You are on page 1of 11

BÜYÜLÜ GERÇEKÇİLİK

Esengül Sağlam

Büyülü Gerçekçiliğin Tanımı, Tarihi Gelişimi ve Kavramsal Çerçevesi


XX. yüzyılın ikinci yarısından sonra başta Latin Amerika edebiyatı olmak üzere
özellikle gelişmekte olan toplumların edebiyatında yankı bulan büyülü gerçekçilik,
modernizm ve sömürgecilik sonrası edebiyat oluşumları ile benzer özellikler
taşımaktadır. Her toplumun edebiyatında farklı özellikler kazanarak şekillenen ve
günümüze dek etkisini sürdüren büyülü gerçekçilik, edebiyat dışında resim ve sinema
sanatlarında da önemli bir etki alanına sahiptir.
Büyülü gerçekçiliğin doğuş zemini ile ilgili muhtelif görüşler mevcuttur. Irene
Guenther’e göre “büyülü gerçekçi” kavramı ilk kez Novalis tarafından ve felsefedeki
“büyülü idealist” kavramı ile birlikte kullanılmıştır (1995: 34).
Büyülü gerçekçilik kavramını felsefi zeminden sanata taşıyan kişi, Alman sanat
tarihçisi ve eleştirmeni Franz Roh’tur. Roh, anlatımcı dönemdeki resimlerde, fantastik
ve dünya dışı konulara abartılı bir ayrıcalık verilmiş olmasını eleştirir. Ona göre bu
resimlerde dünyevi olan aşağılanarak yansıtılmıştır. Örneğin, eğer bu resimlerde konu
erotizm ise sıklıkla bu, kaba bir şekilde sunulmuş; eğer şeytani bir adam betimlenecekse
bu adam, yamyam yüzlü olarak resmedilmiştir (1995: 17).
Buna karşın Roh, 1920’li yıllarda resim
sanatında, “anlatımcılık-sonrası” (nach-
expressionismus) olarak adlandırdığı yeni
döneme ait resimleri nitelemek için büyülü
gerçekçilik terimini kullanır ve söz konusu
resimlerle ilgili şunları söyler: “Öyle
görünüyor ki bu rüya evreni tamamen sona
eriyor [….] dini ve aşkın konular son
resimlerde büyük ölçüde kaybolmuş.
Otto Dix, “Match Seller”, 1920 Bunun aksine bize, bütünüyle bu dünyaya
ait olan, dünyasal olanı yücelten yeni bir tarz sunuluyor” (1995: 17). Roh, 1920’li yıllarda
isimleri duyulmaya başlanan ve bir kısmı daha sonra gerçeküstücüler arasına girecek
olan Otto Dix ve George Grosz’un resimlerini bu tarzın örnekleri arasında gösterir ve
onların resimleri için “cehennemin uzaktaki dehşetinin yerine bundan ayırt
edilemeyecek olan günümüzün dehşetini yansıtıyorlar” ifadesini kullanır (1995: 17).

