Professional Documents
Culture Documents
C
BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ
İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ
İŞLETME BÖLÜMÜ
BARKIN OMAK
BERNA DEMİREL
FATMA ÖZDEMİR
KEMAL ERSAN
MERT TOPRAKHİSAR
BURSA – 2022
ÖZET
1.2.KRİZ TÜRLERİ
1.2.1.1.ENFLASYON KRİZİ
1.2.1.2.DURGUNLUK KRİZİ
1.2.1.3.İŞSİZLİK KRİZİ
1.2.2.FİNANSAL KRİZLER
1.2.2.1.BANKACILIK KRİZİ
1.2.2.2.DÖVİZ KRİZİ
1.2.2.3.İKİZ KRİZLER
1.2.2.6.BORSA KRİZLERİ
1.1KRİZ KAVRAMI
Türk Dil Kurumu’na göre de kriz ; bir organda birden ortaya çıkan ani
bozukluk,buhran, göç dönemi,çöküntü ve bunalım olarak ele alınmıştır(Türk Dil
Kurumu,2016).
Eğer bu durumda krize karşı bir çözüm geliştirilebilirse kendisi için avantaja
dönüştürebilir aksi takdirde kaçınılmaz bir sona girilir.
1.2KRİZ TÜRLERİ
Ekonomik krizler ortaya çıktıkları piyasaları ve temel etki alanı itibariyle ikiye
ayrılmaktadır.Mal ,hizmet ve iş gücü piyasalardaki aksamalar sonucu oluşan” Reel
Sektör Krizleri“ ve para piyasalarında ortaya çıkan “Finansal Krizler dir(Yücel ve
Kalyoncu ,2010:54).
Bu tür krizler ekonominin istihdam ve üretim alanıyla ilgili şokları ifade eder (Turgan
,2013:220) .Reel sektör krizleri çoğunlukla talepte görülen düşüşe bağlı olup üretimin
azalmasıyla meydana gelirken ,ekonomide olan durgunluğun işgücü talebini olumsuz
yönde etkileyip talepleri azaltacağıve işsizliğin artacağı gözlenmektedir.
İlk reel sektör krizi 1970 yıllarında meydana gelip bu kriz türü literatüre “stagflasyon
krizi”olarak ta adlandırılmıştır.Bu tür kriz döneminde petrol fiyatlarının hızlı artış
göstermesi sonucunda petrol ithal eden ülkelerin üretim maaliyetlerinin artışına sebep
olarak mal piyasasındaki fiyatlarda bu duruma eşlik etmiştir.Diğer yandan maliyet
artışı sebebiyle bazı firmalar üretimlerini azaltarak işsizliğin yükselmesine sebep
olmuştur .Böylelikle durgunluk ve enflasyon aynı anda ve dönemde ortaya çıkmıştır
(Güney,2016:12-57).
Ekonomik büyümenin belirli bir süre sonrasında olumsuz veya yavaş oluşu durgunluk
/resesyon olarak ifade edilmektedir. (TCMB, 2016). NBER (National Bureau of
EconomicResearch) tarafından ;ekonomik faaliyetlerin çoğunluğunda kendini
kendisini gösteren ve birkaç aydan uzun süren olumsuzluklar şeklinde tanımlanmıştır.
Durgunluk /resesyon krizi ,fiyat artışların oluşumuyla yeni mal ve hizmet üretme
konusunda yatırımcıları teşvik etmemesi sonucu ortaya çıkmıştır(Yücel ve
Kalyoncu,2010:56).
Bu durgunluk dönemlerinde ; işsizliğin yükselmesi ,şirket karlarının düşüşü, finansal
piyasalar ve konut sektörün çöküşü gibi olumsuzlukların yaşanması
beklenilmektedir.Girdi fiyatların artışı , enflasyonla mücadele politikaları , varlık
fiyarlarındaki ciddi artışlar ,dış talep azalışı ve hızlı kredi genişlemeleri ülke
ekonomilerini durgunluğa götürebilecek nedenler arasındadır (Claessens ve Köse,
2009: 52-53). Örnek olarak 2007 yıllarında 21 OECD ülkesinde toplam 122 durgunluk
dönemi yaşanmış ve sebeplerin ortak özellikleri ise şunlardır;
Bir diğer örnek ise 2008 yılında ABD’de ortaya çıkan finansal kriz diğer ülkelerle
yapılan güçlü ticari ve finansal ilişkilerden dolayı birçok ülkede durgunluğa yol
açmıştır.Bu kriz 1929 krizinden sonra yaşanan en büyük ve en derin kriz özelliğine
sahip olmuştur(Buluş ve Kabaklarlı,2010:2).
Genç işsizlik oranlarının uzun dönemde %7-9 seviyenin üzerinde olması ülke
ekonomileri açısından açıkça bir tehtid unsuru olarak görülmektedir(Miliband,2012).
Gençlerin işsizlik sorunlarıyla ilgili iki temel unsur vardır.Bunlardan ilki gençlerin
işsizlik oranlarında kriz seviyesine yakın artış yaşanmasıdır.Bununla beraber birçok
sayıda gencin işsizlikle uzun sürece mücadele ettiği ve buda yaşamlarına olumsuz
problemler çıkarttığı ifade edilmiştir.Diğer ikinci temel unsur iseproblemin uzun
vadeli soruna dönüşmesidir.Ekonomide pozitif yönde büyüme olması halinde bile
genç nüfus işsizliğinde önemli bir azalışın olmadığı görülmektedir.
Ülke ekonomisinde ortaya çıkıp ,önemli ölçüde ve aniden parasal sistemin işleyişini
bozmasına “Finansal Krizler “denir.En önemli işlevlerinden biri ise reel sektöre
kaynak sağlamak olduğu için söz konusu daha çok işlevin etkin bir biçimde yerine
getirirlmemesine vurgu yapılmaktadır(Oktar ve Dalyancı , 2010: 3).
Özellikle finans kesimindeki fonların verimli ve etkin şekilde piyasalara
aktarılamaması hem finansal sektörde hem de reel sektörde ciddişoklara yol
açabilmektedirler(Afşar, 2011: 143).
Güney (2016 : 13) ‘e göre ulusal paranın önemli derecede değer kaybetmesiyle birlikte
uluslararası rezervlerin hızlı ve büyük miktarda tüketilimi finansal kriz olarakta
tanımlanmıştır.Bu özelliklere göre de finansal krizlerin başlangıçları genelde
spekülatif ataklar halinde ortaya çıkıp döviz taleplerin artışıyla derinleşmektedir.
