You are on page 1of 280

m • m

TÜRKİYE YAZARLAR BİRLİĞİ


Ankara Şubesi
Müdafaa Cad. Müdafaa Apt.
Kat:7 No: 10/13 Yakacık Mh. Çakıllı Sk. No.3
Kızılay/ANKARA Keçiören / ANKARA

TEL-FAKS TEL
(0.312)41734 7 2-4 1 7 4 5 70 (0.312) 358 43 53

www.tyb.org.tr www.iycankara.org
TYB Vakfı M ehm et Âkif Araştırm aları Merkezi Yayınları: 3
Türkiye Yazarlar Birliği Yayınları: 32
Toplantı M etinleri: 7
ISBN: 978- 975-7382-36-2

Yayınlayan: D. M ehm et DOĞAN

Koordinatör: A h m e t FİDAN
Tashih, Kontrol: Rıfkı KAYM AZ - İ. Ulvi YAVUZ
Kapak ve iç Tasarım: M. HÜsrev Aktaş 0 555 267 59 58
Baskı - Mücellit: Norm M atbaacılık Ltd. Şti. T el: (0.3 12) 311 4 0 80
Baskı Tarihi: M ART 2008, ANKARA
Vefatının 71. yılında
Mehmet Âkif Ersoy
Bilgi Şöleni
Mehmet Âkif
Dönemi ve Çevresi

TÜRKİYE YAZARLAR BİRLİĞİ ' Ü S ' İLİM YAYMA CEMİYETİ Ankara Şubesi
Hicabi Kırlangıç, D o ç Dr. Türkiye Yazarlar Birliği B aşkan ı............................................. 6

Halim Altunkal, İlim Yayma Cemiyeti Ankara Şubesi Başkanı...................................... 8

Selim Cerrah, İlim Yayma Cemiyeti Ank. Şb. Bşk. Yrd......................... 10

D. M ehm et Doğan, TYB Vakfı M ehm et  kif Araş. Mrk. Bşk 12

9 A ralık 2007 Cum artesi 13.30-15.30


Oturum Başkanı: Prof. Dr. Adnan Karaism ailoğlu

Ali BİRİNCİ, Prof. Dr.


"Mehmet Âkif'in tahsil hayatından birisim:
Hoca Mehm et Kadri Efendi"................................................ . 18
Berat DEM İRCİ, Dr.
"Milliyetçiliğin ontolojisi olarak Mehmet Âkif".............. .2 6

Turan KARATAŞ, Doç. Dr.


"Safahat, ilk kitap ilk göz ağrısı"....................................... .3 0

Caner ARABACI, Doç. Dr.


"Mehmet Âkif'in Mısır hayatı üzerine"............................. .3 8

Suat C EBECİ, Prof. Dr.


"Mehmet Akif'in İslâm'ı anlayışı ve sunuş tarzı”............ .5 2

29 Aralık 2007 C um artesi 16.00-1800


O turum başkan ı: M. Atilla M araş

Musa BİLGİZ, Yrd.Doç. Dr.


"Çağdaş bir Kur'an mütefekkiri: Mehmet Âkif". ...............................60

M. Ç etin BAYDAR
“M ehm et A kif'te ilm-i fen telakkisi;
teknik buluşlara uymak, inanm anın bir cüzü m üdür?"...................?..................... 84

M ustafa Ö ZÇELİK
"M ehm et Akif'in M ısır'daki edebî faaliyeti"....................................................................92

M ustafa CAN, Dr
"Mehm et  kif Ersoy'un şiirlerinde m illi kültür unsurları ve yaklaşım tarzT'102

M. Önal M ENGÜŞOĞLU
"M ehm et Akif'in devrin M üslüm an mütefekkirleriyle irtibatı"........................110

Cevat AKANAT
"Safahat'taki ithaflar neyi söyler"................................................................................... 116
30 A ralık 2007 Pazar 10.30-12.30
O turum başkan ı: Doç. Dr. D erya Ö rs

İhsan IŞIK
“Mehmet Âkif'in şiirinde temalar"................................................................ 128
Nazım ELM AS, Dr.
“Mehm et Akif'in Berlin, Necit ve Mısır seyahatleri"...................................140
S. Hayri BOLAY, Prof. Dr. . 2
“Mehmet Akif’in insan anlayışı"................................................. 148
M ehm et TÖREN EK, Prof. Dr.
"Tarık Buğra’nın Firavun İmanı romanında Mehm et Âkif ve çevresi”. 164
Y. Turan GÜNAYDIN:
& "Mehmet Akif hakkında yapılmış bibliyografik çalışmalar".................. 172
Vahit İMAMOĞLU, Doç. Dr.
t 1 "MehmetAkif'te dostluk ve dayanışma"................................................... 176

1 İ U i
J M B O A ralık 2007 Pazar 13.30-15.30
O turum Başkanı: Prof. Dr. Sam i Güçlü

M ustafa KARA, Prof. Dr.


"Mehmet Âkif ve dostları" 188
Suat M ERTOĞLU, Dr.
"Mehmet Âkif ve İçtimaî Kur'an tefsiri".............. 202
Nazif ÖZTÜRK, Dr.
"Taceddin Sultandan Mehm et Âkif‘e " ............... 212
Kâzım ÜRÜN, Prof. Dr.
"Mehmet Âkif'de Mısır ve Arap edebiyatı izleri" 230
Kâmil YEŞİL
"Mehmet Akif'in hikâyeciliği".............................. 238
D. M ehm et DOĞAN
"Mehmet Âkif ve Süleyman Nazif"...................... 254
MehmetÂkjf
6
Ersoy
Sunuş

Türkiye Yazarlar Birliği, kuruluşundan beri M ehm et A kif'in


gerektiği gibi anlaşılm ası, eserlerinin toplum a mal olması
ve bugünkü dünyada onun düşüncelerinin ışığından ya­
rarlanm ası yolunda hep öncülük etm eye çaba gösterm iş­
tir. Bu itibarla hem M ehm et Akif'in vefat yıldönüm ü olan
27 Aralık'ı, hem de istiklâl Marşı'nın kabul yıldönüm ü olan
12 Mart'ı vesile ederek çeşitli faaliyetler gerçekleştirm eyi
her yıl aksatm adan sürdürm üştür. Bu nedenle de Türkiye
Yazarlar Birliği Vakfım ızın bünyesinde M ehm et A kif Araş­
tırm a M erkezi kurulm uş ve İlmî veçhesi olan çalışm alar,
bu m erkez içinde yürütülm üştür.

Türkiye Yazarlar Birliğinin M ehm et A kif ile ilgili çalışm a­


larının son iki yılda daha bir yoğunluk kazandığını söyle­
yebiliriz. D üzenlediğim iz M ehm et Akif bilgi şölenleri bu
bağlam da değerlendirilm elidir.

2006 yılının M ehm et Akif'in vefatının 70. yıl dönüm ü ol­


m asını vesile ederek gerçekleştirdiğim iz M ehm et A kif Bil­
gi Şöleni "Türkiye'de M odernleşm e ve G ençlik" alt başlığı­
nı taşıyordu. Söz konusu bilgi şöleninde sunulan bildiriler
daha sonra kitap haline getirildi. Konuşulanların tarihe
kalması ve daha çok ve uzun süreli yararlar elde edilm esi
için tebliğlerin bir kitapta toplanm asını hep önem sedik
ve elim izden geldiğince böyle yapm aya çalıştık.
Dönemi ve
Çevresi

Sunuş
Bu yıl da yine M ehm et Akif'in vefat yıldönüm ü vesilesiyle
ikinci bilgi şölenini gerçekleştirdik."M ehm et Akif, Dönemi
ve Çevresi" başlığını taşıyan bu bilgi şöleniyle, M ehm et
A kif bilgi şölenlerinin gelenekselleşm esi yolunda önem li
bir adım attığım ızı düşünüyorum . Niyetim iz bu bilgi şö­
lenlerin her yıl gerçekleştirilm esi ve bu sayede M ehm et
Akif'in tanınıp anlaşılm asında ciddi bir açılım sağlam ak­
tır.

Bilgi şölenine bildirileriyle katılıp değerli görüşlerini biz-


lerle paylaştılar. Değerli katılım cıların konuya ciddiyetle
yaklaşm aları bizim bu konudaki azm im izi artırm ıştır. Bu
kitabın sizlere ulaşması da değerli konuşm acılarım ızın
bildirilerini bilim sel bir m akale halinde bizlere zam anında
ulaştırm ası sayesinde m üm kün olabilm iştir. Bu nedenle
kendilerine hem bilgi şölenine bildirileriyle katıldıkları ve
hem de bildirilerinin kitaplaşm asını sağladıkları için şük­
ranlarım ı sunarım .

Ayrıca belirtm em gerekir ki M ehm et Akif, Dönem i ve Ç ev­


resi Bilgi Şöleni, İlim Yayma Cem iyeti Ankara Şubesinin iş-
birliğiyle gerçekleştirildi. Bu vesileyle ilim Yayma Cem iyeti
yetkililerine teşekkürü bir borç bilirim .

Son olarak bu bilgi şöleninin gerçekleşm esinde ve bildi­


rilerin kitaplaşm asında em eği geçen bütün dostlara m ü­
teşekkirim .

Hicabi Kırlangıç
Doç. Dr. Türkiye Yazarlar Birliği Başkanı
Mel netÂkif
E 58 f\. 1 I
rsoy
Surtuş
s
"Çıplak bir tabut geldi. 'Bir fukara cenazesi olm alı' dedim .
O anda Emin Efendi Lokantası'nın sahibi Mahir Usta, elin ­
de bir bayrakla cenazeye koştu. Sebebini anlam adım .
Yine o anda yüzlerce genç peyda oldu. Üniversitenin
büyük sancağına çıplak tabutu sardılar. Ellerim i yüzüm e
kapadım . Cenazeyi tanım ıştım . Al sancakla siyah Kâbe ör­
tüsüne sarılan tabut, üniversite gençlerinin bir ürperm e
m anzarası alan elleri üstünde gidiyordu." M ithat Cemal
Kuntay, bundan 71 yıl önce, 27 Aralık 1936'da vefat eden
M ehm et  kif Ersoy'un cenaze m erasim ini böyle anlatıyor.
Resm inin arkasına;
Rahm etle anılm ak, ebediyet budur am m a
Sessiz yaşadım kim beni nereden bilecektir.

Yapm aya çalıştığım ız şey bu soruya yad-ı cemii lisanı ile


edep dairesinde bir cevap verebilm ek, İstanbul Ü niversi­
tesi öğrencilerinin 71 yıl önce sergiledikleri alicenap ruh
hâline m isliyle m ukabele edebilm ek, gündem oluşturabil­
mek, m evcut g ündem im izi tem izleyebilm ek ve unutm ak­
ta yatan tehlikeyi bertaraf edebilm ekti. Ankara'da Türkiye
Yazarlar Birliği ve ilim Yayma Cem iyeti Ankara Şubesinin
oluşturm uş olduğu kurum sal çatı altında Akif'in isminin
çevresinde 10'un üzerinde sivil toplum örgütü, medya
kuruluşu, eğitim kurum u bir araya gelerek bir sinerji oluş­
turdular ve tam dört gün m üşterek bir dil ile Akif'i andılar.
Yapılm aya çalışılan iş önem li idi ve önem i ile m ütenasip
olarak dikkat edilm eliydi.

Bizce dikkat edilm esi gereken bir başka önem li husus


Akif'in hatırasını Asım ların taşım asıydı. Bu bakış açısının
tezahürü olarak bütün etkinlikler yurtlarım ızda kalan öğ­
rencilerin kontrol ve koordinesinde gönüllü katılım ları ile
gerçekleşti. Ankara'da bu mânada düzenlenen program-
Dönemi . e
-----------------------------------------

larda davetli sayısı ciddi bir probiem teşkil etm ekte iken m
program başından sonuna kadar devam lılık gösteren
beklenilenin üzerinde bir davetli topluluğu tarafından
takip edildi. Bu programı tek bir kurum a mâl etm ek hiç
şüphesiz haksızlık olacaktır. Birçok sivil toplum ve medya
kuruluşu ile gönüllü kişiler programın başından sonuna
bütün etkinlikleri takip ederek gerçekleşm esine katkı sağ­
ladılar. İYC Genel Merkezi'nin programa sağladığı destek
ve en üst düzeyde bir katılım ile programı takipleri dik­
kate şayan bir başka noktaydı. İYC Genel Sekreteri M ah­
m ut Celâl Terzi'nin, İYC Genei M üdürüm üz Sayın İsrafil
Kışla'nın, İYC teşkilat m üdürü ilhan Kılıç'ın katılımı genel
m erkezin şube etkinliklerine gösterdiği ilgiyi gösterm esi
bakım ından oldukça önem liydi. Türkiye'de sivil toplum
örgütlerinin kendilerine am aç olarak edindikleri sosyal
dayanışm a ve yardım yoğun faaliyet stratejlerinin bera­
berinde getirdiği eğitim , kültür ve sanat etkinliklerindeki
nisbî düşüş ve önem kaybının izalesi için bu tür etkin likle­
rin düzenlenm esi hiç şüphesiz bir çözüm olacaktır. Bu m a­
nada "Âkif Bilgi Şöleni"yalnızca bir adım ı oluşturm aktadır.
Sıradaki adım lar ise "Celal ÖKTEN Bilgi Şö len i" ve "Mahir
iz Bilgi Şöleni"dir.

Düzenlenen etkinliklere sağladıkları destek m ünasebe­


tiyle başta Türkiye Yazarlar Birliği'ne ve hassaten Türkiye
Yazarlar Birliği Şeref Başkanı Sayın D. M ehm et Doğan Be­
yefendiye ve ilim Yayma Cem iyeti Ankara Şubesi Eğitim
Müdürü Uğur Elam an Beyefendiye, programın içeriğini
tebliğleriyle zenginleştiren tüm ilim ve fikir adam ı Âkîf
uzm anlarına, yurtlarım ızda kalan öğrencilerim ize, şube
idaresi ve yönetim inde görevli arkadaşlarım ıza ve bütün
Ankaralı Â kif dostlarına teşekkürü bir borç olarak bilm ek­
teyiz.

EY ŞAİR!
BİLEMEM NE KADAR SADIK KALABİLDİK DAVANA.

LAKIN,
HER ZAMANKİNDEN DAHA MUHTACIZ AZİZ HATIRANA..

Ruhun Şad olsun

KUMDA OYNAMAYI SEVM EYEN A D A M ...

Halim Altunkal
İlim Yayma Cemiyeti Ankara Şubesi Başkanı
İV leh rn etA kff
------

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM. Değerli Âkif dostları, kıymetli


hanım efendiler beyefendiler. Mehmet Âkif bilgi şölenine he­
piniz hoş geldiniz, şeref verdiniz...

71. vefat yıldönüm ünü yâd etmek için toplandığımız mer­


hum  k if; dönem i ve çevresi itibarıyla bu coğrafyanın sancılı­
sı kı ntı I ı ama içinde daima umut barındıran bir kesitinde ya­
şamıştır.
Toprakta gezen gölgem e toprak çekilince,
Günler, bu heyulayı er geç silecektir,
Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma,
Sessiz yaşadım , kim beni nerden bilecektir.

Bir gölge gibi yaşadığını ifade eden ama aslında yaşadığı


ortamlarda hemen herkesi gölgede bırakan büyük bir kah­
ramanı anıyoruz.
Akif'imiz 63 yıllık destansı bir hayat yaşamıştır. Onu ne kadar
rahmet ve minnetle yâd etsek azdır.
Kadim dostu M. Cemal Kuntay Âkif için ; "O yalan söylemeye
muhtaç olmadan hayatını baştan sona anlatabilecek nâdir
insanlardan birisidir" der. Doğruluk, sadakat, ahde vefa ve
güzel insan olmak, ilim, edep ve fikir sahasının parlayan yıl­
dızı olmakgibi meziyetleri olan Âkif, milletimizin "Mütefekkir
Şairi"dir. O, aynı zamanda imanın, vatanseverliğin ve hürriye­
tin bayraktarıdır.
Bütün bu meziyetleriyle beraber Yüce Kitabımızın Gafir sure­
sinde bizlere anlatılan bir"Mü'min Adam"örneğini görüyoruz
Akif'imizde.
Bu surede bizlere Firavun ailesinden olup imanını gizleyen
bir "Mü'min Adam" anlatılır. Hz. Musa'nın davetinin en zor
zamanında şehrin öte yakasından koşarak gelmiş ve Allah'ın
peygamberinin davasına omuz vermiştir. Kâh nefsine sesle­
nerek, kâh nesline, kâh Firavun'a ve yandaşlarına seslenerek,
şefkatli ve merhametli bir üslub ile toplum vicdanı harekete
geçirerek Allah'ın peygamberine omuz vermiştir.
Merhum Âkif de onun gibiydi. Milletimizin en sıkıntılı dö­
nemleri yaşadığı anlarda, omuz verilmesi gerekenlere omuz
vermiş, yürek konacak her yere yüreğini koymuştur. Millî mü­
cadele yıllarının en zor zamanlarında milletimizin sırtında ka­
lan maddî ve manevî yüklere omuz veren büyük kahraman­
lardan biriydi.

Kaderin cilvesi henüz okul yaşına yeni geldiği dönemde Cen­


net mekan Abdülhamit han tahta çıkmıştır.
Umumî manzara karışıktır. Tersine devşirmeler ülkeyi büyük
bir felakete sürüklemektedirler. Bu manzarayı gören padişah
toplumun ruh kökünden kopmuş yaşiı-idareci kuşağı oyala­
maya çalışırken onların yerini almaya hazırlanan genç kuşağı
bir şekilde kontrol altında tutmaya çalışıyor. Toplumun gele­
ceğini inşa edebilmek ve nesilleri maddî-manevî yönden iyi
yetiştirebilmek için, kız-erkek okullarını memleket sathında
yaygınlaştırmaya çalışıyordu.
Böyle bir ortamda eğitim çağına gelen merhum Âkif bu yeni
açılan okullarda hem maddî hem manevî ilimleri beraber öğ­
reten bu okullarda okumaya başlamış, bir yandan da babası-
Dönemi ve
Çevresi-----------------------------
nın gayretleriyle dinî ilimlerde derinleşmeye devam etmiştir.
Üstün başarılarla tamamlanan bu eğitimden sonra hayata
atılan Mehmet Âkif, olgunluk çağlarında kendisini vatanına
ve milletine adamıştır.
m
Bu süreçte dergilerde şiirler, yazılar yazmış, kürsülerde va­
azlar vermiş, vatana ve millete hizmet uğruna her tür irşad
faaliyetinde aktif görevler almıştır. Hayatının sonuna kadar
da vatanına hizmet aşkıyla yanmış ve bu uğurda mücadele
ederek teslim-i can etmiştir.
E
t/v<
Akif'in temel beklentisi gelecek zamanı inşa edecek bir
gençliği yetiştirebilmekti. Âkif "Âsım'ın Nesli" nin hasretiyle 3
yanmıştır. Geçmişin karanlık tozlu dehlizlerinden kurtularak
geleceğin aydınlığına yol bulmaya çalışıyordu. Daima, hami- £
yetperver, ruh köküne bağlı bir gençliği yetiştirebilme özlemi
ve duasındaydı. O
Merhum Akif'in bu özlemi ve duası 1951 yılında çok partili
hayata geçişten sonra ilk meyvesini vermiş 68 hamiyetperver
insan bir araya gelerek "Â kif Ruhlu Âsim" lar yetiştirebilmek
için "İlim Yayma Cemiyetini" kurmuşlardır.
Kurucuları arasında merhum Akif'in dost halkasında yer alan
isimlerden biri olan Senüiddin Başak gibi insanların yer aldığı
cemiyetimiz "ilim yayma heves değil, gür bir ses"tir düsturuy­
w*
la yüzbinlerce genç neslin yetişmesine hizmet etmiş ve hiz­
metlerini artırarak devam etmektedir. <
Ankara'mızda Taceddin Dergâhına yakın bir yerde inşa ettiği­
miz yurt için isim bulmakta zorlanmadık ve hemen millî şairi­
mizin ismini vererek "Mehmet Âkif ERSOY Öğrenci Yurdu"
olarak tescil ettirdik. Bu bizim Millî Şairimize olan vefa borcu­
muzun küçük bir şükranesiydi.
Bu vesileyle kuruluşundan bu güne kadar cemiyetimize hiz­
met eden, destek veren tüm hayırsever yürek insanlarını rah­
met ve minnetle anmayı bir borç biliyoruz.
Ayrıca çok yakın zamanda Rahmet-i Rahman'a emanet etti­
ğimiz, Cemiyetimizin üstadlarından ve ülkemizin yetiştirdiği
çok kıymetli insanlarından biri olan hocaların hocası, güzel
insan Prof. Sebahattin Zaim beyefendiyi de bu vesileyle ay­
rıca rahmetle anarken inşallah Ankara'mızda Çukurambar
mevkiinde inşa etmeyi düşündüğümüz bir yurt binasına da
bu kıymetli insanın ismini vermek suretiyle yaşatmaya çalışa­
cağımızı da sizlere müjdelemiş olmaktan onur duymaktayız.
Değerli davetliler 2 gün boyunca çok değerli ilim adamları­
mız millî şairimizi başta dönemi ve çevresi olmak üzere deği­
şik yönleriyle bizlere anlatmaya gayret göstereceklerdir.
Bizler ilim Yayma Cemiyeti mensupları olarakTürkiye Yazarlar
Birliğimizin bu çok hayırlı hizmetine omuz vermekten, katkı­
da bulunmuş olmaktan dolayı kendimizi hem mutlu hem de
ayrıcalıklı insanlar olarak görüyoruz.
Âsım'ın nesli olmanın ve yeni Âsım'lar yetiştirme çabasının
bayraktarlığını yapabilmek bizim için en büyük bahtiyarlıktır.
Selim Cerrah
İlim Yayma Cemiyeti
Bu vesileyle "ilim Yayma Cemiyetimiz" adına Ankara şubesini
Ankara Şubesi
de temsilen bu güzel davete iştiraklerinizden dolayı hepinize
tekrar tekrar teşekkürler ediyor, saygılar sunuyorum... Başkan Yardımcısı
MehmerÂkif
2
Ersoy
M uhterem m illetvekillerim iz, gönüllü kuruluşların değerli
tem silcileri, aziz gençler!

M ehm et A kif'le ilgili belki de Türk edebiyatının en renkli


biyografi kitabını yazm ış olan M ithat Cem al Kuntay şöyle
bir ifade kullanıyor: Onu sevm enin, onunla dostluk kurm a­
nın zor olduğu günler g eçird ik...

M ithat Cemal'in bahsettiği günler, elbette hem en aklımı-


za geliyor ki 1920'ler 1930'lar,1940'lar Türkiye'sidir. Elbet­
te, o zam anlar M ehm et Akif'e m uhabbet izhar etm enin
zor olduğu günlerdi. Fakat, bu zorluğun zam an zaman
küçük dalgalar halinde, bazen de büyük dalgalar şeklin­
de sonraki yıllarda da tekrarlandığını hepim iz hatırlıyoruz.
Mesela son defa bundan nerdeyse 10 yıl önce böyle bir
dalga geldi. O zam an da M ehm et A kif'le dost olm anın,
onu sevm enin zor olduğu günler geçirdik ve o güne ka­
dar M ehm et A kif'ten çok bahseden, şiirlerini gürül gürül
okuyan birçok kişinin o günden sonra seslerini kıstıklarını,
bazılarının ortalıkta görünm ediklerini hatırlıyorum . Bir
daha o günlere dönm em ek için, bir daha M ehm et Akif'i
sevem eyeceğim iz ortam lar oluşm am ası için onu sürekli
gündem im izde tutm ak, onu vefatının üzerinden 70 yıl
küsur g eçtikten sonra da m illet hâfızasında yaşatm ak için
gerçekten ciddi, kalıcı işler yapm am ız lâzım.

Elbette M ehm et Akif'i anm ak için zam an zam an toplan ­


tılar yapılıyor. Bilhassa vefat yıldönüm lerinde ve istiklâl
Marşı'nın kabul edilişinin yıl dönüm ü olan 12 M artta. Bun­
lar güzel ve bütün Türkiye’de yaygın bir heyecan meydana
getiriyor. Ama işin İlmî, fikrî yönünü de ihmal etm em ek
lâzım. Bu hususta doğrusu biraz geç kalmış sayılabiliriz.
Türkiye Yazarlar Birliği'nin ilk kuruluş yıllarında böyle top­
lantılar yapm ıştık. Bir hayli fâsıladan sonra geçen sene ilk
defa "M ehm et  kif Türkiye'de M odernleşm e ve Gençlik"
başlığı altında bir bilgi şöleni düzenledik. Sem pozyum
karşılığı olarak bilgi şöleni dedik. Geçen sene Millî Eğitim
Bakanım ız "bilgi şöleni"ne itiraz etti ama biz bu itirazı pek
makul bulm uyoruz. Gerçekten İlmî bir ziyafetti bu. Şölen,
ziyafet anlam ına geliyor m alum unuz. M ehm et A kif'le il­
gili olarak güzel bir ilim ve fikir ziyafetini burada iki gün
hepim iz yaşayacağız. Bilgi şöleni tabirini bu sene de bu
yüzden kullanıyoruz. İkincisinde başlığı değiştirdik ama
elbette ki m erkezde yine M ehm et  kif bulunuyor.

Geçen seneden bu seneye değişen bazı şeyler var M ehm et


Akif'le ilgili. Biz yıllardır M ehm et Akif'i resm iyet nezdinde
de halktan gördüğü itibarı görm esi için uğraşıyoruz. Bunu
gerçekte “m ücadele" kelim esiyle ifade etm em iz gerekiyor
ve ilk defa vefatının 50. yılında 1986 yılında M ehm et Âkif
bütün Türkiye'de resm î olarak anıldı. Biz bunun için iki
sene öncesinden çalışm alara başladık. Vakıf kurduk, ka­
m uoyunu oluşturm aya çalıştık. Kenan Evren'in C um hur­
Dönemi ve
Ç e v re si--------------------------------
başkanı, Turgut Özal'ın Başbakan ve Mesut Yılm az'ın Kül­

Açış Konuşması
tür Bakanı olduğu dönem de,Türkiye'yi yöneten bu üç kişi
M ehm et  kif Ersoy'un vefatının 50. yılında bir nevi iade-i
itibar sayılabilecek şekilde bir toplantıda bulundular ve
M ehm et Akif'in 50. yılı böylece başlam ış oldu. Fakat 51.
yıldan itibaren o m uhteva unutuldu.

Biz istedik ki M ehm et  kif bu toplum a yaptığı hizm et­


lerden ötürü ve istiklâl Marşı gibi bir m etni m illetine ve
devletim izi arm ağan ettiği için sürekli anılan kişiler ara­
sında yer alsın. Bunun içinde yıllardır uğraşıyorduk. Hü­
küm etlere, Meclis başkanlarım ıza gönüllü kuruluşların
desteklerine de alarak m üracaatlarda bulunuyorduk. Bu
sene, başbakanım ıza ve hüküm etim ize m üteşekkiriz ki
12 Mart m illî günlerim iz arasına katıldı. TBMM, 12 Martın
istiklâl Marşı ve M ehm et  kif günü olarak kutlanm ası yö­
nünde bir kanun çıkardı. Bütün ilgililere, em eği geçenlere
huzurlarınızda teşekkür ediyoruz. Bundan sonra M ehm et
 kif resmen Türkiye'nin her yerinde -elbette gönüllü ku­
ruluşlar bu işin içinde her zam an bulunacaklardır çünkü
onların katacağı heyecana her zam an ihtiyaç var- devlet
tarafından resmen hatırlanacak ve bütün ülkede toplan­
tılar yapılacak. inşallah önüm üzdeki 12 Mart'ta böyle bir
başlangıca hepim iz şahit olacağız.

Bu gerçekten m em nuniyet verici bir gelişm e. Böyle bir so­


nuca ulaşılm asında Türkiye Yazarlar Birliği gibi bir m eslekî
gönüllü kuruluşun rolünün olması bizi gururlandırıyor.
M ehm et A kif'le ilgili biraz önce Hicabi Bey'in belirtti­
ği gibi yapm am ız gereken çok şey var. Onun fikir ve şiir
cephesinin, kişiliğinin diğer yönlerinin bizim yaptığım ız
sem pozyum lar, bilgi şölenleri tarzında geniş katılım lı to p ­
lantılarla açıklığa kavuşturulm ası, yeniden toplum a mal
edilm esi çalışm aları önem li yere sahip. İşte şimdi bu tarz
toplantıların İkincisini yapıyoruz.

Geçen sene, belki unutm uş olabiliriz; böyle bir bilgi şöleni


yapılm ası için epeyce gayret sarfettik. Ankara'daki bütün
resmî, gayri resmî kuruluşlarla tem asa geçtik. Öyle bir an
geldi ki bunu m addî sebeplerden ötürü yapam ayacağı­
mız kanaatine vardık. Biraz önce salonum uzu teşrif ettiler,
değerli Polatlı Belediye Başkanım ız Yakup Çelik bize bu
sırada gerçek bir destek verdi. Bu destekten sonra diğer
gönüllü kuruluşlar M emur-Sen, Eğitim-Bir-Sen, MÜSİAD
Ankara Şubesi, Sağlık-lş hatta içinde bulunduğum uz,
şimdi salonundan istifade ettiğim iz Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliği, bu toplantının yapılm ası yönünde desek
sağladılar ve ilk adım ı böylece attık, birinci bilgi şölenim i­
zi gerçekleştirdik. Ve akabinde, arayı soğutm adan kitabını
da yayınladık. Yani konuşulanlar sadece salonun dar çer­
çevesi içinde kalm adı. Kitap olarak ta kam uoyuna, ilgilile­
re sunuldu.
Mehmet^jf
14
Ersoy
Bu sene ikinci kapsamlı toplantıyı yapm ak için harekete
geçtiğim izde gerçekten bizim için çok önem li bir destek
kendiliğinden ortaya çıktı. Bu da ilim Yayma Cemiyeti'nin
desteğidir, ilim Yayma Cem iyeti, hepim izin m alûm udur en
köklü en eski gönüllü kuruluşlarım ızdan biridir. 1950'ler-
de kurulm uştur. Bugüne dek binlerce, onbinlerce Âsim
yetiştirm iştir. Bu Cem iyetim izin gayretleri, hizm etleri so­
nucu sayısız Asım lar yetişm iştir. Onlar böyle bir alanda,
eğitim alanında hizm et veriyorlar ve dediğim gibi Asım lar
yetiştiriyorlar. Yetiştikten sonra da, yetişkinlerin de eğ itim ­
lerinin sağlanm ası lâzım , işte T Y B yetişkinlere yönelik kül­
türel faaliyette bulunuyor. Ve ilk defa bu iki eğitim faaliyeti
böylece birleşm iş oldu. İlim Yayma Cem iyeti'nin değerli
yöneticilerine huzurlarınızda binlerce teşekkür ediyorum .
Böyle bir başlangıcın arkasının geleceğini, m erhum M eh­
met A kif'le ilgili bilhassa bu tür çalışm aların, belki başka
etkileyici çalışm aların, toplum a kazandırılacağını ümit
ediyorum .

Elbette başka büyüklerim izle ilgili, m üşterek önem li ko­


nularım ızla ilgili faaliyetlerde işbirliği için de bu bir baş­
langıç olabilir. İnşallah böyle bir başlangıcı hep beraber
yaşıyoruz. G elecekte de bunun tesirlerini hep beraber
hissedeceğiz.

Efendim M ehm et A kif'le ilgili olarak, ben burada konuş­


m ak istem iyorum , çünkü iki g ünüm üz tam am en M ehm et
Akif'e hasredilm iştir. M ehm et Akif'in birçok yönüyle ilgili
çok değerli hocalarım ızın, ilim ve fikir adam larım ızın bil­
dirileri var.

M ehm et Âkif, son günlerde alınan m esafeye rağm en ne


yazık ki üniversitelerim izde henüz görülm em ektedir.
Biz 70. yıldan bir yıl önce, yani bu günden iki sene önce
Türkiye'deki bütün resm î ve gönüllü kuruluşlarla yazışm a
yaptık. Buna üniversiteler de dahildir. Üniversitelere de
m üracaatta bulunduk, bu sene M ehm et Akif'in vefatı­
nın 70. Yılı, bu iyi bir vesiledir, diye. Bu önem li şairim izi,
düşünürüm üzü, şahsiyetim izi anm ak için üniversiteleri­
mizin de seferber olması gerekir diye. Ne yazık ki hiçbir
üniversitem iz o günden bugüne benim bildiğim , belki
bilm ediğim iz olur am a, sanm ıyorum , M ehm et A kif'le ilgili
hiçbir çalışm a, faaliyet yapm adı. Ama öyle zannediyorum
önüm üzdeki yıllar üniversitelerim izin de M ehm et Akif'i
tanıdığı, kabul ettiği, üzerinde yoğun olarak çalıştığı mer­
kezler haline gelecektir, bunu kuvvetle üm it ediyorum .

Tabiî hatırlam am ız gereken bir şey daha var, yine geçen


yıl içinde M ehm et Akif'in ismi bir üniversiteye verildi, bu
da çok güzel bir başlangıçtır. Burdur'da kurulan üniver­
site M ehm et Akif'in ismini taşıyor. M alûm unuz, Birinci
Dönemi ve
Çevresi 15
Meclis'te M ehm et  kif Burdur M illetvekiliydi. Bu da bir
kadirşinaslıktır. Ama bu ismi taşıyan üniversitede de, bel­
ki bir başlangıç hâli olduğu için, bir faaliyet görem iyoruz.
Eğer toplantı programımızı gözden geçirdiyseniz, içine
kapanm ış Türkiye üniversitelerinin M ehm et A kif'le ilgili
birikim lerinin de bu toplantılarla yansıtıldığını görecek­
siniz. Ondan fazla üniversitem izin değerli m ensupları,
Erzurum'dan Adapazarı'na kadar onu aşkın üniversiteden
hocalarım ız, iki gün boyunca bizim le birlikte olacaklar ve
bize tebliğlerini sunacaklar. Bunun da bir kazanç olduğu­
nu düşünüyorum . Çünkü bizim değerli ilim adam larım ız
kürsülerinin arkasında biraz kayboldular gibi. Elbette o
gençleri yetiştirm ek, onlara bilgi aktarm ak çok önemli
bir faaliyet ama o bilginin aynı zam anda kam pus, külliye
dışına çıkm ası, halka mal olması gerekm ektedir. Şu anda
öyle bir vazife de üstlendiğim iz için büyük bir m utluluk
duyuyorum .

inşallah bilgi şöleninin önüm üzdeki yıl üçüncüsünü, öm ­


rüm üz vefa ederse sonraki yıllarda dördüncüsünü, be­
şincisini... yapacağım ızı üm it ediyorum . Hatta bir iki gün
değil, üç gün, beş gün sürecek toplantılar yapacağım ız
günlerin geleceğini ümid ediyorum . Bu güzel başlangıcın
öyle bir sonuca doğru gideceğinin ümidi içindeyim .

Değerli arkadaşlar; toplantım ız bir ney dinletisiyle açıldı.


Merhum M ehm et Âkif, bilenler elbet burada vardır, çok
ünlü neyzenlerim izden Neyzen Tevfik'ten ney üflem eyi
öğrenm iş. Arkadaşlarının ifadesine göre, iyi ney üflerm iş;
biz onun hatırasına öyle bir başlangıç yaptık, güzel oldu.

M ehm et  kif için kullanılan sıfatlardan birisi "Kur'an


şairi"dir. O gerçekten, bütün Safahat'ın satır aralarında
Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şeriflere dayanarak sözünü söy­
lemiştir. Tabiî ki onun Kur'an m ealleri ve tefsir m etinleri
olduğunu biliyoruz ve yine o sebeple de onun hatırası­
na Kur'an-ı Kerim okuyarak toplantım ızı ziynetlendirm iş
olduk. Böyle güzel bir başlangıç yaptık, inşallah bu baş­
langıcın arkasından bu açılış konuşm alarından sonra İlmî
bildiriler huzurlarınıza gelecek.

Burada gerçekten bir ilim ziyafeti, fikir ziyafeti içinde ola­


cağız. Ben sözlerimi daha fazla uzatm ayacağım . Bu top­
lantının yapılm asından, yapılıyor olm asından büyük m ut­
luluk duyuyorum . Emeği geçen bütün arkadaşlarım ıza, D. Mehmet Doğan
dostlarım ıza, ilgilenen bütün kardeşlerim ize huzurlarınız­ Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı
da teşekkürü borç biliyorum , inşallah önüm üzdeki yıllar­ M ehm et  k if Ersoy
da daha kapsam lı, daha büyük bilgi şölenleri düzenlem ek Araştırm aları Merkezi
um uduyla hepinize saygılar sunuyorum . Başkanı
İP * -
jlp-.
29 Aralık 2007 Cum artesi 13.30-15.30
Oturum, Başkanı:Prof. Dr, Adnan K

Ali BİRİMCİ, Prof. Dr.


"Mehmet Akif'in tahsil hayatından birisim;
H oca M eh m et Kadri E fe n d i"

Berat DEMİRCİ, Dr.


"M illiyetçiliğin o n to lo jisi ola ra k M eh m et  k if”

Turan KARATAŞ, Doç. Dr.


"Safa hat, ilk k itap ilk g ö z a ğ rısı"

Caner ARABACI, Doç. Dr.


"M ehm et A kif'in M ısır h aya tı ü zerine"

Suat CEBECİ, Prof. Dr.


"M eh m et A kif'in Islâm 'ı an la yışı ve su nu ş ta rz ı"
Mehmet Akif'in tahsil hayatından bir isi
Hoca Mehmet Kadri N Efendi

Jön türklerin ulem a takım ının en dikkate değer sim ala­


rından biri de gazeteci ve yazar Hoca Kadri Efendi veya
tam ism iyle Hoca M ehm et Kadri Nâsıh'tır.1

1 - Doğum u ve tahsil hayatı:

Jön türklüğü n nevi şahsına m ünhasır denm eye lâyık na­


dir şahsiyetlerinden2 biri, belki de birincisi olan Hoca Kadri
Efendi, Boşnak asıllı olup Hersek köylerinde birinde doğdu
(1855).3Çocuk yaşta Koniça'ya gitti. Yazları köyünde koyun
çobanlığı yapıyor, kışları da okuyup yazm ak için büyük
bir gayretle çalışıyordu. Bütün arzusu ise üç lisan üzere
neşriyat-ı islâm iye ile m eşgul olm aktı. Yirm i yaşında Türk­
çe öğrenm eğe başlam ıştı.4 V. M urad'ın tahta çıkışından
(30 Mayıs 1876) birkaç ay önce bahar başlangıcında yirm i
bir yaşında İstanbul'a giderek bir m üddet Fatih m edre­
selerinde okuduğu hakkında, delilden m ahrum bir riva­
yet vardır. A ncak üç sene okuduğu Darülm uallim în'den
1881'de, yirm i altı yaşında, b irin cilikle m ezun olduğu
bilinm ektedir.5
Kısa bir hayat hikâyesi için: Mehmet Zeki Pakalın, Sicill-i Osmanl Zeyli, C. 12,
2814-2818
Hoca Kadri Efendi'ye ilk defa dikkati çeken bir yazı için: Cahit Tanyol,"Tanımadı
mız Bir Türk idealisti: Hoca Kadri Efendi", Cumhuriyet, Nu.11433 ( 26 Mayıs 1
s. 2. Cahit Tanyol bu yazıda hayatına dair verdiği bilgileri daha sonra da
almıştır: Hoca Kadri Efendi'nin Parlamentosu, İstanbul, 2003,168 s. Gendaş
Kendisi Rumî 97'de (1876) yirmi altı yaşında Darülmuallimin'den mezun
nu yazıyor: Mehmet Kadri Nâsıh, Serayih, Paris, 1911, s. 9
Mehmet Kadri Nâsıh, Serayih, Paris, 1911, s. 8,36
Mehmet Kadri Nâsıh, Serayih, s. 8- 9
D ön em i ve
19
Çevre si
2-M eslek hayatı, y urtdışına firarı ve Mısır seneleri:

Hoca Kadri m ezuniyetinden sonra İstanbul rüştiyelerinde on altı sene m uallim lik y ap tı.6
ifadesine göre kendisi deTü rkyazarların d an Ziya Paşa ve Nâmık Kem al'i o ku m uştu /M ısır
ve Paris senelerinde Arapça, Farsça ve daha sonra öğrendiği Fransızca'dan başka Paris'te
Darülfünun'a devam ettiği ve bu lisanlara ilâveten İngilizce ve Rusça da öğrendiği ifade
edilm ektedir.8

Hoca Kadri'nin ders verdiği rüştiyelerden biri de Fatih M erkez Rüştiyesi'ydi. Buradan
m ezun olan (1889) M ehm et Akif'in şahsiyeti üzerinde derin bir tesir bıraktığı hususunda
bütün yazarlar m üttefiktir. Akif'in en çok sevdiği ve ism en zikrettiği hocası olm uştur.9 Ho­
casından şöyle bahsediyordu10: "Bu seyyar hocaların en m ühim m i son sınıfta kendisinden
Türkçe okuduğum Hoca Kadri Efendidir. Hoca Kadri Efendi A bdülham it devrinin hürriyet-
perver şahsiyetlerindendir. O devirde evvelâ Mısır'a kaçtı. Orada Kanun-ı Esasî gazetesini
çıkardı. Sonra Paris'e gitti. Paris'te Harb-i Umumî ortalarına kadar yaşadı, ilmen ve ahlâken
çok yüksek bir zât. Aslen Herseklidir. İngiliz Kerim Efendiden, Hoca Tahsin Efendiden okumuş.
Arapçası, Acem cesi çok kuvvetli. Fransızca da öğrenm işti. Paris'te ilerletmiştir. Bu z â t lisan
itibariyle üzerimde çok m üessir oldu. O kadar yüksek bir adam ın alelâde nasihati bile tesir
ederi1

1895 baharında İstanbul'da kurulan ve 1 A ralık 1895'ten itibaren Paris' adına M eşveret
gazetesi neşredilen Osmanlı ittihat ve Terakki Cem iyeti'nin yurt dışındaki faaliyetleri, genç­
lerin yanı sıra bu on altı senelik kırk yaşındaki muallim i de tesir altında bırakm ış olmalıdır.
Esasen daha yurtdışına kaçm adan öne Laleli'de, Yeşil Tulum ba kahvehanelerinde Fransız­
ca çalışıyor, siyasî sohbetlerde bulunuyordu.11 Hoca Kadri firar hususunda fazla bir tered­
düt gösterm em iş, m uallim liğinin on altıncı senesinde, 1896'da İstanbul rüştiyelerine
veda ederek Mısır'a kaçm ıştır. Onun önce Paris'e, daha sonra Mısır'a geçtiği yolundaki
iddialar12 doğru değildir. Mısır'a firar ettiği zam an en yaşlı Jöntürklerden biri ve belki de
birincisiydi. Hakkındaki mahkem e kararlarında (15 Ocak 1902) yaşı ve şem aili hakkında
"orta boylu, sarı benizli, kuru çehreli, kırca sarı sakallı, şişm an, elli beş yaşlarında fi'l-asl Boş­
nak ta ifesin d en "olduğu b ild irilm işti13.

Hoca Kadri'nin Kahire senelerine dair Bekir Fahri14 tarafından yapılan bir başka tasviri
de yine aynı m invaldedir: "Köşede gür sakalı üzerinden sarkan nargilenin m arpucu ağzında
sıkışmış yazı ile m eşgul... m uallim iri vücudu, pejm ürde hâliyle m uttasıl yazıyordu Ara sıra,
ayakta dolaşan Rum garsonu çağırır, nargilesini ateşini değiştirir, bir m üddet yum uk gözle­
riyle kahvenin geniş kapısından dışarıya dalgın baktıktan sonra başını yüzüne kadar yü k­
selttiği kâğıdın arkasına saklardı."
6 Mehmet Kadri Nâsıh,Serayih, s. 26,43. Darülmuallim muallimleri arasında görülen Kadri Efendi'nin de Hoca Kadri olma ihtimâli
bulunmaktadır: Sâlnâme-1302, s. 399
7 Bu bilgileri kendisi vermektedir: Serayih, s. 8- 9
8 AbdülahrarTahir, Mâlûmu İlâm, Mısır, 1908, arka kapak yazısı. Müstear Abdullah Cevdet'indir
9 Bu tesir hakkında: M. Emin Erişirgil, Mehmet Akif, İstanbul, 1956, s. 33 ve dipnot.
10 Nakleden: Eşref Edip ( Fergan), Mehmet Akif, İstanbul, 1357- 1938, C.l, s. 517- 518, 537- 538 ve daha sonraki iktibas: M. Orhan
Okay, Mehmet Akif, Ankara, 1989, s. 6
11 Ahmet Cevat Emre, iki Neslin Tarihi, İstanbul, 1960, s. 35- 36
12 Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasî Fikirleri 1895-1908, Ankara, 1964, s. 139-140
13 Ceride-i Mehakim-i Adliye, Nu. 28 (2 Kânun-ı sânî 1317), s. 1
14 Bekir Fahri ( İdiz), Jönler, İstanbul, 1326, s. 32
M e h m e t ^ jf
20
Ersoy
Hoca Kadri, Jöntü rklü k hareketine ilk katılanlardan'5 biri sıfatıyla Mısır'da bulunduğu
esnada (1896-1901) ve bilhassa ilk senelerde hareketin en m ühim kalem lerinden biri
o ld u .'6 Kendisinden önce Mısır'a gelen ve Kânurı-ı E sa s îgazetesini17 çıkarm aya başlayan
Şeyh A lizâde Hoca M uhittin'in çevresine dahil o ld u .18 Hoca M uhittin iie Hoca Kadri'nin
rengini verd ikleri M ısır şubesi ittihat ve Terakkî'nin ulema ağırlıklı" olarak tavsife en
yakın şubesiydi. Bu şubenin en güçlü bir şube olarak dikkati çektiği zam an lard ı.19 Bu
şubenin yabancı m üdahalesine karşı olduğu yorum u doğru olsa bile yabancı him a­
yesine karşı olm adığı ve bizzat Hoca Kadri'nin, tıpkı Mısır'da şahit olduğu gibi İngiliz
him ayesine taraftar olduğu hakkında bizzat kendi kitabında çok dikkate değer deliller
bulunduğu biliniyor.20 Kahire şubesinin reisi Hoca Kadri, kâtibi Rodoslu Salih Cem al,
sandıkkârı ise Ali Ziya ( Salm an, öl. 1950)) Bey'di.21 Salih Cem al m atbaanın ve gazetenin
de sahibiydi ve cem iyetin m erkezine (Paris) m âlî bakım dan bir hesap verm e ihtiyacı da
d uym uyordu. Salih Cem al'in 2 A ralık 1897'de bütün neşriyatını tâtil ve basılan risâle ve
gazetelerin İstanbul'a teslim inden sonra m üstakil hareket ettiği anlaşılm aktadır. Yapılan
pazarlıklar n eticesinde Karıun-ı Esasi gazetesinin kapatılm ası karşılığında bin İngiliz lira­
sı alınm ıştı. Bu para H idiv Abbas Hilmi tarafından, M ısır Divan-ı Türkî başkâtibi İzzet Bey
vasıtasıyla Rauf A hm et ( Hotinli) Beye verilm iş ve Jö n türkler arasında büyük bir ihtilâf
sebebi olm uştu. Cem iyet nâm ına görüşm elerde bulunan ishak Sükûtî ile A hm et Reşit
beyler ile A hm et Celâlettin Paşa'nın m utem edi Karadağlı Milo ise Süleym an Bey ism iyle
m üzakerelerde bulunm uştu.22

Salih Cem al, ittihat ve Terakki m erkezi tarafından risâle ve kitap baskısından elde et­
tiği paraları tam am en hesabına geçirm ekle suçlanıyordu ve m erkeze karşı m ücadele­
sinde ise en büyük desteği de Hoca Kadri'den görüyordu.23 Diğer taraftan kendisinin
dürüst bir vatan evlâdı olduğunu beyan ed enler de vard ı.24 M atbaatü'l-O sm aniye'ye
m erkezin el koyma m ücadelesi başlattığı 1899 baharında Mısır şubesi Hoca Kadri ile
Salih Cem al'den25 ibaret bulunuyordu. Eski Kânun-ı Esasî Matbaası'nı kurtarm ak için Ce­
nevre şubesi Tunalı Hilm i'yi Kahire'ye gönderm işti (Nisan 1899). A ncak çok alıngan, ilim
sahibi, yaşlı ve en kıdem li olduğu için m uhataplarından daima hürm et bekleyen Hoca
Kadri ile son derece hürm etkâr bu lisanla konuşm uş olm asına rağm en bir netice elde
edem em iş, hatta cem iyetin evrak ve m uhabere kayıtlarına bile bakam am ıştı. Bu arada
m atbaaya bazı Jö n tü rklerın yardım ıyla girerek el koyma teşebbüsü de işin m ahkem eye

15 M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük 1899- 1902, İstanbul, 1986, s. 178,
dn. 35. Hanioğlu, Leskovikli Mehmet Rauf'un ( Kırçak, 1879-30 Ekim 1952) kıymetli bilgiler ihtiva eden kitabına (İttihat ve Terak­
ki Cemiyeti Ne İdi, İstanbul, 1327, s. 17) dayanarak bu hükmü veriyor. Bu hüküm doğru olmakla beraber M. Rauf'un bu sayfasında
ve hatta bu kitabının hiçbir yerinde Hoca Kadri'nin ismi geçmemektedir.
16 Yazı yazdığı gazeteler için: Avram Galanti, Küçük Türk Tetebbular, İstanbul, 1925-1341, s. 134-135
17 Kanun-ı Esasî gazetesi Mısır Komiseri Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın yaveri Ahmet Saip'in nakit desteğiyle çıkarılıyordu ve Rauf
Ahmet ( Hotinli) ile Hoca Kadri de yazı işlerini deruhte ediyordu. Bu bilgi için: Ahmet Bedevi Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve İttihat ve
Terakki, İstanbul, 1948, s. 119. Şerif Mardin ( age, s. 117) gazetenin sağ kanatta bulunduğunu ifade ediyor.
18 Hoca Muhittin, Hürriyet Mücahedeleriyahut Firak ve Menfa Hâtıraları, İstanbul, 1326, s. 3. 16 Nisan 1930 tarihinde irtihâl eden
Hoca Muhittin'nin irtihâli için: Cumhuriyet, Nu. 2138 (19 Nisan 1930), s. 4
19 M. Şükrü Hanioğlu, age, s. 243-144
20 Bu isimlendirme için: M. Şükrü Hanioğlu,age, s. 247. İngiliz himayesi hakkında: Serayih, s. 283- 284, 312. Bu kitaptan yapılan
iktibaslar için: Ali Birinci, Tarih Yolunda, İstanbul, 2001, s. 120-121
21 Ali Ziya hakkındaki bilgiyi Ömür Çelikdönmez'e borçluyum.
22 Ahmet Bedevi Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve İttihat ve Terakki, İstanbul, 1948, s. 119
23 . " İttihat ve Terakki- Bahattin Şakir Beyin bıraktığı vesikalara göre), Milliyet, Nu. 2951 (30 Mayıs 1934), s. 2
24 Ahmet Bedevi Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler, İstanbul, 1945, s. 130
25 Salih Cemal, İshak Sükûtî ile Çürüksulu Binbaşı Ahmet Beyi Rodos'tan kaçıran buralı bir posta memuruydu. Bu bilgi için: Ahmet
Bedevi Kuran, 1948, s. 110, dn.
Dönemi ve
21
Çevresi
intikaline ve tâtiline sebep olm uş26; dâvayı ise Salih Cem al kazanm ıştı. M ısır şubesi reisi
olarak Hoca Kadri, m atbaanın kendi em rinde ve kendisine bir m ürit sadakatiyle bağlı
olan Salih Cem al'ın idaresinde kalm asında ısrar e tm işti.27 Zaten sarayla yapılan pazarlık
neticesinde Kânurı-ı Esasî kapatıldıktan sonra resmen Cem iyet adına kayıtlı bulunm a­
yan m atbaayı Salih Cem al kabüllenm işti.28 Bu arada Karıun-ı Esasî yerine cem iyet, 3 Eylül
1899 tarihinden itibaren, Hak gazetesini çıkarm aya başlam ıştı.29 Salih Cem al ise Kanun-ı
Esasî'ye ilâve diyerek Hakk-ı Sarih ism iyle ikinci bir gazeteyi, kendi adına, dört sayı kadar
çıkarm ıştı.30

M atbaa m eselesinde en ziyade m esuliyet payı tabiatıyla Hoca Kadri'ye çıkarılıyordu.


Hoca Kadri'nin m erkezden m üstakil davranm asında 1897 anlaşm asında isteklerinin
yerine getirilm em esinin payı olm alıdır, /sf/nsaf isim li eseri için 600 lira verilm esini ve bi­
rikm iş m aaşlarının tediyesini istem iş, ancak alam am ıştı Bunun m esuliyetini ise cem iyet
adına arab u lu culuk yapan Ali Suat'a31 yükle m iş ise de sonradan do stluk g ö sterm işti.32
Bu sırada Salih Cem al ile kendisine, şubeye verilen iki yüz liradan başka Cenevre'den
iki bin frank daha gö nderilm işti. M atbaa dâvâsını kaybeden C em iyet 1899 sonb ah arın ­
da M ısır şubesini yen id en teşkilâtlan dırdığ ı zam an Hoca Kadri ile Salih C em al'ı te şkilât
d ışında b ırakm ıştı. N itekim akim kalan B rind izi kon g resin e d avet e d ile n le r ara sın ­
da Hoca Kadri ile Salih C em al'in davet e d ilm em e leri bu b akım dan m â n îd ard ır.33 Bu
bakılm ad an ken d isin i artık Jö n tü rk lü ğ ü n m üstakil bir m en su bu o larak kabül etm ek
ge rekir.34 Esasen başta ben zaten hep m üstakil bir hareket içinde olan Hoca Kadri
bu sırada kendi adına zam a n zam a n H a vâ tır isim li k en d i g a z e te s in i (1898- 1900)
ç ık a rıy o rd u .35 Bu g a ze te d e fik irle rin i İslâ m î d e lille re d a y a n d ırm a sın ın S aray'ı ü r­
k ü tm e si ta b iî bir h â d is e y d i.36Ö y le anlaşılıyor ki, 1899 parçalanm asının en m ühim
sebebini sayardan alınan 1.000 liranın paylaşılm asındaki anlaşm azlıklar teşkil etm işti.
1899 sonrasında cem iyetin en tesirli ve tehlikeli düşm anı olan Hoca Kadri'nin bu sıra­
da (14 A ralık 1899) İstanbul'dan iki oğluyla firar eden D am at M ahm ud Paşa'nın Jö n ­
tü rklüğ ün başına geçm esinden yana olduğu dikkati çekiyo rd u.37M izancı M urat Beyin
Avrupa'dan dönüşünü tasvip etm em iş ve bu dönüş üzerine A hm et Rıza'nın sebat ve
m etanetinden bahseden yazılar y azm ıştı.38

3- Paris seneleri ve ölüm ü:

Hoca Kadri'nin M ısır'dan ne zam an ayrıldığına dair herhangi bir bilgi bulunm am aktadır.
A ncak gazetesi Havâtır'ırı bilinen son sayısını (N u .16,25 Şubat 1316-10 M art 1901) çıkar-

26 Ahmet Bedevi Kuran, 1948, s. 111 -114


27 Ahmet Bedevi Kuran, 1948, s. 111; M. Şükrü Hanioğlu, age, s. 568- 569
28 Ahmet Bedevi Kuran, 1948, s.110,113-114,125
29 Ahmet Bedevi Kuran, 1948, s. 114
30 Ahmet Bedevi Kuran, 1948, s. 150
31 Meşrutiyetin ilânından sonra İstanbul'a dönen { Mehmet) Ali Suat Türkçe'de üslûp sahibi bir yazardı. Hayat hikâyesi için; Ali
Birinci, Tarihin Gölgesinde, İstanbul, 2001, s. 109-132
32 Ahmet Bedevi Kuran, 1948, s. 118
33 Ahmet Bedevi Kuran, 1948, s. 130
34 M. Şükrü Hanioğlu, age, s. 333
35 Bu gazete için "cedide-i hususiyem" demektedir: Serayih, s. 15
36 M. Şükrü Hanioğlu, age, s. 289
37 M. Şükrü Hanioğlu, age, s. 346, dn.906
38 Ahmet Bedevi Kuran, 1948, s. 117
MehmetÂkif
22 Ersoy
diktan ve bu sıralarda en sam im i dostu Salih Cem al'in ö lüm ünden sonra M ısır'dan
en geç 1901 senesinin so nund a ve belki de1902 sen esin in ilk ayların d a ayrılm ış ol­
duğu m u h akkaktır. Çünkü yakın dostu Salih C e m a lin bu sıralarda ö lüm ü üzerine
artık M ısır'daki en b üyük bağı da kopm uş oluyo rdu. D iğer taraftan hakkında M ısır
H idivi'nden İstanbul'a 22 A ralık 1901 tarih in d e ki Yıldız'dan Sadâret'e g ö n d erilen bir
tezkire d e ise Ram azanda Yıld ız civarın a d in am it vaz'ı için D âm ât M ahm ut Paşa ile
Hoca Kad ri'nin , Siret39 nâm şahsı d in am it alm ak üzere, A vrupa'ya g ö n d erd ikleri yo ­
lunda bir te lg ra f çe kilm işti.40

Hoca Kadri Efendi, gittiği Avrupa'da da alâka m e rkezlerin d en biri ve belki de b irin cisi
o lm uştu . Cazip şah siyeti ve belki de karm akarışık ve serâpa m u h alif fik irleri bu ca zi­
besinin en b üyük sebebi olarak g ö rü lebilir. 4 Şu bat 1902'de Paris'te toplanan Jön tü rk
Kongresi'ne katılanlardan biri de odur.41 Bu kongreye Mısır, Bulgaristan, İsviçre (C enev­
re) ve Avrupa'nın diğer m em leketlerinden g elm iş bulunan k ırk ye d i kişi katılm ıştı. Bunlar
Türk, Arap, Rum, Arnavut, Yahudi, Erm eni, Çerkez ve Kürt idi. Hoca Kadri kongrede Ah-
med Rıza, Halil G anem 42, A hm et Ferit (Tek), Dr. Nâzım ve Silistreli M ustafa Hamdi (erkân-ı
harp yüzbaşısı)43 ile beraber, yabancı m üdahalesine karşı çıkm ıştı. Hoca Kadri de M erke­
ziyet taraftarları arasındaydı.44

Hoca Kadri'nin Paris hayatı ö lünceye kadar devam etti. Bu m üddet zarfında Paris'ten,
m uvakkaten de olsa, ayrıldığına dair herhangi bir bilgi de yoktur. Herhâlde bu şehirden
hiç ayrılm adığını kabul etm ek gerekiyor. A ncak Paris'te, tıpkı Mısır'da olduğu gibi, tam a­
men m üstakil bir hâlde bulunuyor; zaten çevresinde m üritlerinden başka birine tah am ­
mül edem eyen ve kalabalıktan hiç hoşlanm ayan A hm et Rıza'nın reisi olduğu İttihat ve
Terakkî'ye de, diğer herhangi bir cem iyete de girm ek yolunda en ufak bir arzu d u ym u ­
yordu. Başta M eşveret olm ak üzere bu devrede herhangi bir gazetede ve m ecm uada yazı
yazdığı hususunda en ufak bir bilgi b ulunm am aktadır. M eşveretteki yazıların d an bah­
seden ler45 Hoca Kadri'yi bir başka M ehmed Kadri ile karıştırm aktadırlar.46 Üstelik yazının
basıldığı 1 Aralık 1895 tarihinde onun yurtdışında olduğu hususunda en ufak bir ihtim al
bile bulunm adığı unutulm am alıdır.

Herhangi bir teşkilât bağından tam am en âzâde olm asına rağm en Hoca Kadri Jöntürk-
lüğün ilk safında bulunan m ühim isim lerinden biri olarak kalm ıştır. Paris'te kendisine
hayran olan gençlerden Yahya Kem al'in, m üşkülpesentliğinin istisnası olarak, sitayişle

39 Burada zikredilen Hüseyin Sîret özsever'dir. Hâtıralarını yazdığı biliniyorsa da henüz basılmamıştır.
40 BOA- YEE, Zarf nu. 120, karton nu. 5, kısım nu. 11, evrak nu. 1324; Ahmet Bedevi Kuran, 1948, s. 183
41 Ahmet Bedevi Kuran, 1945, s. 151
42 Halil Ganem( Beyrut, 1846- Paris,23 Haziran 1903) Marunî Araplardandı: ölümü üzerine yazılan bir yazı için: Ahmet Rıza," Halil
Ganem", Mechveret, Nu. 142 (1 . Juillet 1903), s. 1-2
43 Hamdi Bey, Osmanlı İttihat ve Terakki'nin 1895 senesindeki kuruluş çalışmalarında ismi zikredilen Batumlu Mustafa Reha'nın
Erkân-ı Harbiye Mektebi’nde sınıf arkadaşı olan topçu erkân-ı harp yüzbaşı Silistreli Mustafa Hamdi'dir. Şeref vapuru ile 1897'de
Fizan'a sürülen yetmiş yedi Jöntürk arasındadır ve bu hâdise hakkında tiyatro şeklinde bir kitap neşretn\'\şt\r: A ff ile Mahkûm ya­
hut Şeref Kurbanları, Mısır, 342+7 s.Osmanlı Matbaası. Bu kitabının ismi aynı vapurla sürülen Ali Fahri'nin Emel Yolunda isimli ki­
tabının yeni baskısına, garip bir tasarrufla, verilmiştir. Bu ikinci kitapta da Mustafa Hamdi sürülenlerin ilk sırasında zikredilmiştir:
Ali Fahri, Şeref Kurbanları ( Haz. Ali Buğra- Mehmet Kuzu), İstanbul, 2007, s. 60 Cemiyetin Kuruluş çalışmaları için: Ali Birinci, Tarih
Yolunda, s. 45- 53. Erkân-ı Harbiye'nin bu sınıfı için: Muharrem Mazlum İskora, Harp Akademileri Tarihçesi 1846- 1965, Ankara,
1966, C.I, s. 187-188
44 " Le Congres des Lib£raux Ottomans", Mechveret, Nu. 126 ( 15 Fevrier 1902), s. 3; Ali Haydar Midhat, Hâtıralarım 1872- 1946,
İstanbul, 1946, s. 168
45 M. Şükrü Hanioğlu, age, s. 243
46 Bu ikinci Kadri Mehmet Kadri isminde başka bir Jöntürktür ve Türkiye'de Meclis-i Mebusan ( Kahire, 1907, 363 s) isimli mühim
bir kitabın yazarıdır. Başka bir kitabı da Türkiye'de Sansür Eğlenceleri isimli tercümesidir.
Dönemi ve
23
Çevresi
bahsettiği nâdir insanlardan biri, belki de birincisi Hoca Kadri olm uştur.47 Zaten Paris'teki
hayatı hakkında en m ühim bilgi kaynağı olarak da ortada sadece bu genç şairin yazdık­
ları bulunm aktadır.

"Bu zat Boşnak'tı ve Fatih m edreselerinde tahsil görm üş, (G ençTürkler) arasında daha o
zam an bir ehem m iyet kazanm ış, nihayet M ısır'a kaçm ış, orada Kânun-ı Esasi gazetesini
çıkarm ış, A bdülham id 'in hal'ine dair fetvalar neşretm iş, nihayet yavaş yavaş neşriyattan
ve doğrudan doğruya hareketten bezmiş, Paris'te ücra bir sokağa çekilm iş bir zattı. Hoca
Kadri Efendi her gün öğleden akşam a kadar bir k ahve köşesinde vaktini geçirir ve orada
ziyaret olunurdu. Asâbî, huysuz, su ve ham am görm ez, gayet pis, fikirleri karışık, fakat
em sali nâdir görülür derecede faziletkâr bir insandı. M evkie paraya istiğnası mutlaktı.
Tab'an m uhalif doğm uştu. Yaşadığı m üddetçe her hüküm ete var kuvvetiyle m uhalefet
etti."

Yahya Kem al'in anlattıklarına bakılırsa Hoca Kadri'nin Paris hayatı bir siyasî m uhaliflikten
ziyade, bir siyasî dervişlik ve m ürşitlik m anzarası gösteriyordu. II. M eşrutiyet'in ilânından
sonra da Hoca Kadri İstanbul'a dönm eyi hem en hem en hiç düşünm em işti.48 A ncak bir ara
Hüsnü Sadık ( Durukal), kendisinin aşırı ısrarları üzerine dönm eye razı olduğunu, ancak
kendisi acele dö nm ekzorunda kalınca bu kararının gerçekleşm ediğini bildirm ektedir.49Bu
devrede O'nun yeni düşm anları bu defa da dünkü siyaset yoldaşları olm uştu. Yine ömrü
Paris'in Türklerin m eclislerine m ekân teşkil eden ünlü Lilas ve Soufflot kah vehanelerin ­
de ve zam an zam an da dinleyici olarak katıldığı Sorbon dershanelerind e geçiyordu. II.
M eşrutiyet'in ilânından sonra Jöntü rklerin İstanbul'a dönm esi üzerine bu m ekânlardaki
Türklerin miktarı ve artık Abdülham it'in m evzu yapılam adığı sohbetlerin de tadı azal­
mıştı. A rtık A bdülham it aleyhtarlığı yerini İttihat ve Terakki aleyhtarlığına bırakm ıştı. Bu
sohbetlere Türk talebelerden bazıları, ezcüm le İzm irli Veliyyüddin ( Saltık), Haşim Nahit
( Erbil) ve Kemal Bey; kıdem li Jöntürklerden Ressam Köprülüzade G alip.Paris konsolos­
luğu m em urlarından D avut Bey ve 31 Mart Vak'asından sonra İstanbul'u terk etm ek
zorunda kalan Ali Kem al, M evlanzade Rıfat gibi m uhalifler veya M ehm et U beydullah (
Hatiboğlu) Efendi, iki tabip izzet ve Reşit b e y le r,, Dr. Bahriyeli Sâm i Bey, Bahriyeli Şevki
Bey, Bedirhanîlerden A b d ü rre zzakB e y gibi Paris'e yolu düşenler katılıyordu. “ İstanbul'a
niçin dönm ediğini soranlara verdiği rivayet olunan cevabı51 dikkate değer: "Ahmet Rıza
'nm Meclis-i M ebusan reisi, Ali Kemal'in gazete b aşm uharriri olduğu bir m em lekette oturul­
m az."

Yahya Kem al, Paris se n elerin d e (1903- 1912 )52 yakin en tan ıd ığ ı ve d e vam lı bir şe k il­
de so h b e tle rin d e bu lu n d uğ u Hoca Kadri Efendi'yi Jö n tü rk le ri ta s n if ettiğ i y a zısın d a 53
üçüncü sınıfın bir m üm essil şahsiyeti olarak zikretm ektedir:

47 Nihad Sâmi Banarlı, Yahya Kemal'in Hâtıraları, İstanbul, 1960, s. 42. İktibas için: Yahya Kemal, Çocukluğum, Gençliğim, Siyasî ve
Edebî Hâtıralarım, İstanbul, 1973, s. 182-184
48 Serayih, s. 22
49 Hüsnü Sadık'ın Hoca Kadri hakkındaki günlükleri: CahitTanyol, age, s. 101
50 Hüsnü Sadık'ın günlüğü, Cahit Tanyol, age, s. 95-101
51 Mithat Cemal ( Kuntay), MehmetÂkif, İstanbul, 1939, s. 82
52 Beşir Ayvazoğlu, Yahya Kemal, İstanbul, 2007, s. 330- 332
53 Yahya Kemal, Tarih Musahabeleri, İstanbul, 1975, s. 56
MehmetÂkjf
24
Ersoy
“Bunlar, bizde, iktidar mevkiinin m utlaka fena adam lar tarafından gasp edildiğini
farz ederler. Bunların bazıları o kadar m arazidirler ki iyi kalpli, meziyetli, nam uslu
ve m uktedir olarak tanıdıkları iktidar m evkiine geçseler onları o günden itibaren
kötü görm eye başlarlar. Bazıları da yine m arazî bir iffetle daim a m esuliyetten
korkarlar, iktidara ya bizzat geçseler y ahu t da geçm iş olanlara yardım etseler
halk nazarında kirleneceklerini zannederler. Bu sınıfın m üşahhas bir tim sali
Paris'te vefa t eden m a ru f H oca K adri id i. Bu zat, Abdülhamid'e m uhalif ve Paris'te
firarı olarak yaşıyordu. Çok ahlâklı ve bed bin idi. D aha A b d ü lh a m id devrin de,
G enç Türklerin ileride A bdü lham id'e rahm et okutacak derecede fena olacakla­
rını söyler dururdu. Halâskâr vakası olunca yin e vatana dönm edi. Çünkü iktidar
m evkiine kim geçerse geçsin m utlaka fena bir netice hasıl olacağına inanm ıştı.
Bu büyük, bedbin ve m erd ü m g iriz (ada m ) P aris'te öm rü n ü g e ç ird iğ i kah­
velerd e da im a h ükü m ete g eçm işlerin aleyhinde sö ylen ir du ru r ve son sö z o la ­
rak Boşnak lehçesiyle -Biçâreyüz, biçâreyüz, ah bilm ezsün ne biçâreyüz- derdi.
Bu nakaratı ile bizim cem iyetim izin ahlaken çok aşağı bir seviyeye düştüğünü,
binaenaleyh bizden çıkacak her hüküm etin m utlaka fena bir unsur olduğunu
söylem ek isterdi."

Bedbinliği içinde yaşadığı Paris'te ölen (1918) Hoca Kadri'nin cenazesine birkaç Fran­
sız vekili, Cezair m üftüsü el-M ukranî katıldı. M üslüm an Fransız askerleri askerî m erasim
yaptılar, ivry'd eki kabristana d e fn o lu n d u .54

5-Eserleri:

Hoca K ad ri'n in M ısır'a fira rın d a n ö n ce yazı y a zıp y azm ad ığ ı h u su su n d a h erh an g i bir
bilgi b u lu n m a m aktad ır. A n cak M ısır'daki Kânun-ı Esasi (1896- 1901) g a ze te sin d e ve
daha so nra kend i a d ın a ç ık a rd ığ ı H a vâ tır (1898- 1901) isim li g a ze te le rd e devam lı
y a zıla r y azm ış ve fik irle rin i esas itib a rıy la ve ta b ia tıy la K u r'an , Hadis ve d iğ e r şer'î
d e lille re d a ya n d ırm ıştır. Yazı ve k ita p la rın d a k i fik irle rin i, bir tasn ife tâb i tu tu lm a y a ­
cak kadar, karışık ve karm aşık bulm ayan h em en h em en h içb ir o ku yu cu su yo ktur.

M ehm ed Kadri Nâsıh ism iyle im zalad ığ ı k itap ların d an b irin cisi g aze ted eki y a z ıla rın ­
dan y ap ılm ış bir d e rle m ed ir. İstin sa f55 ism in d eki bu eseri ö nce Rodosiu Salih C em al'in
g ayre tiyle M ısır'da (K ahire, 1315, 121 s.), daha sonra A m asya M ebusu İsm ail Hakkı
Paşa ta ra fın d a n İstan bul'd a (1 3 2 6 , 140 s.) b astırılm ıştır. İm zasını taşıyan ikin ci kita­
bı 22 Rebiyü'1 -âhır 1326-22 M ayıs 1908 tarih in i taşıyan ve Paris'te basılan Zıılm ve
A di (1326, 230 s.) isim li eseridir. Bu kitap m u h alif ulem a tarafın d an alâka görm üş ve
ilm ihâl-i siyasî olarak isim len d irilm işti.56

54 " İki ziya", Alemdar, Nu. 87 (1 8 Mart 1335), s. 2


55 Bu kitabının ilânı kendisi hakkındaki bilgilere yenilerini ekliyor:" Cidden mütebahhir ulema-yı dinimizden faziletli Mehmet
Kadri Nâsıh Efendi hazretlerinin âsâr-ı güzîdesindendir. Hazret-i müellif umumiyetleri itibariyle kara cahil, nasara- yansurcu
ulemâmızdan değildir. Arap, Fars, Türk lisanlarından maada Fransız, İngiliz, Rus lisanlarına vâkıf ve sinin-i vâfireden beri Paris
darülfünunlarına müdavim bir arif-i hakk ve hakikattir.. Bu eseriyle ehl-i İslâmî insafa dvet ediyor. 131 sahifeliktir. Bahası posta
ücretiyle beraber bir buçuk franktır. Mercii idare-i mecmua-i İçtihat'tır." İlân için: AbdülahrarTahir, Md/ûmu İlâm, Mısır, 1908, arka
kapak yazısı. Müstear Abdullah Cevdet'indir.
56 Kırksekizoğlu Âli Osman, Beyza, İstanbul, 1938, s. 33
Dönemi ve
O v rp si
25

Bu ilk iki eseri II. A bdülham id ve devri aleyh in d e iken bu defa yin e Paris'te 1911
'de basılan en hacim li kitabı Serayih57 (454 s. Lib rairie G e u th n e r),b ir tara fta n daha
ö nce H avâtır'da, M eşru tiyet'in ilân ın d a n sonra da Paris'te Ş e rif Paşa'nın m âlî d e s­
te ğ iy le M evlan zâd e tara fın d an çıkarıla n Serb esti (1910) gazetesin de, ittih a t ve Te­
rakki, yâni yeni devrin d e vletlile ri aleyh in d e yazdığı m akalelerden de iktib aslar ih ­
tiva e tm e kte d ir.58 K en d isin i ittih a t ve Terak k î'ye karşı m e cm u ası M eşru tiyet'e yazı
yazm aya d a ve t ed en Ş e rif Paşa'nın m ektu bu n a verd iğ i uzun cevabı da bu kitabına
eklem iş ( s. 7- 44) ve bu m ektu b u nd a yer yer hayatına dair b ilg iler verm iştir. Bu kita­
bında kadınlara siyasî h aklar v e rilm e sin d e n yana fik ir beyanın d a b u lun m ası dikkati
çe km iştir.59 D iğer taraftan ittih a tçıla ra karşı y ab an cı m ü d ah ale sin e ta ra fta rlığ ın ı gös­
terir satırları b u lu n m a ktad ır.60 Avrupa'da ki Jö n tü rk n eşriyatın ın O sm an lIların gözüne
ilişm ed iğ i ve A vrupa'daki e lle rin e geçen paraları zevk peşind e h arcad ıkları gibi başka
fik irle ri de ileri sü rü yo rd u .6,Türk ta le b e le rin in Kitab ın ilk 183 sayfasın d an sonra sayfa
num arası yen id en 104'ten başlam akta ve 375'e kadar devam etm ekted ir. 297. sayfa­
sında 15 H aziran 1911 tarih i b u lu n m a k ta d ır.62 S ü le y m a n iy e K ü tü p h a n e si'n d e Hoca
Kadri n am ına kayıtlı A hlâk ve Terbiye (İzm irli kitapları, no. 1453- 17) bu kitabın bir
kısm ından (s. 56- 375) ib arettir.63 Diğer taraftan A vlo n yalı İsm ail Kem al'den tercü m e
ettiğ i M eselü tü 'TTra rısva a l(M atbaa-i O sm aniye, 1318, 193 s.) isim li bir kitabı (Y. E. Sar­
kış, c. II, s. 1689) b ulu nm aktad ır.

Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osm anlIlar Ansiklopedisi, İstanbul, 1999, C.2, s. 144-


146'dan genişletilerek aktarıldı ve dipnotları eklenmiştir.

57 Bu kitabın bir hülâsası ve yorumu için: Cahit Tanyol, age, s. 17- 89


58 Bu kitabın çıkış ve satış ilânı:" Efâzıl-ı ulema-yı İslâmiye ve pîşiva-yı fedakârân-ı ümmetten Paris'te mukim fâzıl-ı hürriyet-perver
Bosnavî Hoca Kadri Efendi hazretlerinin otuz seneden beri mücahede-i vataniye uğrunda bir çok fedakârlıkla mevki-i istifadeye
va'z buyurdukları cerait ve resaile bir zamime-i fakire olarak bu kere de ahlâk, iman, kaza ve kader talim ve terbiye mesailine ve
diğer gayet müfit ve mutenâ bir çok hakayık-ı siyasiye ve beyanatı muhtevi olmak üzere neşrine himmet buyurdukları Serayih
nâmındaki eser-i ûlviyeleri inkılâb-ı ahire dolayısıyla Türkiye'nin geçirdiği ve geçirmekte olduğuahvâl ve ehvâl-i müellime ve
mühlikeyi musavver, necat ve selâmet-i vataniyenin neye mütevakkıf olduğunu mübîn ahlâfa yadigâr ibret-âmiz makalât ve
mekâtibi havi bulunduğundan Millet-i Osmaniye'ye, düştüğü esbâbını bîhakkın idrakle tenvir-i efkâr eylemesi hususunda eser-i
mezmûrun mütalâasını ehemmiyetle tavsiye eyleriz. Otuz formaya karip olan birinci cildi yirmi kuruş fiatla Bâbıâlî civarında
Ebussuut caddesinde 55 numaralı Nefaset matbaasında satılmaktadır." Bu ilân için: Şerif, Meştutiyet Doğru. Ben . ..v e Hayatım,
İstanbul, 1911,63 s. Nefaset matbaası,Arka kapak yazısı.
59 Bu gibi paragrafları Asaf Tugay ( İbret, İstanbul, 1961, C. I, s. 12, dn) tarafından iktibas edilmiştir.
60 Serayih, s. 54- 55,283- 284,312
61 Serayih, s. 339, 344- 345
62 Şerif Mardin ( age, s. 41, dn. 121; 139,235) kitabın 1910'da basıldığını yazıyor.
63 Hilmi Ziya Ülken bu isimde bir kitap ismi veriyorsa da bu kitap da Serayih'in bir parçasıdır ( s. 56- 375). B u kitap Süleymaniye
Kütüphanesi'nde İsmail Hakkı İzmirli kitapları arasında nu. 1453- 170'de kayıtlıdır.
26

Ontofojisiz Milliyetçilik ¥©
Mehmet Akif
Berat Demirci
Dr., Sivas Cumhuriyet Ü.

M ehm et  kif Ersoy, Türk Düşüncesi'nin hâlâ aydın ve ay­


dınlık ufuklarından biridir; Doğu'yu da Batı'yı da kendi
içerisinde değerlendirm iş, lafı eğip bükm eden toplum u-
na bir çıkış yolu gösterm eye çalışm ıştır. Bu tahlil ve terkip
özelliklerini taşıyan ve tavrını tavizsiz sürdüren ikinci bir
m üellif örneği batıcılardan da, yerli izler taşıyan düşü­
nürler arasından da çıkm am ıştır. Batıda örneği aranacak
olursa Akif, taşıdığı ciddiyetle Rönesans düşünürlerinin
içerisine konulabilir ve geleceğe yönelik ciddi bir Türk Ay­
dınlanm ası ülküsüne talip olanlar hâlâ varsa, köşetaşların-
dan birisi şüphesiz M ehmet Âkif Ersoy'dur.

M ahalli Millî H akikat Yolcusu

Akif m ahallidir, m ahallesinin çocuğudur ve İstanbul'un


m ahalle hayatını özgün ve özlü bir biçim de ayrıntılarıy­
la tasvir eder. Camiyi anlatırken bir M üslüm an çocuğun
saffetini aksettirir. M eyhaneyi anlatırken, hiç m eyhane
görm eyenlerin bile zihninde gerçeğin ta kendisi denile­
bilecek resimler çizer.1 Mezarlıklar, sokaklar, m ahalle kah­
veleri, evler, akla hayale gelebilecek bütün m ekânlar en
gerçekçi ve katı bir tarzda, ama ferah bir Türkçe ile Akif'in
şiirinde tek tek yerini alm ıştır. Buna hem tarihî, hem gü n­
cel gerçekliğe sahip insan tipleri de eklenince karşım ıza
sahih bir m em leket m anzarası çıkar.

Nâdir m ütefekkire nasip olan bütünü kavram a yeteneği


Akif'i m ahallî, m illî ve m edeniyetlerarası olanı aynı anda
kavrayan "şahsiyet sahibi" bir aydın kılmıştır. M ahallî olanı
1 Akif'in belki de hiç uğramadığı mekanlardan biri meyhanedir, onun tasvir kudreti
orada bile zirvededir:
Canım sıkıldı dün akşam, sokak sokak gezdim
Sonunda bir yere saptım ki, önce bilmezdim.
Bitince bir sıra ev sonra virane,
Dikildi karşıma bir han kılıklı meyhane:
Basık tavanlı, karanlık, sefil bir dükkan
İçinde bir masa, yahut civar tabutluktan
Atılma, çok ölü görmüş acıklı bir teneşir!
Yanında hurdası çıkmış eski bir sedir.
Dönemi ve
27
Çevresi
daima taşıyan ve yaşayan biri oluşu, Akif'e sarsılm az bir aidiyet bilinci ve m illetiyle ilgili
olan her m eseleye anında nüfuz edebilm e gücünü kazandırm ıştır. M illetini tarihi çerçe­
vede eleştirir, bugün içerisinde değerlendirir ve gerçekçi bir biçim de cehaletten kurtul­
m anın, "Aydınlanma"nın yolunu, "içim izden biri" olarak gösterir. Onun yalın ve içeriden
tesbitlerini m ekteplisi de, üm m îsi de, cahili de anlar. Doğu ve Batı karşısındaki taklitçi
tavırları hiddetle eleştiren Akif'in tek dâvâsı "hakikat"tir.2 M.Cemal Kuntay'ın ifadesiyle
gerçeği her şartta söyleyen bir erkişidir, hakikat karşısında "O dim dik alın, önüne bakacak
kadar da (olsa) eğilemiyordu."

Hakikat; duyan, kavrayan insanla, yani şahsiyetle alakâlıdır. Şairim izde hakikâti gerçek­
leştirm enin yolu, dönem inin "tekniğini alalım kültürünü alm ayalım "form ülünün birazcık
dışındadır. M illî şairim iz, m arket listesi ciddiyetiyle konuşulan "neyi alalım ?" cenderesine
asla sıkışm az, daim a "kim olarak alm alıyız?" noktasındadır; alacağım ız şeyi "kim oldu­
ğum uz" belirlem elidir. Her m illet kendi yolunu, kendi tarih ve kültür akışı içinde tayin
etm elidir.3

Akif'te Şiir M anzum e İçiçeliği

Yalnız  kif değil, Tanzim at sonrasının bütün yazar ve şairlerinde ortak kaygı "vatanın,
m illetin yahut im paratorluğun kurtarılm ası" düşüncesidir. "Kurtulm a"nın yolları, şairle­
ri saf şiirden uzaklaştırarak yer yer didaktik m anzum elere sevketm iştir. İçlerinde hece
yahut aruz vezniyle çok kötü m anzum eler yazanlar olm asına rağm en, çoğunluğu dili
sanatkârane kullanm ışlardır. Â kif dilini ve vezni en iyi kullanan şairim izdir. Duru birTürk-
çe ve arızasız bir aruz yanyana geldiğinde, neyi konu ederse etsin nazm ındaki iç musiki
büyük bir şairle başbaşa olduğum uzu daim a hissettirir. "Sam im iyet" onun yazdıklarının
en önem li vasfıdır, dolam baçlı yollar, fikir cam bazlıkları yoktur; ne diyecekse tavizsiz ve
tereddütsüz söylem iştir.

Âkif, "içindeki saf şair"i m illî davası uğruna, bastırm ıştır; bunun ona ızdırap verdiğini
düşünüyorum . "Viranelerin yasçısı baykuşlara döndüm /Gördüm hazanında bu cennet
yurdu/Gül devrinde gelsem bülbül olurdum /Yarab beni daha evvel getireydin nolurdu."
Dörtlüğündeki naz ve sitem iç yakıcıdır. Sanatkâr, özellikle şair, hayatı "kendine m ahsus
olan dünya"nın prizm asından geçirerekyenid en hayata dönendir; Â kif ise "kendine m ah­
sus olan"ı örtm eye çalışarak, "herkesin derdini" yansıtm ak gayretindedir, bu gayret çok
yıpratıcıdır. Akif'in şiirlerindeki "şiddet ve celal" kendi hâlini daha iyi anlatm aya yönelen
bir şairin değil, m em leketin hâlini daha vurgulu anlatm aya çalışan bir m ustaribin ferya­
dıdır. Bu feryat "İstiklâl Marşı"nda bir nârâ avazıyla zirveye çıkm ıştır.
2 M. Cemalin aktardığı bir hatıra, Akif'in hakikat karşısındaki tavrını anlamamıza yeter. M. Cemal şairimizi toksözlülüğünden
dolayı eleştirir ve aralarında şöyle bir konuşma geçer;
-Her cereyanın önünde b ir"h a y ır!"e d a tısın ... Bütün hayatın "Selâmünaleyküm kör kadı!"
-Gördüğümü (yani kadı körse) söylemeyeyim mi?
-Tabii ki söyleme... Kadının sol gözü körse sağ tarafına bak ve sağlam gözü gör!
-İki gözü de körse?
-O zaman da önüne bak!
"Fakat"diyor M.Cemal,"bu dimdik a lın , önüne bakacak kadar da eğilemiyordu"
3 Terakki denilen şeyi Âkif reddetmez, ama her kavmin yolu kültür ve tarihine uygun olmalıdır:
Mütefekkirlerimiz anlamıyorlar sanırım,
Ki çemenzar-ı terakkide atılmış her adım,
Değişir büsbütün, akvâma, cemâate göre;
Başka bir kavmin izinden yürümek, çok kerre,
Adetâ mühlik olur; sonra ne var, her millet.
Gözetir seyr-i tekâmülde birer ayrı cihet.
MehmetÂidf
^ n lv li
28
Ersoy
"M illî Şair" ve M illiyetçilik

Akif'i "Arap m illiyetçisi, dinci" gibi sıfatlarla yaftalayarak refüze eden insanların yaşadı­
ğı bir vasata sahip olm ak üzücüdür. Â kif fasihtir; Türkiye'de "Fasih Türk" olm ak giderek
zorlaşm aya başlamıştır. Türk Milleti olm anın ne dem ek olduğunu on kıtalık bir şiire sığ­
dırm ak Akif'e nasip olm uştur ve o bu yüzden "M illî Ş a irim izd ir. Herkesin birbirini "öteki-
leştirdiği" bir düşüncesizlik ve stratejik kirlilik ortam ında, istiklâl Marşının iki kıtasını değil
tekm ilini sevm ek ve benim sem ek "ötekilerden biri" olma damgası yem eye yetm ektedir.
İstiklâl Marşının tüm ünden bir "millet" ve "m illiyetçilik" ontolojisi çıkar. G ünüm üzün gi­
derek yaygınlaşan "parçacı ve parçalayıcı m illiyetçilikleri"farklı m aksatlarla Akif'in çizm iş
olduğu bütünden uzaklaştıkça, nesnesinden kopuk bir söylem e düşm ektedirler; bu söy­
lem bir noktadan sonra "m illetsiz ve m illiyetsiz m illiyetçilik"gibi felâket bir sokak ideolo­
jisin e dönüşm ektedir.

Âkif, kendi hakkında ve kendi şiiri hakkında fazla konuşm ayan bir şahsiyettir. "Aczimin
giryesidir bence bütün âsârım" mısraı onun hem şiir kudretini, hem m ütevazılığını gös­
term ektedir. Şiirleri hakkında çok az konuşan adam , İstiklâl M arşı'na"M illetim indir"diye-
rek im zasını atm am ış ve konulan para ödülünü de sırtında onu soğuktan koruyacak bir
paltosu bile yokken alm am ıştır.4 İstiklâl Marşı'nı yazdıran şartlar ve duygular, onun diliyle
daha güzel anlaşılır. Hasta yatağında İstiklâl M arşı'ndan sözedilince, hastabakıcının yardı­
mıyla doğrulur ve "İstiklâl M a rşı... O günler ne samimi, ne heyecanlı günlerdi. O şiir, milletin
o günkü heyecanının ifadesidir. Binbir fecâyi karşısında bunalan ruhların, ızdıraplar içinde
halâs dakikalarını beklediği bir zam anda yazılan o marş, o günlerin kıym etli bir hatırasıdır.
O şiir bir daha y azıla m a z... Onu kim se y a za m a z... Onu ben de y a za m a m ... onu yazm ak
için o günleri görm ek, o günleri yaşam ak lâzım. O şiir artık benim değildir. O milletin malıdır.
Benim m illete karşı en kıym etli hediyem b u d u r... Allah bu millete, bir daha bir İstiklâl Marşı
yazdırm asın" der, yorularak uykuya dalar.

M ehm et Âkif, ek yeri olm ayan bir adamdır, ona yöneltilecek her tenkit sam im iyetinin ve
dâvâ adam lığı vasfının gölgesinde kalm aktadır. O fildişi kuleden şiir yazan bir adam değil,
M illî M ücadeleye fiilen katılan bir kahram andır. Onu şiirinden hareketle eleştirm ek m üm ­
kün değildir, çünkü şiiri hayatıdır; hayatı hakkında "şahsa ait" bir şey ayıklam ak ise m üm ­
kün görünm üyor. Kudretli bir sanatkâr olm asına rağm en, şiirinde ferdiyetini bu kadar
bastıran ikinci bir şairin dünya edebiyatında örneği olduğunu sanm ıyorum . A kif'le güya
aynı tem aları paylaşan yığınlarca şair vardır, ama onların pek çoğu M illî M ücadele'den
sonra "paye-i rıfat" koparm ak için yazm ıştır ve "resm î şair"dirler. Â kif ise m illetinin şairidir,
sıfatını ona m illet verm iştir. Akif'in, ham asî şiirleri, kuru bir m illiyetçilik söylem i değil, bir
m ücadele ve dâvâ adam ının hayatıyla bütünleşm ektedir, bu yüzden yadırganm az. Daha
sonraki dönem lerde ise zayıf şair olup ham aset edebiyatı yapanlar parsayı toplam ıştır.
Akif'in m illet ve m illiyetçilik anlayışı, sonraki dönem lerin siyasî m illiyetçiliklerin tersine
çok açık ve net çizgiler taşır. Millet olm anın vazgeçilm ezleri olarak değerlendirdiği bütün
unsurlar, onun yaşadığı dönem de yaşayanların az ya da çok m üşterekleridir; günüm üzde
böylesine kapsam lı ve kapsayıcı bir bütünlük taşıyan perspektif ne aydınım ızda vardır, ne
de "m illiyetçi/ulusalcı" ideologlarda. Her kesim kendi ideolojisine uygun bulduğu unsur­
lardan yola çıkarak bir m illet ve m illiyetçilik inşa etm ektedir ve hepsi de bütünü kavraya­
mama m arazına tutulm uşlardır.

Âkif'in"Allah bu m illete, bir daha bir istiklâl Marşı yazdırm asınT'duasına âm in d em ekle b e­
raber; ülkem izin içinde bulunduğu m illî sığlıktan kurtulm ak için aydınım ızın, ricalim izin,
gençlerim izin istiklâl Marşı'nı m illiyetçiliklerin ontolojisi olarak kavram alarını da tem enni
edelim . O ntolojik olandan yola çıkınca parçalar bütüne doğru yönelir; üm idim dir.
4 M. Ertuğrul Düzdağ, Mehmet Âkif Ersoy, Kaynak Yayınları, İstanbul: 2006.
Dönemi ve
Çevresi------------------------------------------------ -
Nil Kıyısı ndan Kayseri Uçağına

Millî Şairim iz bir akşam vakti Nil sahiline iner. Fransız, Alm an ve İngiliz turistleri görür;
hepsi neşe içerisinde yiyip içm ededir. Z enginlikleri ve üstün siyasî, askerî ve İktisadî güç­
leri onlara bu hakkı verm ektedir. Kendisi ise bu neşeli kalabalıktan farklı olarak hüzün
içindedir, "içinde ben, yalnız ben gülm üyorum /O turm uş ağlıyorum , ağlasam da m azu­
rum." der ve teessüre kapılır. Âkif, esasen kendine teklif edilen dünya nim etlerine bir d e­
falığına olsun sırt dönm eseydi ülkem izde o gün de, bu günde varolan "term in atö r"zü m ­
resine katılır, onlarla iş tutar, kadeh tokuşturur, zevklenirdi. Hayatının hiçbir safhasında
"m illetim , m illetim!" dem ediği an yoktur. Bu ahlakın olm adığı yerde aydın, rical, iş adam ı,
tekm il seçkinler züm resinin gözünün önünde "yolsuzluk ekonom isi" kurulur ve yolsuzlar
halkın sırtında tıpkı Nil kenarındaki ecnebî güruh gibi keyif çatar/çatm aktadır.

Ha Nil kenarındaki turistler, ha İstanbul-Kayseri u çağ ı...

Bu yakınlardaki tayyare yolculuğum bana aynı hüznü yaşattı. Uçağın yarısından fazlası
turist, çoğu da Japon'du. Bütün ecnebiler neşeliydi, aralarında paslaşıyorlar, birbirlerine
ikram da bulunuyorlardı; neşe içinde uçağa bindiler, sanki ev sahibi onlardı, bizler mi­
s a fir... Türklerin büyük bölüm ü düşünceli, dalgın, hatta kederliydi, belki aciliyet karşı­
sında ve m ecburen uçağa binm işlerdi; çok az sayıda keyifli Türk de yok değildi. Giriş ve
çıkışlarda turistlere gösterilen özel m uam ele, yerlilerden esirgeniyordu; bu da işin "dolara
endeksli"ayrı bir davranış bozukluğudur. Galiba abarttım , bardağın dolu tarafını gö rm e­
mek h a sta lığ ı... Ama bana bunları bardağın dolu tarafı söyletiyor, dolar hesabına vu rd u ­
ğum uzda bardağın dolu tarafında çok az sayıda ve içi bom boş bir züm re v a r...

"Dağ dağa kavuşm az, insan insana kavuşur"m uş. Kayseri'den Sivas'a yolculuğum da, yıl­
lardır Kazakistan'da çalışan duvar duvara kom şum uzun m ühendis oğluyla gelm ek nasip
oldu; m uhabbetle kucakladım . Aynı uçaktan in m işiz ... Ben sordum o Kazakistan'ı anlattı,
"Türkiye cennet!" diyem edim ; çünkü orada bıçak sırtında sayılacak şartlarda kazandığı
paraları,Türkiye'de bir şirkete k a p tırm ış... Haydi neşelen!

Akif'i keşke yalnızca dönem ine tanıklık eden bir şairim iz olarak anabilseydik.

Sonuç

Akif'le ilgili yazm ak da zor, konuşm ak d a ... Fakat, onun hakkında söz söylem ek gerek­
tiğinde, susm ak vefasızlık olur. Çünkü, benim ilk ezberlediğim ve unutm adığım tek şiir
"İstiklâl Marşı"dır, hâlâ her mısraını m illet olm anın vazgeçilm ez unsuru bilirim . Bir den e­
yeyim "acaba baştan sona çıkarabilir m iyim ?"diye kendim i sınava soktum , kıtaların sırası­
nı hatırlayam adığım için, şaşırdım . En küçük oğlum , biraz da hâtâlarım ı bulm anın verm iş
olduğu keyif ve m uziplikle beni nizama soktu.

Sevindim , ama burkuldum d a ... Oğlum a çektiğim aferinle, onu aynı zam anda bazı m er­
cilere ihbar mı etm iş oldum ! Şaka değil, bir baba olarak sam im iyim ; İstiklâl Marşını baştan
sona vecd içinde okuyan bir çocuğun geleceğinden endişe duyuyorum .
MehmeiÂkif
Ersoy

Safahat:
İlk Kitap, İlk Göz Ağrısı

Turan Karataş
Doç. Dr., Tokat Gazi
Osman Paşa Ü.

Türkıeçlebiyatında hayatı, şahsiyeti, edebî hayatı, eserleri,


m ücadelesi, hatıraları vb. çevresinde en fazla araştırm a ya­
pılan, yaz] neşredilen şairlerin başında kuşkusuz M ehm et
 kif gelmekte®*»1 Bu neşriyat çokluğu veya zenginliği şair
hakkında yap ılacak yeni bir araştırm a, yazılacak yeni bir
yazı için büyük kolaylitîaçsu n acağ ı gibi, aksine zorluklar
da doğurm aktadır. Şöyle kir sö ylenm eyeni/ bilinm eyeni/
duyulm ayanı bulm ak ve yeni bir biçim d e/taze bir eda ile
yazm ak kolay bir iş değildir. Bu yazının am acı, Akif'in ilk
gözağrısı olan ilk şiir kitabı Safahat'ın m ahiyetinin, kıym e­
tinin ne olduğunu ve bugünün okuruna ne söylediğini/
anlatm aktır.

Âkif, edebiyat tarihim izde az görülen bir şair ta v ­


rıyla, ilk şiirini 31 yaşında yayım lam ış2, ilk kitabını da 37
yaşında çıkarm ıştır. Safahat adıyla neşredilen bu kitapta
bir araya getiriien uzunlu kısalı 44 m anzum enin hem en
çoğu 1908'den sonra Sırat-ı M üstakim d e "safahat-ı hayat­
tan" [hayatın yüzlerinden] genel başlığıyla y ayım lanm ıştı.3
Aynı başlık altında aynı dergide çıkan bazı m anzum elerin
bu ilk kitaba alınm adığı bilinm ektedir. Akif'in ilk eserinin
adı olan Safahat sonradan bütün şiirlerinin (yedi kitabı­
nın) toplandığı kitabın adı o lm uştu r."Safahat'ın yedi kita­
bı içinde, hacim ce en geniş olanı birinci Safahat't\r (Eski
harflerle ilk basımı 267 sayfa, bütün S afah atın üçte biri
kadar)." (Okay, 1 989:47).
1 Bu hususta dikkat çekici bir iki örnek vermekte yarar var. Akif'in henüz
iyice tanınmadığı bir dönemde yani ilk kitabı Safahat'ın çıktığı 1911 yı­
lında, kitap hakkında 26 makale yayımlanmıştır. (Andı, 1995: 39-60)
Bir başka örnek: Şairimizin Mısır dönüşü ve vefatı günlerinin, döne­
min matbuatına yansıyışına dair yapılan bir çalışmada, bir yıldan az bir j
zaman diliminde (19 Haziran 1936-6 Mayıs 1937) Âkif hakkında yapı­
lan yayın sayısının 80 olduğunu görmekteyiz (Özlük, 2007: 151-154).
Mehmet Akif'i yeni tanıyanlara bir fikir versin diye şunu da ekleyelim: Şimdiye
kadar Âkif hakkında yazılan kitapların sayısı 150'den fazladır (Soydan, 2006:
105-107).
2 Mithat Cemal, ''Ortaya çıkmak için beklemeyi bildi. Otuz sene kendini aradı. Otuz
yaşında ölseydi edebiyatta Âkif diye biri yoktu." der (1986:254).
3 Mithat Cemal'in dediğine göre, Birinci Safahattaki şiirleri Âkif daha Sırat-ı Müsta­
kim çıkmadan önce yazmış tamamlamıştı. Yalnız "Acem Şahı" istibdad", "Hürriyet"
ve "Köse imam" II. Meşrutiyeften sonra yazılmıştır (1986:337).
Dönemi ve
31
Çevresi
"Safahat", "yüz, dış yüz" anlam ına gelen "safha" kelim esinin çoğuludur. Kitap daha adın­
dan başlayarak hayatın görünen, bilinen daha doğrusu bilinm esi gereken yüzlerini gös­
term ek iddiası taşım aktadır. Orhan Okay, "Yalnız bu isim bile onun edebiyattaki realist
görüşünü aksettirir"d er (1989: 40).

Safahat, Müşir Ratip Paşa'nın oğlu M ehm et A li'ye (Akif'in çok beğendiği bir öğrencisidir)
ithaf edilm iştir. Manzum bir m ukaddim e ile başlar. M ukaddim eyi oluşturan on mısra ile
Âkif, ilk gözağrısı kitabını okura alçakgönüllülükle takdim eder. Burada özellikle iki husus,
gözden kaçm az. Bunlardan biri şairin sam im iyeti, diğeri de tevazuudur. Bunların yanında
zım nen, okuyucu karşısına çıkm ış olm anın incecik yürek sızısı hissedilir.
Bana sor sevgili kâri', sana ben söyliyeyim,

Ne hüviyette şu karşında duran eş'anm;

Bir yığın söz ki, sam îm iyyeti ancak hüneri;

Ne tasannu' bilirim, çünkü, ne sanatkârım.

Şiir için "gözyaşı" derler; onu bilmem, yalnız,

Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!

Ağlarım , ağlatam am ; hissederim , söyleyem em ;

Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım!

Oku, şâyed sana bir hisli yürek lâzım sa;

Oku, zîrâ onu yazdım iki sözyazdım sa.

S afah atın i. Kitabı'nda yer alan m anzum eleri m uhtevalarına, kısm en yapılarına bakarak
yedi küm ede toplam ak m üm kündür. Birkaç küçük m anzum e dışarıda kalsa da, böyle bir
ayrım yapm a yani bir bakım a kategorize etm e sakıncalı olsa da, Akif'in bu ilk kitabındaki
ürünlerini daha yakından görm ek, özelliklerini bilm ek bakım ından faydalı olabilir.

1. M anzum hikâyeler:

"Hasta", Küfe", "Hasır", "Meyhane", "Selm a" "Seyfi Baba", "Kocakarı ile Ömer", "M a­
halle Kahvesi", "Köse İmam", "Bebek Yahut Hakkı Karar".

Bu küm edeki 10 m anzum e A kif'in sevilerek okunm uş olan ve en çok tanınan ürünleridir.
Bunlarda ("Kocakarı ile Öm er" hariç) hayattan alınan sahnelerin öykülenişi vardır. Öykü
bir vaka çevresinde gelişir. Bir"devr-i azap"ta "hayat nâm ına"yaşananlardan anbean fo ­
toğrafları seyrederiz adeta. "M erham et bilm eyen insanlar" içinde vicdan sahibi bir aydın
insan sorum luluğuyla şair,"hangi bir derdim için ağlayayım , bilm iyorum "dem e üm itsizli­
ğiyle boğuşm aktadır. Devrin şartları bu kertede kötüdür. Yoksulluk, çaresizlik, toplum sal
çöküş, kim sesizlik, geçim sizlik, kadının perişanlığı ve çaresizliği, içkinin açtığı onm az top­
lumsal yaralar kısacası yaşam ın azap oluşu bir bir gözler önüne serilir. Çok tesirli tasvirler
eşliğinde toplum adına m üthiş dersler vardır.4 Sö zg elim i "Köse im am" toplum un çürüyen
yanlarından birini teşrih m asasına yatırır. Evlilik bahsinde dinî hüküm lerle işim ize geldiği
gibi nasıl oynadığım ızı, m em leketin hâlini gayet iyi bilen bir im am ın ağzından anlatır
şair.
4 "Şiirin bir mesaj olduğunu kabul edenler için Âkif, Türk şiirinde en güçlü mesajlardan birinin sahibidir. Şiirle mesajı birbirinden
çok uzak iki kutup gibi görenler için söyleyeceğimiz şey, Akif'in bu çok farklı iki unsuru sanatında birleştiren nâdir örneklerin
başında geldiğidir./.../ Akif'in şiirlerinde, tıpkı realizmle idealizmin yaklaşması gibi, mesajla lirizmin birleşmesine şahit oluruz.
Hiç şüphesiz her zaman için değil." (Okay, 1989:57).
MehmetÂkjf
32
— Ersoy
Bu küm enin karakteristik örneklerinden biri de "M ahalle Kahvesi"dir. M anzum e, yirm in­
ci asır başında toplum sal hayatım ızın vazgeçilm ez m ekânsal unsurlarından biri olan
"kahvehane"lerin çarpıcı, kuşatıcı bir film i gibidir. Âkif, Doğu'nun saygı duyulan katili ola­
rak gördüğü m ahalle kahvesini anlatm akta son derece başarılıdır. Bir kam eram anın m a­
rifetiyle seyredecek olsak bu denli canlı sahneler ve insanlar görem eyiz, dersek abartm ış
olm ayız. Şair,"buyurun, işte bir kahvehane, gelin birlikte bakalım "diyerek sinem atografik
bir bakışla kahvenin her köşesini, her türlü görünüşünü/ yüzünü önüm üze koymaktadır.
Anlatım daki ironi, ayrı bir çeşni katar m anzaraya:
M ühendis olmalı m utlak şu ak sakallı adam :

Zem ine daire şeklindeki yaydı bir balgam .

Duyuldu bir iri ses, arkasından istiğfâr...

M eğer geğirti imiş.

— Pek şifalı şey şu hıyar.

Mekân kahvehane olunca dil de argoya m eyleder ve şair sakınım sız bir şekilde "Zem âne
piçleri! Gördün ya, hepsi be sm e le siz..."d e r.

2. İbretli/ hikm etli öğütlere yer verilen m anzum eler:

"Durm ayalım ","Azim "(ibretli ders),"İnsan","D irvas"(tarihten bir kıssa),"Bir Resmin Arkası­
na Yazılm ış idi","Bu da Bir M ezarTaşı için Yazılm ış idi","Ahiret Yolu","Âmin Alayı","Geçinm e
Belası", "Bir M ezar Taşına Yazılm ış İdi", "Hasbihal". Son üç m anzum ede ibretli öğüt endi­
şesi daha bir baskındır. Bu küm ede topladığım ız ürünler yapı olarak"m anzum hikâye"ler
gibidir.

Bunların içinde en karakteristik örnek olan "Durmayalım", m iskinliğe, tem belliğe atale­
te, reddiyedir. Yer ve gök çalışırken, dahası Yaradan bile boş durm uyorken, yatan, kılını
kıpırdatm ayan, çalışm ayan insana duyulan öfke dile getirilir. Âkif, hâlin ve istikbalin çalış­
makla inşa edileceğini söyler. Şairdeki öfke öyle bir raddeye varır ki "Leş m isin, davranm ı­
yorsun? Bâri Allah'tan utan" der.

Bu grupta ayrıksı duran "Hasbihâl" şiiri, dertleşm e/ iç dökm e ihtiyacı duyan şairin içinde
bulunduğu ruh hâlini de yansıtm ası bakım ından önem lidir. Âkif, sıkıntılı bir yer olan d ün­
yadan kurtulm a, her türden kayıttan azat olm a; bir bülbül gibi uzaklara ve yücelere uçup
gitm e, fezalara yükselm e arzusu duym aktadır. Ş airim iz"velvele-i hayat"ın dindiği, ruhunu
d inlendirecek asude bir yer aram aktadır, ilk bakışta, hayatın içindeki  kif için şaşılası bir
istektir bu. "Yoktur hayal ile alış verişim " diyen şair için nadir görülen bir hâl. Çünkü o bir
cem iyet adam ıdır. Söylediklerinin hem en hepsini gördükleri, bildikleri üzerine inşa et­
miştir. Nihayet, şunu dem ekle bu ikilem i açıklayabiliriz: Şair, bir insan olarak ne güç ânlar
yaşam ış olm alı ki, artık takati kalm am ış ve göklere "pervaz açma" arzusu duym aktadır.

3. San atkârane tem aşa/ tasvir şiirleri:

"Fatih Camii", "Mezarlık", "Bayram", "Ezanlar" "Canan Yurdu", "İstiğrak".

Birinci Safahat'tak'ı diğer m anzum elere nazaran kanaatim izce daha bir edebî kıym et arz
eden bu şiirler, estetik duyuş ve duyuruş bakım ından da üst seviyededir. Bunlarda da
Dönemi ve
33
Çevresi
yer yer ibretli bir bakış dikkatim izden kaçm az. M eselâ, "Bayram"da bir yetim in süruru,
"Ezanlar"da b ira n ın /v a k tin ezanla dirilişi nazarlara sunulur.

S afah atın ilk şiiri olan "Fatih Cam ii"5, tarihî, dinî bir yapının şair üzerindeki intihalarıyla,
çağrıştırdığı hallerle ve oluşturduğu duygularla örülm üştür.6 Burası bir m abed değil ad e­
ta Allah'a yükselm iş ibadettir. Şair, cam inin aydınlık kucağında büyük bir huzur duyar. Şi­
irin atm osferi bir ara çocukluk günlerinin şen şatır günlerine kaydırılır. Şairim iz, babasıyla
birlikte cam ie geldiği günleri hatırlar hüzünle. Yaşadığı ânın boğucu, kıstırıcı, karam sar
atm osferinden bir anlık kurtuluştur bu. M âziye sığınış.

4. Feryat, isyan, sığınış şiirleri:

"Tevhid Yahud Feryad", "Bülbül", "Bir Mersiye"7.

Bu gruptaki şiirler gerçekten hislidir, o dönem de yaşam ış olan insanım ızın hissiyatına
tercüm an olacak nitelikleri hâizdir. "Tevhid Yahud Fe rya d "Sırat-ı M ü stakim d e yayım lan­
dığında, Akif'e m ektuplarla telgrafla tebriklerin yağm ası, bu tespitim izi güçlendirm ek-
tedir.

Söz konusu şiir, sanatlı ve sam im i bir yüceltişle başlar. Sonra bir hayret ve şaşkınlık du­
yulur şiirden. "Yâ Rab, bu nasıl âlem-i lebriz-i garâib!/ / Bir sahne m idir yoksa bu âlem
nazarında/ Bir sahne ki m ilyarlarla oyun var üzerinde!" gibi m ısralarla daha evvel Ziya
Paşa'nın "Terci-i Bend"de yer verdiğine benzer istifham larla karşılaşırız. Giderek şiirden
aklın zorlanışı, aczin feryadı işitilir ve tehlikeli bir üm itsizliğin vicd an î sesi olur. Devir öyle
bir devirdir ki, dünya sahnesi hastayı, felakete uğram ışı, çıplağı, yoksulu, felçliyi, saka­
tı, tem beli, bayağıyı, gaddarı, eziyet çekeni, m ahkûm u, esiri yani şu sayıya sığm az insan
yığınını teşhir etm ekle şöhret bulm uştur. Bunca olum suzluğa rağm en şairi güçlü kılan
im andır. "İm andır o cevher ki İlâhî ne büyüktür/ im ansız olan paslı yürek sinede yüktür!"
diye haykırır ve ne olursa olsun O'ndan üm it kesmez.

Atm osfer yer yer öyle boğucudur ki, bu tazyik altında  kif genç yaşta edebî âlem e yolcu
ettiği sevdiği bir insanın ardından kalem e aldığı "Bir Mersiye" şiirinde şu çığlığı kopara­
caktır:
Ey hâtırasıyla kaldığım yâr,

Artık aram ızda bir cihan var!

Sen gökte safâ-güzîn- dîdâr,

Ben yerde azab içinde bîzâri

Etrafındaki seslerin kulağına bir feryat gibi gelm esi işte bu azaptandır diyebiliriz.

5 Dönemin edebiyat otoritesi Recaizâde Mahmut Ekrem Bey, "Fatih Camii" şiirini dinledikten sonra "Siz büyük şairsiniz Âkif Bey"
ifadesiyle takdirini dile getirir (Mithat Cemal, 1986:40).
6 Prof.Dr. Orhan Okay'a göre kitaptaki ilk üç şiir"Âkif'in sanatı ve ideali için hazırlanmış bir programı gösterir:"Fatih Camii"nde dinî
lirizmi,"Hasta"da cemiyet meseleleri karşısındaki ıztırabı,"Tevhid Yahut Feryâd"da da, felsefî (kelâmî) duyguları, tereddütleri yer
alır." (Okay, 1989:48).
7 Mithat Cemal, "Tevhid Yahud Feryad" için 'şüphe ve iman şiiri', "Ezanlar" için 'vecd ve iğtiğrak şiiri diyor (1986:337).
Mehmet^iof
34
Ersoy
5. Siyasî m anzum eler:

"Acem Şahı", "Istibdad", "Hürriyet". (Son m anzum e, "İstib d a d ın devam ı gibi düşü­
nülmelidir. Çünkü her iki şiirde de II. Meşrutiyet'in bir gün öncesi ve iki gün sonrası
anlatılm ak suretiyle bir karşılaştırm a imkânı verilmiştir.)

Bazı kesim lerin hoşuna gitm eyen "istibdad" şiiri, m anzum enin ikinci kısm ında hikâye
edilen trajik m anzarada da görüleceği üzere, yönetim in zaaflarına şahit olan bir insanın
öfke boşalm ası sayılm alıdır. G ördüklerinden sonra dayanm a gücü iyice azalan, sinirleri
boşalan şair, "utandım ağlayarak, ağladım utanm ayarak" diyecek hâle gelm iştir, işte bu
hâlin parlam asıdır"İstibdad".

İslâm birliğini kurma yolunda aynı düşünceleri paylaştığı II. Abdülham id'i eleştirdiği için
"istibdad"Â kif'in itirazlarla karşılanan şiirlerindendir. Gizli Haber Alm aTeşkilatı'nın devrin
aydınları üzerindeki baskısı ve basına uygulanan sansür gibi dönem in şartları göz ö n ü n­
de bulundurulursa, Akif'in söz konusu şiirdeki tutum u doğal karşılanm alıdır. Şiirdeki ta­
vırda kuşkusuz, şairin dobralığının, boyuneğm ez m izacının da rolü vardır.

Bu küm ede zikrettiğim iz "Acem Şahı" başlıklı şiir, 1907-1909 yılları arasında İran'da tahtta
bulunan ve zalim liğiyle m eşhur olan M uham m ed Ali Şah'ın yergisidir. İki ayrı şairin kale­
minden çıkm ış, aynı konuda iki ayrı şiir g ibidir ancak iki kısım dan ibaret olan tek m anzu­
me olarak takdim edilm iştir. Birinci şiir/ kısım M ithat Cemal'e, İkincisi Akif'e aittir. Her iki
kısım daki alınlık (epigraf) da Sadi'den alınm ıştır ve oldukça m anidardır. Birincisinin meâli
şöyledir:"Baştanbaşa bütün dünya bir dam la kanın yere dökülm esine değmez."

6. Portre şiirler:

"Merhum İbrahim Bey", "Kör Neyzen", "Yemişçi ihtiyar".

Bunlara "portre şiir" deyişim iz bir insan üzerinde yoğunlaşm asındandır. Başka bir ifadey­
le, yine hayattan alınan gerçek veya tem sili bir insanın çevresinde örgülenm iş olmasıdır.
Söz geîim i, Kör Neyzen, cem iyetten herhangi biridir, sefalet heykeli bir tiptir.

Sayıları fazla olm ayan bu m anzum elerin en dikkate değer olanı "M erhum İbrahim Bey"dir.
Şiirin başındaki m ensur açıklam ada belirtildiği üzere İbrahim Bey, veterinerlik alanında
uzm an, erdem sahibi bir âlim dir. A kif'in yakinen tanıdığı insanlardan biridir. Şiir onun v e ­
fatı üzerine yazılm ıştır. Bu şiir, saygı duyulan, sevilen bir insan için vefa borcu sayılm alıdır.
Aynı zam anda, bu m anzum e, A kif'in şiirde ne büyük bir yetenek olduğunun delilidir. Yüz­
yıllardır süregelen duyarlılık, incelm iş/ nezaketli bir dil ile içtenlikli bir eda içinde edebî
bir yapıya kavuşm uştur. Estetik kıym eti yüksek bir çerçevede vücut bulm uştur şiir. Şair,
İbrahim Bey'in m ezar taşı kitabesi olacak şu m ânidar m ısraları yazar:
Her gül gibi medfen-i hayâlin,

Her gonca kitabe-i kemâlin.

Her yerde nihân olan cemâlin,

Her yerde iyân olan m eâlin;

Bir yerde görünm üyorsun am m a;

Her yerde bedâyi’in hüveydâ!


D ön em i ve
35
r e v re s i

Gittin beni kim sesiz bıraktın,

Yaktın beni hasretinle yaktın!

7. M odanın (bir anlam da m odernizm in) eleştirisi olan ironik m anzum eler:

"Ressam Haklı", “Şair Huzurunda Münekkit", “Hüsran-ı Mübin".

Onu yakından tanıyanların kaydettiklerine bakılırsa, Â kif istihzayı da m üstehziyi de sev­


mezdi. Buna karşılık, yukarıdaki m anzum eleri yazm ış olması tu h af bir tezattır. M ithat Ce­
mal bu zıtlığı şöyle izah eder: Âkif, "fertle değil, ferdin cem iyeti sarsan tarafıyla istihza
ediyordu: bu istihzayı da bazen m erham etle, bazen infialle güzelleştiriyordu."(1986:298).

Denebilir ki, istihza ile birlikte Âkif'i "isyan"a ve "olumsuz"a bir bakım a icbar eden dev­
rinin şartlarıdır. Bu yollara başvuruşunu onun karakterine bağlam ak doğru olm az. Şair
ne tarafa baksa hep yoksunluklar, yoksulluklar, acılar, zulüm ler, gözyaşları, düzensizlik,
adaletsizlik görüyordu.

Safahat şairinin sanat telakkisini incelerken "hayat", "hakikat", "m üşahede" kavram larını
her daim akılda tutm ak gerekir. Çünkü Âkif, "hayatını hakikate adayan" bir sanatkârdır.
Cemil Meriç'in ifadesiyle, onu "tanrıtanım az Zola'nın coşkun bir sevdalısı"yapan da, onun
gerçekçilik konusundaki tavrı,"adalet"e ve"hakikat"e olan düşkünlüğüdür.8

Akif'in gerçekçiliği, yazdıklarını okuyanların unutam ayacağı cinstendir. Söz gelim i/'Seyfi
Baba"da dehşetli bir gece manzarası çizilir. O kudukça, bir bakım a"haşyet" içinde kalırız.
O derece ürpertici ve etkileyici bir dış dünya fotoğrafıdır bu. Zam an ve m ekânın, İnsanî
duyuşu bu derece güçlendirişi az görülen bir başarıdır:
Gecenin sütre-i yeldâsını çekm iş, üryan

Sokulup bir saçağın altına gûyâ uyuyan

Hânüman yoksulu binlerce sefîlân-ı beşer;

Sesi dinm iş yuvalar, hâke serilm iş evler;

Kocasından boşanan bir sürü bîçâre karı;

O kopan râbıtanın, darm adağın yavruları;

Zulm etin yer yer içinden kabaran m ezbeleler;

Evi sırtında, sokaklarda gezen aileler!

Akif'in başarısı gördüklerinden, yaşadıklarından elde ettiği düşünüşü ve kendisinin


kuvvetle duyduğu hissiyatı duyurabilm esi, yani okuyucuya aktarabilm esidir. Yaşan­
mış/ yaşanan kötücül olayların/ durum ların hâsılası olanı, Tolstoy'un deyişiyle okura da
"b u la ştırm asıd ır onu başarılı kılan özelliklerinden biri. Bunda da en büyük yardım cısı
(kendisi "hüner"diyor) sam im iyetidir. Âkif, yaşadığı, gördüğü şeyleri yazm ayı daha doğru
8 "Safahat'ın birinci kitabı, İçtimaî bir romanın yarım bırakılmış parçaları gibidir. Bu bakımdan onu Dostoyevski gibi, Balzac gibi
batılı romancıların eserleriyle karşılaştırabiliriz. Fakat daha da iyisi, kendisinin de beğenerek okuduğu Alphonse Daudet ve
Emile Zola gibi realist ve natüralist romancılarla karşılaştırmaktır. Âkif, lirik şiirlerinin dışında, bilhassa manzum hikayelerinde ve
tasvirlerde şair değil, romancı gibi hareket etmiştir." (Okay, 1989:60).
- ^ m e tA k if
36
- Ersoy
bulm uştur. Örnekse,"Hasta"daki çocuk9, A kif'in Halkalı Ziraat M ektebindeki öğrencilerin­
den biridir; "Seyfi Baba", dülger Haşan Baba'dır;"Köse İmam", Boşnak Ali Şevki Hoca'dır10.

Bilhassa birinci ve ikinci küm ede toplanan m anzum elerde elbette "ahlakî bir sonuç" he­
deflenm iştir. Çünkü Âkif, inanışı, mizacı ve içinde bulunduğu şartlar gereği, sanattan zi­
yade toplum u düşünm ek durum undaydı. "Şair tabiatını o, iradesiyle ve bir kararla âdeta
boğm ak, onun yerine bir idealisti, bir ahlakçıyı koym ak istemiştir." (Okay, 1989:43).

"Rezâil-i içtim aiye"m izi adeta kelim elerden yapılm ış fotoğraf kareleriyle teşhir ederek in­
sanım ızın bunlardan nefret etm esini, bu ibretlik karelerden ders çıkarm asını istiyordu.
Gayreti bunun içindi. Bu fotoğraflarda m eyhane, kahvehane, m ezarlık ve bayram yeriyle
m ahalle ve sokak; buralardaki her türden insan yer alm aktadır." Âkif, kuşkusuz bilinçli
olarak devrin toplum sal yaşam ındaki olum suzlukları gösterm ekteydi. "Safahat, bir nevi,
bu yıkıntıların 'safha"safha'anlatılışı, duyuruluşu ve bu yıkıntıların şairde bıraktığı acı izle­
rin derlenişi, toplanışı ve tespit edilişidir. Bu yüzden, Safahat, bir bakım a, Türk tarihinin en
acıklı günlerinin yaşanm ış bir d estanı, yas yapraklarıdır." (Karakoç, 1978: 21).

