You are on page 1of 4

SEVERINE'İN SUSUŞU

BENİM için çoktandır birer film olmaktan


çıkıp arasıra uğranan bir ev kadar tanıdık
olan kimi filmler gibi Belle de Jour'u da (Gün­
düz Güzeli) her seyredişimde heyecanla bek­
lediğim sahneler vardır. İlk aklıma gelenler;
Severine'in, gözünde -daha sonra filmdeki
başka yüzlerde defalarca yansılanacak olan­
kara gözlüklerle Madame Anais'in kapısın­
da ikinci kere belirmesi; kontun Severine'in
takma adını öğrenince 'benim de bir zaman­
lar Belle de Ombres (Gölge Güzeli) adında bir
kedim vardı' deyişi; Çinlinin bileğindeki mi­
nik çıngırakları sallayışı; genelev hizmetçisi­
nin küçük kızının karnesini göstermeye geli­
şi; Severine'in kocası Pierre'in yol üstünde­
ki tekerlekli iskemleye bir şey hatırlamak is­
ter gibi dalıp gidişi; serseri sevgilinin Severi­
ne'in birbirine bitişmiş kaskatı duran bacak­
larını okşayan, topuğu delik kırmızı çoraplı
ayağı...
AMA beni asıl büyüleyen o filmin sonla­ HUSSON: 'Kötürüm olduğundan beri tü­
rına rastlayan sahnedir; Severine'in sırrını bi­ müyle size bağımlı. Sizin tertemiz oldu­

len 'aile dostu' Husson'un (Michel Piccoli) ğunuzu sanıyor, onun için de size yük ol­
maktan üzüntü duyuyor. Herşeyi söyle­
felçli kocaya her şeyi anlatmaya gelişini izle­
mekle onu üzeceğim ama aynı zamanda
yen sekans... da ona bir iyilikte bulunmuş olacağım.
ÇOK düşündüm, ötekileri içlerinde yeralan Beni kim acımasızlıkla suçlayabilir ki?'
bir eşya, sarf edilen bir söz, orada olmaması
Severine nihayet kalkar, kapıyı açıp ko­
gereken ya da orada olduğu halde 'görünen'
ridora çıkar. Yer hizasından çekim, ko­
bir hareket, kısacası anlamlarını zenginleşti­
ridor boyunca tedirgin adımlarla yürüyen
ren görsel ya da işitsel fetişler, filmi Luis Bu­ Severine'irı ayaklarıyla birlikte kay-
nuel'in alçakgönüllü deyişiyle 'dişi bir bur­ dırma. Apartman dairesinin biryerlerinde bir
saat beşi çalar. Kamera Severine'in mermer
juva mazoşistinin gündüz gözüyle gördüğü
bir konsolun kenarını boylu boyunca okşa­
düşler' olmaktan çok öteye taşıyan parçalar yan elini izlemek üzere yükselir. Severine'­
yüzünden seviyorum ... (Kesinlikle simge fi­ in gergin olduğu açıkça görülmektedir. Ne
lan değil bunlar.) Sanat eserini 'hayat gibi' yapacağını bilemez. (Belle De Jour Senar­
yosu/Lorrimer Publishing/Londra 1971)
çok katlı ve esrarengiz ama iyi sanat eserinin
olması gerektiği gibi 'organize' kılıyor bu sah­
nelerde sevdiğim şeyler. Kendi. esrarlarını ko­ M.ANAIS: 'Buldum! Size neden Gündüz
ruyorlar ama çok da ısrarcı değiller; onlara Güzeli demiyorum? Sadece öğleden son­
raları geldiğiniz için.'
'takılan' seyirci biraz diretirse onlar boyun
eğecekler. Çünkü aslında seyirciyi hatırlama-
lu� bağıi4f/J...rmaJar.a, gö»/Je.rmeJe.re, Jos;ıUJ.5J
oyun'a çağırıyorlar. İddialı ve moda bir de­
yişle metni yeniden yazmaya.
OYSA ötekinin, Severine'in kısa yürüyü­
şünün çağrısı farklı, daha karmaşık. Orada,
benimle o kısa bölüm arasında oyuna çağrı­
nın ötesinde özel bir alışveriş olduğunu bili­
yorum. Daha derin ve kendini ele vermeyen
bir şey gizli. Aramızda, belki de Bunuel'in hiç
amaçlamadığı bir ilişki kuruluyor. Bu, film­
lerindeki oyuna çağrı unsurunun sıklığı ve kış­
kırtıcılığı oranında sevdiğim bir yönetmenin
sinemasında karşıma çıktığı -ve ben 'hesapça'
filmlerle heyecansal ilişkiler kuranları küçüm­
sediğim- için biraz da kızdırıyor beni.
ACABA beni çeken sahnenin biçimsel ze­
rafeti mi diye düşündüğümde elbette aklıma
ilk gelen Severine'in elbisesi oluyor. Başlıba­
şına bir cümle olan siyah, diz uzunluğunda,
yakası ve kol yenleri beyaz, sade ve çok çe­
kici bir elbise bu. Biraz okul elbisesini andı­
rıyor. (Disiplin, ders zili...; hem onların pa­
rodisi hem de 'glorification'u gibi bir şey) Cat­
herine Deneuve'ün film-boyunca genellikle
açık olan saçları burada baŞının üzerine top­
lanmış, KENDİNİ GERİYE ÇEKİŞ.
AYAKLARIN kamera tarafından izlenişini
de karşı konulmaz buluyorum. O bir çift gü­
zel süet iskarpini çekici bulmakta Bunuel'le
buluştuğumuzu da düşünüyorum ayrıca.
(Başka bir Bunuel filminden hatırladığım, to­
puğunun üzerinde şöyle bir sallandıktan sonra
doğrulan bir ayakkabı aklıma geliyor; deri­
nin eşya haline getirilmiş kıvrılıp bükülebilir­
liği...) DUYUMSALLIK?