Bir başka örnekte ise ; 1970-2000 arası yıllarda 93 ülkede toplam 112 bankacılık kriz
ortaya çıkarken ,46 ülkenin ise 51 kez kriz kriz eşiğine gelmiştir(Honohan ve
Kindgebiel, 2000: 3).
Bir ulusal para biriminin değişim değerine göre spekülatif saldırılara bağlı olup
,ulusal paranın devalüe edilmesive ulusal rezervlerin kullanılması ya da faiz
oranlarının önemli oranda yükseltilmesi ile sonuçlanan bir kriz türüdür( IMF,1998 :
286).
Frankel ve Rose (1996)’ye göre ,ulusal paranın en az %25 kadar değer kaybetmesi kriz
olarak ifade edilirken ; altında yatan temel beş neden ise şunlardır;
Böylece yurt dışı faiz oranının, paranın değer kaybetmesinden önceki süreçte
yüksek seviyede oluşu belirtilmektedir.
Örneğin ; Asya ‘ da meydana gelen finansal karmaşa , bazı ülkeleri hem bankacılık
hem de para krizlerinin birlikte oluşmasına ve yaşanmasına sebep olmuştur.1997-
1998 yıllarda Tayland ,Endonezya , Kore ve Malezya ‘da da görülmüştür( Glick ve
Hustchison , 1999 : 1 ).
Ancak bu iki krizin bir arada ortaya çıkışı sadece Güney Doğu Asya ile sınırlı
değildir.Şili , Arjantin , Venezuela ve Meksika gibi Latin Amerika ülkeleri yanında
Türkiye ‘ de 2001 yılında ikiz kriz yaşanmıştır. Bu nedenle son dönemlerde
bankacılık ve para krizlerine yani ikiz krizler için modeller geliştirmeye başlanmıştır.
Bu sayede Cole ve Kehoe (2000) borç krizlerinin sebeplerine inmek için model
geliştirmiş olup iki farklı şekilde meydana gelebileceklerini belirtmişlerdir.İlk
yaklaşıma göre ; hükümetlerinin sorumluluklarını yerine getirememeye yönelik
gelecek korkusu , yurt içi reel yatırımlarının düşüşüne ve çıktı miktarların düşüş
yaşanacağına yöneliktir.
Diğer yaklaşıma göre ise ; özel sektördeki aksaklıklara hitap etmektedir.Bankaların
işleyişi burada önemli bir noktadır.Özellikle bu konuda kriz yaşayan ülkelerin
tekraradan ekonomide gelişme sağlaması , devlet borçlarına olan faizlerin düşürülüşü
borçlarını azaltmaya ve krizden kurtuluşa motive edici bir durumdur.Diğer yandan
bakılıcak olursa borç vadelerinin uzatılışı krizin oluşumunda zayıflatıcı etki
yaratırken ; uygulanacak politikalara karşı güvenin zedelenmesine sebep olacaktır.
Özel sektördeki veya kamu sektörlerindeki gelişmelerin borç krizlerine nasıl sebep
olacağı anlatılırken ; Endonezya ve Arjantin ülkeleri daha açıklayıcı bilgiler
sunmaktadır.Bu konumdaki ülkelerin krize sürüklenmesinin temel nedenleri şu
şekilde gösterilebilir ;
Bu tür krizler ,finansal sistemde ortaya çıkmış olup ,finansal sistemin ve varlık
değerlemesi ,kredi tahsisleri ve ödemeler gibi önemli işlevleri kesintiye sürürkleyen
bir şok biçiminde tanımlanmıştır( Marshall, 1998: 3).
Borsada işlem gören menkul kıymetlerin beklenmedik ,ani olan ve yüksek miktarda
değer kaybetmedi şeklinde tanımlanmaktadır(Eren ,2010:7).
İlk olarak 1929 yılında ABD’de ortaya çıkıp yaşanan krizin küresel ekonomi açıdan
ciddi şekilde daralmasına sebep olmuştur(Akın ve Ece, 2009 :156).
1929 yılında olan ABD borsa krizinin gelişim sürecini şu şekilde özetlenebilir;
Özellikle bu dönemde marj kredi sisteminin uygulanmasıyla borsa işlem hacmi artıp
; bireylen borçlanma ve satın alma isteğindeki yükseliş, hisse senetleri fiyatlarınıda
arttırmıştır.Hatta şirketlerin yatırım ortaklarıda yatırımcıların satın alma isteklerinide
desteklemişlerdir.Böylece yatırımcıların güvenini arttırmıştır.
Söz konusu bu dönemde örnek verilirse ; kredi taleplerini karşılamakta zorlanan
bankalar Federel Rezerv Bankası’ndan aldıkları fonları daha yüksez faizle piyasya
sunması tercih edilmiştir.Bu tercihte bankanın gevşek politika uygulamaları
sonucunda borsa krizine sürüklemiştir.
1929 yılında Eylül ayında yatırımcılar bğyük kazançlar elde etmelerine rağmen ;
1929’ da Ekim ayında hisse senedi fiyatlandırma uygulaması sonucu birçok
şirketlerin inceleme altına alınmasıyla borsa krizi nedenlerinden biri olarak
değerlendirlir( Korgun ,1999:21).
Buna benzer birçok kayıpların olmasına rağmen paniğin giderek artması ve hisse
senetlerin satışında hızın artması , borsadaki işlemleri daha da karmaşık hale
getirmiştir.Böylece borsa 2.Dünya Savaşı’ndan sonra iki günlüğüne
kapatılmıştır.Bu sayede karmaşıklığın giderilmesine rağmen ; borsanın açılımıyla
satışların başlamasıyla birlikte borsadaki işlemler üç saat ile sınırlndırılmıştır.
Giderek borsadaki faaliyetler Kasım ayında yavaşlamıştır.Fakat iki ay boyunca
borsa değer kaybetmeye devam etmiş olup,toplam kayıp 30 milyar dolara
ulaşmıştır.Tüm bu yaşanan durumlar Wall Street’in güvenirliğini azaltmış,ABD
kredi sistemini olumsuz yönde etkilemiştir.Ek olarak ülkedeki işsizlik oranı
yükselmeye başlamış olup ,sanayi ortalaması 1929 yılındaki yüksek seviyesine
göre %89’dan daha düşüş göstererek Temmuz 1932 ‘ dedip noktasını görmesine
sebep olmuştur.Sonuç olarak ülkenin milli geliri yarı yarıya düşerek,borsa
değerinin%75 ‘ini kaybetmiştir.1993 yılında ise çalışanların yüzde 25’i işsiz
kalmıştır(Lange ,2007:22-38).