Yaşadıklarından ve yazdıklarından çıkarılan şudur; herhâlde, büyük Osm anlı Devletinin


"trajik çöküşü"nü hiç kim se  kif kadar derinden hissedip yaşam am ıştır. Kaybedilen d e­
ğerlere onun kadar kimse şahsıyla ve eseriyle gözyaşı dökm em iştir. "Birinci Safahat'da
( ...) gerçeğin m ahir bir ressamı olan sanatkâr, İçtim aî sefaletlere uzanan sosyalist bir
ahlâkçıdır. Sanki toplum um uzun Em ile Zola'sı olm ak istiyor.// Perişan hayatım ızın, insan
sefaletinin bu kadar ince, bu derece derinleşm iş ve böylesine gözyaşı olm uş gözlem ine
bütün edebiyatım ızda rastlam ak im kânsızdır. ( ...) Âkif, vatanım ızın binbir acı ile parça
parça olan kalb tablosunu, acılarla parçalanan bir kalbin kanıyla çizmiştir." (Topçu, 1970:
78).12

Âkif, hâlin yani içinde yaşadığı cem iyetin ve idrak ettiği zam anın şairidir. G eçm işe geri
dönm ek im kânsız, geleceğin ise ne getireceği bilinm ez olduğuna göre, bugünkü işi bu­
gün yapm ak, bugünü idrak edip gereğini yerine getirm ek en doğru olanıdır. "Hasbihâl"
şiirinin başına aldığı "Geçen zam an uçup gitti; gelecek ise belli değil/ Sen ancak içinde
bulunduğun hâlin sahibisin"dizleri, şairim izin zam ana bakışının özetidir.

Akif'in m anzum elerinin m utlaka bir konusu vardır. Bu konu ya bir vaka ya bir gözlem
ya da tarihî bir kıssa/ anekdot çevresinde anlatılır. Şair gördüklerini yazm akta daha bir
ısrarcıdır. Bunun için bir vesile bulup sık sık sokağa çıkar. Çünkü Âkif, "sokaktaki şairdir."
"Devrine k ad a rd a, hatta belki ondan sonra da, Â kif kadar şiiri sokağa kalabalıklar arasına,
alelâde insanlar arasına sokan bir şair bulunam az." (Okay, 1989: 60). M ithat Cem al'in o
"gözleriyle şairdi, uykusuz gözler"iyle ifadesi ne kadar mânidar.

Âkif, şiirinin yüzünü örtm em iştir. Birinci Safahat'ta yer alan m anzum elerde ibham a, ka­
ranlığa tesad üf edilm ez. Bilhassa bu kitapta, şairin "kelim e istifçiliği ve nazım ustalığı"
açıkça görülür. Burada ölçülü ve kafiyeli söylem enin şartına rağm en, anlattıklarında o
kadar rahattır. Bu rahatlıkla birlikte dil de çok yerde sadedir. M anzum elerde yapaylık ve
zorlam a görülm ez. Bir fikir verm esi için "Hasta"dan kısa bir bölüm ü aşağıya alıyoruz:

9 Midhat Cemal diyor ki, "Âkif bana iki defa ağladığını söyledi: Bir bu çocuğu yazarken; bir de "Süleymaniye Kürsüsü'Yıde İnkıraz
tasvir ederken." (Mithat Cemal, 1986:64).
10 Akif'in yakın dostlarından olan Ali Şevki Hoca'nın evi aynı zamanda bir edebiyat mahfilidir. Midhat Cemal'in deyişiyle "Birinci
Safahat'taki şiirler meşrutiyette tab'olunmadan evvel, istibdadda bu evde neşrolun"muştur (1986:53).
11 Birinci Safahatı Sezai Karakoç'un isabetli nitelemesiyle "genel sosyolojik çizgiler" saymak yerinde olur.
12 Nurettin Topçu'ya kulak verirsek,"isyan, onun bütün eserine sinmiştir." Fakat bu, "hülyaya tenezzül etmemiş" bir iradenin kutsal
isyanı sayılmalıdır (Topçu, 1970:116-17). İsyan değil belki, ama "öfke Akif'in kendinde başkasında sevdiği" bir hususiyettir. Çün­
kü Akif'e göre kızan adam çıplak gezen adam demektir. "Güler yüzlülük heyeti içtimaiyenin insanlara taktığı maske"dir (Mithat
Cemal, 1986: 54).
Dönemi ve
37
Çevresi
Öyle bir levha-i rikkat ki unutm am ebedi:

Rengi uçm uş yüzünün, gözleri çökm üş içeri;

Elm acıklar iki baştan çıkıverm iş ileri.

O şakaklar göçerek cepheyi yandan sıkm ış;

Fırlamış alnı, da m a rlarda beraber çıkmış!

Bet beniz kül gibi olm uş uçarak nûr-ı şebâb;

O yanaklar iki solgun güle dönm üş, bîtâb!

O dudaklar m orarıp kavlam ış artık derisi;

Uzamış saç gibi kirpiklerinin her birisi!

Kafa bir yük kesilip boynuna, çökm üş bağrı;

iki değnek gibi yükselm iş om uzlar yukarı.

Sehl-i m üm teni diyebileceğim iz bu özellik, gerçi bütün S a fa h a tta gözlenebilir. Berrak bir
su gibi akıp giden bu m anzum eler yapıdaki kolaylığa rağm en, şahit olanların yazdıkların­
dan öğreniyoruz ki, büyük em ek harcanarak yazılıyordu. Bunları kolayca yazılm ış sanm a­
mız için  kif elinden geldiğince güç yazıyordu (M ithat Cem al, 1986: 257).

M ithat Cem al, Â kif için "aruzun M imar SinanV'dır der. "Aruzla resim yapan adam" n itele­
mesini de yine onun için kullanır. "Vezni, kafiyeyi, kelim eyi dilediği yere sürüklüyordu.
Şiirini bitirdikten sonra adını koym uyordu; yazm adan evvel şiirinin adı vardı ve bu isimde
m anzum enin planı durur"du (M ithat Cem al, 1986: 255). A kif'in m anzum elerinde kafiye­
ler çok yerde şaşırtıcıdır. A lışıldık ses kalıplarına itibar etm ez. 0 , kendine m ahsus bir sesin
sahibidir. Bu seste "hıçkırıktan diş gıcırtısına kadar" türlü tonlara rastlanabilir. "Üç esaslı
sesi var" Akif'in. "Konuşan ses, erkek ses, m üstehzi ses." (M ithat Cem al, 1986: 324). Şurası
var ki, Safahat'ın i. Kitab'mda daha ziyade konuşan/ konuşturan ses ile m üstehzi sesi du­
yarız. Birinci seste tabiatıyla konuşm anın unsurları fazlasıyla kullanılır.

Birinci Kitap'tan yola çıkarak A kif'in şiirinin biçim ine dair belli başlı özellikleri yazacak
olursak samimîlik, sadelik, tabiîlik, yerlilik en başta gelir. Aruzda ve kafiyede ustalık, kendi­
si olm ak da bunların arkasına eklenm elidir.

Hâsılı, Âkif, bir bunalım dönem inde, her türlü güçlüğe rağm en derin bir bakışla ve bilgelik­
le aziz milletinin nabzını tutmuş, kalbini ve ruhunu paylaşm ış, vicdanını yansıtm ış; yeniden
uyanışın ifadesi olm uştur (M üftüoğlu, 2 0 0 6 :1 0 ). Safah at i. Kitap, şairin diğer eserleri gibi
ve belki de onlardan daha belirgin bir şekilde bu duyarlı bakışın m anzum öyküleri/ des­
tanı/ romanı sayılabilir.

KAYNAKÇA
Andı, M. Fatih (1995),"Safahat-Birinci Kitab'ın Devrinde Uyandırdığı Akisler", İlmî Araştırmalar, S. 1, s. 39-60.
Karakoç, Sezai (1978), Mehmet Âkif, 3. bs., İstanbul: Diriliş Yay.
Mithat Cemal (1986), Mehmet Âkif-Hayatı, Seciyesi, Sanatı-, Ankara: iş Bankası Yay.
Müftüoğlu, Atasoy (2006), "Mümtaz Bir Mübelliğ, Mümtaz Bir Mübeşşir", Kültür, S. 2, Ocak, s. 10-11.
Okay, Prof.Dr. M. Orhan (1989), Mehmet Âkif-B\r Karakter Heykelinin Anatomisi-, Ankara: Akçağ Yay.
Özlük, Nuran (2007), "Mehmet Akif'in Mısır Dönüşü ve Vefatı Günlerinin Dönemin Matbuatına Yansıyışına Dair
Bibliyografya", İlmî Araştırmalar, S. 23, Bahar, s. 151-154.
Soydan, Rüyan (2006), "Mehmet Âkif Ersoy Tarafından Yazılan ve Tercüme Edilen Eserler ile, Mehmet Âkif Hak­
kında Yazılan Eserlerin Listesi", Kültür, S. 2, Ocak, s. 105-107.
Topçu, Nurettin (1970), Mehmet Âkif, İstanbul: Hareket Yay.
M e h m e tÂkif
38
Ersoy
i

Bir Hicran Yarası:

Mehmet Akif'in Mısır


Hayatı

Caner Arabacı
Yar. Doç. Dr., S.Ü. iletişim
Fakültesi

Mebrpet Âkif, 1920'de İstanbul'da m em uriyet hayatının


en ufst denilebilecek bir görevindedir. G eçim liği de iyi­
dir. U m u r-u B aytariye m üdür m uavinliği yapm ış, Halkalı
Ziraat M ektebi'nde Kitabet ve D arülfünunda Edebiyat
dersleri verm iştir. Dârü'l-J-likmeti'l-islâmiye üyesi iken aynı
zam anda bu kurum un başkâtipliğine (Genel Sekreter) ge-
ilmiştir.

düzeyindeki iyileşm e, aile hayatına da yansır.


Iköy'de otururken çok iyi bir aşçısı vardır. Nefis
er yapm aktadır (Eşref Edib, 1962, 217). Ama o
değildir. Vatanı işgal altındadır. Başkent İstanbul
ındadır. G örevini riske atarak, Balıkesir'e gider.
Kuva-yı Milliye'ye destek verir. Ardından ailesini bırakarak
Anadolu'ya geçer. İlk M eclis'te Burdur M ebusudur. Ama
m illetvekilliği ile öne çıkm az. O M illî M ücadele'nin gürle­
yen sesi, Sevr'i Anadolu'ya, en önce ve en uyarıcı dozda
anlatan, İstiklâl Marşı'nı kalem e alan m illî şairdir.

Nisan 1923'ten sonra ise işsiz, m aaşsız dışarıdadır. Zaferin


şâdum anlığını duym aya hiç fırsatı olm az. Millî M ücadele
g ünlerinin zorlukları, ona güç gelm em iştir. O günlerin
güçlüklerini izah kolaydır. Vatan tehlikededir. Savaş vardır.
Cephede M ehm etçiğin göğüs gerdiği güçlüklere, cephe
gerisindekilerin de katlanm ası gerekm ektedir. Topyekûn
bir dayanışm a ve kalkışm a ile zafere erişilebileceğinin bi­
linci gelişm iştir. Açlık, evsizlik, kışta paltosuzluk um urun­
da değildir. Taceddin Dergâhı'nın sediri onun için lükstür
bile.
Dönemi VP
39
Çevresi
Ama zafer sonrası ona güç gelm iştir. Savaş bitm iş, C um huriyet ilân edilm iştir. Hânede altı
çocuğu vardır. Yirm i yıllık m em uriyete ilave olarak, üç yıl m illetvekilliği yaptığı, em ekliliği
hak ettiği hâlde bir türlü em eklilik maaşı bağlanm az, em eklilik ikram iyesi verilm ez. A dı­
na yapılan m üracaatlar geçiştirilir. Yurt dışına çıktığında, borç bularak zaruri ihtiyaçlarını
görm eye çalıştığında m uhtaçlığını giderecek bir gelirden yoksun bırakılır. Em eklilik ma­
aşının, ölüm ünden önceki günler çıkarılm ası bize has garipliklerden olsa gerektir."Kadın
Şairi"1 diye ünlenenlerin m illetvekili olduğu, zafer haberlerini yapm ası için Anadolu'ya
davet edildiğinde "yeni nişanlandım " m azereti ile gelm eyenlerin bile m atbaa, gazete sa­
hibi yapıldığ ı2 bir ülkede, M illî Şair, açıkta bırakılm ıştır. Üstelik başyazarı bulunduğu dergi
kapatılm ış (Sebilürreşad, 6 M art 1925); sahibi idamla yargılanm ak üzere tu tuklanıp, Şark
İstiklâl M ahkem esine gönderilm iştir (Arabacı, 2004, 96 vd.; Düzdağ, 2 0 0 4,1 2 7 ).

Bütün bunlar yetm iyorm uş gibi, 1925 yazında İstanbul'da polis takibi altına alınır. Her şey
bir yana peşine bir polisin takılm ası, Akif'in vatandan "gönüllü sürgün" kararını verm esine
yetm iştir. Büyük bir hüzün ve teessür içinde: "Arkamda polis hafiyesi gezdiriyorlar. Ben,
vatanını satm ış ve m em leketine ihânet etm iş adam lar gibi m uam ele görm eye taham m ül
edem iyorum " der (Şengüler, 1992/10, 359; Düzdağ, 2007, 4, 15). Bu durum bardağı taşı­
ran son dam la olm uştur. Ailesini de alarak, Mısır'a gider. Asırlar boyu Türk yurdu olan, on
üçüncü asırda bile Türkiye diye anılan Mısır'da ona yüreğini açan gönül dostları vardır.
Daha önce 1914, 1915'te görevli olarak, 1923 ve 1925'te de m isafir olarak gidip geldiği
bu ülkeye yerleşir.

Akif'in Mısır'daki hayatı, bir çok esere konu olm uştur3. Burada onlardan, özellikle hatırala­
rı öne çıkaran eserlerden yararlanılarak hayatı değerlendirilm eye çalışılacaktır.

Akif'in Mısır'da 1925-1936 arasında yaklaşık on bir yıl süren hayatını, Abbas Halim Paşa'sız
değerlendirm ek m üm kün değildir. Onun için öncelikle Abbas Halim bağlantısı üzerinde
durulacaktır.

ABBAS HALİM PAŞA

Âkif, 1923'te M ısır'a gittiğinde ailesi ile birlikte değildir, iki yıl kışları, Abbas Halim Paşa'nın
m isafiri olur. Paşa'nın Hilvan'daki büyük sarayı karşısında bulunan küçük köşkü kendisine
tahsis edilir. Köşk yanında, içinde ceylanlar bulunan bir bahçe de bulunm aktadır. Bah­
çeye bakan Rüstem Ağa adındaki bir Arnavut, aynı zam anda M ehm et Akif'e de hizm et
etm ekte, çayını-kahvesini yapm aktadır (Düzdağ, 2007/2, 300).

Âkif, burada sakin, müsterihtir. Hayatının en huzurlu zam anlarını orada yaşam ıştır. Onun
1 Celâl Sahir Erozan (1883-1935) için bkz. İhsan Güneş, 2001, Türk Parlamento Tarihi TBMM-V. Dönem 1935-1939II. Cilt, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Vakfı Yayını, Ankara, s. 767; http://www.aruz.com/celalsahir_anasa.htm, 25 Ekim 2007.
2 Ahmet Emin Yalman, Osmanlı son devri ve Cumhuriyet devrinde şöhretli bir gazetecidir. Bkz. M. Nuri İnuğur, 1993, Basın ve Yayın
Tarihi, Der Yayınları, İstanbul.
3 Eşref Edib (Fergan), 1381 -1962, Mehmet Âkif Hayatı-Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları, C. I, Sebilürreşad Neşriyatı, İstanbul; M.
Ertuğrul Düzdağ, 2002, Mehmet Âkif Hakkında Araştırmalar II, Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Vakfı Mehmet Âkif Araştır­
maları Merkezi yayını, İstanbul; aynı yazar, 2003, Mehmet Âkif Mısır Hayatı ve Kur'an Meâli, Şûle Yayınları, İstanbul (Burada Mısır
hayatı, Eşref Edib'ten alınmıştır bkz. S. 34); aynı yazar, 2004, Mehmet Âkif Ersoy, Kaynak Kitaplığı, İstanbul; aynı yazar, 2007, Üstad
Ali Ulvi Kurucu Hatıralar-1-2, Kaynak Yayınları, İzmir; İsmail Hakkı Şengüler, 1992, Açıklamalı ve Lügatçeli Mehmet Âkif Külliyatı, C.
9-10, Hikmet Neşriyat, İstanbul. (Şengüler, 1992/10,350'de Akif'in Mısır hayatını, Düzdağ'ın Mehmet Âkif Hakkında Araştırmalar
II adlı eserinden pasajlarla özetlediğini belirtmektedir. Ya İniz kendisi 1953'te Mısır'a giderek Ezher'de öğrenci olmuş ve Mehmet
Akif'in yakın dostu Yozgatlı İhsan Efendi ile tanışarak ondan Akif'e ait bilgiler aktarmıştır).
40
MehmetÂkjf
Ersoy
için verim lidir de. Fir'avn ile Yüz Yüze şiirini burada yazar. Şiir, Abbas Halim Paşa'nın eşi
"Fahrü'n-Nisâ Em îre Hadice Hanım efendi Hazretlerine" ithaf edilm iştir (Eşref Edib, 1962,
208). Abbas Halim (1866-1934), Prens Halim Paşa'nın oğlu, Roma'da şehid edilen Osmanlı
Sadrazam ı Said Halim Paşa'nın kardeşidir. Birara Şurâ-yı Devlet üyeliği, Bursa Valiliği, Nâfia
Nâzırlığı yapm ış, ingilizler tarafından Malta'ya sürgün gönderilm iş, Akif'in Türkiye'de ve
Mısır'da en büyük dostu, yardım cısı, gönül birliği olan "büyük hakîm "yüksek bir m üm in­
dir. Aralarında derin bir bağ vardır, idealleri, şahsiyetlerindeki yükseklik, onları birbirine
bağlam ıştır. Türkiye'de iken, paşanın H eybelideki köşkünde baş başa kalıp hasbıhal et­
tikleri gibi Mısır'da Hilvan'daki konağın sessiz, sakin odalarında o vecd, sam im iyet içeren
sohbetlerini sürdürm üşlerdir. Geçm iş hatıralarını yâd etm iş, geleceğe dair d üşüncelerini
paylaşm ışlar, "insanlığın iyiliği ve saadeti'' adına "cennetler kurmuşlardır". Âkif, paşanın,
içten duygularını açtığı, güvendiği, yüksek erdem ler bulduğu dostudur (Düzdağ, 2003,
53-58).

Fakat yardım severliği, zenginliğine rağm en, gayet sade hayatı tercih eden o m ütefekkir
prens; M ısır çölünde, Â kif başucunda iken 1934'te vefat ederek dostunu yalnız bırakır.
Âkif, bu ayrılıktan çok kederlenm iştir. "Oracıkta diz çökerek birkaç saat içinde hatm ini"
tam am lar. Donup kalm ıştır. Ağlayam az. Sonra "boynuna sarılarak; Cânan niçin gittin?"
der. Gözyaşları içinde defnettikten sonra, evine döndüğünde Mısır'da duram ayacağını
anlam ış; Paşa'nın vefatı ona, babası ardından "on dört yaşında tattığı öksüzlük acısını,
ikinci defa" tattırm ıştır (Düzdağ, 2004, 143-144). Yakın arkadaşı, Eşref Edib, Prens Abbas
Halim Paşa'sız üstadı şöyle anlatm aktadır:"O , onsuz gurbet ellerinde nasıl yaşayabilirdi?
Çok geçm eden o da hastalandı, artık orada duram az oldu, İstanbul'a döndü." (Eşref Edib,
1 9 6 2,2 2 6 -22 8 ).

Abbas Halim Paşa ile aralarındaki onca dostluk ve hukuka rağmen Âkif, ailesini Mısır'a
götürünce, köşkten ayrılarak, Hilvan'ın bir köşesinde çöl yanında ayrı bir ev kiralar (Eşref
Edib, 1962, 208).

1932 yılında Mısır'a giderek ziyaret eden Eşref Edib, kaldığı odayı şöyle anlatm aktadır:
"Eşya nam ına odasında birkaç kanepe, iki dem ir ayak üzerine konulm uş birkaç tah ta­
dan ibaret karyola vazifesini görür bir şey, bir hasır seccade, bir çift nalın, bir divit, bir de
duvarda Hikm et Bey'in Afganistan'dan gönderdiği bir seccade. Bu seccade lüks sayılır­
dı." Üstat evden eve taşınırken "konu-kom şu eşyasını görm esin diye" geceleri taşındığını
söylem iştir (Eşref Edib, 1962, 216). Üstadın evi, daha sonra bir su küpü ile zenginleşir.
Ziyaretine gelen Ihsan Efendi'ye şöyle m üjdeler: "Çok zam andan beri bir su küpü alm ak
istiyordum . Nihayet aldım . Şim di böyle suyum uzu soğutup içiyoruz." (Eşref Edib, 1962,
224).

Akif'in yanında taşıdığı babadan kalma bir sözlüğü bulunm aktadır. Babasına onu, hocası
YozgatlI Hacı M ahm ut Efendi hediye etm iştir. Mısır'da, bu hocanın ailesi hakkında Yoz­
gatlI dostuna bilgi aldırarak ilgilenir. Evinin bir başka m alzem esi üstadın yazılarını yazdığı
divitidir. Bir gün dam adı Öm er Rıza (Doğrul), divite bakarak kayınvalidesine: "Yirm inci
asır m uharririnin yazı takım ına bakınız!" der. Hanımı, dam adın bu sözünü kendisine ak­
tarınca; "Öm er Rıza, divide bakm asın; içerisinden çıkana baksın" der. Ama ardından da
m ahviyet tavrını gösterir: "İçinden bir şey çıktığı yok ya. Laf olsun diye söyledim." (Eşref
Edib, 1962, 247).
D önem i ve
41
Çevresi
Bu durum un bir sebebi vardır elbette. Âkif, sade yaşam ayı seven, gösterişe itibar etm e­
yen, tutum lu bir insandır. Ama düzenli bir geliri, işi yoktur. Buldukları da ailesi ile bir­
likte giderlerini karşılayacak düzeyde değildir. Onun için bütçesi hiçbir zam an dengede
kalm am ıştır. "Borçsuz kaldığı nâdirdir/'Yalnız m addî sıkıntısını bile, lâtife konusu yaparak
hafifletm enin yolunu bulm uştur. Para sıkıntısı olduğu zam an şu hikâyeyi a n latır:"Bir Arap
şairine d em işler:'N için bizi hiç aramıyor, sorm uyorsun?' Şair dem iş ki:'K alb im d e birkaç
yer var. Biri kasaba, biri bakkala, biri de sebzeciye... Bunları düşünm ekten başkasına yer
yok.' işte benim vaziyetim de böyle." (Eşref Edib, 1962, 220).

Âkif, İslâm dünyasında tanınm ış bir şahsiyettir. Onun için Mısır ileri gelenleri, zam an za­
man davet edip kendisi ile görüşm ekte, davetlere katılm aktadır. Yalnız Mısır ekâbirinin
konaklarına yaya gidilm em ektedir. Mutlaka otom obille, hem de özel otom obille gidil­
mesi âdettendir. O güçte olm ayanlar önde gelenler içine girem ediği gibi, yaya gelenler
de kapıdan içeri alınm am aktadır. Öm er Tosun Paşa, Âkif'in saygı duyduğu, hürm et ettiği
nam uslu birisidir. Onun için davetini kabul eder. Ama özel aracı da, kiralayacak gücü de
yoktur. Zaten öteden beri yürüm eyi sevm ektedir. Davetli olduğu konağa varınca, Berberi
kapıcılar, böylesine bir davete yaya davetlinin gelip girem eyeceğini bildikleri için içeriye
almaz, "adam yerine koymazlar". Kapıcılarla konuşurken, sesi duyan biri koşa koşa gele­
rek üstadı içeriye alır. Paşalar kendisini karşılar. Ö m erTosun Paşa, özür beyan eder. Gönül
adamı, durum u iki cepheden de iyi bilen Abbas Halim Paşa, işin farkına varm ıştır. Güle-
rek:"Â kif Bey, neye otom obile binm edin?"der. Lâtife herkesi neşelendirm iştir (Eşref Edib,
1962,223).

Âkif, sıkıntılı durum una rağmen başkalarına yedirm eyi, ikram ı seven birisidir. Abbas Ha­
lim Paşa'nın köşkünde, nefis yem eklere ülfet kesbetm iş olsa da kendi evinde, gayet sade
yem ekler yem ektedir. Sofrada çok çeşidi istem em ektedir. Bir veya en fazla iki çeşit yeter-
lidir. Ama var olanın nefis ve bol olm asını arzu etm ektedir. Sofra kurulup da yem ekler g e­
lince "câel'hak" (hak geldi) deyip, gülerek, latifeler ederek m isafirlerini buyur etm ektedir.

Sabahleyin erken kalkıp, çayı hazırladıktan sonra m isafirini uyandırm akta, birlikte kah­
valtı etm ektedirler. Eşref Edib'in anlattığına göre 1932'de eskisi gibi yem em ektedir. Gün­
düzleri sadece sabah kahvaltısı ile yetinm ekte, çay da içm em ektedir. Akşam ları ise hafif
sebze ve yoğurttan başka bir şey yem em ektedir. Sebebini de;"Burad a başka türlü yaşan­
maz" diye açıklar (Eşref Edib, 1962, 216).

Üstadın, ihmal etm ediği kesim Türkiye'den Mısır'a giderek Ezher'de okuyan öğrenciler­
dir. Ezher'deki Türk Revakının m üderrisi olan İhsan Efendi, bir kurban bayram ını anlatır.
Hilvan'da bahçesi geniş bir evde oturm aktadır. Abbas Paşa, "yeri varsa kurban göndere­
yim" diye haber gönderir. "Göndersin b irfe d d ân yerim var" der4. Bundan sonra yaptığı
işlem önem lidir. Kendisi zaten neredeyse yarı aç yaşayan Üstad, kurbanı kesip, aile boyu
ekledeyim dem ez. M edreseye gelerek, İhsan Efendi ve gurbetçi talebeleri davet eder.
Hep beraber evine giderler. Bayram laşıp kurbanı keser, yiyip-içerler. Üstat, o gün çok
neşelidir. Gençliğindeki pehlivanlığından, güreş âlem inden, İstanbul'un eski bayram la­
rından bahseder. Hatıralar nakleder, şiirler okur, güzel fıkralar anlatıp m isafirlerini şenlen­
dirir (Eşref Edib, 1962,222).

4 Feddân, Mısır'da kullanılan bir kavramdır. Bir çift öküzle, bir günde sürülebilen genişlikte toprak demektir (Devellioğlu, 1984,
304).
MehmetÂkif
42
Ersoy
AİLESİ VE ÇOCUKLARI

Akif'in ev hayatı, verim liliğini azaltacak niteliktedir. Eşi, daim î surette rahatsız olduğu için
ev işlerini hakkıyla yerine getirebilecek hâlde değildir. Onun için kendisinin doğrudan
ilgilenm esi gerekm ektedir. Bazen şöyle dem ektedir: "Bu aile gaileleri beni çok yordu. Bu
gailelerden âzâde olsaydım daha güzel eserler yazardım." 9 Nisan 1932'de yazdığı bir
m ektubunda durum unun daha ileri olduğunu ifade etm ektedir:"G önlüm harap, zihnim
perişan. Elim işe varm ıyor. Son senelerde haylice okudum . Lâkin okuduklarım dan bir is­
tifade ettim mi bilemem." Bir başka ifadesi, şair duyarlılığının uç noktası gibidir: "Hiçbir
inşirah hissetm iyorum . Bütün ruhum , bütün m aneviyatım harab. Hele üç beş gündür
beynim hercü merc içinde." (Eşref Edib, 1962, 219, 225).

Akif'in altı çocuğu vardır. Mısır'a evli olm ayan küçüklerle gelm iştir. Seyahatleri, hicretleri
vb. durum lardan dolayı çocuklarının eğitim i ile yeterince ilgilenem em iş, onların düzenini
koruyam am ıştır. Onun için çok üzülm ektedir. Bir gün çocuklarının yaram azlığına kızınca;
"M üm kün olsa da şu iki çocuğu (Em in,Tahir) verip uslu bir çocuk alsam !..."der (Eşref Edib,
1962,219).

Karısı da çocukların yaram azlıklarından şikâyetçidir. Bir defasında beyini teselli eder: ‘‘Ne
yapalım , işte bunlar böyle. Ana-baba, çocuğa taht yapar, am m a b aht yapam az!' Söz Akif'in
hoşuna gitm iştir. Olayı dostlarına anlatırken şöyle değerlendirir:"Bizim hanım bazen çok
akıllıca sözler söyler." (Eşref Edib, 1962, 245). Âkif, hâne halkı yönüyle talihsizdir. Evi, zih ­
nini, vücudunu dinlendirip, rahat ettireceği, m esut olacağı bir mekân değildir. Hanımı,
son yıllarında had safhada sinir rahatsızlığına uğramıştır. Evham lar içinde, sinir krizleri
geçirm ekte, devam lı ilâç kullanm aktadır. A kif'in bir ikinci hanım ı olduğuna kanidir. Âkif,
"Hanım , bütün hafta beraberiz. Bir Cum a günü nam aza, İhsan Efendi'ye gidiyorum , is­
tersen oraya gel beraber gidelim , seni de evine bırakırım " dese de fayda etm em ektedir.
"Aaa, ben uyuduktan sonra, sen gidiyorsundur..." dem ekte, kom şularda düğün olur, def
sesi duyulursa:"A kif'in düğünü o luyor"dem ektedir (Düzdağ, 2007, 377-378).

Mısır günleri, Türkiye'den götürülen çocuklar için çok yönlü m ahrum iyetler de getirm iş­
tir. M ısır'a yeni göçtükleri günlerdir. Ülkede yaşayan bir gencin, Arapça öğrenm esi gerek­
mektedir. Oğlu Emin'e Arapça okutm ak için İstanbul'dan bir kitap getirtir (Elm üşezzeb)5.
Durum u 29 Ramazan 1344 (17.11.1925) tarihli m ektubunda şöyle anlatır: "Kitaptan çok
m em nun oldum . Bakalım bizim Emin'e onu okutm ak istiyorum . Lisan hâfıza işi; oğlan­
da ise o m eleke ötekilerden de berbat! Ram azanın başından beri çalıştığı Tebbet yeda
Sûresi'ni Kadir G ecesi dinletebildi, o da dört yanlışla! Sonra da bana,'Baba beni hâfız mı
etm ek istiyo rsu n?'dem esin m i?'O ğ lu m böyle bir şey aklım dan geçm edi. Zaten baksa­
na, m aazallah öyle bir tasavvurum olsa bu gidişle ömrü beşer değil, öm rü beşeriyet bile
yetişm eyecek'd ed im . M amafih çocuğun gayet iyi bir hâli var: Kendisinden son derece
m em nun."(Eşref Edib, 1962, 220).

M AİŞET DERDİ/İŞLERİ

Âkif, para ve m enfaat konularında çok çekingen, alıngan ve nezih bir insandır. Kendisini

5 Arapça bir dil bilgisi kitabı.


Dönemi ve
43
Çm
C V/rA
I C Jçll

Mısır'a davet eden Abbas Halim Paşa'ya karşı bile çok dikkatlidir. Ailesini götürdükten
sonraki dönem , m addî sıkıntı içindedir. Ama haline taham m ül eder. Mısır'da tanışıp dost
olduğu A bdülvehhab Azzam , çekingen bir şekilde kendisine üniversitede Türkçe m ual­
limliği teklif ederek: "Âkif Bey, bilmem ki size zor mu gelir? Zahm et olur mu?" diye sorar.
Akif'in cevabı şöyledir: "Doktor, size bunu ben arz etm ek istiyordum. Sizinki keram et gibi
oldu. Param bitti, çareler düşünüyordum ..." Azzam , hâlâ çekingendir: "Efendim , Kahire'ye
gidip geleceksiniz, çoluk-çocuğa gram er okutacaksınız" deyince, Azzam'ı ağlatan şu ce­
vabı verir: “Ham allıkyapm aya da razıyım..." (Düzdağ, 2007, 378).

Hilvan'dan Kahire'ye gelip giderek hocalık yapm aya başlar. Ama eşinin hastalığı, m em ­
leketteki pahalılık onu sıkıntıya sokm aktadır. Yakın dostu Eşref Edib'e m ektuplarında
bahsettiğine göre "yol parası bulm akta" güçlük çekm ektedir. Kızı Cem ile'nin hastalığını
öğrendiğinde, "geçinm ekten aciz" durum daki dam adı Ömer Rıza'nın, günlük hastane
masrafı olarak "iki buçuk lirayı" ona yardım olarak verem em ekten üzülür, çünkü kendisi
de borç içindedir. Bir ara G irit'te oturan (1931) eski dost Eşref Sencer Kuşçubaşı'dan"beş-
on lira" borç istemiştir. Aynı şekilde Eşref Edib'e, durum u elverişli ise"beş-on lira gönder­
m esinin çok m akbûle geçeceğ in i"bildirir (Şengüler, 1992/9, 4 8 1 ,4 9 7 , 511).

Ata yüreği, bu arada kendisinin anılıp sorulm am asına da üzülm ektedir. Eşref Edib'e yaz­
dığı şu tek cüm le, acı bir sitem le karışık hatırlatm ayı içerm ektedir: "Öm er Rıza Bey oğ­
lumuza, Mısır'da kendisinin bir kayınbabası olduğunu ve henüz rahmet-i Hakk'a intikal
etm ediğini anlatabilirsen çok büyük iş görürsün." (Şengüler, 1992/9, 504).

Yakınlarının da kendi derdine düştüğü bir ortam da Âkif, gurbet çilesini doldurm aya d e­
vam etm ektedir.

HOCALIĞI

Mısır Dârülfünununda (el-Camiâtu'l-M ısrıyye) yeni ders verm eğe başladığı sıra (1929)
İhsan Efendi; "Nasıl, Arapçayı kolaylıkla takrir edebiliyor m usunuz?" diye sorar. Cevabı,
onun inceliğini, m ahviyetini ortaya koym aktadır: "Derse başladığım zam an talebeye öyle
dedim : Siz benim Arapçam a gülmeyin. Ben de sizin Türkçenize gülm eyeyim... Geçinelim!"
(Eşref Edib, 1962, 246). Âkif, tevazuundan böyle söylem ektedir. Sokak A rapçasının konu­
şulduğu Kahire'de, Mısırlı talebeye Kur'an Arapçası ile Türk edebiyatını okutm anın (Cün-
dioğlu, 2000, 37) şaşırtıcı durum unu öylece ifade ediverm iştir.

Âkif'in Mısırdaki talebelerinden birisi, Mısır Dârülfünunu'ndan m ezun, m eşhur seyyah­


lardan M ehm et Tevfik Efendi'nin oğlu M ehm et Beydir. Türklük, M üslüm anlık sevgisi ileri
olan M ehm et Bey, Mısır'da Arapça Kem al Atatürk adlı eserini yazıp yayınlam ıştır. M ehm et
A kif'ten, özel olarak üç sen eTü rk Edebiyatı dersi alm ış, Safahat'\ baştan sona kendisinden
okum uştur. Üstat, derslerde neşeli olm akta, bazen coşarak kalkıp hem gezm ekte hem de
sevdiği bir şiiri ayakta okuyup tekrar etm ektedir (Eşref Edib, 1962, 253-254).

Âkif'in, Mısır'da son eğitim ciliği, Prens Aziz Hasan'ın çocukları üzerinde olm uştur. Dersi,
Mısır Kralı Fuad'ın kız kardeşi Prenses Nimet M uhtar'ın sarayında verm ektedir. Hastalığı
ilerleyip devam edem ez hâle gelince, görevden affını ister. Prenses de çocuklar da üzül­
müşlerdir. Hatıra olm ak üzere beraber bir fotoğraf çektirm ek isterler. Sarayın bahçesinde
44
Ersoy
çektirilen fotoğraf eline gelince  kif; "Gölgemi canlı cenaze gibi serilmiş görünce çok m üte­
essir oldum " der. İstanbul'daki kızı Cem ile'ye fotoğrafının ardına şu kıtayı yazıp gönderir:
"Şu serilmiş görünen gölgem e imrenm edeyim / Ne saadet, hani ondan bile m ahrumum ben.
/ Daha yıllarca eminim ki, hayatın yükünü / Dizlerim titreyerek çekm eye m ahkûm um ben. /
Çöz de artık yüküm ün kör düğüm olmuş bağını; / Bana çok görm e İlâhî bir avuç toprağını!"
Kızı, fotoğraf ve şiirden etkilenerek; "Ah babacığım ne hâle gelm işsin!" diye m ektup yaz­
m ıştır (Eşref Edib, 1962, 248).

Âkif, şiir yazm ayı, ciddi, sürekliliği olan bir iş olarak değerlendirm ektedir: "Şiir çok nankör­
dür. insan, beş sene çalışır, şiirle uğraşır. Sonra beş ay terk etse beş senelik m esaisi heder olur.
Daima üzerinde işlem ek lâzım." Aslında, "şiirin ilhamı azdır. Şiir çalışmakla, uğraşm akla olur.
Zannederler ki şair, tabiat karşısında oturur, ilhamlarını toplar, hemen kalemi eline alarak
şiirini yazar. Hiç de öyle değil. Odaya kapanıp ter dökecek, düşünecek, yorulacak, uğraşacak.
Yüz ter dökerek bir beyit m eydana gelir. Ben manzaraları odam a getirir, orada kafa yora­
rım. Ter döker, dört duvar arasında şiirimi yazarım. Ben şiir yazm adan evvel çok düşünürüm .
Tam bir m ühendis gibi, bir m im ar gibi... Bir bina başlayacağı zam an nasıl ki m im ar evvela
düşünür: Şurada oda, şurada merdiven, şurada salon, şurada m utfak, şurada banyo.... Pla­
nını yapar krokisini çizer, en son binaya başlar.... Tıpkı ben de öyleyim." Bundan sonra eserin
sunuşunu, girişini nasıl yapacağını, sonuca nasıl ulaşacağını da hesaplam akta, istediği
neticeye varm aktadır. Örneği büyüteçtir: "Güneşin dağınık huzm eleri yakm az. Fakat bu
huzmeler, m ihrak noktasına gelir de orada teraküm ederse yakar, iş o noktayı bulmaktır. Bü­
tün m ukaddim at bir noktada tecem mu ederse şiir ancak o zam an m üessir olur." Şiirin "Ana­
dolu m ektubu" gibi yazılam ayacağını vurgulam aktadır. Mısır'dan Hafız Asım'a yazdığı bir
m ektubunda,"G ece tarzında bir m anzum e daha karalam ak"istediğini ama henüz m uvaf­
fak olam adığını belirtm ektedir, ilerler gibi olm akta, geri dönm ektedir. Kaç defa bozmuş,
kaç defa değiştirm iştir. Dilde, anlaşılır olm adan yanadır. Onun için Asım , diğerlerine göre
daha sade ve Türkçedir. O Hâmid gibi, ya gökte uçmayı veya yerin dibinde dolaşm ayı
değil, yeryüzünde yürüm eyi sever. Hayale dalm az, ifadesi ayrım ı çok net ortaya koym ak­
tadır: “Ben adî şeylerden bahsederim . M eselâ bu, taş. Ona taş derim. Haceri sem avi demem.
Bu, tahta. Ona tahta derim. Taht dem em .... Her şeyi olduğu gibi görür, göründüğü gibi tasvir
ederim. En fukara m uhitlere gider, onları bir ressam gibi aynen tespit etmeye çalışırım." Şii rde
ayırıcı özelliği; "her şeyi olduğu gibi görm ek ve göstermektir." Onun için M ahalle Kahvesi'ni
dinleyen bir kahve sahibi, “Bu h erif m uhakkak böyle kahvelerde yetişti, demiştir."

Yalnız şiirin, m aişete yansıyan yönü ile ilgili değerlendirm esi de, tecrübe ile sabit kesinlik­
tedir. Şöyle der: “Şiir karın doyurmaz!' (Eşref Edib, 1962, 249, 256-257, 259, 263).

Üstadın, gurbet elde uğraştığı işlerden birisi de Safahat'ın bir bölüm ü olan Gölgeler'i
bastırm ak olm uştur. Yalnız, baskı aşam asında çok yorulur. Kitabı basan m atbaanın adı:
G ençlik Matbaası (Matbaatu'ş-Şebab)'dır. Şöyle der: “Şu Gençlik M atbaası beni ihtiyarlattı
(ŞeyyebetnîM atbaatu'ş-Şebab)." (Eşref Edib, 1962, 252).

Mısır hayatında, bildiklerini insanlara verm e konusunda bir gayreti vardır. Ama öğrenm e
aşkı, ilerlem iş yaşına rağm en durm uş değildir. Kahire'deki edebiyat çevrelerinin etrafında
küm elendiği iki büyük edipten birisi olan Mustafa Sadık er-Râfiî tanım akta, okuyup be­
ğenm ektedir. “Eğer ağır işitm eseydi; kendisi ile Arap edebiyatı okurdum ." demiştir. Zira Râfiî,
sağır denecek kadar ağır duym akta, kendisi ile konuşup anlaşm ak zahm etli olm aktadır
(Düzdağ, 2007/2, 306).
Dönemi vp
Çevresi -
MUSİKİ İLGİSİ

Âkif M ısır'da/'vatandan cüda" olm anın kahrını yaşarken, ruhunu dinlend irm ek için za­
man zam an, sanat m üziğinin kendisini alıp götüren nağm elerinin kollarına bırakm ak­
tadır. Çok taş plâğı yoktur. Ama olanların özel değerleri vardır. Yem ekten sonra biraz
gramofon çalm aktadır. Çok sevdiği için ilk ö n ce Şerif M uhiddin'in plâklarını çalm aktadır.
Onu, "elini şakağına koyarak derin bir sükûnet içinde" dinlem ektedir. M uhiddin, Mısır'ın
m usikî dehasına sahip bir sanatkârıdır. M ızrap darbeleri ile istediğini tasvir edebilm ek­
tedir. Dinlerken, çölde giden bir kafilenin yokuşlara tırm anışı, vadilere inişi, kızgın çölde
yürüyüşü, gece, gündüz, üzüntü, neşe insanların zihninde âdeta canlanm aktadır. Ama bu
sanatkârın, üstatla ortak bir yanı vardır. O da gurbettedir. Mısır'da kıym eti bilinm em iştir.
Öyle bir yüksek dehanın, yabancı ülkelerde kalm asına üzülm ektedir (Eşref Edib, 1962,
218-219).

Âkif'in m est olarak dinlediği bir başka sanatkâr, Tam burî Cem il Bey'dir. Hafız Kemâl'in
M evlit plâkları, ayrıca "ona ruhanî büyük birzevk"verm ektedir. Mısırlı Şeyh Ali M ahm ud'un
plâklarını da dinlem ektedir. Mısır'dan ayrılırken sevdiği bütün plâklarını gram ofonla bir­
likte M ehm et Bey'e hediye etm iştir (Eşref Edib, 1962,217).

Âkif, gezm eyi, yürüm eyi sevm ektedir. Onun için her akşam üzeri en az iki saat yürüm ek­
tedir. Gezdiği yerlerden birisi, Hilvan'ın Çin tipi yapılm ış, içinde Buda heykeli de bulunan
bahçesidir. Buda heykeli çevresine yerleştiren talebelerini, seyredip düşünceye dalm ak­
tadır. Fakat en çok etkilendiği yer Nil kıyısıdır. Nil kenarında gecenin geç vakitlerine kadar
oturm aktadır. Ö zellikle Nil'in taştığı Ağustos-Eylül aylarında, bu nehri seyretm ekten zevk
alm akta, dalgın seyri arasında: "Şu Nil ne m übarek şey! Hem su getirir, hem toprak!" dem ek­
tedir. Sevdiği arkadaşları geldikçe, onları Nil kenarına götürüp, çaylar ikram etm ektedir
(Eşref Edib, 1962, 221-222).

DOSTLARI

Âkif'in Mısır'daki dostları, "İslâm-Türk asalet ve kibarlığının en yüksek örnekleridir." Hep­


sinin ortak yanı, Türkiye ile bir şekilde bağlantılarının olm asıdır. Türkçe konuşan, Türk­
çe bilen, Islâm M edeniyeti değerlerine sam im iyetle ilgi duyan insanlar, onun yüreğine
ulaşm ak için yol bulabilm ektedirler. Bir çok eserini Türkçeye çevirdiği, Mısır âlim lerinden
Ferid Vecdi ile görüşürlerken Âkif, kendi tabiriyle "Birgivî Arapçası ile konuşm aya başlar!'
İslâm düşünürü Ferid Vecdi şaire şöyle der: "Zahm et çekme, ben Türkçe bilir." (Eşref Edib,
1962, 246).

Âkif'in dostları arasında, Mısır'ın yüksek şahsiyetleri kadar Türkiye'den eğitim için gitm iş
gurbetçi öğrenciler arasında da gönül bağı olan gençler bulunm aktadır. Hatta orada eği­
tim gören bir öğrenciye, üzerinde çok em eği bulunan, fevkalade önem verdiği mealini
vasiyeti ile birlikte teslim etmiştir.

HALİM BEY

Mısır ileri gelenleri, zaten Türk kökenlilerdir. Bunlardan, vefatına kadar kendisini him a­
MehmetAkif
46
Ersoy
ye eden Abbas Halim Paşa gibi, çok sevdiklerinden birisi de Prens Halim Bey'dir. Batı ve
doğuyu iyi tanıyan, yüksek bir düşünür olan Said Halim Paşa'nın6 oğlu Halim Bey, yılın
çoğunluğunu İstanbul'da, kışları birkaç ayı Mısır'da geçiren birisidir. Babası Said Halim
Paşa'nın "asaletini, irfan ve zekâsını, yüksek fazilet ve seciyelerini yaşatan m üm taz bir
şahsiyet"tir. Üstat, Halim Bey ile sohbetten zevk alm aktadır. Âkif, çok prens görm üş bi­
risidir. Ama Halim Bey'le ilişkisi farklıdır. Onunla Mısır'a geldiği zam an haftanın birkaç
günü beraber olur, edebiyat, m usikî, sanayi nefîse, felsefe, sosyoloji üzerine gece geç sa­
atlere kadar sohbet ederlerdi (Eşref Edib, 1962, 233-234). Baba dostluğundan ilerleyen
bir yakınlıkları vardı. Âkif, yıllar önce Said Halim Paşa'nın yazılarını çevirip, Sebilürreşat'ta
yayınlam ıştı.

Mısır'da sürekli ziyaret ettiği, sıkıldığında yanına koştuğu, sam im i, vefakâr bir başka dos­
tu; Im adettin Bey'dir. Adı geçtikçe; "Allah razı olsun, onun çok iyiliklerini gördüm . Çok
mert, çok vefakâr bir d o sttur"d iye anm aktadır. Haftada bir defa da olsa ona uğrayıp soh­
betinden zevk alm aktadır (Eşref Edib, 1962, 235).

YOZGATLI İHSAN EFENDİ

Âkif'in hayatında özel yeri olan Mısır'daki Türk öğrencilerden biri, YozgatlI Ihsan Efendi'dir.
1925'te Mısır'a giderken aynı vapurdadırlar.Tanışm a orada başlar7. İhsan Efendi Ezher'de
eğitim ini tam am layarak Kahire'deki Sultan M ahm ut M edresesi'ne m üderris olur. Birinci
Sultan M ahm ut'un 1164/1751'de yaptırdığı bu yirm i dört odalı, altm ış talebeyi barındı­
ran medrese, Türk talebelere m ahsustur. Baştan bu yana da m üderrisleri hep Türk'tür.
İhsan Efendi, bir süre Sultan M ahm ut'ta göreve devam ettikten sonra Cam iu'l-Ezher'in
karşısındaki M ehm et Bey M edresesi'ne m üderris olur. Ezher'deki Türk Revakı'na bağlı,
Türk talebelerin kaldığı bu medrese Âkif'in en çok uğradığı yerlerdendir. Özellikle Cuma
günleri gelm ektedir.Talebelerle beraber cam iye gitm ekte, dönüşte de akşam a kadar ora­
da kalmaktadır.

Cam ide görm e özürlü Hâfız Şıh Rıfat, nam azdan önce m ukabele okum aktadır. Âkif, onun
okuyuşuna m eftundur: "Sim aların insanda değişik tesirler uyandırm ası gibi, seslerin de te­
sirleri var. Bu şahsın sesinde, gözle görülm eyen, fakat gönüllerle sezilen, ruhla duyulan bir
cazibe var.... Şıh Rıfat, âm â olduğundan mıdır, m ânayı bilerek okuduğundan mıdır, nedir
daha tesirli oluyor. Dokunaklı âyetlerde, celâlli âyetlerde ağlıyor. Onun ağlam ası bana çok
dokunuyor. Gözüm belki ağlam ıyor am a gönlüm ağlıyor, kalbim yanıyor." (Düzdağ, 2007,
3 3 1 ,3 7 6 ).

"Üstadın m edreseye geldiği günler", talebeler için "bayram " olm akta, ne surette ikram
edeceklerini şaşırm aktadırlar. Ihsan Efendi'nin anlatım ı durum u açıklar: "Diyarı gurbette
o, bizim babam ız, hocam ız, her şeyimizdi. Onu gördükçe memleketim izi görm üş gibi olur­
duk. O, ne yüksek insandı! Ne m ücessem faziletti! Milletimizin büyük şairi, büyük tevazu
gösteriyor, bizi ziyaret ediyor.... Göğsüm üz kabarır, kalbimiz genişlerdi. Onunla birlikte geçir­
diğim iz zam anlar hayatım ızın en kıym etli zam anlarıdır." Âkif, onlara şiirler okuyup, güzel
sözler, güzel hikâyeler anlatm akta, öğütler verm ektedir. Onlar da bu arada hizm ete koş­
m aktadırlar, İhsan Efendi güzel çay dem lem ekte, Bayram içli M ehm et Eşref nefis tavuk

6 Bkz. Sait Halim Paşa, 1998, Buhranlarımız ve Son Eserleri, Hazırlayan: M. Ertuğrul Düzdağ, İz Yayıncılık, İstanbul
7 Bkz. Düzdağ, 2007/1,331 vd. İhsan Efendi, İKÖ Genel Sekreteri Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu'nun babasıdır (Düzdağ, 2007/1,352).
Dönemi ve
47
Çevresi
çorbası yapm aktadır. Üstadın ziyareti biraz gecikse, Ihsan Efendi onu davet etm ektedir.
Okuyan gençler için öğütleri önem lidir. O nlara; “insan bir gayeye vasıl olm ak için m esaisini
bir m evzua hasretmeli, dağıtm am alı""\yi\enn tem belliği kötülerin faaliyetidir.", “ingilizlerin
dünyaya hâkim olm alarının sebebi, fenalar fenalık yapınca iyiler derhal önüne geçerler, bir
kenaraçekilipyangelm ezler.'',"insan iki şeyi bilm elidir: Biri haddini, diğeri de hesabını. Ben
haddim i bilirim am m a hesabım ı bilmem", "İyilik m efhum u bizde menfidir, m üspet değil.
Meselâ bir adam iyidir dediğim iz zam an, şunu yapam az, bunu yapam az, kim seye bir fena­
lıkta bulunm az, m anâsını kastederiz. Yoksa şunu yapar, bunu yapar, şöyle iyiliklerde bulunur
manâsını düşünmeyiz.", "Şöhret beylik malı gibidir, kapanın elinde kalır." türü öğütler ver­
mektedir. İhsan Efendi'ye Esterâbâdî'den okuduğu beyit, âlim değerlendirm esi konusun­
da etkilidir: "Âlimler görüyorsun, ilmi var, irfanı yok. Kuşlar görüyorsun, kanadı var, uçm ası
yok."O Farsça beyit şöyledir:"Âlim anrâ ilm hest ü râz n îst/M ü rg â n râ bâl hest pervâz nîst"
(Düzdağ, 2007, 383).

Ayrıca gençleri araştırm alara teşvik etm ektedir. Annesinden çok darbım esel öğren­
miştir. M eclislerde onlardan birkaç tane söylem ektedir. Bu doğrultuda İhsan Efendi'yi,
Yozgat'taki darbım eselleri toplam aya teşvik eder. O, topladıklarını üstada okuduğu za­
man bunlar içinden birini çok beğenm iştir: "Dost kazan, düşm anı anan da doğurur."

YozgatlI İhsan Efendi, Âkif'in düşüncelerini paylaştığı birisidir. Bir gün, M ısırlılarla Türkle­
rin Kur'an okuyuşları hakkında görüşürken İhsan Efendi, "Peygam berim izzam anında fo ­
n ograf olup da o zam anki okuyuşlar, tarzı telaffuzlar m uhafaza edilmiş olsaydı, şim di ihtilâf
olmazdı." der. Üstat, insanların bütün fillerinin, bütün hareketlerinin kaydedildiğinden
hareketle, seslerin de kaydedildiğini düşünm ektedir. Ö ngörüsü şöyledir: "Madem ki, ağız­
dan çıkan söz gaip olmuyor, fo n ograf ve radyo bunu ispat etti; bir gün gelecek, fen terakki
edecek, olabilir ki, geçm iş zam anlarda söylenen sözler de alınabilecek." (Eşref Edib, 1962,
241-245).

Âkif, İhsan Efendi'den gördüğü dostluk ve yakınlığı hiç unutm am ıştır. Ona defalarca şunu
söylem iştir: "Ey bana gurbet elleri on senedir aşina kılan Ihsan Efendi. Sana bir ananın, bir
babanın, evladına duası gibi dualar ediyorum ..." (Düzdağ, 2007, 375).

Âkif, Mısır'dan ayrılm adan önce son bir defa daha İhsan Efendi'nin ziyaretine gider."Canlı
cenaze gibi kendisini karyolanın üzerine atm ış, uzanm ış"tır. Hayli istirahat eder. Bir şeye
üzülse yahut neşelense koşup geldiği m ekâna bu son gelişidir. Gördüğü sam im iyet ve
hürm etle gam ının dağıldığı, neşesini yaydığı yere bir daha uğrayam ayacaktır (Eşref Edib,
1962,252).

AZZAM LAR

Âkif'in Mısırlı dostlarından ikisi Azam ailesinden Abdurrahm an Azam ve yeğeni Abdül-
vehhab Azzam'dır. Abdurrahm an A zam ,"Türklere karşı çok m uhabbeti olan"Trablusgarp
M uharebesi'nde "gönüllü olarak Türklerle beraber İtalyanlara karşı harp etm iş" birisidir.
1930'lu yıllar Mısır'ın, İran, Irak, Afganistan elçiliğini yapm ıştır. Sevdiği, değer verdiği bir
kimsedir. Onun yeğeni Mısır Dârülfünunu (Üniversitesi) Farsça m üderrisi olan A bdurrah­
man Azzam , aynı zam anda Hilvan'da kom şusudur. Arap edebiyatçılarından, güzel yazıp,
söyleyen birisi olan A zzam ,Türkçe de bilm ektedir.Türk edebiyatının büyüklerinden birisi
Mehmet&kjf
rArvi I
48
Ersoy
olarak tanıdığı A kif'le irtibatı, Türkiye ziyareti ile başlar. Türkiye'de sorduğu şairin Mısır'da
olduğunu öğrenir. Döndükten sonra ziyaret ederek tanışırlar ve o ilişki, Mısır'dan ayrılın­
caya kadar sürer. "Az söyleyip çok düşünen, uzun sükûtları, inzivayı seven, toplantılardan
kaçan"Â kif, Azzam 'ın aradığında evinde bulduğu bir ediptir. Yaz geceleri beraberce Hil-
van sokaklarında dolaşırlar, konuşa konuşa gezip-yol alarak şehir dışına çıkar, geri döner­
ler. Üstat, yürüm ekten yorulm ayan birisidir. Arap, A cem ,Tü rk edebiyatı üzerine sohbetler
edip kitaplar okurlar. Âkif, öğrenen, öğreten, sürekli bilgiye açık birisidir. Azzam'a Mu-
ham m ed ikbal'i tanıtır, ikbal'e karşı kendisinin özel bir ilgisi vardır. Onun ufak bir risalesi­
ni, M illî M ücadele günleri Ankara'sında okum uş ve "Hind'in İslâm şairini" kendisine ben­
zetm iştir. M illî Şair, İngiliz ve İngiliz em peryalizm inin m aşaları ile vatanı kurtarm a m üca­
delesini verirken; ikbal, Hint kıtasında İngiliz söm ürüsüne karşı boğuşm aktadır. G ıyabî bir
yakınlıkları doğm uştur. Ayrıca İkbal, Ordu dili (Urduca) ile yazan, Mevlânâ'ya m ürşidim
diyen, A rapça, Farsçası iyi, çok güzel gazelleri olan bir şairdir. Âkif, ikbal'in bazı gazellerini
okurken, onların kendisine "sarhoş gibi nara attırdığını" belirtm ektedir. Azzam 'la birlikte
ikbal'in Peyam-ı M eşrık, Esrar-ı Hodî, Rumuz-ı B îhodîadlı eserlerini okuyup m ütalaa eder­
ler (Eşref Edib, 1962, 236-240).

Mısır'da Ezher ulem asından görüştüğü kişi, yalnız Ezher Reisi Şeyh Meragi'dir. Bu zat,
Türkleri, Türk talebeyi çok sevm ektedir. Orada, Türk talebelerin "m üm taz bir yeri" vardır.
Şeyh, Mısır Kralı Birinci Faruk'a tavsiye ederek Türk talebeye bin Mısır lirası tahsisini sağ­
lamıştır. Ayrıca Şeyh, M uham m ed Abduh'un m ektebinden yetişm iş, onun yolunu takip
eden birisidir (Eşref Edib, 1962, 247).

Âkif'in Mısır'da, çok sık olm asa da görüştüğü şahsiyetlerden ikisi, Şeyhülislâm Mustafa
Sabri ve oğlu İbrahim Sabri'dir. M ustafa Sabri ve oğlu, Â kif'in şiirlerine hayrandırlar. Şiirle­
rini övdükleri zam an, utanıp terlem ekte, m endiliyle alnını silm ektedir. Yalnız baba-oğul,
siyasî tercih yönünden, ittihat ve Terakki hasmı bir anlayışa sahiptirler. Mustafa Sabri, ne­
ticede benzer gördüğü hâlde Hürriyet ve İtilâ fa ; Â kif de kayıtsız-şartsız bağlılık yem ini
etm ediği halde bir süre ittihat ve Terakki'ye katılm ıştır. Ayrıca A kif'le, Dârü'l-Hikmeti'l-
islâmiye'de üye olarak aynı dönem de bulunm uşlardır. Ama Âkif, Mustafa Sabri uygun
görm ese de Anadolu'ya katılm ıştır."M illî M ücadele sırasında Mustafa Kemal'e neden des­
tek o ld uğunu"sorunca;"Anadolu, Yunan ordusu tarafından işgal edilirken, tercih yapacak
zam an olm adığını" söyler. İşin önem li yanı, gurbette, benim sem ediği gelişm elerle ilgili
yazm ası teşvikine karşı; "Efendim , vaktiyle yazacağım ızı yazdık. M em leket bu hâle gel­
mesin diye çırpındık durduk..." der8. Ülkede kendisini, fikrini dışlayan yönetim aleyhine
yazm az, yurt dışında bile m uhalefete katılm az. Bir gün İbrahim Sabri, "Şair-i maderzat",
"Şair-i Azam im iz" dediği Akif'e, Türkiye'de yapılanları kalem iyle neden tenkit etm ediği­
ni sorar. Cevap şöyledir: "İbrahim Bey, ben yalan söylem em ; Allah'ım şahiddir, yem in de
etm em .... Yem inim olsun ki, m ecalim kalm adı; kendim i toparlayam ıyorum . Bu yapılan ­
lar bana çok ağır geldi. Perişanlığım ın derecesini size şöyle anlatayım : Secde-i sehivsiz
nam az kılam az oldum . Yahu nam azda dalıp gidiyorum . Zihnim öyle perişan...." (Düzdağ,
2007/2, 112-114).

8 Âkif'in, Mısır'daki çileli durumunu, kendini en iyi anlayan İhsan Efendi'ye şöyle anlattığı bir başka yerde nakledilmektedir: "Bitki­
nim yahu! Hâlim kalmadı. Biz, memleket bu hâle gelmesin diye, on beş sene koştuk, çalıştık, yazdık... Olan oldu. Şimdi elden ne gelir?"
(Düzdağ, 2007/2,154).
YAZI HAYATI

Âkif'in Mısır'da yazm ayı düşündüğü, planladığı eserleri vardı. Kur'an çevirisine çalışıyor­
du. Yazıp yayınladığı şiirleri vardı (Eşref Edib, 196 2,2 6 9 -28 3 ). Bunlar içinde yayınları, 1931
yılı ve öncesine aittir. 1931 sonrası için o düşünen, inceleyen, gürleyen seste açık bir tu ­
tukluk gözükm ektedir.

Onun Mısır hayatının başat eseri, Kur'an çevirisidir. Ç o kzam an ve em ek harcam ıştır. Onca
em eği ile birlikte yok edilen Kur'an çevirisine, atfettiği önem ve ciddiyet büyüktü. "Yük­
sek seviyede ilim, irfan, yüksek ahlâk sahibi ve çok vakur bir insan olan"Yozgatlı M ehm et
İhsan Efendi ile bu konuda sık b uluşuyor ve istişarelerde bulunuyordu. Ş engüler'in, İhsan
Efendi'den bizzat dinleyerek aktardığı çalışm a şekli şöyledir: "Âkif, Kur'an tercüm esinde
son derece titiz davranıyordu. Birkaç ayetin tercüm esini yapıp son şeklini verdikten sonra
alır bana getirirdi. Son şekli birlikte gözden geçirirdik. Bazen ufak tefek değişiklikler yapm ış
olurduk. Tercüme edilen Allah kelâmı olduğu için kendisini büyük bir sorum luluk altında his­
sederdi. Birlikte gözden geçirdiğim iz kısım lar üzerinde vicdan rahatlığına ulaştığı anlaşılırdı.
Ben, son şeklini verdiğim iz kısımların artık bittiğini kabul ederdim. Am a bir m üddet sonra bir
de bakardım ki falan satırdaki filan kelimeyi atıp yerine yeni bir kelime koymuş. Ve bu yeni
kelime sayesinde ayetin Türkçe anlam ına yepyeni bir mükem mellik kazandırılmış. Kur'an't
baştan sona bu suretle tercüm e edip bitirdi. Ve peyderpey birlikte gözden geçirm iş olduk.
O arada hastalanm ıştı. Tercümeyi bana teslim etti ve şu tavsiyede bulundu: 'Bu eserin bu
hâliyle neşredilmesine içim razı değildir, inşallah iyileşirsem bir daha gözden geçirip düzelt­
m eler yaptıktan sonra neşrederiz. Hem de ipek kâğıda... Şayet iyileşmezsem, sana vasiyetim,
bu eseriyakm andır. Böylece ortadan kalkmış olur." (Şengüler, 1992/10,230).

Âkif'in o kadar titizlenerek, âdeta üstüne titreyerek hazırladığı eserinin, 'iyileşm ezsem '
kaydıyla yakılm asını vasiyet etm esinin nedeni bellidir: Türkiye'de ibadetlerde Kur'an'ın
Türkçe okunm ası fikri.... Ayrıca, yeniden gözden geçirm e fırsatı bulam adan yayınlanm a­
sından vicdan azabı duyacaktır. Hüküm etin de destek verdiği Türkçe ibadet fikri doğ­
rultusunda çevirisinin, benim sem ediği dinde reform çalışm asına alet edilm esi onu,
"M anevîm esuliyet altına sokacaktır. Bu arada Türkiye, elçilik kanalıyla tercüm eyi defalar­
ca istem iş, A kif'ten sonra aynı konuda İhsan Efendi de sıkıştırılm ıştır. Eseri korum a ko­
nusunda İhsan Efendi, Âkif'in vefatından sonra da kendisine duyulan güveni boşa çıkar­
maz. Elindeki tercüm eyi kim seye verm ez. Ama yakam az da. Hatta kendi el yazısı ile ikinci
bir nüsha çoğaltıp ciltleterek çalışm a odasında ayrı bir çekm ecede korum aya alır. Ama
1961'de vefatından önce oğlu Ekm elettin'e Âkif'in nüshalarının bulunduğu gözü işaret
ederek onların, vefatından sonra yakılm asını vasiyet eder. Ortaokul öğrencisi Ekm elet-
tin, babasının vefatı üzerine başsağlığı dilem eye gelenler içindeki Şeyhülislâm Mustafa
Sabri'nin oğlu İbrahim Sabri'ye durum u açar. Bu zat, dönem i-değişim sürecini değerlen­
direcek durum da değildir. A rtık 1930'lardaki gibi nam azda Kur'an yerine m ealin okun­
ması tehlikesi kalm am ıştır. Ne yazık ki İbrahim Sabri, onca riske, dürüstlüklerine rağmen
yakm aya el uzatam ayanların eserlerini; vasiyet edileni de edilm eyen ikinci nüshayı da
bir araya getirterek, sobasız Mısır hanelerinden Şengüler'in kaldığı evin balkonunda beş
Türk öğrencinin şahitliği altında yaktırır (Şengüler, 1992/10, 2 3 0-234; Düzdağ, 2007/2,
153). Onun için m aalesef, Âkif'in Mısır hayatını neredeyse kaplayan en önem li eseri za­
m anım ıza ulaşam am ıştır.

Âkif'in, ayrıca edebiyat vadisinde geleceğe bırakm ayı düşündüğü önem li eserleri vardır
Mehmet^^jf
50
Ersoy
Asım'ın ikinci kitabı, istiklâl Savaşı, Hz. Peygam ber'in Veda Haccı, Selâhaddin Eyyûbi'nin
kahram anlık örneği, İstanbul'un Fethi, A lparslan'ın M üslüm anlara İstanbul yolunu açm a­
sını sağlayan çabaları bunlardandır. Emel uzun, öm ür kısadır. "Allah ecelden eman verirse
bunları yapm ayı düşünüyorum . Ancak hepisinden önce hatıralarım ı yazmalıyım. Bunu uzun
zam andır düşünüyorum . Kur'an tercümesiyle m eşguliyetim onu geciktirdi. Hâlbuki ne yapıp
yapıp yazıp bazı gerçekleri milletimizin ve Islâm âlem inin önüne koym ak lâzımdır." diyordu
(Şengüler, 1992/10, 366).

Yazm ak için ortam ın elverişli olması gerekiyordu. Her şeye rağmen Âkif'in uygun ortam ı
gözetlediği bir gerçektir. Maişet derdi ile"Hiivan'dan Cize'ye kadar gidip-gelm ekten, ders
okutm aktan yorulm uş, m em leketinde sakin ve tenha bir inzivagâha çekilip son günlerini
orada son şiirlerini yazarak geçirm ek" istiyordu (Eşref Edib, 1962,234).

Asım planı şöyledir:"Asım Avrupa'dan dönüyor, istiklâl Harbi'ne iştirak ediyor. Asım'ın bu
m uharebedeki yararlıkları... istiklâl Harbi'nin büyüklüğü... Harbin bütün safahatı... Mil­
letin gösterdiği fedakârlık, kahram anlık... Tehlikeli zamanlar, acı tatlı günler... İnönü, Sa­
karya M uharebeleri... Nihayet Büyük zafer... Bütün bunları tasvir ediyor. Asım , bir tim sal.
Faziletli, im an ve irfanlı, kahram an Türk neslinin timsali! Asım yükseliyor, bütün Şark m il­
letlerine ö rnek oluyor... M atemli, felâketli sahifeler kapanıyor, şanlı bir refah, saadet devri
başlıyor..."Benzeri bir planı, Haccetü'l-Veda eseri için de kurm uştur. Hisleri coştuğu zam an
dostlarına onu anlatm ıştır. Uzun süre bu eseri için bilgi toplam ış, bütün malzem eyi ha­
zırlam ıştır. Yazm ak için, olayların geçtiği sahaları gidip dolaşm ak istem ektedir. "Mekke'ye,
M edine'ye gitmeli, dağlarına çıkmalıdır... M ekke ile Safa arasında dolaşm ak... Hira Dağı'na
gitm ek... Peygam berin sığındığı gâra girmek, orada bir çok gün kalmak... O'nun gecesini gör­
mek... O topraklara, o tavanlara temas edeyim, onları öpeyim , koklayayım... Şiirimin ilham ­
larını oradan alayım... Sonra da oturup bu eserim i yazayım ..." dem ektedir. Orada verm ek
istediği evrensel mesajlar vardır. “Hazreti Peygam ber tek başına bu muazzam cidale nasıl
başladı... Bütün bir şirk âlemine karşı nasıl ortaya çıktı... Vahdeti, fazileti tesis için nasıl uğraş­
tı... Nasıl m üthiş tehlikelere m aruz kaldı... Bıkmadı, usanmadı, hiçbir dakika ye'se düşmedi,
hiçbir an fütur getirm edi... Hira D ağı'nda geçirdiği anlar... Sonra Hicret günleri... Medine'deki
istikbâller... Koca birşirkâlem ine karşı bir avuç M üslüm an cem aatinin m ücadelesi... Dalâlete
karşı çekilen hidayet, fazilet bayrağı... Kanlı mücadeleler... Nihayet Hakkın batıla galebesi...
Şirkin, dalâletin yıkılması, faziletin teessüsü... Hidayet m eş'alesinin bütün karanlık sahaları
aydınlatm ası... Büyük Peygamber, büyük vazifesini itmam ettikten sonra bir gün bem beyaz
bir deveye biniyor. M ekke sokaklarında dolaşıyor. Sonra M erve ve Safa'dan geçiyor. Haccın
m erasim ini yapıyor. Bir tepenin üstüne çıkıyor. Yüz binlerce M üslüm an karşısında bağırıyor:
'Ya Rabbi! Vazifemi yaptım , tebliğ ettim m i? Yüz binlerce M üslüm an cevap veriyor. ‘Evet, Ya
Rasulallah, tebliğ ettin!'Büyük Peygam ber orada bu m uazzam İslâm cem aati ile vedalaşıyor,
sonra dönüyor, vefat ediyor..."M e da Haccı'nın planı budur (Eşref Edib, 1962, 254-255).

Âkif'in, planlarını hazırladığı başka konular da vardır. Batıkların, Hıristiyanlığın övüncü


o labilecek az m alzem eyi, en ufak gelişm elerine kadar büyütüp yazdıklarına dikkat et­
miştir. Buna karşı Islâm tarihinin insanlığa yüz akı olan övünç sayfaları yazılıp, nazma
geçirilm em iş, tarihin tozlu sayfalarında kalm asına göz yum ulm uştur. Bunların bulunup
çıkartılm ası, yazılarak gençliğin faydalanm asının sağlanm ası gerekm ektedir. Selahattin
Eyyubî, bu anlam da hakkında piyes yazm ak istediği şahsiyetlerden birisidir. Orada, Haçlı
saldırılarından başlayarak dönem i anlatacaktır (Eşref Edib, 1962, 256).
D önem i ve
51
Çevresi
Âkif'in yazm ayı düşünüp de elinin kalem e varm adığı eserlerden biri de, "Bize Neler Oldu11
piyesidir. Babanzade A hm et Naim'in vefatı onu yıkm ıştır. Mısır'da, M ustafa Sabri ile bir­
likte, ortak dostlarını anıp ağlaşm ışlardır. Âkif, "Naim deyince, zaten içim de bir yanardağ
tütüyor. Naim Beylerle başım ıza neler geldi yahu! 'Bize Neler Oldu'diye bir piyes yazm ak ister­
dim, Asım gibi... Am a olm adı..." dem iştir (Düzdağ, 2007/2, 115-116). O, Mısırda bir volkan
susm asını yaşam ıştır. Sükûtu hayale uğramıştır. Olanlar, gelişm eler yüreğini dağlam ak­
tadır. Türkiye, fiilî esaretin zincirlerini kırm ış, kültürel benzeşm enin, askerî işgalden daha
kalıcı girdabına kapılm ıştır, içinde yanardağlar kaynam akta, ama etki dışarıya çıkm am ak­
ta, gürleyen sesi kalem iyle toplum a yansım am aktadır. Gelişm eler karşısında âdeta nutku
tutulm uştur.

O, rahatsızlığı artınca, 1935 Tem m uz'unda Cebel-i Lübnan'a gider. Oradan Antakya'ya
geçer. Mısır'a geri döndüğünde çok sıkıntıdadır. G örüştüklerine: "Korkuyorum, buralarda
öleceğim de m emleketim e gidem eyeceğim " dem ektedir. Ama hayalini kurduğu ülkesine
son günlerini geçirm ek üzere gelip kavuşur. Alem dağı'nın sakin, tenha çam lıklarında,
serin gölgelikleri altında yaşayacak, berrak sularından içecektir. Ama buraya, "bir hasta
bakıcının refakatinde, davul gibi şiş bir karın, etleri erim iş bir külçe kem ik h âlin d e ''g e­
lebilir. Millî şaire resm î zevatın uzak durduğu, kuşkulu baktığı, hatta ürktüğü günler­
dir. Prens Halim, ona yüksek bir ilgi ve şefkat gösterir. Kendi otom obilini tahsis ederek
Alem dağı'ndan otom obil içinde vapurla karşıya gidip-gelm esini sağlar. Â kif böylece ka­
rın ve ciğerlerinde toplanan suyu, on beş-yirmi günde bir aldırıp kendini toparlam aya
çalışır. Ama tasarladığı eserlerini yazacak m ecali bulam az (Eşref Edib, 1962, 235, 268).
Gençliğin, haber aldığı çıplak tabutu, Albayrak'la sarılarak yine hiç resmi zevat olm adan
onların omuzları üstünde Edirnekapı'ya, ebedî istirahatgâhına götürülür. Ona son anda
sahip çıkan gençliğin, artık düşünüp-tasarladığı, planlar kurduğu eserlerinin diriltilm esi-
ne de sahip çıkm ası gerekm ektedir.

KAYNAKÇA
ARABACI Caner, 2004, Eşref Edib Fergan ve Sebîlürreşad Üzerine, Modern Türkiye'de Siyasî Düşünce Cilt
6 İslâmcılık, Editör: Yasin Aktay, İletişim yayını, İstanbul, s. 96-128.
CÜNDİOGLU Dücane, 2000, Bir Kur'an Şâiri -M ehmet Âkif ve Kur'an Meâli-, Bîrun yayını, İstanbul.
DEVELLİOĞLU Ferit, 1984, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi, Ankara.
DÜZDAĞ M. Ertuğrul, 2002, Mehmet Âkif Hakkında Araştırmalar II, Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakül­
tesi Vakfı Mehmet Âkif Araştırmaları Merkezi yayını, İstanbul.
DÜZDAĞ M. Ertuğrul, 2007, Üstad Ali Ulvi Kurucu H atıralar-1-2, Kaynak Yayınları, İzmir.
DÜZDAĞ M. Ertuğrul, 2004, Mehmet Âkif Ersoy, Kaynak Kitaplığı, İstanbul.
Eşref Edib (FERGAN), 1381-1962, Mehmet Âkif Hayatı-Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları, C. I, Sebilür­
reşad Neşriyatı, İstanbul.
GÜNEŞ İhsan, 2001,Türk Parlamento Tarihi TBMM-V. Dönem 1935-1939 II. Cilt, Türkiye Büyük Millet Mec­
lisi Vakfı Yayını, Ankara.
Sait Halim Paşa, 1998, Buhranlarımız ve Son Eserleri, Hazırlayan: M. Ertuğrul Düzdağ, İz Yayıncılık, İs­
tanbul.
ŞENGÜLER İsmail Hakkı, 1992, Açıklamalı ve Lügatçeli Mehmet  kif Külliyatı, C. 9-10, Hikmet Neşriyat,
İstanbul.
52

Mehmet Âkif'in Din


Anlayış ve Sunuş TarZı
Suat Cebeci
Prof. Dr., Sakarya Ü.

istiklâl şairim iz M ehm et Âkif Ersoy'un bir aydın ve bir şair


olarak iki önem li derdi vardı: Bunlardan biri vatanın se
meti, diğeri de İslâm'ın selam etidir. O nun bütün şiirleri
iki hususla ilgili duygu ve düşüncelerinin, um ut ve
rinin, yakarış ve yakınm alarının terennüm üdür. Bu ikt
sustaki hassasiyetleri onun hem m illî hem de dinî bir
olm asını sağlamıştır, işte Âkif'in m illî olduğu kadar da
yönünün güçlü olması, uzun yıllardır dinî konuşm alarda
sürekli atıfta bulunulan, şiirleri cam i kürsüleri ve m in­
berlerine dillerden düşm eyen bir şair olm ası, dikkatim izi
onun dinî anlayış ve anlatış tarzına sevk etm ektedir.

Âkif dinî anlayış ve anlatış tarzı toplum da öylesine bir


yankı bulm uştur ki hâlen hem en her dinî konuşm a onun
şiirleri ile süslenirken anlatım ında zorluk çekilen konular­
da onun şiirleri im dada yetişm ektedir. En önem li husus
da son yüz yılda hassas dinî konulardaki en doğru anlayı­
şı yansıtan, zihinlerde en çok yer etm iş olan sözler Âkif'e
ait olm asıdır. Din, ahlâk ve erdem konuşan herkes ondan
bir şeyler bulm akta, o hâlâ zihnim izi ve ufkum uzu aydın­
latm aya devam etm ektedir. Bu yüzden böyle bir bilgi şö­
leninde dinî konulardaki anlayış ve anlatış tarzının konu
edilm esini Âkif fazlasıyla hak etm ektedir.
Döne
53
Çevre
M ehm et  kif Ersoy'un din î anlayışındaki enginliği ve şiirlerine yansıyan dinî söylem in­
deki özgünlüğü anlayabilm ek için öncelikle onun yaşadığı dönem e gidip o dönem deki
M üslüm anların genel İslâm î anlayış ve davranışlarına bakm ak gerekir.

Bilindiği gibi 12-13. Asırlardan itibaren İslâm dünyasında bilgi ve düşünce üretimi dur­
muş, İslâm'ın ilk 5-6 asrında sağlanm ış olan büyük birikim adeta m irasyedi anlayışı ile
tüketilm eye başlanm ıştır. Bu birikim le inşa edilm iş olan İslâm m edeniyetinin Selçuklular
dönem i ile O sm anlIların ilk asırlarındaki görkem li tezahürü yeniçağın başlarından itiba­
ren sönm eye başlam ış ve nihayet 20. Yüzyılın başlarına gelindiğinde tam am en ziyasını
ve hayatiyetini kaybetm işti. İslâm m edeniyetine lokom otif olm uş m edreseler kendi içine
kapanm ış, kapandıkça dünya gerçeklerinden uzaklaşm ış ve nihayet onlar da ilim ve irfan
adına hayatiyetini kaybetm e noktasına gelm işti. M ehm et  kif'in yetiştiği dönem tam da
bu zam ana rastlam aktadır.

Âkif'in yetiştiği dönem , dinî anlayışın pörsüdüğü, dinî inancın hurafelerle karıştığı,
tevekkül'ün tem belliğe, din î duyarlığın aym azlığa dönüştüğü, dinî davranışın bilinç dışı
saplantılarla oluşan kalıplara sıkıştığı dram atik bir dönem dir.

Âkif'in o günlerdeki M üslüm anların islâmla ilgili durum unu tasvir ettiği dizelerinden bir­
kaçı şöyledir:
Yıkıp da dinî bam başka bir bina kurduk

Nebiyye a tf ile binlerce herze uydurduk

M üslüm anlık nerde bizden geçm iş insanlık bile

Adam aldatm aksa m aksat aldanan yok nafile

Kaç hakiki M üslüm an gördüm se hepsi m akberdedir

M üslüm anlık bilm em ama galiba göklerdedir

Bu sıralarda durum un vaham etini fark edip bir şeyler yapabilm enin çaresiz çırpınışı için­
de bulunan insanlar da yok değildi, işte bunlardan biri de M ehm et  kif Ersoy'un babası
Fatih D ersiam ıTahir Efendi id i.Tahir Efendi m edreselerin durum unu iyi bildiği için eşinin
ısrarlarına rağmen oğlu Âkif'i m edreseye gönderm em iş "m edreseden alacaklarını ben
ona öğretirim "diyerek oğlunun yönünü m ektebe çevirm iştir.

Tahir Efendi kendi çabasıyla bir taraftan Âkif'i din î ilim lerle donatm aya çalışırken diğer
taraftan onun m üspet ilim lerle yüzleşm esini sağlam ak istiyordu.Tahir Efendinin bu gay­
retlerine  kif'in Baytariye m ektebindeki hocası M iralay İbrahim Bey'in doğu-batı sente­
zi yönündeki rehberliği de katılınca M ehm et  kif Ersoy o kasvetli ortam da bir kardelen
çiçeği gibi parıltılı bir şahsiyet ve iyi bir donanım la yetişm iş oldu. O artık olaylara daha
doğru açılardan bakabiliyor, özellikle dinî konulardaki yanlışları ve doğruları berrak bir
şekilde görebiliyordu. Â kif Allah'ın kendisine bahşettiği şiir kabiliyetini, ulvî gayeler uğ­
runda kullanm a azmi ile üstün bir sanatkârlık düzeyine çıkarınca bugün de gelecekte
de dim ağları besleyen ve her zam an saygıyla anılm ayı hak eden bir büyük üstat olarak
tem ayüz etm iş oidu.
54
MehmetÂkif
Ersoy
Âkif, dinin tem el kaynaklarından ve doğru olarak öğrenilm esini, m üspet ilim lerle
dinîilim lerin m ezcedilm esini, M üslüm anın davranışlarında dünya-ahiret dengesinin ku­
rulm asını, insanı tem belliğe, atalete sürükleyen kaderci anlayıştan ve m eskenete m aze­
ret sadedindeki tevekkül anlayışından uzak durulm asını savunuyordu.

Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya

Zavallı dinî çevirdin onunla m askaraya

"Kaderm iş"öyle mi? Haşa bu söz değil doğru

Belanı istedin Allah da verdi doğrusu bu

Ona göre M üslüm an m ert olm alı, yiğit olm alı, çalışkan olm alıdır. M üslüm an ahlâklı, er­
dem li, akıllı ve bilgili olm alıdır. M üslüm an sarsılm az bir im ana, yılm az bir kararlılığa, azim
ve iradeye sahip olm alıdır.

Tem belliğin, uyuşukluğun, aym azlığın, korkaklığın, um utsuzluğun, bilgisizliğin, becerik­


sizliğin İslâm dininde yeri yoktur. Akif'e göre bu hasletlere sahip olanların imânı da İslâmî
da m akbul değildir.

Dünyada inanm am , hani görsem de gözüm le

im anı olan kim se geberm ez bu ölüm le

insanların zam anla geliştirm iş oldukları adet ve g eleneklerle, g ünlük hayata dair inanç ve
kabullerle, hatta ibadet adına geliştirdikleri bir takım yaşantı ve davranışlarla İslâm'dan
uzaklaştıklarını, böylece bam başka bir İslâm ortaya çıktığını düşünür. İslâm toplum unun
düşünce üretm e kabiliyetini kaybedip tutuculuğa sarıldığı bu sıralarda  kif doğunun
dirilişini İslâm üzerinde yeniden düşünm ekte ve m evcut İslâm î anlayışı değiştirip yen i­
lem ekte görüyordu.

Âkif, en yakın fikir arkadaşı olduğu Babanzade A hm et Naim ve İslâmcı olarak bilinen
devrin diğer ilim ve fikir erbabı ile birlikte adeta İslâm'ın yeniden diriltilm esi, bir bakım a
M üslüm anların M üslüm anlaştırılm ası fikrini toplum da yerleştirm eye çalışıyordu.

Bunun için de Âkif, İslâm'ın tem el kaynakları olan Kur'an ve Sünnete dönülerek bugünün
bilgileri ile bu kaynakların yeniden anlaşılm ası, bu kaynaklara dayanm ayan söz ve söy­
lem lere artık itibar edilm em esi g erektiğine inanıyordu. D inî konulardaki yaygın kanaatle­
ri didikleyen ve o gün için yeni sayılacak düşünceleri hiç çekinm eden dile getiren Âkif,
Doğrudan doğruya Kur'andan alıp ilhamı

Asrın idrakine söyletm eliyiz İslâm'ı

diyerek zam anın bilgilerine sahip olan insanların idraki ile Kur'anın yeniden anlaşılm ası
gerektiğini ifade etm iştir. Çünkü Kur'an yalnız bir dönem in idrakine hitap eden bir kitap
değildir; kıyam ete kadar her devirde yeni bilgilerle onun engin mânası idrak edilecektir.
Böylece Kur'an m erkezli İslâm î söylem her devirde g eçerliliğini koruyacak şekilde sürekli
Dönemi ve
r p vW
rSp%«««c j» 55

canlı tutulacaktır. Bu yüzden Âkif, alışılm ışın dışında bir dinî söylem geliştiren Mısırlı Mu-
ham m ed Abduh ile "Şarkın yetiştirdiği fıtratların en yükseklerinden biri" dediği Cem alet-
tin Efgani'yi çok severdi.

Âkif, m ukaddes kitabım ız Kur'an-ı Kerim'i bir hayat düsturu olarak görür, O'nun sadece
ibadet hazzının tatm in aracı, sevap kazandırıcı kutsal bir aksesuar olarak telakki ed ilm e­
sinden, kader kısm et tayininde kullanılm asından fevkalade rahatsızlık duyar.
Ya açıp bakarız nazmı celil'in yaprağına

Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına

inm em iştir hele Kur'an bunu hakkıyla bilin

Ne mezarlıkta okunm ak ne de fal bakm ak için

m ısralarıyla bu rahatsızlığını dile getiren Âkif, buna benzer etkili ifadelerle insanları dinî
konularda uyarm aya, toplum daki dinî duygu ve heyecanı geliştirm eye çalışır.

M ehm et  kif Ersoy'un İslâm î anlayış ve yaşantıya hayatiyet kazandırm aya yönelik, tem el
kaynaklara dayanan akılcı ve yeniklikçi din anlayışını kısaca belirttikten sonra bu yöndeki
dinî söylem ine d ikkatim izi çevirdiğim izde karşım ızda çok güçlü bir ses, zihinlerde iz bıra­
kan son derece etkili bir ifade gücü bulm aktayız. M ehm et Âkif, kâh bir öğretm en, kâh bir
vaiz, kah öğüt veren bir baba yahut hakka çağıran, ikaz eden bir dost rolünde durum a ve
konuya göre farklı üslup, farklı ifade tarzı kullanm ıştır.
Bazen usulünce nasihat eder, yol gösterir:

Allah'a dayan sa'ye sarıl hikm ete ram ol

Yol varsa budur bilm iyorum başka çıkar yol

Bekayı hak tanıyan sa'yi bir vazife bilir

Çalış çalış ki beka sa'y olm akla elde edilir

Bazen acım asızca eleştirir, ikaz eder:

Çalış dedikçe Şeriat çalışm adın durdun

Onun hesabına birçok hurafe uydurdun

Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya

Zavallı dinî çevirdin onunla maskaraya


***

"Allah'a dayand ım "diye sen çıkm a yataktan

Mâna-yı tevekkül bu m udur? Hey gidi nâdan


***

Ey dipdiri m eyyit iki el bir baş içindir

Davransana eller de senin baş da şenindir


56
MehmetÂkif
- E rs o y
Bazen de bilge bir eda ile zihinlere yönelir:

Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.

Yüreklerden çekilm iş farzedilsin havfı Yezdan'ın

Ne irfanın kalır te'siri kat'iyyen ne vicdanın

Bir de bakarsınız  kif teşbihlerle ve istiarelerle yahut günlük dili basit ve sade bir şekilde
ustaca kullanarak babacan bir eda ile çocuklara, gençlere öğüt ve nasihatlerde bulunur.
Bu hususta şu iki örnek oldukça dikkat çekicidir:
Ne odunm uş babanız olm adı bir baltaya sap!

Ona siz benzem eyin, sonra ateştir yolunuz.

Meşe halinde yaşanm az o zam anlar geçti;

G elen incelm iş adam devri, hem en yontulunuz.

Ama dikkatli olun. Bir kafanız yontulacak;

Sakın aldan m ayın: İncelm eye gelm ez kolunuz!


***

ihtiyar A m canı dinler misin oğlum nevruz

Ne büyük söyle ne çok söyle yiğit işte gerek

Lafı bol karnı geniş soyları taklit etm e

Özü sağlam , sözü sağlam adam ol ırkına çek

Bu örnekler dışında "Köse İmam " da olduğu gibi hikâyelerle, tem silî anlatım larla dinî ko­
nulara dair öğüt ve ikazlarını som ut olaylar ve yaşantılar içinde sunar. "M ahalle kahvesi",
"M eyhane"gibi tasvirlerde de yine yanlışlıkları tablolaştırarak onların vaham etine dikkat
çeker.

Hülasa şekilde ve hangi tonda olursa olsun  kif din î ve ahlakî öğretide sözü öylesine us­
talıklı kullanır, "sehl-i m üm teni" sanatını aruz kalıbında öylesine gergef gibi işler ve söze
öylesine güzel bir sanatsal ahenk ve estetik lezzet verir ki şiirleri adeta zihinlere nakşolur.
Onun şiirlerini okuyan İslâm'ın hazzını, şevkini ve heyecanını duyar, ister öfkeli, sitemkâr,
iğneleyici tonda olsun ister yum uşak öğüt verici ve yol gösterici form da olsun dinî söy­
lem onun dilinde en tesirli güce ulaşıyor. Bu yüzden de din konusunda konuşm a yapan ­
lar  kif'in şiirlerini kullanm a ihtiyacı hisseder ve sıkça ona m üracaat ederler.

M ehm et  kif Ersoy'un ilk bakışta d inî bakım dan yanlış gibi görünen ifadelerine de kısaca
tem as edelim . Edebi zevk ve sanat tutkusu ile söylenm iş olan bu ifadeler yanlış o lm ak bir
yana daha yakından bakılınca aslında Âkif'in itikadî hassasiyetinin, Allah'a olan inanç ve
güveninin göstergesi m ahiyetindedir.

Ç anakkale destanında vatan ve din uğruna canlarını verm iş şehitlerim izi taziz ederken
Dönemi ve
57
Çevresi
söylediği "Bedrin aslanları ancak, bu kadar şanlı idi" ifadesinde bir yanlışlık bulunm am ak­
la birlikte dikkatsiz davranılarak yapılan vurgulam a hatası ile "Bedrin aslanları, ancak bu
kadar şanlı idi" şeklinde okununca yanlış bir anlam ortaya çıkabilm ektedir. Bu tıpkı "Oku
da adam ol baban gibi, eşek olma" ifadesini "Oku da adam ol, baban gibi eşek olma" şek­
linde okum ak gibidir.

Akif'in dinî yönden yanlış anlaşılm aya m üsaitm iş gibi duran bir ifadesi de birinci d ün­
ya savaşına takaddüm eden yıllarda m illetim izin içine düştüğü sıkıntılardan yakınırken
söylediği "Ağzım kurusun yok m usun ey adl-i İlâhi" mısraıdır. Bu söz, m uhteşem Osmanlı
Devleti'nin yıkılm a noktasına gelip bütün İslâm âlem inin m aruz kaldığı sıkıntı ve buna­
lımları kabullenem em enin verdiği ıstırapla söylenm iş, sonsuz kudret sahibi Yüce Allah'a
serzenişli biraz da naz içerikli yakarışın ifadesidir. A kif bu ifadesiyle en zor şartlarda insanı
isyana sürükleyen ruh halini isyan ve inkâra düşm eden nasıl gösterileceğini ortaya koy­
muştur.

Yine Akif'in “Asrın idrakine söyletm eliyiz İslâm'ı." ifadesinin nasıl anlaşılm ası gerektiği hu­
susunda bazı sorunlar yaşanm ıştır. Bu ifadeyi reform culuk olarak anlayanlar, buna Cema-
lettin Efgani, M uham m ed Abduh gibi zam anın yenilikçi düşüncelere sahip bilginlerine
karşı Akif'in derin bir saygı ve m uhabbet d uym asını da ekleyerek onu reform culukla suç­
lamışlardır. Halbuki A kif'in bütün dinî söylem lerinde ortaya koym ak istediği şey, İslâm î
um delerde kural ve kaidelerde bir reforma gidilm esi değil, toplum daki İslâm î anlayışın
düzeltilm esi ve İslâm î söylem in her asırda geçerliğini koruyacak bir canlılıkta olmasıdır.

Buradaki "Asrın idrakine Kur'anı söyletm e" ifadesini dinde reform talebi olarak değil de
yukarıda da değinildiği üzere her devirdeki sahip olunan bilgi birikim i ile Kur'anı idrak
etm e arzusu olarak anlam ak gerekir. Çünkü asırlar öncesine ait bilgilerle Kur'andan anla­
şılanlar bugüne cevap verm ede yetersiz kalm aktadır. Akif'i doğru anlam ak onun şiirleri
dikkatle okum ak gerekir. M ehm et A kif Ersoy'un bir şair olarak söyledikleri din, ahlâk ve
erdem adına gönülleri dolduracak, duyguları kabartacak, insana derunî zevkler tattıra­
cak hazza, ahenge ve anlam a sahiptir. Yeter ki okunabilsin. Akif'in de dileği böyle:
Oku şayet sana bir hisli yürek lâzımsa

Oku zirâ onu yazdım iki söz yazdım sa


MehmetÂkjf
jh a
29 A ralık 2007 C um artesi 16.00-1800

Musa BİLGİZ, Yrd.Doç. Dr.


"Çağdaş bir Kur'an mütefekkiri: Mehmet Akif"

M. Çetin BAYDAR
"M ehm et A kif'te ilm -i fen tela kkisi;
teknik bu iuşlara uym ak, inanm anın bir cüzü m üdür?

M ustafa Ö ZÇELİK
"M eh m et A kif'in M ısır'daki e d e b i fa a liyeti"

M ustafa CAN, Dr
“M eh m et A k if Ersoy'un şiirlerind e m illi k ü ltü r unsu rları ve yaklaşım
ta rzı"

M .Ö n al M ENGÜŞOĞLU
"Mehmet Akif'in devrin Müslüman mütefekkirleriyle irtibatı"

Cevat AKANAT
"Safahattaki ithaflar neyi söyler"
60

Çağdaş Bir Kur'an


Mütefekkiri: Mehmet Â
Musa Bilgi.
Yrd. Doç. Dr. Atatü,

G iriş

M ehm et Akif, toplum um uzda daha ziyade m illî şair kim ­


liğiyle ön plana çıkm ış bir şahsiyettir. Halbuki o, iyi araştı­
rıldığında şairliği yanında, bir aksiyon ve tefekkür adam ı
olarak da görülecektir. Akif'i sadece bir nazım ustası veya
bir şair olarak görm ek, onu eksik tanım aktır.

Akif'in şairliği, Kur'an’ın dünya görüşünden ve hayat an ­


layışından kaynaklanm aktadır. O, İslâm Dünyası'nın ve
Anadolu M üslüm anlarının özellikle din ve hayat konu­
sundaki problem lerini teşhis ve tespit ederek, tedavi yol­
larını gösteren ve onların dertleriyle dertlenen bir "İslâ m
m ü te fe k k irid ir"'. M ütefekkir Akif'in kafasını sürekli m eş­
gul eden iki büyük m evzu olm uştur. Bunlardan biri m illet,
diğeri ise İslâm iyet'tir. Bu iki konuyu düşünm esinin h ed e­
fi, m illeti kurtuluşa ve huzura ulaştırm ak, M üslüm anları da
gerilem e ve çöküşten kurtarm aktır2. Bununla ilgili olarak
O'nun bütün çaba, dert ve gayesi; ölm üş yüreklere ve zi­
hinlere gayret ruhu, onurluluk duygusu ve büyük işler ba­
şarabilm e inancını yerleştirm ek, İçtim aî hastalıkları teşhis
etm ek ve bu hastalıkların tedavi yollarını gösterm ektir3.
1 Ömer Rıza Doğrul, "Mehmet  kifin Hayatı" Safahat, İnkılap ve Aka Yay-, İst., 1977,
s. XIII-XIV; Hilmi Yücebaş, Bütün Cepheleriyle Mehmet A k if, İst, 1958, s, 35,46; Ah-
med Ağaoğlu, "Âkifin İslâm Uyanışına ve Türklüğe Hizmetleri" Bütün Cepheleriyle\
Mehmet A k i f s. 136; Agah Sırrr Levend, "Mehmet Âkif "Sürün Cepheleriyle Mehmet\
Âkif, s. 39; Ahmet Kabaklı, "Âkif'de Ülkü ve Düşünce", Mehmet A k if'i Anlatıyorlar,]
Aydınlar Ocağı Yay. İst., 1986, s. 38; A. Aydın Bolak, "Mehmet  kifin Şahsiyeti,!
Ahlâk ve Fazileti" Bütün Cepheleriyle Mehmet Âkif", $.52; Sezai Karakoç Mehmet
Âkif, Diriliş Yay., İst., 1996, s. 22.
2 Doğrul, XXXIV; Yücebaş, s. 35.
3 Yücebaş, s. 69.
Dönemi ve
Çevresi 61

Âkif, İçtim aî hastalıkları teşhisle kalm am ış, bunların ilacı olarak da Kur'an'ın öngördüğü
toplum ve insan anlayışını savunm uştur. O, İslâm âlem inin hastalığının, Kur'an'ın özünü,
ruhunu anlam am ak olduğunu belirtm iştir. Şahsiyeti ve bilgisi yeterli seviyede olm asına
rağmen, kendisini hiçbir zam an âlim olarak görm e yoluna gitm em iştir4. Aslında Âkif, ka­
rakterini Kur'an'ın ilkeleriyle şekillendirm iş, kelim enin tam anlam ıyla bir "Kur'an alimi,
Kur’an mütefekkiridir". Sağlam bir karaktere ve im ana sahip olduğu için onun hakkında,
"Asırların yetiştirdiği bir insan-ı kâm il"5ve "Yirm inciasrın ahlâk abidesi "g ib i ifadeler
kullanılm ıştır6.

Bu ahlakî niteliklerinden dolayı M ehm et  k if'e ,"M enfaatinizi, ailenizi, sırrınızı ve m ukad­
desatınızı teslim edebilirdiniz"7. Bu haliyle o, Hz. Peygam berin, "Mü'min, M üslüm anların
elinden ve dilinden zarar görm ediği kişidir"8 diye ifade ettiği insan tipine tam m utabıktır.
Onu dost ve düşm anlarının tüm ü, kelim enin tam anlam ıyla gerçek bir m ü'm in, Kur'an
ahlâkıyla donanm ış, herkes hakkında hayır düşünen, nam uslu, m ütevazi, vefalı, kendini
düşündüğü kadar başkalarını da düşünen, vatanperver, zalim e ve zulm e karşı reaksiyo-
ner ve öfkeli, cöm ert, nazik, kibar, sportm en, alim ve m ütedeyyin bir zat olarak tavsif
ederler9. Hayatı zaruret içinde geçm esine rağm en, hiçbir zam an servete, şöhrete, m aka­
ma ve insanlara boyun eğm em iştir. Onun kitabında kula kul olm ak yoktur. Kulluğu yal­
nız Allah'a m ahsustur. M akam, servet ve şöhret gibi şeylerden hiçbiri onu inançlarından
ayıram am ış, hepsini elinin tersiyle itmiştir. Hiçbir zam an tem belliği, cahilliği, korkaklığı,
gericiliği, taassubu, zevk ve eğlenceye düşkünlüğü sevm em iştir10.

Onun eserleri, fikirleri ve şahsiyeti arasında pek az insana nasip olan bir benzerlik ve
uyum vardır. O, hayatı boyunca belli prensiplerin adam ı olarak yaşam ış bir karakter ada­
mıdır. Eserlerinde ortaya koyduğu prensiplere son derece bağlı kalm ıştır. M üslüm anlığını
yaşama ve ifade etm e konusunda da korku ve endişesi olm am ıştır. O, hem dine karşı
olanlara, hem de dine m ensup olup da onu anlam ayanlara aynı rahatlıkla karşı koym ası­
nı b ilm iştir". Onun davranışlarının tüm ünde bir bütünlük ve ahenk vardır; histeri haline
gelen kininde de; evlatlık, babalık ve kardeşlik kuvvetini alan dostluğunda da "bütünlük"
söz konusudur. O, “Em r olunduğun gibi dosdoğru ol" (Hud, 11/112) ayetinin ifade ettiği bir
istikam et ve hayat tarzını seçm iştir. Dostunu, sevm ek kelim esinin noksansız anlam ıyla
seviyordu; öldüğünde, düştüğünde, dünya aleyhine döndüğünde, gıyabında hatta düş­
manlarının yanın da bile12.

1. Âkif'e Göre Hayat ve Din

Âkif'e göre, hayat denince önce akla "din"gelir. Dini ve dinin değerlerini hesaba katm ayan
yani "din"siz bir hayatın onun nazarında hiç bir anlam ı yoktur.’3 O, hem kendini hem de
m illetinin idealini dinde, dinin değerlerinde bulm uştur14. Ona göre “din''in insana telkin
4 M. Ertuğrul Düzdağ, Mehmet Âkif Hakkında Araştırmalar, M.Ü.İ.F. Yay., İst. 1987,1,69-70.
5 Yücebaş, s. 35
6 İsmail Kara, "İslâmcı Söylemin Kaynakları ve Gerçeklik Değeri Üzerine Birkaç Not", islâmiyat Dergisi, Ankara, c.4, sayı:4, s. 37
7 Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Âkif, İst., 1939, s. 231.
8 Buharî Sahihu'l- Buhari, İst., 1979, İman, 4.
9 Bolak, s. 51.
10 Bolak, s.52.
11 Orhan Okay, Mehmet Âkif, Akçağ Yay., Ank., 1989, s.13,97
12 Kuntay, s.231
13 İsmail Hakkı Şengüler, Mehmet Âkif Külliyatı, Hikmet Yay, İst, 1992, X, 241.
14 Nurettin Topçu, Mehmet Âkif, Dergah Yay., İst., 1998, s.22
62 MehmetÂkjf
Ersoy
ettiği her duygu ve düşünce kutsaldır. Onlara saygı duyulm alı ve gereği yapılm alıdır15. O,
hayatı; "Bir kaç çıplağın kefen giym ek için dünyaya koşa koşa gelm eleridir"'6 şeklinde tarif
eder. "Onun idealinde hayat şerefle, şeref imanla, iman ahlâk ile, ahlâk İslâm ile, İslâm çalış­
mak, ilerlemek ve fenle m üm kündür” '7.

M ithat Cem al Kuntay, Âkif'e “hayatı dinle ayar etm ek doğru m u? Her hadiseye dinî bir kulp
takarak vakaları onunla kım ıldatm aya çalışm ak doğru m u? Hadiseler bin âmilin ucundan
darm adağınık çıkarlar, bizim çizdiğim iz cetvelden akm ıyor diye bu tufana öfkelenm ek doğru
m u? Bir feyezanı (coşma, taşma) din denen tek mihverin üstünde döndürm ek doğru m u?"
diye sorar. Âkif, bu sorulara şu ilginç ve etkileyici tespitiyle cevap verir: "O hâlde, hayatın
hadiseleri dediğim iz tufanı, dinsizlik denen tek mihverin üstünde döndürm eğe kalkışm ak mı
doğru?"

K u n tay,"Dinin bir ceza kanunu olm ası sevim sizdir; korkunç din güzel değildir. Dini, m ünha­
sıran bir emirler ve nehiyler kitabı haline koyarsak o zam an din bir gökyüzü vakası olm aktan
çıkm az mı?" diye sorar. Âkif'in bu soruya karşılık cevabı şu şekilde olur: “Saadet, faziletin
m ükafaatı değildir; faziletin bizzat kendisidir'1. Dolayısıyla “felâket, cürm ün cezası değildir,
cürmün bizzat kendisidir". O, bu sözleriyle cezanın sevim sizliğini değil, bizzat suçun se­
vim sizliğini vurgulam ak ister.

Kuntay, “Ahlâksızlığın dinle, Allah'la bir alâkası olmamalıdır, ahlâk bir vicdan işidir" der. Âkif,
ahlâkın veya ahlâki değerlerin sadece bir vicd an 18 işi olm adığına yönelik olarak şu cevabı
verir:
"Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır.

Fazilet hissi insanlarda Allah körkusundandır”19.

Kur'an, insanın doğuştan iyi ve kötüyü ayırt etm e duygusuna sahip olduğunu (Şems,
91/7-8), fıtrata ilişkin yapının da insan üzerinde etkili olduğunu, insanın eğitim , çevre
ve sosyal ilişkilerle karakter yapısının şekillenm eğe başladığını bildirir (Isra, 17/81). Âkif,
Kur'an'ın bildirdiği bu fıtri değerlerin tüm ünü hiç şüphesiz kabul eder. O, Kur'an'ın da be­
lirttiği gibi, insanın gerçek karakter yapısının aile ve arkadaş ortam ı, eğitim , şahsi tecrü­
beler, din, ahlâk ve kültür gibi sonradan elde ettiği kazanım larıyla oluştuğunu ama bütün
bunların ötesinde özellikle “Allah bilinci, Allah sevgisi ve Allah korkusu"nun kişiyi faziletli
kıldığını belirtm ek ister20.

Bu m ısradan sonra cevabına şunları da ekler: "Demek ki Allah'sız ahlâk yok! Demek ki
ahlâklı olm ak için Allah'tan korkm ak lâzım mutlaka, insanın kendisinden Allah kadar kork­
m ası için Allah kadar büyük olm ası lâzım. Bu kadar büyük insan var mı?"2’. O, bu sözleriyle
fert ve toplum ların m utlaka İlahî kuralları dikkate alm asını ve hayatlarını bu ilkelerle bir­
leştirm eleri gerektiğini bildirir.

Âkif, dinin dünya ve hayat için son derece lüzum lu olduğuna inanır. Din ile hayatın bir­
15 Şengüler, X, 239.
16 Şengüler, X ,127.
17 Bolak, s.58.
18 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Musa Bilgiz, Kur'an Açısından Vicdan ve Değeri, Beyan Yay. İst. 2007
19 Âkif, Safahat, s.307
20 Geniş bilgi için bkz. Musa Bilgiz, "Kişiliğin Oluşumunda Fıtrat ve Sosyal Çevrenin Etkisi", Atatürk Üniv. İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı: 25,
Erzurum, 2006
21 Şengüler, X, 131-133.
Dönemi ve
Çevresi------------------------------------------------ s
birinden bağım sız ve ayrı olarak d eğerlendirilm esine şiddetle karşı çıkarak, bunun kabul
edilem ez bir anlayış olduğunu şu m ısralarıyla dile getirir:
"Zavallı m illeti vahdet cüda eden "ikilik"

Sırıtm ıyor mu o pis dişleriyle karşında

Nasıl tükürmesin insan şu hale baksın da?

Yıkılmamış, ne kadar yıkm ak istesek, imân;

Ayırm ak istem işiz sonra din'i dünyadan.

O, din ile hayatı, birbirinden ayrılm ası m üm kün olm ayan ruh ve beden, vü cu t ve beynin
birlikteliği gibi telakki ederek şöyle der:
Olaydı koskoca m illette bir beyinli kafa;

"Vücudu bir yana atm ak, dim ağı bir tarafa,

Akıllı kârı değil" d e rd e böyle yapm azdı.

Ne oldu sor bakalım ? Milletin ö z evladı''22.

2. M ehm et  kif ve Kur'an

M ehm et Âkif, Arapçayı, Fatih dersiâm ı olan babası M ehm et Tahir Efendi'den ve Rüştiye
m ektebindeki hocalarından öğrenm iştir. Rüştiye tahsilinde en çok lisan derslerine tem a­
yülünün olduğunu ve dört lisanda (Türkçe, Arapça, Farsça, Fransızca) birinci olduğunu
söyler23.

Âkif, dört yaşında Kur'an'ı öğrenm eye gönderilir, yirm i yaşına kadar sürekli Kur'an'la haşir
neşir olur. Flatta kendisine; “Sen m ektebi âliyi bitirdikten sonra nasıl hafız oldun, bu hâfızlık
yaşı değildir?" denildiğinde, o; "Kur'an'ı okuya okuya gayet pişkin bir hale getirdiğim için
zaten hıfz ile aram da bir m esafe yoktu. A z bir m üddet içinde Kur'an'ı ezberleyiverdim " der.
“ Yirmi yaşlarında hâfız olan bu genç, ömrü boyunca Kur'an düşüncesinde yaşam ış, bütün
sıkıntılı anlarında Kur'an'a sığınmış, Kur'an'a gönül veren insanları kendine dost seçm iş ve bu
hâlde de Rabbine kavuşm uştur"24.

Âkif, Kur'an'dan hareketle toplum u ıslah etm e ve İslâm'ı değerlendirm e konusunda


Mısır'lı alim lerden M uham m ed A bduh25 ile aynı fikirleri paylaşır. O, tüm İslâm coğrafya­
sındaki zillet, m eskenet, tem bellik, cehâlet, azim sizlik, kadercilik gibi hususları gördükçe,
duydukça, bunları im ânına, onuruna ve vakarına yedirem em iştir. Ona göre toplum un bu
hale gelm esi, Kur'an ruhundan uzaklaşm asıyla ilgilidir. M üslüm anlar, Onu m ezarlık, m us­
ka ve fal kitabı edinm işlerdir. Oysa Kur'an, bu işleri gerçekleştirm ek için değil, yaşayanları
uyarm ak ve onlara hayat verm ek için gönderilm iştir26.

Âkif, Kur'an dinlem eyi çok sever. İstanbul'da dinlem ediği hâfız nerdeyse yoktur. Her gün
22 Âkif, Safahat, s. 248-249.
23 Doğrul, s. XIII-XIV.
24 Düzdağ, Mehmet Âkif Hakkında Araştırmalar, Marmara Ü. ilahiyat Fak.Yay., İst.,1987, II, 81-82.
25 Muhammed Abduh hakkında geniş bilgi için bkz., M. Zeki İşcan, Muhammed Abduh'un Dini ve Siyasi Görüşleri, Dergah Yay., İst.,
1998; Şehmus Demir, Kur'an'ın Yeniden Yorumlanması, İnsan Yay., İst., 2002.
26 Suat Yıldırım,"Mehmet Âkifin Kur'an Anlayışı", A.Ü.İlahiyat Fak.Dergisi, Erz.. 1988, SayırVHI, s. 4.
M ehm etÂkif
64
Ersoy
bir m iktar Kur'an okum ayı itiyad edinm iştir. Kur'an okum ak ve dinlem ek onun için en
büyük zevktir. Ö zellikle son yılları hep Kur'an tercüm esiyle geçtiği için, artık Kur'an onun
kalbini ve bütün varlığını kaplam ıştır. Mısır'daki on yıllık hayatını Kur'an Meâli üzerinde
çalışarak geçirm iştir. Ö nceleri günde birkaç cüz Kur'an okurken, sonraları güçsüzlüğü ne­
deniyle birkaç sayfaya kadar inmiştir. Hiç okuyam ayacak durum a gelince Hafız Necati,
her gün başucunda Kur'an o kum uştur27.

Kur'an'ın her âyeti, her kelim esi, hatta her harfiyle günlerce uğraştığı için bütün zevki
Kur'an olm uş, Kur'an âyetleri üzerinde yıllarca çalışarak onu anlam aya çalışm ıştır. Altı
ayda Kur'an'ı ezberleyen Akif'in hayatının en yüksek yerinde "Kur'an" durur. O, bazı gün­
ler coşar,"inzar" ayetlerini kılıç gibi bir sesle okur, istediği anda her âyeti kafasında bulur.
Her sabah soğuk suyla duşunu aldıktan sonra bir cüz Kur'an okur ve daha sonra da Kur'an
kavram larına geçer28.

"Âkif, Kur'an'ı hatm etm ek için değil, m ânasını anlam ak, imanlı, amel-i salihli, hak ve hakikati
bilen ve onu uygulam ak için sebat gösteren "M üslüm an" olm ak için okumuş, incelemiştir...
Kur'an, Yüce Allah'ın her şeyi ihata eden ilminden geldiği için bütün devirlerin mürşididir. O,
Kur'an'a bu ruh haleti içinde baktığı, okuduğu için onun varlığını altüst etm iştir"29.

Yüce Rabbim iz, onlarca ayette Kur'an'ın tefekkür ve tedebbür edilm esini yani üzerinde
gereği gibi düşünülm esini ısrarla istem ektedir. Kaldı ki Kur'an'ın tefekkür ve tedebbürü
salt bir düşünce değil, onun anlaşılm ası ve yaşanm asıdır.30 Geçm işte ve günüm üzdeki
birçok M üslüm an için Kur'an, m ezarlıklarda, hastaların başında, m übarek gün ve gece­
lerde sevap kazanm ak am acıyla okunan, okutulan bir kitap konum unda görülm ektedir.
Kur'an-ı Kerim ler gösterişli ve pahalı Kur'an kılıfları içinde evlerin en üst köşelerinde ve
eve gelenlerin rahatça görebilecekleri yerlere asılm aktadır. Kazancı artırsın ve bereket­
lendirsin diye ticarethanelere ayet ve dualar asılm akta, bazı surelerin yazıldığı küçük
enam lar nazarlık olarak kullanılm aktadır. Oysa Kur'an'ın insanlar için şifa ve rahm et oluşu,
onun fert ve toplum daki şirk, küfür, nifak, zulüm , adaletsizlik, m erham etsizlik gibi Allah
ve kul haklarıyla ilgili olum suz inanç, düşünce, davranış ve sosyal hastalıkları ortadan
kaldırm aya yönelik kurallarının uygulanm ası dem ektir31.

G ünüm üzde Kur'an, dünyanın en çok okunan fakat en az anlaşılan ve yaşanan kitabı ko­
num una düşürülm üştür. Oysa Kur'an tilaveti veya m ukabeleleri, onu anlam ak ve yaşama
çabasını hedeflem elidir. Âkif, Türk topraklarında yüzyıllar sonra ilk kez kınayıcıların kına­
m alarından korkm adan Kur'an'ın hastalara ve ölülere okunm ak için nâzil olm adığını ce­
saretle söyleyen bir düşünürdür. Bunun için olsa gerek ki, klasik telakkiyi çürütüp bir ke­
nara atm asıyla kim ilerince'm odernist'o lm akla suçlanm ıştır. Halbuki o, Kur'an'ın tefekkür
ve tezekkür edilm esini, hayatı anlam landıran ve şekillendiren bir kitap olarak görülm esi
olarak d eğerlendirir ve öyle inanır. O, bunları dikkate alm aksızın Kur'an'ın yalnızca teber-
rüken ve sevap am açlı olarak okum a biçim inin ıslah edilm esi gerektiğini söyler. Âkif'e
göre, Kur'an'ın gönderiliş gayelerinden biri ve belki de en önem lisi, onun körü körüne
taklid anlayışını yok ederek, düşünen ve anlayan insanlar yetiştirm eye yönelik em ir ve
tavsiyeleridir32. İşte M ehm et Akif'in Kur'an okuyuşu ve onun Kur'an'la olan m ünasebeti
27 Düzdağ, 11,82-84.
28 Kuntay, s. 191-193.
29 Yıldırım, a.g.m., s.5-6.
30 İlgili ayetler için bkz. Bakara, 2/44,121, En'am, 6/38,157; A'raf, 7/3; Yusuf, 12/2; İsra, 17/41 ;Taha, 20/113; Enbiya, 21/106; Ankebut,
29/51; Zümer, 39/27; Fussilet, 41/3,44; Zuhruf,43/3; Hadid, 57/16-17;...
31 Bkz. Yunus, 10/57; İsra, 17/82; Fussilet, 41/44
32 Tevbe, 9/30,65,69; Maide, 5/104; A'raf, 7/28,38; Yunus, 10/78; Enbiya, 21/53; Şuara, 26/74; Lokman, 31/21; Zuhruf, 43/22-25.
Dönemi vp
65
Çevresi
ile dönem indeki ve g ünüm üzdeki çoğu M üslüm anın Kur'an'a yaklaşım ları bu nedenlerle
birbirinden oldukça farklıdır.

Âkif, Kur'an'ın m ezarlıklarda okunm ak veya ölülerin toprağına üfleyip geçm ek için gön­
derilen bir kitap olm adığına dair şunları söyler:
ibret olm az bize, her gün okuruz ezber de!

Yoksa, bir m aksad aranm az mı bu âyetlerde?

Lâfzı muhkem yalınız, anlaşılan, Kur'an'ın:

Çünkü kaydında değil, hiçbirim iz m a'nânın:

Ya açar Nazm-ı Celil'in bakarız yaprağına;

Yahud üfler geçeriz bir ölünün toprağına;

inm em iştir hele Kur'an, bunu hakkiyle bilin;

Ne m ezarlıkta okunm ak ne de fal bakm ak için"33.

Yani Akif'in Kur'an'a yaklaşım ı, Kur'an'ın bizzat em ir ve tavsiye ettiği türdendir.34 Akif'in
ilham ının tüm ü, ona Kur'an'dan gelm iş35; onun belağati onu büyülem iştir. O ilahi hitaplar,
ona başka ufuklar açm ıştır. Bu yüzden m atbuatta neşrettiği ilk şiirlerden biri, "Kur'an'a
H/fop"tır36. Bu şiirinde, Kur'an'ın İlâhî kaynaklı oluşundan, dünyanın ondan feyizlendiğin-
den, m ucize oluşundan, ayetlerinin binlerce harikalarla dolu o ld u ğ u n d a n ... bahseder.
Şiirinin b irye rin d e de onun anlam ının idrake sığm ayacak kadar b ü yü ko ld u ğ u nu ve nite­
liğini kabul etm eyenlerin aciz kaldıklarını ve kalacaklarını dile getirir:
"Ya Rab bu nasıl kitab-ı âli?

idrake sığışm ıyor meali.

Ulviyyetin eyleyenler inkâr,

Bir m islini eylesinler izhar37.

M ehm et Âkif, bir siyaset M üslüm anı olm aktan daha çok bir Kur'an ve ilim M üslüm anıdır.
C em iyetim iz ve İslâm alem i için düşündüğü bütün ıslahatı, bu iki tem ele dayanm akta­
dır38. Nitekim , m erhum Topçu, "Akif'i, Kur'an'ın hizmetkârı, dinin em rinde bir nizam kurucu­
su, bir İslâm î disiplinci, bir M üslüm an m ürşit ve muallim gibi görüyoruz"19 dem ektedir.

Âkif, Mısır'da hastalanıp Türkiye'ye dönünce, on yıl em ek verdiği Kur'an M eâli'ni, dostu
Yozgatlı M üderris İhsan Efendi'ye bırakm ış, şayet Mısır'a dönm ezse yakm asını istem iş­
tir. Bunun nedeni, Ezan'ın Türkçe okutulm asından sonra nam azlarda da Türkçe Kur'an
33 Âkif, Safahat, s. 170.
34 Geniş bilgi için bkz. M. Zeki Duman, Nüzulünden Günümüze Kur'an ve Müslümanlar, Fecr Yay. Ankara, 1996; Mehmet Soysaldı,
"Günümüzde Kur'an'ın Anlaşılması", İslâmî Araştırmalar Dergisi, Cilt: 14, Sayı: 1, Ankara, 2001, s. 23-33; Yusuf Işıcık, "Kur'an-ı
Kerim'inTerceme Edilmesi ve Ayetlerinin Sıhhatli Anlaşılması Üzerine Bazı Mülahazalar", İslâmî Araştırmalar Dergisi, Cilt: 14, Sayı:
1, Ankara, 2001, s. 1-7
35 Topçu, s.23
36 Yücebaş, s.19,25
37 Âkif, Safahat, s.529-531. Kur'an, kendisini kabul etmeyen insanlara ve cinlere meydan okuyarak onun bir benzerini ortaya koy­
malarını ister. Bkz. (Bakara, 2/23; İsra,17/88; Hud,11/13; Yunus,10/38) Âkif, yukarıdaki dizeleriyle Kur'an'ın bu ayetlerine dikkat
çekmektedir.
38 Kabaklı, s.90.
39 Topçu, s.53.
Mehmet^^jf
66
Ersoy
okunm ası anlayışının gündem e gelm esidir. İhsan Efendi, Meâl'i yakm ış, sonra pişman
olm uştur. Âkif, on yılını Meâl'e verdiği için yazm ak istediği bir çok eseri yazam am ıştır.
Ö nceden Diyanet İşleri Başkanlığı'na gönderdiği tercüm eleri, tashih edeceğini belirte­
rek geri alm ış ve Meâl için aldığı avansı da geri verm iştir. Tercüm eyi isteyenlerden hiç
kim seye verm em iştir. Hüküm et, İhsan Efendi'den tercüm eyi istem iş, fakat o yok ettiğini
söylem iştir40. Meâl konusunda bir diğer görüş ise, m uvaffak olam ayacağı endişesiyle bu
işten vazgeçtiğidir41. O günün şartlarını, kaynaklardaki bilgileri ve Akif'in kendi beyanını
göz önüne aldığım ızda, bu görüşün tutarlı olm adığı kanaatindeyiz.

Kendisine meâl m eselesini soran dostlarına; "Tercüme güzel oldu, hatta um duğum dan
daha iyi. Lâkin onu verirsem "okutm aya" kalkacaklar. Ben o vakit Allah'ımın huzuruna çı­
kam am ve Peygam berimin yüzüne bakam am " dem iştir. Hastalandığında kendisini ziya­
rete gelen şahsiyetler ve araya konan tanıdıklar, "Çankaya'nın arzusudur" diyerek meâli
elinden alm aya kalkm ışlar, ama o verm em iştir. Hatta Hakkı Tarık Us, Âkif'e m eâle karşılık
on bin lira (altın) te k lif etm iş, ama o bu çok yüksek miktardaki paraya rağmen kabul et­
m em iştir42.

Âkif, S a fa h a tta verdiği ayet m eâllerini, Kur'an tercüm esiyle uğraşm adan önce yapm ış­
tır. Tefsir m akalelerinde, vaaz ve hutbelerinde ele aldığı ayet m eallerini topladığım ızda
yaklaşık olarak yüz elli civarında bir sayı karşım ıza çıkm aktadır43. Onun vukufiyetini gös­
term esi açısından, ayetlere verdiği m eâllerden birkaç tanesini yazm akta fayda m ülahaza
ediyoruz:

“Onlara yeryüzünde fesat çıkarmayın! denildiği zam an, biz ıslahtan başka bir şey
yapm ıyoruz derler. Çözünü aç, iyi bil ki: Onlar yok mu, işte asıl m üfsid onlardır:
Lâkin farkında değiller" (Bakara, 2/10- i 1).

