunca süre Schoenberg için de açıklaması zor ve kafa karıştırıcı olma özelliğini
korumuştur. Kendi içinde yaşadığı anlam karmaşalarını özellikle öğrencisi Alban Berg ile olan
mektuplarında açık seçik görebiliyoruz. Nihayetinde Zehme’nin de yoğun ısrarları üzerine kontrat
imzalanır ve Pierrot birkaç ay sonra tamamlanır.

SONUÇ

Bu ödevde Schoenberg’in atonal yıllarının henüz başlarına kadar olan kısımda bestelediği
melodramalarının yolculuğunu inceledim. Daha önceki ödevlerimde de karşıma çıkan “birtakım
zorunluluklardan veya çevresel faktörlerden” ortaya çıkan sanat eseri burada da karşıma çıktı. Bende bu
ödevi yaparken en çok hayranlık uyandıran noktalardan birisi; Schoenberg’in kişisel geçmişi içerisinde de
bakıldığında görece hızlı biçimde gelişip şekil değiştiren müzik yazımı teknikleri ve anlayışı oldu.
Kendisinin çevresinde gerçekleşen sanatın her alanındaki olaylara bu denli hızlı adapte oluşu ve müzik
yazımında her birinden kendine bir rota çizebilmesi gerçekten hayret vericiydi.
Pierrot Lunaire Schoenberg’in kendisi dahil içerisinde kendi öğrencilerinin de bulunduğu sayısız
müzisyen, sanat eleştirmeni ve sanat tarihçisi için geliştirildiği dönemden bugüne özellikle sahneye
konulma süreciyle ilgili açıklığa kavuşturulmamış birtakım anlamlar ve teknik veya felsefi gereksinimler
içermesi bakımından çoğu zaman muamma olmuş. Ne istediğini zaman zaman kendisinin de bilmediğini
daha önce de belirttiğim gibi mektuplarından rahatlıkla anlayabiliyoruz. Bu yüzden de yine başta
belirttiğim üzere onun ne yaptığına değil ne zaman yaptığına bakmak önemli. Pierrot’nun yazım süreci
başlı başına bir araştırma konusu. Şunu söylemek isterim ki Schönberg’in Pierrot’suna kadar yükselişini
yüzyıllar boyu sürdüren melodrama türü, Pierrot’dan yirmi yıl sonra neredeyse tamamen kayboldu. Bunun
anlamı bana kalırsa Pierrot Lunaire’in bu türün tepe noktası olmasıdır.
Hayranlığımı bir kenara bırakırsam bu ödev boyunca Schoenberg hakkında ve yaşadığı dönem hakkında
da çok şey öğrendim. Ödeve başlarkenki bilgisizliğim de bu ödevi benim için bir challengea dönüştürdü.
Schoenberg’in yaşamının çok kısıtlı bir dönemini ele aldığım bu ödev dahi bana sayısız konuda fikir
verdi.
Bazı mektuplar:

1907
1909

KAYNAKÇA:
Bryan R. Simms – The Atonal Music Of Arnold Schoenberg 1908- 1923, Oxford University Press (2000)
Phyllis Bryn- Julson & Paul Mathews – Inside Pierrot Lunaire, Performing the Sprechstimme in
Schoenberg’s Masterpiece (2009)
Johnathan Dunsby- Schoenberg, Pierrot Lunaire, Cambridge Music Handbooks (1992)
https://www.youtube.com/watch?v=c_4LnBU8e_w

You might also like