Amerika’nın en ağır ikinci borsa krizi de 19 Ekim 1987 ‘de olmuştur.sebebi ise
ülkedeki dış ticaret ve bütçe açıklarının Eylül ‘de ciddi duruma gelmesiyle
,uluslararası yatırımcıları tedirgin ederek doların değer kaybedeceğini
beklemekte olan yatırımcılar paralarını geri almışlardır.
Böylelikle hisse senet fiyatları hem ABD borsasında hem de diğer ülkelerde hızla
düşüşe girmiştir.Özellikle borsada en yüksek düşüşü yaşayan ülke %43,4 değer
kaybıyla Avustralya olmuşken,fiyatlar en az %18,7 ile İtalya2 ya
kalmıştır(Şiişman,2005:150-151).
Sachs vd. 20 gelişmekte olan ülkede 1994 yılında yapmış olduğu analiz sonuçlarında
döviz kuru,zayıf bankacılık sistemi , ulusararası rezervlerin finansal kırılgablığınnı
arttırarak krize sürükleyebileceğini öne sürmüştür.
Kruger vd.16 gelişmekte olan ülkelerde 1977-1993 yılları arasında yapmış olduğu
analız sonuçlarında bulaşıcılık etkisi,reel döviz kuru,spekülatif davranışlar gibi
olguların krizlerin habercisi olabileceğine dokunmuştur.
Kamin vd. 26 gelişen ülkede 1981-1999 yılları arasında analizleri sonucunda yurt içi
faktörlere kıyasla dış şok ,dış denge değişiklerininde krizler üzerinde düşük etkiye
sahip olduğunu açıklamıştır.
Bu modelde ele alınan temel ilke ,krizden önceki dönemde alışılmadık bir davranış
göstermkte olan çeşitli göstergeleri izlemek amacıyla Kaminsky vd.(1997) tarafından
literatüre kazandırılmıştır.bu modelde şu adımlar takip edilerekkrizler tahmin
edilmeye çalışılmıştır.( Avcı ve Altay, 2013: 51 ; Doğanalp ,2014: 52 ).
En önemli konu ,her bir olgu için en uygun eşik değer belirlenmesidir.Doğru
belirlenebilmesi için,yüzdelik dilik seçimiline dikkat edilmesidir.Bu modele göre
,kriz göstergesi olarak kabul edilen değişkenin belli bir eşik değerinin üstüne
çıkması ve ya altına düşmesi kriz sinyali olarak kabul edilir.
Bir göstergenin,olgunun eşik değeri aşması ,24 ay içinde bir para krizi oluşumuna
işaret eder.Bu yüzden sinyal alındıktan sonra 24 ay içerisinde krizin olması iyi
sinyal , belirlenen süredekrizin oluşmaması ise kötü sinyaldir.( Kaya ve Yılmaz
,2014:133)
Bu modele dair öncüler ise ; Nag ve Mitra ( 1999) ,Franck ve Schmied(2003) ,Oh
vd.,(2005) , Fioramanti (2006), Peltonen ( 2006), Aydın ve Cavdar(2015),Çelik
ve Karatepe(2007)’dir.
İKİNCİ BÖLÜM
AVRUPA BİRLİĞİ’NİN OLUŞUM SÜRECİ VE
EKONOMİK POLİTİKALAR
Avrupa’nın siyasi durumu 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ile çarpıcı bir şekilde
değişti. Bu,3 Ekim 1990’da Almanya’nın yeniden birleşmesine Orta ve Doğu Avrupa
ülkelerinin Sovyetler Birliği kontrolünden çıkarak demokratikleşmelerine yol açtı.
Sovyetler Birliği’nin kendisi de Aralık 1991’de dağıldı. Bu gelişmeler Avrupa
Ekonomik Topluluğu üye devletleri arasında yarım yüzyıldan fazla sürecek bir
işbirliğinin başlangıcıydı. 1992 Maastricht Antlaşması ile topluluk kurumları
güçlendirildi ve daha geniş yetkilere sahip oldu böylece Avrupa Birliği (AB) doğdu.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
AVRUPA BİRLİĞİ BOÇR KRİZİ NEDENLERİ ULUSLARARASI
YANSIMALARI VE KRİZE KARŞI ALINAN ÖNLEMLER
3.2.1.İrlanda’nın Sorunları
İrlanda'nın 2007 yılındaki ekonomik konumu bir çok yatırımcıya ve
ekonomiste göre güvenilir görülmekteydi. İrlanda özellikle 2000 – 2007 yılları
arasındaki dönemde ekonomik performansa yönelik göstergeler açısından Avrupa
Birliği ortalamasının üstünde bir seviyeye sahipti. Ancak İrlanda 2008 Krizi'nden
sonra Avrupa Birliği ortalamalarının çok altında bir performans sergilemiş ve
böylece İrlanda'nın ekonomik açıdan kırılgan bir yapıya sahip olduğu ortaya
çıkmıştır. Aykut Kibritçioğlu, İrlanda'daki krizi geçmişteki gevşek para politikası
uygulamalarına ve şişirilen konut fiyatlarına bağlamaktadır. '' İrlanda’da 1990’larda
son derece düşük faiz hadleri, vergi kolaylıkları ve gevşek bankacılık
düzenlemeleriyle şişirilen 104 “konut fiyatı balonu”, 2000’lerin başlarında sönmeye
başlayınca, gerek konut gerekse bankacılık kesiminde ciddi sorunlar yaşanmaya
başlandı ve 2008’den itibaren dünyanın geri kısmına yayılmaya başlayan ABD’deki
krizin de etkisiyle İrlanda’daki borç krizi 2008-2010 arasında iyice derinleşti. ''
(Kibritçioğlu, 2011: 6). İrlanda'da konut fiyatlarının aşırı şekilde yükselmesi durumu,
2000 – 2007 yılları arasındaki ekonomik performansın canlılığını açıklayan en
önemli faktörlerden biri olarak kabul edilmektedir. Ancak, konut fiyatlarının aşırı
şekilde yükselmesinin finansal ve reel sektörde bazı dengesizlikleri beslediği kabul
edilmektedir. 2008 Krizi sürecinde konut fiyatlarının şiddetli şekilde çökmesi
durumu, önceki dönemde konut fiyatlarının aşırı şekilde artışıyla gelişen finansal ve
reel sektördeki dengesizlikler aracılığıyla ekonomik performansa ait göstergelerin
olumsuz şekillerde dalgalanmalarına neden olmuştur. İrlanda Merkez İstatistik Ofisi
(Central Statistics Office Ireland) verilerine göre İrlanda'da konut fiyat endeksi 2005
baz yılına göre, 2007 yılı Eylül ayında zirve seviyesine ulaşarak 130,5 olmuştur.
