You are on page 1of 2

Allâha hamd ü sena, resûlüne ve dahi resûlünün âline ve ashâbına salât u selâmdan

sonra işbu risâle Telhîs’ül-Miftâhtaki îcâz ıtnâb ve müsâvât bahsinde bir itirazı dile
getirmek gayesiyle kaleme alınmıştır. Bu risâlede îcâz ıtnâb ve müsâvât konusundaki
Sekkâkî ve Kazvînî’nin görüşlerini zikredecek, sonrasına, itirazımızı dilimiz
döndüğünce anlatmaya çalışacağız. Yanlışlarımız için affınıza sığınırız. Este˘înü
billâhi veliyy’it-tevfîk
Sekkâkî Telhîs’ül-Miftâh’taki alıntısında icaz ve ıtnâb hakkında söz söylemenin
kolay olmadığını belirtir. Bunun sebebi bu iki durumun nısbî, “anlaşılmalarının ancak
başka bir şeye kıyas edilerek mümkün olması”1dır. Sekkâkî bu sözle şunu kasteder,
“kelâmın şu kadarının ıtnâb şu kadarının îcâz olduğunu tahkîk ve tayin yoluyla
kanıtlamak mümkün değildir”2. Sekkâkî bu düğümü çözmek için, “mute˘âref’ül-
evsât”a ve “best’-ül-makâma” başvurur. Yani ortalama halk sınıfının konuşmasını ve
makâmın gerekliliğini ıtnâb ve îcâzı belirlemek için referans noktası alır. Kazvînî ise
“mute˘âref’ül-evsât”ın ve “best’ül-makâmın” muğlak kavramlar olduğunu belirterek
bu tarife karşı çıkar. Ardından icaz ıtnâb ve musâvâttaki ayrımı şöyle açıklar
“Doğruya en yakını söyle denilmesidir: Maksadı tabir etme yollarından makbul olanı,
maksadın aslını kendisine eşit veya ondan eksik- ancak yeterli lafızla ya da bir
faydadan dolayı ondan fazla lafızla ifâde etmektir”3
Kazvînî “müsâvin leh” derken müsâvâtı, “nâkısun anhu” derken îcâzı, “zâidün”
aleyhi” derken ıtnâbı kasteder. Îcâzdan bahsederken koyduğu “vâfin” faslı ihlâli,
ıtnâbdan bahsederken “li-fâidetin” faslı haşv ü tatvîli tarif dışı bıraktı. Fakat müsâvâtı
böyle bir kaydı gözetmeksizin anlattı.
Böyle bir kaydın yokluğu, müsâvâtın yalnızca asl-ı murâda karşılık gelecek miktarda
kelimeyle ifade olduğunu îhâm etse de durum böyle değildir. Nitekim icazı belirleyen
tek şey kelime miktarı değil, aynı zamanda muktezâ-yı hâl ve makâmdır. Itnâb ve
tatvîl ayrımında da bu göze çarpar, mesela Telhîs’te verilen “keziben ve meynen”
tanığında4, “meynen” keziben ile aynı anlamda olması sebebi ve muktezâ-yı zâhire
muvâfık düşmediği şartıyla tatvîl olur. Aksi takdirde -muktezâ-yı zâhire muvafık
düşseydi- ıtnâb olurdu.5 Bahâüddîn es-Sübkî Arûs’ul-Efrâh’ta bu duruma
Şimdi, “Sultan geldi” cümlesini ele aldığımız zaman, bu, gerçekten asl-ı murâda
karşılık gösterir. Bunun delili ise, “Murat geldi” cümlesidir. Eğer ben -dıştan bir
sebebin yokluğunda- Murat’ın geldiğini anlayabiliyorsam, Murat geldi bir müsâvât
örneğidir. Fakat, “Sultan geldi” cümlesi asl-ı murâdı karşılasa da, yani müsâvât örneği
olsa da, muktezâ-yı zâhirden, ben, tekid mesâbesinde bir “kendisi” kelimesine ihtiyaç
duyarım. Beni, bu cümle, “kendisi” lafzı olmadan tatmîn etmez. Sultanın askerinin ve
ya ordusunun geldiğini düşünebilirim ki bu, asl-ı murâda vefâ etmediğinin
göstergesidir. “Kendisi” kelimesinin ıtnâb olmadığının göstergesi ise “kendisi” lafzını
çıkardığım vakit, cümlenin asl-ı murâda vefâ etmemesidir. Çünkü “ (bi-lafzin)zâidün

1
Muhtasar’ul-Meânî, Taftâzânî, El-Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut, 2013, thk.Abdülhamid Hendâvî, s.251
2
A.g.e s.251
3
Telhîs ve Tercümesi, Hzr. Doç.Dr. Nevzat H. Yanık, Prof.Dr. Mustafa Kılıçlı, Prof. Dr. M. Sadi Çögenli,
Huzur Yay, İstanbul, s.81
4
‫ وألفى قوهلا كذبا ومينا‬... "‫وقددت األدمي لراهشيه‬
5
Itnâb örneğinde Îzâh’ül- Miftâh’ın Şâmile’deki metninden ve dipnotlarından yararlandım.
anhu” denmiştir. İcâz olmadığının göstergesi de muktezâ-yı zâhiri göz ardı ettiğimde
“Sultan geldi” cümlesinin asl-ı murâda hazif olmaksızın karşılık gelmesidir.
Hâsılı, bir şeyin îcâz veyâ ıtnâb olup olmadığına karar verirken muktezâ-yı makâma
başvuruluyor ise, müsâvâtta da öyle olmalıdır. Çünkü muktezâ-yı makâm bağlamıyla
değerlendirdiğimizde “‫ني‬CC‫ ”رب وهن العظم م‬cümlesi, “‫خت‬CC‫ ”رب ش‬cümlesi gibi îcâzdır.
Çünkü biz bu duanın niteliğini makamına göre belirleriz.
O zaman, kitaptaki tarife baktığımızda asl-ı murâda tam karşılık gelen her bir cümle
de pekâlâ müsâvât kabilinden sayılabilir. Fakat bu durum “‫”رب شخت‬yu müsâvî cümle,
“‫ ”رب وهن العظم مني‬ayetini de ıtnâb örneği olarak addetmemize yol açar, fakat öyle
değildir. Sözü daha fazla uzatmadan, müsâvâtta da tıpkı îcâz ve ıtnâbta olduğu gibi
muktezâ-yı makâmın en büyük payı olduğu düşünmekteyiz, o yüzden bu kaydın
müsavata gelmesi gerektiğine kaniyiz. Vallahu a˘lem.

You might also like