You are on page 1of 5

NIL ISIS

18. ve 19. Yüzyıllarda Osmanlı’da Salgın Hastalıklar ve Sağlık Politikları Üzerine


Değerlendirmeler

Bu proje çalışmasının amacı Osmanlı’da salgın hastalıklar ve sağlık politkaları üzerine


birincil kaynaklara dayanan bazı gözlemleri farklı bir teorik perspektiften değerlendirmektir.
Bu perspektifin çerçevesi devletin oluşum (state formation) sürecinde farklılaşan iktidar
ilişkilerini ve pratiklerini (governmental techniques) ve bu pratiklerin gündelik hayattaki
yansımalarını aktörlerin ayrıştırılması ve aktörler arasındaki değişen ilişkilerin incelenmesi
oluşturmaktadır. Zaman aralığı olarak kısıtlı sayıdaki ikincil kaynakların yoğunlaştığı 18. ve
19. yüzyıllar seçilmiştir. Kaynaklara ulaşım imkanlılığının yanısıra bu zaman aralığının
seçilmesindeki diğer önemli etken ise söz konusu teorik çerçeveyi incelemek ve
değerlendirmek adına 18. ve 19. yüzyılların Osmanlı devlet oluşumu ve toplumsal ilişkileri
açısından anlamlı ve gözlemlenebilir değişimler göstermesidir. Örneklem olarak salgın
hastalıklardan boyutları tüm imparatorluğu uzun süreli olarak etkisi altına alan ve bu
salgınlarla mücadele etmek için alınan önlemlerin teorik çerçevemizi desteklediği veba ve
kolera seçilmiştir. Kaynak olarak birincil kaynaklardan yararlanan ikincil kaynaklar olan ve
listesi aşağıdaki verilen çalışmalardan yararlanılacaktır.
Osmanlı’da özellikle 18. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar halk sağlığını en çok tehdit
altında bırakan ve neredeyse tüm imparatorluğu aynı dönemlerde etkisi altına alan (Anadolu,
Balkanlar, Suriye, Mısır ve Hicaz) salgınlara neden olan iki hastalık habis humma veya taun
olarak bilinen veba ve koleradır. 1 Kronolojik bir harita çıkarmaya çalıştığımızda ilginç bir
tesadüfle karşılaşırız. Şöyle ki, veba salgınlarının durgunlaştığı 19. yüzyılın ilk çeyreği kolera
salgınlarının başladığı yıllardır. Panzac’ın belirlemelerine göre 1700-1850 yılları arasında
nerdeyse aralıksız hafif, orta ve şiddetli salgınlara sebep olan veba 19. yüzyılın ikinci
yarısında yerini şiddetli kolera salgınlarına bırakmıştır. Geniş alanlara yayılan (en az 10
bölge) ve en az bir yıl etkili etkili olan veba salgınlarının tarihsel döngülerini Panzac, 1713,
1719, 1728-29, 1739-41, 1743, 1759-60, 1762-63, 1765, 1781, 1784-86, 1791-92, 1813-17,
1819, 1835 ve 1837-38 olarak belirlemiştir. 2 Yine Panzac’ın belirlemelerine göre veba

1
Halk sağlığını yaygın olarak tehdit eden diğer hastalıklar arasında tifüs, sıtma, çiçek ve frengi de
sayılabilir.
2
Panzac, Osmanlı İmparatorluğu’nda Veba, 102.
Osmanlı topraklarını 1844’ten sonra neredeyse tamamen terk eder. 3 Kolera ise Osmanlı
topraklarına 19. yüzyılın ilk çeyreğinde ulaşır. 4 Ayar’ın tespitlerine göre İstanbul’da ilk kolera
salgını 1831’de baş göstermiştir.5 Sonrasında dünyadaki pandemilerden de etkilenen büyük
salgınların tarihleri şöyledir: 1847-48, 1852-54, 18656, 1870, 1876, 1881-83, 1889-90, 1892-
95, 1902-03, 1910, 1912-13.7
Bu kısa giriş yazısında, kabaca kronolojik haritasını derlemeye çalıştığım veba ve
kolera salgınları karşısında 18. yüzyıl ve 19. yüzyılda farklı aktörlerin farklı tepkilerini tespit
etmek üzere ön gözlemlerimi aktarmaya çalışacağım. 18. yüzyılda veba salgınlarından
ölümler yetersiz beslenme, tifüs, sıtma, çiçek gibi diğer hastalıkların yaygınlığı, yangın,
deprem gibi doğal afetler karşısında çaresizlik gibi Malthusian nüfus kısıtlayıcı faktörlerin
yaygınlığı sebebiyle şaşkınlık yaratmaz. Veba müslüman ve gayri-müslim halk tarafından
Tanrı’dan gelen normalleşmiş felaketlerden biridir. Panzac gündelik hayatta veba karşısında
müslüman ve gayri-müslim hakların davranışlarını farklı değerlendirir. Müslümanlar,
Tanrı’dan gelen bu felaketi kaderlerinin kaçınılmaz sonu ve şehadet mertebesi olarak sabırla,
tevekkülle karşılarken8 gayri-müsim halk vebayı Tanrı’nın verdiği bir ceza olarak
değerlendirerek genellikle vebalı bölgeden hızla kaçmaya çalışır. 9 Bu değerlendirme kısmen
doğru olmakla birlikte bence veba karşısında gösterilen davranış biçimi daha çok nesnel
koşullara dayanmaktadır. Özellikle gayri-müslim tüccarların kaçmak için daha fazla imkanları
olduğu açıktır. Panzac’ın örnek olarak kullandığı İzmir salgınlarında yakın çevrelere ve
adalara kaçabilenlerin genellikle Rum, Yahudi ve Ermeni tüccarlar olduğunu belirten Fransız
konsoloslarının mektupları bunu açıkça göstermektedir. 10
Aynı zamanda, bana göre müslüman ulemanın müslüman halk üzerindeki iktidar
ilişkisi müslümanların salgınlar karşısındaki gündelik davranışlarını etkilemektedir. Özellikle
Avrupa’lı konsolosların halk sağlığını korumak adına önerdikleri pratikleri müslüman ileri
gelenler ve ulema şiddetle reddeder. Bir örnek vermek gerekirse, Panzac’ın kullandığı