Ancak bu dönemden sonra düşmeye başlayan konut fiyat endeksi %50 oranında
daralarak 2012 haziran ayında 64,8 olarak gerçekleşmiştir. Konut fiyatlarındaki bu
şiddetli çöküş istihdamın önemli bir kısmını barındıran inşaat sektöründeki üretimin
çökmesine neden olmuştur. İrlanda'daki inşaat sektörüne ait toplam üretim endeksleri
2006 – 2011 dönemleri arasında şiddetli şekilde daralma yaşamıştır. İrlanda Merkez
İstatistik Ofisi verilerine göre inşaat sektöründe bu dönemde özellikle konut inşaatı
üretim endeksi 2005 yılında 100 iken, 2006 yılında zirve seviyesi olan 107,6'ya
ulaşmıştır. Ancak kötüleşen konut fiyatları nedeniyle konut inşaatı üretim endeksi
2006 yılından 2011 yılına kadar yaklaşık %90 oranında daralma yaşayarak 10,2'ye
düşmüştür. İrlanda'da ekonomik aktivitenin önemli bir kısmını karşılayan inşaat
sektörünün çökmesi işsizlikte büyük bir patlamaya ve kamu maliyesi açısından çok
önemli olan 105 vergi gelirlerinde büyük bir azalmaya neden olmuştur. ABD'de
ipotekli konut kredileri piyasasında yaşanan kriz süreci, hemen hemen İrlanda içinde
benzer şekilde gelişim göstermiştir. Konut fiyatlarının çökmesiyle İrlanda'da
hanehalklarının servetlerinde daralmalar yaşanmış ve bu durum ipotekli konut
kredilerine ait ödemelerin daha da şiddetli şekilde gecikmesine neden olmuştur.
İpotekli konut kredilerinin geri ödemelerinde yaşanan gecikmelerin meydana
getirdiği finansal sorunlar, İrlanda'daki bankaların yüksek seviyelerde zararlara
uğramalarına neden olmuştur. İrlanda hükümeti kötüleşen finansal sistem ve olumsuz
veriler neticesinde 2009 yılı Ocak ayında ülkedeki en büyük üçüncü banka olan
Anglo-Ireland Bank'ı 34 milyar Avro'ya kamulaştırmış ve diğer en büyük iki banka
olan AIB ve Bank of Ireland'ı sermayelendirme kararı aldığını duyurmuştur.
Bankalara ait zararların bu şekilde toplumsallaştırılması ile birlikte kamu harcamaları
aşırı derecede artış göstermiştir( McCarthy, 2009: 53). Ancak olumsuz kriz koşulları
nedeniyle İrlanda'daki kamu harcamaları kamu gelirleriyle desteklenemediği için
kamu borçları ve kamu açıkları yüksek seviyelere ulaşmıştır. Eurostat'ın verilerine
göre İrlanda'da GSYİH'nın bir yüzdesi olarak kamu borcu 2007 yılında %24,8 , 2008
yılında %44,2 , 2009 yılında %65,3 , 2010 yılında %92,5 olarak gerçekleşmiştir.
Aynı dönemler itibariyle GSYİH'nın bir yüzdesi olarak kamu açığı /fazlası 2007
yılında %0,1 , 2008 yılında -% 7,3 , 2009 yılında -%14 , 2010 yılında -%31 olarak
gerçekleşmiştir . Bir yandan artan kamu borç seviyesi ve artan bütçe açığı, diğer
yandan yetersiz büyüme oranları, İrlanda'nın kamu borcu çevrilebilirliği 106
açısından yeterliliğini azaltmakta ve aynı zamanda yatırımcıların İrlanda üzerindeki
beklentilerini oldukça olumsuz biçimde etkilemektedir. Yatırımcıların olumsuz
beklentileri neticesinde risk primlerindeki artışlar İrlanda'daki Borç Krizi'ni daha da
şiddetli hale getirmiş ve süreç kendi kendini besleyen bir krize dönüşmüştür. Özetle,
İrlanda'daki Borç Krizi'nin gelişiminin ardındaki en önemli faktör, konut
fiyatlarındaki aşırı dalgalanmalardır. 2000 – 2007 yılları arasında İrlanda'daki
ekonomik canlanma, önemli ölçüde bu dönemde aşırı şekilde yükselen konut
fiyatlarıyla sağlanmıştır. Ancak 2007 yılından itibaren şiddetli şekilde düşmeye
başlayan konut fiyatları inşaat ve bankacılık sektörlerinde ciddi sorunların ve
daralmaların yaşanmasına neden olmuştur. 2007 yılında ipotekli konut piyasasında
ortaya çıkan ve 2008 yılından itibaren küresel bir boyut kazanan kriz, etki
mekanizmaları ile birlikte İrlanda'da kamu maliyesine ait dengesizliklerin 2008 –
2010 yılları arasında iyice derinleşmesine ve sonraki dönemde borç krizi
beklentilerinin şiddetli şekilde ortaya çıkmasına neden olmuştur(McCarthy, 2012: 5).
İrlanda'daki kurtarma programları nedeniyle artan kamu borçlarının ödenebilirliğine
yönelik olumsuz beklentiler ve bu beklentiler nedeniyle kredi derecelendirme
kuruluşları tarafından düşürülen ülke kredi notları, uzun vadeli devlet tahvili
faizlerinin aşırı şekilde yükselmesine neden olmuştur. Uzun vadeli faiz oranlarındaki
yükseliş nedeniyle sürdürülemez hale gelen kamu borçları, İrlanda'nın uluslararası
kuruluşlardan (AB, IMF) finansal yardım istemek zorunda kalmasına neden
olmuştur.
