You are on page 1of 173

PARA­SIZ YA­TI­LI

Füruzan İlk kitabı Parasız Yatılı’yla 1972 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı
kazanan ilk kadın yazar oldu. İlk kitaplarında kötü yola düşmüş kadın
ve kızların, çöken burjuva ailelerinin, yoksulluk ve yalnızlıkla boğuşan
kadın ve çocukların, yeni ortamlarda bunalan ve yurt özlemi çeken
göçmenlerin dramlarına sevecenlikle yaklaştı; kişileri derinlemesine
inceledi, anlatımını ayrıntılarla besledi. 12 Mart dönemini anlattığı ilk
romanı Kırk Yedi’liler ile 1975 TDK Roman Ödülü’nü kazandı. 1975’te
bir sanatçılar programıyla (D.A.A.D.) çağrıldığı Batı Berlin’de bir yıl
kalarak işçiler ve sanatçılarla röportajlar yaptı. Dokuz Çağdaş Türk Öy-
kücüsü (1982, Volk und Welt Verlag) antolojisiyle Die Kinder der Türkei
(1979, Kinderbuch Verlag) çocuk kitabını ise Doğu Berlin’de konuk
kaldığı dönemde hazırladı.
Öyküleri Fransızca, İspanyolca, Farsça, İtalyanca, Japonca, İngilizce,
Rusça, Bulgarca, Boşnakça gibi dillere çevrildi: Öykülerinden yapılan
bir toplam A. Saraçgil çevirisiyle 1991’de Napoli’de, Kırk Yedi’liler S.
Pirvanova çevirisiyle 1986’da Bulgaristan’da, “Sevda Dolu Bir Yaz”,
“Nehir” ve “İskele Parklarında” öyküleri Damian Craft çevirisiyle
2001’de Londra’da, Parasız Yatılı Elif Deniz - Pierre Vincent çevirisiyle
(Pensionnaire d’état, Bleu autour) 2010’da Fransa’da, Gül Mevsimidir Gül-
bende Kuray Ulusoy çevirisiyle (La stagione delle rose, Poiesis Editrice)
2016’da İtalya’da yayımlandı.
2006’da 10. Ankara Öykü Günleri’nde, 2007’de Dil Derneği’nin Dil
Bayramı’nda ve Antalya Öykü Günleri’nde, 2008’de 7. İzmir Öykü
Günleri’nde onur ödülleri aldı. 2008 TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı’nın
Onur Yazarı seçildi. 2009’da Dil Derneği İzmir şubesince Türk Diline
Emek Ödülü verildi.
1981’de Ömer Kavur’la birlikte senaryolaştırdığı “Ah Güzel İstanbul”
öyküsü sinema filmi olarak çekildi ve Film Antalya Film Festivali’nde
ödül aldı. 1986-87 yıllarında “Gecenin Öteki Yüzü” öyküsünü Okan Uy-
saler ile birlikte senaryolaştırdı; TRT’de dizi film olarak çekildi ve yılın
en iyi dizisi seçildi. 1988-90 yıllarında çektiği Benim Sinemalarım 1990’da
Cannes Film Festivali’nin “Eleştirmenlerin 7 Günü” ve “Altın Kamera”
dallarından çağrı alarak 158 film arasından seçilen 8 filmden biri olarak
gösterime girdi; 1991’de ise Uluslararası İran Fecr Film Festivali’ndeki
Uluslararası Jüri’den “En İyi İlk Film Jüri Özel Ödülü”nü kazandı ve
Tokyo Uluslararası Film Festivali’nde seçilen “En İyi On Asya Filmi”
arasında yer aldı. “Kış Gelmeden” ve “Sevda Dolu Bir Yaz” öykülerini
oyunlaştırdı ve bu oyunlar Ankara Devlet Tiyatroları’nda yaklaşık 200
kez sahnelendi (2000-2005).
Öykü: Parasız Yatılı (1971), Kuşatma (1972), Benim Sinemalarım (1973),
Gül Mevsimidir (uzun öykü, 1973), Gecenin Öteki Yüzü (1982), Sevda Dolu
Bir Yaz (1999). Roman: Kırk Yedi’liler (1974), Berlin’in Nar Çiçeği (1988).
Gezi-Röportaj: Yeni Konuklar (1977), Evsahipleri (1981), Balkan Yolcusu
(1994). Oyun: Redife’ye Güzelleme (1981), Kış Gelmeden (1997). Şiir: Lodos-
lar Kenti (1991). Çocuk Kitabı: Die Kinder der Türkei (Türkiye Çocukları,
1979). Yaşantı: Füruzan Diye Bir Öykü (Haz.: Faruk Şüyün, 2008).
Füruzan ’ın
YKY ’deki kitapları:

Lo­dos­lar Ken­ti (1995)


Pa­ra­sız Ya­tı­lı (1996)
Ku­şat­ma (1996)
Be­nim Si­ne­ma­la­rım (1996)
Gül Mev­si­mi­dir (1996)
Ge­ce­nin Öte­ki Yü­zü (1996)
Kırk Ye­di’li­ler (1996)
Ber­lin’in Nar Çi­çe­ği (1996)
Bal­kan Yol­cu­su (1996)
Re­di­fe’ye Gü­zel­le­me (1997)
Ev­sa­hip­le­ri (1998)
Ye­ni Ko­nuk­lar (1998)
Sev­da Do­lu Bir Yaz (1999)

Toplu Öyküler (Delta, 2003)


Toplu Öyküler - Toplu Romanlar (Delta, 2009)
Kış Gelmeden – Sevda Dolu Bir Yaz (Oyun, 2018)

Füruzan Diye Bir Öykü (Yaşantı, 2009)

Doğan Kardeş:
Yaz Geldi - Seçme Öyküler (2009)
FÜRUZAN

Parasız Yatılı

Öykü
Ya­pı Kre­di Ya­yın­la­rı - 609
Ede­bi­yat - 61

Pa­ra­sız Ya­tı­lı / Fü­r u­zan

Kitap editörü: Murat Yalçın

Ka­pak ta­sa­rı­mı: Na­h i­de Di­kel


Kapak resmi: Mehmet Ulusel

Baskı: Sena Ofset Ambalaj, Matbaacılık Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.


Maltepe Mah. Litros Yolu Sk. 2. Matbaacılar Sitesi B Blok
Kat: 6 No: 4NB 7-9-11 Topkapı - Zeytinburnu / İstanbul
Telefon: (0 212) 613 38 46
Sertifika No: 45030

1-15. baskılar: Bilgi, Adam, Karacan ve Can Yayınları tarafından yapılmıştır.


YKY’de 1. bas­k ı: İs­tan­bul, Ocak 1996
34. bas­k ı: İs­tan­bul, Ağustos 2020
ISBN 978-975-363-483-8

© Ya­pı Kre­di Kül­t ür Sa­nat Ya­yın­cı­lık Ti­ca­ret ve Sa­na­y i A.Ş., 2015


Sertifika No: 44719
Bütün yayın hakları saklıdır.
Kaynak gösterilerek tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında
yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş.


İstiklal Caddesi No: 161 Beyoğlu 34433 İstanbul
Telefon: (0212) 252 47 00 Faks: (0212) 293 07 23
http://www.ykykultur.com.tr
e-posta: ykykultur@ykykultur.com.tr
facebook.com/yapikrediyayinlari
twitter.com/YKYHaber
instagram.com/yapikrediyayinlari

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık


PEN International Publishers Circle üyesidir.
‹Ç‹NDEK‹LER

Sabah Eskimiflli¤in • 9
Özgürlük Atlar› • 14
Münip Bey'in Günlü¤ü • 19

Taflral› • 27
Piyano Çalabilmek • 33
Nehir • 42
Su Ustas› Miraç • 51
‹skele Parklar›nda • 67
Edirne'nin Köprüleri • 75
Paras›z Yat›l› • 101
Yaz Geldi • 108

Haraç • 123
SABAH ESK‹M‹fiL‹⁄‹N
ÖZGÜRLÜK ATLARI
MÜN‹P BEY’‹N GÜNLÜ⁄Ü
Sabah Eskimiflli¤in

Sabah eskimiflli¤in buzullar› burnuma dek geliyor.


Bilmem ne han›m geçen gün diyesiymifl ki, “Ayol onun ko-
cas› koskoca bir koca ki!”
Her kez sobaya kömür atmak gerekir, yoksa söner. Soba-
da eskimifl k›fllar›n külleri var, ama mangal külleri. ‹ki yüz
gram beyazpeynir, yar›m ekmek, “Anneci¤im k›fl helvas› ala-
bilir miyim?”
Çünkü yaz helvas› da var, dondurulmufl tad› olan bir helva.
Kaç kifli yaz helvas›n› bilip de yemifl içimizde?
Zaten o çocuk t›pk› baba taraf›, anas›na hiç çekmemifl, iyi
de olmufl; anas› dedi¤in ne ki, dikifl yok, nak›fl yok, ama ne ka-
dar havas› vard›. ‹lk tan›flmada bu ‘hava’dan çokça söz edilmifl-
ti de, dik kafal› filan bulunmam›flt›.
Sonraki tüm çabas› da bofla gitti, ne de olsa ilk e¤itilmiflli¤i-
ne s›rt›n› dönememiflti: “Mahalle k›z›, ne demeli” diyecekleri
sözü bulduklar›nda bir rahatlad›lar ki o kadar olur.
Ah... çocuklu¤umu da eskisi gibi sevemiyorum, buna tam
sevmemek de denemez, iflte öylesine bir fley. Art›k günün orta
yerinde de sevinivermeler kalmad›.
Bir fley var ki o çok önemli, insanlara sevgimiz artt› ve de
güvenimiz; ufak tefek, ak›ll› ak›ll› bakan bir k›z, sana yak›flan
sonuna dek dayanmakt›r, diyor, onlar m› çok iyiydiler, hadi ca-
n›m ordan, herkesin kendince iyili¤i nitelemesi var, kimse en
mükemmel de¤il; bunu ö¤rendi¤imizde kendimizi tan›m›fl ol-
duk, be¤endik de, bu aya¤›m›z›n suya ermesiydi.

9
Annemin dolu ›v›r z›v›r› vard›, çok eskiden kalma ‹ran ifli
duvar hal›lar›n› özene bezene germiflti odas›na, bir büyükçe
taflkömürü sobas› yan›yor, ›s›n›yordu her yan.
“Benim kimseye ihtiyac›m yok, kan içerim k›z›lc›k flerbeti
içtim derim, ama sen öyle misin ya, yok seni sanki sokaktan al-
d›m, Allah için söyle bendeki kad›nl›k, tutum nerde; k›z›m, mal
k›ymeti bilmeyen, insan k›ymeti de bilmez.”
Misafir odalar›ndaki eflyalara yabanc›n›nm›fl gibi dokunul-
maz, birileri gelince temiz bir naftalin kokusu sarar her yan›.
Ö¤retmen t›rnaklara bakacak, oysa kemirilmifl, s›skac›k el-
lerimi saklayacak yer de yok, okul önlü¤üm gittikçe soluyor,
soluyor; ö¤retmen sevgisiz, so¤uk, yorgun.
‹lkokulun o Tanr›sal ö¤retmenleri nas›l da korktuklar›m›z,
sayd›klar›m›zd›, nedense gö¤ün bitimine do¤ru yok olup gi-
derlerdi ders süresince.
Bu yaz gitti¤imiz denizde Rüknettin Beylere rastlad›k, kay-
n›n›n arac›l›¤›yla iyi bir odun partisi vurdu¤unu, bunun da tam
bir kâr demek oldu¤unu ö¤rendik.
Kar›s›n›n yabanc› okullarda edindi¤i Frans›zcas›yla güzel
uzun gezilere, yabanc› ülkelere gidi gidiverdiklerini anlatt›.
O gün deniz dalgal›yd›, ama havada bir Akdeniz bulutu
dört dönüyordu.
Rüknettin Bey’in han›m›, bacaklar›n›n di¤er erkeklere en
güzel görünece¤i biçimi aramakla u¤raflt›, buldu ve rahatlad›.
Kumun alt›n inceli¤i avucumda flimdi: Gidelim, yahu bu ka-
r›yla bu herifle ne merhabam›z var? desem, bu insanlarla bir arada
yafl›yoruz, onlarla konuflmam›z› bu kadar garipsemeye lüzum yok,
haz›rd›r; bir de be¤enir ki bu sözü, ikide bir söylemeden ede-
mez. Rüknettin Bey evine gelen han›mlar›n romantiklerini
–kendisi bir yaflama suland›r›lm›fl yapay romantizminin ba¤›r›-
c›s›d›r, her fleyin tatl› sulusunu sever– bahçede öpermifl.
Pencerenin perdesini, aç bana göster yüzünü / Görmek
için ben yüzünü da¤lar› aflt›m da geldim / Mani oluyor halimi
takrire hicab›m / Denizler durulmaz dalgalanmadan / Ömrüm
seni sevmekle nihayet bulacakt›r.
Malt›zda bal›k k›zart›l›r m›? diye söyleniyor Güzide Ha-
n›m, mahalleyi kokusu tutuyor, yoo ayol ben titiz bir kad›n›m,

10
Salim Bey’e past›rma yedirmiyorum, fliflman a¤›r adam, terlerse
yatak yorgana bile siniyor kokusu, o cân›m çivitli çarflaflar›ma,
kalk›yor bunlar tüttürerekten bal›k k›zart›yorlar... Bu bahar gü-
nünde kap› pencere kapal› oturulmaz a, flark›l› soka¤›n sakas›
at›na kocaman nazar boncuklar› alm›fl. Haydi k›z, diyor, ben s›-
çandifli yapmay› Mualla Abla’dan ö¤rendim, o fley var ya deniz
astçavuflu, iki gözüm önüme aks›n gitmifltir Opera Sinemas›-
’na, bana mektuplar›n› elden yollat›yor art›k, eh sen de herkese
yayma bunu, babas› duyarsa...
Aman babas› duymas›n Mualla Abla’n›n, mezbahada çal›-
fl›yor babas›; gün›fl›¤›nda onu gören yok çocuklardan, bir ür-
künç adam ki, olursa o kadar olur, diyoruz, o yoksul vapurlara
binip giden, durmadan hayvanlar› kesi kesiveren bu adam›.
Udumun akordu bozuluyor, diye ba¤›r›yor annem, oyna-
ma k›z geliyorum yan›na. Tafll›¤›n bofllu¤una terlik teki f›rl›yor.
Bu kadar ayakkab›y› ne yapacaks›n deme, e¤ri, kal›b› bo-
zulmufl ayakkab›lardan nefret ediyorum, evet k›rkaya¤›m, k›rk
aya¤›mda da düzgün ayakkab›larla okulun koridorundan geçi-
yorum.
Ö¤retmen günefl prizmas›, diyor. Çocuklar, yuuuuuu, diye
ba¤›r›yorlar, k›za bak k›za, takunya ile gelmifl yuuuuuu.
Yaaaaaa hava al›rs›n›z siz, ben k›rkaya¤›m, k›rk ayakka-
b›mla, hepsi de yepyeni, g›c›r g›c›r, koridordan geçiyorum: Tu-
runcu, yedi, on, otuz befl, hepsi de yeni, diyorlar, hem de gü-
neflteki renklerden daha güzel daha göz al›c›, affedersin karde-
flim, biz seni yoksul sanm›flt›k, oysa senin k›rk kürkün, k›rk bi-
lezi¤in, k›rk saray›n, k›rk havuzun, k›rk güvercinin ve bir Züm-
rüdüanka kuflun varm›fl, bize gelsene oynayal›m...
Efendim, sosyal çabalar›m›z olmal›, bu millet tembel, bak›n Al-
manlara nas›l da çal›flkan adamlar, v›z›r v›z›r keratalar. Son gezimiz-
de di mi can›m?
Can›, bak›flt›¤› adamdan gözünü ay›rd›, güldü, ön difline
dudak boyas› bulaflm›flt›.
Siz rak›y› m› rahat içiyorsunuz? Viski asl›nda mideyi daha az
yoruyormufl.
Bir arsa vard› da çok devedikenleri doluydu oras›, o çocuk
yaflam›m›n ince, duygulu özgürlü¤ünü ne güzel derleyip top-

11
luyordu o arsalar; bu kente ne oldu bilemiyorum, çocuklara ar-
salar› b›rakmad›lar, s›k›nt›dan esneyen, ak›k koca binalarla dol-
duruyorlar.
Siz hep böyle ak›ll› görünme çabas›nda m›s›n›z? Ayr›nt›la-
r›n kiflisi olmad›¤›n›z o denli aç›k ki, sizin ad›n›za ben s›k›l›yo-
rum. Ça¤›m›z›n abart›lm›fl tilciklerini bir kullanman›z var ki...
Hem bu odada bu kadar sa¤l›ks›z görüntüler tafl›yarak havas›z
yaflamakta direnmenin sizce anlam› nedir? Üstelik kad›nlar›n
dudak boyalar› ve pudralar› saat on ikiden sonra dökülüp ihti-
yarlamaya bafll›yor. Çok fazla kuflkulu, mutsuz, al›ms›z bir ka-
d›n kalabal›¤›, oysa ayaklar› ne kadar bak›ml›, ayakkab›lar›n›
boyatmadan eskitiyorlar. Erkekler içtikçe gevflek ve kolay olu-
yorlar, sonra bu pörsümüfllü¤ün yar› karanl›¤›na tek tek serin
flark›lar yay›l›yor. Sevgiden söz etmenin yeridir. Bafllayabilirsi-
niz veya onun yerine neyi koydunuzsa.
Karanl›¤›n içine açan gece çiçeklerini diye ba¤›r›yor biri. ‹çkili
erkeklerle kad›nlar›n ihtiyarlam›fl evrenlerine aç›lacak bir çiçek.
T›rnaklar›m› kemiriyorum.
Annem, kambur durma, diyor; t›rnaklar›n› kemirme, o¤-
lanlarla sucunun orada top oynama, kaz›k kadar k›z oldun.
Le¤ene su doldurup bacaklar›m› yar›ya kadar sokuyorum;
›slak bir toprak kokusu geliyor, flöyle girip y›kanabilece¤im ko-
caman banyolara dal›p gidiyorum; bir bu¤u sar›yor, ak sabun-
larla y›kanm›fl, tertemiz, k›fll›k, yer yata¤› kabart›lm›fl, çarflaflar›
o sabundan kokuyor. Anne, hani beni küçükken y›kad›¤›n o ak
sabunlar nerede?..
Buray› da amma ayd›nlatm›fllar ha; siz alaturka flark›lardan
nefret ediyorsunuz, oysa evlerin, insanlar›n yaflant›s›na girmifl
olanlar›n› yads›man›za flafl›yorum. Hani bir ‘Kadifeden Kese-
si...’ vard›, sizin insan sevginize de inanas›m yok...
Havalar birden so¤uyacak, sokaklar k›fl kokmaya bafllad›.
Geçen gün y›k›lan eski bir yap›n›n ard›nda k›fl bulutlar›n›n
haz›rl›¤›n› gördüm.
So¤uktan hiç hofllanmam, s›cak bir ev mutlulu¤un yar›s›
say›l›r. Hele kötü yap›lm›fl yoksul evlerin yap›flan kederli so-
¤u¤u... Kar oyunlar›ndan ürken k›salm›fl, eski giysili çocuklar›
o kadar iyi biliyorum ki... En çok üflüyen yerim ›slak ayakla-

12
r›md›; uyufltu¤u zaman mangala yaklaflma, derlerdi. Yavafl
yavafl kan›m çözülürdü s›cakta; sonralar› bunun yar› donmak
oldu¤unu ö¤rendim.
Bu saç size yak›flm›fl, bu saç da bana yak›flm›fl, de¤il mi?
Ama kimlere ne yak›flmam›fl, deyiverelim de s›r›tal›m; sizi söy-
lemek bu denli kolay, s›¤ olmamal›yd›, oysa öyle derin buna-
l›mlara öykünüyordunuz ki... Çok ac› çeken biri vard›, flehrin
tüm pazartesileri ona kapal›yd› ve di¤er günleri de.

Günlerdir y›kanmam›fl bulafl›klar› görmeliyim, kendimi görmeli-


yim, suskuyu bekliyorum, ona haz›r›m.
Okul flark›lar›n› getirin, çocuklar›n ilk saçlar›n›, kedileri, yoluk
köpekleri.
Susuuuuuuuuuun.
Nedir bu susan?
Susku dolu bir evrene susku dolu bir savafl.
‹lkyazlar› odaya koyun, ölüm onlarla bar›namaz gider.
Ölüme inanm›yoruz ki, ondan korkal›m efendim.
Ama bir korktu¤umuz olmal›; ihtiyarl›ktan, çirkinleflmekten kor-
kuyoruz.
Akl› savunuyoruz, ama güzellikten yanay›z.
Bize uslu olmay› ö¤rettiler baflta..

Saat onda bakkal geliyor, zili çald›; açarlar...


Caddeler kalabal›klafl›yor, peki yaz geldi¤inde gene eski
mi olaca¤›z böyle...

fiubat 1967

13
Özgürlük Atlar›

Çocu¤un kirpikli çocuk gözleri vard›.


Yemek yedi¤i iskemlenin üstünden inip kediye gitti.
Kedi soban›n yan›nda kedileflip duruyordu...
Birinci Dünya Savafl›’nda yap›lm›fl dolap, odada çok yer
tutuyor. Kapaklar›n›n cilalar› afl›nm›fl. Dolab›n durumu uygun-
suz. Oturmal›klar köfleli. Mutlu ça¤lar›n küflü eskimifl çay bar-
daklar› sararm›fl pembeleriyle oradalar.
Sen git, diyorlar, sen gittikçe yüzün güzellefliyor.
Yaln›z bu odada o dolap yapayaln›z olmasa buradan git-
mek, y›kanm›fl çamafl›r kokan serin akflama ç›kmak kolay.
Duygular›m›zdan, sevgimizden utan›r olduk. Sevgisizli¤i
savunmay› akl› yüceltmek sand›k.
Pembe suskun çay fincanlar› k›r›ld›. Yerlerine, bitkisel ya¤-
larla yap›lan akflam kahvalt›lar› geldi.
Eritilmifl lastik tad›ndaki bu ya¤lar› be¤enmemek ne de-
mek oluyor?
Bu dolab› onu tan›yan, anlayacak birine onart›n dedim si-
ze, eskili¤i tekli¤i kusur de¤il erdemdir, o herifi nereden bul-
dunuz, bifleyleri kat›p s›vam›fl üstüne tahtas›n›n, iyiden boynu-
nu bükmüfl bu yoksul dolab›n.
O kad›n öyle biriydi ki, herkesin yan›nda söyleyebilece¤i-
miz kelimelerle konuflulurdu kendisiyle. O yine de bunlar› salt
kendisine söylenmifl sayard›.
Nas›l da soylu bir aileden geliyordu: “1928’de Ankara’day-

14
ken, Cumhuriyet balolar›nda, saten giysili han›mlarla, caketatayl›
beyler, en çok dans ederekten, Büyük Ata’dan söz etmek isterim...”
Ankara deyince, floresanl› pastanelerle önemsenmeye ha-
z›r küçük gazete muhabirleri, buruflmufl yapma çiçekler ve ne-
dense bir ya¤mur.
“Onu tan›d›n›z m›?”
“Ah nas›l tan›mam: Yeni genç k›z oluyordum. Gipür dantel
yakal› robum, Paris esanslar›m vard›... Dedikleri gibi insan gözüne
bakam›yor. Müthifl can›m. Bir gün ba¤a giderken annem de lando-
sunda onu görmüfl. Atatürk, doru bir k›sraktaym›fl. Mümkün de¤il
gözlerine bakmak... Ha ne diyordum, Hariciye’den birinin ne aflkt›
adam›nki, o zarafet, o yaflamay› bilmesi, çiçek göndermedeki isabe-
ti... Aaaaa yani aflk› kabul etmedi¤imizi nereden ç›kar›yorsunuz...
Sizi de k›rarlar. Zaman her fleyi y›prat›r. Bizim kuflak, neyin ne
denli sürdürülece¤ini çok iyi biliyordu... Ama siz öyle misiniz? Bir
garip direnme, zorlamad›r gidiyor... Ha Ankara o zamanlar bu
monden halini kazanmam›flt›, ama yüksek memurlarla üst subaylar
ve de kar›lar› Türkiye’deki ilk monden yaflaman›n en güzel örnekle-
rini veriyorlard›.
Ya ben.
Ihlamurlar Alt›nda roman›n› yeni bitirmifltim.
Annemin o budunu gittikçe koyulaflan anal›¤›, gerdanl›klar›, ze-
bercetleri, a siz zebercetleri seviyorsunuz. Babam›n erkekli¤inin met-
resleri, Franz Lehar’›n operetleri, benim gratenli bal›klar›m, kolala-
r›m, kristofl gümüfl tak›mlar›m, kocalar›m. Erkek-kad›n iliflkisinde,
kad›nlar yetinmeyi bilmelidir. Hofl görmeyi de, ne de olsa erkektirler.”
Ne de olsa kad›ns›n›z, dedim. Bir diyece¤im daha var, ama
size iletmek olanaks›z. Bizimle baz› fleyler giderek zorlafl›yor.
En derin hüzünlere kolayca al›flt›k. Bizimle olmak sizinle ol-
maktan zor. O zaman, anlay›fls›zl›¤›n›z bizi keskinlefltiriyor. Si-
zin yeni fleyler getirmeye yüre¤iniz yetmiyor, bizim bozulmufl
olanlara... Mutlulu¤unuzu tan›mlamak için kocaman bir kala-
bal›¤› gereksiniyorsunuz. Bana, gençli¤inizde sizin de yaflad›¤›-
n›z› söylediler. Sonradan edindi¤iniz ölü kabuklar›n›z yokmufl.
Güzelim bir kad›nm›fls›n›z üstelik. (Sizi de k›rd›lar m›?)
Annemi an›ms›yorum. Onun, Makbule ‹hsan, fiahver Fethi
adl› arkadafllar›yla çekilmifl resminin yoluk üzgün kafllar› sizde

15
yok, ama olsa yads›nmazd›. fianl› flerefli kurallar›n›za sar›lma-
dan önce, kendi d›fl›n›zdakileri de seviyordunuz san›r›m.
Çok yorgunum.
Buna yorgunluk demeyelim. Hüzündür olsa olsa, palyaço
giysileriyle gelen aldat›c› hüzün.
Çocuklara özgü kesinlikle, flark›s›n› sürdürüyor küçük k›z.
“Damdan düflen bir kurba¤a kuyru¤unu titretti. Onu gören jan-
darma ald› onu götürdü mezar›n›n tafl›na flu cümleyi kazd›rd› dam-
dan düflen bir kurba¤a kuyru¤unu...”
B›rak flu s›k›nt› flark›lar›n› bebem de, güzelim de sevdi¤im.
Bugünkü ödevimiz. Hayvanlar› niye severiz? Niye severiz
anne?
Onlar yaflamam›za kat›l›rlar, sesleri, sonra nas›l anlatay›m...
Ben söyleyeyim can›m, inekler süt verir, koyunlar et verir,
kap›m›z› bekler köpekler, ya kediler; kedileri sevmek gerekmez
insanlar kapan› icat ettiler...
Ama ben kardan adam› da seviyorum anne, onun faydas›
ne ki?
Sana kat›lan, sana dönüflen havuç burunluyu, tüm berabe-
rindekileri sevmen yaflaman› güzellemeye haz›rl›kt›r...
O dolab› satm›fllar. Art›k konuflmayal›m onu, sizleri b›rak-
mak gittikçe kolaylafl›yor.

Çocukken difllerimizi ceviz yapraklar›yla ovard›k. Yapra-


¤›n ac› güzel tad› a¤z›m›za yay›l›rd›. Ceviz a¤açlar›, gölgeli, ol-
gun, erdemliydiler. Sanki, onlar›n atalar› Erenköy’lerde eski sa-
raylarda, dizim dizim sal›n›rlard›. Masallarda cevizleri unut-
mak olmazd›. Ben o zamanlar bu öfkeyi ve yoksullu¤umu bil-
miyordum. Paras›z yat›l› s›nav›na girerken, Tanr›’ya dua edi-
yordum.
“Ne sand›n›z, o zaman Tanr› vard›. Onunla aram›za dünya gir-
memiflti... ‹lkokulu bitirmifltim. Ellerimde zafiyet bezeleri... S›nav› ka-
zanmal›yd›m. Hiç yolu yoktu baflka okumam›n.”
Kazanmana bu kadar sevinme, dedi babal›¤›m. Kal›rsan
paralar› ben ödeyece¤im.
O y›l çok ya¤›fll› oldu, günefl solmufl, uzaklaflm›flt›.

16
Ben okula gitmiyordum.
Tanr› da pek ortalarda yoktu gündüzleri.
Geceleri geliyordu, ölümü istiyordum Tanr›’dan.
Ölünce, babal›¤›m, donup kal›yordu.
Ama ben her fleyi görüyordum ölünce.
Duru, mutlu bir ölümdü bu.
Yap›lan haks›zl›¤a daha iyi bir karfl›l›k bulam›yordum.
Öz sizlerin d›fl›nda, ama biçimlerinizi yenileyin. ‹mlerinizi,
c›mlar›n›z›, t›mlar›n›z›.
Sizi bir gün a¤larken görmüfltüm. Ne kadar sevilesi gel-
mifltiniz bana. Y›llarla siz, tüm mü yiteceksiniz ne?
Anne okulda bana dediler ki!
Ben de olmaz dedim.
O Cevahir var ya evlerinde üç tabaklar› varm›fl, sekiz kifliy-
mifller.
Faydal› hayvanlar› bi kere daha sayal›m. Atlar› çok seviyo-
rum, bana büyüyünce at al›r m›s›n? Otomobil doldu her yan.
Atlar› sevmeyelim mi?
Atlar› unutabilir miyiz ki sevmeyelim. Özgürlük, rüzgâr
dolu atlar›, onlar›n ilkyaz çimenlerini.
Kediyi kötü al›flt›rd›n, nesine yetmez yemek suyuna bat›r›l-
m›fl ekmek.
Demek bu kedi giderek direniyor, haince bak›fllarla zay›fla-
may› seçti.
Ba¤l›l›¤› su götürür. Soban›n yan›na sinip s›namakta kendini.
Kapanlar ç›kt›¤›ndan bu yana, kedilerle al›flveriflim hiç de
uygar birine yak›flacak gibi de¤il.
O kör, h›rs›z, sokak kedilerine ayr›cal›k tan›mal› diyorum.
San›r›m, kedi soyunun en flanl›lar› onlar.
Kapanlar› kedi gibi görene dek benden uygar kifli yap›lamaz.
Babal›¤›m›n da bunda çok pay› vard›r. Yads›yamam.
Eskilerde az bir para karfl›l›¤›nda, tek katl› ev planlar› çizi-
yordu.
Benim s›n›fta kalmam olas›l›¤› babal›¤›m› ürkütmüfltü sa-
n›r›m.
Devlete karfl› sayg›l› tutumu olan bir adamd›. “Ben Naf›a-
dayken,” diye anlatt›¤›nda, devlet görevlisi olman›n kendisini

17
ne denli gönendirdi¤i ç›kard› ortaya. Gerçi, giderek yoksullafl-
m›flt›, olanlarda kendinde ar›yordu kusuru, devlet iflinden hep
genç kalacakm›flças›na ayr›lmak ne demekti! ‹nsanlar yafllan›-
yorlar, hatta ihtiyarl›yorlard›.
‘Tekaüdiye’ az da olsa gene bir fley say›l›rd›.
Belli bir yoksullu¤un paras›na haz›rlanan yaflama kolayd›.
fiimdi küçük esnafa ev be¤endirmek çabas› ne denli afla¤›lat›-
c›yd›. O ki, koskoca bir ‘naf›a’ mühendisiydi.
Üstelik s›ska bir üvey k›z için afl›r› sorumluluklara kat-
lanmak.
Sizi anlad›k üvey babac›¤›m.
Küçük k›z›n yatma saati geldi.
Atlar› çok az tan›yor, ama adamak›ll› tutkun onlara, demek
ki, atlar› çok iyi tan›yor.
Ben çocukken (ne zaman çocuk olmufltum!) görünmeyen
adam olup pasta yemek isterdim. Ne k›tm›fl tutkular›m.
Gidiyor musunuz?
Güle güle.
Kap›y› iyice kapay›n.
Sizden üflüdüm...

Temmuz 1967

18
Münip Bey’in Günlü¤ü

20 Kânunusani. Mufl. K›fl fliddetlendi.


22 Kânunusani. Müdür taraf›ndan zevata takdim edildim,
memurluk gururum artt›.
23 Kânunusani. Tabiatla sanki mücadele ediyoruz. Kar de-
vam ediyor.
24 Kânunusani. Hava dehfletli so¤uk, insan› ›s›r›yor. Müdür
afla¤› inip memurini flöyle bir teftifl etti. Acaba bir kusur buldu
mu? Karak›fl insanda memur-müdür fark›n› da kald›r›yor.
29 Kânunusani. Hava so¤uk. Dosya muamelat› çok bozuk,
onlar› yoluna koymak da benim bafl›ma düfltü.
1 fiubat. Maafl günü. Çay paralar›n› derhal ödedim. Sami
Kumbara Beylere tavla oynamaya gittim. Dönüflte tahinhelvas›
ald›m. So¤uklar artt›kça artt›.
4 fiubat. So¤uk hissedilir derecede artt›. Nak›s 31. Bugün
hastaland›m. Daireye gidemedim.
7 fiubat. Pazartesi. Hep böyle olur. Ben rahats›zken müfet-
tifl gelmifl. Bu sebepten rahats›zl›¤a ra¤men iflbafl›nda ispat› vü-
cut eylemek zarureti has›l oldu. Nak›s 29. Zaruret, ne yapal›m.
Ne demifl: Bin zaruret mi bin musibet mi? Onun gibi bir fley.
8 fiubat. Hava biraz iyileflti. Teftifl devam ediyor. Gençten
bir zat.
9 fiubat. Hava hissedilir derecede k›r›ld›.
10 fiubat. Hava iyileflti. Tatil. Evde istirahat ettim. Baflka ne
yapars›n? Sami Beyler geldi.
11 fiubat.

19
Sezai’ye semen geldi çemenlerde oturmaktan
Semen geldi Sezai’ye çemenlerde oturmaktan
Çemenlerde semen geldi Sezai’ye oturmaktan
Oturmaktan geldi semen Sezai’ye çemenlerde
Çemenlerde Sezai’ye oturmaktan semen geldi.
fiu Difl Tabibi ömür fley vesselam. Yaln›z Sezai yerine Recai
olacak.
14 fiubat. Evde. Tatil. Hava fliddetli so¤udu.
17 fiubat. Kar dindi. Hava sakin.
18 fiubat. Müfettifl gitti. Müdür, müfettiflin tenkit maddele-
rini memurlara okudu. Ben de zannetmifltim ki, muvaffak›yetli
bir teftifl veriyoruz.
20 fiubat. Kar durdu. Fakat fliddetli so¤uk devam ediyor.
Dairede ifl yok. Kar›m: “Ah! ‹stanbul!” dedi. “Karda Sultanah-
met’in manzaras›na doyum olmaz.” fiu kad›nlar hiç anlafl›lmaz.
Sultanahmet neresi, Mufl neresi?
22 fiubat. Hava sakin.
24 fiubat. ‹fl yok. Müdür Ankara’ya gitti.
Yerine ben vekâlet ediyorum. Acaba üçte iki vekâlet maafl›
verirler mi?
Odac›ya, temizlik iflinde ihmal göstermemesini ihtar et-
tim...
Bu köylüler nezaketli muameleden anlamazlar.
Büyük memurini kravatl› aptal yerine korlar.
26 fiubat. Kar bir yandan eriyor gibi. Ama bu mevsimde
buna imkân yok. fiimaldeki karabulutlara ne demeli.
27 fiubat. Tatil. Kar›m mükemmel bir suböre¤i yapm›fl.
Ben müdür gibi genifl yürekli bir adam de¤ilim. A’dan
Z’ye kadar de¤ifltireceksin dairedeki çal›flma nizam›n›.
28 fiubat. Cüce flubat 4 y›lda bir 29 çeker. Ve sene-i kebise-
de do¤anlar k›sa boylu olmazlar.
Tahakkuktaki Sulhi Tirek’e bugün elini çabuk tutmas›n› ih-
tar ettim.
Hepsinin b›y›k alt›ndan güldü¤ünü biliyorum.
Müdürün disiplinsizli¤ine al›flm›fl hepsi de. Ama ben mü-
dür gibi olamam.
1 Mart. Kar, kar, kar. Kaç metre oldu kar? Bizim o¤lana ka-

20
p›n›n önünü küremesini söyledim. Lise tahsili yap›yor diye an-
nesi eline su döküyor, havlusunu tutuyor. Benim zaman›mda,
ben, flehremanetinden bizim pederi al›p onunla halden al›flverifl
yapard›m. Han›ma laf anlatmak ne mümkün!
2 Mart. Ya¤›fl durdu. Çay paras›n› unutmuflum.
3 Mart. Mart kap›dan bakt›r›yor. Hava nak›s 27. Müdür bir
türlü dönemedi. ‹stese de zor döner. Kapal› yollar varm›fl. Naf›-
adaki Mehmet söyledi. Gazellerin Hasan’a istisnai muamele ya-
p›ld›¤›n› keflfettim bugün. Dosyas› kenarda unutulmufl duru-
yor. Müfettifl nas›l oldu da anlamad›. Bu vaziyetten çok mütees-
sir oldum. Her fley bozuk.
4 Mart. Hamdi Gören, Salih Gülo¤lu, R›za Yalç›n Beylerle
valiyi ziyaret ettik. Vali matrufl ve kibirli bir zat. R›za Bey’in ka-
naatine göre büyük bir vilayette park yapay›m derken iflleri ber-
bat etmifl, bütün a¤açlar› kestirmifl. Buraya sürmüfller sonra.
6 Mart. R›za Yalç›n Bey borç istedi.
Ay›n alt›s›nda bu ne densizlik! Çaresiz, ç›kar›p verdim. ‹ki
çocuk babas›, kötü kad›nlara dadanm›fl diyorlar. Kar›s›n› mah-
felde Albay Z. Öztürk’ün k›z›n›n niflan›nda görmüfltük, ebruli
yanakl› flirin bir tazeydi. Bari zührevi hastal›k kapmasa.
7 Mart. Tatil. Okudum. Hastay›m. Ev baklavas›n› biraz faz-
laca kaç›rm›fl›m.
K›z›n hendese dersine yard›m ettim.
Akflam Hamdi Gören Bey u¤rad›. Bir tavla att›k. Elaz›¤’a
her fley dahil götürüp getirmesine. Tabii ki galibiyet benim tara-
f›ma teveccüh etti. Zaten Mufl’ta müdürden baflka herkesi alt
edebiliyorum.
Hamdi Gören Bey de ayn› fleyi söyledi.
O gittikten sonra düflündüm. Yoksa bu bir ima m›yd›?
8 Mart. Mart günefli arada görünüyor, ama inanmaya gelmez.
10 Mart. So¤uk devam ediyor. Muhasebeci (hususi muhase-
beden) Saim Bey’in refikas›nda zatürree müflahede olunmufl. Bi-
zimki söyledi. Herkesin kocas› adam m›?
12 Mart. Sicilya ‹stilas› nam eseri okudum. Hava kuru ayaza
çevirdi. ‹stirahat ettim.
14 Mart. Hava açmaya bafllad›. Hofl geldiniz sefalar getirdi-
niz cemreler! Ama, ne demifller, martt›r bu ay, inan›lmaz.

21
15 Mart. Dairede Belediye Reisi’nin ifli varm›fl. Bizzat mefl-
gul oldum. Hofl bir adam. Bana iltifat etti. Müdür niçin gelmedi
acaba?
16 Mart. Yoksa beni müdür mü yapacaklar? Bunca y›l
amirlerime gösterdi¤im itaat, umum müdürlü¤ün dikkatini
çekmifltir belki de.
17 Mart. Hava gene kapand›. fiimalde so¤uk bulutlar top-
lan›yor. Evdekilere âdetim hilaf›na dairedeki ifllerden bahset-
tim. K›z›m, hemen annesine bir manto yapmam›n lüzumun-
dan söz açt›. Sanki hakikaten müdürlü¤e tayinim ç›km›fl gibi.
Halbuki müdür olsam maafl›mda pek fazla bir artma olmaz.
Ama içtimai durumumun kuvvetlenmesi, otoritemin artmas›
onlar›n umurunda m›? Baz› fleylerin ehemmiyetinden haber-
sizler.
18 Mart. Kar kuflbafl› kuflbafl› düflmeye bafllad›. Nak›s 18.
20 Mart. Görülmemifl fley: Nak›s 30.
21 Mart. Hava gayet so¤uk. Kar›m›n so¤uk alg›nl›¤› fliddet-
lendi. Arkas›na flifle çekmesi için bural› birini ça¤›rtt›k. Bugün-
lerde mahfelde siyasi cereyanlar ald› yürüdü. fiehrin ileri gelen
zevat›, mahfelde oturulup memleket ve dünya ahvalinden ko-
nufluluyor. Yarbay Faik Bey evleniyormufl. Her taraf bembe-
yaz. Geçen gün radyoda fledaraban fasl› geçilirken bizimki a¤-
lamaya bafllad›. Ne ister bu kad›n, bilmem! Acayip halleri sene-
lerdir sürer gider. Vezneciler’de, ilk gerde¤e girdi¤imiz gece
koyu kestane rengi saçlar›yla gene böyle mükedderdi. Sonra
hep gene böyle mükedder. Benimki de hayat m›?
26 Mart. Her yer don. Gece, dü¤üne davet edilmifl olan
herkes orada idi. Kay›npeder, ense kulak yerinde köylü k›l›kl›
bir herif. Kaynana desen, s›ska m› s›ska. Yarbay Faik Bey’in ak-
rabas›ndan kimse yoktu. ‹zmirliymifl yarbay. Orada olmad›k
bir kad›na sevdalanm›fl. Tam on befl y›l nâr›na yanm›fl bu kad›-
n›n. Nigâr’m›fl kad›n›n ad›. Çal›flt›¤› evden ç›karm›fl. Teni taze
sa¤›lm›fl, inek sütü rengindeymifl (ben Hamdi Bey’in yalanc›s›-
y›m). Öyle parlak bir teni varm›fl.
Albay da ayn› fleyleri söylüyordu ki, tam bu s›rada Kompar-
sita çalmaya bafllad›. Cân›m Komparsita! Yarbay gelinle dansa
kalkt›. Yarbay k›rk›n› geçmifl, gelin ise on alt›s›nda bir tazecik.

22
Ama Yarbay erkek güzeli. Yafl›n› göstermiyor hiç. Çok içki içer-
mifl. Nigâr Han›m vakti kerahatte masay› kurar, karfl›s›nda çen-
gi gibi oynarm›fl. Kim bilir ne güzel oynarm›fl haspa. Sevdalar›-
n›n tad› herhalde doyumsuz olacak ki, buralarda da anlat›l›yor.
Albay flöyle diyor Yarbay için: “Yoruldu, bizim Faik yorul-
du. Onu Nigâr Han›m yordu. fiimdi art›k dinlenme zaman›-
d›r.” Ben de dedim ki: “Fakat yafl fark›n› ne yapmal› mirim?”
Güldü: “Telli çengili biri kadar hiç kimse yoramaz Faik’i” dedi.
Nigâr Han›m da Nigâr Han›m’m›fl! Gece 12’de dü¤ün da¤›ld›.
Bizim han›m flerbet tak›m› hediye etti.
27 Mart. Hava dehfletli so¤uk. Kar ya¤m›yor, ama don var.
28 Mart. Hava dehfletli so¤uk. Kar ya¤m›yor, ama don var.
30 Mart. Kar yeniden bafllad›. Eve pekmez ald›m.
4 Nisan. Hava dehfletli so¤uk.
8 Nisan. Hava açmaya bafllad›. Mahfelden erken dönüyo-
rum art›k.
9 Nisan. Müdür gelmedi.
K›rka¤aç’tan haber ald›m.
Çocuk, ne iflin var senin K›rka¤aç’larda. Kim dedi sana. Ba-
z› fleyler var ki, insan›n hakikaten anlamas› mümkün de¤il.
10 Nisan. Nisan›n onu da geldi. Havalar art›k daha da aç-
mak temayülünde. Sami Bey bir fliir söylemiflti, hat›r›mda tuta-
y›m dedim, tutamad›m.
11 Nisan. Nisan mevsimlerin niflanlanmas›d›r. Sami Bey
diyordu ki: ‘Habibim’le bafllayan bir manzumeydi. Albay’la
Yarbay’dan bahsettik. Albay, dü¤ün gecesi (zifaf gecesi) söyle-
di¤i sözlerden baflka sözlerle tavsif etti Yarbay Faik Bey’i. Yar-
bay çok içki içti¤i için zavall› yavruca¤›n bafl›na gelecekler var,
dedi.
12 Nisan. Müdür dönmüfl.
Beni yan›na ça¤›rtt›, ifllerde gösterdi¤im intizam› ve disipli-
ni övdü.
Halbuki daha yeni geldi nerden bilecek? Memurin tak›m›
da cihet-i askeriyedekiler gibidir bu mevzuda, anlamadan din-
lemeden karar verirler; ben bunu babamdan biliyorum.
13 Nisan. Dehfletli bafl›m a¤r›yor.
14 Nisan. Hava kuru ayaza çekti.

23
15 Nisan. Çok güneflli ve so¤uk bir hava.
16 Nisan. Bulutlu ve so¤uk bir hava.
17 Nisan. Çok bulutlu, çok so¤uk bir hava. Sami Beylere gi-
dece¤iz. Bir tavla atar›z, dedi Sami Bey. Afla¤› mahalleyi sel bas-
m›fl.
18 Nisan. Sami Bey diyor ki: “Habibim fasl-› güldür bu...”
19 Nisan. Sa¤anak halinde ya¤mur ya¤›yor. Habibim fasl-›
güldür bu. Yok daha neler. Can›m s›k›l›yor.
20 Nisan. Güneflli bir hava. Ama neye yarar?
21 Nisan. Güneflli bir hava. Ama neye yarar?
22 Nisan. Güneflli bir hava. Ama neye yarar?
23 Nisan. Güneflli bir hava. Ama neye yarar?
24 Nisan. Güneflli bir hava. Ama neye yarar?
25 Nisan. Güneflli bir hava. Ama neye yarar?

Nisan 1968

24
TAfiRALI
P‹YANO ÇALAB‹LMEK
NEH‹R
SU USTASI M‹RAÇ
‹SKELE PARKLARINDA
ED‹RNE’N‹N KÖPRÜLER‹
PARASIZ YATILI
YAZ GELD‹
Taflral›

Soka¤›n ucundan dön demifltiler. Ayn› boyda budanm›fl


akasya a¤açlar›n›n bitiminde, yeflil panjurlar› olan evdir.
Otobüsten indi¤imde, s›cak geçen bir günün akflamüstü-
süydü. Üstelik pazard›. Benim gibi yaln›z biri için pazarlar›
sevmenin güçlü¤ü anlat›lmaz. Çözülmüfl sarsak pazarlar öyle-
sine alt› çizilmifl oluyor ki...
Evin tümü kapan›k bir renge bulanm›flt›.
Bahçe kap›s›na beyaz yediveren gülleri sar›l›yd›.
Güllerin orada kara bir kedi duruyordu.
Kap›y› çald›¤›mda belirsiz konuflmalar geldi içerden.
Alt bahçe öndeki gibi bak›ml› de¤il, ekflimifl bir çöp kokusu
geliyordu afla¤›dan.
Aaaa hofl geldiniz.
Benden, küçük hizmetçi k›za söz edilmiflti.
Bavulumu elimden ald›, kolumun yoruldu¤unu anlad›m.
Nedense belle¤imde, geçen yaz gitti¤im bir çayevi, kokusuyla, se-
siyle, havuzuyla... Peki buraya gelmemek yok muydu?
Ara kap›y› aç›nca teyzemi gördüm.
Bana anlatt›klar›na benziyordu. Sayg›n bir han›mefendiydi.
Okumufl yazm›fl kad›nd›r. Evinin titizli¤i temizli¤i dillere des-
tand›r. Eli s›k›d›r, ama eh o da bir çeflit meziyet. Koskoca paflay› kay-
betti, han›mefendice içine att› ac›s›n›. A¤lad› s›zlad›, ama evini, düze-
nini korudu. Allahtan korkar›m nemize laz›m, yalan diyemeyiz, üste-
lik gençli¤inde de say›l› güzellerdendi.

27
Büyük cam vazonun tam arkas›nda oturuyordu, vazoda
kurumufl, kabuklaflm›fl leylaklar vard›.
Oda sanki lofl bir avluydu. Soka¤›n toz kokan günefli hiç
yokças›na yitip gitmiflti.
Teyzem gri giysisinin içinde bana gülümsedi, elini uzatt›.
Tuttum, nemi kalmam›fl kuru k⤛t cildine dokununca yafll›l›¤›-
n› anlad›m.
Eski yitmifl güzelli¤ini, saçlar›n› boyamakla, bejlerin, grile-
rin, en yumuflaklar›n› giymekle sürdürme çabas›ndayd›.
Ablam›n yafl›n› bilmem. Aram›zda on y›ll›k fark var san›r›m. O
da bir türlü do¤rusunu söylemez. Ya çok büyük ya da çok küçüktür
söyledikleri. Ne bileyim a k›z›m, ben kah›r içinde yaflad›m. fiimdi kim
bilir görseler beni onun ablas› san›rlar. Kolay m›?..
Annen nas›l?
‹yiler.
Ablan ya?
Onlar da iyiler.
‹çeriye küçük k›z girdi. E¤ri bacaklar› vard›. Yüzünde ka-
p›y› açt›¤›nda olan gülüfl duruyordu. Konuflunca hiç de¤iflmi-
yordu gülüflü. Çok flafl›rt›c›yd› bu.
Yurdagül, dedi teyzem. Git limonata haz›rla. Bak gene mutfak
kap›s›n› aç›k b›rakma, o murdar kediler tafllara bas›yorlar, ona göre...
“Ona göre” sözü Yurdagül’ün yüzünden gülümsemeyi al-
d› götürdü.
Teyzemin ayak parmaklar›n›n kemikleri podüsüet ayakka-
b›lar›n›n yanlar›ndan taflm›flt›.
Elbisesinin yakas›na ince k›rm›z› yakutlu, k›rm›z› oldu¤un-
dan tafl, yakut olaca¤›n› düflünmüfltüm, bir i¤ne takm›flt›.
Kibar kad›nd›r ablam. Giyimini kuflam›n› bilir. Paflayla ilk evlen-
diklerinde mineli bir saat alm›flt› yüzgörümlü¤ü. Daha bir sürü fleyler
takm›fllard› da nedense benim gözüm mineli saatte kalm›flt›. O cân›m
çiçekleri nas›l da kondurmufllard› saatin üstüne... fiafl da kal. Dayana-
mad›m da bi kerelik takmak istemifltim. Sen savruksundur. fiurada
burada düflürürsün demiflti. Boyundan saat düfler mi? Ne taksa sahi-
cidir. Benim gibi de öyle all› güllü fleyleri sevmez. Tam pafla kar›s›
olacak kad›nd›r teyzen. Bunu böyle bil.
Konuflmadan durduk bir süre.

28
Koltuklar›n yeflil kadife dayanacak yerlerine kolal› temiz
örtüler konmufltu.
Teyzeme hiç bakm›yordum.
Onunla aram›zda sevgisizlik hemen kuruluvermiflti.
Azalm›fl saçlar›n›n alt›ndan kafas›n›n derisi yer yer parl›-
yordu. Kurumufl bacaklar›n› üst üste atm›flt›. Ayakkab›lardan
taflan kemikler ›fl›kta daha kesin gözüküyordu.
— Demek ki, üniversiteye gitmeye kararl›s›n. Vallahi k›z›m
ne demeli bilmem. Jale’yi okuttuk da ne oldu. Evlenip gene ço-
cuktu, kocayd›, ald›¤› diploma da süs. Üstelik bizim durumu-
muz uygundu. Rahmetlinin düflünceli kalbi, babal›¤› sayesinde
–burada derin derin iç çekti, temiz bir mendili burnuna bast›rd›–
Jale’cim, annen bilir, so¤uk sudan s›cak suya elini de¤dirmeden
büyüdü. Hizmetçiler çevresinde dolan›rd›. Ama flimdi o nazlat-
ma, o prensesler gibi genç k›zl›ktan sonra...
Gözlerini yüzüme dikti sustu.
Teyzemin bana karfl› olan tutumunun bilincine vard›m.
Birden yoruldum.
— Annene flaflar›m hâlâ, o çabay› baflka bir erkek için gös-
terseydi...

Sen baban› bilmezsin k›z›m. Alt› yafl›ndayd›n öldü¤ünde...


O Orta Anadolu kentini, arklardan sular›n bahçeleri doldurdu¤u
geceleriyle an›ms›yorum. Bizim bahçeye hep gece gelirdi sulanma s›ra-
s› – ya da en etkilendi¤im o gecelerdi: Yar› uykuda annem, en küçük
k›z›n üstünü s›k›laflt›r›r, yazda bile Orta Anadolu’nun gecesi so¤uk-
tur, ar› su kokusu uykuyu bast›r›r. Do¤an›n mutlulu¤u, sa¤l›¤› kaz›l›r
kal›r befl yafla. Ayol uyan suyu ak›t›yorlar bu yana... Uyku büyüklerin
odas›ndan anason kokulu taflar sofaya. Baba baba... Anac›¤›m›n para
s›k›nt›lar›n› bile bile... içkili, havuzlu istasyon lokantas›nda her gece,
biraz beyazpeynir, rak›, yaz›n kütür kütür karpuz. Büyük kentlerden
gelip geçen uyumufl tren camlar›. Allahtan da m› korkun yok. Her gece
içilir mi? Hiç olmazsa kendine ac›. Bir güzel adamd›. O boy o pos...
— Yak›fl›kl› adamd› baban yavrum...
Teyzem, Yurdagül’ün getirdi¤i limonatay› ald›.
Bardaklar gümüfl tutmal›klar içindeydi.

29
— Ama bir erkekte ilk aranacak bu de¤ildir. Jale’ci¤imin
can› yok mu? Evlenene kadar bir fincan kahve yapmam›flt›.
Ama flimdi kendinden yirmi yafl büyük, görmüfl geçirmifl bir
erke¤i, evindeki hizmetçileri idare ediyor. Kendimi ayr›ca ör-
nek vermeyece¤im. Annen hata etti k›z›m. Size de çektiriyor.
Sen flimdi üniversiteyi nas›l güçlüklerle...
Odada as›l› tek resmi gördüm.
Her yan›ndan kahverengiler, turuncular taflan bir sonba-
har resmiydi. Yolun ucunda çok genifl flapkal› bir kad›n kaybo-
luyordu.
Teyzem difllerinin takma oldu¤unu belli etmemek için o
pek tuhaf gülümsemesiyle bana bak›yordu.
— Limonata güzel olmufl, dedim.
— fiekeri fazla olmufl. Siz gençsiniz, ama bizden geçti art›k.
Tansiyondu, kalpti bafllad›. Annenin tansiyonu nas›l?

