Professional Documents
Culture Documents
Örtünme
Örtünme
namazın haricî şartlarından birisi olarak zikredilmiştir. Halbuki, halk arasında ayıp yerlerin
örtülmesi olarak bilinen “setr-ü avret” hakkındaki talimatlar ile ziynet sayılan yerlerin
örtülmesi hakkındaki talimatlar sadece namaz için verilmemiş, hayatın her anı için verilmiştir.
Yani bu talimatlar, Müslümanların yaşadıkları her saatte, her dakikada ve her saniyede uymak
durumunda oldukları, hayatlarının her anını ilgilendiren talimatlardır. Ayrıca, bu konunun dinî
kitaplarda “setr-ü avret” konusu olarak değil de, Kur’an’ın konuya yaklaşımını kapsayacak
şekilde “avret ve ziynetleri açığa vurmama” adıyla ele alınması daha uygun olacaktır.
Örtünmenin tarihi
Örtünmenin tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. Çünkü örtünme Rabbimizin buyurduğu gibi,
tabiat şartlarına ve her türlü dış etkilere karşı korunmak için yapılmaktadır:
Örtünmenin zaman içerisinde gösterdiği gelişme ise sadece korunmaya yönelik olarak;
bulunulan bölgeye, iklim şartlarına göre olmamış, meslek, statü, yaş gibi sosyal yaşam
içindeki farklılıklar da örtünmeyi değişik şekillerde etkilemiştir. Bazı kıyafetler belirli işleri
yapanlara özgü kılınmış ve kıyafet farklılıkları yasal müeyyidelerle korunmuştur. Meselâ,
Osmanlı imparatorluğunda halkın ancak tek sorguçlu sarık sarmasına izin verilmiş, iki
sorguçlu sarık sadrazama, üç sorguçlu sarık da padişaha özgü kılınmıştır. Halkın içinde ayrı
dinlere mensup erkek ve kadınlar, saraya mensup kimseler, esnaf… da, hep bu özelliklerini
belli eden kıyafetler giymek zorunda bırakılmıştır. Kişilerin özelliklerini belli eden kıyafetler
giymeleri, tüm dünya ülkelerinde günümüze kadar sürdürülmüş bir uygulamadır. Nitekim
bugün mesleği askerlik, polislik, doktorluk, hemşirelik, hâkimlik, avukatlık, itfaiyecilik…
olan kimseler, bu özelliklerini tanıtan kıyafetler giymektedirler.
Kıyafet şekillerinde belirleyici olan bir başka sosyal olgu da kölelik müessesesidir. Kölelik,
Kur’an’ın indiği dönemde, dünyanın hemen her tarafında olduğu gibi Araplar arasında da
yaygın bir uygulama olup, bu statüdeki insanların diğer insanlardan hemen ayırt edilmesi için
kıyafetlerine bazı kısıtlamalar getirilmiştir. Meselâ hür erkeklerin sarık sarmaları ve hür
kadınların başlarına örtü almalarına karşılık kölelerin başlarını örtmelerine izin verilmemiştir.
Araplar arasındaki başın örtülmesi ile ilgili kıyafet düzeni ise onlara geçmiş kültürlerden
intikal etmiştir. Sümer tabletlerinin okunmasıyla Sümer tapınaklarında kadınların örtündükleri
ortaya çıkmış, Asur kanunları da evli ve dul kadınları başlarını örtmeye mecbur etmiş,
kızların, cariyelerin ve sokak fahişelerinin ise örtünmesini yasaklamış, bu yasağa
uymayanlara da ceza verileceğini hükme bağlamıştır (Prof. Mebrure Tosun – Doç. Dr.
Kadriye Yalvaç, Sümer, Babil, Asur kanunları ve Ammi-Aduqa Fermanı, Ankara, 1975,
s.252, madde 40). Yani, Araplar arasındaki, kadınların başlarını örtmesi şeklindeki yerleşik
alışkanlık, aslında bölgede çok eskiden beri uygulanmakta olan bir kıyafet şeklidir.
Yahudilikte ise “peçe” şekline dönüşmüş bir örtünme söz konusudur. Ama Yahudilikteki
uygulama mahiyet itibariyle Sümer ve Asur’dan gelip Araplar arasında devam eden
örtünmeden önemli bir farklılık arz eder. O zamanın örfüne, törelerine göre, toplum içindeki
kötü kadınların, fahişelerin örtündükleri anlaşılmaktadır:
“………Ve işte, kaynatan sürüsünü kırkmak için Timnat’a çıkıyor, diye Tamar’a bildirildi. Ve
üzerinden dulluk esvabını çıkardı, peçesiyle örtündü, ve Timnat yolu üzerinde olan Enaim
kapısında sarınıp oturdu; çünkü Şelanın büyüyüp kendisinin ona karı olarak verilmediğini
gördü. Ve Yahuda onu görünce, kendisini kötü kadın sandı; çünkü yüzünü kapatmıştı. Ve
yolda onun yanına inip dedi. Rica ederim, gel senin yanına gireyim. Çünkü onun kendi gelini
olduğunu bilmedi. Ve dedi: Yanına girmek için bana ne verirsin? ….”