3.2.2.Yunanistan’ın Sorunları
Yunanistan'da 2009 yılı sonlarına doğru GSYİH'ya oran olarak kamu
borçlarının yüksek seviyelere ulaşması, yatırımcıların borç çevrilebilirliğine 107
yönelik beklentilerini olumsuz şekilde etkilemiştir (Higgins, Klitgaard, 2011). Bu
durum bir güven krizine yol açarak, uzun vadeli devlet tahvili faizlerinin ve kredi
temerrüt takaslarının (CDS) diğer Avro bölgesi ülkelerine ve özellikle Almanya'ya
göre aşırı şekilde artmasına neden olmuştur (Oakley, Hope, 2010; Amisano, Tristani,
2011: 2). Yunanistan'da Borç Krizi'nin gelişimine neden olan kamu borçlarının
çevrilebilirliğine yönelik olumsuz beklentilerin artmasında, çeşitli faktörler ön plana
çıkmaktadır. 2008 Krizi'nden sonra GSYİH büyüme oranlarının şiddetli şekilde
daralma eğilimine girerek negatifleşmesi, bütçe açıklarının şiddetli şekilde
yükselmesi, GSYİH cinsinden kamu borç seviyesinin aşırı şekilde yükselmesi, siyasi
seçimler nedeniyle bütçe politikalarının gevşek bırakılması ve istatistiksel
güvenirliliğin sağlanamaması gibi durumlar, Yunanistan'da kamu borçlarının
çevrilebilirliğine yönelik olumsuz beklentilerin artmasına neden olan en önemli
faktörlerdir (Greek Ministry of Finance, 2010). Yunanistan, 2000 – 2007 döneminde
Avro Bölgesi ortalamasına göre daha yüksek büyüme oranları gerçekleştirmiş ve
2009 – 2011 dönemine kıyasla düşük faiz oranlarıyla yüksek seviyede borçlanabilme
imkanı yaşamıştır. Ancak 2008 Krizi'nin Eylül ayında tüm ülkeleri vuran olumsuz
etkileri, bir anda Yunanistan ekonomisinin yapısal açıdan kırılgan olduğunu gözler
önüne sermiştir. 2008 Krizi nedeniyle faiz oranları yükselmiş ve GSYİH büyüme
oranları şiddetli şekilde daralarak negatife dönmüştür. 2000 – 2007 döneminde düşük
faiz oranlarıyla yüksek seviyelerde borçlanma yaşayan Yunanistan, bu olumsuz
gelişmeler nedeniyle borçlarını çevirememe riskiyle karşılaşmıştır. 2008 Krizi
gelişim süreciyle büyüme oranlarının şiddetli şekilde daralarak negatife dönmesi,
kamu borcunun ve bütçe açığının GSYİH'ya oranlarının artmasına neden olmuştur.
Aynı zamanda GSYİH büyüme oranlarının düşmesi kamu borçlarının çevrilebilirliği
için gerekli fon ihtiyacını daha da arttırmış ve Borç Krizi beklentilerinin
derinleşmesine neden olmuştur. 108 Yunanistan'ın en büyük iki sektörü olan
turizmin ve taşımacılığın 2009 yılındaki gelirleri %15 oranında düşmüştür.
Eurostat'ın verilerine göre bu iki sektörde yaşanan daralma neticesinde Yunanistan'da
işsizlik oranları Eylül 2008'de %7,5 iken ; Aralık 2009'da %10,1 , Aralık 2010'da
%14,3 , Aralık 2011'de %21 olarak gerçekleşmiştir. Artan işsizlik, yaşanan
ekonomik daralma ve yükselen vergi kaçakçılığı neticesinde hükümet gelirleri
azalmış, aynı zamanda bu sorunları gidermeye çalışmakla beraber hükümet
harcamaları artmıştır. Gelirlerin azalması ve harcamaların artması ile birlikte
Yunanistan'ın bütçe açığı yüksek seviyelere ulaşmıştır. Bütçe açığının artması uzun
vadeli devlet tahvili faizlerinin artmasına neden olmuştur. Yunanistan'a ait diğer bir
sorun da, kamu harcamalarının etkinsiz yapısından kaynaklanmaktadır. Diğer bir
ifadeyle Yunanistan'da kamu harcamalarının dağılımının etkin bir şekilde
gerçekleştirilememesi kamu kaynaklarının israfına neden olmaktadır (OECD, 2009b:
1). Yunanistan hükümeti genellikle verimli alanlara yatırım yapmak ve ekonomisini
yapısal açıdan güçlendirmek yerine, daha çok popülist alanlara harcama yapmıştır.
Yunanistan bir çok verimsiz alanda kamu harcaması gerçekleştirmektedir (Afonso
vd, 2003). Özellikle yüksek askeri harcamalar neticesinde uzun yıllar boyunca
GSYİH'sının büyük bir bölümünü verimsiz bir alana aktarmıştır. Yunanistan
hükümeti yaptığı verimsiz harcamalar neticesinde reel sektörü geliştirememiş, sadece
turizm ve taşımacılık sektörleriyle ekonomisini idame ettirmeye çalışmıştır. Yeterli
vergi gelirlerinin toplanmamasının en önemli nedenlerinden biri cılız bir reel
sektörün varlığı olarak görülmektedir. 2001 yılında Maastricht ölçütlerini yerine
getirdiği gerekçesiyle Avro Bölgesi’ne kabul edilen Yunanistan, aslında bunu, 1997-
2003 dönemi makroekonomik verilerini olduğundan farklı beyan etmiş olmasına
borçluydu 109 (Kibritçioğlu, 2011: 7). Maastricht kriterlerine göre Avro Bölgesi
ülkeleri için GSYİH'ya oran olarak kamu borçları ve bütçe açıklarının üst sınırları
sırasıyla %60 ve %3 olarak belirlenmiştir. Ancak Yunanistan'ın verilerine ait gerçek
2004’te ortaya çıktıktan sonra düzeltilen verilere göre, Yunanistan’ın gerçek kamu
açıklarının ve kamu borçlarının GSYİH’ya oranlarının Maastricht ölçütlerini
fazlasıyla aştığı anlaşılmıştır (Eurostat, 2004:4). Düzeltilmiş verilerine göre 2001
yılında Yunanistan'ın GSYİH'ya oran olarak kamu borcu ve bütçe açığı sırasıyla
%103,7 ve -%4,5 olarak gerçekleşmiştir. Avro bölgesine girmek için yaptığı veri
sahtekarlığının ortaya çıkması Yunanistan'ın pazar güvenirliliğini önemli ölçüde
zedelemiştir (Rothenhöfer, 2011: 2). Yunanistan hükümeti Borç Krizinin gittikçe
derinleşmesi nedeniyle AB/IMF kredi paketini almak için harcama kesintileri ve
vergi artışlarını barındıran sert tasarruf tedbirleri uygulanması şartını kabul etmiştir.