Çok genç dul kalm›fls›n›z, evlenin, dedi doktor. Bu terleme, bu çar-


p›nt› ondanm›fl benim k›zlar›m. Ha ha hay, dedim doktora. Benim iki
k›z›m var, iki kocam var demektir. Ablam at›l›yor. Anac›¤›m, do¤ru de-
mifl adam. Niye direniyorsun? Annemin yeflil ela gözleri susuyor. Ev-
lenmek için evlenilmez, diyor. Sizin baban›z gibi adamdan sonra...
Gündüzleri oralar, salt toprak rengi olurdu. Pazara gelen köylü-
ler efleklerinin s›k ad›mlar›na uygun sal›narak, pencerenin önünden
geçerlerdi. Perdelerimiz apak patiskadand›. Orduevinde, dü¤üne gi-
derken, annemin, siyah tayyörleriyleki güzelli¤i o kente anlat›lmaya
kalm›flt›. —Bayramda, hiç olmazsa dedelerine yazsak be kocac›¤›m.
—B›rak flunlar›, senin o evde kalm›fl ablan› sevindirmek için mi?
Her fleyin para oldu¤unu kim söylemifl benim k›zlar›m, çok kah›r
çektim, ama ete¤ini çemirleyip komflu karfl›layan bir kad›n›m ben. Ba-
ban›z beni sevindirdi de üzdü¤ü kadar. Ben basit gülmeyi seven bir
kad›n›m. Teyzenizi evinde bile terlikle gören olmam›flt›r.

— Sana ara oday› haz›rlatt›m.


Gümüfl tak›mlar›n kondu¤u büfenin üstünde, paflan›n, si-
vil foto¤raf› var.

30
Oysa çocuklu¤umuzun paflas› bu de¤ildi. Alabildi¤ine bü-
yüyen, çizilmeyen paflayd›.
Kaç saat oldu geleli.
Ara odan›n özenle ovulup ar›t›ld›¤›n› düflünüyorum. Bu
yafll› kad›n›n çevresindeki sayg›n kiflili¤ini yaratma zorunlulu-
¤una, titizli¤i eklemek gerekiyor.

Yiyecekler iyice temiz olmal›, o marullar› yalapflap y›kamay›n di-


yorum size. Gerçi evin da¤›n›kl›¤›yla bafla ç›kam›yorum ama. Hem
sarhofl baban›z, hem haylaz k›zlar›...
Annemin öfkesinde inand›r›c› olmayan bir fleyler olurdu. Bahçe-
nin arkas›nda ‘k›k›rdafl›rd›k’. Ablam›n gittikçe dolgunlaflan bedeni,
marullar›n bahar tad›, yaflamay› adland›r›yordu.

Bu en koca kenti yad›rg›yorum.


Buran›n d›fl›nday›m.
Bana, git kal, teyzendir demifllerdi.
Onun konufltu¤unu, sorgu ünleminden anl›yorum. Sordu-
¤u ne?
Bana bak›yor, gittikçe öfkeli ve yafll› sanki. Yineliyor.
— Saçlar›n› kesmeyeceksin de¤il mi?
— H››, diyorum.
Oysa kesece¤im. Hem de en k›sa.
Ders kitaplar›m› de¤il, en sevdi¤im yazarlar› al›p elime, bir
dolu yeri gezece¤im. Dostoyevski’yi, Istrati’yi okudu¤um kireç
badanal› ç›kmadaki kay›s›lar›n sessiz karanl›klar›n› ve su koku-
sunu hep arayaca¤›m.
Taflral› bir k›z olman›n buruk ac›s›n› bile tatt›rmaz teyzem
bana, anl›yorum.
Yurdagül oday› açt›.
Tek penceresi karfl› evin duvar›na bak›yordu.
Bir çakaleri¤i a¤ac›, yapraklar› küskün, hastal›kl›, pencere-
nin dibindeydi.
— Ben alt›da kalkar›m küçük han›m, ifliniz varsa sizi iste-
di¤iniz saatte uyand›ray›m.

31
Annemin Yurdagül’e arma¤an olarak yollad›¤› renkli bas-
may› ç›kard›m bavuldan.
Sak›n sen verme k›z›m. Teyzen öyle yan›nda çal›flt›rd›klar›yla
yüz göz olunmas›n› sevmez, kendi versin.

— Bu senin, Yurdagül.
— Çok teflekkür ederim, küçük han›m.
‹smimi bilmiyor. Ona söylemeliydim. Yüz göz olunamaz
evin isim gereksinmedi¤ini ö¤renmeliyim.
Dolaba çoraplar, mendiller, gecelikler s›ralanacak. Buralar-
da yaflama savruklu¤una yer yok. Bu evin düzen tutuklular›na,
bir de ben kat›ld›m.
Mutfaktan akflam yeme¤i haz›rl›klar›n›n sesleri geliyor. Ta-
bak, çatal ç›nlamalar›.
Hemen bir kekik kokusu uydurdum uzaktan gelen.
Sonra da a¤layaca¤›m.

Ocak 1968

32
Piyano Çalabilmek

Annem,
“Cumartesileri çamafl›r y›kamalar› çok günah,” dedi. “Hele
bulafl›k sular›n› geceleri kap›ya dökmüyorlar m›!”
Annemin dikti¤i bayraml›klarla, üstten ba¤l› sa¤lam erkek
kunduralar›yla, kafamda koca bir saten kurdeleyle kap›n›n efli-
¤inde dimdik oturuyordum.

Kad›nl›k kolay de¤il. Hiç yoktan yak›flt›rmak. Bak o basmay› Sü-


merbank’tan kaça ald›m. Bast›m suya çiriflleri gitti. Bir de ütüledim.
Bayrama yetifltirip dikiverdim. Bunlar çocuklar›n›n burnunu bile sil-
miyorlar. Ben konaklarda büyüdüm. Gel de anlat bu mahalle kar›lar›-
na. Udum, piyanom, ellerimin güzelli¤i...

Afla¤›da Kürt’ün kahvesinin önünü sulam›fllard›.


Toprak kokuyordu taze taze.
Her fleker bayram›nda kahvede oyun havalar› çalarlard›.
Bu bayram biraz daha küçülmüfltü ayakkab›lar›m.
— Bak bu y›l fleker bayram› yaza geldi, dedi annem. Allah-
tan k›fl da yumuflak geçti.
Bir odam›z vard›.
Hemen kap›dan giriliyordu odaya. Mutfak yoktu, köfledeki
masa, yemek için ve mutfak olarak kullan›l›yordu. Beyaz bada-
nal› duvarlar›n kiri hava ›s›n›p sokak kap›s› aç›l›nca belli olu-

33
yordu. Köfledeki pencere varla yok aras›yd›. Babam niçin bay-
ramlarda da çal›fl›r? Kedilerine bayramda da ci¤er alanlar m›
var?
— Anne, babam ne zaman gelir?
— Onun gelmesi ö¤leyi bulur. Belki de ö¤le sonu gelir.
Dalm›fllarsa memleketten bahislere. Aman onlar›n memleketle-
ri de, onlar›n köflkleri bahçeleri, bal kovanlar› da. Daha dillerini
bile düzeltemediler. Hep toplan›p aralar›nda konuflmaktan...
Ben babana göre de¤ildim, ama ne yapacaks›n, kader.
Abe Demir’in vard› bir ar› kovanlar› sübyan›m diz boyu otlukla-
r›n aras›nda. Da¤l›kt›r bizim oralar, havas› sa¤lamd›r, insanlar› yap›-
l›d›r. Ama tutturdu koca ihtiyar gidelim diye buran›n hükümetleri
de¤iflti. Onca toprak ba¤ bahçe, köflk hizmetkârlar kald› oralarda. Sat-
t›k, ama yabanlarda harcay›verdi erkeklerimiz. Ne dedikse kâr etmedi.
Kad›ns›n›z bilemezsiniz, dediler. Üç o¤lum da öldü gitti. Onlar da¤
adamlar›yd› flehre s›¤amad›lar. Bizim ballar yonca yonca kokard›, ifil
ifil eserdi rüzgârlar.
— Anne, nineme bayramlaflmaya gitmeyecek miyiz?
— Ninenin a¤lamalar›ndan b›kt›m. Üç o¤lu öldü, o sekse-
ninde diye, yafl›yor diye bafllam›yor mu...

Ah gelin ah, niçin geldik bu koca evli yerlere, o¤ullar›m gitti, bir
Demir Ali kald›. Kocan›n k›ymetini bil... Bayramlarda herkesler gelip
ver elini han›mlar han›m› öpelim derdi. Sak›z kokulu lokumlarla ince
cam bardaklarda p›nar sular› içerlerdi. Gelinlerim lokum flekerini tut-
tururken ocaktan yan›k tatl› kokusu gelirdi. O¤lanlar›m flayak elbise-
leriyle avluya ç›k›p ba¤›ra ba¤›ra konuflurlard›. Uzaktan tüfekler at›-
l›rd›. Torunlar›m›n saçlar›n› iyice kestirirdik. Tek k›z torunum da bu.
O da gurbetlerde do¤du. Kap› önleri, avlu sulan›rd›. P›trak gibi da¤›-
l›verirdi çocuklar.

Ben flehirliyim. Babanla evlenece¤im k›rk y›l düflünsem akl›ma


gelmezdi. Varl›k, onur görmüfl konaklar›n k›z›yd›m. On beflimdeydim
ilk kocama vard›¤›mda. Tifo vard› ‹stanbul’da. Saçlar›m dökülüver-
mez mi, dü¤ün gecesi kald›m saçs›z. Gene de nas›l güzeldim! Ufak te-

34
fektim, ama canfes gibi tenim, çekik yeflil ela gözlerim vard›. Madam
Kalyopi gelinli¤imi dikerken bu ne kollar, bu ne bilekler, küçük gelin
demiflti. Yavrua¤z› yatak tak›mlar› yap›lm›flt›. Gerdek gecesi annemi
isterim de isterim, demifltim. Ben hep anneannenle yatard›m. Ast›m›
vard› onun. Geceleri öyle korkard›m ki, ölecek diye. Nefessiz kal›yor-
mufl gibi gelirdi bana. Çini soban›n üstünde elma kabuklar› yakard›k.
Ac›badem’in k›fllar›. Almanlar Haydarpafla tren istasyonunu yap›yor-
lard›. Alman mühendisle kar›s› yan›m›zdaki kuleli evde otururdu. Ya-
naklar› k›rm›z› k›rm›z› damarl›yd› kad›n›n. Anneannen domuz eti ye-
mekten, derdi. Bunlar hep böyle olurlar. Yaz›n gül reçelleri kaynat›r-
d›k, her yan gül kokard›. Arabalarla Necipbey ba¤›na giderdik. Ba¤da-
ki razak›, misket, çavuflüzümleri bu¤ulu bu¤ulu dururdu tabaklarda.
Rasim Pafla’n›n büyük k›z› gelirdi landosuyla. Ça¤la rengi elbiseler
giyerdi gözleri yeflildir diye. S›kma bafl yapard›, perçemleri alt›n sar›-
s›yd›, flakaklar›ndan görünürdü. Kötü oldu koca pafla k›z›, diyorlard›.
Evine ‹talyan, Frans›z subaylar›n› al›yormufl. Onlar›n genifl pelerin-
lerini, beyaz eldivenlerini s›k s›k gören vard› Rasim Pafla kona¤›nda.
Sonbahar› çok güzel olur Küçük Çaml›ca’n›n. Piflmifl ayva rengi yap-
raklarla dolard› her yer. O s›ralarda ‹stanbul’da süpürge koçan›ndan
ekmek yap›yorlard›. Görücüyle evlendim ilk kocamla da. Beni annean-
nenle Orozdibak’tan al›flverifl yaparken görmüfl. Yüzgörümlü¤ü bak-
lava p›rlanta yüzük takm›fllard›. Dü¤ünde de p›rlantal› taç. Damla
küpelerimi de kaynanam bir sultan mezad›ndan sat›n alm›fl. O y›l Bo-
¤az’a Karadeniz’den buzlar indi. Gerdek gecesi çini soba sabaha kadar
yand›. Ben evlendi¤im gece annemi isterim demifltim ya.

Anlat›rd› hep annem, gene anlat›yordu.


Onu çok yabanc›l›yordum.
Çevremizin d›fl›ndayd› anlatt›klar›.
Hele o piyano çalma laf› yok mu, en korktu¤umdu.
Çünkü piyanoyu biliyordum.
Mahallemizdeki Yavuz Sinemas›’nda bafltan sona piyano
denilen ayg›t› çalan bir adam›n filmini görmüfltüm. Büyük bir
çalg›yd›. Annemin anlatt›¤›n›n kimisine inan›rd›m ama –zaten
di¤erleri bilmiyorum neydi– piyano denilen fleyi çalmak ifl de-
¤ildi. O da bir sinemada görmüfl olmal›yd›. Gerçi Yavuz Sine-

35
mas›’na gitmifl olamazd›. Çünkü sinemaya verilecek param›z
yoktu. Mahallenin k›zlar›n› kap›daki saçs›z adam sokuyordu
içeri. O¤lanlar›n dedi¤ine göre herif namussuzun, itin biriydi.
— Anne takunyalar›m› ö¤leden sonra giyebilir miyim? Bu
ayakkab›lar çok a¤›r, onlarla koflam›yorum.
— Ne yapal›m. Bak iki senedir giyiyorsun. Bayramlarda ta-
kunyayla gezmekten iyi. Benim vaktiyle ceylan derisi ayakka-
b›lar›m vard›. Sende kibarl›¤a özenti yok ki. Ne de olsa kand›r
çeker. Da¤l›lara benzeyip ç›kt›n.

‹stanbullular bizimle alay ederler be gelin. Her yana ifllemeli ör-


tüler örtermifliz. Köyümüzde örtüleri gelinlerim asma çardaklar›n al-
t›nda yaz›n ifllerdi. Torunlar›m›n içliklerine kadar ifllerlerdi. Bizde
çocuk çok k›ymetlidir. Küçük taylar gibi kofluflurlard› avlularda. Ba-
balar› döndü¤ünde terli s›rtlar›na konan tülbentlerin uçlar› bile ka-
ranfille, gülle iflli olurdu. Herkes çal›fl›rd›. Güzün o¤ullar›m gelinle-
rim yaz›ya gidince sabah sa¤›lm›fl sütleri ›s›t›p m›s›r ekme¤iyle koyu-
verirdim yemek tablas›na. Ekmeklerini banarlard› süte. Gülüflürler-
di. Demir Ali bal toplama zaman› al›rd› k›zanlar› yan›na, daha çiy
kalkmadan ç›karlard›. Hele bizim oralar›n dü¤ünlerini bilmeliydin
gelinim. Delikanl›lar, tazeler geçiverdiler mi oyuna, yer gök duyard›.
Mahsul topland›¤›nda dü¤ünler bafllard›. Gürbüz gelinlerin tarlada
yanm›fl burunlar›na dü¤ünden önce yay›k kayma¤› sürerdik. Pul pul
kalk›verirdi burunca¤›zlar›. Erkekler erik rak›s›n› içti¤inde büsbütün
donan›rlard› oyuna. Tazeleri uçuru uçuruverirlerdi, terledikçe ç›ka-
r›rlard› flayak ceketlerini. Mintanlar›n üstünde a¤›r gümüfl köstekler
parlard›. Yi¤it adamlard›, yap›l›. Oralarda çürük adam zaten daya-
namaz, bebeyken ölüverir. Ömürlü olur kalanlar. Bak bana, üç o¤ul
gömdüm, hâlâ yaflar›m. Abe niçin yaflar›m o civanlar gider de? Da-
yanamad›lar buralara. Ben dedim, gitmeyelim. Hükümetler de¤iflecek
buralarda dediler. Gurbetlik bize göründü. Abe gelin hükümetlerden
bize ne. Kim gördü hükümetleri avlularda, tarlalarda, da¤larda. Çok
biliriz san›r bu er kifliler, çok yan›l›rlar. Bir Demir Ali bekârd› geldi-
¤imizde. Burada bir Bulgar Kozma vard›. Daha önce gelmifl, bizi ta-
n›r. Ça¤›rd› büyük o¤lumu, dedi ona, burda böyle böyle; ayak esnaf›
olacaks›n; bulamazs›n baflka ifl; kardefllerin de bulamaz.

36
Babam beni Kozma’ya bir kere götürmüfltü.
Kaynayan süt kokuyordu her yer.
Ak diflleri vard› gülünce. Babama, “Demir Ali hofl gelmifl-
sin buralara,” dedi.
“Hofl bulmufluz,” dedi babam.
“Bu senin k›z ha?”
“Evet.”
“Büyümüfl, büyümüfl...”
“Evet, okula gitmez daha. Gazete okumas›n› ö¤rendi bilir.
Buralar›n gazetelerini okur.”
Sonra Kozma süt, tereya¤›, taze ekmek getirdi.
Mermer masaya koydu.
‹kisi memleketlerinin dilini konuflmaya bafllad›lar.
Beni unuttular.
Dükkân›n karfl›s›nda k›flla vard›. K›fllan›n öyle çok cam›
vard› ki! Nas›l ›s›tacaklar›n› düflünüp flaflt›m.
Bahriye askerleri geçip gidiyordu caddeden.
Borazan sesi geldi sonra.
Annemin hiç dönülmeyecek kadar uzak bir yerde oldu¤u-
nu düflündüm. Sanki anlatt›¤› kar›fl›k bilinmez fleylerle o da çe-
kip gitmiflti.
Çok ac›d›m ona.
Babama bakt›m, konuflmuyorlard› Kozma’yla.
Babam büyük ellerini masan›n üstüne öylece b›rakm›flt›.
Kalkt›k.
“Demir Ali hofl gelmiflsiniz buralara,” dedi Kozma.
“Hofl bulmufluz,” dedi babam.
K›flladan erlerin ayak sesleri duyuluyordu.
Eve döndü¤ümüzde annem çorap yam›yordu.
Babam annemin eflyas› olan konsolun üstüne bozuk para-
lar› b›rakt›.
— Kozma’ya gittik. K›z›n karn› tok. S›rt dolab› alaca¤›m
bir tane. Kozma, dedi yukar›larda ci¤ercilik çok para getiriyor
diye. Bizim Fazl›’y› da mezbahaya sokacak. Sütlüce’deymifl.
Buraya yak›n. S›rt dolab› alaca¤›m. Ci¤ercilikte para varm›fl.
Mezbahaya gir, dedi Kozma istersen. ‹stersen bende çal›fl. Be-
nim ar›lar› sordu. Güldük. Sonra kald› m› kimse sizden oralar-

37
da, dedi. Ben, Pembe Teyze kald›, dedim. Gelmedi. O¤ullar› da
gelemedi. Bizde büyüklere karfl› ç›k›lmaz, dedim. Kozma da ç›-
k›lmaz, dedi. Alaca¤›m bir s›rt dolab› bugün.
Annem hiç bafl›n› kald›rm›yordu.
— Düflmez kalkmaz bir Allah, dedi.
— Namusumla bu memlekette de para kazan›r›m, dedi ba-
bam.
Annem gene bafl›n› kald›rmadan:
— Dilencilikten ne fark› olacak yapt›¤›n iflin? Nas›l söyle-
yece¤im Kad›köy’dekilere?
— Beni söyletme onlar›n kitab›na, putuna, peygamberine,
dedi babam.
— Gâvur herif onlar›n putu yok, sen kendi putuna bak,
daha dilini düzeltemedin.
Babam ç›kt› gitti.
Kap›n›n önünde annemin verdi¤i taze ekme¤i yiyordum.
Ekme¤in içine k›rm›z›biber ekmiflti ya¤ sürüp.
Arsaya kaçabilseydim.

Baban ne bayram anlar ne seyran. Nerde okumufl yazm›fl ince in-


san›n hali. Biz ‹hsan’la Ac›badem’de hep okurduk. Anneannenler
Kufldili Çay›r›’na gezintiye ç›kt›klar› vakit evde kal›p bütün romanlar›
hatmederdik. Nerede o günler! Her fley geçti gitti. Paras›zl›ktan ablan›
da genç yaflta evlendirdik. O üstelik asildir de. ‹lk kocamdan oldu ab-
lan. Onu do¤urdu¤umda on befl yafl›ndayd›m. K›flt›, flubatt›. Sobalar
durmadan yan›yordu. Ziverbey’e kurtlar inmifl dediler. Sütüm gelme-
di. Oldum bittim minicik memelerim vard›r. Nazire’yi sütanne tut-
tuk. Nazire Arapt›r. ‹hsan ablamlar›n büyütmesiydi. Anneannen kaç
kere dedenin koynundan ç›karm›fl onu. Bir memeleri vard› nah flöyle.
O k›sa boya o koca memeler! ‹flte Allah’›n hikmetinden sual olunmaz.
Bir sabah yataktayd›k. Beyaz fisto örtülerin aras›nda ablan kara saçla-
r›yla melek gibi uyuyordu. Hamit üniformalar›n› giymiflti. Elbiseleri-
ni en pahal› terzilere diktirirdi. Bütün k›zlar bay›l›rd› ona. Hele k›l›c›-
n› tak›p ç›kt› m›? Ama o hepsinin içinden beni be¤enip ald›. Görüm-
cem içeri girdi. “Hamit! Hamit! Anadolu’da savafl bafllam›fl” dedi.
Ben pencereye kofltum. Sanki savafl d›flardayd›. Yüre¤im a¤z›ma gel-

38
miflti. Muazzez Abla’n›n babas› ç›k›p gitti. Ben yapayaln›z kald›m.
Görümcem ablan› ald› Nazire’nin odas›na. Çok korkuyordum geceleri.
Hep uykuya dalarken uyan›yordum. Verem olup ölece¤imi san›yor-
dum. Bir gün hamam yanm›flt› y›kan›yordum. Birden kap› aç›ld›. Gö-
rümcemin kocas›yd›. Ah aff›n›z› dilerim, dedi. Bilemedim efendim. Ç›-
r›lç›plakt›m. Kap›y› kapad›. Gitti. Utanc›mdan kimselerin yüzüne ba-
kamad›m yemekte. Yesene k›z›m, dedi görümcem. Enifltem çok sessiz-
di. Birkaç gece sonra yar› uyan›kl›k aras›nda birinin yorgan›m› açt›¤›-
n› hissettim. Öyle sevindim ki Hamit geldi sand›m. Kollar›m› dolad›m
boynuna. Sonra rak› kokan eniflteyle burun buruna geldim. F›rlad›m
yataktan. O kadar üflüyordum ki, her yan›m zang›r zang›r titriyordu.
Ba¤›raca¤›m flimdi, dedim. Git çabuk odamdan. Yavrum, Hamit art›k
dönmez, gitti gider o, dedi. Ertesi gün annemin evine döndüm. Koca-
m› orada bekleyecektim. Ablan› da ald›m. Anneannenin odas›nda ab-
lan›n yata¤›n› da yan› bafl›ma koymufltum. Hamit bir daha hiç dön-
medi. Duyduk ki, Rusya’ya kaçm›fl. Enver Pafla’n›n ordusuna kat›l-
mak için. Gene de döner san›yordum. Bana Batum’dan kalpakl› bir
resmini gönderdi. Ne güzeldi o resminde. Çocuktum. Kafl›k kadar kal-
m›flt› yüzüm. Boynumda Hamit’in ald›¤› –ablana gebe kald›¤›mda he-
diye etmiflti– alt›n saat. Herkes bana ac›yordu. Kufldili’ne de gidilmi-
yordu art›k. ‹hsan Ablam›n öldü¤ü gün anneannenin ast›m› artt›.
Doktor Ben Habib’i acele ça¤›rtm›flt›k. Evde bir anneannen, bir ben,
ablan ve day›m kald›k. Evin selaml›k taraf›n› kiraya verdik. Üç dört
aileye. Aray› kapad›k, ama her gün gürültülerini dinlemekten usan-
m›flt›k. Anneannene bakmak için Nazire de geldi yerleflti sonra. ‹ki ka-
d›n o kadar birbirine düfltüler ki, sanki dedenin koynuna giren o, ç›ka-
ran da öbürü de¤ildi. Geceleri oturup dedenin flal h›rkalar›ndan, ince
kenarl› bardaklara olan merak›ndan konuflulurdu. “Han›mefendici-
¤im,” derdi Nazire. “Ramazanda güllaçlar, çerkeztavuklar›, p›r›l p›r›l
kalaylanm›fl kuflanelerde tereya¤l› süzme pilavlar haz›rland›¤›nda ko-
nak birbirine girerdi. ‹ftarl›kta karpuz reçeli, sele zeytini olmadan
kuflsütü olsa makbule geçmezdi beyefendi için. Kona¤a her fley kantar-
la çekilip al›n›rd›. Ne bolluk günleriydi onlar. Topra¤› rahmet olsun.”
Sonra karfl›l›kl› a¤laflmaya bafllarlard›. “O ölecek adam m›yd›!” diye.
“Ama,” diyordu anneannen, “‹yi ki bugünleri görmedi Hac› Bey.
Ayaklar›n bafl oldu¤unu görmedi.”

39
Günlerim böylece geçiyordu. Hamit’ten haber gelir diye. Bir gün
Hamit’le arabayla Küçük Çaml›ca’ya ç›km›flt›k. –Hâlâ orada bir salafl
gazino var– “Müberra,” demiflti, “ben fani vücudumu kaybedebili-
rim, ama sana olan sevdam k›yamete kadar semalarda tulu edecektir.”
Bunu göklere bakarak söylemiflti. Ablan üç yafl›ndayken Batum’da
frengiden öldü¤ünü haber ald›k babas›n›n. Anneannen bunam›flt› ar-
t›k. Yoktan anlam›yordu. Nazire eski han›m›na sayg›da kusur etmi-
yordu. Ayl›k ev kiralar›n› topluyordu. Day›m› Düyun-u Umumi-
ye’den ç›karm›fllard›. Üsküdar’da rejide bir muhasebe ifli bulmufltu.
Oraya gidip geliyordu. Masraf olmas›n diye Nazire ona üçlü seferta-
s›n› haz›rl›yordu. Bir gözüne ekmek, bir gözüne zeytinya¤l› yemek!
Bu, ço¤unluk yaz›n patl›can ya da ayflekad›n fasulye, k›fl›n pilaki ya
da yerelmas› oluyordu. S›cak yemekse, pilav, makarna, börekti. Eti ar-
t›k ayda y›lda bir görüyorduk. Anneannen yerelmas›n›n laf›n› ettir-
miyordu. Her defas›nda, “Han›mc›¤›m, enginar bu” diyordu Nazire.
Nazire olmasa ne yapard›k bilmem. Ben hayat›mda yaln›z Üsküdar’a
bile inmemifltim. Anneannen, “Francaladan baflka ekmek yemem” di-
yordu. Gözleri mi iyi seçmiyordu, bilmem. Her fleyi eskisi gibi görü-
yordu. Daha sonra dedeni yaflar sanmaya bafllad›. Anneannen, “Hay-
di Müberra,” diyordu bana, “piyanoya geç”. Ben piyano çalarken yan
bölükteki kirac›lar›n, “Deli sarayl›larda gene e¤lence var” diye konufl-
tuklar›n› biliyordum. Day›m bir gün atefllenip yatt›. Nazire koflup
Ba¤larbafl›’ndan Doktor Ben Habib’i getirdi. Doktor, anneannenin
elini öptü. Akflama beyefendi dönünce doktorun geldi¤ini anlatacakla-
r›n› söylediler. Doktor ufac›k bir Museviydi. ‹ki kad›n›, beni sevgiyle,
ac›mayla dinledi. Para almad›. Bir hafta sonra day›m zatürreeden öl-
dü. Nazire çenesini ba¤lad›. D›flar› koca bir kazan kurdular. Yaz bafl-
lang›c›yd›. K›rkikindi ya¤murlar› ya¤›yordu. Anneannen sanki hiçbir
fley olmam›fl gibi, bana, “Bu benim kefen paramd›,” dedi. “Al, masraf-
lar› gör.” Ölünün evde kald›¤› son gece Nazire tahtalar› sildi. Her ya-
n› temizledi. Anneannen, “Bu Araplar›n da ne biçim âdetleri var. Al-
t›n haç› day›n›n tabutuna koyun...” dedi. Day›m›n odas› kapal›yd›.
Bafl›nda Kuran okuyorlard›. Okuyan mahallenin imam›yd›. Evde hiç
kimse yok gibiydi. Anneannen kardeflinin öldü¤ünü bilmiyor muydu?
Cenazesine kimse gelmedi. Çal›flt›¤› yerde arkadafllar› yoktu demek.
Nazire day›m›n elbiselerini eskiciye çekifle ba¤›ra satt›. Ceviz sand›-
¤›ndan bir kat fiam ipe¤inden iç çamafl›rlar› ve gecelik ç›kt›. “Damat-

40
l›k içindi ama k›smet olmad› ki,” dedi Nazire. Anneannen, “Erkekli¤i
yoktu, kardeflimin, ama iyi adamd›,” dedi. “Ne kad›n bildi, ne içki, ne
kumar. Biz günahkâr kullar›z. Az harama içimiz gitmedi.” Ben anne-
annenin ilk kez böyle konufltu¤unu duydum. Piyanoyu da satt›k. Na-
zire’nin bir gözüne perde geldi. Kavurucu bir s›cak oldu o yaz. Damla
esinti olmuyordu. Piyanonun paras› ferahl›k getirmiflti eve. K›ymetli
bir Frans›z piyanosuydu. Anneannen bir gün bizi yan›na ça¤›rd›.
Perdeleri s›k›ca kapam›flt›. “Ben kocam›n öldü¤ünü haber ald›m. Ge-
çen gün Karacaahmet’e gömülen oydu. Benden saklad›n›z. Ben Girit’e
dönüyorum. Utanmadan flarapl› bir ölü ziyafeti de vermediniz. Koca
bir hac› efendi, koca bir beyefendiydi ölen. Kimseleri görmek istemiyo-
rum. Odama çekilece¤im. Haz›rlay›n beni oraya” dedi. Eliyle yüklü¤ü
gösteriyordu. Ben a¤lamaya bafllad›m. Nazire yüklükten yataklar› ç›-
kard›. Mavi güllü hav› dökülmüfl hal›y›, yast›klar› yerlefltirdi oraya.
Anneanneni kolundan tutup yüklü¤e götürdü. “Bir daha,” dedi an-
neannen “bu evde piyano çal›nmayacak. Yas›m›z var. Evin erke¤i öl-
dü. Allaha›smarlad›k kendinize göz kulak olun.” Yüklü¤ü kapad›.
“Üzülme küçükhan›m,” dedi Nazire bac›, “art›k o bu fani dünyan›n
mal› de¤il, do¤du¤u yere döndü, mesuttur flimdi. Öyle sans›n.” Ben
on alt› yafl›mda ihtiyarlad›m k›z›m. Neler gördü bu gözler, flimdi de
neler görüyor. Baban nas›l ci¤er satar sokaklarda nas›l! Bana Ermeni
bir madam gelirdi piyano dersine. “Sizde ince bir müzik ruhu var
matmazel,” derdi. fiimdi oturdu¤umuz yerde kumrular bile bar›nm›-
yor. ‹lk evlendi¤imizde babanla, befl paras›z kald›k. Elâlemden utan›r-
d›m. Giyecek mantom yoktu.

— Anne, yar›n babam beni Kozma’ya götürür mü?


— Yar›n Kad›köy’dekilere gideriz belki, dedi. Hem sen bu-
rada do¤mad›n, Kad›köy’de do¤dun.
— Biliyorum. Yar›n Kozma’n›n oraya gitmek istiyorum.
Kad›köy’e gitmek istemiyorum.
— Sen de beni sevmiyorsun, dedi annem, ben talihsiz bir
kad›n›m...

Ekim 1969

41
Nehir

Ablas›n› ça¤›rm›fllard›, aflç› durmas› için öte geçeden.


Bahard›, güneyin duru portakal kokular› artard› durmadan.
Evin han›mefendisi ‹stanbul’da oturuyordu.
Yaramam›flt› bu faytonlar› t›k›r t›k›r kentin iklimi, k›sa ke-
sik saçl›, dolgun bacakl› han›mefendiye. Eski valilerden birinin
k›z›yd›; kocas›ndan yaflça da büyüktü, ama içinin har› on beflin-
de tazede yokmufl diyorlard›. (Han›mefendi, deniz olmayan
yere ben dayanamam diyene dek.) Oysa köy evine mermer
kurnal› bir hamam da yapt›rm›fllard›. Sonralar› cins ötücü kufl-
lar da ald›lar.
K›z m›yd› han›mefendi acaba?
O yörede bekâretin gizli utanc› en de¤erliydi. Hele o y›llar-
da. Soylulu¤una diyecek yoktu. Babas› öyle alaydan yetiflme-
lerden de¤ildi. Alafranga adamd›. ‹ki dil bilirdi: Farsça ve Fran-
s›zca. Lavta çalard›. Tüm yaflam›nca, paradan yana o denli sav-
ruk olmufltu ki, bu güney kentine atand›¤›nda eldeki makam
maafl›yd› yaln›zca. Babadan kalanlar, kar›s›n›n ona sa¤lad›¤›
bolluk y›llar› geride kalm›flt›.
Yafllanm›flt› kar›s› da. Donuk ak teni daha ya¤lanm›flt›.
Bir yerlere ç›kmay›p konuk günlerinde ev dedikodular› din-
lemekle yetiniyordu. Oysa vali bey burada da gençlik tutku-
lar› içindeydi. Bir zamanlar›n yak›fl›kl› Sar› S›tk›’s›ndan kala
kala ‘gölgeli yeflil gözler’ kalm›flt›. Hem can›m onun zaman›n-
da kay›fl gibi erkeklere yak›fl›kl› m› denirdi... Hatta, Mühür-
dar’daki manolyal› kona¤›n tek o¤lu yüzüne pudra sürerdi.

42
Sonralar› ad›na Pudral› Tevfik dedilerdi. Ne solgun ve içli bir
erkek güzeliydi.
Dairedeki k›zlar flimdi gözüne ‘huri’ görünüyordu.
Onun kad›n be¤enmesi ne güçtü eskiden.
Gençlik gitmiflti, bunal›m› her davran›fl›ndan tafl›yordu.
Evdeki evlatl›k k›z›n so¤uktan dalga dalga kan oturan bacakla-
r› bile düfllerine giriyordu.
Yatak odalar›n› dokuz senedir ay›rm›fllard› kar›s›yla. Kar›s›
okudu¤u okulun Frans›z rahibelerinden so¤uk suyla y›kanma-
y›, erdemli, utangaç görünmeyi ö¤renmiflti. Sonra gözleri aptal-
l›¤a varan bir safl›kla bakar oldular. Kan› kaç yafllar›nda so¤ur
olmufltu kar›s›n›n bilemiyordu. Çapk›nl›klar›n› titizce saklard›
ondan. ‹ncinsin istememiflti hiç.
Y›llarla ilgisizli¤i öylesine somutlaflt› ki, bir Bat› Anadolu
kentinin k›ra¤›ya dönüflmüfl k›fllar›nda, yatakta gene suskun,
gene kendini b›rakm›fl duran kar›s›na sormufltu:
— Sizi sevmiyor muyum san›yorsunuz?
— Yok, demiflti kar›s›, tabii seversiniz. Kar›n›z›m.
Bildi¤i Frans›zcadan nas›l yararlanm›flt› kar›s›. Bir kez bile
okurken görmemiflti onu. Ailesinin gelenekleri bir yabanc› dil
bilmesini zorunlu k›lm›flt›.
Evlenirlerken de boylu poslu, iri siyah gözlü, varl›kl›, gün
görmüfl bir ailenin k›z› olman›n gerektirdi¤i her fleyle gelmiflti
ona. Tan›d›klar›: “Vali beyin kar›s› Frans›zcay› anadili gibi biliyor-
mufl,” diyorlard›. Oysa Türkçeyi bildi¤i su götürürdü. Ama o
erdemli suskunlu¤u, ona bulundu¤u her çevrede bir üstünlük
sa¤l›yordu.
Bu suskunlu¤un bir aptall›k huzuru oldu¤unu bilmek için
o çevrenin insan› olmamak gerekirdi.
‹lk gece, bacaklar›n›n yumuflak gerginli¤i, susmas›, hele o
susmas›, ne coflturucuydu... Ne var ki, y›llar geçmiflti. Y›llar.
Büyük mülki erkân’dan olman›n bir kofluluydu, kan›t›yd› kar›s›.
Yani art›k kad›n de¤ildi...
— Bana bunu nas›l yapars›n›z, baba?.. Bu taflra kentinde,
bütün ömrümce sohbetlerini bile kabul edemeyece¤im insan-
larla. Siz ayn› durumu annemle yaflad›¤›n›z› söyleyeceksiniz
belki. Ama ayn› de¤il. O aile size denkti. Ad› belli, ‹stanbullu

43
bir aileden, paral›, görgülü bir k›z ald›n›z. Bir vali k›z› için bir
a¤a kar›s› olmak öyle mi?
K›z› annesine benzemiyordu gerçekten.
Kar›s›n›n yo¤un suskunlu¤u yoktu onda.
Yirmi sekiz yafl›ndayd›. Halas›n›n yan›nda kal›yordu. O
ça¤lar›n yirmi sekiz yafl› adamak›ll› korkulu ve umutsuzdu bir
genç k›z için.
Bir deniz mülaz›m› evveliyle niflanlanm›flt› yirmi bir yafl›n-
dayken. Delikanl› Moda’daki genç k›zlar›n gözbebe¤iydi. O
bembeyaz elbiseleriyle mart›lar gibiydi. ‹ki y›l niflanl› kalm›fl-
lard›. Heybeliada’da çam i¤neleriyle dolu s›rtlar, vapura buru-
fluk eteklerle binmenin utanc›. ‹lk tangolar›n kolay duyarl›¤›.
K›z kardeflinden gelen mektupta niflan›n bozuldu¤unu
okuyunca kar›s› salondaki koltu¤a y›¤›lm›flt›.
— Sizin o ablan›z yok mu? O girdi k›z›m›n kan›na, demiflti.
‹ki y›l niflanl›l›ktan sonra ayr›lmak ne demek, düflünsenize. ‹n-
flallah bir fley olmam›flt›r. Ah!.. bu k›z hiç bana benzemiyor.
K›z›n› ilk o zaman ç›plak düflünmüfltü. Hiç göremeyece¤i
bu ç›plakl›k can›n› s›km›flt›.
Gönderdikleri niflan resimlerinde, adam k›z›n› s›k›ca tutu-
yordu.
— Bir baba olarak, demiflti kar›s›, ça¤›r›n›z onu buraya!
Üç y›l daha dönmedi k›zlar› onlar›n yan›na. Eski bir sarayl›
olan halas›yla, sofal›, çaml›, manolyal› evde kalmakta diretti. “Her
erkek ayn›d›r” derdi halas›. Akflamlar›, Löbon’un kuytu masalar›n-
da çaylar içip, pötifurlar yiyordu. Kad›köy vapurunun lüks bölü-
münde, ipek çoraplar›yla otururken p›r›l p›r›ld›. Kara bahttan ya-
na yak›n›yor, bir yandan da bir k›smet bekliyordu. O k›smet bir
kez de yafll›, paral›, bir eski hariciyeci olarak ç›kt›¤›nda, hay›r de-
miflti. Sonra yirmi sekiz yafl›na geldi. O y›llar›n yirmi sekiz yafl›...
— A¤an›n soylulu¤u su götürmez, diyordu babas›. Onlara
Topako¤ullar› deniyor yörede. Demek ki, eskiden Topakzade-
ler’di bunlar.
Kürekkemiklerinde ilk ya¤ birikimleri oturmaya bafllam›fl-
ken, dönümlerce topra¤a, Topakköy ad›n› tafl›yan, dört mevsim
ürün veren köye, hay›r demede diretmek üç aydan fazla sürmedi.
Taksim Belediye’de “mükellef” bir dü¤ün yap›ld›. Büfe ay-

44
larca anlat›ld›. Bir Frans›z kad›n flark›c›, soyismi Avril’di, a¤la-
makl› aflk flark›lar› söyledi.
Annesiyle ilk kez ayn› anda, ayr› fleyler için duyguland›lar.
O kocaman boy aynalar›nda, içkiden k›zarm›fl kad›nlar, hülya
dolu bak›fllarla kendilerini süzüyorlard›. Dü¤ün da¤›l›rken eli-
ni s›kanlara hiç bakmad›.
“Valinin k›z› geçkin, ama güzel”
“Bakire miymifl?”
“Ah, o Heybeliada’daki çamlar›n dili olsa da anlatsa”
“Ya Löbon’dakiler?”
“Baflka yapacak fleyi yoktu do¤rusu. Gene de bir çiftçiyle yap›lan
bir evlilik sonunda.”
Vali bey kulüpte rahatça oyunlar›n› oynamaya bafllad›.
Onun zamparal›¤› için söylenenler üstü kapal› fleylerdi. Gerçek
bir beyefendi. Sarhofllu¤unun en koyu an›nda salt aflktan dem
vurmas›, onun geçmiflinde kopup kalm›fl bir yürek ac›s›na yo-
rulmaya baflland›. Oysa hiç böyle bir fley olmam›flt› tüm yafla-
m›nda.
Bir gece kar›s›n›n odas›na girmiflti. Kad›n,
— S›tk› Bey, bir fley mi oldu? demiflti.
Her yan›n portakal koktu¤u s›cak bir yaz gecesiydi.
Nehir iyice çekilmiflti.
Oda limon kolonyas› kokuyordu. Seviflilmemifl, so¤uk, dü-
zenliydi. S›ca¤›n yitmesine yetiyordu bu da...
— Beni seviyor musunuz? demiflti.
— Tabii, demiflti kar›s›. Ben sizin kar›n›z›m, k›z›n›z›n anne-
siyim.

Öte geçeden bir izin dönüflü onu da getirmiflti ablas› buraya.


“Gel,” demiflti.
“‹stanbullular gittiler. Büyük han›mefendi, iki hizmetçi.
Dönmez art›k onlar, Yusuf A¤a gider ‹stanbul’a.”
Evin ikinci kat›ndayd› mutfak.
Çok geniflti.
Ermenilerden kalma, bir s›ra dört katl› evlerdi bunlar,
nehre karfl› koyu renkleriyle öyleceydiler.

45
Dam ç›kmalar›n›n altlar› güzel tahta oymalarla süslen-
miflti.
Kap›lara zil tak›lm›flt›, ama, pirinç tokmaklar› hâlâ duru-
yordu.
Mutfa¤›n çal›flma tezgâh›n› ak badanal› bir dumanl›k çe-
viriyordu. Kalayl› büyük tencereler boy s›ras›yla yandaki raf-
lara dizilmiflti. Kapaklar›nda demirine sar› pirinçten kufl re-
simleri oyulmufl kuzine, koca mutfa¤› alabildi¤ine ›s›t›yordu.
Durmadan yemek pifliriyordu ablas›.
— Saçlar›n› sal k›z, demiflti ablas›. Çok belik örme. Ör ka-
l›n iki tane b›rak s›rt›na. Bafl›na da örtü koyma. Senden benden
baflka kim var ki evde? Ufla¤› hiç mi hiç adam yerine alma. Sof-
ran›n getirine götürüne sen bakars›n.
“Ya a¤a?” demiflti.
“A¤a m›?” demiflti ablas›, “Daha neler. Sen on üçündesin.
O senin deden yerinde adam.”
Öte geçeden kat›lm›fl bulgur pilav› tad›, ›slak tahta kokusu
bir de paral› a¤lay›c› olan iki teyzesi akl›na tak›lm›flt›.
Teyzeleri, ölülere en iyi a¤›tlar› yak›p dövünmeleriyle ün-
lenmifllerdi. Geleneklerine ba¤l› olan zengin evlerine bile ça¤-
r›lm›fllard›. Oralardan, kara uzun giysileriyle yorgun arg›n
döndüklerinde, a¤lamaktan fliflmifl gözleriyle, hiç tan›mad›klar›
ölülere nas›l da a¤larlard›, ona bak›p, “Hadi,” derlerdi, “gitti¤i-
miz ev iyiydi. Ölü yeme¤i ise bol. Sana da sar›verdik. Biz aç de¤iliz.
Yap›ver yataklar›m›z›.”
‹ki gözlü evlerinde, eflya içi k›t›k doldurulmufl minderlerdi.
Yatak, oturmal›k, hep bunlard›. Bir de Kâbe resmi as›l›yd› du-
varda. Kara çarflaflara bürünmüfltü kutsal yer.
Ev halk›, ablas›, iki teyzesi, kendi, serili has›rlar›n üstünde
sessizce k›p›rdayarak yaflarlard›.
Birtak›m bozuk paralard› dertleri günleri. Verirlerdi eline,
bakkala git, bütünlet, derlerdi. Bakkal karanl›kt›. Kör bir kedi,
ak›k gözüyle oralarda gezinirdi. Çürümüfl ot kokard› içerisi.
Terazinin orada susup dururdu, elinde bozuk paralar.
“Gene,” derdi bakkal, “seninkiler kale kap›s›ndakileri iyi
soymufllar.”
Sonralar›, bu soymak laf›n›n dilenme anlam›na geldi¤ini
ö¤rendi.

46
Büyük teyzesi, “Ne yapal›m,” demiflti, “art›k eskisi kadar
ölü çok de¤il. Olsa da a¤lay›c› ça¤›ran kalmad›. Açl›ktan ölelim
mi? Bafllar›n›n gözlerinin sadakas›n› veriyorlar. Belalar›n› sav›-
yorlar...”
“Bakkala art›k para bütünletmeye gitmem,” dedi¤inde,
dövdüler.
“Ablana m› güveniyorsun? Zengin yere kap›land› da bize
bir faydas› m› dokundu?”
Ablas›, “Bunu yar›n götürece¤im,” dedi¤i gece, büyük tey-
zesi, Kuran’› ç›kar›p saatlerce yüksek sesle okudu.
“Sizin gömüleriniz vard›r,” dedi ablas›. “Biz gidiyoruz. Bu-
nun iki parça urbas›n› al›p, geri kalan› sizin olsun.”
“Hay›r götürme..”
“Ama ‹stanbullular gelirse?”
“Gelmez.”
“Gelirse bu k›z› han›m istemez.”
“Gelmez dedim ya! Kalan her fley sizin olsun.”
“Lafa bak lafa.... ‹ki çuval çaput b›rak›yor b›raka b›raka, Alla-
h›n gâvuru, insafs›z›.”
“Sizin gömüleriniz vard›r.”
Günefl do¤mam›flt› yoldayken.
Çamurlar›n içinden ç›km›flçayd› evler. Bir korkudur sar-
m›flt› içini. Öyle demiflti ablas›.
Görmedi¤i büyüklükte bir saraya gidiyorlard›. (Saray ne
ki.) Buralarda k›fl›n ya¤murlar ya¤ard› hep. Yerler tüm çamur
olurdu. Orada sokaklar taflla döfleliydi. Gittikleri evde yeme¤in
çeflidi saymakla bitmezdi.
“Hurma da var m›?”
“Hurma ne ki, a benim aptal k›z›m! Yer içer biraz etlenirsin.”
Öyle güzeldi ki evler.
Köprüyü gördü¤ünden daha çok flaflt› bunlar›n güzelli¤ine.
Köprü neydi ki?
Herkes geçerdi oradan.
Ama bu evler. Bir iki de¤il, hepsi. Kocamand› ve yaln›z Yu-
suf A¤a’n›nd›. O kap›y› kapad› m›, bitti!.. Kimse izinsiz gire-
mezdi.
“Güzeldi. Pamuklar gibi beyaz. Han›md›. O han›ml›¤› iyi
bilirdi. Ama buralarla y›ld›z› bar›fl›k de¤ildi...”

47
“‹stanbul buradan daha m› güzel ki?”
“Buradan daha güzel yer olamaz. Ama insan eriyle geçimli
olmad› m› her yer zindand›r ona. Erkektir her fley. Kad›n kifli
nedir ki. ‹nsan›n çilelisi. O hem zengin, hem han›md›. Parmak-
lar› elmas, p›rlanta döfleliydi. Saçlar›n› k›sa kesmiflti. Saç kad›-
n›n çeyizidir.”
Mutfa¤›n nehre bakan cam›ndaki içerlek yere oturup, gün-
boyu, nehir sular›n›n ak›fl›n› seyrediyordu.
Ablas› ona hiçbir ifl yapt›rm›yordu.
“T›¤ örsem,” demiflti.
“Yok yok, yüzün irin sar›s›. Kuru kemi¤e durmuflsun. Ye iç
otur, biraz etlen. Seni gören on yafl›nda san›r. Art›k gelinlik k›z
oldun.”
Mutfaktaki ifller Yusuf A¤a çiftlikten dönece¤i günler yo-
¤unlafl›yordu.
Kuzu ci¤erleri flöylece bir kavruluveriyordu. Türlü yeflillik-
ler, k›y›lm›fl k›rm›z›biberler, yeme¤in çeflidi...
Durmadan yiyordu. ‹liklerindeki bilmedi¤i açl›¤› ortaya
ç›km›flt›.
Sabahlar› pekmez içiriyordu ablas›.
“‹ç k›z, kan yapar.”
Sonra bir gün, onu hamama soktu, ova ova y›kad›. Saçlar›na
menekfle kokular› sürdü. Hamamotuyla baca¤›n›n tüylerini ald›.
“Esmersin. Tüylerin ziyade, ama al›veririz bundan sonra.
Kad›n›n tüysüzü makbul. Hem de Müslümanl›kta tüylü gez-
mek günaht›r.”
Bir akflam,
“Git yukar›,” dedi. “A¤an›n ayak suyunu ›s›t.”
Sessizce denenleri yapt›.
Dövme bak›rdan bir le¤ene suyu boflaltt›. S›rmal› peflkiri
koluna ast›, beklemeye bafllad›.
Odaya girdi¤inde, Yusuf A¤a’n›n bir yerde oturdu¤unu bi-
liyordu. Duydu¤u s›k›nt› o yana bakmas›na engeldi.
— Gel bakal›m hele k›z›m.
Le¤eni önüne koydu. Koyu renk çoraplar› ç›kard› a¤an›n
aya¤›ndan.
Elleri bu kocaman ayaklar›n yan›nda minicikti. Suyu kö-
pürtüp ovmaya bafllad› A¤a’n›n ayaklar›n›.

48
“Serpilmiflsin ben görmeyeli,” dedi A¤a.
Saç›n›n bir örgüsü omzundan sark›yordu.
Ayaklar kemikli, iri, le¤enin içindeydiler. Sormam›flt› abla-
s›na y›kaman›n süresini. A¤a bir fley demeden y›kanmay› izli-
yordu. “Yeter,” dedi¤inde, s›rt›n› ince bir ter bürümüfltü.
D›flar› ç›karken, “Ablana söyle,” dedi. “Bu gece tek bafl›ma
içece¤im. Rak›y› so¤utsun.”
— Rak› m› istedi? Eh keyifli demek... Bak sen bu eve, bu
koca eve. Y›llar y›l› o ‹stanbul han›m›n›n elinde durdu. Çocuk
bile yapmad›. Neden mi? A¤ay› be¤enmezmifl. Vali k›z›ym›fl.
Babas›n›n kumar derdi, kad›n derdi onlar› bural› etmifl. Her y›l
topraktan gelenin ço¤u gider onlara. K›s›r bir kad›n, kad›n de-
¤ildir. Bunu bilesin. Kas›klar› so¤umufltur. So¤uk vurmufl por-
takala dönmüfltür... Onun en genç, en civan zaman›n› yedi. Er-
ke¤in yi¤idi enseden derler. Ömer A¤a’n›n k›v›r k›v›r saçl› flöy-
le güçlü bakt›ran bir s›rttan duruflu vard›... Kad›n kad›n olmay›
bilmezse er kifli kad›n olan› bulur.
Kuzinenin bafl›na geçip p›r›l p›r›l kalayl› bir tavaya, kal›n
a¤dal› zeytinya¤›n› ak›tt›.

Nehrin ötesinde, k›rp›k, solgun ›fl›klar yanm›flt›. Teyzeleri,


›l›k, gür ya¤murlar›n alt›nda gene dileniyorlar m›yd› kara giy-
sileriyle. Onlar› ne zaman düflünse, kale kap›s›ndan bir gün ge-
çerken duydu¤u uzun havay› yeniden dinliyordu.
Ne güzel mutfakt› buras›. Tereya¤› kokan, kimyon kokan,
›l›k, dipdiri sebzelerle, dizim dizim sucuklarla dolu. Muz he-
venklerinin ayd›nl›¤› ne güzeldi. Hele nehre bakan pencerenin
girintisindeki yerinde otururken yedi¤i cevizli ezmeler...
— Turplar› sen y›ka, dedi ablas›, düzgünce yeflilliklerin
yan›na s›rala. So¤anlar›n yeflilini kökten alma, biraz uçlar›ndan
al yeter. Çerkeztavu¤unu tepeleme doldurma taba¤a. Masa az
az birçok yiyecekle dolu olacak. ‹çki masas›n›n yak›fl›¤› budur.
Tülleri de iyice çek, camlar› aç, suyun sesi duyulsun... ‹stanbul-
lu han›m böyle yapard›. Yusuf A¤a da aynen böyle ister... Elle-
rini kahveyle ov, so¤an kokusunu al›r.
Yusuf A¤a’n›n erimifl adaleli sark›k karn›n›n a¤›rl›¤› tüm
bedeninde kay›yordu sanki.

49
Ellerini yan›na s›k› s›k› yap›flt›rm›flt›.
Silme hal› kapl› yald›zl› eflyalarla dolu odalar› ilk görü-
flünü düflündü. fiafl›rm›flt›, parmak uçlar›n› flöylece de¤dir-
miflti gizliden.
— Han›m döfledi evi k›z, demiflti ablas›, san›rs›n ki peri pa-
diflah›n›n bir yeri...
Tavanlar üzüm salk›mlar›yla resimlenmiflti. Bu odan›nki
nas›ld› acaba? Gözlerini daha s›k› yumdu. Morlar›n aras›na sar›
üzümler serpmifllerdi. Peki yapraklar› neden mor yapm›fllard›?
Gittikçe üstündeki a¤›rl›klar daha çok küçülüyordu.
Ya¤›fllardan o y›l nehir iyice kabarm›flt›.
fiiflmifl hayvan ölüleri suyun dönüfllerindeki köflelere tak›l›-
yordu. Bunlar büyükbafl hayvanlard›.
Taa ötelerde, da¤ kitlelerinin orada so¤uklar› kuzeye götü-
ren bulutlar geçiyordu.

Nisan 1970

50
Su Ustas› Miraç

Vedat’›n delirdi¤ini ilk kim söyledi; annesi mi?


