You are on page 1of 2

KELAM VE SÜKÛT’UN FELSEFESİ HAKKINDA

KISA GÖRÜŞ VE DEĞERLENDİRMELER

Pek Ali Büyük Üstat,


PMn. ve Mn. Üstatlarım, Çok Değerli Kadoş Şövalyesi Kardeşlerim,

2010 Yılı V.A.O.Çalışma. Konusu olarak tespit edilmiş olan “Areopaj Seviyesinde Bulunan Bir
Kadoş Şövalyesi İçin Kelam Ne İfade Eder?” Soru başlığını Doğu ve Batı dünyasının görüş ve
düşünce koordinatlarını belirleyen, evrensel dâhilerini gündeme taşıyan, yararlı bir tefekkür
yolculuğu olarak değerlendiriyorum.

Konumuzun yolculuğuna da, şeyh Galip’in kelam eşliğinde başlayan şu beyiti ile girmek istiyorum:
“Kelam-ı samtı deryalar gibi pür-çuş söylerler
Muhabbet razını birbirine hamuş söylerler”
(Onlar susarak okyanuslar gibi coşkunluk içinde konuşurlar,
Aşkın sırrını birbirine sükût ile(susarak) söylerler…

Değerli Kardeşlerim,
Hepimizin bildiği“Söz gümüşse sükût altındır”Ata sözümüz, toplumumuzun severek benimsediği...
Mükemmel bir uyarı cümlesidir. Peki, ama bu cümlede sukutu altın yapan nedir? Hakikaten sükût
altınsa, neden konuşmaya can atarız? Pek tabii, konuşmak bir ihtiyaçtır, varlığın savunmasıdır. O
yüzden kemal-i idrakle söylenmiş bir söz hepimizin tercihidir. Buna karşın sükût bir baş eğme, her
şeyi kabullenme ya da, teslimiyet midir? Yoksa sükût ikrardan mı gelir? Veyahut sükutun kendine
has bir dili mi vardır.? Evet, sükûtun kendine has bir dili vardır. Her ne kadar Kadim İncil “
İptida Kelam vardı” (Yuhanna 1) derse de, sözden önce sükûtu düşünmemek imkânsızdır. O kadar
ki, sözü sarf ederken bile sükûtun engin ufuklarından geçeriz. O bakımdan “söz”den bahsederken
“sukut”u da, kategorik olarak birlikte düşünürüz.. Diyalektiğin üstadı Hegel, söz ve sükûtun daima
birbirlerinin negasyonu (nefy) olduğunu söyler. Yani sükût, mecburen sözü, söz de zorunlu olarak
sükûtu neyf eder.( sürer, iter). Söz her nekadar sükûtun bağrından doğsa da, sükûta hep katli vacip
gözü ile bakar. O yüzden sükut hiç beklemediği bir anda tahtını söze kaptırır.Tamamıyla
tereddüdün yönettiği bir mücadeleden zaferle çıkan söz, bayrağını sükutun kalelerinde dalgalandırsa
da, duyduğu haz uzun sürmez.. Çünkü her yenliğe ve bilinmeyene yönelen bütün yollar sükût
diyarından geçmektedir. Sözün özü, en güçlü iradeler dahi sükût ile söz arasındaki bu bitmeyen
metafizik gerilimden kurtulamazlar. Aslında sükut, bir nevi tabiata dönüştür ve bizi diğer varlık
aleminden ayıran sözdür. Hepimiz pekâlâ biliriz ki sükût, sözün kemale erdiği yegâne yerdir. Bu
bağlamda Pisagor’un öğrencilerine dört yıl boyunca sükûtu tecrübe etmelerini şart koşması çok
manidardır. Nietzsche de,”Çok şey söylemek mecburiyetinde olan bir kimse, öncelikle kendi içinde
sukuta dalmalıdır.” der. Bir örnekte uzak Doğu’dan verelim.: Upanişadlar’ın Rişisine ( bilgesine)
“Atman nedir? diye sormuşlar. Sükût etmiş. İkinci kez Atman’ın özünü anlatmasını istemişler. O
yine de ısrarla sükûtunu sürdürmeye devam etmiş. En sonunda da.. “söyledim ama anlayamadınız,
“Santo’yam atma!” diyerek tekrar susmuş. Yani, “Atman sükûttur!” demiş…