Ancak kemer sıkma tedbirleri Yunan halkı tarafından büyük bir öfke ve tepki ile
karşılanmıştır. Kitlesel protestolar ve ayaklanmalar neticesinde sosyal huzursuzluk
en üst seviyeye tırmanmıştır. Yunan hükümetinin kredi paketlerine ulaşmak için
kabul etmek zorunda kaldığı kemer sıkma paketlerinin ilki Şubat 2010'da hayata
geçirilmiştir. 9 Şubat 2010'da uygulamaya konulan bu paketle kamu çalışanlarının
ikramiyelerinde %10'luk bir kesinti, fazla mesai kesintileri gibi uygulamalar
getirilmiştir. Mart 2010'da getirilen ikinci kemer sıkma paketiyle birlikte KDV
oranlarında artışlar, benzin üzerinden alınan vergilerde artışlar ve ithal araçlarda
vergi artışı gibi uygulamalar getirilmiştir. Mayıs 2010'da üçüncü bir kemer sıkma
paketiyle birlikte alınan tasarruf tedbirleri daha da şiddetli hale getirilerek
uygulamaya konulmuştur. Haziran 2011'de dördüncü kemer sıkma paketiyle birlikte
vergi oranları ve ücretlerdeki kesintiler daha da yükseltilmiştir. Tüm bu kemer sıkma
paketlerine rağmen düzelme yönünde 110 işaret göstermeyen Yunanistan ekonomisi
için beşinci bir kemer sıkma paketi daha gündeme getirilmiştir. Papandreu son kemer
sıkma paketinin kararını almaktan kaygılanarak referandum yapılmasını gündeme
getirmiş ancak daha fazla iç ve dış baskılara dayanamayarak başbakanlıktan istifa
etmek zorunda kalkıştır. Son olarak beşinci kemer sıkma paketi Şubat 2012'de kabul
edilerek uygulamaya konulmuştur. Beşinci kemer sıkma paketi ile asgari ücrette %25
oranında indirim, ikramiyelerin kalıcı olarak iptali ve emeklilik maaşlarında
kesintiler kabul edilmiştir.
3.2.3.Portekiz’in Sorunları
Eurostat'ın verilerine göre Portekiz'de 2008 Krizi'nin etkisiyle 2007 yılında
bütçe açıklarının GSYİH'ya oranı -%3,1 ve kamu borçlarının GSYİH'ya oranı %68
iken 2009 yılında sırasıyla bütçe açıklarının GSYİH'ya oranı -%10 ve kamu
borçlarının GSYİH'ya oranı %83 olarak gerçekleşmiştir. Portekiz'de 2009 yılındaki
GSYİH daralması hemen hemen diğer Avro bölgesi ülkelerindeki daralmadan daha
yumuşak gerçekleşmiştir. 2009 yılında Portekiz'in GSYİH daralması dünya bankası
verilerine göre sadece -%2,91 olarak gerçekleşmiştir. Aynı zamanda kamu borcu ve
bütçe açığı gibi göstergeler diğer çevre ülkelerinkinden daha iyi gerçekleşmiştir.
Ancak, Portekiz'in Borç Krizine daha yakın bir ülke olarak kabul edilmesi bazı
yapısal sorunlarının varlığından kaynaklanmıştır. Bu bağlamda Portekiz'in ekonomik
performansı, yükselme ve daralma dönemlerinde diğer çevre ülkelerin gösterdikleri
performansa tam anlamıyla benzememekte ve farklı durumlar arz etmektedir
(Kibritçioğlu, 2011: 7). Portekiz Avro Bölgesinde İrlanda ve Yunanistan'ın ardından
mali yardım isteyen üçüncü ekonomidir. Portekiz'in mali yardım isteyecek kadar
ekonomik sıkıntılar içine düşmesine temelde üç önemli sorunun neden 111 olduğu
kabul edilmektedir(Andrade, Duarte, 2011: 196 – 197). Düşük seviyedeki GSYİH
büyüme oranı beklentileri, Avro Bölgesine katıldıktan sonra enflasyon sürecindeki
belirsizlik ve faiz oranlarındaki aşırı oynaklık ve son olarak siyasi hesap verebilirlik
ve yönetişimde yaşanan sıkıntılar, Portekiz'in en önemli sorunları olarak kabul
edilmektedir. İlk sorun Portekiz'in ekonomik büyüme performansının 1999 yılından
itibaren durgunluğa girmiş olmasıdır. Bu sorun; başta işgücü piyasasında olmak
üzere yapısal reformların gerçekleştirilmemesi nedeniyle, Portekiz'deki işgücü beşeri
sermayesinin düşük seviyelerde kalmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca, 2001
yılında AB'nin yeni üyelerle genişlemesi ve Çin'in Dünya Ticaret Örgütüne
katılması, Portekiz açısından küresel piyasalarda rekabetin zorlaşmasına ve
ekonomik performansın zayıflamasına neden olmuştur. Bu gelişmeler Portekiz'in
rekabet gücünü düşürerek GSYİH'sının daralmasına neden olmuştur. Portekiz, 1999
yılında Avro Bölgesine katılmadan önce hızlı bir ekonomik büyüme performansı
göstermiştir. Ancak, Avro Bölgesine katıldıktan sonra Portekiz'de özellikle işgücü
maliyetlerinin (ücretlerin) artması diğer bir ifadeyle emek verimliliğinin düşmesi,
rekabet gücünü diğer ülkeler karşısında azaltarak büyüme hızında ciddi bir düşüş
yaşanmasına neden olmuştur (Minescu, 2011: 99 – 100). Portekiz'in 2001 – 2008
yılları arasındaki ortalama büyüme oranı Dünya Bankası verilerine göre sadece
%1,56 olarak gerçekleşmiştir. Portekiz, daha kötü mali dengeye sahip bazı
ülkelerden, Borç Krizi'ne daha yakın kabul edilmektedir. Portekiz'deki kamu
borçlarının çevrilebilirliğine yönelik olumsuz beklentilerin diğer ülkelerdeki olumsuz
beklentilerden daha şiddetli şekilde gerçekleşmesinin en önemli nedeni; Avro
Bölgesi'ndeki en düşük büyüme performansına sahip olması ve bu nedenle piyasa
katılımcıları 112 tarafından daha riskli görülmesidir. Portekiz'deki büyüme ortamının
iyileştirilmesi orta ve uzun vadede aciliyet taşıyan en önemli sorun olarak
görülmektedir. Çünkü büyüme performansındaki ciddi problemler Portekiz'deki
borç-faiz sorunun en önemli nedeni olarak kabul edilmektedir (H. Bryson, 2011).
Portekiz ekonomisinin sahip olduğu en kötü zaaflardan biri de merkezi bir zayıflık
olan düşük verimlilik düzeyidir. Avrupa'nın diğer çevre ülkeleriyle bile
karşılaştırıldığında Portekiz'in üretkenliğinin umut vermeyen bir şekilde zayıf olduğu
kabul edilmektedir (Blanchard, 2006: 6). 1980 – 2010 döneminde genel olarak
firmaların üretim ölçeklerinin küçültülmesi durumu, Portekiz'deki verimlilik
düzeyinin zayıf kalmasının en önemli nedenleri arasında kabul edilmektedir
(Braguinsky vd, 2011: 8). Aynı zamanda verimlilik için kritik olan bazı sosyal
göstergelerde de (eğitim düzeyi, sağlık düzeyi v.b.) Portekiz diğer Avro Bölgesi
ülkelerine göre düşük sıralarda yer almaktadır (Lenz, 2011: 3). Portekiz sosyal
göstergelerindeki zayıflık nedeniyle, diğer çevre ülkelerinden farklı olarak yapısal bir
büyüme sorunu yaşamaktadır. İkinci sorun parasal entegrasyon sonucu meydana
gelen olumsuz koşullardır. Portekiz Avro Bölgesine girdikten sonra diğer gelişmiş
ülkeler gibi 2008 Krizi'ne kadar düşük faiz oranlarıyla borçlanabilmiştir. Ancak uzun
vadeli devlet tahvili faiz oranlarının 2008 Krizi'ne karşı aşırı dirençsizliği ve
yükselişi kamu maliyesi üzerinde olumsuz etkilere neden olmuştur. Portekiz'de, 2008
Krizi'nden önceki 2001 – 2007 döneminde düşük faiz oranları ve kolay finansman
koşulları nedeniyle, özel sektör ve kamu sektörü harcamaları artmış ve genel
itibariyle borçluluk seviyeleri yükselmiştir. Bu süreçte Portekiz'de, özel sektör
borçlarının GSYİH'ya oranı %260'a çıkarak Avro Bölgesi'nin en yüksek düzeyine
ulaşmıştır (M. 113 Thomsen, Roaf, 2011: 33). Portekiz'de tasarruf oranları, AB
entegrasyonu öncesi dönemlerde normal seviyelerde kabul edilmiştir. Ancak daha
sonra tasarruf oranlarının düşmesi ciddi bir dış dengesizlik sorununu ortaya
çıkarmıştır (Blanchard, 2006: 2). Portekiz'de özel sektör borçlanmalarıyla beslenen
dış borç seviyesi ve yüksek cari açık ekonominin kırılganlığını arttırmaktadır(Anand
vd, 2012: 12). Üçüncü sorun siyasi hesap verebilirlik ve yönetişimde şeffaflık
açısında eksikliklerin bulunmasıdır. Bu sorunlar Portekiz'in piyasanın güvenini
zedelemekte ve risk pirimi beklentilerinin artmasına neden olmaktadır. Bu sorunlar,
Kredi derecelendirme kuruluşlarının Portekiz'in kredi notunu düşürmelerinin en
önemli nedenleri arasında yer almaktadır.
3.2.4.İspanya’nın Sorunları
2008 Krizi ile birlikte İspanya'daki kamu borçlarının çevrilebilirliğine yönelik
olumsuz beklentilerin artışı durumu, konut fiyatlarındaki aşırı düşüşün finansal ve
reel sektörde bir çöküntüye neden olmasıyla tetiklenmiştir. Bu nedenle İspanya ve
İrlanda'daki Borç Krizi'ne yönelik süreçler bu açıdan önemli bir benzerlik
taşımaktadır (Kibritçioğlu, 2011: 7-8). İspanya 2001 – 2007 döneminde İrlanda ve
Yunanistan gibi yüksek GSYİH büyüme oranları performansına sahip olmuştur.
Ancak İspanya'nın GSYİH büyüme oranı performansı da 2008 Krizi'nin olumsuz
etkileri sonrasında İrlanda ve Yunanistan'daki gibi keskin bir düşüş yaşamıştır. Aynı
zamanda İspanya'nın GSYİH büyüme oranlarının 2008 yılından itibaren bir türlü eski
performansına kavuşturulamaması, Borç Krizi beklentilerinin tetiklenmesinde önemli
bir rol oynamaya devam etmektedir. 114 İspanya'da 2008 Krizi nedeniyle büyüme
oranlarının düşme eğilimine girmesi ve eski performansına kavuşturulamaması, faiz
oranlarının ciddi şekilde artmasına ve kamu maliyesinin ciddi şekilde
dengesizleşmesine neden olmuş ve bu durum Borç Krizi'nin daha da şiddetlenmesine
neden olan kamu borçlarının çevrilebilirliğine yönelik olumsuz piyasa beklentilerini
arttırmıştır. İspanya'da konut piyasasında yaşanan kriz İrlanda'daki gibi inşaat
sektörünün ciddi şekilde daralmasına neden olmuştur. Bu durum işsizlik oranlarının
aşırı şekilde artmasına ve işgücü piyasasında çöküşe neden olmuştur(Godino,
Molina, 2011: 6). Reel sektördeki bu çöküş, vergi gelirlerinin azalmasına neden
olarak borçların çevrilebilirliğine yönelik olumsuz beklentilerin artmasına katkı
sağlamıştır. Özetle, İspanya'daki Borç Krizi beklentilerinin artması temelde
İrlanda'daki gibi konut piyasası dalgalanmalarının finansal ve reel sektöre olumsuz
etkilerinden kaynaklanmıştı r(Carballo, Cruz, 2011: 326). Konut piyasasındaki kriz
nedeniyle aşırı boyutlarda zarara uğrayan bankalara İspanya kurtarma fonlarıyla
müdahale etmiştir. Ancak bu durum negatifleşen büyüme performansları nedeniyle
İspanya'nın aşırı borç yükü altına girmesine neden olmuştur. Aynı zamanda
negatifleşen büyüme performansları nedeniyle artan olumsuz yatırımcı beklentileri,
uzun vadeli devlet tahvili faizlerinin artmasına neden olmuştur. Böylece İspanya
borçlarının çevrilebilirliği için uygun faizli fon bulmakta zorlanmış ve bu durum
İspanya'nın borçlarının çevrilebilirliğine yönelik gecikme riskini daha da arttırmıştır.