"Allah'ın asâr-ı rahm etine bir baksana! Toprağı öldükten sonra nasıl diriltiyor? işte
Allah, bütün ölüleri m uhakkak diriltecek, hem O, her şeye kâdirdir" (Rum, 30/50).

"Ey iman eden kimseler, sebat gösteriniz, hem düşm anlarınızdan fazla bir sebat
gösteriniz; daim a da m uharebeye hazır bulununuz; bununla beraber, Allah'tan
her zam an korkunuz ki felah bulasınız." (Al-i İmran, 3/200).

“Hem göklerde hem yeryüzünde ne kadar ibretler vardır ki, yanı başından başlarını
öte tarafa çevirirler de öyle geçerler" (Yusuf, 12/105).

3. Akif'in Şiir ve Düz Yazılarında Kur'an Yorumu

M ehm et Âkif, Celâleyn Tefsiri'ni sürekli koltuğunun altında taşım ıştır. Kaç kez hatm ettiği
sorulduğunda "onsekiz kez hatm ettim ; ondokuzuncu hatm e devam ediyorum " demiştir,
işte Akif'in M üslüm anların gönlünde taht kurm asının sebebi budur. O, şiir ve yazılarıyla
halkın im anına, fikrine ve ızdıraplarına tercüm an olm uştur44.
40 Osman Ergin, Tür/c Maarif Tarihi, Eser Mat, İst.,1972,V, 1931; D. Mehmet Doğan, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, "Ersoy" madde­
si; Dergâh Yay., İst., 1979, III, 78; Düzdağ, II, 66; Mahir İz, Yılların İzi, İrfan yayınevi, İst., 1975, s. 145.
41 Doğan, III, 78.
42 Düzdağ, II, 66.
43 Akif'in Kur'an ayetlerine verdiği mealler hakkında bkz., Düzdağ, II, 279-297.
44 Düzdağ, II, 77-78.
Dönemi ve
Çevresi 67

Halim Sabit, Sebilürreşâd Dergisi'nin tefsir kısm ının  kif tarafından yazılm asını uygun gö­
rür. Âkif, tevazu göstererek; "Bu benim işim değil, bu ağır yükü bana yüklemeyiniz, onun
kavaid ve usûlü var ki benim bu konuda derinliğine bilgim y o k" der. Halim Sabit, hem en
cevap verir, "Daha iyi ya! Biz de öyle istiyoruz. Kavaid ve nakliyattan ziyade, doğrudan doğ­
ruya Kur'an'dan anladığınızı, duyduğunuzu yazınız; âyetlerin size ilhamları bizce en m ükem ­
m el tefsirdir" der. Daha sona Âkif, bu teklifi kabul eder. Zirâ o, Kur'an'ın özünü, ruhunu,
onun verm ek istediği mesajı güzelce anlayan ve iyi bir şekilde ifade kudretine sahip olan
bir şahsiyettir. Tefsir m akalelerinde, Kur'an'ın belagâtini, ulviyetini öyle açık, öyle sâde
bir lisanla gösterir ki, herkes hayrette kalır. Âkif, Sebilürreşâd Dergisi'nde doksan bir ayeti
tefsir etm iştir. Bunlardan onsekiz tanesi daha sonra m anzum olarak kalem e alınm ış ve
Safahat'ın üç, beş ve yedinci kitaplarında yayınlanm ıştır45.

M ehm et Âkif, tefsir ilmi için tem el bir takım esaslar belirlem iştir: O, tefsir ilm ini, İslâm î
ilim lerin esasını teşkil eden birinci ilim olarak görür; kütüphanelerde yüzlerce önem li tef­
sirlerin bulunduğunu, bunların yalnız nakilci bir anlayışla aktarılm asının yeni bir fayda
getirm em ekle beraber, dileyenlerin okuyup istifade edebileceklerine inanır. Ancak, geç­
mişte yazılm ış tefsir tarzlarından birine riayet etm eği de gerekli görür46. Tefsir yazıları için
b irta kım kurallar belirtir ve bunlara uym ayı gaye edinir. Bu kurallar şunlardır:

1- İlim, fen, tarih, İçtim aî hayat ve yaşantım ıza tem as eden bazı ayetler ele alınarak, di­
rayet ve rivayet usûlüyle değerlendirilm eli ve çeşitli dillerde yazılan tefsirlerden önem li
görülen ve İçtim aî p roblem lerim ize ışık tutabilecek yerler tercüm e edilm elidir. Sarf ve na­
hiv konularına girilm eden pratik sonuçlar üzerinde durulm alı, âyetin ilk bakışta anlaşılan
manaları ile işaret yoluyla değindiği m ânalar ele alınm alı, zam an ve zem inin icablarına
göre İslâm to plum unun durum u ortaya konulm alı ve bu konularda fikir ve m ütalaalar
yürütülm eli.

2- Tefsir tarzları, bu konuda yazılan eserler, tefsir ilim leri ve tarihi, m üfessirlerin hayatları
ve tefsir yöntem leri incelenerek bunlardan istifade edilm eli.

3- Zam anım ızda tefsir eğitim i oldukça zayıflam ıştır. Kur'an-ı Kerim'i bilm ek ve anlam ak
ehem m iyetsiz bir iş gibi görülm ektedir. Sanki Kur'an anlaşılm ış, haşa daha bilinecek bir
yeri kalm am ış gibi bir batıl anlayış türem iştir. Bir m antık kitabı ile yıllarca uğraşıldığı hal­
de öğrencilerin en kısa tefsirlerden biri olan Celâleyn Tefsiri kadar bir tefsir bilgisinden
m ahrum oluşları şüphesiz büyük bir kusurdur47.

Kur'an ayetlerini şiirlerine başlık yapan Âkif, şiirlerini o âyetin tefsiri tarzında kalem e alır,
ifadesinde kullandığı unsurlar, verdiği m isaller yaşanan hayattan alındığı için okuyucu­
ya ayetin sanki şimdi nâzil olduğunu hissettirm eğe çalışır. Buradaki asıl gayesi Kur'an'ın
hidâyetini kitleye mal etm ektir. "Âkif, Kur'an ayetlerini, sosyolojik tefsir ekolü içinde yorum ­
layan bir şair, bir düşünür veya bir din adamıdır. Çağının problem lerini iyi bilen ve onlara
Kur'an'dan çözüm ler sunan bir müfessirdir... Ayetleri şiir diliyle yorum lam ası ise, tefsirde bir
yeniliktir... Âkif, şiirlerinin konusunu ayetlerden seçm esi ve çağdaş sosyolojik yorum lar ge­
tirmesi nedeniyle de bir müfessirdir. Bu yönüyle Onu, sosyolojik tefsir ekolünün önem li bir
temsilcisi sayabiliriz"48.

45 Düzdağ, II, 95-96.


46 Tefsir ilminin önemi ve tefsir tarzları hakkında geniş bilgi için bkz., Ali Eroğlu, Tarihte Tefsir Hareketi ve Tefsir Anlayışları, Erz., 2002;
Halis Albayrak, Tefsir Usulü, İst., 1998; Sait Şimşek, GünümüzTefsir Problemleri, Konya.,tsz.
47 Sebilürreşâd, 1908, C.8-1, Sayı: 183-1, s. 5-6.
48 Celal Kırca, Kur'an ve Bilim, Marifet Yay., İst., 1996, s.277.
M e h m e r û^jf
68
Ersoy
Âkif, ilim, teknik, tarih ve toplum hayatına tem as eden âyetler üzerinde ağırlıklı olarak
durm akta ve daha ziyade pratik sonuçları hedef alm aktadır. Ayetlerden hareketle genel
İslâm î m eseleler hakkında değerlendirm eler yapm ış, iyileştirm e çareleri aramıştır. Bu tef­
sir tarzına "İçtim aî tefsir" denilm iştir. M uham m ed Abduh ile başlayan bu tarz tefsir, Âkif
ile ülkem izde yer bulm uştur Bu tem el hedef doğrultusunda Kur'an kültürünü toplum a
mal etm ek ve tefsir ilm ini ihya için, m ektep ve m edreselerde bunun okutulm asına teşvik
etm iştir49.

Âkif, tefsir m akalelerinde, vaazlarında ve hutbelerinde genellikle cem iyetim izi teşkil eden
dört züm reye m esajlar verm eye çalışır. Bu dört züm re: 1- Her şeyin kaderden geldiğine
inanan halk tabakası, 2- Hayata küskün olanlar, 3- M ünevver g ençlik denilen zevk ve sefa
içindeki nesil, 4- Sefahat içinde yaşayan zenginlerdir50.

Akif'in, Sebilürreşad'da yayınlanan tefsir m akaleleri, günüm üz harfleriyle birkaç eserde


neşredilm iştir51. O, m akalelerinde M üslüm anların İçtim aî hastalıklarına ve bunların çö ­
züm yollarına değinir. M üslüm anların sürekli çalışm asına, gayret ve m ücahede içerisinde
bulunm alarına ağırlıklı olarak yer verir. Üm itsizliğe, tem belliğe, m iskinliğe, oturm aya ve
üzerine düşeni yapm adan işin çözüm e ulaşm asını beklem eye şiddetle karşı çıkar. Üm it­
sizliğin, m ahvolm akla eş anlam lı olduğunu, m ücahedenin ise ayakta kalmaya vesile ol­
duğunu ve bu yüzden sürekli azim içinde bulunm am ız gerektiğini belirtir. Âkif, faziletin,
İslâm Dini'nin esaslarında bulunduğuna ve bu esasların köklü bir m aziye sahip olduğuna
bütün içtenliğiyle inanır. Halkı çalışm aya teşvik ederken, onların m iskinlik, tem bellik ve
üzerine düşen işi yapm adan oturup beklem elerine sürekli karşı çıkar52.

Akif'in tefsir yazıları, hem m anzum , hem de m ensur şeklindedir53. Bu çalışm am ızda, onun
tefsir yazılarından, vaazlarından ve Safahat'ta yer alan şiirlerinden Kur'an tefsiriyle ilgili
görüşlerini yansıtm aya çalışacağız. A kif'in, m anzum ve m ensur tefsir yazılarında ele aldı­
ğı belli başlı konular şunlardır: Çalışm ak, ilmin yüceliği ve cehaletin kötülüğü, münafıkları
tanım a, yanlış kader ve tevekkül anlayışı, üm itsizlik, m illiyetçilik, um um î azap nedenleri,
m uam elelerde dürüstlük, amel-i salih, taklid, tarihten ibret alm ak, afaki ve enfusî ayetler,
dinde itidal, sabır, düşm anlara karşı kuvvet hazırlam ak ve teceddüd. Bu konulardaki gö­
rüşlerini genel hatlarıyla belirteceğiz.

a-İlmin Yüceliği, C ehalet ve Taklidin Kötülüğü

Âkif, İslâm to plum unun içine düştüğü hüsranın esas sebebi olarak, M üslüm anların son
üç asırdaki İlm î birikim den m ahrum kalm alarını ve dinî değerleri yanlış anlam aları olarak
görür. O, Kur'an'ın da belirttiği gibi, cahille alim in eşit olam ayacaklarını54; cehaletin ölüm
ve karanlık, ilm in hayat ve nur olduğunu55 şiir diliyle ifade eder56. Ona göre en büyük ve
49 Yıldırım, a.g.m., s. 4. İçtimai Tefsir'le ilgili geniş bilgi için bkz., Sait Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s.52-95; Şehmus Demir,
Kur'an'ın Yeniden Yorumlanması, s.47-64.
50 D. Mehmet Doğan, III ,78; Türk Ansiklopedisi, "Ersoy" mad., M.E.B., Ank., 1968; "Ersoy" mad., XV, 340.
51 Bkz. Mehmet Âkif Ersoy, Kur'an-ı Kerim'den Ayetler, Derleyen: Ömer Rıza Doğrul, Nakışlar Yayınevi, İst., 1963; Abdulkerim
Abdulkadiroğlu-Nuran, Abdulkadiroğlu, Mehmet Akif'in Kur'an-ı Kerim'i Tefsiri, Mev'iza ve Hutbeleri, Diyanet İşi. Baş. Yay., Ank.,
1992; İ. Hakkı Şengüler, Mehmet Âkif Külliyatı, Hikmet Yay., Ank., 1992, C.IX.
52 Türk Ansiklopedisi, "Ersoy" mad., XV, 340-341.
53 Fevziye Abdullah Tansel, Mehmet  kif Hayatı ve Eserleri, İrfan Yay., İst.,1945, s.62
54 "...De ki hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (Zümer, 39/9).
55 "Körle gören, karanlıkla aydınlık, gölge ile sıcak bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah, dilediğine işittirir. Elbette sen
kabirdekilere işittiremezsin"(Fatır, 35/19-22) ve (Râ'd, 13/16; Nahl, 16/76; en'âm, 6/50; Ğafir, 40/58) ayetleri konu edilmektedir.
56 Bkz. Âkif, Safahat, s. 146; İlim ve cehalet konusunda geniş bilgi için bkz., Musa Bilgiz, Kur'an'da Bilgi Kavramsal Çerçeve Bilgi Türleri,
İnsan Yay., İst., 2003
gerçek düşm an cehalettir; ilk başta onunla savaşıp onu yenm ek gereklidir57. İlim de m ut­
laka ihtisaslaşm am ız gerektiğini, ilm in bütün halka yayılm asını ve tem el eğitim e önem
verilm esini belirtir58. Cehalet yüzünden dine hurafeler hatta m evzu hadisler soktuğum u­
zu, bununla da kalm ayıp sevap um duğum uzu bildirm ektedir.
Bakın ne hâle getirm iş ki cehlim iz dîni:

Hurâfeler bürüm üş en tem iz m enâbi'ini.

Değil hakaikı şer'in, bugün, bedîhiyyât

Bilâ-münâkaşa, ikrâr olunmuyor... Heyhât!

Kitâb'ı, Sünnet'i, icmâ'ı kaldırıp artık;

Havâssı m askara yaptık, avâm ı aldattık.

Yıkıp, şerîati, bam başka bir binâ kurduk;

Nebi'ye a tfile binlerce herze uydurduk!

O hâli buldu ki cür'et: "Yecûzu fi't-tergîb..."59

Karâr-ı erzeli fetvâ kesildi!.. Hem ne garîb,

Hadîsi vaz' ediyorken sevâb uman bile var!

Sevâbı var mı imiş, bir zam an gelir, anlar!

Cihânı titretiyorken nidâ-yı “Men kezebe..."

işitm iyor mu, nedir, bir bakın şu bî-edebe:

Lisân-ı pâk-i Nebî'den yalanlar uyduruyor;

Sıkılm adan da "sevâb işledim " deyip duruyor!

Düşünmedin m i girerken şerîatin kanına?

Cinâyetin kalacak zanneder misin yanına?

Sevâb üm îd ediyor ha! Deyin ki nâm erde:

"Sevâbı sen göreceksin huzûr-i m ahşerde60.

Ona göre, din ilim lerinde ihtisas ehli insanların bulunm ası farz-ı kifaye'dir. Bu alim lerden
yeterli miktarda m evcut olursa, farz-ı kifaye de kalkar. Beşerî, içtim ai ve fenn î yani d ün­
yevi alanlardaki bütün ilim dallarında yeterli alim im iz olm adığından dolayı bu ilim leri
öğrenm ek ise farz-ı ayn'dır. A lim lerim iz, dinî bir gereklilik olan bu em re m aalesef kulak
asm am ışlardır. Bu durum m askaralıktan başka bir şey değildir61.

Âkif, İslâm dünyasını gezip görm üş ve gittiği her yerde düşünm ekten korkan, nakilcilik
ve taklitçilik anlayışını kutsayan, akletm eyi yani anlam a ve düşünm eyi afaroz eden bir
zihniyetle karşılaşm ıştır. Bu yüzden o, âlim lerin taklitçi olm asını eleştirerek, ilmin yalnız
teorik fikirler üretm ek olm adığını, pratik yönünün de bulunduğunu belirtir. O, dinin pra­
57 Bkz., Âkif, Safahat, S.218; 274, 286, 3 4 6 ,4 4 9
58 Âkif, a.g.e., s.278.
59 "İbadete teşvik maksadıyla hadis uydurmak caizdir"anlamında söylenmiş doğruluk değeri olmayan bir ifade.
60 Âkif, a.g.e., s.274.
61 Düzdağ, 1,242.
Mehmetâkif
70 — Ersoy
tik y önünün, toplum m eselelerine çözüm getirm ek şeklinde tezahür etm esi gerektiğini
ifade eder. O, Kur'an'ın körü körüne taklitçiliği kaldırm ak için gönderildiğini, ancak Müs­
lüm anların bir türlü bu taklit saplantısından kurtulm ak istem ediklerini, şayet böyle bir
şey yaparlarsa atalarına saygısızlık edecekleri düşüncesinde olduklarını bildirir62.

Âkif'e göre, dinin taklid ile ayakta kalabileceğine dair yanlış inancım ız sonucu, bid'ât ve
hurafelerle, m uam elat ve anlayışlarım ızı değiştirm iş ve dinin sahih olan şeklini bozm u­
şuz. Bu yüzden bugün kötü bir âdeti çıkarıp atm ak, âdeta dinin en büyük tem ellerinden
birini yıkm aktan daha fazla galeyana sebep olm aktadır. Bu yanlış taklid anlayışı, dinim izi
de dünyam ızı da tahrib etm iştir. Zaten din ve dünya ayrılığı M üslüm anlıkta düşünülem e-
yen bir husustur. İslâm m illeti, bu anlayış ve inancı koruduğu zam anlarda hem dinini ve
hem de dünyasını im ar etm iş; bu inancı kaybedince her şeyini kaybetm iştir. Dini taklid,
dünyası taklid, adetleri taklid, kıyafetleri taklid, selâm ları taklid, hülasa her şeyleri taklid
olan bir m illetin fertleri de insan taklidi dem ektir. Bu insan taklidleri ise İçtim aî bir to plu ­
luk oluşturam az ve bağım sız yaşayam azlar63.

Üstad Âkif, yapılacak ilk işin cehaletten kurtulup ilim sahibi olm ak gerektiğine inanır.
Kur'an-ı Kerim'in bu konudaki "Hiç bilenlerle bilm eyenler bir olur m u?" (Züm er, 39/9) m ea­
lindeki ayetinden hareketle, bilenin bilm eyenden farklı olduğunu, bilm eyenin hayvana
benzetildiği sonucunu çıkarıyor.
"Hiç bilenlerle bilm eyenler bir olur mu?"

O lm az ya! Tabiî... Biri insan, biri hayvan!'64

Çünkü insanla hayvan arasındaki başlıca fark, ilimdir. Öyle ise bilm eyenlerin, bu hayvan­
lıktan kurtulm ası icab eder. Aksi halde bilenler kendilerine hükm edecek, onlara her ba­
kım dan egem en olacak, onları kendi m enfaatleri uğrunda çalıştıracaktır. O nlar da başka­
larının kendileri için belirlediği zillet ve m eskenet dolu hayattan kurtulam azlar.

b-Üm itsizliğe D üşm ek

insanlar hayatta çeşitli sıkıntı ve m usibetlere uğrayabilirler. Şayet üm itsizliğe düşerlerse


bu onların m ahvolm aları dem ektir. Eğer bunlarla m ücâhede eder, o felâketi yenm ek için
uğraşırlarsa sonunda m uvaffak olurlar. Him m etin büyük, azm in sağlam olması gerekli­
dir ki sonuçta kolaylığa, ferahlığa çıkılabilsin. Cenab-ı Hakk'ın yardım ından üm it kesm ek,
ye'se düşm ek haram dır65. M üslüm anlığın ruhu, çalışm aya, m ücâhedeye ve azm e sarıl­
maktır. Âkif, bu konuyla ilgili olarak şu âyetleri örnek verm ektedir:

“Elbette güçlükle beraber şüphesiz kolaylık vardır. Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık
vardır. Boş kaldın mı hem en başka işe koyul ve yalnız Rabbine yönel" (inşirah, 94/5-8). "Bi­
zim uğrum uzda cihad edenleri elbette kendi yollarım ıza eriştireceğiz..." (Ankebut, 29/69). "...
Allah'ın rahm etinden üm it kesmeyin..."(Zümer, 39/53). "... Rabbi'nin rahm etinden, sapıklar­
dan başka kim üm it keser?" (Hicr, 15/56). "...Allah'ın rahm etinden üm it kesmeyiniz..." (Yusuf,
12/87). Âkif, Kur'an'ın böylesi em irleri bulunduğu hâlde, bizim o ruhtan uzaklaşm am ıza
62 Âkif, a.g.e., s. 183-187.
63 Sebilürreşâd, C.9-2, Sayı: 209-27, s. 4; konunun manzum yorumları için bkz., Safahat, s.218,280-281,346.
64 Âkif, Safahat, s. 218
65 Ümitsizlik konusunda bkz., (Yusuf, 12/87; Hicr, 15/55-56; Zümer, 39/53). Elmalı'lı, II, 883; IV, 2990, III; 1519.
D önem i ve
Çevresi 71

esef eder. O, Kur'an'da da ifade edildiği gibi, bir işi bitirince diğerine atılm am ızı ve bu
uğurda yorulm am ız gerektiğini belirtir. Zira bu yorgunluk bizzat hayattır66.

Âkif, toplum iarın hezim etini hazırlayan sebeplerden en önem lilerinin şunlar olduğunu
belirtir: 1-Atalet, yani tem bellik, 2-Hissizlik, um ursam azlık, vurdum duym azlık, 3- Üm itsiz­
lik, 4- içim izdeki beyinsizlerin yolsuzlukları, 5- Cehalet, 6 -Tefrika67. Ona göre hak ve haki­
kati savunanlar hiçbir zam an üm itsizliğe düşm em elidirler. M üslüm anları za'fa, tefrikaya
düşüren iki İçtim aî hastalık vardır: 1) A zim sizlik, 2)Terbiyesizlik. Yüce bir m aksat uğrunda
bütün gayretinin boşa gittiğini gören bir kişi bile ye'se düşm em elidir. Ö zellikle M üslü­
manların üm itsiz olmaya hiç hakları yoktur. Çünkü onlar hiç çalışm adılar. Bizim ye'simiz,
atalet içinde paslanıp gitm eye hak kazanm aktır68.

Âkif'e göre, yeryüzünün büyük bir çoğunluğunu teşkil eden M üslüm anlarda m aalesef
hiçbir hayat eseri görülm em ektedir. Bu çaresizler, alem e şaşkın şaşkın bakıp, "Ne gelen­
den haberim var, ne gidenden haberim " tavrını sergilem ektedirler. M üslüm anların çoğu
Islâm'ın gerçek anlayışından gafildirler. Dünya ve âhiret m utluluğunu tem in eden bir
dinî, cehaletlerine kurban ettiler. Âkif, bu felaketlerde hepim izin hissesi olduğuna inanır.
Ona göre başkalarını sorum lu tutm akla kendim izi sorum luluktan kurtaram ayız. Yapaca­
ğımız iş, ağzım ızı değil, gözüm üzü açarak, kusurlarım ızı görm ek ve onları telafi etmektir.
Ancak bu hâlde Allah'a ve kullarına karşı vazifelerim izi yerine getirm iş oluruz69.

İslâm âlem ini ağlanacak hale getiren sebep, M üslüm anların üm itsizliğinden başka bir
sebep değildir. Üm itsizlik, im andaki za'fı gösterir. M ünevverlerden bazıları halkı ataletle,
cehaletle, m iskinlikle, çığırından çıkm ış tevekkülle suçlarken; kendilerinin ye'se d ü ştükle­
rini hiç akıllarına bile getirm iyorlar. Oysa üm itsizlik, ataletten de, zilletten de, cehâletten
de daha kötüdür. Cenab-ı Hak, Kur'an'ı m uhafaza edeceğini beyan ediyor (Hicr, 15/9).
Kur'an'ı m uhafaza, İslâm î, İslâm î muhafaza ise, M üslüm anları m uhafaza dem ektir. M üslü­
manların yokluğunu düşündüğüm üzde, Kur'an'ın yeryüzünde yaşam asını tasavvu r ed e­
bilir miyiz...? Öyleyse gözüm üzü açıp, şu üm itsizlikten kendim izi kurtarm ak için geceli
gündüzlü uğraşm alıyız70. Hz. Öm er (r.a) : “Zındıkın celâdet (kahramanlık), m ü'm inisıddîkın
ise betaet (bitkinlik) gösterm esinden Allah'a sığınırım " derm iş. Evet zındıklar alabildiğine
gayretli, sıddıklar ise alabildiğine lakayd davranm aktadırlar71. Bir vecizede de ifade edil­
diği g ib i"Salihlerin tembelliği, fasıkların hakim iyetini hazırlar".

c- M illiyetçilik

"Milliyet en kısa ifadesiyle tarih ve toprak şuurudur72". M illiyetçilik ise, m illet hayatını oluştu­
ran bütün değerlerin, tem ellerin, m illete hayat katan bütün kaynakların, vatanın, tarihin,
dilin ve dinin her hangi bir yeniliğe feda ve terk edilm em esidir. Binaenaleyh, M ehm et
A kif'in m illiyetçiliğini, tarih ve toprak şuurundan ayırm ak m üm kün değildir. O, tarih,
mazi, m efahir ve ecdad duygusunu bütünüyle ruh yapısına göm m üştür. O, dinle ilgisi
olmayan bir m illiyetçilik anlayışına şiddetle karşıdır73. O'nun m illiyetçiliğini dindarlığın­

66 Sebilürreşâd, C.8-1, Sayı: 187-5, s. 73-74.


67 Doğrul, a.g.m., XXXVII-XXXVIII.
68 Sebilürreşâd, C.8-1, Sayı: 199-8, s. 133-134.
69 Sebilürreşâd, C.9-2, Sayı: 220-38, s. 213-214.
70 Sebilürreşâd, C.10, Sayı: 257, s. 365; konuyla ilgili manzum yorumlar için bkz., Safahat, s.287,410,465.
71 Sebilürreşâd, C.10, Sayı: 259, s. 397.
72 Topçu, s.38
73 Faruk Kadri Timurtaş, Mehmet  kif ve Cemiyetimiz, Kültür ve Turizm Bak.,Yay., Ank., 1987, s.53; Ahmet Kabaklı, Mehmet Âkif, Türk
MehmetÂkif
72
Ersoy
dan, dindarlığını da m illiyetçiliğinden ayırm ak m üm kün değildir. Âkif'de din ve m illet
m ükem m el bir senteze ulaşmıştır.

O sam im i ve şuurlu bir M üslüm an olm akla birlikte, en başta vicdanın bekçisi olan dinin
ve onun yanı sıra tarihin, vatanın, ahlâkın, örflerin, m efahirin hiçbirisini feda etm eyen
tam bir m illiyetçi ve m uhafazakârdır74. "Âkif, m illet anlayışında ırk gibi kaba, m addî bir un­
sura yer vermemekte, m illet kuran m anevî unsurlardan dine büyük önem verm ektedir... O,
"ahlâkçı milliyetçi"d\r75. Âkif, ırkçılığa şiddetle karşı çıkm ış ve hayatı boyunca onunla m ü­
cadele etm iştir. Safahat'ın altıncı kitabı olan Asım'da, "ahlakçı m illiyetçi" bir gencin nasıl
olması gerektiğini görm ekteyiz. Âkif, sadece bir ideal adam ı değil; gerçeğin, sam im iyetin
adam ıdır. O, Asım'da M üslüm an gencinin nasıl olması gerektiğini tasvir ederken, kendisi
bundan bigane kalm am ıştır. Tasvir ettiği "ahlâkçı m illiyetçi gençlik" gibi yaşam ıştır. Onun
bu vatan ve m illet sevgisini, "ahlâkçı m illiyetçi" düşünce ve tavırlarını, Kurtuluş Savaşı
hitabelerinde ve vaazlarında da görm ekteyiz. Âkif, ırkçılığa dayanan anlayışın, ülke ve
m illeti ne hâle getirdiğini m anzum ve m ensur yazılarının birçoğunda dile g etirir.

Kur'an'a göre, insanların köklere, kabilelere ayrılm asının sebebi; neseblerin birbirine
karışm am ası içindir. Yoksa atalarla öğünm ek için değildir. "Ey insanlar! Biz sizi bir erkek
ve kadından yarattık ve sizi kavim ler ve kabileler haline getirdik ki birbirinizi tanıyabile-
siniz. Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız O'na karşı derin bir sorum luluk bilincini
taşıyanınızdır"(Hucurat, 49/13). insan, peygam ber soyundan dahi olsa, asalet davasıyla
ortaya çıkm am alıdır. Şah-ı Nakşibend'e: "5/Vs/Ve-/ nesebiniz nereye varırl" dem işler. O, "5/7-
silei nesebiyle kim se bir yere varam az" cevabını verm iştir76. İslâm; kavm iyet, cinsiyet gibi,
insanları birbirinden uzaklaştıran, nefret ettiren hususları ortadan kaldırıp, M üslüm anları
tek bir m illet yapm ış iken, bazılarım ızın kalkıp aynı ülkede yaşayan M üslüm anları kav­
m iyet hissiyle parçalam aya hakları yoktur. İslâm'da ırkçılık, kavm iyetçilik olm adığı hâlde
M üslüm anlar, kavm iyetçiliğe sarılırsa din kardeşliği ortadan kalkar ve İslâm Toplum u'nun
birliği parçalanır77. İslâm, ırk, renk, dil, bölge ve iklim itibariyle farklı unsurları aynı din
altında toplar. O sm anlIlar ve diğer İslâm ülkeleri, hep ırkçılık tefrikası yüzünden yok oldu.
Oysa biz, hâlâ m illeti parçalayacak siyasetler peşindeyiz. Biz bu halim izle dünyada zelil,
ahirette de Allah'ın huzuruna çıkam ayacak m ahcubiyete düşm üş oluruz78.

Bizler yabancıların aram ıza atm ak istediği nifak, fesad, kavm iyet ve ırk davalarını gayretle
büyütm e azm i içindeyiz. Oysa hayra ve üm m etin m enfaatine karşı çok kayıtsız ve cimri
davranıyoruz. Kendi zararına bu derece cöm ert davrananlara akıl erdirm ek çok zor79. Eğer
M üslüm an toplum ları birbirine düşm an gösterm ek siyasetinden vazgeçm ez; tem bellik
ve m eskinliğin haram olduğunu anlam azsak, dinin cehâletle payidar olm ayacağına kal­
bim izle inanm azsak, bütün gücüm üzle düşm andan daha kuvvetli olm aya çalışm azsak,
garbın fennini alam azsak, m illetlerin oyuncağı, M üslüm anların yüzkarası o lu ru z ... Bizler
muazzam bir m illetiz ki o m illet, m illeti Islâm'dır80. Kavm iyetçilik veya ırkçılık davasında
bulunm ak M üslüm anlığa veda etm ektir81.
Edebiyat Vakfı Yay., İst., 1984, s.67
74 Kabaklı, s.43,52
75 Kabaklı, s. 52
76 Sebilürreşâd, C.8-1, Sayı: 192-11, s. 193-194.
77 Sebilürreşâd, C.8-1, Sayı: 198-16, s. 293-294.
78 Sebilürreşâd, C.9-2, Sayı: 212-30, s. 62-63; konunun şiirsel ifadeleri için bkz., Safahat, s.178-179; 205; 461 -462.
79 Sebilürreşâd, C.9-2, Sayı: 213-31, s. 81 -82.
80 Konuyla ilgili âyetler için bkz. Bakara, 2/130,135; Al-i İmran, 3/95; Nisa, 4/125; En'am, 6/161; Nahl, 16/123; Hac, 22/78.
81 Sebilürreşâd, C.9-2, Sayı: 214-32, s.101 -102.
Dönemi ve
73
r pvresi
W 1 \m> 8

d-Çalışm ak ve Amel-i Salih

Âkif'e göre bütün İnsanî vasıflar iki noktada toplanm aktadır: A hlâk ve Çalışm a. Islâm dinî,
izzet, azam et ve saadet dinidir; zillet, m eskenet ve sefalet dinî değildir82. Ona göre ça­
lışm am ak, intihar etm ektir. Kendi işimizi m eleklere havale etm ek, aklen ve dinen doğru
değildir. Çünkü insana ancak kendi çalışm asının yararı vardır. Cenab-ı Hak'kın bile hiçbir
an boş durm adığı bir kâinatta boş durm ak, m askaralıktan başka bir şey değildir. O, çalış­
mayı m utlak kurtuluş için zorunlu bir görev olarak telakki eder. Âkif, Kur'an'ın da belirt­
tiği gibi, evrendeki bütün varlıkların belirli bir çalışm a/faaliyet içinde olduklarını83, bunu
gerçekleştirm eyenlerin kurtuluşu beklem elerinin m üm kün olm adığına şu beyitleriyle
dikkat çeker.
intihar etm ek değilse yolda durm ak, gitmem ek,

Asum andan refret84 indirsin dem ektir bir m elek

“Leyse lil insani illâ m a seâ" derken Huda;85

Anlam am m eskenetten86 sen ne beklersin daha87.

Âkif, amel-i salih'i, zevki selim in kabul ettiği hayırlı işlerdir diye tarif eder. Bu am eller; ruhu
tezkiye, kalbi tasfiye, Allah yolunda infak, kim sesizlere, m uhtaçlara ve yetim lere yardım ,
adaletle hükm etm ek, m azlum ları zulüm lerden kurtarm ak, em ânet, iffet, insaf, m uhabbet
ve şefkat gibi yüce hasletlerin tüm üdür. Bir başka ifadeyle ister bedene, ister ruha ait ol­
sun, iman etm e şartına dayalı olan hayırlı davranışların tüm ü salih am eldendir. Ve insan
bu vasıflarla ancak insandır88.

Âkif, fert ve toplum ların onur ve şerefleriyle ayakta kalabilm eleri için m utlaka çağın g e­
rektirdiği şekilde çalışm a ve faaliyette bulunm alarının zorunlu olduğuna inanır. Aksi tak­
dirde sadece vatan kaybedilm ez, insanın din, namus, şeref ve haysiyetinin tüm ü gider.

"Bekâyı hak tanıyan sa'yi bir vazife bilir;

Çalış çalış ki bekâ sa'y olursa hak edilir89.

e- Nifak ve M ünafıklar

Âkif, İçtim aî hastalıklardan en bariz olanının, M üslüm anların dost ve düşm anını tan ım a­
maları ve "feraset"ten yoksun olm aları olarak belirtir. O, m enfaatini "ilâh" edinen (Furkan,
25/43; Casiye, 45/23), riyakâr ve dalkavuklara karşı inananların sürekli bir basiret ve uya­
nıklık halinde olm alarını canı gönülden arzulayarak şöyle der:
"Sanma, hey kukla kıyafetli adam , hey sersem!

Herifin ağzı"sam ed", midesi yüzlerce sânem "90.

82 Âkif, Kur'an-ı Kerim'den Ayetler, s. 401.


83 İsra, 17/44; Enbiya , 21/33; Ra'd, 13/13.
84 Refref: Döşek demektir.
85 "İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur" (Necm, 53/39).
86 Meskenet:Tembellik, miskinlik, acizlik, yoksulluk ve beceriksizlik demektir.
87 Âkif, Safahat, s. 30; çalışma hakkında ayrıca bkz., Safahat, s.194,210,266,304,315,344-345,456,469-470,573.
88 Sebilürreşâd, C.8-1, Sayı: 203-21, s. 393-394; Geniş bilgi için bkz., Elmalılı, IX, 6002,6079.
89 Âkif, Safahat, s. 253
90 Âkif, Safahat, s.42 1.
M ehm et^jf
74
Ersoy
Sam ed, Cenab-ı Hakk'ın isim lerinden birisidir; sânem ise put dem ektir. Âkif, bu ve deva­
mındaki m ısralarda ikiyüzlü, y alnız m enfaatini düşünen, kişilik ve karakteri bozuk m üna­
fıkları tavsif etm ektedir. Mısrada da ifade edildiği gibi m ünafıklar, Allah, Kitap, peygam ber
ve diğer kutsal değerleri dilleriyle söylerler; fakat onların gönüllerinde yüzlerce sânem ve
nifak hastalığı vardır91. M ünâfıklar, bu değerleri, ahm akları aldatm ak için söylenen heze­
yanlar olarak telakki ederler92. Âkif, m ünafıkların bu tutum unu şöyle dile getirir:
"Hezeyan, sorsanız, Allah; hezeyan Peygam ber;

Din vatan, aile, m illet gibi yüksek hisler,

A hm ak aldatm ak için söylenilir şeylerm iş...

Bu hurâfâtı hakikat diye kim dinlerm iş?"93.

M ünafıkları konu edinen "Onlara: "Yeryüzünde fesat çıkarm ayın" denildiği zam an, "Biz an­
cak ıslah edicileriz" derler. Kesin olarak biliniz ki, onlar ancak kötülük yayan bozgunculardır.
Lâkin, anlam azlar" (Bakara, 2/11-12) ayetlerini yazdıktan sonra onlarla ilgili olarak m an­
zum tefsir mısralarına yer verir:
Bir kızarm az çehre bulm uşsun ya ey câni, bürün;

Hem bütün dünyayı ifsad eyle, hem muslih görün.

Şarka bakm az, Garb’t bilmez, görgüden yok vâyesi

Bir kızarm az yüz, yaşarm az göz bütün sermayesi!...94.

Âkif, hayatı boyunca ikiyüzlü, riyakâr ve dalkavuklardan nefret etm iş ve onlarla ilişkisini
kesmiştir. Fakat öm rünün sonlarına doğru "İkiyüzlüleri artık sever oldum ; çünkü yaşadıkça
yirm i yüzlü insanlar görm eğe başladım " dem ek zorunda k a lm ıştır95.

Denilir ki "Âkif, iki adam ı sevm ezdi; fazla terbiyeli ve fazla terbiyesiz olanı. Aşırı nezaket, ona,
insanların gizlenm eye m uhtaç bazı taraflarını örten bir şey gibi görünüyordu. Onun gözünde
fazla nazik olan adam , gizli adam dır1'96. Akif'in nazarında insanlar iki kısım dır: Ya iyi, ya da
kötü. İyi olup da kötü tarafı olanlar, kötü olup da iyi yönü bulunabilecekler y o k tu r... O,
evvela insanların kötü huylarına, sonra kendilerine düşm an oluyordu97.

f-Yanlış Tevekkül ve Kader Anlayışı

Âkif, M üslüm anları yanlış tevekkül anlayışı konusunda uyararak onların tevekkül olarak
telakki ettikleri inancın, aslında Kur'an'ın ve İslâm'ın ruhuna aykırı olan m iskinlik ve tem ­
bellik anlayışı olduğunu şu dizeleriyle dile getirir:

91 Bkz. Bakara,2/8-14; Nisa,4/60,81; Maide,5/61; Tevbe,9/56,62: Nûr,24/47-50; Münafikûn, 63/1 -8; Muhammed, 47/20-29.
92 Münafıklar hakkında geniş bilgi için bkz., Sadık Kılıç,Kur'an'a Göre Nifak Kavramı, Furkan Yay., İst.,1982.
93 Âkif, Safahat, s. 421-422.
94 Âkif, Safahat, s. 226; ayrıca bkz., a.g.e., s.225,421.
95 Düzdağ, 1,215; II, 319.
96 Kuntay, s.256
97 Kuntay, s.212
Dönemi vp
Çevresi -
Ömer, tevekkülü elbet bilirdi bizden iyi...

Ne yaptı "biz m ütevekkilleriz"d iyen küm eyi?

Dağıttı, kam çıya kuvvet,"gid in, ekin"diyerek.

D em ek:Tevekkül eden, önce m utlaka ekecek;

D em ek:Tevekküle pek sığm ıyorm uş, anladın a,

Sinek düşer gibi düşm ek şunun bunun kabına.

Bakın ne hâle getirm iş ki cehlim iz dîni:

Hurafeler bürüm üş en tem iz m enâbi'ini.

Değil hakaikı şer'in, bugün, bedîhiyyât

Bilâ-m ünâkaşa, ikrâr olunm uyor... Heyhât!98.

Âkif, dinin hüküm lerinin M üslüm anlar tarafından doğru anlaşılm adığını, bundan daha
kötüsü, anlaşılm a çabası içine girm em iş ve böyle bir dertlerinin de o lm am asından dolayı
oldukça müteessirdir.
O im an kuvvet ihzarıyla e m re tm işti... Lâkin, biz

"Tevekkelna"deyip yattık da kaldık böyle en aciz.

O îm an, farz-ı kat'îdir diyor tahsîli irfânın...

Ne câhil kavm iyiz biz M üslüm anlar, şim di, dünyânın!

O îm an hüsn-i hulkun en büyük hâm îsi olm uşken...

Nemiz vardır fezâilden, nem iz eksik rezâilden?99.

Âkif'e göre, hangi m aksat için olursa olsun çalışanlar, gayret gösterenler, özellikle Allah
için çabalayanlar, hidâyet ve saadet yoluna ulaşacaklardır. Cenab-ı Hak, feyz ve kerem
sahibidir. Fakat Onun feyzini elde edebilecek istidadı hazırlam ak gerekir, işte tevekkül
budur. Yoksa m iskince tem ennilerin tevekkülle hiçbir alakası yoktur. Tevekkül, bütün
gayret ve m ücâhedeyi gösterdikten sonra, bu gayretin zayi olm ayacağına sarsılm az bir
ümit beslem ektir100. Hayatı m ücâhede ile geçirenlerin kavuşm ayacağı nim et, m ânâsız
bir tevekkül ile tem bel tem bel yaşayanların da m ahkûm olm ayacağı zillet ve m eskenet
yoktur. Bu, Allah'ın ebedî kanunudur ve değişm e kabul etm ez. A llah, değişm e kabul et­
meyen bu kanunlarını, hiçbir m ü'm inin hatta bütün M üslüm anların keyfi ve hatırı için
değiştirm ez. Olaylar, bizim bir türlü anlam ak istem ediğim iz hakikatleri sürekli ihtar ettiği
halde biz, gözlerim izi bir türlü açm ıyoruz. M eskenetler, ataletler ve gayretsizlikler içinde
sürüklenip gidiyoruz. Islâm; m ücâhede, şan, şeref, azam et d inî iken; İslâm'a m üntesib ol­
duğunu iddia eden zavallı M üslüm anlar, dünyanın her tarafında âtıl, bâtıl, m iskin, zelil,
hakir, m ahkûm ve canlı yığınlardan başka bir manzara arz etm iyorlar101.

Âkif, M üslüm anların içinde bulundukları durum un kesinlikle kaderleri olm adığını, istek­
98 Âkif, Safahat, s. 274
99 Âkif, Safahat, s.323. Konuyla ilgili diğer manzum yorumlar için bkz., a.g.e., s. 272,323-324,469-470.
100 Geniş bilgi için bkz., Elmalılı, II; 1218, IV, 2566, VII, 5604.
101 Sebilürreşâd., C.8-1, Sayı: 192-10, s. 173-174.
M e h m e t k jf
76
Ersoy
lerine ve gayretlerine göre bugünkü durum u hak ettiklerini belirtir102. Dinin ve Allah'ın
em ri, sürekli çalışm ak iken bizler yapm am ız gerekeni yapm ayıp "bütün işleri Rabbim gör­
sün" anlayışıyla hareket etm işiz. Akif'in çok veciz ve etkili ifadesiyle:
Bırak çalışm ayı, em ret oturduğun yerden,

Yorulm a, öyle ya, Mevlâ ecîr-i hâsın iken!

Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini;

Birer birer oku tekm il edince defterini;

Bütün o işleri Rabbim g ö rü r:V azifesid ir...

Yükün h a fifle d i... Sen şimdi doğru kahveye gir!

Çoluk çocuk sürünürm üş sonunda aç k ala ra k ...

Hudâ vekil-i um urun değil mi? Keyfine bak!

Onun hazine-i in'âmı kendi veznendir!

Havale et ne kadar masrafın o lu rs a ... Verir!

Silahı kullanan Allah, hudûdu bekleyen O;

Levâzım ın bitiverm iş, değil mi? Ekleyen O!

Çekip kum andası altında ordu ordu melek,

Senin hesâbına küffârı hâk-sâr edecek!

Başın sıkıldı mı, kâfi senin o nazlı sesin:

"Yetiş!"d e kendisi gelsin, ya Hızır'ı göndersin!

Evinde hastalanan varsa, borcudur: Bakacak;

Şifâ hazînesi derhal oluk oluk akacak.

Dem ek ki: Her şeyin Allah... Yanaşm an, ırgadın O;

Çoluk çocuk O'na âid: Lalan, bacın, dadın O;

Vekîl-i harcın O; kâhyan, müdir-i veznen O;

Alış seninse de, mes'ûl olan verişten O;

Denizde cenk olacakm ış... G em in O, kaptanın O;

Ya ordu lâzım im iş... Askerin, kum andanın O;

Köyün yasakçısı; şehrin de baş m uhassılı O;

Tabîb-i âile, eczâcı... Hepsi hâsılı O.

Ya sen nesin? M ütevekkil! Yutulm az artık bu!

Biraz da saygı gerektir... Ne saygısızlık bu!

Hudayı kendine kul yaptı kendi oldu Huda;

Utanm adan da tevekkül diyor bu cür'ete... Ha?W3.


102 Âkif, Safahat, s.267. Kader hakkında bkz., Elmalılı, 1,664; VII, 4655-4754; VIII; 5744.
103 Âkif, Safahat, s.268.
Dönemi ve _
77
Ç öevreci
\/rA C Î

g-Tebliğ ve İrşad

Âkif, toplum bilim e oldukça değer veren bir şairdir. Sofobof'ındaki şiirlerinin hem en hep­
si bu bakış açısıyla kalem e alınm ıştır. Ona göre doğuda, batıda, güneyde ve kuzeyde­
ki M üslüm anların tüm ü zillet, sefalet ve esaret içinde yaşam aktadır. Sefalet içindeki bir
milletin elinde kalan dinin ihya edilm esi de m üm kün değildir. Bu durum u anlam ayan
vaizler de kürsülere yanaştırılm am alıdır. Çünkü toplum u aydınlatm a konum unda bulu­
nan vaizlerin, m illetin m azisini ve hâlini bilerek onları istikbale hazırlam aları gerekir104.0 ,
alim lerin, İçtim aî hastalıkları tesbit ederek bunlara her zam an ve m ekânda çare aram ala­
rının ihm ale gelm eyecek bir iş olduğunu belirtir ve özellikle de hac ibadetinin yapıldığı
mekanlarda, hacıların konuştukları dillerde hutbeler ve konferanslarla bilgilendirilm ele­
rini ister105.

Âkif, vaizliğin zor ve m esuiiyetli bir iş olduğuna inanır: O bu inancında da haklıdır. Çün­
kü halkı irşad etm eye çalışanların, "Rabbinirı yoluna hikm et, mev'ize-i basene ile davet et.
M ücadele ettiğinde de en güzel şekilde m ücâdele et..." (Nahl, 16/125) âyetinde de ifade edil­
diği gibi, hikm et ve güzel öğütlerle tebliğ yapm aları gerekm ektedir. Davetçi, hikm ete
sahip olm akla kalm ayacak, bu hikm etin hatipliğini güzel yapacak, örneklerle, delillerle
muhatabı dikkate alarak aşırıya kaçm adan itidal içinde hareket edecektir. Bu konuda
Hz. Peygam beri örnek alacak, insanlara şefkat ve yum uşaklıkla m uam ele edecektir, in­
sanları ikna etm ek için kullanılan delilin hâkim ve halim bir ağızdan çıkm ası gereklidir.
Bu yolda m uhatabın delillerini devirecek kudrette olm ayanlar ve gerekli m esaiyi harca-
mayanlar, irşada kalkarak insanları saptırm am alıdır. Doğru dürüst eğitim görm em iş, üç
beş m evzu hadis ile birkaç masal ve fıkradan veya hurafeden başka serm ayeleri olm a­
yan "üm m îvaizlerin" kürsülerde konuşm alarından beri bu m illetin, dinî um acı şeklinde,
dinin sahibini de yeniçeri ağası fıtratında tahayyül etm eye b aşladıklarını, böylece İslâm'ın
tertem iz sim âsının da hayallerim izden silinip gittiğini ifade eder. Ona göre cem aat, din
namına söylenenlerin tüm ünü dikkate alır. Hatta bazılarının hiçbir bilgisi bile yoktur. Yani
vaizin yanlış söylediklerini bile doğru olarak bellem eye çalışırlar. Oysa vaizlik, yalnız hakkı
tanım ak değildir; hangi konularda Hak'tan sapılır, nasıl sapılır bunları da bilm ektir, insan­
lara "dalâlettesin" dem ekle iş bitm iyor. Hidayete nasıl ulaşılacağını, insanların ellerinden
ne şekilde tutulacağını da bilm ek g erekir106.

h-Um umî Azap Nedenleri

Allah'ın em irlerine isyan eden zalim ler, salih kişiler tarafından engellenm ediği zam an
um um î bir azabın gelm esi m üm kündür107. Çünkü İslâm'ın yüklediği sorum luluk, sade­
ce şahsım ızla sınırlı kalm am akta; bilakis toplum sal bir m ahiyet arzetm ektedir. Nitekim
Kur'an, "Öyle bir fitneden sakının ki, aranızdan yalnız haksızlık edenlere erişm ekle kalmaz,
(hepinize) erişir. .."(E n fa l,8/25) buyurm aktadır. Âkif, bu um um î azabı ifade eden âyetle il­
gili olarak şunları söyler:

104 Âkif, Kur'an-ı Kerim'den Ayetler, s.232.


105 Âkif, a.g.e., s.233
106 Sebilürreşâd, C.8-1, Sayı: 206-24, s.453-454.
107 Konuyla ilgili ayetler için bkz., (Bakara, 2/191,217; Hud, 11/116). Azap konusunda geniş bilgi için bkz., Faiz Kalın, Kur'an'da Azap
Kavramı, Erz., 1995, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi).
MehmetÂkjf
78
Ersoy
Saçak tutulm adan evvel basılm am ışsa eğer,

Yanında yaş da yanar, çaresiz, yanan kurunun...

Diyor Kitab-ı İlahî:"O, fitneden, korunun,

Ki sâde sizdeki erbabı zulm ü istilâ

Eder de suçsuz olan kurtulur değil asla..."108.

i-M uam elelerde D ürüstlük

 kif için M üslüm an dem ek, imanı bütün; işi gücü salah, şiârı hak, m esleği sebat olan in­
sandır ve bu insanın yeryüzünde karşılaşm ayacağı bir şey varsa o da hüsrandır109. Ona
göre bu dört sıfatı birleştiren kişi ancak hakiki insan olabilir110. Âkif'e göre, M üslüm anlık
sadece bir-iki farzı yapm aktan ibaret değildir. İslâm'ın em ir ve yasakları bir bütün olarak
algılanm alı ve bunların gereği yapılm alıdır. A ncak bu şekilde davranm akla tam M üslü­
man olabiliriz111. Dinin tek ve bir bütün olduğuna inananlar, israiloğulları gibi "Yoksa sîz­
ler Kitabullah'ırı bir kısmına karşı mü'min de bir kısmına karşı kâfir m isiniz?’ (Bakara, 2/85)
kınam asına h edef olm am alıdırlar.

Bazıları, "Onlar diriltileceklerini hiç tahmin etm iyorlar m ı?" (M utaffifin, 83/4) âyetindeki
"zan"nı yakîn m anasına alıyorlar. Halbuki yakînen inananların, dürüst olm am aları tasav­
vur olunam az. Ayetteki zan, yakîn manasında değil de ihtim al manasındadır. Zira günün
birinde Allah'ın huzuruna çıkılacağını zan, tahm in veya bir ihtim al olarak hatıra getirm ek
bile birtakım rezaletleri işlem eye m ânidir, mâni olm alıdır112. Binaenaleyh M üslüm anlar,
dinlerinin gereklerini yerine getirm ezlerse, sefihler, onların zayıflığını, fakirliğini, azlığını
alaya alarak dinlerinin hak olm adığına hüküm verir ve onlarla alay ederler. Âkif, İlâhî bir
dinin, servetlerin ve kuvvetlerin bağrından fışkırm ası gerektiğini söylerler113.

j-Tarihten İbret Alm ak

İslâm'ın em irlerinin İlâhî olduğuna, şüphesiz doğru olduklarına inanm akyetm iyor, onlara
sarılm ak ve onların gösterdiği yoldan sapm am ak gerekiyor. İsyan, tuğyan, cehâlet, atalet,
sefahet ve nifak m illetleri m utlaka izm ihlale sürükler. Bu davranışlar, ister im ansızlık yü ­
zünden olsun, isterse inanıldığı halde am ele karşı isteksiz d avranm aktan olsun, aynı feci
sonucu hazırlar. Bizler olayları masal dinler gibi d inlem eyelim . G ezdiğim iz m em leketlerin
sadece havasıyla suyu hakkında bilgi toplam akla kalırsak, geçm işten ibret alm am ış, istik­
bale hazırlanm am ış olu ru z114.

Zam anım ızdaki M üslüm anlar, dünyayı dolaşsalar bile öğrenecekleri bir şey yok. Asr-ı
Saadet'teki m üşrikler gibi kalb gözleri kapalı, işittiklerinden de alabilecekleri bir şey yok.
108 Konu ile ilgili manzum yorumlar hakkında bkz., Âkif, Safahat, s. 285,157,192-194,455,301.
109 Doğrul, a.g.m., s.XLIX-L.
110 Âkif, bu konuda manzum olarak Asr Sure'sinin yorumunu yapmaktadır. Bkz. Âkif, Safahat, s. 419.
111 Âkif, Kur’an-ı Kerim'den Ayetler, s.206.
112 Sebilürreşâd, C.8-1, Sayı: 189-7, s. 113-114; Kur'an-ı Kerim, Allah'a ve insanlara karşı muamelesi dürüst ve samimi olan Müslü­
manlar hakkında "muttaki" kavramını kullanmaktadır. Bu konuda geniş bilgi için bkz., Lütfullah Cebeci .Kur'an'a Göre Takva, Seha
Neşr., İst., 1985.
113 Sebilürreşâd, C.8-1, Sayı: 190-8, s. 133-134.
114 Sebilürreşâd, C.8-1, Sayı: 208-26, s. 493-494.
Dönemi ve
Çevresi 79

Çünkü can kulakları sağır. Hakikat bu! isterse her adım başı levhalar bulunsun, isterse her
zerreden binlerce ses yükselsin, bütün bunlar M üslüm anların nazarları için seçilm ez bir
karaltıdan, kafaları için anlaşılm az bir sesten başka bir anlam ifade etm iyo r'15.

k-Afakî ve Enfusî Ayetlerden İbret Alm ak

Bizler M üslüm anlar olarak Cenab-ı Hakk'ın varlığını, birliğini, ezelî ve eb edî oluşunu
yakinî bir im an ile tanım ak için; yerleri, gökleri, afakî ve enfusî ayetleri tem aşa etm eliyiz.
Onlardaki azam eti, ihtişam ı gözlerim izle görm eliyiz. Bizler Allah'ın ayetlerine kayıtsız ve
sersem bir bakışla baktığım ız için O'nun Kitab'ının işaret ettiği gerçeklere de aynı basi­
retsizlikle yaklaştık. İslâm alem i, asırlardır göklerin ve yerin dilinden bir şey anlam ıyor.
Halbuki her zerrede bile bir nizam m evcuttur. Kainat kitabını okuyam adığım ız gibi, gece
gündüz hatim ler indirerek okuduğum uz Kur'an'ı da anlam ayacak bir hale geldik... Afakî
âyetlere karşı bu kadar duyarsız davrandığım ızı gören yabancılar, haksız yere cehaletim i­
zi dinim ize, kitabım ıza mal ediyorlar. Oysa "din" ne söylüyor, biz ne anlıyoruz. Kendim i­
ze acım ıyorsak bile bari lekelediğim iz şu masum dine a c ıy a lım "6. Âkif, Safahat'ın birçok
yerinde ilim ve teknikten uzak yaşam am ızın m üm kün olm adığını ve asrın bilim lerinin
mutlaka gençlere öğretilm esi gerektiğini belirtir:
Alınız ilm ini Garb'ın, alınız san'atini;

Veriniz hem de m esâînize son sür'atini.

Çünkü kabil değil artık yaşam ak bunlarsız;

Çünkü m illiyyeti yok san'atın, ilm in; yalnız,

iyi hâtırda tutun ettiğim ihtârı dem in:

Bütün edvâr-ı terakkîyi yarıp geçm ek için,

Kendi "m âhiyyet-i rûhiyye"niz olsun kılavuz.

Çünkü beyhûdedir ümmîd-i selâm et o nsuz.117

Evet, ulûm unu asrın şebâba öğretelim ;

M ukaddesâta, fakat, çoksa ihtirâm ed elim .118

Âkif, varlık âlem iyle yani günüm üz ifadesiyle m odern bilim ler ve fen bilim leri konusuy­
la ilgilenm enin, im anın yakîn yani şüphesizlik/bizatihi tecrübe etm e seviyesine çıkm ası
için gerekli olduğunu söyler. Çünkü fen bilim leri, gözlem ve deneye dayandığı için Yüce
Allah'ın varlığını, birliğini, kuvvet ve kudretini diğer sosyal bilim lerden daha etkili olarak
gözler önüne sererler. Bunun sonucunda da yakîne ulaşm ış bir im an oluşur. Akif'in ko­
nuyla ilgili ifadeleri:
Hülâsa, âlem-i imkânı devredin; o zam an

Şühûda bağlı bir îm anla hükm eder vicdan:119

115 Sebilürreşâd, C.9-2, Sayı: 224-42, s. 277-278.


116 Sebilürreşâd, C.9, Sayı: 210-28, s. 21-22.
117 Safahat, s.187-188
118 Safahat, s. 282
119 Safahat, s. 253
M ehm et Âkif, evrendeki her varlığın, Yüce Allah tarafından bizler için bir delil, belge, hi­
dayet nedeni ve ibret vesilesi olm ak üzere yaratıldığını, bu varlıklarda ihata ed ilem eye­
cek oranda hikm et ve sırların bulunduğunu söyler. O, toplum ların bekasının da ancak bu
ilahi belgeleri dikkate alm ak ve gereğini yerine getirm ekle m üm kün olabileceğini söyler.
Fakat Islâm alem i, kâinattaki bu bilgi, belge, ibret ve hikm et vasıtalarından yararlanm a­
mış, gerekliliğine bile inanm am ış. Âkif, bu konuyu şu dizeleriyle dile getirir:

Boştur, hele ibret diye a'mâkı tecessüs,


Âyât-ı İlâhi dolu âfâk ile enfüs.

Bunlarda tecellî eden esrâra bakanlar,

Üm m etler için rûh-i bekâ nerdedir, anlar.

Bilmem neye bel bağlıyarak hayr um uyorduk

Bizler ki o âyâta bütün göz yum uyorduk?

Dünyâda nasihat m i olur Şark'a m üessir?

Binlerce m usibet,'yine hâib, yine hâsir!120

I-Dinde İtidal

Cahilane taassubun m üthiş düşm anı olan Âkif, eskiye kayıtsız, şartsız bağlı olm adığı gibi,
yeniye de körü körüne taraftar olm am ıştır. Onun düsturu, “Eski, eski olduğu için atılmaz,
fena olursa atılır. Yeni yeni olduğu için alınmaz, iyi olursa alınır" düşüncesi olm u ştu r’21.

Âkif, İslâm Dini'nin her türlü aşırılıklardan uzak olduğunu, bütün hüküm ve em irlerinde
itidalden başka bir esası gözetm ediğine inanır122. Ona göre, seyyar bir tuhafiye vitrini gö­
rüntüsüne girerek süslenm ek ne kadar gülünç ise, zühd nam ına paçavralara göm ülm ek
de İslâm'ı ve M üslüm anları rezil edici bir harekettir. Hz. Öm er (r.a.); Medine'yi dolaşırken,
sırtına kirli bir paçavra çekerek, zelil bir halde boynunu yana bükm üş, kötülükleri görm e­
m ek için gözlerini kapayıp duran birini görünce:"Böy/e miskin tavırlarla dinim izi öldürme,
hey Allah'ın kahrına uğrayası" diyerek öfkeyle kırbacı adam ın om uzuna indirir. Dem ek ki
israf etm em ek kaydıyla yiyip içm enin m ahzuru yoktur123.

m -Sabır

Âkif'e göre sabır, her türlü şiddete göğüs germ ek; hiçbir düşm an ve tehlike karşısında
m etaneti elden bırakm am aktır. Yoksa m iskin m iskin oturarak, zillete katlanıp d urm ak d e­
ğ ildir124. Sabır, hak yolda taham m ülü zor olan şiddetli hususlara karşı katlanm ak, nefsin
hoşlanm adıklarını sineye çekm ektir. Taham m ülsüzlük, bütün m usibetlerin başı, belki en
büyüğüdür. Zira taham m ül etm eyen, hiçbir şeyi elde ed em ez125.
120 Safahat, s. 461
121 Doğrul, a.g.m, s. XXXIII.
122 İslâm Dini'ne mensup olanların "vasat ümmet" olduğuna dair bkz., (Bakara, 2/143).
123 Sebilürreşâd, C.9-2, Sayı: 211 -29, s.41 -42.
124 Sebilürreşâd, C.8-1, Sayı: 195-13, s.233-234.
125 Sebilürreşâd, C.9-2, Sayı: 203-21, s.393-394.
Dönemi ve
Çevresi 81

Sabır, Allah yolunda, hak yolunda, din uğrunda, m illet uğrunda rahatını, uykusunu, m a­
lını ve canını feda etm ektir. Yoksa m iskin m iskin oturarak "kader böyle imiş" dem ek d e­
ğildir. Bilakis faydalı ilim leri ve diğer hayırlı hizm etleri elde etm ek için her türlü sıkıntıya
katlanm aktır126.

n-Düşm anlara Karşı Kuvvet Hazırlam ak

Müslüm anlar, Kur'an'ın em irlerini gereğince dinlem iş olsalardı, bugün m azilerini hasretle
anm azlar; dinin ve iffetin şerefini, düşm anların ayakları altında çiğnetm ezlerdi. Çünkü
Cenab-ı Hak; "Ey iman edenler! S ebat gösteriniz, hem düşm anlarınızdan daha fazla sebat
gösteriniz; daim a harbe hazır bulununuz..." (Al-i im ran, 3/200) em rini verirken bir başka
ayette de; "Düşmanlarınıza karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayınız" (Enfal, 8/60)
buyurm aktadır. Biz bu kesin ve zorunlu em irlere kulak verm ediğim izden, İslâm âlem i bu
hâllere düşerek her taraf savaş sahneleriyle do ldu127.
Sonunda: "Kuvvetim iz, şüphesiz, ilerlem eli;

Fakat düşünm eli herşeyde önceden tem eli.

Team m üm etm esi lâzım ma'ârifin mutlak.'

Okur yazarsa ahâli, ne var yapılm ıyacak?128

Âkif, M üslüm anların bıkm adan, usanm adan ve gece gündüz hiç boş durm adan çağın
ilimlerini elde etm ek için çalışm alarının ilahi bir kanun ve zo runluluk olduğunu haykırır.
Batı'nın artık yeryüzündeki fetihlerini tam am layıp gökyüzüne el attığını haykırır:
Bu cihetten, hani, hiç yılm asın, oğlum , gözünüz;

Sâde Garb'ın, yalınız ilm ine dönsün yüzünüz.

O çocuklarla beraber, gece gündüz, didinin;

Giden üç yüz senelik ilmi sık elden edinin.

Fen diyârında sızan nâ-m ütenâhî pınarı,

Hem için, hem getirin yurda o nâfi'suları.

Yarının ilmi nedir, halbuki? Gâyet m üdhiş:

"M addenin kudret-i zerriyyesi" uğraştığı iş.

O yam an kudrete hâkim olabilsem diyerek

Sarf edip durm ada birçok kafa binlerce em ek.

Onu bir buldu mu, artık bu zem in: Başka zem in.

Çünkü bir dam la kömürden edecekler te'min,

Öyle m ilyonla değil, nâ-m ütenâhî kudret!.. "129


126 Sebilürreşâd, C.9-2, Sayı: 233-41, s.261 -262.
127 Sebilürreşâd, C.9-2, Sayı: 223-41, s.261 -262.
128 Safahat, s. 280 vd.
129 Safahat, s. 443
82
MchmetÂkîf
Ersoy
Âkif, İslâm ülkelerinin durum larının çağın çok gerisinde olduğunu ve halkın da bilginle­
rin de m aalesef bu geriliğin bilincinde olm adıklarını büyük bir teessüfle bizzat yerinde
m üşahede etm iştir:
"Ne gördün, Şark'ı çok gezdin?" diyorlar: Gördüğüm ; Yer yer,

Harâb iller; serilm iş hânüm anlar; başsız üm m etler;

Yıkılm ış köprüler; çökm üş kanallar; yolcusuz yollar;

Buruşm uş çehreler; tersiz alınlar; işlem ez kollar;

Bükülm üş beller; incelm iş boyunlar; kaynam az kanlar;

Düşünm ez başlar; aldırm az yürekler; paslı vicdanlar;

Tegallübler, esâretler;tehakkü m ler, m ezelletler;

Riyâlar; türlü iğrenç ibtilâlar, türlü illetler;

Ö rüm cek bağlam ış, tütm ez ocaklar; yanm ış orm anlar;

Ekinsiz tarlalar; ot basm ış evler; küflü harm anlar;

Cem â'atsiz im am lar; kirli yüzler; secdesiz baçlar;

"G azâ''nâm ıyle dindaş öldüren bîçâre dindaşlar;

Ipıssız âşiyanlar; kim sesiz köyler; çökük dam lar;

Em ek m ahrûm u günler; fikr-i ferdâ bilm ez akşamlar!..

Geçerken, ağladım geçtim ; dururken, ağladım durdum ;

Duyan yok, ses veren yok, bin perişan yurda başvurdum 130.

o-Teceddüd

Son zam anlarda İslâm'ı ortadan kaldırm ak ya da ötesini berisini kırparak "din"de bir te-
ceddüd m eydana getirm ek isteyenler türedi. Biz bunlardan "din kaldırılm alı" diyenlerin
dünyadan; "teceddüd husule getirm eli"fik rin e sahip olanların da dinden alabildiğine gafil
olduklarına şahit olduk. Halk, “atalarım ızdan böyle gördük" anlayışını aşam azken, aydın­
lardan bazıları da atalarım ızdan bize intikal eden iyi şeyleri de atm anın ve d eğiştirm enin
sevdasındalar. Oysa yeni iyi ise alınır, eski kötü ise atılır; yoksa eskiliğinden dolayı d eğil131.
Âkif, M üslüm anların ilm e, sanata, tekniğe, tefekkür ve araştırm aya önem vererek hayat
dinî olan İslâm'ın bugünkü halinden kurtarılm asının ancak beşeriyetin yürüyüşünü ve
çağın geldiği noktayı takip ederek m üm kün olabileceğini belirtir:
Yedi yüz yıllık eserlerle hâlâ,

ihtiyacatını kabil mi telafi? Asla.

Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilham ı,

Asrın idrakine söyletm eliyiz İslâm'ı132.

130 Âkif, Safahat, s.449.


131 Sebilürreşâd, C.9-2, Sayı: 223-41, s.262.
132 Âkif, Safahat, s.418.
Dönemi vp
Çevresi 83

Âkif'e göre, geçm işte ilm in rehberliğiyle hareket eden üstadlarım ız, kıtalara hükm ettiler.
Bugün ise her yerde hurafe, pislik ve tem b ellik yuvalanıyor. Bunun sebebi, son asırlarda
gelen İslâm bilginlerinin, yaşadıkları çağın idrakiyle değil; eski çağların idrakiyle yaşam ış
ve düşünm üş olm alarıdır133. M üslüm anlar, şan ve şereflerini, ancak insanlıkla birlikte yü ­
rüyerek m uhafaza edebilirler; aksi takdirde İslâm'ın ruhu gider, bugünkü gibi ancak şekli
kalır134. M ünevverler, Garb'ı körü körüne taklit etm em elidirler. Bilginlerim iz, Garb'ın, fikir,
eğitim, sanat ve tekniğini alarak onlardan faydalanm alı; ancak bunu yaparken o d eğerle­
ri, m illetin ruhuyla, m illî ve m anevî değerleriyle bütünleştirerek yapm alıd ır135.

Sonuç

Akif'in Safahat'ı, ağırlıklı olarak"m anzum tefsir"ö rnekleriyle doludur. Âkif, Kur'an'la nefes
alıp verm iş, tüm düşünce ve yaşayışını Kur'an'la şekillendirm iş bir iman ve fikir adam ı­
dır136. O, şiir sanatını, Kur'an gerçeklerini m üdafaa ve duyuru vasıtası olarak kullanan bir
şair olarak karşım ıza çıkm aktadır137. Kur'an, Akif'in fikir ve şahsiyetinin oluşm asında en
temel etken olm uştur. İslâm toplum unun, her m eslek erbabından olm ak üzere  kif gibi,
İslâm ahlâkıyla yaşayan, sam im î, m ert ve korkusuz aydınlara ihtiyacı vardır. Ama böyle bir
ahlâkla yetişm iş fikir adam larına ve din alim lerine, her şeyden daha fazla m u htaçtır138.

O, yazılarının tüm ünde, cem iyetim izi, problem lerim izi ve çözüm yollarını Kur'an ışığın­
da değerlendirm iştir. Bunun için özellikle İçtim aî hayatla ilgili ayetlere ağırlık verm iştir.
Gösteriş ve yapaylıktan uzak bir şekilde, toplum u Kur'an'la m uhatap etm eye gayret sar-
fetmiştir. O, Kur'an'ın, Kur'an ve hadisle tefsirinden istifade etm iştir. Tefsir yazılarında isra-
iliyyata, fıkhî ve tasavvufî izahlara, kıraat ve yüksek seviyedeki belağat konularına yer ver­
memiştir. Kavram ları, Kur'an'ın ruhunu ve bütünlüğünü göz önünde bulundurarak an-
lam landırm ıştır. M üfessirlerin görüşlerinden uygun olanını alm ış, uygun olm ayanı tenkid
etmiştir. Âkif, her konuda olduğu gibi, tefsir konusunda da taassup ve körü körüne taklit
ile geleneğin takip edilm esine karşıdır. O, çağın, insanlığın ve M üslüm anların ihtiyaçlarını
dikkate alarak, Kur'an'ın, yeniden yorum lanm ası gerektiği inancındadır139.

133 Kabaklı, s.90.


134 Âkif, Safahat, s.418.
135 Türk Ansiklopedisi, "Ersoy" mad., XV, 340-341.
136 Yaşar Nuri Öztürk, YenidenYapılanmak Kur'an'a Dönüş, Yeni Boyut Yay., İst., 1996, s.101.
137 Yusuf Sancak, Hz. Peygamber Devrinde Şiir, Şafak Yay., Erz., 1999, s.341.
138 Düzdağ, 1,70.
139 Âkif, Safahat, s.168-173,185,187,253-287, 315, 346, 395,418,441-443,453.
Mehmet Âkif'de ilm ü fen ^
telakkisi
M. Çetin Baydar
Yazar, TYB mkfı Mütevelli
Heyeti Başkan Yardı

Safahat, günüm üzün en çok okunan, üzerinde en


ziyâde yorum lar yapılan kitapları arasında yer alır.
Safahat'ta yer alan konular tefrik edilerek bunlar için birer
vitrin düzenlenm iş olsaydı, kendim izi devâsâ bir mağaza­
nın karşısında bulurduk.

Sizlere nâçizâne d onattığım vitrin;

"M ehm et A kif'te ilm-i fen telâkkisi; teknik buluşlara uy­


m ak, inanm anın bir cüzü müdür?" sualine cevap teşkil
edecek sem bollerden oluşuyor.

Tebliğim de ikinci olarak yer alan konu batılılaşmadır.

A kif'te BATILILAŞMA elbette " Islâm y üreğ i"ile olacaktır.

Ve nihayet sizlere üçüncü olarak arz edeceğim konu:

 kif niçin Son Osmanlı Sultanları 2.Abdülham it, Sultan


Reşat ve Vahideddin'in değil, bu hüküm darların tem sil
ettiği im paratorluğu alaşağı etm eye çalışan jöntürklerin ...

yanındaydı? Sorusuna verebildiğim cevapları m uhtevidir.


Dönemi

Şimdi, birinciden başlayarak bu üç bahsi ardı ardınca görelim .

Akif'in Kur'an eksenli tefekkürünü, günüm üz İslâm dünyasını uyandırm ak için kullanır:
Doğrudan Kur'an'dan alıp ilhâmı

Asrın idrâkine söyletm eliyiz İslâm'ı

Bir inkılap öncüsü olan M ehm et Âkif, asrın idrâkini tem el aldıktan sonra bu yolda ne
kadar bayrak isim varsa onları yardım ına çağırır:

Ziya Paşa, Namık Kemal, Cemâieddîn Afgânî, M uham m ed Abdu, Reşit Rızâ, Tabâbet-i
Baytâriye Âlim i İbrahim B ey, Tatar Âlim i Kazan'lı Seyyah-ı Âlem İbrahim Bey, Ali Ekrem Bola-
yır, Said Nursi, Hersekli A rif Hikmet Bey, M ithat Cemal, Hüseyin Avni (Ulaş), Fatin Hoca (Gök­
men), Ferid Kam..

İslâm'ı "asrın idraki"ne söyletileceklerin arasında, bir diğer inkılap öncüsü olan Asım ve
arkadaşları vardır.

Âkif onlara da şöyle seslenir:


-inkılabın yolu m âdem ki bu yoldur yalınız,

"Nerdesin hey gidi Berlin ?"d iye rekyollan ın ız

Altı ay, bir sene gayret seze eğlence dem ek..

Sizler ki yıllarca neler çekm ediniz, hem gülerek

Hani, bir öm re bedeldir şu geçen her gününüz

Bir gün evvel gidiniz bir saat evvel dönünüz

Şark'ın âgûşu o zam an açıktır işte s iz e ;

O zam an varm anın im kânı olur gâyenize;

Tebliğim izin başlığı olan "M ehm et Akif'te ilm-i fen telâkkisi; tekn ik buluşlara uym ak,
inanm anın bir cüzü müdür?" sorusunun cevabını konuya ilişkin m ısralarda arayacağız:
Bu cehâlet böyle yürüm ez.. Asr'a bakın: Asr-ı ulûm!

Başlasın terbiyeniz"aileler"den, oğlum .

Sâde hürriyyeti i'lân etm ekle birşey çıkm az;

Fikr-i hürriyyeti hazım ettiriniz halka biraz.[1]

ilim ler yüzyılı olan yirm inci asır, dünyanın her köşesindeki M üslüm an m ünevverleri y u rt­
larının en önem li eksiği olan fen n î buluşları tahsil için harekete geçirir. Aşağıdaki m ısralar
Rusya M ü slüm anların ın arayışını a n la tır:
M eh m et^
86
Ersoy
Sonra zenginleriniz: "Haydi gidin fen getirin"

Diye her isteyenin şahsına bilm em kaç bin

Ruble tahsis ile sevk eylediler Avrupa'ya[2]

A ncak "fen getirin" diye Avrupa'ya yollananlar içinde bu va'dide birkaç kişi çıksa da ço­
ğunluk Avrupa'dan inançlarını yitirerek Rusya'ya d ö n e ce k tir:

Hâli ıslah ed ecekler diye kaç senedir

Bekleyip durduğum uz züppelerin hâli nedir?

Geldi bir tanesi akşam hezeyanlar kustu

Dövüyordum , bereket versin, edepsiz sustu

Bir selâm et yolu varm ış., o da neym iş: M utlak,

Dini kökten kazım ak sonra Ruslaşm ak

Seyyah-ı âlem Tatar Âlim i Kazan'lı İbrahim Bey, Ruslaştırılm a tehlikesi ile karşı karşıya ka­
lan Çarlık tebası M üslüm anları bir süre uyandırm aya çalıştıktan sonra Rus Hüküm eti'nin
takibatına uğrar.

Bu kez "Ver Elini Türkistan" der:

Seyyahım ızın aklı, fen n î buluşların İslâm diyarlarına ne kadar idrak edildiğine takılıdır.

İbn-i Sinâların yurdunun dahi hurafeler içinde yüzdüğünü görünce hüsranı büyük olur:

O Buhâra, O m übârek, o muazzam toprak;

Zilletin koynuna girm iş uyuyor m ustağrak

ibn-i Sînâ'ları doğurm uş yüzlerce iklim

Tek çocuk verm iyor âgûşuna ilm in, ne akîm!

O rasâthâne-i dünya, o Sem erkant bile;

Ö yle dalm ış ki hurâfâta, o m âziye;

Ay tutulm uş "kovalım şeytanı" diyerek

D üm belek çalm ada binlerce kadın, kız, erkek![3]

Fennî buluşların iktibas edilm esinde Japonya, M ehm et Akif'in gözdesidir. Bu görüşünü
yine Kazanlı seyyaha söyletir:

M edeniyyet girebilm iş y alnız fenniyle..

O da sahiplerinin lâhik olan izniyle[4]


Dönemi ve
87
Çevresi
Ancak İslâm dünyası Japonya gibi yalnız fenn î alabilm ekte m âhir değildir. Fennî buluş­
larla birlikte pek çok kötülük İslâm yurtlarına doluşur olm uştur, işin daha fenâsı, ahâlinin
bunu fen okum anın bir sonucu olarak görm esidir:

M ütefennin geçinenlerdeki taşkınlıktan


Geldi efkâr-ı um ûm iyeye m uhlik bir zan;

"Bu fesâdın başı hep fen oku m aktır"ded iler

Onu m a h ve tm eğ e kalktılar bu sefer

Neye ilmin adı yok koskoca m illette bu gün?

Çünkü efkâr-ı um ûm iyye aleyhinde bütün[5]

Âkif, bir şeyler biliyor gözüküp sadr-ı İslâm'a bir türlü vâkıf olam ayan sözde M üslüm an
Aydınlarla, atalarından gördüğü M üslüm anlığı tekrarlayan halk kitlelerinin arasında kıv­
ranır durur. Çâre ilme ve san'ata yaslanm aktır.

ilim ve san'atta asrın idrâkini Batı M edeniyeti tem sil eder.

Dolayısıyla "Batılılaşm a"günüm üz M üslüm anlarının gündem ind e önem li bir yer tutar.

"Batılılaşm a" kavram ının eğer A kif'te b irtâ rifi varsa, bunu öncelikle aşağıdaki m ısralarda
bulabiliriz.
A lınız ilm ini Garb'ın, alınız san'atını

Veriniz m esâinize hem de son sür'atini

Çünkü kâbil değil artık yaşam ak bunlarsız

Çünkü milliyeti yok, san'atın, ilm in ;...[6 ]

San'at ve ilmin milliyeti olm ayınca, artık Batı M edeniyetine "M ücâhid" dem ek dahi câiz
olur.
Bakın m ücâhid olan Garb'a bir kere.

Flavâya hükm ediyor kânî o lm uyor da yere.

Dönün de âtıl olan Ş arkî seyredin... Ne geri!

Yakında kalm ayacak yeryüzünd e belki yeri!

Nedir şu bir sürü fenler, nedir bu san'atler?

Nedir bu ilm e tecelli hakikatler?

Sefineler ki tarar kıt'a kıt'a deryâyı

Şim endifer ki tarar buk'a buk'a dünyâyı

Şu'un ki berka binip seslenir d urur ovada;

Balon ki rûh-i kesifiyle yükselir havada


Batı zekâsı bu feyizkâr yolda iken Şark idrâki yerlerde sürünür:
Zavallı m illetin idrâki târûm ar olalı;

Muhît-i ilm'e giren yok; diyâr-ı fen kapalı

Sanayi'in adı batm ış, ticaret öylesine

Ziraat olsa da... Âdem nebî usûlî yine

 kif'îslâ m asla bunu mu em retm ez" der ve devam eder:


O i'mân kuvvet ihzârı ile e m retm iştLLâ kin biz,

"tevekkelnâ" deyip y attık da kaldık böyle en âciz

O i'mân farz-ı kat'îdir diyor tahsîlî irfânın

Ne câhil kavm iyiz biz M üslüm anlar şimdi dünyânın

Ulûm-ı hâzırdan beklenen m enâfiî'dir

D em ek birincisi ilm ini hayata nâfiî dir

O hâlde bizdekiler hiç değil sadre şâfi

Fünûn-i m üsbeteden istifâdeniz menfi

Kıssadan FHisse:

Beklenen inkılâbı Avrupa'ya gidip onların bütün fenleri ile m ütefennin olan  sim in nesli
gerçekleştirecektir.
Kıssadan hisse çıkarm ak mı, ne dersin Âsim!

Anlıyorsun ya, zararı yok, daha iyi anlaşalım

İnkılap istiyorum , ben fakat Abdu gibi..

Yoksa ellerde kör âlet, efeler tertibi

Bâbıâli'leri basm ak, adam asm ak değil

Çek bu işten bütün ihvanını, kendin de çekil

G ezm eyin ortada oğlum , sokulun bir sapaya

Varsa im kânı, yarın avdet edin Avrupa'ya

Batılılaşm ayı kendilerine en önde gelen am aç olarak seçen Jön türk hareketi ile Âsım'ı
b ira n bile beklem eden Batı'ya gönderen M ehm et Âkif'in nasıl bir asgarî m üşterek üzre
bulundukları dikkatlerim izden kaçmıyor.

Bu bağlantıyı aklım ızda tutarak şim di sorabiliriz:

ÂKİF niçin son Osm anlı Sultanları 2. A bdülham it, Sultan Reşat ve Vahideddin'in değil, bu
Dönemi VP
¥ C » ÖQ
Ç
e v re s i------------------------------------------------------- -

hüküm darların tem sil ettiği im paratorluğu alaşağı etm eye çalışan jö ntürklerin yanınday­
dı?

Âkif 2.M eşrutiyetin 2. Abdülham id'e zorla ilân ettirilm esini m üteakip 8 Ağustos 1908'de
Fatin Hoca (Gökmen) tarafından ittihat Terakki Partisi'ne üye kaydedilm işti.

Artık o, ister istem ez parti güdüm ündeydi.

I.TBM M 'nin açılışına destek verm ek üzere İstanbul'u terk etm esi, Ankara'daki kripto
jö ntürk gücünün hedeflerine inandığı için değil, son padişahlar elinde inkıraz halindeki
devleti belki Ankara'da yeniden kurm ak im kânı olur diye idi.

Bu bağlam da İstanbul'daki devlet tatbikatına tenkit üstüne tenkid yönetecek:

Hedef yine İstanbul Hüküm etinin başındaki 2. Abdülham it olacaktır.

Sem â-peym â iken râyâtım ız tuttun zelîl ettin;

M efâhir bekleyen âbâdan evlâdı tutun hacîl ettin;

Ne âlâ kavm idik; hayfâ ki sen geldin sefil ettin;

Bütün ümmid-i istikbâli artık m üstahîl ettin;

Rezil olduk.. Sen ey kâbûs-i hûnî, sen rezil ettin!

Ham iyyet gam z eden bir pak alın her kim de gördünse,

'Bu bir cânî!"dedin sürdün, ya m ahkûm eyledin hapse,

Müvekkel eyleyip casusu her vicdana, her hisse.

Düşürdün m illetin en kahram an evlâdını y e'se...

Ne m el'unsun ki rahm etler okuttun rûh-i Iblîs'e!

Değil kâbusun artık, devr-i devlet intibahındır.

Gel ey nâzende hürriyyet ki canlar ferş-i râhındır.

Em indir m evk'in: En pak vicdanlar penâhındır.

Serâpâ mülk-i O sm ânî m üeyyed taht-gâhındır.

Serîr-ârâ-yı ikbâl ol ki: Bir m illet sipâhındır.[7]

Gölgesinden bile korkup bağıran bir ödlek

Otuz üç yıl bizi korkuttu "şeriat!" diyerek[8]


Mehmet a kif
— Ersoy
M ehm et A kif'in Of'lu Mandal Hoca'nın ağzından İkinci Abdulham it'e yaptığı eleştiriler
hayli ağırcadır:

Çoktan beridir vardı benim bir derdim :

G ideyim , zâlim i îkaaz edeyim , isterdim .

Giderim ben, diyerek, vardım onun câm i'ine .

Kafes ardında hanım lar gibi saklıydı Hamid,

Koca Şevketli! Hakikat bunu etm ezdim ümid.

Belki kırk elli bin askerle sarılm ış Yıldız;

O silâhşörler; o al fesli herifler sayısız.

Neye mâl olm ada seyret, herifin bir nam azı:

Sâde altm ış bin adam kaldı nam azsız en azı!

Hele tebzîri aşan masrafı, dersen, sorma.

Gördüğüm m askaralık gitti de artık zorum a,

Dedim ki: «Bunca zam andır nedir bu gizlenm ek?

Biraz da m eydana çıksan da hasbihâl etsek.

Adam mı, cin mi nesin? Yok ne bir gören, ne eden

Ya çünkü saklanıyorsun bucak bucak bizden.

Değil mi saklanıyorsun, dem ek ki, korkudasın

Ya çünkü korkan adam lar gerek ki saklansın

Değil mi korkudasın var kabahatin mutlak!.."[9]

İstanbul'un yönetim anlayışını en ağır bir şekilde tenkid eden Âkif, Ankara'da kurulan
yönetim e m uhalefetle dolu olduğa hâlde, bir kez TBMM kürsüsünde gözükm ez, bu m u­
halefeti yürüten H üseyin Avni ve Ali Şükrü B e y le rle aynı safta durm akla yetinir.

Ali Şükrü Bey'in katlini m üteakip fesh edilen 1.TBMM'de artık işi biter ve İstanbul'a döner.
Ancak burada da tutunam ayarak Mısır'a göçecektir.

ittihat Terakki yandaşlığı O'nun ittihatçı ilkelerle yeni kurulan devlette barınm asına yet­
m emiştir. Dahası Mustafa Kemal yeni devlette ittihatçıların varlığına da izin verm ez. G eç­
mişte ittihatçı kim liği taşıyanlardan tövbeker olanlar CHF'ye mebus olarak alınır, bunu
yapm ayanlar İzm ir Suikasti bahane edilerek dar ağacına gönderilirler.
Dönemi ve
Çevresi -
Tebliğim izin özeti ve çıkaracağım ız sonuçlar

1. ÂKİF, son âlem -şum ûl İslâm gücü olan Osm anlı Devleti'nin yıkılışının tahlilini yap­
makta "acaba hezim eti zafere dönüştürm enin bir yolu bulunabilir mi?" sorusu ile kitlele­
rin dim ağına üm it zerketm ektedir.

2. ÂKİF, Allah'ın yarattığı sebeplerdeki hikm eti kavrayarak, babalarım ızdan öğrendiği­
miz İslâm'ı değil, Kur'an'ı referans alan İslâm 'ı,"tevhidî sebeplilik"tem elinde tâkipçilerine
telkin eder.

3. ÂKİF, fennî buluşlara uym ayı, inanm anın bir cüzü m esâbesinde tutar. Yerler ve gökler­
de yaratılm ış olanlar bütün insanların tedkikine açılm ış bir kitaptır. Fler topluluk ilm îka-
biliyetince bu kitaptan nasiplenir. Şüphesiz şahâdet âlem ini yaratan da Flazreti Allah'tır.
İşte bu sebepledir ki fennî buluşlara uym ak, inanm anın bir cüzü olur.

KAYNAKÇA

[1] Birinci kitap, Köse İmam

[2] İkinci kitap Süleymaniye Kürsüsü'nden

[3] İkinci kitap Süleymaniye Kürsüsü'nden s.153

[4] İkinci kitap Süleymaniye Kürsüsü'nden s.156

[5] İkinci kitap Süleymaniye Kürsüsü'nden s.168

[6] İkinci kitap Süleymaniye Kürsüsü'nden s.172

[7] Birinci Safahat.İstibdat

[8] Safahat Birinci Kitap Köse İmam

[9] Safahat altıncı kitap Asım

Not: Sayfa Numaraları Marmara Üniversitesi Mehmed Âkif Araştırmaları Merkezi'nin Ertuğrul Düzdağ'a tertip ettirdiği Mehmet Âkif
Ersoy / Safahat kitabına göredir.
92

Mehmet Akif'in MjsJr'cHtKi


Edebî Faaliyeti ^'W M i
Mustafa Özçelik
Yazar, eğitim ci

Giriş
r
•*S

Herhangi bir edebî eserin oluşum unda pek çok faktörün i


yanında yazarın/şairin yaşadığı m ekânın ve bu m ekândaki
psikolojisinin önem li faktörlerden biri olduğu b ilinm ekte­
dir. Hele bu mekân gurbetse, burada m addî ve m anevî
pek çok sıkıntı ile karşı karşıya ise, hele bu şartlarda yaşa­
mak zorunda kalan şair,
Canı cananı bütün varım ı alsın da Hücfa

Etm esin vatanım dan beni dünyada cüda

diyen, dolayısıyla ana vatanına aşk derecesinde bağlı olan


birisi ise bu durum daha da önem kazanm aktadır. Bu ba­
kım dan eserlerinin büyük bir bölüm ünü İstanbul'da ve
bir kısm ını da Millî M ücadele yıllarında Ankara'da veren
Akif'in hayatının son on yılını geçirdiği Mısır'daki yani
gurbetteki edebî faaliyetinin ele alınm asında fayda gör
m ekteyiz.

Asıl konum uz A kif'in Mısır'da yazdığı şiirler, okuduğu ki­


taplar olm asına rağm en m eselenin daha iyî anlaşılabilme­
si açısından ister istem ez Mısır'a gitme sebepleri üzerinde
da durm ak gerekm ektedir. :

Âkif'in M ısır seyahatleri

M ehm et  kif Ersoy'un Mısır'a ilk gidişi 1914 Ocak ayında


oldu. Bu seyahat iki ay kadar sürm üş, İstanbul-Kahire-EI-
Uksur-Kahire-M edine-Şam -istanbul güzergâhın takip
edildiği bu seyahatin masraflarını Akif'in kendisinden
"velinim etim " diye bahsettiği Abbas Halim Paşa üstlen­
miştir. Paşa'nın am acı Akif'in bu ülkeleri görm esidir. Zira
Âkif, sadece Anadolu coğrafyasının değil bütün bir İslâm
coğrafyasının şairidir. M uhtem eldir ki Abbas Halim Paşa,
onun bu coğrafyayı gezm esinde fayda m ülahaza etmiştir.

İ İ H. n A.;., ■
İ—
Dönemi ve
93
Çevresi
M ehm et A kif'in ikinci Mısır seyahati ise resmi bir görev neticesinde gerçekleşm iştir. Birin­
ci Cihan savaşında Osm aniı'ya sadık kalan Necid şeyhine yapılan bu gezi, 1915 yılı Mayıs
ayında başlam ış, Âkif, dönüşte Şam ve Beyrut'a da uğram ış Ekim ayı başında İstanbul'a
gelmiştir.

Üçüncü ve dördüncü Mısır seyahati ise 1923-1924 yıllarında gerçekleşm iş, Â kif bu iki yıl­
da kışları Mısır'da kalm ış, baharda ise İstanbul'a dönm üştür, ilk seyahat gibi bu son iki
seyahat de yine Abbas Halim Paşa'nın daveti üzerine gerçekleşm iştir.

M ehm et Akif'in Mısır'a beşinci ve son gidişi ise 1925 Ekim inde olm uştur. Âkif, bu tarihten
itibaren yaklaşık on buçuk sene yurda dönm em iş ve sürekli olarak Mısır'da kalmıştır.

Mısır'a gidiş sebepleri

Akif'in bu kesin gidişin sebebi ise sonradan pek çok spekülasyonlara konu olm uş, m u­
halif çevreler onun bu durum unu “Gerici, yobaz, inkılap düşm anı" olm asına ve “şapka
meselesi'ne bağlam ışlardır. Bu konuda devrin kimi yazarlarının şu görüşleri bu yak­
laşım ların özeti gibidir. “Âkif, inkılâbın eserlerini beğenm eyerek bu toprakları bırakıp
gitm iştir."(Şükufe Nihal), " istiklâl m ücadelesinden sonra M ehm et Âkif, cem iyette gördüğü
değişmelere inanm adı ve inanm adığı için de uymadı. Beş altı sene m emleketten uzaklaşm a­
sının asıl sebebi budur.“(H. Ali Yü cel)1

Bu konuda söylenebilecek olan şudur: Savaş kazanıldıktan sonra yeni devletin alacağı
biçim konusunda belirleyici olan ve devrim leri yapan ekibin icraatlarına Akif'in prensip
olarak katılm adığı, onun savaş sonrasındaki beklentisinin farklı olduğu bir gerçektir.2 Fa­
kat, Âkif, m em leketin içinde bulunduğu nazik şartlar dolayısıyla prensipte katılm adığı bu
durum karşısında susm ayı tercih etm iş, protestosunu bu şekilde gösterm iş, bunun dışın­
da bir karşı icraatın içinde olm am ıştır. Çünkü farklı bir m uhalif tavrın yeni bir kargaşaya
yol açacağının feraseti içindedir. Nitekim Mısır'a gittikten sonra da bu hassasiyet sebebiy­
le yönetim aleyhinde tek bir satır bile yazm am ış3 hatta bu yüzden Mısır'da sürgün hayatı
yaşayan Mustafa Sabri'nin ve bilhassa onun oğlu İbrahim Sabri'nin eleştirilerine m aruz
kalm ıştır4. Ama onun devrim m uhalifliğini sadece şapka yahut anti devrim cilik şeklinde
anlam ak meseleyi saptırm ak olur. Çünkü sebep çok daha özeldir ve derinlerdedir. Edre-
mitli Şair ve Balıkesir Çağlayan Gazetesi sahibi Ruhi Naci Sağdıç'ın hatıralarında bulunan
şu anekdot hadisenin aslının ne olduğu konusunda önem li ipuçları verm ektedir. Buna
göre Âkif, Mısır'a hareket etm eden yaklaşık yirm i gün önce bir dost toplantısında Neyzen
Tevfik'in şapka bahsini açm ası üzerine: "Şapka için artık icmaı üm m et var. Tabi ki giye­
ceğiz" dem iş ve ertesi gün başına bir kasket almıştır.''5 Şapka m eselesi bir sebep teşkil
etm ediğine göre asıl sebep ne olabilirdi? Önce biraz hadisenin ilk yıllarına dönelim :

1-) M ehm et Âkif, m ütarekeden sonra Millî M ücadele hareketine destek için 1920 Nisa­
nında Ankara'ya gitm iş, aktif olarak bu m ücadelede yerini alm ış ve Birinci M eclis'te Bur­
dur mebusu olarak görev yapm ış, devletin M illî m arşını yazm ıştır. M ücadele sonunda
düşm anlar yurttan atılm ış, ardından 1923 Mayısında seçim kararı alınarak Birinci Meclis
dağıtılm ıştır. Â kif de ailesiyle birlikte aynı günlerde İstanbul'a dönm üştür. Aslında asıl
m esele bu dönüşte yatm aktadır. Zira Birinci M eclis'te m uhalif cephe içerisinde yer alan
Âkif, ikinci Meclis için aday bile yapılm am ıştır.
1 Haşan Basri Çantay, Âkifnâme,. s.346
2 Sezai Karakoç, Mehmet Âkif, s.31
3 Zeki Sarıhan, Mehmet Âkif, s.210
4 M. Ertuğrul Düzdağ, Mehmet Âkif s. 24
5 İ.Hakkı Şengüler, Mehmet Âkif Külliyatı, c.10 s. 356, Çantay, a.g.e. s.262
MehmetÂkif
94 Ersoy
2-) Üstelik 20 yıllık m em uriyetine ve üç yıllık m ebusluğuna rağmen em ekli yapılm am ış
ve kendisine bir maaş bağlanm am ıştır. Âkif, Mısır'da iken bu konu hakkında Büyük M illet
Meclisi Başkanı Kazım Paşa'ya Edremitli Ruhi Naci tarafından o günlerde (1926 yılında)
A bdülhak Hamid'e "Hizmeti vataniye" tertibinden tahsisat verilm esi em sal gösterilerek
bir m üracaat yapılm ış fakat sonuç alınam am ıştır.6

3-) Dolayısıyla İstanbul'a dönen Akif'in ne kendisini geçindirecek bir maaşı, ne de otura­
cak bir evi vardır. Bütün bunlar onu çok ciddi bir geçim sıkıntısına sokmuştur.

4-) Bu sıkıntılar m addîdir. Hayatı boyunca zaten hep yoksulluk içinde yaşam ış olan Âkif'i
asıl zora sıkan ise m anevî sıkıntılar olm uştur. Zira İstanbul'a geldiğinde başyazarı olduğu
dergi kapatılm ıştı. Derginin sahibi Eşref Edip isyana teşvik suçuyla ve idam la yargılan­
m aktaydı. Dolayısıyla hürriyet içinde yazm a im kânı da ortadan kalkm ıştı.

5-) Şefik Kolaylı'nın 31 Aralık 1950'de yapılan Akif'i anm a toplantısında kendisine söyle­
diği şu sözler gidiş sebebin ne olduğunu açıkça gösterm ektedir. “Arkam da polis hafiyesi
gezdiriyorlar. Ben vatanını satm ış ve m emleketine ihanet etmiş adam lar gibi m uam ele gör­
m eye taham m ül edem iyorum ve işte bu yüzden gidiyorum."7 Â k if bu tür bir m anevî baskıyı
hazm edem em iş ve Mısır'a hicret etm ek zorunda kalmış daha doğrusu bırakılm ıştır.

6-) Bu takip m eselesi o, Mısır'da iken de sözkonusu olm uş, em niyet, konsolosluk ve elçilik
arasında Akif'in Türkiye'ye dönm ek için kim den vize aldığı, yine Mısır'da ve bilhassa An­
takya seyahati sırasında inkılap ve rejim aleyhinde kötü sözler sarf ettiği, hilafet propa­
gandası yaptığı ayrıca 150'lik firari ve sair m uhtelif şahıslarla sıkıca tem asta bulunduğu
haberi alındığı, bunun sıhhat derecesinin tetkiki istenmiştir. M uhtem eldir ki, bu tahkikat
düşünüldüğü gibi bir sonuç verseydi Âkif, yurda dönüşünde tutuklan acak ve ceza taki­
bine uğrayacaktı. Allah'tan Kahire elçiliği bu bilgilerin doğru olm adığını bildiren bir yazı
ile bu dosyanın kapatılm asını sağlam ıştır. Bu yazıda "Cum huriyet hüküm eti aleyhinde
konuşm adığı gibi hilafet propagandası yaptığı dahi duyulm am ıştır. Yalnız dinî taassu­
bu dolayısıyla şapka giyilm esinin aleyhinde olduğu ve Türkiye'yi o m aksatla terk ettiği
söylenm ektedir."denilm iştir. Bu ifadelerden Akif'in Mısır'a gidişiyle ilgili olarak gösterilen
Şapka m eselesi dedikodusunun burada da konuşulduğu anlaşılm aktadır.8

5-) Osman Yüksel Serdengeçti'nin Haşan Basri Çantay'dan Naklen verdiği şu bilgiler de
bu hicretin m ühim sebeplerinden biridir. Buna göre 1925 yılında Em inönü Halk Evi'nde
yapılan Ç anakkale şehitleri anm a gününde kürsüye çıkanlardan biri "Çanakkale şehitle­
rinin şanına bir Türk şair tarafından şiir yazılm adı. Çanakkale destanını yazan şair, m aalesef
Türk değildir. Çaresiz bu Türk olm ayan adam ın şiirini okuyacağız." Demiş bu ajitasyon üze­
rine önceden bazı gençler  kif aleyhinde "kör, sağır, beyinsiz" diye tem po tutm uşlardır.
Âkif, bu hadiseyi duyunca son derece m üteessir olur ve bir çocuk gibi ağlam aya başlar.
Sen Türk değilsin, şeklindeki bu hakaret onu son derece yaralar.9

6-Âkif'i çok inciten bir olay da bu hadisenin akabinde tanım ış bir gazetenin başyazarının
6 Çantay, a.g.e., s. 265 vd. (Âkif,'in 1936'da yurda dönmesinden sonra kendisine emekli maaşı bağlanması, onun önceden de bu
hakka sahip olduğunu göstermektedir. Geniş bilgi için bknz. M. Ertuğrul Düzdağ, Mehmet Âkif, Mısır Hayatı ve Kur'an Meali, s.4,
Mehmet Âkif'e İstanbul'a döndükten sonra 170 lira emeklilik maaşı bağlanmış, ancak beş altı ay kadar bu maaşı alabilmiş fakat,
geçen on bir senelik emeklilik maaşını alamamıştır. (Eşref Edib, Mehmet Âkif, s. 402-403)
7 İ. Hakkı Şengüler, a.g.e. c. 10, s. 359,
8 Bu belgeler için bknz. Düzdağ, a.g.e. s. 21 -22
9 Süleyman Hayri Bolay, Millî Eğitim Dergisi, s. 73 s. 126 (Âkif, şu mısralarıyla bu hadiseye telmihte bulunmaktadır:
Evet, beynim sağırdır; çünkü kainatım hep feryad
Gözüm görmez, evet, zira muhitim hep karanlık
İşitmem başka bir ses milletim eylerken istimdad
Fakat sinemde imanım, müebbed fecr-i sadıktır
Kör olmaz ağlayan gözler, sağırlaşmaz tutuşmuş beyn
Yaşarmaz gözle yanmaz beyni hilkat addeder bir şeyn
Dönemi ve
Çevresi------------------------------------------------ -
"sen buranın adam ı değilsin, git kum da oyna" dem esidir. Â kif "Bir Arîza" şiirinde de bu
olaya tem as eder ve yurdundan kovulm asıyla alâkalı şikayetini dile getirir.10

işte bütün bu sebepler, Âkif'i derinden yaralam ış ve onun Mısır'a gitm ekten başka çaresi
kalmamıştır.

Mısır'daki hayatı

Âkif, artık Mısır'dadır. Gurbettedir. Muhacirdir. Bir sürgündür. Yalnız adam dır, m ünzevîbir
hayatın insanıdır. Bu durum onu kendi içine döndürm üş, psikolojisi değişm iş ve bu d e­
ğişkenlik burada yazacağı eserlere de yansım ıştır. M ithat Cem al'in ifadesiyle Mısır'da çö­
lün engin, sınırsız coğrafyasında, güneşin kahkahaları altında "içind ekikara nlığ a göm ü­
len, güneşe dargın, dalgın, düşünceli ve içinden vatanı sökülüp koparılan toprak yığını gibi
bir  k if..."D o lay ısıyla Mısır'daki Âkif, ister istem ez başka bir Akif'tir. Burada yazdıkları da
İstanbul'da yazdıklarından elbette farklı olacaktır.

Akif'in Mısır'daki hayatına ilişkin bilgileri Fuad Şemsi, Eşrep Edip, M ah iriz, Eşref Sencer, Şe­
fik Kolaylı gibi yakın dostlarına ailesinden kızları Suad ve Feride'yle dam atları A hm ed ve
M uhiddin Beylere yazdığı m ektuplardan H. Basri Çantay, Eşref Edip, M ithat Cemal Kuntay
gibi yazarların  kif hakkındaki eserlerinden öğrenm ekteyiz. Yine Mısır'da yazdığı şiirler
de burada içinde bulunduğu durum u ve psikolojisini gösteren belgeler olarak ele alın­
malıdır.

Fakat bunlara geçm eden önce Mısır'da nerde ve nasıl bir evde yaşadığı, ne iş yaptığı ve
kimlerle görüştüğü gibi konulara tem as etm eliyiz. Âkif, Mısır'da Abbas Halim Paşa'nın sa­
rayının karşısındaki küçük bir köşkte misafir edildi. Burada ilk iki yılını yalnız geçirdi. Daha
sonra ailesini yanına getirtti. Gözlerden uzak, tenha bir yer olan Hilvan'ın kenarında, çöl
yanında küçük bir yere taşındı.

 kifin buradaki hayatı gerçekten de tam bir inziva hayatıdır. Mahir iz'e yazılan 1926
tarihli m ektuptaki "..Ben burada tam am ıyla m ûtekifim . Üç dört gün, hiç evin eşiğini at­
lamadığım çok kere vâkidir. Havaların sıcaklığı, evin nisbeten serinliği de öteden beri
sevdiğim inzivâ halini âdeta m ecbur kılıyor." "Nedendir bilm iyorum , inzivayı pek sever
oldum .'^sözieri bu durum un teyididir.

M ünzevîliğinin bir sebebi de Mısır'a dışarıdan gelen Rum, Yahudi, Erm eni, İtalyan ve Rus­
ların burayla yoksul gelip kısa zam anda zenginleşm eleri, m em leketin İktisadî hayatına
hâkim olm aları, Türklerin ise bu başarıyı gösterem em eleridir. Bir m ektubunda "Benim
Hilvan i'tikafma zannediyorum ki, bu hazin manzaraları görm em ek isteyişimin de büyük bir
yardımı oluyor.." 12dem ekte ve bu durum u m illî bir gurur m eselesi yapm aktadır.

10 Bu konuyla alakalı mısraları da şöyledir:


Mevzun düşürür saçmayı bir saçma adam var,
Manzûm sayıklar gibi manzûme sayıklar!
Zannım, mütekaid şuarâdan olacak ki:
Hiçbir yenilik yok, herifin her şeyi eski.
Hâlâ ne sakaldan geçebilmiş, ne bıyıktan;
Âsârı da memnun görünür köhne kılıktan.
Hicrî, kamerî ayları ezber sayar amma,
Yirminci asır zihnine sığmaz ne muamma!
Ma'mûre-i dünyâyı dolaştıysa da, yer yer,
Son son, «Hadi sen, kumda biraz oyna!» demişler.»
11 I. Hakkı Şengüler, a.g.e., s. 437
12 i. Hakkı Şengüler, a.g.e., s. 437
Mehmet^^jf
96 Ersoy
Bir m ektubundaki "Nedendir bilmiyorum. İnzivayı pek seviyorum "13 cüm lesine bakılacak
olursa Âkif, önceleri bu m ünzevî hayattan m em nun görünm ekte, m aişet derdi duym a­
dan burada düşlediği eserleri yazabilm eyi um ut etm ektedir. “Ah, bu Hilvan'ın m ünzevîliği
benim evvelce elime geçseydi.... Hilvan'ın âsûde m uhitini, sonra m aişet kaydıyla o kadar
bağlı olm adığım ı gördükçe ‘A h şu hayat on beş yıl evvel olmalıydı kii'diyorum. Evet, ben on
beş yıl evvelden gelerek burada çalışmaya başlasaydım , şim di hayli eser vücuda getirm iş
olacaktım ."14

Böylece Mısır'a geliş sırasında ve buradaki ilk günlerinde içine düştüğü yılgınlık psikoloji­
si çabuk atlatm ıştır. Bir m ektubunda “Yeis kadar meş'um bir his olamaz. Onu kalbin harim-i
im anına asla yaklaştırm am ak. Yalnız ümidi azimle, m ücâhede ile teyide çalışmalı.."diyerek
m ücadelesine devam etm e azm ini gösterm ektedir.

Fakat, işler burada  k ifin düşlediği tarzda gitm ez. Çok geçm eden m üthiş bir m aişet sı­
kıntısının içerisine düşer. Bir süre sonra ise m ektuplarından bu durum dan duyduğu sıkın­
tıyı dile getirm eye başlayacaktır: ".. Çok zam anlar, Hilvan'dan Mısır'a inm ek için yol parası
bulm ak m üşkilâtına uğruyorum... Mısır'ın m üthiş bir buhran-t İktisadî içinde olduğunu duy-
muşsundur. Kimseden ilerde verilmek üzere bir lira alm ak imkânı y o k .15

İktisadî sıkıntıya bir de eşinin rahatsızlığı, çocuklarının sorunları ve gurbet acısı eklenir.
Eşi rahatsız olduğu için evin bütün işlerini de kendisi yapm ak zorundadır. Kendisini g e­
çindirecek bir işe ihtiyacı vardır. Çok geçm eden böyle bir im kân zuhur eder. Kahire üni­
versitesinde Türkçe dersi verm esi teklif edilir. Kendisine bu teklifi yapan Abdurrahm an
Azzam'a Akif'in verdiği cevap hayli düşündürücüdür. “Ham allıkyapm aya da ra zıy ım ..."16

Yine bu görevi kabul edişinin asıl sebebinin İktisadî oluşunu şu satırlar da gösterir: "Ders
vermek, başlangıçta beni düşündürdü. Lâkin bakkala, kasaba rezil olm aktansa üniversite
öğrencilerinin garip-nüvazlıklarına dehalet eylem ek daha m akul göründü."17Bu durum az
da olsa olsa onun kimi m addî sıkıntılarını giderm esini sağlar. Âkif, bu görevini 1926'dan
1936'ya kadar on yıl sürdürür.

Akif'in bu görevi kabul etm esinin bir sebebi de sevdiği vatanı ile kalan arasındaki tek bağ
olan Türk dilini öğretm ekten alacağı m anevî haz olarak görülebilir. Çünkü üniversitede
aynı zam anda Türk öğrenciler de vardır. Âkif, onlarla ilgilenm ekten hem m utlu olur hem
de bu durum u kendine vazife sayar. Nitekim öğrenciler de Akif'in kendilerini ziyaretin­
den, hatırlarını sorm asından son derece hoşnutturlar. Bu öğrencilerden biri olan İhsan
Efendi'nin şu sözleri bunu belirtir: "Üstad, m edreseye geldiği günler bizim için bayram olur­
du. Bu gurbet diyarında o, bizim babam ız, hocamız, her şeyimizdi. Onu gördükçe m emleke­
timizi görm üş gibi olu rdu k."18

Üniversite m eselesinden sonra Akif'i hafta'da iki gün Kahire'ye derse gittiğini kalan za­
manını yine Hilvan'da geçirdiğini biliyoruz. Eşref Edib'in şu satırları konuyu özetler m a­
hiyettedir: "Haftada iki gün Kahire'ye iner, Üniversitedeki dersini okutur, dersten çıkar çık­
m az hemen Hilvan'a dönerdi. Bazen de Prens Halim Beyin dairesine uğrar, im adeddin Beyi
ziyaret eder... Bazen de Ezher'e gider, orada p ek sevdiği YozgatlI Ihsan Efendi'nin odasında
oturur, Türk talebelerle çay içer, sohbet eder, sonra geç kalmış gibi hemen koşa koşa Hilvan'a
dönerdi."19
13 i. Hakkı Şengüler, a.g.e. s. 437 (Mahir İz'e yazdığı mektuptan)
14 İ. Hakkı Şengüler, a.g.e., s.406
15 i. Hakkı Şengüler, a.g.e., s.497
16 M. Ertuğrul Düzdağ, a.g.e.s., 305
17 İ. Hakkı Şengüler, a.g.e s. 439
18 M. Ertuğrul Düzdağ, a.g.e., s. 60
19 Eşref Edip, Mehmet Âkif, Hayatı ve Eserleri, s.206
Çevresi

Akif'in m ünzevî bir hayatı yaşam ak durum unda kaldığı için gerek Hilvan'da gerekse
Kahire'de geniş bir çevresi yoktur. Bu iki yerde zam an zam an görüşüp konuştuğu sınırlı
sayıdaki isim lerden en önem lisi Abbas Halim Paşa'dır. Akif'in hayatı boyunca her zam an
yanında olan gerçek bir dostudur. A ralarında hem çok sam im i bir yakınlık, hem de fikren
anlaşm a sözkonusudur. Paşa, devam lı olarak Âkif'e m addî anlam da da destek olmuştur.
Zaten Mısır'a gelm esini sağlayan da odur. Nitekim Türkiye'ye dönüşünde de him ayesini
kızı Em ine Abbas hanım ve yeğeni Halim Bey vasıtasıyla sürdürm üştür.20 Yine aynı aile­
den olan Prens Halim Bey de bu yakın dostlardan biridir. Abbas Halim Paşa'nın ağabeyi
Sait Halim Paşa'nın oğlu olan bu zat, kışları birkaç aylığına Mısır'a geldiğinde A kif'le sık
sık beraber olurdu.

Fakat, Akif'in daha sık görüştüğü ve çok iyi anlaştığı dostu Abdülvehap A za m 'dır. Bu zat
Kahire üniversitesinde hocadır ve Akif'in burada görev alm asına vesile olm uştur. Âkif,
kendisini gerçek bir dost olarak görm üş, dostlukları Akif, Türkiye'ye dönene kadar d e­
vam etm iştir. Azzam'ın da Hiivan'da oturuyor olması hem en her gün görüşüp konuşma
imkânı bulm alarını sağlamıştır.

Akif'in sevdiği bir diğer dostu ise faziletli ve vefakâr dost olarak nitelediği im adeddin
Sey'dir.Âkif, Kahire'ye indikçe onu m utlaka ziyaret ederdi. Yozgatlı İhsan Efendi de çok özel
dostlarından biridir. Öğrenci olarak geldiği Ezher'de tahsilini bitirdikten sonra Kahire'deki
Sultan M ahm ut M edresesinde m üderrislik yapan bu zat, aynı zam anda A kif'in İstanbul'a
dönerken Kur'an m ealini em anet ettiği zattır.

Yozgatlı İhsan efendinin oda arkadaşı olan Osm anpazarlı İsm ail Hakkı Efendi de Akif'in
çok sevdiği dostlarından biridir. Tahsili bittikten sonra Türkiye'ye döndüğünde bir ara
Din işleri Yüksek kurulu üyeliği yapan bu Hoca, Türkiye'de İsmail Ezherli Hoca Efendi
olarak bilinm ektedir. Yine Ezher'de talebe olan Bayram içli M ehm ed Eşref de aynı dost
halkası içerisindedir.

Âkif, Mısır'da daha önce eserlerini tercüm e ettiği Ferid Vecdi ile de zam an zam an görüş­
müştür. Eserlerini çok beğendiği bu ismi, tanıdıktan sonra sahsiyet olarak da çok sevm iş­
tir. Ezher şeyhi Şeyh M erag id e Kahire'ye geldiğinde görüştüğü ender hocalardandır.

Akif'in tanış çevresindeki bir diğer isim ise Şeyhülislâm M ustafa Sabri Efendidir. A kif'in
tanışıklıkları İstanbul'a dayanır. M ustafa Sabri Efendi, şeyhülislâm olm adan önce Akif'in
de içinde bulunduğu Darülhikm etil islâm iye azalarındandır. Ayrıca Sebilürreşad'da yazı­
ları yayım lanm ıştır. A kif'le aynı yıllarda Mısır'da bulunm uşlar fakat çok az görüşm üşlerdir.
Bu durum da bulundukları yerin birbirine uzaklığı kadar kimi görüş farklılıkları da etkili
olm uş gibidir. Zira Mustafa Sabri Efendi, M illî M ücadele'ye desteğinden dolayı Akif'i eleş­
tirm ektedir.

Âkif, bu isim lerle birlikte sınırlı da olsa kendisine burada bir edebî m uhit oluşturm uş,
onlarla ilim, din, edebiyat m usikî sohbetleri yapm ıştır.

20 Âkif, vefatına yakın İstanbul'a döndüğünde önce Emine Abbas hanımın Maçka'daki evinde ağırlanmış, rahatsızlığı artınca Şişli
Sağlık Yurduna yatırılarak hastalığın teşhisi sağlanmış, ardından Beyoğlu'ndaki mısır Apartmlanında kendisine ayrılan bir daire­
de tedavisine geçilmiş ve emrine bir hastabakıcı verilmiş, hava değişimi için de Halim Beyin çiftliğinde misafir edilmiştir.Düzdağ,
N eler yazdı?

M ehm et Akif'in Mısır'da kaldığı yıllarda edebi faaliyetinin çok verim li olm adığına dair
yaygın bir kanaat vardır. Bu kanaatin oluşm asında onun m ektuplarında geçen "Ne olduy­
sa bizim şairliğim ize oldu. Korkuyorum Aruz'u küstüreceğiz."21, "Dört yılda on iki mısra! Neyse
Allah beterinden saklasın."22, "Çoktan beri yazamıyor, emate-i vakt için okuyordum. Şim di
aynı satırı kırk defa okusam bir şey anlayamıyorum."23 "Gönlüm harap, zihnim perişan, elim
pek işe varmıyor. "24 şeklindeki ifadelerin payı elbette büyüktür ve bu kanaat tam am en de
haksız değildir. Sayısal olarak bakıldığında da İstanbul ve Ankara yıllarına göre daha az
şiir yazdığı görülür. Bu durum un oluşm asında içinde bulunduğu İktisadî şartların, geçim
sıkıntısının, gurbette bulunuşunun birer sebep olarak görülm esi m üm kündür.

Fakat, Mısır'da yazdığı eserlerin döküm üne bakıldığında durum un çok da olum suz ol­
madığı görülür. Buna göre bilhassa Kur'an meali üzerine çalışm aya başlam adan önceki
zam anda yani 1923 sonu ile 1926'nın ilk ayları arasında biri kıt'a olm ak üzere yedi şiir
yazm ıştır. Firavun ile Yüz yüze fi 923), Vahdet, 1924), Gece(1925), Hicran(1925), Secde(l925),
Hüsam Efendi H oca(l 925), Şehidler Abidesi için, (1924).

Kur'an tercüm esine başladıktan sonra ise şiir çalışm aları epeyce azalm ıştır. Zaten ken­
disine bu iş teklif edildiğinde yazm ayı tasarladığı bazı m evzular olduğunu, bununla bir
hizmeti gerçekleştirebileceğini, fakat meal işini üstlenirse hem bu işi lâyıkıyla yapam aya­
cağını hem de tasarladığı şiirleri yazam ayacağını söylemektedir."25

Bilindiği üzere Âkif'e Kur'an'ı Türkçeye çevirm e konusunda bir m üracaat vâki olm uş, o da
bu işten kaçınam ayarak 1925 yılında yapılan bir m ukavele ile bu ağır görevi üstlenmiştir.
1926'da başladığı tercüm eyi 1928'de bitirm iş, 1929'da tem ize çekm iş, Türkiye'de ibadet
dilinin Türkçe olm asıyla ilgili başlayan uygulam alardan endişeye kapılarak 1932'de m u­
kaveleyi feshederek teslim inden vazgeçm esine rağmen vefatına yakın bir zam ana yani
1936'ya kadar düzeltm elerle uğraşm ıştır. Dolayısıyla her şeyden önce bu ağır mesuliyet
onu zihnen ve kalben çok yorm uş, diğer taraftan vaktini çok alm ıştır. Bunu kendisi de
şöyle belirtm ektedir, "ikinci şiirime başlam ıştım , ilham lar da belirmek üzereydi. Tasavvura-
f/m/, hayalatım ı alt üst ettim. Fuad, ben o tercüme m eselesini emin ol ki unutm uş gitmiştim."26
"Elimdeki tercüm e işinden dolayı şiir ile uğraşamıyorum."27 "Tercüme işini bitirmeden şairliğe
kalkışmayı doğru bulm uyorum "28 "Tercüme işi yavaş yavaş ilerliyor. Dua et de şairliğim bit­
m eden bitsin."29 "Kıt'alar nazm etm ek, uzun boylu m evzular kaleme alm ak hep tercümenin
elden çıkm asına bağlı. O zam an çalışır, bir şeyler yaparız."30 "Yahya Kemal gibi felek bizi de
kıtacı etti."Dört yılda on iki mısra... Neyse Allah beterinden saklasın."31

Yani 1923-26 yıllarındaki kadar velud olam am ış fakat şiirden buna rağmen yine de kop-
mamıştır. Nitekim 1926 ile son kitabi G ö lg e le ri bastırdığı 1933 arasında yirm iyi aşkın şiir
yazm ıştır. Bunların sekizi uzun, kalanı ise dörder m ısralık kıtalardır.

Bu eserler şunlardır: Bir Gece (1928), BirAriza (1929), Ne Eser Ne de Sem er (1930), Derviş Ah-
med, (1930), Said Paşa İm am ı (1931), Sanatkar (1933) ve Safahat'a alm adığı Şarkın Yegâne
21 İ. Hakkı Şengüler, a.g.e. s.425 (Mahir İz'e yazdığı mektuptan)
22 İ. Hakkı Şengüler, a.g.e.,s. 441
23 İ. Hakkı Şengüler, a.g.e. 361
24 İ. Hakkı Şengüler, a.g.e.,s. 442
25 Eşref Edip, Mehmet Âkif, c.1. s.450
26 İ. Hakkı Şengüler, a.g.e, s. 368
27 İ. Hakkı Şengüler,a.g.e., s. 372
28 İ. Hakkı Şengüler, a.g.e., s. 374
29 I. Hakkı Şengüler, a.g.e, s. 383
30 İ. Hakkı Şengüler, a.g.e s.434
31 İ. Hakkı Şengüler, a.g.e s. 441
Dönemi ve
99
Çevresi
Dâhl-i San'atine (1930) ve İkinci Ariza, (1932), Kıt'a olarak da Resmim İçin (1931),Nefs-i Ne­
fisti 932), Yaş Altm ış (1932), Nevruz'a (1932), Nerdesin (1932), Tek h akikat (1933), Hayat Ar­
kadaşım a (-?), Safahata alınmayan Kıt'a (1935), Kasr-ı Gülşen (1935), Resmimin Arkasına
(1935), Resmim için (1935)... Ayrıca yazıldığı tarihler kesin olarak b ilinm eyen fakat m uhte­
melen 1929-1935 arasında yazıldığı sanılan daha pek çok kıt'ası vardır.

Bunlar, bilinenlerdir. M uhtem eldir ki Mısır'dan dostlarına yazdığı m ektuplarda kalmış ya­
hut ele geçm em iş başka şiirleri de vardır.