“Ve köleye dedi: bizi karşılamak için tarlada yürüyen bu adam kimdir? Ve köle: Efendimdir,
dedi. Ve Rebeka peçesini alıp örtündü.”
Kitab-ı Mukaddes’in, Tesniye bölümünün, 23. Bab’ında da, İbranilerin içinde kendini fuhuşa
vakfetmiş kadınların bulunduğu, İsrailoğullarından böylelerinin bulunmaması ve fuhuştan
kazanılan paranın Allah için harcanmaması istenmektedir.
“Başı örtülü olarak dua eden, yahut peygamberlik eden her erkek, başını küçük düşürür.
Fakat başı örtüsüz olarak duâ eden, yahut peygamberlik eden kadın, başını küçük düşürür;
çünkü tıraş edilmiş olmakla bir nevi aynı şeydir. Çünkü eğer kadın örtünmüyorsa, saçı da
kesilsin; fakat kadına saç kesmek, yahut tıraş olmak ayıp ise, örtünsün. Çünkü erkek Allah’ın
sureti ve izzeti olduğu için, başını örtmemelidir. Fakat kadın erkeğin izzetidir.”
Özetlemek gerekirse örtünme, İslâm öncesi devirlerde, o günün yaşamındaki sosyal farklılığın
bir nişanesi olarak kanunlara konmuş ve üniforma niteliği kazanmış bir uygulamadır.
Kur’an’ın indiği dönemdeki Arap toplumunda da örtünme, evli ve hür kadınlar ile hür
olmayan kadınları ayırt etmektedir.
Arapların, örtünmeyi gelenekleri doğrultusunda uyguladıkları başka kaynaklarda da yer
almaktadır. Meselâ, Sahib-ül Keşşâf; Zemahşerî, o dönemi şu sözlerle anlatmaktadır:
Bu ifadeler, Araplarda geleneksel olarak baş örtüsünün var olduğunu göstermektedir. Zaten
ayette de “hımarlarını yaka yırtmaçlarının üzerine salsınlar.” denilerek “hımarın/
başörtüsünün” Araplar arasında kullanılan bir örtü olduğu vurgulanmıştır.
Yine, eserlerinde Arapların İslâmiyetten evvel başörtüsü kullandıklarına yönelik bir çok
açıklama bulunan İbn-i Kesir şöyle demiştir:
İbn-ül Esir’in, Usd’ul ğâbe fi Ma’rifetisahabe adlı eserinde (1/321, el-Mektebetül İslamiyye)
yer alan şu tarihî olay da, daha Nur suresi inmeden, o günkü kıyafet hakkında dikkat çekici
bilgiler vermektedir:
“Henüz Müslüman olmazdan evvel, babasıyla birlikte Mekke’ye gelip orada insanların, bir
zatın başına toplandıklarını gören Hâris el Ğâmidî şöyle demiş. Babama:
- Kızım, başındaki örtüyle gerdanını kapat, babanın yenilip ezileceğinden korkma! dedi.
Ahkâm-ül Kur’an’da da (3/1575), Ömer’in çarşıda örtüsüz bir kadını tartakladığı, konu
peygamberimize intikal edince peygamberimizin Ömer’in bu davranışını onaylamadığı,
Ömer’in de “Ben onu örtüsüz görünce cariye sandım” diyerek kendini savunduğu ve yine
Ömer’in hür kadınlar gibi örtünen bir cariyeyi “örtünmemesi, hürlere benzemeye çalışmaması
için” azarladığı bildirilir. Bütün bu tarihî olaylar Arap toplumunda hür kadınların başlarına
örtü aldıklarını, bunun çok eski bir gelenek olduğunu kanıtlar. Çünkü Ömer, yukarıda
anlatılan davranışlarını, o zamanlar örtünmeyle ilgili, kılık kıyafetle ilgili herhangi bir ilâhî
hüküm olmaması sebebiyle sırf toplumun geleneklerine aykırı bulduğu için yapmıştır.