Bu o¤lan deli. Deli ki hem nas›l. Yedi köye duyurulacak
deli. Davullarla tellal edilecek deli. Tarlalar at sürmecesine,
konaklar kervan durmacas›na... Ama gelin görün, bu benim
o¤lum, bu benim üçüncü göz a¤r›m sürünmek ister. Hükü-
met paras›yla okumak ister. Muhtaçl›¤› m› var? Yo, o ki kos-
koca bir a¤a o¤lu, hem öyle devflirme a¤a de¤il, buran›n fa-
kir doyuran›, adam kay›ran›... Kirve durmas›n› herkesin fle-
ref belledi¤i bir adam›n o¤lu. Kap›s›nda kar›n doyuranlar›n
say›s› bellisiz bir a¤an›n o¤lu. O a¤a ki, beni ald›¤›nda o za-
man babam yerindeydi, ama erli¤ine söz getirmeyecek erdi,
“O¤lan do¤ur,” demiflti, “mal mülk, bu topraklar, kimsiz kimse-
siz kalmas›n.” Yirmime varmadan dört o¤lan yapt›m ona. Ev
flenlendi. ‹lkim Murat, ikincim Sedat, üçüncüm Vedat, dör-
düncüm Bahri –bu dedelerinin ismiydi–. Bir zadegân evine
yak›fl›r o¤ullar oldu hepsi. Hepsi büyük flehirlerde paflalar
gibi okuyorlar. Mallar›n›n mülklerinin de¤erini biliyorlar.
Köyü, tarlay›, dükkânlar›, iki portakal bahçesini, ilk kar›s›-
n›n be¤enmeyip b›rakt›¤› reflat alt›nlar›n›, bankadaki nakdi.
O¤ullar›na çift kava¤›n oradaki tarlay›, harçl›k için ülefltirdi.
‹yi görmüfl olacaklar›, iyi bilmifl... Ben bu mal› hak etmedim
mi, ettim. Hiç kimseye para koklatmazm›fl›m, ne idü¤ü belir-
sizmiflim. Benim bir yürüyüflüm vard›, ta üç m›zrak at›m›
öteden bilinirdi. Su gibi akard›m. Yayladaki taflk›nlar›n kol-
lar› gibi süzülürdüm –bunu rahmetli söylerdi–. ‹leri geri ko-

51
nufluyorlar, biliyorum. Ama ben dedem yafl›nda bir adam›n
tükürük hokkas›n› döktüm. Hizmet edenlere b›rakmad›m bir
hizmetini... Kocamdan gayrisine içim kabarmad›. “Onu da
istedi diye hep boyun e¤dim. Erke¤in harc›, kad›n›n boynu-
nun borcu.” Gezme yürüme bilmezdim. Yaz›n yaylaya ç›kt›-
¤›m›zda günümü onun yan›nda evin insanlar›n› gözetlemek-
le geçirirdim. Mutfakta harcanan her fleyi ölçüyle tart›yla
vermek gerek. Zenginin mal›na çal›flan›n nas›l hain oldu¤u-
nu bilirim. Güya ben hizmetçilikten gelmiflim, ablam aflç›y-
m›fl. Nas›l da utanmazlar bunu demeye. Ablam filan yok.
Arada Toprakl› Mahalle’ye kimlere gidiyormuflum? ‹nsanl›k
borcu o. Evimizin emekli bir insan›na üç kurufl para götür-
mek neyin ay›b›. Sorar›m onlara. Koca bahçedeki kay›s›lar›
has›rlara serdirip kuruturdum. Domates salçalar›m› yaylada
haz›rlat›rd›m. Kazanlarda kaynayan domateslerin çekirdek-
lerini kevgirlerde süzdürürken, her fleyin yolunda gitti¤ini
bilirdim. A¤an›n art›k dinlenmesi gerekti. Onun mal›na sa-
hip ç›kan ben vard›m ya...
Okuma yazma bilmedi¤imi söylüyorlar. ‹yi, ama mal›n
mülkün hesab›n› kâhyadan, ›rgat bafl›ndan kim al›yormufl? Y›l-
l›k sat›m paralar›n› desteleyip gereken yere da¤›tan kim?.. Bun-
lar hep çekememezlik. A¤an›n kar›s› ölmeden önce, ben onun
kar›l›¤›n› yaparm›fl›m. Yalana bak.
Hepsi istediler k›zlar›n› ona vermeyi. Nereden mi biliyo-
rum böyle oldu¤unu, bana kendisi anlatt›. fiimdi çiftlik eflyala-
r›n›n durdu¤u ilk kattaki oda var ya, o zamanlar oras› tertemiz,
soka¤a bakan pencereleri kafesli, sedirleri kadifeyle kapl›, pi-
rinç mangall› bir odayd›. Yere has yünden Yörük kilimleri seril-
miflti ben ilk geldi¤imde. Yani evlendi¤imizde görmüfltüm. Ka-
n›m ›s›nm›flt› odaya.
Güya A¤a ilk kar›s› ölene kadar beni orada bar›nd›rm›fl.
Benim için döflemifl o oday›, benle gelin-k›z oyunu oynarm›fl.
Bunlar›n cenneti cehennemi yok, her türlü yalan› söylerler.
Okuma yazmam da var, her bir fleyi de bilirim. ‹lk o¤luma gü-
ya nikâhs›z gebe kalm›fl›m. Yedi ayl›k do¤du ilk o¤lum...
Her kuruflun ne oldu¤unu görmeliyim bu evde.
Bunlar insan›n ili¤ini, kemi¤ini sömürürler.

52
Hep bulgur yemekten flikâyetçiymifller, niye? Yo¤urtlu afl›,
diri diri turpla içliköfteleri yerken hiç mi arlanmazlar? Y›llard›r
erkeksiz bir evi kim idare edermifl!
Art›k yaflland›m. Günlerimin ço¤unlu¤u odamday›m.
Kasay› baflucuma koydurmam görmemiflli¤imdenmifl.
Bunu diyenler kasa nedir hiç bilmiyorlar. Günün bir saatinde
ürünün sat›fl›ndan al›nan paralar› düflünüp, yerlerine bölüfl-
türmek için kendi oturdu¤um yatt›¤›m odadan daha uygunu
mu olurmufl!
Sar› pirinçten Frans›z karyolam› oldum bittim çok severim.
Bir de flark› dinlemeyi.
Ha ne diyecektim, kasay› yatak odama almamla, d›flar›
koymamdan ne olur ki... Korkumdan m› koydum san›rlar? Ka-
sa dedi¤ini her önüne gelen açabilir mi? ‹lk geldi¤imde aç›p ka-
pamay› ö¤renemem diye az m› korkmufltum. ‹stedi¤im yere
koyar›m. Kime ne?..
Bu evler eskidi art›k, biliyorum. K›fllar da sanki daha sert.
Eskiden her odada soba yak›l›rd›, rahmetlinin zaman›nda. fiim-
di o kadar harcamak neyimize. Evdeki iflçileri de azaltt›m, bir
Döne’yi ald›m b›ld›r. Yemek yemek için teyzeyi tutuyoruz za-
ten.
Mutfak s›cakt›r. Mutfa¤›n s›ca¤› adam›n ili¤ini kemi¤ini
›s›t›r bilirim.
Kuzine de eskidi. Yeni gazl› f›r›n koydurdum. Teyzenin ye-
meklerinin tad› iyidir. Bir o¤lu var, gurbetçi oldu. Kötü bir ka-
d›na tutulmufl, dönmedi daha. Teyze arada bir b›rak›p gider
yeme¤i filan... Antepli mi ne h›s›mlar› varm›fl... Birilerini bulufl-
turur mutfak ifllerini yoluna koydururum. Geçen y›l bir gidifl
gitti, tam iki ay ortada yok... Büyük o¤lum da, “Art›k az›tt› bu,”
dedi. “Gelirse iyice yol vermeli.”
Sonra o geldi.
Do¤ru yukar› ç›kt›. Geçti oturdu kufllu sedire. Kafas›nda ak
çatk›s›, uzun çivit rengi h›rkas›, kollar› eprimifl pazen urbas›.
“Afla¤›daki yerime tuttu¤un Ayfla’ya söyledim,” dedi, “ya-
r›n paras›n› al›p gidecek”.
Sonra bir a¤›tt›r tutturdu. O¤lunu b›çaklam›fllar.
“Niye?”

53
“O Seher kanc›¤›n›n yüzünden.”
“Senin o¤lan da iyice hay›rs›z be Sat›.”
“Öyle han›m›m.”
“Üzme can›n›.”
“Bu yalan dünyada ondan baflka beni mezar›ma koyacak
kimse yok han›m›m.”
A¤lad›.
“Yafl yetmifl be han›m›m. Biz Frans›z gâvurunu söküp at-
maya avratl›¤›m›zla dural›m da körpeli¤imizde, o¤lumuz kar›-
k›z peflinde koflup anas›n›n ölüsünü eller eline b›raks›n. Hangi
kanc›k kas›¤›nda yatt›, desem. Aç›kt›r ki benim o¤lum bu.”
Eline diline do¤ru bir kad›n. Yafll› olmas› iyi.
Gençler eve adam m› al›r, yemek mi çalar, bilinmez. Hepsi-
nin köpek sürüsü gibi akrabas› var. Bunun kimi kimsesi yok.
Bir Antepliler. Gidece¤inde gelip dikilir karfl›ma.
“Bak han›m›m,” der. “Ara bir üstümü bafl›m›.”
“Yok be Sat›,” derim.
O¤ullar›m ona Sat› Teyze der. Ama gene de flöyle bir süze-
rim onu iyice... Kuru, kemikli, uzun bir kad›nd›r. Çivit renkli
h›rkas› cepsizdir. Neyi neresine saklayacak.
Bu evler eskidi. fiimdi betondan, sa¤lam balkonlu filan bi-
nalar yap›yorlar. ‹ki o¤lum dediler,
“‹stasyonun orada bir apartman ya da beton köflk alal›m
anne. Rahat edersin. ‹fli kolay. Baksana bu bizim evlere, ikinci
katlar bafltan afla¤› mutfak. ‹ki taraftan inen merdivenleri Döne
bir temizlemeye kalk›yor, bir gün merdiven temizli¤i sürü-
yor...”
“Yok ben istemem o yeni evleri...”
Benim mutfa¤›mda eskiden, tutmalar, yar›c›lar gelip de ye-
me¤e oturdu¤unda boydan boya dolard› her yan. A¤a mutfa¤›
dedi¤indi benim mutfa¤›m. Toplay›c›lar›n yiyece¤i, erza¤›, ya¤
tenekeleri, mutfa¤a çekildi¤inde, bol bol dolanacak yer kal›rd›.
Sabah gün ›fl›madan arabalar kap›da durur, adamlar çifte
merdivenden tafl›rlard› gidecekleri. Ne günlerdi onlar...
Y›llar geçti, o¤ullar›m okumak için kimi ‹stanbul’a, kimi
Ankara’ya gittiler.
Ben bafl›nda duramayaca¤›m topra¤› ekmem.

54
Onlar dönene dek icara verdim.
Hem de içim rahat. Yersiz ya¤›fl olur diye telaflta de¤ilim.
Toprak, bafl›nda erkek ister.
En büyük o¤lum yüzümü a¤artacak. Onunla flimdiden
y›ll›k kazançlar›, vergileri bafl bafla adamlar›m›zla konuflup,
halleflip yola koyuyoruz. Di¤erleri ço¤unluk yoklar. En büyük
o¤lum her fleyiyle bana benzedi. Devlet vergileri art›r›nca, bi-
zim Kör Mustafa’n›n o¤lu Almanya’da okumufl, adam olmufl
hem de, tuttu kolundan getirdi. Gelirlerimizin hesab›n› ona
gördürüyoruz.
Her iflimiz yolunda giderken Vedat’›n bu yapt›klar› neyin
nesi? Çocuklu¤unda bir ak›ll›yd›, olursa o kadar olur. ‹lkokul-
da bayramlarda fliir okumaya ç›kar›rlard›. Kalabal›¤›n aras›nda
önüne bakarak okurdu. “Vatan” derken, bir de “bayrak” der-
ken, elini yukar› kald›r›rd›. Her bayramda böyleydi.
Vedat için “en ak›ll› o¤lun” diyorlard›.
Akflamüstleri kap› aç›ld› m› ç›k›fl›n›n sessizli¤inden onun
geldi¤ini anlard›m. Düzgün çizdi¤i okul defterlerinin aras›nda
hep çal›fl›rd›. Yan›na gitti¤imde, “Masal anlatsana anac›m,”
derdi; öbür o¤ullar›m “anne” o “anac›m” derdi... Hele Ak›ll›
Kel O¤lan’la Kötü Padiflah masal› en sevdi¤iydi.
Ne kadar geçti aradan da böyle kimseleri dinlemez oldu?
Afla¤›da, mutfakta Sat› kad›n›n yan›nda, yemek yemeler de ne-
yin nesi? Onun da bir Antep’teki Frans›z gâvurlar›n› anlatmas›
var: “Biz a¤açlardayken yemifl toplamakta, giriverdiler bahçeye Fran-
s›z gâvurlar›. Nas›l paralad›k üstlerini bafllar›n› bir bilsen.”
Saatlerden sonra ç›kard› yukar›. “Anac›m,” derdi, “Sat›
Teyze bizim has teyzemiz. Ben öyle say›yorum. Kimsiz kimse-
siz kalm›fl bizim elimize.”
“A o¤lum ondaki rahat beyde paflada yok derdim.”
O zaman gülerdi sessiz, ç›k›p okumalara dururdu.
Bir okuma ki, böylesi hiçbir o¤lumda yok. Delikanl›l›klar›-
na do¤ru iki genç k›z istedim köyden ifle dursunlar diye.
Eh ütüydü, çamafl›rd› daha bir artt›. Evde delikanl› adam-
lar c›v›l c›v›l hizmet isterler. Döne’ye yol verece¤im gün a¤la-
makl› oldu. Güya kocas›n› ç›rç›rlardan atm›fllar. Niye durdu¤u
yerde ats›nlar? Herif esrarc›n›n teki.

55
Döne s›zlan›r bir yandan, “Etme han›m›m, üç bo¤az bana
bakar,” diye.
Bu s›ra Vedat girdi içeri, “Anac›m, Döne kals›n” dedi. “‹ki
y›ld›r burada. O da bizim bir insan›m›z art›k. Köye geri yolla
k›zlardan birini.”
“Olmaz o¤lum, k›z› çeyiz çimen düzmek için getirttim. Üç
y›l niflanl› duracak o. Sizin hizmetinize ancak onlar yeter. Ben
cennetimi yapaca¤›m.”
“Sen cennetini Döne’ye de yap e mi? Döne burada kala-
cak.”
“Kocas› içmesin esrar›.”
“Sana ne kocas›ndan? Babam da rak› içerdi.”
Elin köylüsünün yan›nda bir rezillik ki!
O gece odas›na kapand›. Ç›kmad› yeme¤e. A¤abeyleri sor-
du. Anlatt›m. Büyük içeri gitti, biraz sonra ba¤r›flmaya bafllad›-
lar. Ama ne ba¤›rmak, olursa o kadar olur.
A¤abeysi, “Sana ne, sen bu fikirlerinle bafl›m›z› belaya so-
kacaks›n. B›rak kad›n› bunca y›l bildi¤i gibi idare etsin.”
“Kar›fl›r›m. Dört kiflinin aç kalmas›na annemin kurnazl›¤›
için katlanamam.”
“Annemizin ne oldu¤u onuruna m› dokunuyor?”
“Hay›r, olmak istedi¤i onuruma dokunuyor.”
“Onu öylece kabul edece¤iz. Bizim için her olanak annemi-
zin elinde. Bir iflçi kad›n yüzünden üzemezsin annemi. Hem
dört kifliyi kurtarmak hepsini kurtarmaya yetmez.”
“Hepsini kurtarmaya haz›rl›kt›r bu.”
Döne dört ay sonra çamafl›rl›kta çocuk düflürürken kanlar
içinde, gene bir k›yamettir koptu.
“Anac›m bu kad›n hamile, bunu sen de biliyorsun. Çama-
fl›r y›kamak neyine?”
Döne’den de inatm›fl gibi kan boflald›kça boflal›r. Çamafl›r-
l›¤›n tafllar› kahverengileflir kan yay›ld›kça.
“Toplan,” dedim, “Döne, ebeye gidece¤iz.”
“Ebe buraya gelecek. Ben getirece¤im,” dedi Vedat.
Doktoru al›p getirdi. Misafir odas› aç›ld›. O mavi kadife
koltuklu oda. Odan›n orta yerine bir yatak serdirdi. Bunlar›n
hepsini o¤lum yapt›r›yor hizmetçilere. Onlar gözleri bende bir

56
yandan da her deneni yap›yorlar. Döne yat›r›ld› oraya, üstüne
de Bahri’nin sünnetinde dikilmifl has atlas yorgan örtüldü.
Doktor ilaçlar›n› almaya da Vedat gitti.
Odaya girdi¤imde Döne’yi bir a¤lamad›r ald›.
“Ne var?” dedim.
“Vallahi han›mc›¤›m ben mutfa¤›n k›y›s›na ilifliverirdim.
Bu benim ilk çocuk düflürmem de¤il, ama küçük bey, bey evla-
d›. Hiç görmemifl böyle fley, korktu herhal.”
“Yat hele flimdi,” dedim. “A¤lamay› da kes. Benim elden
acayip o¤luma ac›nd›rma kendini.”
Döne’yi üç gün o odada tuttu. Atlas yorgan kan olacak di-
ye uykular girmedi gözüme. Bahri ‹stanbul’dayd›, öbür ikisi de
Ankara’da. O odada olanlar her yana yay›lm›flt›. Gelen konuk-
lar bafllar›n› sall›yorlard›. “Onlar durmadan çocuk düflürürler. ‹ki
günde de aya¤a kalkarlar. Bu türlü âdetler de neyin nesiydi? Herhal-
de Vedat Bey o¤lumuz pek yufka yürekli.”
A¤abeysiyle konuflmaz oldular.
Döne iyice ayaklan›nca rahatlad›k.
Atlas yorgan lekesizdi.
Sat› kad›na bak›l›rsa Döne geceleri el ayak çekildi¤inde
mutfaktan gelip bir çul al›yor alt›na, üstüne de sand›k odas›n›n
cicimlerini örtüp uyuyormufl. Ama Sat› iyice bunad›, uyduru-
yordur Allah bilir.
O y›l yaylaya gelmedi Vedat bizimle.
“Çal›flaca¤›m,” dedi.
“A benim civan o¤lum,” dedim, “Niçin böyle yapars›n?
Sen fukaral›k nedir bilmezsin. Hiçbiri göründü¤ü gibi kimsesiz
de¤ildir.”
“Sen bildin de yoksullu¤u, n’oldu be anac›m?” dedi.
Kim doldurdu bu o¤lan› benim geçmiflimle. Hangi kendini
bilmez ailemize dil uzatt›.
O yaz da¤dan kar indiren karc›lar›n ba¤›r›fl›n› duydukça
içimi bir ac›d›r al›r oldu. Sar› s›cakta, o koca evde, karanl›kta,
günefl eflyalar›n, hal›lar›n rengini almas›n diye, tüm pencereleri
örterdik, Vedat’›m›z›n tek bafl›na oldu¤unu bilmek, bende hu-
zur komad›.
O sürüden ayr›land›.

57
O kay›s›lar›n alt›nda durup karc› deli dervifli bekleyip,
“N’olur dervifl emmi, beni de kar küremeye tepeye götür. Senin flark›-
n› ben derim. Dönüflte her kifli koflup al›r,” diyen de¤ildi.
Deli dervifl hâlâ yafl›yordu.
Gene efle¤ine yükledi¤i karlar› a¤›tlarla sat›yordu. Allah’›n
bir delisi. “Kar getirdim kar” demek dururken; “On sekizimde gir-
dim topra¤a, kahpe felek sana nettim neyledim, flu fani dünyadan bir
kâm almad›m, kahpe felek sana nettim neyledim” diye 盤r›fl›p dur-
man›n yak›fl›¤› nerde!
Ama o haninin delisi. Ak›ll› halini bilen tek kifli yok.
Yayla içime zehroldu. Öbür o¤lanlar›ma teker teker an-
latt›m.
“Böyle böyle...”
“Geçer anne,” dediler. “Sen büyütüyorsun.”
Geceleri balkona ç›kt›¤›mda, ne kadar börtü böcek varsa
ötüp duruyorlard›. Mis gibi ot, a¤aç kokuyordu her yan.
Vedat’›m›n karn›ma ilk düfltü¤ünü biliflimi hat›rl›yordum.
‹lk sabun kokular›n›n içimi kald›rd›¤›n›.
O y›l Türkmenlerden ald›¤›m kilimleri boy boy sererken
bir gencelmifltim ki!
Yafl›m gençti genç olmaya ya, demem o de¤il.
Nas›l da geçti y›llar.
fiimdi karn›m karard› iyice, çatlak topra¤a döndü. Aman
bir daha m› dedirten sanc›lar›... Sabaha karfl› ilk çocuk ba¤›rma-
s›n›, gün a¤ar›rken kemiklerimin kapan›fl›n› hat›rl›yorum.
Hep sabaha karfl› do¤du o¤lanlar›m.
Tüm çocuklar belki sabaha karfl› do¤arlar.
Ne yorgunluktur do¤um yorgunluklar›. Tanr› bilir öyle gü-
zel yorgunluk olmaz...
Peki neyi eksikti?
Vedat hiçbirimizi yürekten sevmedi mi?
Biz onu ne çok severiz... Hiçbir fleyine kar›flmad›m. Mall›
mülklü bir ailenin çocu¤u gibi olmay› bilmiyor. Yayla yerini de
o seçmedi mi? Daha yeflil daha sulak yerler vard›. “Yok,” dedi,
“buras› iyi.” “Da¤› filan pek ç›plak, tüm yeflilli¤i de boza dön-
müfl,” dedim. “‹yidir, anac›m,” dedi. “O eski Selçuk türbeleri,
havas› suyu, deli dervifli nerede var.”

58
“Suyu bol gerçi buran›n. Yayla dedi¤in susuz, esintisiz
olacak de¤il a! Yeflili de bol, bol olmaya ya, koca ç›plak da¤›
yok mu karfl›da, her fleyi sar›p toplayan o sanki. Kay›s›lar›n›n
flerbetli tad› az bulunur. Bir de bahçemizin ortas›ndaki kara
dutun ululu¤u ünlüdür burada. Geldik ald›k buray›, dört dö-
nüm, elli kay›s› a¤ac›, bir dut, üç dört de küskün incir var. Az-
manlaflm›fl asmalar da duvar boyunca sar›yor evi. Kör kuyu-
yu kal›n tahtalarla örttüm. Üstüne de lo¤ tafl›n› kapatt›m. Her
y›l buraya inmekten sonunda al›flt›k m› ne, al›verdik iflte. Ve-
dat da istedi. Öbür o¤ullar›m, dönümüne verilen paray› hesa-
ba uygun gördüler...
Bana, “Anac›¤›m b›rak bu cimrili¤i,” diyordu.
Ben cimri de¤ilim. Kime neyin ne kadar yetece¤ini bilirim.
Öbür o¤ullar›mla çekiflmem yok mu? Var. Evlenecekleri zaman
ailemize uygun k›z almalar› için elimle everece¤im hepsini...
Büyük galiba ‹stanbul’da birine tutkun, ama k›z o¤luma
denk. Sorup soruflturup ö¤rendim. ‹yi çeyiz getirecek belli.
Ama istemez görünüyorum ki, geridekiler âdet bellemesin.
Bu dert öyle de¤il. Vedat’›n her kavgas› baflkalar› için.
Köyden gelen k›zlardan birine Sedat ne yapm›fl bilmem. Kanl›
b›çakl› oluyorlard›.
“Gücünün yetti¤iyle u¤raflsana a¤a. Elin yoksulunu çek-
miflsin sand›k odas›na.”
“Sus ulan b›kt›rd›n hepimizi. Polis kesildin evde herkesin
bafl›na. K›z›n var m› bir dedi¤i?”
“Nas›l desin diyece¤ini a¤a o¤lu. Senin köyünden gelmifl,
senin evinde karn›n› doyuruyor.”
“Sen a¤a o¤lu de¤il misin ulan? Burada bizim kadar sen de
her fleyden hak al›yorsun. Diklenmen gösteriflten baflka ne ki,
ö¤renmifl üç tane k›yt›r›k fliir” –Burada Vedat’›n sesine benzete-
rek bafll›yordu– “Ak›yordu su / Gösterip aynas›nda sö¤üt a¤açlar›n›
/ Salk›m sö¤ütler y›k›yordu suda saçlar›n›.”
“Sus,” diyordu Vedat. “Sus, sen bu sözleri söyleyecek
adam de¤ilsin.”
Art›k masada toplanarak birlikte yemek yedi¤imiz pek
yoktu.
Tabaklar dizili duruyordu.

59
Mutfakta tencerenin yan›na vurulan kafl›klar›n sesinden
baflka ses duyulmuyordu.
Elektrikler yak›ld›ktan sonra, yani yats›dan önce yemek
yensin isterdim. Yeme¤i yerken evde art›k her fleyin yolunda
gitmedi¤ini biliyordum.
Niye peki, Vedat asi oldukça onu daha çok sever, daha
çok korur oldum. “Bir derdi var onun çocuklar,” diyordum.
“Bir derdi var.” Anlatamad›m... Öfkelenemedim de art›k.
Ac›maya bafllad›m gittikçe... Ara s›ra yatak odama gelir otu-
rurdu. Onu kuca¤›mda emzirdi¤im günlerdeki ana sütü ko-
kusu sarard› içimi.
“B›rak be anac›k hesab› kitab›. Hani küçükken bana söyle-
di¤in ninniler vard› ya, diyiver de dinleyeyim.”
“Büyüdün be evlad›m. Koca adam oldun. Ninni diyem uy-
kun gelsin / Uzak yoldan baban gelsin / Allah huzur ömür versin /
Ninni nazl› bebem ninni / Kurt uyudu kufl uyudu / Kaynakta sular
uyudu / Befli¤e de uyku gelsin.”
O günler odamda ›hlamurun kaynad›¤› sobada, odunlar›n
atefli köz olana dek oturur, konuflurduk. Bir içim aç›l›rd› ki! Ha-
va hep k›fllas›n, soba hep yans›n, ›hlamurlar kaynaya kaynaya
k›rm›z›lafls›n, o¤lumla böyle oturup da bahtiyar bahtiyar yafla-
yay›m isterdim.
“Ba¤ bana / Bahçe sana ba¤ bana / De¤me zincir kâr etmez / Zül-
fün teli ba¤ bana.”
“Bir de türkü söyle ha anac›m flöyle yavafltan.”
“Bilmem ki o¤lum.”
“Bilirsin.”
“Ses mi kald› bende!”
“Eh türküyü deme, sözlerini tekerleme gibi oku.”
Öylece sanki ben çocukmuflum o büyükmüfl gibi e¤lenir-
dik beraber...
Anlatamad›m. “Bir dert kemiriyor onu,” dedim. Anlatama-
d›m. Neyi eksikti? Niye öfkeliydi? Beni severdi biliyorum, hem
de yürekten. Ama bana da öfkeliydi. Kime dert yanaca¤›m› bil-
miyordum. O¤lumun tutuldu¤u illet karasevdadan daha zor-
luydu bana sorarsan›z.

60
Niçin ona bizim gibi olmay› ö¤retemedik. Vedat’›m araya
gidecek, araya...

Yaylada günler k›salmaya, serili kay›s›lar kurumaya dön-


müfltü. Dutun üstünde kalm›fl bir iki kara dut dikenleflip karar-
m›flt›. Mutfakta tüten yemek kokular›, evdekilere biberi bol tar-
hana çorbalar› düflündürüyordu. Gergin k›rm›z› domateslerin,
patlak dolmal›k biberlerin tad› suya dönüflmüfltü. Evin yafll›
han›m›, kuru, ufac›k, genç k›z yürüyüfllü; duvara gömülü yük-
lüklere yatak yorgan çarflaflar›n› yerlefltiriyordu.
Çarflaflar›n aras›na lavanta çiçekleri koyuyordu, ince tül-
bent keselerin içine. Gelecek yaza, temiz, ar›nm›fl hamam uy-
kular›na haz›rlan›yordu ev. Küpeçiçekleri, begonyalar, pafla-
k›l›çlar›, saks›güzelleri, aradaki sofan›n girinti penceresine di-
ziliyordu. Onlar›, evdekiler gidince kalan su kolcusu Miraç
sulard›. Miraç afla¤›da, kilerin yan›ndaki sand›k odas›nda ka-
l›rd› tüm k›fl boyunca.
Sand›k odas›nda kurutulmufl meyvelerin kokusu ve ›fl›k-
s›zl›¤› Miraç’›n k›fl korkusunu azalt›rd›.
Buran›n k›fllar› uzun, sessiz, zorluydu. Ç›plak boz da¤›n
ete¤inden öteyi, tren istasyonundaki s›ra kavaklar›, her yeri bir
insans›zl›k sarard›. Çarfl›daki basmac› dükkânlar› erkenden ka-
pan›rd›. Yeteri kadar ayd›nlat›lmam›fl kahvelerde, e¤ik, koyu
gölgeler dururdu. Birileriyle birlik olmak iyiydi buran›n k›flla-
r›nda, Miraç, yaz›n kazand›¤› üç befl kuruflu, bunu bahçelere su
sal›naca¤›n› seslemek için ç›kt›¤›ndan al›rd›, eli aya¤› tutmaz
günleri için ay›r›yordu. ‹nsan görme tutkusu önüne geçilmez
olunca flöyle geçerdi sokaklardan, bir k›y›s›na iliflirdi kahvenin.
Mutlan›rd› Miraç o zamanlar...
Büyükhan›m onun velinimetiydi.
Koca yayla evini ona ›smarlar giderdi.
Alt kat›n rüzgâra, boraya s›rt dönmüfl ›l›kl›¤›nda bar›n›rd›.
Verdikleri koyun kokulu yorgan› örtüp yatt›¤›nda, evin nere-
sinden tan›mad›k bir ses gelecek diye beklerdi. O iyi bilirdi bu
evin seslerini tavan›ndan taban›na...
Bu y›l han›m ona geç haber salm›flt›.
Yazlar› yukar›da bahçe çardaklar›nda uyuyordu.

61
Havalar iyice serinlemiflti.
Y›lanlar›n kaygan ç›t›rt›l› gezmelerini duymuyordu art›k.
— Biz on befl güne kadar gidiyoruz Miraç, demiflti. fiimdi-
den in afla¤›daki odaya. Ama ayak ba¤› olma kimseye.
Tenekelere bast›r›lm›fl turflular –yörenin sirkelerine bast›r›-
yorlard›– duru, keskin sirkede bekletilmifl lahanalar›n pembeye
çal›yordu renkleri. Torba yo¤urdunda kar›lm›fl tarhanalar, ev-
de çal›flanlar›n kesti¤i, kuruttu¤u eriflteler, düzenli uygun yer-
lerine konuyordu.
— Bu evin horantas›, diyordu han›m, çarfl› pazar erza¤›yla
doyurulmaz.
Salçalar kavanozlara yerlefltiriliyor, kapaklar› kapanmadan
üstlerine bir parmak zeytinya¤› dökülüyordu. Yeflil zeytin sala-
muralar›n›n kuruldu¤u küpler s›k› s›k› ba¤lan›yordu. Büyük
tencerelerde kavurmal›k etler kavruluyor, kesilen her parçan›n
büyüklü¤ü han›ma gösteriliyordu.
— ‹ri olmas›n sak›n ha! Her biri kuflbafl› kuflbafl› kesilecek...
Kavurma tencerelerinin dibinde kalan bir iki parça eti Mi-
raç’a ay›r›yorlard›.
— Hadi Miraç A¤a, diyordu han›m, yufkayla dürüm yap
ye. Sen de bizim insan›m›zs›n.
Büyükhan›m bu yaflama haz›rl›¤›n› denetlerken mutluluk
içindeydi.
Bir büyük flölenin ön haz›rl›¤›yd› bu.
fiölen dönülecek k›fll›k evde, as›l evlerinde yap›lacakt›. Bu
her y›l böyleydi. Kad›nl›¤›n›n tad›n›, doyumsuzlu¤unu ç›kar›-
yordu. Ana kufl, yuvas›n›n dallar›n› örüyordu. O yöreden, al-
mas› için kendine getirilmifl i¤ne oyalar›n›, boncuk oyalar›n›,
kanaviçe örtüleri –bir bunlar› al›rken para tutkusunu unutu-
yordu– bohçalara titizlikle yerlefltiriyordu.
— Bunlar gidecek, diyordu, bunlar› sand›¤a koymay›n.
Hemen her fleyin haz›r oldu¤u s›rayd›, büyük o¤lu bir gece
geldi, trenle Ankara’dan.
Kardeflinin tutukland›¤›n› söyledi, girdi¤i paras›z yat›l›
okulda.
Anne düflündü... Ne çabuk geçmiflti bir y›l? Geçen y›l Ve-
dat’›n yaylada, deli dervifli her gördü¤ünde s›zlam›flt› yüre¤i-
nin bafl›.

62
Dersleri iyiydi. Sevinçliydi. Arada, bir iki gün gelmiflti k›-
fl›n. Kardefllerini, a¤abeysini dedikleriyle k›zd›r›yordu. Ona hiç
al›flamam›fllard›, ama biliyorlard› ki, aileden biridir.
— Ben sana dedim anneci¤im. Bu deli açacak bafl›m›za
bir ifl...
Beyaz örtülerle kapanm›fl divana çöktü kad›n.
Bir kar›n a¤r›s› oturdu kald›.
“Kilimleri de, her bir fleyi de toplatt›m,” diye düflündü.
“Ç›k›p gidiversek o¤lumun yan›na bu gece. Ömer’in taksisini
tutar›z. Gerçi Ömer’in taksisi, Alt› Sö¤ütler’e bile zor gider
ama...”
Bu gece hiçbir yere gidilemeyece¤ini anlay›verdi.
— Ona eziyet ederler o¤lum. Ne yapm›fl ne etmifl de polis-
lik olmufl? Kar›ncay› incitmezdi.
— Ankara’dan bir savc› arkadafl haber verdi. “Aile ad›n›z›
duyunca flaflt›m,” dedi. “Niçin normal bir tahsil yolu seçmedi?
Okulunda bir az›l›lar güruhu var ve elebafl›s› sizin Vedat...”
— Kar›ncay› incitmezdi. Ne olmufl, neyin az›l›s› olmufl?
Evdeki çal›flanlar kalkm›fl, arada, gecenin iyice serinlemifl
karanl›¤›nda, korkuyla beklefliyorlard›. Her beklenmez gürül-
tünün en fazla horlananlar› onlard›.
Bir de ince esinti ç›km›flt›, kap› aralar›n› yalazl›yordu.
— Kaç gündür polisteymifl?
— Bir ayd›r anne. Soruflturmada tek sözü, “Daha gizlide ne
ar›yorsunuz?” olmufl. “Her fley meydanda.” Savc› arkadafl ona
yard›mc› olmak istemifl. Oysa o, “Sen hukuk okudun de¤il
mi?” diyormufl, “Güçlülerin yönetti¤i hukuku.” Arkadafl, her
kelimesi ayr› bir suç dedi. Soruflturmay› yönetenler korkunç
aleyhindeymifller...
— Peki, ama ne yapm›fl, h›rs›zl›k filan m›?
— Baflkalar›na h›rs›z diyormufl...
— Ah Vedat’›m. O yoksullu¤u ne bilir ki... ‹nsan› erkenden
kocatan ve de dünyas›ndan geçiren yoksullu¤u. Korkudan içini
kat›ltan yoksullu¤u... O hiç aç kalmad› ki! Vah benim civan o¤-
lum, güzel gözlerine doyamad›¤›m. Dü¤ünlerinde oynayamad›-
¤›m. Bu yaz bofluna m›yd› u¤rafl›p didinip ekfli erik pestilleri yay-
d›rmam o sever diye? Ben size demedim mi bir derdi var onun?

63
— Akl›n›z› bafl›n›za toplay›n anne, Vedat hatal›yd›. Koca
devlete karfl› ç›kmak, onun kurumlar›n› elefltirmek ne demek...
Üstelik bunca para, bunca mal varken, paras›z yat›l› okumak.
Bu bile tek bafl›na suç. Vedat normal de¤ildi. Siz de, “Deli bu
o¤lum!” demez miydiniz?
— Devlete mi karfl› ç›km›fl?.. Onun bafl› dertte. Deli mi der-
dim ona ben? Bunu diyen dillerim tutulsun. O hepinizden bafl-
ka diye; masallar›, türküleri, a¤açlar›, pek bilirdi, benzetmesine
demiflimdir. Nazlatmas›na demiflimdir. Ah benim hüma gözlü
o¤lum. Gidelim. Ben anlat›r›m. Bana inan›rlar. Analar yalan
söylemez. Söylese de iyilik için, dirlik içindir...
— Bir rapor alaca¤›z anneci¤im. Akli dengesi bozuktur
diye...
— Ne?.. Sen iyice flafl›rd›n, o en ak›ll›n›zd›r.
— Baflka türlü ç›karamay›z. Hapse mi girsin! Hem onun su-
çundan bütün aile rezil oluruz. Çocuklar›m›za bile kal›r bu leke.
Sabah hava iyice y›ld›z poyraza dönmüfltü, yaylan›n vakti
tamamd›. Boz renklere turuncular kar›fl›yordu.
Miraç yukar› ç›kt›.
Han›m daha da ufalm›fl, umutsuz, kahvalt› masas›nda otu-
ruyordu.
Küçük bir ekme¤e kay›s› reçeli sürüyordu, bunu yaparken
dantel ifller gibi dikkatliydi.
“Yand› k›zlar,” diye düflündü Miraç. “Çay buz gibi. Han›-
m›n cinlenmesine yeter bu.”
— Miraç, dedi han›m. Biz bu sabah on bir treniyle gidiyo-
ruz Ankara’ya.
— Bak sen hay›rd›r, dedi Miraç. Ankara ifli de nereden
ç›kt›?
— Vedat’›m biraz hastaym›fl da...
Vedat Bey’i düflündü Miraç.
‹ki y›ld›r yaylaya gelmiyordu. Ailenin en güleç yüzlüsü.
Hazreti Ali’nin devesiyle olan resmini al›p gelmiflti bir gün pa-
zardan. Tahtadan yap›lm›flças›na bir deve, üstünde kutsal ta-
but, Ali. Ölüsünü tafl›yan Ali.
“Miraç Usta,” demiflti, “bak ne güzel bir resim.”

64
Vedat Bey flimdi iyice delikanl›d›r. O zamanlar çocu¤un
palazlanm›fl›yd›. Alt› Sö¤ütler’in oraya gitmeye en merakl› ola-
n›. Sö¤ütlerin orada durmadan yusufçuk arayan›. K›fl gene dö-
nüyordu.
— Allah sana çok flükür, dedi Miraç yüksek sesle.
Han›m döndü. Miraç’a uzun uzun bakt›. Ekme¤inin k›y›-
s›ndan ›s›rd›. Elindeki tafll› yüzük sabah›n solgunlu¤unda ›fl›d›.
Çay› yudumlad› sessizce...
— Çiçekleri unutma sak›n, bir bir sula. Fazla don yaparsa
istersen afla¤›ya al. Bu y›l k›fl zorlu olacak, baksana kufllar güz
dönmeden hepsi gitti.
“Bir derdi var bunun,” diye düflündü Miraç. “Bunca y›l›n
celallenmeleri, neyle yitti ki? O da bir insan can›m. O da bir can
tafl›yor. Hem art›k iyice kocad›. Eline diline çabuk, ama gözü
eskisi gibi ferli bakmaz...”
— Akflam geçecek trene koyacaks›n›z eve gidecek yükleri.
Bir dahaki y›l da bunca haz›rl›¤› bofllamal›, almal› d›flar›dan her
fleyi. O¤ullar›m büyüdü, da¤›l›yorlar hepsi bir yana. Okumay-
d›, fluydu buydu... Vedat’›m en okuyan›yd›, bilirsin.

“Miraç Usta bak,”


Alay ederlerdi, neyin ustas› bu Miraç Usta diye; Vedat, su-
yun ustas›, derdi.
“Sana Zalo¤lu Rüstem’i okuyay›m dinle. Ha ald›rma, suyu
bizim yana sald›lar. Nas›l bir adam bak Zalo¤lu. Peki ama Mi-
raç Usta, senin okuma yazman yok. Onca duay› nas›l ö¤ren-
din?”
“Ezberledim.”
“Biliyor musun dediklerinin ne demeye geldi¤ini?”
“Bilmem, ama Allah’›n, Peygamber’in ulu emirleridir.”
“Ya de¤ilse?”
“Deme be Vedat Bey böyle. Bunca dindar bütün bütün bo-
fluna m› okur her gün onlar›. Günah›m›z vebalimiz bu bizim.”
“Sen günahs›z kulsun be Miraç Usta. Senin günah›ndan ne
olur ki! Sen o yatt›¤›n çardaklardaki kurtlar kufllar kadar iyi,
do¤rusun, Miraç Usta.”

65
“Ama ben insan›m. ‹nsan harama, yalana yatk›nd›r.”
“Sen mi harama, yalana yatk›ns›n?”

Düflündü Miraç, keflke o zamanlar Vedat Bey’e deyiversey-


di. Bir k›fl da¤l›k köylerden han›m için b›rak›lan petek ballar›n-
dan bir parçay› dayanamay›p yedi¤ini. Kuru yufkaya dolam›fl-
t›. Ne tatt› o a¤z›ndaki, harl› harl› ›s›tm›flt› içini. Peygamber
Efendimiz ne buyurmufltu: “Bu dünyan›n mal› tatl› görünür ki,
dini bütün kullar›na günah iflletsin.”
Han›m masadan kalkt›. Nefti yün giyiminin içinde zay›f
dimdik durdu. Afla¤›daki son toplanma seslerini dinledi bir
süre...
— Sana dürümlük yufkalardan b›rakt›m. Yaz›n içine fesle-
¤en koyup öyle mis gibi yediklerimizin tad› baflkayd›... A¤a
ölünce fesle¤enleri de kuruttuk. Ne çok fesle¤en vard›, bir bafl-
tan bir bafla. Gelecek y›l da her fleyi d›flar›dan almal›. Sen bana
sor sorufltur ö¤ren, hilesiz salça, turflu yapanlar›. Sana bir tene-
ke de kavurma b›rak›yorum. Erik pestili de. Bilirsin Vedat Bey
çok severdi. Sen de bizim bir insan›m›zs›n.
Miraç çok flaflt›, sevindi.
Bir teneke kavurma nesineydi onun, ölüsünü bile paklard›.
fiöyle tok karn›na kahveye ilifliverirdi. D›flar›da bir kar, bir kar.
Her an kasabaya inmeleri beklenen kurtlar›n korkusu. Bilmek
gerekti, kim kurt, kim köpek. Yeniyetmelere tüm ayr›nt›lar›yla
anlat›l›rd› bu. Miraç bilirdi, art›k altm›fl yafl›na varm›flt›. Bu kufl
kurdun en kabaday›s› ona v›zgelirdi: Karn› tok, s›rt› pek. Te-
vekkeli dememifller, eflik ol da, pafla kap›s›nda eflik ol...
— Benim namaz seccademi de sen al. Dualar›nda Vedat’›m›
da eksik etme. Allah ona verdi¤i derdi tez elden als›n.
Han›m aray› geçti.
Oymal› a¤›r tahta kap›y› kapad›.

Nisan 1970

66
‹skele Parklar›nda

A¤ustos sonlar›yd›, hava en koyu s›ca¤›yla dalga dalga tit-


refliyordu.
— Çok s›cak, dedi kad›n. Ama ‹stanbul’un s›ca¤›na güve-
nilmez, bir bakars›n k›fllay›verir. Ne derler, a¤ustosun on befli
yazsa on befli k›fl.
Kad›n›n üstünde koyu flarap rengi bir etek-ceket vard›.
Geçmifl y›llar›n modas›na uygun dikilmiflti.
Giyiminin o zamanlar›n modas›na olan uygunlu¤u genç
kad›n› gülünçlefltiriyordu.
Otuz yafllar›ndayd›. Elindeki küçük bir bavulu and›ran
çantas›n›n rengi, derinin kirinden belirsizleflmiflti. Çantan›n ka-
panma yerinde küçük bir y›lan kafas› vard›. Bu kafa, çantan›n
eskiden, kemik rengi beyaz oldu¤unu aç›kl›yordu. Nas›l ol-
muflsa çantan›n gerçek y›lan derisi oldu¤una tan›kl›k eden o y›-
lan kafas›, yapma boncuk gözleriyle, ilk rengini yitirmemiflti,
belki biraz sar›ya dönmüfltü ama...
— Bir de past›rma yaz› olursa, taa kas›m sonuna kadar...
‹stanbul bu, hiç belli olmaz...
‹skelede akflamüstü sat›c›lar› belirmeye bafllam›flt›.
Simitçi, güneflten kurtulmak için girdi¤i akasya a¤açlar›n›n
dibinden, caml› tezgâh›n› s›rtlay›p vapurun yolcular›n› karfl›la-
maya haz›rland›. Su satan adam, bardaklar›n› çabuk çabuk ince
pirinç muslu¤un suyuna tuttu. Bardaklar ›slan›nca ›fl›d›. Temiz
bir görünüfl ald›. fiekercinin c›v›l c›v›l renklerle boyal› ucuz fle-
kerleri s›caktan gevflemifllerdi. ‹ki ayakkab› boyac›s›, yan yana,

67
boyama ifllemlerine tutkuyla devam ediyorlard›. Biri bir deniz
erinin ayakkab›lar›n› parlat›p duruyordu. Yenmifl, e¤rilmifl
ayakkab›lar› o denli parlatm›flt› ki, derinin üstündeki e¤rilikler
dalga dalga, iniflli ç›k›fll› belirmiflti. Deniz eri, yüzünde unuttu-
¤u gülümsemesiyle, sayg›l› öylece bekliyordu.
Bu a¤ustos cumartesisi de di¤er yaz cumartesilerindendi.
‹skelenin kiflileri hep ayn›yd› afla¤› yukar›.
Kad›n, “Hep ayn› insanlar,” diye düflündü. “‹zinli askerler.
‹htiyar kad›nlar. Küçük çocuklar. ‹htiyar erkekler. Erkeklerin
ihtiyar› kad›na benziyor t›pk›. Kad›nlar gibi küçük ad›mlar ata-
rak yürüyorlar, alçak sesle konufluyorlar. Durmadan bir fleyler
kemiriyorlar.”
‹htiyarlar, torunlar›n›n yemedi¤i, oyuna dal›p gidince
“sonra yeriz” diye b›rakt›klar› her fleyi yiyorlard›. Arada takma
difllerini yerinden oynat›p yiyecek kal›nt›lar›n› ç›kar›yorlard›.
Belki iskeleye gelenler her gün ayn› de¤ildi. Ama, mutlu
dalg›nl›klar›yla, öylesine ayn›laflm›fllard› ki, onlar› sadece hava
karar›nca döndükleri yerlerinde ay›rt edebilirlerdi. Daralm›fl
omuzlar›ndan artan, kayan giyimleri, kal›nlaflm›fl derileri, be-
beklerine yavafl yavafl mavi lekeler basm›fl gözleriyle, uyumlu
bir kalabal›kt›lar.
Kad›n, “Sab›rl› oluyor ihtiyarlar,” diye düflündü. “fiu sar›
saçl› veledin deminden beri çekifltirdi¤ine bak, hiçbir fley yap-
m›yor. Gülümsüyor yaln›z. Vursa tokad› surat›na, görür kad›n-
ca¤›z›n burnundan getirmeyi. Gelmifl fluraya, kemikleri ›s›ns›n
diye. Gücü kalmam›flt›r ki, onunla didiflecek. Çocuklar için her
fleyimizi feda ediyoruz. De¤se bari. Benimki usludur. Biraz
inatç›, ama o da çocuk.”
Yan›nda sessizce oturan küçük k›za bakt›.
Alt› yedi yafllar›nda çok zay›f bir k›zd›. Aya¤›nda lastik
çizmeler vard›. Giysisi iyice k›sa ve soluktu. S›ska bacaklar›n›
örtmüyordu. Elleriyle dizlerini kapam›flt›. Saçlar› k›sa kesilmifl-
ti. Ensesindeki kemikler belirgindi. Kocaman, koyu renkli,
uzun kirpikli gözlerini sucuya dikmiflti. Sucunun yapt›klar›n›
izliyordu. Olanlara karfl› ilgili ve sevinçliydi. Dudaklar› aral›kt›.
Bu ona aptal bir anlam veriyordu. Çocu¤un lastik çizmelerin-
den bir ter kokusu yay›l›yordu.

68
‹kisi de al›flm›flt› bu ter kokusuna. Bu koku evlerinden ç›-
k›p buralara gelirken yürüyerek geçtikleri caddeler boyunca
vard›. Çocuk ona kendince bir isim takm›flt›. “Otomobil koku-
su” diyordu. Otomobilleri çok severdi. Hiç binmemifllerdi an-
ne-k›z. Belki annesi eskiden, ama çocuk bunu bilmiyordu. S›-
caklarda buraya yürüyerek gelmek en büyük e¤lenceydi.
“Haydi hava alal›m bugün,” derdi kad›n. Hemen devinme
bafllard›. Bir arka avluya bakan odalar›ndan ç›karlard›. Annesi
oda kap›s›n› kilitlemeden aynaya bakard›. Bu aynay›, yemek
yedikleri masaya dayam›fllard›. Oday› kiralayan Ermeni kad›n,
“Hiçbir yana çivi çakmayas›n›z ha!..” demiflti. Oda kap›s›n› ki-
litleyip uzun demir anahtar› annesi y›lan derisi çantas›na yer-
lefltirince, merdivenleri inerlerdi. Gün ortas›nda bile ayd›nl›k
olmazd› merdivenler. Ama onlar al›flm›fllard›. Bildik basamak-
lar› inip sokak kap›s›n› açarlard›.
Ayd›nl›k, gürültü, insanlar, al›verirdi onlar›. Kad›n, yürü-
meye haz›r, flöyle her yan› gözden geçirirdi. Çocuk, annesinin
eline elini verip lastik çizmelerinin taban›ndaki rutubette kayan
ad›mlar›n›, sevinçle atard›. Kad›n için de, çocuk için de, yaflama
bafllard›. Yürürken arada çocuk, kad›na bakard›. Onu çok be¤e-
nirdi. Kad›n al›fl›k bak›fllarla dükkânlar›, araçlar›, insanlar› iz-
lerdi. “Bak anne,” derdi “gördün mü flu subay›, minicik bir k›l›-
c› vard›.” Ama kad›n ço¤unlukla, çocu¤un görmesi için uyard›-
¤› fleyleri görmemifl olurdu.
— Yürü haydi!.. Yürü. Geç kalaca¤›z.
Nereye, niçin geç kalacaklar›n› bulup ç›karamam›flt›. Onla-
r› kimse beklemezdi.
Gidip otururlard› iskeledeki yerlerine. Belki orada yeteri
kadar oturmalar› gerekliydi. Annesi geç kalmamalar›n› istiyor-
du. K›fl sonundan bu yana “hava almak, gezmek” iskeleye in-
mekti...
Vapur yanaflm›flt›. Arka bölümünden köpükler f›rdolay›
yay›l›p duruyordu denize.
— Bu köpükler nereden ç›k›yor anne?
Kad›n, çocu¤a bak›fllar›n› çevirdi, gözlerinin çevresinde ilk
ince çizgiler yer etmiflti.
— Gemiciler çamafl›r y›kay›p suyunu döküyorlar...

69
Çocuk flaflt›. Her gelen vapurun ard›ndaki, bu apak bitmez
köpüklerin gemicilerini düflündü. Ne kadar çok çamafl›rlar› ol-
mal›yd› onlar›n. Sevindi köpüklere.
Simitçi, da¤›lan yolculardan umudunu kesince onlar›n ka-
labal›¤›na yöneldi, yanlar›nda oturan yafll› kad›n, “O¤lum,” de-
di, “gevrek mi bari?”
Simitçi, en be¤endi¤i simidi özenle parmak ucuyla tuta-
rak kad›na verdi. Yafll› kad›n, kara çantas›n›n dibinden bir bo-
zuk para y›¤›n› avuçlad›, aras›ndan gerekeni seçti. Bütün bun-
lar kad›n› çok yormufltu. Derin bir soluk ald›. Ötede, kum ha-
vuzunda, kovas›n› durmadan doldurup boflaltan torununa
seslendi.
— Sitare!.. Çocu¤um, gel bak, simit ald›m sana. Seversin...
Çocuk, ninesine flöyle bir bakt›, gene ifline koyuldu. Yafll›
kad›n dönüp,
— Ne yapars›n›z, dedi. Torun çok seviliyor. Söylerlerdi de
inanmazd›m.
— Yaa, hakl›s›n›z, dedi kad›n.
Bu yan›tlama, yafll› kad›n› sevindirdi. Kad›n›n çantas›na il-
giyle bakarak:
— Bir cumartesileri var onlar›n da. Yani k›z›mla damad›-
m›n. Damad›m bankada çal›fl›r. Yani bankac›. Üç y›l oldu k›-
z›mla evleneli. Küçük evlendirdik. Eh, bu zamanda kocan›n iyi-
si az. Ben de onlarla oturuyorum... Cumartesileri, y›kan›p pak-
lan›p flöyle hava almaya ç›ks›nlar diye, Sitare’yi al›p gezdiriyo-
rum. Bu da babas›na bir düflkün ki, görseniz. Baflta erkek isti-
yordu Hayri. Hayri damad›md›r. Derler ya, k›z çocuk do¤unca,
beni k›rk gün atmas›nlar, sonras›n› ben bilirim, dermifl. fiimdi
babas› onu koyacak dallar bulam›yor. Bir cumartesileri var on-
lar›n da. Yani genç ikisi de, gezsinler, yürüsünler.
Kad›n, y›lan derisi çantas›n› s›k›ca kuca¤›na bast›r›p bafl›n›
denize çevirdi.
“Bir cumartesileri var ha?” diye düflündü. “Benim her gü-
nüm var. Y›kans›nlar, üç y›ll›k evliler. Ama önce y›kan›lmaz.
Evde yafll› kad›n›n dolaflmalar›, küçük k›z›n v›z›ldanmalar› ke-
silmiflken, utanç duymadan yatak odalar›n› açabilirler. Üç sene-
de iyice ö¤renilmifl tutmalar, sar›lmalar. S›cak basar insana.