Şiirlerin D eğerlendirilm esi

Akif'in İstanbul ve Ankara yıllarındaki şiir çalışm alarıyla M ısır'dakilerin farklılığı sadece sa­
yılarla ilgili değildir. Asıl farklılık şiirlerin m uhtevalarındadır. Bu noktada söylenm esi gere­
ken ilk söz, şairin sosyal plandan ferdî plana geçm iş olm ası, şiirlerinde artık şa hsî konulara
da yer verm esidir. Bu ferdiyetçi şiir yapısında elbette baskın duygu '‘bedbinlik"tir. Nite­
kim Orhan Okay, onun Mısır'da yazdıklarını "gerçekleşmeyen bir idealin verdiği ümitsizlikle
vatandan uzak yaşam aya m ecbur bir halet-i ruhiyenin doğurduğu bedbin şiirler"32 olarak
niteler. Dolayısıyla ondaki bu ruh hâli Türkiye'de son yıllarda yazdığı Hüsran, Um ar miydin
M ehm ed Aliye, Bülbül, Leylâ gibi şiirler için de geçerlidir. Çünkü Ankara dönüşü yaşadığı
şartlar onu bu tü r duygulara ister istem ez yöneltm iştir. Ö zellikle Türkiye'de yazdığı son
şiir olan Leyla m anzum esi Akif'in İslâm'ın ve M üslüm anların geleceğiyle ilgili gayesinin
tahakkuk edem eyeceğinin anlaşılm ası üzerine duyduğu hayâl kırıklığının bir ifadesidir.33

Bu ruh hâli Akif'i mistik duygulara yöneltir. Bu duyguların en kesif ifadesi bilhassa şu üç
şiirinde Gece, Hicran veSecde'de kendini gösterir. Bu üç şiir dolayısıyla Akif'i bu dönem in­
de pekala m istik-lirik bir şair olarak değerlendirm ek m üm kündür.34 G erçekten de bu üç
şiirde karşım ızda bam başka bir  kif durm aktadır. Mesela Gece'de “şair, tükenm eye yüz
tutmuş bir öm rün ardından yaşadığı dünya hayatından m em nun olm ayarak bezm-i elestten
beri ayrı düştüğü Tanrı'sına kavuşm ak, ona yaklaşm ak arzusunu dile getirmektedir."35 Diğer
iki şiirde de benzer ö zellikler söz konusudur.

Akif'teki bu m istik eğilim , sadece duyguda değil aynı zam anda im ajlarda da kendini gös­
terir. Nitekim bu şiirlerde m utasavvıfların sıksa kullandıkları "şarap, saki, peym ane, mest
mey, cüra.." gibi im ajları Â kif de kullanır. Fakat bu durum u sadece Mısır'daki ruh haline
bağlam ak da tam am en doğrudur denilem ez. Onda bu tü r izlere daha ilk şiirlerinden iti­
baren gizliden gizliye rastlam ak hep m üm kündür. Mesela Tevhid, istiğrak gibi şiirleri bu
tür özellikler taşır.36 Bu durum Akif'in içsel anlam da m istikliğe hiç de uzak olm adığını
gösterir. Fakat o, bu m istikliği Mısır öncesinde cem iyet m istisizm i şeklinde yaşam ıştır. Ni­
tekim Secde şiiriyle ilgili olarak Flasan Basri Çantay'ın “ Üstad siz vadiyi değiştiriyorsunuz
sanırım." Demesi üzerine Akif'in “Hayır kardeşim, hayır. Benim asıl vadim budur. Yayımla­
dıklarım cem iyeti beşeriyeye hizm et için yazılm ış manzumelerdir."37 Şeklindeki cevap da
söylediklerim izi doğrular niteliktedir.

Bu üç şiir için Sezai Karakoç'un yaptığı şu yorum da Akif'in cem iyet m istisizm inden ferdi
mistisizm e geçişini ifade etm ektedir: "M ısır’d a yazdığı şiirler, denize yaklaşm ış bir nehrin
psikolojisini taşır. Ölümün gölgesi vurm uştur bu hayat şiirlerinin üstüne. Hayattan ve zam an­
dan kopuş, metafiziğin kendini duyuruşudur bu dönem . Bir ehram, bir Firavun anıtı önünde
32 Orhan Okay, Mehmet Âkif, s. 55
33 M. Ertuğrul Düzdağ, Mehmet Âkif, s. 90
34 Orhan Okay, Mehmet Âkif, s.132
35 Ali İhsan Kolcu, Mehmet Âkif'in Gece Şirinin Çözümlenmesi, Millî Eğitim dergisi, sayı 73, s. 99
36 Orhan Okay, Mehmet Âkif, s.133
37 Haşan Basri Çantay,Âkifnâme, s. 261
M ehm et^ jf
100 Ersoy
fâniliği elle tutar gibi yoklar. Sonra ta savvu f içinde avunuş gelir... Bu m etafizik örneklerde
bile, bir nehrin denize karışırken faydalılığını kaybetm eyişi gibi. Â k if de fâniliğe sosyal açıdan
bakar; zulm ün ebedîleşem eyeceğini, sonsuzluğu yalnız dinin kucaklayabileceğini görür ve
artık olaylara sırt çevirerek m utlak içinde erir."38

Artık, karşım ızda sosyal hikâyeler yazan cem iyet m eselelerini ele alan, ayet ve hadis yo ­
rum larıyla din î m evzuları işleyen, didaktik şiirler yazan  kif yoktur. M istik bir  kif vardır.

Akif'in bu üç önem li şiirinin dışında yazdığı diğer şiirlerinin hususiyetleri ise şöyledir.
1926'da konusunu Abdülham id devrinden alan Hüsam Efendi Hoca-ki bu çizgide yani
tarihî çizgide yazdığı son şiirdir- Yine dikkat çeken bir durum Mısır'da mizahîşiirtere ağır­
lık verm esidir. Abbas Halim Paşa'ya yazdığı ve İstanbul özlem ini dile getirdiği B ir Ariza,
yine Ne Eser Ne de Semer, Ressam Haklı şiirleri bu tarz şiirlerindendir. Tansel bu durum u
o n u n "geçirdiği ruh buhranlarıyla, tereddütlerle izah etmekte"39 ise de bu m etinler dikkatli
okunduğunda şairin hem kendi iç sorgulam ası hem de derinden derine sosyal bir eleştiri
yaptığı da görülür.

Y a z m a yı D ü ş ü n d ü k le ri

Âkif, gerek Mısır'a geldikten sonra hatta onun öncesinde yani Ankara'dan İstanbul'a
döndüğünde artık cem iyet içinde sosyal bir m ücadele yürütm enin im kânlarının ortadan
kalktığını görünce Türk edebiyatına yine eserler yoluyla katkı sağlam anın hayalleri için­
dedir. Bir görüşm e esnasında Eşref Edib'e söylediği şu sözler onun bu arzusunun ifade­
sidir. "Niyetim artık çekilmek, yazılarımı yazmaktır. Um um î Harbe dair hatıralarım ı yazdım.
Bundan sonra M illî M ücadele hatıralarını yazm ak istiyorum. Sonra daha birkaç mevzuum
var. Çocuk şiirleri yazacağım . M anzum bir piyes de yazm ayı tasarladım . Tarihî bir vak'adan
istifade edeceğim. Sonra Haccet'ül-Veda var. M aksadım şöyle bir kenara çekilmek, bu işlerle
m eşgul olmaktır."40

Akif'in yazm ayı tasarladığı eserler listesine Mısır yıllarında Selahaddin Eyyübî, İstanbul'un
Fethi, Alpaslan, ikinci Âsim , (bunda Âsim Avrupa'dan dönecek ve Kurtuluş savaşına ka­
tılacaktır. Yine bu eserde İnönü ve Sakarya savaşları anlatılacaktır.) Ayrıca İspanya'ya
gidip Endülüs uygarlığının kalıntılarını inceleyecek ve onları yazacaktır. Yine Himalaya
dağlarına çıkıp Ganj vadilerini dolaşarak buralarla ilgili şiirler yazm ak41 istem ektedir. Fa­
kat bunlar gerçekleşm ez.

O k u m a F a a liy e ti

Akif'in okum a konusunda vaçgeçilm ezi bütün hayatı boyunca olduğu gibi burada da
Kur'an-ı Kerim dir. Burada yaşadığı inziva hayatı onu Kur'an'a daha da bağlam ıştır. Tabi ki
tercüm e çalışm asının da bu m eselede rolü büyüktür. Bu sayede Kur'an'ı su gibi ezberden
okuyacak, hatim le teravih kıldıracak seviyeye gelm iştir.42

Tercüm e işinden yoruldukça da bol bol M esnevi okum aktadır. Yine "Şark'ta yetişen
urefay-ı sufiyenin bütün eşarını okuduktan sonra Alm anya'ya giderek Garp felsefesini
38 Sezai Karakoç, Mehmet Âkif, s. 47
39 F. Abdullah Tansel, Mehmet Âkif, s.135
40 Eşref Edip, Mehmet Âkif, s. 448
41 Fevziye Abdullah Tansel, Mehmet Âkif, s. 123
42 M.Ertuğrul Düzdağ, Mehmet Âkif, s. 35 (Âkif, Eşref Edib'e yazdığı bir mektupta" Allah'a hamdolsun, demir hafız oldum. Şimdi
ramazanları teravihi hatimle kıldırıyorum, demektedir.)
Dönemi vp
Çevresi 101
adam akıllı hazm eden, hakikat yam an şair"43 dediği M uham m ed ikbal'i de burada o ku­
muştur. Onun bilhassa Peyam-i Meşrik'ini çok önem li bulduğunu söylem ektedir.44

Bilhassa bu iki okum anın Akif'in sözünü ettiğim iz üç şiirindeki m istik tem ayülde etkili
olduğu düşünülm elidir. Gerçi  k ifin bu tür okum aları sadece bu iki isim le sınırlı değildir.
En başta Sadi olm ak üzere Yunus Emre, Hafız, M uhyiddin A rab i ve A ttar da onun okuduğu
sufilerdendir.

Akif'in yine m ektuplarından kimi dinî eserleri, (Zihni Efendinin EI_M üşezzep risalesi, Mev-
lana M uham m ed Ami'den çevrilen Peygam berim iz ve Hz. Öm er isim li risaleleri) Ömer
Rıza'nın hazırladığı İslâm Tarihi'nin I. Cildini de M ısır yıllarında okuduğu anlaşılm aktadır.

Bir şairin okum a sürecinde edebî eserlerden uzak kalm ası düşünülem ez. Nitekim  kif de
bu dinî ve tasavvuf? okum aların yanı sıra edebî okum alar da yaşm ıştır. Mesela Süleym an
Nazif'in kendiyle ilgili yazdığı M ehm et Âkif-Şairin zâtı ve asarı hakkında bazı m a'lum at
ve tedkikat adlı eserinin 1. form ası, yine Nazif'in Secde şiiriyle ilgili m akalesi, Süleym an
Şahabettin'in Güzel Yazılar kitabı, A bdülhak Hamid, Cenap Şahabeddin, Faruk Nafiz gibi
şairlerin şiir kitaplarını okuduğu anlaşılm aktadır. Nitekim kimi m ektuplarında kendisine
yeni eserler gönderilm esini sıkça belirtm ektedir.45

Sonuç

Mehmet  kif Ersoy, hayatının son on buçuk yılını geçirdiği Mısır'da m addî ve m anevî
bütün olum suzluklara rağmen okum aktan, yazm aktan kopm am ış ve Türk edebiyatına
yeni şiirler kazandırm aya devam etm iştir. Bilhassa Hicran, Gece ve Secde gibi şiirleri ön­
ceki pek çok şiiri gibi birer şaheserdir. D enilebilir ki vaktini ve zihnini çokça m eşgul meal
çalışması olm asaydı ve gurbette m ünzeviliğe m ecbur bir hicret eri olarak kimi m addî ve
m anevî sıkıntıları yaşam asaydı elbette daha üretken olur ve yazm ayı tasarladığı eserleri
de yazabilirdi. Ama kader şartları böyle gerçekleşm em iş, sayıca öncekilerden az olsa bile
nitelikçe yüksek eserler vererek sorum lu bir yazar tavrını Mısır'da da sürdürm üştür.

KAYNAKÇA
Mehmet Âkif Ersoy, Safahat, Haz. Ömer Rıza Doğrul, İstanbul 1981
Eşref Edip, Mehmet Âkif, Hayatı-Eserleri, İstanbul, 1960
Eşref Edip, Mehmet Âkif, Hayatı, Eserleri 70 Muharririn Yazıları, İstanbul, 1938
Fevziye Abdullah Tansel, Mehmet Âkif Ersoy, İstanbul, 1973
Haşan Basri Çantay, Âkifnâme, İstanbul, 1966
İ.Hakkı Şengüler, Mehmet Âkif Külliyatı, c.9 (Mektuplar bölümü)
M.Ertuğrul Düzdağ, Mehmet Âkif Mısır Hayatı ve Kur'an Meali, İstanbul, 2005
M. Ertuğrul Düzdağ, Mehmet Âkif, İstanbul, 1988
Orhan Okay, Mehmet Âkif, Bir Karakter Heykelinin Anatomisi, Ankara, 1989
Sezai Karakoç, Mehmet Âkif, İstanbul, 1968

43 Fevziye Abdullah Tansel,. s.123


44 Âkif, İstanbul'da bulunduğu yıllarda dergi idarehanesine gelen üç Hintliyle görüşmüş ve İkbal'e götürülmesi için bir takım
Safahat'ı vermiştir. Eşref Edip, Mehmet Âkif, s. 241
45 İ.Hakkı Şengüler, Mehmet Âkif Külliyatı, c.9 'daki mektuplardan bu durum anlaşılmaktadır.
* '- J T

Mehmet Akif Ersoy'un


Şiirlerinde Millî Küftür
M otifleri ve Y a k la şım la ra
Dr. Mustafa Can
* ->•' >!
Selçuk U.

GİRİŞ »=.- -i f l Y 1

•' i. ~!
Tanzim at'tan bu yana Türk Şiiri'nin gelişm elerine bakınca,
şairlerim izin birbirlerini takip ederek şiirim izde İlmî dü­
şüncenin ve kültürün hareket hâlini alm asının tem inine
gayret sarf ettikleri görülm ektedir. Dilde de bu böyledir. *
Dilim izin kendini bulm ası, şiiri bütün güzelliğine ka
turm ak için sarf edilen gayretler Cum huriyet Döne
kadar devam etm iştir.

Ahm et Haşim, Yahya Kemal, Beşhececiler, Yedim eşaîec


Ahm et Kutsi, Necip F a zıl...g ib i Türk şairleri sadece
şiirinin, halk şiirinin, Batı’lı şiirin tesiriyle eserler ver
kendilerine yedirem eyerek şiiri bir sentez olarak düş
m ektedirler. Akif'in, vefatından sonra 'Safahat'g enel a
la, tek cilt halinde yayınlanan ve tam am ı aruzla yaz
bulunan 108 m anzum eden ibaret 11.240 m ısra lık 'K
yatı' da bu çerçevede değerlendirilm ektedir. Zevk ve
nat anlayışı bakım ından eskiye bağlı bir m uhitte
görüşle ortaya çıkarak onu kabul ettirm e, sevdirm e
Dönemi ve
103
Çevresi
tiyarlığına eren bir"sanat eri"o lan  kif aynı zam anda bizde İslâm'ın ruhunu, İslâm'ın fel­
sefesini, İslâm'ın sam im iyetini en yüksek ve ince idrak ile yani, şiirle anlatan yegâne üstat
şahsiyet olm uştur. Üstâdın şairliği olm asaydı bile yalnız bu mesaisi O'nun büyüklüğünü
ispata yeterdi.

Bu yönüyle Türk şiirinin kurulup gelişm esinde başkalarıyla kıyaslanam ayacak önem li bir
rol oynayan şairim iz, yeni nesil için şekil ve öz ahengini m ükem m el ölçülerde sağladı­
ğı kadar 'anlam'a da büyük önem verm iştir. Her şeyden evvel sım sıcak bir insan ve yurt
sevgisi üzerine sam im iyetin şiirini kuran Âkif, Türk Edebiyatı'nda yaşantısı ile, şiirleriyle
yepyeni bir şair olarak tem ayüz etm iştir. O'na göre "M illî Kültürüm üz" yani M ahiyyet-i
Millîmiz; m âzi, hâl ve âtî dönem eçleriyle düşünülm elidir. "Burada bütün dünya ile en­
tegre olabilecek nesiller yetiştirilm elidir. Hoşgörülü, kendisini ve m uhatabını tanıyan,
gelişm eleri, m illî kültürü içine alabilen bir n e sil...D o ğ u 'y u ve Batı'yı bilen; ilimle, teknikle,
fenle hem-hâl olan bir n e sil..."

M ehm et  kif Ersoy, 1936'ya kadar şiirim izin gelişm esindeki küçüm senm eyecek payını
olduğu kadar, gene şiirim izin yüzünü ağartacak örneklerini verm esinin sırrını bu inan­
cında taşım aktadır. O haliyle de sanatta çığır açan ve bu çığırı geliştiren sanatçı vasfını
kazanm aktadır.1

Şiirde en kuvvetli tarafı aruza m utlak hakim iyetidir. Naci ve Fikret de dahil olm ak üzere
o devirde, hiçbir şair'aruz'a O'nun kadar hakim olam am ış bu vezni, O'nun gibi sevim ­
li bir suhulet ve selâset, tabiî ve elastikî bir seyyaliyetle kullanm am ıştır. Bu itibarla tek­
nik bakım dan da şiirim ize hizmeti büyük olm uştur. Â kif'te M uallim Naci'de olduğu gibi
"nazım"lık şairliğe galebe çalm aktadır. Bunun için İsmail Safa'ya "Şâir-i m âder-zad"denil­
diği gibi, M ehm et Âkif'e de"Nazım -ı m âder-zad" denilse yeridir.2

ŞİİRİNDEKİ KÜLTÜR M OTİFLERİ

Kültür, bireyin benliğine işleyen, geniş ölçüde d üşüncesini m eydana getiren, davranışına
yön veren karışık bir sem boller, efsaneler, im geler düzenidir. Efsane kişileri, ya da gerçek
kişileri (atalar, kahram anlar, şa irle r...) her kültürün değerlerini birleştirirler. Din kültürü
ile yetişm iş bir kimse elinden geldiğince yaratanıyla bir olm ağa çalışır. M illî kültür; kah­
ram anlarım ıza, m illî ve m anevî değerlerim ize özenm eyi öğütler bize. Hüm anist bir kül­
tür edebiyat eserlerine dayanır. Bu eserlerin kahram anları, ya da yazarları birer sembol
olurlar.

Şair, "toplum un bugününü anlatan ve yarınını hazırlayan bir kuvvet" olarak Türk
Edebiyatı'nın, toplum un gelişm esinde can alıcı bir yer tutar. Kültürel olaylar ilkin hissî
planda, şiirde, edebiyatta dile gelir. Sonra düşünce akım ı hâlini alır. Daha sonra da kamu
vicdanında yer alır.Tepkiler belirir. Şairim ize göre, edebiyat alanında düşünenlerin değiş­
mez görevleri vardır. Devam lı bir gelişm e gösteren toplum larda, oluşların ve akım ların
köklerini ve sebeplerini araştırm ak. Unutm am ak lazım dır ki bir toplum da, her züm renin
1 Çantay, Haşan Basri. Âkifname: (Mehmet Âkif) İstanbul, Ahmet Said Matb.,1966.400 s.
2 Tansel, F.A. "Mehmet Âkif Ersoy"Türk Ansiklopedisi, XV. C. Ankara, M.E.Bsm., 1968.337-344 ss.
tem silcisi durum unda yazarlar, şairler de bulunabilir. Bunları tanım ak, tanım ak için de
okum ak, izlem ek gerekm ektedir. Bu iş noksansız yapılabilirse, ancak o zam an yanlış ve
tek yanlı hüküm lerden kurtulabiliriz. Ö nem li olan şairleri, yazarları,"... çağlarının düşünce
akım ları içinde görm ektir" onları şahıslarıyla, bir fikre destek olup olm adıklarıyla değer­
lendirm ek yanlıştır.

 kif de şiirlerinde tanıdığım ız, sevdiğim iz, hafızalarım ızda m ısralarını sakladığım ız bir
usta şair olarak karşım ızdadır.3 O, yalnız Türk şiirinin değil, belki dünya şiirinin en üstün
m anzum elerini söyleyen şair olarak Türk tarihinde ve edebiyatında tıpkı Namık Kemal
gibi "hayatı sanatının ve sanatı hayatının eseri" olan sim alardan biridir. O, m illî m ücade­
le ruhunun şairi olması sayesinde istiklâl Marşı'nı yazm ıştır. Keza, "Çanakkale Şehitleri"ni
Peygam berim izin yanı başında bir m ertebede gördüğü için yazm ıştır. Askerlerin silahla
vatanı savunduğu gibi  kif de kalem le im paratorluğu savunduğu şiirlerinde; Selânik, Ko-
sova, Yakova, Prizren için gözyaşları döker. "A rn avu d 'u m ...işte perişan yurdum " derken
de yaptığı, A rnavut m illiyetçiliğine eleştiridir. O, "Yurdu baştan başa viraneye dönm üş
Türk'ün" diye ağlayan, "Ordunun Duası" m arşında; "Türk eriyiz, silsilem iz kahraman-
M üslüm anîz, Hakk'a tapan M üslüm an"diye haykıran şairimizdir.

M ehm et Âkif, yaptığını, yapacağını bilen kişi olgunluğunu şiirlerinde bütün ağırlığıyla
verebilen, hırçın ve yıkıcı olm ayan, yetişm ekte olan nesle örnek sanatçı olm a hüviyetini
de gösterm ektedir. Şiir sanatını, "güdüm lü" hale getirm e savaşında olanlar için Âkif, belki
eskim iş olabilir. Şiirin hürlüğünü yalnız kendi inanç ve anlayışlarına uygun olan şiirler ve
eserler için kabul edenlerin, "sanat hürlüğü"nden nasıl bahse hakları yoksa  kif ve başka
şairlerim iz için de hüküm verm eye yetkileri olm am ak gerekir. Şiir sanatını sosyal hizm etle
görevlendiren anlayış, O'nun asıl olan hürlüğünü, dikkatinden kaçırdı mı, "güdümlü bir
şiir sanatı in anışı"halin e geliverm ektedir. Böyle olunca da inkarcılık, kim seleri beğenm e­
mek, en doğrulara sırt çevirm ek gelir kendiliğinden.4

"Şiir faydalı olm alıdır."Evet, haklı ama nasıl olm alıdır? Şiir ne yapm alıdır, nasıl bir şekle gir­
m elidir de "faydacı" olsun? Gece-kondu duvarına harç mı olm alı, işsize iş mi bulm alı, yani
efendim şiir d ediğim iz şu nesne, meselâ m em leketin kültür politikasını, İktisadî nizâm ını
ayarlayan bir program mıdır? Aşkın sözünü mü ettiniz; eskisiniz. Hâtıranıza mı bağlısınız,
ölüm ü mü düşündünüz, karam sar m ısınız, alelâdelikle itham a m aruzsunuzdur. O halde
şair dediğin oturacak; sosyal düzen hakkında, İktisadî yetersizlik bâbında büyük laflar
edecek, aşkın lafını etm eyecek, hatırasına bağlanm ayacak, ölüm ü düşünm eyecek, sade­
ce gerçeği söyleyecek, ama hep en kötü yönünden görecek, histen, hassasiyetten, veb a­
dan kaçar gibi kaçacak., ki "faydacı" şiir yazabilsin .5

Bu husus, ayrı bir tebliğ ve m ünakaşa m evzuû olm akla beraber burada böyle bir doku­
nup geçm em iz de sebepsiz değildir. Şairim izin şiirlerindeki kültür m otifleri ve yaklaşım
tarzları üzerinde düşünürken bu görüşleri de dikkate alm anın O'nun m eziyetlerinin
belirm esi bakım ından zaruri olduğu kanaatine vardık. Bazı şiirlerinde, 'beterin beteri
3 Banarlı, Nihat Sami. Resimli Türk Edebiyatı Tarihi 2.C. İstanbul, M.E.Bsm., 1971.1151 -1162 s.
4 Okay, M.Orhan; M.Ertuğrul Düzdağ."Mehmet Âkif Ersoy'T.D.V. İslâm Ansiklopedisi. 28.C. Ankara,T.D.V.Yayın Matb.cılık veTic.İşl.
2003.432-439 s.
5 Karpat, Kemal. Türk Edebiyatında Sosyal Konular. İstanbul, Varlık Yayınevi, 1962.72 s.
Dönemi ve
105
Çevresi
gerçek'e rağmen yarınlara güvenle bakan, hayat sevgisini dile qetiren bir kişilik ortaya
koyar. Dünyanın içinde bulunduğu huzursuzluğu, her insandan fazla sanatçı (şair) duyar.
Daha doğrusu duym alıdır. Gerçek sanatçı yüreğiyle, şiiriyle, hep iyinin, hep güzelin, hep
dirlik ve düzenliğin, hep barışın, hep huzurun özlem i içindedir. Kişi hayatından toplum
hayatına, kültürel konulara kadar bu ülkünün peşindedir. Bunu söyler, bunu dile getirir.
Kavgacı olm adan, şiirin zerresini ihmal etm eden, dünyanın ve ülkenin geleceğine, dirlik
ve düzenliğine üm it bağlayan ve okuyana da bu üm idi verebilen Âkif, inandığı Allah'tan,
Türk Devleti'nin m esut ve kuvvetli kalm asından, Türk m illetinin, şerefli ve m üstakil bir
millet olarak yaşam asından başka bir şey dilem eyerek vefat etm iş "Millî Marş" güftesinde
hayal ettiği "İstiklâl Türkiyesi" nin topraklarında huzur içinde yatm aktadır.

M uvakkat bir m üddet m em leketten uzaklaşm ası, büyük bir dava olarak değil, inancın­
da sam im î, mü'min bir Türk şairinin, bir dekor değiştirm e arzusu ve küçük bir hassasiyet
hikâyesi m esabesinde kabul edilm ek gerekir.

Şiirlerinde teferruatla değil, konuların aslı ve tüm ü ile ilgilidir çünkü.G erçek bir sanatçı
haysiyetiyle kişi hayatının dışında, büyük bir barış özlem i içinde, dünya ve ülke toplum u-
nun huzursuzluğunu da üm idini de "müjde" yahut "dertleşm e" hâlinde bir bütün olarak
sım sıcak bir şiir havası içinde verm ektedir. Kültür konusu, fikri, hepsi içindedir. Şair, top­
luma da böyle eğilm ekte, m em leket dertleriyle hem-hâl olm aktadır. Hâsılı Âkif, şiirin hür­
lüğü içinde kişinin aşkını, derdini, üm idini nasıl dile getiriyorsa, ülke ve toplum gerçek­
lerine de eğilm ek suretiyle dünyaya bakm asını bilm ektedir. O, sözünü bilen, söylem esini
bilen, m azbut, kararlı, süsten, âlâyişten uzak, şiirleriyle'kü ltür'e de böylece yaklaşım da
bulunm uş olm aktadır. Ancak, bu konuşm am ızda şiirlerinin, kültür yönünden toplum a
nasıl hizm et ettiğini ele alm akla birlikte, şiirlerindeki kültür tem alarının da değerlend iril­
mesi yararlı olacaktır.

ŞİİRLERİNDEKİ TEM ALAR

Bildiğim iz m illî şair  kif'i; bilm ediğim iz görünüşleri, özellikleri (m acerası) ve karakterle­
ri ile bütün bir hayatın dramı ve derin çizgili bir portresi olarak veren çeşitli kaynakları
taradık. Çeşitli zam anlarda ve yerlerde yayınlanm ış olan şiirlerini, m ektuplarını, kısmen
hikâyelerini okuyup düşününce, öğrendiğim iz bu hayatın ve şiirin hikâyesi o kadar yeni
baştan, alışılm ış bir açıdan ve başarı ile yazılm ış duyuluyor ki bunlar; bizim ünlü bir ed e­
biyat değerim ize, M ehm et Âkif'e ait olm asaydılar bile tanım adığım ız bir garip insanoğ­
lunun çevresi, acıları, yazdıkları ve duyduklarının ince ve hassas bir romanı olarak kendi
başlarına birer eser sayılabilir. Bu eserlerde, O'nun m eşhur bir şair olm ak ve ölm ez eserler
vererek nâm ını yüceltm ek için cesaret, sebat, azim ve inançla çalıştığını görm ekteyiz.6

Seciyesinin hayranı ve takdirkârı olduğu aziz ve biricik m illetinin ve sevenlerinin, hak­


kında beslediği üm itlerini boşa çıkarm am ak için hayatta her şeye azim li, cesaretli, neşeli,
insan olarak... yaklaşm aya çalıştığını, bunun da içinde doğan çocuğa, yeni gence, hayat
alfabesi, m ücadelede m uvaffakiyet, dünyada saadet düsturu olacağını belirtm ektedir.
6 "Mehmet Âkif Ersoy". T.D.E. Ansiklopedisi 3.C. İstanbul, Dergâh Yayl. A.Ş. 1979.71-79 s.
MehmetÂkjf
106
Ersoy
Devam la, "hakkım daki bu ümitler, benim m efkurem dir... Bir şey yapm ak, ölm ez, yıkılm az
bir abide yaratm ak, işte şair m efkuresi... Hakiki şair, faziletin ta kendisidir. Benim için ya­
şam ak bir saadet değil, m ütem adi bir sa'y ve gayret demektir." ifadesiyle vicdan ve fikir
kanatlarını tebarüz ettirm ek istem iştir.7

Akif'in şiirleri, kendi "Hüviyet" ve "Ş a h siye tin in canlı birer tarifidir. Din, vatan, milliyet,
insaniyet, ahlâk, terakki, s a 'y ... yolunda sam im î ve güçlü ham leler yapm ış; câna, cânana,
m eye, neye, aşka, b a d e y e ... dair hiçbir şey yazm am ıştır. Yaşadığı asrı ve içinde bulun­
duğu cem iyeti; vatanperver, halkçı, içtim aiyatçı bir anlayışla sâde, tabii, sam im î, içli bir
üslupla dile getirirken hurafenin, riyanın, dalkavukluğun, câhilane taassubun, vurdum ­
duym azlığın, irticaın, dinsizliğin, kozm opolitliğin, cehlin, zulm ün am ansız düşm anıdır.
Başta daim a "Türk" olm ak üzere yüz m ilyonlarca M üslüm anın kardeş olduğunu ve bu
kardeşliğin sam im iyete inkılâbından Islâm için büyük ve azam etli faydalar doğacağını
anlatm aya çalışm ıştır. O, fikir ve sanat alem im izin yaralı bülbülü idi. Çileli ömrü boyunca
çırpındı, şakıdı, feryadıyla izler bıraktı.

Şiirde konuya (tem aya) dair görüşlerini ifade ederken;"m evzular ve tem ler arasında hiçbir
'hierarchie'ye taraftar değilim . Çünkü sanat eserinde güzelliğin bahsedilen şeyden ziya­
de ondan nasıl bahsedildiği keyfiyetiyle alâkalı olduğuna inanm ışım dır. Bence ölüm , aşk,
Allah, vatan, dostluk, evlilik, sefahat, sefalet, ilh ...m e v zu la rı arasında hiçbir fark yoktur.
Hepsi de insanın duyduğu, yaşadığı felaket veya saadetlerinin m üsebbibi olan şeylerdir.
Zaten bunun içindir ki 'm evzularınızı nasıl seçersiniz?' gibi bir suale cevap verm ek lüzu­
munu hiç bir zam an duym adım . Valery de şiirde m evzuun ehem m iyeti yoktur! Dem iyor
m u?"şeklindeki mütalaayı serdetm ektedir.

Rom antik ve hassas yaradılışlı bir şair olan  k ifin ; şiirlerini birtakım söz oyunlarıyla süs­
lem eye ve değiştirm eye gerek duym ayışı sonucu sade, açık bir anlatım a ulaştığı, günlük
konuşma dilindeki kelim e ve deyim leri kendisine has değişikliklerle şiirine soktuğu gibi
m ektup, hikâye ve diğer nesir türündeki yazılarında da aynı üslubu kullandığı, hayatın­
daki değişiklikleri, ölüm lü bir varlık oluşunu, ruhî b iracı duyarak ama hiçbir m etafizik dü­
şünceye kapılm adan ve hiçbir avuntu aram adan ortaya koyduğu görülür. Hayal oyunları,
uzak çağrışım lar, çapraşık ve karanlık ifadelerden kaçınm ıştır.

A kif'te şiir duygusunun geliştiği yıllar, "Edebiyat-ı Cedîdeciler"in edebiyat anlayışlarının


geliştiği ve hakim olduğu yıllardır. A ncak O'nun eğilim i gelenekten yanadır. Bunda, Ziya
Paşa'nın, A bdülhak Hamit Tarhan'ın ve m ülkiyeden hocası Muallim Naci'nin tesiri vardır.
G elenekçiliği, konu ve tarz olarak "yenilikçi" olm asını engellem em iştir. Şiir anlayışını et­
kileyen isim ler arasında Hâfız ve Sâdi de vardır. Bununla beraber asıl edebiyatçı kişiliğini,
Ebu'l-Ûlâ ve Eşref Edib Bey tarafından "Sırât-ı M üstakîm "adıyla yayınlanan, VIII. cildinden
sonra "Sebilü'r-reşad" adını alan dergide 1908'den sonra yayım ladığı şiirleriyle ve m an­
zum hikayeleriyle bulm uştur. Bunlarda da tema olarak toplum hayatının çeşitli kesim le­
rinden çıkardığı konuları canlı ve ilgi uyandırıcı bir şekilde işlemiştir. Konularını İçtim aî
olaylardan, kendi hayatından ve İslâm Tarihi'nden alırken Safahat'm ilk kitaplarında top-
7 Karaalioğlu, Seyit Kemal. Resimli, Motifli Türk Edebiyatı Tarihi (Cumhuriyet'e kadar). 3.C. İstanbul, İnkılap Kitapevi, 1985.593-626
ium un günlük hayatı şiirleştirilm iş; camiler, kahveler, sokaklar, m e yh an e le r...b e lli başlı
m ekanlar olarak kullanılm ıştır. İdarî bozukluklar, hastalar, yetim ler, yoksullar, dullar da bu
m ekânlar üzerindeki objeler olarak tablo tablo tasvir edilm iştir.8

Şiiri bir tebliğ vasıtası olarak kabul ettiği, düşüncesini de em rine verdiği için "şairanelik"
kaygısı yoktur. Konular, tasvirler, karakterler yerlidir.9

Yaşanan hayatın, şiirinin başlıca konularından olması hasebiyle Sezai Karakoç:"Edebiya­


tımızda O'nun kadar, kudretle şiiri hayata, hayatı şiire sokm uş şair yoktur." dem ektedir.
Şiirini oluşturan âm illeri, Doğu-islâm şiir kültürü, Batı etkisi, Dinî-Tarihî çerçeve olarak
sıralam ak m üm kündür. Türk şiirinde toplum m eselelerine en çok eğilen şair olarak Âkif,
yaşadığı toplum un bir öiüm-kalım savaşı içinde bulunduğu gerçeğinden hareketle, hep
toplum dan yana, ahlâkçı ve idealist bir yolu seçm iştir. Daha sonraları ise "Acem Şahı",
“Köse imam", "İstibdat"gibi şiirlerinde fikrî ve siyasi m eseleleri de işlem eye başlamıştır.

Millî şairim izin yazdıklarıyla hayatı arasında tam bir ahenk vardır. Buna aykırı davranışları
affetm eyen bir karakter abidesidir. Bu özellikleri ile ilgili olarak Cenap Şehabettin, "Necit
Çöllerinde M edine'ye"şiirine işaret ed erek"Bir hadisedir, bundan sonra Âkif'e erişilemez."
demiştir. Süleym an Nazif de bildiği Şark ve Garp lisanlarında, "Bu kadar güzel, pürüzsüz
ve kusursuz şiir okum adığını, bunu yazm ak için  kif kadar şair olm anın yetm eyeceğini,
O'nun kadar da dindar olunm ası gerektiğini, hiçbir sanatkarın bu şiirin benzerini yazam a­
yacağını ifade etm ektedir.

TESİRLERİ

M ehmet Akif'in çok yönlü ve kalıcı tesirleri olm uştur. M idhat Cemal Kuntay, Tahir Olgun
(Tahirü'l-M evlevî) Osman Fahri, Neyzen Tevfik, Ali Ulvi Kurucu, O'nu örnek alarak şiirler
yazm ışlarsa da Akif'in çığırını devam ettirdiklerini söylem ek m üm kün değildir. Çünkü O,
daha ziyade M illî-islâmî düşüncenin remzi (sem bolü) olarak kabul gördüğü için geniş bir
kitle üzerinde m üessir olmuştur.

Bu tesir ve alâka, ölüm ünden sonraki yıllarda daha da genişlem iştir. Resm î kurum larca da
Akif'in edebiyatım ızdaki yeri, önem i ve değeri kabul edilerek çeşitli vesilelerle kutlama
ve anm a gün ve haftalarında şanına yaraşan organizasyonlar ve etkinlikler yapılm aya
devam edilm ektedir.

M usikîyle de yakın ilgisi ve çeşitli çalışm aları bulunan m illî şairin bazı şiirleri sanatkâr
dostları tarafından bestelenm iştir. Zeki Üngör, M uallim İsmail Hakkı, Ali Rıfat Çağatay, A h­
met Yekta (M adran), M. Zati Arca, Mustafa Sunar, Kâzım Uz, İsmail Zühtü istiklâl Marşı'nın
bestesini yapm ışlardır. Bunun dışında, "Ordunun Duası", "Köse imam", "Bülbül"ü Ali Rıfat
Çağatay; "Çanakkale Şehitlerine" şiirini Saadettin Kaynak; "Ezelden Âşinanın"ı Şerif içli;
"Lâ-m ekânlarda mısın?"ı Ali Nihat Karam em işoğlu; "Allah'a Dayan Sa'ye Sarıl" m anzum e­
sini Ali Kemal Belviranlı bestelem iş olup, hâlen notaları elde bulunm aktadır.
8 Öztürkmen, Neriman Malkoç. Mehmet Akif'te Mekan. İstanbul, Şehir Matbaası, 1958. XVIII+112 s.
9 Doğrul, Ömer Rıza. Mehmet Âkif Safahat. Basılan ve Basılmayan Bütün Şiirleri. İstanbul, İnkılap Kitapevi, 1943.
Ersoy
Bu da gösterm ektedir ki M ehm et  kif şiirleriyle, m akaleleriyle, vaazlarıyla bu m illetin
dertlerini; hislenişiyle, heyecanıyla, yaşayışıyla bu m illetten bir parça olarak dile getirm iş­
tir. "ila-yı kelim etullah" için didinen bu necib m illet O'nu tercüm anı, san'atkârı, bir tem sil­
cisi olarak m uhabbetle bağrına basmış, aradan yıllar geçm esine rağmen unutm am ıştır.
Unutm ayacaktır.

M illî m ücadele kahram anı Âkif, yüreğindeki iman ve um udu, cami kürsülerinden eşraf
ziyaretlerine kadar; sohbet, vaaz, davet, düz yazı ve şiirle haykırm ıştır. Bu itibarla m illî
dünyada İstiklâl Marşı yazan şairler içinde, hem m illetinin var olma m ücadelesine katıl­
mış bir kahram an, hem m illetinin dilini bu kadar iyi kullanan bir yazar, hem büyük bir en­
telektüel, çağının tanığı ve vicdanı olan bir aydın, hem toplum unun değerlerini ve şahsî
ahlâkını sağlam bir prensip sahipliğiyle kendi şahsında bütünlem iş bir ahlâk adam ı, hem
istiklâl Marşı'nı arzu ve talep eden m eclisin üyesi bir m illetvekili, hem de istiklâl Marşı'nı
yazıp hediye etm eden önce de ülkesinin büyük ve m illî şairi sıfatını kazanarak bütün bu
vasıfları sinesinde barındıran başka bir şahsiyet yoktur.10

AKİF: BİR KARAKTER ABİDESİ VE VATAN FİKRİ

Gezip dolaşm akla bitirem ediğim iz, dağına taşına kurban olm ağa her an için hazır bu­
lunduğum uz, dostlarım ızı insanları arasından, sevgililerim izi dilberleri arasından seçtiği­
miz, türkülerini dudaklarım ızdan düşürem ediğim iz bu cânım Türkiye, bu m ert ve güzel
m em leket; Âkif'in yazdığı bir şiir, çizdiği bir tablo, bestelediği bir senfoni değil midir? Bir
Mikelanj, bir Sinan, bir Fuzulî, bir Tam buri Cem il de m esleklerinde aynı serdengeçtiliği
gösterm iş müstesna adam lardan sayılm ıyorlar mı? Bugünün şairi de, o ölüm süz ö rnekle­
re bakarak şiirde aynı aşıklığı, icap ederse aynı fedakârlığı şiar edinm ek m ecburiyetinde­
dir. Şayet, letafeti nispetinde ebedî nam eler çıkarm ak istiyorsa sazından!

Âkif'in yaşadığı dönem de ortaya çıkan edebiyatçılar ve şairler nesli, 20 yıl ara ile patlak
veren iki cihan harbinin sebep olduğu dehşet ve ölüm korkusunun tesiriyle olsa gerek,
m anevî değerlerini kaybetm iş, inanç bakım ından boşlukta kalm ışlardır. A ncak Âkif, m a­
ruz kaldığı karam sarlık ve huzursuzluğa rağmen hep im ana yönelm ek suretiyle kötüm ­
serlikten, karam sarlıktan kurtulm a arzusu gösterm iştir. Ölüm karşısında takındığı m üte­
vekkil tavır da bununla izah edilm ektedir. Bu itibarla O, sadece halis bir m illî şairdir. Bir
m em leket için en lüzum lu insan da O'na göre şairdir. Şairi olm ayan bir m em lekette ne
büyük kahram anlar yetişir, ne de büyük âlim . Şiirin bir m illetin tarihini, kültürünü, m illî ve
m anevî değerlerini, insanını verebilen üstün bir kudreti vardır. Keza,"şairin hisleri, fikirle­
ri, hayalleri, dünya görüşü, şahsiyeti, vatan anlayışı, her şeyi şiirde belli olur".

M ehm et Âkif'in şahsiyeti, değeri ve eserleri hakkında o kadar çok şey yazılm ış ve söylen­
m iştir ki, bunlara yenilerinin eklenm esi oldukça güçtür. Pek çok yazar, şair ve başka ilim
erbabı eserlerinde onu sevm iş, lehinde konuşm uş ve eserlerini tahlil etm işlerdir. Meselâ,
bunlardan Cenap Şahabettin O'nun hakkında şunları söylem ektedir. "O, yalnız asrım ızın
değil, hatta tarihim izin en büyük üstat şairidir. A zam î besatet içinde, azam î güzellik te­
10 Ongun, Cemil Sena. Mehmet Âkif; hayatı, eserleri, şahsiyeti, idealleri. İstanbul, Tefeyyüz Kitapevi, 1947. s.18
Dönemi ve
109
Çevresi
m inine çalışan şair, eserleri bir sehl-i m üm tenidir. Asım , edebiyatım ızda m uadili olm ayan
bir abidedir." Dem ek suretiyle O'ndaki vatan aşkının yüceliğinden bahseden hüküm ler
verm iştir. Safahat'la ilgili olarak "Türk ve İslâm ruhu (Safahat)'ın rüşeym-i ilham ı oldu"
dem iştir.11

Kültür itibariyle çok zengin olduğu için en büyük zevki okum ak olan ve bütün öm rü dü­
şünm ekle geçen Âkif, derin bir yurtseverlikle devam lı tenkitler, tahliller yaparken kendi
tarz ve idealiyle edebiyat tarihim izde bütün öm rünü belli prensiplere bağlam ış, pozitif
bir im anla hep m illetinin saadeti ve kurtuluşu için yalvaran örnek bir m ütefekkir olarak
tem ayüz etm iştir.

SONUÇ

Ebediyete intikalinin 71. yılında rahm etle andığım ız M ehm et  kif Ersoy, hayatı boyunca
hiçbir şey yapm am ış olsa da sadece Büyük Türk M illeti'nin yüz yıllar boyu yaşatacağı,
m illî ülküyü, mısra ve beyitlerinden gelecek nesillerin ruhlarına boşaltan ve dolduran bir
ulvî ve edebî abide m esabesindeki "istiklâl Marşı"nı yazm ış bulunsaydı bile bu, O'nu Türk
Edebiyatı'nda bir ahlâk ve fazilet tim sali, bir dinî iman sanatkârı, bir büyük adam yapm a­
ya yeterdi. Çünkü istiklâl Marşı, o günkü şartlar için de,Tü rk M illeti'nin duygu, düşünce ve
isteklerine hakkı ile tercüm an olm uş ve tartışm asız bir şekilde Türk Edebiyatı'nın şaheser­
leri arasında, yalnızca bir m illî marş güftesi olarak değil, şiir olarak da yerini almıştır.

Âkif, bu m illî, edebî ve ebedî abidesinde Türk M illeti'nin, istiklâl Harbini kazanacağına
olan inancını, vatan, bayrak, bağım sızlık, hak, din, im an duygu ve sevgilerini m illî bir gö­
rüşle dile getirm ektedir. Doğrusu odur ki, kan ve ateş ile yoğrulm uş bir zam an dö n e­
m ecinin m anevî atm osferinde kalem e alınm ış olan istiklâl Marşı'nın m ısraları arasından
cesaret, üm it, gurur, vatan sevgisi, fe d a k â rlık ... gibi yüksek duyguların alev alev parlam a­
sı bunun içindir. M illî Marş Şairi olarak m illetim iz tarafından çok sevilen  kif'in ruhu ve
hatırası, m illî bir sevgi ve saygı halesi ile taçlanm ış olarak bütün canlılığı ile yaşanm akta
ve yâd edilm ektedir.12

istiklâl Marşı'nı bir mü'min ve m illet mistiği olarak abideleştiren m ücahit, m illî şairim iz 27
Aralık 1936'da İstanbul'da vefat etm iştir. Resm î şahısların ve m akam ların, devrin hükü­
m etinin ve güdüm lü basınının cenazesine ilgi gösterm em esine rağm en üniversite genç­
liğiyle birlikte m illeti tarafından büyük bir cem aat halinde Beyazıt Cam ii'nden alınarak
Edirnekapı M ezarlığı'nda dostu Babanzâde A hm et Naim'in kabri yanında defnedildi. Bi­
lahare, buradaki bir im ar değişikliği uygulam ası sebebiyle, 1960 yılında her iki m ezar da
Süleym an Nazif'in kabriyle birlikte Edirnekapı Şehitliği'ne nakledilm iştir.

M illetim izin her kesimi; genç-yaşlı, yöneten-yönetilen, yeniden ve can kulağıyla O'nu
dinlem eli ve anlam alıdır. O'nu anlam ak, çağı anlam aktır, çağı yakalam aktır. Ç anakkale
Şehitleri'ne şiirini okuyunca, Süleym an Nazif'in ifadesiyle "Allah'ın şehitleri olduğu gibi
şairleri de vardır".

11 Cenap Şahabettin."Safahat Mebde'i" Servet-i Fünun. 57 (5-1479,1340). 66-68 s.


12 Timurtaş, Faruk Kadri. "İstiklâl Marşı ve Mehmet Âkif.'Türk Yurdu. III, 2 (1961).
SADRI ISLÂM'A RUGU

M. Önal Mengüşo
Şair, yazar

Eğer çiğnenm em ek isterseler seylâb-ı eyyâm a

Rücu etsinler artık M üslüm anlar Sadr-ı İslâm'a

M ehm et Âkif

Yukarıdaki başlık, hem dönem i hem de çevresi itibariyle,


M ehm et Âkif ve kendisi gibi düşünen çağdaşı M üslüm an
m ütefekkirlerin temel tezlerini teşkil eder. Epigraf olarak
alıntıladığım ız beyitte ise M ehm et  kif bu tezini en açık
ve net biçim de dile getirm ektedir. S öylem ek istediği şöyle
özetlenebilir: M üslüm anlar zam anın savurucu rüzgârları,
bitirici selleri önünde sürüklenip yok olm aktan kurtulm ak is­
tiyorlarsa, eğer bunda sam im i iseler, bütün kültürel birikim­
lerine, alışkanlıklarına, folklorik eğilimlerine, m evcut uygu­
lamalarına, kemikleşmiş itikatlarına aldırm aksızın yeniden
İslâm ’ın tam am landığı Son Allah Resulünün m odel döne­
mine yüzlerini dönmeli, kendilerini o m odele göre yeniden
ciddi bir öz eleştiriye tabi tutmalıdırlar.

M ehm et Âkif'in dönem ine ve çevresine şöyle kısaca baka­


cak olursak, neler görürüz? Evvela o dönem de dünyanın
ciddî, siyasî krizler, büyük, kanlı savaşlar yaşadığı bilinm ek­
tedir. Hemen her kıtada olağanüstü sosyal, siyasî, itikadı,

-
D önem i ve
111
Çevresi
kültürel değişim ler vardır. Son ve en büyük M üslüm an topluluğun lideri konum undaki
Osmanlı im paratorluğu, çöküş evresine girm iş, yıkılm aya yüz tutm uş, içeriden ve dışa­
rıdan darbeler alm aktadır. Yalnızca Osm anlı da değil, diğer bütün klasik siyasî sistem ler
sarsılm aktadır. Â kif ve çağdaşlarının lisanından söylersek "Saitanat-ı Siyasiye ve Saltanat-ı
Diniye" çürüm üştür, yıkılm alıdır. Zira hem devlet yönetim inde hem de bürokrasi ve ilmiye
sınıfında, babadan oğla geçen Islâm dışı bir hiyerarşi ve miras yedilik, alıp başını gitm iştir.
Beşikte iken sultan ve ulema ilan edilm ek modası yaygınlaşm ıştır. Doğuda ve batıdaki
bütün totaliter siyasî yapılar içerisinde yaşayan nam uslu, dürüst ve hakiki m ünevverler,
sonunda kendilerini Yeni Dünya'da ifade edecek "M u asır"form ülasyonlar aram aktadır.

"Meşrutiyet, cum huriyet, hürriyet, adalet, m üsavat" kavram larına dönem in m ütefekkir­
leri aşkla bağlanm ışlardır. Neticede Avusturya- M acaristan im paratorluğundan, Büyük
Britanya'ya, oradan Japon im paratorluğuna kadar d ünyanın her yerindeki feodal yapılar,
kendilerine siyaseten yeni kan sağlayan bu fikirler karşısında kayıtsız, hesapsız, habersiz
kalamadılar. Her biri bir çeşit yenilenm e ve değişim i yaşam a sürecine girdi. Kendi adı­
mıza düşünecek olursak, daha yakın tarihlerde, adını Çekoslovakya yahut Yugoslavya
olarak bildiğim iz ülkelerin dağılm ası neticesinde, ortaya çıkan yeni durum , bizi hayli şa­
şırtm ış olm alı. Mesela Çekoslovakya'dan bir Çek bir de Slovak Cum huriyeti üreyeceğini
kırk yıl geçse akıl edem ezdik. Keza Yugoslavya denen ülkenin bunca farklı insan grubunu
bünyesinde taşıdığını dışarıdan bakarak kaçım ız görebilirdik?

Hadise şudur ki büyük devlet bünyeleri, ana gövdeler parçalanınca, insanlar artık bir
basam ak aşağıdaki kim liklerini hatırlayarak, hiç olmazsa bu kim lik altında bir beraberlik
kurup, oraya sığınma ihtiyacı duydular. Böylesi bir neticenin Osm anlı toprağındaki gö­
rüntüsü bizi M ehm et Âkif'in hem kendisi, hem dönem i, hem de çevresi m ünasebetiyle
alakadar etm ektedir. Osm anlı, öyle Çekoslovakya v.s. gibi küçük ve tarih sahnesinde pek
yeri bulunm ayan topluluklara benzem iyordu. Sahiden çok büyüm üş, çok unsurlu, çok
kültürlü, çok dinli, çok farklı tem ayüllü insanları bir arada tutm asını bilm işti. İm paratorluk
parçalanırken de, insanlar kimi can, kimi din, kimi asabiyet havliyle daha küçük, daha alt
kim liklerini hatırlam ışlardı. A zınlık unsuru Erm eni, Rum, Süryanî, Keldanî, M usevileri bir
yana bırakalım . Osm anlının her vakit aslî unsuru sayılan M üslüm anlar evvela etnik, folk­
lorik kim liklerini hatırlam aya başlam ışlardır. O tarihlere kadar hem en hiç kim senin hatırı­
na gelm eyen A rnavutluk, Kürtlük hatta Türklük kimliği birden hatırlanm aya başlamıştır.

1912'de Balkan Harbi sırasında A rnavutluk bağım sızlık için ayaklanınca, baba tarafından
Arnavut olm asına rağm en, Âkif'in şu feryadı, meseleyi en doğru açıklayan belgelerden
biri sayılm alıdır:
"Hani, m illiyetin Islâm id i...K a v m iy e t ne!

Sarılıp sım sıkı dursaydın a m illiyetine.

"Arnavutluk" ne dem ek? Var mı şeraitte yeri?

Küfr olur başka değil, kavm ini sürm ek ileri,

Arab'ın Türk'e; Lâz'ın Çerkez'e, yahut Kürd'e;

Acem'in Çinli'ye rüçhanı mı varm ış? Nerde?

M üslüm anlıkta "anâsır" mı olurm uş? Ne gezer!

Fikr-i kavm iyeti tel'in ediyor Peygamber."


M eh m ety^ jf
112 Ersoy
Neticede im paratorluk bakiyesi insanlar kavm iyetleri ile birlikte, daha dar m anada tarikat,
m ezhep, m eşrepleri etrafında küm elenm eye başladılar; böyle bir sığınak arayışına girdi­
ler. Â kif bu durum u büyük bir tehlike olarak görm üş ve toplum unu uyarm ıştı. A ncak yine
 kif m evcut toplum sal bünyede bu tehlikeleri üretecek iç sıkıntıların pekâlâ farkındaydı.
M aalesef şu kavm iyetçilik fitnesi tek dert değildi. Bunun doğurduğu taassup elbet çok
önem li idi. Lâkin daha başka asabiyetler de vardı. İnsanlar Allah'ın dinî yerine neredeyse
artık atalarının dinini yaşam aktaydılar. Din, ana kaynağından, hususiyle de Kur'an'dan ko-
partılm ıştı. Bir takım siyasilerin yazdırdığı akaid ve ilm ihal kitapları, im anı, insanlara birer
draje halinde yutturm aya çalışırken, ilm ihaller sadece ferdî bir M üslüm anlık aşısı yapan
am ellere yer veriyordu. Mesela Cihad ve Tefekkür gibi ibadetler, Tevhid, Adalet, Emr-i bil
M aruf ve Nehy-i anil M ünker gibi im anın asliyetini oluşturan ilkeler unutulm uştu.

Cem iyetin dâhildeki bu bozgunu yanında yeni yeni gürbüzleşm eye başlayan Garp
âlem inden ve onların tesiriyle konuşan, bir nevi sözcülüklerini yapan güya yerli önderler­
den kim ileri, İslâm'ı kastederek “Din terakkiye m ânidir" dem ekten geri durm uyorlardı.

Düşm anın bu tü r salvolarına kim karşı duracak, kim cevap verecekti? Devlet artık bunu
resmen yapabilecek güçte değildi. Üstelik saltanat belki garbın çıkışlarına cevap verm e­
ye yeltenirdi, lâkin halkın kem ikleşm iş itikat, hurafe, asabiyet ve bid'atlarına m üdahale
eder miydi? Aksine bunları destekleyen zaten Saltanat-ı Siyasiye ve Saltanat-ı Diniye'yi
ellerinde bulunduranlar değil miydi?

Cemil Meriç “şuur, uçurumun kıyısında u ya n ır"dem işti. İlahî hikm et gereği son büyük Müs­
lüman devletin çöküşüne rastlayan dönem de, yükseliş dönem lerinde olm adığı kadar
ciddî m ütefekkir ve sanatkâr yetişm işti. Hem de M üslüm anların yaşadığı coğrafyaların
hem en her bölgesinde. Üstelik hepsi de neredeyse birbirini etkilem iş, tetiklem iş ve ben­
zer bir söylem i tekrar edip durm uşlardır. Nasıl ki aynı çağda im paratorlukların çöküşü,
siyaseten birbirini tetiklem işse, tıpkı bunun gibi aynı dönem in m ütefekkir ve sanatkârları
da benzer fikirleri dile getirm işlerdir.

Hatırlayacak olursak kendilerine İslâm'ın Yenilikçileri denilen tefekkür ve m ücadele adam ­


larının en başında, en etkin isim olarak Cem alettin Afgani'yi görürüz. Elbet kendisinden
daha evvel ve daha sonra da kimi isim ler m evcuttur. A ncak doğum u 1838 olduğuna
göre, M ehm et A kif'ten otuz beş yaş büyük olan bu zat, dönem i itibariyle en taze, en canlı
model olarak karşım ızdadır. Hemen bütün M üslüm an dünyayı dolaşan, en üst seviyede
görüşm eler ve m ünakaşalar yapan, bazen itibar, bazen de kovulm alara m aruz bırakılan
çok renkli bir şahsiyettir Afgani. Yayım ladığı "Urvet-ül Vüska" m ecm uası, adını bir Kur'an
ifadesinden alm ıştır. M a n a s ı"Sağlam dayanak"X\t. Aforizm alara uğram asına, türlü çilele­
re m aruz bırakılm asına ve onca m ahrum iyetine rağm en, yaşadığı asrın düşünen Müslü-
m anlarını en çok etkileyen isim odur. Öyle ki, kendisinden sonra gelen ve bir Kur'an tefsiri
kalem e alıp yeni anlayışlar geliştiren, Mısırlı âlim M uham m ed A bduh için Âkif, “Afgani'nin
en büyük eseri A bduh'fur"diyebilm iştir.

M ehm et  kif Safahat adlı şiir külliyatı yanında, Sırat-ı M üstakim ve Sebilürreşat adlı m ec­
m ualarda bir hayli m akale kalem e alm ıştır. Hutbeleri, vaazları ve diğer konuşm alarını
orada yayım lam ıştır. Ayrıca aynı dönem in birçok M üslüm an m ütefekkirinden de tercü­
meler yaparak aynı m ecm ualarda yayım lam ıştır. Arapça, Farsça dışında Fransızca'dan da
tercüm eleri vardır. Hatta Prens Said Halim Paşa'nın Fransızca kalem e aldığı m eşhur eseri
İslâm laşm ak ve islâm da Teşkilatı Siyasiye'yi de bizzat kendisi Türkçeye tercüm e etmiştir.
Dönemi ve
Çevresi i 13

Âkif'in dönem inde karşılıklı etkileşim içerisindeki m ütefekkir ve sanatkârların bir kısm ı­
nı sayacak olursak, kim leri hatırlayabiliriz? Afganî ve Abduh'tan sonra Asrı Saadet yazarı
Şibli Num anî var. Ferit Vecdi Mısır'da yaşayan Türk kökenli bir m ütefekkirdir. Aklın ve il­
min üstünlüğünü savunan bu zat, İslâm düşüncesinin yeniden canlandırılm ası için m ü­
cadele verm iştir. M ateryalist felsefe ile de baş edebilecek m üktesebatı vardır. Â kif onunla
bizzat görüşm üş ve m akalelerini tercüm e etm iştir. Özbek asıllı Rus vatandaşı Abdürreşit
İbrahim de bizzat görüştüğü m ütefekkir ve m ücahitlerden birisidir. Lakabı seyyah-ı şehir
olan bu zat, neredeyse tüm doğu dünyasını dolaşm ıştır. Japonya'ya kadar düşünce ve
m ücadelesini götürm üş, insanları etkilem iştir. Kırım-Kafkasya-Kazak-Türkistan M üslü­
m anlarının birliği için çalışm ıştır. Japonya'da ciddî M üslüm anlık cereyanı uyandırm ıştır.
Hatta Japon im paratoru bunun üzerine, Sultan 2. A bdulham id'e m ektup yazarak, ken­
disinden Japonya'da İslâm'ı öğretecek, anlatacak ilim adam ları istemiştir. Gelin görün
ki koca Sultan, ülkesinde böyle insanlar bulam am ıştır ve gönderem em iştir. Abdürreşit
İbrahim , ilk defa Kur'an'ı Türkçe'ye tercüm eye yeltenm iş, kendisi başaram am ışsa da tale­
besi Musa Carullah bu görevi y erine getirm iştir. Â kif'in Süleym aniye Kürsüsünde adlı uzun
m anzum esinin gezgin kahram anı işte bu zattır. Â kif onunla da ciddî etkileşim içerisin­
dedir. A ralarındaki latife meşhurdur. Abdürreşit Âkif'in şiirlerini okuyup e tk ile n in ce ,“Â kif
bey, siz bütün İslâm âlem ini dolaşıp bunları okumalı anlatmalısınız", deyince, Â kif'in cevabı
nüktelidir: "Üstad benim de sizin gibi serseri olm am ı mı istiyorsunuz?"Tur\us\u Abdilaziz Ça-
viş de Âkif'in kendisinden tercüm eler yaptığı kendisine çağdaş bir M üslüm an m ütefek­
kirdir. Bu zat "Anglikan Kilisesine Cevap" adlı eseri ile m eşhurdur. Islâm'ı batı karşısında
savunurken bir yandan da içerideki zaaflara savaş açm ıştır, "iman, imal-i fikirledir" diyen
O'dur. "Son Peygamberin m ucizesi Kur'an'dır" diyen de O'dur. Daha birçok konuda mesela
insan iradesi, kaza, kader, şefaat, m edeniyet, kadın, tesettür, içkinin tahribatı konuların­
da paralel düşünm ektedirler. Başka isim ler sayacak olursak Şam doğum lu Azm izade Re­
fik, Mısırlı Reşit Rıza, A bbas M ahm ut eiA kkad, M uham m ed A hm ed el Gamravi, M uhittin el
Hatip, M uham m ed Hüseyin Heykel, M uham m ed Tevfik A hm et ve Ezher Şeyhi M eraği vardır.
Ayrıca Türk dünyasından Yusuf Akçura, İsm ail Gaspıralı, M usa Carullah, İzmirli İsm ail Hakkı,
Muallim Naci, A hm et Vefik Paşa, Filibeli A hm et Hilmi, Babanzade A hm et Naim, M. Şemsettin
Günaltay, A ğaoğlu Ahm et, Ali Ekrem, M ithat Cemal, Said Halim Paşa ve benzerlerini sayıla­
biliriz. Bu arada Hindistanlı büyük şair ve m ütefekkir M uham m ed ikbal'i asla unutm am a­
lıyız. Zira  kif ile en yakın ruh akrabalığına sahip kişi bence ikbal'dir.

M alum dur ki İm paratorluğun dağılm ası ile birlikte, "uçurumun kıyısında uyanan şuur"
neticesinde, M üslüm an dünyada üç fikir cereyanı ağırlıklı olarak dillendirilm ekteydi:
1. Türkçülük 2. G arpçılık 3. islâm cılık. Hemen hem en aynı paralelde m evcudu koruyalım,
dinden vazgeçelim, dinin aslına rücu edelim türünden fikirler, m em leket m ünevverlerinin
can havliyle ortaya sürdükleri tem el görüşlerdir. Â kif ve m uhiti, İslâm cılık yaftasını be­
nim sem ezler. Babanzade A hm ed Naim bu isim lendirm eyi tenkit eder. O hâlde onların asıl
kanaatlerini en iyi ifade eden "Sadr-ı İslâm'a rücu" terkibidir d iyebiliriz.

M ehm et  kif ve onunla çağdaş diğer M üslüm an m ütefekkir ve sanatkârların tem el iddi­
alarını şöyle toparlayabiliriz. Evvela bilinm elidir ki İslâm teceddüde m âni değildir. Ancak
m evcut M üslüm anlık telâkki ve yaşantısı böyle bir görüntü sunm aktadır. Zira yanlış şe­
kilde Ehl-i Sünnet olarak isim lendirilm iş m evcut akaid bilgisi ve hâl ilmi, İslâm'ın aslından
kopartılm ıştır. Bu sebepten teceddüde m ani görünm ektedir. Öyleyse LafzîM ü slü m anlık­
tan A slî M üslüm anlığa dönülm elidir. Bu nasıl m üm kün olacaktır? insanlar Amentü'\er\n\
yenilem ek zorundadırlar. Hususiyle de yükselm ekte olan garp âlem i karşısında eski güç­
lerine kavuşabilm ek m aksadıyla, saltanat-ı siyasiye ve saltanat-ı diniye'yi terk etm elidirler.
M ehm et^jf
114
Ersoy
O yanlış ehl-i sünnet telakkisinin aşıladığı ferdî M üslüm anlık yerine, İçtim aî M üslüm anlık
aşısı yapan bir akideye geçm elidirler. Aklı hor görm ekten vazgeçip, akıl ile vahiy arasında
bir çatışm a olm adığını görm elidirler. Zihniyetlerine bulaşm ış bid'at ve hurafeleri behe­
mehal ayıklam alıdırlar. Kader, kaza, tevekkül, hayr, şer gibi kavram ları Kur'an'a bakarak
yeniden tashih etm elidirler. Kulun irade ve ihtiyarı konusundaki m evcut anlayış, Kelâm
ilmi tarihinde Eş'arî görüş olarak bilinm ektedir, im am Gazali'nin etkisiyle İslâm dünya­
sında büyük yaygınlık kazanan bu kabul şekli, giderek Cebriyeci bir mantığa dönm üştür,
insanların bütün irade ve ihtiyarı neredeyse elinden alınm ış, kulun kötü fiilleri bile Allah'a
atfedilm eye başlanm ıştır. Bu da M üslüm an dünyayı m iskinler tekkesine çevirm iş, zillet
içerisinde bırakmıştır.

İslâm'ın Yenilikçileri diye anılan m ütefekkir, sanatkâr ve m ücadele adam ları, en ziyade
Kur'an'ın şu iki uyarısını hatırlam ış ve hatırlatm ışlardır: I. Rad Suresi: 11, m ealen: "Bir top­
lum kendinde olanı değiştirm edikçe Allah onu değiştirm ez." 2. Necm Suresi: 53, m ealen: "in­
sana kendi kişisel çaba ve gayretinden başkası (bir karşılık) yoktur." Anlaşılan oydu ki, arala­
rında yaşadıkları toplum , asırlardır değiştirilm esi, yenilenm esi, doğrulanm ası gerekenleri
yapm am ıştır. Bu sebepten de ana referans kaynağından oldukça uzaklaşm ıştır. Çare, ana
referans kaynağı sayılan Kur’an ve S ü n n ete yeniden dönm ektedir. Selefin ilk yaşayışı ve
görüşlerine avdet etm ektir. Tefsirde ise m enkıbe, efsane ve israiliyatı terk edip akıl ve ilmi
esas alm ak lâzım dır. Â kif'in çare sadedinde zikrettiği bir iki beytini buraya alıntılayalım :
"Âlem de ziya kalm asa, halk etm elisin halk;

Ey elleri böğründe yatan şaşkın adam , kalk."

"Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zam an dar,

Uğraş ki, telâfi edecek bunca zarar var."

"İş bitti; sebatın sonu yoktur; dem e, yılm a;

Ey m illeti m erhum e, sakın ye'se kapılma!"

Elbette bu ve benzeri iddialar, ahalinin rahatını kaçırm akta, siyasilerin ve özellikle de halk
arasındaki kanaat önderlerinin otorite ve nüfuzunu kırmakta gecikm eyecekti. Dinsizlik,
m ezhepsizlik, sünnet düşm anlığı, farm asonluk, vahhabilik, reform culuk gibi yaftalarla
suçlandılar. Bu yakıştırm aları destekleyici rastlantılar da yok değildi. Mesela Garp dün­
yasında da reform hareketleri başlam ıştı. O rtodoks ve Katolik m ezheplerinin katı tu tum ­
larını eleştiren protestocu yeni kuşak, incil'in aslına dönm eyi, kilise ve din adam larının
otoritesini kırm ayı am açlam ıştı. Bu benzer tutum larından ötürü, M üslüm an dünyanın
yenilikçileri karalanm ak isteniyordu. Arabistan'da M uham m ed Bin Abdülvahhap'ın ha­
reketi, doğrudan Osm anlı'yı karşı gerçekleştiği için, onun bazı doğru fikirlerini müdafaa
edenler de aynı kefeye konularak, Vahhabi dam gası yiyorlardı. Hakikatte  kif ve kendisi
gibi düşünenlerin çoğu, A bdülvahhap'tan çok daha ileri görüşlü idiler ve olsa olsa Vah-
habiler, bunları taklit ediyor denilebilirdi. Ne var ki Osm anlı, kendi içerisinden kendisine
karşı kıyama pek alışık o lm adığından, bu hareketi Osm anlıcılar, m uhafazakârlar öyle bü­
yüttüler ki, bugün bile yeri geldiğinde, arzu ettiklerinde, kimi yenilikçi düşünce sahipleri­
ni aynı şekilde suçlam aktan geri durm am aktadırlar. Bin İngiliz oyunu gibi göstererek, adı
geçen fikirleri karalam ak, halkın nazarında değerden düşürm ek istem ektedirler.

Güneş balçıkla sıvanm ıyor. İslâm âlem inde vaki bir gerilem e ve zillet hayatı ortadadır.
Cem iyetin içten çürüdüğü aşikâr bir hadisedir. Garp âlem i karşısındaki m ağlubiyet gizle­
D ön em i vp
Çevresi ü*
nem ez hal alm ıştır. Üstelik garbın salvolarını savuşturacak kadroları yoktur m uhafazakâr
ve Osm anlıcı m uhitlerin. Bu m evzuda da yine onların im dadına suçladıkları yenilikçiler
kavuşm aktadır. Böylesine dehşetli ve trajik hadiselerin yaşandığı, fikirlerin harm anlandı­
ğı bir dönem ve çevreyi konuşm aktayız. Ve zaten  kif'i ö nem li ve değerli kılan da bu kaos
vasatındaki sağlam , sahih duruşu değil midir?

Akaid ve ilm ihal kitaplarının bahis bile etm ediği tem el m evzularda Âkif'in görüşüne ba­
kınız: "içtihad ve sa'y (gayret) farzdır." Gelin görün ki geleneğin güya ehl-i sünnete dayalı
kitapları, otuz iki veya elli dört farz gibi tekerlem elerin arasına, ne hikm etse bu farzları
dâhil etm em işlerdir, işte bu tam bir inkılâptır ve Türkçe'de M ehm et Âkif'e nasip olm uş­
tur. Â kif şöyle yazm aktadır Sebilürreşat'taki bir m akalesinde: " Yeniyi, iyiliğinden, hususiyle
lüzum undan dolayı almak, eskiyi de fenalığı sabit olduğu için atm ak kim senin aklına, daha
doğrusu işine gelmiyor." Meseleyi son derece güzel özetlem ektedir. G arp âlem i ile paralel
gelişme arzusunun açıklam asını da şöyle yapar  kif yine bir m akalesinde: "Hakaiki fen­
niye gibi hakaiki Islâmiyenin de vatanı yoktur." Bu bakış açısı, M ehm et  kif ve kendisi gibi
düşünen diğer M üslüm an m ütefekkirleri gerçekten batıcı, taklitçi ve reform ist olan kimi
çağdaşlarından ayıran hassas çizgiyi bize gösterm ektedir. İslâm'ın cihan şüm ul ve çağlar
üstü nizam ını ve tem el esprisini ortaya koym aktadır.

Hakikat şudur ki M ehm et  kif bütün taassupları, etnik aidiyetleri, m ezhepleri, tarikatları,
hurafe ve bid'atları, dinî ortadan kaldırm aya çalışan reform istleri, m em leketi batılılaştır­
mak isteyen taklitçileri, uydurm a ıslahatçı ve Tanzim atçıları aşarak, İslâm M illeti fikriyatını
bize bizim dilim izle hatırlatan sahici bir m ünevver önderdir. Onun zihniyetini en iyi yan­
sıtan iki örnek okuyarak bitirelim sözü:
"Hayır, hayal ile yoktur benim alış verişim

inan ki, her ne dem işsem görüp de söylem işim

Şudur cihanda benim en beğendiğim m eslek

Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.

Ömrü bu kavga ile geçm iş olan M ehm et Âkif, Mısır'daki inziva hayatında rahatsız­
lanınca biraz daha içe dönük iki yahut üç şiir yazm ıştır. Kim ileri O'nun bu şiirlerindeki
derunîm azm unlara bakarak, sonunda sanki kendisine geleneksel bir meşrebi seçip kur­
tulduğunu ima ederler. Bunun insaf ve iz'an ile bağdaşır tarafı yoktur. Esasen bu to plu ­
mun genetik kodlarında bütün bu ve benzeri görüş sahiplerini öm ürlerinin son iki se­
nesinde benzer tavır aldırarak güya kurtarm a refleksi vardır. Bunu Ebu Hanife'den Âkif'e
kadar nicelerine uygulam aya kalkışm ışlardır. Şimdi de Âkif'in böylesi yanlışlıklara tokat
gibi gelm esi gereken cevabını yani ikinci örneğim izi okuyalım :
"Ya açar nazm-ı Celil'in bakarız yaprağına

Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına

inm em iştir hele Kur'an bunu hakkıyla bilin

Ne mezarlıkta okunm ak, ne de fal bakm ak için."


116

Sa fa h a t'ta ki
İthaflar Ne Söyler?
Cevot Akkanat
Yazar, eğiti

ithâf, edebî m etnin oluşum şartlarını ve sanat


le ilgi tavrını ele veren haricî bir unsurdur.

Bir edebî eserin künhüne vâkıf olm ak için, onun oluşu


nu sağlayan iç ve dış unsurları bir bütün olarak d>
dirm ek gerekir. Buna göre, ithâf, üzerinde ciddiyetle dur­
m am ız gereken bir kavram dır.

Sözlüklerde ithâf kavram ının anlam dairesiyle ilgili olarak


"hediye verme", "dikkat çekici, kıymetli, nadide şeyleri""ar­
m ağan etme", "m anen sunma", "bağışlama", "tuhfe olarak
vermek, gönderm ek, verilmek, g ö n d e rilm e k "b irin in adına
eser yazma", "bir eserin birinin adına hitaben yazım lanm ası",
“bir eseri sevgi ve saygı ile birine sunma", "bir eseri, büyük bir
adam ın adıyla tezyin eylem ek (tevşîlı)" gibi ifadeler kulla­
nılır.
Bkz. Muallim Nâci, lüqat-ı Naci, Asır Matbaa ve Kütüphanesi; İst., 1308 (M. 1891);
Şemseddın Sami, Kâmûs-ı Türkî, Çağrı Yay., 5. Bas., İst., 1995; Ferit Develiioğtu,
Osmanlıco-Turkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi, 5. Bas, Ank. 1982; D. Meh- j
met Doğan, Buyuk Türkçe Sözlük, İz Yay., 11. Bas., İst,, 19 96;Tâhir-ül Mevlevi, Ede-,
biyat Lügati, (Haz. Kemâl Edip Kürkçüoğlu), Enderun Kitabevi, 2. Bas., İst, 1984; L
Sami Akalın, Edebiyat Terimleri Sözlüğü, Varlık Yay., 5. Bas., İst, 1980;Turan Karataş,
Ansiklopedik Edebiyat Terimleri Sözlüğü, Akçağ Yay., Ank. 2004.
Dönemi ve
117
Çevresi
Kavramı bir m akalesine konu edinen ve şekilde ele alan Turan Karataş, edebiyat terim i
olarak ithâfı şöyle tanım lar: "Şair veya yazarın herhangi bir eserini bir karşılık beklemeksizin,
bir yakınlığı, gönül bağı, üzerinde m anevî bir nüfuzu, hakkı veya saygınlığı bulunan ya da
aralarında düşünce ve duygu birliği olan bir kişiye, kişilere veya bir topluluğa adam ası/sun­
ması ve bunun bir ibare yahu t yazıyla eserin başında belirtilm esidir."2

Kavram hakkındaki kısa açıklam a ve yaptığım ız gönderm elerden sonra, bu çalışm am ızda
asıl çabam ızın M ehm et  kif'in S a fah atım d a yer alan ithâflar üzerine olacağını belirtm ek
istiyorum . A m acım ız, yaptığı ithafların Âkif'in dünyasındaki karşılıkları üzerinde durarak,
Kur'an Şairim izin yüce şahsiyetini şim diye kadar yeterince dikkat çekilm em iş bir konu
üzerinden gözler önüne sermektir.

Safah ata baktığım ızda ithâfların iki şekilde takdim edildiğini görürüz: Klâsik ith âf etm e
yöntem iyle ve şiirin başlığı v a sıta sıy la ...

A. Âkif'n klâsik ithâf etm e yöntem iyle yaptığı ithâflar

Bunları sırasıyla ele alıp, ithâf yapılan şahsiyetler ile ilgili bilgiler sunacak ve Âkif'in ithâf
yapış sebeplerini açıklam am aya çalışacağız:

Âkif, Safahat'a adını veren birinci kitaba “Evlâdım M ehm ed Ali'ye yâdigâr-ı vedâdım dır."
ithâfıyla başlar. M ehm ed Ali, M ehm et Âkif'in talebesi olan bir gençtir. Râtip Paşa'nın oğ­
ludur. Âkif'in, M ehmed Ali'ye "Gölgeler" kitabında da bir ithâfı yer alm aktadır. Fakat bu,
yukarıda işaret ettiğim iz ikinci tarz ithâf şeklindedir.

Birinci S afah af'ın (dolayısıyla bütün eserin) bence asıl ithâfı "Sevgili Kaari'ye"yapılm akta­
dır:

“Bana sor sevgili kaari' sana ben söyüyeyim,

Ne hüviyette şu karşında duran eş'arım

(...)

Şi'riçin 'gözyaşı' derler; onu bilmem, yalnız

Aczim in giryesidir bence bütün âsârım!

Ağlarım , ağlatam am ; hissederim , söyliyem em ;

Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!

Oku, şâyed sana bir hisli yürek lâzım sa;

Oku, zirâ onu yazdım , iki sözyazdım sa"

2 Turan Karataş, "Türk Edebiyatında İthaf Terimi Hakkında Bir Araştırma", Bilig Dergisi, S. 22, (2002), s. 87-108.
3 Çalışmamızda Safahatın şu nüshasını kullandık: M. Ertuğrul Düzdağ (Haz.), Gonca Yay., 3. Bas., İst., 1989.
Mehmet^jf
118 - Ersoy
Bu küçük m anzum e ile  kif sadece sanat anlayışını ortaya koym am ış, o kuyucunun kal­
bine, diğer bir ifade ile şuuruna seslenm iştir. Bu m etin okuyucunun fikren ve fiilen ileriki
sayfalara hazır olm asını sağlayacak niteliktedir.4

Şair "istibdâd" şiirini “Kardeşim M ithat Cemai'e" ithâfıyla takdim etmiştir, (s. 73) Bu m an­
zum esinde Âkif, "Otuzüç yıl devam etsin, başından gitm esin nekbet/Bu bir ibrettir amma
olm ıyaydık böyle biz ibret" ifadelerinden de anlaşılacağı üzere 2. A bdülham id dönem ini
yargılam aktadır. Özellikle şiirin ikinci kısm ında takdim edilen hayat sahnesi dikkate de­
ğerdir. "Kolluk kuvvetleri" tarafından haksız yere tutuklanan ve sürüklenerek götürülen
zavallı bir adam ın ve geride kalan evlâd-ı lyalinin hâlleri trajik şekilde anlatılır.

Bilindiği gibi M ithat Cem al (Kuntay) M ehm et Akif'in uzun yıllar yakınında bulunan ve
onun tarzında şiirler yazan bir şahsiyettir (1885-1956). Özellikle Birinci Dünya Savaşı sı­
rasında heyecanlı şiirler yazm ıştır. Mahir iz'in şahitliğine göre Âkif, Mısır'a gittiği yıllarda
dostlarına yazdığı m ektuplarda sürekli olarak M ithat Cem al Bey ile görüşm elerini talep
eder.5 "M ehm et  kif" adlı eseri de kalem e alm ış olan M ithat Cem ai'e  kif başka şiirlerin­
de de ith âfv e ya atıf yapar. Sözgelim i, 1. Safah atta ki "Acem Şahı" (s. 69) adlı m anzum eyi
M idhat Cem al ile beraber yazm ışlardır.

Sa fah atın 4. Cildi olan "Fatih Kürsüsünde"nin (s. 206) ithâfının "Ham âsi şâirim iz M ithat
Cemâi'e" şeklinde olması da konum uz açısından önem taşır. İki arkadaşın Fatih Cam iine
doğru yola çıkm alarıyla başlayan ve karşılıklı diyaloglarıyla gelişen bu şiirin ilk bölüm ün­
de Âkif, batılılaşm ak, dış ticaret, eğitim , çalışm a, ibadet, cam i, sanat, edebiyat, dil, tıp gibi
hususları konulara tem as eder. Şiirde söz konusu edilen iki arkadaş, m uhtem elen Âkif
ile M ithat Cemal'dir. Şiir daha sonra "Vaiz Kürsüde" başlıklı ikinci bölüm le sürecektir. Bu
bölüm de ise "sa'y" (çalışm a, m esai), m iskinlik, tevekkül, eğitim ve öğretm en, aydınlar,
kavm iyetçilik konuları yoğun bir şekilde ele alınır.

 kif hakkındaki en güzel m onografilerden birisini öm rünün son yıllarında Mithad Cemal
kalem e alm ıştır. (1939'da basılmıştır.) Hakkı Süha Gezgin Edebî Portreler kitabında onun
için şu cüm leyi kullanır:"A kif'e ne m utlu ki arkasında bu kadar büyük ve kuvvetli bir dost
bırakmış."6

"Kocakarı ile Öm er" (s. 82) şiirinin ithâfı “Üstâd-ı necibim Ali Ekrem Bey'e" şeklindedir. Ali
Ekrem (Bolayır) Bey (1867-1937), Namık Kemal'in oğludur. Â kif Ali Ekrem'in şiirleri be­
ğenir. Ali Ekrem , Sırat-ı M üstakim ve Sebilürreşad'da M ehm et  kif ve eserleri hakkında
ciddi yazılar yazar.7 Mahir iz onun için " .. yüksek kudret-i edebiyesine rağm en lâyık olduğu
takdiri görem em iştir,"8 der. İşte Âkif, ithâfıyla bu takdiri gösterir.

"Bir Mersiye" (s. 95) şiiri uzun bir ithâf cüm lesiyle takdim edilir: “Henüz, on dokuz, yirmi
yaşlarında iken bu cihân-ı zulm ete vedâ ederek, âlem-i nûrânûr-i didâra yükselen yâr-i cânım
Hilmi hakkında", iki farklı vezinle oluşturulan bu şiirin hüzünlü dünyası, m uhtem elen
gelecek vaad etm ekteyken genç yaşta vefat eden Hilmi'nin aziz hatırasına gösterilen
4 Bkz: Metin Önal Mengüşoğlu, Müstesnâ Şair Mehmet Âkif, Pınar Yay., İst., 2007, s. 37.
5 Mahir İz, Yılların izi, Kitabevi Yay., İst., 2000, s. 210.
6 Hakkı Süha Gezgin, Edebî Portreler (Haz. Beşir Ayvazoğlu),Timaş Yay., 2. Bas., İst., 1999, s. 189.
7 Bu yazılar için bkz: Abdulkerim ve Nuran Abdulkadiroğlu, Mehmet Âkif Ersoy Hakkında Yazılanlar, Mehmet Âkif Ersoy Fikir ve
Sanat Vakfı Yay., Ank., 1989, s. 93-185.
8 Mahir İz, Age., s. 217.
saygının ifadesidir: "Ey hâtırasıyla kaldığım yâr,/Artık aram ızda bir cihan vari/Sen gökte
safâ-güzin-i dtdar/Ben yerde azâb içinde bîzâr/ . .."

"M ahalle Kahvesi" (s. 102) "Kardeşim Hüseyin Avni'ye" ithafıyla yayınlanm ıştır. Bu şiirinde
m iskinlik ve uyuşukluk mekânı olarak kahvehaneyi dikkatlere sunan Âkif, aile hayatı,
edebiyat âlem i gibi alanları da sorgular. Şiirin ithâf edildiği Hüseyin Avni (Ulaş), Akif'in
arkadaşlarındandır. 1887'de Erzurum'da doğan Hüseyin Avni 1948'de İstanbul'da vefat
etm iştir. A kif'le Hüseyin Avni arasında oluşan m uhabbet istiklâl Harbi yıllarında başlamış
ve Birinci M illet Meclisi sıralarında sürm üştür. Hüseyin Avni'nin m ecliste m illî konularda
yaptığı konuşm alar ve cesaretli tutum u dikkat çekm iştir. Hüseyin Avni'nin bu m ecliste
m uhalif kanadın öncüsü olduğunu da biliyoruz.9 Hüseyin Avni, “Bir tek arkadaşım vardı:
M ehm et  k i f derken; Âkif: "Hüseyin Avni in sa n ... Biz şeytan-ı ahres m ahluklarız" demiştir.
1923'ten sonra pek çok sıkıntı çeken Hüseyin Avni, bildiği doğru yoldan dönm em iş, doğ­
ru bildiklerini söylem iştir. Mahir iz onun için " ... astında ittihatçı idi. Fakat prensibi parti
program ı değil, inandığı h akikatti ve inancına, her şeyi, bir arslan şecaatiyle fedâ ediyordu."
der.10

"Köse i mam" (s. 111) şiirinin ithâfı "Kardeşim Ali Şevki Efendi Hoca'ya" şeklindedir. Ali Şevki
Hoca, Akif'in yakın dostlarından olup Bosnalı'dır. Akif'e "Asım" destanındaki "Köse imam"
tiplem esini ilhâm eden bu zattır. M. Ertuğrul Düzdağ, Köse imam'ın Ali Şevki Hoca ol­
duğunu söyler. Bu zat hiç evlenm em iştir. "Asım", bilindiği gibi Köse imam'ın oğludur ve
tam am en hayal kahram anıdır. Şu halde, Düzdağ'ın ifadesiyle, “Âkif, dostu Ali Şevki Hoca'ya
herkesin gıpta edeceği bir evlat bağışlam ıştır." '1

"Süleym aniye Kürsüsü'nde"(ikinci Kitap) (s. 141)"Kardeşim Fatin H oca'ya"ithafını taşım ak­
tadır. Fatin Hoca, yani Fatin Gökm en. Astronom i proförüsü olan Fatin G ökm en, İstanbul
Rasathanesinin kurucusudur. Eşref Edib, A kif'in Fatin Hoca'yı çok sevdiğini, onun “m esaili
ilmiye ve içtim aiyedekiyüksek k u d re tfn e hayran kaldığını belirterek, "Onu neş'e içinde" ve
"saatlerce dinlem ekten büyük zevk duy"duğunu kaydeder. Âkif, Fatin Hoca'yı "Hem ulûmu
islâmiyeyi tahsil etmiş, hem de Garbin en yüksek ilimlerinde tem ayüz etmiş" olduğu için
"Şark ve İslâm aleminin ulem ası"na örnek gösterm ektedir.12

"Hatıralar" (5. Kitap) (s. 266) "Hânedân-ı Hilâfetin erkân-ı m uazzam asından Ömer Faruk
Efendi Hazretlerine takdime-i ta'zimdir." ithâfıyla süslenm iştir. Öm er Faruk Efendi ithâftan
da anlaşılacağı gibi bir Osm anlı şehzadesidir. O, Akif'in, saltanat ailesi içinde ithaf yaptığı
tek şahsiyettir.

"El-Uksur'da" şiiri (s. 281) "Em ir Abbas Halim Paşa Hazretleri'ne" ithâf edilm iştir. Paşa, Ka-
valalı M ehmed Ali Paşa'nın neslinden Mısırlı Prens'tir. (1866-1934). Osm anlı devletinde
valilik ve bakanlık yapm ıştır. Said Halim Paşa'nın kardeşidir. M ehm et Akif'i seven ve en
büyük yakınlığı gösterip onu Mısır'da him âye eden zât Abbas Halim Paşa'dır. Akif'in ona
ithâf ettiği başka şiirleri de vardır: "Tebrik" (s. 456) şiirini "Venini'metim Emir Abbas Halim
9 Ahmet Cemil Ertunç, Cumhuriyetin Tarihi, Pınar Yay., İst., 2004, s. 50.
10 Mahir İz, Age., s. 129.
11 M. Ertuğrul Düzdağ, Mehmet Âkif Ersoy, MEB Yay., 3. Bas., Ank., 2002, s. 172.
12 Eşref Edib, Mehmet Âkif, Âsarı İlmiye Kütüphanesi Neşriyatı, 1938, s. 199-200.
20
M ehm et
Ersoy
Paşa Hazretleri'ne" şeklinde ithâf edilm iştir. Aynı şekilde, "Bir Ariza"(s. 459) şiirinin ithâfı
da bu şekildedir. Â kif Bir Ariza'da “saba rüzgarı"na seslenerek Abbas Halim Paşa'ya haber
götürm esini ister: “Ey bâd-ı sabâ, uğrayacaksın ya şim âle?/bilmem , bir işim var, sana etsem
m i havâle?/Vakta ki sekiz yüz m ili bir nefhada geçtin;/Vaktâ ki bizim yerleri rü'yâ gibi seçtin;/
dikkatle bakın: M arm ara'nın göğsüne yatm ış,/ Sırtındaki örtüyse bütün züm rüde batm ış,/
Bir, Heybeli, erler -bileceksin- ada vardır,/Etrafı da az çok ona benzer adalardır.. ./Gördün
ya? Evet. Şim di bu sâhilde biraz dur;/Herkes gibi A bbas Paşa'nın köşküne başvur./Sen yolcu
adam sın, bakan olm az ki ku su ra .. ./Arz ettirerek ismini, çıktın mı huzura, /Hilvanlıların hep­
sinin ihlâsını, iİkin,/Bir bir say iver. Bitti m i defter, de ki: /Lâkin,/ m evzun düşürür saçm ayı bir
saçm a adam var,/manzûm sayıklar g ibi m anzûm e sayıklar/Zannım , m ütekaaid şuarâdan
olacak ki:/Hiçbir yenilik yok, herifin her şeyi esk i./... "A kif'in "Safahat Dışında Kalm ış Şiirleri"
arasında kalm ış olan "İkinci Ariza" m anzum esi de Abbas Halim Paşa'ya takdim edilm iş
olup, ilkinin devam ı niteliğindedir, (s. 536) A bbas Halim Paşa  kif için şöyle demiştir:"Â/c/T
her zam an ve her yerde bir Abbas Halim bulabilir, ben ise bir  k if bulam am . Onun için onunla
dost olm am en büyük şansım dır."'3

"Berlin H atıraları"şiiri (s. 2 S 7 )“B inbaştÖ m erLü tfiBey'e"şeklinde bir ithâfla sunulur. Binbaşı
Öm er Lütfi, şairin Berlin'e giden kom isyondaki bir çalışm a arkadaşıdır. Fakat tanışm aları
daha önceki zam anlara dayanır. Z am an zam an Sebilürreşad'ın yazıhanesine gelen Ömer
Lütfü'nün faziletine  kif hayran kalm ıştır. Kısa zam anda Akif'in neş'e kaynağı olur. İlm î ve
askerî başarılara imza atan Öm er Lütfü de Akif'e aynı derecede hayrandı. Şu cüm leyi  kif
için söylem iştir:" Benim onda gördüğüm yurd sevgisi, o kadar yüksekti ki onu tasvir m üm kün
değildir,"u

"Necid Çöllerinden Medine'ye" şiiri (s. 3 1 î)"ŞerifA H Haydar Paşa Hazretleri'ne" şeklinde bir
ithâfı taşım aktadır. Ali Haydar Paşa, M ekke em îrliği yapm ış bir şahıstır.

Metin Önal M engüşoğlu, M ehm et Akif'in 5. Kitap/Hatıralar'da Em ir Abbas Halim Paşa,


Binbaşı Öm er Bey ve Şerif Ali Haydar'a yaptığı ithâfları değerlendirirken "hususî hayat"
m efhum unu öne çıkarır. Dikkat edilirse, bu ithâflar A kif'in yolculukları sırasında m uhatap
olduğu yüksek şahsiyetlere yapılm ıştır. Â kif bir dâvâ uğruna yoldadır. Hayatını adadığı
dava, onun hususî hayatını yok etm ektedir. Zira o ," Hem bizzat yola düşer, hem yo l gösterir.
Bu arada hususî hayatı elbette ihm ale uğrar. İşte belki bu sebepten olsa gerek, şiirlerinden
bazılarını dostlarına ith â f ederek, bu açığı kapatm aya çalışmıştı r."15

S a fah atın 6. Kitabı olan "Asım" Fuad Şem si'ye ithâf edilm iştir. Âkif, "Kardeşim Fuad
Şemsi'ye" (s. 320) der eserin başında. Fuat Şem si, Osm anlı m aarif m üdürlerindendir. Âkif
onu sadece "vefakâr" bir dost olarak değil, "hakikatli bir evlâd" olarak görm üştür. Fuad
Şemsi de A kif'in şiirlerinin çoğunu ezberinden okum akta, kimi zam an da tenkid ederdi.
Akif'in bu tenkidlere büyük kıym et verdiği görülürdü. Fuat Şemsi İnan, Akif'in hastalı­
ğından vefatına kadar geçen sürede lâzım gelen bütün tetkik ve tedavi faaliyetlerini biz­
zat takip etm iş, şairin başucundan hiçbir zam an ayrılm am ıştır.16 Bu arada m etanetini hiç
13 Âkif - Abbas Halim Paşa dostluğu konusunda Bkz: Eşref Edib, age., s. 128-135; Düzdağ, Mehmet  kif Ersoy, s. 137-145.
14 Eşref Edib, Age., s. 42-44
15 Mengüşoğlu, Age., s. 112.
16 Eşref Edip, Age., s. 324-326.
D önem i ve
12
Çevresi
kaybetm em iş, hastalığın ağırlığını Akif'e hissettirm em ek için büyük gayret sarfetm iştir.17
Âkif, ruhunu teslim ettiğinde başı Fuad Şemsi'nin dizlerindedir.

7. Kitap Gölgeler18 "Şarkın tek dâhi-isan'atı Ş erif M uhyiddin Beyefendi'ye hâtıra-i ta'zim" (s.
410) ifadesiyle açılır. Şerif M uhyiddin Targan ûdî sanatkarlarım ızdandır. Âkif, Amerika'da
yaşayan M uhyiddin'le sık sık haberieşirdi. O, Şerif M uhyiddin'in fazilet ve irfânına bu ara­
da m usikîsine m eftun idi. Şu cüm leleri Şerif M uhyiddin için söylem iştir: "Rasûlülahın nes­
linde derlerdi ki bir feyiz var; ben bunu anlam azdım . Fakat M uhyiddin beyi dinleyince buna
inandım. Bunda mutlaka ondan bir feyiz, bir şem m ei nur var."'9 Akif'in, Safah at dışında
kalmış şiirleri arasında yer alan "Ş arkîn Yegâne Dâhisine" (s. 539) adlı m anzum e de Şerif
Muhyiddin'e hitaben yazılm ış bir ithâftır.20

"Um ar m iydin?" (s. 419) şiiri “Şim al M üslüm anlarından Atâullah Behâeddin"\n bir cü m le­
siyle takdim edilir: “Odama girdim ; kapıyı kapadım ; ağlam aya başladım : O gün akşam a ka­
dar İslâm'ın garibliğine, M üslüm anların inhitatına ağladım , ağladım ." Ataullah Behâeddin,
Rusya M üslüm anlarının liderliğini yapm ış bir zât-ı şahânedir.

"Bülbül" (s. 435) şiiri Bursa'nın Yunanlılarca işgali üzerine yazılm ış bir e se rd ir.21 Şair bu
şiirini "Basri Bey Oğlum uza" diyerek Flasan Basri Çantay'a ithâf eder. Bu m uhterem şah­
siyet, Birinci Meclis'te Balıkesir (Karesi) m ebusu olarak bulunm uştur. Akif'in "M illî M üca­
dele" öncesinden tanışık olduğu Flasan Basri22, onun "pek sevdiği" şahsiyetlerin başında
gelir. M eclis'te bulundukları yıllarda bir arada bulunm uşlar, birlikte hareket etm işlerdir.
Eşref Edib ikisini şöyle anlatır: “Fazilet ve salâbet itibariyle bunlar bir vücud gibi idiler. Bir­
birinin kalbleri o kadar kaym aşmıştı k i... Birinin duyduğu heyecanı m utlaka diğeri de du­
yar. .. Birini m üteessir eden acı mutlaka diğerini de teessüre düşürür. Birini sevindiren şey
m utlaka diğerini de sevindirirdi. Birinin söylediği mutlaka diğerinin kalbindekinden başka
değildi!'23 istiklâl Marşı'nın yazılışı ve kabul edilişi aşam alarında Haşan Basri'nin önem li
çabası olm uştur.24 Âkifnâm e'nin yazarı olan Haşan Basri Çantay, Kur'anî Kerim meali de
hazırlamıştır. Balıkesirli'dir. Metin Önal M engüşoğlu, sözkonusu ithâfla ilgili olarak "işgal
şüphesiz İzmir, Bursa ve Balıkesir'i daha ziyade alakadar etmektedir. M uhtem elen o bölgenin
insanı olan Basri Beyi bu vesile ile hatırlayarak şiiri O'na ith â f etmiştir. Zira Basri Bey bölgenin
bir nevi m üm essili durum undadır. O bölgedeki m ücadelede Basri Bey'in vazgeçilm ez bir rolü
olduğunu, olacağını düşündüğünden böyle bir yola başvurm uştur." dem ektedir.25

17 Age., s. 313-314.
18 Gölgeler kitabının birinci şiiri "Hüsran" (s. 411) Sebilürreşad'taki ilk yayınlanışında "İthaf Kıt'ası" ve "Sessiz Feryâd!" başlıklı iki bö­
lümden oluşmaktadır. M. Ertuğrul Düzdağ'ın Safahat'ta verdiği dipnot bilgisine göre Akif'in "İthâf Kıt'ası"şudur: "Bir şeydi benim
hilkatimin gayesi: Feryâd;/Susmak ki düşünmekti ben ondan pek uzaktım./Haykırmadım,'Eller duyacak sus!'dedi herkes/Ağyâr
uyanıkmış, meğer, etrâfıma baktım."
19 Eşref Edib, Age., s 120-121.
20 Bkz: Bu incelemede esas aldığımız Safahat'ın girişinde yer alan ve M. Ertuğrul Düzdağ tarafından yapılan açıklamalar, s. LXXVI-
II.
21 Akif'in Balıkesir'in Yunanlılar tarafından işgalinden sonra yazdığı bir başka şiir "O yeşil toprağın ey yüzler ağartan Karesi,/Şimdi
binlerce şehidin kanayan makberesi." beytiyle başlayan 8 dizelim manzumedir. (Bkz. Safahat, s. 547)
22 Sözgelimi, M. Ertuğrul Düzdağ şu kıt'anın, "Haşan Basri (Çantay) Bey'in Balıkesir'de, 17 Ekim 1918-13 Mart 1919 tarihleri arasın­
da çıkardığı 'Ses' gazetesi için Mehmet Âkif Bey tarafından yazılmış" olduğunu ve "gazete yayınlandı müddetçe, başlığının altında
bulun"duğunu kaydeder: "Düşman sesi duymak istemezsen,/Kardeş sesidir, uyan bu sestenl/Kalkınca görür ki akşam olmuş,/Vaktiyle
uyanmıyan bu sesten." (Bkz: Safahat, s. 547)
23 Eşref Edib, Age., s. 706-707.
24 Mustafa Özçelik, Mehmet Âkif ve İstiklâl Marşı, Lamure Yay., İst., 2005, s.60-63; Eşref Edib, Age., s. 71.
25 Mengüşoğlu, Age., s. 168
Mehmet^kjf
122 Ersoy
"Fir'avun ile Yüz Yüze" (s. 439) şiirinin ithâfı "Fahru'rı-nisa Emire Hadîce Hanım efendi Haz­
retlerine" şeklindedir. Prenses Hadîce Hanım efendi Abbas Halim Paşa'nın zevcesidir.
Akif'in Mısır'da sükûnet içinde hayat sürm esinde Hadîce hanım efendinin hizm etleri
önem lidir.26

1925'te Akif'in Mısır'da yazdığı "Gece" (s. 449) şiirini "Üstad-ı hakim im Ferîd Beyefendi'ye"
şeklinde ithâf eder. "Ferîd Beyefendi" Akif'in arkadaşı, Türk edebiyatı profesörü Öm er Fe­
rit Kam'dır. Â kif onun hem edebiyatta hem de felsefede büyük kudret sahibi olduğunu
söylem iş, herkesin onu hakkıyla tanım asını istemiştir. Ferit Bey'i çok seven Âkif, onunla
daha sık görüşebilm ek için evini Beylerbeyi'ne taşım ıştır. Eşref Edib, "Ferid Beyle geçirdiği
günler hayatının çok neşelizam anlarıydı."der.27 Öm er Ferit Kam, Mahir iz'in açıklam alarına
göre28, ilim ve edebiyat âlem inde büyük bir şöhret yapm ış ve Avrupa m üsteşrikleri tara­
fından takdir edilm iş bir otoritedir. Darülfünun'da Divan Edebiyatı şarihi, Şerh-i Mütun
Müderrisi olan ve İran Edebiyatı Kürsüsünü hakkıyla işgal eden bir ilim adam ıdır. Ferid
Kam, Akif'in 3. Safah atı olan Hakkın Sesleri yayım landığında çok başarılı bularak takdir
ve tebriklerini bildiren bir m ektup yazar. "Enis-i Ruhum Akif'e" d\ye başlayan bu m ektup 4.
S afah at (Fatih Kürsüsünde)'ın başına konm uştur.

"Sanatkâr" (s. 475) "M ister Archibald Bullok Roosevelt Cenahlarına" şeklinde bir ithâfı taşı­
maktadır. ithafına bir de dipnot düşen Âkif, ithâfıyla ilgili olarak şunları söyler: "Vaktiyle
Amerika'da iki defa reisicum hur intihâb edilmiş m eşhur Roosevelt'in oğludur. Afrika'daki her
m ünzevinin, böyle, Yeni Dünya evlâdından birine eser ithafına kalkışm ası garip görünm e­
sin: Şerif M uhyiddin Beyefendi, New-York'ta iken, bu asil genç kendisine karşı ihlâsın, mih-
m anperverliğin, biz Şarklıları bile hayran edecek derecesini gösterdi. Bunun için gıyaba
m innetdârıyım."

S a fah ata alm adığı şiirlerinden "istiklâl Marşı" (s. 485) “Kahraman Ordumuza"-, "Cenk Şar­
kısı" (s. 527) ise "Sebilürreşad Ceride-i islâm iyesinin Kahram an askerlerimize arm ağanı"
ithâflarıyla takdim edilm iştir.

S a fah ata girm eyen m anzum eler arasında bulunan "Yarası Olm ayan Gocunsun" (s. 529)
şiiri "Yâr-i cânım Hoca Fahreddin'e" ithâfıyla sunulm uştur. M ehm et Akif'in yakın dostları
arasında yer alan Hoca Fahreddin, Alay M üftüsü M. Fahreddin olup, Sebilürreşad yazar­
larındandır. "M illî M ücadele" sürecinde A kif'le birlikte çalışm ış, Sebilürreşad'da ateşli ma­
kaleler yayınlam ıştır.

B. Akif'in şiir başlığı kanalıyla yaptığı ithâflar

M ehm et Akif'in önem verdiği şahısları şiirine başlık yaptığı görülm ektedir. Böylece o şah­
sı anlatır, onunla ilgili bazı hususları dile getirir. A kif'in bu tarz ithâflarına da tem as etm ek
istiyoruz.
26 Eşref Edib, Age., s. 465.
27 Age., s. 17-19.
28 Mahir İz, Yılların İzi, s. 186.
Dönen i vC
Çp\/ rpc i
v , V I ':...... J I
123

"Selma" (s. 49): Bu şiirde anlatılan kişi, M ehm et Akif'in dört yaşındayken ölen yeğenidir.
Şiirde hastalığı ve ölüm ü hikâye edilir. Şair, Selmâ'nın hastalık ve ölüm süreçlerini duy­
gusal bir atm osfer içinde tasvir eder. Evlâdını kaybeden annenin yasına ortak olur, bu
noktada aşırıya kaçan anneyi uyarır.

"M erhum İbrahim Bey" (s. 52): Bu şiird e bir mersiyedir. İbrahim Bey m iralay baytarlık y ap ­
mıştır. Âkif, Baytar İbrahim Bey'den Fransızca öğrenm iştir. İbrahim Bey faziletli ve kudretli
bir zattır. Â kif ona çok hürm et besler. Bu zat Akif'in üzerinde etkili olm uştur. Nitekim Âkif,
İbrahim B e y le ilgili olarak"Benim sebeb-i feyzim o idi"der. İbrahim Bey için yazdığı ithâf
hayli uzundur: “ibrâhim Bey merhum ki  k if onu şu satırlarla anlatır: "İbrahim Bey merhum
ki tababet-i baytariye ulemasındandır; hâk-i pâk-i Şark'ın yetiştirdiği nevâadir-i irfan ü fazi­
letin biridir. M erhum u yakından tanıyanlar dört sene evvelki fecia-i irtihalinin m illet için ne
elîm bir zıya’, hüküm et için ne azîm bir hacâlet olduğunu teslim de tereddüt etmezler. Şark'ın,
Garb'ın bedâyi-i Hm ü fennini toplayıp hafızasına doldurm uş: m ahfuzatını m uhakem atıyla,
m eşhudatıyle şayan-ı hayret bir surette tevsi etm iş; Şark'ın her tarafını defeât ile dolaşm ış;
garb'ın en m edeni m emâlikini görm üş, gezm iş; elsine-i Şarkıyeyi edebiyatıyla bilir; Fransız,
Rus lisanlarını hakkıyla öğrenm iş olan bu büyük adam fıtraten m ahviyete âşık, iştihâra düş­
man olmasaydı, eminim ki, hükûmet-i sâbıkanın o sâbıkalı ricali yüzünden gurebâ hasta­
nelerinde ölen öyle bir hakim-i zû-fünûnu tanım ak için kaariin-i kirâm benim gibi bir acizin
delâletine m üftekir kalmazdı!" (Bu son cüm leler siyasî ortam ın bilerek gözlerden uzak
tuttuğu şahısları Akif'in okuyucuya tanıtarak, onların şahsiyetlerini kalıcı kılm ak fikrinde
olduğunu gösterir.)

"Mehmed Ali'ye" (s. 421): Bu şiir de bir m ersiyedir. Sözü edilen M ehm ed Ali, daha önce
de andığım ız Birinci S a fah atın ithâf edildiği genç talebedir. Â kif bu şiirde ona “Birnüsha-i
kübrâ idin, oğlum , elimizde; /Sen benden okurdun seni, ben senden okurdum./Yüksekliğin
idrâkimi yorgun bırakınca, /Kalbimle yetişsem diye, şairliğe vurdum / ( ...) Sen, başka ufuklar
bularak, yükseledurdun;/Ben, kendi harabem de kalıp, çırpınadurdum ! ( ...) " gibi mısralarla
seslenir.

"Süleym an Nazif"e"(s. 433): Âkif bu şiire Süleym an Nazif (1870-1927)'in Malta sürgünlüğü
sırasında yazdığı bir şiirin beytiyle giriş yapar: "Rûhum benim oldukça bu im anla beraber/
Üç yüz sene, dö rt yüz sene, beş yüz sene bekler." Akif'in bu şiiri yazm a sebebi, Süleym an
Nazif'in "beklem ek" (yanlış sabır telakkisi) ile ilgili sözlerine itiraz etm ektir. Fakat itiraz et­
tiği şair de aslında önem li bir şairdir. Şiirin bir yerinde de Süleym an Nazif'e şöyle seslenir:
"Ey, tek karagün dostu, bu hicran-zede yurdunl/Sen milletin âlâm ını dünyaya duyurdun,/
En korkulu günlerde o o m üdhiş kalem inle... /Takdis ederiz n â m ın ı..." M ehm et Âkif, şiirinin
bu bölüm üne bir dipnot koyar: "Nazif, kahram an bir vatanperverdi. Bu hakikat kendisinin
birkaç defa hayatını istihkarıyla sabittir." Bilindiği gibi, Süleym an Nazif İstanbul'un işgal
edilm esinden sonra Hadisat G azetesinde Kara Gün adlı yazıyı yazm ıştı ve ardından işgal
güçlerince kurşuna dizilm ekten Malta'ya sürgüne gönderilerek kurtulm uştu. Akif'in bu
kahram an şaire ithâf yapm ası m anidardır.29

Bu arada, Süleym an Nazif'in de M ehm et  kif adlı bir tedkik eseri kalem e alm ış olduğunu
29 Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: D. Mehmet Doğan, Camideki Şair, 3. Bas., İz Yay., İst., 2006, s. 82-84.
Mehmet
_ n&kif
124 MI
Ersoy
belirtelim . Bu eser, M ehm et Akif'e dair ilk araştırm adır. M ehm et Âkif, Şairin Zâtı ve Asarı
Hakkında Bazı M alum at ve Tetkikat adlı bu eser önce Servet-i Fünun m ecm uasında tefrika
edilm iş (31 Tem m uz 1919, nu: 1420, vd;) ve 1924'te kitap hâlinde basılmıştır.

"Hüsam Efendi Hoca" (s. 455): Hoca Hüsam Efendi, İstanbul'un m eşhur şeyhlerinden-
dir. Tefsir, hadis ve M esnevi hocalığı yapm ıştır. Akif'in hayran olduğu ender şeyhlerden
birisidir. Tasavvufi terbiyesini Bursa'da M ehmed Emin Kerkûkî'nin yanında tam am la­
mıştır. Onun en önem li özelliklerinden birisi, üst kadem edeki yöneticilerle m ünasebet
kurm am ası ve kaçm asıdır. Bu tavrını, bizzat padişahın sarayı teşrif teklifleri üzerine de
gösterm iştir. "M ehm et  k if onun saraya davet edildiği halde gitmem esi, D olm abahçe y a­
kınlarından geçerken vâki olan davete de icâbet etm em esi" şeklindeki tavrından ötürü
sevm iş olm alıdır.30 A kif'in şiirinde bu hadise üzerinde durulur: "Nasılsa ism ini duym uş ki
bendegânından,/Hüsam Efendi'yi aldırm ak istemiş Sultân/irâdeler geledursun, o i’tizâr ede­
rek/Saray civarına yaklaşm am ış, değil gitm ek/..."

"Said Paşa İm am ı" (s. 467): Şiirin başlığına şu dipnotu ekler Âkif: "Ahlâkı da sesi gibi İlâhi
olan bu adam ı çocukluğum da bir kere dinlem iştim . Said Paşa'nın kim olduğunu bıfemiyo-
ru m ."Hilvan'da 15 Haziran 1347'de (1931) yazılm ış olan bu şiirin başlangıcında güzel sesli
bir hafızın m evlîd okuyacağı yalı anlatılır. Fakat bir türlü mevlîd okuyacak hâfız gelm ez.
Ev sahibi Valide Sultan gazaplanm aktadır. Fakat gecikerek de olsa hâfız yalıya gelir. G e­
cikm enin sebebini soran Valide Sultan'a durum u anlatır: "Henüz akşam dı ki, gelsem diye,
düştüm de yola,/Yürüdüm h a ylice... Derken -h ele sen kısmete bakl-ZÖteden karşım a bir yaş­
lıca hâtûn çıkarak,/Azıcık dursan a, oğlum dedi. Durdum, nâçar,/-Göğsün imanlıya benzer,
sana bir hizm et var,/Ama reddetm e ki zaten beni m ahvetm iş ölüm ;/Bir perişan anayım , dağ
gibi evlâd gömdüm i/Kızımın cânı için, bari bu kırkıncı gece,/Şöyle bir M evlid okutsam, di­
yorum , kendimce,/Nasıl etsem, okuyan çok ya, benim yufka e lim .. ./Hocasın, elbet okursun;
h adi oğlum , gid elim ..." şeklinde duyduğu acıyı anlatır. "Hoca, der Valide Sultan, beni ağlat­
m a yeteri/Yeniden M evlid okursun bize, dava da biter!.." Said Paşa'nın gerçekte kim o lduğu­
nu unutan şair, onun güzel ahlâkını bizlere örnek gösterir. Bu arada M ustafa Kara, Akif'in
çocukluk arkadaşı olan İbnul-Em în M ahm ud Kemal'e atıf yaparak Said Paşa İmam ı'nın
M anisalı Haşan Efendi olduğunu söylem ekte ve "Rifaiyye Tarikatı'nın Ma'rifiyye koluna
m ensup olup M anisalı Ali Vehbi Efendi'den feyz ve icazet almıştır." dem ektedir. 1307/1889
tarihinde İstanbul'da vefat etm iş olduğunu, Üsküdar Sandıkçılar m ezarlığına defnedildi­
ğini kaydetm ektedir.31

"Hersekli A rif H ikm et" (s. 509) Hersekli A rif Hikm et, 1839'da Bosna/M ostar'da dünyaya
gelm iştir. Ö zellikle hukuk alanında yetişm iştir. O sm anlı adliye teşkilatının en üst noktala­
rında hizm et verm iştir. Âkif, onun karakterine hayran olm uştur. 1903'te vefat eden Her­
sekli A rif Hikm et'in vefat haberini duyunca 123 beyitlik bu m anzum eyi kalem e almıştır.
 kif bu m ersiyede ilim ve irfan sahiplerine reva görülen ilgisizlikleri tenkid ederek, Arif
H ikm etin şahsiyetinin güzelliğini anlatır -."Öyle bir fâzıl-ı m ihrir idi A rif Hikmet/Kİ onun m is­
lini nâdir görecektir ümm et/Hâs idi kendine pek şanlı olan vadisi/Ümmetin oydu hakikatte
hele Sa'dî'si."32
30 Mustafa Kara, "Akif'in Hayran Olduğu Şahsiyetler", Bülbülün Şarkısı-Mehmet Âkif Kitabı, (Editörler: Mustafa Kara-Bilal Kemikli),
Osmangazi Belediyesi Yerel Gündem 21 Yay., Bursa, 2007, s. 32.
31 Age., s. 33-34.
32 Age., s. 35-38.
D önem i ve
125
Çevresi
Akif'in bunların dışında şiirine ad yaptığı kimi m uhayyel veya tarihî kişiler de vardır:
"Seyfi Baba" (s. 60; M uhayyel bir kahram andır.) "Dirvâs" (s. 98; Em evîler dönem inin zekî
ve hatip bir gencidir.) "Derviş A hm ed" (s. 463; Â kif şiirin başlığına şu notu düşm üş­
tür: "Tevfik Neyzen'in üçbin dörtyüzüncü tövbesinden isti'fası m ünâsebetiyle.") "Sâ'di" (s.
501; Sadi-i Şirazî, Bostan ve Gülistan yazarı, edip ve şair.) "Fahreddin Râzi" (s. 503; İslâm
âlim le rin d e n )...

Şairim izin "Şehidler Âbidesi için" (s. 446), "Resmim İçin" başlıklı dört kıt'a (s. 456, 457 ve
472), "Safahat İçin" (s. 457), "Çocuklara" (s. 458), "Nevruz'a" (s. 473) ve "Hayat Arkadaşım a"
(s. 475) başlıklı m anzum eleri ise birer ithâf olm aktan ziyade, çeşitli sebeplerle yaşam ış
olduğu duygu coşkunluklarının sam im i itirafları şeklinde okunm alıdır.

M ehm et Akif'in ithâflarıyla ilgili olarak yaptığım ız bu tespitlerin sonunda şu yargıya var­
dığımızı söyleyebilirim : Â kif ithâfları yoluyla bizi iki hususa yönlendirm ektedir: 1. Şiirin
ithâf edildiği kişinin şahsiyetine, 2. ith af edilen şiirin ana duygusuna, m e sa jın a ...

Bu bağlam da, sözkonusu iki hususun Akif'in ith âf yaptı kişilerde birleştiğini, bu kişilerin
yüksek şahsiyetli, çalışkan, iyi ahlâklı; kısacası İslâm'ın sevdiği m eziyetleri taşıyan insanlar
olduğunu söyleyebiliriz. Sonuç olarak, Akif'in "Kur'an Şairi","İslâm Şairi"o lduğunu göste­
ren deliller arasında bu ithâflar da yer alm aktadır.
III
M ehm et TORENEK, Prof. Dr.
"Tarık Buğra'nın Firavun İmanı romanında M ehmet Akif ve çevresi"

Y. Turan GÜNAYDIN
"Mehmet Akif hakkında yapılmış bibliyografik çalışmalar"

Vahit İMAMOĞLU, Doç. Dr


"Mehmet Akif'te dostluk ve dayanışma"
128 Meh"2etÂkif
Ersoy
Mehmet Akif'in Şiirinde Temalar
İhsan IŞIK
Yazar, İLESAM Başkanı

Saygıdeğer konuklar.

Diğer ülkelerde olduğu gibi, ülkem izde de de tarih


tr: boyunca
birçok yazar yetişm iş ve arkalarında b irta k İn eserler bira
karak fân î öm ürlerini tam am lam ışlardır. Bunların arasında
küçük bir bölüm ü, tarihin ve okurlarının eleğinden geçe
rek sonraki dönem lerde adlarından söz ettirm eye hak ka
zanabilm işlerdir. Binlerce yazar, ansiklopedi sayfalarınd
sadece birer m adde olarak kalırken, az sayıda yazar geı
gündüz açık birer fakülte gibi, vefatlarından sonra
sanları bilgilendirm eye ve aydınlatm aya deva
başarabilm iştir. Bunların da aralarından sıyrı
siyetler ise birer üniversite gibi, tek bir alanda
konuda insanlığa ışık tutm ayı sürdürebilert seçkiı
lar arasında anılm aya hak kazanm ışlardır.

M ehm et A kif Ersoy'u bu hafta Türkiye'nin yüzlerce,


binlerce yerinde rahm etle anıyor olm am ızın, bunu
buren değil, gönülden yapm am ızın sebebi nedir? Bu
sebebi, bence O'nun İstiklâl Marşı şairim iz olması
ibaret değil; örnek bir Müslüm an-Türk şairi ve fik if adam ı
olarak, günüm üz Türkiyesine ve İslâm dünyasına b ifç
hayati m eselede ışık tutm aya devam ettiğini fark eı
olm am ızdır. ]£■

Bu özelliği, sıradan yazarlarla, büyük m ütefekkirleri birbi


rinden ayıran en önem li farktır. Altını çize çize
isterim ki, M ehm et  kif Ersoy, yaşadığı dönem de tanık
olduğu önem li olaylar karşısında sergilediği duruş, eser­
lerinde savunduğu - bugün O'nunla görüş ve gönül birliği
içindeki aydınlar gibi- görüşlerle bugün bir kez daha haklı
çıkm akta ve zararın neresinden dönülürse kazançlı çıkm a
şansını hatırlatarak, ortaya koyduğu fıkiHeri önem sediği­
miz takdirde bazı hayati m eselelerim ize çözüm b ulabile­
ceğim izi düşündürm ektedir.
D ön em i VP
Çevresi İ2 'J

M ehm et Akif'in, bugün için de dikkate alm am ız gerek düşüncelerini, yedi şiir kitabını to p ­
ladığı Safahat'ını okuyarak, bazılarında gayet açık, bazılarının satır aralarında ifade edil­
miş hususları incelem ek, üzerlerinde d üşünm ek ve bunlardan dersler çıkarm ak im kânına
sahibiz. Bize bu im kânı hâlâ bahşediyor olm asını da elbette şükranla karşılıyoruz.

Öncelikle dikkatinizi, istiklâl Marşı şairi M ehm et Akif'in şahsiyeti ve eserlerinin tem el ka­
rakteristikleri, yani şiirlerindeki başlıca tem aların üzerine çekm ek istiyorum .

Önce, özellikle yazar-aydın kesim ini düşündürm esi gereken bir duruş dersinden başla­
yalım .

Birinci Dünya Savaşının ardından Türkiye'nin birçok şehri Avrupa ülkelerinin işgali al­
tındadır. Medeni Avrupa ülkeleri ortaklaşa bir haçlı ruhu sergilem ekte, yakıp yıkm akta,
M üslüm an ahali öldürülm ekte, Fatih Sultan M ehm et'le birlikte İslâm hakim iyetine girm iş
olan İstanbul'un yeniden Konstantinopolis yapılm ası istenm ektedir. Nazım Hikmet'in
Kan Konuşm az, Kemal Tahir'in Esir Şehrin insanları ve Esir Şehrin M ahpusları rom anların­
da ayrıntılarıyla tasvir edildiği üzere, başkent İstanbul'un kaym ak tabakası hiç de iyi bir
sınav verm em ektedir. Halk büyük bir yokluk içindedir. Atilla ilhan'ın dediği gibi sefalet
İstanbul sokaklarından sel gibi akm aktadır. Bir dilim ekm ek peşinde insanların arasında
kendini satanlar da vardır. Kadıköy Moda'da, Şişli Nişantaşı gibi o dönem in elit sem tlerin­
de akşam ları işgal subayları şerefine balolar düzenleniyor. Sabahlara kadar eğlence ve
kahkaha, içki su gibi akıyor. Ensesi kalınların, nam-ı diğer sosyetenin karıları kızları işgal
subaylarıyla dansta, onlarla birlikte kadeh kaldırm aktadır. Aydınlar.. A ydınların bir kesimi
aralarında ihtilafa da düşerek her biri başka bir büyük Batı devletinin m üzaheretinden
m edet um m akta, Batılı devletlerden birine yam anm adan ayakta kalam ayacağım ız fikri
geniş rağbet görm ekte. Bir kısım aydın, m illî bir m ücadelenin gereğine inanm akta, bu
görüşü savunm akta, fakat yetiştikleri ve yaşadıkları sosyal çevre dolayısıyla halkın geniş
kesim leriyle buluşm aları, geniş kitlelere öncülük etm eleri m üm kün olam am aktadır. Can
havliyle m illeten yana tavır koym aktadırlar ama m illetin inançlarıyla, gelenekleri ve ya­
şam tarzıyla bir kopuklukları vardır. Bunlardan halkın arasına karışanı, onları Kur'an'dan
ayetler okuyarak düşm ana karşı direnişe çağıranı bulam azsınız. Mesela bu dönem de,
Büyük Ada'nın dil m esiresinde iki ünlü Türk şairi karşılıklı oturm uş, dilberlerden ve şarap
içerek eğlenm ekten söz etm ektedir. Bu şairlerden en ünlü olanı, şöyle dediklerini yazıyor
hatıralarında:
içelim içelim şarap içelim

Nice bir gav gibi ab içelim

Aynı dönem de O sm anlInın ikinci büyük başkenti Bursa'ya Yunan askerleri girm iş ve Yu­
nan bayraklarını asmış durum da. Bursa'nın düşm an işgaline girm esinin ıstırabını duyan
Mehmet A kif çılgına dönm üştür. Bu sırada ünlü şiiri Bülbül'ü yazar:
Eşin var âşiyanın var baharın var ki beklerdin

Kıyam etler koparm ak neydi ey bülbül, nedir derdin

Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;

O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!