Kısacası başörtüsü, hür kadınlar ile hür olmayan kadınları birbirinden ayırt eden ve iffetle hiç
alâkası olmayan bir cahiliye dönemi simgesidir. Yani o dönemde yaşayan bütün hür
kadınların (iffetli veya iffetsiz) mutlaka başlarını örtmeleri söz konusudur. Hür olmayan
kadınların ise (iffetli veya iffetsiz, Müslim veya gayrimüslim) başlarını örtmeleri kesinlikle
mümkün değildir. Kadınlara ait bu ayırt edici özelliğin zaman içinde çarpıtılarak değişik
kurgulara alet edilmesine karşılık erkekler için aynı ayırt edici özellik olan sarık üzerinde
herhangi bir kurgulama yapılmamıştır.
Erkek ve kadın arasındaki karşılıklı cinsel eğilim yaratılıştan mevcuttur. Yüce Allah bu
eğilimi, yeryüzünde hayatın devam etmesi ve insanoğlunun yeryüzünde halifeliğini
gerçekleştirmesi için bir sebep yapmıştır. Dolayısıyla bu fıtrî eğilim, fizikî fonksiyonlar
tamamen tükenene kadar sürmektedir. Ancak dinimiz, iki cins arasındaki bu fıtrî arzunun
yapay yollarla kışkırtılmadan, doğal mecrasında, yani güvenli ve temiz konumda gelişmesini
ve tatminini düzenlemiş, bireylerin bu arzuların esiri olmak suretiyle alt yapısı aile olan
toplum düzenini çökertecek davranışlardan uzak durmasını istemiştir. Dolayısıyla da, karşı
cinsler arasındaki davetkâr arzularla doğrudan ilişkili olan kıyafet konusunda bir takım
düzenlemeler yapmıştır.
Demek oluyor ki getirilen esasların amacı, ilkel kanunlar ve kültürlerde olduğu gibi, toplum
bireyleri arasındaki sosyal farklılığın gösterilmesi değil, toplumda barış ve mutluluk içerisinde
bir hayat tarzı sağlamak üzere fitne ve fesadın önlenmesidir. Çünkü bu arzuların toplum
yaşamının her anında çeşitli yöntemlerle uyarılması hâlinde şehvete dönüşmesi, toplumun
çekirdeği olan aile düzenini bozacak iffetsiz davranışlara, taciz, tecavüz ve kıskançlık
kaynaklı huzursuzluklara yol açması hiç de zor değildir. Oysa İslâm dini, şehvetin her an
uyarılmadığı, bu gibi tahriklerin et tutkusuna dönüşüp kan dökme tepkileri oluşturmadığı,
temiz bir toplum amaçlamaktadır. Devamlı tahrik edilen arzular, sönmeyen ve doyulmayan
bir şehvet azgınlığını meydana getirecek, toplumda fitne ve fesat çığ gibi büyüyecektir.
Tarihte fuhşiyat bataklığına düşen, buhranlar içinde yok olan birçok toplumun varlığı bilindiği
gibi, günümüzde de bu yolda olan toplumlar dünyanın her tarafında görülmektedir.
İslâm’ın insanlar için seçtiği yol, yöntem ise bellidir: İnsan, gücünü hayatın zorluklarıyla
uğraşmaya yöneltmeli, fıtratındaki gerek cinsel gerekse diğer bencil arzularını şehvete
dönüştürmeden terbiye etmelidir. Yukarıda Nahl suresinin 80 ve 81. ayetlerinde görüldüğü
gibi, örtünmenin, giyinmenin asıl amacının, sıcak-soğuk gibi tabiat şartlarına ve herhangi bir
fiilî müdahaleye karşı bedenin korunması olduğunu bildiren Kur’an, giyinip kuşanırken nelere
dikkat edilip toplumdaki nezahetin sağlanması gerektiğini de bildirmiştir.
Bu konudaki ayetler Ahzab ve Nur sureleri içinde yer almakta olup, her iki sure de Medine’de
inmiştir.
O günün şartlarında evlerin içinde tuvalet olmadığı için herkes def’i hacet için yerleşim
yerlerinden biraz uzakta, tenha bir yerde ihtiyacını giderirdi. Bu durum ise Medine’nin
berduşlarını, zamparalarını harekete geçirir ve bunlar evli olmayan cariyelere veya fahişe
görünümlü kadınlara (cariyeler de fahişeler de örtüsüz olurdu) sarkıntılık ederlerdi. Kadının
evli ve sahipli olduğu belli ise tacizde bulunamazlardı. Yani özellikle, başlarını örtmeleri
yasak olan cariyeler ile fahişe görünümlü kadınlar, bu saldırıların hedefi durumundaydılar.