70
Yazlar› daha da artar s›cak. Y›kanmak için sobas› yak›lm›flt›r
hamam›n. Hiç iz kalmaz m› biraz öncesinden. Etler yumufla-
m›flt›r ne de olsa. Sonra toparlan›r. Bol sabunla ovulmaktan k›-
zarm›fl derinin yanmas›. Bir y›l var y›kanmad›m. Bu flimdiki
evde. Ev mi oras›? Tek oda. Boynumun kirli görünmesinden
korkuyorum. Silinmekle yetiniyorum. Saçlar›m› e¤ip le¤ene
flöylece y›k›yorum. Hem bulafl›k sabunuyla. Kötü kokuyor. Ka-
l›n a¤›r bir kokusu var. Arapsabunu belki de çok daha iyi olur.
Denemeli. Çocu¤u hiç y›kayamad›m. Ne kadar zay›f! S›ska de-
nir böylesine.”
Kad›n döndü. Yan›nda gene ilgiyle sucunun gidip gelmele-
rini izleyen çocu¤a bakt›. Yanak kemiklerindeki ince parlakl›k,
onu oldu¤undan daha küçük ve zay›f gösteriyordu. ‹skele yö-
nündeki kalabal›k artm›flt›. Gezmek için bu yana gelmifl olan-
lar, dönüflün kargaflal›¤› içindeydiler. Kad›nlar, özenli, aç›k
yazl›k giyimleriyle, kalabal›¤› renklendiriyorlard›. Bilet giflesi-
nin orada, kolunun biri dal parçalar› gibi k›vr›l›p bükülmüfl,
gözünün aklar› k›rm›z› dilenci, tüm gayretine karfl›n, kimsenin
ilgisini çekemiyordu. Arada, sandviç satan büfenin oraya dek
gidip ac›nd›rma gayretini yineliyordu. Oysa adam›n durumu
ola¤and›. Dilenmesi için içler ac›s› sakatl›klar› olmal› dilencile-
rin diye düflünüyordu oradakiler.
Günefl denizin üstüne iniyordu. Çevreye yay›lan k›z›ll›k
her fleyi güzellefltiriyordu. Denizde kay›p giden vapurlar, arka-
lar›nda dalgalanan bayraklar›yla, yaz›n son s›caklar›n› nefleyle
dolduruyordu.
Çocuk, sucuya duydu¤u ilgisi hiç yitmeden annesine sordu:
— Bu sucunun çok paras› vard›r de¤il mi, anne?
— Nerden ç›kard›n bunu? Paras› olsa suculuk yapmaz...
— Niçin, suculuk yapmak yoksulluk mudur? Hem onun
su koydu¤u fley, öyle sar›, öyle parlak ki...
Kad›n çocu¤una karfl› bir öfke duydu birden. Onun bu ka-
dar fley dururken, her gelifllerinde sucuya gösterdi¤i bu afl›r›
tutum onca çok aptalcayd›.
“Bu olmasa,” diye düflündü, “a¤aca ç›ksam pabucum yer-
de kalmazd›. Bir bo¤az›n derdi ne olur ki? Art›k otuz yafl›nda-
y›m. Yaflland›m say›l›r. Hem yedi yafl›nda çocuklu bir kad›nla

71
kim evlenmek ister yeniden? Zay›f›m da. Tahta gibi gö¤üslerim
var. Belki biraz yiyip içsem, adam sen de, nerede koca. Zaten
evlenmek istemiyorum asl›nda. Ama para yok, pul yok. Baz›
fleytan diyor, at kendini denize, bitsin bu ifl. Bak adama sen, öl
git. Yap›lacak ifl mi bu? Hiç bizi düflünmedi. Bilmiyor mu? Ki-
mimiz kimsemiz yok. Çal›flt›¤› yerden tutuflturdular iki ayl›¤›n›
elime, satt›m gelinlik tak›mlar›m›. Bir dolap bir karyola. Elimde
kald› üç befl kurufl daha. Gelinlik tak›mlar›m› al›rken Mahmut-
pafla’dan ne demiflti adam, ‘Ablac›¤›m bunlar e¤rilmez, bükül-
mez tak›mlar. Buran›n suyuna rutubetine bana m›s›n dememifl.
Bakma sen kapaklar›n çat›rdamas›na.’ Kocamla gülmüfltük.
Evin en pahal› eflyalar› hep onlar oldu. Kocam› sevdim de kaç-
t›m. Ne demifllerdi bana? Etme k›z›m, bak yazl›k sineman›n bü-
fesini iflleten fiadi A¤abey sana görücü gönderecek. Kalkma
kendi bafl›na ifllere. Kalkt›m kendi bafl›ma ifllere. Kaçt›m. Evlen-
dim. Kocam› unuttum gibi. Düflündükçe pek bir fley ç›karam›-
yorum. ‹çimi bir kuruluk ald›. Geceleri yata¤›ma giren adam›n
sanki yüzü yoktu. Vard› can›m olmas›na, içim kurudu, üzül-
düm üzüldüm, bitti. Hep o Ermeni madam›n oda kiras›n›, hep
yiyecek paras›n› düflünüyorum. Ama bazen de her fleye bofl ve-
riyorum, ‘At kendini denize,’ diyorum. Olsun bitsin. Adama
bak. Git sen kapt›r makinelere kendini. Ölüsünü bile patronlar›
kald›rd›. Aaa, do¤rusu Tanr› raz› olsun iyi adamlar. Yan›nda
çal›flan arkadafl› gelip, ‘Bafl›n sa¤ olsun abla,’ demiflti. ‘Kolunu
kapt›rd› eniflte makineye. Aman ha!.. demeden etraftan, giri-
verdi makinenin içine. Bir insanda da ne çok kan olurmufl. Üz-
me kendini üzme. Her fley öyle çabuk oldu bitti ki, ac› duyma-
d›. Al, bu da üstünden ç›kanlar. Askerlikte çektirdi¤i Yozgatl›
onbafl›s›yla olan resmi, plastikten para cüzdan›, bir k⤛t befl
lira, bozuk yetmiflbefl kurufl, bir de yap›fl yap›fl mendil’. Bu ço-
cuk olmasa; dünyan›n fark›nda de¤il; e¤leniyor. Yoksulluk
onca yok. Su satan adam› zengin sand›ktan sonra. Ama biz-
den iyidir sucunun durumu. Gece olsun hiç istemiyorum. Bu-
nunla nereye s›¤›n›r›m. Üstüm bafl›m da yok. On y›l öncesinin
nikâhl›k elbisesi kald› kala kala. Bir de bu çanta. Nikâhl›k al›fl-
verifle ç›kt›¤›m›zda, çantac› nas›l da satt› bize. ‘‹yi mald›r al›n,’
demiflti. ‘Bir zamanlar bunu ancak büyük madamlar kullana-

72
bilirlerdi. Size bedavaya b›rak›yorum, dü¤ün hediyesi.’ Çok
severim bu çantay›. Kim görse diker gözünü bakar. Etek-ceke-
timin kumafl› da yer yer aç›l›yor. O zamanlar, ipek muare di-
ye ölürdük. Bu y›l herkes, büyük çiçekli ipekliler giyiyor. Ge-
ce olsun hiç istemiyorum. Uyku yok, durak yok. Bunun da
okul zaman› geliyor. Neler de gerek yazd›rmak için okula.”
Torunu Sitare’ye simit alan yafll› kad›n, onu uzun süre ça-
¤›rd›ktan sonra yorulmufl olacak ki, vazgeçti. Dönüp çevresin-
de olup biteni süzmeye koyuldu. Gözleri genç kad›na iliflince
bir iki konuflma davran›fl›nda bulundu.
— Han›m k›z›m, sizin küçük simit yemez mi acaba?
— Yok, dedi genç kad›n. O kadar ifltahs›z ki... Zaten evden
gelirken doyurdum karn›n›.
— Ben yemesem diyorum, bu simit de elimde kald›.
Yafll› kad›n, çocu¤a, kad›na iyice bakt›ktan sonra, giyimle-
rindeki yoksullu¤u ve uygunsuzlu¤u gördü. Simit k›r›nt›lar›n›
silker gibi yap›p bir ötedeki bofl yere geçti oturdu. Onlar›n yö-
nüne yeniden göz att›. Kalkmakta ne denli hakl› oldu¤unu kes-
tirince oturdu¤u yerde gevfledi. Simidi ufak ufak kopar›p ye-
meye bafllad›.
Çocuk gittikçe kararan akflamüstünde ayn› k›p›rt›s›zl›¤›
sürdürüyordu.
Çevreye akasyalardan dökülen kuru yapraklar dolmufltu.
Yeni sulanm›fl aslana¤›zlar›n›n renkleri, güneflin dönen renkle-
rine kar›fl›yordu.
Genç kad›n bir iki k›p›rdad›.
Geldiklerinden bu yana ilk kez çocuk, annesine bakt›. Ama
kad›n yeniden eski durumunu ald›.
— Biraz daha oturuyoruz, bekleyenimiz yok ya, dedi.
Hem hava çok güzel. Bu y›l bir de past›rma yaz› olursa, taa ka-
s›ma kadar.
— Past›rma yaz› ne demek anne?
— ‹flte sözgelimi. Past›rma yaz› demek, k›fl az olacak, yaz
çok olacak, demektir.

“Hiç büyümüyor bu çocuk. Büyümesi durdu bunun. Evin

73
arkas›ndaki okula yazd›rmal›. Bir önlük gerek. Gitmeli ablam-
lara, belki Mahinur’dan falan kalma önlük vard›r. Onun k›zlar›
büyüdü. Kocam›n ölümünde gitmifltim, ne densizlik. Ama o öl-
dü¤ü gün her yan öda¤ac› kokuyordu. Bir tav›rla karfl›lad›lar-
d›. Kal›c› m› sand›lard› ne? Akflam yeme¤i haz›rl›¤›ndayd›lar.
Mutfaktan geçerken bir tabak zeytinya¤l› lahana dolmas› gör-
müfltüm teldolapta. ‹ncecik, zar gibi, ak lahana yapraklar›na sa-
r›lm›fl. Yemek haz›rl›¤›n› durdurdular ben gidince. Kalkt›m.
Yeminler antlar verdilerdi. Yeme¤e kal diye. Kalmad›m. Sanki
art›k, abla-kardefl de¤ildik. Büfeci fiadi A¤abey’le evlen dedi
ya, ben de evlenmedim. Tamam, onlar hakl› oldular. Kocas›
trenlerde biletçi. ‹ki k›z› da evlere dikifle gidiyor. Ama iflte kal-
mad›md›. Giderken, kap› aral›¤›ndan on lira s›k›flt›rd› elime ab-
lam. ‘Vah benim can›m kardeflim,’ dedi. Keflke almasayd›m pa-
ray›. O parayla, üzüntüsünü, ablal›¤›n› savd›. Yok gidemem
onlara. Ama ifl bulup çal›flmak için bunu okula yazd›rmal›. Na-
s›l? Büyümesi durdu bu çocu¤un. Art›k üzülmüyorum bir fley-
lere. Kocam› sevdi¤imi bile unuttum. Peki, ben nas›l ifl bulu-
rum? Ne ifl vard›r ki bu flehirde? Kocam, daha on ay oldu öle-
li.”
— Hadi, dedi k›z›na. Çok karanl›¤a kalmayal›m.
El ele tutufltular. Çiçek öbeklerinin k›y›lar›nda, güz çimen-
leri göveriyordu.
Yürümeye bafllad›lar.
Kad›n›n genç ve düzgün s›rt›ndaki giyiminin rengi gölge-
lerden karaya dönmüfltü.
Çocuk lastik çizmelerinin içine çöken akflam serinli¤ini du-
yarak ad›mlar›n› at›yordu. ‹htiyarlar yavafl yavafl evlere dönü-
flün haz›rl›¤›na bafllam›fllard›. Gece uykular› azalm›flt› art›k, ka-
ranl›k sokaklarda yürüme çevikliklerini yitirmifllerdi. Daha geç
kalamazlard›. Sucu, akflam serinli¤inde, ifllerin kesatlaflt›¤›n›
bildi¤inden çoktan gitmiflti.
Hava, ne de olsa serinliyordu gün batarken.
Genç kad›n›n dedi¤i gibi, a¤ustosun on befli yazsa on befli
de k›flt›.

Haziran 1970

74
Edirne’nin Köprüleri

Büyük amcam›n kar›s› Naciye Yengem az konuflan, hep gü-


lümseyen, iki yana¤›nda k›rm›z› iki yuvarla¤›yla orta boylu bir
kad›nd›. Tüm yaflam› boyunca boya, süs nedir bilmemiflti. Onla-
r›n geldikleri yerde san›r›m böyle fleylere düzgün deniyordu.
Öylesine yumuflak davran›fllar› vard› ki, bu üç kat› da ayr› ayr›
kirada olan evde, bir onun sesi duyulmazd›. Birinci katta, buna
kat demek uygun muydu bilmem, sokak kap›s›ndan içeri girin-
ce, bir oda ve bir hela vard›. Odan›n tafll›¤a aç›lan bitimindeki
yere gömülü kocaman küpün üstünü tahtayla kapam›fllard›. Bu
küple beni, Sabahat’› korkuturdu ninem. Güya oradan geceleri
çarflamba cinleri ç›k›yordu ve bizi al›p götürürlerdi gürültü eder-
sek. Çarflamba cinlerinin hep “Çarflambad›r çarflamba” diye gece
gezdiklerini, çocuklar› hemen küpe soktuklar›n› biliyorduk.
Bu odada, iskelenin k›y›s›ndaki mavnalarda çal›flan, hiç gör-
medi¤imiz bir adamla, kar›s› Zehra Teyze ve k›z› oturuyordu.
K›z›n› bir kez görebilmifltik topu topu. Cibali’de tütün fabrika-
s›nda iflçiydi. Kocaman bal rengi gözlerinin anlam› bizi çok etki-
lemiflti. Elleri pütür pütürdü. Her günkü yerimizde otururken
yana¤›m›z› okflam›flt›. Öylesine hofl bir kokusu vard› ki ellerinin.
Zehra Teyze’nin kocas›, eskiden macun yap›p satarm›fl.
fiimdi biraz okumas› yazmas› oldu¤undan, gidip dikiliyormufl
sabahtan akflama dek, mavnalara tafl›nan kum küfelerini yaz›-
yormufl.
Zehra Teyze tek penceresinin önünde oturup k⤛tlara
dü¤me dikerdi. Bu minik erkek mintan› dü¤melerinden iki dü-
zinesine yüz kurufl al›yordu.

75
Sessizce odas›na girip oturdu¤umuzda ben ve Sabahat, bize
flöyle bakar, gene iflini sürdürürdü. Odas›nda parçalardan örül-
müfl bir yayg› seriliydi yere. Toplad›¤› yataklar›, köfleye düzgün
kümelerdi. Yataklar›n üstüne ak bir çarflaf örterdi. Bu çarflaf oda-
y› ayd›nlat›rd› akl›¤›yla. Aç›k mavi gözleri vard›. K›ralm›fl saçla-
r›n›, bir sar› yemeniyle arkas›na toplard›. Boyu k›sa m›yd›, uzun
muydu, bilmiyorduk. Çünkü hiç kalkmazd› yerinden.
“Zehra Teyze biz de dü¤me dizmeye geldik. Bize de diz-
dirsene.”
“Dizin dizin, ama hem s›k› dikin, hem s›ra s›ra olsun.”
“Peki Zehra Teyze.”
“Yengeniz nas›l?”
“Yengemiz iyi.”
Yengem Sabahat’›n annesiydi, ama ben gün boyu soka¤a ç›-
k›p d›flardan, “Yenge! Yenge!” diye ba¤›rd›¤›mdan, Sabahat an-
nesine, “Yenge” der olmufltu. Sabahat benden iki yafl küçüktü.
“Yengemiz iyi, çamafl›r y›k›yor.”
“Tam çamafl›r havas› bugün.”
Bu hep yinelenen konuflmadan sonra dü¤melere dalard›k.
Tümü cam dü¤melerdi. Küçük dört delikliydiler. Tek pencere-
sinden ›fl›k alan odada, dikdörtgen kesilmifl kartonlara dü¤me
dikmek, az hüner isteyen bir ifl de¤ildi. Hiç ses olmazd› aram›z-
da. D›flar›dan geçen atl› sebzecinin, “Ayflekad›n fasulye, hani
ya dolmal›k biber!” diye ba¤›rmas›n› iflitince, kalkard›k.
Zehra Teyze bize bakar, yerinden k›p›rdar gibi olurdu.
“Benimle bir iki lokma bir fley yeseydiniz,” derdi. “Dünya-
da aç mezar› yokmufl derler.”
Ç›kard›k Zehra Teyze’nin odas›ndan.
Onunla yemek yemeyi isterdik, ama yengem b›rakmazd›
bizi.
“Abe çocukça¤›zlar›m, vard›r elbet kad›n›n bir derdi ve
düflüncesi. Gitmeyin hep orac›¤a. K›z› derler olmufl tango. Bir
bilmezmifl babas›. Zehra Han›m kad›nc›k... K›z›n›n da almaya-
l›m bir günah›n›. ‘Gençtir, cahildir’ demek kolay, her bir kifliye
oldu tango. Biz de olmayal›m herkes gibi cahil. ‹ster kim bilir
bir herhangi bir fley. Bilmez ki, bir yalan dünya...”
Günlerce görmedi¤imiz olurdu Zehra Teyze’yi.

76
Pazar kuruldu¤unda haftada iki gün sal› ve cuma günleri
ninem bizi al›r, has›r zembili de birimizin eline tutufltururdu.
Afla¤›da kap›da durup,
“Var m› komflum alay›m istedi¤in bir herhangi fley” derdi.
Biz de, “Var m› komflum alay›m istedi¤in bir herhangi fley”
derdik.
Ninem öfkeli bakard› bize.
“Siz oldunuz bir sokak çocu¤u. Hem de gevflek a¤›zl› ço-
cuk. Çocuk dedi¤in tarlalar›n ve bahçelerin yak›fl›¤›. Ah olma-
l›yd›m ki gençli¤imde, durmamal›yd›m burada. Buralarda kar
bile kirlenir karar›r, bilmez misiniz?”
Zehra Teyze seslenirdi içeriden. Sesi kendini hiç aç›kla-
mazd›.
“Teyzeci¤im var ol. Bulursan patates al›ver bana bir kilo.”
“Olur be k›z›m. Ne ki bir kilo patates. Yok mu baflka bir is-
tedi¤in?”
“Hadi be nine,” derdik “istemiyor iflte, sorup durma.”
Ninem bize gene uzun uzun bakard›. Seksen befl yafl›nday-
d›. Kamburlaflm›flt›. Yan difllerinden baflka difli yoktu galiba a¤-
z›nda. A¤z›, pembe, s›k› s›k› kapal›yd›. Kara çarflaf›n›n çevrele-
di¤i ince kemikli yüzünde yafl›na yak›flmayan kalk›k bir burnu
vard›. Burnu yüzünden, ninem istedi¤ince öfkeli görünmezdi
bize.
— Abe oldunuz siz de bir tango. Elin f›karas›, hep ifller o
cam parçac›klar›n›. Belli ki, görmemifl hayat›nda bir a¤aç, bir
da¤, hem de bir coflkun su. Ne var tafl›sak kad›nca¤›za iki fley...
Soka¤a atlama tafl› gibi uydurma bir eflikten inerdik.
Ev o kadar uzun süre bak›lmam›flt› ki, yap›n›n asl› olan her
parça, giderek yerini birçok eklere b›rakm›flt›. Bunlar evin d›fl›-
na çak›lm›fl gaz tenekeleri, sokak kap›s›n›n aral›klar›na tuttu-
rulmufl tahta parçalar›yd›.
Pencerelerin d›fl›nda bulunan kafeslerin ortalar› yenmifl,
dökülmüfltü. K›r›k camlar, kal›n unlu k⤛tlarla kapat›lm›flt›.
Elektrikleri hep kesikti. Kirac›lar gaz lambas› yakard›. Sokak
kap›s›n›n üstündeki ayd›nl›k için yap›lm›fl camlardan yaln›z
koyu mavi renkte olan› kalm›flt›. Günün çok k›sa bir an›nda gi-
ren güneflte o maviden uzun, flafl›rt›c› bir ›fl›k düflerdi tafll›¤a.

77
Sabahat’la, o rengin içine otururduk. Hiç bakmazd›k birbi-
rimize. Üzüntü mü, sevinç mi bilemedi¤imiz ayk›r› duygular
içimizi ar›t›rd›. O cam, evin gençli¤inden, yaflant›s›ndan kalan
tek fleydi.
Pazardaki al›flverifllerimiz, ninemin az bildi¤i Türkçeye,
hiçbir fleyi be¤enmemesi de kat›l›nca e¤lence olurdu bize. Mev-
simine göre eline ald›¤› sebzeleri flöylece tartard›.
“Buna siz p›rasa m› dersiniz benim k›zanlar›m. Asmakaba-
¤› gibi e¤rilmifl. Yetiflti¤i bostan belli ki günefl almam›fl, topra¤›
kat›lm›fl.”
Dizi dizi p›rasalar› aç›p kendince en uygunlar›n› seçerdi.
Pazar›n o bayram› an›msatan gürültüsü, kalabal›¤› bizim
yerimizde durmam›z› zorlaflt›r›rd›. Sabahat incecik boynunda
as›l› muskas›n› s›k s›k yoklard›. D›flar›dan görünsün hiç iste-
mezdi. Durup durup gülüflürdük. Ninem bu kez havuçlar› ka-
r›flt›rmaya bafllard›.
— Hepten susuz bunca¤›zlar. Bunlar› kesmeye kasap sat›r›
ister.
Sat›c›, nineme gülerek bakard›.
— Be anac›¤›m. Sen de gelirsin pazar›n bitimine. Sabahtan
gelsen iyisini al›rs›n. Hem ucuz istersin hem de iyi.
Ninem gereksiz bir acele içinde,
— Niçin ucuz kötü olacak? derdi. Benim gül kokulu mem-
leketimde her bir fley hem ucuz hem iyiydi. Biz zaten yapard›k
kendimiz bostanc›l›k. Yetifltirirdik her fleyi elce¤izlerimizle.
— Gelmeyeydin, anac›¤›m, buralara, derdi adam arkam›z-
dan.
Ninem çabuk çabuk yerlefltirirdi ald›klar›n› zembile. P›rasa
demetini de benim kollar›ma s›k›flt›r›rd›.
— Etmeyin gevezelik. Yürüyün do¤ru hem de yolunuza...
Pazara akflam gelen al›c›lar, bizim oran›n insanlar› olurdu
ço¤unluk. Tümü da¤›n›k sebze, meyve sergilerinin önüne diz
çökerdi. Kalanlar›n aras›nda, en az çürük, en az pörsümüfl
olanlar›n› araflt›r›rlard›. Pazarc›lar ba¤›rarak, “Haydi topluyo-
ruz, akflam pazar› bu. Dördü yirmi befle limonlar, su küpü bun-
lar su...” diye mallar›n› överlerdi.
Biz döner dolafl›r baharatç›n›n önüne giderdik.
O bizim pazarda en be¤endi¤imiz sat›c›yd›.

78
Küçük tahta tablas›n› eflit karelere ay›rm›flt›. ‹çlerinde k›r-
m›z›biber, karabiber, tarç›n, çöreotu, karanfil, kekik, daha bil-
medi¤imiz çeflitli fleyler bulunurdu. Terazisi p›r›l p›r›ld›. Küçük
kesek⤛tlar›ndan birini, müflteriyi görünce çekerdi. O bizce pa-
zar›n en de¤erli fleylerini satard›. Terazisine, ak›l almaz küçük-
lükteki a¤›rl›k ölçülerini koyup k›ymetli fleylerini özenle tartar-
d›. Ninem onun biberlerini de be¤enmezdi.
— Abe o¤lum! Hiç ac› vermez bu biberler. Nas›l yapars›n
sen bunlar›? Alamaz yerini fi›pka biberinin bunlar.
— Bunlar› yapmam ben teyzeci¤im, derdi sat›c›. Bunlar
Çin’den Maçin’den gelir.
“Çin’den Maçin’den gelir” sözü, bizim solu¤umuzu keser-
di. Uzakl›k kavram›m›z›n, mahalleden öteye geçifli bu sözle
bafllam›flt›. Ellerimiz, kollar›m›z dolu, evin yolunu tutard›k.
Karanl›k çökmeye bafllay›nca bir y›¤›n karga ba¤r›flarak ya-
t›r›n oraya uçard›. Köflede, çeflmede s›ra bekleyenlerin renkleri
seçilmezdi. Çeflme yala¤›ndan taflan sular, yolu ›slat›rd›. Yaz
k›fl oras› hep ›slak olurdu. Ninem yak›n›rd› her zamanki gibi:
— Abe k›zanlar›m, topraks›z yerde yaflanmaz. Her yer
burada ev. Günefli gördü¤ümüz yok. Derler ki, gelmeyeydin.
Kim gelmek istedi, ben mi? Ah k›fl›n bile duvarlar› s›cak olan
evim. Çapaya ç›kt›¤›m›zda tarlakufllar› ötmezdi daha. K›fl›n
kar›n alt›nda toprak dinlenir suyunu al›rd› iyice. Topra¤› ka-
zard›k, yar›l›r gevflerdi. Bollu¤u bereketi ancak toprak anla-
t›r. Gençli¤imde olsayd›, ç›k›p giderdim buralardan. Yafll›l›k
zor dert. Ç›kmam›fl kimse gurbetteki topraklar›m›za bahçele-
rimize sahip. Almaz akl›m, bu erkeklerin çabas› niyedir? Al›p
bafllar›n› düflerler gurbetlere, viranlara. B›rak›rlar ata toprak-
lar›n›. Doksan Üç Savafl›’nda gitmifl, onca kan onca kol bacak.
Yi¤itler elma a¤açlar›ndan yapm›fllar kendilerine baston. Ol-
maz, anlamazlar hiçbir fley. Alamaz kimse topraklar›m›z› ko-
naklar›m›z› derim. Ne var bu viranlarda! K›tl›k neymifl gör-
düler iflte, daha da neler görece¤im durun durun...
Ninemin bu yak›nmalar› bildikti. Duymazd›k bile onu. O
kadar yafll›yd› ki, iki yüz yafl›na varsa bundan daha çok ihtiyar-
layamazd›.

79
Evde bir ifl yapmadan duramazd›. Ya bizi önüne kat›p pazara
götürür ya da “Mari Naciye!..” diye seslenirdi yengeme. “Yok mu
herhangi bir yerde flifllerim? Kalm›flt›r yar›m Hasan’›n çoraplar›.”
Naciye Yengem on befl y›ll›k kaynanas›na, ilk günkü sayg›
ve sevgiyle bakar çekinirdi.
Y›llarca önce onun gelin seçmeye geldi¤i günü hiç unut-
mazd›.
Bir haz›rlam›fllard› ki, evi avluyu.
Nas›l da s›k› s›k› süpürtmüfltü annesi. Evin giriflindeki s›ra
s›ra sardunyalar›, tek soluk yapra¤› kalmamacas›na ay›klam›fl-
lard›. Bahçe kap›s›n› aç›p da, avluya kim girse, evin, bahçenin
tozunu sanki bir cam parlat›r gibi al›nm›fl san›rd›. Annesi,
— Naciye, demiflti. Oldun bir gelinlik k›z. Hem güzel hem
iyi. Bilirsin Hala Adile gelecek, bilirsin Hala Adile temizdir, sert
bilinir, onun itibar› büyüktür. Bakma insanlar›m›z›n sert deme-
sine. O sertlik de¤il, aç›kgönüllülüktür. ‹sterim be¤ensin seni ve
als›n Hasan’a. Onun o¤ullar› kuvvetli ve merhametlidirler...
Ona aç›kt›r her ev, o her eve kendi avlusuna girer gibi girer. Bu-
nu da hak etmifltir...
Hala Adile o zamanlar elli yafllar›nda, uzun boylu, büyük
ad›mlar atarak yürüyen bir kad›nd›. Bafl›na örttü¤ü örtünün,
evde ve d›flar›da, tek buruflu¤u, tek lekesi olmazd›. fiöyle, çe-
nesinin alt›nda çevirip yana¤›n›n kenar›na ucunu sokard›. Si-
hirli bir örtüydü sanki bu. Her kez k›vr›lma yeri, s›rt›na dökü-
len yanlar›, efl uzunluktayd›. Hep ak örtüler tak›nd›¤›ndan,
de¤iflti¤i de seçilemezdi. Bir fleyin düzgünlü¤ünden temizli-
¤inden mi söz edilecek, Hala Adile’nin baflörtüsü gibi, denir-
di.
O¤ullar›n›n tümü onu sayarlard›. Onlar›n uygun bulmad›¤›
davran›fllar›n› görünce:
“Olmuflsunuz siz de bir adam sanki,” derdi. “Olunsayd›
uzamakla adaml›k, olurdu en büyük adamlar Çukurdere’nin
kavaklar›.”
Hiç ses ç›kmazd› odada.
Kocas› k›rk yafl›ndayken ölmüfltü.
Kocas›n› çok sevdi¤i, çok k›skand›¤› söylenirdi. Tarlaya,
bahçeye gittiklerinde ayn› s›rada çal›fl›rlard›. Bir güz do¤um

80
yapt›¤›nda ç›kamam›flt› onunla topra¤a. Kocas›n›n sabah az›¤›-
n› haz›rlarken,
“Abe” demiflti, “‹dris, neyin nesi, bu hep t›rafllanmak? Giy-
mek kara flayak ceketi, hem de çizgili mintan›?”
Kocas› iri elleriyle, minik burnunu tutmufltu,
“Getirece¤im sana bir ortak koca k›z” demiflti.
Hala Adile’nin bu flakaya verdi¤i karfl›l›k, raftan kalayl› ba-
k›r maflrapay› al›p onun yüzüne f›rlatmak olmufltu. Bu olay›,
Naciye Yenge’ye anlatt›¤›nda, “‹dris vurmad› bana bir fiske,
hem de herhangi bir fley. O güzelim yana¤› kald› kan içinde.
Kofltum süreyim diye merhem, ç›km›fl›m avlulara, dönerim bos-
tan beygiri gibi. Bulamam odan›n kap›s›n›. Sanki odan›n kap›s›
sokakta. Bir bakar›m ki, ‹dris durmufl d›flar›da, güler Allah gü-
ler. ‘Ne gülersin, k›r›las› ellerime mi?’
– ‘Hay›r’ der, ‘sen bilmez misin? Ben hep t›rafllan›r, hep bu
flayaklar› giyerim. Damatl›klar›m›, sen ç›karm›fls›nd›r giy diye.
Bunlar› sand›k basacak, diye’. Abe dosdo¤ru söylemifltir ada-
m›m. Ama dönmüfltür nas›l gözüm ki, bilememiflimdir hiçbir
fley. Biz olmufltuk her yerde beraber. Evet k›skan›rd›m onu gö-
zümden bile. Kald› o iz yana¤›nda. ‘Bir de yak›flt› ki, Hala Adi-
le’ derdi, ‘yapt›n bana bir iyilik, artt› yi¤itli¤im’.
O büyük temizlikten sonra gelmiflti Hala Adile.
Bütün tan›yanlar, ona olan çekinme, sayg› duygular›ndan
ötürü, “Hala Adile” derdi.
Bu genel akrabal›k duygusunu onun her zorlu¤a karfl› gös-
terdi¤i direnme, her olayda ortaya koydu¤u flaflmaz tarafs›zl›¤›
vermiflti.
“Hala Adile” derlerdi, “kimsenin hakk›n›, kimseye üst ta-
n›maz.” Gerçi ona duyduklar› sevgi, kolay, ›l›k, sar›c› de¤ildi,
ama de¤iflmez güvenliydi.
Onun gelini olman›n nas›l övünç verici bir fley oldu¤unu an-
nesi kendisine söyledi¤inde, Naciye Yenge pek aç›k seçik anlaya-
mam›flt›. O zamanlar on alt› yafl›ndayd›. Her sabah yata¤›ndan
bayramlara kalkarcas›na sevinçli uyand›¤› y›llar› yafl›yordu.
“Olur,” demiflti. “‹sterim beni be¤ensin.”
Hala Adile avludan geçip odaya girince, annesiyle öpüflüp
sedirin köflesine oturmufltu.

81
‹lkyaz›n o anlafl›lmaz gürültülerle dolu günlerinden biriy-
di. Taze otlar boy atm›flt›. Camlar› afl›p odalara doluyordu.
“Bunlar› k›z›m›z Naciye mi iflledi Saliha?” diye sordu¤un-
da, Naciye Yenge’yi bir atefltir basm›flt›.
“Evet Hala Adile.”
“Renkleri de o mu düflürdü?”
“Evet.”
“Sarma ve afl›rma yerlerini iyi doldurmufl eline sa¤l›k.”
Ürünler topland›¤›nda dü¤ün yap›lm›flt›.
O yörede, onlar›n dü¤ünündeki kadar silah at›lan dü¤ün
olmam›flt›, derler. Gerdek gecesi camlar› Hasan örtmüfltü gidip.
Camlar örtüldü¤ünde, d›flar›daki gürültüler kesilivermiflti.
Hasan’la ayn› oldu¤u o geceden bu yana Naciye Yenge ko-
cas›n› suskun, gülümseyen bir sevgiyle sevdi.
— ‹yi ki, Hasan’la evlendim, dedi. ‹yi ki!.. Onlara göreymi-
flim. Annem iyi bildi.
Evlerinin dirli¤i inanca, yetinmeye dayan›yordu. Bu o ve-
rimli, eli aç›k do¤an›n içindeki yetinmeydi. Buralara gelince ye-
tinmenin ne oldu¤unu ö¤rendiler. Kalanlar›n gerçekten dönül-
mezli¤ini anlay›nca.
Naciye Yengem, “fiifllerin nerede bilmem. Bunlar evcilik
oynarken alm›fl olmas›nlar?” deyince, “Kalm›flt›r Hasan’›n ço-
raplar› yar›m,” derdi ninem. “Donacakt›r mezbahada, o taflla-
r›n üstünde. Giyer tahta bir pabuç bilirim. Al›fl›k de¤ildir ›sla¤a
hem de karanl›¤a.”
— Üzme kendini anac›¤›m, derdi Naciye Yengem. Sen ge-
çenlerde örmüflsün ona bir çift, hiç giymemifltir daha. Sand›kta
da var iki çift, memleketten getirmifliz, etmeyesin telafl.
Ninem sesine öfke katard›.
— Bak konuflursun cahil cahil. Bilmez misin ki, üç y›kan-
mada yün çorab›n gider hav›, keçeleflir ›s›tmaz... Örelim hep
çorap ona. Bakmak için bize, gider sabah karanl›kta o ›slak yer-
lere. Hiç görmez günefl, hem de bir a¤aç.
Naciye Yengem üzgün, yere bakard›. Ninem, köflesinden
onu flöylece süzdükten sonra, “Hadi bre mari,” derdi. “Dalma
fazla derinlere. Bul benim flifllerimi.” Bilirdik t›¤lar yüklüktey-
di. Yengem onlar›, kaynanas›n›n gözleri yorulmas›n diye ora-

82
ya saklard›. Ninemin sol gözbebe¤ine iki y›ld›r, bir ak leke
oturmufltu.
Yengemin bir gün, alt kattaki Zehra Han›m’a dert yand›¤›-
n› duymufltuk. Zehra Han›m köflesinden, “Evet Naciyan›m” di-
yordu. “Çok yormas›n teyze gözlerini. Üstten ç›kan çarkç›n›n
annesinin gözüne perde geldi de, kad›nca¤›z gözünü kaybetti.
Üstelik teyze ondan çok yafll›. Ah bu gözlerin bozulmas› olma-
sa. Tanr› vergisi fleylerimizi de kaybedersek ne olur bunun so-
nu?”
Naciye Yengem, bu konuflmadan sonra, Zehra Han›m’›n
gözlerinin ne çok yoruldu¤unu düflünüp yüzünde derin bir
suçluluk anlam›yla geriye dönmüfltü. Ne denli didinse, sonun-
da yataklar›n kondu¤u yüklükten, fliflleri ç›kar›r nineme verir-
di. Ninem, amcam›n yar›da kalm›fl yün çoraplar›n› örmeye ye-
niden bafllard›. Elleri y›llard›r al›flt›¤›, bildi¤i örgüsünü üretirdi.
Oturdu¤umuz kat›n iki odas› vard›. Biri sokak yönünde,
öbürü arka bahçeye bakan, yemek yedi¤imiz, oturdu¤umuz,
konuk kabul etti¤imiz, yengemle amcam›n yatt›¤› odayd›. Bah-
çenin çevresi, büyük tafllarla örülmüfltü. Hemen duvar›n biti-
minde de, gene karanl›k eski evler ve uzay›p giden koca bir in-
cir a¤ac› vard›. A¤ac›n üstünde, yemifl verme mevsiminde bile
incir olmazd›. A¤aç alabildi¤ine büyümüfltü. Koyu gölgeli dal-
lar›, günefli aramaktan yukar›lara do¤ru al›p gitmiflti bafl›n›.
Günefl girmezdi ki bahçeye...
— Bu incir veremez bir yemifl, derdi ninem. Is›nmaz göv-
desi, almaz bir dal› günefl. Kalm›fl yoksulca¤›z buralarda. Ba-
harda gökte, denizde, toprakta her fley k›p›rdar, uyan›r; bunca-
¤›z kal›r hep böyle...
Öndeki odada Sabahat, ben, ninem yatard›k.
Geceleri yer yataklar› aç›l›nca, kabart›lm›fl yün yataklara ak
çözme çarflaflar serilirdi.
Ninem uzun uzun örtüsünü dürüp baflucundaki mor iflle-
meli bohças›na koyard›. ‹ncelmifl saç örgülerini, yatarken yu-
muflak uçuk mavi bir yemeniyle toplard›. Yatmadan ellerimizi,
ayaklar›m›z›, alt kattaki tafll›kta y›kamak zorundayd›k. Tafll›¤›n
idare lambas›yla ayd›nlanm›fl hüzünlü yar› karanl›¤›nda, Saba-
hat’la tulumbay› çekerdik s›rayla. Su, çektikçe daha so¤uk

83
akard›. Ac› suda kesilen, taneleflen sabunla y›kard›k elimizi yü-
zümüzü. Sokak kap›s›n›n oradaki küpten, çarflamba cinlerinin
ç›kacaklar› kuflkusu, her gece bu temizlik saatlerinde, korku-
dan içimizi kat›lt›rd›. Sular›n donmas›n› az m› isterdik, y›kan-
mamak için. Oysa, yandaki deniz astsubay›n›n evinde, kar ya-
¤›nca terkos borular› donard› da, bizim tulumba hep akard›.
Suyu ellerimize yüzümüze vurdukça, k›zaran buzlaflan deri-
miz, uykunun ›s›tan, gönendiren beklemesine haz›rlanm›fl olur-
du. Yataklar›m›za girince, kal›n yün yorganlar›m›z› iyice çeker
yok olurduk. Ninem bir fleyler okurdu yatakta m›r›l m›r›l. Oku-
mas› bitince keyifliyse o gün, ninemin keyifli olmas› amcam›n
ifl dönüflü bizlerle bir iki kelime konuflmas›na ba¤l›yd›.
— Uyudunuz mu benim yavrular›m? derdi.
Burunlar›m›z› yorgandan ç›kar›p,
— Ninecim, derdik, ›s›nd›k, ama uyumad›k. Anlatsana bir
fleyler.
— Yok mari. Olmaz gecenin bu saatinde. Kalkar her biri
ezanda. Sabah giderler ifllerine. Hiç durmadan çal›fl›rlar hep.
Geldik buralara ne oldu? Ç›kmad› bize kimse sahip. Vermedi-
ler herhangi bir ifl. Ald›m o¤luma Naciye’yi de, o da geldi oldu
burda periflan. Solacak gül gibi yanaklar›. Ama söyleyemem
kimseye. O¤lum k›zar bana, “Sus be ana! Tutturma ‘Memleket
memleket’ diye. Bilir ki, büyüklerimiz ça¤›rm›flt›r bizi buralara.
Çal›fl›r geçiniriz.” Bir o çal›fl›r. Mezbahada keser güzelim hay-
vanlar›. Hiç konuflmaz oldu. “Baflka ifl yok mu mari?” diye her
gördü¤üme sordum. Fabrika var derler. Biz makine hiç bilme-
yiz. Toprakt›r bildi¤imiz. Ama topra¤› iyi biliriz. O¤lumu da
koruyamam yün çorap örmekle o kanlardan, o karanl›ktan. Ne-
rede tafl› topra¤› derler ‹stanbul’un, alt›nm›fl diye. Zaten tafltan
olmaz alt›n. Toprak da burada yok...
Oday› bir yabanc›l›k sarard›.
Sabahat’›n a¤lam›fl olaca¤›n› düflünürdüm.
Amcam›n eklem yerleri genifllemifl ellerini, parmaklar›n-
daki derin, kapanm›fl yara yerlerini düflünürdüm. Bayramlar-
da, yengemin özenle haz›rlay›p ütüledi¤i ipek mendilini bir
türlü katlay›p cebine koyamazd›. ‹pek, a¤aç kabuklar› gibi
sertleflmifl ellerine tak›l›p ipliklenirdi. Amcam› bayramlarda

84
tertemiz yaparlard› yengemle ninem. Onun sanki derisine
geçmifl olan a¤›r et kokusunu yok etmek için, tenekede ›s›t›lan
sular› arka arkaya tafl›rlard› gusülhaneye. Amcam o günler
baz› fleyleri unutmufl gibi olurdu. Kara giyimlerini giyer, ince
yakal› mintan›n›n akl›¤› yorgunlu¤unu ayd›nlat›rd›. ‹lle de o
ipek mendil cebe konurdu. Bu bayram›n töresiydi. O mendil-
se, Naciye Yengemin damatl›k arma¤anlar›ndan arta kaland›,
di¤erleri sat›lm›flt›. Elini gidip öperdik Sabahat’la. O kat›, bo-
zulmufl elini öptü¤ümde, içimde büyüyen güvenle, sevgiyi ta-
fl›yamaz olurdum. Gözlerime yafllar dolard›. Babam ölmüfltü
üç y›l önce, ama san›r›m babam› da, yaflasa, amcamdan daha
çok sevemezdim. Yengem, “Amca demek yar› baba demektir”
derdi.
Geceleri, ninemin en yak›n› bizler olurduk.
Yafll›l›¤› çevresinden sezilecek diye çok korkard›.
Bu korku, o kadar içtendi ki, kufl gibi sessizce uyur, sabah-
lar› kalkt›¤›nda, bedeni kendine bir sakarl›k yapt›r›r diye kim-
seyi uyand›rmazd›.
Ufak devinmelerle yatakta do¤rulur, usul usul, suyu çekil-
mifl oynak yerlerinin dayan›kl›l›¤›n› denerdi. O, da¤lardan bu-
raya kopup gelmifl Hala Adile’yi çok severdi. Onu yeterince
dinç, yeterince ‘muhtaçs›z’ ayakta tutmak için her çabay› göste-
rir ve baflar›rd› bunu. Biz uyur gibi yapar, onun gününe baflla-
mak için bedenini buna al›flt›rmas›n› kirpiklerimizin aras›ndan
izlerdik.
Ak örtüsünü bafl›na dolad›ktan sonra çoraplar›n› giyerdi.
Ayaklar›n› o denli temiz tutard› ki derisi saydamlaflm›flt›.
Sonra ç›kard› odadan.
O saatlerde evde kimse uyanmam›fl olurdu. Amcam›n sa-
bah haz›rl›¤›n› geliniyle birlikte görürdü ninem.
Biz yeniden uykuya dalard›k.
Uyand›¤›m›zda, amcamdan ve Zehra Han›m’›n kocas›n-
dan daha sonra ifle gidenlerin ayak sesleri, sokaklar› doldu-
rurdu. Bunlar, yedide çalan tersane düdü¤ünün iflçileriydi.
Yataktan kalk›nca, cama burnumuzu dayay›p onlar›n geçifli-
ne bakard›k. Giyimleri ya¤dan kirden kat›laflm›fl, yüzleri efl
yorgunlukta adamlard› bunlar. Baz›lar›n›n ellerinde bak›r ye-

85
mek taslar› olurdu. Bu, kad›nlar›n›n sevecenli¤ini belirtirdi.
Bizce, yengem gibi ipekten, melekten olma kad›nlar haz›rlar-
d› onlar›n az›klar›n›. Bu düflünce tersane iflçilerinin kat› yüz-
lerindeki yoksullu¤u silerdi. Yengem gibileriyle, yoksulluk
çekilir olurdu çünkü. Biz bilmezdik ki yoksul oldu¤umuzu.
Alttaki Zehra Teyzeler varken, bilmemiz olanaks›zd› da. Biz-
de kabart›lm›fl yün yataklar serilirdi geceleri. Ak çarflaflar›n,
çivitte durulanm›fl mavili¤inde en güvenli çocuk uykular›m›-
z› uyurduk. Yoksulluk, horlanmak de¤il miydi? Bizi kimse
horlamazd› ki. En çok azar› ninemden iflitirdik. O azarlar
onun Türkçesiyle e¤lendirici olurdu.
Bu tersane iflçilerinin gülmezli¤i, umutsuzluk verirdi bize.
Ama umutsuzlu¤umuzu ayd›nlatan iflte o yemek taslar›yd›.
Sabahat az konuflurdu. Hiçbir aç›klamada bulunmazd› bu
insanlar için bana. ‹kimizi de ayr› bir yerde düflünemezdim.
Ne yapacaksak ‘biz’ derdik. Az gülerdi. Yüzündeki an-
lam, yengemi an›msat›rd›. Kâkülü gözlerine dek uzard›. Saç-
lar› çok uzundu, buraya geldiklerinde kesmifllerdi. Kesilmifl
saçlar› yald›zl› kahverengiydi. Yüklükteki karanfil ifllemeli
bohçada, tülbentle sar›l› duran bu saçlara arada bir bakard›k.
“Küstü mari saçlar›” derdi ninem. “Karard› kald›.” Yengem
yine gülümserdi. Gerçekten, Sabahat’›n o kesik saçlar› par›lt›-
lar›, bükülüp kaymalar›yla, canl›l›klar›n› hiç yitirmemifllerdi.
Buraya gelip yerlefltiklerinde, Sabahat’›n saçlar›n› örüp uçla-
r›n› boncuklarla süsleyen yengem, kesmiflti k›z›n›n saçlar›n›.
Ufac›k çocu¤unu, nerelerde bar›nd›raca¤›n› flafl›rm›flt› ilk
günler. Ba¤lar, bahçeler yoktu art›k. Küçük k›z, öyle, sessiz,
köflede kalakal›yordu gün boyu. A¤lay›p ba¤›rsa üzülmezdi.
Onun bitmemifl bir yolculu¤un sonunu beklermiflçesine su-
sup oturmas›, yengemi yaral›yordu.
Havalar›n ›s›nd›¤› bir ilkyaz günü kap›n›n önüne b›rakm›fl-
t› çocu¤unu.
K›z›n›n iyi huyuyla, kendini öbürlerine sevdirece¤ine ina-
n›yordu.
Bir ara iflinden bafl al›p sevinçli sesleri görmeye ç›kt›¤›nda,
çocuklar›n Sabahat’› saçlar›ndan tutup at gibi koflturduklar›n›
gördü. Bir de tekerleme tutturmufllard›:

86
“Edirne Çingenesi, ne de uzun yelesi...”
Evde, o akflam, Sabahat’›n saçlar›n›n kesilip kesilmemesi
için ç›kan tart›flmada, ninem sesini yükselttikçe, yengem o sus-
kunlu¤unu hiç yitirmemiflçesine sürdürdü¤ü konuflmas›yla,
“Bak›m› zor oluyor, hem çocuk zay›f” diyordu.
Sabahat, “Öyle hofl ki, nine” demiflti, “Beni at yapt›lar.
Hem biz Edirne Çingenesiymifliz.”
Ninem flöyle bir dolaflm›flt› oday› çepeçevre:
— Nereden bilirmifl onlar Edirne’yi. Bizi trenle b›rakm›fllar-
d› oraya. Buran›n kavruk çocuklar›, Edirne’yi hem de Çingenele-
ri ne bilir. Bir güzel flehirdi ki Edirne flehri. Naciye, “Edirne böy-
leyse anac›¤›m,” demiflti, “‹stanbul kim bilir nas›ld›r?” Apayd›n-
l›k camileri vard›. Meriç Nehri derler o koca suyun sesi nerede
olsak duyulurdu. Bahard› biz Edirne’ye girdi¤imizde. Meriç
Nehri cofltukça coflard›. Bir ç›nar a¤açlar› vard› orada, bakmakla
bitmez. Vatan topra¤›yd› iflte, gelmifl kavuflmufltuk. O Edirne
flehrini gördü¤ümde, gitmem diye direnmelerimi unutmufltum.
Orada her fleye, a¤açlara, sulara, insanlara yer vard›. Hele Edir-
ne’nin o tafl köprüsü yok muydu. Apak mermerden, orta yerin-
de padiflah oturma yeri. fiaflm›flt›k ona. Günefl her yanlar›ndan
giriveriyordu. “Ne cana can katarak yapm›fllar bu Edirne flehri-
ni,” demifltim. Kapal›çarfl›s›n› gezdi¤imizde yabanc› yabanc›, el
el, kimse bize demedi neredensiniz diye. Oralara yak›flm›flt›k
biz. Oran›n insan›yd›k sanki. Benim ak örtüme de, onun uzun
uzun s›rt›ma düflmesine de tak›lan olmad›. Ö¤leyin d›fla do¤ru
uzan›p a¤aç gölgelerinde az›¤›m›z› yedik. ‹çimizin ac›s›n› azalt›-
r›z, diyordum. Al›fl›r›z buralara da. ‹stanbul’da da tutar›z bura-
daki evlerden. Su sesleri duyulur bir ev. Ovar›z onun tahtalar›n›,
sereriz örtülerimizi serin, temiz. Tafl›r›z çeflmelerinden sular›m›-
z›. S›zar testilerden d›fla serinlik. Topra¤›m›z olmasa da, topra¤›
a¤ac› görürüz. ‹fller Naciye en güzel örtüleri, yast›k bafllar›n›.
Herkes flaflar, “Nas›l yapm›fl Hala Adile’nin gelini Naciye Ha-
n›m bu âfl›k yolunu, hem de hiç gevfletmeden ipli¤i?” Korkmaz-
d›m ölmekten gurbette. Beklerdim, ne zaman gidece¤im ‹dris’in
yan›na. Meltem bafllam›flt› esmeye. Ö¤le az›¤›m›z› yiyip döner-
ken, bir s›¤›r sürüsü geçmiflti yan›m›zdan. Bö¤ürleri ak lekeli
inekler a¤›r a¤›r bize bakm›fllard›. S›rtlar›nda hiç karg›lan›p da

87
delinmifl tüysüz bir yer yoktu. Memelerinden belliydi yeni do-
¤urduklar›. Ço¤u buza¤›lar›n ayaklar› sürüye kat›lacak gibi güç-
lenmedikçe ç›kmazlar otlamaya. Memeleri dolup sanc›yan gür-
büz hayvanlar arada bö¤ürüyorlard›.
“‹yi bakarlar hayvanlara burda mari Hasan,” demifltim.
Hasan da gülüyordu. Elleri olmam›flt› daha buradaki gibi. Tu-
tup okflam›flt› birinin s›rt›n›, “Naciye’nin saçlar› sanki, Hala
Adile,” demiflti. Naciye’nin yanaklar› hemen al çuha? Keyifle-
nince o¤ullar›m, ‘Hala Adile’ der bana. Yeniden kuraca¤›z di-
yordum iyi bir düzen. Gelmifltik kendi vatan›m›za. Belki kalk-
mayacakt›k sabahlar› avlulara çardaklara. Yazm›flt› gazeteler,
öyle derdi Hasan: “Irkdafllar›m›za açt›k vatan topraklar›n›. Hü-
kümet olarak, düflünürüz her bir ihtiyaçlar›n›...”
“Edirne’nin köprülerini görmüfl mü de bu yalak a¤›zl›lar›n
k›zanlar›, derler Sabahat’a Edirne Çingenesi... Benim ak›ls›z ge-
linim de, keser onun alt›n saçlar›n›. Bak! Ben ç›karm›fl m›y›m ak
örtümü kafamdan? Ba¤›r›rlar bana sokak uçlar›na kadar, ‘Gâ-
vur nine! Gâvur nine!’ diye. Belli ki bunlar gâvuru san›rlar bir
baflka fenal›k. Cahil olmas›n kimse, bilmez o zaman baflkalar›
da insand›r. Kesme Naciye saçlar›n› bu masumun.
Naciye Yengemin de¤iflmeyen yüz anlam› içinde a¤lad›¤›-
n› zor anlam›flt›k.
Ninem sevgisini göstermeden sevme töresine olan ba¤l›l›-
¤›n› unutup sar›l›vermiflti gelinine.
Bu ilk kez oluyordu bunca y›ld›r.
Bir de sayarsak dü¤ün gecesi öpmüfltü onu.
Ama bu denli içten bir sar›lma de¤ildi o. Kuraca¤› yetkiyi
pekifltirmek için ölçülüydü.
“A¤lama bre benim ipek gelinim,” demiflti. “K›zlar›m
olayd›, k›zlar›mdan has k›z›m olurdun. Bakma bana, benim
cad› kaynanal›¤›ma. Kes k›z›n›n saçlar›n›. Onu dokuz ay sen
tafl›d›n. A¤r›lara sen karfl› ç›kt›n. Ben art›k ihtiyar›m. Horlan-
mak beni üzmez. O çocuk. Buralara uyup kaynaflmazsa ezilir
gider. Biz olsa olsa üzülürüz. Biz oralar›n insanlar›y›z. Bollu-
¤un ne oldu¤unu biliriz. Cömertli¤in ne oldu¤unu biliriz. Kes
k›z›n›n saçlar›n›.”
Sabahat’›n kesilen saçlar› eski renginde uzamam›flt› hiç.

88
Mahalledeki çocuklar, bizi ister istemez, pis göçmenli¤i-
mizi unutup aralar›na al›r oldular. Gene de ad›m›z ‘pis göç-
menler’di. Oysa biz, oran›n üstü bafl› en temiz çocuklar›yd›k.
Eski ve yamal›yd› giysilerimiz, ama kir olmazd› üstlerinde.
Gün boyu sineman›n yan›ndaki arsada, koflmaca, saklambaç
oynard›k da, boynumuz karar›p kirlenmezdi. Onlar›n çocuk
boyunlar› zamanla yerleflmifl bir kir dalgas›yla kapl›yd›. Y›ka-
n›yorlard› arada kuflkusuz, ama kirliydiler. Yengemin tek tut-
kusu burada da memleketlerinin törelerini ayakta tutmakt›.
Temizlik, onlar›n geldikleri yere olan ba¤l›l›klar›n› kan›tlayan
tek güç olmufltu.
Akflam bas›nca, sokaktan eve dönerdik, yorgunlu¤u bil-
mez çocuklu¤umuzun savruk neflesiyle. Ak patiskadan perde-
ler s›k›ca kapat›ld› m›, mutluluk dolu eski düzenleri yeniden
kurulurdu. Amcam y›kan›p paklan›p giyinirdi. Onun ev giyi-
mi, bir gece h›rkas›, uzun çizgili bez bir pantolondu. H›rkas›n›n
alt›nda, ele güne giymek için dikilip iyice eskidi¤inden eve ay-
r›lm›fl bir mintan olurdu. Bu mintanlar›n ustaca yap›lm›fl yama-
lar›n› görmek güçtü. Yengem buralara gelince, iflleyip satmak
istedi¤i ifllerine al›c› bulamad›¤›ndan, o üstün i¤ne ustal›¤›n›
bizim dikifllerimize vermiflti.
Ninem, “Alm›yorlar mari, Naciye’min ifllerini,” derdi. “Ev-
sahibimize söyledim. Bir yafll› kad›n, hiç gülmez. B›rakm›fl ko-
cas› bu evi. O da kalm›fl tek bafl›na. ‘Zaten hep kocas›zd›m,’
der, ‘Adile Han›m.’ Çünkü, kocas› gidermifl denizlere. Eh! zor
olmufl kad›n›n günleri. ‘Al bak Bihter Han›m bu ifllemeleri,’ de-
rim. ‘Dik yast›k baflça¤›zlar›na, mis gibi uykular uyu yap›p ba-
na dualar’ –‘Yok,’ der. ‘Ben dikerim dantela.’ Derim, ‘Örsün
Naciye sana t›¤la en güzel dantelalar›’– ‘‹stemem’ der, ‘makine
dantelas› daha ucuz.’ Ne yapacak onca paray› bu kad›n! Oturur
tek bafl›na, bir baflka can yan›nda yok. Bu evden ald›¤› para da
tek cana yeter artar. Verdi bir tersane ustas›na üstteki yeri. Ge-
lecek yeni gelin, flenlenecek bizim ev. Ama inmedi bir kurufl ki-
radan. Bir gün çekerim tulumbadan su, çal›n›r kap› durmadan.
Bu alttaki Zehra Han›m açamaz kalks›n kap›y›. Almam günah›-
n› ay›plamam kad›nca¤›z›, ifller, o cam parçalar›n›. Naciye le¤e-
nin bafl›nda. Gidip açt›m kap›y›. Gelmifl bir delikanl› adam. Ku-

89
ruca bir adam. O sordu: ‘Kiral›k varm›fl burada. Yeni gelin geti-
rece¤im.’ Bir sevindik Naciye’yle, hem nas›l... Dedim ben: ‘Eh
ç›kacak bize bir komflu. Etmeliyiz ona hep yard›m.’ ‹nmez bu
Bihter kad›n kiradan. O üst kat. Al›r belki daha çok günefl. Ma-
kine danteli nerde, Naciye’nin dantelleri nerde. O, hasad› bek-
lerken çardakta oturup ifllerdi. Günefl al yanaklar›na gidip gel-
dikçe akflam yelinin ç›kt›¤›n› anlard›m. Eh onlar da bir gün-
müfl...”
Amcam› rahat ettirmek çabalar›n› hiç yeterli bulmazlard›
ikisi de. Geceleri, b›rakt›klar› evlerine yeniden dönmüfl olma
duygusu onlara bir savrukluk, bir gevezelik verirdi.
Ninem ördü¤ü ilmiklerin say›s›n› unuttu¤unu, çorap kon-
cunun genifl olaca¤›n› söyleyince, yengem oray› sökmesi gerek-
ti¤ini, yoksa çorab›n boruçiçe¤ine dönece¤ini söyleyerek yan›t-
lard› onu. Ninem, sök demenin kolayl›¤›ndan, örmeyenin bunu
umursamadan söylemesinden yak›n›rd›. Bu konuflma da tatl›
bir tart›flma gibi sürerdi.
Amcam onlara kat›lmazd›. Uzun kirpikli gözleriyle, dur-
gunlu¤unu sürdürürdü. Kirpiklerinin bu afl›r› uzunlu¤u, onda-
ki bir erke¤e yak›fl›r yüz çizgilerinde tek yan›lmayd›. Bazen du-
rup dururken, “Sök demesi kolay, Naciye,” derdi, “Hala Adile
hakl›.”
Ninemle yengem, karmakar›fl›k çabucak yan›tlard›.
“Ya bre Hasan bu kar›n oldu bir geveze. Hem bana unut-
kans›n der, hem kaybeder her gün fliflleri ve çoraplar›.”
Amcam yengeme bakar, bizi flafl›rtan sevgi yüklü sesiyle,
“Olmal›s›n sen bir itaatkâr gelin Naciye. Bak k›zmaya gelmez
Hala Adile,” derdi.
Bu aralar›ndaki mutlulu¤un doruk noktas› olurdu. Ninem-
le yengem, onun iç yaralar›n› yitirdi¤ini, her fleyi biraz da olsa
azaltt›klar›n› san›p mutlan›rlard›. Bu iki kad›n›, flaflk›n, kayg›l›
yapan iflinden hiç söz etmezdi amcam. Ama onlar, o suskunlu-
¤un tedirginli¤ini atamazlard› içlerinden. Güldü¤ü zaman ay-
d›nlanan yüzüyle amcam›n onlar› ne denli sevdi¤i her tutu-
mundan belli olurdu. Bizi de çok severdi. Buradaki bayramla-
r›nda, onlar bizim sevincimizin d›fl›nda mutlu de¤ildiler. Gene
de a¤›rbafll›, gerekeni yap›yorlard›.

90
O flafl›lacak bayramda ilk kez hemflerilerinden birilerinin
gelece¤ini müjdeledi amcam.
“‹shak,” dedi, “kar›s›yla Eyüp’e gitmifl. Bugün dönüflte ba-
na rastlad›lar vapurda. Diriler kavuflur derler ya, do¤ru. Ver-
dim buran›n tarifini. Gelecekler öpmeye elini senin. Ve sora-
caklar her birimizin hat›r›n›.”
Ninem gene gereksiz dönmeye bafllad› odada.
— Hangi ‹shak, mari o¤lum? Hay Allah, bizim ‹shak m›?
Deme mari Naciye, deme mari Hasan, olmal› bir hay›r bunda.
Hay Allah, olmal› bir hay›r. Görmüflüm dün gece rüyamda aln›
ak›tmal› k›rm›z› taylar, sulam›fl›m onlar› yeflil yalaklarda. Var
bunda bir hay›r.
Konuk beklemenin sevinci, burada geçirdikleri bayramlar-
dan birine ilk kez anlam katm›flt›.
— Bayram dedi¤in, iyiliklerimizi pekifltirmek de¤il midir?
diyordu ninem. Bu da biz bize olmaz. Olmal› baflkalar›, bakma-
l›y›z ne kadar severiz onlar› ve seviniriz onlar için. Çok yaflas›n
‹shak o¤lan. O senden vard›r befl yafl daha küçük. Bir oyunda
sizle bafl edeyim derken yar›lm›flt› aln› tafla çarp›p. Anac›¤› kofl-
mufltu bana. ‘Tutmaz elim aya¤›m. Hala Adile,’ demiflti. ‘Kafas›
‹shak’›n durmaz kanar. Bilmem ne yapay›m.’ ‹shak’ça¤›z kufl-
lar gibi 盤›r›rd›. Y›kam›flt›m duru suyla yaras›n›, kesme sar› tü-
tün bas›p sarm›flt›m yumuflak tülbentle. Hay bre ‹shak hay. De-
mek onlar da göçmen ç›km›fl. Eh nerde dururmufl anac›¤›? ‹yi
bir kad›nd›, dirlikli bir kad›nd›.
Amcam, “Ölmüfl anas›,” deyince ninem,
“Nerede ölmüfl?” diye sormufltu.
“Memlekette. Bura yolunun haz›rl›klar› yap›l›rken.”
Ninem susup, ak örtüsünü birden aç›p yeniden ba¤lam›flt›.
‹shak Amca’yla kar›s› gelene dek, evin her yan› yeniden
dikkatle gözden geçirildi.
— Olmas›n bir yaramazl›k herhangi bir yerde, diyordu
ninem. ‹shak’›n anas› titiz kad›nd›. fierife’yi do¤urdu¤unda
sabah yard›ma ç›km›flt›k. Evini bir gelin evi gibi bulmufltuk.
Camlar ard›na kadar aç›k, perdeler uçuflup dururdu. Tahtala-
r› yeni silmiflti. fierbeti cam sürahiye doldurup üstünü, pem-
be bir bezle örtmüfltü. fierifecik oyal› bafll›¤›n›n içinde uyu-

91
yordu. ‘Ne yapt›n k›z, kalk›p ayaklara lo¤usal›¤›n› bilmeden’
deyince gülüvermiflti. Bir de ikram için davranmaz m›. Hay
mari ‹shak hay, nas›l da flaflar›m bu ifle. fierife do¤du¤unda o
daha befl yafl›ndayd›. Kafas›nda saçlar› dik durur boz bir o¤-
land›. Mari flaflar›m bunlara ben.
‹shak Amcalar› karfl›lama haz›rl›¤›na bizi de katm›fllard›. Sa-
bahat’la koflturuyorduk. Y›kanmas› gereken yeflillikleri birimiz
tulumbadan su çekip öbürümüz y›k›yorduk. Evdeki al›flmad›¤›-
m›z bu canl›l›k, gülüflümüzü ço¤alt›yordu. Sabahat muskas›n›n
boynundan görünmesine art›k ald›rm›yordu. Tulumbay› gücü-
müzün yetti¤ince ayn› h›zla çekiyorduk. Suyun çevreye s›çrad›k-
ça üstümüzü ›slatmas› gülmemizi kahkahalara çeviriyordu.
Ninem yukar›dan, “Oldunuz siz de bir tango, gelecek ‹s-
hak hem de gelini, siz ba¤›r›rs›n›z gurk tavuklar gibi,” diye ses-
leniyordu.
Yengem, nedense arad›klar›n› bulam›yordu. Bilinen fleyler
sanki yerlerinde de¤ildi.
Ö¤le yeme¤ini ilk kez çabuk, bafltan savma yedik. Amca-
m›n oldu¤u günler yemek ayr› bir önem kazan›rd›. Tek çeflit
olan yeme¤imizi dizlerimize peflkirlerimizi koymay› bile unu-
tarak yedik. Durmadan konuflup gülüyorduk yemekte.
Amcam bize bak›p, “Bunlara oldu bir hal, Hala Adile,” di-
yordu.
“Bilmezsin sen onlar›, nedir onlar,” diyordu ninem. “Ne
çekeriz onlardan biz.”
Söylediklerine yüzünün anlam› hiç uymuyordu. En büyük
ilençleri bu anlamlarla söylese, en büyük sevecenlikleri tafl›ya-
cakt› gene de.
Kuflluk vakti kap› çal›nd›. Biz açmak için se¤irttik.
“Yok,” dedi ninem, “Naciye açs›n.”
Yengem afla¤› indi.
Merdivenlerden konuklarla ç›karken, ninem ilk kez giy-
di¤ini gördü¤ümüz mor kadife ceketinin yenlerini düzeltti
özenle.
Amcam oda kap›s›na do¤ruldu.
‹lk yengem girdi içeri, ard›ndan ‹shak’›n gelini dedikleri
uzun boylu, üstünde yengemin yeldirmesi gibi bir giyim olan
kad›n, sonra da kafas›n› taflla yarm›fl olan ‹shak Amca girdi.

92
Biz ‹shak Amca’y› umdu¤umuzdan yafll› bulduk.
Odada k›sa bir susma oldu, amcam, ‹shak Amca’y› omuz-
lar›ndan tutup yanaklar›ndan öptü.
“Hofl gelmiflsiniz evimize ‹shak,” dedi.
Sonra ‹shak Amca’m›n gelinine dönüp, “Sen de hofl gel-
miflsin gelin,” dedi.
‹shak Amca, amcam›nkine efl bir kara elbise giymiflti. Giyi-
mindeki tek eski fley kunduralar›yd›. Öylesine üst üste yaman-
m›flt› ki, tafl›nmas› güç bir görünüm alm›fllard›.
Ninemin elini öpmeye do¤ru giderken,
“Kunduralar›m› ç›karmay› unutmuflum” dedi. Naciye gelin,
“Ç›k ç›k, buras› daha ç›karma yeri de¤il,” dedi. “Unutmuflum.”
‹shak Amca’m›n gelini, “Bizde de ö¤renemedi hiç,” dedi,
“nerede kundura ç›kar›l›r. Bir zaman b›rakt› sokak kap›s›nda.
Ya da girer odaya, iflte böyle. Laz›m ona bir avlulu ev.”
Ninem, ‹shak Amca’m›n gelinini be¤endi¤ini belli eden bir
tutumla, sedirden aya¤a kalkt›. Elini geline uzatt›.
“Evet laz›m hepimize bir avlu, ‹shak’›n gelini,” dedi. “Hofl
gelmiflsiniz buralara.”
Yeniden susuldu.
Amcam, ‹shak Amca’m›n kunduralar›n› d›flar› ç›karan yen-
geme bak›yordu.
Yengem her bayram giydi¤i sar› ipekten giyimini giymiflti.
Bollaflan belini bir mavi kemerle s›km›flt›. Onun giderek zay›f-
lad›¤›n› tümümüz gördük.
— Ne dersin kardeflim ‹shak, dedi amcam. Geç flöyle, köfle-
ye otur...
‹shak Amca, kar›s›, ninem sedire s›rayla oturdular.
‹shak Amca’n›n gelini yeldirmesini ç›karmam›flt›. Aya¤›n-
da kal›n iplik çoraplar vard›. S›rt›ndan afl›p gelen ayd›nl›k, çev-
resini hareliyordu. Bafl›ndaki renkli parlak örtünün yanlar›n-
dan taflm›fl saçlar›, sar›, p›r›l p›r›ld›. Kuru, kemikli ellerinin biri-
ne k›rm›z› tafll› bir yüzük takm›flt›.
‹shak Amca’n›n aya¤›nda, ninemin amcama ördü¤ü yün
çoraplar›n ayn› vard›. Uzun boylu insanlar›n ço¤u gibi, ‹shak
Amca da elleriyle genifl devinimler yaparak konufluyordu.

93
Biz Sabahat’la hem ‹shak Amca’y› hem onun gelinini sev-
mifltik.
Ninem oturdu¤u yerde, mor kadife ceketinin daha aklaflt›r-
d›¤› baflörtüsüyle, mutlu gülümser duruyordu. Onu ilk kez
böyle, her fleyle uyum halinde görüyorduk. Amcam, ‹shak Am-
ca’n›n anlatt›¤›n› dostluk dolu bir ilgiyle dinliyordu.
— Çal›fl›r›m ben dericilik iflinde, diyordu ‹shak Amca. Bu-
rada sereriz derileri kurusun diye. Belki görmüflsünüzdür o ka-
le surlar›n›. Oradad›r bu deri yerleri. Bulamad›k bir baflka ifl.
Ö¤renmemifliz memlekette topraktan, hayvandan baflka fley.
Bir göz oda tutmufluz Rami’de, ben giderim flafakta ifle, gelirim
ta yats›da. Anca yatmak, yemek için kal›r bir vakit. ‹yi oldu
rastlad›m Hasan’a, yok bir konu¤umuz, bir tan›fl›m›z, a¤›rlaya-
l›m onlar›. Bu da yabanc›lar buralar› hep. fierife kald› memle-
kette, gelmedi, diretti. Olmaz oralarda art›k tat tuz. Ama o der,
“Giyemem gürbüz bedenime dar cepken. Biz ancak oluruz de-
de topra¤›nda rahat...”
‹shak Amca’n›n gelini utançla gülümsüyordu kocas› konu-
flurken. Ninem çabuk çabuk,
“Mari ‹shak de¤ilsiniz art›k yaln›z,” dedi. “Gelsin, gelin
hep buraya s›k›ld›kça, olsun bizle bir arada Naciye’m yapar
ona ablal›k. Says›n beni de bir anne. Says›n çocuklar› kardefli.
Olmad› m› daha bir çocu¤unuz? Eh daha gençsiniz bre k›zanla-
r›m. Daha kurumad› ilikleriniz. fierife’cik olmal› benim toprak-
tan herhal. Bir çak›r k›zd› o da, tuttu çak›r damar› bildim. Ora-
lar bizim yedi göbek vatan›m›z. Olamaz bize yabanc›...”
‹shak Amca susmufltu.
Yengem gidip cam tabaktaki sak›zl› flekerlerden getirdi.
Ben arkadan su tutacakt›m. Sonra Sabahat kolonya serpe-
cekti. Kolonya bitince de fliflesi bizim olacakt›.
Bu iflbölümü ‹shak Amcalar›n gelmesinin konufluldu¤u ge-
ce yap›lm›flt›. Yengem flekerleri getirdi¤inde biz de görevleri-
mizi yapmak için ç›kt›k.
Sabahat, “‹shak Amca’n›n gelini ne güzel de¤il mi?” deyince,
Ben de “‹shak Amca’n›n gelini ne güzel de¤il mi?” dedim.
“Hele saçlar› alt›n gibi.”
“Ben de öyle demek istemifltim,” dedi Sabahat.

94
Bize verilen görevi büyük bir özenle yapt›k.
Deminki konuflman›n odada bir fleyler de¤ifltirdi¤i anlafl›l›-
yordu. Ninem, “Bak ‹shak” dedi, “bu akflam birlikte yemek yi-
yece¤iz. Onun için gelin ç›kars›n yeldirmesini. “
Yengem de, sessizli¤i yok etme çabas›yla, ‹shak Amca’n›n
gelininin soyunmas›n› üstelemeye bafllad›. “Yok, olur mu ya?” fi-
lan dediler önce. Sonra ‹shak Amca kara ceketini, gelin de yeldir-
mesini ç›kard›. ‹çinde, t›pk› yandaki oturan astçavuflun kar›s›n›n
giyimine benzer süslü bir basma vard›. Kollar›na, yakas›na, kendi
kumafl›ndan f›rf›rlar çevirmiflti. Küçücük dü¤melerle ilikledi¤i
yakas›, ince güzel boynunu bir çiçe¤i çevreler gibi çevreliyordu.
Sabahat’la ben öylesine vurulmufltuk ki ‹shak Amca’n›n
gelinine, bir de bu giyimi görünce.
Yengemin sedirin üstüne b›rakt›¤› flekerlikten arada uza-
n›p fleker yiyorduk. Ninem, ‹shak Amca’n›n sa¤l›¤›n›n iyi gö-
ründü¤ünden söz ediyordu. Sesi inand›r›c› de¤ildi. Biz onun
sesini iyi tan›rd›k.
“Siz,” diyordu. “Hasan’la sen, o¤lum ‹shak, ak tenli adam-
larm›fls›n›z. Bilmezdik biz bunu eskiden. ‹yi ki, geldik de bura-
lara ö¤rendik iflin do¤rusunu.”
Bu flakaya gülüyorlard› birlikte.
Konuflmalar s›klafl›yor, arada birbirlerini beklemeden yeni
konulara geçtikleri oluyordu.
Yeni silinmifl kilimlerin morlu, yeflilli renkleri canl› canl›
duruyordu odan›n ortas›nda. Çevremizdeki her fleye bir yenilik
baflkal›k gelmiflti.
Biz Sabahat’la gidip ‹shak’›n gelininin yan›na oturduk. Ni-
nemi, yengemi, amcam›, bu hiç tan›mad›¤›m›z canl›l›klar›na,
neflelerine döndürenin gelin oldu¤u kan›s›na varm›flt›k. Bir ara
Zehra Teyze’den, evin kiras›ndan söz aç›ld›. Verilen kiralar›n,
kazan›lan paran›n yar›s› oldu¤una yeniden beraberce flaflt›lar.
Ama as›l flafl›lmas› gerekenin yukar› gelecek olan yeni gelin ol-
du¤una karar verdiler.
“Çok yoksullar ‹stanbullular k›zanlar›m,” diyordu ninem.
“Bu evlere gelin gelecek, olur mu bu kadar yoksulluk. Yeni bir
tek fleyleri olmayacak. Hasan’la Naciye’m yapm›fllard› bir dü-
¤ün. Sen delikanl›yd›n mari ‹shak. ‹çmifltin erik rak›lar›n› hora
teperken, y›¤›lm›flt›n kuflkirazlar›n›n dibine.”

95
Burada, ‹shak Amca’n›n gelini, eliyle a¤z›n› örtüp gülmesi-
ni azaltmaya çal›fl›yordu.
‹shak Amca’ysa, delikanl›l›¤›n›n o eski utanc›n› yeniden
duyarcas›na, yere bak›yordu.
Sabahat kalk›p kolonya serpti arada konuklar›m›z›n elleri-
ne. Bu menekfle kolonyas›n›n fliflesi, nedense çam kozala¤›na
benziyordu. ‹shak Amca’n›n gelini,
“Yeter Sabahat’çim,” dedi. “‹shak Amca’na bofl yere koku
serpiyorsun. Onun burnu koku alm›yor art›k...”
Bunu söylerken sevgiyle kocas›na bak›yordu. Biz gelinin
flaka yapt›¤›n› sanarak sesli sesli güldük. Onu, hiçbir çabas›n›
bofl çevirmeyecek denli be¤enmifltik. Yengem,
“Oturun s›kmay›n gelini,” deyince,
“Yok can›m,” diyordu gelin, “ben çocuklar› çok severim.”
Bu beklenmedik hatay› yapmak ikisini de flafl›rtm›flt›. Öte
yanda ninem, amcam, ‹shak Amca, geride b›rakt›klar›n› öylesi-
ne ince ayr›nt›larla anlatmaya bafllam›fllard› ki, amcam›n tüm
unutmufl göründü¤ü fleylerin ne denli canl›, s›cak, de¤iflmemifl
kald›¤›n› duymak flafl›rt›yordu yengemi. Ninemse bu duruma
üzülecek aray› bulamam›flt›. Kendilerini iyice kapt›rm›fllard›
konuflmaya. Buralardan ilk kez söz ediyordu amcam.
— ‹stanbul’un yaz› daha uzun çok diyorlar bize, tozdan
baflka ne görürüz kardeflim ‹shak? O da yap›fl›r kal›r. Bir rüzgâr
var, s›cak eser. Denizi kokar ölmüfl hayvan gibi. Derler, varm›fl
ötelerde aç›k denizler, koyu mavi, ak dalgal›. Biz görmedik, bil-
meyiz. Bir de gürültülü kalabal›k, insanlar seçilmez, hepsi san-
ki ayn›. Ama ç›kaca¤›z oralara da bir gün, biz olmasak da bun-
lar ç›kacak...
Kendilerini, dertlerini, daha aç›k seçik anlatmak istedikle-
rinde geldikleri yerin dilini konufluyorlard›. Sözcüklerin kimisi
bize gülünç geliyordu. Yeniden Türkçeye bafllad›klar›nda ilgiy-
le dinliyorduk. Yengem lambalar› yak›nca, akflam› gördük. Ko-
nuklar›m›z için bu gece iki lamba yakm›flt›k. Oday› saran sar›
ayd›nl›k, amcam›n, ‹shak Amca’n›n gölgelerini uzat›yordu. Ye-
mek haz›rl›¤›na giriflen yengemi gelin de izlemiflti. Yengem ön-
ce bu davran›fla kesinlikle karfl› koyduysa da sonra beraber
odadan ç›kt›lar. ‹shak Amca, ninem, amcam, onlar› övünçle iz-
lediler arkalar›ndan. Öylesine rahatt› ki, yüzlerinin anlam›.

96
— ‹yi bir k›z, dedi ninem, ‹shak, kad›n bir k›z. Anan da
olayd› burada. Ölüm beni almaz. Neyimi s›nar anlamad›m. Da-
yan›kl›l›¤›m› m›?
Amcam arada yapt›¤› ç›k›flmalara benzemez bir tutumla
kalk›p ninemin yan›na gitti.
— Bre ana, ne ça¤›r›rs›n ölümü ikide bir? Hani senin y›k›l-
mazl›¤›n. ‹shak’›n anas›, baflkalar›n›n anas› seni ›smarlad› bura-
lara. Buralarda tan›fllar›m›z› bulaca¤›z bir bir evvel Allah. Gele-
cekler ellerini öpmeye. Hala Adile diyecekler, anlat törelerimizi
çocuklar›m›za. Anlat al›n terini, muhtaçs›zl›¤›.
Ninem, gözlerine biriken yafllar› toplayamad› birden. Ak
örtüsünü çekip kurulayana dek, ak›verdi yafllar yanaklar›ndan.
‹shak Amca öylece, perdenin ucundaki karanfil ifllemeleri-
ne bak›yordu.
O s›ra yengem yemek tahtas› elinde, arkas›nda da peflkirle
testiyi alm›fl gelin, girdiler içeri. Hiçbir fley anlamam›flças›na
sofray› kurmaya bafllad›lar.
“‹ki minder daha laz›m,” dedi yengem. “fiu köfle yast›klar›-
n› koysak olur mu? Bu iki geveze otursunlar.”
“Onlar m› geveze?” dedi gelin. “Geldi¤imizden bu yana
dinlerler, hiç konufltuklar› yok.”
Sonra yengem bafl›n› kald›r›p do¤ru nineme bakt›.
“Hala Adile,” dedi, bunu onun a¤z›ndan ilk kez duyuyor-
duk. Yengem sanki bunu söylemekle birkaç yafl yafllanm›flt›.
“Gelin demin afla¤›dayken, bizim oralardan bir türkü
m›r›ldand›. Sesi çok güzel. Belki söyleyecek yemekten sonra
bize türküler. Yapaca¤›z ilk bayram›m›z› burda, sa¤l›kl›,
muhtaçs›z.”
Yeme¤e oturdu¤umuzda sessizlik yeniden bafllam›flt›.
Ninem börekten bir parçay› kopard›ktan sonra bize bakt›.
“Ben de oldum art›k bir ihtiyar. Hem de zevzek bir ihti-
yar.”
Onu yan›tlayan olmad›.
Buna Sabahat da, ben de çok üzüldük.
Yemek ayn› sessizlik içinde yendi.
Büyükler birbirlerinden çekinircesine susmay› sürdürdüler.
“Bu böre¤i hep yapsana bize, yenge,” dedi¤imde beni yal-
n›z Sabahat yan›tlad›:

97
“Evet, hep yapsana, yenge.”
Yemekle ilgili fleyler toplan›p kald›r›lana dek, Sabahat’›n
annesine “yenge” demesine bile kimsenin gülmedi¤ini görüp
daha gereksiz bulduk kendimizi odada.
Gelinle yengem dönüp içeri girince, do¤ru ninemin yan›na
gittiler.
“Bugünün bayram telafl›ndan,” dedi yengem, “elini öpme-
yi unuttum anac›¤›m. Ver elini öpeyim.”
Ninemin yüzü ar›nd›, düzeldi. Elini öpen yengemi kucak-
lad›.
Hepimiz, kaç›rd›¤›m›z bak›fllar›m›z› birbirimize çevirdik.
‹shak Amca geldi¤inden bu yana öne do¤ru e¤ilerek oturdu¤u
sedirin arkas›na yasland›.
Amcam, “Tütün içer misin, ‹shak?” dedi.
Ak madenden tabakas›n› uzatt› konu¤una.
Ninem de, “Ben de yakay›m bir sigara, mari Hasan,” dedi.
Üçü de dumanlar› havaya yayarak sigaralar›n› içmeye ko-
yuldular.
‹flte o s›ra ‹shak Amca’n›n gelini bir türkü söylemeye baflla-
d›. Sözleri onlar›n geldikleri yerlere dairdi. Biz anlayam›yorduk,
ama ezginin yumuflak, içli etkisi oday› sar›vermiflti. ‹shak Am-
ca’n›n gelininin sesi yeniyetme bir k›z sesi gibiydi. ‹nsan›n ta
yüre¤ine de¤iyordu. Sonra türkü söyledi¤i yeri yabanc›lama-
n›n utanc›n› yenince, daha gür daha s›cak oldu.
Odam›z›n ne denli güzel oldu¤unu bunca sezmemifltik
flimdiye dek. Bu odada olan insanlar› o kadar do¤rulay›p gü-
zelleyen bir türküydü ki bu, ninemin etiyle, kan›yla ba¤l› oldu-
¤u o yerleri, bize yeterince anlatamay›fl›na flaflmamak gereki-
yordu. Türkü onun anlatmak istedi¤i her fleyi tek tek ar›t›p di-
riltiyordu. Ninemin ormanlar›n›n dibinden kocaman p›narlar
ak›yordu. Onun her iki sözünün biri olan günefl en güçlü sar›-
s›yla do¤up da¤ höyüklerine dek giriyordu.
Türküyü sürdürdükçe ‹shak Amca’n›n gelini, amcam›n, ni-
nemin, yengemin, ‹shak Amca’n›n yüzlerinde yeni anlamlar,
yeni mutluluklar ço¤alt›yordu. Her sözcü¤ünün getirdi¤i iyi-
lefltirici güç, hüznü bilen, ama ac›y› bilmeyen bize bile ulafl›yor-
du. Birbirlerine hiç bakm›yorlard›. Öylesine kapal› olmaya al›fl-
m›fllard› ki, uzun süredir, bir yanlar›nda durulup kalm›fl yafla-

98
man›n, birden zorlayarak, kaynayarak gelen bu al›fl›lmad›k bü-
yümesini, kendilerine dönük karfl›layabiliyorlard› ancak.
‹shak Amca’n›n gelini yeni bir türküye geçmiflti. Ezginin
h›z› artm›flt›. Birden yengem de türküye bafllad›. Konuflma se-
sinden daha ince, daha parlak bir sesi vard› türkü söylerken.
Onu amcam izledi.
‹shak Amca’n›n da kat›lmas›yla sesler gürleflip sevinç dol-
mufltu.
Biz de yavafltan ellerimizi ç›rpmaya bafllad›k. Deminki dü-
flünme, anma türküsünden sonra gelen, sevinç, mutluluk tür-
küsüydü. Herkes birbirine bakt›. Ninem,
— Mari k›zanlar›m, dedi, bu dü¤ün bayram türküsüdür.
Bunun bir de hora tepmesi olur. Haydi davran›n.
Bunlar› söylerken a¤lad›¤›n› bilmiyordu. Onunkisi a¤la-
mak de¤ildi kuflkusuz. Birikmifl tortular, horlamalar deflilmiflti,
ak›p gidiyordu.
Amcam gelip ninemin elini öptü yeniden.
‹shak Amca baflta, yan›nda ‹shak Amca’n›n gelini, yengem,
amcam ayakta s›ralan›p birbirlerinin omzunu tuttular.
Oyunlar›n› kutsarcas›na bir an dimdik durdular.
Sonra, öne do¤ru flöylece bir e¤ilip oyunlar›na bafllad›lar.
Biz Sabahat’la yer açmak için geriye çekildik.
Bafllarda a¤›r a¤›r, sonra gittikçe uyumlu bir h›zla oynu-
yorlard›. Tümü genç k›z, tümü delikanl›yd› sanki. Ne güzel in-
sanlard› onlar.
Biz de Sabahat’la flafl›p kal›yorduk. Hiç tan›mad›¤›m›z, hiç
bilmedi¤imiz kiflilerdi bu odam›zdaki oyunu sürdürenler. Güç-
lü, ince, sevecenlik doluydular.
Ninemin, “O kald› karanl›klarda, o yapamaz güneflsiz,”
demesini do¤ruluyordu her yapt›klar›; türküyü sevinçle söyler-
lerken. Oyunlar› gölgeli, kaba, ayr›nt›s›z yaflam›m›z› afl›p ince-
likleri, duyarl›klar›, inançlar› yay›p ço¤alt›yordu. Geldikleri
yerlere olan tutkular›n› hakl›laflt›r›yordu. Göklerin, günefllerin
alabildi¤ine uzan›p gitti¤i bolluk yerlerinin türküleriydi bun-
lar. Bu danslar, kad›n-erkek her fleyi paylaflmas›n› bilenlerin,
alabildi¤ine süren yeflil alanlar›nd›.
Ninemin önüne geldi birden ‹shak Amca’n›n gelini,

99
“Haydi Hala Adile,” dedi, “bafl› sen tutacaks›n.”
Yafll›l›¤›n› aflan bir utanmayla direnen ninem, sonra kendi-
sinden beklenmez bir dik durmayla, kararl› aya¤a kalkt›.
O¤lunun hayli yukar›da duran omzunu tuttu. Bu kez h›z›-
n› azaltt›klar› oyuna baflka uyumlar katan davran›fllarla dön-
meye bafllad›lar.
Türkü gene de¤iflmiflti.
Arada hepsi susuyor, ‹shak Amca’n›n gelini, tek bafl›na
türküsüz sözler söylüyordu. Bu söyleyiflteki içtenlik, bir fleyi
anlatma yükü bize de anlad›¤›m›z kan›s›n› veriyordu. Sözler
bitince, di¤erleri türküyle yan›tl›yorlard› konuflmay›.
Sabahat’la el ele tutufltuk. Her fley o denli de¤iflmiflti ki,
duygular›m›z, tepkilerimiz yerlerini flafl›rm›flt›.
Sabahat gereksiz yere tak›nd›¤› a¤lamakl› yüzüyle onlara
do¤ru e¤ilmiflti.
Sonra nineme seslendik.
— Nineci¤im bu ne türküsü, ne oyunu?
Ninem, biraz kaym›fl ak örtüsünün alt›ndan, sanki gencel-
mifl, terli, k›r›fl›k yüzüyle, minik çocuk burnuyla, gülmeler için-
deydi.
— Hasat türküsü k›zanlar›m, dedi. Her hasatta bollu¤u,
bereketi bayramlamak için söyleriz, oynar›z.
Naciye Yengem yanaklar›n›n parlayan k›z›ll›¤›yla, canlan-
m›fl, tiril tirildi. Ninemin yan›t›na candan kat›lm›flt›. Üstüne tit-
redi¤i belli olan bir aradal›klar›n› pekifltirircesine,
— Hasattan sonra flükranlar›m›z› anlatmak içindir bu tür-
küler topra¤a, dedi. A¤açlar ›flk›n vermez. Toprak ürün vermez
onlar› unutursak. Ya, iflte böyle benim fidanlar›m, benim göç-
menlerim.
Naciye Yenge’nin o eski uçucu gülümseyiflinin hiçli¤ini
kavray›verdik. fiimdi gülüyordu. Gülmesi duyarl›¤›n›, gerçekli-
¤ini kazanm›flt›.

Eylül 1970

100
Paras›z Yat›l›

— Sen ç›k›nca iflin bitip gene yürüyerek iner, M›s›r Çarfl›-


s›’ndaki be¤endi¤imiz börekçi var ya, kanarya kufllar› olan, or-
da ö¤le yeme¤imizi yeriz. N’olacak k›rk y›lda bir ziyafet. Onun
için Ca¤alo¤lu’na yürüyerek gidip gelmekten yorulmay›z, de-
¤il mi benim k›z›m? ‹stersek tatl› bile yeriz. Köprüden de e¤le-
ne güle döneriz.
Anne-k›z sabah kalabal›¤›n›n aras›nda, yabanc›, çabuk yü-
rüyorlard›.
Annesi durmadan konufluyordu.
Böyle konuflkanl›¤›n›n oldu¤u geçmiflteki tek günü, hasta-
neye hastabak›c› olarak ald›klar› gündü.
Çocuk, o zamanlar üçüncü s›n›ftayd›.
Önlü¤ü a¤ar›k bir kara olmufltu.
K›fl basm›flt›.
Bu, köfledeki kömürcüden kömür alma günlerinin baflla-
mas›yd›.
Mangal yakmay› ö¤renmiflti.
Kap›da ilk ç›ray› ateflleyip kömürleri dikine onlar›n üzeri-
ne yerlefltiriyordu.
Boruyu koyunca ç›t›rt›lar bafll›yor, küçük k›v›lc›mlar çevre-
ye saç›l›yordu.
Kömürler k›zar›p atefl olmaya dönünce her fleyi unutup –
arka s›rada oturmay› – K›z›lay Kolu’ndan yemek yemeyi – ulu-
sal bayramlarda fliir okumamay› – ilk yalazlar›n mavili¤i yitene
dek bekliyordu sokak kap›s›nda. Odalar›na mangal› ald›¤›nda

101
ürktü¤ü fleyler yok oluyor, eski ceviz masalar›nda –annesinin
en onurland›¤› eflyalar›yd›– çal›flmaya oturuyordu. Mangal›n o
harl› halini çok seviyordu. Annesi korlar› küllemenin gerekti¤i-
ni, çünkü bununla ancak ertesi güne ›s›nacak ateflleri kalabile-
ce¤ini söylerdi. Külleri güzel, parlak korlar›n üstüne kapay›p
birini –en k›z›l›n›, en mavi mavi olan›n› aç›kta b›rak›rd›–, ders-
lerinden ara verip mangala bakt›¤›nda s›cac›k duran tek kor,
odan›n s›¤›nma olana¤›n› art›r›rd›.
‹flte o, “hastabak›c› olursun” dedikleri gün annesi kap›y›
aç›p girdi¤inde bir fley de¤iflmiflti. Çünkü annesi bilmedi¤i,
görmedi¤i haller içindeydi. Konuflmas›yla, d›flar›n›n ar› hava-
s›yla dolduruvermiflti oday›.
— Al›yorlar beni, bir iki güne kadar bafll›yorum. Baflhemfli-
reye ç›kt›m, iriyar› bir kad›n. Sorular› sordu. “Daha önce çal›flt›n
m›? Kocan ne zaman öldü? Bu ifl dur durak bilmez, fakat mari-
fetli olmak laz›m de¤il, çal›flkan olmak gerek, yatak düzeltmeyi,
tükürük hokkalar›n› dökmeyi, ördekleri temiz tutmay› becermek
yeter. Belki zamanla hastalar›n ateflini alacak kadar baflar›l› olur-
sun. Haftada iki gün izinli ç›kars›n, pazar gecesi dönersin. Çocu-
¤un var m›? B›rakacak kimsen yok ha? ‘Kendini yönetir, uslu,’
diyorsun. Ama küçükmüfl. Hiç s›n›fta kalmad› m›? Aferin ona.
Genç, güzel kad›ns›n. Burada oluru olmaz› bulunur. Ciddi ol. Bir
fley denirse senden bilirim. Malum, kanc›k köpek kuyruk salla-
mad›kça hikâyesi. Boya filan da istemez. Kendinden mi yana¤›-
n›n, duda¤›n›n rengi? ‹flte bilmem art›k. Doktorlardan, flundan
bundan yak›nmak yok. Bir iflte kal›c› olmak isteyen baflta gelen-
lerine uyar. Uykun hafif mi?” Düflün, bir ifl bulduk art›k. ‹lk pa-
rayla bir çeki kömür alaca¤›m. Sana da lastik çizme. Belki izinli
geldi¤im günler sinemaya bile gideriz. Hiç belli olmaz. ‹flimizi
iyi yapt›ktan sonra kim ne diyebilir? Ç›k›p ev sahibine haber ver-
meliyiz. Art›k akflamlar› yo¤urt al›rken sokak kap›s›n› h›zl› çarp-
mas›n. Dedim ya biz çal›flt›ktan sonra... Uykum da hafif. Bölük
pörçük uyumaya al›flt›m y›llard›r...
Annesi ifle bafllay›nca onun ismi “bizim hastanedeki ifli-
miz” oldu.
‹lk evden ayr›laca¤› gece tahinhelvas› ald›lar bakkaldan.
Peynirle tükenmez yapt›lar, masalar›na mavi çiçekli muflamba-

102
lar›n› serdiler. Bu muflamba eve babas›n›n yaflad›¤› günlerdeki
düzenden kalm›fl, ferahl›¤›n, korkusuzlu¤un an›s›yd›. Niçin ba-
bas›n› hep yaflayacak sanm›fllard›? O da ölecek gibi görünmü-
yordu. Öyle dürüst, öyle kesin bir adamd› ki; ölümün sinsili¤i
ona hiç gölge düflürmemiflti. Evine her gece ekmek al›p gelen
bir erke¤in yoklu¤u, sessizlik olup yerleflmiflti odalar›na.
“Yafll› da de¤ildi,” demiflti annesi. “Hiç sekiz yafl›nda bir
çocuk babas›z kal›r m›?”
Muflambalar›n› annesi gereksiz yere bir iki kez silmiflti. Tü-
kenmez taba¤›ndaki peynirlerin c›z›rt›s› dinmemiflti. Tahinhel-
vas›n›n flekeri gevflemifl, pürüzleniyordu.
— Ev sahibiyle konufltum. Hiç korkma, geceleri oda kap›s›-
n› kapa s›k›ca, uyu. O sabah namaza kalkt›¤›nda seni, kap›y›
vurup uyand›racak. “Çocuktur,” dedim. “Çocuk uykusu do-
yumsuz olur, kalkamaz kendi kendine.” Her sabah helvayla
ekmek yersin. Çay zaten sevmiyorsun. Elim yan›yor, diyorsun.
Okuldan gelince mangal›m›z› yakar s›cac›k oturursun. Gece ka-
pa¤› ört atefle. Ha benim k›z›m, sak›n unutma. Benim akl›m›
evde b›rakma. Sen ak›ll› k›zs›n. Geceleri hiç korkma. Dedim ya
ev yaln›z de¤il. Sen korkak de¤ilsindir. Bak sana neler alaca-
¤›m. A¤›r hastalara özel yemek ç›karm›fl, onlardan kalan tavuk-
lar falan olurmufl hafllanm›fl. Sar›veririm pakete, gizli de¤il ha,
zaten dökülüyormufl. Ziyafet çekeriz kendimize.
— Ben o yemekleri istemem anne. Yaln›z hani, “Ördekleri
temiz tutmak laz›m,” demiflti ya, o kad›n›, ördeklerini anlat›r-
s›n bana.
Annesi susmufltu.
Tam dudaklar›nda duran bir fleyleri söylemekten vazgeçi-
verip. Gece yata¤a girdiklerinde –beraber yat›yorlard› epeydir–
yar›nki derslerden birinin beden e¤itimi oldu¤unu bile unut-
mufltu. Oysa beden e¤itimi dersine o kat›lmazd›. Onun gibi ka-
t›lmayanlarla, koridorlarda, hep aç›k kalm›fl alt kat musluklar›-
n›n sesini dinleyerek, gölgeli ›fl›ks›z camlardan k›fl›, kentin ya-
p›lar›n› seyrederlerdi.
— fiort, lastik pabuç, soket çorap beyaz olacak. Beyaz fani-
la bluz gerek. ‹ki tane olursa daha iyi. Terleyince de¤iflmek için.
Yürüyüflte 23 Nisan, 29 Ekim herkes çiçek gibi olmal›, düzenli,

103
bak›ml›. Ben, yapamad›k anlamam. ‹stedikten sonra, istemek
yeter. Yard›m kolundaki çocuklar›m›z için de düflündüklerimiz
var tabii. Ama bunu daha elzem giyim eflyalar›na ay›rmak ka-
rar›nday›z. Önlükle kat›lacaklar. Önlükler g›c›r g›c›r ütülü. K›z-
larda tafta kurdele. Temiz, tertemiz olmal› herkes. Her Türk ço-
cu¤unun görevidir temiz olmak. Ne diyorum size? Difller her
gün ovulmal›. Kulaklarda sar› topak kirler görürsem a¤r›d›,
ak›nt› yapt› anlamam, yersiniz cetveli.
Alt kat musluklar› hiç kapanmazd› nedense?..
Ders aras›nda ö¤renciler musluklar›n bafl›na doluyordu.
Hepsi su içerlerdi. Susayan da susamayan da. ‹tiflmek, su-
yun avuçtan süzülüp kol yenlerinden içeri girmesi, bahçede e¤-
lenmenin gere¤i olan ba¤r›fllar›n bafllang›c›yd›. Ders zili çal›n-
caya dek duyulmayan su sesleri, s›n›flara girilince öne geçerdi.
Annesinin s›rt›na sar›lm›flt›.
“Her dedi¤ini yapar›m anne, sen üzülme. Zaten ö¤leleri
okulda yemek yiyorum. Akl›n bende kalmas›n.”
Annesi hiç k›p›rdamam›flt›.
Uyumad›¤› belliydi. Bedeni rahat, gevflemifl de¤ildi.
Annesinin ›s›tan kokusunu duymak için iyice sokulmufltu
s›rt›na. Geceyi dinlemiflti uzun süre. Uyumak istemiyordu. ‹lk
kez gecenin uzunlu¤unu ö¤renmeye bafllam›flt›.
Sabah kalkt›¤›nda kap› vuruluyordu.
Annesi yoktu.
Okul önlü¤ü, kal›n iplik çoraplar›, yün h›rkas› düzenli is-
kemledeydi.
D›flardan vurulan kap›n›n sesiyle uyand›¤›n› anlay›nca
kalkm›fl,
“Halidan›m Teyze” diye seslenmiflti.
Ev sahibi kad›n helaya –ayn› helay› kullan›rlard›– kovayla
su döküyordu.
Giyinip masan›n bafl›na oturmufltu.
K›fl ayd›nl›¤› patiska perdelerden geçip köfleli, üflütücü ya-
y›lm›flt›.
Okul çantas›n› al›p odadan ç›karken –hiçbir fley yememiflti
o sabah– gerisin geri dönüp iskemleye oturmufltu. Sonra da
sessiz a¤lamaya bafllam›flt›.

104
— Sen pekiyiyle bitirdin okulu. ‹lkokulu yoksul bir çocu-
¤un pekiyiyle bitirmesi kolay ifl de¤il. Paras›z yat›l› okullar›na
al›yorlarm›fl sizleri. Öyle dediler bana. Muhtarl›kta fakirlik il-
mühaberi ç›kar›rken tan›mad›¤›m bir kad›n, “Ben de o¤lumu
zabit okuluna sokaca¤›m, ama kefil istediklerini, bir mal› rehin
göstermek laz›m oldu¤unu söylediler, çaresizlendim han›mc›-
¤›m,” dedi. “Mal kim? Biz kim? Mal›m›z olsa yüzsuyu döker
miyiz el kap›lar›nda?” Bizim için olmaz öyle fley. O kad›n do¤-
ru bilmiyor. Hal k⤛d›n› ald›¤›m gibi ç›kt›m. Kimselere de da-
n›flmad›m hiç. Zabit okullar› pahal›d›r. Yok silaht›, yok zabit el-
bisesiydi di mi ya? Hem can›m sormad›m. Gerekmez de. Sen
gir bugün imtihana, her sorduklar›n› çat›r çat›r bileceksin. Ger-
çi binlerce ö¤renci kat›l›yormufl, aralar›ndan yüz, yüz elli kifliyi
al›yorlarm›fl. Gene de sen kazanacaks›n, gör bak... Benim ak›ll›
uslu k›z›ms›n. ‹sterlerse öyle mal mülk gibi bir fley, ben derim
ki, ne demek? Benim k›z›m kalmaz s›n›fta. Devlet masraf›na zi-
yan vermez. Bunlar› okulun müdürüne, böyle bir bir anlat›r›m.
Hemen anlar. Hem can›m o da bizim gibi bir insan. “Benim k›-
z›m y›llard›r yaln›z uyan›r sabahlar›,” derim. “Hiç fl›mard›¤› ol-
mam›flt›r kimseye. Bir gün bile ç›t›rt›s› duyulmam›flt›r” derim.
“Sanki o çocuk olmam›flt›r,” derim.
Yokufltan yukar› ç›karlarken s›rt hamallar›n›n yüklendi¤i
k⤛t toplar›n üstüne do¤ru ya¤mur çiselemeye bafllad›.
Yumuflak bir haziran ya¤muruydu.
K›zla annesi gerekmeden, karfl›ya geçmek için polisin ara-
balar› durdurmas›n› bekliyorlard›.
Ya¤murun ya¤›fl› h›zlanm›flt›.
‹kisi de bu önemli gün için süslenmifllerdi. Anne boynu-
na ipek eflarp takm›flt›, çocuk saç›n› ›slat›p tafll› tokas›yla top-
lam›flt›.
— Korkuyor musun? Hiç konufltu¤un yok sabahtan beri.
Hadi hadi Sal›pazar›’ndan bu tafll› tokan›n eflini alaca¤›m sa-
na. Sonra bizi tayin edecekler. Sen okulu bitirip ö¤retmen
olunca, ben de çal›flmam hastanede. Beraber ç›kar gideriz.
Koltuklar al›r›z. Onlara çiçekli basma örtüler dikerim ben. Bir
de kabul günümüz olur. Konuklar› a¤›rlamak için, e¤er unut-
mad›msa, anasonlu galeta yapar›m. Masraf kap›s› olmaz. Bel-

105
ki, bir de küçük hal› al›r›z. Hasta pisli¤i dökmekten, koridor-
larda kofluflturmaktan kurtulurum. Hele o lizol kokusu yok
mu, içini üflütüyor insan›n. Bir de hep ölümü düflünmek.
fiöyle bir da¤›n ete¤inde olur gidece¤imiz yer, benim k›z›m.
Herkes ‹stanbul’da kalal›m dermifl. Hepsini sordum bilenle-
re, ö¤rendim iyicene. Hükümet tabii seni al›r. Biz ‹stanbul’u
ne yapaca¤›z? Bize bir ev, k›fl›n kömürlü¤ümüzde odun-kö-
mür gerek. Bir de mutfa¤›m›z olur de¤il mi? E¤er kefil falan
derlerse, demezler ya, o kad›n›n uydurmas›, o¤luna güven-
memesi. Sormad›m ordan burdan o ifli. Sade sen ö¤retmen
olunca n’olacak onlar› ö¤rendim. Bize nereye tayin ç›karsa
oraya gideriz, di mi?
— Bu okulu kazanacaklar›n hepsi de benim gibi yoksul ço-
cuklar› m›, anne? Onu da ö¤rendin mi?
— Öyle ya, yoksul çocuklar› ki, paras›z yat›l› için imtihan
oluyorlar.
— Öyleyse ben buray› kazan›r›m. Üzülme. S›nav› pekiyiyle
bitiririm. Art›k burada, arkadafllar›m olur. Haftada iki gün sen
hastaneden, ben okuldan ç›k›p eve döneriz. Sana da konuk
günlerinde bakkal bisküvisi al›r›m.
S›navlar›n yap›ld›¤› okul karfl› yöne düflüyordu.
Yeniden geçtiler caddeyi, ürke ürke.
Ara sokaktan yürüdüler. Yüksek bir duvar›n yan›ndaki ka-
p›da durdular.
Okulun ö¤renci girifl kap›s›yd› bu.
‹çerden u¤ultular geliyordu.
Ya¤mur tafl duvarlar›n aras›ndan ç›kan ayk›r› yeflillikleri
parlatm›flt›.
— Bizden de erken gelenler olmufl. Geç meç kalm›fl olma-
yal›m?
Hademe giyimli bir kad›n onlara do¤ru yürüdü, tafll› yol-
dan. Bezgin, al›fl›k bak›fllar›yla anne, k›z›n üstünden d›flar›da
bir fleye bak›yordu.
Anne, sayg›l› sordu:
— Geciktik mi acaba? Çocuklar›n ço¤u gelmifl.
Hademe kad›n ilgisiz,

106
— Paras›z yat›l› imtihanlar›n›n çocuklar› hep erken gelir.
Hiç gecikmezler.
Çocuk annesinden ayr›ld›.
K›y›s› duvarl› tafl yolda yürümeye bafllad›.
Hademe kad›n, görmedikleri bir iskemleyi görmedikleri
bir çat›n›n oraya çekip oturmufl, yün örmeye bafllam›flt›.
Çocuk, dönemeçte arkas›na bakt›. D›fl kap›da annesi ya¤-
murun alt›nda gülümseyerek duruyordu.

Ekim 1970

107
Yaz Geldi

Yaz aylar›nda, küçük iskelenin deniz kokusu alabildi¤ine


a¤›rlafl›rd›.
Büyük kentin tüm çöpünü buraya dökerlerdi.
K›y›daki bak›ms›z, tahtalar› kurumufl sandallar›n dibine
karpuz kabuklar›, yumurta kabuklar› kümelenirdi. Denizde
çok kalmaktan yumuflay›p fleklini yitirmifl birçok fley daha biri-
kip yeniden çekilirdi.
Büyük kentin iç denizi bir çamur bata¤› olmufltu. ‹çinde
kimseler yokmuflças›na gidip gelen küçük vapurlar, kal›nlafl-
m›fl suyu a¤›r a¤›r yar›p iskeleye yanafl›rd›.
Bu vapurlar›n yolcular› sabah ve akflam çoktu.
Ö¤leye do¤ru inenlerse ço¤unluk kara çarflaflar›n içinde
yafllar› belirsiz kad›nlar, giyimleri kendilerine büyük gelen ço-
cuklar, deniz erleriydi. Genç kad›nlar kal›n mantolar›n›n kaba
dikimleri içinde, flaflk›n davran›fllarla çevrelerine bakmadan yü-
rürlerdi. Yolcular ç›k›flta verecekleri biletlerini önceden haz›rla-
m›fl olurlard›. Onlar için bir büyük serüven niteli¤inde olan bu
“karfl›ya geçme” günlerinde, rastlant›ya b›rak›lacak bir fley dü-
flünülemezdi. Ta bir hafta öncesinden ayr›lan bugün için her du-
rum ölçülüp biçilmiflti. Yanlar›nda daima çocuklar› olan bu ka-
d›n kalabal›¤› vapur biletlerinin de¤erini çok iyi bilirlerdi. Onla-
r›n kaybolabilme düflüncesi, yola ç›kma saatiyle birlikte tüm
a¤›rl›¤›yla yer ederdi kafalar›nda. Say›lar› belirsiz çocuklar›n bi-
letlere olan düflkünlü¤ü ise ak›l al›r gibi de¤ildi. Gidifl-dönüfl bi-
letlerini uygun kesip ay›rmak, parçalar› yan›lmadan vermek

108
(hem vapurda, hem ç›k›flta) gerekirdi. Kocalar›n›n birli¤i olma-
dan ç›kt›klar› bu ender yolculukta çeflitli ürküntüler içinde ge-
rekli al›flveriflleri yap›p evlerine döndüklerinde, “Oh bir daha
m›?” derlerdi, “ayaklar›m›za kara sular indi.”
Büyük kentin öte yan›ndaki kocaman, kuytu sat›m evlerin-
de onlar için düzenlenmifl her fley vard›.
Üstelik bunlar inan›lmaz ucuzluktayd›lar.
Ottan yap›lm›fl kumafllar, muflambadan yap›lm›fl ayakkab›-
lar, plastikten oyuncaklar, çiçekler, ince alüminyumdan bükü-
lüveren tencereler, tabaklar, ter geçirmez naylonlardan çama-
fl›rlar, kötü boyanm›fl, raf, masa süsleri, tenekeden çak›lm›fl
sand›klar, ucuz boyalara bat›r›lm›fl makine kilimleri, yan›k ip-
liklerden dokunmufl pamuklular, kusuru görünmez çoraplar,
bir y›kan›flta da¤›lacak ipekliler, rengi birbirine dönmeye haz›r
pazenler, daha onlar› renkleriyle, görüntüleriyle coflku içinde
b›rakan bir sürü fley... K›tça ayr›lm›fl harcama paralar›n› gere-
kenlere yat›r›p dönerlerken bir de bu bilet iflini unutmamak ge-
rekiyordu. Koskoca iskele görevlisinin de bundaki a¤›r kiflilik
pay›n› biliyorlard›.
‹skelenin karfl›s›ndaki büyük kap›n›n bahçe duvar›na otur-
mufl olan k›z çocu¤u bu uslu ö¤le yolcular›n› ilgiyle izliyordu.
Bir iki iflsiz kay›kç› onu görmeye al›fl›kt›lar.
Oralar›n bak›ms›zl›¤›na, kirlili¤ine uygundu k›z›n varl›¤›.
Tek uygun olmayan, çevresine olan iyilik flaflk›nl›k dolu il-
gisiydi.
Ölmek üzere olan kedi yavrular› gelip duvar›n dibinde bit-
mez uykular›n› uyurlard›.
K›z, elinde hiç eksik olmayan kocaman ekmekten bir iki
parça atard› kedilere.
Parçalar›n irili¤i minik yavrular›n sevinçli sald›r›lar›n› yar›-
da keserdi.
K›z bunu anlay›nca ekmekleri küçük küçük bölüp yeniden
uzat›rd› kedilere.
Kediler iyice susuz kalm›fl bo¤azlar›ndan geçirip ancak yu-
tabildikleri ilk lokmadan sonra kalan› b›rak›r, yeniden güneflin
alt›nda gevfleyip sessizleflirlerdi.
Dokuz yafllar›ndayd›.

109
Kirli, yap›fl›k saçlar›na bir mavi kurdele takm›flt›. Duvar-
dan sark›tt›¤› s›ska bacaklar›n› sallay›p duruyordu. Ayaklar›n-
da topuklu, eski kad›n ayakkab›lar› vard›.
Bir ara kalkt›, iskelenin oraya do¤ru yürümeye bafllad›.
Yürüyüflü gülünç bir t›k›rt›yd›. Yan›ndan geçenler pisli¤i-
ne, zay›fl›¤›na de¤il, ayakkab›lar›na ilgi gösteriyorlard›.
Çocuk garip giyiminin cebinden ç›kard›¤› rengi a¤arm›fl
bir zeytini a¤z›na att›.
Ç›k›flta bilet toplayan adam›n yan›nda durdu.
Adam ilkten onu görmedi.
Son yolcu da ç›k›p geride kimse kalmay›nca körüklü demir
kap›y› çekerken gördü.
— Bana bak partal, senin kimin kimsen yok mu? H›rl› m›-
s›n, h›rs›z m›s›n belli de¤il.
K›z iri ak difllerini göstererek, ancak bir çocu¤un gülebile-
ce¤i gibi güldü.
— Vaaar... Ama ben burada çok e¤leniyorum.
Adam s›k›nt›l›, yorgun,
— Bas git buradan. Geçenlerde gördüm, kap›ya as›l›p sal-
lan›yorsun. Bir daha görürsem yersin tokad› benden.
K›z oral› de¤ilcesine elindeki ekmekten bir parça kopar›p
a¤z›na att›.
Cebinde yeniden zeytin arand›.
Eline tozlanm›fl bir kuru üzüm geçti.
Ekme¤i cebine soktu.
Üzümün üstündekileri temizlemeye çal›flt›.
Ama terli olan ellerine yap›flan tozlar yeniden üzümün üs-
tünde kal›yordu.
Birden a¤z›na att› üzümü.
Gidip duvardaki eski yerine oturdu.
Bak›ml› yap›dan ç›kan ak giysili, kentin acemisi deniz erle-
ri iskeleye yürüyorlard›. Yanlar›ndan geçen kollar› bilezikli bir
iki k›za söz yetifltirmeye çal›flt›lar. K›zlar, onlar geçip gidince
gülüverdiler.
Yeni vapur yanafl›nca çocuk bu kez kalkmad› duvardan.
Deminki azarlanma onu ürkütmüfltü. Her gün burada oturaca-

110
¤›na göre o adam› k›zd›rmamas› gerekti¤ine inan›yordu. Bu gi-
yimleri ayr› adamlar›n kar›flt›¤› o kadar çok fley vard› ki, onla-
r›n dediklerine uymaktan baflka ç›kar yol yoktu.
Kedi yavrular›ndan birine e¤ilip kuca¤›na ald›.
Kedinin a¤›rl›¤› hiç kalmam›flt›.
Uzun tüylerinin aras›ndaki pireler bir görünüp bir kaybo-
luyordu.
Pireler öyle besili ve iriydiler ki korktu.
Kedinin verdi¤i beraberlik duygusunu bile yendi bu korku.
Onu yere b›rakt›.
Yeniden ekme¤i kopar›p ufalad›. Az önce koyduklar›, gü-
neflte durmaktan kat›laflm›fllard›. Yenilerini yemesi için kedinin
burnunu dayad› ekmeklere. Kedi bir iki çaba gösterip uyumaya
bafllad›.
“Bu yar›na ölür,” diye düflündü. “Hem pireleri büyümüfl,
hem de uyuyor. Yar›n geldi¤imde ölüsünü denizde bulurum.
Buradakiler denize at›yorlar. Niye ama? Atmasalar. fiiflip çir-
kinlefliyorlar. fiu uzun kay›kç›, kürekle dürtüyor onlar›, dürtü-
yor, dürtüyor. ‹çkisinden içiyor. Ne güzel rengi var içkisinin,
mavi mavi. Güneflin alt›nda uyuyup k›zar›yor. Bir de horlamas›
var, korkmasam gülerim. Büyüklerden korkulur. Her fleye k›-
zarlar. Bu adam gene bunun tekir tüylerini itifltirir k›y› sopas›y-
la. Zavall› kedici¤im, beni hiç görmüyor. Yese bir lokmac›k öl-
mez. ‹çim kötülüyor. Ama art›k yaz geldi.”
K›z duvardan inip kedinin uyudu¤u yere, buldu¤u bir ga-
zete parças›ndan gölgelik yapmaya bafllad›.
Yan›na yaklaflan o¤lan çocu¤unu görmedi.
Çocuk ona yard›m etmeye koyulunca bafl›n› kald›r›p bakt›.
Çocu¤un büyük erkek pantolonundan kesilip uydurulmufl
pantolonunu tek ask› tutuyordu. Bol paçalar›ndan ç›kan bacak-
lar› iki tahta gibiydi. Ayaklar›nda ba¤s›z asker postallar› vard›.
‹yice t›rafl edilmifl kafas›nda eski yara yerleri görünüyordu. Ya-
fl›na ayk›r› k›r›fl›kl›klarla doluydu aln›. Gözp›narlar› çapakl›yd›.
Güleç bir a¤z› vard›.
K›z bu beklenmedik duruma davran›fl›n› uydurmaya ça-
l›flarak,
— Bu kedi benim ama. Sana n’oluyor?

111
O¤lan çocuk k›zla ayn› yafllardayd›. Bir yan›t bulamay›fl›-
n›n verdi¤i flaflk›nl›k yüzünde durakalm›flt›.
— Bu kedi benim. Ona göre yard›m et. ‹ki k⤛t büktün di-
ye onu okflatmam sana.
Kediyi iyice gölgeye ald› k›z.
Gene duvara t›rmand›, oturdu.
O¤lan, k›z›n yapt›klar›ndaki yerli yerindeli¤e flaflm›fl gi-
biydi.
Yeni yanaflan vapurdan ç›kan yolcular› izlerlerken, bir sü-
re, birbirlerini unuttular. Yolcular onlar›n bak›fllar›n› yineleye-
cek bir davran›flta bulunmadan da¤›l›p gittiler.
K›z dönüp hemen yan›na oturmufl olan çocu¤a bakt›.
— Sen nereden ç›kt›n? Seni ilk iskelede gördüm. Beni bur-
da herkes tan›r biliyor musun?..
O¤lan çocuk akmayan burnunu iyice çekti.
— Babam kömür deposunda hamal. Biz anamla yenilerde
geldiydik buraya. Anam dün gece baflka adama kaçt›. Kaçar-
ken de geyikli kadife duvar yayg›s›n› ald›. Bak›r tencereyle tah-
ta kafl›klar› da ald›. Babam gece iyice dövdü beni, duvarlara
çarpt›, kald›k elin yabanlar›nda, diye.
K⤛tlardan yapt›klar› gölgeli¤i kedi yavrusu b›rak›p ç›k-
m›flt›. Gene alabildi¤ine kurutan güneflin alt›na serilmifl yat›-
yordu.
K›z kuflkuyla indi duvar›n üstünden.
O¤lan buldu¤u bir dal parças›yla kedinin gerisindeki kuru-
yup kabuklaflm›fl pislikleri iteklemeye bafllad›.
K›z demin kediyi kucaklarken görmemiflti bu pislik kal›nt›-
lar›n›. O¤lan›n davran›fl›n› uygun buldu önce, ama ses ç›kar-
maman›n ona sa¤layaca¤› üstünlü¤ü sezerek,
— B›rak o hayvan› rahat, ne sopayla tartakl›yorsun? Hem
beni burada herkesler tan›r. Seni annen bile b›rak›p kaçm›fl. O
kedi ölecek zaten.
— Seni tan›s›n buradakiler, n’apal›m? Ben de hep gelirim,
beni de tan›rlar. Babam, ç›k git bafl›mdan, seni nereden toplad›
kim bilir, dedi. Gelirim gelirim, beni de tan›rlar.
— O zor biraz. Bir kere önce beni tan›rlar. Sen ne yapsan
olmaz. Annen niye yeni kocas›na seni götürmedi?

112
— Yeni kocas›n› bilmem ki ben. Babam, kahvecinin ç›ra¤›,
diyor. Saç›n› ›slat›p tarayan bir ç›ra¤› var asmal› kahvenin. Biz
anamla ne zaman geçsek akflamlar› oradan, benim kafam› ok-
flar, kesmefleker verir. Anamsa bakmaz hiç ondan yana. Sen
kesmefleker yedin mi?
— Kesmefleker ifl mi? Ben, arkadaki dondurma külah› ya-
p›lan yer var ya, oraya giderim akflamüstleri, adamlar bana bir
kesek⤛d› külah k›t›r› verirler. Ye babam ye, bitmez. Bak bu
kedi ölecek... Yavru daha, gene de ölüyor. Nineme inme geldi-
¤inde, “Ben art›k ölürüm,” demiflti. “Niye?” dedik. “Yetmifl befl
yafl›nda hasta olan ölür,” dedi.
— Ninen öldü mü?
— Yok, her gün yata¤›nda oturakla yat›yor. Otura¤› halam
alt›na ba¤lad›. Akflamüstleri, okul da¤›l›p temizlik iflleri bitince
eve dönüp alt›ndan al›p boflalt›yor otura¤›n› ninemin. Halam
okulda hademedir. fiu tu¤la duvarl› okulda. Ama sen nereden
bileceksin tu¤la duvarl› okulu? Buran›n yabanc›s›s›n.
— Ninene sormad›n m›, niye ölmedin, diye?
— Sorsam bile bilemez. Çünkü art›k kimseyi tan›m›yor.
— Evde hep yaln›z m›, ninen? Sen niye onunla oturmu-
yorsun?
— Yaz geldi. Sabah halam gidince, evde ekmek varsa al›-
yorum zeytinle ç›k›yorum. Yaz›n çok seviniyorum, soka¤a ç›-
k›nca. Hep bir fleyler oluyor. Yiyecek olmazsa evde, bu bahçe-
nin arkas›nda karavanalar› boflaltt›klar› yerler var. Onlar›n için-
den çok iyi yiyecekler bulunur. Ama ben zeytinle ekme¤e bay›-
l›r›m. Yaz geldi art›k, can›m s›k›lmaz. Hem ben buralar› bilirim.
Aç kalmam. Sen yabanc›s›n. Buraya kaç vapur gelir gider bilir
misin? Bilmezsin. O kadar kolay m›?
O¤lan hiçbir yana bakm›yordu. Birden a¤lamaya bafllad›.
K›z kendinden umulmaz bir ac›mayla telaflland›.
— A deli, sen de. Ne a¤l›yorsun? Ne var bunda a¤layacak?
Sen de her gün gelirsin buraya, seni de tan›rlar.
O¤lan bu hiç beklemedi¤i sevgiyi görünce duraksad›, son-
ra daha h›zl›, daha gürültülü a¤lamas›n› sürdürdü.
K›z ne yapmas› gerekti¤ini önce kestiremedi.

113
Sonra olgun kararl›l›¤›yla duvardan inip çocu¤un önünde
durdu.
— A¤lama can›m. Amma da sulu gözlüymüflsün. Ben hiç a¤-
lamam. Bir kez a¤lam›flt›m, nineme inme indi¤i gün. Köflede par-
çac›klar›m› dizerken oda kap›s›n› aç›p düfltü yere. “Kurtar beni
yavrum, çek beni buradan,” dedi. Çektim çektim, hiçbir yere k›-
p›rdatamad›m. Hava karar›ncaya kadar, “Kurtar beni yavrum,
çek beni buradan,” dedi. Sonra göz gözü görmez oldu. Köfle ca-
mide ezan okunmaya bafllay›nca öyle fena oldu ki içim, a¤lad›m.
O günden bu yana a¤lamam. Ona da herkes a¤lar. Ninem ak›ll›y-
d› o zaman. fiimdiki gibi pis de kokmuyordu. Bana da masallar
anlat›rd›.
O¤lan›n a¤lamas› daha içli, daha yaln›z olmufltu. Yafllar
tozlar› çamurlaflt›r›p iniyordu yanaklar›ndan.
K›z bafl›n› ona yaklaflt›r›p,
— Hadi a¤lama. ‹stersen sana ak›ll› ninemin masallar›ndan
bir tanesini anlat›r›m. Ama gene de böyle s›zlan›rsan, giderim
ha. Kal›rs›n burada dut gibi tek bafl›na. Hem de yabanc›s›n. Eh
ben varken art›k yabanc› da say›lmazs›n. Kolay m›? Ben üç yaz-
d›r buraday›m.
O¤lanc›k bafl›n› kald›r›p dosdo¤ru k›z›n yüzüne bakt›.
K›z gene duvardaki eski yerini ald›. Elindeki azalm›fl ek-
me¤in k›y›s›ndan bir tutam› o¤lana uzatt›. Bak›fllar›ndaki yeni
anlam çocu¤u o denli etkilemiflti ki, oturdu¤u yere p›rt› ceke-
tiyle iyice yay›l›p ekme¤i yemeye bafllad›.
— fiöyle ak›llan. Sana ben buralar› hep gezdiririm. Bizim
eve de gel derim, ama halam beni bile sokmuyor geç kald›¤›mda
art›k. Gece bas›nca anca ninemin otura¤›n› alt›ndan al›p yara
yerlerinin paçavralar›n› de¤ifltiriyor. Ninem hep ba¤›r›r, “Geç
kal›yoruz, geç kal›yoruz. fiimdi konuklar gelecek. Afla¤› merdi-
venleri silin. Benim dikifl kukalar›m nerede? Kahve tepsisinin
s›rlar› dökülecek. Çarpmay›n oraya buraya. Oohh, her yan sabun
kokuyor.” Ninem her gece bunlar› söyler. Halam duymaz. fiimdi
bana duymuyor gibi geliyor. Bazen beni ça¤›r›r yard›m için. Ni-
nemi kald›r›rken ona destek olurum. “Çocuk oldu o art›k,” der
halam. Ninem boflalm›fl etleri koka koka hiç bizi bilmeden, tan›-
madan ba¤›rt›s›n› sürdürür. Di¤er odalarda oturanlar, b›kt›lar

114
onun konuflmalar›ndan. Bize ç›k›fl›yorlar ne vakit görseler, “Ç›-
k›n gidin, rahat›m›z kalmad›, susturun bu buna¤›,” diyorlar.
Susturamay›z ki, bizi duymaz. Gece arada uykumun içine kar›fl›r
sözleri. O sözlere uygun düfller görürüm. Ama anlat deseler, an-
latamam. Öyle içim titrer kal›r. Bu kediler ölürmüfl gibi olur hep.
Bu kediler ölür ya durmadan. Ninemin kahve tepsisinin üstünde
deve resmi vard›. Kulplar› ç›kt›. O bilmiyor.
Ö¤le sonu vapurlar› yan›lmadan ayn› düzende gidip geli-
yordu.
‹ki çocuk uzun süre oturduklar› duvarda öyleceydiler.
Tekir kedi kimseyi kuflkuya düflürmeden ölümü karfl›la-
maya bafllam›flt›. Kavruk bacaklar›ndaki kat›lma daha burnu-
nun kurumaya dönmüfl duyarl›¤›na varamam›flt›. Tek k›p›rt›
oras›ndayd›. Bir soluma seçiliyordu bak›ld›¤›nda, ama her fley
o denli küçüktü ki gövdesinde ta yan›na e¤ilince izlenebilirdi
ölümün a¤›r a¤›r sar›fl› kediyi.
K›z bildi¤i, ö¤rendi¤i fleyin geldi¤ini sezmiflti.
— Beni üzmek için yap›yorlar bu kediler. Günefle ç›k›p ku-
ruyup ölüyorlar.
Kedinin bulundu¤u yöne hiç bakmadan hemen indi duvar-
dan. Eteklerini çekeledi. Gözlerini s›k s›k k›rpmaya bafllam›flt›.
— Hadi seni bayram yerine götüreyim. E¤leniriz. Burada
yapacak fley kalmad›.
O¤lan, k›z iner inmez onu izledi.
Beraberce kald›r›mdan yürümeye bafllad›lar.
Yürümelerindeki uyumsuzluk yoksulluklar›n› ço¤alt›yordu.
Yol boyunca s›ralanm›fl dükkânlar akflamüstü haz›rl›klar›-
na bafllam›fllard›.
Kap›lar›n önünde has›r sandalyeler ç›kar›lm›flt›. Bir mafl-
rapadan serpilen suyla ›slat›lm›fl dükkân önleri akasyalar›n
yeflilli¤ini ar›t›yordu. Bak›ms›zl›k içinde olan her yan, yaz
gün bitimlerinin sevincine, canl›l›¤›na bürünmüfltü. Cadde-
den geçen yolcu dolu otobüs günün s›ca¤›n› oldu¤u gibi yük-
lenmiflti.
Büyük mermer çeflmenin yan›ndan sapt›lar.
Ara sokakta ince bir yokufl bafll›yordu.
Yokuflun düzensiz tafllar›nda iki boz köpek oynafl›yorlard›.

115
E¤ri karanl›k bir evi çepeçevre saran akflamsefalar› alabil-
di¤ine açm›fl, esintisiz soka¤› bayg›n uykulu kokular›yla dol-
durmufllard›.
Tüm yokufllar›n güzelli¤i burada da vard›.
Derli toplu olmak zorunda olan yokufl evleri eskiliklerine
karfl›n kap› önlerindeki flafl›rt›c› oyuncak eflikleriyle, çimenli
sarmafl›kl› duruyorlard›.
Evlerden birinden bir kad›n ç›karak bir alt kat bakkal›na
girdi. Ard›ndan, “Tuz da al,” diye seslendiler.
Alana ç›kt›klar›nda günefl batm›fl, ayd›nl›¤› hâlâ sürüyor-
du. Alan›n tam orta yerinde, büyük bir e¤im içinde ba¤lanm›fl
renkli sal›ncaklar vard›. Kal›n sac gövdelerine sürülmüfl boya-
lar›n ço¤u bozulmufl, yer yer paslar› görünüyordu.

Alanda tek bu sal›ncaklar vard›. Onlar› da her bayram yeniden


buraya tafl›y›p kurman›n zorlu¤u b›rakt›rm›flt›. Bu kay›k sal›ncaklar›-
n›n bayramlardaki binicileri yeniyetme k›zlarla sar› turuncu gömlekli,
tam uykular›n› hiçbir zaman uyumam›fl pazarc›lar›n genç ç›raklar›y-
d›. Tersaneye yeni iflçi girmifl olanlarsa daha bir a¤›rdan al›yorlard›
kendilerini. S›ralar› gelip de karfl›l›kl› bindiklerinde, sal›nca¤a kolan
vururken a¤›rbafll›l›klar› en büyük h›z› sa¤lama çabalar›na eflti. K›zlar
parlak pembe, cennet yeflili giyimlerinin üstüne en s›cak bayramlarda
bile, nedense, mor ya da k›rm›z› bir h›rka al›rlard›. H›rkas›z pek aç›k
saç›k görünecekleri kan›s›ndayd›lar. K›zarm›fl utanç dolu yüzlerindeki
bitmemifl çocukluklar› serilirdi ortaya. Yukar›daki iflyerlerinde çal›flan
k›zlarsa (dükkânlarda, lofl iflyerlerinde telefon kullanmaya al›flm›fl ola-
bilenler) görgülü davran›fllarla, özentili aç›k giyimleriyle gezerlerdi.
Bayram yerinin her kuflkudan ar›nm›fl gürültüsüne kar›flan kara çar-
flafl› anneler çocuklar›n›n ellerini s›k› s›k› tutarlard›. Arkada kurul-
mufl çad›r tiyatrosunun önündeki çalg›c›lar grubunu herkes izlerdi.
Çalg›c›lar bir keman, bir zurna, bir uttu. Keman çalan Çingene o den-
li duygulu sesler ç›kar›rd› ki çalg›s›ndan, bu sesler bafl›bofl gürültüleri
aflsa en etkili fley olabilirdi her bayramda. Çingene kuru güzel par-
maklar›ndaki seçkin hüneri bilir, kendini kendi yaratt›¤› seslere b›ra-
k›rd›. Koyu, dingin yüzündeki biçimli burnuyla sanki kimselerin duy-
mad›¤› ender kokular› çekerdi havadan. Ut çalansa fliflmanl›¤›n›n yu-

116
varlak çizgileri içinde iyi bir akraba görünümüyle udunu göbe¤ine
dayar, t›ng›rdat›rd›. O seçilsin istemezdi sanki çalg›s›, ta ki oyunun
bafllayaca¤›n› belirten parçay› çalmaya bafllad›klar›nda (bu eski bir
kantoydu) udunun gövdesinde bir davulu çalar gibi sesler ç›kar›rd›.
Çad›r›n d›fl›na morlarla çizilmifl kad›n resmi gülümserdi gelenlere.
Birden bilet almak için dolard› herkes.
Ço¤u erkek olan bu kalabal›k son ça¤r› müzi¤i duyulmadan gir-
mezdi içeri.
Birkaç bayram denemifllerdi. Hep geç bafllard› oyunlar. Oysa ç›-
kacak kad›nlar› bekleme sabr› yoktu onlar›n. Bayram yerinde dolafl›r-
larken arada kulaklar›na çarpan o sesler bir cinsel uyar› gibiydi. Çok
da gençtiler. Beklemeye daha al›flmam›fllard›. En son girip tahta s›ra-
larda yerlerini al›rlard›. Çad›r›n kumafl› d›fltan vuran güneflte say-
damlafl›r, içerdeki ayd›nl›k, yumuflak, sar›c›, içten olurdu. Seyirciler
giz dolu duygular›n›n ilk kez bu denli a盤a vurulmas›na al›fl›k olma-
man›n verdi¤i davran›fllarla bak›n›rlard›.
Tiyatronun sahipleri gelene¤i bozarak ‘varyeteyi’ sona alm›fllar-
d›. Daha önceleri ‘temsili’ sona koymak kural›na olan sayg›l› tutumla-
r›yla baflta ‘k›zlar›’ ç›kar›yorlard›. Sona kimseler kalmay›nca vazgeçti-
ler. Bu kalabal›¤›n ‘temsili’ niye beklemedi¤ini anlayamam›fllard›.
Çünkü her oynad›klar›na öylesine gülüyorlard› ki, bafl komikleri ‘Sa-
mi Raflit Bey’ ç›kt›¤› zamanlar onun ‘âfl›k koca düettosu’na ola¤anüs-
tü tepki alabiliyorlard›.
‘Sami Raflit Bey’ patronlar›yd›. ‘Anlam›yor andavall›lar,’ demifl-
ti, ‘biz de sona al›r›z.’ Ve k›zlar ç›k›yorlard› fluruplar›n okflay›c› ay-
d›nl›¤›na bürünmüfl çad›rda. Tümünün tenleri inan›lmaz incelikte
görünüyordu. Etlerinin afl›r› t›k›zl›¤› bile kusur olmaktan ç›k›p tutku-
lu bir al›p götürmeye dönüyordu.
Çad›ra ilk kez kar›s›yla girme densizli¤inde bulunmufl bir a¤›r
yük iflçisi, kaslar›na dek iflleyen bir k›skançl›¤a tutulur, seyirirdi etle-
ri. Kar›s›n›n diflili¤i sanki a盤a ç›k›yordu sahnede. Çevresindeki erkek
gözlerinde gördü¤ü bildik anlam kendilerine yöneldi¤inde biriken
at›lganl›¤›n› nas›l b›rak›p koyverece¤ini bilirdi.
Temsil bafllad›¤›nda kalabal›k gürültülü gülmelerle oyuna kat›-
l›rd›. Birikimlerini bir baflka yöne çevirmenin bilinçsiz sinirlili¤i için-
de alabildi¤ine gülerlerdi. Oyun bitti¤inde düzenli ç›karlard› d›flar›.
Yavafl yavafl günün yoz ayd›nl›¤›na al›fl›rlard›.

117
Bayram alan›nda birkaç› toplan›p (genç, y›pranmam›fl, ama yor-
gun) inan›lmaz coflkular›n› anlat›rlard›. Oyuncu kad›nlar›n ç›plakl›kla-
r›nda öylesine ayr›nt›lar bulurlard› ki her söz coflkuyu yenilerdi. Çocuk-
lar macuncunun bafl›nda ustaca dolan›p verilecek macunlar›n› beklerler-
di. Avuçlar›nda, ter içinde kalm›fl bir iki bozuk paray› yitirme duygusu
k›vançlar›n› yok ederdi. Çünkü bayramlarda el öpmenin karfl›l›¤›n› ço¤u
kez para olarak alam›yorlard›. Lavanta çiçe¤i kokan dürülmüfl bir men-
dildi verilen. Naneflekeri satan, mani söyleyen adam, yan›ndan geçen
k›zlara çapk›n davran›fllarla seslenirdi. Ak önlü¤ü, naneflekerlerini diz-
di¤i özenli sepetiyle soylu görünümü vard›. Kula¤›n›n ard›na ilifltirdi¤i
sar› hokka gülü, söyledi¤i maniler adama bir yak›fl›rd› ki.
Alan› çevreleyen karanl›k tahta evler uyumsuz yoksulluklar›n›,
bayram›n flafl›rt›c› unutkanl›¤›ndan korurlard›.
Yukar›larda, derin bir yar›n üstünde kentin bak›ml› kesiminde
büyük yap›lar görünürdü. Bunlar özenli, sa¤lam, de¤iflmezdiler. Ge-
celeri u¤ultusu daha artard› oralar›n. Bu belki de erkenden uyuyan,
günlerine çabuk bafllaman›n getirdi¤i zorunlukla ortadan çekilen afla-
¤›n›n sessizli¤indendi. Afla¤›da kalsa kalsa, bir iki aç›k kahve kal›rd›.
Onlarda da pörsümüfl iskambil k⤛tlar›yla oynanan cans›z, öfkesiz
oyunlar olurdu. Radyoyu açan askerlik yoklamas› gelmifl ç›rak, gün-
lük yurt ve dünya haberlerini yeni bir ilgiyle dinlerdi. Askere ça¤r›l-
man›n ona getirdi¤i al›fl›lmad›k duruma yak›fl›r tav›rlar denerdi. Ala-
ca¤› tahta bavula konacak fleylerin derdine düflmüfl anas›n› yabanc›-
lard›. Bu yak›n geçmifl ona art›k, “flu kad›n k›sm› da” diyece¤i günle-
rin yak›nl›¤›n› kestirir, gecenin on birinde oca¤a do¤ru, “Yap iki or-
ta!” diyen ustas›n› bile duymaman›n tad›n› da iyice ç›kar›rd›.
Uykuya varm›fl sokaklarda Orta Anadolulu bekçiler gezerdi. Orada
pek h›rs›zl›k olmazd›, ama yukar›dan inen yorgun, uykusuz h›rs›zla-
r›n bar›na¤›yd›. Bekçilerin durumunu bu zorlaflt›r›rd›. Onlarsa hiç
k›ra¤›s› olmayan buran›n yazlar›na flaflarlard›. Uykusuz, cahil yüzle-
rindeki korkutucu b›y›klar›yla görevlerini yaparlard›.

K›z, alandaki ba¤l› kay›k sal›ncaklar›n dibine oturdu.


Cebinden bir basma parças› ç›kard›.
Dizine yay›p onu düzeltmeye bafllad›.
O¤lan ayakta ne yapmas› gerekti¤ini kestiremeden kalakald›.

118
— Sen bayramda buray› göreceksin. Öyle iyi olur ki. Ben
taaa, geceler oluncaya kadar e¤lenirim. Baz› iyi insanlar ma-
cun paras› filan da verirler bana. Baloncular bile gelir inan-
mazs›n ya...
— Sal›ncaklar çok büyük, biz binemeyiz ki, bunlara.
— Yo, çocuklara da var. Tam bize göre. ‹fl parada.
Karanl›k bast›r›yordu.
Karfl› evlerin ›fl›klar› yanmaya bafllam›flt›.
fiunu bunu almak için bakkallara gidenler vard›.
Bakkallar›n sararm›fl gazeteler serili raflar›nda, tek renkti
sat›lanlar.
K›z, sal›ncaklar›n görünmesi bitinceye dek bez parças›n›
düzeltti.
O¤lan aç›k seçik kestiremedi¤i anas›n›n evden kaçma
olay›n› yeniden düflündü. Bir fleyler p›r p›r etti içinde. Anas›-
n›n bu akflam döndü¤ü odalar›nda olamayaca¤›na inanmak
çok zordu. Do¤du¤undan bu yana vard›. ‹çindeki k›p›rt›lar
sevinç oldu.
— Biz S›vas’›n köylü¤ündeniz, biliyor musun? Babamgil
der ya, “Hayvan›m›z yok, topra¤›m›z yok. S›vas topra¤›nda
n’edece¤iz?” Anamsa anlat›r anlat›r Tohma suyunu: “Kimle-
re yanay›m bac›lar›m,” der. “Buran›n flehri nice ola ki. Dilin
bir derdin bir. Gurbetlik ateflten yorgan,” der hep. S›vas’a
vard›¤›m›zda tren geldi. Tahtalarda uyuduk. Anam kaçma-
m›flt›r. Odada flimdi oturur olacak, tahta kafl›klarla geyikli
duvar yazg›s›yla.
K›z parçay› cebine koydu, kalkt›.
Karanl›kt› her yan.
Yad›rganacak bir kurba¤a sesi duyulmaya bafllad› birden.
Yokuflun yukar›s›ndaki yap›lardan güçlü bir elektrik ay-
d›nl›¤› yay›lm›flt› gö¤e.
Fabrika dumanlar› sis gibi birikirdi geceleri afla¤›da.
— Bak, yukar›y› bilmezsin sen... Ben bir gün ç›kaca¤›m
oraya. Halam, “Ç›kacan tabii,” diyor. “Ama daha var, daha
birkaç y›l var. Hele büyü, büyü de kalma buralarda,” diyor.
Halam, “Hayat›n› rezil etme k›z›m,” diyor. “Bir namus derdi-
ne,” diyor.

119
O¤lan, k›z›n gösterdi¤i yöndeki ayd›nl›¤a, u¤ultuya bakt›.
Kurba¤an›n sesi durmufltu.
Üstteki seslerin canl›l›¤› gittikçe belirginlefliyordu.
— Hani beni bayram olunca buraya getirecektin? Sen ç›-
karsan yukar›, beni buraya kimse getirmez.
— Benim yukar› gitmeme çok var daha. O zamana kadar
kaç bayram geçer.
Geldikleri yöne do¤ru yürüdüler.
Yokuflun bafl›ndaki, eskiden havagaz› olan dire¤e elektrik
tak›lm›flt›.
Ayd›nl›k, fenerin camlar› k›r›k, süslü demir kafesinden tafl-
lara yay›l›yordu.
Çocuklar önlerinde uzayan gölgeleriyle iyice yaln›zd›lar.
Akflamsefalar›n›n kokusu öylesine yo¤unlaflm›flt› ki, s›cak
daha art›yordu gün geceye geçerken.

Kas›m 1970

120
HARAÇ
Haraç

Sal›pazar›’na ç›kt›¤›mda lahanalar›n sergilere dizildi¤ini


gördüm.
Pahal›.
Ekim bafl›d›r.
Sonralar› en ucuz, en yiyimlik sebze olur.
Bol biberli kapuskay› yap›verdim mi, sanki içine yar›m kilo
kuflbafl› et kat›lm›fl gibi tad›na doyulmaz. Ah, eskisi gibi yemek
tad› m› ald›¤›m var! Kimi zaman bugünü unutur oluyorum.
Pazar dönüfllerinde, yokuflun bafl›nda t›knefes dinleniyorum.
Bir dirhem et bin ay›p örter derler.
Belki gençlikte.
Yafl kendini belli etmeye bafllad›.
Bana ne oldu bilmem.
Sanki bir elim ya¤da, bir elim balda, ha babam kilo al›yorum.
Y›llard›r et yüzü gördü¤ümüz yok. Kuvveti ekme¤e, bibere,
so¤ana verdik. Kaptanpafla f›r›n›ndan akflam ekme¤ini duman›
tüterken ald›n m›, yeme¤in tad› kurtuluyor. T›kan›yorum yoku-
flun bafl›nda. Elimdeki zembiller yetmezmifl gibi kaba etlerimdeki
ya¤lar› da, her ad›m at›flta, sallana sallana tafl›yorum. Yafl kemale
erdi.
Birinci Cihan Harbi’ymifl beni Horhor’daki kona¤a evlatl›k
verdiklerinde.
O zamanlar ya yedi ya da on yafl›ndaym›fl›m.
Beni b›rakan, treni kaç›rmay›m, tez olay›m diyip gitmifl.
Hiç arayan soran olmad›yd› bir daha.

123
Nas›l biriydi o adam?
Bilmek istediklerim, geçmiflimdekiler akl›mda durmaz oldu.
Birinci Cihan Harbi’nde ya yedi ya da on yafl›ndaym›fl›m.
fiimdi ya altm›fl ya da altm›fl üçümdeyim.
Bu yeni y›llarla bir fleyi toparlay›p ç›karam›yorum.
Say› saymas›n› bilirim.
Benim tarihlerim bin üç yüz üstüne.
fiimdikiler bin dokuz yüz.
Arada kocam, o¤lum topland›¤›m›zda Horhor’dakilerden
söz açay›m isterim.
Yani do¤rulamak için olan› biteni.
fiöyle flöyle bin üç yüz otuz iki k›fl›yd› desem.
Rusuhi Bey ve refikas› aynen böyle konuflurlard›. O adam
b›rak›p da beni hemen gitti¤i gün kona¤a, korkudan büyük tafl-
l›¤›n k›y›s›nda kalakalm›fl›m, sinmiflim.
“Ben burada korkar›m, buras› çok büyük,” demiflim.
Hep onu demiflim, anlatmalar› öyle. Çerkez Gülendam ge-
lip beni ald›¤›nda oradan,
“Kona¤›n getirine götürüne seni kofltururuz. Burada yer
içer, efendilerine sayg›l›, boynu bükük olmay› ö¤renirsin. Bir
de edep erkân, di mi yavrum, di mi efem?” demifl.
Efem demeyi de ondan ö¤rendim. Hâlâ da vazgeçemem.
Ömrümün yar›s›n› orada geçirip kona¤›n en kuytusu, en bilin-
mezi benden sorulur olduktan sonra... Beni arayan soransa
yok.
Kimim kimsem yok muydu? Olamaz can›m! fiu son gün-
lerde ne oldu¤unu pek kestiremedi¤im, ama olmad›¤›na da
inanmad›¤›m fleyler gözümün önünde resim gibi gelip çizili-
yor.
Genifl bir toprak yolun k›y›s›nda dizili kavruk a¤açlar gö-
rüyorum. Eprimifl örtüler örtünmüfl kad›nlar, bak›r bakraçlar
tafl›yarak geçiyorlar. Hava kararana do¤ru iki pencereli top-
raktan ç›kma evlere, as›k yüzlü adamlar giriyor. Yo¤urt maya-
s› kokan, oca¤› isli, lofl mutfaklardan birinde saç› örgülü bir
kad›n duruyor. Kad›n›n çevresinde irili ufakl› ç›plak ayakl› ço-
cuklar var, bez entariler giymifl. Kad›n içlerinden birini kucak-
lay›p emziriyor. Mavi damarl› memesi taflk›n süt dolu. Yüzü

124
belli de¤il. Beni ça¤›r›yor, ama as›l ismimle de¤il, Servet demi-
yor. Benim gibi olan çocuk gidiyor yan›na, kucaklafl›yorlar.
Yere oturtup çocu¤u, yani beni, bir ba¤a tarakla saçlar›n› tara-
maya bafll›yor.
Türkü söyler gibi, “Ben k›z›m› vermem. Aç ç›plak olsa da.
El kap›s›nda onaca¤›na burada ölsün. Nereden ç›kt› ‹stanbul’a
çocuk tafl›mak? Paras› da bats›n bunun,” diyor.
Kucaklafl›yoruz s›k› s›k›. O zaman yüzü beliriyor, ›fl›kla çi-
zilmifl gibi. Aklar› duru, güzel kara gözlü biri. Yeniyetme ka-
d›nl›¤› var. Bez giyimli çocuklar dolafl›yorlar yan›m›zda; biri
elinde saçlar› at k›l›ndan tahta bir bebek tutuyor. Mutfa¤›n lofl-
lu¤u kararmaya bafll›yor. Ocakta odunlar yan›yor. Odunlar›n
yalaz›nda ayd›nlanan kad›n, memesini say›s› hep de¤iflen ço-
cuklardan birine veriyor.
“Sütüm yok, ama oyalan›r. Daha açl›¤›n› oyalamayla avu-
tacak yaflta bu,” diyor.
Yumuflak saçlar›n›n apak telleri var.
Her parma¤›na çok güzel yüzükler takm›fl.
Saçlar› kolonya kokuyor.
Gene de her fley çok yoksul.
Tam ona dayanm›fl dururken sokak kap›s› vuruluyor. Boz
yolda yürüyen, gülmez yüzleri sürgit gölgede adamlardan biri
giriyor içeri. Biz hep beraber a¤lamaya bafll›yoruz.
Hay›rd›r inflallah, nedir bana musallat olan resim gibi sey-
retti¤im fley? O eller bizim Dizdar Han›mefendi’nin olsa gerek.
Han›mefendi öleli on y›l› geçti san›r›m. Kara toprak neleri al›-
yor. Ne bak›m, ne özendi onun kendisine gösterdi¤i? Kolonya
sular›yla ayaklar›n› ovdururdu. Tabanlar› sertleflmesin diye
ipek kadife terlikler giyerdi. Saçlar›n› Alman papatyas›yla sa-
rartt›¤›n› söylerdi k›zlar.
Çerkez Gülendam Kalfa, “Duymay›m efem, duymay›m bu
sözleri, haddini bilmemek bu evde töre de¤ildir,” diye sustu-
rurdu onlar›.
Bir beni severdi içlerinden.
Küçüklü¤ümden söz eden de tek Gülendam Kalfa’yd›.
“Bitini, sirkeni temizleyememifltik de saçlar›n› makineyle
t›rafllam›flt›k. Nevazil olmaman için kafana ben pazenden takke

125
dikmifltim. Konuklara seni ç›kar›rd›k, gülmekten bir hal olur-
lard›. Yer cücesine dönmüfltün ilahi Servet,” derdi.
Dizdar Han›mefendi mahrem yerlerindeki k›llar› hiç tut-
mazd›.
Hamam yak›ld›¤›nda keselemem için beni ça¤›r›r, en âlâ
otlardan kar›lm›fl ilaçlar› bacaklar›na, kollar›na, her yerine
sürdürürdü. Bu ilaçlar› aile doktorlar› Naki Bey yaparm›fl.
Gevflemeye yüz tutmufl ince ak teninin üstüne ilac› ürke, kor-
ka sürerdim.
“Dikkat et Servet,” derdi, “Doktor Bey, ‘Çok hafif, yaya-
rak sürün,’ diye tembihledi. Cildimin ipek inceli¤i onu flafl›r-
t›p, telafla düflürüyor. Her geliflinde suallerini karfl›lamak
güç. En ufak bir çizik, ilac› iyi yapamamak evham› veriyor
doktora.”
Üstümde pefltamal›mla terleyerek, tenine nak›fl dokurcas›-
na yayard›m ilac›.
En s›k›ld›¤›m ifl buydu.
Keselemek bir fley de¤ildi.
Zaten yaln›z s›rt›n› keseletirdi.
Örtüsünü gö¤sünden ay›rmazd›.
K›zlar›n dedi¤ine göre memeleri beline inmifl. Biz görelim
istemezmifl.
Sular döküldü¤ünde boncuk boncuk yuvarlan›rd› duru te-
ninden. Yüzünün akl›¤› ak›l almaz gibiydi. Sanki bir porselen
üstüne çizilmiflti kafl›, gözü, a¤z›. Öyle kahkahayla güldü¤ünü
görmemifl, duymam›flt›k. ‹nce ince gülerdi bak›p insana. Ha-
mam yapt›¤› geceler Doktor Naki Bey ziyaretine gelirdi.
Kaç göç yoktu o evde.
Beyefendi filan hepsi bir arada, sar› kadifeli sofada oturur-
lard›. Sonbahar›n nemli akflamlar›nda p›r›l p›r›l altl›kl› pirinç
mangallar doldurulur, sofaya tafl›n›rd›.
“Kayd›rarak kesele Servet,” derdi han›mefendi, “flöyle ke-
seyi çevire çevire ov.”
Kollar›n›n üst k›sm› ya¤lanmaya bafllam›flt›. Kulak meme-
leri s›ras›ndan kesik saçlar›, samur sar›s›yd›.
El yatk›nl›¤›m denenmiflti konakta, anlam›fllard› ki, pek in-
ce ifller bana göre de¤ildir. Çamafl›r günlerinde kazanlar›n alt›-

126
n› yakmak, suyun s›cakl›¤›n› ayn› tutmak, kirlileri kaynamaya
at›ld›¤›nda sopalarla çevirmek bana verilmiflti.
Büyümüfltüm. Saç›m uzam›flt›, örgülüydü.
Yukar› katlara ç›kt›¤›m yoktu.
Güzel olmad›¤›m›, bunun için de ele güne karfl› ç›kacak in-
celiklerden yoksun oldu¤umu Gülendam Kalfa yüzüme söyle-
di¤inde on beflimdeydim san›r›m.
“Efem, Allah’›n kullar›n› befl parmak gibi ayr› yaratt›¤›n›
hepimiz biliriz. Güzellik geçicidir. Kal›c› olan çal›flkanl›k, iyi
huy, dürüstlüktür, di mi efem? Sende bunlar olduktan sonra
hiç duçar kalmazs›n, Servet k›z›m. Beyefendiyle han›mefendi
bizim velinimetlerimizdir. Sebeb-i hayat›m›zd›r. Onlara flükra-
n›n› her an göster.”
Dediklerinden bir fley anlamam›flt›m o zamanlar. Sonra
Horhor’daki konaktan baz› çal›flanlar ç›kar›ld›. Han›mefendi
soka¤a ç›karken s›kma bafl yap›p k›sa giyimler giyiyordu. Ara-
ba haz›rlan›p kap›ya geldi¤inde, çifte merdivenden inip çevre-
sine bay›lt›c› kokular b›rakarak çekip gidiyordu.
Konakta asri olmaktan baflka sözün edildi¤i yoktu. Sor-
mufltum,
“Asrilik daha rahat etmektir,” demiflti Gülendam Kalfa.
Ç›kar›lanlar›n yerine yeniler gelmedi¤inden, beni yukar›da
çal›flt›rmaya bafllam›fllard›. Kola yapmay›, ifllemeli örtüleri ütüle-
meyi, patis çarflaflar› dürmeyi o s›ralar ö¤reniyordum. Dizdar
Han›mefendi’nin yatak tak›mlar› ipektendi. Onlar› güvenip bana
ütületmiyorlard›. Bir gece hiç unutmam, o büyük sofada epeydir
oraya salon diyorlard›, toplanm›fllard›. Doktor Naki Bey, bir bah-
riye miralay›, ipek çorapl› saçlar› kesik han›mlar. Gülendam Kal-
fa’n›n telafl› artm›flt›. Etekleri dolan›p duruyordu.
“Pek önemli kifliler yukar›dakiler efem, pek. Utanmamal›-
y›z yapt›¤›m›z hizmette hata ederek. Servet, evlad›m sen kah-
veleri t›pk› han›mla beye verdi¤in gibi elin titremeden ikram
edeceksin. Ben ancak likör, çikolat haz›rl›¤›na yetiflirim. fiimdi
eski kalabal›¤›m›z yok. Harp bitti, bir sürü dert bafllad›. Gene
de harp söylentileri var. Hem de tam tam›na içimizde harpm›fl
bu defaki. Öyle Çanakkale’yle falan bitmeyecekmifl. O yukar›-
daki bahriye miralay› anlatm›fl.”

127
Gülendam Kalfa yafllanm›flt› bir hayli. ‹nceli¤i s›skal›¤a,
kemiklenmeye dönmüfltü. Koyu flarap rengi giyimlerinin üs-
tüne hep atlas bir yelek giyerdi. Burnunun ucu son y›llarda
b›çak k›n› gibi sivrilmiflti. Eski ketumlu¤undan iz kalmam›fl-
t›. Yerli yersiz konuflup duruyordu bizlerle. Belli ki s›k›ld›¤›
bir fley vard›. Yemekleri yapan fiehime Han›m (Eski ‹stanbul-
lu bir ailenin yan›ndan yeni gelmiflti kona¤a, fazla para al›-
r›m sanm›fl.), Gülendam Kalfa’ya gelir gelmez, ‘Deli Çerkez’
diye isim takm›flt›. Her piflirdi¤inin üstünden kafl›kla al›r, ta-
d›na bakard›. Birçok kere bu tad›na bakmay› sürdürdü. Mut-
fakta benden baflka kimse olmay›nca konaktakiler için a¤z›na
geleni söylemeye bafllard›.
“Ayol buran›n nesi konak. Hay o bohçac› Rukiye kar›s›na
uyup da yerimden ç›kmayayd›m, üç ayl›k alaca¤›m hâlâ öden-
medi. Buraya ancak sokak köpekleri konak der. Araba, arabac›
kiral›k. Sordum ö¤rendim. Senin gibi köylü bir k›z, o Deli Çer-
kez, bir de o k›r›tkan fiemsitap. Neye yarar o fiemsitap! Bir k›ç›
var, de¤irmen tafl› gibi. Çalkalar durur. Gözleri haktan sürme-
liymifl. Onu beyefendiye sand›k odas›nda yutturur. Ayol, ben
bir fley yutmam. Bana k›rk y›ll›k Üsküdarl› fiehime demifller,
Han›mefendiye gelince biz o han›mefendilerin daha âlâlar›n›
biliriz. Ama namus dedi¤in yaln›z bunlar›n eline verilmifltir.
Kimseye b›rakmazlar. Ellerinde fazlas› da olsa... Kar›n›n flimdi
etekleri tutuflmufl. Zabitten dost ar›yor. Anlad›, gün zabitin gü-
nü. Bahriye miralay›ndan afla¤›s›na da kurtarmaz, haspam. Pa-
ra olacak, para. Bu dünyada para her fleyin bafl›. Senin o han›-
mefendin var ya, k›rk›ndan afla¤› de¤il. Nah yalan›m varsa yü-
züme tükür. Ama para kar›y› genç tutuyor. T›k›zl›¤› artm›fl ger-
çi, gerdan› da çift çeneye yönelmifl, ama gene de yüzü lam lam
yan›yor. Gözleri desen k›zg›n kedi gözü. Ya k›r›tmalar›, sesini
yayarak naz, eda yapmalar›... Ancak para bu keyfi verir adama.
Beni kand›rd›lar vallahi. Yerimden k›p›rdamazd›m hiç, üç ku-
rufl fazla alaca¤›m, diye. Bunlar›nki etrafa gösterifl. Dört hiz-
metkârla zenginlik mi dönermifl? Benim param› da verici de¤il-
ler. fiimdi memlekette harp k›tl›¤› var. ‹zne gitti¤imde ö¤ren-
dim. Askeri otlamaya götürüp karn›n› doyuruyorlarm›fl. fia-
hande Han›m’›n gümrük kolcusu kocas› anlatt›. Siz burada, o

128
Deli Çerkez, o erkek azg›n› fiemsitap, bir de sen oturup durun.
Galata Köprüsü nerede? desem ap›fl›p kal›rs›n›z. ‹nsanlar m›s›r
koçan›n› ö¤ütüp yiyor. Yetmezmifl gibi bit hastal›¤› k›ran› oldu.
Dünyadan haberiniz yok, avallar›m.”
Buna benzer fleyler söylerdi Aflç› fiehime Han›m. Biz de
gittikçe çekinir olmufltuk ondan. Ayr›k kal›n bacaklar› yüzün-
den iki yana savrularak yürüyüflü, mutfa¤› doldurmas›na ye-
terdi.
‹lk konuklara ç›kma günümden önce bana iyice çekidüzen
vermifllerdi.
Kurban bayram› için dikindi¤im hareli tafta giyimimin üs-
tüne kanarya sar›s› ipek bir kemer takm›flt›m.
Merdivenlerden ç›k›p kimselere bakmayarak kahveleri
verdi¤imde sigara ve pudra kokusunu, bir de erkeklerin rugan
pabuçlar›n› unutmam, hâlâ hat›rlar›m.
Yüre¤im gö¤sümden f›rlayacakm›fl gibi çarpm›flt›.
Kad›nlar›n kollar› ç›plakt›.
Ne kadar da birbirine benziyordu bu kollar.
Pembe, ince tenli, tombul.
Benim dirseklerimin yukar›s›na do¤ru pul pul, donuk sar›,
serttir kollar›m.
Düflünmüfltüm, do¤ruydu; çirkindim, köylüydüm.
Belki de köylülü¤ümden çirkindim.
Peki, köy neydi?
Köylü oldu¤umu nereden bilmiflti fiehime Han›m?
O gece inip sormufltum:
“fiehime Han›m, siz benim köylü oldu¤umu nereden bildi-
niz efem?”
“Ay, senin efem’ini yesinler k›z. Bu iri iri dirsekler, bu f›r-
lak diz kapaklar›, bu kol gibi kal›n telli saçlar, bu her fleye ‘evet’
ancak köylülerde olur. O Deli Çerkez de evet der, ama o ç›k›n›-
n› tutma evetidir. Sar› Osmanl› alt›nlar›n› bir yerlere gömmüfl-
tür o. Bu evin kayma¤›n› alm›flt›r. Onun dünyal›¤› tamam.
fiemsitap zati durucu de¤il. Fingirdemesi kaflar orospu fingir-
demesi. Beni hiç hesaba alma. Ben ne eder eder parac›klar›m›
kurtar›r›m. As›l flaflt›¤›m sensin. Sen sürüneceksin, a benim iki
gözüm. Sen iyice diflsiz, t›rnaks›zs›n,” demiflti.

129
Saps›z fincan›ndan höpürtüyle kahvesini çekip yana¤›m›
okflam›flt›.
“Ben sade kahve içmem. Sade kahve zenginlere vergidir.
Yoksul k›sm› buldu mu flekere kuvvet vermeli ki, kan yaps›n
diye...”
“Ben köylülü¤ümden habersizdim, fiehime Han›m, siz na-
s›l bildiniz?” demifltim, “flaflt›m.”
“Dedim ya biz ‹stanbulluyuz, biliriz.”
fiehime Han›m bir zaman sonra sar›¤›burma, çerkeztavu-
¤u, hünkâr kebab› gibi yemekleri burun k›v›rarak yapar oldu.
“Bir güzel tavuk dolmas› nelerine yetmez” demeye bafllad›.
“Çerkeztavu¤unun biberiydi, ceviziydi, k›vam›yd›... a u¤-
raflamam, u¤raflamam. Hafakanlar bas›yor.”
Bu karfl› ç›k›fl› söylemek ifli de di¤er aferinsiz ifller gibi ba-
na kalm›flt›. Say›l› üst kata ç›kmalar›mdan biriydi.
O gün nas›ld› iyice biliyorum.
K›fl gelmiflti.
Döner merdivenlerde koyu renk basamak hal›lar› seriliydi.
Merdivenler ara sahanl›kta tekleflti¤inde iki yanda üstleri yu-
varlak bitimli pencereler vard› bahçeye bakan. Sar› pirinç kor-
nifllere tak›l›, ipek püsküllü, kal›n kadife perdeler. Merdiveni
ç›k›p ‹ran hal›lar›yla kapl› büyük sofada durmufltum.
Hiç ses yoktu kapal› odalarda.
Han›mefendinin yatak odas›n›n kap›s›n› çalacakt›m.
Vurdu¤umda ç›t›rt›lar gelmiflti içeriden, sonra da yumuflak
ayak sesleri.
Kap›y› han›mefendi açm›flt›.
Kocaman bir aynan›n önündeki camla örtülü kumafl çiçek-
lerle bezeli saati görmüfltüm ilk. Saat sessizce ‘t›k t›k’l›yordu.
Saçlar›ndan pembe ipek kurdelesi kaym›flt› han›m›n, ›l›k ve
parfüm kokusuyla doluydu oda. Mor atlas perdelerin kapad›¤›
karfl› duvara bitiflik parlak kumafllarla örtülü dantellerle süs-
lenmifl bir karyola vard›.
“Baz› yemekleri yapman›n zor oldu¤unu söylüyor fiehime
Han›m,” demifltim. “Çerkeztavu¤u yapamazm›fl bu gece için...”
Han›mefendi k›zmam›flt›. Düz kapan›k gülmesiyle arkaya
do¤ru seslenmiflti:

130
“Ah siz askerler yok musunuz? Bu adalet, musavat laflar›-
n›zla aflç›lar›m›z› bile bize karfl› nezaketsiz ettiniz. Bak›n›z ken-
di evimde sözüm geçmiyor. Beyaz Ruslara dönmemize flüphe-
siz ramak kald›.”
O zaman süslü omuzluklar› olan beyi görmüfltüm. ‹nce ba-
cakl›, yald›zl› bir iskemlede oturuyordu. Kara b›y›klar› dikti.
Saçlar› düz taran›p ortadan ayr›lm›flt›.
“Yok ruhum, sizin o pervin ellerinize elbette ki, bir hizmet
eden daima bulunacak. Asalete, güzelli¤e kim k›yabilir?”
“Peki yavrum,” demiflti han›mefendi, “sen in ifllerinin bafl›-
na, bana hemen fiemsitap’› yolla. Elbiselerim ütülenecek.”
O zamanlar ben yorgunluk nedir bilmezdim.
Sabah ezan›ndan yats›ya kofltururdum.
Servet kilere, Servet mutfa¤a, Servet odun ç›kar, Servet
ayakkab›lar›n çamurunu temizle, Servet hal›lar silinecek, Servet
patisler ütülenecek, Servet camlar› yard›mc› kad›nla beraber
sirkeyle sil, Servet tavan aras›n›n tozlar›n› al, Servet, Servet,
Servet... Bana güveniyorlard›. Herkesin, her fleyin elula¤›yd›m.
fiemsitap kaçt› bir gece.
Onun ifllerini de bana verdiler.
Dedim ya bana güveniyorlard›.
fiemsitap kiralanan araban›n arabac›s›yla kaçm›flt›.
Ne zaman tan›flm›fl, ne zaman sevdalanm›fllard›, buna epey
flaflm›flt›k?
Çünkü bizler, biz evin hizmetçileri, hiç soka¤a ç›kmazd›k.
Erzak, sebze, meyve, yakacak ifllerini emektar bir adam yöne-
tirdi. Paralar› da Gülendam Kalfa öderdi. Bense y›llard›r hiç
ak›l etmemifltim ç›k›p d›flar›y› görmeyi.
fiimdi gördüm de ne oldu sanki!
Gece sabaha karfl›, hiçbir fley almadan, üstündekilerle kaç-
m›flt› fiemsitap.
Rusuhi Bey’in hizmetini o görürdü. Han›mefendi geç
uyand›¤› için sabahlar›, ayr› yatard› kocas›ndan.
Ara ki yok, ara ki yok.
Gülendam Kalfa ‘efem’ diyor da, baflka bir fley demiyordu.
“Efem, nas›l yapar bilmem? Beni de mi düflünmedi bu? Ne de-
rim yukar›dakilere?”

131
fiehime Han›m oral› de¤ildi. Sigara tabakas›ndan tütünleri
ç›karm›fl k⤛da yerlefltirip duruyordu.
“Ne yapacaks›n a kardeflim, sizin gibi k›z kurusu olamazd›
ya. Gitti gider. Senin han›m da art›k bu kargaflal›kta kocas›n›
avutacak onun gibi birini zor bulur,” demiflti.
Kimseyi umursamaz olmufltu aflç› evde. Yukar›dan ne ha-
ber ç›kacak diye bekleflirken kahvesini yudumlam›flt›.
“Kahveyi de nohuttan ö¤ütüyorlar. Nerede o eski kahve-
ler? Çok telafllanma Servet k›z. O koca ellerinle çeflmibülbüller,
kristaller, billurlar sana kalacak,” demiflti.
Aradan aylar geçmiflti.
Bir gece yats›da kap› yabanc› yabanc› çal›nca ilk ben açm›fl-
t›m kap›y›.
Kollar›m çok mu uzundu ne o zamanlar, koyacak yer bula-
mazd›m.
A¤›r kap› kolunu kald›r›p açt›¤›mda, koca bir ›hlamur a¤a-
c› görmüfltüm soka¤›n köflesinde. T›pk› bahçedekinin efliydi.
Çiçek açm›flt›. Sokak kona¤›n bahçesine benziyordu.
Demek ki bahard› fiemsitap’›n arabac› kocas› gelip çeyizle-
rini istedi¤inde.
Han›m›n yan›na ç›km›flt›k üçümüz. Ben, Gülendam Kalfa,
fiemsitap’›n arabac› kocas›. Han›mefendinin elini öpmeye
uzand›¤›nda adam, elini bir uzat›p bir çekmiflti han›mefendi.
Sonra gidip kanepeye oturmufltu.
fiemsitap’›n arabac› kocas› iriydi. Ah›r ah›r kokuyordu.
Gülendam Kalfa öyle söylemiflti, kokuyor diye. Ben duy-
mam›flt›m Allah için. Arabac› kocas› iki elini kavuflturmufl ko-
nuflmuyordu.
“Ee,” deyince han›mefendi, konuflmaya bafllam›flt›.
“Biz bir cahillik ettik, siz hofl görün. fiemsitap, ‘Han›m›m›n
aya¤›n›n turab› olay›m,’ diyor. ‘Onlar beni hofl görür. Aylar
geçti, han›mefendinin aff›na s›¤›n›r›m. Onlar benim annem ba-
bam say›l›rlar. Ben gözümü konakta açt›m. Edep erkân ondan
ö¤rendim,’ diyor.”
Susmufltu.
Hepimiz fiemsitap’›n arabac› kocas›na bak›yorduk. Çakmak
çakmak kara gözleri vard›. Gülendam Kalfa söylemiflti bunu da.

132
Han›mefendi elindeki p›rlantal› saatini çeviriyordu bir o
yana, bir bu yana.
“Eee,” demiflti gene, “seni bu acayip, lüzumsuz laflar› m›
söylemeye yollad›?”
“Yok.”
“Ya, neye?”
“Sizin ona, evlendi¤inde vermek için haz›rlad›¤›n›z çeyiz-
ler varm›fl. Onlar›...” dedi.
Han›mefendi birden aya¤a kalk›p sivri topuklar›n› vura
vura dönmeye bafllam›flt› sofada.
“Ne çeyizi? Benim istedi¤ime varm›fl m› da, çeyiz istiyor?”
Bizi bir korku alm›flt›.
fiemsitap’›n arabac› kocas› kamburlaflm›fl, yere bak›yordu.
“Çeyiz meyiz yok. Sana yolu göstersinler. Hadi bakay›m.
Üstelik baflka biri olsa seni kona¤a kabul edip konuflmazd›.”
Hepimiz merdivene yönelmifltik. Arabac› birden dönüp
konuflmufltu:
“Alt› yafl›ndan yirmi yafl›na kadar yan›n›zda bo¤az toklu-
¤una durmufl, ‘Çeyizler bunun karfl›l›¤›yd›,’ diyor.”
“Nee, bana kafa m› tutuluyor? Kaçt›¤›n›z gece s›rt›na geçirdi-
¤i mantonun de¤erini biliyor mu o? Ç›k›n derhal evimden ç›k›n!”
Çabucak merdivenlerden inmifltik.
fiemsitap’›n arabac› kocas›, nedense bizi kendinden saya-
rak tafll›kta durup,
“Ben fiemsitap’a demifltim, ‘Vermezler bir fley,’ diye. ‘Bun-
lar haraca al›fl›k,’ diye,” demiflti.
Kap›y› yine ben kapam›flt›m. Ihlamur a¤ac› buram buram
duruyordu karfl›da.
Ben fiemsitap’la arabac› kocas›n›n sevdalar›n› do¤rusu be-
¤enmifltim. Bana sormad›klar›ndan söylememifltim. Niye bana
sorsunlard›!
O zamanlar yorgunluk nedir bilmezdim.
Gece yata¤a uzand›¤›mda, deliksiz, bir solukta uyurdum.
fiimdi öyle mi ya? Kemiklerim dökülüyor. Yata¤a giriyo-
rum, bunca yorgunluk yetmezmifl gibi, hiç uyku durak yok.
Niye böyle oldum? ‹htiyarlad›m tabii. Birinci Cihan Harbi’nde
yedi ya da on yafl›nda oldu¤uma göre var›m benim parmak he-

133
sab›mla bir altm›fltan öte. Çünkü say› saymas›n› bilirim. Demek
ki, han›mefendiyi de kara topraklar ald›. Kufl sütleriyle besle-
nen, atlaslar›n, samur kürklerin, ballar›n, böreklerin cennet ta-
amlar›n›n han›mefendisi...
Komflum Meserret, Niflantafl›’nda apartmana temizli¤e
gider. Laf laf› açar ya, o demiflti; çal›flt›¤› evin büyükhan›m›-
na her y›l mevlit okuturlarm›fl. Müslüman insanlarm›fl do¤-
rusu. Eskilerini, art›klar›n› ona verirlermifl. Derken Hor-
hor’daki konaklar›ndan söz aç›lm›fl. Erkek aflç›lar› varm›fl da
o anlatm›fl bizim Meserret’e; bunlar padiflahl›k zaman›n›n
soylusudur, zenginidir diye. O güzelim konaklar›n›n yerini
flimdi apartmanlar alm›fl. Dizdar Han›m sonradan bir Cum-
huriyet paflas›yla evlenmifl. Laf laf› aç›nca bizim Rusuhi Bey’i
sordum. Horhor’dan Niflantafl›’na tafl›nd›ktan sonra boflan-
m›fllar. Süslü miralaydan bir k›z› olmufl Dizdar Han›mefen-
di’nin. Çocuk olmamakta kabahatli demek Rusuhi Bey’mifl.
Öyle ya, do¤rusu da bu.
Uykular›m yok.
Bu da ihtiyarl›ktan.
‹htiyarl›k uyumamas›.
Bana kona¤› b›rak›p gidince fiemsitap’›n odas›n› vermifllerdi:
bahçeye bakan, ikinci kattaki oda onundu. Yerde eskice bir hal›,
duvarda boydan boya yüklük, köflede iki ceviz sand›k vard›.
Odalar›n kap› kollar› billur camdand›.
Sand›klardan biri kilitli, biri aç›kt›.
Aç›k olan fiemsitap’›nd›. Han›mefendi yan›ma gelip,
“Bak k›z›m,” demiflti, “sen nankör olma. Bu çeyizler art›k
senindir. fiemsitap’› d›flar›daki ufak hukuk ifllerimizi yapan
gayet efendi biri olan dava vekilimiz Fatin Bey’e verecektim.
Kendinden otuz yafl büyük adam› istemezmifl. Gülendam’a
sorarsan kaçma sebebi buymufl. Bir de güzelli¤ine güvenme-
si. Hata etti. Verilmifl sözümü tutmayarak beni de mahcup
b›rakt›. Senin fl›maracak bir yan›n yok. Bunu unutma ve
unutma ki fiemsitap, buradaki günlere al›fl›p da arabac› kar›s›
olmakla yetinemez. Elbet kötü yollara düflüp namusunu he-
lak edecektir. Benim ne kadar hakl› oldu¤umu da ac› ac› an-
layacakt›r.”

134
O gece ilk örtündü¤üm ipek yorgan›n verdi¤i rahatl›¤›
unutamam.
Alt kattakilerin yorgan yüzleri basmayd›.
Odam›n sedirini de k›rm›z› damasko kumaflla kaplam›fllar-
d›. Yukar›n›n ince temizlik bak›m iflleri bana kal›nca ellerimi
kollar›m› savurmamay› ö¤renmek için de az çabalamam›flt›m.
Afla¤›ya da hizmet için yetifliyordum tabii.
‹lk katta fiehime Han›m kalm›flt›. Pek memnundu flimdi.
Tek bafl›na olmak keyfini pek art›r›yordu. Sigaradan kal›nlafl-
m›fl sesiyle flark›lar›n› söylüyordu.
“Servet k›z›m, bak, ayr› bölük oldu buras›. Kekâ... Yani öy-
le Rusuhi Bey’mifl, han›m›ym›fl, dünya umurum de¤il, yapar›m
yemekleri, kapar›m kahve fallar›m›... Ancak Deli Çerkez kofl-
tursun. Anlad›m ki, o yaln›z para için koflturmuyor. Bunlar onu
dehlerse dâr-› dünyada bir yerlerde bar›namaz. Merdiveni çift
gösteriflli olmayan bir evdeyse hiç yapamaz. Ancak topuzunu
dürüp befl yüz defa inip ç›kmaya gelmifl bu dünyaya. Düzayak
yere koysan, inme gelir Deli Çerkez’e. Amaan sen de, her ko-
yun kendi baca¤›ndan as›l›r. Geç efendim, geeç...”
Bir gece uyurken Rusuhi Bey’in koynuma girmesi de han›-
mefendinin geceleri gezmeye ç›kmaya bafllad›¤› s›ralard›.
Uzun süredir eve konuk gelmiyordu.
Buna tek üzülen Gülendam Kalfa’yd›.
Benim ifllerimde bir eksilme olmam›flt›. Yap›lanlar› sunma-
n›n d›fl›nda, bütün ifller art›k benimdi.
Yaln›z on beflte bir, büyük çamafl›ra kad›n geliyordu. Cam
temizli¤i bana kalm›flt›, k›rk pencere. T›pk› masallardaki gibi.
Ellerimle her fleyi kavr›yor, çekip çeviriyordum.
Çok da bo¤azl›yd›m.
fiehime Han›m arada tak›lmadan edemezdi.
“K›z Servet, senin bu gücüne erkek yetiremeyecek konak.
fiemsitap’›n fingirdemesi güzelli¤indendi. Seninkisi kan›ndan
can›ndan ötürü olacak iki gözüm.”
Rahmet olsun pek severdi aç›k saç›k konuflmay›. Acaba öl-
müfl müdür? Can›m ben bile ihtiyarlad›m. O, ta o zamanlar sa-
ç›n› k›nalar, belini yün kuflakla s›kard›. Fakfon sigara tabakas›-
n› gö¤sünden ç›karma çal›m›ysa tam genç ifliydi gene de.

135
Rusuhi Bey’in koynuma girdi¤i, beni kad›n yapt›¤› geceye
gelince hiç düflünmek istemem, hep düflünürüm.
Yar› içim geçmiflti; afla¤› katta Gülendam Kalfa pantuflala-
r›yla gezerek bir fleyleri yerlerine koyuyor, kap›lar› kap›yordu.
O her gece nedense odadan odaya dolan›p dururdu. Atlas ku-
fla¤›nda tak›l› anahtarlar nerelerinse oralara göz kulak olurdu.
Ben odam› çok sevmifltim o zamanlar.
Art›k kibar fleylere yaklaflman›n getirdi¤i heveslerle dolu-
yordum. Elimi yorgan›m›n ipe¤ine sürüyor, de¤iflmeler, güzel-
leflmeler bekliyordum. ‹çimi önleyemedi¤im istekler sar›yordu
gittikçe. Niye, ama Rusuhi Bey gibi bir beyefendi, benim sodal›,
çivitli sularda genifllemifl sertleflmifl ellerimi okflas›nd›.
Hâlâ düflünürüm de bulamam.
fiemsitap’› be¤enmesi yerindeydi de... O güzeldi, edas›,
süzgün bak›fllar›, kumru elleri, sesini titreterek konuflmas›...
Hele benim ayaklar›m iyice büyüktür. Bir gün konuklara kahve
verdi¤imde Dizdar Han›mefendi,
“‹nan›r m›s›n›z,” demiflti, “Servet’in aya¤›na Rusuhi’ci¤i-
min rugan terlikleri bile küçük geliyor.”
Ertesi gün odas›nda, ayaklar›n› kokularla ovarken han›me-
fendi,
“Öp k›z ayaklar›m›,” deyince, sevgiyle sayg›yla öpmüfl-
tüm.
Bir serçeydi sanki ayaklar›... Konuklar›n uzak bak›fllar› al-
t›nda konuflmalar kad›n› kad›n yapan fleyleri anlatmaya dön-
müfltü.
Hiç düflünmek istemem o Rusuhi Bey gecesini.
Ne zaman düflünsem ihtiyarl›¤›m, sakarl›¤›m, kat kat a¤›r-
laflm›fl oluyor.
Burnumun dibindekileri unutay›m da böyle fluradan bura-
dan ç›k›veren geçmiflimi aç›k ayan bileyim.
Uyduruyor muyum ne?
Tanr›’n›n bir cezas› olsa gerek.
Bana, bunad›n, diyor evdekiler.
Hiçbir fleyi akl›mda tutam›yormuflum.
Eldeki üç kuruflla haftal›k yemek yetifltirip de surat asma-
lar›ndan kurtulurum, diye düflünmektendir bunamam. Söyle-
miflimdir de bunu evdekilere. Nas›l arada böyle ters, kötü kar-

136
fl›l›klar buluyorum kendi insanlar›ma. Yaflland›kça huyu de¤i-
fliyor kiflinin. Benim için demezler miydi, “Servet’in s›rt›na vur,
ekme¤ini a¤z›ndan al,” diye.
Dinlerim her söyleneni. Huyum bu.
Sormay› hiç bilmedim...
O gece de sormam›flt›m. “Rusuhi Bey niçin bana bacaklar›-
n›z› sürtüyorsunuz?” diye.
Yata¤a girip yorgan› tepemize çekivermiflti.
Hay›r m› deseydim?
Hay›r demenin gereklili¤ini bilmezdim ki!
Hay›r desem de kimse beni dinlemezdi ki.
Ben herkesi dinlemeyi biliyordum, yedi ya da on yafl›ndan
beri.
“Neden sürtüyorsunuz bacaklar›n›z›?”
“K›z›m evlad›m, can›m›n can›, can›m›n ruhu...” Saçlar›m
a¤z›ma doluyordu.
Beni s›k› s›k› sarm›flt›.
Amma da gücü vard› sessiz, hafif yürüyüfllü Rusuhi Be-
y’in! Solumalar› duyulur diye korkmaya bafllam›flt›m.
Oda ›s›n›p duruyordu.
Gülendam Kalfa uyumazd› kimseden önce.
Yorgunluk çöküyordu içime. Yorgunluk neydi bilmem de-
mifltim ya, bafll›yordu iflte.
O ifl oldu¤unda sabaha karfl› m›yd›?
Bir horoz ötmüfltü.
Acemi bir horoz muydu, öten?
Hâlâ bilmem. Bir keder yüklenmiflti ba¤r›ma. A¤lam›flt›m
yatakta. Saçlar›m›n dibindeki ter so¤umufltu.
“Korkma k›z›m, çocuk olmaz,” demiflti.
Odadan beyefendinin gitti¤ini seçene dek a¤lam›flt›m.
A¤lamamdan ona neydi!
Gün a¤ard›¤›nda han›mefendinin ayak seslerini duymufltum.
Yeni dönüyordu kona¤a d›flardan.
O geceden sonra, eski koyu, düflsüz uykular›m gitti. O
geceden sonra hiçbir fley dan›flamad›m kimselere. Türkü bil-
medi¤imden (onca y›ld›r gene de bilmem) bir uzun ifl tuttum
mu, kendimce na¤meler uydururdum. Sonra bundan vazgeç-

137
mifltim. Ben de¤il de, vazgeçti¤imi, fiehime Han›m fark et-
miflti ilk.
“K›z Servet, iyice bir hofl oldun sen. T›s›n ç›km›yor. Kara-
deniz’de gemilerin mi batt›?”
“Karadeniz neresi fiehime Teyze?”
“Zavall› k›z›m, sen y›llard›r oturdu¤un ‹stanbul nere, onu
bilir misin?”
‹flte bu yokuflu ç›karken dura dinlene, kendimi avutarak,
hiç unutmaya gelmeyen unutamad›¤›m o geceden sonrakiler
kaç y›lda oldu bitti toparlayam›yorum.
Son günlerde bir de üflüme peydahlad›m.
Evde ne buldumsa üstüme geçiriyorum. S›¤›n›yorum gi-
yimlere, örtünmelere. ‹li¤im kemi¤im üflüyor. Her giydi¤imin
kumafl› yumuflad›, pamukland›, ondan m› ›s›nam›yorum? Çarfl›
pazar aran›p dururken eteklerimin alt›ndan renk renk parçalar
sark›yor.
Bu illet iki y›ld›r u¤rad› bana.
O¤ulcu¤um Almanya’ya gitmeye kalkt›¤›nda iflçi olarak-
tan, bir t›kanma, bir soluk alamama günüm olmufltu. Ecel beni
yoklamaya gelip gelip gitmiflti.
Tek evlad›m kolay m›?
Her bir fleyimdi benim.
‹flçiydi Havuzlar’da.
Bununla yetinseydi ya! Yok yok, ille uzak diyarlara gidecek.
O gün bayg›nl›k gibi bir hal geçirdi¤imde, utanc›mdan,
belli olmas›n diye kap›n›n pervaz›na s›k›ca dayanm›flt›m.
Dünyamda oldu¤umdan beri hiç hasta olup yatmam›fl›md›r.
“Anne sen ç›kma karfl›ma. Kimse ç›kmas›n. Gidece¤im Al-
manya’ya. Babam da tek söz etmesin. Buradaki hayat›m›z sü-
rünmek. Sabah›n köründen akflam›n karanl›¤›na çal›fl, ald›¤›n
parayla ekme¤ine kat›k edeme. Yafl›tlar›nla Beyo¤lu’na ç›k›p
iki bira içeme...”
Her öfkelendi¤inde bunlar› söylerdi.
“Efem, o¤lum, bira o kadar laz›m m› ki? ‹çki günaht›r
efem. Müslümanl›kta yoktur.”
“Müslümanl›kta aç oturmak günah de¤il mi, anac›¤›m?”

138
“Tövbe tövbe, paflam benim, böyle deme. Bafl›m›z› sokacak
bir yerimiz var. Aç de¤iliz, ç›plak de¤iliz. Eller eline gitmekte
ne fayda umars›n, paflam?”
“Sana anlatamam anne. Anlamazs›n, sen dünyay› bilmi-
yorsun. Bu dünya her koyunun kendi baca¤›ndan as›lma
dünyas›. Kimsenin kimseyi gördü¤ü yok. Sen hâlâ Horhor’da-
ki konaktas›n.”
“Yok be evlad›m. Horhor’daki konak neresi, buras› neresi.
Baz› fleyleri ö¤reniyorum, biliyorum. Yine de Allah befl parma-
¤› bir yaratmam›fl.”
Pencerenin k›y›s›nda oturan kocam ayak de¤ifltirerek ök-
sürmüfltü.
“Yalvarma ‘paflam paflam’ diye bu o¤lana kad›n! Çürük-
lük’ten pafla ç›kt›¤›n› kim görmüfl.”
‹ki erkek diretince bana susmak kal›rd›.
O¤lumun gidece¤i günler yaklafl›nca bir bunalmad›r sar-
m›flt› can›m›. Oraya buraya çarpmaya bafllam›flt›m kendimi.
Yeniden kimseleri beklemeden öylece kalacakt›m evde.
Kocam vard›, ama o her zaman yeme¤ini yer, kahveye
giderdi. Bense dalar›m. Gene bir bir düflünmeye bafllar›m:
Konak, Rusuhi Bey, çamurlu sokaklar. Pazar yerlerindeki ar-
t›k-ezik sebzeler. O¤lum da evde durmazd› ya. Gene de onun
giyimlerini y›kamak, çevresinde neyi eksik acaba diye dolan-
mak, arada Horhor’dan bir iki misal getirmek, beni pek se-
vindirirdi.
Gelgelelim gitti.
‹ki y›l önce.
‹ç çamafl›rlar› elek gibi olmufltu o s›ralar. Ona iki tak›m yol
çamafl›r› düzelim dedim. Bir kuru köfte, bir börekle u¤urlamak
olmaz.
Fatin Bey tam o s›ra üç ayl›klar›n› alm›flt›.
“Servet Han›m, bu paralar nafakam›zd›r. Bir tak›m çamafl›-
ra anca ç›kabiliriz. Hem o, çamafl›r›n flah› olan yerlere gidiyor.”
‹nanmad›yd›m dedi¤ine.
Onca geç evlat sahibi olduk, bu adam gene de muhabbet-
sizdir o¤luna.

139
Kapal›çarfl›’ya ç›karken benle geldi o¤lum. Ta çarfl›ya, de-
¤il tabii. Bir k⤛t al›yorlarm›fl Almanya’ya gidenler. Onun ve-
rildi¤i binan›n önünde biz de durduk.
“Göreyim sana k⤛t verilen yeri,” demifltim.
Ana-baba günü. Tazeler, erkekler, bafl›na atk› atm›fl köylü
kad›nlar dolmufllard›. Benim o¤lum hiç olmazsa ‹stanbullu.
Bir çocuk savrularak, “Çay, çay” diye geziyordu.
“Anne çay ›smarlayay›m sana,” demiflti. Ah benim can›m
evlad›m. Neyi sevdi¤imi hayatta bilen tek kifliydi. Çay› pek se-
verim. Nas›l da bunu bildi¤ini gösterip gönlümü hofl etmiflti.
“Üzülme anac›¤›m. Gidip yemeyip içmeyip param› t›k›r t›-
k›r biriktirece¤im. Anlatt›klar›na benzer konak modeli kadifeli
koltuk alaca¤›m sana, bir de radyo. Son günlerinde söz sana
dinlendirece¤im seni.”
Akflamüstü bu yokufltan dönerken, “Bu dediklerini unuttu
mu?” diye sorar›m kendi kendime. Böyle düflünmem, kuflku-
lanmam ne büyük fesatl›k. fiark›lar› severim, evet. Radyolar›n
çal›nd›¤› evlerin kald›r›mlar›ndan geçerim. Bu saatlerde fas›l
olur radyolarda. Hofllan›r›m fas›l dinlemekten. Bir evden di¤er
evin önünü tutana dek flark› yitmesin diye bilmeden h›zlan›-
r›m. Eksik olmas›n mahalleli açar radyolar›n› iyice.
fiehime Han›m’›n flark›lar›d›r çal›nanlar sanki. Gözümün
önüne, elinde kulpsuz kahve fincan›yla o geliverir.
‹nsan ömrü bir rüya, göz aç›p kapay›ncaya bitiveriyor.
Horhor’daki kona¤›n da flark›lar›d›r bunlar. O zamanlar
radyo yoktu. Gene de bu flark›lar oran›nd›r, madem bana duy-
du¤umda iyice oray› çizip resmederler.
Peki, ya tozlu yoldaki küçük çocuk, kara gözlü kad›n, top-
rak ev?
Onlar›n flark›lar›, türküleri yoktur. Gene de bana resmolu-
nurlar.
Kocam›fl, ihtiyar bir kad›n›n oturup da kendini befl yafl›nda
san›p; gencecik, yeniyetme bir anadan süt emerken düflünmesi
ne densizlik, ne bunam›fll›k.
Merak ediyorum kimdim?
Nereden Rusuhi Beylere getirilmifltim? Bu dünyada bir kul
yok mudur, küçüklü¤ümden kalan?

140
Yok ki, beni hiç aramad›lar. Bir ana çocu¤unu sorar. Yaln›z
beni getirip b›rakan, ona demiflse b›rakt›¤›n›.
Dizdar Han›mefendi beni hor mu kulland›?
Yok can›m. O han›md›, ben hizmetçiydim. Hepsi bu.
fiemsitap’›n çeyiz sand›¤›n› korkumdan açamam›fltm ilk
zamanlar.
Oysa sand›¤a bakt›kça sevinirdim. Denildi¤ine göre içinde,
de¤erli, özenli fleyler vard›.
Gülendam Kalfa, “Servet bu çeyizleri sen hak ettin,” de-
miflti.
Konakta herkes bana sen derdi, ben herkese siz demeyi ö¤-
renmifltim.
“Bu çeyizleri hak etmek bu kadarla bitmez. ‹çinde k›y›lar›
dantelli k›rlentlerden tut, i¤ne oyalar›na, alt›n tellerle bezeli
pefltamal›, havlusu, gümüfl tas›yla hamam tak›m›na gelinceye
her fley var. Bohçac›dan al›nm›fl yar›m düzine fiile çarflaf›, flile-
bezinden kanaviçe iflli gecelikler de bulacaks›n. Sen sen ol, nan-
kör olma. O arabac› parças› giderken, ‘Bunlar haraç al›rlar,’ de-
di ya istedi¤i neyin pay›yd›? Haraç nedir bilir misin? Bir insa-
n›n di¤erinden hakk› olmayan› almas›na haraç denir, fiemsi-
tap’›n bu evde ne hakk› var? Karn›n› doyurmufl, ›s›nm›fl, bar›n-
m›fl. Bir de han›mefendiye haber yollar, elin ah›r kokulular›na
kaç›p.”
Gülendam Kalfa sonra eliyle s›rt›m› s›vazlam›flt›.
Bundan ötürü ona yak›nl›k duyup di¤er kilitli sand›¤› sor-
mufltum.
“O sand›kta han›mefendinin kürkleri vard›r, annesinden
kalma. Eskiden samurlar gözdeymifl. Biçimleri pek baflka. fiim-
dikileri hiç tutmuyor, ondan naftalinli tülbentlere sar›l› durur,
çok de¤erlidirler. Kilitsiz b›rak›lmaya gelmez.”
Sonra Rusuhi Bey koynuma girmiflti.
O y›llardan bu yana erkekten, insanlar›n birleflmelerinden
bir fley anlamad›m neye yarar?
Ne zaman o ifl olacaksa, üstüme gelinecekse bir telaflt›r al›r
beni.
“Çocuk olmaz, korkma,” demiflti ya ilk gece.

141
Gene de ben s›cak bulunca s›cak, so¤uk bulunca so¤uk
suyla y›kanmaktan bacak aralar›m› yara etmifltim. Bir de kas›k
a¤r›s›d›r tutmufltu. Hep dua ederdim, “Allah›m bu gece gelme-
se. Bir solukta uyuyuversem. O ifl olmasa,” diye. Sonralar› dü-
flünüp utanarak dualardan vazgeçmifltim. O ifl için dua etmek
günah› yapman›n ötesindeydi.
Peki, bu günahtan nas›l kurtulacakt›m?
fiehime Han›m’dan baflkas›na dan›flamazd›m.
Gelen giden azald›¤›ndan o da hafta izinlerini iki güne ç›-
karm›flt›. Bir cumartesi gecesi izin dönüflü kayg›yla beklemifl-
tim onu. S›rt›na bafl›ndan do¤ru indirdi¤i genifl, kahverengili
yeflilli atk›s›n› alm›flt›m elinden.
“Ne o Servet’ci¤im?” demiflti, “Yukar› ç›kal› ‹stanbul terbi-
yelerin pek artt›. Nur ol, benim k›z›m. Nerelerde o Deli Çer-
kez?”
“Yukar›da.”
“Kim bilir, k›sa günün kâr›n› hesaplamaktad›r san›r›m.”
“Bilmem.”
“Sen bilmezsin yavrum. Sen insan k›l›¤›na girmifl melaike-
sin. Sana pek yaz›k olacak ah... Ne yapal›m ki ben, elden tuta-
cak gücü olan de¤ilim. Körle topal meseli. ‹kimizden bir adam
zor ç›kar.”
Mutfa¤a girip oturmufltuk.
“Yemekler yetti mi bari?” diye sormufltu.
“Evet.”
“Yeter a, yeter. Evde oturan yok ki. Onlar buradan gidici a
Servet. O Çerkez de, o Dizdar kar›s› da...”
“Esta¤furullah.”
“Hadi senin boynu bükük hat›r›n için han›m diyelim.
Adam art›¤› idare meclisi azas› kocas› da gidicilerden. Eh bo-
flalacak yak›nda konak, birden boflalmaz a! Bunca y›l›n padi-
flah günü görmüfl, t›kl›m t›kl›m malla, alt›nla, inciyle, ipekle,
samurla doldurulmufl kona¤›, azar azar, yavafl yavafl boflal›r.
Duymad›n, bilmezsin. ‹stanbul kayn›yor. Anadolu’da köylü-
lere k›ran girmifl. Silah alt›nda sap›r sap›r ölmekteymifller. Bir
Yunan laf›d›r gidiyor. Millet bakm›fl ki arkas› atefl, önü atefl,
sopa balta dövüflüyormufl. ‘Ölmenin iyisini seçmek de insana

142
yak›fl›r bir ifltir,’ diyor bizim gümrük kolcusu. Pek bilir böyle
yak›fl›kl› laflar›. Eh, adam›n h›rs›z› parlak söz edecek ki inan-
d›r›c› olsun. Gümrükçü demek baz› fleyleri cebellezi yapacak
demektir.”
Anadolu’daki köylüler k›r›l›yormufl, demiflti ya. O zaman,
“Ben köylüysem kimsem kalmad› ha, fiehime Han›m,” demifl-
tim. Pek flaflm›flt›.
“Unuttunuz mu? Siz bana ‘köylüsün sen Servet,’ dememifl
miydiniz?”
“Nesin ya be k›z›m? Onlar o cahiller, say›s›z çocuk do¤u-
rup açl›ktan, aç›kl›ktan getirip ‹stanbul’a çocuklar›n› satarlar.
Ben bunca y›l›n gün görmüfl, ömür yaflam›fl, ‹stanbul’un büyük
kap›lar›nda aflç›l›k etmifl insan›y›m. Bu hep böyle olmufltur.”
“Peki, oralar Anadolu olan yer çok mu uzak ki?”
“Di mi ya? Cehennemin dibi. Kim araya, kim sora?”
Mutfakta flimdi s›k s›k ocak yak›lmad›¤›ndan, malta taflla-
r›n›n k›y›s›ndaki güherçileler bitiyordu. Epeydir badana gör-
meyen dumanl›¤›n üstünde uzun benzetmeler yapt›¤›m biçim-
ler oluflmufltu.
fiehime Han›m torbayla çanta aras› deri fleyini elinden b›ra-
k›p soluklanm›flt›.
“De bakal›m Servet k›z, giderlerse ç›k›p, ne yapar, kime ya-
nars›n?”
“Niye böyle diyorsunuz fiehime Han›m? Bunca y›ldan son-
ra, benim gibi köksüz yetim birini açta aç›kta b›rakmazlar.”
“Tabii tabii bulurlar sana da erkek art›¤› bir adam, evlendi-
rirler.”
Söyleyememifltim Rusuhi Bey iflini.
O geceden sonra her izin dönüflü fiehime Han›m’›n soyun-
mas›na yard›m›m da böyle bafllam›flt›. Bilmedi¤im, görmedi-
¤im yerlerde süren köylülerin k›ran› olan dövüflmeyi de anla-
mam›flt›m.
Hâlâ da bilmem ya.
O zaman bilmemem hiç ay›p de¤ilmifl demek ki! O y›llarda
d›flar› diye bildi¤im fley sokak kap›s›n›n efli¤iyle karfl›ya düflen
afl› boyal› konakt›. fiimdi öyle mi ya? Kapal›çarfl›’y›, Kas›mpa-
fla’y›, Eyüpsultan’›...

143
Bir Ramazan Bayram›’nda gitmifltim Eyüpsultan’a. Adak
yapmaya, çocuk olsun diye. Ama Fatin Bey bunu bilmez. Ona
söylememifltim.
“‹lle Eyüpsultan Hazretleri’ne gidece¤im. Bak, komflum,
tan›fl›m, hep gidiyor. Bir ben var›m duas›n› etmeyen.”
Çürüklük’e gelip de oda açt›ktan sonra, konum komflum
olmufltu. Evlere gündeli¤e giden Müyesser Han›m, hademe Sa-
kine Han›m, bekçinin Zeynep Han›m...
“Ba¤la bafl›n›, düfl önüme,” demiflti.
Daha birçok mahalleyi ve semti biliyorum art›k.
Kap› d›fl›na ayak atmam›fl Servet de¤ilim.
Gene de de¤iflen ne var? Evlerin d›fl› yabanc› yabanc›.
A¤›zlar› dilleri yok ki olanlar› bitenleri bana tek tek açs›nlar,
ö¤retsinler. Olmaz öyle fley. Anadolu’da köylüler k›rana tutu-
lup gitti¤ine göre, demifltim o gün, art›k ç›k›p diyar diyar ara-
yacak bir h›s›m›m, bir yak›n›m hiç olamaz. Kendim de aç›kça
bilmiyordum, ama demek ki yollara ç›kmay› kurmuflum, Hor-
hor’dayken. Hey gidi günler, hey...
O ifle de, erke¤in üstüme gelifline de al›flmaya bafllam›flt›m.
Büyük temizlik günü gibi bir a¤›r iflti bu yap›lmas› gereken.
K›fl ortalar›nda sobalar yak›ld›¤›nda Gülendam Kalfa, beni
han›mefendinin ça¤›rd›¤›n› söylemiflti. Ö¤leüstleri ça¤r›ld›¤›m
olmazd›. Eskisi gibi de¤ildim. Beklenmedik fleyler, en küçükleri
bile bende çarp›nt›lar yap›yordu. Sanki arkamdan bir has›m ge-
liyor gibiydi. Dönüp baksam görece¤imi san›yordum. Her fleyi
kötüye yorar olmufltum. Bu ça¤r›lmadan ne ç›kaca¤›n› bilerek
(kötü bir fley) odaya girmifltim.
‹lk gördü¤üm günkü ›l›kl›k, güzel kokular kaybolmufltu
odada. Üstü camla örtülü, yapma çiçeklerle bezeli saat yoktu
yerinde. K›ymetli perdelikler ç›kar›lm›fl, sade günefllikler kal-
m›flt›. Han›m›n süs masas›ndaki billur flifleler, tavandaki otuz
kollu cam avize yoktu. Ona cam denmezdi. fiimdi ismini unut-
tum. ‹lk onu silme izni verdikleri gün hayranl›ktan saatler sür-
müfltü temizlemem. Camlardan yanar döner renkler, renklerde
resimler geçiveriyordu. Birbirine sürtününce ç›kard›klar› sesler
sevindirirdi beni. ‹nceciktiler. ‹nsan gençli¤inde, daha do¤rusu,
yata¤›na istemedi¤i erkek girmeden önce bunlar› fark ediyor,

144
görüyor. Evet, daha kad›n de¤ildim onlar›n tozunu ald›¤›m s›-
ralarda. fiimdilerde çiçekleri bile unuttum. A¤r›lar›ma ilaç söy-
leyen (evlere ifle giden Müyesser komflum var ya).
“Hatmi çiçe¤i” demiflti de,
“O ne ki, aktarda olur mu?” deyivermifltim.
“K›rk y›l›n hatmisi, ayol bilmiyor musun?”
Hadi çiçek benim gibisine neyse, yaz› k›fl› bile ay›rt edemez
oldum. Tanr›’n›n cezaland›rmas›d›r bana bu titremeler, t›kan-
malar. Ne cahil, ne küçük olsam girmesindi gene de koynuma
Rusuhi Bey. Bir fleyler yapmal›ym›fl›m. Pek büyüktür benim
günahlar›m, pek... Kime kimseye de söyleyemem. Günleri,
mevsimleri unutmuflumdur. Bir titremedir gider baharda da,
k›flta da.
Han›mefendi parl›yordu.
Son günlerde giyimleri daha gösteriflli, daha gözal›c› ol-
mufltu. Gerdan›n› aç›kta b›rakan memelerinin bitifli¤ini ortaya
koyan kadifeleri, ipekleri vard›. S›ra s›ra iri inciler tak›n›yordu.
Kafllar› daha da incelmifl, hemen hemen hiç kalmam›flt›.
“Servet, k›z›m,” demiflti, “sen marifetli ve dirayetlisindir
iflinde. Odadaki eflyalar› topla. Onlar› ben ay›rd›m. Sil, pakla.
Bir iki gün Niflantafl›’ndaki kuzinimle olaca¤›m. Cumhuriyet
Bayram›’n› orada geçirece¤im. Yak›nda da tafl›naca¤›z. Kuzini-
me de¤il tabii. Muhakkak ki, bir apartman tedarik edece¤iz.
fiimdiden toparlanmaya bafllarsak ancak bahar bafl›na yetifliriz.
Buradan ç›kana kadar büyük çamafl›ra, büyük temizli¤e yar-
d›mc› tutmay› uygun buldum.”
“Ben de gelecek miyim sizinle?”
Mis gibi kokan eldivenini burnuma dokundurmufltu.
“Tabii, Servet. Biz nerede sen orada.”
O gece ilk, ben, Gülendam Kalfa, fiehime Han›m yaln›z
kald›k.
‹çten içe seviniyordum.
Rusuhi Bey gelemezdi gidiyorlard› art›k. Ben de bundan
sonra esintilere, çarp›nt›lara tutularak geceyi geçirmezdim. Dü-
flünüp düflünüp sevinmifltim.
Mutfakta bir arada yemek kurduk.
Unutmam o geceki yeme¤in tad›n›.

145
Siniye tabaklar› dizip de bafl›na s›raland›¤›m›zda,
“K›zlar, bir de uttu muttu çalan›m›z olayd›,” demiflti fiehi-
me Han›m.
Lezzetine doyulmaz bir cevizli kabak tatl›s› yemifltik. Usta
aflç›yd›.
“Alesta bekleme zoru yok,” diyordu fiehime Han›m. “Ya-
r›m yar›m lokma yutmak yok. fiöyle biz bize emir verelim.”
‹lk kahveyi de o gece içmifltim.
“Eee, anlatsana fiehime Han›m, sen bilirsin. Bu Cumhuri-
yet Bayram› hangi bayram? fieker Bayram›’n›, Kurban Bayra-
m›n› bilirdik ya, bu nesi?”
“Sana ne be Çerkez k›z› Cumhuriyet Bayram›’ndan? Benim
bildi¤im bayramlar›n hepsi han›mlarla beyleredir? Ne bu Ser-
vet k›za, ne sana, ne bana. Biz bakal›m ki, bayramlardan ne na-
faka düfler bize. Cehaletimizi aflar bu bayram› anlamak. Bayra-
m›n kötüsü olmaz. Bildi¤ime göre, bayram bayramd›r.”
Ben, fieker ve Kurban bayramlar›nda han›mla beyin elini
öper, hay›r dualar›n› al›rd›m. Bir de mendildi, giyimlik kumafl-
t›, iç çamafl›r›yd› al›n›rd› bizlere. fiehime Han›m para isterdi.
Hatta Kurbanlarda bekçiye, semtin yoksullar›na da¤›t›lan fitre
ve zekâtlar› bile istemiflti bir gün. Gülendam Kalfa söylemiflti,
han›mefendi çok sinirlenmiflti.
“Bu kad›n›n para düflkünlü¤ü pek flafl›lacak hallere gelmifl-
tir,” demifl.
Yine de kurban›n en iyi parçalar›n› ne eder eder, izin gün-
lerinde yüklenip giderdi.
O ifl olduktan sonra, el öpmek ayr› bir dert olmufltu bana.
Rusuhi Bey, t›pk› eski el uzatmas›yla karfl›lard› beni. Elini du-
da¤›ma götürürken bedenimi iten karanl›k sürtünmeler aç›kta
yeniden oluyormufl gibiydi.
Evet, hiç ba¤›fllanmaz benim kabul etmem o ifli. Bilmemek
de, çaresiz olmak da, kimsesiz olmak da yapt›¤›m› karfl›lamaz.
fiimdi olsa yapar m›yd›m?
Peki, nas›l karfl› koymal›yd›m?
Bunca y›ld›r bunu bile bulamad›m.
Nas›l? Olmufl, geçmifl gitmifl, avunmal›y›m. Han›mefendi
bile ölmüfl. O apak etleri kurtlara, böceklere yem olmufltur. ‹n-

146
cecik kafllar›, suya de¤mez elleri erimifltir. ‹htiyarl›¤›ndan öl-
müfl. Her y›l ruhuna mevlit okunur. Onlar ne tutsalar, ne yap-
salar alt›n oluyor. Biz böyle miyiz ya! Kahve fallar› bile bakm›fl-
t›k. fiehime Han›m, Gülendam Kalfa’ya,
“K›smet var sana, Çerkez k›z›. fiemsitap’›n aslan arabac›
kocas›na benzer. Arabac› sas› sas› kokuyordu ya. O ifl de mis
gibi kokmaz han›mlar yap›l›rken,” diye flaka etmiflti.

Yats› sonuna, belki de gece yar›s›na kadar oturup e¤len-


mifltik.
Kona¤›n de¤iflmez insanlar› oldu¤umuzu söylemifltim on-
lara. S›¤›nt› de¤ildik. Bir ara flark› bile söylemifltik.
Yatmaya ç›kt›¤›mda dondurucu kânunusani so¤u¤unu
unutmufltum. Aylard›r y›llard›r uyumad›¤›m uykumu uyu-
rum sanm›flt›m. Gidece¤imiz Niflantafl› denilen yerde yeni bir
hizmetçi al›n›rd›. Yeni kurulan yer daha çok adamla dönerdi.
Güzel hizmetçi gelince, (benden çirkini, koca ayakl›s› olama-
yaca¤›na göre) Rusuhi Bey de onu be¤enirdi. Ben de durma-
dan edece¤im dualar›mla Allah›ma günahlar›m› affettirirdim
belki. Yüce Yaradan’a hep yakar›rd›m... Uykumun en koyu
yerinde, “Ya Rabbi, ya Rabbi, ne kadar flanss›z›m, sözlerimi
sana karfl› gelme diye alma. O y›llardan bu yana kimseye kar-
fl› ç›kmad›m. Kaderime raz› oldum. O ifl beni hep üzdü. Hep
a¤latt›.”
Sürtünme, kirlilik gene bafllam›flt›. Bir o gece zifiri karan-
l›kta dayanamay›p sormufltum.
“Siz Niflantafl›’na gitmediniz mi Rusuhi Beyefendi?”
Yüzüne karfl› bey denemezdi.
“Bana davet yap›lmad›. Hadi can›m dök saçlar›n›.”
Yüzümü yast›¤a gömmüfltüm.
Gözyafllar›m durmadan akm›flt›.
Anlar diye de korkuyordum.
Neyse ki bu günah bafllad›¤›ndan bu yana a¤›zdan öpüfl-
memifltik hiç.
Bu da laz›m de¤ildi kuflkusuz.
O bir beydi. Yata¤›ma girmesinde a¤lamakl› oldu¤umu bil-
se, kim bilir, kovalard› konaktan belki beni.

147
fiehime Han›m’›n dedi¤ine göre, eskiden fiemsitap sabaha
kadar s›rt›na binermifl Rusuhi Bey’in, anadan do¤ma ç›plak,
gülmek, cilveleflmek, e¤lenmek k›yametmifl yukar›da...
Üç ay eflyalar› toplad›k.
Ne çok hal›, ne çok yorgan, ne çok sand›k varm›fl bilmez-
dik, ö¤rendik.
Sard›k, sildik, naftalinledik.
S›ra sonunda han›mefendinin annesinin samur sand›¤›na
gelmiflti. Samurlar›n içi inci ifllenmifl fiam ipekleriyle kapl›ym›fl.
Bunu Gülendam Kalfa söylemiflti. Ben zaten birçok kibar ince-
liklerini ondan ö¤renmiflimdir. Elleyince ürpermifltim yumu-
flakl›¤›ndan kürklerin. O sar›lar›n tatl› bir kahverengiye dönüflü
nerede görülürdü baflka? Tek tek kürkleri eski cibinliklere sar-
d›k özenle. Dizdar Han›m’›n annesi, bahar aylar›nda camlar
aç›k yatarm›fl, bu cibinlikleri gül a¤ac› karyolas›na çektirip. O
kadar fliflmanm›fl ki, yetmifl yafl›ndayken yüzü bir bebe¤in yü-
zü gibi gergin, tombulmufl.
“Ne han›md› görsen,” demiflti Gülendam Kalfa. “Pafla,
hünkâr yaveri oldu¤undan el etek öpmeye gelenleri a¤›rla-
maya adam yetifltiremezdik. Giderlerken gaz boyamas› kü-
çük keselerde ihsanlarda bulunurduk. Eee onlar da bir gün-
dü. O devran çook baflka bir devrand›. Art›k buralar›n sefa
sürülecek hali kalmad›. Niflantafl›’na geçmek zaman›yd› do¤-
rusu, efem.”
En ufaklara varana her fleyi toparlam›flt›k.
O kadar ki, art›k ha deyince gidivermek kal›yordu.
Gene çarp›nt›lar›m artm›flt›. Her an yeni sözler, yeni kor-
kular bekliyordum. Dizdar Han›mefendi, baz› perdeler kals›n
demiflti.
“Bunlar›n modas› geçti. fiimdi boydan çizgili, gümüfli
Frans›z perdeler moda. Konakla beraber als›nlar kalanlar›. Ba-
y›larak al›rlar da. Kimseler paflalardan beylerden kalma eflyaya
s›rt çeviremez. Kaç y›l›n perdeleri, üstelik eriyip giderler ç›ka-
r›rsak.”
Kona¤›n sat›laca¤›n› aç›kça o gün duymufltum.
Ezilmifltim üzüntüden.
Gözüme arada çizilen resimdeki çevresi çocuklu kad›ndan

148
beni al›p buraya getirenin izimi bütün bütüne kaybedece¤ini
düflünmüfltüm.
Belki de y›llar sonra geldiler aramaya. Bulamay›p gittiler.
Geldiler mi acaba?
Bir ana çocu¤unu otuz y›l aramaz m›?
Otuz y›l sonra bulsa da art›k ana ile çocuk olurlar m› bir-
birleri için?
Bir aya¤›m çukurda.
Niye gencecik bir anan›n sar›lmas›n› düflünürüm kendime?
Bunamak, bu olsa gerek.
Dizdar Han›mefendi’nin anas› bunam›fl da büyük aptesini
bonbon k⤛tlar›n›n içine yap›p bahçedeki ›hlamur a¤ac›na f›r-
lat›rm›fl. Sonra Gülendam Kalfa’y› ça¤›r›p,
“K›z Gülendam, gel k›ç›m› temizle, aptesi” dermifl.
“Ben de bir güzeldim,” derdi Gülendam Kalfa. “Bir belim
vard›, o darl›kta incelikte gümüfl kemer bulamazd›k takma-
ya. Yanaklar›m pençe pençe al. Pafla babam›z, ‘Bu Gülendam
akflamlar› flöyle selaml›¤a geçip eliyle kahvemi getirmeli,’
derdi. Oysa konakta o zaman yirmi befl kifli hizmete dururdu.
Büyük Han›mefendi pislik dolu küçük k⤛tlar›, t›kana t›sla-
ya, ille de ›hlamur a¤ac›na f›rlat›rd›. Yafll›l›¤›n bilinmez has-
tal›klar› vard›r. En haz›k doktorlar onun bu illetine çare bula-
mam›fllard›. Ölünce, ölü yata¤›n› toplad›¤›m›zda alt›ndan
kurtlanm›fl et parçalar›, erimifl Markiz bonbonlar› akide fle-
kerleri ç›km›flt›.”
Nisan bafllar›nda büyük arabalar kap›ya dayanm›flt›.
Arabac›lar, yard›mc›lar›, hamallar merdivenden koca kun-
duralar›yla inip ç›k›p eflya tafl›yorlard›.
Ben hep bir fleylerin kenar›ndan yard›m için tutuyorken
elimden al›veriyorlard› onlar›.
Sonunda merdiven hal›lar›n› söktüler.
Bunlar› sökmeyi ne Gülendam Kalfa, ne ben düflüneme-
mifltik nedense? Görmemifl miydik? Han›mefendi çok k›zm›fl
ba¤›rm›flt›.
“Ne demek; bu bofl konakta k›y›lar› atlas fleritli ‹ngiliz mer-
diven hal›s› kime gerekir? Servet’in odas›ndakiler, bir de ona
yetecek kadar mutfakta kapkacak b›rak›ls›n, yeter. Di¤erlerini

149
mezatta paraya çevirece¤iz. Her fleyi paraya çevirmek flart. Pa-
raya çevrilecek baflka bir fley kalmas›n.”
Hal›lar› acele söküp sodal› sular ›s›t›p bol sabun katarak
ben silivermifltim. Ne yapt›¤›m›n fark›nda olmadan, silip silip
durmufltum. O kadar ovmuflum ki ertesi gün ellerim aç›l›p c›lk
yara olmufltu. Benim ellerim ki yedi veya on yafl›ndan bu yana
sular›n içindeydi.
Anlam›flt›m.
Ben Niflantafl›’na gitmeyecektim.
Akflamüstü ikindi okunup ç›ng›rakl› yo¤urtçu geçerken
kona¤›n tafl›nmas› bitmiflti. Baz› oymal› büyük dolaplar› b›rak-
m›fllard›. Onlar› da bir antikac› gelip kendi alacakt›.
“Aman han›mefendici¤im, dolaplar›n her biri bir servettir.
K›llar›na zarar gelsin istemem,” demifl. Han›mefendi bana, “Git
fiehime Han›m’› ça¤›r,” deyince mutfa¤a zor atm›flt›m kendimi.
Dokunsalar a¤layacakt›m.
fiehime Han›m sokak giyimlerini giymifl, bir de ufakça
denk yapm›flt›. Kona¤a geldi¤inde böyle bir fleysi oldu¤unu
bilmezdim. Bana hiç bakmadan yukar› ç›k›p inmiflti.
“Bütün hesab›m› bir bir ald›m Servet,” dedi. “Bunlar iflle-
rini uydurmufl. Paralar çil çil fl›ng›rd›yor evde. Hadi bana al-
laha›smarlad›k. fiu yükümü de d›flar›da bir araba filan bulup
iskeleye at›veririm. Oradan da ver elini Üsküdar. Bizlere ar-
t›k buralardan ekmek afl gelmez. Alafranga yemek ö¤renmeli
ya, o yafl› da geçirdik biz. Sana gelince, sen ne yapacaks›n ba-
kal›m köylü k›z›?”
“Bilmem, ben burada duraca¤›m galiba.”
“Desene bofl konak sat›lana kadar seni buraya bedava bekçi
dikecekler. Bana kalsa, ç›k, üç befl hakk›n› al. Sonra bekçili¤ini
yap. Buraya s›rf bo¤az toklu¤una m› kap›land›n? Hadi diyelim
ki öyle. Buras› kapan›yor. Bo¤az toklu¤un da güvenlikte de¤il.
Hem de evlad›m, s›rf yemeyi içmeyi hayvanlar düflünür. Senin
de bu dünyada görecek günün, sürecek sefan olmal›, kar›nca ka-
rar›nca.”
“Bir fley diyemem bunca y›ll›k han›m›ma. Burada beni b›-
rakmazlar. Konak sat›l›nca al›rlar Niflantafl›’na,” demifltim.
Sar›l›p öpüflmüfltük.

150
Kap›dan u¤urlarken ard›ndan bakm›flt›m. Bu ilk gördü-
¤üm ayr›l›kt›. A¤r›s›n› içimde duymufltum. Aç›k saç›k alayc›
konuflurdu ya, gene de fiehime Han›m’› sevmifltim.
Hal›lar da ç›k›nca merdivenlerden, tafll›k daha büyümüfl,
karanl›k artm›flt›.
Günbat›m›nda han›m› alacak araba gelmiflti.
Bu arada han›mla Gülendam Kalfa yukar› çekilip hiç inme-
mifllerdi afla¤›ya.
Ben yanlar›na ç›kt›¤›mda han›m›n saatli odas›ndayd›lar.
Art›k ne güllerle bezeli yumuflak sesli saat, ne baflka fley
vard›.
Perdesiz pencereler karanl›¤a alabildi¤ine aç›l›yordu.
“Araba geldi,” demifltim.
“Peki k›z›m iniyoruz.”
Gülendam Kalfa’y› sokak giyimiyle ilk görüyordum. Ayak
bileklerine uzanan yakas› tilki kürklü kara bir manto giymiflti.
Saçlar›n› hiç görünmeyecek gibi ba¤lam›flt›. Ayaklar›nda üstten
atk›l› ayakkab›lar vard›. Daha yafll› görünüyordu böyle.
Han›mefendiyse bir zamand›r bafl›n› saran parlak flapka-
lardan giymiflti. Gözlerini koyuca sürmeledi¤inden çok yak›fl›-
yordu bu ona; al›flamad›¤›m›z saçlar, flapkalar da öyle.
Ben, Gülendam Kalfa’n›n elindeki a¤›r mücevher çekmece-
sini alm›flt›m. Cevizden yap›lm›fl gümüfl kakmal› bir çekmecey-
di bu. Konuflmadan merdivenleri inmifltik. Kap›y› açm›flt›m.
Han›mefendi, “Sen gir arabaya Gülendam,” demiflti. “Be-
nim, k›z›m Servet’e söyleyeceklerim var.”
Gülendam Kalfa bafl›ndaki örtüyü bir kere daha düzeltmifl,
çekmeceyi al›p arkas› dönük yeflil arabaya binmiflti.
Bana allaha›smarlad›k bile dememiflti, niye acaba! Araba-
n›n parlat›lm›fl pirinç fenerleri vard›.
Han›mefendi tertemiz kokarak bana yaklaflm›flt›.
“Servet, k›z›m buras› sat›lana kadar sana emanet. Biliyorsun
ha deyince sat›lmaz. De¤eri verilmedikçe de biz elden ç›karmak
istemeyiz. Paraya ihtiyac›m›z yok. Yaln›z b›raksak bak›ms›zl›ktan
harap olacak. Befl alt› ay, bilemedin bir y›l içinde sat›lacakt›r.
Harp yeni bitti. Millet paras›n› birden ortaya ç›karmaya korkar.
Her fley durulsun. Kurulan kuruldu nas›l olsa. Alacaklard›r. Be-

151
nim senden istedi¤im, flimdilik burada kalman. Benim göndere-
ceklerime kona¤› gezdirip göstermen. Toza, yabanc›ya karfl› ko-
ruman. H›rs›z falan girmez, korkma. Zaten biz seni kimsiz kimse-
siz b›rakacak de¤iliz k›z›m. Dava vekili Fatin Bey arada u¤raya-
cak. Erza¤›n› filan temin edecek. Gel seni bir öpeyim Servet.”
Oraya kadar dayanm›flt›m da, han›mefendi sar›nca beni
s›rt›mdan do¤ru, a¤lamam› tutamam›flt›m.
“Peki efendim, bir Gülendam Kalfa sizin hizmetinize yeti-
flecek mi?”
“Üzülme k›z›m. Bir de Rum hizmetçi tuttuk. Tabii Gü-
lendam’la olacak ifl de¤il. Gülendam da san›r›m yak›nda bir
mütekaitle evlenecek, bizden ayr›lacak. Erkek aflç›m›z da
var. Kim bilir belki ona da seni al›r›z. (Gülmüfltü bunu söyler-
ken.) Hadi hadi üzülme. Gelenler benim ya da Rusuhi Bey’in
ismini vermezlerse kona¤› gezdirme. Üç kurufl için pazarl›¤a
oturacaklar›n pafla kona¤› nelerine? Benim yollad›klar›ma aç
kap›y›.”
A¤lamam inatm›fl gibi durmam›flt›, ne kadar ay›p etti¤imi
bile bile.
Sokak kap›s›n› kapay›p kol demirini koydu¤umda, ard›ma
dönememifltim.
Döndü¤ümde görmedi¤im gibi büyümüfltü her yan.
Çift merdivenlerin bitimindeki pencerelerden gece görünü-
yordu.
Lambay› yakmam›flt›m.
Bir titremedir alm›flt› içimi.
fiimdiki üflümem onun yan›nda hiç kal›r.
Titremenin önünü alam›yordum ki...
K›fl çok olunca bahar da yaz da çok olur.
Baharl›¤›n›n, yazl›¤›n›n hakk›n› verir. Kavruldum, kuru-
dum.
Yaln›zl›k ilk günler can›ma tak etmiflti, çökmüfltü iyiden.
Al›flamam›flt›m kona¤›n bu haline. Koca konak, konakl›ktan
ç›km›fl, kaybolmufl, tan›nmaz bir hale düflmüfltü. Çevremi göl-
geler, t›k›rt›lar doldurmufltu. Gün ayd›nl›¤› camlara dayan›yor,
içeri giremiyordu. Perdesiz camlar› aflam›yordu ›fl›k nedense.
Odalarda kalm›fl tek tük kornifl parçalar›, gittikçe sararan k⤛t-

152
lar, duvarlardan ç›kar›lan resimlerin yerleri, kopuk perde püs-
külleri durup duruyordu.
‹lk günler ellememifltim hiçbirini.
Nas›l ellerdim.
Onlar›n gittikleri gece yata¤a girip yatt›¤›mda türlü hayal-
lerle sabahlam›flt›m.
San›r›m o geceydi ilk elleri p›rlantal›, elmasl›, çok çocuklu
anne resmini bulup ç›karmam.
Gene de kar›flt›rm›fl olabilirim.
Ben bulmam›flt›m can›m. Ben kona¤›n d›fl›na ad›m›m› at-
mam›flt›m. ‹lk ayr›l›k ac›m fiehime Han›m’d›. Ondan gerisi,
baflkalar›n›n anlatt›¤› bir ayr›l›kt›. Ama nas›l olur da o kuru
a¤açl›, tek katl›, tek pencereli evleri, bez giyimli, ç›plak ayakl›
k›t›k saçl› çocuklar› uydurup bulurum.
Sabaha karfl› dalm›fl›m. Bir terle uyanm›flt›m. Her yan›m z›-
r›l z›r›l ›slanm›flt›. Yorgan› açam›yordum. Bahçeden kufl sesleri
geliyordu.
Peki ben niye evvellerde bu kufl seslerini duymam›flt›m?
Yemeden, içmeden kaç gün yatakta kalm›fl›m bilmem?
Ateflten yan›yor, sonra da üflüme nöbetleri geçiriyordum.
fiimdiye kadar da bir daha öyle atefllenmedim.
Art›k yaln›z üflüyorum.
Hayatta hasta olup da yata¤a yatt›¤›m günler bir o günler-
dir. Ne zamand›, saat kaçt›, hangi gündü, mutfa¤a inmifltim.
Mutfaktaki yemek kokular›, bu¤ular yok olmufl bitmiflti. Bir ye-
re sinmifl kalm›fl eski günlerden tek fley yoktu mutfakta. Oysa
bizim orada, hep birlikte güldü¤ümüz güzel zamanlar›m›z ol-
mufltu.
Bir tasa sirke koyup yukar› ç›km›flt›m.
Hava çok ayd›nl›kt›.
Kufllar yine hiç durmadan ötüyorlard›.
Sirkeli tülbenti aln›ma bast›r›yordum.
Hava çok ayd›nl›kt›.
Sabah m›yd›, ö¤le miydi bilmiyordum. Ya sabaht›, ya ö¤le.
Camlara dayal› duran kamaflt›r›c› ayd›nl›¤› sevmiyor-
dum...
Bir gün kalkm›flt›m.

153
Kona¤›n her yan›n› toz bürümüfltü. Nereden ç›k›p, gelip de
o flifl kar›nl› örümcekler köfleleri tutmufllard›?
O günden bilirim, insan oturmayan yerler daha çabuk es-
kiyor.
Yün entarimle ifl yapamam›flt›m. Hasta hasta kokuyordu.
Aylar m› geçmiflti, mevsimler mi?
De¤iflip baflka bir fley giymifltim.
Giyimim üstümde dönüyordu. Demek günlerce terlemek,
›slanmak, yünü çekip daraltm›flt›.
Hemen çekidüzen vermifltim her yana. Ya biri gelip de bu
bak›ms›zl›¤›, tozu topra¤› göreydi?
fiimdi bile düflünürüm de, ne densizlikti? Befl yafl›nda ço-
cuk gibi, beni b›rakt›lar diye hastalan›p yataklara düflmeler.
K›rklara kar›flm›flt›m demek, hüznümden, kederimden.
‹nsan nelere al›flmaz.
Koca konakta tek bafl›ma, her an gelen olur gibi, iflimde gü-
cümde geçiriyordum günlerimi. Yine de çarp›nt›m vard›. Yer-
leflmiflti temelli içime demek.
Bir gün bahçeye ç›kmay› ak›l etmifltim. Ben geldi¤imden
bu yana (ne zaman gelmifltim acaba, belki yedi, belki on yafl›n-
da), hiç bahçeye ç›k›lmazd›. Niye bilmem? Çamafl›rlar tahta-
boflta kurutulurdu.
Kap›y› bin bir güçlükle açm›flt›m. Kap›n›n rezeleri y›llard›r
aç›lmamaktan pas ba¤lam›flt›.
Bahçeyi ilk gördü¤ümde ürkmüfltüm.
Otlar, a¤açlar, yabangülleri birbirine dolanm›flt›. Hiç is-
mini bilmedi¤im yüzlerce çiçek, yaprak, ot de¤iflik renkte,
de¤iflik biçimde uzay›p iç içe kar›fl›yorlard›. A¤açlar azman
olmufltu. Tan›d›¤›m tek çiçek olan güllerin gövdeleri a¤açlafl-
m›flt›. Açm›fllard›, gül mevsimiydi, demek may›st›. Bahçede
insan aya¤›n›n de¤ece¤i bofl bir toprak parças› görünmüyor-
du. Otlar›n a¤açlar›n lofllu¤u bahçe duvar›n›n bitimine dek
sürüp her yan› doldurmufltu. Dizdar Han›mefendi’nin anne-
sinin bunay›nca pisliklerini k⤛da doldurup üstüne att›¤› ›h-
lamur a¤ac› da, bilmedi¤im di¤erlerinin aras›nda çiçek aç-
m›flt›. Güneflin giremedi¤i bu bahçe kuyu yosunu rengindey-
di. Gezinecek toprak bir yol bulamad›¤›mdan kap›n›n k›y›-
s›nda kalakalm›flt›m.

154
Gene de bahçede birileri var gibiydi.
H›fl›rt›lar duyuyordum.
Korkmufltum.
Kim bilir k›rkayaklar m›yd› sürünenler, yeflillikle toprak
aras›nda? Yoksa y›lanlar, ç›yanlar m›yd›?
Kap›y› bir iyice örttükten baflka efli¤ini de s›k› s›k› bezlerle
t›kam›flt›m.
Hakl›yd›lar bahçeyi kapamakta. Tekin de¤ildi bahçe.
O kadar yaln›zd›m da yine de soka¤a ç›kamazd›m. Zaten
kim ç›kard› eskiden? Ne fiemsitap, ne Gülendam Kalfa, ne de
ben. fiehime Han›m’sa bizden de¤ildi. Kona¤›n törelerine bir o
uymazd›. Onun gidip kalaca¤› bir yeri, tan›fllar› vard›.
fiimdi sokaklara ç›k›yorum da ne oluyor! Görüyorum ifl-
te. Benim gibi kayg›l› insanlarla dolu her yan. ‹nsanlar, bence
flanslar›yla do¤arlar. fians›m olsa, hiç de¤il, kimin nesi oldu-
¤umu bilirdim. O¤ulcu¤um beni b›rak›p Almanyalara git-
mezdi. Gidip de o parlak kartlar› atmazd›. Gene iki söz ede-
cek insan›m yok. Meserret Han›m’sa, onun anlatt›klar›ndan
biri kalmaz benim akl›mda.
Tek Dizdar Han›mefendi’nin ölüm haberini unutamam,
e¤er do¤ruysa. Gerçi Dizdar Han›mefendi beni davavekili Fatin
Bey’le baflgöz ettikten sonra, ben hiç gitmedim onlara. Hâflâ hiç
gitmedim. Arada Fatin Bey görmeye gitmiflti. Bayram el öpme-
sine. Sonralar› apartman katlar›ndan ç›karak –konak sat›l›nca–
bir bütün apartman alm›fllar. O koca han›mefendi nas›l kat kat
baflkalar›na kiralad›¤› yerlere s›¤›nd› bilmem? Fatin Bey’le de
iflleri kalmam›flt› san›r›m. Bizi aramad›lar.
Fatin Bey, “Yeni kanunlar›, yeni avukatlar biliyor, her fleyi
yenilere b›rakt›k,” demiflti.
Kime niyet kime k›smet!
fiemsitap’› verecekti han›mefendi Fatin Bey’e ya, konak sa-
t›l›nca beni verdi.
Ben de Niflantafl›’n› göremedim bu yüzden.
Oray› görsem ne olacakt› sanki? Gören ben olduktan sonra...
Fatin Bey’e hay›r demedim. Gerçi hiç tan›maz de¤ildim
onu.
Konakta bir ben kal›nca ayda, on beflte u¤rar olmufltu. S›rt›
kamburca, yakalar› boynuna bol gelen yafll› bir adam. Erzakt›,

155
fluydu buydu toplay›p getiren. Hiç bakmazd› yüzüme. Ben onu
eskiden de görmüfl olmal›yd›m, ama Fatin Bey’e inan olsun,
dikkatle bak›lmay›nca görülmüyor.
Gene de öyledir. Ben akflam pazar›ndan geç dönerim. Çün-
kü kalanlar› yok pahas›na verirler. Kap› önünde kayd›rak oy-
nayan çocuklara sorar›m,
“Evlad›m, Fatin Beyamca’n›z› gördünüz mü, efem?”
“Yok, sarayl› teyze, görmedik.”
‹çeri girerim ki ne göreyim, bizimki köflede oturur durur.
Gene bir bayramd›, son gitti¤inde Niflantafl›’na Fatin Bey.
Ayakkab›lar›n› d›fl kap›da ç›kart›p aral›kta fleker tutmufl, el öp-
türmüfller. Hem de han›mla bey ç›kmam›fl. Elini öptükleri kim-
di? Konuk a¤›rlamas›n› yapan da hizmetçi. Durmufl durmufl
aral›kta, bakm›fl gelen giden yok; kap›y› çekip gelmiflti.
“Hüsrev Bey pafla oldu diyeydi gitmem,” demiflti. “Yine
ileri gelenlerden onlar. Bir derdimiz olursa diyeydi.”
Gazeteden okumufl. O hem eski harfleri, hem yeni harfleri
bilir. Yenileri biraz zor söküyor, ama gene de iyi. Ben hiç bil-
mem okuma yazmay›. Okuma yazma ne gerekmifl bana. De-
mek ki Hüsrev Bey, pafla olmufltu. fiimdi onlara general diyor-
larm›fl, o¤lum söylemiflti, flakalafl›p benimle.
“Bana pafla pafla deme, anne. General de diyeceksen.”
Benimle flakalaflmadan edemezdi.
Rusuhi Bey ne yapm›flt› acaba? Hüsrev Bey de güzel adam-
d›. Hele endam›.
Belki fiemsitap’›n arabac› kocas› kadar endaml› de¤ildi
ama. Aman arabac› da ah›r kokuyordu sas› sas›. Kokuyor
muydu sahi?
Öyle demiflti o zaman Gülendam Kalfa.
Demek kokuyordu.
Fatin Bey’e, konak sat›l›nca hemen verdiler beni. Ben de,
peki dedim. Ya ne demeliydim? Yafll›yd› yafll› olmaya. Bende
de genç denecek hal kalmam›flt›. O yapayaln›z konakta illetli
olmufltum üç y›l içinde. Üç y›l dünya kadar büyümüfl, eflya-
s›z odalarda, dayan›lmaz gün ayd›nl›¤›nda, kufl seslerinin,
gittikçe büyüyen bahçenin kona¤a do¤ru gelifli içinde dön
dolafl.

156
Arada bakmaya gelenler vard›. Han›mefendinin ismini ve-
rip giriyorlard› içeri. Bana tek söz etmeden bafllar›n› sallay›p gi-
diyorlard›. Hiç konuflmuyorlard›, hiç.
Tek sözleri, “Bizi Bayan Dizdar gönderdi.”
‹flte hepsi bu. Karlar ya¤›yor, ya¤murlar ya¤›yor, tekinsiz
bahçenin yapraklar› düflüp çal› y›¤›n› oluyordu. Sonra gene
ben sezmeden bahar geliyordu. Bahçedeki otlar a¤açlar p›t-
raklan›yordu. Geniflleyerek kona¤›n üstüne do¤ru yeniden
aban›yorlard›.
Merdivenlerden ç›k›p inerken korksam bile yukar›dan afla-
¤›lara inip yatmam›flt›m. Merdivenden inip ç›kmak bir de¤iflik-
likti benim için. Çünkü bofl odalar› temizlemek tuhaf olmaya
bafllam›flt› y›llar geçtikçe.
Günlerden bir gün, bunak büyük han›mefendinin odas›n›n
tozlar›n› al›rken, (her hafta gene de büyük temizlik yap›yor-
dum) gömme dolab›n k›y›s›nda, gözümden nas›lsa kaçm›fl bir
fley görmüfltüm.
Bu deri kapl› bir defterdi.
Elime ald›¤›mda sevinememifltim.
Okumam yazmam yoktu.
Aç›nca renkli resimler görmüfltüm.
Ellerim kar›fl›vermiflti, az daha düflüverecektim sevinçten.
Ne yapaca¤›m› flafl›rm›flt›m.
Resimle doluydu her sayfa.
Çok güzel kad›nlarla çok güzel erkekler birbirine bak›yor,
gül veriyor, bahçe azman› olmayan düzenli yeflillik yerlerde
oturuyordu. Mehtab›n alt›ndayd›lar elleri yüreklerindeydi. Su-
yun k›y›s›na e¤ilmifl olanlar, ellerini suya de¤diriyorlard›. Öyle
ayaküstü bakmaya k›yamam›flt›m. Böylesine hofl bir fleye ancak
ifllerim bitince, odama ç›k›p pencereleri perdeleri s›k›ca kapa-
y›p bakmal›y›m demifltim. K›fl sesleri de, yaz sesleri de beni ür-
kütüyordu ya.
fiimdi ise yaz ve k›fl yaln›z üflüyorum. Sineklerin en ço¤al-
d›¤› günlerde bile...
Odama ç›k›p kap›y› kapay›p kendime çekidüzen vermifltim.
Resimli defterimi alm›flt›m.
O benim olmufltu iyice.

157
Teker teker bakm›flt›m.
Kad›nlar›n güzelli¤i, gözlerimi alm›flt›. Lüle saçlar›, boyal›
hokka a¤›zlar›, karpuz kollu giyimleri, her fleyleri p›r›l p›r›ld›.
Erkekler rugan pabuçlar›, bükük b›y›klar›yla tebessüm ede-
rek, kad›nlara eriflilmez, kavuflulmaz bir fleye bakar gibi bak›-
yorlard›. Kimisi Hüsrev Bey’e, kimini baz› konuk beylere ben-
zetmifltim. fiemsitap’›n arabac› kocas›na benzeyense yakas›na
gonca gül tak›l› oland›. Kad›nlar›n baz›s› erkeklerin omzuna
bafl›n› dayam›flt›. Gerdanlar› apak ayd›nlan›yordu. Bir teki bi-
le erkeklerin do¤rusu Rusuhi Bey’e benzemiyordu. Her gece
bu resimli deftere bakmak avuntum olmufltu benim dünyada.
Ne güzel yerler, ne güzel insanlar, ne güzel durufllar vard›.
Çevremde renkler kalmad›¤›ndan, renkleri de unutmufltum
demek o zamanlar. Resimlerle yeniden bulmufltum. fiimdi
sanki pek mi hat›rl›yorum. Gene de en sevdi¤im renk, hep
yaz gö¤ü rengi olmufltur.
Bir resimdeydi o yaz gö¤ünün rengi. Defteri flimdi de sak-
l›yorum. En de¤er verdi¤im mülkümdür. Benim kadar kimse
be¤enmedi. Kocama gösterdi¤imde bakmam›flt› bile. O¤ulcu-
¤umu küçükken oyalard›m gösterip. Gözlerini irilefltirip bakar-
d›. Kumru gibi dem çekerdi. Büyüdükçe unuttu defterimizi.
Y›llarla daha sarard› resimler. Gene de her fley aç›k seçik görü-
nüyor. O resimlerden birindeki kara gözlü ak al›nl› kad›n›n ki-
me benzedi¤ini buluvermifltim bir gece. Bu, benim uykumda
ve uyan›kken annem diye gördü¤üm kad›n›n neredeyse efliydi.
‹nce boyunlu, elleri p›rlanta yüzüklü.
Ama o eller san›r›m Dizdar Han›mefendi’nindir.
Resim t›pk› oydu can›m.
Annemdi demeye utan›yorum.
Bir ihtiyar ve h›rpani kad›na öyle yeniyetme güzel bir an-
ne?..
O y›llar konakta beni arayan soran olmam›flt› gene de.
Yokufl bitti.
fiimdi iki ad›m da düzde yolum var.
O¤ulcu¤um, “Gere¤i ve ifllemi yap›lm›fl,” diye elindeki kâ-
¤›tla geldi¤i günden bu yana iki y›l geçti. Hep böyle iki y›l, üç
y›l, befl y›l, on y›l geçiyor, ben say›yorum. Art›k ya altm›fl ya da

158
altm›fl üç yafl›nday›m. Nüfus k⤛d›m› sonra iflletti Fatin Bey.
Önce imam nikâh› yapm›flt›k. Sonradan medeni laz›mm›fl.
“Hacer Servet Türkdo¤an.” Fatin Bey’in soyad› Türkdo-
¤an’d›r. Ana ad› Hatçe, baba ad› ‹brahim, do¤um yeri Erzin-
can. Bunlar› her önüme gelene okuttum. Fatin Bey’e dayana-
may›p sordum.
“Hacer de benim ismim mi?” diyerek.
Konuflmam›z üç befli geçmemifltir. Ben yirmi beflimdeydim
herhalde ya da yirmi sekizimde. O ellisinde vard› ilk evlendi¤i-
mizde. Otuz üç y›ld›r evliyiz. O seksen üç yafl›nda flimdi. Ben
var›m ya altm›fl ya altm›fl üç. Bana demifllerdi ki ya yedi ya on
yafl›ndayd›n Horhor’daki kona¤a getirildi¤inde.
“Nereden ç›kard›n bu nüfus tezkeresini Fatin Bey?” de-
dimdi.
Han›mefendi vermifl benim k⤛d›m› ona. Peki bana ne-
den göstermemiflti? O kadar sormufltum hepsine. Beni Erzin-
can’a m› giderim sand›lard›? Beni ha? Kad›n oldu¤umu, k›z-
l›¤›m› kaybetti¤imi anlamayan beni. Onu da Fatin Bey’in de-
mesinden anlam›flt›m.
“Sen k›z de¤ilsin rezil. Seni bana yutturdular.”
‹çim k›y›m k›y›m k›y›lm›flt›.
Ne utanç vericiydi halim.
Günahlar›m›n kefaretini ödüyorum.
Demek ki o ac› veren fley yaln›z evlenilecek erke¤e saklan-
mal›ym›fl. Bense erkekle yatman›n günah oldu¤unu san›yor-
dum. Çünkü kona¤›n en parlak gününden sat›fla ç›kan günü
gelinceye, bana kimse demedi bir fley karfl›s›na al›p.
Bir fiehime Han›m, “Her koyun kendi baca¤›ndan as›la-
cak,” demiflti.
Bir de, “Erke¤in içi geçmifli düflman bafl›na,” demiflti.
Ben Erzincan’a giderim diye mi korktular?
Hiç olmazsa gideydim, bakayd›m. Öyle bir yol, öyle bir ev,
öyle bir çocuk var m›yd›?
Anam babam varm›fl ki yazd›lar nüfus k⤛d›ma.
Yoksa bunlar da m› yalan?
O kadar yaflland›m, o kadar fley oldu bitti ki, art›k gitsem
belli ki Erzincan da yerinde yoktur. Gencecik bir kad›na, ihti-

159
yar, fliflman, titreyen Servet gidip de, anac›¤›m der mi? Yak›fl›k
al›r m›? Ben anas› olur sarar›m onu. Evlat ac›s›n› bilirim derim.
Güzel kara gözlerini öper, ince fidan bedenini okflar›m.
Anahtar› hep zembillerin dibinde unutuyorum.
fiimdi her fleyi boflaltaca¤›m.
Yan›mdaki sanc› art›yor.
E¤ilince bafl›ma kan iniyor.
Kap›y› biri s›k› itse aç›lacak hale gelmifl.
Bu ev bir gün bafl›m›za y›k›lacak. Tahtalar› tozlafl›p eriyor,
kiremitleri yumuflay›p çamurlafl›yor. Soka¤›m›zda zaten yeni,
sa¤lam fley yoktur. Neyse buna da flükür. Tafllar ovulmamak-
tan karard›. Fatin Bey de iyice ihtiyarlad›. Genç halini bilmem
ya. Donuna kaç›r›yor geceleri.
“Yata¤›m›z› ay›ral›m,” dedim, “Ben sedirde uyurum”.
“Benden mi i¤reniyorsun? fiükretsene senin gibi bir h›rpa-
niyi koynuma al›yorum ya!” deyip kesti att›.
Gene beraber yat›yoruz.
Donlar› azd›. Sabun pahal›. Kirleri ar›tmak için soda kul-
lanmaktan ellerim flahrem flahrem yara oluyor. Bulafl›k tafl› çat-
lad›. Yapt›ramad›k. Sular tafll›¤a s›z›p koyulafl›yor. Yosun ba¤-
lad› mutfak. Boflalm›fl sarn›ca döndü bu ev.
Hayat bana zulüm oldu.
Bir o¤lum vard›, o da uzak diyarlara gitti beni yanaklar›m-
dan öpüp, “Üzülme anac›m, gelince sana bir radyo getirece-
¤im,” diyerek.
Bilir, ben fas›llar› dinlemeyi severim.
Akflam pazarlar›ndan dönüfl, gün batarken kaybede bula
dinlerim o sesleri. Gözümün önünde fiehime Han›m çizilir. K›-
nalar› tazelenmek isteyen aklanm›fl saçlar›yla, de¤irmi k›r›fl›k
yüzüyle, karfl›mda canl› canl› durur. Bir fleyler m›r›ldan›r.
“‹yi kötü insan›n yaflayacak bir günü olmal›,” der.
O da ölmüfl müdür?
Bu muslu¤un tenekesi gene boflalm›fl. Kufl gözü gibi delin-
di. T›kan›yorum su çekerken kuyudan. Bahçedeki kara sarma-
fl›k yok mu, sanki insan› yutup içine çekecek. Kuyunun dibine
mantarlar doluflmufl. Canl›, etli etli hepsi. Ürküyorum. A¤açlar›
filan sevmem ben. Yeflillik dedi¤in saks›da uysal durmal›.

160
Sonbaharda ilkbaharda evlerin içi so¤uk oluyor.
Kimden duymufltum, yafll›lara tehlikeli mevsimmifl bunlar.
Al›p aniden götürürmüfl adam›.
Demek ki, yafllanmak mevsimleri bile yüklenememek olu-
yor. Fatin Bey de, ben de ha babam ha babam yaflamaktay›z.
Acaba niye?
Yirmi yafl sular›nda m›yd›m, kânunusaninin en koyup ko-
pard›¤› günlerde? Yanaklar›m al al, s›rt›mda bir pazen giyim f›r
f›r dönerdim koca konakta. fiimdi nelere bürünsem bana m›s›n
demiyor. Gençli¤im harcand›, bitti. Bana, güzel olmak gerek,
demifllerdi. Çirkinin gençli¤i tuzsuz yemektir. Anca aç olanlar
el atar. Rusuhi Bey aç m›yd›?
Teldolapta dünden kalan sade ya¤l› patates bu geceye yeter.
Fatin Bey, “Bunca fleyi piflirme kad›n, biz iki kör bo¤aza ne
çok,” diyor.
Evet yiyen kalmad›.
Bugün fazladan ellerim uyufluyor.
Bir uzansam flöyle.
Sonra kalk›p ifle dursam. Yar›m saatçik yat›versem, fazla
de¤il.
fiifleyi silmeyi gene unutmuflum. Lambay› yakmayay›m,
gün daha dönmedi. Sedir örtüsünün ortas› yamanmak ister.
Evde tek yeni fleyimiz yok. Olsa da her fley öylesine solmufl bir-
birine dönmüfl ki, yeniyi koyabilsek o da hemen eskir.
Oh flöyle k›vr›lmad›kça yatt›¤›m yerde sanc›m› daha çok
duyuyorum.
Gök k›zard› iyice.
Lodos lodos.
‹stanbul’un lodosu hiç bitmez.
Ekim lodosu dersen k›z›l k›z›l tozuyor k›y›da bucakta.
fiu battaniyeyi de örtüneyim, sar›nay›m.
fiimdi biraz daha iyi.
Bir defa da Horhor’daki konakta böyle olmufltu. Pisli¤imizi
kapasam.
Ben çok temizdim eskiden. Temizdim tabii.
Bu ay badana yapaca¤›m, kireç al›p. Dinlemem ne a¤r›lar›-
m›, ne Fatin Bey’i. K›fl› temiz duvarlarla karfl›layaca¤›z. Kirece

161
tuz at›nca üste ç›kmaz ak ak. Sirke zeytinya¤› da kat›lmal›ym›fl.
Amma hofl, yemek k›vam› sanki.
Konakta yat yat kar›flm›flt› günler geceler. Elden ayaktan
kesilip yatak döflek kal›rsam Fatin Bey’e kim bakar? Kim paklar
onu, evi? O¤ulcu¤um gitmemeliydi. Kendi yurdunda bar›nma-
l›yd›. Ben onca y›l sonra uydurma da olsa, “Erzincan do¤um
yeri” diye okudum da içime hasreti çöktü. Erzincan nas›ld›,
neydi bilsem, gene neyse...
Yan yana odalar düflündüm ve gördüm.
O ben olan çocuk, çamurla yeni s›vanm›fl sundurmada pa-
lalar›n› al›p tahtadan bebeklerine giyim kesip ev yap›yordu.
Onu düflündüm, bir ak yer çuhas›n› kuyu k›y›s›nda ›slatan, su-
ya basan kara gözlü anam› düflündüm. Sundurman›n duvar›na
as›l› so¤an hevenklerini düflündüm. Yok muydu bunlar? Vard›
ya, vard› ya...
Anas›z babas›z insan olur mu ki?
Ben bunlar› ihtiyar yafl›mda düflündüm de o¤ulcu¤um ni-
ye bar›nmad› benim yan›mda, kendi yurdunda? Fatin Bey’le
ikisi iyi de¤illerdi bir arada. Kad›n hastal›¤›na tutuldu¤umdan
çocu¤umun olmamas› onu hiç üzmemiflti.
“Ben bak›m isterim,” demiflti hep. “Ben bak›m isterim. Ben
okumufl adam›m. Senin gibi elifi görse mertek sanacak birini
kar›l›¤›ma almam bu yoldan olmufltur.”
Kendimi y›llarca s›cak tutup yak›lar yapm›flt›m. Hor-
hor’daki kona¤›n so¤uk almalar› gidip ana olmam geri gelsin
diye. Bana yak›n birileri olsun diye. Beni sevecek, hofl tutacak...
Gerçi tan›d›klar›m pek kötülük etmemifllerdi, gene de kötü
olan bir fley vard› benim anlayamad›¤›m. Bir fleyler düflünür ol-
mufltum o s›ra.
Ads›z sans›z düflünmelerdir benim düflünmelerim. Daha
çok renge benzerler. ‹ç karart›c›larla iç aç›c›lar yan yanad›r. Ba-
z› bir kanarya sar›s›d›r geliverirdi. ‹çim h›zlan›r uçard›m ora-
dan oraya. ‹yiye benzetti¤im her fleyin bana da olmas› için çok
dua ettim, çok istedim.
O¤ulcu¤umu Almanya’ya gidece¤i gün geçirmek için di-
retmifltim.
“Bofl ver anne, bildi¤in gibi trene binip savuflaca¤›m. Gelip
de ne olacak.”

162
Yok, diretmifltim. Beni böyle görmeye al›flmad›klar›ndan
anlam›fllard› gidece¤imi.
Ne kalabal›kt›! Bir sürü kuca¤› çocuklu kad›n, Sirkeci’de
trenin orada saç›lm›fl duruyordu. Ayaklar› yün patikli, büyük
kulakl› bebeler arada bir a¤lamad›r tutturuyorlard›. Yazd›. Ka-
d›nlar›n ço¤u gençti, baflörtülüydüler. Erkekler vagonlar›n pen-
ceresinden lacivert giyimleriyle bak›yor, ayn› fleyleri söylüyor-
lard›. “Mektup yazar›z. Merak etmeyin. B›rakt›¤›m paralar›
idareli harca.” Kad›nlar hiç ses etmiyor, yüzlerindeki sarar›p
k›zarmalarla bekleflip duruyorlard›. Tafl›maktan yorulanlar ara-
da çocuklar›n› di¤er kollar›na al›yorlard›. Beride yafll› kad›nlar
gizli gizli a¤lay›p örtülerinin yenlerine gözyafllar›n› siliyorlard›.
Bir fley da¤›tm›flt› sanki onlar›. K›yamet günü müydü ne? ‹nle-
yerek dalgalan›yor, çözülüyor, yeniden toplan›yorlard›.
‹flçi gidenlerin aras›ndaki bir genç kad›n, pembe mantolu,
saçlar› ondüleli, istasyonun giriflini görmek için sarkm›flt› iyice.
Gene de bir geleni olmam›flt›.
Tren kalkt›¤›nda o genç kad›na da elimi sallam›flt›m. Anla-
m›fl m›yd› acaba? Hem o¤ulcu¤uma, hem onayd› sallad›¤›m el.
Hiç gülümseyen yoktu. Gülüyor gibi yap›yorlard›. Bu bana ne
kadar dokunmufltu. Da¤›n›kl›k, gizli a¤lamalar o¤ulcu¤umun
gidece¤i yeri gözümden iyice düflürmüfltü.
Tren kalk›nca ard›ndan bakakalm›flt›k. Rahatça a¤l›yordu
geridekiler art›k. Kocalar›n›n azar›ndan korkan genç kad›n-
lar, yafll› olanlara sar›lm›fl, gözyafllar›n› önleyemiyorlard›.
Oradakiler ö¤retilmifl gibi ayn› fleyleri yapm›fl, ayn› sözleri
söylemifllerdi.
‹stasyondan ç›karken ben de a¤lam›flt›m.
Say›ylad›r a¤lamalar›m.
Belki bu üçüncü a¤lamamd›r ömrümde.
Fatin Bey koluma girmiflti.
Bastonla yürüdü¤ünden, ben yan›nda olursam, bana verir
a¤›rl›¤›n›n yar›s›n›.
Ona da yeniden ac›m›flt›m.
Ana-baba günüydü o Almanya günü. Ç›km›flt›k.
Fatin Bey, “Gitti ha!” demiflti.
Demek üzülmüfltü. Ne de olsa babas›.

163
fiu karfl›mdaki sand›¤› görmek beni ac›t›r hep.
Çeyizlik diye fiemsitap’a sözlenen, sonra da bana verilen
bu sand›kt›r.
‹çindekilerden iki büyük çarflaf› kefenlik diye ay›rd›m ken-
dime.
Fatin Bey’le evlendi¤imde, ilk gece ifllemeli geceliklerim-
den birini giymifltim. Hiç benden yana bakmam›flt› gene de.
O k›zl›k kad›nl›k sözleri de söylenince bir daha süslenmek-
ten çok utand›m.
fiemsitap’›n yak›fl›¤›yd› içindekiler. Geçende bakt›m, hepsi
sand›k lekesi olmufl.
Meserret Han›m, “Lekelerin üstüne limon sür y›ka, ç›-
kar,” diyor.
Denemedim. Hele flimdi ne yak›flm›fl bana ifllemeli gecelik.
Bugün akflam pazar›ndan dönerken bir taze yan›ma gelip
avucuma para koydu. Pek flaflt›m. Demek ki, art›k dilenci filan
gibi duruyorum.
Fatin Bey de söyler ya, “Seni kim görse, ‘‹flte bu bir s›¤›nt›,’
der,” diye.
Hakl› ç›kt› sonunda. Eh deli alacas›, ne bulursam üst üste
kat kat giyersem; ona “Üflüyorum k›z›m” demeliydim, o ta-
zeye. “Epey var ki, her gün daha çok üflüyorum,” deseydim
anlard›.
O¤lum beni böyle bir duysa, bir görse ne kadar utan›r.
‹yi ki burada yok.
Gitti¤inden bu yana Almanya’dan Eyüpsultan oyuncaklar›
rengine boyal› ora resimlerini yolluyor. Mektup yazmaya günü
yok demek. Resimleri kahve dönüflü Fatin Bey’e okutuyorum.
Sözler de¤iflmiyor.
“Ben iyiyim. Buralarda herkes sar› saçl› mavi gözlü. Nere-
ye ç›ksam yeflillik. F›sk›yeli havuzlu yerler. ‹nsanlar› süslü, gü-
ler yüzlü. Çat pat dillerini söküyorum flimdi. Beni merak etme-
yin. Buras› Türk dolu. Çok iyiyim, ellerinizden öperim.”
Gönderdi¤i kartlarda, köpekli ihtiyar han›mlar var. Güzel
yerlerde oturmufl güneflleniyorlar. Fatin Bey, dönüflünde geci-
kirse daha önce gelenleri ç›kar›p yaz›lar› benzetmeye çal›fl›yo-
rum. Gözlerimin ferinin bitti¤ini bu kartlar geldi¤inden beri

164
anlad›m. Bir fley iste deselerdi, hani var ya o masallardaki gibi,
periler cinler ç›k›p dilek sorduklar›nda okumay› yazmay› söke-
yim isterdim. O¤luma iki sat›rc›k yollamak için.
Fatin Bey’e, “Hadi hadi,” deyince, “Servet Han›m nedir bu
acelen? Ayda, iki ayda mektup yeter Almanya’ya,” diyor. “O¤-
lan flimdi kendi havas›nda, bizi hat›rlad›¤›n› sanma.”
Yan›l›yor. O böyle konufltu mu içim k›y›l›r. Hiç insan ana-
s›n› unutur mu? Ben bilmedi¤im görmedi¤im anam› unutma-
yay›m da y›llar›n y›l›... Bu Fatin Bey’in fleyi iflte. “Ne istiyor-
sun?” deseydiler... Ben bu dünyaya geldi¤imden beri istemeyi
hiç düflünmedim. fiimdi buna yerinmekse, geç gibi.
Dayanamay›p uyuyaca¤›m.
Do¤rulup duvardan flu Mushaf’› alabilsem. Ürperiyorum.
Can suyum çekiliyor, tükeniyorum.
Fatin Bey’i beklemeyip kahve dönüflü kap›y› açmazsam k›-
zar. Bunca y›l al›flm›fl pencere dibindeki bana. Dirse¤imi daya-
d›¤›m tahta belki de oyuldu.
Yeme¤i gömülü ateflte ›l›k tutmazsam öfkelenir.
Çok s›cak dama¤›n› yak›yormufl. fiimdiye kadar böyle bir
fley olmad›ysa da. ‹çim k›y›l›yor, uyku kafamda katmerlefliyor.
“Hastay›m Fatin Bey,” derim, “çok hastay›m. Y›llard›r, de¤ilim
diye kendimi aldatmalar›m boflmufl. Ne fayda flimdilerde k›p›r-
danacak can›m yok. Hofl gör, bu da geçer.”
Horhor’daki kona¤›n merdivenleri ceviz a¤ac›ndand›. Bile-
bildi¤im çocuk yafllar›mda onlardan kaymay› isterdim. T›rab-
zanlar›n bafllar› oymal› oymal›yd›. Rahat oturulur geniflliktey-
di. Fatin Bey de bilir ya! Bakm›flsa görmüfltür. Duvarlar›nda al-
t›n suyuna bat›r›lm›fl çerçevelerle as›lm›fl kurfluni insan resim-
leri vard›. Ayn› renk sakall› erkeklerle boynu pandantifli kad›n-
lar. Çocukken k›fl›n ellerim kabuk tutard›. Yemek yerken iyi
lokmay› en sona ay›r›rd›m. A¤z›m tatlans›n diye. Çocukluk ge-
ne de e¤lenmekmifl. Orada yazlar› bile sinek olmazd›. Çürük-
lük’te k›fl›n da yaflar sinekler. D›flar›da lodos dindi. A¤›rlafl›yo-
rum yatt›¤›m yerde. Ben yorgunluklar›m› kimseye gösterme-
dim. Günahs›z›m. Erke¤i hiç bilmedim. Rabbim bilir, bu böyle.
Yata¤a girdim onlarla. Nas›l karfl› ç›ksayd›m... Allah iflledi¤ini
iyi ifller...

165
Hep keder mi? Hep keder mi?..
Vah yaz›k... Vah yaz›k...
Lodos dindi...
Mutfa¤›n kap›s› çarpm›yor...
Ne yaz›k!

Gökte lodosun k›z›ll›klar› iyice yitmiflti. Yaln›z tersane yö-


nünde belirsiz bir iki k›z›ll›k kalm›flt›.
Akflamüstü oyunlar›n› oynayan çocuklar› anneleri, eski
eflikli evlerinden ç›k›p ça¤›r›yorlard›.
Yokuflun alt›ndan do¤ru gelen ihtiyar adam soluk almak
için durdu. Da¤›n›k giyiminin içinde yok olmufltu. Soluklan-
d›kça âdemelmas› ç›k›k boynuna takt›¤› kravat oynuyordu.
Yüzlerce k›r›fl›¤›n doldurdu¤u yüzünde gözleri çukurlar›na gö-
müktü. Yak›ndan bak›lmad›kça iki koyu gölgeydi göz yerleri.
Soluk almas› bitince, budakl› bastonunu yeniden kavr›yor, ç›k-
maya bafll›yordu yokuflu. Dudaklar› oynuyordu durmadan. Fa-
tin Bey’in y›llard›r sürdürdü¤ü sessiz konuflmas›n› Çürüklük
semtinde bilmeyen yoktu. Bir süre mahallenin s›ska bacakl›,
kocaman bak›fll› çocuklar›na e¤lence konusu olmufltu. Ard›n-
dan koflup önüne geçip “Sessiz film Fatin Bey! Sessiz film Fatin
Bey!” diye ba¤›rm›fllard›. Fatin Bey öylesine ilgisizdi ki, yapt›k-
lar›ndan vazgeçtiler sonunda. Bir oyunun tekli oynanmas› on-
lar›n çocukluklar›na ayk›r› düflmüfltü...
Fatin Bey, viran, bükülmüfl tahta evine vard›¤›nda pence-
reyi ›fl›ks›z görünce flafl›rd›. fiafl›rma duygusu onu tedirgin etti.
fiafl›rmayacak denli ihtiyarlam›flt›. Bastonuyla kap›ya bir iki
vurdu, bekledi. Kap› aç›lmad›.
“Al›p bafl›n› gitti mi bu deli sarayl›?” O da mahalleli gibi,
k›zd›¤›nda kar›s›na ‘sarayl›’ der olmufltu. “Sarayl›l›k ondan
ne uzak! Ellerine cam bardak yak›flmayan birinden sarayl› m›
olurmufl!”
Yeniden arka arkaya bastonuyla vurmaya bafllad›. Gürültü
ço¤ald›¤›ndan bir iki evin penceresinden ç›k›p bakt›lar. Kap›-
n›n aç›lmamas› Fatin Bey’i coflturmufltu. Bir eliyle duvara daya-
n›p (çünkü bir yere dayanmadan iki baca¤›n›n üstünde dura-
cak gücü yoktu epeydir) di¤er eliyle de kap›ya aral›ks›z basto-
nuyla vuruyordu.

166
“Bu kad›n› benim bafl›ma b›rakt› gitti o¤lu. Ne konuflur, ne
güler. Anca hayvan gibi çal›fl›r dönenir evin içinde. Günümüz
olmufl mudur karfl›l›kl› flaka edip söz söylemeye? Y›kar yamar,
y›kar yamar. Tek bildi¤i bu. ‹nsan oldu¤u flüpheli. Kad›nsa hiç.
fiimdi bana kap›y› dövdürerek mahallede gülünç olmama sebe-
biyet vermekte.”
Bir süre durdu. ‹ç cebinden anahtar›n› ç›kard›, sayama-
yaca¤› denli uzun y›llard›r öksürmesiyle kap›n›n aç›lmas›na
al›fl›kt› Fatin Bey, anahtar›n kap›da ne yöne çevrildi¤ini bile
unutmufltu.
“Nerde bu kad›n, nerde? Onu azar›m›zdan eksik b›rakt›k.
Bu cahil tak›m›na ikide bir görünmedikçe olmaz. Bunu ihmal
ettik. Bir yere mi gitti? Dünyada buradan baflka gidecek yeri
yok. O¤lumuzsa onun cahilli¤inin ulaflamayaca¤› uzakl›kta.
Baflka ne iflin var? Bekle cam bafl›nda. Bir de ‘Alt›n›za kaç›rma-
y›n!’ diye bana laf ç›kar›yor. Korkuyor, tamamen elden ayaktan
düfler de onu atar›m diye. Beni muhtaç gösterecek kendine...
Dedikleri biraz taharetsizlik, ötesi yok.”

Kap›y› aç›p içeri giren Fatin Bey, evin karanl›¤›ndan yolu-


nu kestiremedi.
Oda kap›s›n›n ne yönde oldu¤unu bilmeden tafll›kta dö-
nendi.
‹çerinin eski küf kokusu, sessizli¤in gittikçe d›fl seslerden
ar›n›p yo¤unlaflmas› onu ürkütmeye bafllam›flt›.
Gözleri al›fl›p da el yordam›yla yolunu bulana dek bir an
dikildi tafll›¤›n ortas›nda.
D›flar›da kesilen sesler yeniden belirmeye bafllam›flt›.
Lambay› kibritle yakt›.
Oda kederli sar› bir ›fl›kla ayd›nland›.
‹lk ifli aç›k olan tek pencerenin perdesini örtmek oldu.
Bir sedir, bir iskemle, bir sand›k, bir aynadan baflka eflya
yoktu odada. Gece yere aç›p yatt›klar› döflek köflede dürülü
duruyordu. Duvara as›l› yald›zlar› dökük çil basm›fl aynan›n
k›y›s›na, Servet Han›m’›n ilifltirdi¤i iki resim vard›. Biri o¤ul-
lar›n›n Arap fleyhi giyimiyle çektirdi¤i resimdi. Öbürüyse bir
kartpostal. Kartpostaldaki parmaklar› yüzüklü, ak tenli, ko-

167
caman kara gözlü, genç bir kad›nd›. Kad›n›n ard›nda iki f›s-
t›k a¤ac›n›n uzand›¤› duru bir yaz gö¤ü vard›. O, mermer bir
çeflmeye dayanm›flt›.
Fatin Bey sedirin üstüne k›vr›lm›fl yatan Servet Han›m’›
gördü.
Unuttu¤u öfkenin yeniden s›cak s›cak flakaklar›na yay›l-
d›¤›n› duydu. Bir süre paçavraya bürülü yatan bu kad›ndan
i¤rendi. Sanki karlarla doluydu oda. Giyimlerle, paçavralarla
sar›nd›¤› yetmiyormufl gibi, üstüne tozlu denk çuvallar›n› da
örtmüfltü.
Yan›na yaklaflt›. Sadece burnuyla bir tutam kara saç›
aç›ktayd›.
“‹htiyarlad› da flu saçlar› ne azald› ne akland›. Bu ne uyku-
su? Hastay›m deyip bafl›ma kalmas›n da.”
Kar›s›n› dürtmeye bafllad›.
Yar›m saattir olanlar onu güçten düflürmüfltü.
‹lk sarsmalar›n yetmedi¤ini görünce, itekledi yatan kad›n›.
Gene bir k›p›rt› yoktu.
Örtündü¤ü fleyleri teker teker al›p yere atmak gerekti¤ini
düflündü ve atmaya bafllad›.
Bir battaniye kald› kad›n›n üstünde.
Onu da Servet Han›m eliyle s›k› s›k› tutmufltu. Dirse¤inin
alt›nda Kuran vard›.
Fatin Bey ürküntüyle yere çöktü.
Arka arkaya ezber yaparm›fl gibi tekdüze, “Servet, Servet,
Servet, Servet...” diye seslenmeye bafllad›.
Sesini belli bir yüksekli¤in ötesine vard›rmamaya çal›fl›yor-
du.
Arada, yüksekçe ç›karsa ‘Servet’lerden biri, korkuyla çev-
resine bak›yordu.
Ne kadar geçti¤ini bilmeden bunu bir süre denedi.
Servet Han›m aln›na yap›flm›fl kara gür saçlar›, birden du-
rulmufl yüzü, elinde ipliklenmifl yün battaniye, yat›yordu hiç
de¤iflmeden.
Fatin Bey sustu. Ürküntüsü onu terletmeye bafllam›flt›.
Odaya yeniden bakt›.

168
Belki o çeyiz sand›¤›nda ilaç filan bir fley bulunur diye san-
d›¤› açt›.
Üstte gördü¤ü albüm ve o¤ullar›n›n Almanya’dan yollad›-
¤› c›rlak renkli kartpostallar oldu.
Albümü görmek Fatin Bey’in ürküntüsünü öfkeye çevirdi.
“‹lk geldi¤inde, bunu ‘defter, defter’ diye elinde gezdirirdi.
Ben ö¤rettim albüm oldu¤unu. Be kad›n madem hastas›n söyle.
Yo, y›llard›r anca, ‘Bir sanc› gelir yoklar beni’den baflka sözü
yoktu. Sanc› herkesi yoklar.”
Albümü kald›rd›, eline iflli, yanlar› y›rtmaçl› iki gecelik
geçti. Birinin yaka çevresi f›rdolay› fistoydu.
Alttakilere bakmad› Fatin Bey.
Elinde fistolu mavi kurdeleli gecelik döndü.
— Servet Han›m öldün mü? Servet Han›m öldün mü? diye
ba¤›rmaya bafllad›.
‹yice ba¤›r›yordu.
Kendini koyuvermifl, yafl›n›n elverdi¤i tüm sesiyle ba¤›r›-
yordu, bükülmüfl yatan ihtiyar kad›na do¤ru...
Lodos ince bir yele dönmüfltü d›flar›da...

Aral›k 1970

169
YAPI KREDİ YAYINLARI / YENİLERDEN SEÇMELER

Max Frisch Abdülhalik Renda


Montauk Günlükler 1920-1950
Mavi Sakal Elif Sofya
Orhan Pamuk Hayhuy
Babalar, Analar ve Oğullar
William Faulkner
Cevdet Bey ve Oğulları – Sessiz Ev – Kırmızı Saçlı Kadın
Emily’ye Bir Gül – Seçme Öyküler
Şeylerin Masumiyeti
Balkon / Fotoğraflar ve Yazılar Elmore Leonard
Bücürü Ayarla
A.N. Wilson
Rom Kokteyli
Tolstoy
Emily Ruskovich
Behçet Necatigil
Idaho
Konuş ki Göreyim Seni
Vaktin Zulmüne Karşı – Düzyazılar 3 Uğur Kökden
Dost Meclislerinde Kasideler Unutmayı Bir Öğrenebilsem
Camille Laurens Ömer F. Oyal
On Dört Yaşındaki Küçük Dansçı Gemide Yer Yok
Önceki Çağın Akşamüstü
Javier Marias
Berta Isla Paul Signac
Eugène Delacroix’dan Yeni-İzlenimciliğe
Yıldıray Erdener
Kars’ta Çobanoğlu Kahvehanesi’nde Âşık Karşılaşmaları – Philippe Soupault
Âşıklık Geleneğinin Şamanizm ve Sufizmle Olan Görünmeyen Yönleriyle
Tarihsel Bağları Derviş Zaim
Franz Kafka Ares Harikalar Diyarında
Şato Rüyet
Ceza Sömürgesi
Ahmet Emin Yalman
Amin Maalouf Naziliğin İçyüzü
Uygarlıkların Batışı
Romain Rolland
Hal Herzog Jean-Christophe 3
Sevdiklerimiz, Tiksindiklerimiz, Yediklerimiz – Hayvanlar
Marianna Yerasimos
Hakkında Tutarlı Düşünmek Neden Bu Kadar Zordur?
Evliyâ Çelebi Seyahatnamesi’nde Yemek Kültürü
Nâzım Hikmet İstanbullu Rum Bir Ailenin Mutfak Serüveni
Benerci Kendini Niçin Öldürdü
Ali Teoman
Kemal Tahir’e Mahpushaneden Mektuplar
Yazı, Yazgı, Yazmak
Ahmet Ümit
Yüksel Pazarkaya
Aşkımız Eski Bir Roman
St Louis Günleri
Metin And
Waller R. Newell
Dionisos ve Anadolu Köylüsü
Tiranlar – Gücün, Adaletsizliğin ve Terörün Tarihi
Kısa Türk Tiyatrosu Tarihi
Nursel Duruel
Doğan Tekeli
Geyikler, Annem ve Almanya
Çebiş Evi’nden Hisar Tepe’ye
Yazılı Kaya
Doğan Yarıcı
Hodan

YAPI KREDİ YAYINLARI / YENİLERDEN SEÇMELER


YAPI KREDİ YAYINLARI / YENİLERDEN SEÇMELER

Oktay Rifat Hasan Gören


Elleri Var Özgürlüğün Altı Yaprak Üstü Bulut
Perçemli Sokak Marianna Warner
Yaşayıp Ölmek Aşk ve Avarelik Üstüne Şiirler Bir Zamanlar Bir Ülkede... – Masalların Kısa Tarihi
Oliver Sacks David Wootton
Bilinç Nehri Bilimin İcadı – Bilim Devrimi’nin Yeni Bir Tarihi
Ali Özuyar Edip Cansever
Hariciye Koridorlarında Sinema Kirli Ağustos
İpek Çalışlar Furuğ Ferruhzad
Latife Hanım Rüzgâr Bizi Götürecek – Toplu Şiirler
Jean-Louis Fournier Nasser Saffarian
Otopsim Ah Ayetleri –
Betül Tarıman “Furuğ Ferruhzad Hakkında Söylenmemiş Sözler”
Maksatlı Makastar Orhan Duru
Cemal Süreya Bırakılmış Biri
Göçebe Ralf Rothman
Beni Öp Sonra Doğur Beni Baharda Ölmek
Arthur Schopenhauer Enis Akın
Aşkın Metafiziği Müjgan
Haz. Sula Bozis, Seza Sinanlar Uslu Joseph Kessel
İvi Stangali – Ressamı Hatırlamak İblisin Oyunu
Bella Habip Lâle Müldür
Kültür ve Psikanaliz – Sinema, Edebiyat ve Tehlikeliydi, Biliyordum
Güncelin Psikanalizi
Marc Augé
Benny Anderson Biri Sizi Bulmaya Çalışıyor
İşte Söyledim – Seçilmiş Şiirler Unutma Biçimleri
Claudio Magris Erlend Loe
Tuna Boyunca Kadının Fendi
Donald W. Winnicott Evangelia Balta
Piggle – Küçük Bir Kız Çocuğunun Karamanlı Yazınsal Mirasının Ocaklarında Madencilik
Psikanalizle Tedavisinin Öyküsü
Tarık Dursun K.
Publius Ovidius Naso Alo, Harika Hanım Nasılsınız?
Dönüşümler I-XV
William Carlos Williams
Rachel Cusk Seçme Şiirler
Övgü
Faruk Duman
Sue Gerhardt Kaptan Kanca’nın Bir Macerası
Sevgi Neden Önemlidir? –
Şefkat Bir Bebeğin Beynini Nasıl Biçimlendirir? Halit Ziya Uşaklıgil
Saray ve Ötesi
David Lewis -Williams
Mağaradaki Zihin Megan Hunter
Sondan Sonra

YAPI KREDİ YAYINLARI / YENİLERDEN SEÇMELER

You might also like