Çökük bir kubbe kalsın m a'bedinden Yıldırım Hân'ın;

Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri Orhan'ın!


MehmetÂkjf
130
— Ersoy
Türkiye'nin işgal altında olduğu yıllarda yaşam ış diğer şairleriyle M ehm et Akif, arasındaki
fark, Ç anakkale Şehitlerine yazdığı şiirde ortaya koyduğu ruhtadır.

Yıl 1916. Çanakkale'de M üslüm an Türk ordusuyla İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan, Kanadalı
Haçlı kuvvetleri tarihin en kanlı savaşlarından birini yapıyor. Haçlıların hedefi İstanbul'dur.
O rdum uz buna izin verm em ek için kahram anca direnip her gün çok sayıda şehit verm ek­
tedir.

Yıl 1916. Aynı günler. M ehm et Akif, Necid çöllerindedir. İngilizlerin kışkırttığı Arap kabi­
lelerinin İslâm im paratorluğunun yanında olm asını sağlam ak için devlet görevlisi olarak
kabile reisleriyle görüşm eler yapıyor. Dikkat buyurun, ünlü bir şair olarak İstanbul'da,
Beyoğlu'nda dinlenm e ve eğlenm eyi tercih etm iyor. Binlerce kilom etre ötedeki kızgın
çöllerde yolculuğu tercih ediyor. Aklı fikri ise Çanakkale'de. Bir akşam üstü, arkadaşlarıyla
yine vatanın durum unu konuşurken İstanbul'dan bir telgraf alıyor: Telgrafta Çanakkale
zaferinin kazanıldığı m üjdelenm ektedir.

Hemen şükür secdesi yapıyor. A rkadaşlarından izin isteyip hem en orada, aldığı haberle
ilgili duygularını bir şiir halinde yazıyor. Ve arkadaşlarına okuyor:
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...

Kahram an orduyu seyret ki bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasırım dan;

Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat îm an?

Ey şehîd oğlu sehid, istem e benden makber,

Sana âğûşunu açm ış duruyor Peygamber.

Yani ünlü Çanakkale Şehitlerine şiiri, bu savaşı görm eden, binlerce kilom etre ötede ya­
zılm ıştır. Fakat ilginçtir ki, bu şiirdeki tasvirler, bu savaşta m eydana gelenlerin birebir fo­
toğrafı gibidir. O âdeta bu savaşı gönül gözüyle görm üş, bütün ruhu ve kalbiyle oradaki
savaşın manasını şiirinde dile getirm iştir.

Ç anakkale şirinin yazılış öyküsü, M ehm et Akif'in şahsiyeti, dünya görüşü hakkında bize
çok önem li bir belgeyi verm iş olm aktadır.

Şiirlerinde işlediği tem alar bu ruhun,bu bakış açısının yansım alarıdır.

M ehm et A kif Ersoy, ülkem izin tem el m eseleleriyle Islâm dünyasının içinde bulunduğu
durum un birbiriyle ilgili ve bağlantılı olduğunu savunm uştur. Safahat adı altında topladı­
ğı yedi şiir kitabı bu fikriyatın açıklandığı örneklerle doludur. Başka bir ifadeyle, M ehmet
Akif, Safahat adlı eserini başta Türk m illeti olm ak üzere Islâm âlem inin uyanıp kendine
gelm esi ve Batı tahakküm ünd en kurtulm asının nasıl olacağını anlatm ak için yazmıştır.
D ö n em i ve
131
Çevresi
İslâm DÜNYASI

İslâm dünyasında olup bitenler ve olm asını bekleyip de gerçekleşm eyenler, M ehm et
Akif'in ilgi alanındadır:
"Şarkı baştanbaşa yıllarca dolaştım , gezdim

Hem de oldukça görürdüm . Kafa gezdirm ezdim !

Bu Arabm ış, bu Acem m iş, bu Tatarm ış dem edim

M üslüm an unsurunun hepsini gördüm kendim .

Küçük âdem lerinin rûhunu tetkik ettim

Büyük âdem lerinin fikrini ta'm ik ettim."

Diyerek, geçm işteki ve günüm üzdeki aydınlara büyük bir ders verm ektedir. O, masa ba­
şında ceffelkalem ahkâm kesm em iştir. Doğuyu ve batıyı dolaşm ış, İslâm dünyasının ve
onu boyunduruk altında tutanların ne durum da olduğunu görüp m ukayeseler yapm ış
ve elde ettiği gözlem leri kendi halkına aktarm ayı bir vazife bilmiştir. Bugün, aydınlarım ı­
zın ve m edyanın İslâm dünyasıyla ilgili haberleri daha çok u luslararası haber ajanslarının
filtreli haberlerinden alm akla yetindiğini görüyoruz. M ehm et A kif'in yaptığı gibi diğer
ülkelerin M üslüm an aydınlarıyla görüşüp istişarelerde bulunanlara pek rastlam ıyoruz.

M ehm et Akif, bizzat görüp incelediği İslâm dünyası halklarını uyarm ayı vazife bilm iştir:
"Ey koca şark, ey ebedî meskenet!

Sen de kım ıldanm aya bir niyet et.

Korkuyorum , garbın elinden yarın

Kalm ayacak çekm ediğin m el'anet"

M ehm et A kif'in, başında A'raf Suresi 155. ayetinin m ealinin yer aldığı bir şiiri, yarım yüz­
yıldır değişm eyen bir Ortadoğu belgeselidir. Meal şöyledir:
"İçim izdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden, bizi h elâked e r
m isin, Allah'ım?"
(A'râf Suresi 155. Ayetin bir kısmı)

Önem ine binaen şiirin tam am ını takdim etm ek istiyorum . Dinlerken bugünkü
Ortadoğu'yu, hiç d eğişm em iş yüzüyle göreceğim izi üzülerek belirtm ek zorundayım :

Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?


M ahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!
"Yandık"diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!
Esm ezse eğer bir ezelî nefha, yakında,
Yâ Rab, o cehennem le bu tûfan arasında,
Toprak kesilip, kum kesilip Âlem-i İslâm;
Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm!
Bîzâr edecek, korkuyorum , Cedd-i Hüseyn'i,
M e h m e i k if
132
Ersoy
En sonra, salîb orm anı görm ek Harameyn'i!...
Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicaz'ın
Ateşli m uhitindeki sûzişli niyâzın
Em vâci hurûş-âver olurken m elekûta?
Sönsün de, İlâhi, şu yanan meş'al-i vahdet,
Teslis ile çöksün mü bütün âlem e zulm et?
Üç yüz bu kadar m ilyonu canlandıran îm an
Olsun mu beş on sersem in ilhâdına kurban?
Enfâs-ı habisiyle beş on rûh-u leimin,
Solsun mu o parlak yüzü Kur'an-ı Hakim'in?
İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet?
Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet?
M azlûmu nedir ezm ede, ezdirm ede mânâ?
Zâlim leri adlin, hani öldürm edi hâlâ!
Câni geziyor dipdiri... Can verm ede mâsûm!
Suç başkasınındır da niçin başkası m ahkûm ?
Lâ yüs'ele binlerce sual olmasa du kurbân;
insan bu m uam m alara dehşetle nigeh-bân!

Eyvâh! Beş on kâfirin îm anına kandık;


Bir uykuya daldık ki: cehennem de uyandık!
Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın...
Yaksaydın a m el'unları...Tuttun bizi yaktın!
Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi:
Binlerce cevâm i'yıkılıp hâke serildi!
Kalm ışsa eğer bir iki mâbed, o da m ürted:
Göğsündeki haç, küfrüne fetvâ-yı müeyyed!
Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar,
Bir giryede bin ailenin m âtem i çağlar!
En kanlı şenâatle kovulm uş vatanından,
Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan!
İslâm'ı elinden tutacak, kaldıracak yok...
Nâ-hak yere feryâd ediyor: âcize hak yok!
Yetm ez mi musâb olduğum uz bunca devâhi?
Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî!

Akif'in çizdiği ve henüz değişm eyen M üslüm an Ortadoğu m anzarasının tek cüm lelik
özeti şudur: Hz. M uham m ed (sav)în ruhunu incitecek bir durum a gelerek Haçlı ordu­
larının işgali altındaki İslâm coğrafyası inim inlem eye ve kurtarıcısını, yeni Selahaddin-i
Eyyubî'sini beklem eye devam ediyor.

Saygıdeğer konuklar,

M ehm et Akif'teki bu İslâm î duyarlılık, bugün hepim izin, ülke yöneticileri, hüküm et ve si­
yasi parti yetkilileri, m illetvekilleri, aydınlar, işadam ları ve her meslekten M üslüm an Türk
halkı olarak hepim izin m uhtaç olduğu bir duyarlılıktır.
Dönemi ve
133
Çevresi
O büyük İslâm şairi, yukarıdaki şiirinden anlaşılacağı üzere, daha birinci dünya savaşı yıl­
larında iki hususun altını çizm iştir:

Başta Hz. M uham m ed'in yaşadığı ve yüce Kur'an'ı insanlığa ilk m üjdelediği topraklar
olm ak üzere bütün Islâm âlem i Batı dünyasının tehdidi altındadır. Eğer İslâm üm m eti
uyanm az, dinine, m edeniyetine ve toprağına sahip çıkm az ise Haçlı dünyası askerleriyle
ve çan sesleriyle gelip bütün İslâm coğrafyasını kendi hakim iyeti altına alacaktır. O kadar
ki Hz. Hüseyin'in dedesi, yani Hz. M uham m ed bile hem en yanı başına yerleşen haçlıların
çan seslerini duym aktan rahatsız olacaktır. Yani İslâm dünyası kötü bir durum dadır, batı­
nın tehdidi ve söm ürüsünden kurtulm ak için uyanıp bir an önce ayağa kalkm alıdır.

M ehm et Akif'in şiirlerindeki diğer tem alar:

İMAN

M ehm et A kif'te Allah inancı, tüm şairliğinin tem elidir. O'nun nasıl bir im ana sahip oldu­
ğunu anlam adan, onun niçin bu kadar toplum cu, niçin bu kadar, vatanperver, cesur ve
öncü karakter taşıdığını anlayam ayız.

Bu şairin yüreği Allah inancıyla nurlanm ış ve koca bir üm m eti içine sığdıracak kadar bü­
yüm üştür:

Şöyle dem iştir:


"im andır, o cevher ki İlâhî ne büyüktür

im ansız olan paslı yürek sinede yüktür" (49)

Çünkü im anlı yürekte Allah rızası isteği, Hak yolunda halka hizm et, yani Allah'ın hoşlan­
dıkları; paslı yürekte ise egoizm , pragm atizm , hedonizm , şahsi çıkarlar, nefsin arzuları,
hileler, desiseler, şeytanın hoşlandıkları vardır.

İMAN VE AHLÂK

Bir şiirinin başında, şu ayet meali vardır:

"Ey M üslüm anlar, Allah'tan nasıl korkm ak lâzımsa öylece k o rku n u z..."(A l-i Im ran: 102)
Bu ayetten aldığı ilham la şiirine şöyle başlar:

"Ne irfandır veren ahlaka yükseklik ne vicdandır

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.

Yüreklerden çekilm iş farz edilsin havfı Yezdan'ın

Ne irfânın kalır tesiri katiyen, ne vicdânın"

Bu şiir, dünün ve bugünün toplum sal ahlakı konusunda m üthiş bir uyardır. Bugün kilise
■Vlehm-tÂkıf
£'■' j y

ile cami arasında yitip giden sosyal ahlâk, ticaret ahlâkı vs. erdem sizliğin egem enliği al­
tına girm em izin tehlikesine işaret edilm ektedir. Ö zellikle aile hayatım ızın ve m illî eğitim
sorum lularının dikkati çekilm ek istenmiştir.

M ehm et Âkif, Allah inancının dayanan bir ahlâkım ız olması gerektiğini ve bu ahlakı m illî
ahlâk olarak canlı tutm ak zorunda olduğum uzu söyler:
"O yuncak sanm ayın! Ahlâk-ı m illî, ruh-i m illîdir

Onun iflâsı en korkunç ölüm dür: Mevt-i küllidir."

Son mısraın anlam ı şudur: Millî ahlâk çekerse m illetin de hayatı biter.

Kur'an, M ehm et Akif'in tem el referansı ve sadece bizim için değil, tüm insanlığa ulaştırıl­
ması gerektiğini düşündüğü evrensel huzur reçetesidir. Bu görüşünü özetleyen dizeleri
şöyledir:
Doğrudan doğruya Kur'an’dan alıp ilhamı

Asrın idrakine söyletm eliyiz Islâm'ı

Allah'a dayan s'aye sarıl hükm üne râm ol

Yol varsa budur bilm iyorum başka çıkar yol

Bu şiirde M üslüm anların m odern dünyaya bir mesajı olduğunu, bu mesajı onlara anlaya­
cakları bir üslupta iletm ek gerektiğini belirtm ektedir.

Bunun içindir ki,

M ehm et  kif için Kur'an bir ölü kitabı, sadece dua kitabı değil, bir kılavuz bir hayat kita­
bıdır. Kur'an'ı bilinçli olarak, yeni bir göz ve kafayla yeniden okuyup anlam ak g erekm ek­
tedir:
inm em iştir hele Kur'an şunu hakkıyla bilin

Ne m ezarlıkta okunm ak, ne de fal bakm ak için!

PEYGAM BER SEVGİSİ

Peygam ber sevgisi şu şiirinde çok güzel dile getirilm iştir:


O ndört asır evvel yine böyle bir geceydi

Kumdan ayın ondördü bir öksüz çıkıverdi

Bilem ezlerdi nereden bileceklerdi

Bir kere zuhur ettiği yer en sapa yerdi

Herkes m edyun O'na, o nebiyy-i ma'sum

M edyun O'na cem iyyeti m edyun 'ona ferdi


Dönemi ve
Çevresi-------------------------------------------- ^
MANZUM HİKÂYEDE İKİ BÜYÜK USTADAN BİRİ...

Toplum sal konulara önem veren bir şair:

Seyfi Baba şiirinde, Selma'da (40) Küfe'de (52), G eçinm e belası (62), M eyhane (65), M ezar­
lık (70), Bayram (76), Hasbihal (80) gibi pek şiirinde olduğu gibi içi yoksullar için yanar:
"Geçen akşam eve geldim . Dediler:

Seyfi Baba

Hastalanm ış yatıyorm uş.

- Nesi varm ış acaba?

M EDENİYET
Tükürün m illete alçakça vuran darbelere

Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere

M edeniyyet denilen m askara m ahluku görün

Tükürün maskeli vicdanına asrın tükürün

Aslında karşı olduğu m edeniyetin kendisi değildir:


M edeniyyet denilen o mahluk-u asil

Ne kadar gözdesi varsa hakkıyla sefil

Bu eleştirisine karşılık, bilginin M üslüm anların y itik malı olduğunun bilincindedir:


A lınız ilm ini garbını alınız san'atını

Veriniz m esainize hem de son sür'atini

AYDINLAR

Safahat'ın bir yerinde bazı şairlere eleştiri getirir.


Divanlarım ız dopdolu oğlanla şarab

Biradan fâhişeden başka nedir şi'r-ü şebâb?

Bu eleştirisinin sebebini pek çok şiirinde açıklar.

M ehm et Âkif'e göre aydınlarım ız, büyük bir sorum luluk içindedir. Ama bu sorum luluğun
pek farkında değildirler. Ona göre aydınlar, m illetim izin ve üm m etim izin dertleriyle ya­
kından ilgilenm eli, onarlın çektikleri ıstırabı duym alıdır. Şiir anlayışını ve kendi şairliği için
şu değerlendirm eyi yapm ıştır:
"Şi'r için gözyaşı derler; onu bilm em , yalınız,

Aczim in giryesidir bence bütün âsârım!


136
MehmetÂkjf
Ersoy
Ağlarım ağlatam am , hissederim söyleyem em ;

Dili yok kalbim in ondan ne kadar bizârım!"

M ehm et  kif büyük ıstırabın şairidir. Bu ıstırap, sevgilisinden ayrı kalm anın hüznü değil­
dir. Bu ıstırap ifadeleri, büyük bir m illet ile büyük bir üm m etin içinde bulunduğu durum a
bakınca duyduğu acıların ifadesidir. Şair olarak, yapm ak istediği, bu ıstırabın paylaşılıp
bir uyanışa vesile olm aktan ibarettir.
Baksana kim boynu bükük ağlayan

Hakk-ı hayatın senin ey Müslüm an!

O bir M üslüm an Türk aydını olarak, insanların ne hâlde olduğunu görüp sorunlarını yan­
sıtm aktan sorum lu olduğunu düşünür Bu tip aydınlara ihtiyacım ız olduğunu söylem iş
olur aynı zam anda.

O'na göre fıkıh bilginleri ne kadar önem liyse, en az o kadar din î ve siyasî düşüncede d e­
rinleşm ek de en az o kadar önem lidir:

Birkaç yıl önce yapılan bir Abant aydınlar diyaloğunda şu tesbit yapılm ıştı:

Ülkem izde eksik olan din î bilgiler değil, dinî düşüncenin yeterince gelişm em iş olm ası­
dır.

Nitekim M ehm et Âkif, Süleym aniye Kürsüsü şiirinde şunları söyler:


Beni kürside görüp, va'zedecek sanm ayınız;

Ulema değilim , şeklim e aldanm ayınız!

Dinin ahkâm ını zaten fukahanız söyler

A nlatırlar size bir m üşkiliniz varsa eğer

Bana siz âlem-i İslâm'ı sorun, söyliyeyim ;

Çünkü hiçbir yeri yok gezm ediğim , görm ediğim .

Şark-ı Aksâ'dan alın, Mağrib-i Aksâ'ya kadar.

M üslüm an yurdunu baştanbaşa, kaç devrim var!

Akif'in, gezip gördüğü İslâm dünyasında gözlem lerinin elde ettiği sonuçlar dört m adde­
de özetlenebilir:

TEM BELLİK

"H asbihâl"şiiri de zam anı boşa geçirm em eyi öğütleyen bir ayetle b a şla r.-183
Ninni değil dinlediğin velvele, bak akıp gidiyor hep m üstakbale

Bir acaib nur ki zam andır adı, durm a sen de yetiş bu m üthiş sele
Dönemi vp
137
Çevresi
Sizi bir sinem a film i karesine götüreyim . Filmin kahram anı, sabahleyin uyanıp pencereyi
açtığında, içeriye dolan sadece tem iz veya kirli hava değil, şehrin o m üthiş uğultusudur.
Buradaki uğultu efekti, şehirdeki devinim i ve bu devinim in kahram anım ızda ve izleyicide
uyandırdığı arka planın izdüşüm üdür.

Bu uğultu, bu devinim , şehirde yaşayan başkalarının m üthiş bir hareketlilik içinde ol-,
duğunu, sıkıntılı bir hayatı sürdüren kendisinin de artık bir şeyler yapm ası gerektiğini,
eğer böyle yapm azsa, şehirde her şeyin kendisine rağm en cereyan edeceğini, bu takdir­
de şikâyet etm ek, kızm ak ya da üzülm enin yararsız olacağını, artık odasında bir başına
kendini dinleyip durm anın değil sokağa çıkm anın, yapm ası gereken ne varsa onları yap ­
maya başlam anın, artık çok çalışm anın, gerekiyorsa şehir m eydanına çıkıp haykırm anın,
şehrin velvelesine bir velvele de kendisinin katm asının zam anıdır.

M ehm et Akif'in açtığı pencere, fikir penceresi; gelen uğultu ise dünyadaki gelişm ele­
rin, hareketlerin, büyük bir devinim in yankılarıdır. Ç alışanların, koşanların, iş yapanların,
üretim de bulunanların sesidir. Bu sesleri duyup uyum ak olm az. Bu yarışı görüp yerinde
durm ak olm az. Ülkesinin, kültür ve gönül coğrafyasının insanları daha ne zam an kadar
seyredecektir bu devinim i. Kimi uluslar çalışıp, büyük gayretlerle dünyanın her tarafını
Pazar haline getirip söm ürürken, dünyanın her tarafına silahlarıyla korkup salarken, bu
sesleri ninni gibi dinlem ek ancak büyük bir gaflet olur, yapılm ası gereken dava fazla vakit
geçem eden bu yarışa katılm aktan ibarettir.

"Alınlar Terlem eli"şiiri aynı düşüncelerle şöyle başlar:


Cihan altüst o lurken, seyre baktın, öyle durdun da,

Bugün bir serseri, bir derbedersin kendi yurdunda!

Bir başka şiiri, yine çalışm anın önem ini anlatm ak için şöyle başlar:
"Leyse lilinsani illa mâ se'a"derken Hûda;

Anlam am hiç m eskenetten sen ne beklersin daha?

ÜM İTSİZLİK

M ehm et Akif'in dikkat çektiği konulardan birisi de üm itsizliğe düşm enin bir fayda sağ­
lam ayacağı hususudur. M alum unuz günüm üzdeki psikolojik harbin en önem li unsurla­
rından birisi, karşı tarafın morla çöküntü içine sürüklenerek, hakkından daha kolay ge­
linm esidir. Ben ülkem iz insanlarına ve tüm dünya M üslüm anlarına bu şekilde kapsam lı
bir psikolojik propaganda yürütüldüğü kanaatindeyim . Kültür em peryalizm i kavram ının
tam karşılığı da bence budur.

Âkif, yine bir ayeti hatırlatıyor:


"Dalalete düşm üşlerden başka kim Tanrı'sının rahm etinden
üm îdini keser?" (Hicr, 56)

Sonra da M üslüm anları, üm itsizliğe düşm em ek konusunda uyarıyor:


Lâkin, hani bir nefhası yok sende ümîdin!
MehmetÂkif
138
— Ersoy
"Ölmüş"mü dedin?Ah onu öldürm eli m iydin?

Ey, yolda kalan, yolcusu yeldâ-yı hayâtın!

Göklerde değil, yerde değil, sende necâtın:

"Devlet batacak!" çığlığı beyninde öter de,

M illette bekâ hissi ezilm ez mi ki? Nerde!

Allah (c.c.)'a dayan, sa'ye sarıl, hikm ete râm ol...

Yol varsa budur, bilm iyorum başka çıkar yol.

BİLGİSİZLİK VE BİLİNÇSİZLİK

M ehm et Âkif, İslâm dünyasını halkıyla ve aydınıyla büyük bir gaflet uykusu içinde görüp
uyandırm ak için çırpınır:
“Baksana kim boynu bükük ağlayan

Hakk-ı hayatın senin ey Müslüm an

Kurtar o biçareyi Allah için

Arık ölüm uykularından uyan!" (342-3439

Jean Paul Sartre, Yahudilik Sorunu adlı kitabında şunları söyler:


"BizYahudiler, bulunduğum uz her ülkede, kendi alanım ızda
birinci olm ak zorundayız, ikinci derecede bulunursak yok e d ile­
ceğim izi düşünürüz." s

Aslında bu bilinç, Kur'an'da M üslüm anlara öğütlenerek, şu m üjde verilm iştir:


"Eğer inanıyorsanız, en güçlü olan sizsiniz."

IRKÇILIK VE BOLUCULUK

Aklı başında olan bütün aydınların ortak görüşü, ırkçılığın insanlık düşm anı bir tehlike
olduğu yolundadır. M illetlerarası savaşların, iç savaşların birinci derecedeki faktörü şo­
venizm dir, kavm iyetçiliktir, islâm iyette ırkçılık yasaktır, bütün M üslüm anlar hangi ırktan
olurlarsa olsunlar Allah tarafından kardeş ilan edilm iştir. Ülkem iz tarihi ise, ırkçılık yüzün­
den bölünüp, küçülüp, büyük devletlere yem olm anın hazin bir belgeselidir. Şimdi bu
oyunun yeni ve kanlı bir sahnesi daha tezgâhlanıyor. Ve ülkem izin yaşayan aydınlarının,
yöneticilerim iizin, tarihsel sorum luluğu üstlenerek ırkçılığa bir kez daha açık ve net karşı
çıkm ası gerekiyor. Bu konuda da M ehm et A kif'in örnek bir aydın olarak bize ışık tuttu ğ u ­
nu hatırlayabiliriz.
O, büyük şair ve fikir adam ım ız, yaşadığı günlerden bugüne, ülkem izin Türküyle Kürdüyle
bütün insanlarına sesleniyor. Eğer ırkçı düşüncelerle bölm e bölünm e hevesinden vazg e­
çilm ez ise, bu güzelim vatanda Türkler ve ne Kürtler dahil herkesin, em peryalist ülkelerin
elinde perişan olabileceği tehlikesiyle karşı karşıya olacağını hatırlatıyor.

Akif'in bu önem li şiirinden birkaç beyit şöyledir:


"M üslüm anlık sizi gayet sağlam,

Bağlam ak lâzım iken, anlam adım , anlayam am ,

Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?

Fikr-i kavm iyeti şeytan mı sokan zihninize?

Birbirinden m üteferrik bu kadar akvâmı

Aynı m illiyetin altında tutan İslâmî,

Tem elinden yıkacak zelzele kavm iyyettir

Bunu bir lâhza unutm ak ebedi haybettir.

Girm eden tefrika bir m illete düşm an girem ez;

Toplu vurdukça yürekler, onu top söndürem ez.

M üslüm an, fırka belasıyla zebun bir kavmi,

Medeni Avrupa üç lokma edip yutm az mı?

Ey cem aat, yeter Allah için olsun u y a n ın ...

Sesi pek m üdhiş öter sonra kulaklarda çanın!" (220-221)

Konuşm am ı burada bitiriyor, hepinizi saygı ve sevgiyle selâm lıyorum .


M eh m et > , f
Er soy

Mehmet Akif'in Dsş

o Seyahatleri

Giriş:
Nazım Elmas
Dr., Giresun Ü.

Sanat eserinin oluşm asında sanatçının gözlem i önemlidir.


Çevresindeki gelişmeler, yaşadığı olaylar, m üşahedeleri,
ilham ına etki eder. Kimi sanatçıların çevresine duyarlılığı
diğerlerinden fazladır. Eserlerinde sosyal hayatın etkisi
daha belirgindir. Hayal ve hakikat noktalarından hakikate
daha yakın bir yerde sanatına yer bulan sanatçılar içinde
Akif'i de saym ak yanlış olm az, işlediği konulara
:elimelere dönem indeki olayların etkili olduğu

Akif'in yaşadığı dönem OsmanlI'nın en zor dö-


\/aroluş m ücadelesinin tam ortasında  kif vardır,
"gül devri" geride kalmıştır. Ortada "vatan
kabristan vardır". Böylesine özel bir ortamda
şair, vatansever, aydın, vaiz, tebliğci, olarak
üstienm iş; ne zam an ne tür bir sorum luluk
İfaya çalışm ıştır. Bugün büyük bir kısmı
kalan geniş bir
ada M ehm et Akif'in hatıraları vardır. O topraklarda
insanların hayalleri, acıları, yokluğu, fedakarlığı,
, ihaneti, çalışkanlığı, tem belliği, korkusu, bütün bir
hayatı Â kif tarafından gözlem lenm iştir. Şiirlerindeki sami-
JTtiyet ve tutarlılık buna bağlıdır. Yazdıklarını görm üş, gör­
m ediklerini em in kaynaklardan dinlem iş, sanatçı ruhuyla
! bİStüoleştirerek şiir hâline gelm iştir.

.Ş.eyehat ettiği yerler, zaten m erak ettiği y e rle rd ir. Eserle­


rinde etkili bir anlatım yakalam ak için, oraları görm ek, o
yerlerin havasını yaşamak istemiştir. Nazik bir dönem de
bu tür görevler tehlikeli ve m eşakkatlidir. Bu sebeple hiç
cazip değildir. Ancak Âkif,bu zorlukları içindeki vatan sev-
gisiyle aşmış, hayatının büyük bir kısmı doğup büyüdüğü
yerlerden 1uzaklarda geçmiştir. Tasarladığı şiirlerle ilgili
mekânları gezip görme planları yapm ış, bir kısm ını ger­
çekleştirerek şiirlerine yansıtmıştır. Orta Asya topraklarını
gezerek insanımıza kattığı değerleri destanlaştırm a arzu-
su, o yerlere gidemediği için gerçekleşem em iştir^

Seyahatleri şiirlerine malzeme olm uş, sanat anlayışına uy­


gun eserler kaleme almıştır.
Dönem i ve
Çevresi----------------------------------------------- 111
Safahat'ta:
Hayır,hayâl ile yoktur benim alışverişim ;

inan ki; her ne dem işsem görüp de söylem işim .

Şudur cihanda benim en beğendiğim m eslek:

Sözüm odun gibi olsun hakikat olsun te k .1

diyerek şiirinin kaynaklarına ait bilgileri de verm ektedir.

Şiirlerinin kaynağı, tespitlerinin çıkış noktası ve ilham ının özü olması bakım ından seya­
hatlerinin değerlendirilm esinde fayda vardır. Seyahat ettiği yerin durum una, konum una,
gelişm işliğine, m anevî değerine göre sanatçım ıza etki ettiği, şiirlerine tem el olduğu gö­
rülm ektedir. İnce bir dikkat, titiz bir gözlem ve ayrıntıyı takipte hassas olan  kif tüm bu
yerleri dış ve iç özellikleriyle, m adde ve ruhuyla eserlerine yansıtm ıştır. Berlin, Necid, Ka­
hire, M edine, El Uskur gibi yer isim leri, şaire ilham kaynağı olm uştur.O gün için, Berlin dı­
şında bizim olan; bugün için artık dışarıda sayılan bu bölgelere A kif'in Dış Seyahatleri'ni
yaptığı yerler dem ek doğru olsa gerek. Bu çalışm a Anadolu'nun dışındaki bu yerlerde
bir süre kalan Akif'i anlatm ayı ve bu yerlerin şiirlere ne şekilde yansıdığına işaret etm eyi
am açlam aktadır.

Seyahatten Safahat'a

Mehmet  kif realist bir sanatçıdır. Şiirine alacağı yerleri aslına uygun yansıtm ak am acın­
dadır. Tasarladığı şiirlerin bir kısm ına son şeklini verm ek için son bir gözlem i yerinde yap ­
mak arzusundadır. Seyahatlerin ilkini bu niyetle Mısır'a yapm ıştır.

Mısır Seyahati: (Ocak - M art 1914)

Âkif bu seyahati tasarladığı bir şiiri yazm ak am acıyla yapm ıştır. Bu şiir veda haccidır. Hz.
Peygamberin son hutbesini şiire aktarm ayı düşünm ektedir. Niyetini Abbas Halim Paşa'ya
açar. "Peygam berim izin Veda haccını hikâye etm ek ve onun son hutbesinde Müslüm an-
lara söylediklerini yazm ak istiyorum "der. Paşa" Niye bunu biran önce y azm ıyorsun"sua­
lini sorduğu zam an da;

-"Ben dem işti, hiç olmazsa Medine'yi ve Mekke'yi görm eliyim ki bunu yazabileyim ."2

Abbas Halim Paşa, Mısır ve Kahire'nin güneyindeki El-Uksur 'u da görm esini tavsiye
eder.

Mısır yolculuğu Ocak ayının ilk günlerinde başlar, Mart ayının ilk haftası sona erer. Yol
güzergâhı şu şekildedir: İstanbul, Beyrut, Kahire, El-Uksur; El-Uksur, Kahire, M edine, Şam,
İstanbul.

M ehmet Âkif, bu seyahatinin intihalarını Safahat'ın altıncı kitabında El-U ksur'da başlığı
ileyayınlaşm ıştır. M esnevi nazım şekliyle yazılan bu şiir altm ış üç beyittir. Şiirde Nil vadisi,
Mısır uygarlığından geriye kalanlar, İslâm âlem inin mahzun hâli, batının şım arıktavrı an-
latılm aktadır.Seyahat kısa sürm üş, veda haccını yazacak ortam oluşm am ıştır.
1 Safahat; Mehmet . kif. Haz. Orhan Okay, Mustafa İsen, D.İ.B. Yayınları, ikinci Baskı, Ankara 1992 s.192
2 Erişirgil, Emin : Ölümünün 50. Yılında Islâmcı Bir Şairin Romanı, Türkiye İş Bankası Kültür yayınları, Ankara 1986 I.Baskı s.227
Mehrr
142 ur soy
2. Berlin Seyahati: (Aralık 1914 - M art 1915)

Teşkilat-ı M ahsusa3 adlı bir kuruluş bünyesinde Osm anlı Devleti adına görevli olarak
Almanya'ya yaptığı bir seyahattir. Aralık 1914 ile Mart 1915 tarihleri arasında yapılan bu
seyahat üç ay sürm üştür.

Bu seyahat Akif'in batıyı daha yakından tanım asına vesile olm uştur. Batının geldiği nok­
tanın ve gelişm işliğinin seviyesini ve esrarını gören  kif doğu ile batıyı karşılaştırm a im ­
kanı da bulm uştur.

Almanya'da M ehm et Akif'e niçin ihtiyaç duyulduğu önem lidir. Çünkü Â kif sahip olduğu
Arapça, edebiyat ve tarih bilgisiyle, hitabet yeteneğiyle A lm anların o günlerde aradığı
önem li bir şahsiyettir.

Birinci Dünya Savaşı esnasında O sm anlı Devleti, Fransa, İngiltere ve Rusya'ya karşı Alm an­
ya- Avusturya- M acaristan safında harbe girm iştir. Bir de İtalya vardır savaşın içinde. İtal­
ya, başlangıçta Alm anya ve m üttefikleri ile birlikte hareket etm iş, kısa bir süre sonra karşı
tarafa geçerek, itilaf devletleri yanında yer almıştır. İngiltere ve Fransa kendi askerlerinin
yanında, söm ürgelerden M üslüm an askerleri de A lm anların karşısında savaştırmışlardır.
M uharebelerde A frikalı, Asyalı birçok M üslüm an A lm anlar tarafından esir alınm ıştır. Müs­
lüman askerlerin çok sayıda oluşu A lm anların dikkatini çekm iş, alınacak tedbirleri ve ya­
pacakları m uam eleyi m üttefikleri Osm anlı Devleti ile paylaşm ak istem işlerdir. Müslüman
esirler V unsdorf'ta bir kam pta toplanm ış, onlar için de bir de cam ii yapılm ıştır. Bu durum
tüm M üslüm anların halifesi olan padişaha iletilm iş durum un incelenm esi istenmiştir.

Gerçekten M üslüm an esirler m uharebe esnasında İngiliz ve Fransız askerlerine göre


daha fazla cesaret, atılganlık ve fedakarlık gösterm ektedir. Bunun ruhî sebebini araştıran
Alm anlar, Fransız ve İngiliz propagandasının etkili olduğunu görm üşlerdirler. Söm ürge­
lerden tem in ettikleri askerlere Alm anya'nın İstanbul'u işgal ettiği, FHalifenin esir edildiği,
O sm anlı D evletinin zorla harbe sokulduğu, tüm dünya M üslüm anlarına dağıtılan Cihad-ı
M ukaddes Beyannam esi'nin sahte olduğu yolunda propaganda yapılm aktadır. O asker­
ler de, dinî bağ sebebiyle Halife'ye ve Osmanlı Devletline olan biatlarını izhar etm ek niyet
ve am acıyla büyük bir cesaretle ve korkusuzca savaşm aktadırlar.

Alm an im paratoru II.W ilhelm " İstanbul'daki sefiri Baron Fon Marscall'e : Savaş cephesin­
deki bu M üslüm anlara hakikati anlatabilecek, güzel Arapça bilen, hitabet, edebiyat ve
tarih bilgisi kuvvetli Türk şahsiyetlerinin tespitle kendisine bildirilm esini em retm iştir.4
M ehm et Âkif bu vasıfları taşıyan şahıslar arasında İslâm Dünyasındaki ünü ve saygınlığı
ile ön sıralardaydı. A kif'le birlikte Şeyh Salih el Tunusî' de Alm anya'ya davet edilir. Baş­
ta  kif olm ak üzere heyet esirlere yapılan bu yanlış bilgilendirm eyi giderecek, gerçeği
esirlere açıklayacak, halen savaşm akta olan M üslüm an askerleri hitabeleri ve beyan­
nam eleriyle bilgilendirecektir. Â kif Berlin'de bulunduğu aylarda Arapça hitabe plakları
doldurm uş, beyannam eler hazırlam ıştır. Bu çalışm alar Asya ve Afrika'dan getirilen birçok
M üslüm an askerlerin Alm anlar tarafına iltica etm esine vesile olmuştur.

M ehm et Âkif, Alm an im paratoru II. VVİlhelm' in özel daveti ile bulunduğu Berlin' de şiir
yazm aya da devam etmiştir.
Ey bunca zam andır bizi te'dip eden Allah;
3 Teşkilat-ı Mahsusa,Osmanlı İmparatorluğu'nun son sekiz yılında fiilen, ondan evvel fikir ve ferdi hareket olarak İkinci Meşrutiyet
ihtilaline imkan veren ideolojik ve aktif müessesedir. Nizami ve Resmi kuvvetlerin yapamayacağı hadiseleri başarmak gayesiyle
kurulan İtiihad-ı İslâm, PanTürkizm,Turan'a Giriş davalarının ideoloji ve tatbikatını başarmaya çalışan gizli müessese ..(Cemal.
Kutay, Necid Çöllerinde Mehmet  kif, Boğaziçi Yayınları, Şubat 1992, İstanbul, s.9)

4 Kutay, Cemal, Necid Çöllerinde Mehmet  kif, Boğaziçi Yayınları Şubat 1992 İstanbul s.11
Dönemi ve
143
Çevresi
Ey alem-i İslâm'ı ezen, inleten Allah!

M ısralarıyla başlayan ve;

Ecdadım ızın kanları seller gibi a k m ış ...

M aksatları dininle beraber yaşam akm ış,

Evladı da kurban olacakm ış bu u ğ u rd a ...

Olsun yine, lâkin bu ışık yoksulu yurda,

Bir nur-ı nazar yok mu ki baksın bacasından?

Bir yıldız, İlahî! Bu ne zulm et, bu ne zindan ? 5

Mısralarıyla devam eden şiirini oradan gönderm iştir.

Mehmet Akif'in Berlin'den gönderdiği ikinci şiir, "U yan"adını taşıyan bir m anzum edir. Ta­
mamı 10 dörtlüktür, ilk iki dörtlüğü şöyledir:
Baksana kim boynu bükük ağlayan

Hakk-ı hayatın senin ey Müslüm an!

Kurtar o biçareyi Allah için,

Artık ölüm uykularından uyan

Bunca zam andır uyudun kanm adın

Ç ekm ediğin kalm adı uslanm adın.

Ç iğnediler yurdunu baştan başa,

Sen yine bir kere kım ıld an m ad ın !6

Berlin'de kaldığı günlerin intibalarını içeren asıl çalışm ası Berlin Hatıraları adını taşım ak­
tadır. Â kif bu şiirinde çok yakından tanım a fırsatı bulduğu tanıdığı batı insanının hayatını
ve başarılarını aktarm ıştır. Alm anya'nın ulaştığı seviyenin fikri planını ve derin yapısını bu
şiiri ile okuyucuya ulaşmıştır. Doğunun ihmal edilm işliği ataleti, cehaleti, tefrika içindeki
durumu şiirde yer alır. Çalışkanlığın, ciddiyetin, ilm in vesile olduğu seviye gıpta ile dile
getirilir.Tam am ı on bölüm olan bu şiir 8 Nisan 1915'ten itibaren aralıklarla Sebilürreşad'da
tefrika edilm iştir.

Akif'in Almanya'da daha uzun süre kalm ası istendi. A ncak o arkadaşı "Şeyh Şerif Salih el
Tunusi'ye söylediği gibi;"Ezan Sesi"nin hasretini çekiyordu. Sadece bu da değil, Alm anya,
O'nun hassas kalbinde kendi yurdunun sahibi olm adığı m edeniyetin hasretinin acısını,
şifasız yara hâlinde ayaklandırm ıştı."7

Berlin Hatıraları'nın son mısraları, o günlerde devam eden Çanakkale m uharebelerinin


zafer m üjdesini verm ektedir. M illetim izin m utlaka galip geleceğine olan inancını hiç yi-
tirm em iştir. Bu kısım istiklâl Marşı'nda olduğu gibi "Korkm a" hitabıyla başlar:

5 Safahat, Mehmet . kif. Haz. Orhan Okay, Mustafa İsen, D.İ.B. Yayınları, ikinci Baskı, Ankara 1992 s.247
6 A.g.e. s.249
7 Kutay, Cemal;Necid Çöllerinde Mehmet Âkif, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1992, s.24
MehmetÂkif
144
Ersoy
-Korkma!

C ehennem olsa gelen göğsüm üzde söndürürüz

Bu yol ki Hak yoludur, dönm e bilm eyiz, yürürüz!

Düşer mi tek taşı, sandın, harim-i nam usun?

Meğer ki harbe giren son nefer şehid olsun.

Değil mi cephem izin sinesinde im an bir;

Sevinm e bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir;

Değil mi sinede birdir vuran y ü re k ... Yılmaz!

Cihan yıkılsa, em in ol, bu cephe sarsılmaz!

Yakında kurtulacaktır bu ce p h e ...

-Kurtulacak!...

Dem ek yıkılm ayacak kıblegah-ı am alim !..

Dem ek ki ö lm ü y o ru z...

Haydi arkadaş gidelim! 8.

M ehm et Akif'in şiirde "arkadaş" diye hitap ettiği şahıs Yarbay Öm er Lütfi Bey9'dir. Resmi
ziyaretlerden fırsat buldukça Berlin'i ve Alm anya'nın değişik bölgelerini birlikte gezm iş­
lerdir. Berlin hatıraları adını taşıyan şiirlerinde arkadaşım diyerek bu şahsı nesilden nesile
yaşatm ıştır.

Almanya'da bulunduğu sırada "Alman gazeteleri, O'nun İslâm askerleri üzerindeki derin
m anevî him m etinden sitayişle bahsettiler. Vunsdorf cam im deki hutbelerinin Alm anca
tercüm esini neşrettiler.10

Berlin'de yazdığı şiirlerle Doğu- Batı karşılaştırm asını en güzel şekilde yapm a imkânı
bulm uştur. Doğunun geriliğini ve sebeplerini, batının ilerlem esini ve gelişm e tem elle­
rini kavram aya çalışm ıştır. Asım'a yapacağı teklifleri yerinde görerek, Batı ile aram ızdaki
mesafeyi kapatm a yollarını tespit etmiştir.

2. Necid Yolculuğu:

Mayıs 1915'de başlam ış ve Ekim 1915'te tam am lanm ıştır. Â kif bu seyahati de Teşkilât-ı
M ahsusa adına yapm ıştır.

M ehm et  kif fikirleriyle ve düşünceleriyle çok geniş bir coğrafyada tanınıyordu. Sırat-ı
M üstakim ve daha sonra Sebilürresad adıyla devam eden basın faaliyeti bu büyük mü­
8 Safahat, Mehmet . kif. Haz. Orhan O kay, Mustafa İsen, D.İ.B. Yayınları, ikinci Baskı, Ankara 1992 s.285 -286
9 Yarbay Ömer Lütfi Bey Safahat'ın daha birinci kitabı çıktığı zaman Âkif'i tanır birini bulmuş, Sırat-ı Müstakim idarehanesinde onu
ziyaret ederek eserinden dolayı tebrik etmişti, işte bu yarbay o sıralarda memleketimize gönderilecek mühimmatı satın alma
ve muayene etme heyetinde aza idi. ( Erişirgil, Emin : ölümünün 50. Yılında İslâmcı Bir Şairin Romanı, Türkiye iş Bankası Kültür
yayınları, Ankara 19861.Baskı s.241)
10 Kutay, Cemal,Necid Çöllerinde Mehmet Âkif, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1992, s.24
Dönemi ve
145
Çevresi
tefekkirin tanınm asına vesile olm uştur. İstanbul'da yayınlanan bu gazeteler İslâm dünya­
sının birçok bölgesine ulaşıyor, o günlerin ittihad-ı İslâm politikasına katkı yapıyordu. Bu
sebeple Akif'in içinde bulunduğu bir heyetin gücü ve tesiri daha büyük olm aktadır.

Arabistan toprakları, bilhassa Hicaz bölgesi, dinî m erkez oluşu sebebiyle O sm anlı Devleti
için özel bir önem taşıyordu. M ekke ve M edine'nin m anevî değeri bölge aşiretlerine ve
reislerine olan ilgiye ayrı bir değer katıyordu. Her yıl bölgeye sürre alaylarının gönderil­
m esinde bu hassasiyet vardır. Petrol kaynaklarının bol olduğu bu bölge, bilhassa ingiliz-
ler için Süveyş kanalını da kontrol etm esi bakım ından özel önem taşıyordu. Ingiliz casus­
ları bölgeyi OsmanlI'dan koparm ak için her yolu deniyorlardı. "Hicaz Em iri Şerif Hüseyin
Paşa ile oğullarının, harbin en çetin safhaları içinde olan ve ölün kalım savaşı yapan dev­
letim ize karşı isyana hazırlandığı inanılır kaynaklardan" tespit edilm iştir."11 Bu durum da
muhtem el bir isyana karşı tedbirler alm ak ve Osm anlı Devletine sadık kalacak bölgelerin
idarecileriyle görüşerek denge oluşturm ak gerekiyordu. Yem en ve Necid12 bölgesi şeyh­
leri Osm anlI'ya sadakatini devam ettiriyorlardı. A kif'in de içinde bulunduğu dört kişilik
heyet bu sadakati kuvvetlendirm eye ortam ın nezaketini anlatm aya gidiyordu.

Heyet bu bölgeleri tarayacak, bağlılıkların teyidini alacak ve aşiretlerin tahriklere kapıl­


mamalarını sağlayacaktır. Şerif Hüseyin'in isyan etm esi hâlinde yapılacak işleri konuşa­
caklardır. Bu heyette M ehm et A kif'ten başka, Enver Paşa'nın yaveri M üm taz Bey, Afrika ve
Arap işleri m üşaviri Şeyh Şerif Salih el Tunusî ve Teşkilat-ı M ahsusa reisi Eşref Kuşçubaşı
vardır.

Necid yolculuğu Almanya'dan farklıdır.M ehm et Âkif, Almanya'da bulunduğu iki aylık za­
man içinde Berlin'de ikam et etm iş, Alm anya'nın bazı yerlerini görm üştür. Necid yolculu­
ğunda ise, Osm anlı topraklarının geniş bir alanında incelem e ve gözlem yapm a im kânı
bulm uştur. Bu yolculuk İstanbul'dan Necid'e kadar sürerken tren hattının dışındaki yer­
ler, Toroslarda m ekkarelerle geçilm iş, Medine'den sonraki yerlere develerle gidilm iştir.
Güzergâh şöyledir: İstanbul, Pendik, İzm it, Şam, M edine, Bir-i Nasip, Vadi-i Hamiz, Hail;
H ail.Teym e Köyü, El M uazzam Tren istasyonu, Beyrut, Şam -istanbul. Gidişte, M ehm et Âkif
ve El Tunusî Şam'da bir süre kalmışlar, M üm taz Bey ve Eşref Kuşçubaşı o sıralar Kudüs'te
bulunan Cemal Paşa'yı ziyaret etm ek için Kudüs'e gidip gelm işlerdir.

Medine'nin kuzeydoğusundaki Hail kasabası bu yolculuğun m erkezi olm uştur. Orada


Osm anlı'ya sadık aşiret reislerinden, önce ibn-i Reşit'le görüşüp Padişahın hediyelerini
takdim etm işler, diğer aşiret reislerine durum u anlatm ışlardır.Daha sonra M ehm et Âkif,
M üm taz Bey ve El Tunusi Hail'de kalmışlar, Eşref Kuşçubaşı, beş korum a ile g üneyde­
ki Breyd kasabasına padişah Sultan Reşad'ın hediyelerini ibn-i Suud'un vekili Em ir El
Breyd'e teslim etm ek için gitm iştir.

M ehm et  kif Hail'de bulunduğu günlerde sabahları erken saatlerde kalkıp Necid Ç ölle­
rinden M edine'ye adlı şiirini yazm ıştır. Medine'yi ikinci defa gören  kif şiirini yazm ak için
gerekli birikim i yapm ıştır.
Menaha'dan geçiyorduk ikindi olm uştu

Çıkınca karşım a Cânânım ın yeşil yurdu

Gözüm karardı atıldım Harim-i Cazibine;

Yarıp cem aati düştüm direklerin dibine


11 A.g.e. s.25
12 Necid, kuzeyden kısmen Bağdat, Basra ve Suriye vilayetleriyle; doğudan Basra körfez sahilinde bulunan Lahsa (Ahsa) güneyden
Yemene ve Batıdan da Hicaz Vilayeti ile çevrilmiştir. Merkezi Riyad'dır. (Söylemezoğlu Şefik Kemal, Hicaz Seyahatnamesi. Necid
ve Ahsa'da Osmanlı Hakimiyeti Türk Tarih Kurumu Yayınları 1998 Ankara s.8)
Mehmet^jf
146 Ersoy

Üç ay Tiham e deyip çiğnedim hıyabanı

Kem iklerim bile yanm ıştı belki sahrada

Yetişm eseydin eğer Ya M uham m ed im dada

Eserdi kum da yüzerken serin nefesin

Akar sular gibi çağlardı her tarafta sesin.13

Bu seyahatte M ehm et  kif değişik renk ve boyda M üslüm anları Medine'de Hz.
M uham m ed'in kabri önünde huşu içinde dua ederken görm üş, İslâm kardeşliğinin ve
ittihad-ı İslâm fikrinin pratiğini yaşam ıştır. Bir aya yakın bir zam an Hail'de kalan  kif ed e­
biyatım ıza böylesi güzel bir şiiri de arm ağan etm iştir.

Hail çok sıcaktır. G ündüz gölgede 60-70 derece gece sıfıra yakın çöl iklimi kafileyi yorm uş­
tur. Yirm i beş kişilik m aiyetten bazılarında hastalık görülm eye başlamıştır. Ç anakkale m u­
harebeleri devam etm ektedir. Heyet savaşın son durum unu da öğrenm ek istem ektedir.
Zaten görev tam am lanm ıştır. Dönm eye karar verirler. En yakın istasyon, El -M uazzam 'dır.
Fırtına sebebiyle y olculuk tehlikelidir. Bölgeyi iyi bilen yerlilerin tavsiyesi yola çıkm am ak­
tır. Buna rağm en yola çıkılır. Söylendiği gibi tehlikeli ve sıkıntılı çöl yolculuğundan son­
ra El-M uazzam istasyonuna önce ulaşan Eşref Bey Ç anakkale Zaferinin m üjdesini Enver
Paşa'dan alır. Bir gün sonra da istasyona vasıl olan  kif ve arkadaşlarına o m üjdeyi verir.
 kif o gece Çanakkale'den yüzlerce kilom etre uzaklıkta Çanakkale şehitleri şiirinin ilha­
mını ruhunda yaşadı. Şiirinin tem ellerini attı. Sevinç gözyaşları döktü s a a tle rce ...B ir süre
sonra bu duygular ve ilk hazırlık, altıncı Safahat'ta son şekliyle Ç anakkale şehitleri des­
tanı olarak yayınlanm ıştır.

Yol arkadaşı Eşref Bey şöyle d iy o r: "Şim di sizlere bir hakikati iblağ ed e y im ...Ç an ak ka le
Destanı'nı M ehm et Âkif, Hicaz yolculuğu devam ederken daha yolda yazdı ve ancak on­
dan sonradır ki tabii hüviyetine girebildi."'4

4 . M ısır Y ılla r ı:

M ehm et  kif C um huriyetin ilânından sonraki iki yılı kışın Mısır'da yazın İstanbul'da g e­
çird i.1923-24 yıllarında m evsim lik olarak bulunduğu bu yerde, 1925 yılının Ekim ayın­
dan itibaren yıl boyu 1936 yılına kadar kalır. Mısır'da kaldığı yıllarda Mısır Üniversitesi El
-C am iat'ül M ısrıyye'deTürk Dili ve Edebiyatı öğretm enliği yapm ıştır.Aynı yıllarda Kur'an
tercüm esi üzerinde çalışır.Bu çalışm aya çok önem verdiği, ziyaretçilerin gözlem lerinden
ve Âkif'in beyanlarından anlaşılm aktadır. Şiire ayırdığı zam an azdır. Bu dönem de daha
sanatkarane şiirler yazm a ortam ı vardır. M em leket hasretiyle Mısır, İstanbul karşılaştır­
ması yapar.
Ey bâd-ı saba uğrayacaksın ya şimale,

Bilm em , bir işim var sana etsem mi havale,

Vakta ki sekiz yüz mili bir nefhada geçtin,

Vakta ki bizim yerleri rüya gibi seçtin.

13 Safahat, Mehmet .Âkif, Haz. Orhan Okay, Mustafa İsen D.İ.B. Yayınları ikinci Baskı Ankara 1992 s.289-292
14 Kutay, Cemal;Necid Çöllerinde Mehmet Âkif, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1992, s. 90
Dönemi ve
147
Çevresi
Biz poyrazı görsek diye dam larda gezerken,

Siz yelkeni açmış, suyun üstünde akarken,

Biz küplere binm iş, size hasretle bakarken!

insaf edin kopm ayacak şey mi k ıy a m e t.?15

Mısır'da son yazdığı şiirleri de ekleyerek Safahat'ın "G ö lg e le r" adlı yedinci kitabını ya­
yınlar. M usikiye zam an ayırm a fırsatını bu dönem de daha çok bulur. Şeyh M ahm ut'un
şarkılarını dinler: Onlar içinde en sevdiğinin tercüm esi şudur:

" Ey sabâ rüzgârı selâm ım ı git vatan evlatlarına,

Vatan vadilerine söyle,

Bir gün kader m üsaade ederse onların hayalini,

Velev ki rüyada göreceğim ."16

5. A n ta k y a G ü n le ri:

Rahatsızlığı nedeniyle hava değişim i için 1935'in Tem m uzunda Cebel-i Lübnan'a, oradan
da Ağustos başında Antakya'ya gitm iştir. Beklenen şifa gerçekleşm ediği için iki ay sonra
Mısır'a dönm üştür.

S o nuç

M ehm et  kif hayatının büyük kısm ını doğup büyüdüğü yerlerden uzakta geçirm iş bir
sanatçı,bir gurbet şairidir. Bu zor şartlar içinde üzerine düşen görevi yerine getirm eye
çalışm ıştır. Şiirleriyle, gazeteciliğiyle, hitabeleriyle m illetin hislerine tercüm an olm uştur.
Seyahatte bulunduğu süre içinde vatanın kıym etini daha iyi anlam ış, hasretini çektiği
vatanın güzellikleri için şiir birikim i hazırlam ıştır. Ailesi bu ikam etlerin bir kısm ında bu­
lunm uş, çoğu zam an evinden aile fertlerinden ayrı kalm ıştır. Seyahatleri şiirlerinin ilham
kaynağı olm uş, intibaları m ısralar içinde okuyucuya sunulm uştur.Görüp de yazm a anla­
yışını gerçekleştirecek vesileleri değerlendirm iştir.Seyahatten Safahat'a yansıyan şiirler
Akif'in şiir sanatının en güzel num uneleri olmuştur.

15 Safahat, Mehmet.Âkif, Haz. Orhan Okay, Mustafa İsen D.İ.B. Yayınları ikinci Baskı Ankara 1992 s.420-421
16 Erişirgil, Emin : ölümünün 50. Yılında Islâmcı Bir Şairin Romanı, Türkiye İş Bankası Kültür yayınları, Ankara 19861.Baskı s.402
MehmetÂkif
148
Ersoy

Akif'in İnsana Bakış


S. Hayri Bolay
Prof. Dr.

Alexis Carrel'irı dediği gibi "insan bu m eçhul" mü? Hiç mi


bilgim iz yok onun hakkında? insanın mahiyeti nedir? Ya­
ratılm ış mı yoksa tabiattan mı türem iş? Nasıl bir varlıktır?
M addenin ve tabiatın evrim leşerek, gelişerek tekam ül
etm iş şekli midir? Dolayısıyla hayvanın bir basam ak üstü,
hayvanın biraz daha zekisi olan bir varlık mıdır? İnsanın
tabiatla , Tanrı ile ilişkisi nedir?, Nasıldır? insanın gücü,
kudreti nedir, bunun bir sınırı var mıdır? Yoksa o bazıları­
nın dediği gibi Tanrı m ıdır?Tanrı olabilir mi? Onun iradesi,
hürriyeti ve m esuliyeti var mıdır? Varsa bunlar sınırlı mı­
dır? Yoksa sonsuz m udur? A hlâk neden insan için vardır?
: #■ Aile ve cem iyet, devlet neden insan içindir, insan bunları
neden kurm uş ve bunlar içindeki rolleri, tesirleri nelerdir?
" İh sa n neden çalışm ak ihtiyacındadır?

İnsanın esas tabiatı nedir? Bu tabiatla nasıl insan olunur?


İnsan olm anın esasları ve şartları nelerdir?insan nasıl şah­
siyet kazanır? Varlığını nasıl ortaya koyar?Tabiata karşı ha­
kim iyet ve üstünlük kurabilir mi? Bunda aklın yeri ve rolü
nedir? O, tabiata hakim olm ak mı ister, yoksa tabiata ve
kâinata uym ak ve iştirak etm ek mi ister?

aipsan hakkında bunlar ve benzeri pek çok soru var. Bu


rulara tarih boyunca bilim adam ları, filozoflar, m uta­
savvıflar, m ütefekkirler değişik açılardan ve değişik tarzda
cevaplar aram ışlar ve çok faklı çözüm ler getirm işlerdir?
M ehm et  kif de kendine göre bu sorulara cevap aramış
ve insanı tanıtm aya çalışm ıştır.
Dönemi ve
149
Çevresi

Batı düşünce tarihine bir göz atarsak, görürüz ki, insan m uhtelif şekillerde yorum lanm ış
ve anlaşılm ıştır. Mesela eski Yunan'da insan, um um iyet itibariyle akıl, akıllı varlık veya
"akıllı hayvan" olarak anlaşılm ıştır. Bir diğer insan anlayışı da tabiatçı ve m addeci insan
anlayışıdır ki esası, üstün varlığı aşağı olan varlığa indirgem ek, bireşik/m ürekkep olanı
basite irca ederek izah etm ektir. Bütün evrim ci, Darvvinci, m ateryalist ve m arksist anla­
yışlar bu çerçeveye dahil edilebilir. Bu çerçevede insanı üretim m akinesi veya seks m a­
kinesi yahut kudret heykeli gibi gören anlayışlar da zikredilebilir. Bir de eski bir papaz
olan Alm an filozofu Max Scheler'in ve daha başkalarının hüm anizm adına insanı tanrı
ilan etm elerini de unutm am ak lâzımdır.

Aslında insan, sanayi devrim inden sonra, hayatı yönlendiren kör ekonom ik kuvvetle­
rin objesi haline getirilm iş, putperestliğin biçimi ve m uhtevası değiştirilm iş olup, Eric
From'un dediği gibi, insan, "kendi ellerinin em eğine tapm akta, kendisini bir nesneye dö­
nüştürm ekte. (Yeni Bir İnsan Yeni Bir Toplum , İstanbul, 1984, s. 72) kendi yaptığı m akine­
nin esiri olup robot durum una düşm ektedir.

M ehm et A k if'in in sa n a n la y ış ın a g e lin c e :

M ehm et Akif'in yukarıdaki insan anlayışlarıyla bir ilgisi yok. Kendisi, insana çok büyük
değer v e r ir , o, belki de yeni Türk edebiyatında insan hakkında “insan" başlıklı m üstakil
bir şiir yazan tek şairdir. Ayrıca "Tevhid yahud Feryat" başlıklı şiirinde insanın ruhsal ve
zih n î yapısını ele alm ış, im an ve inkâr durum unu ve bundan doğan m eseleleri anlatm ış­
tır. "Geçinm e Belası"adlı şiirinde ağır hayat şartları içinde kıvranan insanın m ücadelesini
anlatm ış, "D urm ayalım " başlıklı şiirinde neden ve nasıl çalışm ası lâzım geldiğini ortaya
koymuş, ona üm it, cesaret ve heyecan aşılam ıştır Ayrıca insanı çocukluğu, gençliği, yaşlı­
lığı, hastalığı iç in d e , m eyhanede, m ahalle kahvesinde, m ezarlıkta, hastahanede, bayram
yerinde, harp m eydanlarında çarşıda, pazarda, er m eydanlarında, m evlütte, köy d üğ ün­
lerinde hasılı hayatın her ânında ve her köşesinde kendi kam erasıyla takip etm iş, m üşa­
hede altında tu tm u ş, tabir caizse bazen da "zum yapmış", teferruttaki bazı şeyleri m ercek
altına alarak tahlilini, tenkidini yapm ış ve her şeyi ona göre değerlendirm iştir. Bunlara
ilaveten S afah atîn m uhtelif yerlerinde m eseleye değişik şartlarda kısa kısa da olsa eğil­
meyi ihm al etm em iştir.

O nun anlattığı insan, m uhtelif tiplerde tasvir edilir. Bu insan tiplerini, m üsbet ve m enfî
tipler olarak sınıflandırm ak m üm kündür. M üsbet/olum lu olm ayan tipler um um iyetle,
tem bel, ye's içinde , riyakâr, iki yüzlü, m enfaatçı, zalim , cahil, fırsatçı, seviyesiz, m illetten
kopmuş, onun bütün değerlerine, ailesine, dinine, geleneklerine, tarihine düşm an ol­
muş, yabancılaşm ış, Batı hayranı, m antıksız, m uhakem esiz, aklını iyi kullanam ayan tipler­
dir. M üsbet tip ler ise bunların zıddı olan tiplerdir.

Peki bu kadar üzerinde durduğu insan nasıl bir varlık?


MehmetÂkjf
150
Ersoy
İn sa n v e A lla h iliş k is i:

M ehm et  kif m erhum , evvela insanı özel olarak yaratılm ış bir varlık olarak görür. Bunun
için Allah'a inanır ve bağlanır. Peki o, Allah'a neden inanır ve bağlanır? Çünkü insan, in­
sanın varlığı, ta b ia ta , evrim e ve kendisine dayanarak açıklanam az. Aşağı varlıklar, üstün
olanı izah edem ez veya onları izaha ve anlam aya yetm ez. İnsandan ve kâinattan üstün
bir yaratıcı yoksa İnsanî varlık izahsız kalır, insanın varlığı, ş u u ru , m anevî dünyası ve im anı
daim a olgular yığını olan evreni aşar. Âlem ve insan bu üstün yaratıcının tecelli sahasıdır.
Onda ve âlem de esm a'ül-hüsna değişik şekillerde her an tecelli etm ektedir

Düşüncem izden, inancım ızdan ve hayatım ızdan Allah'ı çıkarırsak insanın sevgisi, şuuru,
hür oluşu, m esuliyeti m ânâsız kalır? Çünkü insanın aklı, iradesi ve m anevî dünyası tabia­
tın kör kuvvetine indirgenm iş olur. Tabiatın bu yüce değerleri yaratm a kudreti yoktur. Bu
kör kuvvet şuuru, im anı ve bilgiyi doğuram az. insan Allah'a karşı mesul olursa, kendisine
ve başka insanlara karşı da mesul olur. Buradan da değerler dünyasını oluşturur, ahlakî
ve toplum sal kanunları çıkarır, insanın kudreti bilgisi kadar im anından da gelir. Bir şeye
inanm ayan insan hiçbir şey yapam az. Bilim adam ı da başladığı araştırm anın sonuç v ere­
m eyeceğine inanırsa bir şey elde edem ez, insanın kendisi, başkaları ve tabiat üzerindeki
etkisi ve hakim iyeti bu im andan gelir. Çünkü onun kudreti de im anından gelir. Tabiatta
ve hayvanlarda ne şuur var, ne akıl var, ne im an var, ne dil ve ne bilim var, ne eğitim var,
ne kavram lar dünyası var, ne de m edeniyet var. Ama bunların hepsi insanda var ve bunlar
insana kör ve şuursuz tabiattan ve hayvandan gelm iş olam az. Hilmi Ziya Ülken hocam ın
dediği gibi "onun kuvveti, 'hayır' dem esinde değil, 'evet' dem esindedir. "Yani inkâr et­
m esinde değil ikrar ve tasdik etm esindedir, işte M ehm et  kif Bey'in Allah'a inanm ası ve
bağlanm ası, insanı, insanlığı, toplum u ve insaniyeti tem ellendirebilm ek, izah edebilm ek,
anlayabilm ek ve anlatabilm ek hedefine m üteveccihtir.

İn sa n ru h u y la m ı in sa n ?

M ehm et  kif Bey'in anladığı m ânâda insan, natüralist, m addeci, evrim ci, yaratılış karşıtı
insan anlayışlarının aksine, bedeniyle değil, ruhuyla insandır.

Sokrat, bir ayakkabıcıya insanın ruhuyla mı yoksa bedeniyle mi insan olduğunu sorar? O
da bedeniyle insan olduğunu söyler. Bunun üzerine Sokrat adam a öyle sorular sorar ki
hakikate, onu yaklaştırır, sonunda da, yanlış hatırlam ıyorsam , kunduranın kundura usta­
sını tem sil edip etm eyeceğini sorar. Kunduracı da ustanın kunduradan farklı olduğunu
ve kundura ustasını tem sil edem iyeceğini söyler. Bundan sonra Sokrat'ın kunduracıya
insanın ruhuyla insan olduğunu itiraf ettirm esi zor d e ğ ild ir.. M ehm et  kif Bey, bu konu­
da ne diyor, bakalım :
insan ki onun ruh ile insanlığı kaim

Daim oluyor cisminin âm âline hâdim

Gelseydi eğer ruhunu i'iâya da nevbet

Anlardı nedir, belki, hayatındaki gayet (Geçinme Belası adlı şiir, s. 35J
Dönemi ve
151
Çevresi
Dem ek ki insanın insanlığı ruhuyla kaim olup daim a bedeninin em ellerine hizm et et­
mektedir. Eğer bir gün ruhunu yüceltm eye sıra gelirse, o zam an, hayatının gayesini anla­
ma fırsatı bulacaktır. Bu gaye de insanın ruhunu m eleklerden de üstün olan eski m evki­
ine çıkarm aktır. M ehm et Âkif, bu noktada, insanın m utlak bilgiye ve hayata ulaşm asının
im kânsız olduğunu ifade etm eyi de ihmal etm ez.

Onun, insanı yaratılm ış hem de özel olarak yaratılm ış bir varlık olarak gördüğünü yu ka­
rıda belirtm iştik. İnsan onun nazarında “hilkatin birn üsha -i kübrası"(yaratılışın en büyük
nüshası), “kudret-i ilahiye edebiyatının en güzei beyti", "bütün şevki istikbale yönelm iş" bir
varlık, "terakki meyli yaratılışından kökleşm iş bir ruh", "küçücük cirm ine rağm en İlâhi sanatın
bir gayesi"d i r. “Bu itibarla sonu bulunm az ve nihayeti gelm ez""bir sırr-ı İlah î", "İlahî tekliflerin
tecelligâhı", b ir " başka cevher"dir. Bu kadar da değil.

İn sa n ın m a h iy e ti (neliği):

Alm an filozofu Hegel, HristiyanlıktakiTanrı-Ruh'ül-Kuds ve İsa üçlüsünden dolayı insanın


m ahiyetinin Tanrı ile aynı olduğunu ileri sürer. M ehm et  kif ise böyle fikirlere itibar et­
mez, o, insanın m ahiyeti itibariyle "m e le k le rd e n d e u lv î" olduğu kanaatini taşır:
“Senin m âhiyetin hatta meleklerden de ulvîdir,

Avâlim sende pinhandır, cihanlar sen de m atvidir (İnsan adlı şiir, s. 72)

Dem ek ki insan, m eleklerin kendisine saygıya durduğu bir varlık olarak hem onlardan
çok yüce, hem de âlem ler onda gizlenm iş, cihanlar da onda dürülm üş ve bükülm üştür,
yani bütün evrendeki varlıkları bünyesinde nüve halinde ihtiva eden , çok karm aşık ve
İlahî hitaba ve m esuliyet teklifine m ahzar o lm uş çok üstün bir varlıktır.

Bu sebeple M ehm et Âkif, "m eleklerden büyük hem çok büyük tebcile m ahzar"olan bu çok
yüksek vasıflı varlığın hem en tecelli etm esini ister; ama insan şiirinin sonunda bir end i­
şesini ve korkusunu da belirtm ekten kendini alam az. O da kadri, kıym eti m eleklerden
yüce iken hayvanların seviyesine düşm ek tehlikesi. Bundan dolayı M ehm et Âkif, insanı,
fiillerinin, hareketlerinin ve eylem lerinin ne olması lâzım geldiği hususunda düşünm eye
davet eder. Eğer fiillerini aklının değil de arzularının em rine verir de nefsanî arzularını
kontrol altına alam azsa, hayvanlarla m üsavi olacaktır. Bu ise onun fıtratına, tabiatına ve
yaratılış gayesine aykırıdır. Çünkü m eleklerden daha üstün bir seviyede iken o seviyeyi
koruyam am ak çok büyük bir düşüş olacaktır. Bunun için tabiatını, yaratılıştaki ham m ad­
delerini, kabiliyetlerini geliştirm esi, işlem esi ve insanîleştirm esi icab eder.

B u n u n y o lu n e d ir?

insanın m eleklerden üstün olan seviyesini korum asının ilk şartı Yaratıcıyı tanım ak ve
ona im an etm ektir. M ehm et  kif Bey, "Tevhîd yahud Feryâd"ad lı şiirinde hem uluhiyet,
hem de im an, küfür, ilhad, kötülük gibi m eseleleri ele alır. Aslında bu şiir İlahî nizam ın
yeryüzündeki ve toplum daki aksi yani yansım ası gibidir. Ona göre , "O , her ân yeni bir
yaratm adadır"(Rahm an: 729) m ealindeki ayetten ve benzer ayetlerden aldığı ilhamla
Mehmet^jf
152
Ersoy
Allah'ın hiç ihtiyacı olm adığı halde her daim yaratm akta olduğunu, sürekli çalıştığını,
evrenin de daim î bir hareketlilik ve faaliyet halinde bulunduğunu söyleyerek fevkalade
dinam ik bir Allah anlayışı ortaya koyar:
M asiva bir şey midir, boş durm uyor Hâlik bile

Bak tecelli eyliyor bin şe'n-i gûnâgûn //e(Durmayalım adlı şiir, s. 31)

Evrende hiçbir zerre bile olsa hiçbir varlık, bu hareket zenginliğine ve faaliyet çeşitliliğine
bîgâne değil, Çünkü Allah'ın yaratm a , tekvin sıfatı her an tecellî ediyor ve aktif bir şekilde
onlara da tesir ediyor. Daha doğrusu bütün varlıklar da Kainatın bu ahengine uyuyorlar:
Şöyle gözden geçse bir hilkat temaşâ-hânesi,

Çıkmıyor bir zerre fa'aliyyetin Mgdnes/YDurmayalım adlı şiir, s. 31)

İşte böyle hareketli bir evrenin bir parçası olan ve böyle her daim yeni yaratm alarla kar­
şılaşan insanın bir"nüsha-i kübra" olabilm esi için önce m utlaka iman etm esi gerekir. Bu
bakım da im ana M ehm et  kif ayrı bir önem ve değer verir:
im andır o cevher ki ilahi ne büyüktür!

İm ansız olan paslı yürek sinede yüktür. (Tevhîd yahud Feryad, s. 21)

M ehm et  kif m erhum imanı tasvir ederken daim a "güven", "ümit", "azim","sa'y", "m ücade­
le", "harp", "ilim", "bilgi", "cesaret", "atılmak", "kervana yetişmek", "ziya" gibi bir çok kavram
kullanır. Bu onun ne kadar iyim ser olduğunu , bedbinliğin insana ne büyük zararlar vere­
ceğini bildiğini gösterir. Bundan dolayı olayların şerre değil "h a y ra da y o ru m la n m a sın ı
ister. Dolayısıyla onun düşünce sistem inin m erkezinde ilim, im an hareket, değişim , yeni­
leşm e ve iyim serlik var. ileride göreceğim iz gibi ilhadı ve küfrü de "ümitsizlik", "karanlık",
"boşluk", "anlamsızlık", "atalet", "tembellik", "cesaretlizlik", "korkaklık"gibi m uhtelif kavram ­
larla ifade eder

M ehm et Âkif, Kur'an'a dayanarak ve dinam ik Allah anlayışından yola çıkarak im anlı ama
im anının gereği olarak dinam ik bir insan ve dinam ik insanlardan kurulu dinam ik bir top­
lum m odeli geliştirm eye çalışır. Bunun için de İslâm'ın doğuş ve yükseliş y ıllarındaki biz­
zat İslâm'ın kendisinden yükselen dinam izm i örnek gösterir. Hz. Ömer önce "d e h şe tli
z ıp ırk e n " nasıl olm uş da insan takatim aşan bir adaletin tem silcisi olm uş, Hz. Ali'deki bu
derin irfan nereden gelm iş? Bunların hepsi İslâm'ın m edenileştirici m uhtevasından ve
dünya görüşünden gelm ektedir. Dolayısıyla hakiki insan o kaynaklara dayanarak ve onla­
rı içselleştirerek"/nsan-ı kdm/V"olabilir. Ama bunun için nihilizm den ateizm den, inkardan/
küfürden kurtulm ası yahut bunların deryasına düşm em esi icab eder.

T e v h id in m â n â sı v e ilk e s i:

"Tevhîd"in m ânâsı birlik dem ektir; buna m ukabil tevhîd'in ilkesi, insanın nitelikleri ve ka­
biliyetleri itibariyle sınırlanm adığı, tek tek niteliklerinin onun bütün varlığını ve kabiliyet­
lerini tem sil edem iyeceği anlam ını taşır. İşte bu ilkenin ışığında insan, yerde ve gökteki
Dönemi ve
153
Çevresi
kainatın çalışm a disiplinine ve âhengine uyarak hayatta pek çok şey yapabiliyor. Böylece
alem de varlıklar arasında birlik m eydana geldiği gibi, bu birliğin toplum a da yansım ası
toplum sal birliğin meydana g elm esine im kan verm ekte, insanın sım ırlandırılm ayan kabi­
liyetlerinin işletilm esi ile bu birlik toplum a ve tabiata taşınm aktadır.

İnsanın toplum daki ve dünyadaki yaptıkları ve başarıları, saym akla bitm ez. M ehm et  kif
m erhum m eseleye bu açıdan bakarak "insan" şiirinde insanın tabiatta im zasını attığı ba­
şarılarını sayıp döker. Yalnız o başarıların neler olduğuna geçm eden evvel bir hususa işa­
ret etm ek yerinde olacaktır:

İki tip insan:

M ehm et  kif Bey, insanı bir m adalyonun iki yüzü gibi görür: Bir yüzünde fert, beşer mar.
Bu fert, insanileşm em iş, m anevileşm em iş varlık. Aciz, geri, cahil, çaresiz, m e n fa a tçı, kü­
çük, y iy ic i, zavallı, cahilliği nisbetinde küstah, haddini bilm ez, dalkavuk, riyakâr, iki yüzlü,
üm itsiz, m anevî değerleri yeterince kazanam am ış kim selerdir

M adalyonun diğer yüzünde ise insan var. Bu insan, kudretli, im anlı, hür iradeli, azim li,
azm inden şaşm az, zekî, aklını iyi ve hayırda kullanan, araştırm acı, m anevî dünyası zen­
gin, ruhsal yapısı ahenkli ve huzurlu, dürüst, tenkitçi, soruşturan, kendini sorgulayabi­
len, tutuğunu koparan , sonuna kadar hayat m ücadelesi verm ekten çekinm eyen , ideali
için önüne gelen her engeli aşabilen, hareketli, dinam ik, çalışkan, üretken, sabırlı, daima
iyimser, olayları hep iyiye yorar, daima kendi olm ak ve kalm ak isteyen yüksek şahsiyet
sahibi, im anını ve m üsbet ilim leri kendine destek edinm iş "yaşama/c hırs-ı cibillîsine mec-
lub" bir varlıktır. Zaten bu nitelikler ve hasletler onun tabiatında m ündem i (gizli) tir.

Fertten insan nasıl çıkar?

Fertten, ferdin yontulm am ış kaba tabiatından böyle yüksek nitelikli bir insan nasıl çıkar?

Bir defa hayat harbini kazanm ak için daim î çalışm ak gerekir:


Bu harb içinde kazanm aktadır çalışmış olan;

Çalışm ayıp oturandır, gebertilen, boğulan (Vaiz kürsüde, s. 262)

"İnsan hayatı m ücahede/çalışm a m ahsulüdür, "o olm adıkça ne fertler, ne aileler, ne cem i­
yetler, ne cem aatlar, ne de m illetler olur!

Eğer çalışm azsa insan olam az, insan olam ayınca bilim den, bilgiden , ilmin kudretinden
m ahrum kalır. Bu takdirde ç o k acı bir netice ile karşılaşır: Bilim ve teknoloji kudretine
sahip olanların m ahkum u, kölesi olm ak, yani hürriyetin ve istiklalini k a yb e tm e k .:
Garbın/Batının emriyle yatıp kalkmaya artık m ahkum

Çünkü, hâkim yaşatan şevket-i fenden!bilim in kudretinden? m ah­


rum (Asım, s. 441)
154
MehmetÂkif
Ersoy
"Ben insanım'."dem ek yetm ez, zaten dese bile bunun alam etleri ortaya çıkm ayınca kimse
inanm az. Ö yleyse insan olm anın esası nedir? Hürriyet ve hak sahibi olm ak ve bu hürriyet
ile hakların m asun (dokunulm az) olması gerekir:
Desen bir kere:"İnsamm!" kanan kim ? Hem niçin kansın1

Hayır, h ürriyetin, hakkın m asun oldukça insansın.

M ehm et  kif Beye göre hürriyete ve bir takım haklara sahip olm ak yetm ez. Onları hak
etm ek ve koruyabilm e lâzım . Korum ak için de ne yapm alı? kif m erhum a kulak verelim :
Bu hürriyet, bu hak bizden bugün â heng-isa'y ister (çalışma ahen­
gi, düzeni ister,)

Nedir üç dö rt alın? Bir yurdun alnından boşansın ter. (s. 454)

Bir başka yerde adam olm anın şartı olarak da hürriyeti, hür olm ayı gerekli görür:
Adam m ısın: Ebediyen cihanda hürsün, gez;

Yular takıp seni bir kim secik sürükleyem ez

Adam değil misin oğlum ıgönüllüsün semere

Küfür savurm a boyun kestiğin semercilere( Asım , s. 403)

Dem ek ki insanın hak ve hürriyeti hak etm esi ve koruyabilm esi için çalışarak ona liyakati­
ni isbat etm esi gerekm ektedir. Çünkü hür olan kimse, aynı zam anda adam dır ve cihanda
kim seye boyun eğm eden, m innet etm eden gezip yaşayabilir. A ncak bunun için çok hem
de pek çok çalışm ası, alnının ve bütün vücudunun ter içinde kalm ası, terlerinin kurum a­
ması gerekir.

Hürriyeti ilan yeter mi?

Hatta hürriyeti ilân etm ek de yetm ez, hürriyeti hazm etm ek gerekir, bu sebeple önce
onun şuuruna erm ek ve o şuuru taşım ak gerekir. Bunun için de hürriyetin fikir olarak
halka hazm ettirilm esi icab eder, (tıpkı dem okrasiyi ilân edip de ilan edenlerin bile onu
benim seyem eyişi gibi):
Sade hürriyeti i'lan ile bir şey çıkmaz,

Fikr-i hürriyeti hazm ettiriniz halka biraz. (Köse İmam başlıklı şiir, s.
130)

Peki insan, sadece hak ve hürriyetini kazanm ak için mi çalışacak? Bu çalışm anın başka
gayesi ve hedefi olm ayacak mı? Var elbette. Nedir o? "N ecat"yani kurtuluş. Bu konu da da
 kif Beyi dinleyelim :
Ey yolda kalan yolcusu yelda-yı hayatın! (uzun hayat yolcusu)

Göklerde değil, yerde değil, sen'de necatın:

Ölmüş dediğin ruhu alevlendiriver de,

Bir parça açılsın şu m uhitindeki perde, (s. 465)


Dönemi ye
155
Çevresi
Şu halde hedef insanın m addî ve m anevî esaretlerden kurtulm ası ve kendisi olm asıd ır.
Peki bu necat nerde? Üstadın cevabı gayet açık:SEN'de yani insanın kendisinde. Onu in­
san ne yerde, ne gökte, ne de başkalarında(m esela Mehdi beklem ek gibi) aram alı, sadece
ve sadece KENDİ'nde aram alı ve bulm alıdır, işte m esele m illî devlet ve cem iyet çapında
"Millî ruh"a, Â kif m erhum un tabiriyle "kendi m ahiyet-i ruhiyemiz"e gelip dayanm akta­
dır. Bunun için  kif m erhum m eselenin yöntem ini de ortaya koym aktadır:
"Ölmüş denilen ruhu alevlendirm ek”

M ehm et  kif m erhum , "necat'în kazanılm asındaki güzergâhı da çizer: Yavuz Sultan Selîm
m erhum un tarihte hiçbir hüküm darın geçm eye teşebbüs dahî edem ediği Sina çölünü
geçerek Mısır'ı fe th e tm e s i, kendisinin de birinci cihan harbinde Kuşcubaşı Eşref ile ka-
tettiği gibi, çöllerden insanın geçm esini zarûrî görür, çöller geçilm eden necat ümidi ol­
madığını haykırır.
Ser menzihi merama varır durm ayıp giden

Yoktur necat ümidi bu çöller geçilm eden (Durmayalım adlı şiir, s. 28)

Şairim iz bununla da iktifa etm ez ve insanlık kervanının taşkın nehrinin âhengine uym a­
dan hedefe varm ak da gayri m üm kün olduğunu beyan e d e r.:
Nehr-i feyzafeyz-i insaniyetin âhengine

U ym adan, kâbil değildir düşm em ek bir engine (s. 28)

Bu hususta insan, öyle a z im li, kararlı ve iradeli olacak ki evrende ışık (Ziya ) kalmasa onu
yaratacak, evreni karanlıklardan kurtaracaktır:

Şairim iz elleri böğründe yatan şaşkın insanı şöyle bağırır:


Alem de ziya kalm asa halk etmelisin halk

Ey elleri böğründe yatan şaşkın adam , kalk\(s. 209)

Her hâl ü kârda çok ileri yol alm ış m edeniyet kervanına yetişm ek, mesafeyi kapatm ak
lâzımdır. Yoksa ıssız çöllerde kaybolup gitm ek de var. Bunun için insan aynı zam anda,
hep geleceğe yönelip kurtulm a ümidi içerisinde m ücadele etm elidir. Çünkü gelecek (âti),
korkusuz olup kutsal bir haktır:
Durma, m azi bir m ugeylanzârfdehşet verici dikenli biryol)-/
dehşetnâktır.

Git ki, âti korkusuzdur, hem ne kudsi haktır!, (s. 30)

Şu halde insanın çalışm asının yanında, insan olabilm esi için sonunda evrenin âhengine
iştirak etm esi ve kâinata katkıda bulunm ası için felâketlere sabretm esi icab eder:
Asıl, felâketlere sabreyleyenler in sa n d ır...(s. 58)

M ehm et  kif m erhum Asr suresinden ilham alarak yazdığı m ealde insanın hangi sıfatlar­
la insan olduğu ve insanlığın ne olduğu hususunu açıkça beyan eder:
M ehmet;..^
56
— Er.,uy
Başta iman-ı hakîkî, sonra salah, sonra hak, sonra sebat, insanlık da işte bunlardan ibaret­
tir. Bunlar birleşti mi insan için artık hüsran yoktur, (s. 4 1 9)

* * *

Şim di bakalım bu üstün nitelikli insan tabiatta , toplum da ve hayatta neler yapm ış, neler
yapacak?

İnsanın d ünyadaki başarıları ve azm i:

M ehm et  kif Bey, "İnsan" adlı şiirinde insanın m ahiyetini açıkladıktan sonra onun akıl,
im an ve ilim kudretine dayanan azmi ve üstün iradesi sayesinde ulaştığı başarılarını bir
bir sayar:

-Tabiat senin esirindir, v arlıklar sihirli ellerindedir, senin koyduğun kanunların m ahkum u­
dur, bütün dünya.

-Çevik ve atik irfanın bulutlardan yıld ırım lar avlar; tenkitçi/araştırıcı idrakin yerin altından
m adenler çıkarır.

-Denizler yatağın, dalgalar nazlı beşiğindir; senin kanatların gökleri ölçm ektedir.

-Hava, hükm ünü bir anda dünyanın her tarafına götürm ek için akıp giden bir vasıtadır.

-Maniler, engeller, sıkıntılar, zorluklar senin çabalarına dayanam az, sen azim ve teşebbüs
savaşı m eydanına atıldıkça sana hücum edenler karşında tutunam azlar.

- Karanlıklarda gezsen bile, hikm etli düşüncen, öyle bir kandil olur ki, onun her parlayışı
ebedî bir ziyadır.

-Susuz çöllerde kalsan, kılavuzun gayretinin ilham ıdır ki her adım ında gölgelik ve sulak
vahalar gösterir.

-Zindanlar, sürgünler/m enfalar, m akteller/kıtal yerleri, senin ilerlem ene mâni olamaz.
Dem ir eller yolunu kesm ek kapatm ak istese d ahî dinlem ezsin, aşar gidersin.

-Göklerden inen takdirin teyidi olduğundan zulüm ve istibdad burçlarını senin sakin ve
huzurlu bir tedbirin hem en yıkıverir.

-Aram aktan, bulm aktan usanm azsın, yükselm ekten yücelm eye atıldıkça "şimdi de başka
geleceğe atılsam "dersin.

-H ilkatin bütün sırlarından hâberdar olm ak istersin, hiçten ibaret olan bu gayb âlem inden
kurtulm ak istersin.
Dönemi ve
157
Ç e - r 5İ
-Mebde, mead ve hal(başlangıç, son ve hâl) in üç m uam m a olarak karşında dururken
onları halletm ek şevkiyle koşar durursun, hakikattan bir parça olsun duym azsan otur­
mazsın.

- Karanlıklara dalm aktan çekinm ezsin, bütün yaratıkların sırları sana ayan olsa yine vaz­
geçm ezsin.

-İşte o zam an Sani'in (Yaratıcının) m ahiyetine sıra gelir, O en heybetli m ahiyet senin sabır
ve huzurunu tutuşturup yakar.

- Bundan dolayı senin için bir lahza durup dinlenm ek yok, daim î bir akışa tabisin, zira ne
hâle râzısın, ne de istikballe kanaat edersin.

- Öyleyse böyle sonsuz bir ilerlem e sahası karşında durup dururken, nasıl olur da "Ben
pek m ahdut/sınırlı bir cirm im " dersin, (insan adlı şiir)

* * *

Bu insan tasvirlerinden de anlaşılacağı gibi, şairim iz, insana dünya ile sınırlı olm ayan son­
suz bir çalışm a sahası ve bitm ez tükenm ez, hedefler gösterm ekte, başarılarına bitm ez
tükenm ez başarılar katm asını istemektedir.

Kant, Boutroux ve M. Âkif:

Burada insan şiirindeki bir beytin üzerinde özellikle durm ak icab etm ektedir:

Esirindir tabiat dest-i teshirindedir eşya,

Senin ahkam ının münkadıdır, m ahkum udur, dünya

Bu beyitte şairim iz, tabiatın insanın esiri, varlıkların onun sihirli ellerinde olduğunu söy­
ledikten sonra çok m ühim bir iddia ileri sürer:

Dünya insanın koyduğu hüküm lerin yani kanunlarının m ahkum udur, onlara uym akla
mükelleftir.

Alman filozofu Kant, "Ben Kopernik vâri bir inkılâb y a p tım ." diyordu. Yaptığı inkılâb ne
idi? Kant'a gelinceye kadar, Batıdaki filozoflar, bilim adam ları, tabiatın, kendi kanunlarını
insan zihnine dikte ettirdiğini söyleyip durdular, işte Kant 18. asırda bu anlayışı tersine
çevirdi:Tabiat kendi kanunlarını insan zihnine dikte ettirm ez, am a insan aklı ve zihni, ta-
bittaki olgular selinin akışına göre kendi form üle ettiği kanunları, tabiata dikte ettirir. Bu
tıpkı Kopernik'in dünya merkezli âlem görüşünü yıkarak güneş m erkezli bir âlem anlayışı
getirm esi gibiydi.

Kant'ın bu fikrinden ilham alan Em ile Boutroux, 1874de ortaya koyduğu zorunsuzluk/
olum suzluk doktrininde sekiz varlık tabakası kabul ederek her tabakada ayrı kanunla­
1 2 ıe ^<Kjf
158
Ersoy
rın geçerli olduğunu ileri sürüyordu. En üstte düşünen varlık tabakasında yani insanın
bulunduğu tabakada hiçbir tabiat kanunu geçerli değildir. Öteki tabakalardaki tabiat
kanunlarının yerine insanın kendi koyduğu ve şartlara form ülünü değiştirerek yeniden
ifade ettiği kanunlar geçerlidir. Ziya Gökalp, bunu toplum a uygulayarak bu varlık taba­
kalarını bir apartm anın katlarına benzetir. Her katta oturanlar, evinde kendi kurallarını
ve yaşam a şeklini kendisi tayin eder ve uygular. Dolayısıyla insanın koyduğu kanunlara
dünya uym ak ve onları uygulam ak zorundadır.

M ehm et  kif Bey, bu beyitte Kant'ın zihin kanunlarını dikte ettirir, fikrini tam tam ına,
hatta daha da kuvvetli şekilde ifade etm iştir. Kendisi, Kant'ı veya Boutroux'yu okudu mu,
bilm iyoruz. O kum uş da olabilir, zira o zam an Boutroux bizde moda idi. Onun doktrini
bizde de çok kim seyi tesiri altına alm ıştı. Nitekim Said Halîm Paşa, şehid edilm eden kısa
bir süre önce yayım ladığı m akalede şeriatı tarif ederken tabiat kanunlarını da işin içine
katıyordu. Dem ek ki büyük şair ve büyük m ütefekkir M ehm et  kif Bey, insanı yüceltirken
çok m ühim bir fikir ortaya atarak insanı yaptığı ve yapacağı şeylerin azam etini de gös­
term eyi başarmıştır.

* * *

insan , kendi içine kapandığı vakit, tabiatta ve toplum içinde eridiği zam an hür olamaz,
çünkü hürriyetini kaybeder. Bu takdirde ise robot, hacıyatm az veya "m akine insan" ol­
m aktan kurtulam az. "Garbın em riyle yatıp kalkm aya m ahkum " olur ve sırtına vurulan
"semer"e de razı olm ak zorunda kalır. Bu sebeple , em eğine tapm am ak şartıyla çalışm ası
lâzım. Zira putperestlikte, insan kendi egosuna, kendi üstün niteliklerinin birine veya bir
kısm ının izdüşüm üne tapar hale gelir. Bu vartalara düşm em ek için

Üstün Yaratıcıyı ve O'nun insanı "Ahsen-i takvîm " (En güzel şekilde) yarattığının şuurunu
taşım ası lâzım , yoksa "esfel-i sâfilîn"e (aşağıların aşağısına) atılm a tehlikesi içine girer.

Çalışm a ve kanunu nedir?

İnsan çalışarak evrenin âhengine uyduğu , tabiattaki bir takım perdeleri de kaldırdığı
zam an daha hürdür. Çünkü çalışm a yeniliktir, ilerlem edir, değişim dir, hayata, insanlara
ve toplum a katkıdır, dünyayı değiştiren, tabiatı insanileştiren fa a liy e ttir. Çalışm a beşerî
azm in yılm az iradesinin özüdür. Çalışm a her daim maddeyi m ânâlaştıran, ona anlam ka­
tan , onu yorum layarak kültürü yaratan, tabiata nüfûz eden ruhtur, faaliyettir. Çalışm a ya­
bancılaşm ayı tedavî eder, daha huzurlu yaşam ak için dünyayı değiştirir. İnsan böylelikle
m onoton dünyaya yeni bir mânâ kattığı ve yeni ham le getirdiği için m untazam işleyen
alem nizam ına kendisini uydurm uş olur. Ama insan, tabiatı söm ürm ek için değil, onunla
dost olm ak ve içindeki ve dışındaki tabiatı aşm ak, onların bağlarından kurtulm ak için
hayata, toplum a, insanlığa ve tabiata yönelm elidir.

 kif Bey, bundan dolayı, insanın “cılız kollarının dünya ile harb ettiğini" söyler ve
Dönemi vp
Çevresi----------------------------------------------- ^
ibret al erbab-ı ikdam ın bakıp âsârına:

Dağ dayanm az erlerin dağlar söken ısrarına (Durm ayalım başlıklı


şiir, s. 29)

diyerek değişim in hızını ve büyüklüğünü de ifadeye çalışır. O insan olm a davasında olan
herkesin çalışm ası gerektiğini söylerken "afa/ef"(çalışm am a, tem bellik)i d e ‘‘yaratılışın ka­
nunlarına isyan "olarak niteler:
Atâlet fıtratın ahkam ına m âdâm ki isyandır;

Çalışsın, durm asın her kim ki dâvasında insandır. (Hasbihâl başlıklı


şiir, s. 146

Çalışm anın gayesi:

Evet insan çalışm alı, fakat boş yere , m aksatsız ve gayesiz değil, m utlak bir gayeye bağ­
lanarak çalışm alı. Bu gaye ne olabilir? Evvela "taharri-i h a k ik a f (hakikati araştırm a hırsı),
bilginin, ilmin ve irfanın "ser-haddine"yani son hududuna ulaşm ak . Sonra da "insanlığın
mânâsı" nın tecelli etm esi ve vicdan da "en son z e v k i" ne erm ek. Bu da insanlığa ve ka­
inata iştiraktir. Fakat burada en büyük ve en yüce em el, BEKA'dır. Yani ebedî olmaktır.
Mehmet  kif üstadım ız, bu sebeple, insanı kendine getiren şu İlâhî sadâyı, çalışm anın
kanununu gibi bildirir.
Bekâyı hak tanıyan sa'yi bir vazife bilir;

Çalış çalış ki beka sa'y olursa hak edilir. (Vaiz Kürsüde şiiri, s. 255)

Çalışma sahası insanın em rine verilm iş olan bütün kainat. Fakat Allah'ın "sarây-i vahdeti"
ne girm ek yasaklı bölge, insan cihanın ortasına atılm alı, fezayı dolaşm alı, âsum ana çık­
malı, yer yüzüne in m e li, Allah'ın kâinattaki hikm etli delillerinin gaybî bir lisanı olan, var­
lığı inleten âhengin tek m ânâsını duym alı ve “âheng-i sermediyye") ye yani ebedî âhenge
u ym a lı. İşte tabiata, insanlığa ve kainata iştirak dediğim iz şey budur. Allah insanlara
şöyle seslenir:
Çekil de feyz-i m übinim le tâ ezelde sana

M usahhar eylediğim bir cihanın ortasına

A tıl... Fezayı d o la ş, Asü m â ne çık , yere in;

Lisan-ı gaybım olan beyyinât-ı hikmetimin,

Vücudu inleten âheng-i yek m ealini duy!

Düşünme, h aydi şu âheng-i serm ediyete uy\ (Vaiz kürsüde şiiri, s.


259)

Yalnız burada bir hatırlatm a yapm akta fayda var: M ehm et  kif m erhum , insanın bu dün­
yadaki bir ebedîlik için çalışm asını düşünm ez. Çünkü bu alem de, insan da fânîdir. İsmi
cihan durdukça anılsın, ama esas ebedîlik,"âhiretyurdunda"dır.
M e h r n e t ^ jf
] 60
Er' oy
İnsan em eğine ve paraya boyun eğm eli mi?

Yukarıda insanın em eğine dayanarak kafasında yarattığı putlara taptığından bahsedil­


di. Aslında insanın em eğinin m ahsulü olan paraya servete, şöhrete ve şehvete tapm ası
tarihin ilk devirlerinden beri vardır. Nitekim Kur'an, Firavun gibi, Haman ve Karun gibi
nefsine ve servetine tapan putperestlerden bahseder. Hatta Karun'un hâzinelerinin sa­
dece anahtarlarını bir bölük insanın taşıdığını bildirir. Böylelerinin akibetlerinin ne kadar
feci olacağını sık sık haber verir. Ama son asırlarda kapitalist söm ürgeci zihniyet insanla­
rı, daha çok servete tapm aya yöneltti. Çünkü m anevî dünyaları gittikçe körelm iştir işte
m ütefekkirim iz M ehm et  kif Bey, insanın hürriyetini koruyabilm esi için paranın ve ser­
vetin önünde de eğilm em esi lâzım geldiğini söyler. Kendisi üstün ahlâkın ve m eziyetle­
rin m ücessem (canlı, cisim leşm iş) örneği olduğu için kendi tutum unu cihana şöyle ilan
eder:
Doğduğum dan beridir aşıkım istiklale,

Bana hiç taşımalık etm iş değil altın lâle

Dem ek ki m ütefekkirim iz nazarında "altın lâle" ye yani paraya düşkün olm ak, boynuna
köpekler gibi bir tasm a taktırm aktır, insan bu zaaflardan kurtulm alıdır. Bu takdirde insa­
nın ahlâkı karşım ıza çıkar. A hlâk, insanlar için vardır. Tanrı'nın ahlâkı olm az. Diğer canlıla­
rın da ahlâkı yoktur. Çünkü onlar m ükellef değildir, dolayısıyla mesul de değildir. Emaneti
yüklenen sadece insandır. Mesul ve m ükellef olunca hür olması da zarûrî olarak kendini
gösterir.

Sorum luluk gelince ahlâk, hukuk, adalet, ceza, m ükâfât kavram lar birer mânâ kazanır,
yerini bulur.

G elelim insanın inkar ve ilhad (ateistlik) cephesine:

insanın binbir türlü hâli var. insanın “eşref saof/"olduğu gibi "eşek saati"de var. Bunun gibi
insanın ruhsal durum unun değişkenliği gibi zih n î durum u da ço kdeğişken ve akışkandır.
Hele okuyan, düşünen ve araştıran insan her zam an şüphe içinde olabilir. Bu şüphe d e­
rinleşerek sahibini inkâra ve ilhada(ateizm e) veya nihilizm e götürebilir.

Bu bakım dan M ehm et  kif m erhum un insanın iman cephesine ait başlıca görüşlerini
belirtm işken onun bir ateistin ve nihilistin psikolojilerini bir şiirin dar m uhtevası içinde
tahlil edişine bir göz atalım :.

Şair m ütefekkirim iz, "Tevhîd yahud Feryâd" şiirinde insanın Allah ve kâinat karşısındaki
durum unu oldukça derinliğine tahlil eder. Şiirin bu kısm ının ayrıca tahlil edilm esi daha
doğru olur.

Şairim iz evvela insanın ve aklının m utlak bilgiye ulaşm aktaki aczini ortaya koyduğu gibi,
Allah'ın çok soyut kavram larla anlatılan varlığını kavram aktaki aczini de ifade etmeden
geçem ez:
Dönemi
Ct •> 'K i
i)

Bâki'yi beşer her ne kadar etse de tenzih,

Fâniyyeti icabı eder kendine teşbih!

Çünkü ona göre insan fikri, m utlaka nasıl yol bulsun k i , ruhun varlığını düşünürken ci­
sim leri, bedenleri tasavvur etm ekten kurtulam az.
Itlaka nasıl yol bulabilsin ki tefekkür?

Eşbahı görür, eyler iken ruhu tasavvur.

Ateistler um um iyetle kötülük problem ine takılarak alem de kötülükleri Tanrı neden
önlemiyor?Yoksa önleyem iyor mu? derken O'nun inkârına vârıp dayanırlar. Yahut bazıiarı
da kendine göre tapılacak putlar icad ederler.

M ehm et  kif m erhum da kötülük problem ini ele alır. Hayattaki bir takım olum suzlukları
dile getirir. Allah'a seslenerek canileri, katilleri m eydana sürenin, bunlara cüret verenin,
takvayı ve fücuru yaratanın, zâlim de m eydan okum a m eylini ilham edenin, m azlum un
zalim den nefret etm esinin, cahilin neden hayat âdâbını öğrenm ediğinin esas sebebinin
"bir failin icbarı"olduğunun yani hepsinin Allah'tan geldiğini anlatır.

Sonra yine aynı m ealde başka menfi olaylarla ilgili şu soruyu sorar:

-Bir zulüm kılıcı dünyayı yakıp yıkm aya ve insanları kesip biçm eye senin em rinle mi kal­
kışıyor?

Sonra şunları sıralar:

-Zâlimlere kahrın o kadar cesaret verdi ki nerdeyse üm itsizlik içinde vicdan "âdil-i m utlak
yok" dedirtecek.

-Yerdeki binlerce feryad göklere yükselirken gökler o inltileri sadece tekrar ediyor.

-Yeryüzünde binlerce m azlum un yuvası yanarken bir yandan da m ilyonlarca gencin zekâ
şulesi sönm ekte.

-Felâkete uğram ış bir ana, evladını kara toprağa göm m üş, çaresiz, eli böğründe inliyor.

- Öte yandan bir sürü talihsiz, bir ekm ek parçası için ırzını zâyi ediyor.

-Binlerce yetim boynu bükük dururken yuvası bozulm uş aileler, başlarını sokacak bir yer
arıyor.

-Bu olum suzlukların hepsinin sebebi bir zorlam a ise insan, irade hürriyetini inkâr eden
bir cebriyeci olur. M ehm et  kif m erhum
cebrî değ ilim ...O lsam ne suçum var ?
162
Ersoy
diyerek, cebrî olanların da günahkâr olm ayacaklarını zım nen ifade eder ve onları terbiye
etm iş olur. Sonra da Allah'a şöyle hitab eder:
Sendense eğer çektiğim iz bunca devahî (belalar)

Kimden kim e feryad edelim söyle İlâhî!

Buraya alabildiğim iz ve alam adığım ız yeryüzündeki pek çok olum suz, üzücü hadisleri bir
bir zikreden şairim iz, bu kadar olum suzlukların insanı ilhada (ateizm e) götürebileceğini
hesaba kattığı için beşerde kim inin kalbinde yıldız gibi parlayan bir ümid bulunduğunu,
bu bakım dan im anın büyük bir cevher olduğunu belirtir. Mü'min im anıyla birkaç günlük
dünyanın üstünde Allah'ın ne parlak alem leri olduğunu bilir. İmanlı kim se hayatta ne
kadar cefa çekse, eza görse, sıkıntı yaşasa da im anının gücüyle bunlara taham m ül eder,
teselli b u lu r, böylece onları göğüsler.

Ya m ülhidin durum u?

Şairim iz burada çok m ühim bir soru sorar:

Peki bir m ülhidi (ateisti, dinsizi) kim teselli edecek? Kim se teselli edem ez. Çünkü onun
düşünce ufuklarına gelecekteki m ükâfât âlem i(ahiret hayatının sonsuz nim etleri) sığ­
maz. M ülhidin inanışında şu sem alar ve zem inler baştanbaşa "boşluk"tan ibarettir. Bu
boşlukta ise onun feryadını akan gö zyaşların ı dinleyecek bir kerem kulağı yoktur. Kendisi
tesadüfen bu alem e düşm üş, etrafına da binlerce felâket üşüşm üş. Hayatı o felâketlerle
boğuşarak tükenecek ve hüsran içince ölüp gidecektir. Â kif Bey, m ülhid insanlara acır:
Onların varlıktan nasibi, inliyerek ölm ektir. İşte bu güruh, beşerin "en âvâre garibi" olan
kimselerdir.

Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere, şairim iz, Allah'ın varlığını inkâr etm ek (ateizm , ilhad)
ile hayatı ve dünyayı "boş" kabul etm eyi (nihilizm ) i bir ve aynı saym aktadır. Bu "boş" keli­
mesi, Kur'an'daki "abes" kelim esinin karşılığı olarak kullanılm ış olabilir.

 kif Bey, m ülhidlere kızm az, onları "tekfir" etm ez, onlara "canınız ce h e n n e m e " dem ez;
onlara acır ve onlara karşı duyduğu m erham etin tecellisini ister, onların kurtuluşunu
Allah'tan niyaz eder.

M ü'minlere im dada yetiş m erham etinle

M ülhidlere lâkin daha çok m erham et eyle

Çünkü onlar, karanlıklara daldıkları için yollarını kaybetm iş, kılavuz olacak bir hidayet
rehberi bulam adıkları için bunalm ış şaşkınlardır.

Burada dikkat edilecek husus, Â kif m erhum un m ülhidlere lanet o k u m am ası, aksine on­
lara rahm et ve hidayet dilem esidir. Bu da M ehm et Âkif'in ne kadar ince kalbli ve insan
sever (hüm anist) olduğunu gösterir.
Dönemi vp
Çevresi —
Neden m ülhidlere bu kadar m erham et diliyor? Çünkü Â kif m erhum un nazarında onları

bu dalâlet gecesine (şebistane) süren bizzat Allah'tır. Ö yleyse onların karşısına bir hidayet
şafağı doğması yine Allah'tan olacaktır. Çünkü m ülhidin inkârcı kalbi de tevhid e inanm ış
kim senin mü'min kalbi de Allah'ın elindedir:

M ülhid de Sen'in kalb-i m uvahhid de Şenindir. ;

İlhad ile te v h îd nedir? Menşei hep bir.

Bu ikinci m ısra, çok önem li ve cesur bir ifade sayılabilir. Çünkü ilhad ile tevhidin kayna­
ğının bir olması dem ek, bunların barışıp kaynaşabilm e im kânına sahip olması dem ektir.
Bundan dolayı şairim iz daha sonraki beyitte daha da ileri giderek, insan düşüncesinde
bu iki zıt anlayış arasındaki farklılığın sebeplerinin ne olduğunu sorar, fakat ona bu İlâhî
bir sır olarak kalır.

Dem ek ki m ütefekkirim iz, cem iyetteki b irta k ım sorunların ta köküne kadar derinliğine
inm ekte buna çare aram aktadır. Acaba m ütefekkirim izin gayesi gerçekten bunları kay­
naştırm ak mı? Belki. Ama Allah'ın m erham etini tecellisine bağlı olarak.

M ehm et  kif m erhum , tarihin eski devirlerinden beri gelen kötülük problem ini böylece
çözm eye çalışır, im an olm adan insanın "nüsha-i kübra" olm ası, kemal dercesine yüksel­
mesi m üm kün olm adığına bakarak bunu, şairim iz, inanan kim seyle inkâr edeni karşılaş­
tırarak im anlıya ait fikrin doğruluğuna delil gösterir. Â kif m erhum , kötülük problem ini
ortaya koyarken, im anın önem ini belirtirken, inançsızlığın insanı nasıl üm itsizlik ve boş­
luk içinde yüzdürdüğünü vurgulam ıştır. Şu hâlde M ehm et Âkif'in insan anlayışı, onun
insanı, hayatın her yerinde ve her ânında dim dik ayakta durup m ücadelesini kazanm aya
götüren, onun iki cihanda m utlu ve bahtiyar olm asını tem in eden bir anlayıştır. Bu ba­
kım dan onun insanı "Allah'a dayanan, sa'ye sarılan ve hikm ete râm olan" bir insandır. Â kif
Bey, insan için başka yol bilm ediğini bildirir, bu insan, im anından dolayı daim a iyim ser ve
kötüm serliğe her zam an karşıdır. Bu da insandaki sönm eyen üm idin ifadesidir.

Şiirler, Ömer Rıza Doğrul tarafından yayına hazırlanan Safahat'm 1950 baskısından alın­
mıştır.
Firavun İmam
Romanında Âkif ve Çevresi

Mehmet Törenek
Prof. Dr., Erzurum Atatürk Ü.

Tarık Buğra Millî M ücadeleyi Küçük Ağa ile başlatır. Rornâ.-


nın kahram anlarından biri olan İstanbullu Hoca, birçok?
değişim ve hesaplaşm adan sonra bir kuva-yı milfiyeci o iş -î
rak Ankara'ya gelir. A ncak anlatacakları bununla bitbrez
Buğra'nın. Savaşın bir de Ankara cephesi vardir, Onu takip
eden Firavun im anı'nda bu cepheye Meclis iç in d e n
mayı dener. Çıkarcılar, kendi küçük akıllarıyla çıkış
arayanlar, esen rüzgâra göre rol üslenenler ve ülkenin çfs|;'
leceği için düşünenler, sessiz, suskun ancak kararlı olanlar.
Yazarın kendisi de rom anın bu am açla kurgulandığını,,
onun Küçük Ağa'daki oluşum un "beşinci perdeşt"öİduğu-
nu belirtir bir konuşm asında. Şöyle der: "Onda y iğ itlik le r -
dürüstlükler, kahram anlıklar, tem izlikler ve kalleşlikler, çı­
karcılıklar ve dalavereler anlatılır."2

Firavun imanı M ehm et A kif'lerin, Hüseyia.Avni'lerin, Ha­


şan Basri'lerin romanıdır. Tarık Buğra, bu büyük insanı,:;
M illî Mücadele'de üstlendiği m isyonuna uygun şekilde ro- j
m anında kahram an olarak yaşatır. O eserin asıl kahramanı |
değildir. Romanda Ali Yusuf öne çıkm akta, hayatı, m acera-i
sıyla onun karakteri romanı şekillendirm ektedir.3 H üseyin!
Avni bir karşıt karakter olarak yer alm akta ise de, Buğraf
Meclis ekseninde bir A nkara rom anı yazm ayı denem ekte?i
dir. Bunun için daha çok Ankara o günlerin havasıyla ro­
mana taşınm aya çalışılır. Hüseyin Avni, M ehm et Âkif, H a -”
san Basri üçlüsü ise, vatanseverliği, zafere olan inançları,.,
fedakârlıkları ve feragatleri ile vardırlar. Buğra, onların bu
savaş esnasındaki fonksiyonlarını çok önem sediğinden
eserine taşım ıştır. Bunu bir yazısında, bu üçlüyü saydıktan
1 Firavun imanı. İstanbul, Yol yay. 1978, 235 s.{Alıntılar bu baskıdarvdnr.^Svît^^!^^
2 Söyleşiler, (Haz. M.Tekin), Konya, Çizgi kitabevi 2004, $..51-52; -J
3 Buğra'nın kendisi de eserin Ali Yusuf'un, Ali Yusufların roman) olduğunu ifade
etmektedir. Söyleşiler, s.204
Dönemi ve
165
Çevresi
sonra şöyle ifade e d e r:“rahm et dileklerim izle bize birer nam us borcu olarak bırakan düzi­
nelerle insan! Onlar olm asaydı Kurtuluş Savaşı olm ayacaktı. Ve onları bilm em ek Kurtuluş
Savaşı'na lâyık olamamaktır."4 der.

Bu isim ler Akif'in çevresinde bulunm uş, onunla dost olm uş, Birinci M eclis'te birlikte hare­
ket etm işlerdir. Haşan Basri M ecliste b ulunduğu devrede bir m üddet A kif'le aynı m ekânı,
Taceddin Dergâhı'nı paylaşm ış, hatta ondan Arap edebiyatı, bu edebiyatın büyük eseri
M uallakât'ı okum uşlardır.5 M ahir iz onun için, m erhum A kif'in "inanarak sevdiklerinden"di
der.6 Akif'in onunla tanışm ası daha da eskidir. Düşman işgali altındaki İstanbul'da sıkıl­
dığı günlerde, 1920 yılının O cak ayı sonlarında Eşref Edip'le Balıkesir'e gittiğinde on­
ları Balıkesir'de Haşan Basri Bey m isafir eder.7 Bursa ve Balıkesir yöresinin m ezalim i ve
işgal haberleri üzerine yazdığı Bülbül şiirini de ona ithaf etm iştir. Bu ithaf, bize, onun
A kif'le birlikte yöreden gelen haberleri paylaştıkları, o acıları derinden duyduklarını da
düşündürm ektedir.8

Hüseyin Avni Bey onu sevdiği gibi, m erhum  kif de onu sevm ektedir. M ahir İz, onun
celâdeti, haksızlık karşısında susm ayışı, doğru bildiklerini dile getirişi nedeniyle, Akif'in
onun için bir keresinde"işte adam onlar" ifadesini kullandığını nakledir.9 M ahalle Kahvesi
şiirini ona ithaf ettiğine göre, A kif'in onunla tanışıklığı ve dostluğu bir hayli eski olm alı­
dır.

Firavun İmanı bir romandır. Roman için aslolan kendi gerçekliğidir. Bu nedenle eserdeki
ilişkiler, konuşm alar birebir gerçekle örtüşm ez. Fakat romancı gerçek ilişkileri de göz ardı
edem ez. Bu nedenle Akif'in arkadaşlarıyla var olan ilişkileri eserin gerçekliğini daha bir
güçlendirir. Sonra onları karakterleri, davranışları, özlem leri ile yaşatarak kişilerin dün­
yasını zenginleştirm iş olur. Böylece karşım ıza yaşayan, arkadaşlarıyla birtakım sıkıntıları
paylaşan, kararlı, azim li bir Âkif, bir Hüseyin Avni çıkar.

Romanda bu üçlü eserin son kısmına kadar hep beraberdir. Önce bir Ankara atm osfe­
ri çizer Buğra. Ankara'da telaş vardır, üm itsizlik vardır, panik vardır. A ncak Akif'in "Hacı
Bayram M edresesi'ndeki hücresinde (s.20) yaşanan hüzündür. Çünkü Yunan ilerlem ekte,
şehirler düşm ekte, düşm an Ankara kapılarına dayanm aktadır. Ankara'daki m ebusların
çoğunda var olan paniğin nedeni budur. Çünkü Ankara'nın bir adım ötesi yokluktur, son­
dur. Bunun için öne sürülen "vitrine akıllıca konm uş, güzelce allanıp pullanm ış herhangi
bir kurtuluş um uduna dört elle" sarılanlar çoğunluktadır.(s.21) Yaşanan "zor günler"i aş­
mak ancak "er oğlu er yüreklerin" işidir.(s.21) "Çifte su verilm iş yürekler"(s.22) işte o gün­
lerde suskundurlar, az konuşur, hep düşünürler. A ncak hepsi de Akif'e, ne diyecek diye
bakm aktadırlar.

Buğra Akif'in dilinden hüznün nedenini şöyle verir:"Yunan durdurulam ıyor. Para buluna­
mıyor. ilâç bulunam ıyor. Ekm ek bulunam ıyor. Elbise, çamaşır, pabuç, m ermi bulunam ıyor.
Bu cehennem in içinde de, Haşan S ab b ah'larfin k atıyor, insan üm idi kendinden kesmişse,
o kadar ustaca yaldızlanıp sunulan üm itlere dört elle sarılm az da ne yapar? Bu sarılış da
vatanseverlik değil m idir?"(s.22) Meclis onlar için büyük önem taşım aktadır. O nlar orada,
cephedekiler de d ahil,"Türk'ü n yaşam a iradesinin sorum luluğunu yüklenm işlerdir.(s.23)
4 Düşman Kazanmak Sanatı, İstanbul, Ötüken yay. 2002, s.315
5 Mahir İz, Yılların İzi, İstanbul, Kitabevi 1975, s.156
6 a.g.e., s.435
7 M. Ertuğrul Düzdağ, Mehmet Âkif Ersoy, Ankara, Kültür Bakanlığı yay. 2002, s.88
8 Eşref Edip burası için şunları söyler:"O ne samimî günlerdi! Dergâh dergâh olalı böyle günler görmemişti. Dergâh âdeta edebi­
yat ve musiki merkezi olmuştu. Üdeba gelir, ehli ilim gelir, san'atkârlar gelir, şiirler okunur, ilmî musahabeler olur, sazlar çalınır,
neyler üflenir, İlâhîler, gazeller söylenirdi. Bu tam üstadın istediği bir hayattı."(Eşref Edip, Mehmet Âkif Hayatı-Eserleri ve Yetmiş
Muharririn Yazıları, İstanbul 1962, [iç kapakta 1960], s.181)
9 Yılların İzi, s.158
/ e h - - £Â | f
!( Ersoy
Dolayısıyla ona, o günlerin ve gelecek günlerde ortaya çıkabileceklerin değerlend irm e­
sini yaptırır. Bunlar rom anın daha başlarında yapılır. Rom anın sonraki sayfalarında anla­
tılacak döneklerin, vitrin e konm uş kurtuluş reçetelerine kapılanların, sinsiliklerin, kaçıp
ortadan kaybolanların, hep kendi çıkarını gözetenlerin aksine. Hâliyle eserde o, bir bilge,
bir önder, bir yol göstericidir, içe işleyen sesi, tatlı gülüm seyişi, pırıl pırıl gözleri ile etra­
fındakiler daim a ona ne diyecek diye bakarlar. O, zafer günlerini sabırsızlıkla beklediğini,
ama o günler yaklaştıkça sinsiliklerin artacağını, leş kargalarının, istifçilerin türeyeceğini
şöyle ifade eder:

"Nerede okuduğum u şim di hatırlam ıyorum ; adam ın birisi; bir devlet kurulurken, bir de
batarken kolay zengin olunur, diyordu. Ne kadar da doğru. Ama bu gerçeği bulm ak için
insan ya büyük bir düşünce adam ı, yahut da nam ussuzun nam ussuzu olm alı. Birinciler
çok az, İkinciler ise çileden çıkartacak, çıldırtacak kadar çok. Onları Osm anlI'nın sallandığı
günlerde görm üştüm . Ankara'da karşıma çıktılar. Yeni bir devlet kuruluyor diye sevinç
çığlıkları ata ata gelm iş olmalıydılar."(s.25)

Onun konuşm alarını saygıyla dinler arkadaşları. Onların bu dinleyişteki tavırlarını be­
lirten Buğra, araya girerek şu değerlendirm eyi yapar: "Âkif kelim enin bütün gücüyle,
bir m edenî insandır. M em leketini, m illetini lafla ve duygularla sınırlanm ış olarak değil,
dâvalarında gerekince bayraklaşacak ve savaş başlattıracak, gerekince de, bir sıra eri gibi
savaşacak kadar sever. Bir bakardınız, elde mavzer, en tehlikeli bölgelere girm iş, üstelik,
kurşunun yapam ayacağını inancı ile yapm ıştır, inancını aşılayabilenlerdendir o; çünkü
inancı katıksızlardandır. Bir de bakarsınız ki, Âkif, isyan ve tereddüt bölgelerinde, bir der­
viş gibi, bir hırka, bir âsa, gönülleri uyarıyor, inançları, imanı tazeliyor; cebel toplarının
sindirem ediği âsileri cephe gönüllüsü yapıyor. Asıl üstünlüğü de, alçak gönüllülüğünden
gelm ektedir; her biri bir destan konusu olabilecek çalışm alarının bir tekinden bile söz
açtığı görülmemiştir."(s.26-27)

Hüseyin Avni'ye göre de, diğer arkadaşlarına göre de M ehm et  kif büyük adam dır. Ko­
nuşm aları, susm aları, gün içindeki davranışları çevresindekilerde etkisini hem en gösterir.
Bunun için onunla üç beş gün birlikte olm ak yeterlidir.(s.27)'°

Bu ilişkilerin beraberinde ülkenin genel durum u verilir yer yer. Sakarya'da savaş en zor
şartlarda sürm ektedir. Hatta tehlikeli gidiş, Meclis'in gizli bir oturum unda ele alınır. Konu
hassastır. Bir önceki toplantıda ise Meclis'in Kayseri'ye taşınm ası görüşülm üştür. Her şey
Sakarya'dan gelecek habere bağlıdır. Aynı günlerde Zile'de isyan çıkm ıştır ve Meclis'te bu
da gündem e gelir. A ncak feci olan durum , Erkân-ı Harbiye'nin asiler üzerine gönderile­
cek bir manga askerin dahi bulunm adığını söylem esidir. Bu isyan Ankara'nın doğudan
da kuşatılm aya çalışıldığını sezdirm ektedir. M andacılar da, Bolşevikler de M eclis'te boş
durm am akta, suçlam alar yoğunlaşm akta, her şey birbirine karıştırılm aktadır. Bunlarla bir
dönem atm osferi çizen Buğra, işte bu esnada çelik yüreklileri öne çıkarır. Hüseyin Avni,
Meclis'in sevdiği biri olarak kürsüye çıkar ve bir durum değerlendirm esi yapar, sonunda
da bölgeye bir heyet gönderilm esini teklif eder. Altı kişilik bir heyet oluşturulur ki üçü
yine bu gönüldaştır.

