Professional Documents
Culture Documents
Füruzan - Benim Sinemalarım
Füruzan - Benim Sinemalarım
Benim Sinemalarım
Öykü
Edebiyat - 136
ISBN 978-975-08-3265-9
http://www.ykykultur.com.tr
e-posta: ykykultur@ykykultur.com.tr
Hızla yürüdü.
Eşiği aştı.
Taşlık koyuldu.
Öptü.
Merdivenlere baktı.
Perdeyi açtı.
Saçlarını çözdü.
Yatağına girdi.
Mavi ve yıldızlıydı.
Yutkunuyor.
Dinlendiriyor.
Dışarı bakıyor.
— Sevindim üzülmemene...
— Denize gir hadi. Yüz, bak. Çok sıcak. Hem iştahın açılır.
Sonra da sana iyi bir yemek yediririm.
Karşılıklı gülüverme.
Güneş.
Bakmamak.
Gülümsemek adama.
Gerekir çünkü.
Göğüslerindeki dikenleşme.
Uçlar belirsiz.
Yeniden sıkıntı.
Bundan öncekiler.
“Hayır –der–. Ben trene biner dönerim. Sen kal. Zaten bir
arada olmaz.”
Bekler.
Hemen susayıverir.
Çevresine bakınır.
Tren yaklaşır.
Gülümsedi.
— Nerede oturuyorsunuz?
Konuşma uzamıştı.
Örtüyü çekti.
Kendisine koz helvası alan güven dolu koca bir elin içine
bıraktığı küçük çocuk ellerini tutan babasını düşündü.
Direndi Nesibe.
Daha da kıvrıldı.
Ağlaması kesilmişti.
Gene yakınıyordu.
Gözlerini açmadı.
Üşüdü.
Damağı kurumuştu.
Doğruldu.
— Ben yatacağım.
Bakmaya başladı.
El ele tutuşuyorlar.
Yürüyorlar.
Dudaklarını ısırıyor.
Peki, önceleri?
Yaşlıları?
Para aldıklarını?
Kolları çözüldü.
Soruyor delikanlı.
Gözlerini açtı.
Öfkelenmedi.
Doğruldu.
Giyindi.
Yürümeye başladı.
Gözleri yaşardı.
Arkasını döndü.
Korkusu geçti.
Mayıs 1972
Temizlik Kolu
Gelin durdu.
Üşüdü.
— Bir günden bir şey çıkmaz dedi yengesi. Pazarları her yan
kapalı. Cumartesileri de çamaşırların anca ütüsünü bitirip sahiplerine teslim
ediyorum. Çarşı için en tenha gün pazartesidir. Hem belki de müşteri azdır diye
daha ucuza bile alırız alacaklarımızı.
Bacaklarını toplamıştı.
Yavaşça doğruldu.
Bağını gevşetti.
Sonra irkildi.
Dikildi.
Sedirden doğrulmuştu.
İki yıl onu elinden tutup her yana götüren ninesinin sert
dönüşünü yadırgıyordu.
Gelinine baktı.
Gelin durmuştu.
Şaştı Hediye.
Utandı.
Gelin gülümsedi.
Ninesine yöneldi.
Yaklaşmadan durdu.
Haziran 1972
Seyyid
Hanın oda kapıları açılınca kat araları ışıklanırdı.
— N’edek ağam! Orda ot ocak komadık. Ana bir dul avrat. Ben
Almanya’ya kul olup da para ney kazanınca dönüp bulacağım elbet onları.
Radyoyu açmışlardı.
Onlara baktı.
— Gitmek gerek Seyyid oğlan. Bir hal, bir yol bulmak gerek.
Yoksa acımızdan kıvrılıp it enciği benzeri ölmek var. Ölmekle kalınsa ar edilmez
a... Muhanete muhtaçlanmak var ki, eşi benzeri olmaz...
Şehreminli güldü.