3.2.5.İtalya’nın Sorunları
İtalya, Avro Bölgesi'ndeki en büyük üçüncü ekonomiye sahip ülkedir. İtalya,
2000 – 2007 döneminde Portekiz gibi düşük GSYİH büyüme oranı sergilemiştir.
Birçok ekonomiste göre düşük verimlilik ve bunun neticesinde gerçekleşen düşük
GSYİH büyüme oranları İtalya'nın en önemli sorunları arasındadır (Lambert, 2011;
Henningsen, 2012: 17). Düşük GSYİH büyüme oranı beklentilerini ve İtalyan
hükümetinin yetersiz müdahalelerini gerekçe gösteren kredi derecelendirme kuruluşu
Standart and Poor's, İtalya'nın kredi notunu 19 Eylül 2011 tarihinde bir basamak
düşürmeye karar vermiştir (Standart and Poor's, 2011: 3). Bu karardan sonra İtalya'ya
karşı olumsuz beklentiler daha da artmış ve bu durum Borç Krizi'nin Avro Bölgesi
için daha tehlikeli bir hal almasına neden olmuştur. İtalya'nın GSYİH'ya oran olarak
kamu borcunun yüksek seviyelerde olması, kamu borcunun çevrilebilirliğine yönelik
riskleri arttırarak İtalya için Borç Krizi'ne yönelik olumsuz beklentileri
şiddetlendirmiştir. Özetle İtalya'da kamu borçlarının çevrilebilirliğine yönelik
olumsuz beklentilerin artmasında etkin rol oynayan faktörler, düşük verimlilik
düzeyleri ve düşük GSYİH büyüme oranlarıdır. Aynı zamanda kamu borç
seviyesinin yüksekliği de bu olumsuz beklentileri şiddetlendirmiştir (Rushe, 2011).
Çizelge 3.1. Üye ülkelerinin Avrupa Finansal İstikrar Fonu’na sağlayacakları katkı
miktarı
ÜLKE TAAHHÜT EDİLEN MİKTAR (MİLYON EURO)
ALMANYA 119.390,07
FRANSA 89.657,45
İTALYA 78.784,72
İSPANYA 52.352,51
HOLLANDA 25.143,58
BELÇİKA 15.292,18
YUNANİSTAN 12.387,70
AVUSTURYA 12.241,43
PORTEKİZ 11.035,38
FİNLANDİYA 7.905,20
İRLANDA 7.002,40
SLOVAKYA 4.371,54
SLOVENYA 2.072,92
LÜKSEMBURG 1.101,39
GKRY 863,09
MALTA 398,44
TOPLAM GARANTİ TAAHHÜTLERİ 440.000,00
Kaynak: http://www.efsf.europa.eu/attachments/faq_en.pdf adresinden 20.06.2014 tarihinde alınmıştır.
Euro bölgesi üye devletleri tarafından taahhüt edilen ve toplam büyüklüğü 440
milyar Euro düzeyinde olan EFSF mekanizması ile malî sıkıntı yaşayan Euro bölgesi
üye ülkelerine tahvil alım programı kapsamında kredi temin edilmesi öngörülmüştür.
2010 yılında 17 üyeli Euro bölgesi tarafından oluşturulan 440 milyar Euro garantili
EFSF mekanizması kapsamında; İrlanda için 18,4 milyar Euro, Yunanistan için
144,6 milyar Euro ve Portekiz için 26 milyar Euro olmak üzere toplamda 189 milyar
Euro katkıda bulunulmuştur. EFSF de EFSM gibi geçici bir mekanizma olup, fonun
2013 yılı Haziran ayından itibaren yerini 500 milyar bütçeli kalıcı kurtarma programı
olan Avrupa İstikrar Mekanizması’na (European Stability Mechanism-ESM)
bırakması düşünülmüştür. Hem EFSF’nin ve hem de EFSM’nin yasal dayanağına
yöneltilen temel eleştiriler, bu mekanizmalardan faydalanan üye ülkelerden
Yunanistan ve İrlanda’nın yaşadığı krizlerin ne kadar dış faktörlerle ilişkili
olduğudur. Bahse konu ülkelerde yaşanan borç krizlerinin esasında yapısal
sorunlardan kaynaklanması ve sözkonusu sorunların dış faktörlerle
gerekçelendirilmesi bu anlamda çok gerçekçi bir durum ortaya çıkarmadığı için her
iki mekanizma da tartışma konusu olmuştur.
1
Conclusions of the Heads of State or Government of the Euro Area of 24-25 March 2011,
https://www.consilium.europa.eu adresinden 20.06.2014 tarihinde alınmıştır.
ESTONYA 0,186
MALTA 0,073
TOPLAM ORAN 100,000
Üye ülkelerin yıllık yapısal bütçe açığı, ülke GSYİH’sinin % 0,5’ini geçmemelidir,
Üye ülkelerin, bütçe açığını azaltması için bir düzeltme mekanizması uygulaması
gerekmektedir,
Antlaşmayı imzalayan üye ülkeler, ayrıca yeni bir borçlanma planlarken önceden
AB Konseyi’ni, Avrupa Komisyonu’nu ve birbirlerini bilgilendirmeyi kabul ederler,
denilmektedir (eurozone.europa.eu adresinden 02.09.2014 tarihinde
alınmıştır). Malî Antlaşma; antlaşmaya taraf üye devletlerin denk bütçe kuralını, malî
antlaşmanın yürürlüğe girmesinden itibaren bir yıl içinde tercihen anayasal düzeyde
kalıcı ve bağlayıcı olarak ulusal hukuk sistemlerine aktarmasını gerektirmektedir.
Buna göre denk bütçe kuralını, öngörülen süre içinde (2013 yılı sonuna kadar) ulusal
hukuk sistemlerine aktarmayan devletler, Adalet Divanı’nın yargı yetkisine maruz
kalacaktır. Adalet Divanı’nın ilgili devlete yönelik bağlayıcı kararı uygulanmaz ise
üye devlete GSYİH’nin % 0,1’ine kadar para cezası verilebilecektir. Anılan para
cezası, ilgili üye devlet Euro bölgesinde ise Avrupa İstikrar Mekanizması (ESM)’ye,
Euro bölgesi dışında ise AB bütçesine aktarılacaktır.