1
Esengül Sağlam

Franz Roh’un dikkat çektiği bir diğer


unsur, büyülü ile gizemli arasındaki
karşıtlıktır. Roh’a göre gizem, öbür
dünyaya dairdir ve bu tür gizemli
resimlerde dünyevi bir anlatım mevcut
değildir. Gizem, “temsili dünyaya inmez,
bilakis gizlenir ve bu dünyanın ardında
titreşir.” Oysaki anlatımcılık-sonrası
resimlerde görülen büyülü anlatımda
Henri Rousseau, “The Sleeping Gypsy”, 1897
bütünüyle bu dünyaya ait olan ve onu
yücelten bir taraf vardır (1995: 15-16). Roh’un kitabının kapağında bulunan, büyülü
gerçekçi olarak nitelendirdiği Henri Rousseau’nun “The Sleeping Gypsy” adlı tablosu için
Carpentier şunları söylemektedir: “Bu büyülü gerçekçiliktir, çünkü gerçekdışı bir
imgedir, ama yine de orada yer alır” (1995: 102-103)
Edebiyatın, gerçek dünya ile hayali dünyayı birleştirerek yeni bir atmosfer
yaratma gücüne sahip olduğuna dikkat çeken İtalyan yazar ve eleştirmen Massimo
Bontempelli, büyülü gerçekçiliği edebiyatta uygulayan ilk kişi olarak kabul edilmektedir.
Bontempelli, mit ve efsanelerin gerçekliğin daha derin bir tabakasını ortaya
çıkarabilmek için imgelem aracılığıyla anlatı sürecinde yer alması gerektiğini düşünür
(Walter, 1993: 13).
Alejo Carpentier, Bu Dünyanın Krallığı adlı romanının önsözünde büyülü
gerçekçilik yerine “olağanüstü gerçek” (lo real maravilloso) kavramından söz eder.
Carpentier’a göre olağanüstü, gerçeğin bir parçasıdır, hayal gücünün bir ürünü değildir.
Bu sebeple gerçeküstücüleri, olağanüstülüğü gerçeklikte aramadıkları ve onu sadece
tuhaflık duygusu yaratmak için kullandıkları için eleştirir (1995: 85-86, 104). Büyülüğü
gerçekçiliği, “doğal, tarihsel ve geleneksel güçlerden beslenen, kolektif inanca bağlı olan
ve kökeni Latin Amerika mitolojisine dayanan bir akım” olarak tanımlayan Carpentier
(Walter, 1993: 15), her şeyden önce inancı gerektiren olağanüstü gerçeğin, Latin
Amerika’nın yapısından kaynaklandığını belirtmekte ve bu görüşünü “[Latin] Amerika
olağanüstü gerçekten başka ne olabilir?” cümlesiyle ifade etmektedir (1995: 104). Bir
dönem İspanya ve Portekiz’in sömürgesi olan Latin Amerika, barındırdığı Avrupa

2
Esengül Sağlam

kökenli ve yerli nüfusun sahip olduğu farklı


dünya görüşleri ve yaşam tarzlarından
oluşan zengin bir mozaik
görünümündedir. Bir yanda mitlerle
yaşayan, doğaüstünü günlük hayatın bir
parçası olarak kabul eden yerliler, diğer
yanda akılcılığın temsilcisi olan ve yerli
halkı ezerek onların kültürlerini
yozlaştıran Avrupalı efendiler bu
coğrafyada uzun yıllar bir arada yaşamıştır.
Bu nedenle, Carpentier’e göre André
Breton ve arkadaşlarının yaptıkları gibi
George Grosz, “Gray Day”, 1921
gerçeküstünün ne olduğunu anlatmak için,
gerçeküstü olarak nitelendirilen nesnelerin halka tanıtılması amacıyla sergiler açmaya
gerek yoktur. Zira Latin Amerika’da yaşam, Roh’un büyülü gerçekçi olarak nitelendirdiği
Otto Dix’in tablolarındaki gibidir: Doğaüstüyle barışık yerlilerin ve onların yaşam
tarzlarından tamamen ayrı Avrupalı efendilerin yan yana süren ve birbirini yadsıyan
yaşamları (Turgut, 2003: 17).
Angel Flores’e göre büyülü gerçekçilik, gerçeklik ve fantastiğin bir alaşımıdır
(Walter, 1993: 14). Ona göre, modern dönemde yazılan ilk büyülü gerçekçi eser, Jorge
Luis Borges`in kaleme aldığı Alçaklığın Evrensel Tarihi’dir (Flores, 1995: 112). Büyülü
gerçekçiliğin, Latin Amerika’nın otantik bir ifadesi olduğunu düşünen Flores, büyülü
gerçekçilikte gerçek olmayanın doğallaştırıldığı görüşündedir. Flores, Latin Amerika
kurmacasını büyülü gerçekçilik bakımından incelemiş, bu akıma bağlı yazarların
modernist yazarlar arasında özellikle Jorge Luis Borges ve Franz Kafka’dan
etkilendiklerini belirtmiştir.
Flores’in tanımına karşı çıkan Luis Leal, büyülü olanın gerçeğin bütünsel bir
parçası olarak var olduğunu düşünür ve büyülü gerçekçiliğin tamamen Latin Amerika’ya
özgü olduğu görüşünü desteklemez. Leal’e göre büyülü gerçekçi yazarlar, kaçmak yerine
gerçeklikle yüzleşerek gerçeğin içindeki/ardındaki gizemi keşfetmeye ve nesnelerin
arkasında nefes alan gizemi yakalamaya çalışırlar (Leal, 1995: 120-123).