Üşüdü Seyyid.
Sayıları okudu.
Kapıyı itti.
Temmuz 1972
Çevresine bakındı.
Ardına bakmadı.
Yüzünü buruşturdu.
Yaktı sigarasını.
Silkindi.
Sustu.
Bekledi.
Su sesi kesildi.
Elektrik söndü.
İskemleye oturdu.
Sustu.
Ne söyleyeceğini şaşırmıştı.
Sustular.
Sarhoşluğu uç noktasındaydı.
Sustular.
Taneler küçülmüştü.
Ağzına attı.
Yadırgıyorum.
Aynalıydı.
Kıymalar yerlerdeydi.
Çünkü her memur evi gibi iki çeşit yemekli evimizin ucuza
çıkan tencere hesaplarının birden alt üst oluşuydu kıymanın dökülmesi. Yarım kilo
etin üç dört türlü yemekte kullanılması gerekiyordu, yarım kilo olduğu gibi
mutfağın taşlarındaydı. Eğilip üstte kalanları avuçlamıştım. Ne de olsa yere
değmemişti üsttekiler. Taşlardaki son artıkları faraşa topladığımda ağlıyordum. Hem
gelen konukların hiçbir şeyini eksik etmemek, hem evi temiz, bakımlı göstermek, hem
orta halısı almak, bunların derdi yalnız beni ilgilendiriyordu.
Ağlıyordum.
Ne mektubu?
Haklıydılar da belki.
Fincanlar toplanırdı.
Sonra toparlanılırdı.
Kıtlık yıllarıydı.
Adım atamıyordum.
Başımız açıktı.
Kıpırdayamıyorduk.
Ya peki sonraları...
— Sedat oğlum, büyü, açıkgöz ol, oku, bari sen anneni rahat
ettir.
Sevinirdim.
Sedatımı çağırırdım.
Kıkırdardı yeniden.
Boynuma sarılırdı.
Koklaşırdık.
Hafiflerdim.
“İyiler, uyudular.”
“İltifatınız teyzesi.”
“Sedat nasıl?”
“Ya efendim!”
Kravatını çıkarırdı.
Esnerdi.
Terliklerini giyerdi.
Somya gıcırdardı.
İstanbul’u unutmuştum.
Aybaşım kesilmişti.
“Sahi mi oğlum!”
Çok duygulanmıştım.
Ağzımı toplayamıyordum.
Dudaklarım titriyordu.
Gene de ne bileyim...
Böylesi rahat.
Öfkeleniyorum yeniden.
Çok çektim.
Suna ardımda.
Şimdi yaşlandım.
Bıktım.
Ne de önemli ya!
Sedatım duyuyor.
Gülüyorum oğluma.
Oralı değil.
Olamaz elbette.
Bu gencecik.
Bir an düşünüyorum.
Bakışıyoruz.
Yeniden gülüveriyoruz.
Hele gerdanım.
Sedatım omzuma koyuyor elini.
Anılar yumuşuyor.
“Sedatım, baban.”
Gülüyor Sedat.
Çıkışa geliyoruz.
Aranıyorum.
Hiç gevşememişler.
Ya Suna’ya ne demeli!
Yanıt vermiyorum.
Kendimi o sanıyorum.
İçmeye başlıyorum.
Gülüştüler.
Esnedi.
Sokak ıssızlaşmıştı.
— Düşündüm de dedi.
Hıncı eridi.
Tuttu kendini.
Sustu.
Ayağa kalktı.
Tutundu.
Yürüdü.
İçti.
Mutfaktan çıktı.
Karanlığa girdi.
Durdu.
Günübirlik Adada
Gerindi iskemlesinde.
Kollarını kaldırdı.
Köşkün görkemi.
Bu bir kuraldır.
Masa toplanır.
Biri telli.
Mutfak camlarına tel takılmaması sağlık gereği
düşünülmüştür.
Vurdu.