Buğra rom anın bu girişinden sonra Ali Yusuf karakterine ve onun hikâyesine geçer. Bu
10 Ankara'nın sıkıntılı günlerinde Akif'in, çevresindekilere nasıl ümit aşılayıcı olduğunu Eşref Edip şöyle nakleder. Hatta kendisi de
Sebilürreşat'la birlikte Kayseri'dedir: "Ankara'da kalan arkadaşlar söylüyor: herkesin heyecan ve endişe içinde bulunduğu o teh­
likeli zamanlarda üstad bir ân bile sarsılmamış, ye'se düşmemiş, itidal ve metanetini muhafaza etmişti. Cepheden mütereddit
haberler geldikçe fütura düşen fikirleri üstad teskine çalışır, onların kalplerine kuvvet vermek için neş'eli görünür, güldürücü
fıkralar nakleder, gönülleri canlandırmaya uğraşırdı. Gözleri arkada olanları Sakaryaya çevirirdi." Mehmet Âkif Hayatı-Eserleri
ve Yetmiş Muharririn Yazıları, s.183/ Benzer bir değerlendirmeyi de Haşan Basri yapar: "İstiklâl muharebelerinin devam ettiği
sıralarda Akif'i görmeli idiniz. O, kafesleri yırtan arslanlar gibi kükrüyordu. Düşman Ankara'ya yaklaştığı sırada Âkif hiç istifini
bozmadı, onun kuvve-i ma'neviyyesi zerre kadar sarsılmadı; etrafındakilere hep ümid, hep îman, hep cesaret telkin etti. Sanki o,
kocaman bir dağ idi!", Âkifnâme (Mehmet Âkif), İstanbul, Ahmet Sait matb. 1966, s.25
Dönemi ve
167
Çevresi
kişilikle başta konuşulanlar arasında birebir bağ vardır. Hâliyle Buğra önce ilginç hayat
hikâyesi verdikten, bu karakterini bütün olum suz sıfatlarla belirginleştirdikten sonra,
Ankara'da karşılarına çıkarır, ardından da Zile'de... Onun işi ateşi körüklem ek, her o rtam ­
dan yararlanm asını bilmektir.

Buğra M ehm et Akif'i, yanındaki Haşan Basri ve Hüseyin Avni ile birlikte bu kez Zile yo ­
lunda anlatm aya başlar. Â kif bu seyahatte da yine m erkezî kişidir, "büyük insan"dır. A rka­
daşları onu, sadece dünyadan kopup gitm iş zavallıları uyaran değil, kendilerini de uyaran
olarak görürler.(s.65) Meclis, oradaki tartışm alar, onları sık sık karam sarlığa düşürm ekte­
dir. Â kif ise, zafere kadar, kurtuluşa kadar herkesin ister istem ez elbirliği içinde olacağını,
bu zaferi herkesin istediğini söyler. Önem li olan ihtirasla ihaneti ayırabilm ek, ihtirasların
davalara kimi zam anlar ne türden büyük yardım ı olduğunu görebilm ektir.(s.66)

Buğra Âkifleri ve Ali Yusuf'u Zile yakınında bir nahiyede karşılaştırır. G örünüşte herkes
isyanı bastırm ak için ordadır. A ncak Haşan Basri'nin anlattığı Kırmızı Başlıklı Kız hikâyesi,
kendi durum larına uym aktadır ve onu farklı yorum larla sık sık hatırlarlar.Tarık Buğra, olay­
lar içinde yer yer kültürel zenginlik o luşturabilecek sözler, şiirler, hikâyeler anlattırır yahut
hatırlatır kişilerine. Burada da durum aynıdır. M esele kurdun oyununa düşm em ektir.
Plânlar buna göre yapılır. Baş oyuncu Ali Yusuf onlarla görüştükten sonra, önden giderek
Zile'de onları karşılam ak ister. O yunu yenm ek için plânlı ve tedbirli olm ak gerekm ektedir.
M ehm et Âkif, ikna gücü, hitabeti ile bu zor işi başarır. M isafir edildikleri bir evde, odada
bulunanlara kendini tanıtarak, kendisinin Ankara ile birlikte olduğunu vurgulayarak ve
Yunan'ın yenileceğine kesin im anını dile getirerek konuşm ayı neticelendirir. Üç arkadaş
bir oyun oynam akta, daha doğrusu karşılıklı taktiklerle kendilerine katılm ış sahtekârları
altetm eye çalışm aktadırlar. Üstelik yanlarında Ali Yusuf'la birlikte olan, her şeyi onunla
paylaştığını adları gibi bildikleri Hüseyin Salim vardır.

Roman için kişilerden çok oyunlar, karşıt karakter özellikleri önem taşım aktadır. Bu n e­
denle Buğra, onları Ali Yusuf'la karşılaştırırken entrikayı da çok yönlü plânlam aktadır.
Onlarda olan ikna gücü, kararlılık ve dürüstlüktür. Karşılarında ise her oyun m evcuttur.
Ancak oyuna oyunla karşılık verilir. Zile'de Ali Yusuf'un oyunu, Haşan Basri'nin Sakar­
ya zaferini duyuran telgrafıyla birden havayı değiştirir. Â kif bu haberle cem aate hitap
eder, onların gönlünü Ankara'dan yana çevirm eyi başarır. Ali Yusuf çekilm esi m üm kün
olm ayan bir teli postaneye bırakarak ortadan kaybolur. Onlar kaldıkları birkaç gün içinde
Zile'de binbeş yüze yakın asinin kendilerine teslim olm asını sağlar ve Ankara üzerinden
cepheye gönderirler. Başta vurguladığım ız özellik gerçekleşm iş, M ehm et  kif gönülleri
kazanm ayı başarm ış, inandığı davadaki sam im iyetini gösterm iştir.

Zile'den Ankara'ya dönerler. Ali Yusuf'u şim di daha iyi tanım aktadırlar. O, Ankara'da yine
ön saftadırlar. Buna zam an zam an taham m ül gösterem eyen Hüseyin A vni'ye Âkif'in ceva­
bı şu olur: "Bütün m esele mizaçları anlayabilm ekte. Bunu yaptınız mı, um ulm adık d avra­
nış kalm az, üç aşağı, beş yukarı bütün neticeleri kestirebilirsiniz; ihanet ihanet olm aktan
çıkar, aldanış diye bir şey kalm az ve ancak seçilen işbirlikçilerinden söz edilebilir."(s.106)
işte o işbirlikçiler, her ortam dan yararlanm anın, her şeyi kendi çıkarları için kullanm anın
peşindedirler. Rom ancının eserde sık sık m izaçlara vurgu yapm ası da bu nedenledir. O
özellikle her şeyin tem eline bunu kor. Roman için de eseri ilginç kılan asıl yön bu değil
midir?

Buğra onları bir de İstiklâl m arşının yazıldığı günler içerisinde anlatır. Önceki kısım larda
yine Ali Yusuf'u, Bolşeviklerle ilişkisi, hesapları ve yaptıkları ile uzun uzadıya anlatarak bu
olum suz insan portresini pekiştirir. Hep kendi için çalışan, kendi çıkarından başka bir şey
düşünm eyen bu insanın ardından yeniden Taceddin dergâhına döner. Gelen zafer ha­
berleridir onları ilgilendiren. Bir de bu zafer m üjdesini ebedîleştirm ek. Bunun için İstiklâl
168
MehmetÂkjf
Ersoy
Marşı'nın yazılışını taştan sem bolle verir. Â kif geceler boyu uyuyam am akta, zihnine do­
ğan m ısraları gece karanlığında yatağın yanı başındaki duvara, yanındaki sedef saplı
bıçakla kazım aya çalışm aktadır. Oda arkadaşı Haşan Basri bunu fark ettiğinde, nefesini
tutarak bu sahneyi izlem eye koyulur: "Sedef saplı avcı bıçağı taşları, zam anı ve ölüm leri
yenm ek için didinip duruyordu. Kıllı, erkek bileğinin adaleleri kabar kabardı, parm aklar
artık kuvvetin değil, deli eden arzının gücünü biçim lendiriyordu. Âkif, öbür duvar d ibin­
deki yatağında yarı doğrulm uş, gecelerden beri yaptığı gibi, taş duvara bir mısra daha
kazıyordu.''(s.142)11

Onu gören Haşan Basri, nefesini tu tarak bu sahneyi yatağından izler. Bu "İlâhî vecdin" bü­
yüsünü bozm ak istem ez. Bir m üddet sonra  kif yorgun nefeslerle uykuya dalar ama o, bir
daha uyuyam az, yaşadıklarını, arkadaşlarının anlattıklarını hatırlar, zihni onlarla meşgul,
sabahı eder.

O nlar "bir gelir insan cihâne" sözünü farklı anlayanlardır. Buğra bazen bir cüm leyle ver­
mek istediğini sem bolleştirir. Bu kısımda da anlatacaklarını, hatırlanan hikâyeleri, bu söz
etrafında dönerek verm eyi seçer. Herkes bu söze kendi hayat anlayışı noktasında bir an­
lam yükler. Zevki de, ideali de, m isyonu da bu söze verilen anlam la ilişkilendirm ek m üm ­
kündür. Buğra'nın Haşan Basri Beyi bir yerde  kif için şöyle düşündürm esi, aynı anlam lan­
dırm ayla ilgili değil midir? "Âkif'in itibarı sarayda da, Bâb-ı Âli'de de büyüktü. Âkif, ayrıca,
başta Alm anya olm ak üzere doğu'da veya batı'da hangi m em lekete gitse baş tacı edilir,
bir şeref m isafiri gibi ağırlanırdı. Ama Âkif, bütün bunları bir kerecik olsun aklının kıyısın­
dan bile geçirm edi ve çoluk çocuğunu, evini barkını bıraktı; cebinde yedi buçuk kuruşla
Anadolu'nun em rine koştu; bu uğurda yokluğun da, zorluğun da her çeşidini hiçe saydı,
daha ilk adım ında hayatını gözden çıkarm ıştı; çünkü bir defa yaşanacağına inanıyordu o.
Bir daha tekrarlanm ayacak olan bu büyük ve kavranam ayacak kadar dram atik oyunda
erdem lerden başka neyin değeri olabilirdi, kazanç denebilecek şey, şeref ve haysiyet d e­
ğil de ne idi? Erdem lerin en üstününe gelince, bu da, elbette, vatanseverlikti."(s.146)

Sakarya savaşı sonrası günlerde yeniden A nkara ön plâna çıkarılır. Çıkarcılar, fırsat kollayı­
cıları için zem in oluşm aya başlam ıştır. Buğra bu olum suz g elişm eleri Sadi isimli bir diğer
m illetvekilinin hikâyesiyle verm eyi dener. O d a Ali Yusuf gibi her ortam a girm iş, her yerde
görünm üştür. Şim di Ankara'dadır. O ve onun gibiler, "tevazu ve m erham eti istism arda
usta"o!dukları gibi, kuvvetliyi seçm ede,"daha az kuvvetliyi daha kuvvetliye kötüleme"de
de m ahirdirler.(s.186) A rtık birbirlerini ortadan kaldırm anın plânını yapm aktadırlar.

Âkrfler, Hüseyin A vniler ise ortam ı, onların m ücadelelerini sade seyretm ektedirler. Çünkü
onlar bu m eclise inanm ış, güvenm işlerdir. Geçm işi yapanların, Allah'tan başka kim seden
korkm am ışların, bir m edeniyetin m irasıyla yetişm işlerin varisleri gördüğü için, meclisi
"güzel bul"makta", "adil ve asil bul"m aktadır.(s.189) Bunun için yanlış kararları bile kut­
sallaştırm aktadır. Buğra bu noktada Âkif'i tam bir dem okrat olarak işler. O, çoğunluğun
yanılm ayacağını, bir ortak şuurun vatan ve ülke m enfaatlerinde birleşeceğini d üşünm ek­
tedir.

Cephede savaşın kazanılm ası için canla başla çalışan bu grup, M eclis'teki kavganın içinde
11 Marşları onları yaratan hâdiseler yüceltir."diyen Tarık Buğra, 13 Mart 1971 tarihli Tercüman'da yazdığı "İstiklâl Marşı"adlı yazısın­
da, bu marşın bazı önemli yönlerine dikkat çektikten sonra;
"Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet, Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklâl" mısralarını zikreder. Ardından;
"Bu mısraları Âkif yazmamıştı diyesim gelir. O günleri ve bu mısraları, bütünüyle bu marşı içiçe düşündükçe,
'ilham'ın bir 'İlahî tercih' haline geçtiğine ihtimal verir; "O zifir karanlığın ardındaki en cömert şafağın ilk müj­
desi, mısralaşmış olarak en lâyık olan'a, en temiz, en mümin ve en yiğit Müslüman Türk şâirine verilmiş" derim.
Gerçekten de İstiklâl Marşı'nın yazılış hikâyesi bu metafizik ihtimali destekleyecek şekildedir: Âkif'in, o soğuk Taceddin
Dergâhı'ndaki hücresinde, gece yarıları, ruhunun derinliklerinde, adı konmamış ve hiçbir müzik için kullanılmamış âletlerin
çaldığı nağmelerle uyanışları... bu bambaşka âlemlerden gelen morsları çakısıyla, o taş duvarlara mısra'lar veya mısra eskizleri
gibi kazıyışları... Bütün bunlar, ölüm kalım savaşımızı yürüten İlahî mukadderin yardımlarını düşündürmez mi?" Düşman Ka­
zanmak Sanatı, s.150
Dönemi ve
169
Çevresi
yer alm aya sıra gelince, susar, beklem eyi tercih eder. Bu konuda ilk üm idini kesen  kif
olur. O, zaferden değil ama sonrasından üm idini kesmiştir. Bu içe çekiliş, Haşan Basri'yi
de, Hüseyin Avni'yi de etkiler. Onlar sanki zafere kadar m ücadeleyi seçm işlerdir. Sonrası
içinde olm ak istem ezler. Buğra bu noktada m ücadeleci yönü nedeniyle Hüseyin Avni'yi
öne çıkarır. Ali Yusuf, M eclis kürsüsünden onu m uhatap alır, eleştirilerini ona yöneltir.
Hüseyin Avni, zafer sonrasında bir züm re diktatörlüğünün hazırlanm akta olduğunu gör­
dükçe, Paşa'nın bunlardan haberdar olduğunu düşünür, cephede savaş bittikten sonra
onlarla uğraşacağını umar, bekler. A ncak gün geçtikçe bu üm id yerini üm itsizliğe bırakır.
A rtık o da, "İzmir'i bir görsem ya Rabbim..'' diye iç geçirir olum uştur. Bunu sezen Âkif,
sonrası için ne düşündüğünü sorunca da, bir köşeye çekilm ek istediğini söyler. A rkadaşı­
nın buna karşılığı, "Sen bunu yapam azsın, A vni"şeklin d e olur. Buğra bu noktada, onların
gerçek hayattaki sonlarını eserin kurgusu içine katarak biçim lendirm eyi seçer. Gözgöze
geldiklerinde  kif şöyle der:

"Bunu ben istiyorum . Yapacağım da, İstanbul'a da değil, bir dağ başına, çöller ötesine
gitm ek v e ... Unutulm ak., unutm ak için yanıp tutuşuyorum . Zaferden sonra yapacağım
şey de bu işte. Ama bunu sen, ne kadar istesen de yapam azsın. Sen, A vni, m ücadele için
yaratılm ışsın. Allah seni m ücadele için gönderm iş yeryüzüne."(s.193-194)

Bununla da yetinm ez. Onun geleceğini okurcasına, şöyle der: "Avni sen çok çekecek­
s in ... Lâkin bu ızdırapları Allah'ın bana da m üyesser kılm asını ne kadar isterdim . Âsım'ın
nesli d e d im ... Biz ona lâyık olm alıydık. Sen olacaksın kardeşim . Ben, bana gelince, ben
kaçağın birisiyim . Yook, itiraz e tm e ... Böyledir bu; kaçağım . Olsa olsa güreş adam ıyım
ben, kıran kırana güreş adam ı. Sana karşı da tevazua katlanacak değilim ya? Kavgayı düş­
manla yapm ayı seviyorum . Karşım da düşm an varken, binlerce şükür, içim e korkunun,
can kaygusunun gölgesi düşm edi. Vatanım , m illetim , dinim için yaşadım , yaşam ayı an­
cak bunlar için değerli buldum . Ama yanıbaşım da görünenler, bunların hileleri, bunların
kahpelikleri ile m ücadele? Yok.. Bana göre değil bu. biliyorum ; bu da vatan için, bu da
milletim ve dinim iç in ... Lâkin insanı bu kadar küçülm üş görm eye taham m ülüm yok,
Avni. Ya ben yanılıyorsam diyor ve dağ başlarına, çöller ötesine kaçm ak, unutm ak istiyo­
ru m ... Unutulm ak istiyorum . Tek teselli budur gibi geliyor bana. Sen. Sen öyle değilsin;
sen yiğitsin, sen cem iyet erisin. Çok çekeceksin diye korkarım." Bununla yetinm ez. İlave
ed er:"Ç ektikçe büyüyeceksin Avni."(s.194)

Artık savaş bitm iş, politika öne geçm iştir. Politika ise bilginlerin, vatanseverlerin bece­
rem ediği bir iştir. Çünkü gadre uğrayanlar, m em leket hayrını savunm ak isteyenler par­
m aklarını kim e uzatacaklarını bilem ez olurlar.(s.205) Hüseyin Avni, Âkif'in söylediklerini
yaşayacaktır. Onun için son sayfalarda yalnız o vardır. Not defterine özlem lerini yazm ış,
yalnızlığını onunla paylaşm ıştır. İhanetle suçlandığında, tutuklandığ ında, m ahkem eye
çıkarıldığında hep onlar kendisine delil olacak, önüne çıkarılan fırsatlara dönüp bakm a­
yacaktır. Bu dürüstlük, sam im iyet onu yücelttiği kadar, ötekilerini de rahatsız etm ektedir.
İşte suçlam alar da, hesaplaşm alar da bunun için olur. Sonuçta çekecekleri vardır ve çilesi
onu intiharın eşiğine kadar getirir. Buğra son satırlarda onu bu açm azdan kurtarm ayı ih­
mal etm ez ve karşım ıza, Â kif kadar üstün bir karakter, bir Hüseyin A vni portresi de çizerek
eserini bitirir.

Kısacası Tarık Buğra, bir roman kurgusu içinde bu bildik kişileri, karakter özelliklerine uy­
gun olarak yaşatm ış, onları gizli hesapların, oyunların içine düşürm eyerek eserin tez tara­
fını güçlendirm eyi tercih etm iştir. Bununla birlikte bir yakın dönem tarihi de rom anda ön
plândadır. Buğra tarihî olayları, onların sosyal hayattaki yansım alarını önem seyen biridir.
Birinci meclis ve  kifler de bu am açla rom anlaştırılm ıştır.  kif'te ve çevresinde rom ancı­
lar için daha birçok m alzem enin var o lduğunu bilelim ve bekleyelim .
170

Mehmet Akif'le İlgili


Bibliyografik Çalışmalar
Y. Turan Günaydın
Yazar, araştırmacı

M ehm et  kif Safahât'ı, düşünceleri, tavırları ve


le en çok ilgi gören Türk edebiyatçılarının başı
sayısından itibaren katkıda bulunduğu Sırât-i
ve Sebilü'r-Reşâd dergilerinde yayınlanan şiir
rı OsmanlI'dan Cum huriyet'e geçiş sürecinde
ahvâle ayna tutabilecek özellikler gösterir. Bu ve
sebeplerle hakkında çok sayıda değerlendirm e, i
ve eleştiri kalem e alınm ıştır.

Hakkında yazılanların büyük bir yekûna ulaştığı


rine ne yazık ki doyurucu bir bibliyografya çal
pılm am ıştır. Buna rağm en ölüm ünün hem en
bazı dostları tarafından hazırlanm ış kitaplar,
yazılanlardan bir kısmı iktibas yoluyla
bibliyografik antoloji görünüm ündeki bu kita
Âkif'in yakın çevresinden Eşref Edib'in hazırlad
kitaptır.

Âkif hakkında hazırlanm ış ilk m üstakil _ _ _ _ _ _


tabı ölüm ünün ellinci yılı dolayısıyla 1986'da basılm ış
bir kitapçıktır. Sadece Âkif'in eserlerinin baskılarını ve
hakkında yazılan kitapları kapsayan bu bibliyografya bir
ilk olması açısından dikkat çekicidir. Bugüne kadar Âkif
hakkında yapılm ış en geniş bibliyografya M illî Kütüpha­
ne tarafından hazırlanm ıştır. Fakat bu bibliyografya da
özellikle  kif hakkında kalem e alınm ış yazıları bütünüyle
kucaklam aktan uzaktır.' Bibliyografik olarak  kif hakkında
yapılan çalışm aların bir kısmı kitaplarda bölüm ve m akale
boyutundadır. » «m m
1 Âkif üzerine bibliyografik çalışmalar devam etmektedir. Bu sempozyum esnasın­
da basım aşamasında bulunan ve Sempozyum bildirilerinin kıtaplaştırılması sü-1
recinde yayınlanmış bulunan Hece dergisinin "Mehmet Âkif Özel Sayısında bizim
hazırladığımız bir "Mehmet Âkif Ersoy Kaynakçası"yer almıştır.
Dönemi ,/p
vCT , -ıjl
Ç
evresi-------------------------------------------- 111
A kif'le ilgili bibliyografik çalışm aları şu başlıklar altında tasn if edebiliriz:

A. M üstakil Bibliyografya Kitapları

1. M ehm et  k if Bibliyografyası / Kitap-Makale, Ed. O rhan Doğan, T. C. Kültür Bakanlığı Millî


Kütüphane Başkanlığı Y., Ankara 1 9 9 0,1 3 7 s. CD'ye aktarılm ış (Ed. Sem a A kıncı, Ankara,
2005, V+65+XXI s.) bir versiyonu da bulunan bu bibliyografya m üstakil  kif bibliyograf­
yaları içinde basıldığı tarihe kadar en geniş çalışm adır. Âkif'in kitaplarının çeşitli baskıla­
rını, hakkında yazılm ış kitapları ve yazıları kapsar. Burada diğer bibliyografyalarda rastla-
yam ayacağım ız A kif'le ilgili kitap-m akale dışı m ateryaller dahi gösterilm iştir. Kitap dışı
m ateryalleri içerm esi yönüyle m evcut  kif bibliyografyalarından farklı bir özelliğe sahip­
tir. Millî Kütüphane bu bakım dan elinde bulundurduğu im kânları iyi değerlendirm işse
de yine bünyesinde bulunan Atatürk Belgeliğindeki M ehm et  kif zarflarını değerlendir­
memiştir. Bibliyografik bir değer taşıyan bu zarfları ele alırken de değineceğim iz gibi söz
konusu bölüm deki zarflardan on bir adedi M ehm et Akif'e ayrılm ıştır.

Fazıl G ökçek bu bibliyografya için bir tenkit ve tekm ile yazm ıştır.2

2. M. Serhan Tayşi - Nevzat Kaya, M ehm et  k if Bibliyografyası / Ölümünün Ellinci Yılı M üna­
sebetiyle, Osm anlı Y„ İstanbul 1986,31 s.

Bu çalışm a, Â kif'in eserlerinin ve tercüm e ettiği kitapların farklı baskılarıyla birlikte hak­
kında yazılm ış kitapların künyelerini barındırır ve m akale/yazı içerm ez. Basıldığı yıla ka-
darki kitap varlığını izleyebilm em iz açısından derli toplu bir kaynaktır ve A kif'le ilgili ilk
m üstakil basılm ış bibliyografyadır.

M ehm et Âkif'in hayatı ve edebî şahsiyetini konu alan bir girişten sonra "Âkif'in Beşerî ve
Edebî Hayatının Kronolojisi" başlıklı bir b ö lü m cü kd e içerir (s. 7-15).

3. A bdullah Ceyhan, Sırât-ı M üstakim ve Sebîlü'r-Reşâd Fihristi, Diyanet İşleri Başkanlığı Y.,
Ankara 1991, 610 s.

Sırât-ı M üstakim ve Sebİlü'r-Reşâd dergileri Âkif'in adıyla özdeşleşm iş yayınlardır. Bu se­


beple hem en her sayısında şiir, yazı ve tercüm eleri yayınlanm ış bulunan  kif hakkında
vazgeçilm ez bibliyografik veriler barındırır. Â kif'in kalem e aldığı yazı, şiir ve yaptığı tercü­
m elerin dışında bu dergilerde  kif ve Safahat hakkında yazılm ış değerlendirm e yazıları
da bulunm aktadır. Dolayısıyla doğrudan Akif'i konu alan bir bibliyografya kitabı olmasa
da Âkif'in bu iki dergiyle doğrudan ilişkisi sebebiyle burada ele alm aya değer görünm ek­
tedir.

B. Bibliyografik A ntolojiler

 kif hakkında yazılm ış bir kısım yazıları iktibas yoluyla ihtiva eden kitaplar için "bibliyog-
rafikantoloji"nitelem esin i kullanabiliriz. Bu şekilde hazırlanm ış kitaplar Âkif'in ölüm ünün
hem en sonrasında yayınlanm aya başlam ış ve 2007 sonlarında bu tür kitaplara bir yenisi
daha eklenm iştir. Â kif hakkında yazılanlardan derlenebilecek daha birçok bibliyografik
antoloji hazırlanabilir gözükm ektedir.
2 Bk. Gökçek, "Mehmet Âkif Bibliyografyası", Dergâh, c. IV, Mart 1993, S. 37, s. 9.
ın <tf
— t rsoy
1. Abdülkerim - Nuran Abdulkadiroğlu (Haz.), M ehm et  k if Ersoy Hakkında Yazılanlar/
Sırat-ı M üstakim ve Sebilü'r-Reşâd M ecm ûaları'nda Çıkan M akaleler, M ehm et  kif Ersoy
Fikir ve Sanat Vakfı Y., Basım yeri ve tarihi belirtilm em iş, 282 s.

Bu kitap, konusu oldukça sınırlandırılm ış bibliyografik bir antolojidir. Sadece Sırât-ı


M üstakim ve Sebilü'r-Reşâd’da yayınlanm ış Â kif ve eserleriyle ilgili yazıları kapsar. Kitapta
ağırlıklı olarak M idhat Cem al Kuntay ve Ali Ekrem Bolayır'ın bu iki dergideki yazıları yer
alır. SM. ve SR.'da  kif hakkında neler yazıldığını topluca görm ek isteyecek araştırm acıları
zahm etten kurtarm ası açısından iyi düşünülm üş bir çalışm adır.

Ali Ekrem Bolayır ve M idhat Cem al'in yazıları Safahat üzerine mufassal incelem elerdir
ve her biri bir yazı dizisi teşkil eder. Bu iki kalem in dışında kitapta Eşref Edib ve Ispartalı
Hakkı'nın da birer yazısı yer alır.

2. Eşref Edib [Fergan], M ehm et  k if / Hayatı, Eserleri ve 70 M uharririn Yazıları I. C ilt: Âsâr-ı
ilm iye Kütüphanesi Y., İstanbul? 1938, 712+9 s.; 2. b„ İstanbul 1960,400 s.; 2 . C ilt: Sebilür-
reşad Neşriyat Bürosu Y., İstanbul 1939, 323 s.

Eşref Edib'in bu kitabı birincisi 1938, ikinci cildi 1939'da basılm ış iki ciltlik nev'i şahsına
m ünhasır bir girişim dir. Akif'in en yakın çevresinden olan Eşref Edib birinci cildi "Ahlâk ve
Secayâsı Bazı Fikir ve Nükteleri" başlıklı XI. bölüm ü çıkartarak 1960'da tekrar bastırm ıştır.

iki ciltlik bu çalışm anın sadece ikinci cildi bibliyografik bir özellik gösterir. Bu cilt hem
 kif hakkında yazılm ış birçok yazıyı iktibas yoluyla içerir ve hem de eserin ilk cildiyle ilgi­
li basında çıkm ış tanıtım -eleştiri yazılarını kapsar. Basım tarihi itibariyle  kif hakkındaki
ilk yazıların yer aldığı bibliyografik bir antoloji görünüm ündedir. Akif'in ölüm ünden h e­
men sonra yayınlam ış olm asıyla alanında bir ilk çalışm adır. Elbette bir üstte tanıttığım ız
Abdulkerim -Nuran Abdulkadiroğlu İkilisinin derlem esinde yer alan yazılar Eşref Edib'in
derlem esinde yer alan yazılardan önce kalem e alınm ıştır.

Bu kitabın ilk cildinin ikinci baskısının yapılm ış olması sebebiyle kaynak gösterilirken bazı
karışıklıklar doğm aktadır. Dikkat edilm esi gereken husus, ikinci baskının sadece birinci
ciltle sınırlı olması ve bu cildin ilk baskısında yer alan uzunca bir bölüm ü ihtiva etm iyor
oluşudur. 719 sayfa olan birinci cildin ikinci baskıda 400 sayfaya düşm esi de bu sebeple­
dir. Konum uz açısından ise ikinci cildi önem arz etm ektedir.

3. Hilmi Yücebaş, Bütün Cepheleriyle Mehmet Âkif, Dizerkonca Matb., İstanbul 1958, 240 s.

Yücebaş "Bütün Cepheleriyle" üst başlıklı kitaplarından birini Akif'e tahsis etm iştir. Eşref
Edib ve H. Basri Çantay'ın eseriyle doğru orantılı bir çalışm adır, a n cakÇ antay'ın eserinden
önce basılm ıştır. Â kif hakkında yazılm ış gözden kaçması m uhtem el bazı yazılar içerir. Ne
yazık ki düzensiz ve yığm a bir görünüm sergiler ve yazılara ait kaynak bilgisi yetersizdir.
Bu sebeple içerdiği yazıların bir kısm ının ilk olarak nerede yayınladığını kitaptan öğren­
m ek m üm kün değildir.

4. Haşan Basri Çantay, Âkifnâm e (M ehm et kif), Ahm ed Sait Matb., İstanbul 1966, 404 s.

Çantay, M ehm et Akif'in en yakınında bulunm uş kişilerden biridir. D eğindiğim iz çalışm ası
ise çok sevdiği bir yakınını kaybeden bir insanın son bir gayretle derlediği -biraz da geç
kalmış- b irarm ağan kitabı görünüm ündedir. Buna b irtü rv e fa borcu da diyebiliriz. Kitabı,
Akif'in ölüm ünden önce ve sonra yazılan yazılardan seçm eler oluşturur. Bu yönüyle de
Eşref Edib ve Yücebaş'ın yukarıdaki eserleriyle benzeşen bibliyografik bir antolojidir.
©önemi ve
1 73
Ç l/%%\ggî?*g*\
. f
1 t“”!f #
V. J l
” îİ
‘N.

5. Nuran Özlük, 19Haziran 1936-13 Mayıs 1937/Tü rk Basınında M ehm et  k if Ersoy Üzerine
Polemikler, M ehm et  kif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı Y., İstanbul 2007, 240 s.

A kif'le ilgili en son çalışm alardan biridir. Bibliyografik b iranto lo ji o larakdüzenlenm iş olan
kitapta Akif'in 19 Haziran 1936'da Mısır'dan İstanbul'a dönüşünden 13 Mayıs 1937'ye
yani ölüm ünden birkaç ay sonrasına kadar m atbuata yansım ış tartışm a yazıları ve Şairin
ölüm haberleri yer alır. Son Posta, Cumhuriyet, Tan, Tanin, Kurun, Akşam , Anadolu, Ulus,
Haber, Açık Söz, Yeni Adam , Yedigün, Uyanış-Servet-i Fünun, Kaynak, Dıranaz, Taşan, Ülker,
Yeni Türk, Yeni Milas, M arm ara, Çığır, Fikir Hareketleri, Ayda Bir, Yücel, Yarım Ay, Alkım ve Türk
Baytarlar Birliği Dergisi gibi gazete ve dergiler taranarak o luşturulan kitapta o günkü ha­
ber yazılarıyla birlikte yayınlanm ış Â kif resimleri de yer alır. Kitaba Yeni Adam 'ın Akif'in
ölüm ünden hem en sonra başlattığı soruşturm a da bütünüyle aktarılm ıştır. Nuran Özlük
daha önce bu kitapta yer alan yazıların bibliyografyasını yayınlam ıştı.3 Kaynakları eksiksiz
bir biçim de gösterilen bu yazıların yayınlandığı dergi ve gazeteler kitabın sonunda tanı­
tılm aktadır. Dolayısıyla kitap, A kif'le ilgili en son bibliyografik antolojidir.

C. M illî K ütüphane Zarfları (BYG KUP ZRF)

Millî Kütüphane A tatürk Belgeliğinde bulunan yazar zarflarından on bir tanesi M ehm et
Akif'e ayrılm ıştır. 11 adet zarf ve dosyada toplam 653 kupür; BYG KUP 87 no.lu olanında
ise birkaç Â kif özel sayısıyla diğer bazı evrak bulunm aktadır. Yalnız kupürler, herhangi bir
tasnif esası gözetilm eden zarf ve dosyalara rastgele yerleştirilm iştir ve bolca m ükerrer
kupür vardır. Bir eksikliği de bazı kupürlere derlendiği yayının ad ve tarihinin yazılm am ış
veya künye bilgisinin eksik yazılm ış olmasıdır. Numaratörle basılm ış bir kısım tarihler ise
okunaksız veya siliktir. M illî Kütüphane'de incelediğim iz yazar ve şair zarflan arasında en
fazla zarf M ehm et Akif'e aittir. Bu zarflarla ilgili künye ayrıntılarını şöyle gösterebiliriz:

BYG KUP 83: M ehm et  kif Ersoy Zarfı (109 Kupür), BYG KUP 84: (72 Kupür), BYG KUP 85:
(54 Kupür), BYG KUP 86: (89 Kupür), BYG KUP 87: (Özel sayılar ve Emin Erişirgil'in yazı dizi­
sinin bütünü), BYG KUP 88: (44 Kupür), BYG KUP 89: (67 Kupür), BYG KUP 90: (37 Kupür),
BYG KUP 91: (61 Kupür), BYG KUP 92: (58 Kupür), BYG KUP 93: (62 Kupür)

Millî Kütüphane'nin hazırlattığı M ehm et  k if Bibliyografyası'nı tanıtırken de belirttiğim iz


gibi buradaki bibliyografik m alzem e söz konusu Bibliyografyada değerlendirilm em iştir.

0. Kitaplarda Yer Alan Kaynakçalar

1. Fevziye Abdullah Tansel,"Tenkidli Bibliyografya", M ehm et  k if / Hayâtı ve Eserleri, Kana­


at K.evi Y., İstanbul 1945, 247 s.; irfan Y., 2. b., İstanbul 1973, 291 s. Diğer basım : M ehmet
 kif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı Y., Basım yeri belirtilm em iş, 1991, 3. b., s. 199-226.

Yayınlanm ış Â kif bibliyografyaları içinde açıklam alı tek bibliyografyadır. Â kif hakkında
yazılm ış eserler, broşür, makale, dergi ve özel sayılar, Akif'in kendi eserleriyle ilgili bibli­
yografik notlar ve hatta yazm ayı plânladığı eserleriyle ilgili bilgiler içerir. Şu anki birikim i
kapsam asa da ilk  kif yayınları hakkında kıym etli bir rehberdir.

2. Dücane Cündioğlu, "Seçilm iş Kaynakça", Bir Kur'an Şairi / M ehm et  k if ve Kur'an Meali,
Birun Y., 1. b., İstanbul 2000; Gelenek Y., 2. b., İstanbul 2004, s. 492-507.
3 Bk. Özlük, "Mehmet Akif'in Mısır Dönüşü ve Vefatı Günlerinin Dönemin Matbuatına Yansıyışına Dair Bibliyografya", İlmî Araştır­
malar, Bahar 2007, S. 23.
174
MehmetAkif
Ersoy
Cündioğlu'nun söz konusu çalışm asının zengin bir kaynak birikim ine dayalı olm ası, kul­
landığı kaynaklardan seçilm iş bu bibliyografyayı da dikkat çekici kılm aktadır. Künyeleri
kendi içinde küm elendirerek sunuşu, "1999 Gata Tartışm aları"ara başlıklı bir bölüm içer­
mesi gibi özellikleri de çabasıdır. "Seçilm iş" bir kaynakça olm asına rağmen zengin bir
kaynakçadır. Daha da önem lisi Cündioğlu burada, mufassal bir bibliyografya hazırlam a
m üjdesi verm ektedir.

3. "Kısa Bir Bibliyografya", M ehm et  k if Sim pozyu m u /H acettepe Üniversitesi Sosyal ve İdarî
Bilim ler Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nce Tertiplenen "M ehm et  k if Ersoy, Fikir­
leri ve Tesirleri" Sim pozyum u (27-28 Aralık 1976) içinde, Hacettepe Ü. Y., Ankara 1976?, s.
161-166.

Yetersiz ama barındırdığı bazı künyeler açısından önem li bir bibliyografyadır.

E. Bibliyografik Bir Tez

Ramazan Çiftlikçi, Açıklam alı M ehm et  kif Ersoy Bibliyografyası, İnönü Ü. SBE,YLT., Malatya
1990.

Basılm am ış bir tez olan bu çalışm ayı görm e im kânım ız olm adı. Yalnız yazarın Yedi iklim 1de
yayınlanm ış "M ehm et  kif Ersoy'la ilgili Kitaplar ve Tezler Bibliyografyası" ( Yedi iklim, Şu­
bat 2000, S. 119, s. 42-46) künyeli yazısı bu tezin sadece iki bölüm ünü kapsayan kısmı
olm alıdır.4

F. Bibliyografik M akaleler

1. M uhiddin Nalbantoğlu, "M ehm et  kif Bibliyografyası", Bilgi, Yıl: XX, Ocak-Şubat 1967,
S. 236-237 (özel sayı), s. 16-17.

2. Haşan Dum an, "M ehm et  kif ve Bir M ecm uanın Anatomisi", M illî Kültür, Aralık 1986, S.
55 (ö.s.), s. 78-95.

3. Receb Durm az, "M ehm et  kif Ersoy'un Eserlerinin Bibliyografyası", Ölümünün 50. Yı­
lında M ehm et  k if Ersoy, Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Y., İstanbul 1986,
s. 225-252.

4. Suat M ertoğlu,"Â kif A raştırm alarına Bibliyografik Bir Katkı: M ehm et Âkif'in Arapça'dan
Yaptığı Tercüm eler Üzerine Notlar", Divan, 1992/2, S. 7, s. 234-239.

5. A hm et Karademir, "M ehm et  kif Ersoy Hakkında Yazılanlar", Türkiye Kültür ve Sanat
Bü/fen/,Temmuz-Eylül 1992, S. 29, s. 11 [Abdulkerim -Nuran Abdulkadiroğlu'nun M ehm et
 k if Ersoy Hakkında Yazılanlar adlı kitabı hk.].

6. Fazıl Gökçek, "M ehm et  kif Bibliyografyası", Dergâh, c. IV, Mart 1993, S. 37, s. 9 [Millî
Kütüphane yayını Bibliyografya'nın tanıtım ı ve tekm ilesi].

7. Sezgin Gök, "M ehm et  kif Hakkında Yayım lanan Kitapların Başlıcaları", Hürriyet Gösteri,
Nisan 2003, S. 247, s. 79.
4 Tezi YÖK Kütüphanesinde bulamadığımız gibi yazarına da ulaşamadık.
Dönemi ve
175
Çevresi
8. Cevat A kkanat/'Â kif Kütüphanesi", Kitap Postası, Aralık 2005, S. 9, s. 57-62.

9. Rüyan Soydan, "M ehm et  kif Ersoy Tarafından Yazılan ve Tercüm e Edilen Eserler iie,
M ehm et  kif Hakkında Yazılan Eserlerin Listesi", Kültür, O cak 2006, S. 2 (ö. s.), s. 105-107.

10. Yusuf Turan Günaydın, "M ehm et  kif Kitaplarını Tasnif Denemesi", Kültür, Ocak 2006,
S. 2 (ö. s.), s. 96-100.

11. Nuran Özlük, "M ehm et Âkif'in Mısır Dönüşü ve Vefatı G ünlerinin Dönem in M atbuatı­
na Yansıyışına Dair Bibliyografya", İlm î Araştırm alar, Bahar 2007, S. 23.

Bunlardan Haşan Duman'ın ve Suat M ertoğlu'nun m akaleleri diğer m akalelere nazaran


daha bir öne çıkm aktadır.

Duman'ın bibliyografik makalesi Âkif'in, Sırât-ı M üstakim ve Sebîlü'r-Reşâd dergilerinde


yayınlanm ış bütün şiir, yazı ve tercüm elerinin bir döküm üdür. Yazar  kif'in yazılarını
konularına göre ayrıntılı bir biçim de tasn if etm iştir. Ayrıca bu iki dergide  kif hakkında
yazılm ış yazıları da ayrı bir bölüm cükte toplam ıştır. En farklı taraflarından biri de S/M. ve
Sfl.'da Âkif'e ait im zasız yazıları tespit etm iş olmasıdır.

M ertoğlu ise S/VJ. veSR . m ecm uasını bütünüyle inceleyerek  kif'in burada tefrika edilm iş
tercüm eleri hakkında kıym etli bilgiler verm iştir. Ağırlıklı olarak M uham m ed Abduh'tan
yaptığı tercüm eler üzerinde duran yazar, araştırm asının kapsam ını Sebîlü'r-Reşâd ile sı­
nırlandırm ıştır. Yazarın Sırât-ı M üstakim koleksiyonlarını da gözden geçirerek çalışm asını
bütünlüğe kavuşturm ası beklenir.

Sonuç

M ehm et  kif hakkında yapılacak çalışm aların ivm e kazanabilm esi açısından geniş ve
m üm kün olduğunca bir bibliyografya çalışm ası zorunludur. Şim diye kadar yapılanlar
 kif hakkında yazılanlardan bir seçm e hükm ündedir. Âkif'in adıyla özdeşleşm iş iki der­
ginin (Sırât-ı M üstakim ve Sebîlü'r-Reşâd) bir fihristinin hazırlanm ış olm asının (1991) Âkif
çalışm alarına gerekli ivm eyi kazandırm ası beklenirdi. Ama son derece kullanışsız olan
Fihrisfin bunu sağlayam adığını söylem eliyiz. Bu çalışm anın yeniden düzenlenerek basıl­
ması iyi olacaktır.

Hece dergisinin "M ehm et  kif Özel Sayısı" olarak yayınlanacak 2008 Ocak sayısına bir
"M ehm et  kif Kaynakçası (1911-2007)" hazırladıysak da derginin henüz basılm am ış ol­
ması sebebiyle bu Kaynakça'dan basılm ış bir bibliyografya olarak söz edem iyoruz.s Yalnız
söz konusu çalışm am ız bu zam ana kadar ortaya konulan bibliyografik çalışm aları aşmış
durum dadır. Hemen belirtelim ki söz konusu özel sayısının sınırlı hazırlık süresi boyunca
yapılabilen taram alarla kotarılan bu çalışm a da m ükem m el olm am ıştır.

Bibliyografyalar basıldığı andan itibaren eskim eye m ahkûm sa da, m üm kün m ertebe ek­
siksiz ve geniş bir M ehm et  kif bibliyografyası bir ekip çalışm asıyla hazırlanabilir.

5 Söz konusu Kaynakça Sempozyumdan bir gün sonra 1 Ocak 2008'de basıldı. Bk. Günaydın, "Mehmet Âkif Bibliyografyası
(1911 -2007)", Hece, Ocak 2007, S. 133, s. 659-751.

; ■ . / ■
176

Mehmet Akif'te Dostlu


ve Dayanışma
Abdulvahit İmamo
Doç. Dr. Sakarya}

M ehm et  kif Türk tefekkür hayatının en değerli sim aların


dan biri olup, milli şair ve İslâm şairi ünvanlarına m azhar
olm uş, istiklâl Marşı'nın şairi olarak Türk M illetinin gön­
lündeki yerini alm ıştır. Ali Nihat Tarlan'ın ifadesiyle "Âkif'in
hayatının her cephesi sadece İslâm ruhuyla izah edilebilir,
ilim aşkı, sarsılm az ahlakı, dürüstlüğü, vatanperverliği,
m illetine bağlılığı, vakar, tevazu ve feragati, sam im iyeti,
sevgisindeki ciddiyeti ve vefası, çalışkanlığı, beşeri zevk­
lere iltifat etm em esi tam am en bir M üslüm an karakteridir"
(Tarlan, 1971, s. 40-41).

Akif'i Âkif yapan unsurlar; a) Ç ocukluğundan itibaren aile­


si ve çevresinden aldığı dinî ve ahlâkî etki ki, diğer ifadey­
le ecdad duygusu b) Toplum la iç içe yaşam anın getiı
toplum u iyi tanıyabilirle özelliği, c) Kur'anı iyi bilm e ve
onunla yaşam adır. ■. n S »' İ l
Dönemi ve
177
Çevresi
M ehm et  kif ve Dostluk

 kif hayatı boyunca yalandan uzak durm uş, verilen sözün tutulm asını istem iş, kendisi de
verdiği sözü m utlaka yerine getirm eye çalışm ıştır. O, "insanın m ahiyeti söylem ek değil,
sözünü tu tm aktır"dem iştir.

 kif hayatında sam im i dostluklar kurm uş ve bu dostluklara hiçbir şekilde gölge düşür­
mem iş bir şahsiyettir. Onun bu yönünü en güzel açıklayan örnek, baytar m ektebindey-
ken sınıf arkadaşı Haşan Efendi'yle kurduğu dostluktur. Öyle bir dostluk ki birbirlerine
söz veriyorlardı: İleride çoluk çocuk sahibi olurlarsa, önce ölenin çocuklarına geride kalan
bakacaktı. M ithat Cem al şöyle anlatıyor: Bir cum a Âkif'in evinde sekiz çocuk gördüm .
Teker teker çok sevim li olan bu çocuklar, bir araya gelince ne manzara alırlar m alum dur.
Evde sekiz kişilik bir kıyam et kopuyordu. Âkif'e sordum :
Kim bu yavrular? Â kif cevap verm edi. Odaya girince bu üç m isa­
fir çocuğu Âkif'e takılarak tebrik ettim . Âkif'in yüzü değişti:

Misafir çocukları değil benim çocuklarım dedi. Üç beş haftada üç


çocuğu nasıl olurdu?

Haşan Efendi öldü d e ... dedi.

Çocuklar kim evvel ölürse hayatta kalanın bakacağı çocuklardı,


rahm etli Haşan Efendi'nin çocukları. (Kuntay, 1986, s. 242-43)

M ehm et  kif dostluğu pekiştiren en önem li hasletlerden birinin selâm laşm a olduğunu
söylerdi. Ancak, selâm ı veren kadar alanın da selam a değer verm esini isterdi. Â kif bu
konuyla ilgili bir hatırasını şöyle anlatır: Bir gün koyun pazarından geçiyordum . Orada
bakkallık eden yaşlıca m ollalardan birine selam verdim . Başıyla şöyle bir işaret ederek
arkasını döndü. Canım sıkıldı. Kendisini bir kenara çektim ."Senin hıfzın vardır. Bak, Allah
Kur'an'da ne diyor?"’ dedim ve sonra ilgili ayeti (Nisa suresi 86. ayetten) okuyup m anâsını
anlattım . "İşte M üslüm anlık da bu m edeniyet de bu!"dedim . (Eşref Edib, 1960, s. 357)

Âkif'in aziz dostlarından biri de Hâfız Kemal'dir. Â kif Hafız Kemal'e (Kemal hâfız) derdi.
Üstat, m evlüt okuyanlar arasında en çok onun okuyuşunu severdi. Onu Saitpaşa im am ı­
na benzetirdi. A hlâkı da sesi gibi İlahî olan Saitpaşa İm am ını, Â kif çocukluğunda bir kere
dinlem iş, onun sesini ve ahlâkını Safahat (Gölgeler) de tasvir etm iştir. Âkif, Hâfız Kem al'le
ilgili olarak"H âfız Kemal'i dinlerken insan Süleym aniye Cam ii'ni, Sinan'ı görür gibi oluyor.
0 ne azam et, o ne kuvvet!"dem ektedir. (Eşref Edib, 1960, s. 362-63)

Kendine dost olabilecek insanları çabucak anlar, kalbini ona bağlardı. M uhtelif sınıfta,
m uhtelif ahlâk ve tabiatta dostları vardı. Onun üzerinde her bir dostunun ayrı bir etki­
si bulunm aktaydı. Sevdiklerinin her biri hususi m eziyetlere sahip, içi dışı bir olanlardı.
Dostlarıyla İsmail Ağa'nın çayhanesinde buluşurdu. Ayrıca A kif'le tanışm ak isteyenler
de buraya gelirdi. Ç ayhanede buluştuğu en candan dostları; Babanzâde Ahm ed Naim,
M ehm et Şevket, M ithat Cem al (Kuntay), Ispartalı Hakkı, A rif Hikm et (Âkif'in eniştesi) gibi
değerli şahsiyetlerdi.(Eşref Edib, 1960, s. 284-85).
1 Nisa Suresi 86. ayetten (Size bir selam verildiği zaman, ondan daha iyisi ile selam verin veya ayniyle mukabele edin...)
M e h m e tÂkif
178
Ersoy
 kif hayatı boyunca belli ahlâki prensiplerin adam ı olarak yaşam ış bir karakter tim salidir.
Dostları arasında her zam an dürüst ve sözüne güvenilir bir insan olarak kalmıştır. Bütün
Safahat'ında, nesir yazılarında ve vaazlarında ortaya koyduğu İslâmî prensiplere, hususi
hayatında da son derece bağlı kalmıştır. (Okay, 1989, s.13)

Âkif'in dostluğunu istism ar edenlere karşı çabuk gücenen, kırıcı, hatta sert m izaçlı bir
tavır takındığı kabul edilebilir. Hatıralarını yazan dostları bu konuyu işlerken, onun za­
man zam an hiddetinden, gazabından ve arkadaşlarına olan dargınlığından söz ederler.
Ancak, bu onun dostluğa verdiği değerin istism ar edilem eyeceği, ahlaki ilkelerden taviz
verilm eyeceği şeklinde yorum lanm alıdır. Bu m ânâda Âkif, cim rileri, ikiyüzlüleri, dalka­
vukları, sözünde durm ayanları ve arkadaşlarını çekiştirenleri dostluğa ters düşen kişiler
olarak kabul etm ektedir.

Âkif'e en çok kimi seversin diye sorduklarında hiç düşünm eden "Babanzade Ahmed
Naim" dem iş ve onu (Bakiyyei selef) olarak gösterm iştir. En hoşlanm adığınız kim dir diye
sorulduğunda ise;"G eçm işlerinin vatan hesabına on parası geçm em iş, bir dam la kanı dö­
külm em iş, bir hizm eti sebk etm em iş olduğu halde ağzını m em leketin tem iz kan dam ar­
larından birine yam ayarak em m ekte bulunan serseri tufeyliler (asalaklar) yok mu, işte en
sevm ediğim bunlardır." dem iştir. ( Eşref Edip, 1960, s. 329)

Âkif, Tevfik Fikret'le ilk defa Darülfünun'da görüşm üştü. M eşrutiyette ikisi de orada ho­
caydı. Âkif'e, "Fikret sende ne tesir yaptı" diye soran M ithat Cemal'e Âkif, "Sevm edim bu
adam ı/'dem iş ve sebebini şöyle anlatm ıştır:"Benim gibi ilk görüştüğü birine yirm i senelik
arkadaşlarını çekiştirdi." (Kuntay, 1986, s. 98)

 kif ikiyüzlüleri hiç sevm ezdi. Fakat yaşı ilerledikçe:"ikiyüzlüleri artık sever oldum . Çünkü
yaşadıkça yirm i yüzlü insanlar görm eye başladım "diyordu. (Kuntay, 1986, s. 249)

Âkif'in Birlik ve D ayanışm aya Bakışı

M ehm et  kif'in birlik ve dayanışm a adına ortaya koyduğu görüşlerinin en etkin yönü
Islâm birliği idealinde ortaya çıkar. A ncak öncelikle kendi ülkem izdeki sıkıntılar ön
plândadır. Balkan Savaşları ve istiklal Savaşı yıllarında halkın çektiği sıkıntıları bilen ve
bizzat içinde olan biri olarak, istikbâl ve istiklâlim ize karşı olanlara verilecek cevabın mil­
letim izin birlik ve beraberliği olduğunu çok iyi keşfetm iş, şiirleri ve yazılarında bunu en
güzel şekilde dile getirm iştir. Â kif Balkan bozgunu üzerine, 20 Şubat 1913'te Süleyma-
niye kürsüsünde verdiği vaazda, Hz. Peygam berin hadis-i şerifini aktararak "Bir adam ki
M üslüm anların derdiyle dertlenm ez, M üslüm anların felâketinden m üteessir olm az, on­
ların im dadına koşm az, o adam asla M üslüm an olamaz"(Sahih-i Buharî) dedikten sonra
şöyle devam etm iştir: "M üslüm anlık lafla olm az. Sorarım ; doğudaki M üslüm an, batıdaki
M üslüm anın im dadına koştu mu? Başına çöken felaketleri benliğinde duydu mu? Ke­
sinlikle diyebilirim ki olm adı. Öyleyse Islâm âlem i, felaket üstüne, felaket göreceğinden,
birinden kurtulunca, diğerine de uğrayacağından asla şüphe etmesin."
Dönemi vp
179
Çevresi
Yine aynı konuda Safahat'ta M ehm et Âkif:
"M em leket m ahvoluyor, din de beraber gidiyor;

Size Kur'an, bakınız sade uzaktan mı diyor?" (Süleym aniye Kürsü­


sünde)

Burada  kif zor durum da olan m em leketin m ahvolm asını, insanların vurdum d uym azlık­
la geçiştirdiklerini ancak sadece m em leketin batm ayacağını, aynı zam anda İslâm'ın da
zarar göreceğini belirterek halkı uyandırm aya çalışm aktadır. Yine şiirin devam ında Âkif:
"Girm eden tefrika bir m illete, düşm an girem ez

Toplu vurdukça yürekler, onu top sindirem ez"d iyerek birlik ve beraberliğin önem ini be­
lirtmiş, M üslüm anları tek yürek olmaya çağırm ıştır. Â kif birlik ve dayanışm anın olabilm esi
için iki unsurun olması gerektiğini vurgulam ıştır. Bunlar çalışm ak ve sam im iyettir. Çalış­
mayan, tem bellik, m iskinlik ve üm itsizliği şiar edinen insanların birlik ve dayanışm aya
katkıları olam az. O, bu konuyu Safahat'ta dile getirirken;
"Bugün, sen kendi kendinden ümid et ancak im dadı;

Evet, sen kendi ikdam ınla kaldır git de bidadı.

Cihan kanun-i sa'yin, bak, nasıl bir hisle m ünkadı!

Ne yaptın?"Leyse li'l-insani iila ma-se'a" vardı! ..."dem iştir. (Süleym aniye Kürsüsünde)

 kif insanların birbirleriyle olan kardeşliğinin yüzeysel olm am ası gerektiğini ya da gö­
rünüşten ibaret kalm am ası gerektiğini vurgular ve ibadetlerin insanları kaynaştırm ası
gerekirken ihlasla yerine getirilm ediği için sadece sorum luluğun giderilm esi anlam ında
yerine getirildiğini belirtir ve şöyle der:
"Neden uh u vvetin iz böyle m ünhasır nam aza?

Çıkınca avluya herkes niçin boğaz boğaza?

Ne M üslüm anlığıdır anlam am ki yaptığınız

Çıkar yol olm ayacak korkarım bu saptığınız!"derken insanların ibadetlerinde sam im i ola­
m adıklarını vurgulam akta ve dolayısıyla bu durum un, beraberliği ve gerçek bir dayanış­
mayı ortaya çıkaram ayacağını belirtm iş olmaktadır.

Âkif, ye's ve üm itsizlik içinde olanları uyandırm ak adına yazdığı "Uyan"şiirinde;


"Bunca zam andır uyudun, kanm adın;

Ç ekm ediğin kalm adı, uslanm adın.

Ç iğnediler yurdunu baştan başa,

Sen yine bir kere kım ıldanm adın!"(H atıralar) dem ektedir.

Âkif yine Kastam onu Nasrullah Kürsüsü'nden 1920'de bir cum a günü Türk m illetine hitab
ederken, Kur'an-ı Kerim 'den"Ey inananlar! Hepiniz Allah'ın ipine, din-i celil-i İslâm'a el bir-
M ehm et^jf
130
E rs ö y

ligiyle sarılınız, Allah'ın ve Resulü'nün em irlerine itaat edip, nehiylerinden kaçınınız. Hiç­
bir zam an ayrılm ayınız. Kalpleriniz, ruhlarınız daim a sım sıkı birbirinize bağlı olsun"( Al-i
im ran/ 100-104) ayetinden hareketle şöyle dem ekted ir:"D em ek ki M üslüm anlar Allah'ın,
Resulü'nün em rettiği birliğe, cem aate sarılm adıkça, ahiretlerini olduğu gibi, dünyalarını
da kurtaram azlar. Her şeyden önce birlik, cem aat, yard ım la şm a ... Bir kere bunu elde ed e­
lim gerisi Allah'ın yardım ıyla kolaylaşır."

Yine bu konuşm asında  kif: "İm anın olgunluğu cem aate sarılmaktır." (Buhari) ."M ü slü ­
m anların derdini kendine dert edinm eyen M üslüm an değildir."(Buhari), "Dünyanın öbür
ucundaki bir M üslüm an'ın ayağına diken batsa, ben onun acısını kendim de duydum."
(Buhari), "Bütün M üslüm anlar tek bir vücut gibidirler. Bir uzuv hastalanırsa, diğer uzuvlar
da hastalanır." (Buhari-M üslim ) şeklindeki Hadis-i şerifleri zikrederek şöyle dem iştir: "As-
hab arasındaki birlik, sevgi, yardım laşm a hepinizin m alum udur. Bu din uluları, bu Allah'ın
sevgili kulları, Huzur-u İlâhi'ye cem aatle durdukları zam an, safları adeta sabun kalıbı ha­
line gelirdi. Birbirlerine öylesine yapışırlardı ki, üzerlerindeki elbiseleri hep om uz başla­
rından eskirdi. O muazzam saflar, bitişik tek parça bir dağ gibi kıyam ederler, öyle rükua
varırlar, öyle secdeye kapanırlardı. Birliğin nam azdaki görünüm ü, nam az dışında da de­
vam ederdi. Bu yüzden İslâm, Peygam ber Efendim izin risaletlerinden itibaren 20-30 yıl
zarfında dünyayı kuşatm ıştı.

Balıkesir Zağanos Paşa Cam ii'nde 6 Şubat 1920'de yaptığı konuşm ada Al-i im ran suresi
100-104 ayetleri okuduktan sonra "Ey M üslüm anlar dünya çalışıp didinirken, her gün her
alanda biraz daha aşam alar kaydederken, biz onlara seyirci gibi baktık. Özellikle şu son
yıllarda başım ıza birçok felaketler yağdı. Halen de çilem izi doldurm uş değiliz. Sebebi; din
işlerinde olduğu gibi dünya işlerinde de gevşek davranm am ızdır."Â kif buradaki konuş­
mayı aynı zam anda "Alınlar Terlem eli" adlı şiiriyle şöyle dile getirm iştir:
"Cihan altüst olurken, seyre baktın, öyle durdun da,

Bugün bir serseri, bir d erbedersin kendi yurdunda!

Hayat elbette hakkın, lâkin ettir haykırıp ihkak;

Sağırdır kubbeler, bir ses duyar: Da'va-yı istihkak." (Gölgeler)

Konuşm anın devam ında Âkif, "Eğer M üslüm anlar yaşam ak istiyorlarsa, cem aat arasında
dargınlığa, küskünlüğe, bölücülüğe yol açabilecek en önem siz gibi görünen söz ve dav­
ranışlardan kaçınm alıdırlar." dem ektedir.

Âkif'e göre M üslüm anların dalgınlığı, biganeliği, vurdum duym azlığı ve gafleti sadece
kendine değil tüm M üslüm anlara zarar verm ektedir. Her M üslüm an sadece kendini değil
diğer M üslüm anları da düşünm ek zorundadır. Bu konuda "Kim M üslüm anların derdini
kendine mal etm ezse onlardan değildir." (Sahih-i Buhari) hadisini zikreden Âkif konuyla
ilgili olarak Safahat'ta şu m ısralara yer verm iştir:
"Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürm üş merkebi

Saldırırm ış ansızın yaydan boşalm ış ok gibi

Lâkin aşk olsun ki aldırm az da otlarm ış eşek


Dönemi ve
Çevresi 181

Sanki tavşanm ış gelen yahud kılıksız köstebek

Kâr sayarm ış bir tutam ot fazla olsun yutm ayı

Hasmı derken, çullanırm ış yutm adan son lokm ayı" (Hatıralar)

 kif bir başka şiirinde vurdum d uym az, etrafına bigane olanlarla
ilgili olarak;

"Cihan yıkılsa bizim halk uyanm adan gidecek

Onun kıyam ı için Sûr'u beklem ek lâzım!

Bu duygusuzluğa bir çare yok mu Allah'ım?" diyor ve konunun daha iyi anlaşılm ası için
araya bir fıkra sıkıştırıyor:
"Zavallı köylüye ilkin epeyce sövm üşler;

işitm e m iş... Bu sefer odunla dövm üşler.

Birer davul kadar o lm uş da budlarındaki şiş,

"Davul çalınm ada, zannım , aşağıki evde!"dem iş,

inince, derken, odunlar budur, deyip beyni,

"Davul bizim eve gelm iş!"dem iş sonunda, hani?

Bizim de hâlim iz aynıyle köylünün hali!"

Burada  kif M üslüm anların çevresine bigane olduklarını, M üslüm anlara gelen zararı faz­
la önem sem ediklerini ancak zarar kendilerine dokunduğu an feryad-ü figan kopardıkla­
rını belirtm ektedir. Ayrıca, Â kif zam an zam an böyle bir konuyu ifade ederken, "başkası
şehit, biz gazi"düsturunu dile getirm ektedir.

Âkif'e göre M üslüm an İslâm'ın gereğini yerine getirirken yanlış davranışları düzeltm ek
için önce kendi örnek olm alı, sonra ikaz etm elidir. O, bunu ifade ederken şöyle dem ek­
tedir:
"Emr-i bi'l-m a'ruf imiş ihvan-ı İslâm'ın işi;

Nehy ederm iş, bir fenalık görse, kardeş kardeşi." (Hakkın Sesleri) A ncak günüm üzde bu
durum un devam etm ediğini, M üslüm anların diğer M üslüm anlara bigane kaldıklarını ve
yanlışlıklara aldırm az bir toplum hâline gelindiğini şöyle ifade etm ektedir.
"Bir neyiz? Seyreyle artık; bir de fikr et, neym işiz?

Din de kürkün aynı olm u ş:Ters çevirm iş giym işiz!

Nehy-i ma'rüf emr-i m ünkerdir gezen m eydanda bak!

En metin ahlâkım ız, yahud, görüp aldırm am ak!

Yıktı bin mel'un kalem nam usu, bizler uym adık;

"Susm ak evladır" deyip s u s tu k ... Sanırsın duym adık!" (Hakkın


Sesleri)
Mehmel:Akif
82
trso y
 kif vurdum d uym az ve kendini bırakm ış insanları uyandırm ak ve harekete geçirm ek
için;
"Ey dipdiri meyyit! "iki ei bir baş içindir"

D av ra n sa n a... Eller de senin, baş da senindir!"(H akkın Sesleri) dem ektedir.

Bir başka şiirinin başına, "Onlara: "Yeryüzünde fesat çıkarm ayın"denildiği zam an, "Biz ıs­
lahtan başka bir şey yapm ıyoruz" derler. Gözünü aç, iyi bil ki: Onlar yok mu, işte asıl müf-
sid onlardır, lâkin farkında değildirler." (Bakara suresi/11-12) ayetlerini alan  kif bununla
ilgili yazdığı şiirinde ailenin önem inden söz eder, toplum un ayakta durm ası için ailenin
güçlü olması gerektiğini belirtir ve şöyle der:
"Biz ki her m evcudu yıktık gayesiz bir fikr ile;

Yıkm adık bir şey b ıra k tık ... Sade bir şey: Aile

Hangi bir bünyanı m ahvettik de ıslah eyledik?

işte viran m em leket! Her yer delik, her yer deşik!

Bunların ta'miri k a b il... Olsa ciddiyet, sebat;

Lâkin, Allah etm esin, bir düşse şayet, ailat," (Hakkın Sesleri)

 kif toplum u tarum ar eden, insanları birbirine düşüren en büyük sıkıntılardan birinin
parçalanıp bölünm e olduğunu söyler ve şöyle der:
"En büyük düşm anıdır ruh-i Nebi tefrikanın;

Adı batsın onu İslâm'a sokan kaltabanın!

Şu senin akıbetin bin bu kadar yıl evvel,

Sana söylenm iş iken doğru m udur şimdi cedel?" (Hakkın Sesleri). Â kif burada M üslüm an­
ların birbirleriyle cedelleşm em elerini, kavga etm em elerini, aksi takdirde M üslüm anların
zor durum da kalacağını, dış güçler karşısında zayıf durum a düşeceğini, hatta yok olaca­
ğını belirtm ektedir.

 kif devam lı toplum un içinde, insanlarla beraber, onların dertlerini dinleyen, onları tan ı­
yan, onların dertlerini kendine hem dert edinen bir şairdir. H ükü m etlerya da farklı güçler
tarafından sıkıntıya sokulan insanları, birliğe ve dayanışm aya çağırm akta, yalnız kalanın
devam lı ezileceğini vurgulam aktadır. Bu konuda "istibdat" adlı şiirinde şöyle dem ekte­
dir.
"Bakın şu hayduda, durm uş yıkın diyor evimi!

Torunlarım ya herif, aç kalsın dilensin mi?

M ahallem izde de çıt yok, ne oldu kom şulara?

Susup da kurtulacak sanki hepsi aklısıra.

Ayol, yarın da sizin hanüm anınız s ö n e ce k ...

Ne var sıçan gibi evlerde şim diden sinecek?" (Safahat 1)


D ön em i ve
183
Çevresi
Âkif, "Hâlâ mı Boğuşm ak" adlı şiirine, "Birbirinize de girm eyin ki m aneviyatınız sarsılm a­
sın, devletiniz gitm esin" (Enfal/8) ayetini ifade ederek başlam akta ve konuyu şöyle m an­
zum hâle getirm ektedir:
"Sen! Ben! Desin efrad, aradan vahdeti kaldır;

M illetler için işte kıyam et o zamandır." (Gölgeler) Â kif bu beyitte toplum un parçalanm ası
hâlinde zayıflayacağını, birbirine düşeceğini ve dolayısıyla bir m illetin bu şekilde zayıf­
layarak yok olabileceğini belirtm ektedir. Âkif'e göre gençliğe birlik ve dayanışm ayı aşı­
lamak, onu üm itvar kılm akla doğru orantılıdır. Eğer gençler gelecekten üm itsiz ve ye's
içinde olurlarsa m illetin bekası da tehlikeye girecek dem ektir. Â kif konuyu değerlendirir­
ken şöyle ifade etm ektedir:
"Telkin-i hayat etm edi asla bize bir ses;

Yurdun ezeli yasçısı baykuş gibi herkes,

Ye'sin bulanık ruhunu zerk etm eye baktı;

Mel'un aşı bir nesli uyuşturdu, bıraktı!" (Yeis Yok) Burada  kif g ençlere hayatın güzel ol­
duğunu, geleceğin parlak olduğunu telkin etm em enin, onların ruhunu kararttığını ve
dolayısıyla bu aşının gençleri uyuşturduğunu ifade etm ektedir. Böyle giderse m illetin
bekası tehlikeye girecek devlet batm a noktasına gelecektir. A ncak  kif daim a gençlikten
yana üm itvardır ve şöyle dem ektedir:
"Batm azdı, hayır batm adı, hem batm ayacaktır;

Tek sen ye'si gebert, azmi uyandır.

M azideki hicranları susturm aya başla;

Evladına sağlam bir em el mayesi aşıla,

Allah'a dayan, sa'ye sarıl, hikm ete ram o l...

Yol varsa budur, bilm iyorum başka çıkar yol." (Yeis Yok)

Âkif'e göre fertlerin gücünü zayıf bırakan ve dayanışm ayı zayıflatan olum suzlukların
başında üm itsizlik ve geleceği karanlık görm ektir. İnanan insan için üm itsizliğe düşm ek
yoktur. Â kif bu konuda ;

"Atiyi karanlık görerek, azmi b ıra k m a k ...

Alçak bir ölüm varsa budur ancak!" Zira üm itsiz olan insanın ne kendine ne de başkası­
na faydası dokunam ayacak bezgin, bitkin bir şekilde hayatına devam edecektir. Halbu­
ki, Âkif'in istediği bu değildir. Â kif ayrıca vatana ve m em lekete sahip çıkm anın azim ve
üm itle olacağını kabul eder ve her ferdin bu vatana bu m em lekete sahip çıkm asını ister.
Bununla ilgili o la ra k ;
Sahipsiz olan m em leketin batm ası haktır

Sen sahip olursan bu vatan batm ayacaktır.


MehmetÂkif
184
Ersoy
Feryadı bırak kendine gel, çünkü zam an dar!

Uğraş ki telâfi edecek bunca zarar var.

"iş bitti! Sebatın sonu yoktur."dem e! Yılma!

Ey m illeti m erhum e sakın ye'se kapılma!

 kif ataletin tem belliğin devam lı karşısındadır. Bu derde çare bulunm azsa başka m illet­
lerin boyunduruğuna düşm ek an m eselesidir. Bütün bunlara bağlı olarak topyekün halkı
uyanık olm aya çağırır ve şöyle der:

Ey cem aat uyanın, elverir artık uyku

Yok mu sizlerde vatan nam ına hiçbir duygu?

 kif gerçek dayanışm anın kendini yetiştirdikten sonra insanlara yol gösterm ek ve onların
haklarını korum aktan geçtiğini çok iyi bilm ekte ve özellikle ahlâk ve irfanın gençliğin
geleceği açısından önem li unsurlar olduğunu dile getirm ekte ve kim senin nam usuna
yan bakm am ayı gençliğe öğütlem ektedir. Bu konuda gençlere ve tüm insanlara hitap
e d e rk e n ;
Doğruluk, ahde vefa, va'de sadakat, şefkat;

Acizin hakkını i'laya sam im i gayret;

En ufak şeyle kanaat çoğa kudret varken;

Yine ifrat ile verm ek, veren eller darken

Kim senin ırzına nam usuna yan bakm ayarak,

Yedi kat ellerin evladını kardeş tanım ak;

"Ö leceksin!"denilen noktada m erdane sebat;

Yeri gelsin gülerek, oynayarak terk-i h a y a t... (Süleym aniye Kür­


süsünde)

Âkif'in birlik ve dayanışm a ile ilgili görüşlerinin idealize edilm iş en önem li yönü İslâm
birliği idealidir. Bu idealin şekillenm esinde Sırat-ı M üstakim ve Sebilürreşad'da farklı din
alim lerinden yapm ış olduğu dinî yazıların tercüm elerinin etkisi olduğu söylenebilir. Bun­
lar arasında Şeyh Şibli, Ferit Vecdi ve M uham m ed Abduh en önde gelenleridir. Ayrıca
İslâm birliği idealinin g elişm esinde Cem alettin A fgani'den etkilendiği de söylenm ektedir.
Burada asıl m esele tüm M üslüm anların derdine ortak olm ak, onları m iskinlikten, tem b el­
likten kurtarm ak ve İslâm'ın aslına uygun yaşam alarını sağlam aktır.

Esasen İslâm birliği idealini savunan düşünürlerin üzerinde anlaştığı birkaç husus şöyle
belirlenebilir: a) İslâm dininin özündeki orijinal şartlara dönm ek b) İdare edene karşı ida­
re edilenin haklarının tespiti ve korunm ası c) Batı m edeniyetine karşı İslâm ülkelerinin
dayanışm ası. Bunlar ana hususlar olm akla birlikte ayrıca her M üslüm an ülke öncelikle
kendi içindeki sıkıntıları giderecek ondan sonra diğer M üslüm an ülkelere önder ve yar­
dım cı olacaktır. A ncak Âkif, yazılarında ve şiirlerinde özellikle Süleym aniye Kürsüsünde
Dönemi ve
185
Çevresi
Abdürreşit İbrahim Efendi'nin ağzından M üslüm an ülkelerde yaşanan olum suzlukları
dile getirm ekte ve bunlara çare aram aktadır. Bu olum suzlukların önem lilerinden bazıları
şunlardır:
Bir M üslüm an ülkenin âlimi diğer ülkenin alim inden habersizdir.

Halkı uyandıracak M üslüm an âlim ler yeterince yol gösterm e­


mektedir.

Birliğin bozulm asında kavm iyetin öne çıkarılm ası önem li bir
faktördür.

Hûrafe ve bâtıl inanışlar halk arasında dinin aslı gibi algılanm ak­
tadır.

Halk tevekkülü yanlış anladığı için tem bel ve m iskindir.

Âkif'in Islâm Birliği ideali de yukarda belirttiğim iz olum suzlukları giderm ek anlam ında
şekillenm iştir. Safahat'ında, vaazlarında, tercüm e ettiği dinî m akalelerde ayrıca dergi ve
gazetelerde yazdığı yazılarında ve Safahat dışındaki şiirlerinde zam an zam an bu konu­
lara değinm iş ve bu olum suzlukları giderm eye çalışm ıştır. Am acı tam am en İslâm dünya­
sında M üslüm anları güçlü kılm ak, İslâm'ın öngördüğü "M üslüm an M üslüm anın kardeşi-
d ir"düsturunu öne çıkarm ak ve M üslüm an fertler olarak yapılan yanlışları gidererek daha
güçlü bir M üslüm an toplum un oluşm asını sağlam aktır. İşte burada diğer M üslüm an ül­
kelere veya farklı ülkelerdeki M üslüm anlara bu konuda önderlik edecek bir bakım a loko­
m otif görevi görebilecek M üslüm an ülke Âkif'e göre Türkiye'dir.

KAYNAKÇA:
1. Eşref Edip, Mehmet Âkif Hayatı-Eserleri ve 70 Muharririm Yazıları, 2. Baskı, Sebilürreşad Neşriyatı,
İstanbul 1380(1960)
2. Kuntay, Mithat Cemal, Mehmet Âkif Hayatı-Seciyesi-Sanatı, Semih Lütfi Kitabevi, İstanbul 1939
3 . ____ ,Ölümünün 50.Yılında Mehmet Âkif, Türkiye İş Bank. Kültür Yay., Ankara, 1986.
4. Okay Orhan, Mehmet Âkif, Bir Karakter Heykelinin Anatomisi, Akçağ Yayınları, Ankara,1989.
5. Ersoy, Mehmet Âkif, Safahat Edisyon Kritik, Haz. M. Ertuğrul Düzdağ, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstan­
bul, 1987.
6. Tarlan, Ali Nihat, Mehmet Âkif ve Safahat, Nida Yayınevi, İstanbul, 1971.
^itrsöf
.. ■
■ . ,
"Mehmet Akif ve dostlan "

Suat M ERTOGLU, Or.


"M ehm et A k if ve İçtim a î Kur'an te fsiri"

N azif Ö ZTÜRK, Dr.


“ Taceddin Sultan'dan M eh m et A k if'e ”

Kâzım ÜRÜN, Prof. Dr.


“M eh m et A kif'd e M ısır ve A ra p edeb iyatı izleri"

Kâm il YEŞİL
"M eh m et A k if’in h ik â yeciliğ i"

D. M ehm et DOĞAN
"M ehm et A k if ve Süleym an N a zif"
188 MehmetÂkif
Ersoy

Akif'in
Hayran Olduğu Şahsiyetler
Mustafa Kara
Prof. D r., Uludağ Ü.

E , %

rin d en ayırm akzo r ise de hayran olma


den çok davranışlar tayin etm ektedir
. Mesela ferâgat ve fedakârlık üzerine
düşünce ortaya koyan bir insanın hayatında bu
davranışlar akis bulm uyorsa ortada 'soğuk bir
var dem ektir. 'Büyük insan' diye nitelediğim iz zevat,
slında bizim tutum ve davranışlarına hayran olduğum uz
kim selerdir. Herkesin paraya taptığı bir devirde, hak ettiği
parayı dahi kamu kurum larına bağışlayan, herkesin m aka­
m a, m ansıba perestij ettiği bir zam anda koltuk tekliflerini
reddeden, herkesin şöhret için takla attığı bir dönem de
inzivayı tercih eden şahsiyetler haklı olarak hayranlık d uy­
gularına m uhatap olm aktadırlar.

Ülkem izde büyük bir kitle fikir ve davranışları sebebiyle


M ehm et A k if’e hayrandır. Şim dilik konum uz bu değildir.
Bu yazıda cevabını arayacağım ız soru şudur:' Akif kime
hayrandı?' A k if kim lerin hangi davranışlarına hayrandı?'
Bazen m ısralardan bazen satırlardan bazen de satır ara­
larından çıkardığım ız neticelerden, hayranlıkla sevdiği,
tanıdığı, dinlediği şahsiyetlerden sadece on kişiyi kısaca
tanıtm ayı hedefliyoruz.
- "

Önce hayrân olduğu üç derviş tanıtılabilir:


Dönemi vp
Çevresi----------------------------------------------- ^
MESNEVÎHÂN-I ŞEHÎR: HÜSAMEDDÎN EFENDİ

Bir tarikata m ensup olm adığını bildiğim iz Akif'in hayran olduğu insanların bir kısmı, der­
viştir. 1770-1863 yılları arasında yaşayan, Nakşî-M evlevî tarikatlarını en üst seviyede tem sîl
eden Hüsâm eddin Efendi bunlardan biridir.Tasavvufî terbiyesini Bursa'da M ehm ed Emin
Kerkûkî'nin yanında tam am layan Hüsâm eddin Efendi, İstanbul'da yıllarca mürşid olarak
hizm et verm iş, M esnevi okutm uş; insan yetiştirm iştir. Varlıklı bir âileye m ensûb olm a­
sına rağmen evlenm eden bütün im kân ve kâbiliyetlerini toplum a aktarm anın yollarını
arayan, M esnevi derslerinde belli bir kültür seviyesinin üzerine çıkm ış insanları cezbe­
den Hüsâm eddin Efendi'nin en önem li özelliklerinden biri, yöneticilerle ilişki kurm aktan
"ku rb -ı su lta n âteş-i s û zâ n d ır"fe h vâ sın ca korkması ve kaçm asıdır. Üst kadem e yön etici­
lerin değil, bizzat pâdişâhın sarayı teşrif tekliflerini de geri çevirm iştir. Hizm et verdiği Hacı
Evhaduddin Tekkesini Sultan A bdülm ecid'in tam ir ettirm esi esnasında Hünkâr m ahfilinin
yapıldığını görür görm ez o mekânı terk eden M esnevîhân-ı şehir Hüsâm eddin Efendi,
hizm etlerine Eyüp Hâtuniye Dergâhı'nda devâm etm iş, vefâtında aynı yerde sırlanm ıştır.
M ehm et A kif Ersoy, onun saraya davet edildiği hâlde gitm em esi, D olm abahçe yakınların ­
dan geçerken vâki olan davete de icâbet etm em esi tavrını çok sevm iş olacak ki, bu olayı
m üstakil bir şiirle kalem e alm ış ve bize a k tarm ıştır(l). Hüsâm eddin Efendi'nin bu mîzac
ve tavrını bilm eden aşağıdaki şiirden pek bir şey anlaşılm az. 'Sebeb-i vürûdu'yla birlikte
okuyalım :

HÜSÂM EFENDİ HOCA


Nasılsa ism ini duym uş ki bendegânından
Hüsâm Efendi'yi aldırm ak istemiş Sultân
irâdeler geledursun, o i'tizâr ederek,
Saray civârına yaklaşm am ış, değil gitm ek
Bu izz ü nâz üzerinden epey zam an geçm iş;
Günün birinde, Beşiktaş taraflarında bir iş,
Sürüklem iş o havâlîye M esnevîhânı
Duyunca vak'ayı Abdülm ecid'in erkânı,
'Çağırtalım m ı?'d em işler;'evet'd em iş, Hünkâr;
Takım takım yola çıkm ış hem en silâhşorlar

Hüsâm Efendi henüz Dolm abahçe'lerde iken,


Gelip yetişm iş adam lar, üçer beşer geriden
-Efendim iz bizi gönderdi çok selâm ediyor;
Görüşm ek istiyorum , kendi istem ez mi? diyor
Uzun değil ki saray, işte dört adım lık yer;
Hemen dönün, gidelim , hiç d üşünm eyin bu sefer!
Dönün, ricâ ederiz
-Dinleyin, sabırlı olun: Ben elli beş senedir teptiğim yegâne yolun,
Henüz sonundan uzakken, tükendi gitti öm ür;
Tutup da bir geri döndüm mü, yandığım gündür!
Hilvan 4 Şubat 1341 (1925)
190
MehmetÂkif
Ersoy
SAİD PAŞA İMAMI: RİFÂÎ HAŞAN EFENDİ

Sa fa h a tta bu başlıkla yer alan şiir için  kif şöyle bir dipnot düşm üş: "Ahlâkı da sesi gibi
İlâhî olan bu adam ı, çocukluğum da bir kere dinlem iştim . Said Paşa'nın kim olduğunu
bilmiyorum." Konuyu biraz açabiliriz.

A bdülm ecid devrinin devlet adam larından biri olan Said Paşa'nın im am ı, Haşan Efen­
di, Manisa'lıdır. Rifâiyye Tarîkatı'nın Ma'rîfiyye koluna m ensûb olup ManisalI Ali Vehbî
Efendi'den feyz ve icâzet alm ıştır. 1307/1889 tarihinde İstanbul’da vefat etm iş, Üsküdar-
Sandıkçılar m ezarlığına defnedilm iştir. Mezar taşında şu kelim eler var: M eczûb-ı İlâhi,
bende-i im âm Rifâî, Said Paşa im amı Haşan Efendi Ruhuna Fatiha i 9 Şevval, i 307 Cumar­
tesi. Sesinin güzelliği ile İstanbul'un en m eşhur m evlidhanlarından biri olan Said Paşa
im am ı'nın Akif'i m esteden ahlâkı nasıldı? Âkif, bir ahlâk âbidesi olduğu için, özel şiirlerle
anıp yücelttiği şahsiyetlerin de İlâhî ahlâk ile ahlâklanan kim seler olması gerekiyordu.
İşte bu soruya cevap olabilecek iki olay. Ve işte Akif'in çocukluk arkadaşı İbnul-Em în Mah-
mud Kem al'in ifâdeleri:

Sultan A bdulaziz Hân, Cumâ nam azını Dolm abahçe Câm ii'nde kılm ak ister. Hutbeyi, pa­
dişah im am ı, Hafız Haşan Efendi okuyacaktır. Sarık ve cübbesiyle hutbeye hazırlandığı
bir zam anda câm inin baş im am ı, Şevketlu Efendim iz Hicaz m akâm ında o kunm asını irâde
buyuruyorlar. Uyarısını yapar. Bu teklîfe, "irâde ile hutbe okunm az, ne zuhûr ederse o
okunur" diye tepki göstererek kıyafetini çıkarır ve câm iyi terk eder.

Orman ve M adenler Meclisi Reisi Şeref Efendi, bir gece Haşan Efendi'yi Mevlîd okum ak
üzere Cağaloğlu'ndaki konağına davet eder. Said Paşa İm am ı, âdeti olduğu üzere, örgü
torbasıyla -nerede olursa olsun, çorap örerdi- konağa gelir. Hizm etçiler onun dilenci ol­
duğunu zannederek "Hoca ne istiyorsun?" dem eleri üzerine, hiçbir şey söylem eden geri
döner Langa'da ki M ûsevîlerin devam ettiği bir gazinoya girer, m ahâretini gösterir. Yirmi-
beş lira verirler. Ertesi gün durum u, Şeref Efendi'ye anlatır. (2)

Üçüncü olay ise,"Said Paşa im am ı"başlığını taşıyan şiirde anlatılm aktadır: VâlideSultan'ın
arzusu üzerine sarayda m evlid okunacaktır. Vakit gelip çatm ıştır. Haşan Efendi yoktur.
Hazır bulunanlar, ileri-geri konuşm aya başlar, lehinde aleyhinde laflar edilir. Meğer Ha­
şan Efendi, yaşlı, fakir ve kırk gün önce kızını kaybeden içi yanık bir hatunun, yolunu
keserek yavrusuna mevlid okum ası için yalvarıp yakarm ası ile karşı karşıya kalmıştır.

işte 1931 tarihli şiirin son m ısraları:


Nerde kaldın, Hoca? der, Valide Sultan o zam an,

Sen de kalleşlik edersen, bize eyvahlar ola!

- Henüz akşam dı ki, gelsem diye, düştüm de yola, yürüdüm haylice

Derken hele sen kısm ete bak!

Öteden karşıma bir yaşlıca hâtûn çıkarak,

Azıcık dursana oğlum ! dedi. Durdum nâçâr,


Dönemi ve
Çevresi 191

-Göğsün îm ânlıya benzer, sana bir hizm et var,

Ama reddetm e ki, zâten beni m ahvetm iş ölüm ;

Bir perîşân anayım dağ gibi evlad göm düm !

Kızım ın cânı için bari bu kırkıncı gece,

Şöyle bir mevlid okutsam diyorum , kendim ce.

Nasıl etsem ? Okuyan çok ya, benim yufka elim

Hocasın, elbet okursun; hadi oğlum , gidelim .

Ne olur bir yorulursan, hadi bekletm e, günah!

Sen benim yavrum u şâd et ki, rızâen lillâh,

iki dünyada azîz eylesin Allah da seni.

Hâtunun sözleri dîvâneye döndürdü beni;

Ne saray kaldı hayâlim de, ne sultân, ne filân;

Çile dolsun, yürü öyleyse, dedim , oldu olan!

Size yüzlerce adam mevlid okur benden iyi,

Ama bîçâre kızın, bağrı yanık anneciği,

Yoklasın m erdini, nâ-merdini insan diyerek,

Eli yüzlerce heyûlâya değip boş dönecek!

Fukarânın seneler, belki siler göz yaşını;

Hangi taş pekse, hem en vurm aya baksın başını,

Elin evlâdına yanm az parasız bir kimse!

Çaresizdim sizi bekletm ede, beklettim se.

-Hoca! Der Vâlide Sultân, beni ağlatm a, yeter!

Yeniden m evlid okursun bize, davâ da biter.

Hilvan, 15 Haziran, 1347 (1931)

HUKUK ADAMI VE ŞAİR: HERSEKLİ ÂRİF HİKMET

Tanzim ât Ferm ânı'nın ilân edildiği yıl, Bosna / Mostar'da doğan Hersekli A rif Hikm et, XIX.
Yüzyılın en dikkate değer şahsiyetlerinden biridir, ilk tahsilini doğduğu bölgede yapan,
daha sonra Bursa'ya giden  rif Hikm et, özellikle hukuk konusunda kendisini yetiştirdi.
1854 yılında İstanbul'a ulaşan kısa bir m em urluk hayâtından sonra istifâ eden Cevdet
Paşa'nın teşvîkiyle yeniden göreve dönen  rif Hikm et, Bursa, M anastır, Kastam onu, Ada­
na, Cezâyir-i bahr-i sefîd gibi bir çok Osm anlı vilâyetinde A dliye teşkilâtının en üst nokta­
larında hizm et verdi. Son görevi ise,Tem yîz m ahkem esi üyeliği oldu (3).
Selânikli Osm an Nuri'nin şahâdeti şöyle:

Suâl etm e Hüdâ'nın hikm etinden


MehmetÂkif
192
Ersoy
Cevap al aynı davaya m uvâfık

Reîs-i m ahkem e  rif olunca,

Eder her hükm ü, kanuna tevâfuk

Resm î görevlerinin dışında şiir ve hikm etle yakından ilgilenen, ilm î-irfanî konularda sözü-
sohbeti dinlenen şâirim izin bu yönüne, eserlerinin adı da işâret etm ektedir:

7-Levâyihu'l-Hikem
2-Levâmiu'l-Efkâr
3- Sevânihu'l-beyân
4- Misbâhu'l-izâh
5- Âsâr-ı Hikmet (İÜ, Ktp. İbnülem în, Nu, 2570, 3018)

Çukurçeşm e'deki evinde haftada bir toplanan 'Encüm en-i Edebî' halkasından Namık
Kemâl, Ziyâ Paşa, Osm an Şem s, M anastırlı Nâilî başta olm ak üzere devrin büyükleri bir
araya gelir, sohbet ederlerdi.
O lm uşuz biz aşk ile âzâde-i havf u recâ

Sanma kim Hikm et gam-ı endîşe-i ferdâdeyiz.

Hersekli  rif Hikm et'in şahsiyet ve karakterine aşık olanlardan biri de, M ehm et  kif idi.
Âkif'in hayran olduğu bu insanı ibnulem in M ahmud Kemal'in cüm leleriyle biraz daha
yakından tanıyalım :

'Nesri selis ve metin idi. Nazmen ve neşren istediği ve istenildiği gibi yazm ağa m ukte­
dir idi. Edebiyatım ızı en iyi bilenlerin ileri gelenlerinden idi. Edebiyata dair m ülâhazâtı,
ders-i edeb addolunurdu. Pek m untazam ve bazan pek m ühim ve ciddi söz söylerdi. En
ciddi m ebâhisten en tu h af şeylere kadar, arzu edildiği yolda fıkralar, m enkabeler tertîb
ve tasn îf edebilirdi. Laubaliliğinden, açık saçık laf savurm asından şikâyet edenler vardı.
Câhiller ile ihtilattan pek ziyâde sıkılır ve sakınırdı. İrfândan m ahrum olanları insandan
saym azdı. Laubali m eşreb ve deryadil olduğu halde, ehem m iyetli bir söze, bir hâle ba­
zan ehem m iyet verir, m uhatabını haşlardı. Rütbeye, m ansıba asla kulak aşm azdı. Hâlini
beğenm ediği âdem ler en âli tabakalarda bulunsalar da, yüz verm ez, riâyet etm ezdi. O,
kim seden ürkm ezdi. Herkes ondan ürkerdi. Sevdiğini cidden severdi, sevm ediğini sever
gibi, görünm ezdi. Ta'ban hür olduğu için bir ferde baş eğm ezdi. Laîm in levm inden, za­
limin tasallutundan ihtiraz etm ezdi. Herkesin -dilsizler gibi- birbirine işâretle anlattıkları
korkunç m addeleri o, alenen söylem ekten sakınm azdı/M üslü m an lık, Hak yolunda kah-
ram anlıktır'derdi (4).

20 Mayıs, 1903 de vefât etti. M ehm et Âkif, Â rif Hikm et'in vefâtını duyar duym az, yollara
düşer. Dostu Bursalı Halil Edib ve NeyzenTevfik'i alarak, üstâdın Şehzâdebaşı'ndaki evine
gider. Â rif H ikm etin vefâtı üzerine 123 beyitlik bir m ersiye kalem e alan Âkif'in şiirinin
sonundaki tarih ve imzâsı şöyledir:
"14 Kânûnisânî 1319 Hâk-i pây-i ashâb-ı kemâl."
Dönemi vp
Çevresi —
Âkif, bu m ersiye vesilesiyle pek çok konuya parm ak basar. Â rif Hikm et'in şahsiyeti ile ilgili
bilgi sunarken, âlim ve âriflere revâ görülen ilgisizlik ve vefasızlıktan şikâyet eder:
Öyle bir fâzıl-ı nihrir idi  rif Hikm et

Ki onun mislini nâdir görecektir üm m et

Hâs idi kendine pek şanlı olan vadisi

Üm m etin oydu hakikatte hele Sa'dî'si.

M erhûm un evine doğru yol alırken büyük bir kalabalıkla karşılaşacağını um an M ehm et
Âkif, sükût-ı hayâle uğrar:
Bir de vardıkta ne görsek koca bir cemm-i gaflr

Beş on âdem le, beş on zâkir u derviş-i ecir

Bir b ulut kaplayarak beynim i işte o zam an,

Etdi dîdem deki âvâre dum ûum feyezân

M ersiyenin ilerleyen m ısralarında  rif Hikm et'in irfânî yönüne Ekberî neşvesine işâret
ediliyor:
Gâh ihyâ ederek Hazret-i Muhyiddîn'i

Hep Futûhât gelirdi o zam an telkini.

Son m ısrâlar şöyle:


 rif bize sen Bârika-i Hikmet-i Hak'tın

Dar geldi cihân şa'şaa-i feyzine baktım

Yükseldin ufuktan bizi zulm ette bıraktın

Mâdâm ki bir gün gelecek ayrılacaktın

Evvel niçin kalbim izi nârına yaktın!(5)

ABBAS HALİM PAŞA: V A Lİ V E V E L İN İM E T

Tahsilini İsviçre'de tam am layan ve II. M eşrûtiyet'ten sonra Bursa valiliği yapan Abbas Ha­
lim Paşa, Kavalalı M ehm et Ali Paşa'nın torunu, Sadrazam Said Halim Paşa'nın kardeşidir.

Kendisinin m isafiri olarak 1914 yılında ilk defa Mısır'a giden M ehm et  kif bu gezinin ha­
tırası olarak kalem e aldığı'el-Uksur'da'isim li şiirini ona ithaf etm iştir:
Gülüm süyor kıyılardan beş altı hatve kadar

içerde, ipli sırıklarla işleyen kuyular

Gülüm süyor suyu kırbayla aktaran feilah

Gülümsüyor bunu ömründe görmeyen seyyâh


Gülümsüyor çalılıklarla örtülen dereler
Meh m Âkif
194
Er soy
G ülüm süyor sayısız tarlalarla m eşcereler

G ülüm süyor karılar, başlarında topraktan

Güğüm kılıklı birer kap dönerken ırm aktan

Gülüm süyor derelerde balık tutan çıplak

Çoluk çocuk suyu kepçeyle aktarıp dararalı

1915'te Nafıa nâzırlığına getirilen Paşa, İstanbul'un işgalinden sonra bazı fikir ve siyaset
adam larıyla birlikte Malta'ya sürüldü (6).

Daha sonraki yıllarını yazın İstanbul'da kışın Mısır'da geçiren Abbas Halim Paşa Âkif'in de
Mısır'daki ev sahibidir. Safahat'ta kendisine üç şiir ithaf edilen tek kişi odur.

1929 tarihli 'bir arıza' başlıklı şiirde onun Mısır'da bir nevi sürgün hayatı yaşam asına se­
bep olan 'devletlu' lere çatm aktadır:
Ey Heybeli iklim ine kıştan çekilenler

Ey Afrika tem m uzunu efsane bilenler

Ey yağ gibi üç çifte kayıklarla kayanlar

Ey M altepe'den Pendik'i bir ham le sayanlar

Ey çam ların altında serilm iş uzananlar

Ey her nefes aldıkça öm ürler kazananlar

'Birinci A rîza'g ib i 'Ey bad-ı sab a'd iye başlayan ikinci Arîza 1932 tarihini taşıyor. O Âkif
için şöyle demiştir'Âkif her zam an ve her yerde bir Abbas Halim bulabilir, ben ise bir Âkif
bulam am onun için onunla dost olm am en büyük şansım dır'

Abbas Halim Paşa'nın 1934'te vefat edişi Âkif'in yaşadığı en büyük ıstıraplardan birine
sebep olm uştur:
Hepsi göçm üş hani yoldaşlarının hiçbiri yok

Sen mi kaldın yalnız kafileden böyie uzak

Postu serm ekse m eram ın yola serdirm ezler

Hadi gölgenle beraber silinip gitm ene bak

AHM ET NAİM EFENDİ: SECD E EDEN ADAM

İlim, irfan ve ahlakına hayran olduğu Ahm ed Naim Efendi için  kif şöyle dem işti:

'Ashaptan sonra en çok onu seviyorum . 'A kif'ten bir yıl önce doğan iki yıl önce vefat eden
Babanzâde 1915-1933 yılları arasında Darulfünûn edebiyat fakültesinde Felsefe, Mantık,
Dönemi ve
195
Çevresi
Rûhiyat ve Ahlâk dersleri okuttu. Üniversite reform uyla birlikte Ferit Kam gibi dışarıda
kaldı.

Medrese ilim lerine hakim olan Ahm ed Naim Efendi'nin, Fatih türbedarı diye tanınan Ah-
med Am iş Efendi'nin(öl. 1920) dam adı ve m üridi olması onun tasavvufî ilim lerle içli-dışlı
o lduğunu da gösterm ektedir.

Âkif-Fikret tartışm asında dostunun yanında yer alm ış ve'Tevfik Fikret'e Dair1isim li eseri ka­
lem e alm ıştır. (İst. 1336) 1926'da  kif Kur'an-ı Kerim m ealine başladığında Babanzâde'de
Tecrid-i Sarîh tercüm esine başlam ıştı. (7)

Safahat'ın yedinci ve son basam ağı Gölgeler olduğu gibi, G ö lg e le rin de zirvesi olarak ele
alınabilecek olan Secde şiiri bu noktada bizi ilgilendiriyor. Safahat'ta yer alan bazı şiirle­
ri ithaf ettiği dostlarının arasında A hm et Naim'in adı yok. Niçin? Bunun sebebini dostu
M ithat Cem al Kuntay açıklıyor:" Çünkü Naim o kadar çok yüksek yerde oturuyordu ki
onun eşiğine uzatacağı şiiri  kif bir türlü yazam ıyordu. Nihayet ihtiyarlığında Mısır'da
yazdı:Secde. Bunu Fuat Şem si'ye gönderdi. Naim Secde’yi o kadar beğeniyor ki Âkif'in
yazısıyla olanı alıkoyuyor, suretini çıkarıp Fuat Şem si'ye veriyor. Ama  kif her zam anki
bedbinliği ile meseleyi yorum luyor: Naim'in geç kalan cevabı 'M anzum eyi beğenm edi'
dem ekti ve şiirini A hm et Naim'e ithaf etm ekten çekinerek kitabı bastırıyor.

Bugün, Âkif, Edirnekapı m ezarlığında Naim'in yanında yatıyor. Orasını kendi vasiyet et­
medi ancak Naim'i okadar çok seviyordu ki bu sevgi vak'a kuvvetinde bir vasiyetti ve
Fuat Şemsi onu Naim'in yanına koydurdu. Beraber inandıkları Allah'ın huzuruna beraber
çıkıyorlar." 1925 tarihli, o ndokuz b eyitlik şiirin son beyitlerini okurken 13 Ağustos 1934'te
öğle nam azını kılarken secdede vefat eden A hm et Naim Efendi'yi tekrar hatırlayalım ,
rahm etle analım :
Bu vahderzâra dün baktım . Ne m eyhaneydi cûşâcûş!

Bugün rindânı gördüm : Başka bir perm aneden bîhûş.

Bütün dünya serilm iş sunduğum vahdet şarâbından;

Benim m est olm ayan m eczûbum . Allah'ım benim meydan!

Bırak, hâsir kalan seyrinde mi'racım devâm etsin;

Rükû'um yerde titrerken, huşû'um arşı titretsin!

ilahi! Serseri bir dam lanım , yetm ez mi hüsrânım ?

Bırak, taşsın da coştursun şu vahdetzârı îm ânım .

Bırak hilkatte hiç ses yok, bırak, m eczubunun fe ry â d ...

Bırak, tehlîlim artık dalgalansın herçi-bâdâbâd!

Kıyılm az lâkin, A llah'ım , bu gaşyolm uş yatan v e c d e ...

Bırak,' h ilk a tle olsun varlığım yek-pâre bir secde!


MehmetÂkif
196
— Ersoy
FERİD KAM: VAHDET İ VÜCÛD'UN YAZARI

A kif'ten dokuz yaş büyük olan Ferid Kam da onun gönülden sevdiği derinden saygı duy­
duğu fikir ve felsefe dünyasının derin sularında kulaç atan şahsiyetlerden biridir.

Osm anlInın son dönem inde yetişen, Doğu'yu Batı'yı yakından tanıyan bu iki dost arasın­
daki m ahabbeti açığa çıkaran m etinlere de sahibiz.

 kif Safahat'ın III. kitabı olan Hakkın Sesleri'ni 1913'te yayınladığında kırk yaşındaydı. Fe­
rid Kam bu nesir üzerine Akif'e takdir ve tebriklerini bildirm ek ve teşvik etm ek için bir
m ektup yazdı. Â kif bu m ektubu Safahat'ın IV. Kitabının başına şu cüm lelerle koymayı
uygun buldu: "B ize'D in î-Felsefî M usahabeler gibi muazzam bir eser yazan yâr-ı canan,
üstad-ı hakim im Hazret-i Ferid'in kıym etdar bir hatıra-ı iltifatıdır."

"Enis-i ruhum Akif'e' diye başlayan m ektup dil, şiir ve diğer sanatlar konusunda çok
önem li tesbitlerde bulunduktan sonra şöyle sona eriyor:" Hemen feyyaz kalem ine iste­
diği cevelanı ver, ciddi eserlere teşne olanları feyz-i kalem inle reyyan etISafahat'ın bu
kısm ını teşkil eden m anzum elerin m enbaı, Furkan-ı Hakim olduğundan hepsinin ilham-ı
mahz eseri olduğunu söylem ek zaittir. Hemen söyle, hem en yaz. Tevfik-ı Huda refikin
olsun azizim." 30 Mayıs 1329 (1913)

 kif 1925'te Mısır'da iken kalem e aldığı Gece isim li şiirini 'Üstad-ı hakim im Ferid
Beyefendi'ye' başlığıyla ona ithaf etm iştir.

Kainattaki esrarengiz oluşum u ve İlahî tecellileri konu alan şiir şöyle başlıyor:
Bütün kandillerin tehlile d alm ışlar...Şaşırd ım ben

Nasıl ma'bed ki sun'un serm edi bir secde gökkubben

Gece'nin Sebilurreşad'da yayınlanan m ısralarında daha sonra Şerif içli tarafından beste­
lenecek olan şu ifadeler de var.
Ezelden âşınanım ben ezelden hem zebânım sın

Beraber ahde bağlandık ne olsan yârı cânım sın

Ne olsan zerrenim kalbim de hâla çarpar esrarın

Gel ey canân gel ey cân kalm asın ferdaya didarın.

Son beyitler ise Safahat'ın diğer altı kitabında görülm eyen derin bir vecd ve istiğrakı te ­
rennüm etm ektedir:

Ö m ürler geçti, sen yoksun gel ey bir tanecik Ma'bud,

Gel ey birtanecik gâ'ib, gel ey tânecik mevcûd!

Ya sıyrılsın şu vahdetgâhı vahşetzâr eden hicrân,


Dönemi ve
1 97
Çevresi
Ya bir nefhanla serpilsin bu hâsir kalbe itmi'nân

Hayır, îm anla, itm înânla dinm ez ruhum un ye'si:

Ne âfâk isterim sensiz, ne enfüs, tam takır hepsi

Senin M ecnûnunum , bir sensin ancak taptığım Leyla;

Ezelden sunduğun Şehlâ-nigâhın m estiyim hâlâ!

Gel ey sâkı-i bâkî gel, Elest'in yadı şadolsun

Yarım peym ane sun bir cur'a sun tek aynı m eyden olsun

O lâhutî şarabın vahyi her zerrem den inlerken

Bütün aheng-i hilkat bir zam an dinsin eninim den

Gel ey dünyaların mevlâsı ey leylây-ı vicdanım

Senin yad olduğun sinende olsun, varsa payanım .

 kif gibi bir tarikata intisab etm em ekle beraber 'Vahdet-i Vucud' gibi bir kitabı yazacak
kadar bu kültüre hakim ve bu kültürün içindeydi. Söz konusu kitabı şu ifadeler ve dört­
lükle tam am lam ıştır: Şimdiye kadar Vahdet-i Vucud hakkında söylediğim iz dağınık sözler
meselenin nazarî-aklîyönüyle ilgili toplu bir fikir verm iştir zannederim . Bahsin 'kâl'e ait olan
yönü bundan ibarettir. Hâl'e ait yönü ise erbabına m üracaat edilerek halledilebilir.
Hakikatin özünü lafızlarda aram a

Kayıt ve nisbetten geç bunlarla da arama

Cehalet illetine şifa bulm ak istersen

Kanun'da, Necat'ta, işarat'ta aram a!8)

HÜSEYİN AVNİ: M UHALEFETİN SANCAKDARI

Safahat'm birinci kitabında yer alan 'M ahalle Kahvesi' başlıklı şiir 'Kardeşim Hüseyin
A vni'ye'şeklinde bir ithaf cüm lesi taşıyor.

Hüseyin Avni 1887'de Erzurum'da doğm uş 1948 yılında İstanbul'da vefat etm iş bir hukuk
adam ıdır. Â kif ile Hüseyin Avni arasında oluşan aşk ve m ahabbet istiklâl harbi yıllarında
ve birinci Türkiye Büyük M illet Meclisi sıralarında oluşm uştur. Bu m ecliste m illî konularda
yaptığı ateşli konuşmalar, şecaat ve cesaret dolu tavırlarla dikkati çeken Hüseyin Avni
m uhalif kanadın da başını çekm iştir.

Hüseyin Avni,  kif için 'Bir tek arkadaşım vardı:M ehm et  kif' derken, A kif'te onun
için:'Hüseyin Avni in s a n ...B iz şeytan-ı ahres m ahluklarız'dem iştir.

1923'ten sonra istiklâl M ahkem eleri dahil pek çok sıkıntıya göğüs geren Hüseyin Avni
Ulaş doğru bildiği yoldan sapm am ış, doğru bildiklerini söylem ekten hiçbir zam an ve z e­
m inde kaçm am ıştır.
M e h m - l^ f
m ------

Her ikisinin de hayranı olan ve Hüseyin Avni'yi çok daha yakından tanıyan Nurettin Top­
çu M illet M istikleri isimli eserinde onları ve o yılları şöyle anlatıyor:'M uzdariplere ve açık
alınla hak isteyenlere bütün kapılar kapatılm ıştı. M uzdariplerin ayaklar altında ezilen
vicdanların sesini duyurm aya im kân yoktu. Gençlik kendi kulaklarını da sağır eden bir
şiddetle nefsinin seslerine ve gurura korkunç bir şekilde kapılm ış alkışlıyor, alkışlıyordu,
Tahakküm e aşık kuvvete hayran olan bütün bir cem aatin vicdanı Hüseyin A vni'nin büyük
dostu şair M ehm et Âkif'in şu beytinde en m ükem m el ifadesini bulm uş görünüyordu:
Bir m uhalif hava yok dinlediğin aynı sada

Zât-ı sâm inize m illet de hüküm ette feda

Bu yetm edi, arkasında bir de riya salgını baş gösterdi. Güya hakperest olan birçokları
perdenin önünde alkışladıkları puta perde arkasında hakaret ed iyo rlard ı...'

'Bir gün kendisinin şahitliğine m üracaat eden bir m ahkem ede o devrin tenkitlerini yapan
Ali İhsan Paşa'nın itham edilen bir kitabı hakkında ona:'AIİ İhsan Paşa neden bu kitabı
yazdı' diye sorulduğu zam an, o sakin bir Sokrat tavrıyla reise döndü:A!i İhsan Paşa bu
kitabı niçin yazdı diye sorm ayın, sen neden yazm ad ın'd iye s o ru n .'

'im anın ifadesi bile im kânsız, vicdanlar tıkanm ış bu tüyler ürpertici manzara önünde Hü­
seyin Avni tek arkadaşım dediği M ürşidinin ilham larına sığınıyor:
Yürekler m erham etsiz, duygular süfli em eller hâr

Nazarlardan taşan mâna ibadullahı istihkâr

'Anadolu birliğini m addî cephede yapan Muratlar, Yıldırım lar, Fatihler ve Yavuzlardan
sonra oraya giren talihsiz asırların arkasından bu ülkenin ruh birliğini yapm aya çalıştı.
Büyük önder A kif'le beraber ve onun gibi sanki:
Saldırsa da kırk ehl-i salip ordusu kol kol

Dörtyüz bu kadar m ilyon esir olm az em in ol

dedirten m üjdeyi Allah'tan a lm ış tı.'

istiklâl savaşı sırasında om uz omuza beraber çalıştığı iman ve fazilet kahram anı m illet
davasının diğer velisi, istiklâlim izin m üjdecisi büyük dost M ehm et Akif'e
Azm in, em elin heykel-i zîruhu iken dün

Bilmem ki bugün ye'se nasıl oldu da düştün

D edirtm em eye karar verdi, Meclis dışında m ücadelesine devam


etti. '(9)

HÜSEYİN KÂZIM KADRİ: ŞEYH MUHSİN-İ FÂNÎ

ikinci m eşrutiyet dönem inin renkli şahsiyetlerinden biri olan Hüseyin Kâzım Kadri
1870 de İstanbul'da doğm uş, 1934te dinlenm ek üzere gittiği Tarsus'ta vefat etm iş naşı
İstanbul'a nakledilm iştir.
Dönemi ve
Çevresi 199

Tevfik Fikret ve Hüseyin D aniş'leTanin Gazetesini çıkarm ış, Selânik, Halep ve İstanbul'da
valilik, Manisa, Aydın M ebusluğu, Ticaret ve Ziraat ile Evkat Nazırlığı yapm ıştır.

Dinî fikrî konulara olan hakim iyeti, düşüncelerinden taviz verm em esi, m ensup olduğu
partinin görüşleriyle ters düşse dahi düşünce ve yorum larını çok net bir şekilde ifade
etm esi onun tem el özelliklerindendir.

Bü yü kTü rk Lügat'ının yazarı için Eşref Edip'i dinliyoruz: "Hüseyin Kâzım üstadın çok sev­
diği dostlarından biri idi. M eşhur Şeyh Muhsin-i Fanî. Üstad Beylerbeyinde oturduğu za­
man zam anlarının çoğunu Hüseyin Kazım'la birlikte geçirirdi. Ateşli bir zekâ. Her d uydu­
ğunu gördüğünü zapteden geniş bir hafıza. Deniz gibi derin bir b ilg i.' M erhaba kör kadı'
diyecek derecede m üfrid bir doğruluk. En ufak bir haksızlığa katlanam ayan bir hakçılık,
heyecanlı bir m iz a ç ... Düşkünlere m üm kün olan yardım ı yapm aktan zevk alan, dostlan
için daima iyilik düşünen bir fıtrat. Sonra şen, şatır, şakacı, hoşsohbet, zarif, nükteci, güzel
ve tatlı sözler, işitilm em iş fıkralar, yakası açılm am ış hikayeler. İlim ve irfanı yüksek Arapça,
Acem ce, İngilizce, Fransızca bilir, Şark irfanını felsefesini tetkik etm iş, Garb'ın fikir hare­
ketlerini, hayat telakkilerini de kavram ış, açık ve hür fikirli. Hele lisan hususunda büyük
kudret ve ihtisas sahibi, ansiklopedi gibi m alum at dolu bir ilim a d a m ı... Hüseyin Kâzım'ın
öyle bir anlatış tarzı vardı ki fıkraları hikâyeleri canlandırırdı. Fena ve ahlâksız kimseleri
anlatırken bütün gazap ve şiddetiyle'el-insanu dom uzun'deyişi vardı ki ömürdü."(10)

KÖSE İMAM: ALİ ŞEVKİ EFENDİ

Safahat'ın 1911'de yayınlanan birinci kitabında yer alan Köse im am başlıklı şiir Ali Şev­
ki Efendi'ye ithaf edilm iştir. 1919'da yayınlanan Asım'daki Köse İmam da bu zattır. Yani
Bosnalı Ali Şevkî Efendi'dir. Gerçekten köse olan, hiç evlenm eyen, bütün im kânlarını ki­
tap alm ak için harcayan Ali Şevki Efendi, Âkif'in babası Tahir Efendi'nin talebelerinden-
dir. Bu iki kişi arasında öyle bir dostluk oluştu ki Ali Şevki Efendi sağlık sebebiyle evini
Çarşamba'dan Topkapı dışına taşıyınca  kif de ona yakın olm ak için bu bölgeden bir ev
kiralam ıştı.

Ali Şevki Efendi ciltlenm eyen hiçbir kitabı raflarına koym az em anet kitap isteyenlere du­
vardaki levhayı gösterirdi:
Dest-i gadr-i m üsteîrândan ziyanım bî-hisâb

Tevbe ettim âriyet hiç kim seye verm em kitab

Köse imam'ın en büyük özelliği tok sözlü oluşu, bütün kusurlarını hiç eğip bükm eden ki­
şilerin yüzüne karşı söylem esiydi. Kendisiyle tanışan ve bu tavrı hoşuna gitm eyen Midhat
Cem al şöyle d iyo r:"— A ncak Âkif, Hoca'nın asıl bu tarafını seviyor beğenilm em ek ihtiya­
cını- tertip yanlış değildir- evet beğenilm em ek ihtiyacını bu Hoca'nın evinde teskin edi­
yordu. Ve Âkif'in gözünde hoca m ert adam dı. Çünkü şiirlerini bazen Âkif'in yüzüne karşı
beğenm iyordu. Yalnız aynı şiirleri arkasından m ethediyordu. Ben de Âkif'e takılıyor:Şevkî
Hoca tabiî ki merd adam , çünkü yüzüne karşı tenkidi Fakat arkadan medih! Diyordum . O
zam an  kif kendisiyle alay ed iyo r:Y aa a... Arkam dan beğeniyor dem ek. Öyle ise hakika­
ten Hoca erkek a d a m m ış..."(1 1 )
Köse im am şiirinde karısını döven onu boşam ak isteyen perişan bir koca vesilesiyle aile
ahlâkı ile ilgili konuları enine boyuna tartışan Âkif, II. A bdulham id'ie ilgili o m eşhur bey­
tini de bu vesileyle söyler:
Gölgesinden bile korkup bağıran bir ödlek

Otuz üç yıl bizi korkuttu 'şeriat'diyerek.

Şiir şu beyitlerle tam am lanıyor:

Sözü bir parça uzattım sa da oğlum affet

Hasbihal etm ek için başka adam yok k i... Evet

Kim se söyletm iyor artık bizi bak sen derde

'M ürteci'dam gası var şimdi bütün ellerde

Sade hürriyeti ilan ile bir sev çıkm az

Fikr-i hürriyeti hazm ettiriniz halka biraz

ŞERİF MUHYİDDİN TARGAN: DÂHİ MÛSIKÎŞİNÂS

Âkif'in hayran olduğu insanları üç grupta toplam ak m üm kündür:


Kendisinden önce vefat edenler,

M uasırları, yaştaşları,

Kendisinden küçük olanlar.

işte A kif'ten yirm i yaş küçük olan bir dâhî:

M ekke şerifi Ali Haydar Paşa'nın oğlu olan Şerif M uhyiddin 1892de İstanbul'da doğm uş
1967de aynı yerde vefat etmiştir.

Akif'i aile ile tanıştıran zat M uhyiddin ve kardeşi Abdülm ecid'e özel dersler veren İsmail
Hakkı izmirli'dir. Çamlıca'daki köşkte M uhyiddin'in udunu dinleyen  kif ona hayran ol­
muş bu hayranlık vefatına kadar devam etmiştir.

Safahat'ın yedinci kitabı 'gölgeleri 'Şarkın tek dâhi-i sanatı Şerif M uhyiddin Beyefendiye
Hatıra-ı Tazım' başlığıyla ona ithaf ettiği gibi 1924'de gittiği Amerika'da kendisine büyük
ilgi gösteren Reisicum hur Roosevelt'in oğluna da m edhiye dizm iştir.

Sanatkâr isimli uzun şiirden başka 1930 tarihli 'Şarkın Yegâne Dahisine' başlığını taşıyan
m anzum enin bazı beyitleri şöyledir:
Yanık bağrında yıllardır kanar m ızrabının yadı

Gel ey bîçâre Ş a rk in , Şarka küsm üş gitm iş evladı

Zam an ıssız, mekan ıssız, görülm ez kim se meydanda

Gel ey dahî-i gaib sanatın pek bi-kes arkanda


Dönemi ve
201
Çevresi

Gel ey davudi sanat Suri M ahşer'den nevâ göster

Uyansın gel ki m ızrabınla Şark'ın dalgın ebadı

Gel ey Peygam ber'in fevkalbeşer fıtratta evladı

Bugün bîçare sanat bekliyor bir senden imdadı

Gel ey Peygam ber'in fevkalbeşer fıtratta evladı

Uyansın gel ki, m ızrabınla şarkın dalgın ebâdı (12)

Âkif'in sevdiği, takdir ettiği, m ektuplaştığı, şiir ithaf ettiği şahıslar şüphesiz bunlardan
ibaret değildir. Bu dostlar silsilesine hem en on kişi daha ilave etm ek gerekirse şu isim ler
sıralanabilir:

M ithat Cem al Kuntay, Haşan Basri Çantay, Süleym an Nazif, Fuat Şemsî, Ali Ekrem Bolayır,
Neyzen Tevfik Kolaylı, Eşref Edib Fergan, M ahir iz, M ehm et İhsan Efendi, Halil Edib.

KAYNAKÇA:
1-Hüsamettin Efendi'nin hayatını Sâdi Şeyhi Mesnevîhân Elif Efendi şu risalesinde anlatmıştır: Tenşîtü'l
Muhibbîn bi Menâkıb-ı Hâce Hüsâmeddin- İst. 1342 Ayrıca bk. Hür Mahmut Yücer, "Eyüp Hatuniye Dergâhı"
Tasavvuf sayı 10. Mehmet Emin Kerkükî ve Bursa Eminiyye Dergâhı hakkında Yadigâr-ı Şemsî'de bilgi vardır.
2-İbnülemîn Mahmud Kemal, Hoş Sadâ, İstanbul 1958, s. 307. Çocukluğu Manisa'da geçen Yakup Kadri
Karaosmanoğlu'nun Vehbi Efendi ile ilgili hatıraları için bk. Anamın Kitabı İst. 1999, s. 128. Ayrıca bk. Necdet
Okumuş, Manisa Rifaî Dergâhı Entekeliler, Manisa 2003. Rifâiyenin Mârifiye kolu üzerine Yaşar Caferov doktora
tezi hazırlamaktadır.
3-Hayatı ve eserleri için bk. Metin Kayahan Özgül, Hersekli Arif Hikmet, Ankara 1987. Ayrıca bk. DİA, c. XVII.
1898'de Resimli Gazete de yayınlanan Sa'dî isimli şiirini de 'Şâir-i Hakim Arif Hikmet Beyefendi Hazretlerine'
başlığıyla ona ithaf etmiştir.
4-İbnülemîn Mahmut Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri İst. 1984 11/640. İbnülemîn, Arif Hikmet'in Divan'ını da
neşretmiştir. İst. 1334
5-Safahat İst. 2001, s. 550-558.
6-Bursa dergâhlarını anlatan Yâdigâr-ı Şemsî'nin basım masraflarını karşılayan ve gelirini Dârülâceze'ye bağış­
layan Bursa valisinin Abbas Halim Paşa olduğunu söz konusu eserin Mukaddime'sinden öğrenmekteyiz. Bk.
Bursa Dergâhları, s. 32.
7-Babanzâde Ahmet Naîm Efendi için bk. İsmail Kara, Bir Felsefe Dili Kurmak İst. 2001
8-Ferid Kam'ın Vahdet-i Vücud isimli eserinin sadeleşmiş şekli şu eserdedir: İbn Arabi'de Varlık Düşüncesi, Hz.
M. Kara, İst. 2005.
9-Nurettin Topçu, Millet Mistikleri İst. 1999 s. 19,45,49,58.
10-Ziya Gökalp Türkçülüğün Esasları isimli eseriyle Meşrutiyetten Cumhuriyete Hatıralarım adlı eseri İsmail
Kara tarafından neşredilmiştir.
11 -Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Âkif Ersoy Hayatı Seciyesi ve Sanatı, İstanbul 1939.
12-Targan için bk. Yılmaz öztuna, Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi, c. II, s. 344.
Mehr!letÂk!f
Ersoy

Mehmet Âkif ve İçtimaî


Kur" nTefsiri
M. Suat Mertoğlu
Dr, İslâm Araştırm aları
Merkezi

Bu yazıda M ehm et  kif m erhum un yaşadığı dönem deki


M üslüm anların İçtim aî problem lerini Kur’an’dan hareket­
le ele alm a çabası, m odern dönem de Kur'an tefsirinde
İçtim aî karakteri ağır basan m odern tefsir anlayışıyla iliş­
kisi ve serm uharriri olduğu Sırat-ı M üstakim -Sebilürreşad
m ecm uasında bu anlayışa uygun olarak nesir ve nazım
şeklinde ortaya koyduğu düşünceleri üzerinde duraca­
ğız.

Ö ncelikle şu hususu vurgulam alıdır ki, Âkif klasik ve tek­


nik anlam da bir Kur'an m üfessiri olm aktan ziyade hayatı
boyunca Kur'an'la hem hal olan, olaylara Kur'an zaviyesin­
den bakm aya çalışan, Kur'anî hayatının ve düşüncesinin
m erkezine alm a gayretinde olan iyi bir Kur'an talebesidir.
Bununla birlikte o Kur'an'ın dili olan Arapça'ya vukufiyet
noktasında dönem inin sayılı şahsiyetleri arasında yer aldı­
ğı gibi, bir m ektepli olm asına rağm en başta Fatih m üder­
rislerinden olan babası İpekli Tahir Efendi ve Fatih Camii
baş im am ı ve "Arap hafız" diye tanınan Filibeli M ehmed
Rasim Efendi ile Hersekli Ali Fehm i Cabiç ve Mehmed
Zihni Efendi gibi dönem in diğer bazı alim lerinden aldığı
dersler sayesinde Kur'an'la yakından ilgilenm ek için g e­
rekli İlm î altyapıya da sahip bir isim dir.1
1 Haşan Basri Çantay, Âkif'in -arkadaşı Sabri Sözen'den naklen- tekmil-i nüsah ede-
rekTabhane Medrese'sinden icazet aldığını bildirir, bk. Â kif name, İstanbul 1966, s.
Dönemi vp
Vt , nm
■ —

Âkif'in bu alandaki İlmî altyapısı konusunda elim izdeki ipuçlarından biri de tefsir ilm i­
nin klasik m etinlerinden olan Celâleyn tefsiri ile olan ilişkisidir. 1920'de Millî M ücadele
için bulunduğu Kastamonu'da Hafız Ömer (Aköz)'e bu tefsiri hiç yanından ayırm adığını,
kelâm-ı kadîm gibi okuduğunu, o ana kadar 18 defa okuduğunu ve 19. hatm e devam et­
tiğini sö ylem iştir.2 İşte gerek Kur'an'la bu yakın ilişkisi, gerekse de Arap edebiyatına vâkıf
usta bir Türk şairi olması onun daha sonra Kur'an'ın Türkçeye aktarılm ası konusunda ilk
akla gelen isim lerden biri olm asını m üm kün kılmıştır.