3
Esengül Sağlam

Chanady de Leal gibi büyülü gerçekçiliğin kökenlerini Latin Amerika’ya bağlama


girişimi yanlış bularak Flores’in görüşlerine karşı çıkar. Chanady, Flores’in büyülü
gerçekçiliği Latin Amerika’nin otantik bir ifadesi olarak görmesi ve büyülü gerçekçi
yazarların Kafka’dan etkilendiğini belirtmesinin birbiriyle çelişen iki ayrı tez olduğunu
söyler (Chanady, 1995: 130).
Pietri “büyülü” sözcüğü ile tuhaf, gizemli ve açıklanamayan olaylara ve bu
olayların etkilerine işaret etmektedir. Bu tanımla birlikte Pietri, “Büyülü olan gerçeğe ait
bir parça mıdır yoksa yazar ve roman kişileri büyülü olanı hayal güçlerini kullanarak mı
idrak ederler?” sorularının tartışılması gerektiğini düşünmektedir (Walter, 1993: 14).
Asturias, Lorenz ve Janik, Latin Amerika’daki insanların gerçeği özel bir şekilde
algıladığına dikkat çekerler. Lorenz büyülü gerçekçiliğin, gerçekdışı bir aşamada gelişen
şiir, müzik, büyü, sihir, kültür, rüya, kronik ve gerçeğin bir alaşımı olduğunu
düşünmektedir (1993: 16). Lorenz’e göre gerçek, yalnızca mantıksal çerçevede
yorumlanan bir olgu hüviyeti göstermez, aynı zamanda büyülü bir yolla nesilden nesile
aktarılan mitler, efsaneler ve batıl inançlarla bağdaşır. Lorenz gerçekdışı, tuhaf, gizemli
olay ve olguların gerçeğin parçaları olarak kabul edilmesi gerektiği görüşündedir (1993:
21).
Chiompi, büyülü gerçekçi metinlerde büyülü standartların kurgusal gerçekliğin
bir parçası olduğunu vurgular. Ona göre, büyülü standartlar gerçekçi standartlarla
bütünleşerek doğallaşır. Bu durum, fantastikten farklı olarak mantıksal çelişkinin
çözümlenmesini ve okuyucunun olaylardan şüphe duymamasını sağlar; çünkü büyülü
gerçekçilikte “mantıksal çelişki” çözümlenmiştir.
Zamora, Magical Realism adlı derleme kitabında zıtlıkların mevcudiyeti, olayların
gerçekleşeceğini önceden haber veren önsezilerin ardı ardına gelmesi, abartının üslûpta
belirleyici olması, doğaüstünün sıradanlığı, büyünün gerçeğe ait bir kesit olarak
sunulması, olayların kronolojik sıralamayla verilmemesi gibi özellikleri büyülü gerçekçi
anlatının temel unsurları arasında göstermiştir. Barnes’in “akrabalık” kavramını büyülü
gerçekçiliğin yapı taşlarından biri olarak kabul eden Zamora’ya göre dış merkezli olan
ve çeşitlilik içeren büyülü gerçekçilikte ‘büyü’, kültürel bir doğrulayıcı olarak verilir
(Zamora, 1995: 1-3).
Wendy B. Faris, büyülü gerçekçi anlatı örneklerinden hareket ederek bu türün
niteliklerini belirlemeye çalışmıştır. Büyülü gerçekçilikte ilk olarak “evrenin yasalarına