Ahzab/ 59:
59
Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle, üzerlerine dış
giysilerinden örtsünler. Tanınıp da eziyet edilmemeleri için, bu daha uygundur. Allah çok
bağışlayandır ve çok merhamet edendir.
Ayette açık ve net olarak “cilbab”larını/ ev dışı elbiselerini giyen kadınların tanınacağı,
bilineceği, dolayısıyla da incitilmeyeceği söylenmektedir. Yani bu ayete göre kadınların
örtünmelerinin gerekçesi incinmemektir, yoksa daha dindar, daha namuslu ve daha takvalı
olacakları değil.
Bu ayetin iyi ve doğru anlaşılması için öncelikle “cilbab”ın ne olduğunun bilinmesi ve sonra
da “cilbab” giymenin gerekçesinin, Kur’an’da bildirilenin dışına çıkarılmaması
gerekmektedir.
Bazıları “cilbab”ı Arapların bugün “abâye” dedikleri; baştan aşağı salınan, dış giysiyi önden
ve arkadan kapatan bir örtü olarak, bazıları da sadece gözleri açık bırakmak suretiyle yüzü ve
bütün vücudu tepeden tırnağa kapatan bir örtü olarak tanımlarlar. Bu tanımlar örtünme
konusunda ifrata kaçan kesimler tarafından ortaya atılmış görüşler olup, aslında Kur’an ile
bağdaşmayan tanımlardır. Çünkü aşağıda görüleceği gibi kılık kıtafet konusunu belirleyen
diğer ayette (Nur; 31), “… örtülerini/ başörtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar/
salsınlar.” denilmektedir. Eğer “cilbab”, bazılarının dediği gibi baştan aşağı vücudu örten bir
elbise olsaydı, o elbise göğüslerdeki yırtmaçları da kapatır ve Rabbimizin Nur suresinin 31.
ayetindeki emrine gerek kalmazdı. Soğuk, sıcak ve diğer haricî etkilerden korunmak amacı
dışında iffet gerekçesiyle üst üste iki örtünün giyilmesi anlamsız olacağına göre, “cilbab”
Kur’an’a göre de vücudu baştan aşağı örten bir örtü olarak kabul edilmemektedir.
“Cilbab”, Ragıb’ın ifadesi ile; “Gömlek ve örtünün adı”, Ikrime’nin tarifine göre de;
“Boyundan aşağı salınan, dış giysileri kapatan örtüdür.”
Her ikisi de Medenî olan Ahzab ve Nur sureleri arasındaki iniş sıralaması farkını ileri sürerek,
Nur suresinin 31. ayetinin daha evvel inmiş olduğunu ve bu ayetin daha sonra inen Ahzab
suresinin 59. ayeti ile neshedilmiş olduğunu iddia etmek ve bu iddiaya dayandırmak suretiyle
“cilbab”ın, başı da örten bir elbise olduğunu savunmak, ayetin tümünün ahkâmını göz ardı
etmek demektir. Hele bu iddia, ayetleri bir takım yanlış inançlara uydurmaya çalışmak için
yapılıyorsa çok korkunç bir cinayettir.
Sonuç olarak Ahzab suresinin 59. ayetinin amacı, mümin kadınların cariyelere veya fahişelere
benzetilmesini ve incitilmesini önlemek, hiç değilse tacizleri en aza indirmektir.
Konumuz ile ilgili olan diğer ayetler Nur suresinin 30 ve 31. ayetleridir:
Görüldüğü gibi bu ayetlerde iffet kuralları, kapsamı ve istisnaları ile açıklanmıştır. Ancak, bu
konu kapsamında değerlendirilmesi gereken bir istisna daha mevcut olup, bu istisna da yine
Nur suresinde yer almaktadır. Bu istisnanın baştan açıklanmasında, Nur suresinin 30 ve 31.
ayetlerinin bütünlüğünü bozmaması bakımından yarar vardır:
Nur/ 60:
60
Ve nikâh ümidi kalmayan yaşlanmış kadınlar, artık zînetlerini dışa vurmadan dış elbiselerini
çıkarmalarında kendilerine bir sakınca yoktur. Ve iffetli olmaları kendileri için daha
hayırlıdır. Ve Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.
Yukarıdaki istisna dışında kalan mümin kadınların örtünmelerine ilişkin hükümleri içeren
Nur suresinin 31. ayetini cümle madde madde tahlil etmekte yarar vardır
31
Mü’min kadınlara da, bakışlarından bir bölümünü kısmalarını ve ırzlarını
korumalarını söyle.