AMA sadece bu olamaz. Çünkü ayakların


halı üzerindeki yürüyüşünü düşündüğümde
hemen aklıma gelen, bu yürüyüşe eşlik eden
çalar saatin beşi vuruşu... Ses kuşağıyla tür­
lü türlü oynayan -Belle De Jour'daki kedi çığ­
lıklarını hatırlayın- ama çanlara (Tristana),
çıngıraklara (Belle ..., Viridiana) ve benzer­
lerine özel bir sevgi besleyen Bunuel'in saa­
tin sesiyle tesadüfen ilgilendiğini düşünemem.
BEKLENTİ? GERİLİM? KARAR SAATİ?
DUYUMSALLIK.
O SIRADA tüm sekansın en garip hareke­ O an eğiliyor saat ve dokunuyor bana
tini yapıyor Severine. (Bunuel'i 'gerçeküstücü berrak, madeni vuruşuyla;
titriyor duyularım. Hissediyorum;
sahne' safarisine çıkmış gibi seyredenlerin
yapabilirim
-Bergman'ı 'ruhbilimsel' sahne safarisine çık­ ve kavrıyorum yoğrulabilir günü.
mış gibi, Fellini'yi ise yönetmenin bulduğu 'il- (Rilke-Saatlcr Kitabı)
ginç tiplerin' hiçbirini kaçırmazsa büyük ödü­
lü alacakmış gibi seyredenlerle akrabadır bun­
lar- pek farkına varmadıkları bir sahnedir bu.)
Yanından geçmekte olduğu bir konsolun üze­
rindeki mermeri önce parmaklarıyla, sonra
parmaklarını geriye doğru gerip dışbükeyleş­
tirdiği avucunun içiyle okşuyor. (Bu hareket
için seçtiğim sözcük uzun süre 'sürtüyor'du.)
MERMERİN mermer olduğunu ama Seve­
rine'in ellerinin de terlediğini -belki soğuk, ya­
pış yapış bir terle- aynı anda düşünüyorum.
Gene o anda anlatının kendisiyle ilgili 'ente­
lektüel' bir yorum giriyor işin içine. (Her şey
bu kadar arka arkaya ve tek kerede olmuyor
elbette; değişik seyirlerimde edindiğim veri­
lerin kurgulanmasından ortaya çıkan bir iz­
lenimler zinciri bu.) Cinselliği konu edinirken,
özel tadını hep cinselliğin toplum içindeki ya­
şantılanma törenleriyle alay etmekten alan,
kör kör parmağım gözüne fazlaca 'apaçık'
psikolojik ipuçları vererek seyircisiyle ayrıca
alay eden ('buyrun, ille de gerekiyorsa işte size
birkaç çocukluk travması!'), bütün bunların
sonucunda cinsellikten kendi törenini çıkaran,
yani cinsellikten değil törenlerinden söz eden
bu filmin tek 'cinsel' sahnesini seyretmekte
olduğumu farkediyorum. Elbette her şey ge-
ıe bir tören biçiminde sahnelenmiş, ama be­

ni asıl etkileyen Severine:in burada·tüm film­


deki tek gerçek cinsel edimi gerçekleştiriyor
olması; DOKUNMA.
SEVERİNE mermere parmaklarını 'sürt­
müyor', mermeri 'okşamıyor' da (bu fiille­
rin her ikisi de bir bakış açısı benimsemek de­
mek olurdu); mermere dokunuyor. Daha
açıkçası o BEKLENTİ ve GERİLİM yüklü,
ama aynı zamanda bir çift süet ayakkabı ka­
dar DUYUMSAL 'görünen' YARGI SAA­
Tİ'nde, üstelik KENDİNİ GERİYE ÇEKİŞ'in
en 'teatral' aşamasında, nice serüvenlerden
sonra DOKUNMA'yı keşfediyor. (Aynı an­
da aklıma 'başını serin cama dayadı' gibi
cümleler geliyor ve niye 'mermer', anlayabi­
liyorum.)
Belle de Jour'u ilk görüşümden bu yana
SEVERİNE ve BEN, onun dokunma edimi­
ni gerçekleştirdiği anda hep buluşuyoruz ve
o dokunmayı keşfederken ben dokunmanın
görüntüsünü keşfettiğimi düşünüyorum. O
beni görmüyor, bense onu görüyorum. Bu ka­
dar önemli bir anda, -üstelik ikimiz için de
bunca anlamlı bir törenin 'mimarı' olan- fil­
Bir çocukluk sahnesi/akşamüstü baba eve
min yönetmeninin bizi bağlayan yetkesini üze­
gelmiş, anne yaramazlık yapan çocuğll
rimizde hissetmemek -ya da onun ötesine geç­
babaya şikayet etmek üzere içeriye yatak
mek- ona nasıl geliyor bilmiyorum. Ama ben odalarına girmiş. Çocuk dışarıda bekli­
kendimi çoğu kez boşlukta hissediyorum. Ve yormuş, avuçları terli, göğe akşamüstü­
bir kez daha; GÖRÜNTÜYE hapsolduğumu nün suya mürekkep damlatılmış gibi ya­
düşünüyorum. vaş yavaş yayılan saydam koyu mavisi ya­
yılıyormuş, radyoda hep birlikte ağır ağır
söylenen şarkılar. .. biraz sonra içeri çağırı­
lacak.

Fatih Özgüven Foıoğranar: Ömer Arakan

You might also like