3
Panzac bu durumu alınan sağlık önlemlerinden çok biyolojik ve epidemiyolojik etkenlere bağlar,
ancak yine de 19. yüzyılın ilk yarısında uygulamaya konulan sağlık önlemlerinin de bu gerilemeye yardımcı
olduğunu belirtir. A.g.e, 245.
4
Mesut Ayar’ın tespitine göre Osmanlı topraklarında ilk kolera vakası 1822’de görülür. Ayar, Osmanlı
Devletinde Kolera, 22.
5
A.g.e, 23.
6
“Büyük Kolera” olarak anılır ve Yıldırım’a göre yalnızca İstanbul’da ölü sayısı 30.000 kişiyi
bulmuştur. A.g.e, 29.
7
A.g.e, 23-38.
8
Panzac, Osmanlı İmparatorluğu’nda Veba, 149.
9
A.g.e, 164.
10
A.g.e, 165. (Bahsedilen veba salgınları 1735, 1758, 1760, 1765, 1784, 1812 yıllarıda İzmir^de
yaşanan salgınlardır.)
1814’de Epir’in müslüman kasabası Filad’daki veba salgını bu açıdan değerlendirilebilir.
Fransız konsolosu Pouqueville’nin yazdıkları şöyledir:
Ben sadece az masraflı bir karantinanın kurulmasını istemekteyken, insanların
çektiği acıları her zaman Allah’a dayandıran bu sağduyusuz insanlardan biri
konuşmamın ortasında şöyle haykırdı: “Kardeşlerim! Bu hristiyanı dinlemeyiniz! Bize
yeni adetler gerekli değildir, bırakın Frenkleri ne isterlerse yapsınlar. Biz, atalarımızın
geleneklerini ve dinimizin prensiplerini koruyalım! Taun ezelden beri dünyada olup
bitene karar veren Allah’tandır ve bunu engellemek insanın kısmetine karşı gelmektir.
Kardeşlerim taun nedir? Cennetin yıkılan üç yüz altmış kapısından biridir ve
herbirimiz onu kaldırmak, onarmak için acele etmeliyiz. İşte yapılması gereken zor
zamanda kendini göstermektir, yoksa Frenkler gibi karantinanın demirleri arkasına
sığınmak değil. Zaten veba gelecekse gelir, kaderdir. Fakat bana öyle geliyor ki
hiçbirşey olmayacak!” Derviş bunları söylerken hiddetinden kıvılcımlar saçan
gözlerini fıldır fıldır oynattı. Dinleyenler konuşmasını alkışladılar ve ben kapı dışarı
edildim. Müslümanların güven duygusunu iki kat arttıran bu konuşmadan sonra, salgın
Filad’a girdi. Hastaların yardımına koşarak, ölüleri yıkayarak alel acele cennetin
kapılarını onarmaya giriştiler ve bir hafta bile dolmadan salgın şehrin bütün
mahallelerine yayıldı.11

Yukarıdaki örneğe benzer örnekler çoğaltılabilir. Hatta Osmanlı yetkilerinin bizzat


önlem almaya yöneldiği ve sağlık teşkilatının kurumsallaşmaya başladığı 19. yüzyılın ikinci
çeyreği ve sonrasında da bu ve benzeri türden direniş örneklerine rastlanır. Bana göre bu
durum İslam dininin geleneksek yapısından ziyade Michel Foucault’un açıkladığı sağlık
politikaları, gözetleme-denetleme-kontrol pratikleri ve iktidarın yayılışı arasındaki ilişkiyi
anımsatmaktadır. Geleneksel iktidarlarını korumak adına direniş gösteren müslüman ulemanın
sağlık tedbirleri ile kurumsallaşmaya çalışan iktidar pratiklerine gündelik ilişkilerde direniş
göstermesi kaçınılmazdır. Bireyler üzerinde kontrolünü arttırmaya ve/veya kurumsallaşmaya-
modernleşmeye çalışan diğer aktörler (yabancı konsoloslar veya devlet adına görevli paşalar,
valiler veya bizzat padişah ve merkezdeki yetkilier) yereldeki geleneksel iktidar odaklarıyla
bu gündelik gerilimle birlikte uygulamalarını düzenlemeye çalışmışlardır.
Veba karşısında alınan sağlık önlemlerinin iktidar ilişkilerini yansıtması ve halkın
günlük yaşamının bu yolla kontrol edilmeye çalışılması konusunda iktidarını arttırmak isteyen
bazı valiler-paşalar tarafından bu tür önlemleri İstanbul’dan önce uygulanmaya başlanması da
önemli bir örnek teşkil eder. Karantina, tecrit gibi önlemlerin kurumlaşması gibi bazı halk
sağlığı politikalarını sistemli bir şekilde uygulamaya başlayan üst düzey yetkileler arasında
Epir’de Tepedelenli Ali Paşa, Mısır’da Mehmet Ali Paşa ve Lübnan’da Emir Beşir sayılabilir.
Bu yetkilerin tümü bulundukları bölgede iktidarlarını arttırmaya çalışan kişilerdir.12 Özellikle

11
Pouqueville, Voyage (kay. 218), c. I, s.446-447. Alıntı: Panzac, 152.
12
A.g.e., 197.
Mehmet Ali Paşa kurumsal yapılanmalarla ve pratiklerle “modern” devlet kurma yolunda
önemli aşamalar kattetmiştir. Bu bağlamda İstanbul’dan önce salgınlar karşısında Mısır’da
uygulamaya konulan tecrit önlemleri, karantina pratikleri ve sağlık alanında kurumsallaşma
çabaları (1931’de Mehmet Ali Paşa’nın isteği ile Avrupalı başkonsoloslar tarafından kurulan
Halk Sağlığı İdaresi 13, 1840’da kurulan Mısır Halk Sağlığı İdaresi 14 ve 1843’de yeniden
yapılndırılan Mısır Sağlık İdaresi 15) önemlidir. Benze şekilde salgınlar karşısında “modern”
iktidar pratiklerini ve denetim-gözetim uygulamak adına Sultan II. Mahmut İstanbul’da 1838
yılında Meclis-i Tahaffuz adı verilen karantina nezaretinin kurulmasına ön ayak olur. 16
Karantina uygulamaları ve karantina önlemlerini kurumsallaştırma çabaları pek çok
inceleme konusunu içinde barındırır. Bu konulardan ilki karantina teşkilatlarının ekonomik
kontrol pratikleri olarak kullanılıp kullanılmadığı sorusu ve karantina uygulamalarından
doğrudan etkilenen aktörlerdir. Avrupalı tüccarlar devletler arası ticaret anlaşmaları gereği
kendi gemilerinin uzun süre karantinada tutulmasından hoşnut olmazlar. Özellikle İngiliz
tüccarlara göre karantina ticareti zorlaştırmak ve ticaret üzerinde Osmanlı yetkilerinin
kontrolünü arttırmak dışında ciddi bir fayda getirmemektedir. Panzac’a göre 1839’da Lord
Ponsonby’nin yakınmaları bunu açıkça göstermektedir:
Karantinanın Frenk tüccarlarına ve diğerlerine getireceği masrafları belirtmeden
geçmemeliyim, ayrıca korkumu da gizlemeyeceğim: Alınan önlemler ne olursa olsun,
uygulaması öyle kötü olacaktır ki hepimiz sağlık kurallarının genellikle getireceği
söylenen yararlarını görmek yerine kat kat eziyetine katlanacağız. 17

Karantina teşkilatlanmasının içinde barındırdığı diğer önemli mevzu ise sınırların


belirlenmesi durumudur. Sınır mevzunun keskinleştiği, sınırların belirlenmesinin önem
kazandığı 19. yüzyılda salgın hastalıklar ve sınır bölgelerinde uygulamaya konulan karantina
pratikleri kimlerin sınırların içinde kimlerin dışında kaldığının belirlenmesi konusunda önemli
bir ayrım ve kontrol mekanizması sağlar. Örneğin,
Romanya’da kolera sürerken, bu ülkede bulunan Osmanlı tebasından 3000 kadar
insan, hastalıktan dolayı işlere durgunluk gelmesi ile geçinemediklerinden ve ölüm
korkusu nedeniyle, Romanya’nın kolera olmayan mahalleriyle, Macaristan, ve
Bulgaristan’a kaçmıştı. Ancak, Sünne’de yol parası bulamayacak kadar kötü durumda
bulunan 300 kadar daha Osmanlı vatandaşı vardı ve Osmanlı topraklarına kabul
edilmeyi diliyorlardı. Fakat bulaşık bir şehirden bu kadar çok nüfusun kabulü oldukça
riskli olacağından, Osmanlı sınırlarından içeri alınmamaları daha uygun görüldü. 18

13
A.g.e, 208.
14
A.g.e, 214.
15
A.g.e, 215.
16
Gülten Sarıyıldız. Hicaz Karantina Teşkilatı, 7.
17
Lord Ponsoby’nin Palmerston’a yazdığı 22 Ocak 1839 tarihli mektup. Alıntı: Panzac, 222.
18
BOA, Y.PRK.HR. 18/2, lef.1. Alıntı: Ayar, Osmanlı Devletinde Kolera, 50.
Salgın hastalıklar karşısında uygulanan diğer idari pratikler şehir yaşamını doğrudan
ilgilendiren ve şehirdeki gündelik yaşamı kontrol altına alarak dönüştüren belediyecilik
uygulamalarıdır. Şehrin temizliği ve bunun teftişi ile yetkili ilk kurumsal yapı 1854 yılında
İstanbul’da kurulan Şehremaneti’dir. Bu kurumsal yapı ve yetkileri giderek genişlemiş ve
1890’lara gelindiğinde İstanbul’da çeşitli bölgelerde yetkili Şehremaneti’ne bağlı 10 belediye
dairesine ayrılmıştır. 19 Bu bağlamda özellikle İstanbul’da hastalığın nesnel koşulları sebebiyle
daha kolay yayıldığı alt-orta sınıf mahalleler tecrit gibi kontrol ve gözetim pratikleri ile
denetlemeye tabi tutulmuştur. Bekar odaları, kışlalar, hastaneler gibi alt-orta sınıfların
yaşadığı yerlere iktidarın nüfuz etme sürecini ve buna karşı direniş pratikleri bu araştırmanın
diğer bir inceleme konusu olacaktır.
KAYNAKLAR:

 Catherine J. Kudlick. Cholera in Post-revolutionary Paris: A Cultural History.


Berkeley: University of California Press, 1996.
Daniel Panzac. Osmanlı İmparatorluğu’nda Veba (1700-1850). İstanbul: Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, 1997.
 David Arnold. Colonizing the Body: State, Medicine and Epidemic Disease in


Nineteenth-Century India. Berkeley: University of California Press, 1993.
Gülten Sarıyıldız. Hicaz Karantina Teşkilatı (1865-1914). Ankara: Türk Tarih


Kurumu, 1996.
İbrahim Halil Kalkan. Medicine and Politics in the Late Ottoman Empire
(1876-1909). Boğaziçi Üniversitesi, MA Thesis, 2004.
 Kathryn Linnea Kranzler. Health Services in the Late Ottoman Empire (1827-
1914). Boğaziçi Üniversitesi, MA Thesis, 1991.
 Mesut Ayar. Osmanlı Devletinde Kolera: İstanbul Örneği (1892-1895).
İstanbul: Kitapevi Yayınları, 2007.
 Nuran Yıldırım.“Osmanlı Coğrafyasında Karantina Uygulamalarına İsyanlar
Karantina İstemezük,” Toplumsal Tarih, 150 (Haziran 2006), 18-27.
 Nuran Yıldırım. “1893 İstanbul Kolera Salgını İstatistikleri,” Tarih ve
Toplum,149 (Mayıs 1996), 51-54.
 Nuran Yıldırım. "1893'te İstanbul'da Kolera Salgını," Tarih ve Toplum, 129
(Eylül 1994), 14-29.
 Nuran Yıldırım-Suzan Bozkurt. "VII.Uluslararası Hijyen ve Demografi
Kongresi (1894) Kongre Üyelerinin İstanbul Gezisi," Tarih ve Toplum, 130


(Ekim 1994), 14-21.
Oya Dağlar. War, Epidemics and Medicine in Ottoman Empire (1912-1918).
Boğaziçi Üniversitesi, PhD. Thesis, 2004.
 Steven C. Williams. Prelude for disaster: The politics and structures of urban
hygiene in Rio de Janeiro, 1808-1860. University of California, Los Angeles,


PhD. Thesis, 1994.
Sheldon J. Watts. Epidemics and History: Disease, Power, and Imperialism.
New Haven, London: Yale University Press, 1999.

19
A.g.e, 295.

You might also like