4
Esengül Sağlam

göre açıklanamayacak olaylar gerçekten olur, diğer bir deyişle, bu olayları öyküdeki ne
anlatıcı ne de karakterler garip bulur” (akt. Özüm, 2009: 31). Burada fantastiğin tereddüt
eden anlatıcı ve okuru yoktur; çünkü olağan dışı olgular, olağanla birlikte uyum
içindedir. Faris’in tespit ettiği ikinci nitelik, gerçekçi romanlarda görülen ayrıntılı
tasvirlerin bu romanlarda da yer almasıdır. Bu şekilde büyülü gerçekçi eser, bir çeşit
gerçeklik kazanmış olur. Üçüncü nitelik ise, büyülü gerçekçi anlatılarda yaşanan
olağandışı ya da gerçeküstü olayların birer mucize mi yoksa karakterlerin sanrısı mı
olduğunun ayırt edilememesidir. Anlatıcı ve roman kişilerinin olağanüstü olana
yaklaşımları son derece olağandır; zira bu anlatılarda, bu dünya ile ölülerin dünyası ve
gerçek ile kurmaca birbirinden ayrılmaz; ölümden sonrası alternatif bir dünya olarak
sunulur (2009: 31, 32).
J.A. Cuddon, büyülü gerçekçiliğin karakteristik özellikleri üzerinde yaptığı
araştırmalar sonucunda bu tür metinlerde; kıvrımlı, labirentimsi bir anlatım
tekniğinden, zaman değişimlerinden, şaşırtıcı ve şok etkisi yaratan ögelerin
kullanımından söz eder (akt. Emir-Diler, 2011: 52).
Roland Walter’a göre büyülü gerçekçiliğin üç şartı vardır. Büyülü gerçekçi
metinlerde;
1. Gerçek olanla gerçekdışı, doğaüstü veya alışılmamış olan birleştirilip gerçek
olan büyülü bir hâle bürünmüştür.
2. Gerçek ve gerçeküstü unsurlar birleştirirken hem anlatıcı hem de karakter
bazında uyumlu bir bütün oluşturulmuştur. Bu şekilde, anlatıcı ve
karakterlerin doğaüstü olanı doğalmış gibi algılamaları ve gerçekdışı
unsurların okuyucu tarafından sorgulanmaması sağlanmıştır.
3. Sadece olayları ve karakterlerin eylemlerini anlatarak yorum ve açıklamalarda
bulunmayan anlatıcının “ketumluğu" (authorial reticence) söz konusudur.
Aksi takdirde, okuyucu gerçekdışı olanı sorgulamaya başlayacak ve büyülü
gerçekçiliğin diğer iki kuralı da ihlal edilmiş olacaktır (1993: 19-20).
Roland Walter’ın dikkat çektiği bir diğer konu, büyülü gerçekçilikte var olan
gerçekdışı ve olağanüstü unsurların fantastikle de ilgili olduğudur (1993: 18). Büyülü
gerçekçilikte olduğu gibi fantastikte de mantıksal gerçekçi aşama ve büyülü gerçekçi
aşama mevcuttur. Fakat fantastik metinlerde gerçeğin bu iki aşaması birbirine zıt
düşerek yadırgatıcı bir nitelik kazanır; olağanüstü olaylar, doğa yasalarına aykırıdır ve

5
Esengül Sağlam

dünyanın düzenini bozar. Rogor Caillois bu durumu, “gerçek dünyanın parçalanması,


bir baskına uğraması” (1993: 18) olarak ifade etmektedir. Walter, anlatıcı ve roman
kişilerinin büyülü olanı algılama ve ona tepki gösterme biçimleri ile okuyucunun metin
karşısındaki tutumu arasındaki farkın, fantastik ve büyülü gerçekçi metinler arasındaki
temel farkı teşkil ettiğini düşünmektedir (1993: 19-20).
Cooper, büyülü gerçekçi anlatılarda yapı, olay örgüsü ve izleği etkileyen en
önemli unsurun melezlik (hybridity) olduğunu düşünmektedir. Melezlik; yaşam ve
ölüm, tarihsel gerçeklik ve büyü, bilim ve dini inançlar arasında bir uzlaşma zemini
olmakta, klasik gerçekçi tekniklere göre gerçekliğin daha doğru ve derin bir şekilde
gözler önüne serilmesini sağlamaktadır (1998: 32). Cooper’a göre büyülü gerçekçi
anlatılarda şehirli ve kırsal, Batılı ve yerli, siyah ve beyaz gibi zıtlıklardan müteşekkil
kültürel, politik ve ekonomik altyapılı bir kakofoni mevcuttur. Büyülü gerçekçi
anlatılarda zaman ve mekânın da melez olduğunu belirten Cooper düşüncelerini şu
şekilde ifade etmektedir: “(Bu metinlerde) zaman, çevrimsel mitsel zamanla çizgisel
zamanın bir kırmasıdır. Yer ise, ne herhangi bir haritada yer alan ne de sınırsız bir
imgelemin ürünü olan fantastik bir yerdir; üçüncü bir mistik uzaydır” (1998: 33).
Jean Weisgerber ve Gonzáles Echevaría, büyülüğü gerçekçiliği sınıflara
ayırmaktadırlar. Jean Weisgerber’a göre büyülü gerçekçilik ikiye ayrılmaktadır:
1. Daha çok Avrupalı yazarların uzmanlığında olan ve kurgusal bir evren yaratmak
için kendini sanat ve varsayımda yitiren okullu tip (scholarly type),
2. Genelde Latin Amerika’dan kaynaklanan mitsel ve folklorik tip (akt. Faris, 2005:
165).
Gonzáles Echevaría’a da büyülü gerçekçiliği iki gruba ayrıldığını düşünmektedir:
1. Olağanüstünün, gözlemcinin dünyayı görüş tarzından kaynaklandığı
epistemolojik tip,
2. Carpentier’in Latin Amerika’nın kendisinin olağanüstü olduğu tezinde de dile
getirilen ontolojik tip (akt. Faris, 2005: 165).

Büyülü Gerçekçi Metinlerin Ortak Özellikleri


Büyülü gerçekçilik, birbirine sıkı sıkıya bağlı olan gerçeğin iki aşamasının (gerçek
ve büyülü aşaması) uyumlu bir biçimde bütünleştiği; gerçeğin büyülü kategorilerinin
anlatıcı, karakterler ve okuyucu üzerinde herhangi bir şaşkınlığa yol açmadığı; mitlerin,

6
Esengül Sağlam

efsanelerin ve doğaüstü olayların egemen olduğu; tekrar, abartı, benzetme, sözlü


gelenek ve önsezilerle beslenerek içerisinde büyük bir çeşitlilik barındıran postmodern
bir akımdır. Büyülü gerçekçiliğin tanımı ve özellikleri, akımın içinde şekillendiği
toplumlar ve eserleriyle bu akıma yeni bir yorum getiren yazarlara göre farklılık
göstermektedir. Buna karşın yukarıdaki bilgilerden yola çıkarak, büyülü gerçekçiliğin
genel özelliklerini şu şekilde özetlemek mümkündür:
1. En önemli örnekleri Latin Amerikalı yazarlar tarafından verilen büyülü
gerçekçilik, Batı kapitalizmi ile karşılaşan üçüncü dünya ülkelerinin bireysel,
toplumsal ve ekonomik sorunlarını edebiyat alanına taşıyan, sömürgecilik sonrası
edebiyatın “öteki”sinin sesine kulak veren bir akım olarak yaygınlık kazanmıştır.
2. Büyülü gerçekçilikte, gerçek ve gerçekdışı, alışılmış ve alışılmamış olan bir
aradadır. Bu eserlerde gerçek, büyülü olmaya başlayabilir ya da büyülü bir şey
gerçekmiş gibi anlatılabilir.
3. Büyülü gerçekçi eserlerde mitolojik anlatıların yansımaları görülmektedir.
Yazarlar, eserlerindeki doğaüstü unsurları oluştururken masal, destan, efsane ve
halk hikâyelerinden yararlanırlar. Geleneksel anlatılardan teknik olarak da ilham
alan yazarlar, bu anlatıların büyülü atmosferini bugünün dünyasına taşırlar.
4. Büyülü gerçekçilik, başka bir akım içinde bir arada kullanılamayacak farklı
dünyaları, alanları ve sistemleri bir arada bulundurur ve bunların kaynaşmasını
sağlar. Gerçek ve gerçekdışı unsurlar, türler ve söylemlerin bir arada
bulunabilmesi, büyülü gerçekçiliğin melez bir yapıya sahip olması ile ilgilidir.
5. Büyülü gerçekçi bir eserde anlatıcı, okuyucunun tuhaf olandaki mantıksızlığı fark
etmemesi için herhangi bir açıklamada bulunmaz ve olayları okuyucuya bir
uzaklık duygusu yaratarak aktarır. Bu şekilde olayları ve bu olayların akışını ön
plana çıkarmaktadır. Fantastikte gerçekdışı karşısında hangi bakış açısına sahip
olduğunu belirtmeyen ve temkinli davranan anlatıcı, büyülü gerçekçilikte
gerçeğin büyülü yanlarını sorgulamaz ve büyülü gerçekçi dünyaya inanan bir
bakış açısı sergiler.
6. Büyülü gerçekçilikte roman kişileri, daha çok gerçekleştirdikleri eylemlerle
tanıtılmakta, karakterlerin ruhsal, psikolojik ve ahlaki özellikleri
açıklanmamaktadır. Murat Belge’nin büyülü gerçekçiliğin ustası Gabriel García
Márquez’in Yüzyıllık Yalnızlık isimli romanındaki roman kişileri ile ilgili

7
Esengül Sağlam

tespitleri, bu konuda genel geçer olarak kabul edilebilir. Belge’ye göre Marquez’in
boyutları oldukça değişik olan bireyleri, somut-evrenselleri değil tarihi özetleyen
(world-historical) bir özellik gösteren kolektif kişilerdir: “Alışılmış, bireysel
“roman kişisi”nin benzersiz bir “kişiliğin” psikolojisi değil onun verdiği, daha
“ortaklaşa” bir insanı anlatıyor, özlemleri ve yüceltimleri, yıkıcı ve yaratıcı
yanlarıyla, cinsel uyanışlarıyla” (Belge, 2009: 62-63).
7. Büyülü gerçekçi anlatılarda yer ve zaman konusunda bir belirsizlik söz
konusudur. Kronolojik, düz çizgisel zamandan ziyade daha çok mitsel
mekânların kullanımı ve geçmişe dönüş (flashback) ve geleceğe gidişler
(flashforward) sayesinde oluşturulan çevrimsel zaman algısının hâkim olduğu
büyülü gerçekçilikte bazen semboller ve çağrışımlar, bazen de halk hikâyeleri,
masallar, efsaneler, destanlar ve düşler yardımıyla geçmiş, şimdi ve geleceğin iç
içe geçtiği görülmektedir. Angel Flores’e göre bu eserlerde zaman, “zamansız bir
akışkanlık içinde var olur” (1995: 115).
8. Büyülü gerçekçi eserlerde imge, sembol, eğretileme, mübalağa, ironi ve
paradoksla yaratılmış metafiziksel bir boyut mevcuttur. Gerçeklik, çoğu zaman
dolaylı yollarla yansıtılmış, gerçekliğin psikolojik, ruhsal veya ahlaki boyutları
semboller yardımıyla aktarılmıştır.

Büyülü Gerçekçi Yazarlar ve Eserleri


Alejo Carpentier (1904-1980) : Bu Dünyanın Krallığı.
Angela Carter (1940-1992) : Büyülü Oyuncakçı Dükkânı.
Banana Yoshimoto (1964- ) : Mutfak.
Carlos Fuentes (1928-2012) : Artemio Cruz’un Ölümü.
D. M. Thomas (1935- ) : Beyaz Otel.
Dino Buzzati (1906-1972) : Tatar Çölü.
Gabriel García Márquez (1927-2014) : Yüzyıllık Yalnızlık.
Günter Grass (1927-2015) : Teneke Trampet.
Haruki Murakami (1949- ) : Yaban Koyununun İzinde, Zemberek Kuşu’nun
Güncesi.
Isabel Allende (1942- ) : Ruhlar Evi.
Ismail Kadare (1936- ) : Ölü Ordunun Generali.

