Professional Documents
Culture Documents
Arka Pencere Lalrengi Bir Gezegene Açilir - Gülseli Inal
Arka Pencere Lalrengi Bir Gezegene Açilir - Gülseli Inal
Gülseli inal
"Gömütün kapağı hep açık, ölünceye dek yaşadıkca uçuşan anları, düşünceyi
ve duyumları bir bir atıyoruz içeriye. Sonra hiç bir şey biriktirilemez,
üretilemez duruma geldiğinde kendimiz giriyoruz ve örtüyoruz kapağı."
Nilgün Marmara da dediği gibi sessizce gömüte girip kapağını usulca üzerine
çekti, yalnız geride bir şey unutmuştu, Daktiloya Çekilmiş Şiirleri'ini. El
yazmalarını, takılan, fularlanm yanında götürmüştü, bir de anılarım.
Onda, ölüme olan tutkunluk bütün şiirlerinde tuhaf renklerle belirir, kitaptaki
ilk şiir 77 tarihini taşıyor, yani yirmi yaşlarındayken.
Nilgün Marmara'nın şiirinde hiç bir zaman nostaljik ögeler, garip yakınmalar,
yalvarıya yakın dizeler, iniltiler, tekrarlar, hikaye edişler, lirik oluş, acı
çekmenin belli dizeleri ve işaretleri, duyguların tekrarı (Yazarken; ki bu bir
tuzaktır) methiye ya da yüzeltme, bilinen imajların kullanımı, doğa hiç yok
tur. Var gibi gözüken günışığı, ay ya da benzerleri hep onun zihninden
geçtikten sonra vardırlar, bir bakıma yok edilmiş doğanın işaretleri olarak.
Bütün dış dünya renkli, ışıklı varlıklar zihninin yargı süzgecinden geçtikten
sonra çocuk ruhuyla sorduğu soru gibidir, sanki hfılfı varlığı pek kavraya
mamıştır. Herkesce bilinen varlığın klfısik tanımı, ona hiç bir şey ifade et
mez, çünkü o sıradan zihnin savunduğu 'Doğal olma' durumunu bile reddeder.
İşle şiirinin parçalarını oluşturan bu'bakış ve şiir dilini oluşturan ruhsal du
rumları ve değişimleri. Kanımca şiir önce dildir diyenlere ben, şiir önce ruhtur
demek istiyorum. Bir bakıma, dili oluşturan şeyin ruhsal ritm ve değişimlerle
sağlandığına, en yakın ve somut örnek olarak da Nilgün Marmara'nın şiirini
gösteriyorum. Şiirin asıl malzemesi şairin ruhsal geçişlcridir, şiirin asıl özü
burada yatar. Ruhun ritmi dili oluştururken, dil burada ikincil bir araçtıı:. Ruh
nereye giderse dil de orada oluşur.
Bu iki etken, saflık ve şaşkınlık onun mayasında doğal olarak vardır zaten, ve
Nilgün Marmara düşlemin şiirini yazmıştır. Düşün değil, düşlenen şeyin
şiiri, istenen şeyin şiiri, rakipsiz, Nemesis'in olmadığı bir dünya düşleyerek.
Nilgün hiç bir zaman Samotrake'yi de sevmemiştir ama kendi gizli melekleri
ni yanında istemiş ve onlarla zeytin dalları arasında uyumuştur. Mor kanatlı
melekler... ancak çelişki hem dünyada hem de şairde pcr'se olarak vardır.
Nilgün Marmara insanı nasıl görüyordu, onu büyülü, değişmez kutsal bir tin
olarak mı, yoksa pek yoğunluğu bulunmayan durumların ve şartların varlığı
mı. Ve eğer öyle görüyorsa ondan korkuyor muydu, zaman zaman
küçümsüyor muydu. Hem ortamların zayıf gölgesi hem bir çekirdek, hem
sürüklenişlerin kölesi hem de hükmedenin yine kendisi. Mavi kürede kinin
yaygınlaşmasıydı onu en çok korkutan, sevgide ise hep bir eksiklik ve
karışıklık bulmuştu, doğuştan aşıktı, aşkının nesnesi ise hep değişiyordu.
Ancak sorduğu soru hala yanıtsızdı, katil kimdir, ceset nerededir, kurban
mıdır, kurbansa akıtılan kan kimin solan ellerine sürülmüştür, soru açıktır ve
türevi katleden kim! insan, onun ilgi odaklarından biriydi, rüzgarın soğuk
yüzü, toprağın hazırlığı, güneşin arzuyu sunması. değil, yalnızca insandı ilgi
alanı, kayışları acılarıyla hep insan. insan da onu lmmanıs Lacuna'nın
kucağına atıyordu.
XIII Ekim MCML XXXVII günü bir akşamüzeri onu ağzının kenarında hafif
bir kan sızıntısıyla bulduklarında artık kendi düzenine çoktan geçmişti. Onun
la aramızda cenneti sezdiren bir dostluk ve arkadaşlık vardı. Nilgün şu
sıralarda inci rengi cennetinde uçuyordur, ya ben!
Anımsıyorum bir keresinde "Her insan güneş ile kendi arasına bir kitap koy
malıdır" diyordu. Şimdi yanan güneşle arasında DAKTİLOYA ÇEKiLMİŞ
ŞURLERI duruyor.