30. ayette mümin erkeklere de aynı talimat verilmiştir. Dikkat edilirse, yasaklanan bakışların
tamamı değil, bir kısmıdır, bazılarıdır. Ayetin sadedinden, bu bakışların, davetkâr, tahrik
edici, şehvet uyandırıcı bakışlar olduğu anlaşılmaktadır. Yani, hem kadının hem erkeğin,
fıtratlarında var olan arzuları uyandırarak şehvete dönüştürecek tarzda birbirlerine
bakmamaları, iffetlerini korumaları gerekmektedir. Bu arzuları uyandırmadan birbirlerini
görmelerinde ise sakınca yoktur. Fakat Âl-i Imran suresinin 14. ayetinde bildirildiği gibi
erkek ile kadın arasındaki çekim, her ikisinin de fıtratlarında olduğu için, sürekli bakışların bu
arzuları uyandırması kuvvetle muhtemeldir.
Şeytanın, inkârcılara, kendi kötü amellerini güzel-hoş gösterdiğini bildiren En’âm suresinin
43. ve Enfal suresinin 48. ayetleri ile Karun’un, kavminin karşısına ziyneti ile çıktığını
bildiren Kasas suresinin 79. ayeti, sözcüğün olumsuz anlamda kullanılışına birer örnek teşkil
etmektedir. Olumlu anlamda kullanıma örnek ayetler ise; Allah’ın imanı müminlere
sevdirerek kalplerini süslediğini bildiren Hucurat suresinin 7. ayeti, gökyüzünün kandillerle
süslendiğini bildiren Fussılet suresinin 12. ayeti ile Mülk suresinin 5. ayeti ve Musa
peygamberin, Firavun’un büyücüleriyle buluşma gününün -kendi zaferinden emin olduğu
için- “ziynet günü” olmasını istediğini bildirdiği Ta Ha suresinin 59. ayetidir.
“Mal ve oğullar dünya hayatının süsüdür.” (Kehf; 46) ayeti de, hem ziynet sözcüğünün
kapsamını belirtmekte ve hem de Arapların ziynet sözcüğüne nasıl bir anlam yüklediğini en
iyi şekilde anlatmaktadır.
Rivayet dayanaklı tefsirlere (!) bakılacak olursa, bir kısmında ayette geçen “ziynet”in
“takılar” demek olduğu, diğer kısmında da “ziynet” sözcüğü ile takılardan çok, bu takıların
takıldığı ziynet yerlerinin kastedildiği şeklinde açıklamalar görülmektedir. Bu tefsircilere (!)
göre ziynetin gösterilmesi haram olunca, takıldığı yerin gösterilmesi de haram olmaktadır.
Bunlara göre sürme, kına, yüzük, bilezik, halhal, küpe ve gerdanlıktan ibaret bu ziynetlerin
kendiliğinden gözükenleri olan sürme, kına, yüzük ve bilezik dışındakilerinin gösterilmesi
haramdır.
Rivayetlere dayandırılarak ortaya atılmış olan bu gibi görüşler, rivayet sayısı ile doğru orantılı
olarak bir hayli fazla sayıdadır. Kur’an’dan ayrılmamak için, zaten Müslümanlar tarafından
birçoğu bilinen bu görüşlere burada daha fazla girilmemiştir.
Sonuç olarak Nur suresinin 31. ayetindeki “ziynet” sözcüğü, ayetin devamından da kolayca
anlaşılacağı gibi; “kadınların cazip yerleri, yani erkekler için cinsel tahrik unsuru olan,
kadınların da erkeğe kendisini beğendirebilmek için kullanabileceği organlardır.”
Saçlar doğal hâlleriyle ziynet değildir. Ama erkeklerin dikkatini çekmek üzere boyanıp
şekillendirilen saçlar, ziynet özelliği kazanır. Böyle saçlar, erkeklerin karşı cinse olan
arzularını uyandıracağından, bu ayet kapsamında gizli tutulmalıdır. Zaten, kadınların başlarını
örtmelerinin, ziynetleştirilmiş saçlarını gizlemelerinin gerekli olduğu, ayetin bu kısmından
çıkartılır. Yoksa aşağıda yer alan “örtülerini/ başörtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine
vursunlar.” bölümünden değil.
Yine saçlar gibi doğal olan, konuşmada ve okumada kullanılan normal sesin ziynetliği konu
edilemez. Ama sesin, çeşitli gayretlerle (meselâ, kısık ses çıkartılarak) sahibini şuh, istekli,
işveli göstermesi mümkündür ve karşı cinse âdeta mesaj veren bu tip sesler ziynet sınıfına
girer.