Ezildiler.
Eğildi aldı.
Koltuğa bıraktı.
Güldü.
Yanakları kızardı.
Yanıtlamadı.
Kapağı kapadı.
Doğruldu.
— Evet.
Gülüştüler baba-kız.
— Ben de.
Hemen susmuştu.
Cennet’in babasını.
Gözlerini açtı.
Suyu bitirdiler.
Ocağı yaktı.
Sırtını dikleştirdi.
Sandaletlerini çıkardı.
Yaklaştı.
Sühalarınki beyaz.
İtmesene.
Babası kalktı.
— Çok severim kuru çöreği. Annem tuzunu da öyle kor ki, hem
tuzlu gibidir hem değil.
Enver Efendi durakalmıştı.
Durdu.
İçeri girdi.
Serinlemişti demirler.
Döndü.
Ekim 1972
Kış Gelmeden
Adam yutkundu.
Durdu.
Bakındı.
Adam sustu.
Bakıştılar.
Küçük parmağında mühür taşlı altın bir yüzük olan sağ elini
omzuna koydu kadının.
— Oraya dört beş yıl önce oto tamir atölyesi yaptılar. Onun
için anlayamamışsındır ne olduğunu. Atölye yapıldığından beri it kılıklı birtakım
heriflerin dolandığı bir mahalle oldu burası. Bilirsin şoför takımını. Adamın söz
anlamayanı, ipten kazıktan kurtulmuşudurlar.
Öksürdü.
— Eee... dedi.
— Alişancım şey...
— Ne abla?..
Büyüme yıllarındaydı.
“Eşşoğlueşşek pezevenk!”
Gülmeye başlamıştı.
O zamanlar Alişan kısacıktı.
“Bilmem.”
Ayağa kalkarlardı.
“Neyi?”
“Nereye gidiyoruz?”
“N’olur sesleniyorlarsa?”
Susuyorlar.
Sustu.
Gözleri kamaştı.
Kadın irkildi.
— Yok enişte, ben artık çok genç sayılmam. Anadolu’da türlü
insanla düşüp kalktım. Boş versene artık sen de şu genç filan olma hikâyesine.
Delikanlı kalktı.
Koltuğa oturdu.
Toparlandı.
— Artık değilim.
— Yerini mi değiştirdiler?
Bakıştılar.
— Evet abla.
Delikanlı eğildi, ceketinin önü bolardı. Gömleğinin
ütüsüzlüğü açığa çıktı. Alttan iki düğmesi kopuktu.
Burnunu çekti.
İskemleye oturdu.
— Niçin niçin?
— Sakatlandım, abla.
Kardeşine yaklaştı.
Çekti kendini.
Birlikte başlıyorlardı.
Kocasına döndü.
Yaktı.
Eniştesinin sesi.
Kızın evin içinde bir damar gibi atan gençliğini adam hep
gözlüyor. Akşam yemeklerinde masayı çevreleyen bu konuşmaz kişilerin içinde koca
mavi gözleriyle bakınan, zayıf çenesini masaya dayayan bir küçük oğlan var.
Hepsi eskidir.
Elektriği açmaz.
“Çalıştım öğretmenim.”
“Ellerini uzat!”
Alişan bakınır.
— Peki ablacığım.
Kaçacaktı.
Ne yaparsa yapsındı.
Kardeşine döndü.
Kadın çıktı.
Ceketini çıkardı.
Delikanlı yanıtlamadı.
Ağlamaya başladı.
Sonra caydı.
Sustular.
— Kime karşı?
Toparlanamıyordu.
Kadın irkildi.
— Yağmur yağacak.
— Yok yok.
— Tamam... dedi.
Yutkundu, duraladı.
— Hadisen ya...
Çıktılar.
Aralık 1972
Yapıtları:
Füruzan ’ın
Kuşatma (1996)
Evsahipleri (1998)
Doğan Kardeş: