You are on page 1of 3

VE YÜZLERİMİZ KALBİM

FOTOGRAFLAR KADAR KISA ÖMÜRLÜ

John Bcrger

Önümdeki masada duran fotoğraf bir suç delili haline geldi. Basmamak daha
iyi - Türkiye'den binlerce mil uzakta da olsa. Bir sıra halinde duran altı
erkeği gösteriyor, Ankara'nın kenar mahallerinden birinde ahşap bir odada.
Fotoğraf siyasi bir toplantıdan sonra çekilmişti, iki yıl önce. Adamlardan beşi
işçi. En yaşlıları ellilerinde, en geçleri yirmilerinde.

Her biri kendi annesinin gözünde olacağı kadar şaşmazcasına kendisi. Biri kel,
birinin saçları kıvırcık, ikisi ince ve yay gibi, biri geniş omuzlu ve kıllı.
Hepsi partal ve ucuz pantalonlarla ceketler giymişler. Bu elbiselerle burjuva­
ların takımları arasındaki ilişki, yaşadıkları gecekondu semtleriyle, patronların
ve tüccarların yaşadığı Fransız möblesi döşeli villalar arasındaki ilişkinin
aynısı.

* Bu yazı John Berger'ın , Türkçesi aynı adla Adam Yayınları'ndan çıkan kitabının

yayınlanma-yan başlangıç bölümüdür.


94 Defter

Ama bir hamamda elbiselerini çıkarmış bile olsalar, bir polis ya da subay on­
ları birer işçi olarak tesbit etmekte hiç güçlük çekmeyecektir. Beşi de, ifadele­
rini gizlemek, saygıdeğer kayıtsızlığı taklit etmek için gözkapaklarını yarı
yarıya indirseler bile, sınıfları yine belli olacaktır. Bir cinin tılsımlı yardımı
ve eksiksiz bir ustalıkla bir spekülatörun metresinin tipik surat ifadesini -
tatlandırılmış bir çekicilik, tatlandırılmış bir kayıtsızlık ve tamahkarlık­
taklit etseler de başlarının duruş şekli onları ele verecektir.

Sanki bir mahkeme daha rahme düştükleri anda, onbeş yaşlarında başlarının
boyunlarından ayrılmasına hüküm vermiş. Vakit geldiğinde direnmişler,
bütün işçilerin direndiği gibi ve başları omuzlarında kalmış. Ama o direncin
inadı, gerektirdiği gerginlik kalmış, hfilfı duruyor --enseleriyle kürek kemik­
lerinin arasında onu görmek mümkün. Dünyadaki işçilerin çoğu aynı fiziksel
izi taşır: gövdelerinin emek gücünün, nasıl kafalarından ayrıldığının işareti.
Günlerini ve çalışma enerjilerini yitirmiş de olsalar, düşünce ve hayallerinin
hfila içinde sürdüğü kafalarından.

Ahşap odadaki beş adam için direnmek bir refleks, yarattığı herşeyin dorhal ve
kurtarılmaz bir biçimde elinden alınmasının adaletsizlik olduğunu bilen
gövdenin, kaslar düzeyindeki ilkel bir isyanı değil. Kabarmış dirençleri,
düşüncelerinin, umutlarının, dünyayı açıklamalarının bir parçası olmuş.
Bakışları beni delip geçen bu beş kafa, gövdelerini yalnızca dirençli değil,
aynı zamanda militan olarak ilan ediyor.

Eylül 1980 darbesinden bu yana, DİSK -bu beşinin mensup olduğu sol sen­
dikal konfederasyonu-, bütün siyasi partilerle birlikte yasa-dışı ilan edildi.

Hiç değilse 50,000 kişi tutuklandı. Savcılık yüzlerce idam eczası talep eui -
özellikle de militan sendikacılar için. insan avları, yeni isimler, yeni
bağlantılar elde etmek için uygulanan işkenceler kadar sistematik. Bu yüzden
fotoğraf bir suç delili olarak kullanılabilir.

Binlerce insan kendilerinden hiçbir haber alına ıiıayacak şekilde kayboldular.


Bugüne kadar hiç değilse seksen kişi işkence altında öldü. Bakmakta olduk­
larımdan biri de bugün işkence görüyor olabilir. Gövdesine, annesinin
gözlerinde o kadar kendisi olan gövdesine, düşünülmesi bile olanaksız olan
çektiriliyor olabilir.

Ne çok şey söylüyor bu fotoğrnf siyaset hakkında! Kökeninde siyasetin nasıl


bastırılmaz olduğu hakkında. Bu beş adam, sevdalarıyla, çocuklarıyla,
şarkıları ve Anadolu anılarıyla bu beş adam, kimsenin külünü yutacak
şaşkınlar değiller. Sık sık kötü önderliklere düştüler, sık sık dikkatsizce
örgütlendiler, sık sık karizmatik önderlerinin taşkın hırslarını tatmin etme
çabalarının ilk kurbanı oldular ama bunları hiçbiri onları şaşırtmadı. Öylesine
Vc Yüzlerimiz Kalbim 95

yakından tanıdıkları bu mevcut dünyadan zaten daha fazlasını beklemiyorlardı.

Anadolu'da karsız bir kışın, hayvanların kıtlıktan ölmediği bir yazın


geçmediğini, baskısız bir işçi hareketinin olmadığını biliyorlar. Ütopyalar
yalnız halılar üzerinde yaşar. Ama hayatlarında çekmek zorunda kaldıkları
şeylerin tahammül edilmez, hoşgörülmez olduğunu da biliyorlar. Ve ta­
hammül edilmez olanın öyle adlandırılması umuttur.

Birşey bir kere tahammül edilmez olarak nitelendirildi mi, bunu eylemler izle­
mek zorundadır. Bu eylemler hayatın bildik bütün gelgitine tabiidir. Ama saf
umut, ilk önce ve gizemli bir biçimde tahammül edilmez olanın öyle ad­
landırılmasında yatar: Bunu yapabilme yeteneğiyse çok ötelerden gelmektedir
-geçmişten ve gelecekten. Bir yüzden siyaset ve cesaret kaçınılmazdır.
işkencecilerin zamanı dehşet verici bir biçimde, ama sadece, şimdidir.

Ahşap odadaki beş adamın yüzlerini kapatırsam, fotoğraf bir suç delili olmak­
tan çıkar. Sadece, partal elbiseleri, elleri ve açık yakaları görünür. Ama böyle
başsız gövdeler işkencecilerin şimdisinin kapanına tutulmuştur. ... Ahmed,
Salih, Mehmet, Deniz, Kerim... sonu gelecek.

You might also like