Bu istisna cümlesi ile ilgili olarak bugüne kadar bütün yazılanlar, anlatılanlar ayetin lâfzî
manasını ifade etmekten uzak kalmıştır. Çünkü bu ayetin meal ve tefsirlerini (!) yazanlar,
rivayetler ve hikâyeler arasında ayetin lâfzî manası ile birlikte kaybolup gitmişler, sonuçta da
hiç kimseyi ikna ve tatmin edememişlerdir.
Meselâ, Abdullah ibn Abbas, bu ifade ile yüz ve iki avuç ile yüzüğün kastedildiğini
söylemiştir. Çünkü dayandığı rivayette peygamberimizin öyle söylediği yazmaktadır:
“Hz. Ebu Bekr’in kızı Esma (Peygamber efendimizin baldızı) Peygamber efendimizin yanına
ince bir elbise ile varmış, Peygamber efendimiz yüzünü öteye çevirmiş:
- Ey Esma, kadın ergenliğe erince şundan, şundan başkasını göstermesi doğru değildir,
diyerek yüzünü ve avuçlarını göstermiş.”
Yüz ve eller dışında kadın vücudunun her tarafının avret, yasak mıntıka sayılacağına dair
yüzlerce farklı rivayet, binlerce farklı görüş vardır. Bu konuda mezhepler de farklı
yaklaşımlar sergilemişler, hatta “görünenler hariç” ifadesiyle, kadınların giydiği elbisenin
renginin, deseninin murat edildiği görüşünü ileri sürüp, kadının gözleri dahil tüm bedenini
dışarı çıkarttırmayanlar bile olmuştur. Ama bu görüşlerin hiçbirisi kaynağını Kur’an’dan
almamaktadır. Bu görüşlerin sahipleri, Kur’an’ın açıkça bildirimde bulunduğu bir konuda,
Kur’an anlaşılmıyormuş gibi Allah’ın maksadını açıklamaya çalışmak görüntüsü altında,
aslında Kur’an’ı Arapların cahiliye kültürüne kurban etmeye uğraşmaktadırlar. Halbuki ayetin
anlaşılmaz bir ifadesi yoktur, ne kastettiği açıktır.
Yukarıda belirtildiği gibi, kadının hemen hemen bütün vücudu ziynettir. Erkek için çekici,
cinsel istek uyandırıcı olan bu ziynet kadının kendisi için de, karşı cinsi cezbetmeye yarayan
bir silâh gibidir. Fakat, Rabbimizin bizlere sunduğu hayat ev dışına, dünyaya çıkmayı ve
sürekli çalışmayı gerektirmektedir. Yani herkes toplum içinde bir yer edinmelidir. İnsan;
ayaklarıyla yürüyecek; elleriyle çeşitli işler yapacak, yazacak; gözleriyle görecek, okuyacak;
dudaklarıyla konuşacak, gülecektir ki, toplum içinde yer alabilsin, tanınsın. Yani insanın
toplum içinde yaşayabilmesi için ellerinin, ayaklarının ve yüzünün işlev görür vaziyette; açık
ve serbest olması lâzımdır. Kadınlarda ise bu uzuvların ziynet olduğu şüphesizdir. Çünkü
onların kaşlarına, gözlerine, dudaklarına, yanaklarındaki gamzelere binlerce, şiir ve gazel
yazılmış, türkü ve şarkı bestelenmiştir. İşte açıkta olan ziynetler bunlardır; eller, ayaklar ve
yüz. Tabiî ki yüzde olan kaşlar, gözler, dudaklar, yanaklar da. Ama bu ziynetler açıkta
olmalıdırlar, olmazlarsa işlev göremezler. Ayrıca, bu uzuvlar, yani yüz ve yüzdeki uzuvlar,
kişilerin kimliklerinin de simgesidir. Toplumdaki bireyler yüzleri ve yüzlerindeki uzuvlarıyla
birbirlerinden ayırt edilirler ve bu tefrik, yani kimin kim olduğunun bilinmesi sosyal hayatın
en önemli gereğidir. Toplum içinde yüzün saklanması, kimliğin saklanması anlamına gelir.
Yüzü örtülü bir hırsız, bir cani, bir zâni tespit edilemez ve böyle bir duruma da toplum
yaşamında hiçbir işlem için izin verilemez. Dolayısıyla bu organlar ziynet olmalarına rağmen
açıkta tutulmalıdır. Bir kadının göğüsleri, kalçası, karnı, kasığı açıkta olmazsa, onun toplum
içindeki yaşamında bir aksama meydana gelmez. Ama yüz ile normal işleve engel olmayacak
şekilde ellerin ve ayakların açıkta bulunmaması, kişinin çalışmasına engel olur, toplum
içindeki hayatını olumsuz yönde etkiler. Bunlar dışındaki organlar ise, mümin kadınlar
tarafından açığa vurulmamalı, böylece erkekler için tahriklere ve kendileri için de tacizlere
yol açılmamalıdır.