Bu çerçevede vurgulanm ası gereken bir diğer husus Âkif'in yaşadığı dönem in edebiyat
ve fikir çevrelerinde İçtim aî vurgunun hissedilir derecede yükselişe geçm iş olm asıdır. Os­
manlI Devleti'nin yaşadığı askeri, siyasî ve İktisadî buhranlara paralel olarak entelektüel­
ler de dikkatlerini toplum sal yapıya yöneltm iştir. İçtim aî karakter bu anlayışın en önem li
tem silcilerinden sayılan Namık Kemal'in şiirleri gibi fikrî-edebî alanla sınırlı kalm am ış,
İçtim aî m uhtevalı hadisleri Binbir Hadis-i Şerif Şerhi (Kahire 1319/1901) adlı eserinde bir
araya getirerek şerh eden M ehmed A rif Bey ve İslâm fıkhını İçtim aî açıdan tem ellendir-
meye çalışan Kazanlı Halim Sabit (Şibay) ve Ziya Gökalp,3 keza aynı çabayı kelâm ilmini
İçtim aî bakış açısıyla ifade etm eye çalışan Şerefeddin (Yaltkaya) gibi isim ler4 vasıtasıyla
dinî ilim ler alanına da taşınm ıştır.

işte kısaca tasvir etm eye çalıştığım ız bu dönem de yaşayan M ehm et  kif’in entelektü­
el çabalarını belirleyen en önem li unsurlardan biri de onun dava adam lığı ve toplum cu
kişiliğidir. İlk gençlik yıllarında ferdî tem alara yönelen ve sanat endişesi ağır basan bazı
şiirler kalem e alan  kif fikrî ve edebî çabalarını, özellikle dönem in fikrî m ücadelesine
aktif olarak katıldığı 1908'den yaklaşık olarak hilafetin ilga edildiği 1924 yılına kadarki
dönem de İçtim aî davasının hizm etine verm iştir. Bu tarihler dönem in entelektüel açıdan
en verim li ve etkili m ecm ualarından biri olan Sırat-ı M üstakim ve 1912'den sonraki adıyla
Sebilürreşad m ecm uasının M ehm et Âkif'in serm uharrirliği altında yayınlandığı tarihlere
tekabül eder.5

Bu dönem bir anlam da Âkif'in sanatını davasının hizm etine sunduğu/davasına kurban
ettiği bir dönem dir. O fikrî m ücadeleden geri çekildikten sonra -yaklaşık 1924'ten itiba­
ren- tekrar kendi iç dünyasına yönelm iş, ferdî ve m istik tem alar şiirinde yeniden ağırlık
kazanm aya başlamıştır. Bu durum yakınlarının da dikkatini çekm iş olm alıdır ki, Haşan
Basri (Çantay)'a 1925 başında yazdığı "Secde" isimli şiirini okuduğunda onun; "Üstad, siz
galiba vadiyi değiştiriyorsunuz" d eğerlendirm esine "Hayır azizim , benim asıl vadim bu-
dur. Şim diye kadar ne yazdıysam cem iyete hizm et için yazdım "şeklinde m ukabele etm e
ihtiyacı hissetm iştir.6
2 Eşref Edib, Mehmet Âkif, [İstanbul] 1938, s. 674. Aynı eserde Âkif'in damadı olan Ömer Rıza Doğrul da kayınpederinin vefatından
birkaç gün evvel ailesi nezdinde bulunan CelaleynTefsiri'ni istettiğini, fakat okuyamadığını aktarmaktadır (s. 465).
3 Her iki isim fıkhın İçtimaî açıdan temellendirilmesi amacıyla Kazanlı Halim Sabit (Şibay) tarafından 1914-1918 arasında Türk
milliyetçilerinin dinî görüşlerini ifade etmek üzere yayınlanan İslâm Mecmuası'nda çeşitli yazılar kaleme almıştır. Fıkıhta nassın
yanı sıra örfün de belirleyici bir kaynak olarak takdim edilmesi suretiyle deliller hiyerarşisini alt üst edecek ve belki de fıkhın
sekülerleşmesi kapısını aralayacak bu girişim bazı tepkiler çekmiş ve İzmirli İsmail Hakkı tarafından bu yaklaşıma Sebilürreşad
mecmuasında bazı eleştiri yazılarının kaleme alınmasına neden olmuştur. İçtimaî usûl-i fıkıh başlığı altında incelenen bu tartış­
malar tartışmalar için bk. Abdülkadir Şenel, "İctimâî Usûl-i Fıkıh Tartışmaları", A. Ü. İ. F. İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi, sy. 5,1982,
s. 231-247; Sami Erdem, Tanzimat Sonrası Osmanlı Hukuk Düşüncesinde Fıkıh Usûlü Kavramları ve Modern Yaklaşımlar, yayınlan­
mamış doktora tezi, Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2003, II. ve III. Bölüm. Söz konusu tartışma metinlerinden bir
kısmı için bk. Recep Şentürk, İslâm Dünyasında Modernleşme ve Toplumbilim, 2. bsk., İz Yay., İstanbul 2006, s. 283-410.
4 Bk. Şerefeddin, "İçtimaî İlm-i Kelam", İslâm Mecmuası, II, 15., 18. ve 19. sayılar (1914-1915).
5 Sırat-ı Müstakim!Sebilürreşad mecmuası II. Meşrutiyet'in ilanından kısa bir süre sonra 14 Ağustos 1324/27 Ağustos 1908'de yayın
hayatına başlamış ve 5 Mart 1925'de yayınlanan son sayısından sonra Takrir-i Sükûn kanunu ile kapatılıncaya kadar toplam 641
sayı olarak çıkmıştır.
6 Haşan Basri Çantay, Âkifname, s. 25.
MehmetÂkif
204
Ersoy
Âkif ve İslâm M odernizm i

M ehm et  kif ferdî kurtuluştan ziyade M üslüm anların genelini ifade eden üm m etin
kurtuluşunu, M üslüm anların ahiretteki saadetinden evvel bu dünyadaki m utluluk ve
başarılarını önem seyen, M üslüm anların İçtim aî planda (yani bir üm m et olarak siyasî,
ekonom ik, askerî vs. alanlarda) geri kalm alarına neden olduğunu düşündüğü tarihî ve
yerleşik Islâm anlayışını bertaraf edebilm ek, onlara m uhtaç oldukları dinam izm ve akti­
vizm i kazandırm ak için İslâm'ın ilk dönem ine ve tem el kaynaklarına, ö zellikle de Kur'an'a
dönüşü savunan İslâm m odernizm inin bir m ensubudur.7 Halim Sabit'in Akif'e yönelik
olarak aşağıda sözü edilecek "doğrudan Kur'an'dan anladığını, duyduğunu"yazm a talebi
de Âkif'in S afah âtîn Altıncı Kitabı olan Asım'daki "Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp İl­
ham ı/Asrın idrakine söyletm eliyiz İslâm î" ifadesi de Kur'anla m odern M üslüm an arasında
tesis edilecek köprünün özlem ini dile getirir. Safah âtîn ikinci Kitabı olan Süleym aniye
Kürsüsü'nde
Lafzı m uhkem yalınız, anlaşılan, Kur'an în :

Çünkü kaydında değil, hiçbirim iz m ananın:

Ya açar Nazm-ı Celîl'in, bakarız yaprağına;

Yâhud üfler geçeriz bir ölünün toprağına,

inm em iştir hele Kur'an, bunu hakkıyla bilin,

Ne m ezarlıkta okunm ak, ne de fal bakm ak için

diyen  kif M üslüm anların Kur'anîn kendilerini cehalet ve tem b ellik gibi ahlâkî-içtim aî
hastalıklardan sakındıran, ilim ve çalışm a (sa'y ü am el) gibi dünya saadetine götürecek
düsturlarından uzak düştüklerinden, Kur'an'la kendi vakıaları arasında bir irtibat kura-
m am alarından yakınm aktadır. Â kif Ku r'an în ölüler için değil diriler için, M üslüm anlara
hayat rehberi olm ak üzere indirildiğini, dolayısıyla Kur'anîn yaşanan hayatla iç içe olması
gerektiği inancındadır.

Âkif'in de m ensubu olduğu m odern tefsir hareketi ve bilhassa bu hareketin Cema-


leddin Afganî-M uham m ed Abduh tarafından tem sil edilen kanadı Kur'an ayetlerinin
m ânâlarının belli dönem ve şahıslarla sınırlı olm ayıp um um î ve evrensel m anada kabul
edilm esi, m odern dönem de yaşayan M üslüm anların aktüel durum u ile ayetler arasında
ilişki kurulm ası gerektiği görüşündedir. Modern dönem de Kur'anîn yeniden tefsir edil­
m esine duyulan ihtiyaç, M üslüm anların İçtim aî hastalıkları ve çözüm yolları konusunda
Kur'anîn rehberliğine duydukları ihtiyaçla alakalıdır. Bu anlayışa uygun olarak ortaya ko­
nan ilk çabalardan biri olarak Cem aleddin Afganî ve M uham m ed Abduh'un 1884 yılında
Paris'te 18 sayı çıkardıkları el-U rvetüî-vüskâ gazetesine işaret edilebilir. Çoğunlukla bir
7 Âkif'in İslâm modernizmi içindeki yeri konusunda kendisinin Dârülfünûn Edebiyat Şubesi'ndeki hocalığı zamanında bu şube­
den mezun olup daha sonra Almanya'ya giden Ahmed Muhiddin'in (1892-1923) modern dönem Türk düşüncesi üzerine Leipzig
Üniversitesi'ne 1921 yılında sunduğu doktora tezine bakılabilir: Modern Türklükte Kültür Hareketi, trc. Suat Mertoğlu, Küre Yay.,
İstanbul 2004, s. 58-59,66-67,114-116. Ahmed Muhiddin çalışmasında Akif'i, "Reformasyon Akımı" şeklinde nitelediği moder-
nist İslâmcı akım içerisinde müstesna bir yere yerleştirir ve onu Protestanlığın üç büyük fikir babasından Zvvingli (1481-1531)
tipinde bir reformatör ve ahlak mühekkidi olarak takdim eder. Ahmed Muhiddin'in hayatı fikirleri ve yaklaşımı konusundaki de­
ğerlendirmemiz için aynı eserin başına koyduğumuz kendi incelememize (s. 3-42) bakılabilir. Ahmed Muhiddin'in "reformatör"
nitelemesine katılmamakla birlikte, Âkif merhumun problemli olarak gördüğümüz İslâm Modernizmi ile ilişkisi konusunda bazı
çekincelere sahip olduğumuzu hatırlatmakta yarar görüyoruz.
D ö n em i ve
205
Çevresi
ayet bazen de bir hadis-i şerifin serlevha ittihaz edildiği m akaleler ve kısa haberlerden
oluşan bu kısa öm ürlü ama oldukça etkili siyasî gazetedeki yazılarda M üslüm anların
İçtim aî durum larıyla (ahlâk, siyaset, iktisat, askerlik vb. açılarından) Kur'an'ın ilgili görülen
ayetleri arasında ilişki kurulur ve söz konusu ayetler M üslüm anların durum ları üzerine
tatbik edilir; diğer bir ifadeyle ayetlerin güncelleştirilm esi yoluna gidilir. İşte bu anlayışa
uygun olarak yayınlanan Urvetü'l-vüskâ m akaleleri şairliği yanında aynı zam anda velûd
ve başarılı bir m ütercim olan Âkif'in serm uharriri olduğu Sırat-ı M üstakim /Sebilürreşad
m ecm uasında yayınladığı tefsir yazıları içinde önem li bir yer tutar.8 Urvetü'l-vüskâ m a­
kalelerinin yanı sıra  kif'in M uham m ed Abduh ve M uham m ed Ferid Vecdî'den yaptığı
tercüm eler de İçtim aî yaklaşım açısından dikkat çekici özellikler taşım aktadır.

 kif ve İçtim aî Tefsir

Âkif'in İçtim aî Kur'an tefsiri ile ilişkisine geçm eden evvel kendisinin de m ensubu olduğu
modern tefsir hareketinin iki tem el hususiyetine işaret etm ekte yarar görüyoruz.

1) Modern Kur'an tefsiri, modern dünyaya ait problem ler çerçevesinde ortaya çıktığı,
pratik ve pragm atik endişelerle m evcut ihtiyaçlara cevap verm ek üzere hareket etti­
ği için, çerçevesi de büyük ölçüde aktüel gelişm eler tarafından belirlenm iştir. Osmanlı
bağlam ında en tem el sorun devletin ve M üslüm anların bekası sorunudur. Bir taraftan
dâhilî çöküntü ve geri kalm ışlık, diğer taraftan batılı devletlerin ham leleri karşısında za­
afa düşm üş bir toplum ve devlet yapısı, âcil çözüm bekleyen m eseleler olarak gündem i
belirlem iş, böyle bir ortam da entellektüel ve İlmî çabaların bir parçası olarak Kur'an tefsiri
de bu gelişm eler istikam etinde şekillenm iştir. Bu durum un neticesi olarak da Kur'an'a
yaklaşım da, Kur'an ayetlerine yapılan atıflarda bir seçm eciliğe gidilm iştir. En fazla atıf ya­
pılan ayetler, âcil çözüm bekleyen siyasî birlik ve M üslüm anların kalkınm ası gibi tem el
problem lerle ilgili görülen ayetler olm uştur.

2) Kur'an tefsirinde bizatihi Ku r'an în anlam ını ortaya koym aktan ziyade, onun aktüel ha­
diselerle irtibatının kurulm ası yoluna gidilm iştir. Tefsirin modern dönem de "gündem ba-
ğım lı"b ir arayış içerisine girm esi, güncel sorunların ele alınm asında bu olayların ayetlerle
sıkı bir şekilde irtibatlandırılm ası sonucunu da beraberinde getirm iştir. Bu çerçevede
yaşanan aktüel sosyo-politik problem ler tartışılırken bizim "ayetlerin güncelleştirilm esi"
(aktüalize edilm esi) şeklinde adlandırdığım ız bir am eliye ile sık sık karşılaşılm akta, birta­
kım ayetler, m uhtevaları ile ilgili görülen som ut olaylar üzerine birebir tatbik ed ilm ekte­
dir.

A yetlerle m üşahhas hadiselerin dolaylı ve gevşek ilişkilerinin kurulm asına dikkat edilen
8 Âkif'in genel olarak mütercim yönü ve Arapça'dan yaptığı tercümeler ile Urvetü'l-vüskâ'dan yaptığı tercümelerin tartışılması ve
tam listesi için şu çalışmamıza bk. "Âkif Araştırmalarına Bibliyografik Bir Katkı: Mehmet Âkif'in Arapça'dan Yaptığı Tercümeler
Üzerine Notlar", Dîvân İlmî Araştırmalar, sy. 7 (1999/2), s. 235-249. Bu çalışmada Âkif'in Urvetü'l-vüskâ'dan yaptığı tercümelerin
metinlerinin Muhammed Abduh'a değil de Afganî'ye ait olması gerektiğini savunmuştuk (s. 238). Editörlüğünü yürüttüğümüz
"Arap Gözüyle Osmanlı"dizisi çerçevesinde hatıraları yayınlanan Afganî de el-Urvetü-l-vuskâ'mn 4. sayısındaki (7 C. Âhire 1301/3
Nisan 1884) "en-Nasrâniyyetü ve'l-İslâm ve ehluhumâ" başlıklı ana makalesinin kendisine ait olduğunu açıkça söylemektedir,
bk. Muhammed Mahzumî Paşa, Cemaleddin Afganî'nin Hatıraları, trc. Adem Yerinde, Klasik, İstanbul 2006, s. 283. Bilindiği gibi
Âkif bu yazıyı Muhammed Abduh'a nispet ederek tercüme etmiştir, bk. Hıristiyanlık ve Müslümanlık", Sırat-ı Müstakim, 11/51 (13
Ağustos 1325), s. 389-392.
klasik tefsir telakkisine mukabil, bu ilişkiyi isim vererek doğrudan ve sıkı bir şekilde belir­
lemenin tercih edildiği modern anlayışta, bu yönelişin tem elinde yatan en önem li sebep,
Kur'an'a dönüş hareketi çerçevesinde Kur'an m erkezli bir ıslah projesinin devreye sokul­
ması ve ileri sürülen fikirlerin itibar görebilm eleri için Kur'an'a tasdik ettirm e zo runlulu­
ğunun duyulmasıdır.9

Modern Kur'an tefsiri ile ilgili kısaca özetlem eye çalıştığım ız bu hususlar M ehm et Âkif
için de büyük ölçüde geçerlidir. Âkif'in bu anlayışa uygun olarak Kur'an ayetlerini İçtim aî
zaviyeden bir okum aya tâbi tutm asının örneklerine 1908'de II. M eşrutiyet'in hem en ar­
dından yayın hayatına giren Sırat-ı M üstakim m ecm uasında kalem e aldığı yazılarında
rastlanmaya başlanır. Safahat'ını oluşturan şiirlerini ilk olarak bu m ecm uada yayınlayan
Akif 'in şiirleri yanında telif ve tercüm e türünden yayınladığı çok sayıda nesir tarzı yazıda
da İçtimaî vurgu görülm eye başlanır. Onun bu konudaki çabası 1912'de m ecm uanın iki
sahibi olan M ardinîzâde Ebülûlâ ile Serezli Hafız Eşref Edib'in tam olarak bilem ediğim iz
bir nedenle ayrılm ası ve m ecm uanın yoluna Eşref Edib'in sahipliğinde ve Sebilürreşad
adıyla devam etm esiyle daha da yoğunlaşm ıştır.

M ecm uanın isim değişikliği ile birlikte m uhtevasını oluşturan kısım ların da yeniden tan­
zim edilm esi gündem e gelince tefsir kısmı için sabit bir sütun ihdas edilm esine karar
verilm iş ve bu kısmı yönetecek ismin kim olacağı tartışılm ıştır. M ecm ua yazarlarından
Kazanlı Halim Sabit (Şibay) tefsir kısm ını aynı zam anda serm uharrir olan Âkif'in üstlen­
mesini teklif etm iş, onun bu ilmin kaideleri ve usulüyle fazlaca iştiğali (tevağğulu) bu­
lunm adığını söyleyerek teklifi kabul etm ek istem em esi üzerine de şöyle m ukabele et­
m iştir: "Daha iyi ya! Biz de öyle istiyoruz. Kavâid ve nakliyattan ziyade doğrudan doğruya
Kur'an'dan anladığınızı, duyduğunuzu yazınız".10 Neticede Sebilürreşadîn tefsir kısm ının
sorum luluğunu da kabul eden  kif m ecm uanın yeni ism iyle çıkan ilk sayısı olan 183. sa­
yıda S ebilü rreşadîn Kur'an tefsirine yaklaşım ını ve yayınlanacak tefsir yazılarında hangi
esaslara riayet edileceğini açıklayan kısa, ancak önem li bir m etin kalem alır. Bu metnin ilk
m addesi şu şekildedir:

irab ve binâdan,tahlîlât-ı nahviyeden bahsetm ekiçin m ecm uam ızın hacm i m üsaid bulun­
m adığından yazılacak m akalelerde m üm kün m ertebe ulûm-i A rabiyenin nazariyâtından
sarf-ı nazar ile netâyic-i ameliye üzerinde imâl-i fikr edilecektir. Hangi vesâit-i ilm iye ile olur­
sa olsun ibtida nazm-ı celîlden anlaşılan meâni-i m ünîfe yazılarak ibare ve işaretinin dela­
let ve iktizâsının irşâdât-ı belîğanesine istinaden zam an ve zem inin icâbâtına göre ahvâl-i
umumiye-i islâm iye hakkında fikir ve m ütalaalar yürütülecektir.11

Âkif'in ve serm uharriri olduğu m ecm uanın Kur'an tefsirine yaklaşım ı en açık bir şekilde
ortaya koyduğunu düşündüğüm üz bu ifadelerden anlaşılacağı üzere tefsir yazıları, İslâm
dünyası hakkında ileri sürülecek fikirlere, yapılacak yorum lara bir mesned teşkil edecek,
9 Mecmuada ortaya konulan güncelleştirme ameliyesinin problemleri ve örnekleri konusunda daha fazla bilgi için tezimizin
"Ayetlerin Güncelleştirilmesi ve Sosyo-PolitikTefsir"alt başlıklı kısmına bk. OsmanlI'da II. Meşrutiyet Sonrası Modem Tefsir Anlayışı
(Sırat-ı Müstakim/Sebilürreşad Dergisi Örneği: 1908-1914, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 2001, s. 56-77.
10 Eşref Edib, a.g.e., s. 27-28.
11 [Mehmet Âkif], "Tefsir-i Şerif", Sebilürreşad, l-VIII/1 -183,24 Şubat 327, s. 5. (İtalikler bize aittir). Bu yazı mecmuada imzasız yayın­
lanmıştır. Ancak gerek tefsir kısmının Âkif'in sorumluluğunda olması, gerekse üslubu bu metnin ona ait olduğunu göstermek­
tedir. Sahanın önemli uzmanlarından İsmail Kara da bu metni doğrudan Âkif'e nispet etmektedir, bk. Amel Defteri, s. 236-238.
D ö n em i ve
207
Çevresi
başka bir ifadeyle Kur'an tefsiri, İslâm dünyasının m evcut sosyo-politik problem lerinin
tahlili ve çözüm yollarını tespit etm enin zem inini oluşturacaktır. Hiç şüphesiz bu yak­
laşım, dinin tem el m eşruiyet kaynağı ve referans noktası olarak kabul edildiği bir bakış
açısının sonucudur.

M ehm et  kif m evcut tefsirlerin yeterli olmadığı ve Kur'an'ın yeniden tefsir edilm esi ge­
rektiği kanaatindedir.12 Onun serm uharriri olduğu m ecm uada tefsir yazılarına öncelikli
yer verm esi ve yeni bir tefsire ihtiyaç olduğu görüşünü ısrarla vurgulam ası bilhassa m ev­
cut problem lerin Kur'an'ın gözüyle okunm asına, yaşanan hadiseler ve olum suz gidişatla
Kur'an ayetleri arasında paralelikler inşa edilm esine, başka bir ifadeyle, aktüel durum la
ilgili görülen ayetlerin söz konusu olaylara tatbik edilm esine duyulan ihtiyaçtan kaynak­
lanm aktadır. Zira M üslüm anların genel durum ları ile ilgilenm ek m ecm uanın genel yayın
politikası içinde önem li bir unsurdur.

M üslüm anlar, siyaseten güçsüz durum a düşm üş, ilm î-ticarî-sınaî alanlarda tedenni,
ahlâkî alanda tefessüh etmişler, velhasıl topyekun inhitat içerisine girm işlerdir. Âkif M üs­
lüm anların modern dönem de yaşadıkları bütün bu olum suz şartların tem elinde, onların
dinlerinden ve onun tem el kaynağı olan Kur'an'dan uzak düşm elerini ve onu yanlış an­
lam alarını, Kur'an'ın, siyasî gücün ve toplum sal refahın kaynakları konusundaki talim at­
larını ihmal etm elerini görm ektedir. Bu nedenle ilk olarak M üslüm anların nasıl olup bu
olum suz durum a düştükleri ve daha sonra da bu durum dan kurtuluş yolları konusunda
Kur'an'ın neler söylediğini gözler önüne serm eyi, bu şekilde M üslüm anları intibaha davet
ederek onların terakki ve tealisine hizm et etm eyi bir vecibe olarak görm üştür.13

Kur'an'ın sadece belli bir tarihsel kesitin vakıasıyla değil, kıyam ete kadar yaşanacak bü­
tün beşerî ve toplum sal vakıalarla ilişkilendirilm esinde yadırganacak bir durum yoktur.
Bu tutum aslında, Kur'an'ın tüm insanlığı doğru yola iletm e m isyonuna da uygun düşer.
Ne var ki, Kur'an'la belli m üşahhas olayların ilişkilendirilm esi bir tür yorum anlam ına g e­
leceği için dikkatli davranılm ası, bunun için birtakım şartların yerine getirilm esi gerekli­
dir. Aksi takdirde İlâhî metnin istism ar ve m anipüle edilm esi söz konusu olabilecektir.

Ayetlerin yorum lanm ası (tevili) ve bir tür yorum olan, ayetlerin m üşahhas bazı olaylara
tatbik edilm esinin suiistim al edilm esi, onların indiriliş gayelerinin dışında uygulanm ası
tehlikesi karşısında usul âlim leri, birtakım kriterler tespit ederek bu suistim ali önlem ek
istem işlerdir. İmam Şatıbî yapılacak yorum un Arap dil kaidelerine ve kelâm ın zahirine
uygun olması ve başka bir yerde bu yorum un sıhhatine delalet eden bir şahit olması
şartlarından söz ed erken14 bunlara, yapılacak yorum un bir Kur'an nassına, ya da üzerinde
icmaya varılm ış şer'î bir kaideye aykırı olm am ası, -konum uz açısından son derece önem ­
li olan- nassın sebeb-i nüzul açısından sevk edildiği gayenin göz önünde tutulm ası vs.
12 Bk. Mehmet Âkif, "Üçüncü Meviza", Sebilürreşad, ll-IX/50-232,24 Şubat 327, s. 408.
13 Âkif ve diğer modern Müslüman mütefekkirlerin İçtimaî olayları Kur'an'dan hareketle tahlile girişmelerinin, aynı işi batılı fikirler
ve sosyolojik nazariyeler marifetiyle yapmak isteyen batıcı fikir adamlarına bir cevap niteliğinde olduğu da düşünülebilir. Nite­
kim Âkif'in mecmuadaki yazı arkadaşlarından Bereketzade İsmail Hakkı garazkârların "dinî, edebî, ahlakî, sıhhî, İçtimaî, İktisadî,
İdarî, siyasî, hikem î... diye sayıp döküp de bitiremedikleri mehâsin ve kemâlâtın kâffesini asl-ı usuli'd-dîn olan Furkân-ı Mübîn
câmidir" görüşünü dile getirirken ("Necâib-i Kur'aniye", Sırat-ı Müstakim, II/38,14 Mayıs 325, s. 179) Aksekili Ahmed Hamdi de
"...Nihayet ulûm-i içtimaiyenin üssü'l-esası Kur'an olduğunu tasdike mecbur oluyoruz" ifadesini ("Tefsir-i Şerif", Sebilürreşad,
ll-IX/35-217,18T. Evvel 328, s. 162) kullanmaktadır.
14 Şatıbî, el-Muvâfakât fîusûli'ş-şerî'a, Beytut 1994, III, s. 357.
MehmetÂkif
208
Ersoy
gibi diğer bazı şartlar da ilave edilir.15 Ayrıca Kur'an'ın m üphem ve m ücm el ayetlerine
ait işaretlerin m utlak olarak anlaşılm ası, bir tayin ve tahsise gidilm em esi, bu ifadelerin
haklarında sâdık ve caiz olan bütün fertlerin, o ayetlerin şüm ûlüne dahil sayılm ası ve
nihayet ayetlerin kapsam ına dahil edilen fertlerin, ayetlerin murad ve m aksutları değil,
(ayetin anlam ına m uvafık anlam ında) m âsadakları olarak kabul edilm eleri gerektiği de
söylenm iştir.16

M ehm et Âkif'in serm uharriri olduğu ve ikinci devresinde tefsir kısm ının sorum luluğu­
nu da üstlendiği Sırat-ı M üstakim /Sebilürreşad m ecm uasında yer alan güncelleştirm e
ö rneklerinin -m otive edici endişeler ve güncelleştirm eye konu olan alan itibariyle- iki
grupta m ütalaa edilebilecekleri kanaatindeyiz. Bunlardan ilkinde siyasî endişe ve bek­
lentilerin ağır bastığı, gündelik siyaset, aktüel siyasî olaylar ve bu olaylar içinde yer alan
kimi aktörlerin durum uyla bazı ayetler arasında paralellikler kurulm ası ve ayetlerin bu
şekilde güncelleştirilm esi, İkincisinde ise genel İslâm î endişelerin ağır bastığı, M üslü­
m anların um ûm î durum u, İçtim aî hastalıkları ve bunlardan kurtuluş noktasında bir gün­
celleştirilm eye gidilm esi söz konusudur. Özellikle gündelik siyasî olayların Kur'an'a atıfla
ele alınm asında bizzat  kif tarafından olm asa da Manastırlı İsmail H akkı17 ve M ehmed
Fahreddin18 gibi m ecm uada Kur'an'la ilgili külliyetli miktarda yazısı bulunan kimi yazar­
ların yukarıda işaret edilen, ayetlerin güncel hadislere tatbikinde riayet edilm esi gereken
bazı şartları ihmal eden, M eşrutiyet ve İttihad ve Terakki taraftarlığı ile istibdat şeklinde
niteledikleri önceki yönetim tarzı ve Sultan A bdülham id aleyhtarlığında bazı zorlam alara
gittikleri, m ücahid ve m üttakilerden söz eden ayetleri kendi siyasî yandaşlarına, kâfir ve
zalim lerden söz eden ayetleri ise m uhaliflerine tatbik ettikleri görülm ektedir. Bu siyasî-
m anipülatif yaklaşım tarzı o dönem de de bazı eleştirilere konu olm uştur.19
15 Bu şartlar için bk. İbrahim b. Hasen b. Salim, Kadiyyetü't-te'vîl fi'l-Kur'ani'l-Kerim beyne'l-ğulâti ve'l-mu'tedilîn, Beyrut, 1993,1, s.
135 vd.
16 Suat Yıldırım, "Kur'an'ın Nüzûlünden Sonraki Tarihi Hadiselere Tatbik Edilmesi Hakkında", Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakül­
tesi İslâmî İlimler Dergisi, sy. 1, Aralık 1975, s. 101.
17 Manastırlı İsmail Hakkı Allah'ın kendilerine verdiği nimetlere nankörlük ederek azaba dûçâr olan bir topluluktan söz eden Nahl
16/112 ayetini Yıldız Sarayı'na (Sultan Abdülhamid ve maiyeti) tatbik etmekte beis görmez: "Müfessirîn-i izâmın beyan ettikleri
veçhile vaktiyle Mekke-i Mükerreme ahalisi, sanâdîd-i Kureyş bu mesel-i madrûba mevrid olmuşlardı. Bugün de Yıldız karyesi,
rüesâ-yı istibdad tamamen bu ayet-i celîleye makes, hâvî olduğu ahvâl-i habîse ve elîmeye meclâ-yı ibretnüma olduğu vâreste-i
inbâdır"."İbret-i Azîme", Sırat-ı Müstakim, II/36,20 Nisan 325, s. 145.
18 Âkif'in yakın dostlarından diğer bir mecmua yazarı olan Alay müftüsü Mehmed Fahreddin Al-i imran 103. ayetine öylesine gün­
cel bir tefsiri meal verir ki hangi ayetten söz edildiğini takip etmek zorlaşır: "Ey Müslümanlar hablullâhi'l-metîn olan Kur'an'ıma
hepiniz birden dört el ile sımsıkı sarılınız! O düstûr-i ezelîden, o 'hüden li'l-müttakîn'den ayrılıp da dûçâr-ı tefrika olmayınız! Yâd
ediniz, gözünüzün önüne getiriniz o kara günleri, o eyyâm-ı felaketi ki siz birbirinize düşman idiniz! Siz yekdiğeriniz aleyhinde
hafiyelik eder, jurnaller verir, hânumânlar yıkar, aileler, ocaklar söndürürdünüz. Siz dün yetimler, alil pederler, kötürüm analar
ağlatırdınız! Siz zindanlarda, menfâlarda zincirler sürükler; enînler, feryadlar ederdiniz! Siz camilerinizde adi ü ihsanı, emanetin
ehline tevdîni, her işinizde meşvereti emreden, zulme, istibdada lanet-hân olan âyât-ı celîle-i Kur'aniyeyi cehren tilâvetten men
olunur; daha namazdan selam vermeden hafiyelerin, kandilleri cebren söndürmek için kayyûmları darb u tahkir ettiklerini gö­
rür, hüngür hüngür ağlayarak çıkar giderdiniz! Siz vatanınızın, namus ve istiklalinizin, kişver-i hilafetin can çekişmekte olduğunu
kolu bağlı esirler gibi seyreder ve imdadına koşamazdınız. İnkırazınıza, mahvınıza ramak kalmıştı. Allah, sizin kalplerinizi telif
etti. Sizi Kur'an-ı Kerim'in etrafına topladı. Sizi barıştırdı, öpüştürdü. Gözyaşları dökerek (ya ölüm ya hürriyet) diye Kur'anımı
öptünüz! Üzerine el basarak yeminler, kasemler, ahdler, misaklar ettiniz! Ve o sayede hür olarak On Temmuz sabahu'l-hayr-i
inkılâbına dâhil oldunuz! Allah'ın size lütfen ve merhameten ifâza ve ibzâl buyurduğu şu bînazîr nimet-i uzmânın kadrini biliniz!
Daima müttehid, daima yekvücud olduğunuz halde livâü'l-hamd-i hilafet altında hürriyetinizle, şevket ü saltanatınızla yaşayı­
nız, yaşamağa çalışınız!...","Tevhid ve İttihad", Sebilürreşad, l-VIII/7-189,5 Nisan 328, s. 122-123.
19 "Son zamanlarda öyle bir hale geldiler ki cevâmi-i şerife kürsilerinde âyât-ı Kur'aniye ve ehâdis-i nebeviyeyi mensup bulunduk­
ları cemiyetlerin harekâtına göre tefsire başladılar. Bu hale bakıp da istikbal-i İslâm'dan endişe-nâk bulunmamak kâbil değil:
Şurasını tasrih edeyim ki halleri hedef-i tenkid olan ulema yalnız İstanbul uleması değildir. Defter-i siyasette taşra ulemasının da
sıra numarası var", bk. Ahmed Şiranî, "Ulemâ-yi Kiram ve Fırkalar", Beyanü'l-Hak, VI/147,13 Şubat 327, s. 2622. Aynı mecmuada
Osman Nuri de benzer bir şikayeti dile getirmektedir:"Gönül arzu eder ki hoca efendilerimiz mensup oldukları fırkaların temîn-i
muvaffakiyetleri için mütefekkirini ağlatacak surette âyât-ı ilahiye ve ehâdîs-i şerîfeyi fırka namına gelişi güzel tefsir etmeyeler",
"Bugünkü Mevizalar", Beyanü'l-Hak, VI/151,12 Mart 328, s. 2693. Mısır'da dönemin en etkili mecmualarından el-Menâr'ı çıkar­
tan Reşid Rıza da 1910 senesinde İstanbul'da karşılaştığı ve "siyaset vaizleri" şeklinde tavsif ettiği birtakım vaizlerin Ramazan
vaazlarında halkı İttihatçı hükümete yönlendirerek siyasete dalmalarından hayretle söz eder, bk. [Reşid Rıza], "Reşid Rıza'nın
gözüyle 1910 İstanbul Ramazanı ve Dini Hayat", trc. Suat Mertoğlu, İstanbul Araştırmaları, sy. 4, Ocak 1998, s. 193. Ancak şu
D ö n em i ve
209
Çevresi
Bununla birlikte M ehm et Âkif'in siyasî güncelleştirm eler konusunda serm uharriri olduğu
m ecm uada yukarıda işaret ettiğim iz tarzda ortaya konan bir takım örneklere nazaran
daha dikkatli olduğu söylenebilir. Â kif M üslüm anların birliğinin (ittihad, vahdet) öne­
mine, siyaset ve kavm iyet tem elli ayrım ların (tefrika) zararlarına genel anlam da dikkat
çekerek Osm anlı Devleti'nin tüm M üslüm anların istinatgâhı olarak yaşam asının önem ini
vurgulam ış, ancak m eseleyi şahıs ya da siyasî fırka bazında örneklendirm e yoluna git­
m emiştir. Â kif o dönem de ortaya çıkan asabiyet cereyanlarının ayette sözü edilen birliği
nasıl zedelediğini ve tefrikaya sebep olduğunu vurgulayarak ayetin aktüalite ile bağlan­
tısını şu şekilde kurar:

M üslüm anlık ırk, renk, lisan, m uhit, iklim itibariyle birbirine büsbütün yabancı unsurla­
rı aynı m illiyet altında cem eden yegâne rabıta iken; hele biz O sm anlılar için dünyada
bu rabıtaya dört el ile sarılm aktan başka selam et yolu yokken; şu son senelerde m ey­
dana çıkardığım ız kavm iyet, asabiyet gürültülerine şaşm am ak elden gelm ez! Bu kadar
hükûmât-ı islâm iye hep tefrika yüzünden m ahvoldu; hem birçoğu gözüm üzün önünde
kaynayıp gitti de biz hâlâ intibaha gelm iyoruz; hâlâ m illeti nam ütenahi parçalara ayıra­
cak bir siyaset g üdüyoruz.20

 kif Enfal 8/25. ayette dile getirilen uyarıları dikkate alm am anın sonuçlarına tem as eder­
ken, ayetteki fitne kavram ının kendi yaşadığı dönem in olaylarıyla bağlantısını ise şu şe­
kilde kurar:

Yazıklar olsun ki kendilerinin pek sağlam M üslüm an olduklarına kâil olan çoğum uz bu
tehditlerden, bu ihtarlardan zerrece müteessir, hatta haberdâr değil! Hayatlarını bizim
ölüm üm üzde arayan yabancı m illetlerle yabancı hüküm etlerin aram ıza serpiştirdiği ni­
fak, fesat, kavm iyet, cinsiyet, ırk davalarını; hülasa vahdet-i m illiyem izi perişan edecek
her türlü esbâb-ı izmihlal tohum larını biran evvel büyütm ek, b ira n evvel m ahsul verecek
devre-i kem âline g etirm ek için o kadar faaliyet gösteriyoruz ki...21

Âkif, ittihada sarılm anın, tefrikadan kaçınm anın yaşadığı dönem deki M üslüm anlar için
hayatî önem ine başka bir yerde Enfal 8/46. ayeti çerçevesinde tem as eder:

Yaşam ak isteyen m illet için ittihadın lüzum u bedîhiyât-ı evveliyedendir. Öyle efradı bir­
birine kaynam ış, heyet-i m ecm uası bir bünyân-ı m ersûs vücuda getirm iş olan cem aatler
düşm anın topuyla, tüfengiyle kolay kolay devrilm ezler.'Kale, içinden fetho lunur'sö zü ne
büyük bir hakikattir! M üslüm anlar için bu hakikatten gafil olacak zam an değildir. Hariç­
teki düşm anı bırakıp da dâhilde birbirleriyle uğraşm asınlar...22

M ehm et  kif'te üm m etin siyasî problem lerinin yanı sıra güncelleştirm eye konu olan
asıl husus, M üslüm anların geri kalm alarında amil olduğunu düşündüğü üm itsizlik (ye's),
azim sizlik, cehalet ve tem bellik (atalet) vb. gibi itikadî/ahlâkî bir takım hastalıklardır.

hususu da hatırlatmak isteriz ki, siyasî-manipülatif tarzda tefsirlere yönelik bu eleştiriler, prensip düzeyinde bir kabulden ziyade
çoğunlukla muhaliflerin yorumlarından duyulan rahatsızlığı dile getirmektedir. Benzer yorumlara farklı istikamette bu şikâyet
sahipleri nezdinde de rastlamak istisnaî bir durum değildir.
20 Âkif, "[Tefsir-i Şerif]", Sebilürreşad, ll-IX/30-212,13 Eylül 328, s. 63.
21 Âkif; "Tefsir-i Şerif", Sebilürreşad, ll-IX/31-213,20 Eylül 328, s. 82.
22 Âkif, "Tefsir-i Şerif" Sebilürreşad, l-VIII/13-195,17 Mayıs 328, s. 233-234.
MehmetÂkjf
210
Ersoy
O konuyla ilgilisini kurduğu birçok ayeti o günkü M üslüm anların hastalıkları ve çözüm
yollarını tespit etm e noktasında aktüaliteye tatbik ederek M üslüm anları harekete sevk
etm eye, aktivist bir ahlâk anlayışını yerleştirm eye gayret eder.

Âkif'in bu çerçevede Islâm dünyası ve M üslüm anların m evcut m enfî durum larını tahlil
ederken bazı Kur'an kavram larına m üracaat ettiği görülm ektedir ki, bu kavram ların ba­
şında Allah'ın kâinat için tayin ettiği ezelî ve değişm ez kanunları ifade eden fıtrat kanunu
(bazen aynı anlam da sünnetullah) gelm ektedir. M ehm et Âkif, Enfal 8/24 ayetinin tefsiri
çerçevesinde, Allah ve Rasûlü'nün M üslüm anlara hayat verecek düsturlarına icabet et­
m ekten söz ederken, bir fıtrat dinî olan Islâm'ın ahkâm ına isyan etm enin, fıtrat kanunla­
rına isyan anlam ına geldiği, bunun cezasının da dünyada m ahrum iyet (haybet), ahirette
ise yalnız bırakılm a (hızlân)"olduğ unu belirtir ve ayeti yaşadığı dönem deki M üslüm anla­
ra şu şekilde tatbik eder:

Ey ma'şer-i m üslim în, evâm ir-i ilâhiyeyi dinlem em ekte biraz daha devam ederseniz büs­
bütün m ahvolursunuz. Allah size 'ilim öğrenin, kuvvet hazırlayın, çalışın, adaleti düstûr
ittihaz edin, birbirinize m uavenette bulunun, hakkı tanıyın, tefrikadan sakının'd ed ikçe,
siz bilakis cehle revâç verdiniz; m eskenete düştünüz; atalete kapıldınız; zulm ü adet ed in­
diniz; birbirinizin gözünü oym aya kalkıştınız; haktan yüz çevirdiniz; nâm ütenâhî fırkalara
ayrıldınız... A rtık bu tuttu ğ un u z yolu bırakınız. Çünkü o sizi izm ihlal uçurum una doğru
götürüyor. Şeriatin gösterdiği şâhrâh-ı felahı tutunuz. Zira sizi kurtaracak ancak odur.23

Âkif, aynı çerçevede M üslüm anların tem belliğini ve uyuşukluğunu eleştirip Necm 53/39.
ayeti bağlam ında onları çalışm aya, gayrete sevk ederken fıtratın yanı sıra diğer önemli
bir Kur'an kavram ı olan çalışm a ve çabalam ayı ifade eden sa'y kavram ına da gönderm e­
de bulunur:

insan için ne bu dünyada, ne öteki dünyada kendi mahsûl-i sa'yinden, kendi kazancından
başka bir şey yok. insan ne ekerse onu biçiyor. Ekm eden biçm ek olmuyor, işte bu, fıtratın
bir kanunu, Allah'ın bir kanunu, hem de lisan-ı Kur'an ile tebliğ edilm iş bir kanunudur
(...) İşte bütün kainatı gördün: hiçbir yerde, hiçbir zerrede sükûn var mı, atâlet var mı?...
Bu alem-i fıtratta, bu alem-i tabiatta hiç sükûn yok. M üslüm anlık ise fıtratın dinidir. Belki
fıtratın kendisidir. Dîn-i Islâm hâtem-i edyândır, bu itibarla en m ükem m el dindir.24

Kur'an'dan alınan fıtrat ve sa'y kavram ları Âkif'in m anzum tefsir örneklerinde de karşı­
mıza çıkar. Safahât'm Üçüncü Kitabı olan Hakk'ın Sesleri'nin ilk şiirinde Islâm dünyasının
acıklı hali karşısında İlâhî yardım ın ulaşm am asından duyduğu inkisar sebebiyle kendisini
ve aynı hissiyata sahip M üslüm anları şu şekilde uyarm a ihtiyacı hisseder:
Sus ey dîvâne! Durm az kâinatın seyr-i mu'tâdı.

Ne sandın? Fıtratın ahkâm ı hiç dinler mi feryâdı?

Bugün, sen kendi kendinden üm id et ancak bîdâdı.

Evet, sen kendi ikdâm ınla kaldır git de bîdâdı.


23 Âkif, "Tefsir-i Şerif", Sebilürreşad, l-VIII/19-201,28 Haziran 328, s. 352-353.
24 Âkif, "İkinci Meviza", Sebilürreşad, ll-IX/49-231,31 K. Sânî 328, s. 390.
Dönemi ve
Çevresi 211

Cihân kânûn-i sa'yin, bak, nasıl bir hisle m ünkâdı!

Ne yaptın?"Leyse li'l-insâni illâ mâ-se'â"vardı!

Netice itibariyle şunu söyleyebiliriz ki, M ehm et  kif sam im i bir M üslüm an ve iyi bir Kur'an
talebesi olarak İlâhî kelâmı hayatının ve düşüncelerin m erkezine yerleştirm e gayretinde
olm uş ve bu çabanın gereği olarak İslâm dünyasının aktüel İçtim aî problem lerini ve çö­
züm yollarını Kur'an'dan hareketle ele alma yolunu tercih etm iştir. Bu tercihin altında ya­
tan neden, M üslüm anların m odern dönem de yaşadıkları problem lerin kaynağını kendi
kutsal kitaplarıyla irtibatının zayıflam asında görm esidir. Kendilerini içinde bulundukları
olum suz durum dan ve gerilikten kurtarm anın en etkili ve kestirm e yolunun Kur'an'la
modern M üslüm anlar arasında köprüler kurm aktan geçtiğine inandığı için ilgili gördü­
ğü Kur'an ayetlerini modern M üslüm anların durum larına tatbik etm e, yaşanan hayatla
irtibat içine sokma (ya da tersinden yaşanan vakıayı Kur'an'la ilişkilendirm e) ve bu şekil­
de söz konusu ayetleri güncelleştirm e yolunda çaba sarf etm iştir. Â kif'in bu çabasında
benzer kimi örneklerde karşılaşılan istismara yönelik m anipülatif tarzı benim sem ediğini
ve ayetlerin güncelleştirilm esi am eliyesinde dikkat edilm esi gereken usûle riayet etm ek
suretiyle başarılı olduğunu teslim etm ek yanlış olm asa gerektir.

Vallâhu a'lem!
TâceicSdin Sultân "dan, ■■-
Mehmet Akif'e'
Nazif Öztürk
Dr., Araştırmacı/Yazar

"Şerefü'l-mekân bi'lmekîn."

Anonim

“Makdemiyte aceb m i bulsa şeref,

Rütbe-bahşâ olur m ekâna mekîn."

Fitnat Hanım

Giriş

Şehirler, bağrından çıkardıkları kültür/sanat adam ları ve


kucağında istirahatını sağladıkları saygın kim seler saye­
sinde şeref kazanırlar.Şehirlerin kim liğinin oluşm asında
ve içinde bulunduğu ülkenin kültür hayatında etkin bir
konum a yükselm esinde, o şehirde yetişen m eşhur şahsi­
yetlerin önem li bir yeri bulunm aktadır. Şehirler şöhretle­
rini, yetiştirdiği âlim , şair, gönül adam ı, filozof vb. m eşhur
şahsiyetlere borçludur. Ortada bu değerler olm adığı tak­
dirde m em leket dediğim iz şey, birkaç akraba ile dosttan
ibaret kalır.
Dönemi ve
213
Çevresi
Şehirler, aguşunda tuttuğu evladıyla vasıflanırlar. Bize tabiî ve fizikî dokuyu güzel göste­
ren efsun, o coğrafyada yaşayan ve o m uhitin hayatına iştirak eden insanların güzelliğin­
den akseden rayiha ve parıltılardır. M ekânlara kıym et kazandıran değerler o yerlerden
ayrıldıklarında, oralar hiçbir anlam ifade etm ez hale gelir. M ekânların yeniden canlan­
ması ve insanların nazarında kutsî bir konum a yükselm esi, ancak, o değerlerin yeniden
oraya teşrifleriyle m üm kündür.

Kuşkusuz şehirler güzel insanlarla kaim dir. Bir şehrin aydınlarına, yazarlarına, şairlerine,
kafa ve gönül besleyicilerine, hassas ve kırılgan insanlarına, kısaca sanatçılarına itibar
gösterilm esi; g ünüm üz ve geleceğim iz açısından çok önem lidir. Zira ibn-i Sina, "ilim ve
sanat, rağbet görm ediği yerden gö ç eder"dem ektedir. Yürütm enin, m ahallî ve m ülkî yetki­
lilerin bu gerçeği, daha fazla zam an kaybetm eden kavrayacaklarına inanm ak istiyorum .

G ünüm üzde, ikam et ettiği sem tten ve oturduğu koltuktan şeref alm aya çalışan insanla­
rın sayısı çoğalsa da; ecdadım ız, söylem eye çalıştığım ız bu hususu, "şerefü'l-mekân bi'l-
mekîn / b ir m ekânın şerefi o yerde oturan kişinin özellikli vasıflarından kaynaklanır" öz
deyişi ile özetlem iştir. Nitekim ser-levha olarak aldığım ız "Değerli kimselerin teşrifiyle bir
m ekânın şeref bulm ası şaşılacak bir şey m idir? Kıymetli insanların gelm esiyle m ekânlar rütbe
ve itibar kazanırlar" anlam ındaki m ısralarıyla Fitnat Hanım , kültürüm üzün bu doğrultu­
daki hassasiyetine, dikkatlerim izi çekm ektedir.

Âşık Çelebi, Latîfî'nin "Tezkiretü'ş-Şu'arâ"smda kendi şehrini yüceltm ek adına, Kastam o­


nulu olm adıkları halde, bazı şairleri Kastam onulu gösterm esini ten kit ederken; "bizim
bildiğim iz budur ki, "şerefü'l-mekân bi'l-mekîn"dir. Bunun aksi olan "şerefü'l-mekîn bi'l-
m ekâ n"o lduğunu biz hiç işitm edik"diyerek; insan onuruna yakışm ayan bu tür nev-zuhur
anlayışları kınam aktadır.

inanç ve kültürüm üz bize, yaşadığım ız toprağı sadece üstündekiler sebebiyle değil, aynı
zam anda altındakiler sebebiyle de aziz bilm eyi telkin eder. Başta Efendim iz (sav)'in kabr-i
saadetleri o lm ak üzere sahabe, evliya/u lem â ve şühedâ kabirlerine ayrı bir önem vererek
ve buralara türbeler yaptırarak, hayatlarında şereflendirdikleri m ekânları anıtlaştırm ak
şeklindeki geleneğim izin tem eli, buraya dayanm aktadır. Ancak, toprağın altındakilerle
üstündekileri birbirine bağlayan rabıtadan habersiz olanlara; "bir m ekânın şeref ve üstün­
lüğü, o yerde bulunan kimselerin değer ve kıym etiyle ölçülür"an\am \ndak\ atasözünün ger­
çekliğini izah etm ek, sanıldığının aksine pek de kolay değildir.

işte biz, "Tâceddin Sultandan M ehm et Akif'e" başlıklı bu çalışm am ızda, bugüne kadar
ulaşabildiğim iz belgeler doğrultusunda zoru başarm ak adına bu m eseleyi kurcalam ak
istiyoruz.

1.Tâceddin D ergâhı ve Çevresine D eğer Katanlar

Tâceddin Dergâhı ve çevresine değer katan, tarihten gü nü m ü ze bu m ekânın insanlar


tarafından ziyaret edilm esini sağlayan iki insandan birisi, bu külliyenin banisi Ankaralı
214 MehrIietÂkif
Er soy
Tâceddinoğlu eş-Şeyh es- Seyyid Tâceddin M ustafa; diğeri, istiklâl M arşı'mızı, Kurtuluş
Savaşı yıllarında (Nisan 1920-Mayıs 1921) ikam et ettiği dergâhın selam lık binasında ya­
zan M illî Şair M ehm et  kif Ersoy'dur. M illî ve m anevî hayatım ızın iki zirve insanı buraya
teşrif etm em iş ve bu m ekânda bulunm am ış, Tâceddin Su ltan în türbesi ve M ehm et  kif
Müzesi burada ziyarete açılm am ış olsaydı; Hacettepe Üniversitesi m erkez kam pusu içe­
risinde kalan Ham am önü m evkiindeki M ehm et  kif Sokağı'nın, Ankara'nın herhangi bir
sem tinde yer alan diğer sokaklardan farkı olm ayacaktı.

Osm anlı dönem i kayıtlarına göre Ankara'da insanların yoğun bir şekilde ziyaret ettiği bel­
li başlı on yedi tü rb e bulunm aktadır. Bu ziyaret yerleri arasında Hacı Bayram-ı Veli türbesi
birinci sırada, Tâceddin-i Veli türbesi ikinci sırada, tekke ve zaviyelerin kapatılm asından
sonra yıktırılarak yerine önce "İnci G azinosu"yaptırılan ve halen üzerinde Altındağ B ele­
diye Sarayı'nın inşa edildiği m evkide bulunan es-Seyyid Hüseyin Bahâeddin N akşibendî1
türbesi üçüncü sırada, dördüncü sırada A slanhane Camii yukarısında D em irtaş M ahallesi
Yasa Sokakta yer alan kadılar m ezarlığı, sekizinci sırada da H ıdırlıkTepe'deki İm ruî-Kays
türbeleri geliyordu. Diğer ziyaret yerleri belli bir protokol dâhilinde, bunların arasında ve
sonunda sıralanıyorlardı2.

Bu bilgilerin verildiği Ankara salnam elerinde, "H aa Bayram-ı Veli'nin türbe-i münireleri,
ziyaretgâh-ı enâm ve harigâ h-ı âlileri ittisalinde m edrese ve zaviyesi m am ur ve abâd olduğu
gibi, Tâceddin-i Veli ve Şeyh Hüseyin Bahâeddin-i N akşibendi kuddise sırruhum a el-âlî haz­
retlerinin türbe-i şerifleri dahi ziyaretgâh-ı hass u âm dır"3 denilm ektedir. Diğer bir salna­
m ede4Tâceddin-i Veli'nin türbesi için "ziyaretgâh ve bâb-ı safa, m erci'izuvvâr"5 nitelem esi
yapılm aktadır.

Halkın ve devlet yöneticilerinin gösterdiği yoğun saygının bir ifadesi olarak XIX. yüzyılda
Hacı Bayram-ı Veli ile Tâceddin-i Veli m ahalleleri sakinleri vergiden m uaf tutulm uşlardır.
Bu m ahalleler, m anevî şahsiyetlerin tesis ettiği zaviyeli cam ilerin etrafında kurulm uş
olm aları, dergâhların ruhanî bir atm osfer oluşturm ası, halkın derin saygı duyduğu ulu
kişilerin türbelerinin buralarda bulunm ası, hem dinî açıdan, hem de vergi m uafiyetleri
sebebiyle ekonom ik açıdan cazip yerleşim yerleri idi6.

Ankara Şer'iye sicillerinde yer alan 5 Ramazan 1283/16 Mayıs 1823 tarihli fermanda,'Te/cfce
A hm et M ahallesi'nin ekser ahalisi fukarâ-yı dervişândan olduğu için, yeni ihdas edilen bazı
1 Erdoğan, Abdülkerim, Unutulan Şehir Ankara, Ankara 2004, s.202; Manevî Mimarlarıyla Ankara, Ankara 2007, Ankara Tarihi
ve Kültürü Dizisi 5,Ankara Büyükşehir Belediyesi, s.106-107. Tâceddin-i Veli 'nin Evrâd-ı Şerif'nin 1268/1851 istinsah tarihli nüs­
hasının dibacesinde yer alan bir kayıttan öğrendiğimize göre, söz konusu tarihte es-Seyyid Hüseyin Bahâeddin Nakşibendî
türbesinin bu tarihte dergâhı ile birlikte bakımlı ve ziyarete açık bulunduğu, Hafız Haşan Şükrü'nün görevli türbedar olduğu
anlaşılmaktadır. Tâcî Evradı'nın bu nüshasının müstensihi olan Haşan Şükrü'nün hafızlığı ve türbedarlığının yanında hattat
da olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumu doğrulayan Evrâd-ı Şerifin dibacesinde yer alan kayıtta aynen şöyle denilmektedir:
"Harrerehu'l-fakîrü'l-fukarâ'Hafız Haşan Şükrü. Türbedâr-ı Nakşibendî Bahâeddîn kaddesallâhu sırrehu ve nefe'anallâhu bi şefa'atihi.
Amîn yâ muin". Evrâd-ı Şerif-i Tâceddin Veli, 1268, Sadi, Bayram, "Tâceddin 'Sultan ve Evrâdı",Türk Dünyası Tarih Dergisi, İstanbul
Mart 1994, Sayı: 87, s.(45-53) 53.
2 Ankara Vilâyeti Salnamesi ( Üçüncü Defa),1290, TTK. 29736, A.ll, 2177,s.1 00; Ankara Vilâyeti Salnamesi, fOnbirinci Defa), İs­
tanbul 1300, s. 172-173.
3 Salname-i Vilâyet-i Ankara, 1320, TTK. 21968, A.I/60151, s. 139.
4 Osmanlı ülkesinde ilk salname 1866'da yayınlanmaya başlanmıştır. Ankara salnameleri 1288/1871-1325/1907 tarihleri arasında
13 sayı olarak neşredilmiştir.
5 Ankara Vilâyeti Salnamesi (Onbirinci Defa), İstanbul 1300, s.173; Ankaıra Vilâyet Salnamesi (Üçüncü Defa), 1290, TTK. 29736,
A.ll, 2177, s. 100.
6 Özdemir, Rıfat, XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Ankara, Ankara 1986, s.266.
Dönemi vfJ
Çevresi —
vergilerden Tâceddin-i Veli hazretlerinin yüzü suyu hürm etine m u a f tutuldukları" 7belirtil-
m ektedir.

2 .M eh m e t  kif Ersoy İstiklâl M arşını Tâceddin D ergâhı'nda Yazdı

Bu m ekâna şeref katan ikinci şahsiyet olan M ehm et Âkif, aldığı davet üzerine 24 Ni­
san 1920 tarihinde Ankara'ya gelm iştir8. Bu tarihten, eşi ve çocuklarını Kastamonu'dan
Ankara'ya getirterek, A slanhane Camii çevresinde kiraladığı Çakallı Hoca'nın evine taşın­
dığı Mayıs 1921 tarihine kadar9; yakın arkadaşları Haşan Basri (Çantay), M üftizâde Ab-
dulgafur (iştin), M ehm et Vehbi (Bolak)'la birlikte, Tâceddin Şeyhi'nin önem li m isafirlerini
kabul edip ağırladığı ve ikram larda bulunduğu, "kasr-ı ebniye"10 de ikam et etm iştir11.
İstiklâl Marşı'nı 17 Şubat 1921'de burada/Tâceddin D ergâhı12'nda yazm ıştır13. Yarışm aya
katılan şiirler arasından birincinin belirlenip istiklâl Marşı olarak ilan edilm esi am acıyla
TBMM'de birincisi 26 Şubat 1921 'de, İkincisi 1 Mart 1921 'de üçüncüsü 12 Mart 1921 tari­
hinde o lm ak üzere üç ayrı oturum yapılm ıştır. Üçüncü ve son oturum da, alkışlar arasında
M ehm et  kif'in şiiri istiklâl Marşı olarak kabul ve ilân ed ilm iştir14.

M illet olarak genellem eyi severiz. M ehm et Âkif'in istiklâl Marşı'nı yazdığı Tâceddin
Dergâhı'na ait selam lık binası/kasr-ı ebniyenin im am m eşrutası/lojm anı olduğunu ileri
sürenler olduğu gibi15; M ehm et Âkif'in Ankara'ya gelişinden İstanbul'a döndüğü Mayıs
7 Ankara Şer'iye Sicilleri (AŞS), 1238: Def. 228, Belge, 164.
8 Mehmet Âkif Ersoy, Safahat (Tam Metin ve Safahat Dışında Kalmış 54 Şiir, geniş bir giriş yazısı ile yayına hazırlayan M. Ertuğrul
Düzdağ), İstanbul 2006, B.3, Çağrı Yayınları, s.68-69.
9 Erişirgil, M.Emin, Islâmcı Bir Şairin Romanı (Yayına Hazırlayan Aykut Kazancıgil), Ankara 1986, s.348-349.
10 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA)/Cevdet-Evkâf 1261: A.MKT, 26/74-1,2.
11 Eşref Edib (Fergan), Mehmet Âkif: Hayatı, Eserleri ve 70 Muharririn Yazıları, İstanbul 1938,39 (I ve II cilt, 700+300 sayfa), İstan­
bul 1960 (I. Cilt, 400 sayfa), s.152; İz, Mahir, Yılların İzi, İstanbul 1975, s.124-125; Akgün, Necat, Burası Ankara, Ankara 1996,An­
kara Kulübü Yayınları, s.69.
12 Sebilü'r-reşad'ı birlikte çıkardıkları, yakın mesaî arkadaşı Eşref Edip, "Dergâh deyince dervişler, âyinler hatıra gelmesin. Eşraftan
birinin âdeta selâmlık dairesi. Ufak bir köşk gibi muntazam yapılmış. İçi dışı boyalı. Döşenip dayanmış, güzel ve geniş bir bahçesi
var. Türlü türlü meyveler. Önünde bir şadırvan, şırıl şırıl sular akıyor"!Eşref Edib, Mehmet Âkif, Hayatı-Eserleri ve Yetmiş Muharri­
rin Yazıları, İstanbul 1960, C. 1,2, s. 152) diyerek Tâceddin Dergâhı'nın o günkü durumunu anlatmaktadır. Diğer taraftan Eşref
Edip'in anlattıkları ile, içinde İstiklâl Marşı'nın yazıldığı ve halen Mehmet Âkif Müzesi olarak kullanılan binanın inşasına ilişkin
Osmanlı Arşivi'nden temin ettiğimiz 2 Şaban 1261/5 Ağustos 1845 tarihli belgede (BOA/Cevdet 1261: AMKT, 26/74,1-2) anlatı­
lan " ..ilavesi iktiza eden fevkânî iki oda ve tahtanî bir kahve ocağını müştemil kasr-ı ebniyesi inşasıyla..." ifadeleri, selamlık binasını
tarif anlamında tamamen birbirini desteklemektedir. Bu binanın yapımını ve mevcutların onarımını anlatan belgelerin, orijinal
metinleri ve transkripsiyonları yazı ekinde verilmiştir
13 Mehmet Âkif Ersoy, Safahatın 6. Kitabı olan "Asım"ı Tâceddin Dergâhı'nda tamamlamıştır. 17 Şubat 1921'de "İstiklâl MarşT'rn
(Sebilü'r-reşad, C.18, Sayı 468, s.305), 15 Nisan 1921'de Süleynam Nazif'e" şiirini, ve 7 Mayıs 1921'de de "Bülbül" ü bu mekan­
da yazmıştır. Safahat kitabının bütün baskılarında son iki şiirin yazıldığı yer TâceddinDergâhı olarak gösterilmektedir. Ayrıca
Safahatın son baskılarına M. Ertuğrul Düzdağ tarafından ilave edilen "indeks" bölümüne konulan Tâceddin Dergâhı, "Meh­
met Âkif'in Ankara'da İstiklâl Marşı'nı yazdığı yer"olarak tarif edilmektedir ( Mehmet Âkif Ersoy, Safahat (yayına hazırlayan M.
Ertuğrul Düzdağ), Ankara 1987, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını, s.433-436; M. Âkif Ersoy, Safahat, İstanbul 2003, İnkılap
yayınları,B.33, s.427-430,585; M. Âkif Ersoy, Safahat (Tam Metin ve Safahat Dışında Kalmış 54 Şiir), İstanbul 2006, Çağrı Yayınları,
B.3, s.455,457,635).
Mehmet Âkif gibi çok titiz ve dikkatli bir insan belirttiğimiz tarihler arasında Tâceddin Dergâhı'nda kaldığını, şiirlerinin altına bu
mekânın adını yazarak belirtmişse, başka delil aramaya sanırım gerek de, ihtiyaç ta yoktur. Nitekim "Iey/a"şiirini de Nisan
1922'de Ankara'da yazdığı halde (Mehmet Âkif Ersoy, Safahat, İstanbul 2003, İnkılap yayınları, B.33, s. 431-432; Safahat(Tam
Metin ve Safahat Dışında Kalmış 54 Şiir), İstanbul 2006, B.3, s.458-459); bu tarihte Tâceddin Dergâhı'ndan ayrılarak kiraladığı eve
geçtiği için şiirin altına Tâceddin Dergâhı yazmamıştır.
Ankara Belediye Başkanı Dr. Atıf Tüzün'ün İstiklâl Marşı'nın yazıldığı sokağa Mehmet Âkif adını vermek için 1946 senesinde yaptırdığı
mekân araştırması sırasında görüşlerine başvurduğu, o tarihlerde M.Âkif'in ailesiyle birlikte kalan yakın arkadaşının kızı Süheyla
Karan Hanım da, söylediğimiz bu hususu doğrulamaktadır. Geniş bilgi için bkz (Erişirgil, M. Emin, İslâmcı Bir Şairin Roma­
nı (yayına hazırlayan Aykut Kazancıgil), Ankara 1986, s. 348-349). Ayrıca şiirlerin tamamlanmasından sonra hep yapıldığı gibi,
Marş'ınTBMM'de kabul edildiği günün akşamında Dergâh'ta çay demlenerek, yakın dostları arasında bulunan Milletvekillerinin
de iştirakiyle mütevazı bir kutlama yapıldığı da bilinmektedir (Doğan, Mehmet D.,Camideki Şair Mehmet Âkif, İstanbul 2006,
İz Yayıncılık, B.3, s.79).
14 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre I, Cilt 9, SS. 12-15, 85-90 (01/03/1337), 1954, B.2; M. Âkif Ersoy, Safahat (Tam Metin ve Safahat
Dışında Kalmış 54 Şiir), İstanbul 2006, B.3, s. 76-777.
15 Karaveli, Orhan, Bir Ankara Ailesinin Öyküsü, İstanbul 2006, B.6,s. 86.
Mehmet âkif
«m it \ a V İ 1
2 i6
Ersoy
1923 tarihine kadar Tâceddin Dergâhı'nda oturduğunu söyleyenler de bulunm aktad ır16.
Bir beige ve bilgiye dayanm adan, herhangi bir kaynak gösterilm eden yazılıp çizilen bu
iki görüş de doğru değildir. Bilge m im ar Turgut Cansever, "bilgiye dayanm ayan eylem
meşru değildir" der. Eğer yazarlarım ız, hiç değilse bu yalın kurala uym uş olsalardı, m illî
şair M ehm et Âkif'in Ankara'da bulunduğu sürelerde nerelerde ikâm et ettiği konusunda,
insanların kafasını karıştıran yanılgılar meydana gelm eyecekti.

Yukarıda işaret edildiği gibi, aldığı davet üzerine M ehm et  kif yanına oğlu Emin'i alarak
24 Nisan 1920'de Ankara'ya gelm iş; İstanbul'dan ayrılm adan aralarında vardıkları m u ta­
bakat doğrultusunda Eşref Edip, Sebilü'r-reşad'ın klişeleriyle birlikte ailenin diğer fertleri­
ni, kendi çocuklarıyla beraber daha sonra Kastam onu'ya getirm iştir.

istiklâl Marşı yazılıp kabul edildikten sonra, ailenin Kastamonu'da bulunan bireyleri Mayıs
1921'de Aslanhane sem tinde kiralanan eve getirtilm iştir. M ehm et  kif ailesiyle birlikte
Tem m uz sonuna kadar burada oturm uştur. O rdunun Sakarya gerisine çekilm esi üzerine,
M ehm et  kif ve Emin yine Ankara'da kalm ış; Trabzon M illetvekili Ali Şükrü ve diğer m il­
letvekillerinin aileleri ile birlikte eşi ve öbür çocukları Kayseri'ye gönderilm iştir. Yunan Or­
dusu taarruzlarının durdurulm ası üzerine aile Kasım 1921'de tekrar Ankara'ya gelmiştir.
Bu defa M ehm et Âkif, Tâceddin Dergâhı'nın bulunduğu m ahalleden son Tâceddin Şeyhi,
Tâceddin M ustafa'nın evini kiralam ıştır17. Seçim leri yenilem e kararı alınm ası ve kendisi­
nin aday g österilm em esi üzerine, İstanbul'a döndüğü Mayıs 1923 tarihine kadar kiraladı­
ğı bu evde ikâm et etm iştir.

Ö zensizlik sebebiyle yer ve zam an konularında bazı karıştırm alar olsa da, Tâceddin
Dergâhı'nın bulunduğu m ekâna değer ve şeref katan M ehm et  kif Ersoy hakkında her
şey bilinm ektedir. M üspet ve m enfî yönden hakkında yapılan tartışm alar; fikirleri, sanatı
ve hayat telakkileri etrafında cereyan etm ektedir. Zam an zam an kantarın topuzu kaçırı­
larak ideolojik vadilere de sürüklenen bu tartışm aları m atbuatta bulm ak ve tetkik etm ek
m üm kündür. Esas üzerinde durulm ası gereken, bilgi ve belge noksanlığı sebebiyle halk
rivayetlerine kurban edilen, Tâceddin Külliyesi'nin kurucusu Tâceddin Sultan'dır.

3 .Şeyh Tâceddin M ustafa bin Tâceddin'in Hayatı ve Eserleri

Geçen sene "Geçm işten G ünüm üze İstiklâl Marşı'nın Yazıldığı M ekân/Tâceddin Dergâhı"
başlıklı çalışm am ızda, eserden m üessire hareketle mikro tarihçilik açısından bir başlangıç
yapm ış; Şeyh Tâceddin Mustafa ile Tâceddin Sultan'ın aynı kişi olduğunu, külliyenin bu
şahıs tarafından XVII. Yüzyılın ilk yarısında yapılm ış olabileceğini, bugünkü yapıların II.
A bdülham id (1876-1909) dönem inde yenibaştan inşa edildiğini, bugüne kadar türbe ka­
pısı üzerinde bulunan 1319/1901 tarihli onarım kitabesinin doğru okunm adığını, cami,
türbe ve selam lık binası hariç külliyeyi oluşturan diğer birim lerin ortadan kaldırıldığını,
im ar uygulam aları ve yapılan istim lâklerle cam iin doğu tarafında olduğunu tespit ettiği­
miz esas hazire dahil büyük çapta m üessesenin talan ve tahrip edildiğini, bu dergâhta
16 Erdoğan, Abdulkerim, Age, s. 382;Âşkar, Mustafa, "İstiklâl Marşı'nın Yazıldığı Mekân Olarak Ankara'da bir Celvetî Dergâhı ve
Tâceddin Sultan", M ehmet Âkif, Türkiye'de Modernleşm e ve Gençlik, Ankara 2007, s. (118-137) 132.
17 Erişirgil, M. Emin, Age, s.348; Doğan, Mehmet D, Age, s. 82.
Dönemi ve
217
Çevresi
gönüllerin terbiyesine yönelik olarak yürütülen eğitim çabalarının C elvetî usul ve esasına
göre yapıldığını ve ilâhiyat hocalarının aksi kanaatlerine rağmen Tâceddin bin Tâceddin
Mustafa'nın Aziz M ahmud Hudâî halifelerinden olduğunu ifade etm iş; istiklâl Marşı'nın
yazıldığı m ekânın im am m eşrutası olduğuna ilişkin gazeteci Orhan Karaveli18'nin iddia­
sını çürütm üş, söz konusu binanın posta oturan şeyh efendilerin selam lık binası olduğu­
nu ve 1845'te Ankara İm ar M eclisi'nin teklifi doğrultusunda Evkâf-ı Hüm âyûn Nezâreti
tarafından inşa edildiğini arşiv vesikalarına bağlı olarak ortaya koymuş, istiklâl Marşı'nın
bu binada yazıldığını söylem iş ve bu konudaki çalışm alarım ızın devam edeceğini ifade
etm iştik19.

Bu defa aradan geçen bir yıllık sürede elde ettiğim iz arşiv m alzem elerini, m evcutlarıy­
la birleştirerek, ilk yaptığım ız çalışm anın aksine, "müessirden esere hareket" metoduyla
Tâceddin Sultan'ı daha yakından tanım aya çalışacağız.

a. Şeyh Tâceddin M ustafa'nın Hayatı

Babası gibi kendi adı da Tâceddin olan Tâceddinzâde Şeyh M ustafa Efendi'nin doğum
ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinm em ektedir. Şakaik-i Nu'maniye Zeyillerinde, Osmanlı
M üellifleri'nde, şuarâ tezkirelerinde ve diğer biyografi kitapları ile Osm anlı kroniklerinde
Tâceddin Mustafa hakkında herhangi bir m alum at bulunm am aktadır.

Halk arasında yaygın bir şekilde dolaşan rivayetlere göre, Aziz M ahmud Hüdâî
(1541-1628) ile birlikte Bursa'da M ehmed M uhyiddin Üftâde (1490-1580) hazretlerinin
yanında tasavvufî eğitim ini tam am lam ış ve Kanunî (1520-1566) dönem inde Ankara'ya
gelerek H am am önünde dergâhını kurm uş ve irşada başlam ıştır. Tâceddinzâde Şeyh
Mustafa'yı çok seven halkım ız ona Tâceddin Sultan, ve Tâceddin-i Veli unvanlarını uygun
görm üştür.

Arşiv belgeleri üzerinde iki yılı aşkın bir zam andan beri sürdürdüğüm üz araştırm alara ve
bu sürede ulaşabildiğim iz vesikalara göre, kulaktan kulağa intikal ederek günüm üze ka­
dar ulaşan halk rivayetlerine uygun olarak, şeyhim iz Bursa'dan Ankara'ya gelm iştir20. Şeyh
Tâceddin Mustafa'nın Bursa'dan Ankara'ya gelm iş olm ası ve Ankaralı olduğunu ifade et­
mek am acıyla hem en ism inin geçtiği her yerde "Ankaravî"2' m ahlasını kullanm ası; m uh­
tem el Tâceddinler arasında, Bursa Kaplıca Medresesi M üderrisliğinden 1010/1601 tari­
hinde Ankara M üftülüğüne atanm ış ve bu görevde iken 1018/1609 tarihinde Ankara'da
18 Karaveli Orhan, Age, s. 84-91, dpt. 14.
19 Öztürk, Nazif, "Geçmişten Günümüze İstiklâl Marşı'nın Yazıldığı Mekân/ Tâceddin Dergâhı",Mehmet Âkif, Türkiye'de Modernleşme
ve Gençlik, Ankara 2007, s. 204-277.
20 Enver Behnan Şapolyo, Şeyh Derviş Musiu Ankaravî'nin tertip ettiği Tâcî Risalesi'ni tanıttığı 1958 tarihli iki sayfalık makalesinde,
"Tâcî silsilesinin anlatıldığı Risalenin ikinci bölümünde, Tâceddinzâde Şeyh Mustafa Efendi'nin Bursa'dan Ankara'ya geldiğinin açıkça
yazılı olduğunu" bildirmektedir (Şapolyo, E. Behnan, "Şeyh Tacettin Sultan",Ankara Belediye Dergisi, Temmuz-Ağustos-Eylül An­
kara 1958, Sayı 19, s. 23).
21 Her ne kadar Enver Behnan Şapolyo, Bursa'dan Ankara'ya gelmiş olması sebebiyle Tâceddin Şeyhi, Tâceddin Mustafa'nın An­
karalI olmadığını söylüyorsa da (Şapolyo, E. Behnan, Agm, s. 23) bu tespit doğru değildir. Tâceddin Mustafa'nın telifatı olan
"Evrâd-ı Şeriflerden birçoğunundibacesinde, Şeyhimizin Ankaralı olduğunu gösteren şü ifadeler yer almaktadır: "Kutbu dâire-i
hakikât, menba-ı esrâr-ı tarikât ve künûz-i 'ulûm-i ma'rifet Şeyhu's-sakaleyn Ankaravî es-Seyyid Şeyh Mustafa Tâceddin bin Tâceddin
kaddesallahu sırrahuma..." (Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi, Akşehir Halk Kütüphanesi No: 113, İstinsah Osman Vasfi
Ankaravî
Mehmet^icif
218
Ersoy
vefat etm iş olan, doğm a büyüm e Ankaralı Tezkireci Tâceddin22'in,Şeyh Efendi'nin babası
olduğuna dâir düşüncem izi daha da kuvvetlendirm ektedir. Tezkireci Tâceddin'in yaşa­
dığı dönem lerde, T âceddinoğulları'23na m ensup bazı ailelerin Ankara'da bulunduklarını
gösteren bir kayıtda Ankara Şer'iye sicillerinde geçm ektedir24. Dem ek ki, XVI. Yüzyılda
Tâceddinoğulları'na m ensup bir kabile Ankara'da yaşam aktadır.

Bu durum da şeyhim izTâcedd in M ustafa Ankara'ya; babası Tezkireci Tâceddin ile birlikte
geldi ise 1600'lerin başında, Şeyhi A ziz M ahmud Hüdâî (ö.1628)'nin vefatından sonra teş­
rif etti ise de 1630'larda gelm iş olmalıdır.

O sm anlı25 ve Vakıflar Genel M üdürlüğü arşivlerinde 26 bulunan belgelerde, Tâceddin


Külliyesi'nin vakfiyesinin olm adığı bildirilm ektedir. A ncak müessesât-ı hayriyenin vakfi­
yesinin bulunm am ası, bu yerlerin vakıf olm adığı anlam ına gelm em ektedir. Çünkü hüc­
cet, ferm an, berat ve şahsiyet kayıtları vakfiye yerine geçm ektedir27. Ayrıca arşiv belge­
lerinde ve Ankara m erkez hayrat vakıf kütük defterinde, söz konusu cam i ve dergâhın
Tâceddinzâde M ustafa'nın vakfı olduğu açıkça belirtilm ektedir. Nitekim 62 pafta, 275 ada,
26 parselde 1285 m2 yüzölçüm ündeki Tâceddin Camii ve haziresi m azbut Tâceddinzâde
M ustafa Vakfı adına kayıtlıdır28. Tekke ve zaviyelerin 1925'te kapatılm asından sonra okul
olarak kullanılm ak üzere Ankara Özel idaresi'ne devredildiği29 ve daha sonra 7044 sa­
yılı Kanun30 ve bu kanunun uygulam a şeklini gösteren Tüzük31 hüküm leri uyarınca
11.11.1986 tarihinde yeniden vakıflara iade edildiği için Tâceddin Dergâhı selam lık bi­
nası/M ehm et  kif Müzesi, tapuda 62 pafta, 275 ada, 25 parselde 485m 2 avlulu ahşap
m ektep olarak Vakıflar Genel M üdürlüğü m ülkiyetine geçm iştir32.

Cami ve dergâhın Şeyh Paşa Zaviyesi yerine inşa edildiği33 dikkate alındığında, bu yapı­
ların 1610 yangınından sonra34 yapılm ış olduğunu kabul etm ek gerekiyor. Diğer taraf­
tan İçkale M ahallesi35 sakinlerinden Aslanağa ibni Muslu adındaki hayırseverin Bazar-ı
22 Tezkireci TâceddinAnkara'da doğmuş, Kadızâde'nin hizmetine intisap etmiş, 983/1575 tarihinde Kadızâde'nin Sadr-ı Rumeli
olmaları üzerine tezkirecilikten ayrılarak ilmiye sınıfına intikal etmiştir. Önce 40 akçe ile Silivri Medresesi'ne müderris olmuş,
1001/1592 senesinde Burgaz'da Mehmet Paşa Medresesi'ne geçmiştir. 1010/1601 Şaban'ında Hayreddinzâde Abdullah Efendi
yerine Ankara Fetvası tevcih olunmuştur. 13 Şevvalinde azlolunup selefi iade edilmiştir. 15 Zilkâdesinde Kara Habip yerine Bursa
Kaplıca Medresesi kendisine inayet olundu. 17 Cemaziyelûlâsında Abdullah Efendi yerine tekrar Ankara Fetvası tefviz olundu.
1018/1609'daburada vefat etti. Müftülük görevi Ankaralı Yahya'ya verildi. Tezkireci Tâceddin hüsn-i hal ile meşhur, fıkıhta ser
efrâz-ı salah ve iffetle mümtaz idi {Şakaik-i Nu'maniyeve Zeyilleri, İstanbul 1989, Çağrı Yayınları, C.2, s.96,531-532). .
23 Tâceddinoğulları, merkez Niksar olmak üzere Bafra-Ordu-Niksar-Karadeniz arasında bir beylikti. Dilleri Türkçe, mezhepleri
Sünni-Hanefi idi.Anadolu coğrafyasının bu kesiminde 1308-1425 yılları arasında bazen bağımsız bazen tâbi durumda 117 yıl
hüküm sürdükten sonra Osmanlı ülkesine katılmıştır (Öztuna, Yılmaz, Devletler ve Hanedanlar, Türkiye (1074-1990), Ankara
1996, B.2, C. II, s.86-87).
24 Ankara 1 Numaralı Şer'iye Sicili'nde, "Ankara'da Tâceddinoğlu Hüseyin Bey'in timarı olan Mülk-viran Mezraası'nı 6 Zilkade
991/1583 tarihinde 150 müd gaileyle iltizama verdiği" (Yayına hazırlayan Halid Ongan, Ankara, TTK. Yayını, s.84) kayıtlı bulun­
maktadır.
25 BOA/Cevdet-Evkâf 1270:10201).
26 VGMA, Atik Şahsiyet, Rabi'-Sânî/Asker 1317:Def. 411, Sayfa 77, Sıra 1076.
27 Vakıflar Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında227 Sayılı KHK (08.06.1984), Md. 2/e.
28 VGM/EML, Ankara Merkez Hayrat Kütük Def., Tâceddinzâde Camii Vakfı, Cilt 1„ Sayfa 4, Sıra 38.
29 Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması hakkında 30.11.1341/1925 tarih ve 677 sayılı kanun (Düstur lll/VI11933: s. 190.
30 RG, 1957:9705; Düstur lll/XXXVIII 1958.
31 RG, 1964: 11597; Düstur V/ III 1964: 181. Tekke ve zaviye binalarının okul olarak kullanılmak üzere hususi idarelere devri ve
1957'de kabul edilen 7044 sayılı Kanun ve Tüzük hükümlerinin tatbiki ve bu mevzuatın Tâceddin Dergahı'ndaki uygulamaları
hakkında daha geniş bilgi bkz. Öztürk, Nazif, Agm, s. 223-224.
32 VGM/EML, 7044, Merkez Hayrat Kütük Def., Avlulu Ahşap Mektep, C.1, Sıra 1, Sayfa 1.
33 Gerek Osmanlı (BOA/Cevdet-Evkâf 1270: 10201) ve gerekse Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi (VGMA,(Atik Şahsiyet) Rabi'-Sânî
Asker 1270:Def. 411, Sayfa 77, Sıra 1076)'ndebulunan belgelerde, Tâceddinzâde Mustafa'nın camii ve zaviyesini, Hamamönü
mevkiinde Tekke Ahmet Mahallesi'nde, Şeyh Paşa Zaviyesi yerine yaptırdığı kayıtlıdır.
34 Şerafettin Turan, "1610'lu yıllarda Karakaş Ahmet diye bir Celâli Ankara'yı kuşatır. İstediği parayı alamayınca surlardan içeri girer ve
Anafartalar Caddesi'nden başlayarak Sapıanpazarı'ndan Karacabey Külliyesi'ne kadar uzanan çizginin sağında kalan bütün yerleri
yakıp yıkar. Onun harap ettiği bu yerleri onarmak için AnkaralIlar40-50yıl uğraşmak ve gerekli parayı bulmak zorunda kalırlar"(Tura n
Şerafettin, "Osmanlı Dönemi Ankara'sı", Ankara Konuşmaları, Ankara, Mimarlar Odası Ankara Şubesi Yayını, s. 53-61).
35 Vakfiyenin orijinalinde (VGMA, Aslanağa bin Muslu Vakfiyesi 1075: Def, 592, Sayfa 166, Sıra 137) "içkale" olan bu kelime, büyük
paralarla vakfiyelerin yeni harflere aktarılması ihalesi sonunda yüklenici firma elemanları tarafından "kepçe" şeklinde okunmuş-
D ö n em i yP
219
Çevı dsî
Ganem Suki/Koyunpazarı Çarşısı'nda yaptırdığı iki katlı han36, kahvehane, m escid ve
bitişiğinde bulunan üç dükkânın vakfedildiğini gösteren Gurre-i Şaban 1075/1664 ta­
rihli vakfiyenin şuhudu'l-hâl listesinin başında"Um detü'l-m eşâyıhı'l-lizâm M ustafa Efendi
ibni Tâceddinzâde" ifadeleriyle yer alm ası, Tâceddin bin Tâceddin Mustafa'nın bu tarihte
Ankara'da hayatta olduğunu açıkça gösterm ektedir. Ayrıca aynı vakfiyede, diğer bir ta­
kım hayır şartlarının yan ın da37, Tâceddinzâde Mustafa Efendi'nin yaptırdığı cami-i şerif­
te imam olan kim senin her gün öğle nam azlarından sonra aşr-i 'am enerresulüyü tilavet
edip vâkıfın ruhuna hediye etm esi ve buna karşılık yevm iye 3 akçe vazifeye m utasarrıf
olması istenm ektedir38.

Vakfiyede geçen bu ifadeler, Şeyh Tâceddin Mustafa'nın 1664'lerde Ankara'da postnişin


olarak görevinin başında olm asının yanında; bu tarihten önce dergâhla birlikte cam iini
de inşa ettirerek hizm ete açtığını ve kendinden başka bir şahsın im am et vazifesinde bu­
lunduğunu açık bir şekilde gösterm ektedir.

Vakfiyelerde, vakfın kurulduğu tarihte toplum nezdinde itibarlı ve saygın kim seler şahit
gösterilm ektedir. Bu genel kuraldan hareketle isminin önüne "dayanılıp güvenilecek bü­
yük şey h "anlam ına gelen "'umdetü'l-meşâyıhi'l-'izâm "sıfatının konulm uş olm ası, o tarihte
şeyhim izin Ankara'da m eşhurlar arasında bulunduğunu ifade etm ektedir.

Enver Behnan Şapolyo'nun Celvetî/Tâcî öğretisini anlatan Tâceddin Risalesi'nin yazarı

tur (VGMA Musluoğlu Aslan Ağa Vakfiyesi, Yeni harflere çevrilmiş nüshası)/7ç/ca/e" kelimesi nasıl "kepçekale" olmuştur, insan
şaşıyor. İşin sonunda sadra şifa bir neticeye ulaşılamadığına mı, yoksa vakıf paralarının zayiine mi üzülmek gerekir bilmiyorum.
36 Ankara Şer'iyye Sicillerinde geçen bir şikâyet dilekçesinde geçen ifadeler, Aslanağa bin Muslu Han'ının inşa edilip vakfadilma-
sindan iki yıl sonra tüccarlar tarafından kullanılmaya başlandığını göstermektedir (AŞD VI: 6/27'den naklen, Taş, Hülya, XVII.
Yüzyılda Ankara, Ankara 2006, TTK Yayını, s. 126). Bu ilk dönem kayıtlarındaki açıklığa rağmen; Cumhuriyet döneminde kaleme
alınan metinlerde Muslu Han'ın yeri ve akıbeti konusunda da rivayetler muhteliftir.Ömer Bakırer-Emre Madran, Muslu Han'ın
mevcut olmadığını ve yerinin bilinmediğini söylemektedir ("Ankara Kent Merkezinde Özellikle Hanlar ve Bedestenlerin Ortaya
çıkışı ve Gelişimi",Tarih İçinde Ankara, Ankara 1984, s.117). Rıfat Özdemir, Aslanağa bin Muslu Vakfiyesi'nden hareketle Muslu
Han'ın 1075/1664'te yaptırıldığını; daha sonra Sun'iyye Medresesi Vakfı (VGMA 1162: Def, 1964, Sayfa 405, Sıra 323) içinde yer
aldığını ifade etmektedir (Age, s. 35). Sun'iyye Medresesi hakkında bilgi verdiği bölümde, Kuzattan Abdulkerimzâde es-Seyyid
el-Hâc Sun'ullah Efendi'nin 5000 kuruşluk bir vakıf yaptığını ve bu para ile bir medrese inşa edilmesini, artan para ile eğitim
giderlerini karşılamak üzere akar satın alınmasını vasiyet ettiğini, vasiyet doğrultusunda oğlu Mehmet Şakir Efendi'nin İmaret
Mahallesi/Karaca Bey Hamamı külhanına komşu bir arsa satın alarak üzerine bir dershane ve altı bab hücreden oluşanSun'iyye
Medresesi'ni yaptırdığını; medreseye gelir temini amacıyla Ankara'da "Müneccim" adlı yerde Muslu Paşazâde Hanı adıyla bi­
linen tahtânî ve fevkânî 60 odaya sahip mülk hanı satın alarak medreseye vakfettiğini yazmaktadır (Age, s. 54). Buralardan
alıntı yapanlar, Aslanağa bin Muslu Ham'nın, vakfedilmesinden yaklaşık bir asır sonra 1162/1749 yılında satın alınarak Sun'iyye
Medresesi'ne vakfedildiğini yazmaktadırlar ( Kılcı, Ali, "Ticari Yapılar ve Alanlar/Hanlar ve Kervansaraylar",Osmanlı'da Ankara,
Ankara 2007, Ankara Büyükşehir Yayınları, Ankara Tarihi ve Kültürü Dizisi2, s.126). Ufak bir dikkatle bu hanların aynı han olma­
dığını anlamak mümkündür. İcareteynli bir arsa üzerine inşa edilip vakfedilen bir hanın, Osmanlı dönemi vakıf hukuk sistemine
göre, hiçbir şekilde vakıf olmaktan çıkartılarak mülk haline getirilmesi ve sonradan da satılması mümkün değildir. 1075/1662
tarihinde vakfedilen Aslanağa bin Muslu Hanı'nın yeri tarif edilirken, "...bazar-ı ganem sukında bir tarafı Fahru'l-a'yan Ahmet
Ağa ibni Muslu Paşa mülki ve etrafı selasesi tarikiâm ile m ahdut..."(VGMA, 1075:Def. 592, Sayfa 166, Sıra 137) denilmektedir. Bu
hudut bilgisi Muslu ailesinin geniş bir sülale olduğunu, bu sülaleye mensup ailenin diğer fertlerinin başka mülk taşınmazlarının
bulunduğunu göstermektedir. Sun'iye Medresesi için satın alınan böyle bir mülk han olmalıdır. Kaldı ki, her iki hanın hem adları,
hem de bulundukları mevki farklıdır. Vakfiyede, Aslanağa bin Muslu Hanı'nın Koyunpazarı mevkiinde olduğunun ve üç tarafının
yol ile çevrili bulunduğunun açıkça ifade edilmesi kesin bilgisinden hareketle, mahallinde yaptığımız araştırmalarda, kırk yıldır
mahallenin muhtarlığını yürüten ve yarım asırdır aynı muhitte esnaflık yapan yaşlıların ifadelerine göre vakıf Muslu Han'ın yeri,
Altındağ Belediye Sarayı arkasında bulunan bugünkü Güven Çarşısı'nın oturduğu mevki olmalıdır.
37 Vâkıf Musluoğlu Aslanağa vakfiyesinde; han, kahvehane ve dükkânların mütevelli marifetiyle kiraya verilmesini, elde edi­
len gelirlerle "fenn-i kıraatte faik beş nefer kimesnenin Kur'an-ı azimden mahalle-i mezburede vâki' mescid-i şerifte ba'de salat-ı
subhfsabah namazından sonra) birer cüz-i şeriftilavet etmesini", böylece her ay indirilecek beş hatm-i şeriften birinin sevabının
Resulullah (sav)ın ruh-i münevverlerine, İkincisinin cihar-ı yar-ı ba safa ve ashabı güzin-iba vefa ervâh-ı tayyibelerine, üçün-
cüsünün anne ve babasının ruhlarına, dördüncüsünün kendi ruhuna ve beşincisinin bütün Müslümanların ruhlarına hediye
edilmesini; hafızlardan her birine yevmiye 1,5 akçe, hanın içerisinde bulunan mescidin imamına günlük 3 akçe, Ramazan ay­
larında minaresinde kandil yakılması için Hayalî /Cenabı Ahmet Paşa Camii'ne her gün 3 akçe zeytin yağıbedeli verilmesini;
hanın katlarında bulunan depolara su taşıyan üç sakadan her birine günlük 2'şer akçe ödenmesini; geri kalan gelirlerle Atgöz(?)
Mescidi vakfından icareteynli olan han ve bir dükkânın icare-i zemin bedeli olan yıllık (400+(9x12=108)) 508 akçenin ilgili vakıf
mütevellisine tediye edilmesini; ayrıca han, kahvehane ve dükkânların bakım ve onarımlarının yapılması için günlük 10'nar akçe
yedek/stok ayrılmasını ve gerektikçe mütevelli tarafından vakıf binalarının tamir ettirilmesini istemektedir(VGMA, Aslanağa bin
Muslu Vakfiyesi, 1075:Def, 592,166/137).
38 VGMA, Aslanağa bin Muslu Vakfiyesi, 1075:Def, 592,166/137.
M e h n a e t  k if
220
Ersoy
olarak takdim ettiği "Şeyh Derviş M uslu Ankaravî" ile bu bilgileri aynı düzlem de d eğerlen­
dirdiğim izde, Ankara'nın eşrafından olduğu anlaşılan Muslu ailesinin39, Şeyh Efendi'nin
m üridi ve yakın ahbabı bulunduğunu söylem em iz, olaylar örgüsüne uygun düşm ekte­
dir.

Diğer taraftan, en sağlam arşiv vesikalarından olan vakfiyeden elde ettiğim iz bu bilgiler;
Tâceddin bin Tâceddin M ustafa'nın Celvetî Şeyhi Aziz M ahmud Hüdâî'nin elinden icazet
aldığını gösteren "Üsküdari Aziz M ahm ud Efendi hülefâsından"40 ifadelerini doğrulam akta;
zam anlam a itibariyle Aziz M ahm ud Hüdâî hazretleriyle görüşm esinin ve doğrudan on­
dan icazet alm ış olm asının im kânsız olduğunu söyleyenlerin41 argüm anlarını ellerinden
alm aktadır.

Tâceddinzâde Şeyh Tâceddin M ustafa, kız ve erkek çocuk bırakm adan vefat etm iştir42.
Bu sebeple boşalan postnişinliğe, Bursa'dan Ankara'ya gelen Gizli Şeyh M ehmed Efendi,
dışarıdan /(ecanibden) atanm ıştır. Atama tarihlerini ve görev sürelerini bilm esek de, Gizli
Şeyhin oğlu M ehmed ve bir torununun sıra ile Tâceddin Dergâhı'nda şeyh olarak görev
yaptıklarını; 1130/1717'de Abdurrahm an Efendi'nin Tâceddin M ustafa'nın türbesine tür-
bedar tayin edildiğini biliyoruz43.17 1 7 'd en geriye doğru gitsek ve görev yapan üç şeyh
için ortalam a bir görev süresi belirlesek Şeyh Tâceddin Mustafa'nın vefat tarihi ile ilgili bir
tahm inde bulunabiliriz.

Şeyh m ürid ilişkileri açısından isim leri birlikte anılan M ehm ed M uhıddin Üftade
(1490-1580)'nin 90 ve Aziz M ahmud Hüdâî (1541-1628)'nin 77 yıl yaşadıkları dikkâte alı­
narak, Şeyh Tâceddin Mustafa'nın da ortalam a 80-85 yaşlarına kadar öm ür sürdüğü var-
sayılırsa; sağlam kaynaklardan aktardığım ız bilgiler ışığında, şeyhim izin 1580-1590'larda
doğm uş ve yaklaşık 1670-75 yıllarında da vefat etm iş olabileceği tahm in edilebilir. Bu
durum da, Kanuni ve Üftade hazretleri zam anına kadar geriye gitm ese de, Aziz M ahmud
Hüdâî Dergâhı'nda seyr-i sulûkünü tam am ladığını ve şeyhinin elinden icazet aldığını
söylem ek yanlış olm ayacaktır.

Diğer taraftan, Tâceddin Külliyesi'nden bahseden belgelerde, es-Seyyid Şeyh Tâceddin


Mustafa için; bazen "Tâceddinzâde M ustafa Efendi”44, bazen “M edine-i Ankara'da defîn-i
hâk-ı 'ıtır-nâk olan meşâhir-i eizze-i kiram dan Tâceddinzâde-i Veli kuddise sırruhu'l-âli
hazretleri"45, bazen de "Tâceddinzâde-i Veli"46 ya da doğrudan"Şeyh Tâceddin-i Veli"47
unvanları kullanılm aktadır. Tâceddin Külliyesi'ni vakfeden, Tâceddin Dergâhı'nı kuran,
Tâcî/Celvetî evrâd-ı şerifini telif eden, Tâceddin Dergâhı tasavvu f anlayışını anlatan Tâcî
39 Vakıf Aslanağa Hanı'nın sınırları belirlenirken vakfiyede adı geçen,aynı aileden Ahmed Bey bin Muslu Paşa'nın tüccarlara kıredi
verecek kadar varlıklı biri olduğu, Ankara Sancağı'nın 1655-1656 yılları için güherçile bedellerini toplamakla görevlendirildiği,
XVII. yüzyıla geldiklerinde Muslu Paşazâdelerin Müderriszâdeler ve Nakkaşzâdeeler gibi mütesellimlik elde etmeye çalıştıkları
ve Mimarzâdelerden olan Kadı Mehmed Efendi'den daha önce zikredilmeye başlandıkları görülmektedir (AŞS 64:168; Özkaya,
Yücel, “XVIII. Yüzyılda Mütesellimlik Müessesesi",DTCFD, XXVIII/3-4 (Temmuz-Aralık 1970), Ankara 1977, s. 369-390; Taş, Hülya,
Age, 149-150).
40 BOA/Cevdet-Evkâf 1270:10201; VGMA, Atik Şahsiyet, Rabi'-Sânî/Askerî 1317: Def. 411, Sayfa 77, Sıra 1076.
41 Yılmaz, H. Kamil, Aziz Mahmud Hudâî, Hayatı, Eserleri, Tarikatı, İstanbul 1990, Erkam Yayınları, s. 324; Aşkar, Mustafa, Agm,
s.119.
42 BOA/Cevdet-Evkâf 1270:10201.
43 BOA/Cevdet-Evkaf 1270:10201.
44 BOA/Cevdet-Evkâf 1270:10201; BOA/ Cevdet-Evkâf 1242:13730; BOA/Cevdet_Evkâf 1260:10029.
45 BOA/Cevdet-Evkâf 1257:16329. *
46 BOA/Cevdet-Evkâf 1257:16329. - 4
47 BOA/ Cevdet-Evkâf 1261:26/74,30/97.
Dönemi ve
221
Çevresi
Risalesi'ni yazan ve Divançede yer alan şiirleri söyleyen es-Seyyid Şeyh M ustafa Tâceddin
bin Tâceddin'dir. Şim diye kadar zannedildiği gibi Tâceddin-i Veli veya Tâceddin Sultan
ayrı şahıslar olm adıkları gibi baba oğul da değildirler. AnkaralIların sevgi ve bağlılığını
kazanan, resm î kayıtlarda "ve//" olarak geçen, halkın gönlüne "sultan" olarak nakşedilen
esas ismi Tâceddin M ustafa, babasının adından dolayı "Tâceddinzâde" olarak anılan, kö­
ken itibariyle Ankaralı olduğu için "Ankaravî" m ahlasını kullanan şahıs aynı kişidir. Açık ve
kapsam lı adı es-Seyyid Şeyh Tâceddin M ustafa bin Tâceddin el-Ankaravî"dir. Tâceddinzâde
Şeyh M ustafa, Tâceddinzâde-i Veli, kısaca Tâceddin-i Veli ve Tâceddin Sultan da diğer
isim leridir. Bir evrâd-ı şerifin başında Şeyh Tâceddin Mustafa'nın "Tâceddinzâde" unvanıy­
la şöhret kazandığı açıkça yazılıdır48.

b.Şeyh Tâceddin Mustafa'nın Eserleri

Söylediğim iz bu hususların hepsini bir arada ifade eden ve Tâceddin Mustafa'nın bir ri­
salesinin bulunduğunu kayda geçiren, kendisi gibi Ankaralı olan Dâru'l-hilâfe Müderrisi
Osman Vasfî Ankaravî'nin istinsah ettiği Tâcî Evrâd-ı Şerifi'nin dibacesinde yer alan Türkçe
açıklam ayı aktararak, risalenin tanıtım ına geçm ek istiyorum :

"Kutbu dâire-i hakikat m enba-i esrâr-ı tarikat ve künûz-i m a'rifet Şeyhu's-sakaleyn Tâceddin
bin Tâceddin es-Seyyid Şeyh M ustafa kaddesallahu sırrehum a hazretlerinin te'lifât-ı
a'liyesinden işbu zâkirân-ı evrâd-ı şerifenin ibtidâ-i kıraetlerinde ruhâniyet-i Resulullah ve
cüm le ehlullah hâzirûn oldukları halde ba'de salatu'l-fecr ihlasla bu evrâd-ı şerifeye her kim
devam eder ise, sebeb-i selâmet-i dünya ve ahiret ve husûl-i m uradetleriyle tâ'ûn, vebâ ve
m esâibi def'içûn her du a lem den m asun ve mahfûziyetleriyçün ale's-sabah bir hasta üzerine
kıraat olunsa şifâ bulur deyu Risâle-i Ş e rifle ri’nde şerh ve beyân olunmuştur. ETân dergâh-ı
m üşârunileyhde devam olunur. Ve minallahi't-tevfik"49.

Bu açıklam anın arkasından "Evrâd-ı Şerif-i Tâceddin-i Veli” ana başlığının altında besm ele
ile Arapça vird metni başlam aktadır.

Bütün çabalarım ıza rağmen henüz bulup tetkik edem ediğim iz Tâceddin Mustafa'nın te ­
lifi olan ve Şeyh Derviş Muslu Ankaravî'nin derleyip bir kapak içerisine topladığı Risaleyi,
Enver Behnan Şapolyo 1958'de Ankara Belediye Dergisi'ne yazdığı bir m akale ile tan ıt­
m aktadır. Bu m akalede verilen bilgilere göre Risale, dört bölüm ve yüz küsur sayfadan
ibarettir. Birinci bölüm , Tâceddinoğlu Şeyh Mustafa Ankaravî'nin evrâd-ı şerifidir50. İkin­
ci bölüm, Şeyh Tâceddin Sultan'ın silsilenam esidir. Tâceddin Mustafa'ya ait kısa biyog­
rafiyi bu kısım teşkil etm ektedir. Üçüncü bölüm Tâceddin Sultan'ın esrâr-ı İlâhisidir. Bu
bahsin içinde şeyhlere ve ashâb-ı güzîne ait birçok m enkıbe bulunm aktadır. Dördüncü

48 Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi, 4172.


49 Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi/Akşehir Halk Kütüphanesi, 113.
50 Enver Behnan Şapolyo, Risalenin bölümlerini bir araya getirerek tertip eden “Şeyh Derviş Muslu Ankaravî"yi müellif gösterme
yanlışlığına düştüğü gibi, Birinci Bölüm'ün 1943'te Dergâh'a Şeyh olan Osman Vâfî Efendi'nin yazdığı yanılgısına düşmektedir.Osman
Vâfi Efendi Evrâd-ı Şerif'in müellifi değil, görev süresince esas metinden yapılan istinsah suretlerinin doğruluğunu tasdik eden ve
okunması için icazet veren kişidir. Nitekim Sadi Bayram'ın esas metin ve transkıripsiyonunu birlikte yayınladığı metnin altında aynen
şöyle yazılıdınsene, sem'âniye sttîne mieteyn ve elf (1268/1851). Hâdimu'l-fukarâ' Şeyh Osman Vâfî, Postnişîn-i Dergâh-ı Tâceddin-i
Veli.Mühür,(es-Seyyid Osman Vâfî Hâk lûtfu kâfi)" (Bayram, Sadi, "Tâceddin Sultan ve Evrâdı", Türk Dünyası Tarih Dergisi, istanbul-
Mart 1994, Sayı 87, s. (45-53), 53.
222
” ' LİetÂkif
Ersoy
bölüm ise, ilâhiyât-ı Tâceddinzâde’dir. Bu bölüm ün içi çok değerli şiirlerle doludur. Bu
şiirler okunduğu zam an Tâceddinoğlu Şeyh Mustafa'nın büyük bir şair olduğu meydana
çıkacaktır. Bu eser bir Tâcî D ivanıdır. Edebiyat tarihim izi zenginleştirecek bir m ahiyet ta­
şım aktadır51. E. Behnan Şapolyo'nun, Risaleyi oluşturan bölüm lerin tanıtım ına ait bu kısa
cüm leleri bile ne kadar önem li bir eserle karşı karşıya olduğum uzu ortaya koymaktadır.

Şuana kadar Risale'nin b ulu n araktetkik edilem em iş olm ası, hiç kuşkusuz işlerim izi zorlaş­
tırm aktadır. Fakat arşivlerden ve kütüphanelerin yazm alar bölüm ünden tem in ettiğim iz
belgeler, şeyh efendilerin m enkıbelerinin anlatıldığı üçüncü bölüm hariç diğer bölüm ler
hakkında fikir sahibi olm am ıza yetecek düzeydedir. Tâceddin Külliyesi'nin banisi ve ilk
postnişini Tâceddinzâde M ustafa Efendi'nin kesin ölüm tarihini ve y erine dışarıdan tayin
edilen Gizli Şeyh M ehmed Efendi ve ondan sonra bu göreve getirilen oğlu Şeyh M ehmed
Efendi'nin atanm a tarihleri ile torun şeyhin ismini ve bu şeyhlerin görev sürelerini bile­
m esek de; Abdurrahm an Efendi'nin 1130/1717 tarihinde türbedarlığa getirilm esinden
sonraki silsilenam eyi kesin bir şekilde bilm ekteyiz.

Birinci bölüm de yer aldığı söylenen Tâcî Evrâd-ı Şerifi'nin bugüne kadar altı istinsah su­
retini, kütüphanelerin yazm alar bölüm lerinden m ikrofilm lerini alarak tem in im kânına
kavuştuk. Bu çalışm anın kitaplaştırtm ası sırasında değerlendirilecektir.

Bilindiği gibi "evrâd" kelimesi "vird" in çoğuludur. Allah'a yakınlaşm ak am acıyla belirli
zam anlarda ve belli sayılarda yapılan duâ ve zikri ifade eder.Tasavvuf terim i olarak; bir
pîr veya şeyh tarafından düzenlenm iş olan, tarikat m ensuplarının her gün veya belirli
zam anlarda okudukları âyetler, salavat ve esm âdan oluşan duâ dem ektir. Bizzat tarikat
kurucuları tarafından tertip edilirler52.

Şiirlerinin tam am ı olm asa da, Risale'nin dördüncü ve son bölüm ünde yer alan İlâhi for­
mundaki Türkçe divanın bir parçasına da sahibiz. "Divân-ı Tâceddin-i Veli kuddise sırruhu'l-
celî, der defini hâk-ı ‘ıtır-nâk-ı Ankara" başlığı altında dört ansiklopedik sayfada yer alan on
üç şiir elim izde bulunm aktadır53. E.Behnan Şapolyo anılan m akalesinde, Divançe'de yer
alm ayan bazı şiirlerden örnekler verm ektedir. Dem ek ki, Risale'nin dördüncü bölüm ünde
bulunan şiirlerin tam am ına henüz sahip değiliz.

Şiirlerin tetkikinden anlaşılacağı üzere, XVI-XVII. yüzyıllarda herkesin Arapça ve Farsça


yazm aya özen gösterdiği bir ortam da Şeyh Tâceddin Mustafa, dönem ine göre sade bir
Türkçe ile yazm ayı tercih etm iştir. Bir örnek teşkil etm ek üzere, iki İlâhisini orijinal m etin­
leri ve transkripsiyonuyla birlikte yazının ekinde sunuyorum .
51 Şapolyo, E. Behnan, "Şeyh Tacettin Sultan", Ankara Belediye Dergisi, (Temmuz, Ağustos, Eylül)Ankara 1958, Ayyıldız Matbaası,
Sayı 19, s.23-24.
52 Kara, Mustafa, "Evrâd", DİA, İstanbul 1995, C. XI, s. 533-535.
53 Ankara sahaflarından Araştırmacı-Yazar Kâmil Şahin Bey, dört sayfa halindeki divançenin fotokopi nüshalarını, Ankara Üniversi­
tesi İlâhiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Aşkar'a verdiği gibi bize de lütfettiler. Kâmil Şahin
Bey'e bu âlicenap davranışı sebebiyle şükranlarımı sunuyorum.
Tâceddin veli ile Tâceddin Mustafa'nın baba oğul olduğunu zanneden Mustafa Aşkar, divançenin başlığında geçen "Tâceddin-i Veli"
lafzı ile şiirlerin makta' beytinde yer alan "Tâceddinoğlu" ifadesini bir çelişki olarak görmektedir.. Bu çelişkiye dikkâtlerimizi çek­
tikten sonra, divançede yer alan şiirleri yeni harflere aktararak, sempozyum bildirisinin ekinde sunmuştur (Aşkar, Mustafa, Agm,
s.123-130). Daha önce izah edildiği gibi, her iki kavram da Tâceddin Mustafa'nın mahlasıdır. Dolayısıyla divançe'nin isimlendiril-
mesinde herhangi bir çelişki yoktur.
D ö n em i ve
223
Çevresi
Sonuç

Elde ettiğim iz arşiv doküm anlarına dayalı olarak yaptığım ız analizlerden; Şeyh Tâceddin
Mustafa'nın zahirî ve batinî/şer'î ve m anevî ilim leri tahsil ettiği, seyr-ü sülûkunu tam am ­
layarak Aziz M ahmud Hüdâî hazretlerinin elinden icazet aldığı, yaklaşık 1590-1670 yılları
arasında yaşam ış olabileceği, XVII yüzyılın ilk çeyreğinde m em leketi olan Ankara'ya gele-
rekTekke A hm et M ahallesindeTâceddin Külliyesini yaptırarak vakfettiği, öm rünün sonu­
na kadar burada kurduğu Tâceddin Dergâhı'nda gönüllerin terbiyesi ile m eşgul olduğu,
Celvetî'nin Tâcî kolunu oluşturarak Arapça evrâd-ı şerifini tertip ettiği, bu kolun terbiye
metodu ve usulünü anlatm ak üzere Tâcî Risalesi'nı yazdığı, Arapça ve Farsça'yı bu dillerde
eser telif edecek kadar iyi derecede bildiği, kökenleri Orta Asya'ya dayanan ve kurdukları
beyliğin dilini Türkçe olarak kabul ve ilan eden Tâceddinoğullarına54 m ensubiyeti sebe­
biyle hüzün ve coşkunun hakim olduğu tasavvufî şiirlerini sade bir Türkçe ile yazdığı,
yaptığı hizm etler ve ortaya koyduğu örnek davranışlar sebebiyle yöneticisinden sade va­
tandaşına kadar herkesin gönlünde sevgi tahtı kuran ulu bir sultan; genelde Ankara'ya,
özeldeTâceddin Dergâhı ve çevresine gerçek anlam da şeref bahşeden müstesna bir şah­
siyet olduğu anlaşılm aktadır.

Tâceddin Dergâhı'na bağlanan gönüllerde, Şeyh Tâceddin M ustafa’nın m anevî tasar­


ruflarıyla m eydana gelen coşku, M ehm et  kif Ersoy'un istiklâl Marşı'nı aynı m ekânda
yazm asıyla yeni bir ivm e kazanm ıştır. Dün mânâ m eşalesinin yakıldığı bir ocak olan bu
yerler, günüm üzde bağım sızlık ve istiklâlim izin yedi düvele haykırıldığı bir m erkez hâline
gelm iştir. İstiklâl m ücadelem izi yeni nesillere anlatacak, sesli ve g örüntülü açık hava m ü­
zesi ile etrafının taçlandırılacağı günleri beklem ektedir.

54 Öztuna, Yılmaz, Age, s. 86-87.


224
1/2
Ö ^ b ^ Ü P J İ'

j i 6J>fo\si)}tt> jj Ci^l^lk*jU>W

ö^ ^ J İ ^ £ U ^ f . ^ A İ > ,

W>, 0 . » Oj/jriJ^/'j^2
û u jl ^ ü U s t f jj& İp

\- Ia>\ - ^ r /Ju J> ,'J û ± ı ‘ JLa «

C > U £U . - V ' •

Wx\ugiö\isj ^ % ^ ü>î
t ja >

£ •> ’

c
W .t M İ ii H \ t

D İV Â N I TÂCEDDÎN-İ V ELÎ

(Kuddise sırruhu’l-celî der-defîni hâk-i ıtır-nâk-ı Ankara)

Ey cüm leye ma'bûd olan, derdim e derm ân şendedir.


Âşıklara m atlûb olan, derdim e derm an şendedir.

Aşktır begim ana giden, aşktır murâda irgören;


Olm uş gönüllerdir gören, derdim e derm ân şendedir.

Aşktır tenim de cân olan, mest-i elest inşân olan;


Âşıklara îm ân olan, derdim e derm ân şendedir.

Şensin Kerîm Şensin Rahîm, âşıklara aşkın naîm ;


Vasim cinân hicrin cahîm , derdim e derm ân şendedir.

Tâceddînoğlu çâresi çoktan, bezm-i âvâresi;


Lutfin senin çün çâresi, derdim e derm ân şendedir.
Dönemi ve
225
Çevresi

DİĞER
G eldik kapuna yâ Şekûr, irham lenâ yâ Rabbenâ.

Şensin Kerîm sensin Gafûr, irham lenâ yâ Rabbenâ.

işim benim sehv u hatâ, cenâbına düşen 'atâ;

irciî'den gelen nidâ, irham lenâ yâ Rabbenâ.

Çün ism indir Senin Rahm an, kam uya sen ittin ihsân;

M ededeyle Senden derm ân, irham lenâ yâ Rabbenâ.

Başım kodum bu m eydâna, m untazırım ben ihsâna;

Garîkım gerçi isyâna, irham lenâ yâ Rabbenâ.

Günâhım oldu gâyetsiz, senin lütfün nihâyetsiz;

Nice bulam hidayetsiz, irham lenâ yâ Rabbenâ.

Tâceddînoğlu dir kaldım , günâhım anladım bildim ;

Yüzüm kara sana geldim , irham lenâ yâ Rabbenâ.


226 Mehmet^kif
Ersoy

Hacı Bayram-ı Veli, Tâceddin-i Veli Cam ileri, Türbeleri, M üştem ilatı ile
M evlevihane'nin O narılm ası ve Yeni Binalar İnşa Edilm esine Dair Ankara İmar
M edisi'nin 2 Şaban 1261/5 Ağustos 1845 Tarihli Kararı

i 2 ? * ? * » ■ ? » * » *.

« i.- » , 4 ,y y 'i ? s *< «

< *?* » & U > J. İ - L l ] w ' ^ * * * ’ *■

P " - * * '* > < i * * ii

■* ? ^ ^ ^ « * „ kj j t „

• v .r ' m ®

’P « a

^ <ü»
Dönemi ve
227
Çevresi

Kasr-I E b n iy e İn şa sı

M übarek ve muallâ hâk-ı pây-ı ihsanfermây-ı hazreti sadâret-penâhîlerine ma'rûzu


bende-i kem ineleridir ki;

Ankara'da defîn-i hâk-ı 'ıtır-nâk-ı feyz olan Hacı Bayrâm-ı Velî kuddise sırruhu'l-celî hazret­
lerinin veTâceddîn-i Velî hazretlerinin türbe-i m ünîf vecam i-i şerifleriyle M evlevî tekyesi-
nin m ürürü eyyâm ile ba'zı mahalleri harâb olm uş ve ba'zı m ahallerinin dahi tevsi've ter-
m im iyle ba'zı ebniyenin ilâve-i inşası îcâbetm iş olduğundan ve bunların ta'm irâtına meş­
ruta vakıfları olm adığından bi lutfihîteâla saye-i m uvaffakiyet vâye-i hazreti m ülûkânede
teşebbüs olunan icraât-ı hayriye ve i'mârât-ı m ülkiye mâdde-i nâfiası iktizası üzere, m a­
halli m ezkûrenin dahi ta'mir ve term im i lâzim eden olarak sâlifü'z-zikr türbe-i m ünif ve
cami-i şerif ve tekyeler, ma'rifet-i şer'i şerîf ve Ankara I'mar M eclisi m em urları devletlü
'atufetlü paşa ve aferînler hazerâtı bendeleri ma'rifetleri ve ma'rifet-i bendegânem iz ile
ve erbâb-ı vu kû f m a'rifetleryle keşf ve m u'âyene olunarak mâru'z-zikr Hacı Bayrâm-ı Velî
hazretlerinin türbe-i şerifleri ta'miri ve cami-i şerifinin noksan olan çerçeveleri, ve M evlevî
tekyesinin ta'mirâtı ve dervişân ve misafirin hayvanları içun m üceddeden inşası lâzım
gelen ahır, ve Tâceddîn-i Veli hazretlerinin dahi hânigâh-ı feyz-iktinâhları ta'miri ile
türbe-i şerifinin bi'l-icâb tevsi'i ve ilavesi iktiza eden fevkâni iki oda ve tahtanî bir kah­
ve ocağını m üştem il " kasr-ı ebniyesi" inşası ile fukara odası ve taşra(daki) türbenin
ta'miri masârıfâtı bâ tahmin yirm ibeş bin üçyüz seksenbir kuruşa baliğ olmuş(tur). Ve
olbabda m üfredâtı veçhile cânib-i şer'i şeriften tanzim olunan bir kıt'a m um zi keşf defteri
leffen takdim hâk-ı pây-ı hâcet-revâ-yı âliyyeleri kılınm ış olm akla ber muceb-i defter-i
m ezkûr mahall-i m ezkûrenin ta'mir ve ilâve-i inşası hususlarına müsâade-i seniyye ve
bu yüzden tekâyâ-yı m ezkûre postnişîn ve dervişân dâilerinin refah halleriyle isticlâbı
daavât-ı hayriyelerine rağbet-i âliyyeleri şâyân u sezâ buyurulm ak tem enniyâtiyle
işbu mazbata-i bendegânem iz terkîm ve takdim ine ictirâ kılındığını bi mennihi't-teâlâ
muhât-ı 'ilm-i âliyye-i rahîm âneleri buyuruldukta, ol bâbda ve herhalde em r ü ferman
hazret-i veliyyü'l-em r ve'l-ih sân ınd ır. 2 Şaban (12)61.

es-Seyyid M uham m ed Behçet, İbrahim Halil 257, es-seyyid M uham m ed İzzet 252, Z ahi­
re Mübâya'asına Giden Yozgat'tan izn-i Resmî?, es-Seyyid M uham m ed Hüsâm eddin el-
M evlevî, es-Seyyid M uham m ed Es'ad, es-Seyyid O sman Vâfî Hak Lütfi kâfî, el-'abdu'd-dâî
(altındaki m ühür silik), M uham m ed Râif, Vâsıf, Hâhâm Millet-i M useviyân-ı ? Ankara, Ser
Millet-i Ermeni (Erm enice m ühür), Ser Millet-i Katolik Ohannis (m ührün alt yazıları Latin­
ce), Ser Millet-i Rûm (boş bulunduğu).
228
MehmetÂkif
E rs o y
Hacı Bayram-ı Veli, Tâceddin-i Veli D ergâhları ve Türbeleri ile
M evlevihâne'nin Tam irine Dair 29 M uharrem 1261 /10 O cak 1845 Tarihli
Teknik Heyet Raporu

' i * * ? * * ' * * * ± *>

V ' # • * - * > a iv jj,A fU n a â , »*

Hâk-ı pây-ı vâlây-ı riyâset-penâhîlerine ma'rûz-u kullarıdır ki;

Medine-i Ankara'da defîn-i hâk-i 'ıtır-nâk olan e'âzim-i e'izze-i kirâm dan kutbü'l-ârifîn
hazret-i Hacı Bayrâm-ı Velî ve Şeyh Tâceddîn kuddise sırruhum a'l-celî dergâhı şerifleri ile
M evlevîhâne-i kâşinenin taâm iye-i fukarâdan maadâ vakıfları olmadığı cihetle, bunca
vakitten beru term im ât-ı lâzim elerine banlam adığ ından gittikçe müşrif-i harâb ve bâ hu­
sus bu esnalarda gerek daire-i hânigâh ve gerek merâgıd-ı şerife-i feyz- iktinâhları ansızın
m ünhedim olm ak derecesinde virân ve yebâb olm uş(tur). Ve bu m isüllü zevât-ı mukad-
desenin ruhâniyetlerinden dahi cânibi meâli-yi menâkıb-ı saltanat-ı seniyyeye isticlâb
tevccüh-i hayriye olunarak m ensûbâtı olan meşayıh ve fukarâsından da'avâtı mefrûza-ı
hazret-i padişâhiye m uvâzabet olunm ak üzre ta'mirleri hususu taraf-ı ahâliden hüsn-i
ihtar olunm uş olduğundan (olunm uştur). Lede'l-keşf ve'l-m uâyene işbu üç hânigâh-ı
şerifenin masârıfât-ı ta'm iriyeleri yirm ibeş bin üçyüz seksenbir kuruşa resîde olacağı
hesâb ve tahm in kılınm ış(tır).V ezikrolu nan hânigâh-ı şerîf ve merâkıd-ı latîfin harâbiyet-i
hâzıraları tarafı çâkirânem izden dahi m üşahade olunm uş olduğuna; ve bervechi vakit
cânib-i şer'den tanzim olunan bir kıt'a keşif defteri ve mutasarrıf-ı eyâlet atûfetlü paşa
hazretleri bendelerinin tahrirâtı m atviyyen takdim kılındığına binaen, m ütalaalarından
dahi karîn-i 'ilm üâlileri buyurulacağı veçhile niyâz kerde-i ahâli üzre ta'mirleri hususuna
müsaade-i seniyye erzân buyurulur ise, bi'l-'umum m eşâyıh ve 'ulemâ-i belde dâîlerinin
tekrar be tekrar da'âvât-ı mahsusa-i hazret-i şehinşâhiye halkabend hüsn-i tezkâr ve
esniye-i seniyye-i cenâb-ı zıllu'l-lâhiye dam im e-sâz evrâd-ı leyi ü nehâr olacakları aşikâr
olm akla olbabda emr-ü ferm an hazrat-i m enlehü'l-em rindir. 29 Muharrem (12)61
Hüsnü 246, Be Hakk-ı Hâtem-i Mühr-i Süleyman 228, Mustafa Tursun 248
Dönemi ve
229
Çevresi
Eserlerin tam iri ve binaların inşası için Evkâf-ı Hüm âyûn N ezâreti'ne yazılan 26
Zilkade 1261 / 1 Kasım 1945 tarihli tezkere

Evkâf-ı Hüm âyûn Nezâreti CelîlesineTezkere, Sene 26 Z ilkâde (12)61

Ankara Eyâletinde kâin M evlevîhâne ile Hacı Bayrâm veTâceddîn-i Velî hazarâtının türbe
ve hânigâhlarının muhtâc-ı ta'mir oldukları m ukaddim en eyâlet-i m erkum e meclis-i i'mâr
m em urları tarafından bâ-m azbata inhâ olunm uştu. Bunların bir-gûne m eşrutaları olub
olm adığı isti'lâm ına dair yazılan em irnam e-i sâmi-i hazreti sadâret-penahîye cevaben
eyâlet-i m erkûm e m utasarrıfı saadetlü paşa ve defterdarı efendinin bu kere vârid olan
şukka-i m üşterekeleri manzûr-ı sâmi-i âsıfâneleri buyurulm ak üzere leffen tesyir savb-ı
sevâb-numâ-yı âlileri kılınm ış olm akla bu babda olan re'y ve mütala'a-i devletlerinin iş'ar
ve şukka-i m ezkûrenin iade ve tisyarı bâbında em r ü irâde efendim indir.
MehmetÂkif
--------------------------------Ersoy

Mehmet Âkif Ersoy'da


Mısır ve Arap Edebiyatının
İzleri

Ahmet Kazım Ürün


Prof. Dr. Selçuk Ü.