8
Esengül Sağlam

Italo Calvino (1923-1985) : İkiye Bölünen Vikont.


J. M. Coetzee (1940- ) : Düşman, Une enfance de Jésus.
Jorge Luis Borges (1899-1986) : Alef.
Julio Cortázar (1914-1984) : Les Armes secrètes.
Marcel Aymé (1902-1967) : La Vouivre.
Michel Tournier (1929-2016) : Kızılağaçlar Kralı.
Miguel Ángel Asturias (1899-1974) : Guatemala Efsaneleri.
Mikhail Bulgakov (1891-1940) : Usta ile Margarita.
Milan Kundera (1929- ) : Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği.
Patrick Süskind (1949- ) : Koku.
Paul Auster (1947- ) : Yükseklik Korkusu.
Salim Barakat (1951- ) : Les Seigneurs de la nuit.
Salman Rushdie (1947- ) : Şeytan Ayetleri.
Sylvie Germain (1954- ) : L’Enfant méduse.
Toni Morrison (1931- ) : Sevilen.

9
Esengül Sağlam

KAYNAKÇA
Belge, M. Edebiyat Üstüne Yazılar. İstanbul: İletişim Yayınları, 2009.
Carpentier, Alejo. “The Baroque and the Marvelous Real”. Magical Réalisme: Theory,
History, Community. (ed. Zamora & Faris). 1995, 89-108.
Chanady, Amaryll. “The Territorialization of the Imaginary in Latin America: Self-
Affirmation and Resistance to Metropolitan Paradigms”, Magical Realism:
Theory, History, Community. (ed. Zamora & Faris). 1995, 125-144.
Cooper, Brenda. “ ‘Sacred Names into Profane Spaces’: Magical Realism”. Magical
Realism in West African Fiction: Seeing with a Third Eye. Londra ve New York:
Routledge, 1998. 15-36.
Emir, Derya - Diler, Hatice Elif. “Büyülü Gerçekçilik: Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm
ve Angela Carter’ın Büyülü Oyuncakçı Dükkânı İsimli Eserlerinin
Karşılaştırılması”. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 30,
Ağustos 2011, 51-62.
Faris, W.B. “Magical Realism in Spanish American Literature”, Magical Realism: Theory,
History, Community. (ed. Zamora & Faris). 1995, 163-191.
Flores, A. “Magical Realism in Spanish American Fiction”, Magical Realism: Theory,
History, Community. (ed. Zamora & Faris). 1995, 109-119.
Guenther, Irene. “Magic Realism, New Objectivity, and the Arts during the Weimar
Republic”. Magical Realism: Theory, History, Community. (ed. Zamora & Faris).
1995, 33-73.
Leal, Luis. “Magical Realism in Spanish American Literature”. Magical Realism: Theory,
History, Community. (ed. Zamora & Faris). 1995, 119-124.
Özüm, Aytül. Angela Carter ve Büyülü Gerçekçilik, Ankara: Ürün Yayınları, 2009.
Roh, Franz. “Magic Realism: Post Expressionism”. Magical Realism: Theory, History,
Community. (ed. Zamora & Faris). 1995, 15-31.
Turgut, Canan Öktemgil. Latife Tekin’in Yapıtlarında Büyülü Gerçekçilik. Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Bilkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2003.
Walter, Roland. Magical Realism in Contemporary Chicano Fiction, Frankfurt: Vervuert
Verlag, 1993.
Zamora, Lois Parkinson - Wendy B. Faris, (ed.). Magical Realism: Theory, History,
Community. Durham & London: Duke University Press, 1995.

10

You might also like