Önemli not:
“Humur” sözcüğü, “örtmek” anlamındaki “hamr” kökünden türetilmiş ve “örtü” demek olan
“himar” sözcüğünün çoğuludur. Lisan-ül Arab, el-Mu’cem ül-Vasıf, el- Müncid, Tac ül-Arus
gibi temel kaynak niteliğindeki lügatlerde “himar”ın özel olarak başörtüsü anlamında
olmayıp, genel “örtü” anlamında olduğu yer almakta ve başörtüsü anlamında da “mikna’” ve
“nasıyf” sözcükleri gösterilmektedir. Örfte ise kadının başörtüsünün adı olan “himar”
sözcüğünün, Kur’an’ın indiği dönemde de bu örfî anlamı taşıyıp taşımadığı kesin olarak tespit
edilememektedir.
Ama “himar” sözcüğü özel anlamı olan “başörtüsü” olarak değerlendirilir ve Kur’an’da da bu
anlamda kullanıldığı kabul edilirse, ayette kadınlara, başörtülerini yakalarının üstüne koyup
gerdanlarını kapatmalarının emredildiği söylenebilir. Bu takdirde “himar”, saçları kapatan
başörtüsü olmaktadır. Kur’an’ın indiği dönemde hür kadınların başörtüsü kullandıkları bir
gerçek olduğuna göre sözcüğün Kur’an’da bu anlamda kullanılmış olma ihtimali de vardır.
“Himar” sözcüğü üzerinde bugüne kadar birçok yorum yapılmış ve bu yorumlar sonucunda
olur olmaz birçok görüş ortaya çıkmıştır. Ama maalesef sağlam bir ortak görüş
belirlenememiştir. Bu durum, kesinlikle, toplumda yerleşmiş olan hataları, yanlışları açıklama
ve düzeltme çabası ve cesareti gösteremeyen “din bilgini” denilen kesimin suçudur.
Arap kadınlarının göğüs kısmı yırtmaçlı elbiseler giydiği mütevatir bilgilerle sabit olduğuna
göre bizim görüşümüz; göğüsleri açık kadınlara, başlarına örttükleri örtüleri göğüslerinin
üzerine indirerek göğüslerini de örtmelerinin emredildiği yolundadır. Dikkat edilirse
Kur’an’da açıkça “başlarını örtsünler” şeklinde bir ifade bulunmamakta, “başörtülerini
salsınlar” ifadesi yer almaktadır. Bu durumda ayetten, mantıken, başların örtülü olarak kabul
edildiği ve var olan bu fiilî durumun problem teşkil etmediği sonuçlarını çıkarmak
mümkündür. Fakat Arap kadınları başörtülerini sırtlarına sarkıtıyor olmalılar ki, gerdan ve
göğüs kısımları açıkta kalmakta ve ayette de bu kısmın, başörtüsünün göğüs yırtmacının
üzerine salınması suretiyle kapatılması istenmektedir. O çağda sutyen tipi iç çamaşırlarının
henüz keşfedilmediği gerçeği göz önüne alındığında, Arap kadınlarının göğüslerinin
görülebilmekte olduğu ama onların bunu umursamadıkları anlaşılmaktadır. İşte başörtüsünün
göğüs üzerine indirilmesi de bu gerekçe ile istenmektedir. Eğer başlardaki örtü Rabbimizin
tasvip etmediği bir şey olsaydı, baştaki örtüden hiç bahsedilmeden sadece göğüslerin
kapatılması üzerinde durulur ve “yırtmaçsız elbise giysinler” veya “yırtmaçlarını diksinler”
türünden emirler verilirdi. Bu durum da göstermektedir ki, Yüce Allah toplumun başörtüsü
geleneğine müdahale etmemiştir.
Sonuç olarak ayetin bu kısmında başların örtüleceğine dair bir anlam yoktur. Başların
örtülmesi; ziynetleştirilmiş saçların saklanması, yukarıda açıkladığımız gibi, ayetin
“ziynetlerini açığa vurmasınlar…” bölümünden anlaşılmaktadır.
Burada sayılan kişilerin ayrıca açıklanmasına gerek yoktur, herkes tarafından anlaşılmaktadır.
yahut kadınlar,
Buradaki “nisâihinne” sözcüğü Ahzab suresinin 55. ayetinde de geçmekte olup, “o kadınların
kadınları” demektir. Ancak bu sözcüğün sonundaki “hinne” cem’i müennes zamiri, ayetin
icaz ve edebî yapısından, armonik özellik sebebiyle burada yer almıştır. Yani bu zamirin,
sözcüğün sonunda yer alması Üslûp birliği ve galip ihtimale göredir (ilm-i meânî).