Değerli Kardeşlerim;
Bizim bu kısa sohbetimizde, bahis konusu ettiğimiz sükût, susturulmuş insanın veya toplumun
sessizliği değildir. Hür insanın tefekkürden kaynaklanan sükûtudur. Amma, hakiki ve derin sözün
beşiğini de o sallar, diyerek yeniden başa dönelim:
İslam İlahiyatının en önemli dinsel mevzularının başında “Evvel de, ahir de, sükûttur” Kelam-ı
gelmektedir. Devamı ise, “Mevcudat yaratılmadan önce sonsuz sukut vardı, başka da, bir şey
yoktu”.cümlesi yer almaktadır. Bu bağlamda Batı düşünürlerinden Paskal ,”sonsuz mekânların
ebedi sükût’undan söz ederken: “Hakkında hiçbir şey bilmediğimiz fezalar tarafından
kuşatılmış olmak, beni daima ürpertiyor ve bu sonsuz mekânların ebedi yaratıcısının esas
sırrının, sonsuzluğun sükûtu içinde olduğunu düşünebiliyorum.!”diyor.Bu yorum büyük bir
anlam ifade etmektedir. Görülüyor ki Paskal burada, sukutu sonsuzluğa atfetmektedir. Bize göre
de, bu görüşe katılmak mümkündür. Çünkü bizler de, sonsuzluk denilince sukutu yaşarız; sükût
halimizdeyken bir miktar da, sonsuzluğu soluduğumuzu hissedebiliriz ve de ifade edebiliriz…

Evet, Kardeşlerim, “İptida kelam vardı” cümlesindeki “kelam” yani “söz” yani” logos”, Allah’ın
Sonsuz sır hazineleri arasındaydı. Bakın çağımızın Mevlana’sı olarak bilinen Muhammet İkbal, bu
konuda neler diyor: “Alem yaratılmadan önce “ide” halinde Allah’ın kudret hazineleri arasında
mevcuttu.. Allah’ın fikirleri ile bizimkiler arasındaki fark,.onların maddeye dönüşebilmesindedir.”
Allah’ın yoktan var etmesinin kudreti ve sırrı işte burada saklıdır. Bir hadis-i kutside Allah, “Ben
gizli bir hazine idim, bilinmek istedim onun için alemi yarattım.” der. Allah “kün”(ol”) emri ile
sınırsız sır hazinelerinin kapılarını aralayınca varlığın ayrılık macerası başlamış olur. İşte Zat-ı
Kibriya’nın bu bilinme isteği” Kelam”’ın metafizik ufuklardan “varlık evine inmesine sebep olur.
Heidegger’de “söz varlığın evidir” derken bunu düşünmüş olmalı..Yoksa bezm-i ezelde yalnız
sukut vardı, amma.orada da, sözün ilahi kaynağı yine Allah kelamıdır ve bu kelam bir
deryadır ,namütenahidir.Söz sonsuz sükutun ancak bir bölümünü tasarruf edebilir. Sözün tasarruf
edilme ölçüsü de bize “söz”’ün ve sesin kalitesini, yani şiiri ve musikiyi verir. Burada söz ve
sukutun daima birlikte olduğunu ve birçok güzelliği doğaları gereği müştereklik içinde yarattıklarını
anlıyoruz. Konuya daha dikkatli baktığımızda aralarında gizli hatta pozitif bir anlaşmanın hakim
olduğunu da, görebiliyoruz..Çünkü söz esaslı bir söz olabilmek için sükuta ihtiyaç duyar. Aynı
şekilde sükûtun da manalı bir sükût olabilmesinin sözün kalitesine bağlı olduğunu görüyoruz..
Hiçbir şey söylemeyen birisi, o anda sükût etmeye muktedir olmadığını da göstermiş olur. Sadece
hakiki konuşmada gerçek sükût mümkündür diyor Heidegger ve ekliyor: “Sükût edebilmesi için
varlığın söyleyebileceklerinin olması lazım gelir.” Yani söz önemini, sükûtun derinliğinden alır.
Çünkü sükût içimizin arındırılması kargaşanın giderilmesi demektir. Yani insan ne kadar derin
düşünürse, o kadar derin ve içten sükût eder. Tefekkür sükûtta mayalandığı gibi, fikirler de sükût
ikliminde cürufundan temizlenmiş olur, diyerek sözlerimi tamamlıyor hepinize en içten saygılarımı
sunuyorum Aziz Kardeşlerim!..

İsmail Hakkı Demirci K.

07.12.2010
Logos Areopajı

You might also like