Dolayısıyla sözcük anlamlandırılırken bu zamir ihmal edilmeli, “nisâihinne” ifadesi “o
kadınların kadınları” olarak değil, “kadınlar” olarak değerlendirilmelidir. Bu hususu dikkate
almayan birçok tefsir (!) ve fıkıh bilgini, kadınların kadınlarının kimler olacağı hakkında
çıkmaza girmişler, olur olmaz fetvalar üretmişlerdir.
Ayetteki ifade ile tüm kadınlar, kadın cinsi kastedilmiştir. Dünyadaki tüm kadınlar (Müslim
veya gayrimüslim) birbirlerinin mahremidirler yani birbirleriyle evlenemezler. Dolayısıyla
kadının, kadına haram kılınmasının mantığı yoktur. Şeriatta da anlamsız hüküm
bulunmadığından, kadınlar, ziynetlerin açığa vurulmaması emrinin istisnaları arasında yer
almıştır. Ender karşılaşılan lezbiyenlik ise, bir sapkınlık, bir sapıklık olduğu için, hiç kale
alınmamış, ihmal edilmiştir.
Bu ifade, o günkü yasalara göre kişilerin himayelerine verilmiş kimsesiz, sığınmacı kimseleri
ifade etmektedir. Bazıları burada sadece kadınların murat edildiğini söylemişlerse de ayetteki
ifade geneldir ve kadın-erkek tüm himayeye verilmiş kişileri kapsar. Gerçekten de bu kişiler,
hamileriyle sürekli beraber oldukları için aile bireyleri gibi olmuşlardır. Onlardan gizlenmek
ve bir şeyleri gizlemek çok zordur. Dolayısıyla da bir hâmiye (sığınmacının bayan hamisi)
sığınmacıların mahremi durumundadır.
Ahzab/ 13:
13
Ve hani bunlardan bir grup: “Ey Yesrib/Medîne halkı! Sizin için duracak yer yok, hemen
dönün” diyorlardı. Onlardan bir kısmı da, “Evlerimiz gerçekten savunmasızdır” diyerek
Peygamber’den izin istiyorlardı. Hâlbuki evleri savunmasız değildi. Onlar, sadece kaçmak
istiyorlardı.
Nur/ 58:
58
Ey iman etmiş kimseler! Yasalar çerçevesinde himayenizde bulunanlar ve sizden erginlik
yaşına gelmemiş olanlarınız üç durumda; sabah eğitim-öğretiminden önce, öğle vaktinde
elbisenizi çıkardığınızda, gece eğitim-öğretiminden sonra izin istesinler. Bunlar, sizin için
açık ve korumasız üç zamandır. Bunlar dışında ne size ne de onlara bir günah yoktur.
Aranızda dolaşırlar, bazınız bazınız üzerindedir. Allah, âyetleri size işte böyle açığa koyuyor.
Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
Görüldüğü gibi “avret” sözcüğü Ahzab suresinin 13. ayetinde iki kez geçmektedir ve her
ikisinde de “açık, korumasız” anlamındadır. Nur suresinin 58. ayetinde ise çoğul hâliyle
“avrât” olarak geçen sözcük, bu kez insanların korumasız, savunmasız pozisyonunu anlatmak
için kullanılmış ve sabah namazı öncesi, öğle vakti gaylûle denilen uyku zamanı ve yatsı
namazı sonrası, üç avret olarak nitelenmiştir. Gerçekten de insanın kendisine ait, kişisel olan
bu zamanlar, korunma, savunma, kendine çeki düzen verme imkânının olmadığı zamanlardır.
Yukarıdaki ayetlerden “avret” sözcüğünün, “muhkem olmayan, sağlam olmayan, kendini
koruyamayan” anlamlarında kullanıldığı kesin olarak öğrenildikten sonra konumuz olan Nur
suresindeki “avrâtünnisa/ kadınların avretleri” tamlamasının daha kolay anlaşılması
mümkündür. “Avrâtünnisa” tamlamasındaki “avret” sözcüğü de yine aynı anlamda olup,
kadınların korunmasız, karşı koyamayan, savunma yapamayan yerleri için kullanılmıştır.
Kadınların bu nitelikli organları, yani pasif organları ise, cinsel organı ile makatıdır. Çünkü bu
organlar el gibi, ayak gibi, göz gibi kendisini dış etkilere karşı koruyamaz, savunma yapamaz,
haricî etkilere tepki veremez; müdahalelere karşı pasiftir.