D eğerli  kif dostları,

İstiklâl M arşımızın yazarı ünlü fikir ve aksiyon adamı


M ehm et  kif Ersoy (1873-19 3 6 )\ çeşitli am açlarla kısa
veya uzun süreli yurtdışı seyahatlerinde bulunm uştur.
1923-24 yılları arasında kışın kaldığı Mısır'da, 1925 yılının
Ekim ayından itibaren 1936 yılına kadar 11 yıl kalm ıştır2.
Mısır'da kaldığı günlerde, günüm üzde adı Kahire Üniver­
sitesi olan Fuad Ü niversitesi'ndeTürkçe öğretm enliği yap­
mıştır. Mısır'da Kahire'ye değil, buraya oldukça uzak bir ka­
sabada Abbas Halim Paşa'nın köşkünün (Kasr-ı Gülşen) ve
arazilerinin bulunduğu Hilvan'da (günüm üzde Kahire'nin
bir banliyösü) yaşıyordu. Kahire'ye, haftada ancak iki gün
inm ekteydi. Gerek burada kaldığı yıllarda gerekse daha
öncesinde Arap dünyasından pek çok şair ve edibin eser­
lerini okuyan Âkif, bu konuda şöyle diyor:
1 1873'de dünyaya gelen Mehmet Âkif Ersoy, baba tarafından Arnavutluk (İpek
şehri), anne tarafından ise Buharalıdır. İlk şiiri 1895'te Mektep dergisinde yayın­
landı. Devletin çeşitli kademelerinde görev yapan Âkif, içinde milli marşımız
olan İstiklâl Marşı'nın da bulunduğu, yedi kitaptan (Kur'ana Hitab, Süleymaniye
Kürsüsünde, Hakkın Sesleri, Fatih Kürsüsünde, Hâtıralar, Âsim ve Gölgeler) oluşan
Safahat (1911) adlı eseri kaleme almıştır. Doğu ülkelerinin İslâm ortak paydası
altında birleşmelerini savunan şair, ömrünü bunun gerçekleşmesi için harcadı.
, Ancak bu idealine ulaşamadan 1936 yılında vefât etti. Hakkında detaylı bilgi
için bkz. Cemal Kurnaz ve diğ., Safahat, Mehmet Âkif Ersoy, Türk Edebiyatı Dizisi,
Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları:2801, İstanbul 2001; Sezai Karakoç, Mehmet Âkif,
3. baskı, İstanbul 1978; Faruk K. Timurtaş, Mehmet Âkif ve Cemiyetimiz, Ankara
1987; Fevziye Abdullah Tansel, Mehmet Âkif Ersoy, İrfan Yayınevi, (İkinci Basım),
Kazım Ürün, İstanbul 1973 (Bu eserin son kısmında Âkif hakkında yazılmış eserlerin genel bir
kritiği yapılmış bkz. s.199 ve sonrası); M. Âkif Ersoy, Safahat, İnkılap Kitabevi, (21.
rahatsızlığından Bsk.), İstanbul; İbrahim Sabri, ez-Zılal, Kahire (tarihsiz); Mehmet Âkif Ersoy'la İlgili
ötürü toplantıya Eserler için bkz. Ramazan Çiftlikçi, "Mehmet Âkif Ersoy'la İlgili Kitaplar ve Tezler
Bibliyografyası", Yedi İklim, Sayı: 119, Şubat 2000, s.42-46; Mehmet Âkif Özel Sayı­
katılam am ış, sı, Yedi İklim, Sayı: 117-118, Aralık-Ocak 1999-2000.
2 Cemal Kurnaz ve diğ. a.g.e., s. 15; Âkif'in çağdaşı, Kahire'de sık sık görüştüğü Mu­
bildirisi Selim hammed Sabri, Âkif'in şapka giymek zoruna gittiği için ülke dışına çıktığını ifade
Cerrah tarafından eder. Muhammed Sabri, ez-Zılâl min Safahat li'ş-Şa'iri't-Türki el-Kebîr Muhammed
Âkif, Kahire (tarihsiz), s. 8; Aralarında Bülbül olmak üzere, Âkif'in Mısır'da kaleme
okunmuştur. aldığı şiirlerin Arapçaları için bkz. aynı eser, s.31 ve sonrası.
Dönemi ve
Çevresi 231

Arapları çok okudum . Hamasiyatta Antere'nin, İbn Firas'ın; hikem iyatta M utenebbî'nin,
garam iyatta İbn Farid'in , M ecnun'un âşıkıyım . Endülüs şuarasının nezahati beni hayran
eder. Acem lerden Sâdi'yi pek çok okudum . Öyle zannederim : En çok tesiri altında altın­
da kaldığım edip Sadi olacaktır. Mısır M üftüsü M uham m ed Abduh ve M uham m ed Ferid
Vecdi'den gayet büyük istifadem oldu3.

M ehm et Âkif'in, Mısır'da Hilvan'daki hayatını, sayısı pek az m ektupları ile, burada iken
yazdığı şiirleri iie aydınlatm ak m üm kündür. Bir m ektubundan Hilvan'da, neden m ünzevî
bir hayat yaşadığının sebebini de öğreniyoruz:

"Mısır'a hariçten gelen Rumlar, Yahudiler, Erm eniler, italyanlar, Moskoflar, bidayette yüz
kuruşa sahip değilken, şim di m üthiş serm aye sahibi olmuşlar, FHer biri, m em lekete hakim
vaziyette bulunuyor. Sonra, mesela, bizim taraftan gelen birtakım hem şerilerim iz var ki,
neuzü billahi Benim Flilvan i'tikafına zannediyorum ki, bu hazin m anzaraları görm em ek
isteyişim in de büyük bir yardım ı oluyor."4

 kif için ise Mısır öncesi ve Mısır'da kaldığı yıllar, onun hayatında önem li bir kavşak nok­
tası olm uştur. Cum huriyet öncesi ülkenin içinde bulunduğu olum suz şartlar karşısında,
kafasında oluşturduğu ülküye ulaşm ak için M illî M ücadeleye katılır. Bunu da şiirlerine
yansıtır. Duygu ve heyecan yüklüdür. A ncak C um huriyetle beraber şekillenen yeni tablo
onu Mısır'a gitm eye m ecbur bırakır. Bu noktadan itibaren o vecd ve heyecan yok olmuş,
yerini yalnızlık, üm itsizlik ve İlahî aşk alm ıştır5. Artık öncekilerden farklı olarak adetâ İslâm
ideolojisini yaym a m isyonunu üstlenm iş bir şair gitm iş; yerine vatan özlem i çeken ideali­
ne ulaşam am ış bir m istik şahsiyet gelm iştir. Ç evresinde olup bitenlerden ziyade kendi iç
dünyasını şiirlerine yansıtm aya başlam ıştır. M uham m ed Sabri, şairin, Flilvân'da kaldığı y ıl­
larda, çokça M esnevi okuduğunu ve Gece ile Secde adlı şiirlerini, M evlânâ'nın üslûbuyla
kalem e aldığını söylem ektedir6:
Ey Allah'ım, bin tecellî çakıp geçmekteyken kıblemden,

Yokluğunun acısıyla mihraptan mihraba vurur alnım şimdi;

Ömürler geçti, sen yoksun, gel ey bir tanecik Ma'bûd,

Gel ey bir tanecik bilinmez, gel ey bir tanecik varlık!

Ya şu birlik yuvası olan kalbi bir ıssız yurda döndüren ayrılık bitsin,

Ya bir esintinle bu özleyen kalbe bir inanç, bir güven gelsin.

Hayır inanıp güvenmekle sona ermez ruhumun ümitsizliği:

Nefsin ve onun dışındakilerin sensiz anlamı yok, tamtakır hepsi.

Senin Mecnûn'unum, bir sensin ancak taptığım Leylâ;

Ezel'den lütfettiğin şehlâ bakışın sarhoşuyum hâlâ!

Gel ey ölümsüzlük şerbetini sunan, gel ki Elest7 sevinçle hatırlansın:


3 Alim Kahraman, Mehmet Âkif'in Servet-i Fünun'un Bir Anketine Verdiği Cevaplar, Yedi İklim, Sayı: 117-118, Aralık-Ocak
1999-2000, s. 44.
4 Fevziye Abdullah Tansel, a.g.e., s.121.
5 Asuman Ahmed Akay, "Mehmet Âkif Ersoy'un Şiirlerinde Mısır", Mecelletu'd-Dirâsâti'ş-Şarkiyye, Sayı:21, Kahire Temmuz 1998.
6 Muhammed Sabri, ez-Zılâl, s.22.
7 Allah'ın ruhları yarattıktan sonra "Elestü bi Rabbiküm-Ben sizin Rabbiniz değil miyim?"dediği an.
MehmetÂkif
232
Ersoy
Yarım kadeh sun, bir yudum sun, tek aynı içkide olsun!

Her zerremde inlerken o İlahî içkinin kutlu ilhamı,

Varlıktaki bütün âhenk bir zaman durup dinlesin âhlarımı.

Gel ey dünyaların Mevlâsı, ey vicdanımdaki Leylâ,

Adımın anıldığı senin sinen olsun, olursa, son durak bana!8

Âkif, 1925'de Hilvan'da kalem e aldığı "Gece"adlı bu şiir ile"H icran "ve"Secde"adlı şiirlerin­
de, Vahdet-i Vücûd felsefesini şiirleştirm iş, m istik şahsiyete bürünm üştür. Tanrı özlem ini
anlatıyor; bazen O'na, erişem ediği bir sevgili şahsiyeti veriyor. O'nu görm ek için hasretle
yandığına, hatta bazen, önceleri yazdığı din î şiirlerindeki m uayyen ve m üspet fikirlere
aykırı olarak, Tanrı'nın varlığı hakkında m etafizik düşüncelere, şüphelere bile yer verm iş­
tir9. Ocak 1926'de yazdığı bu üç şiirde şair, lirizm de zirveye çıkar.

Âkif, 1 Ağustos 1929'da Hilvan'da Em ir Abbas Halim Paşa'ya hitaben kalem e aldığı "el-
A rîd a"adlı şiirde, iyice bunaldığı aşırı bir yaz sıcağında, İstanbul yazına olan özlem ini
dile getirir. Pek çok şairin yaptığı gibi saba rüzgârını kendisine elçi kılar. İstanbul'u ve
buradaki yazı anlatarak özlem ini giderm eye çalışır.
Ey sabâ rüzgarı, uğrayacaksın ya kuzeye?

Bilm em , bir işim var, sana etsem mi havâle?

Bir, Heybeli derler -bileceksin- ada vardır.

Çevresi de az çok ona benzer ad ala rd ır...

G ördün ya? Evet. Şimdi bu sâhilde biraz dur;

Herkes gibi A bbas Paşa'nın köşküne başvur.

Sen yolcu adam sın, bakan olm az ki k u s û ra ...10

Bir talep m ektubu üslûbunda yazdığı bu şiirde, mizahi bir tarzda önce m esleğini belirtip,
kendisini sıradan bir şair olarak tanıtırken, sakal ve bıyığı ile dış görünüşünün her şeyinin
eski olduğunu ve kendisine söylenen "Hadi sen, kum da biraz oyna" ifadesiyle m ecbur
kaldığı ortam ı ince bir nükteyle dile getirm ektedir.
Paşa'ya arz ettirip adını, çıktın mı huzûra,

H ilvanlıların hepsinin içten sevgisini, ilkin

Bir bir söyleyiver. Bitti mi defter, de ki:

Vezne denk d üşürür saçm ayı bir saçm a adam var,

Şiir adını verdiği bir sürü vezinli, kafiyeli söz sayıklar!

Sanırım , em ekliye ayrılm ış şairlerden olacak ki;

Hiçbir yenilik yok, adam ın her şeyi eski.

Hicrî, kam erî ayları ezber sayar, fakat,


8 Ömer Faruk Huyugüzel ve d\g., SafahatII,s.967. ■
9 Fevziye Abdullah Tansel, a.g.e., 129.
10 Ömer Faruk Huyugüzel ve diğ., a.g.e., s.985.
Dönemi ve
233
Çevresi
Yirm inci yüzyıl aklına sığm az, ne kadar karışık!

Dünyanın m am ur yerlerini dolaştıysa da, yer yer.

En sonunda "Hadi sen, kum da biraz oyna!"demişler.

Yahû! Sorunuz bir: Bakalım gücü var mı?

Adam güneşin altında kaynarken oynam ak ister mi? Sarar m ı?11

Daha sonra Abbas Halim Paşa'nın şahsında, bir yaz günündeki İstanbul hayatıyla Kahire
hayatını karşılaştırır. Bu karşılaştırm ada, Âkif, özellikle sıcaktan çok bunalm ıştır.
Ey Heybeli iklim ine kıştan çekilenler,

Ey Afrika tem m uzunu masal zannedenler!

Ey yağ gibi üç çifte kayıklar kayanlar,

Ey Maltepe'den Pendik'i bir ham le sayanlar!

Ey her nefes aldıkça öm ürler kazananlar!

Siz camları örter, korunurken cereyandan;

Biz, bodrum a inip de kaçarken güneşin kaynam asından!

Siz, mercan balığının en iyisini yuttukça şişerken

Biz, kum da çirozlar gibi piştikçe pişerken!

Siz, Marmara'nın ufuklarını dürbünle süzerken;

Biz, poyrazı görsek diye, dam larda gezerken!

Siz, yelkeni açm ış, suyun üstünde akarken;

Biz küplere binm iş, size hasretle bakarken!12

Şair, bütün bu karşılaştırm ayla âdeta m uhatabını köşeye sıkıştırır ve Mısır şartlarında en
iyisi olan İskenderiye'nin Rem le13 sem tinde kalma talebini dile getirir.
insaf ediniz: Kopm ayacak şey mi kıyam et?

Elbette kopar. Dinle paşam ceddine rahm et:

Ben H eybeliden vazgeçerim şim dilik, ancak,

Üç beş gün için pek hoş olur Remle'de kalm ak.14

Akif'e kendi şiirlerinden birini okum ası rica olunduğunda, ya"el-Uksurda (28 Ocak 1914)"
şiirini ya da"N ecid Çölleri'nden M edine'ye''adlı şiirini okurduls.

Âkif, "el-Uksur'da"16 adlı şiirini, 5 Ocak 1913'te görev icabı gittiği Kahire'nin 600 km gü­
11 Aynı eser., s.987.
12 Aynı eser, s.987.
13 Mısır'ın İskenderiye şehrinin yazlık semtlerinden biri. Şair, buranın serin ikliminden yararlanmak istediğini dolaylı şekilde söyle­
mektedir.
14 Ömer Faruk Huyugüzel ve diğ., a.g.e., s.987.
15 Mahmut Kanık, "Mehmet Âkif'in Şiirlerine Toplu Bakış", Yedi İklim, Sayı: 117-118, Aralık-Ocak 1999-2000, s.19.
16 Âkif, mesnevi nazım şekliyle kaleme aldığı 63 beyitten oluşan bu şiirini Abbas Halim Paşa (1866-1934)'ya ithaf etmiştir. Abbas
Halim Paşa, Kavalalı Mehmet Ali Paşa sülalesinden olup son sadrazamlardan Said Halim Paşa'nın kardeşidir. Çocuklarının hocası
olan Mehmet Âkif ile İstanbul'da başlayan dostluğu uzun yıllar sürmüştür. Âkif onun davetiyle ömrünün son yıllarını Mısır'da
M ehm et^jf
234
Ersoy
neyinde, eski M ısırlılardan kalma pek çok heykelin bulunduğu antik Luksor şehrinde ka­
leme alm ıştır. Bu m ekanları gezdikten sonra, şairlerin en çok sevdikleri bir zam an dilimi
olan gurup vakti, Nil kıyısında gördüklerini ve o anki düşüncelerini mısralara döker. Şair,
bir seyyah olarak yeni yerler görm enin heyecanı içerisinde her şeye m üspet bir gözle
bakar. Ona göre her şey gülüm sem ektedir.
G ülüm süyor koca vadi, gülüm süyor tepeler;

Gülüm süyor suyu tırm anm ak isteyip öteden,

Uzun kürekli kayıklarla bir büyük yelken;

G ülüm süyor beriden gölgeler döküp Nil'e,

Otel binaları kendinden em in tavırlarla;

G ülüm süyor kıyılardan beş altı adım kadar.

İçerde, ipli sırıklarla işleyen kuyular;

G ülüm süyor suyu kırbayla aktaran çiftçi;

G ülüm süyor bunu öm ründe görm eyen yolcu;

G ülüm süyor çalılıklarla örtülen dereler,

G ülüm süyor sayısız tarlalarla korular;

G ülüm süyor karılar, başlarında topraktan

Güğüm kılıklı birer kap, dönerken ırm aktan;

G ülüm süyor derelerden balık tutan, çıplak.

Çoluk çocuk suyu kepçeyle aktarıp durarak

G ülüm süyor sağa baktıkça karşıdan Karnak'7

Gülüm süyor o sütunlar ki. Nil'e göm ülm üş,

Titreyen gölgeleriyle oynuyor dalgalar.

Gülümsüyor, dağınık başlarında altın tac,

Gökyüzüne fırça vuran hurm alar sâhillerden.™

Buradan itibaren gezdiği antik eserler hakkındaki düşüncelerine yer verir. Burada taştan
heykelleri bulunan firavunların acım asız yönetim anlayışlarını eleştirir.
Sabahleyin dolaşıp gördüğüm o heykeller;

Ki ölüm süzlüğü çılgınca arayan zavallı insanoğlunun hırsı

-Rahm etle anılm ayı kalplere nakşedecek yerde-

A nlam sız varlığını fezaya kazm ak için

Her kayadan binlerce hayata mezar olan taşlar yaptırıp,

Sonra da bu korkulukları vahşetin ifadesi gibi yerleştirm iş;


geçirmiştir.
Şiir, Gölgeler adlı eserde yer almaktadır. Eser; 1933 yılı sonunda Mısır'da Kahire'de basılmıştır. Kitapta 1918-1933 yılları arasında ya­
zılmış kırkbir şiir vardır.
17 Mısır'da Nil nehri kıyısında Firavunlar Döneminden kalma pek çok tapınağın bulunduğu yerin adı.
18 Ömer Faruk Huyugüzel ve diğ., a.g.e., s.607.
Dönemi ve
235
Çevresi
Ki yeryüzü ayaklarında secde edecekm iş;

Ki alınlarındaki kırışma arşı titretecekm iş!

Fakat zam an dedikleri büyük ve heybetli el.

Bu kahram anları öyle bir cezalandırm ış ki

Ne kibirli burnu kalmış kırılm adık, ne kolu!

ibret verici çevresi leş gibi yıkıntılarıyla d o lu .'9

Ona göre her şey gülüm sem ektedir; fakat oralarda dolaşan ve neşeli Fransız, İngiliz, Al­
man seyyahları, ona, başı belalar içinde kalmış olan Şark'ı düşündürür, işte o zam an, bü­
tün neşesi söner:
Fransız, İngiliz, Alman, on üç kadar, gezgin,

Üçer beşer küme olm uşlar: İnliyor kadehler!

Birinciler gülüyor... Çünkü dopdolu cepleri.

Yerinden oynatıyor borçlu dünyayı.

Sedan20 düşündürecek olsa maskarayı...

Rahat, bolluk unutturur insana en derin yarayı.

İkinciler gülüyor, hem de hakkıdır, gülecek;

Dünya bir em rine am ade... Öl! desin, ölecek...

Üçüncüler gülüyor, çünkü kolunun kuvveti,

Ne derse "Doğu!" denen bir nam us garantisi;

insanoğlu ki kuvveti vermiyor henüz hakka;

Ne çare var onu kuvvetle alm adan başka?

Âciz m isin? Senin hakkın ağlam ak yalnızca!..2'

Âkif, belki de kendi mahzun durum unu daha etkili kılm ak için her şeyi gülüm süyor gös­
teriyor. Yalnızlığı, sıla hasreti, gezdiği yerlerde gördüğü manzaralar, onu bu kötüm ser
havaya sokar.
Evet, her şeyin, hatta zevklerin coştuğu bir yerde

içinde ben, zavallı ben gülm üyorum ...

O turm uş ağlıyorum , ağlasam da ma'zûrum:

Vatanım dan ayrı gibiyim atalarım ın diyarında!

Ne toprağında şu yurdun, ne akarsularında,

Bir dost sesi, yahut bir tanıdık izi var!

Bileydim ey koca Doğu dünyası, uçsuz bucaksız dünya,


19 Ömer Faruk Huyugüzel ve diğ., a.g.e., s.609.
20 İmparator III. Napolyon komutasındaki Fransız ordusunun 1870 yılında Almanlar'a yenildiği savaş. Sedan, Fransa'nın Meuse
Irmağı kıyısında 15-17. yüzyıllar arasında kurulmuş bir kalenin adıdır.
21 Ömer Faruk Huyugüzel ve diğ., a.g.e., s.611.
M e h m e t^ jf
236
Ersoy
Senin hangi bölgendeki evlâdın huzurludur?

Başın belâlara girm iş; elin, kolun çiğnenm iş;

içinden esti mi bir gün bağım sızlık rüzgârı?

Görür m üyüm diye karşımda M üslüm an yurdu,

Bütün diyarını gezdim , ayaklarım durdu.

Yabancı sesleri geldikçe geçtiğim yollardan,

Hep hayâl kırıklığı taştı inleyen ruhumdan!

Vatanım dan ayrı olayım bağrında İslâm'ın?

Bu sonuç, zam anın ne acı bir intikam ıdır!

Benim ki yaşlıyım artık, düşük kolum, kanadım ;

Bu intikam ı çalışsın da alsın evlâdım .

Batı ufku acıklı ruhunu hazin hazin döktü;

G ariplerin akşamı yeryüzüne yavaş yavaş çöktü.

Değişti çehresi Nil'in: ö nüm de az kum ral,

Uyandı gurbet çeken ruhum da bir o lm ayacak hayal:

Sessiz dünyayı karşım da ağlıyor sandım ...

O gölgelikten inip nûra doğru tırm andım 22.

Âkif, seyahat hâtıralarını içine alan şiirlerinin sonuncusu olan Firavun ile Yüzyüze'yi,
1923'de, Hilvan'da iken neşretti. Bunda Firavun Am nofis ll.'in m ezarını ve m um yasını
tasvir eder. Bu firavun ki, sağ iken, civarından beşer ürkerdi; saraylar, sütunlar, abideler,
onun bütün hayatını ufuklara ezberletirdi. O, kendi nefsinden, kendi bekasından başka
bir şey düşünm üyordu. Hayatını biraz eşiversek, alev fışkıran sıcaklarda, çırçıplak etlere
indirdiği kırbacının sesini duyarız. Bu zalim hüküm dardan kalan biricik şaheser, m um ya­
ya sığınm ış cifesi, bu m um yayı salkıyan ihtişam lı m ezarıydı; fakat, beka em eli, bütün be­
şerin hakkı olm akla beraber, bu, ne taştan, ne de leşten beklenebilir! Bu şiir, onun, tasvir
bakım ından en güzel şiirlerinden biridir. Bilhassa Firavun'un m umyası ile Nil sahillerini
tasviri canlıdır23.
Adaletin ne göz alıcı ve yiğitçe bir tecellîsi

Şu leş görür gibi görm ek ikinci Amnofis'i!

Bu Firavun ki çevresine korkudan yaklaşam azdı insanlar;

Bu Firavun ki, saraylar, sütunlar, anıtlar,

Bütün hayatını ezberletirdi ufuklara

Bu Firavun ki eğilm işse boynu bir hakka

O sadece kendi ölüm süzlüğüydü, kendi nefsiydi;

Bu Firavun ki, o gölgenin sonsuza dek yaşam a hayali


22 Ömer Faruk Huyugüzel ve diğ., a.g.e., s.611.
23 Fevziye Tansel, a.g.e., s. 106.
D ön em i ve
2 ..i 7
Çevresi
Dumanlı beynini sardıkça, artık insanlara,

im kânsız olurdu huzur bulma ihtim ali dünyada;

Bu Firavun ki cehennem olm adan önce uğursuz vücudu,

Yeryüzünde insanlara bir cehennem gibiydi kâbusu.

Bu Firavun ki insanlar, korkudan büküp belini,

Yerlere eğilerek tavâf eylem işti heykelini:

Soyulm adık bir eti kalm ış, bilinm iyor kefeni;

Açıkta, mumyası hâlâ dağılm ayan bedeni.24

Âkif'in bütün şiirlerinin toplandığı Safahat'ına baktığım ızda, başta İstanbul'da kaldığı
esnada çocuklarına hocalık yaptığı ve bu vesileyle dostluğunu kazandığı, daha sonra
da kendisi tarafından Mısır'a davet edildiği ve him ayesinde hayatını sürdürdüğü Abbas
Halim Paşa (1866-1934)25 olm ak üzere, Gazali, ibn Sina, ibn Rüşd, Cem aleddin Efgânî, Mu­
ham m ed Abduh, M uhyiddin Arabî, Ebu Ubeyde, Ebu Zer, İmam Şafii, Am nofis ve Sela-
haddin Eyyubi gibi Arap edebiyatının da konuları içerisinde ele alınan ünlü fikir ve devlet
adam larını çeşitli vesilelerle ele aldığını görm ekteyiz.

Âkif'in yetiştiği dönem de, Batı edebiyatının etkisinde kalan Servet-i Fünun devrinde
hüküm süren realizm akım ı öne çıkm aktaydı. Şairin klasik şekillere bağlı olm ası, vezni
ve dili belli kaidelere uygun olarak kullanm ası bakım ından daha çok Parnasizm akım ı­
na yakın olduğu ifadesi26 daha ziyade Mısır öncesi kalem e aldığı şiirler için söylenebilir.
Oysa, Mısır'da kaldığı süre zarfında kalem e aldığı şiirler, duygu yüklü şiirlerdir. Burada
dinî-didaktik m anzum elerin yerini dinî-lirik şiirler alm aya başlamıştır.

Bu vesileyle bu ünlü fikir ve aksiyon adam ının m anevî şahsiyeti önünde saygıyla eğiliyor
ben sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyor saygılar sunuyorum .

24 Ömer Faruk Huyugüzel ve diğ., a.g.e., s.951-953.


25 Asıl adı Mehmed Abbas'tır. Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın dördüncü oğlu Halim Paşa'nın ikinci çocuğudur. Said Halim Paşa'nın
kardeşidir. Hidiv Tevfik Paşa'nın kızıyla evlendi. Dolayısıyla Hıdiv Tevfik Paşa'nın oğlu olan Abbas Hilmi Paşa'nın damadıdır.
Mustafa Uzun,"Abbas Halim Paşa" TDVİA, 1,24.
26 Fevziye Abdullah Tansel, a.g.e., s.182.
MehmetÂkif
« Ersoy

Mehmet Âkif'in
hikâyeciliği
Kâmil Yeşil
Yazar, eğitim ci

Türk edebiyatında şair olm ak isterken hikayeci, hikayeci


olm ak isterken şair oian iki büyük sanat adam ım ız vardır.
Şair olm ak isteyip de ruhundaki şairâneliğin ve terkibin ­
deki aksaklığın farkına vardıktan ve bunu dostlarının ko­
nuşm alarında da gördükten sonra hikâyeye geçen sanat­
çım ız Sait Faik'tir Aslında nesir yazm ak isteyen ancak nes­
rinde gördüğü rekaket (tutukluluk hâli) sebebiyle şiirde
karar kılan sanatkârım ız da Mehmet Akif'tir. Bir tenakuz
var gibi gelen bir cüm le kurduğum un farkındayım . Ancak
bunu ben söylem iyorum , şairim iz M ehm et  kif söylüyor.
Çünkü rekaket varsa bu öncelikle nazım da olur diye ge li­
yor aklım ıza. Oysa şairim iz nesrinin tutuk olduğunu, se-
lasetten, akıcılıktan uzak bulunduğunu söylüyor. Bunun
bizce en önem li sebebi M ehm et Âkif'in yaratılışça nesre
yatkın olm ayışıdır. Başka bir ifade ile M ehm et Âkif doğuş-
tan sair (şair-i maderzat) olduğu için bütün meram ını naz­
ma dökm üş veya nazm a dökm ek zorunda kalm ış, nazma
m ahkûm bir sanatkârı m izdir. O ister cami kürsüsüne çık­
mış olsun vaaz için, isterse ziyaret m aksadıyla sokağa çık­
sın veya dostuyla sohbet etsin, hiç fark etm ez; dil, hemen
söze dönüşür, kendini ölçüye, kafiyeye, sese vurur.
Dönemi ve
239
Çevresi
Nükte de bu sözün içindedir, ironi de ders de.

M ehm et Âkif, niçin şair olm ak zorunda kaldığını şöyle anlatır bize:
M üstakbeli şi'rimin açık mı?

Şair olam am , o belli zaten

Bir nâzım olur m uyum acep ben?

Nesrimde rekaket olmasaydı

Evvelce gözüm de dolmasaydı

Hiç nazma tem ayül eylem ezdim

Bir sadece beyt söylem ezdim

Heyhat bir iptila imiş bu

Ben bilm ez idim, hata imiş bu

Bu beyitlerden anlıyoruz ki her sanatkâr gibi M ehm et  kif yaptığı iş üzerinde kafa yoran
biridir. Günüm üzde poetika olarak isim lendirdiğim iz bu sanatsal altyap ı veya sanatın ha­
reket noktası M ehm et  kif'de ö ncelikle türler ve ifade tarzları arasında bir seçim yapm ak
şeklinde tezahür etm ektedir. A ncak şair kendinin de farkındadır ve o farkında olduğu
şey de şairaneliktir. Hepim iz biliyoruz ki sanat öncelikle sanatkârın seçtiği alanla ilgili bir
yeteneğe, o yeteneğe neşv ü nema verecek bir birikim e, onu geliştirm eye yönelik bir
m eleke sahibi olm aya m utazam m ındır. M ehm et  kif işte bunun farkındadır. İçindeki sesi
nazım veya nesir olarak dışa vurm ak sadece seçim le ilgili değildir, onun hakkını verm ek
de gerekir.

Bu açıdan bakıldığında Safahat'ın girişinde yer alan ifadeler daha farklı bir boyut kazan­
maktadır. Zira bu metin bu zam ana kadar ilk veya yüzeysel yapısıyla anlam landırılm ıştır.
Nedir o?
Bana sor sevgili kaari; sana ben söyliyeyim

Ne hüviyette şu karşında duran eş'ârım

Bir yığın söz ki sam im iyeti ancak hüneri

Ne tasannû bilirim , çünkü ne sanatkârım

Şiir için gözyaşı derler; onu bilm em yalnız

Aczim in giryesidir bence bütün âsârım

Ağlarım , ağlatam am ; hissederim , söyleyem em

Dili yok kalbim in, ondan ne kadar bîzârım

Oku, şayet sana bir hisli yürek lâzımsa

Oku, zira onu yazdım , iki söz yazdım sa

Âkif'in kişiliği ile bu metni birleştirenlere göre M ehm et  kif bu m etinde bir tevazu sergi­
ler. Buna göre aslında  kif şiir yazdığının, Safahat'ta yer alan m etinlerin şiir olduğunun
M e hm et k if
Ersoy
farkındadır ve fakat tevazu gösterm ektedir. Doğrusu bu sözler ilk bakışta bu anlam a gel­
mez değil. A ncak ben bu m etinle ilk m etni karşılaştırdığım da başka bir sonuca varıyorum
o da M ehm et Âkif'in m etinleriyle ilgili bir poetikası olduğuna işarettir.

Şairim iz birinci m etinde şiir ile nazmı (m anzum eyi) ayırm akta ve nazma eğilim g österm e­
sini iki şeye bağlam aktadır: Nesrinin rekaketi ve gözünün hem en dolm ası, yani gayet hisli
biri olm ası. Edebî bir terim le söylersek"şairanelik". Böylece şairim izi de şahit göstererek
diyebiliriz ki Safahat'taki m etinlerin iki tem el niteliği vardır: Bunlardan birincisi, yazılan
m etinlerin çoğunun nazım olm ası, İkincisi de sam im iyettir...

Acaba M ehm et  kif başlangıçta niçin nesre tem ayül gösterm iştir? Bu sorunun cevabını
bulm ak için şairin gençlik çağlarında neler okuduğuna bakm am ız gerekir. Âkif'in m uh­
telif söyleşilere verdiği cevaplara ve dostlarının hatıralarına baktığım ızda görüyoruz ki
M ehm et Âkif'in çocukluğunda en çok okuduğu ve etkilendiği kişiler Sâdi ve Hâfız'dır.
Bilindiği gibi Şark edebiyatının bu büyük im zalarının eserlerine hakim olan dil öğretici
bir dildir. Her iki şairin eserlerinde, özellikle Bostan ve Gülistan'daki öğreticilik, hakim ane
söyleyiş, nükteye düşkünlük, m etinlerin aralarına yerleştirilen hikâyeler şairim iz üzerinde
etkili olmuştur.

M ehm et  kif sadece şark klasiklerini okum ak ve m ütalaa etm ekle kalm am ıştır; Ispar-
talı Hakkı'nın teşvik ve yardım larıyla Fransızca öğrenm iş ve o yıllarda hem Batı'da hem
Osmanlı'da; eserleri ve hayata, edebî esere yaklaşım larıyla etkili bir akım olan rom antik­
leri de okum uştur. Kendisinden ve yakın dostlarından öğreniyoruz ki M ehm et Âkif'in en
çok okuduğu ve sevdiği, etkisinde kaldığı im zalar arasında Viktor Hügo, Anatole France,
Lam artine, Rousseau, A lphonse Daudet, Emile Zola, Aleksandr Duma Fils vardır. Dikkate
edilirse bu isim ler hem rom antik akım ın tem silcileridir hem de o dönem de Batı edebiya­
tının en önem li roman ve hikâye yazarlarıdır. Zola'nın natüralizm ini, Hügo'nun rom antiz­
m iyle birleştirip bunları kendine has realizmi ile harm anlayan M eh m e t kif bu ediplerden
yeni bir dile ve anlatım a kavuşur. Bu anlatım da öncekilerde görülen nesre karşılık Âkif'de
ifadesini bulan nazım , nesre yaklaştırılm ış nazım ve o nazma giydirilm iş şiiriyettir.

Bilindiği gibi natüralizm aşırı realizm olarak adlandırılır ve aslında pozitivizm in başka cep­
heden görünüşüdür. Unutm ayalım ki M ehm et  kif sadece bir Islâm âlim i değildir aynı
zam anda pozitif bilim denilince akla gelen ilk ilim lerden biri olan Veterinerlik okum uş bir
bilim adam ıdır. Bu eğitim  kif ve nesli için aslında biraz da zorunluluktur diyebiliriz. Çün­
kü Tanzim at'tan beri m em leketin geri kalması bilim den uzak kalm aya, m edreselerin ye­
tersizliğine bağlanm aktadır. Ve Ernest Renan aynı dönem de Islâm ve bilimi yazarak Islâm
dünyasının geri kalm ışlığını dine dayandırm aktadır. Bu tartışm aların içinde büyüyen biri
olarak  kif ve neslinin Batı'da gelişen bilim lerle buluşm ak ve onları m em leketim ize taşı­
mak kadar tabiî bir girişim i, teşebbüsü olam azdı. İşte bu arayışın bir sonucu olarak Âkif
de pozitif bilim okum uş ve "Asrın idrakine söyletm eliyiz İslâm î" sonucuna varm ıştır.

M ehm et  kif için Osm anlı devletinin geri kalm asının nedenlerin biri eğitim sizlik, bilim ­
den uzak kalm ak ise diğeri de tem bellik, atalet ve m iskinliktir. O, bu anlayışını en iyi ola­
rak M ahalle Kahvesi adlı m anzum esinde işler.
Dönemi ve
Çevresi------------------------------------
Hikâyenin giriş kısm ına bu değerlendirm eler ışığında bir bakalım :

G elin de bir bakalım ... Buyrun işte bir kahve:

Çam urlu bir kapı, üstünde bir değirm i delik;

Ö nünde tahta mı, toprak mı? Sorm a, pis bir eşik.

Şu gördüğüm yer için her ne söylesem câiz;

Ahırla farkı: O yem liklidir, bu yem liksiz!.

Zem ini yüz sene evvel döşenm e m alta im iş..

"İm iş"le söylüyorum . Çünkü anlam ak uzun iş,

O bir karış kirin altında hângi m âden var?

Tavan açık kuka renginde; sağlı sollu duvar,

M aun cilâsına batm ış tütünle nargileden;

Duman ocak gibi çıkm akta çünkü her lüleden.

Dikilm iş ortaya boynundan üstü az koyu al,

Vücûdu kapkara, leylek bacaklı bir mangal.

Şu var ki bilm eyen insan görürse birden eğer,

"Balıkçılın kara saçtan yapılm a heykeli!"der:

Kenarda, peykelerin alt başında bir kirli

Tom ar sürükleniyor, bir yatak ki besbelli:

Çekilm iş üstüne yağm urluğum su bir pırtı,

Zavallının, güveden, liym e liym e hep sırtı.

Kurur bu örtünün üstünde yağlı bir m endil;

Ki "bir tependen inersem!" diyen hasır zenbil;


Onun hizâsına gelm ez mi, bir döner şöyle,

Sicim le kulpuna ilm ikli çifte mestiyle!

Duvarda eski ocaklar kadar geniş bir oyuk,

içinde cam lı dolap var ya, raflarında ne yok!

Birinci katta sülük beslenen büyük kavanoz;

Onun yanında, kan alm ak için, beş on boynuz.

ikinci katta bütün kerpetenler, usturalar...

Dem ek ki kahveci hem diş tabibi, hem perukâr!

inanm adınsa değildir tereddüdün sırası;

Uzun lâkırdıya hâcet ne? işte mosturası;

Çekerken etli kem iklerle ayrılıp çeneden,

Sonunda bir ipe, boy boy, onar onar, dizilen,

Şu kazma dişleri sen mahya belledinse, değil;

Birer mezâra işâret düşün ki, her kandil!

Üçüncü katta durur sâde havlu bohçaları.

Sağında cam dolabın hücre hücre bitpazarı.

Duvarda türlü resim ler: alındı Çam lıbeli,

Kaçırm ış Ayvaz'ı ağlar Köroğlu rahm etli!

Arab Üzengi'ye çalm ış Şah İsmail gürzü;

Ağaçta bağlı duran kızda işte şimdi gözü.

Firaklıdır Kerem'in "O f?"der dem ez yanışı,

Fakat şu "Âh mine'l-aşk"a kim durur karşı?


Dönemi ve
243
Çevresi
G elince Ezrakabânû denen acûze kadın

Külüngü düşm üş elinden zavallı Ferhâd'ın!

Görür de böyle Rüfâî'yi: Elde kamçı yılan,

Beyaz bir arslana binm iş; durur mu hiç dede can?

Bakındı bak Hacı Bektâş'a: Deh dem iş duvara!

Resim bitince gelir şüphesiz ki beyte sıra.

Birer birer oku m üm künse, sonra ma'nâ ver...

Hayır, hülâsası kâfi, yekûnu öm re sürer:

Bedâhaten kusulan herze pâreler ki düşün,

Epey zam an daha lâzım dı herze o lm ak için!

‘ Oturm adan içi yağ bağlam ış bodur masanın,

Yayılm ış üstüne birçok kâğıt ki, oynayanın,

Elinde yağlı meşin zanneder görünce adam .

Ya tavlanın kiri? Kâbil değildir, anlatam am .

Harîta-vâri açılm ış en orta yerde dama;

Beyaz mı taşları, yâhud siyah mı? hiç sorma?

Hutûtu: Gâyr-i m uayyen hudûdu m em leketin:

Nazarda haylice idm an gerek ki fark etsin;

Deliklerindeki pislik lebâleb olsa, yine,

Bakınca bunlara gâyet tem iz kalır dom ine.

Delikli çekm ece var ha! Dem irbaş eşyadan;

Yanında bir de kulaksız Tekir.. Unutm a aman!

Buraya kadar görüyoruz ki M ehm et Âkif bir hikayeci ayrıntısından çok bir fotoğraf ayrın­
tısı verm ektedir. Bu dikkat onu Zola natüralizm ine yaklaştırm aktadır, içinde abartı imiş
gibi görünen ifadeler de rom antik duyuşun bir ifadesi olarak kabul edilm elidir. M ehm et
Âkif, bundan sonraki satırlarda projektörü kahvenin içine çevirir. İnsanların konuşm aları,
hal ve tavırları bir bir yakın plan gösterilir. Burada da görüyoruz ki M ehm et  kif halkını
iyi tanıyan, kişileri dillerinden yakalayan bir sosyologdur. Zaten onun bütün m anzum ele­
rinde bu sözvarlığını görm ek m üm kündür. Onun tipleri yaptıkları işe, yaşadıkları çevreye,
aldıkları tahsile, ait oldukları zihniyet dünyasına göre konuşur.

Asıldı bey koza!

- Besbelli, bak sırıttı aval;

- Bacak elinde mi?

- Kır, Hamdi sen de dağlıyı al.

- Ulan! Kapakta imiş dağlı... Hay köpoğlu köpek!

- Köpoğlu kendine benzer, uzun kulaklı eşek!

- Sekizli, onlu, ne çektinse ver de oryayı tut.

- Halim , ne uğraşıyorsun bu çıkm az işte: Kaput!

- C ihâr ü yek mi o taş?

- Hiç sıkılm a öldü dü-şeş!

- Elim de yok mu diyor? Çek babam!

- Am an şeş-beş!

- Hemen de buldu be? Gelsin hesaplayıp durma!

- Bi parti yendi ya akşam , dikiz gelin kuruma!

- Dü-beşle bağlıyorum .

-Yağm a yok!

- Elindeki ne?

- Se-yek.

- Am an durun öyleyse: Penc ü yek domine!

- M ızıkçı dendi mi, sensin diyor, bakın ağalar:

Kırık mı söyleyin Allâh için Şu cânım zar?


Dönemi ve
pvrpçi 245
Ç
- Kırık!

- Değil!

-A lim allah kırık!

- Değil billâh

-Yem insiz oynıyam azlar ki, ah çocuklar ah!

- Karışm asan için olm az değil mi? Sen de bunak!

- Gelirsem öğretirim şimdi...

- Ay şu pam pine bak!

Gelip de öğretecekm iş... Mezarcı M ahm ud'a git!

Bir üflesen gidecek ha... Tirit mi sâde tirit!

- Z em âne piçleri! Gördün ya, hepsi besm elesiz...

Ne saygı var, ne hayâ var. Eğer bizim işimiz,

Bu kaltabanlara kalmışsa vay benim başıma!

- Herif belâya sokarsın dırıldanıp durm a!

- Mezarcı M ahm ud'a git ha? Bakın it oğluna bir!

Küfürbaz alçak, edepsiz, Bu söylenir mi Bekir?

-Yolunca terbiye verdin ya âferin Haşan Ağa?.

- Bıraksalar beni, çoktan m arizlem iştim ya!

Mezarcı M ahmud'a ha? Vay babasının canına.

Bunun yaşında iken biz büyüklerin yanına,

Okur da öyle girer, hem ayakta beklerdik;

"Otur", dem ezseler elpençe sâde dinlerdik;

"Hayır, bu böyle değildir" dem ek, ne haddimize!

"Evet", desek bile derlerdi:"Sus behey geveze"


- Otuz yaşında idim belki; annesiz, dışarı

Kolay kolay çıkam azdım : Döverdi çünkü karı!

Bugün, onaltıyı doldurm am ış yum urcaklar,

Odun yem ez iyi bil ha! Geberse karşı koyar.

G eçende dövm ek için yoklayım dedim Kerim'i...

Bırak! Eşek değilim ben, deyip dikilm ez mi?

Dayak eşekler içinm iş, adam dövülm ezm iş..

- Ya biz, sözüm ona, m erkeb m iyiz Bekir, bu ne iş?

D överdiler bizi hergün de karşı koym azdık...

Ben öyle terbiye oldum ... Kolay mı insanlık?

- D okundurur mu, ne m üm kün, eloğlu hiç adam a?

O M üslüm anları sen şim di, hey kuzum arama!

G ürültüsüz oyun isterseniz gelin dam aya:

Zavallı, açm aza düşm üş... Bakın hesaplamaya!

O yuncunun biri dalgın, elinde taş duruyor;

Rakibi halbuki lâ yenkâtı' bıyık buruyor.

Seyirciler m ütefekkir, güzide bir tabaka;

Düşünm elerdeki şîveyse büsbütün başka:

Kim inde el, filân aslâ karışm ıyorken işe,

Kim inde durm adan işler benân-ı endîşe.

Al işte:"Beyne burundan gerek, dem iş de, hulûl"

Taharriyât-ı arnikayla m uttasıl meşgul!

M ühendis olmalı m utlak şu ak sakallı adam:

Zem ine dâire şeklindeki yaydı bir balgam ;


Abanm ış olduğu bir yam rı yum ru değnekle,

M üm âslar çekerek soktu belki yüzşekle!

Ayak teriyle cilâlanm a tahta peykelere,

Külâhlı, fesli dizilm iş yığın yığın çehre:

Nasîb-i fikr ü zekâdan birinde yok gölge;

D uyulm am ış bu beyinlerde his denen meleke!

- Am an canım , şu bizim komşu am m a uğraşıcı!

- Ne belledin ya efendim ? Onun bir ismi Hacı!

-Çocuğu, ha m ektebe verdim , ha verm edim di diye,

Sokak sokak geziyor...

- Koym uyor mu m edreseye?

- Koyar mı hiç? Arabî şimdi kim okur artık?

- Evet, gâvurcaya düştük de sanki iş yaptık!

- Binâ'ya üç sene gittim di hey zam anlar hey

ilim de kalm adı...

- Zâten ne kaldı? Hiç bir şey.

- M ahalle m ektebi lâzım dır eski yolda bize;

Sülüs, nesih bitiyor yoksa hepsi... Keyfinize!

- On üç yaşında idim aldığım zam an ketebe.

G eçende, sen ne bilirsin? dem ez mi bir zübbe?

D edim ,"U lan seni gel ben bir im tihân edeyim ,

O tur da yap bakalım şöyle bir kıyak temmim."

- Nasıl, becerdi mi?

- Kâbil mi! Rabbi yessir'i ben,


Mehmetâkjf
248
Ersoy
Tamam beş ayda değiştim di kalfam ız sağ iken.

- Nedir elindeki yâhuu?

- Ceride.

- At şu pisi.

- Neden?

- Yalan yazıyor, oğlum , onların hepisi.

- Ya doğru yazsa asarlar... Ne oldu Volkan'cı,

U nuttunuz mu?

- Bırak boşboğazlık etm e Hacı!

Şu karşıdan gözeten fesli, zannım ağzıkara...

- Hayır, dem em o değil...

- Durma sen belânı ara!

- C anım lâtife yapar, bilm iyor musun Ömer'i?

- Biraz rahatsızım Ahm ed, yakın benim feneri!

Duyuldu bir iri ses, arkasından istiğfâr...

Meğer geğirti imiş.

- Pek şifâlı şey şu hıyar.

Cacık yedin mi, ne hikm et, hazır hem en teftih...

- Evet şifâlı yem iştir...

-Yem iş mi? Lâ-teşbîh.

- Günâha girm e. Tefâsîrde öyle yazm ışlar...

Dayım dem işti ki: Gördüm , hıyar hadiste de var:

- Haşan, bizim yeni dâmad ne oldu anlam adık

Görünm üyor?

- Karı koyverm iyor. Herif, kılıbık.


Dönemi ve
249
Çevresi
- Evinde çan çan eden erkeğin de aklına şaş...

Laf anlam az dişi m ahluku, durm a sen uğraş.

- Kim uğraşır a babam , bunca yıllık ehlim iken,

Adem hesabına koymam bizim köroğlunu ben.

Tavanın pervazı altındaki toprak yuvadan,

Bakıyor bunlara, yan yan, iki çift ince nazar:

"Ya, sizin bir yuvanız yok m u?"diyor anlaşılan,

Şairim iz yukarıda adı geçen isim lerin eserlerinde kendi mizacına hakim olan duygusallı­
ğı gördüğü gibi toplum sal olayların tasvirinde gösterdikleri başarıyı, dili güzel kullanm a
özelliğini, dinî duyguların hakim iyetini de görm üştür.

Bütün bunlardan hareketle diyebiliriz ki M ehm et  kif"nesre yöneldim "derken bize göre
nesir olarak öncelikle hikâyeyi kastetm ektedir. Yani bize göre M ehm et Âkif, başlangıçta
edebiyata hikâyeci olm ak için m erak sarmış bir şairim izdir. Yukarıdaki m etinden sezdiği­
mize göre o bazı nesir hikâyeler de yazm ış olm alıdır. Hatta bu nesir hikâyelerini devrin
edebi m uhitlerinde olmasa bile talebelik yıllarında bazı arkadaşlarıyla paylaştığını dü­
şünm em iz bile m üm kündür. Çünkü M ehm et  kif bütün Safahat'ına hakim olan gözlem
gücünün, realist bakış açısının, toplum culuğun rom anlarda ve hikâyelerde daha derin­
lem esine ele alınabileceğinin farkındadır. Bu tarz bir yaklaşım bana göre Âkif'in kişiliği
ile de bir uyum arz eder. Çünkü M ehm et  kif edebiyatın "fayda" yönünü öne çıkaran bir
kişidir. Dönem inde toplum u şekillendiren edebi m etinler arasında roman ve hikâyelerin
ağırlığının, toplum da bu türlere gösterilen rağbetin de farkındadır.

G erek kendi edebî zevki ve beğeni düzeyi, gerekse dönem inde başka yazarların hikâyeleri
ile karşılaştırdığında yazdıklarında -ken d isine göre görülen tutukluluk- Âkif'i bu ifade
tarzından uzaklaştırm ış olm alı. G ördüğüm üz gibi o nesirden vazgeçer ve nazım da karar
kılar.

Nazımda karar kılan M ehm et Âkif'in belki de önce nesir olarak denediği ancak b eğenm e­
diği için tekrar nazım halinde kalem e aldığı metin de bizi doğrular niteliktedir. O metin
de Safahat'ın I. Kitabı'ndaki Fatih Camii ve Hasta'd\r.

Som ut konuşm ak adına bu m etinden biraz okum ak istiyorum :

Sekiz yaşında kadardım . Babam gelir: «Bu gece,


Sizinle cam iye gitsek çocuklar erkence.
MehmetÂkif
250 Ersoy
Giderseniz gelin am m a nam azda uslu durun;

M eram ınız yaram azlıksa işte ev, oturun!»


Deyip alırdı beraber benim le kardeşim i.

Namaza durdu mu, haliyle koyverir peşimi,


Dalar giderdi. Ben artık kalınca âzâde,
Ne âşıkaane koşardım hasırlar üstünde
Hayâl otuz sene evvelki hâli pişim den
Geçirdi, başladım artık yanım da görm eye ben:
Beyaz sarıklı, tem iz, yaşça elli beş ancak;

Vücûdu zinde, fakat saç, sakal ziyâdece ak;


M ehîb yüzlü bir âdem : Kılar edeble nam az;
Yanında bir küçücük kızcağızla pek yaram az
Yeşil sarıklı bir oğlan ki, başta püskül yok.
im am esinde fesin bağlı sâde bir boncuk!
Sarık hem en bozulur, sonra şöyle bir dolanır;
Biraz geçer, yine râyet m isâli dalgalanır!
Koşar koşar duram az... A kıbet denir «âmin»

Namaz biter. O zam an kalkarak o pîr-i güzîn,


Alır çocukları, oğlan fener çeker önde.
G elir düşer eve yorgun, dalar pek âsûde

Derin bir uykuya..

M etnin giriş bölüm ünde Fatih Cam ii'nin tasviri yapılm aktadır. Yer yer divan şairi bakışının
etkisi ile yapılm ış bu tasvirlerden de anlıyoruz ki şair M opassant tarzı hikâye geleneğinin
izini sürm ektedir. Bilindiği gibi olay hikâyesi genel olarak olayın yaşandığı/geçtiği m eka­
nın tasviri ile başlar. M ekânın olayla ilgili yerine gelince sözün akışı olayla birleştirilir ve
böylece hikâyeye geçilm iş olur. Fatih Cam ii'nde bu yapıyı aynen görüyoruz. Tasvir bölü­
m ünden sonra  kif

15-21.beyitlerde tasviri bırakır ve hikâyenin olay örgüsünü başlatır.

Hikâye, şairin çocukluk günlerine dair hatıraları üzerine kurulurken m etnin sonuna doğ­
ru şairin yaşadığı dönem e geliriz. Böylece kişi özelinde bir değişim , cem iyet ve nesil d e­
ğişim ine taşınır; hikâye, geçm iş ile"an"ı birleştiren bir metin hüviyeti kazanır. Bu özellik
Safahat'ta yer alan bütün m anzum eler için geçerlidir. Yani M ehm et Âkif, devrinin diğer
hikâyenüvisleri ve devrim izin hikâyecileri gibi salt hikâye anlatm ak gibi bir derdi yoktur.
O daha çok, geçm işten gelen bir kültürel anlatım biçimi olarak m eselesini hikâye üze­
rinden som utlam ayı seçen, hikayeyi bir sonuca varm ayı gözeterek anlatan bir yazardır.
Ö zellikle cam i kürsülerine çıktığında m eseleyi cem aate anlatm a aracıdır hikâye. Bu tu ­
tum M ehm et Âkif'e aldığı medrese eğitim inden, babasının medrese hocası olm asından
Dönemi ve
?51
C p re
ve devrine hakim olan anlatım tarzından geçm iş olm alıdır. O, özelde Âsım'da, genelde
Safahat'ta üm m etin m eselelerini anlatm ada hem bir araç olarak yeri geldikçe darb-ı
mesel serdeder gibi kıssa serdeder hem de dönem inde hakim olan hikâye anlayışının
gereğini yerine getirir. Bahsettiğim iz hikâye anlayışına göre hikâye; insanların başından
geçen veya geçm esi m üm kün olan olayları anlatan m etinlerdir. M ehm et  kif bu noktada
devrinin hikâyecilerinden ayrılır. O ya başından geçen bir hadiseyi hikâye eder, ya geç­
mişten İslâm tarihinden misal alarak anlatır. Bundan dolayı onun edebî tavrını bildiren
en önem li metin şudur:
Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim

inan ki her ne dem işsem görüp de söylemişim

Dikkat edilirse bu edebi tavır ile Âkif'in karakteri arasında doğrudan bir ilgi de vardır. Yani,
hayali, olm am ış olanı anlatm ayı bir çeşit yalan olarak gördüğünü bile söyleyebiliriz. Seyfi
Baha'daki, Küfe'deki İstanbul tasvirleri bunun için verilebilecek ilk örnektir.

Bu tutum elbette onun sözlerine de yansıyacaktı. Safahatîm da şiir, sanat aram ayın der­
ken onun bu niteliğini de göz önünde bulundurm am ız gerekir diye düşünüyorum .

Bu düşüncem in diğer bir som ut örneğini M ehm et Âkif'in Süleym aniye Kürsüsünde adlı
şiiri ile Yahya Kemal'in Süleym aniye'de Bayram Sabahı adlı şiiri arasındaki farkta da gör­
mek m üm kündür.

M ehm et Âkif'in Süleym aniye'si önce dış dünyanın yani İstanbul'un gerçekliği ile başlar.
Adım adım cam iye doğru giderken aslında tarihe ve toplum a doğru yürürüz. Cam inin
içine girdiğim izde o tarihten, güncel olandan, üm m etten gene ayrılm ayız. Vaiz bizi diyar
diyar dolaştırır. Oysa Yahya Kemal'in Süleymaniye'si şâirane hem de oldukça şâirane çiz­
gilerle karşılar bizi. Yahya Kemal m etafizik bir ürperti ile günden, güncel olandan kopar­
ken; M ehm et Âkif, bizi toplum un m erkezine yerleştirdiği bir m ekanla tanıştırır.

M ehm et  kif hikayesi denilince benim aklım a öncelikle onun ironik söylem i geliyor.
Bu O'nun hem en bütün m anzum elerinde görünen bir özelliktir. Biliyoruz ki ironik söy­
lem, nükte hocalarım ızın bariz bir üslubudur. M ehm et  kif bu anlatım tarzını Bostan ve
Gülistan'dan, Mesnevi'den edinm iş olm alıdır. Nükte bazen anlatıcı yazarın bir anekdo­
tunda, bazen kahram anların konuşm alarında görülür. M ehm et  kif tem a ile dili örtüştür-
mek için bu durum larda argo ve Batı kökenli kelim eler kullanm aktan çekinm ez. M ehmet
 kif gibi bir hoca efendinin bu söz varlığını kullanm ış olması ilk bakışta yadırganabilir.
Ancak m esele bir edebi eser olunca doğrusu bunun yadırganacak hiçbir tarafı yoktur.

ironik söylem in hakim olduğu en tipik metin Ressam Haklı adlı metindir.
Bir zam an vardı ya târîh-i m ukaddes modası...

Yeni yaptırdığı köşkün büyücek bir odası,

M utlakaa eski tesâvîr ile ziynetlensin,

Diye, ressam aratır hayli zam an bir zengin.


M ehm et^jf
252
Ersoy
Biri peyda olarak, «Ben yaparım » der, kolunu

Sıvayıp akşam a varm az, sekiz arşın salonu

Sıvar am ma ne sıvar! Sahibi der:

— Usta, bu ne? Kıpkızıl bir boya çektin odanın her yerine!

Bu resim, askeri basm akta iken Fir'avn'un


Bahr-i A hm er yarılıp geçm esidir Mûsâ'nın.

Hani Mûsâ be adam ?

— Ç ıkm ış efendim karaya...

— Fir'avun nerde?

— Boğulm uş.

— Ya bu kan rengi boya?

Bahr-i Ahm er a efendim , yeşil olm az ya bu da!

Çok güzel levha imiş! Doğrusu şenlendi oda!

Safahat'taki m etinler için şairin "şiir, sanat" dem em esi bize göre Âkif'in yaptığı işin aslını
bilm esi ile ilgilidir. O, tahkiyeye dayalı bir anlatım ı öncelediği için yazdığı m anzum eleri
doğru adlandırm ada da titizdir. Klasik edebiyatım ızdaki M esnevi nasıl modern edebiyat­
taki rom ana denk düşerse Safahat'taki m anzum eler de hikayeye denk düşer. Hatta olay
örgüsü bakım ından Safahat'ın altıncı kitabı Asım için tiyatro dem ek bile m üm kündür.

Çünkü eserdeki anlatım ı m uhavere üzerine kurulm uştur.

Hocazade, Köse im am , Âsim ve Emin'in m uhavereleri üzerine kurulan m etinde şairim iz


de yer alır. Burada bir anlatı m etnine yazarın kendini m etne dahil edilm esini hem Âkif'in
gerçekçiliğine hem de Tanzim at'tan gelen roman geleneğine bağlayabiliriz. Bu tür bir
anlatım günüm üzde "postm odern anlatım " olarak adlandırılıyor oysa bunun bizdeki ör­
nekleri Sam ipaşazade Sezai, A hm et M idhat Efendi, Namık Kemal'e kadar gider.

Metnin başına dönersek sanırım şu genellem eleri yapabiliriz:

1. Bize göre Safahat, kurgu itibariyle rom an, kısa hikaye ve tiyatro gibi türleri öz olarak
içinde barındıran bir eserdir.

2. Safahat sadece öğretici eser olarak değil bir sanat eseri olarak kıyaslanacaksa bize göre
bu eserlerden biri M evlana Hz.lerinin Mesnevi'si olm alıdır; diğeri de Yakup Kadri'nin So-
dom ve Gomore'den başlayıp Ankara'da son bulan kronolojik rom anlar olm alıdır. Çünkü
Safahat nasıl kronolojik olarak bir kişinin hayatı üzerinden birkaç dönem i birden anlatı­
yorsa; M esnevi de önce insanın dünya üzerindeki yerini tayin eder sonra da onun ruhen
Allah'a yükselm esini işler ve bunu toplum sal bir projeye dönüştürür.

Evet, Safahat; içinde m anzum elerin de bulunduğu, yapısı ve kurgusu ile çok özel bir ki­
taptır. Hasta, Küfe, Seyfi Baba, M eyhane, Koca Karı ile Ömer, M ahalle Kahvesi, Asım vs.
Dönemi ve
253
Çevresi
ile o büyük bir anlatı ustası; Bülbül, Leylâ, Hicran, Secde şiirlerini kalem a alan büyük bir
şairdir.

3. insan sanat hayatının ilk devrelerinde kendinde m eknuz olan sanat kabiliyetinin far­
kına yaram ayabilir. Fizikte geçerli olan, kainatta var olan bir şey yok olm az, ilkesi sanat
adam ı için de doğrudur. Suyun mecrasını bulm ası gibi sanatkâr da esas alanını mutlaka
bulur.

4. Edebiyatım ızda şair olma hevesi ile yola çıkan Sait Faik, M ehm et  kif'in; nâsir olmak
düşüncesi ile yola çıkan M eh m e t kif de Sait Faik'in m uadilidir. M ehm et  kif nesir tadın­
da m anzum eler, hikâyeler yazm ıştır. Hatta onun m anzum eyi nesre yaklaştırm ası bu ide­
alini gerçekleştirm ek istemesi ile ilgilidir bize göre. Sait Faik ise hem şiir yayım lam ış hem
şiir tadında hikayeler yazm ıştır. Bazı hikâyelerin bölüm leri için "şiir" bile denilebilir. Her
ikisini birleştiren tem a da M ahalle Kahvesi'dir. Zihniyetleri, tasvirleri, kişileri ile aslında bu
iki metin ayrıca ele alınm alıdır.

5. M ehm et  kif sadece bir hikâyeci değil; büyük bir şair, bu m illetin görm ek ve peşinden
gitm ek istediği bir hoca tipidir. Bu tip bir yönüyle İstanbullu Hoca'dır am a bundan ibaret
değildir. Pozitif bilim lerle dinî ilim leri kendinde birleştirm iş, söylem ek istediğinden geri
kalm ayan ama sözünü estetize ederek söyleyen, Nasreddin Hoca kadar nüktedan, kispet
giyecek kadar pehlivan -Türk'tür.
MehmetÂkif
254
Ersoy

Mehmet Âkif ve Süleyman

D. Mehmet Doğan
Türkiye Yazarlar Birliği
Şeref Başkanı

Ey tek kara gün dostu bu hicranzedeyurdun,


Sen m illetin âlâm ını dünyaya duyurdun.
En korkulu günlerde o m üdhiş kalem inle...

M .Âkif (Safahat, 7. Kitap Gölgeler)

ehm et A kif'le Süleym an Nazif isim lerinin birlikte anıl-


kfiren bir çok vesile veya sebep bulunabilir.
Her iki edebiyatçım ız, 20. yüzyılın başında şöhret kazan­
mıştır. Yani m uasır şahsiyetlerdir. Aynı dönem in şairleri,
yazarlarıdır. M ehm et Âkif, Millî M ücadele sırasında istiklâl
Marşı'nı yazm ış, Millî M ücadele'ye destek m ahiyetinde
çalışm alar yapm ıştır. Bu bakım dan edebiyat tahim izde
farklı bir yeri vardır. Süleym an Nazif de, İstanbul'un işgali
üzerine yazdığı "Kara bir gün" m akalesiyle aynı çerçevede
değerlendirilebilecek bir metin ortaya koymuştur. Bu yazı
ingilizler tarafından, Malta'ya sürülm esinin sebepleri ara­
sında gösterilir. G ünlük hafızam ızda yer tutan bu bilgiler
yanında, M ehm et Âkif'in şiir külliyatı Safahat'ı okuyanlar,
Dönemi ve
Çevresi
büyük şairim izin "Süleym an Nazif'e" şiirini de hatırlarlar. Bu şiir iki ismin bir arada zik­
redilm esi için tek başına yeterli sayılabilir. Diğer taraftan, M ehm et Âkif'in biyografisi ile
uğraşanlar, aynı zam anda bibliyografyayı da göz önünde bulundurm ak ihtiyacını hisse­
derlerse, Süleym an Nazif'in, M ehm et A kif'le ilgili ilk kitabı yazan şahsiyet olduğunu da
bilirler. 1924'te yayınlanm ış olan bu kitap, şimdi sayısı yüzlere ulaşm ış olan, M ehm et  kif
kitaplarının ilk örneği olarak kütüphanem izde yerini alm ış bulunm aktadır.’

Bu kadar bilgi, M ehm et A kif'le Süleym an Nazif'in ilişkilerini öncelikle bilm e ihtiyacım ızı
tahrik etm ektedir. Sağlıklarında bu iki şahsiyetin tanıştıklarını, görüştüklerini hatta birbir­
leri hakkında yazdıklarını biliyoruz. Bu itibarla, aralarında dostluk olarak nitelendirilecek
bir yakınlık olduğunu söyleyebiliriz. Birbirleri hakkında menfi bir söz sarfetm ediklerini de
söylem ek m üm kündür.

Bugün M ehm et Âkif, Türkiye'de sözü en çok edilen edebiyatçılarım ızdan biridir. Onu,
h epim iz Süleym an Nazif'ten fazla tanıyor olm alıyız. Süleym an Nazif ise, artık tahsisen
üzerinde çalışanlar dışında pek fazla bilinen, hususiyetleri hakkında m alûm at sahibi olu­
nan bir edibim iz değildir. Bu sebeple, Süleym an Nazif'i kısaca tanıyarak konuya girm ekte
fayda görüyoruz.

Süleym an Nazif: Kısa hâl tercüm esi ve eserleri

Doğum u: Diyarbekir, 1869. M ehm et Âkif'den dört yaş büyük. Babası Said Paşa m utasarrıf
(vali), m eşhur tarihçi ve şair. Hususî tahsil gördü, arapça, farsça ve fransızca öğrendi. Di­
yarbekir vilayet matbaası m üdürlüğü yaptı. 1895'te "Ermenilere Avrupa erbab-ı sem ahati
tarafından verilecek imtiyazın sutur ve sahaifini kanım ızla bozacağım ızı m üttehiden ilân
ederiz” cüm lesiyle biten bir telgraf yazdı. 1896'da İstanbul'a geldi. 1897'de Paris'e kaçtı. 8
ay sonra döndü. Dönüşünde Hüdavendigâr vilayeti m ektupçusu olarak Bursa'da ikam ete
m em ur edildi (1897-1908). Bu sırada Servet-i Fünun'a İbrahim Cehdi im zasıyla şiirler ve
yazılar gönderdi. M eşrutiyet'ten sonra bir süre Tasvir-i Efkâr1d a başyazılar yazdı. Basra
(1909), Kastam onu (1910), Trabzon (1911), M usul (1913) ve Bağdat (1914) valiliği yaptı.

1915'ten itibaren kalem iyle geçinm ek için gazeteciliğe yöneldi. Cenap Şahabeddin'le
Hadisat gazetesini çıkardı ve bu gazetede 9 Şubat 1919'da "Kara bir gün" makalesi ya­
yınland ı. Vilayat-ı Şarkiye M üdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti'nin kurulm asına öncülük etti
(4.12.1918). 23 O cak 1920'de Pierre Loti Günü'nde konuştu. Toplantıda İngiliz generali
Harington, Fransız kum andanı Charpy ve Italyan generali M ombeli de bulunuyordu. Bu­
nun üzerine ingilizler tarafından Malta'ya sürüldü (27.3.1920). Malta sürgünlerinin ser­
best bırakılm ası üzerine, ekim 1921'de İstanbul'a döndü. Fakirlik içinde 4 Ocak 1927'te
İstanbul'da zatürreeden vefat etti. Şiirlerinden çok nesirlerinin önem li olduğunda bütün
edebiyat tarihçileri ittifak etm ektedir. M izacının hayatını tanzim ettiği söylenebilir. Heye­
canlı, aşırılığa m eyyal, hassas bir şahsiyet. Dil hassasiyeti yüksektir, yeni lisancılarla anla­
şam am ıştır. Anlayış ve tarz olarak Namık Kem al'in devam ıdır.
1 Süleyman Naz\f:MehmetÂkif Şairin Zâtı ve Âsârı Hakkında Bazı Malûmat ve Tedkıykat. İstanbul 1924. Kitabın iki Lâtin harfli baskısı
vardır. M. Ertuğrul Düzdağ tarafından hazırlananı, orjinali ile Lâtin harfli metni birlikte ihtiva etmektedir. (İstanbul, 1991)
MehmetÂkif
256
Ersoy
Eserleri:
Nesir/ Bahriyelilere m ektup (İsviçre 1897), Nâmık Kemal (Paris 1897), M alûmu
ilam (Paris 1897,M ısır 1908), Boş H erif (Şerif Paşa hakkında, 1910), Süleym an Paşa
(Bağdat, 1910), iki ittifakın Tarihçesi (1914), Batarya ile Ateş (1916), Âsitan-t Tarih te
Galiçya (1919), Hitabe (1920), Namık Kem al (1922), Lütfi Fikri Bey'e Cevap (1922),
Nasıriddin Şah ve Bâbiler (1923), Çal Çoban Çal (1923), Hz. İsa'ya Açık m ektup
(1924), M ehm et  kif (1924), Çalınmış Ülke (1924), İm ana Tasallut-Şapka m ese­
lesi (1925), Külliyat-ı Ziya Paşa (Nazım kısmı, 1925), iki Dost (1925), Kâfir Hakikat
(1926), Yıkılan M üessese (1927).
Şiir/Gizli Figanlar (Kahire 1906), Firak-ı Irak (1918), M alta Geceleri (1924).
Tercüme/Victor Hugo'nun bir m ektubu (1908), Lübnan Kasrının Sahibesi
(P.Benoit'den).
Latin harfleriyle yayınlananlar/Batarya ile Ateş, Firak-ı Irak ve Galiçya (1969), M eh­
m et  k if (1971 ve 1991).
Hakkında yazılan kitaplar:
İbrahim Aleaddin (Gövsa): Süleym an Nazif. İstanbul 1933
Şükrü Kurgan: Süleyman Nazif. İstanbul 1955
Hilmi Yücebaş: Süleym an Nazif'ten Hatıralar. İstanbul 1957
S.N abi Özerdim: Süleyman Nazif. İstanbul 1958
Şevket Beysanoğlu: Süleyman Nazif. Ankara 1970
Şuayb Kara kaş: Süleym an Nazif. Ankara 1988
Hakkında yapılan tez: Süleym an N azif in hayatı ve eserleri, Şuayıb Karakaş 1986

Süleym an Nazif'in M ehm et A kif'le tanışm ası ve d ostlukları

Süleym an Nazif, M ehm et A kif'le M eşrutiyetin ilânından sonra tanışm ıştır. G enç ve yakın
arkadaşı M ithat Cem al, Bursa'da M ektupçu iken Süleym an Nazif'e bir m ektup gönderir.
Süleym an Nazif de İstanbul'a geldiğinde M ithat Cemal'i kalem-i m ahsus birinci kâtibi
(özel kalem birinci sekreteri) olduğu Adliye Nezareti'nde ziyaret eder. Midhat Cem al, Sü­
leym an Nazif'i bir süre sonra, aynı yerde M ehm et A kif'le de tanıştırır.

Süleym an Nazif, başlangıçta M ehm et Akif'i şair olarak önem sem ez. Bir m üddet sonra
Midhat C e m a lle her karşılaştıklarında, M ehm et Âkif'in şiiri, nazım kudreti, bilgisi, lisan
hâkim iyeti, adam lığı, ahlâkı karşısındaki şaşkınlıklarını ifade eder. M ehm et Akif'i okuduk­
ça, tanıdıkça çok daha fazla ilgi gösterir.

M ehm et  kif Mısır'a gitm eden önce, Süleym an Nazif her gün Sebilürreşad idarehanesine
uğrar, onunla saatlerce konuşur. Karşılıklı şiirler okurlar.2

Mısır'da iken Süleym an Nazif M ehm et Akif'e m ektuplar yazar, fakat cevap alam az. Âkif
bunun sebebini Asım Şakir'e yazdığı bir m ektupta, Nazif'in yazı beğenm em esine, kendi­
sinin de düşüne düşüne yazm aya, yazdıklarını tem ize çekm eye vakti ve kudreti olm am a­
sına bağlar. Buna rağm en Nazif'in Akif'e hayranlığı eksilm ez. Onun A kif'le konuşurken,
2 Eşref Edib: Mehmet Akif Hayatı ve Eserleri. 2.bs. İstanbul 1962, sf. 345
Dönemi ve
257
Çevresi
dikkatli davrandığını, m eşhur nüktelerini sarfetm ediğini M idhat Cem al yazıyor. M ehm et
 kif'in, Süleym an Nazif'in dostluğunu önem sediğini, hasım lığından çekindiğini söyle­
m ek m üm kündür. Haşan Basri (Çantay) M ehm et Akif'e: "Süleym an Nazif'le aranız nasıl?"
diye sorar ve şu cevabı alır:"Şeytan kulağına kurşun!"3M ehm et  kif hasta yatağında, M id­
hat Cemal'e, hastalıktan kalkınca, yazacağı şiirlerin başında Nazif'e söyleyeceği m ersiyeyi
zikreder.4 Eşref Edib'in Âsim Şakir'den naklettiğine göre, M ehm et Âkif, iyileşirse Âsım'ın
ikinci kısm ını yazacağını, burada Ahm ed Naim, Hüseyin Kâzım ve Süleym an Nazif'i ko­
nuşturacağını söyler.s

Nazif'in takdirkâriığı

Süleym an Nazif, kendi edebî kişiliği yanında, edebiyat dünyasının iyi bir takipçisi olarak
bazı şahsiyetleri öne çıkaran tarafıyla da dikkat çeker. Kendinden önceki nesilden Abdül-
hak Hamid'i yücelten, bir süre sonra ayrılm az sıfatı hâline gelen "Şair-i Âzam"ı ilk defa ve
ısrarla kullanan odur. A bdülhak Hamid takdirkârlığından sonra, Nazif'in en fazla önem ­
sediği şahsiyet kendi neslinden bir isim olan M ehm et Âkif'dir. Başlangıçta fazla önem se­
mediği Akif'i tanıdıkça takdir eder ve hayranı olur. 1919'da Servetifünun m ecm uasında
sonradan kitabına alacağı övücü yazıları yayınlar. Süleym an Nazif, M ehm et Âkif'in Âsim
şiirinin Sebilürreşad'da yayınını heyecanla takib eder. 1924 Ağustosunda kitap halinde
yayınlanm asından sonra, M idhat Cem al Mısır Apartım anındaki dairesinde İstanbul'da
bulunan şairinin de katılacağı bir bir davet verir. Bu davette, Şair-i Azam A bdülhak Ha­
mid, Cenab Şehabeddin, romancı Sam ipaşazade Sezai, Süleym an Nazif ve genç şairler­
den Faruk Nafiz bulunurlar.6 Bu davetten bir kaç ay sonra, Süleym an Nazif'in M ehm et
 kif kitabı yayınlanır. Kitap, M idhat Cemal'e şu cüm lelerle ithaf edilm iştir: "M ehm et Akif'i
ben nasıl olsa tanıyacak ve elbette sevecektim. Fakat onun beni tanıyıp sevm esi m üşkil idi.
Aram ızdaki lâ-yezâl (sonu gelm ez) uhuvvet-i fikriyeyi (fikir kardeşliğini) ihzar ve teyid eden
(hazırlayan ve berkiten) sensin..."

Eşref Edib, Süleym an Nazif'in "Bana kim söverse derhal m ukabelede bulunurum . Yalnız
Cenab ve  kif söverse; bu belâ-yı âsüm anîdir, sabretm ekten başka çare yok, derim , sükut
ederim "dediğini nakleder.7
3 H. Basri Çantay: Âkifname. İstanbul 1966, sf. 42
Benzer bir ifade, Eşref Edib'in kitabında yer almaktadır. Hilvan'dan Âsim Şakir'e yazdığı mektupta, Nazif'in mektubuna cevap
verdiğini, şeytan kulağına kurşun aralarının iyi olduğunu, "Mehmet Âkif denilen hasır" diye başlayacağı günlerden rabbime
sağınırım dediği belirtilmektedir. (Eşref Edib, sf. 348) Mehmet Âkif'in Süleyman Nazif'in değişken mizacını, gelgitlerini iyi bildiği
anlaşılmaktadır. Süleyman Nazif, Abdülhamid muhalifi ve İttihatçıdır. 2. Meşrutiyet'ten sonra ittihatçılar onu çeşitli vilayetlere
vali olarak tayin etmişlerdir. Fakat, bir müddet sonra ittihatçılara husumet duymaya başlamıştır. Hele Cihan Harbi mağlubiyetle
sonuçlanınca, ittihatçılara kızgınlığı daha da artmıştır. İşte bu sırada, 1919 yılının başında Utarid mecmuasında,"Hâtırat-ı Abdül-
hamit Hân-ı Sânî"(2. Abdülhamid Han'ın hatıraları) başlığı ile bir tefrika yayınlanır. Daha sonra "Abdülhamid'in Hatıratı" olarak
tanınacak bu metin, esas olarak Sultan'ın dilinden bir nevi müdafaadır. Bu metnin daha sonra Abdülhamid imajının müsbet
olarak teşekkülünde mühim bir rol oynadığını söyleyebiliriz. Bu metnin Süleyman Nazif tarafından yazıldığı, zamanında İbnüle-
min Mahmud Kemal tarafından fark edilmiş ve eleştirilmiştir. Bunun üzerine tefrika yarıda kesilmiştir. (Bu konuda bkz. Ali Birinci:
"Sultan A bdülham id'in Hâtıra Defteri Meselesi", D ivan-İlm î Araştırm alar, Sayı.19 (2005-2) s.177-194)
4 Midhat Cemal (Kuntay):Mehmet Âkif-Hayatı, seciyesi, sanatı. 2. bs. Ankara 1986, sf. 84-86
5 E. Edib, sf. 347
6 Beşir Ayvazoğlu budâvette çekileniki fotoğrafdan hareketle bir dönem tasvirimahiyetinde güzel bir kitap yazmıştır: 1924 Bir
Fotoğrafın Uzun Hikâyesi. İstanbul 2006
7 E. Edib, 348
MehmetÂkif
258
— -Ersoy
Âkif'in im an ve ümid telkini

M ehm et  kif Süleym an Nazif'in en çok cesaretini takdir eder. "O ne erkek adam " der.8
Âkif, hayat tarzları ve alışkanlıkları zıt olm asına rağm en bu sebeple Nazif'i çok sever, aşı­
rılıklarını ve m übalağalarını hoş karşılar. Nazif'le ilgili olarak Ankara'da yazdığı Süleyman
N azif e şiiri de bu hisleri ortaya koym akla beraber, üm itsizliğe düşm üş şaire üm id ve iman
telkin eder:
Etrafa bakıp sarsılacak yerde ümidin

Vicdanını, im anını bir dinlem eliydin.

Garbın ebedî gayzı ederken seni meyus,

"İslama göz açtırm ayacak dersen, o kâbus"

Mâdâm ki Hakk'ın bize vadettiği haktır,

Şarkın ezelî fecri yakındır, doğacaktır.

Hiç bunca şehidin yatarak gövdesi yerde,

Derya gibi kan sine-i hilkatte tüter de,

Yakm az mı bu tufan, bu dum an, gitgide Arşı?

Hissiz mi kalır lücce-i rahm et buna karşı?

(Sîne-i hilkat: Yaradılışın bağrı. Arş: Göğün en yüksek katı. Allah'ın kudret ve aza­
m etinin göründüğü dokuzuncu kat gök. Lücce-i rahm et: M erham et dalgası).

 kif şiirini, çok güçlü ve etkileyici bir beyitle bitirir:


Saldırsa da kırk Ehl-i Salîb ordusu, kol kol,

Dört yüz bu kadar m ilyon esir olm az, em in ol.

Ankara'da İstiklâl M arşı'ndan yaklaşık iki ay sonra yazılm ış olan bu şiir M ehm et Âkif'in
M illî M ücadele'nin kazanılacağına olan üm it ve inancını da ortaya koym aktadır.

Unutulan adam !

M eşrutiyet'ten sonra Basra, Kastam onu, Trabzon, Musul ve Bağdat'da valilik de yapan
Süleym an Nazif'in bugün pek fazla hatırlanan bir şahsiyet olm adığını görüyoruz. Eyüp
Belediyesi'nin her yıl düzenlediği sem pozyum lardan ö.sının (2002) "Eyüp M eşh u rla rın a
ayrılm ış olm asına ve bu m eşhurlar arasında, şu anda Eyüp Belediyesi'nin sınırları içinde
bulunan m ezarlıklarda kabri olan şahsiyetlerin de dahil edilm esine rağm en, Süleym an
Nazif üzerine bir bildiri bulunm am aktadır. Süleym an Nazif'in Edirnekapı şehitliğinde,
M ehm et Âkif'in yanında yattığını, diğer kom şusu Babanzade Ahm ed Naim hatırlandı­
ğı halde, unutulduğunu da hatırlatalım . Belediye yetkilileri bu unutuluşu telafi etm ek
için bana başvurdular. Doğrusu bu unutuluş hatırlatıldığında şaşkınlığım ı gizleyem edim .
8 M. Cemal, sf. 86
Dönemi ve
259
Çevresi
Süleym an Nazif 20. yüzyılım ızın her şeye rağm en adı hâfızam ızda kalan önem li şahsi­
yetlerinden biri idi. Kendisini hatırlam adığım ız zam anlarda, M ehm et  kif ve Abdülhak
Hamid gibi çağdaşı m ühim edebî şahsiyetler dolayısıyla da hafızam ızda yerini alıyordu.
Hele M illî M ücadele basını ile ilgili söz söylenm ek gerektiğinde Süleym an Nazif'i hatır­
lam am ak m üm kün değildi. Büsbütün unutulduğunu sandığınız zam anlarda ise, keskin
zekâ m ahsülü nüktelerinin hâlâ dilden dile dolaştığını, hatta internette bununla ilgili
hayli m alzem enin deveran ettiğini görüyordunuz.

Bu unutuluş hatasının tam iri hususunda bana teklifte bulunulduğunda, ö n c e "burıisyanın


bilinen veya bilinmeyen sebepleri olm alı" diye düşünm eden edem edim ve M ehm et Âkif'in
ahbabı ve kabir kom şusu Süleym an Nazif'le ilgili bir tebliğ hazırlam ayı kabul ettim .

“Hafıza-i beşer nisyan ile m alûl"dü am a, tesadüfi de görünse, bazı sebepleri olm alıydı bu
u n u tu lu şu n ...K afam a takılan bu noktanın açıklığa kavuşm ası için dahi Süleym an Nazif'i
dar vakitte araştırm aya ve öğrendiklerim i ilgililerine sunm aya karar verdim . 2005 yılında
yapılan sem pozyum a, Süleym an Nazif'le ilgili bildirim i sundum . Bu metin aynı yıl yayın­
lanan sem pozyum kitabında yer aldı.9

2007 Süleym an Nazif'in vefatının 80. yılı idi. Bu yuvarlak yıldönüm ünde bu önem li şahsi­
yetle ilgili bir kitap yayınlandığını duym adım . Hiçbir dergi özel sayı yapm adığı gibi, hak­
kında tek bir yazı yayınlandığına dair bir bilgiye de sahip değilim .

H afızam ızdaki Süleym an Nazif: A hm et Hâşim'in "Son şarklı"sı

Süleym an Nazif'i evvela, galiba ilk m ektep kitabım ızda yer alan esir fakat hür o lm ak için
hâline isyan eden kafes içindeki bir arslanı anlatan kısacık m etinden hatırlıyordum . Daha
sonra, Ahm ed Hâşim'in lise ders kitabına alınm ış olan "Son Şarklı" yazısı kalıcı bir tesir
uyandırm ıştır. Ahm ed Hâşim gibi, kendi sahasındaki bir ismi önem sem e konusunda hayli
hasis olan bir şahsiyetin yazısı olm ak itibariyle çok önem liydi bu m etin.

"(Süleyman Nazif'in üslûbunu) bir adam şeklinde tasavvur ettiğim zam an gözü­
mün önüne m uhteşem bir kabile reisi geliyor. Her tarafında sırm alı püsküller sar­
kan, m utantan bir m aşlaha sarılmış bu adam ın çehresi esm er ve sakallıdır; güm üş
ve altın zencirlere takılı mercan ve yakut kakm alı m ukavves bir kılıç yanından sar­
kıyor; beyaz dişlerinde hayat şim şekleri çakıyor ve gözleri çöllerin ateşiyle yanıyor;
arkasında sabırsızlıkla yeri eşeleyen, üç siyah kölenin zahm etle zaptetm eğe çalıştı­
ğı yağız bir at, köpükler içinde m ütem adiyen ufuklara doğru kişniyor."

"M üteheyyiç (heyecan uyandıran, acı veren) ölüm üne hâlâ ağladığım ız em salsiz
üstad, hakikaten siyah paltosu ve yuvarlak şapkası altında bir kabile reisinin Asyai
haşm etini taşırdı. Şark m edeniyetinin serhaddine varmış olan şanlı süvari bir tür­
lü atı, mızrağı ve kalemiyle garb m edeniyetinin dem ir köprüsünden geçememişti.
Zira atı, çelik levhaların gürültüsünden ürkmüştü."
9 D. Mehmet Doğan: "Unutulan Eyüplü: Süleyman Nazif" Tarihi, Kültürü ve Sanatıyla Eyüp Sultan Sempozyumu IX, Tebliğler. İstanbul
2005, sf. 280-287
MehmetÂkif
260
Ersoy
"Üslûbunun sathi tetkikinden anlaşılır ki: Süleyman N azif bir şarklı zihniyetiyle 'be­
lagat' kaidelerine büyük bir im an ile inanan son büyük edibimizdir. Sözün kudretini
kelimelerin âhenginden, nidaların azam etinden ve tezatların şim şeklerinden bek­
lerdi. Fakat m uhayyirülukul (akla şaşkınlık veren) bir hayat m enbaı olan bu adam ;
ateşten parm akiariyte kelimelere dokununca onları garip bir seyyale ile (akıcılıkla)
canlandırm asını bilirdi. Cansız kam us onun elinde bir m eşale gibi yanardı."

"Süleyman Nazif, insanlar arasındaki eski tabaka farkları gibi, kelim eler arasın­
da bir s ın ıf farkının m evcut olduğuna kaniydi. Süfli addettiği bir takım kelimeler
vardı ki, onları üslubunun eşiğine bastırm azdı. Bu kelimeler, ruzmerre (her günkü,
alışılmış) hayata ait, herkesin kolayca söyleyip anladığı kelimelerdi. Asil kelimeler
sınıfını ise tarihe coğrafyaya, kozmografyaya, felsefeye ait olanlar teşkil eder. Bu
hususiyet üslûbuna A surî bir kâhin lisanı çeşnisi verirdi."

"Elifbe içinde bilhassa 'a' harfine m eftundu. İntihap ettiği (seçtiği) ekseri kelim e­
lerde bu h a rf kuvvetle hâkimdir. Onun için üslûbu bir hitabet lisanı gibi derinden
derine gelen garip bir avaz ile duyulurdu. Onu okuyan bir adam , bağıran bir adamı
dinliyorum zannederdi ve önünde m atbaa harfleriyle basılmış bir sayfanın durdu­
ğunu unuturdu."

"Süleyman Nazif'in lisanında, cinsi ihtiras yer bulmazdı. Onun için 'kadın' isminin
geçm ediği bu üslûpta şafii bir huşunet m ahsustur (hissedilir). Kemale ermiş erkek
güzelliğinin en güzel bir nüm unesi addedilm eye lâyık olan güzel başı, en hassas
ve en m ütenevvi bir zekâyı taşım akla beraber, üstad, -kadim bedî'a (estetiğe) sa ­
dık kalm ak için olacak- yeni coğrafyaya itibar etm ez ve dünyayı daraltan telli veya
telsiz telgraftan, şim endiferden, otom obilden haberdar görünm eye hiç tenezzül
etmezdi. Onun için lisanında arz, Afrika, Asya, şimal, cenup gibi kelim eler esraren­
giz bir uzaklık ve bir nam ütenahilik hissini verirdi. A harfinin teselsülüyle yukarıya
doğru bir in kişaf alan üslûbu, diğer taraftan dum anlı ve hududu m eçhul el fazın
tesiriyle ufki (yatay) b irittisa (genişleme) alırdı.”

“Binaenaleyh bu lisan, bazan fikri hiç iftikar etmeksizin (ihtiyaç duymaksızın), sırf
kelimelerin sihriyle, sem a ve denizin baş döndürücü itila (yükseklik) ve vüsatini (ge­
nişliğini) alm aya m uvafak olurdu."

"Süleyman N azif kelimelerin serdarı idi. Kelimeler şim di onsuz başıboş bir
sürüdür."’ 0

A hm et Haşim Süleym an Nazif'ten sadece bu yazıda bahsetm ez. 5 Nisan 1928 tarihli
ikdam gazetesinde yayınlanan "Süleyman Nazif'in m ezarı” başlıklı yazı da, bu yazıdaki
m uhtevayı devam ettirm ekte ve aradan bir yıldan fazla zam an geçm iş olm asına rağmen
kabrinin yapılm am ası eleştirilm ektedir. A hm et Haşim yazısını şöyle bitirm ektedir: "Sü­
leyman Nazif'in mezarı hâlâ yapılm am ış. Bunu, m ezar yapm ak için bir heyetin yeni teşek­
kül ettiği haberinden öğreniyoruz. Elli, altmış kuruş ufak para miras bırakmış olan bu büyük
10 Ahmed Haşim: Gurebahane-i Lâklâkan. İstanbul, 1928
Dönemi ve
261
Çevresi
Türk edibinin m ezarını bundan sonra da yapm asak pekâlâ olur. Bu gibi ölenlerin çürüm üş
kemiklerine m erm erden bir köşk yapm ağa kalkışm aktan ne çıkar? Sadaka ile dikeceğim iz
iki taş, o tunç lisanın kendi sahibine yaptığı tannan m ezardan daha güzel ve daha sağlam
mı olacak? " 11 A hm et Haşim, aynı gazete'de yayınlanan "Bakm ak edebi" (ikdam 5.6.1928)
başlıklı yazısında da Süleym an Nazif'ten kendi üslûbuyla bir anektod aktarır12 "Birisine
gö re” (ikdam 10.11.1929) başlıklı yazıda da ondan olum lu olarak söz eder.13

Süleym an Nazif'le ilgili olum lu kanaatlerim izi, bilgilerim izi besleyen çok sayıda ifade
okuduğum uz m etinlerde yer alm aktadır. Bu kanaatlerin çoğu, onun İstanbul'un işgali
sırasında bir Fransız generalinin fâtih edasıyla beyaz at üzerinde Beyoğlunda azınlıklar
tarafından alkışlanarak karşılanm ası üzerine yazdığı "Kara bir gün" yazısı, yine M ütareke
İstanbul'unda, Türk dostu Fransız edibi Piyer Loti ile ilgili olarak yapılan bir toplantıda
yaptığı konuşm a bu m üsbetliği beslem ekle kalmıyor, onu âdeta efsaneleştiriyordu. Nite­
kim bunun üzerine ingilizler tarafından Malta'ya sürülm üş, iki yıl kadar orada gözaltında
tu tulm uştu. Onun edebiyatçılığı, gazeteciliği yanında idareciliği konusunda da menfi gö­
rüşler taşıyan m etinlerle neredeyse hiç karşılaşm am ıştık. Hele M ehm et  kif gibi, kişilerle
ilişkilerinde m übalağaya asla kaçm ayan bir edibim izin onun Malta'da yazdığı,
Ruhum benim oldukça bu im anla beraber

Üç yüz sene, dört yüz sene, beş yüz sene bekler

diye biten "Son nefesimle hasbıhâl" şiirine karşılık yazdığı ‘‘Süleyman Nazif'e" başlıklı şiir,
resm e son şeklini verecek kadar parlak renkler ihtiva ediyordu.

Resim deki gölge

Süleym an Nazif resmini gölgelendiren ilk ibareler, 2000 yılında yayınlanan Ressam Naciye
Neyyal'in Mutlakıyet, M eşrutiyet ve Cumhuriyet hatıraları'nda gördüklerim dir.14Ö vülm ekte
ittifak edilen bir şahsiyetin yerildiğini görm ek, bende ciddi bir tereddüt uyandırdı. Naci­
ye Neyyal hanım , daha önce Kudüs, Selanik, Konya ve Yem en valiliği yapm ış Tevfik Bey
(Biren)in eşi olarak Hüdavendigâr (Bursa) valiliği sırasında ister istem ez Süleym an Nazif
Bey'le tanışır. Çünkü Süleym an Nazif Bey, Paris'e kaçıp döndüğünden beri, yani on yıldan
fazla zam andır, bir nevi sürgün olarak Bursa valiliğ inde"m ektupçu"dur."M ektupçuluk"vi­
layetin yazı işleri m üdürlüğü olarak da anlaşılabilirse de, günüm üzde vali yardım cılığına
daha uygun düşm ektedir.

Neyyal Hanım , Bursa M ektupçusu Süleym an Nazif'in vali olan eşi hakkında iyi şeyler dü­
şünm ediğini, M eşru tiyetin ilanından sonra, "bu herifi İstanbul'a postalayalım , yoksa bü­
yük m evkiyegelebilir"şeklinde tezvirat yaptığını yazm aktadır. Süleym an Nazif, daha sonra
vali ile beraber istanbula gitm iş, dönüşte, daha önceki azgınlıklarını bilen ahalinin onu
bir m erkebe ters bindirerek teşhir edeceklerini haber aldığı için, yarıyoldan İstanbul'a

11 Ahmet Haşim Bütün Eserleri-2, haz. İ. Enginün-Z. Kerman, 3. bs. İstanbul 2004, sf. 17-18
12 A.g.e.sf. 114
13 A.g.e.sf. 298
14 Ressam Naciye Neyyal'in Mutlakıyet, Meşrutiyet ve Cumhuriyet hatıraları. (Haz. Fatma Rezzan Hürmen) İstanbul 2000
MehmetÂkif
262
Ersoy
dönm üş. Bursa'ya bir daha gelm ediği gibi, m ektupçu tayinini de engelliyorm uş (sf.
238-242). Neyyal Hanım, kitabın daha sonraki bir bölüm ünde m enfilerden (sürgünler­
den) söz ederken, Süleym an Nazif'le ilgili çok sert ifadeler kullanm aktadır:

"8u adam Bursa'ya sürülm üştü ve biz oraya vali olarak gittiğim izde vilayet m ek­
tupçusu idi. Onun ayda altın para ile seksen lira aldığını hatırlarım ; bunun şim diki
satın alm a gücünü hesaplam aya kalkarsak, ne kadar yüksek bir m aaş aldığı a n ­
laşılır."

"Sırası gelm işken, şu hakikati burada zikretm eliyim ; Süleym an Nazif, son derecede
ahlâksız biri idi ve yaptığı binbir kepazelik arasında vilayette geçinem ediği, gene
kendi gibi adam larla dalaşır dururdu. Bu herifler bir gün onun aleyhinde yazdırdık­
ları bir takım yaftaları, şehrin şurasında burasındaki direklere asm ışlar ve Bursa'da
bu yüzden bir hayli nahoş haller yaşanm ıştı. Neticede bu iş öyle dallanıp budak­
landı ki, bu vaziyetten bizar olan Tevfik Bey, Sultan Hamid'e, onu Bursa'dan aldır­
m asını, eğer bu m ektupçunun m enfi olm asından dolayı yapılam ıyorsa, vilayette
kalmaya devam etm esine rağmen, yerine başka bir m ektupçunun tayin edilm esini
yazdı.”

“Sultan Hamid, Tevfik Bey'i Süleyman N azif gibi bir adam a haddini bildirm ek iste­
diği için olacak, çok az insana verilen iftihar nişanına lâyık gördü.”

Koyulaşan gölge

Vali eşi Neyyal Hanım'ın hatıratında kadınlık hislerine kapıldığını, şahsî kızgınlığını y ansıt­
tığını, bunu yaparken de epeyce ileri gittiğini düşünebiliriz elbette. Buna rağm en, "ateş
olm ayan yerde dum an tü tm ez"feh vasınca onun kızgınlığına sebep olan bazı em arelerin
bulunm a ihtim alini de gözden uzak tutm am alıyız, işin şahsilikten um um iliğe doğru gö­
türülm esi halinde pek de kıym eti harbiyesi olm ayan hususların önem kazanm a ihtim ali
de yok değildir. Bu ihtim ali de görünür hale getiren, RaufO rbay1ın hatıralarında rastladı­
ğım ız şu ifadeler oldu:

"... Şu sürgün hayatının ruhlar üzerinde yaptığı çeşitli tesirler, bazılarını ne hâle ge­
tiriyor. Düne kadar âlem e vatanseverlik dersleri veren şair ve edip Süleyman Na­
z if Bey, bugün Yakup Şevki Paşa'yı bir kenara çekerek, hudutların nehirlerle tayini
nazariyesinin en doğru olduğunu ispat yolunda birçok m ütalaalar ileri sürdükten
sonra diyor ki: 'Paşam, ben Diyarbekirliyim, sizin maskat-ı re’s iniz (doğumyeriniz)
de Harput'tur. A rz ettiğim kaideye göre, bu iki şehir, Fırat ve Dicle nehirleriyle m ah­
dut bölgeler dahilinde bulunduklarından, Irak'a dâhildir. Şu halde biz de Iraklı
olarak Bağdat hüküm etine iltihak etmeliyiz. Osmanlı im paratorluğu'nun artık is­
tikbali olm adığından, bu şekilde başımızın çaresine bakm am ız pek m uvafık olur
kanaatindeyim ..."’5

15 Cehennem Değirmeni. H.Rauf Orbay'ın siyasî hatıraları. C.2. sf.47)


Dönemi ve
263
Çevresi
Rauf Bey, Süleym an Nazif'in, sürgün hayatında hissettiği baskıdan dolayı fikrî değişim
geçirdiğini, nazikâne belirtm ektedir. Onun Anadolu'da sürdürülen m ücadeleden üm it­
sizliği, M alta Geceleri isim li, 1920 Ağustosunda yazdığı şiirde gayet açık olarak ifade ed il­
mektedir. Şair, şiirin son kıt'asında sürgünde öleceğini düşünm ekte ve kendi ölüm ünden
çok vatanından eser kalm am asına, onun yok olm asına üzüleceğini belirtm ektedir:
Böyle yazm ışsa eğer nasiyem e dest-i İlah:

Bu uzak gurbet elinde ölçeksem m utlak,

Acım am kendim e asla...Fakat -e y vah L.E y vah !..-

Korkarım belki vatandan da nişan kalm ayacak!...

Süleym an Nazif'in, M illî M ücadele sırasında Vilayat-ı Şarkiye M üdafaa Hukuk-ı M illiye Cemi­
yeti kurucularından olm asına, çok m eşhur "Kara Bir Gün" m akalesini yazm asına rağmen,
pek m ücadeleyi destekler bir konum da olm adığı anlaşılm aktadır.16 İsmi İsm ail Hami, Refii
Cevat, Celâl Nuri, A hm et Emin, Lütfi Sim avi gibi yazarlar arasında, yani Am erikan m anda­
sına yakın olanlar m eyanında sayılm aktadır. Nitekim, 19 Mayıs 1919'da kendi gazetesi
H adisatta yayınlanan "insaf ve basiret" başlıklı başyazısında, işgal sırasındaki tu tu m u n ­
dan ötürü eleştirilen Aydın/İzm ir valisi izzet Paşa'yı savunm akta, Versay konferansında
alınan kararlar m uvacehesinde yapılacak bir şey olm adığını iddia etm ektedir.17

Süleym an Nazif'in Malta sürgününden döndükten sonra da Anadolu'daki m ücadelenin


lehinde olm adığını bir yazısından çıkarm ak m üm kündür:

“Ben M aita'ya sürülm eden de memleketim in kurtuluşu ve selâm etine taalluk eden
ümidim kırılmıştı."18

Süleym an Nazif'in 1 Şubat 1926 tarihini taşıyan "M ustafa Kemal'e inanm azdım " başlıklı
bu yazısı, itirafnam e tarzında bir m üdafaanam edir. Fransız Generali France d'Espere'n'm
İstanbul'da azınlıklar tarafından tantanalı karşılanışının, Türk basınınca sıradan bir haber
olarak verilm esi onu kızdırm ıştır. O gün bütün kurtuluş üm idini kaybetm iştir. "Kara Bir
Gün"ü yazarak hayatını da ortaya koymuştur. Fakat, hakkında çıkarılan idam em ri yeri­
ne getirilm em işse, kabahat ne onundur, ne de sansür m em urunun. "Düşman toplarının
güllelerine göğüslerini açıp da ölm eyenlere Allah acısın." Süleym an Nazif, o sıralar Mustafa
Kemal Paşa'dan, "Enver Paşa'nın eski arkadaşından" da bir şey beklem em ektedir. "Meğer
Hazret-i M uham m ed'in hiçbir vakit ve daim a ümm etinin üstünde şefkatle titreyen mübarek
ruhu; M ustafa Kemal'e 'Yürü... ve korkma! Hesap, m antık, riyaziye, fânilerin icat ettikleri ka­
ide ve ölçülerdir. Ot bitm eyecek kadar harap olan bu yerlerden bir ordu fışkıracak, Avrupa
m edeniyetinin çelikten kaleleri, yakıp eriten mermileri, senin askerlerinin çıplak güğüsleri
üstünde kırılacak'... diyormuş."

16 Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti, Mütareke'den hemen sonra kurulmuş, ilk şubesini Erzurum'da açmış, Mus­
tafa Kemal Paşa, Kâzım Karabekir Paşa ve Rauf Bey de bu cemiyete girmiştir. Erzurum Kongresini düzenleyen cemiyet olarak
Millî Mücadele'de çok önemli sembolik bir rol oynamıştır. Kurucuları arasında Süleyman Nazif, İsmail Hakkı Bey (Eski Beyrut
valisi, Diyarbekirli), Ahmed Nedim Bey (Cemiyetin reisi, eski Hicaz valisi, Harputlu), Asaf Bey (Van meb'usu), Fevzi Bey (Diyarbekir
meb'usu) ve Zülfi Bey (Diyarbekir meb'usu). Halide Edib de bu cemiyete girmiş, Türkiye'ye gelen Amerikan heyetiyile görüşme­
leri yapmıştır. (Şuayb Karakaş: Süleyman Nazif. Ankara, 1988, sf.125-131).
17 Nurşen Mazıcı: Belgelerle Atatürk Döneminde Muhalefet. İstanbul, 1984
18 Yakın Tarihimiz. İstanbul 1962, C.1., sf. 232
MehmetÂkif
264
Ersoy
Süleym an Nazif'in kendi ifadesine göre, üm itsizlikle, M illî M ücadele'ye aykırı bir konum ­
da bulunduğu anlaşılm aktadır. Bu konum un, nihai zaferden ve C u m h u riyetin ilanından
sonra onu zor durum a düşürdüğünü tahm in edebiliriz.

Bu konum da bir kişinin, bazı "ısbat" gayretleri içinde olması beklenebilir. Bugüne kadar,
cevaplandıram adığım ız, Süleym an Nazif'in İskilipli Âtıf Hoca'nın yargılanm ası sürecinde
etkisi olduğunu d ü şündüğüm üz "im ana Tasallut-Şapka meselesi" (1925) kitabı böylece
yerine oturm aktadır.

Bu bahse geçm eden önce, Süleym an Nazif'in Malta sonrası konum u üzerinde durm akta
fayda görüyoruz.

Yukarıda, Süleym an Nazif im ajının teşekkülünd e m ühim rol oynadığını belirttiğim iz A h­


met Haşim, sağlığında kitaplarına alm adığı "Bir şöhret" başlıklı yazıda tam am en farklı bir
üslûpla şairim izden bahsetm ektedir. (20.12.1921 Akşam ). "Birkaç bin kariin sessiz haya­
tında vücut bulan bu dar âlemin sahasında dâhi Hâmid'in vardığı son m erhaleye, Süleyman
N azif ayarında sahte bir m ünşi üç istiare taklağıyla erişm ekte zahm et çekm ez ve m uazzam
şekil o çarpık ve topal zil ile birlikte yan yana ve aynı adımla, biri ötede ebediyetin alâyiş ve şa­
şaasını, diğeri ise ölüm ve nisyanı bulm ak üzere yürürler..."'9Yine kitaplarına alm adığı bir ya­
zıda (Akşam, 27.11.1922) "Son senelerde am iyane bir rağbete düşen Nedim'i istisna ettikten
sonra, denilebilir ki, divan âlemi, genç nesillerimiz için pek tanılmış bir âlem değildir. O taraf­
tan, uğursuz karga sesleri halinde, Süleym an N azif ve yaranı gibi hortlakların ahları, enin/eri,
feryatları kahkahaları duyuldukça, genç nesiller o âlemi, karanlık bir servistana saklanm ış
uhrevî bir m asbaha sandılar" dem ektedir.20 Akşam gazetesinde 6.12.1922'de yayınlanan
"Şi'ri kadim "yazısı da aynı m ahiyettedir. "Bunamış bir kafa ile senelerden beri M akber şairi­
nin dehasını taklide yeltenen şu âciz Süleym an Nazif'in elinde tuttuğu şey, uzaktan H âm id’in
kartalını andırırsa da yakından bakılınca görülür ki uyuz bir tavuktur." 21

A hm et Hâşim'in Süleym an Nazif'le ilgili kanaatlerinin olum lu yönde değişim ini göste­
ren ilk yazı, 21.2.1926 tarihli Akşam gazetesinde yayınlanm ıştır. "Edebî bir an ket” başlıklı
yazıda "Eski nahifler gibi granit üzerine yazan Süleym an Nazif, akşam sarılığınının haza­
na boyandığı orm an içinde sert dallarını sem alara kadar uzatmış, orada Baki, Fuzulî, Ne­
dim ve Hâmid'in teşkil ettikleri burcun m ünevver nakışlarına yeşil yapraklarının uçlarıyla
dokunuyor.”22

A hm et Hâşim'in Süleym an Nazif'le igili bu birbirine zıt denilebilecek görüşlerinden han­


gisine itibar etm ek gerekir? Veya bu birbirine zıt sayılabilecek Süleym an Nazif yorum ­
larını nasıl anlam ak lâzım dır? A hm et Hâşim'in Süleym an Nazif'le ilgili ilk dışa vurulan
görüşü, Ruşen Eşref'in "Diyorlar ki" isim li devrin ed ipleriyle yapılan m ülakatlardan olu­
şan kitabında (1918) yer alm aktadır: "Süleyman Nazif, bir kubbe altında bakırdan bir âlete
üfürüp kelim elerini şişirten ve onları birer âhenk halinde uçurtan bir guiyabanidir:"23 A hm et
19 Ahmet Haşim Bütün Eserleri-\\\, haz. i. Enginün-Z. Kerman, sf. 147
20 A.g.e., sf. 166
21 A.g.e., sf. 172
22 A.g.e, sf. 311
23 Ahmet Haşim Bütün Eserleri-IV, sf. 158
Dönemi ve
265
Çevresi
Hâşim'in bu ilk dışavurulan görüşünün son görüşlerinin esası olduğunu söyleyebiliriz.
Arada, Süleym an Nazif karşıtı bir dönem vardır. Bu dönem , Süleym an Nazif'in Malta dö­
nüşü sonrasına (Ekim 1921) rastlam aktadır. Süleym an Nazif Malta'da üm itsizliğe düşm üş,
bazı arkadaşlarıyla M illî M ücadele konusunda tartışm ıştır. Dönüşte bu fikirlerinin basın
dünyasında yankı bulduğu anlaşılm aktadır. A hm et Haşim, o sıralar Yakub Kadri ile çok
yakındır. Millî M ücadele'yi destekleyen Yakup Kadri ile dostluğun, A hm et Haşim'i etkile­
diği düşünülebilir.

Falih Rıfkı Akşam'da Millî M ücadele ile ilgili tavırları dolayısıyla Süleym an Nazif ve Cenab
Şehabeddin'i vatansızlıkla suçlar. 1923'te Süleym an Nazif ve Cenap Şehabeddin ikdam
ve Akşam gazeteleri aleyhine hakaret davası açarlar. Yazar olarak Falih Rıfkı, Yakup Kadri
ve A hm et Haşim de dâva edilm iştir. Dâvanın açıldığını duyan Falih Rıfkı, Süleym an Nazif
ve Cenap Şehabeddin'in yazılarından derlediği bir yazı yazm ış ve bunun hiyaneti vatani­
ye kanunun 4. M addesine göre değerlendirilm esi gerektiğini belirtm iştir. Falih Rıfkı, bu
yazıda, her iki yazarı, Ali Kemal'den seciye farkı ile aşağı bulur. Davalılar, Peyam-ı Sabahîn
Yozgat ve Bozkır isyanlarını tahrik ettiği, bunda Ali Kemal kadar Nazif ve C enab în da etkili
olduğu yönünde konuşur ve yazarlar.24 Dava bir yıldan fazla sürm üş ve davacıların kam u­
oyu önünde hırpalanm asından başka sonuç verm em iştir.

Süleym an Nazif'in içinde bulunduğu zor durum dolayısıyla kendini devrin yöneticilerine
şirin gösterecek bazı işlere giriştiğini söyleyebiliriz.

Âtıf Hoca 1924 yılında "Frenk mukallitliği ve Şapka" isimli bir kitap yayınlam ıştır. Şapka
kanununun kabulünden bir buçuk sene evvel yayınlanan bu kitap, M aarif Vekaleti'nin
izin ve takdiri ile neşredilm iştir.

 tıf Hoca bu 32 sayfalık kitapçıkta, Avrupa taklitçiliğini eleştirm ekte Avrupa'nın ilim ve
fennini alm anın caiz, hatta lüzum lu olduğunu, kılık kıyafette onlara benzem enin aslında
ruhtaki bir bozuluşa alâm et veya onun bedene aksetm esine sebebiyet vereceğini, bu­
nun ise m üstakil bir şahsiyet inşa eden İslâm anlayışına zıt düştüğünü söylem ektedir ve
bunu Peygam berim izin "B/r kavm e benzem eye çalışan onlardandır" hadisi çerçevesinde
izah etm eye çalışm aktadır.

 tıf Efendi kitabını neşrettikten sonra bu eser hakkında Süleym an Nazif bir tenkit yazısı
yazar.

Aslında  tıf Hoca ile çatışm anın başlangıcı biraz daha öncelere gider. Ubeydullah Efen­
di25 Vatan gazetesinde isteyen herkesin fidye vererek oruç tutm ak yüküm lülüğünden
kurtulabileceğini iddia eden bir yazı yayınlar. Süleym an Nazif de Resimli Gazete'de bu
görüşü destekleyen yazılar yazar. Â tıf hoca, M ahfel m ecm uasında üç sayı süren uzun bir
m akale ile Ubeydullah Efendi ve Süleym an Nazif'e cevap verir. Nazif bu susturucu cevabı
24 B. Ayvazoğlu, a.g.e., sf. 64-65
25 Ubeydullah Efendi, 1857 İzmir doğumlu. Medrese tahsilinden sonra tıbbiyeye girmiş, Avrupa'ya gidip batı dillerini öğrenmiş,
1908'de döndükten sonra İzmir meb'usu olmuştur. Malta sürgünleri arasında yer alan, Cumhuriyet devrinde de mebusluk ya­
pan Ubeydullah Efendi, Mahmut Esat Bozkurt'un dayısıdır ve modernist fikirleri ile tanınır. (Tahir'ul-Mevlevî: Matbuat Âlemindeki
Hayatam ve İstiklâl Mahkemeleri. 2.bs. İstanbul, 1991. Haz. Atilla Şentürk. sf. 447’deki not).
266
MehmetÂkif
Ersoy
hazm edem ez. Şapka risalesi çıkınca "Bir Hocaefendiye ceva p"yazısını yazar, Â tıf efendi'nin
cevabı üzerine daha sert karşılık verir, fakat bu yazı hocanın eli kolu bağlı olduğu, hap­
sedildiği sırada yayınlanır. Daha sonra da iki yazısını Â tıf Hoca'nın cevabını beklem eden
"İm ana Tasallut"adıyla kitap halinde yayınlar. Süleym an Nazif bu kitapta, o zam anki siyasî
zem ine uygun bir tavır ortaya koym ak adına, İslâm tarihini neredeyse yok sayacak ifade­
ler kullanm ıştır. "M ezhebim in imamı olan Ebu Hanife'yi aradan çıkartarak Peygam beri ve
Allahıyla yalnız kalm ak"tan bahsetm iştir.

Nazif bu yazısında  tıf efendi için de “dar görüşlü, câhil, Allah'ın haram etm e yetkisini gasp
e d ic i"gibi sıfatlar kullanm ıştır.

 tıf Hoca, Süleym an Nazif'in hücum una gerekli cevabı verm iştir:

"Fıkıh ilminde ihtisas sahiplerinden bulunan ve sözleri her vech (yönü) ile itim ada
şayan olan m uhterem zatların sözlerine m i M üslüm anların itim ad ve iman etm esi
vacip olur, yoksa kendi itira f ettiği vech ile, 20'den 45 yaşına kadar 25 sene şüphe
vadisinde dolaşıp ve diğer bir m akalesinde itira f ettiği üzere bu esnada bir çok kim ­
seleri dalalete sürüklem iş olan, on bir senelik bir M üslüm an olduğu halde, benim
bildiğim bir sene içinde iki defa, din i zaruretlere taarruz eden, (biri orucun m ükel­
lefiyetinin vücubunu inkâr, diğeri Hz. Isa'yı tahkir ve tezyif) artık 25 sene dinsizlik,
dalal ve idlal vadisinde yaşayan, on bir senelik İslâm iyet zam anında da dinî zaru­
retlere saldırm aktan geri durm ayan Süleyman N azif beyin şapka hakkında vermiş
olduğu hükümlere, fetvalara mı itim at etmeleri lâzım geleceğine dair verilecek
hükm ü yine efkâr-ı am m eye (kam uoyuna) havale ederim."

 tıf Hoca'nın yazılarını yayınladığı M ahfel M ecm uası sahibi Tahirül M evlevî (Tahir Olgun)
hatıralarında, Süleym an Nazif'in tavrını şöyle eleştirm ektedir:

"B ir adam ın en tehlikeli anında, sırf ilm i bir m übahasedeki (tartışm adaki) m ağlu­
biyetin hıncını çıkarm ak için onun aleyhinde ve m üdafaa edem eyeceği bir surette
ju rn a l vermeye kalkışm ak ne dinde hoş görülür ne dinsizlikte."26

Netice olarak, İskilipli  tıf Hoca, hukuk tarihine geçecek bir adlî hataya kurban edildi.
Çünkü, Şapka kanununun ortada olm adığı bir zam anda, ondan neredeyse iki yıl önce ya­
yınlanan bir kitabı yüzünden İstiklâl M ahkem esi kararıyla idam edildi. Böylece hukukun
en tem el prensipleri arasında sayılan, "m âkabline şâmil olm am ak" (geriye yürüm em ek)
ilkesi çiğnendi. (4 Şubat 1926)27

Süleym an Nazif'in bu idam dan ve kendisinin beraatından sonraki geçm iş olsun ziyaretini
Tahirü'l-M evlevî şöyle nakletm ektedir:

"İstiklâl m ahkem esi'nden beraat kazanıp Ankara'dan avdetim de Darülfünun


müderrislerinden Ferid Bey'le birlikte geçm iş olsun dem eye gelmişti. Kapıdan gi­
26 Tahirü'l-Mevlevî, a.g.e, sf. 257 '
27 Bu hususta, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi yayınlarından olan Ebül'ulâ Mardin'in Huzur Dersleri isimli kitabına bakılabilir
(2-3. C. sf. 969-976)
Dönemi ve
267
Çevresi
rer girm ez şevkle boynum a sarıldı. Â tıf Efendi'nin idam ına teessür ve teessüflerini
söyledi. Hatta onun tevkifini gazetede okur okum az polis m üdüriyetine gittiğini,
Muavin A ziz Hüdai Bey'le görüştüğünü, tevkifine sebep aradaki m ünakaşa ise
onun sırf ilm i bir m übahase bulunduğundan bahsettiğini anlattı. Ben ise hayret
hali göstererek sadece:

'-Ya!..' dedim ve bahsi değiştirdik. Sonra da iade-i ziyarete gitmedim.

M evkufiyetim esnasında çıkardığı im ana Tasa Hut'un bir kaç yerinde M ahfil m ec­
m uasını zikr etmişken, o m ecm ua sahibinin beraat ve avdetinde boynuna sarılan
N azif Bey bugün toprak altında bulunuyor..,(ölüm üne)...edebiyat nam ına acı­
dım, fakat im ana Tasallut risalesini çıkardığı gün ahlâk nam ına kalben acımış ve
ağlamıştım"28

Acı son...

Zihnim izdeki Süleym an Nazif resmini değiştirecek dönüşüm Malta'da yaşanm ıştır. Süley­
man Nazif Malta'da, m ücadelenin kazanılacağına olan inancını yitirir. Ali Kemal'e "zaman
va esefa ki sana hak verdirdi" m ealinde bir m ektup yazar. M illî M ücadele'ye m uhalefeti
ile bilinen Ali Kemal, kendini haklı gösteren bu m ektubu yayınlar. Süleym an Nazif ardın­
dan, Ali Kemal'in gazetesi Peyam-ı Sabah'a yazılar gönderir. Malta'da bazı arkadaşlarıyla
M illî M ücadele konusunda tartışır, kızgınlıkla sonradan pişm an olacağı sözler sarfeder.
Süleym an Nazif karakterindeki bu kırılm anın bundan sonraki hayatını belirlediğini söy­
leyebiliriz.

1 Şubat'ta 1926'da "Mustafa Kemal'e inanm azdım ” itirafnam e veya m üdafaanam esi ya­
yınlanan Süleym an Nazif, fakr ü zaruret içinde A tıf Hocanın idam edilişinin yıldönüm ünü
görem eden, 4 O cak 1927'de zatürreeden ölür...

M illî Mücadele'de m ühim rolü olan bir cem iyetin kurucuları arasında bulunm asına, iş­
galcilere karşı şiddetli ifadeler ihtiva eden yazı ve hitabelerine ve bu sebeple Malta'ya
sürülm esine rağm en, Cum huriyet'ten sonra gerekli ilgiyi görm eyen, daha önem siz işler
yapm ış olanlar bir şekilde değerlendirilir, m illetvekilliği ile ödüllendirilirken hiç hatıra
gelm eyen Süleym an Nazif fakr ü zaruret içinde ölür. Ölüm ü üzerine, o sıralar m illetvekili
olan "Üstad-ı Âzam " A bdülhak Hamid, naaşının Ziya Gökalp gibi son devir ünlülerinin
kabirlerinin bulunduğu Sultan M ahm ud türbesi haziresine defnedilebilm esi için Başvekil
İsmet Paşa'ya telgraf çeker. Ankara'dan gereken zam anda cevap verilm eyince, Edirnekapı
şehitliğine defnedilir. Mezarı dört yıl yapılm az, taşı dikilm ez. Nihayet belediye Süleym an
Nazif'in m ezarını yaptırır. Mezar taşına kardeşi şair Faik Ali Ozansoy'un şu beyti yazılır:

Şim şek mürekkep olmalıdır, yıldırım kalem,


Tahrir için kitabe-i seng-i mezarını

28 Tahirü'l-Mevlevî, a.g.e, sf. 258


MehmetÂkif
268
Ersoy

A h fo d : Gelecek nesiller,
zürriyet.
T u h fe -i im a n : İman
armağanı.

Gam hane: Gam yeri,


SON N EFESİM LE HASBİHAL
üzüntü yurdu.
B îk e s : Çaresiz.
Süleym an Nazif
Babalar ve
Eb ü ecdad :

büyük babalar, geçmişler.


Erv a h : Ruhlar.
M â kes: Aksetm e yeri,
yansım a yeri.

M e y y a l-i z e v â l: Yok olma


eğilimi.

Ahfâdım ın en son doğacak ferdine benden E y y a m - ı g ir iz â n : Kaçan


günler.
Bir tuhfe-i im an götür, ey son nefesim , sen. Eb k em -i m â te m : Mâtem
sessizliği.
Vicdanı düşündükçe o gam hanede bîkes,
 sa r: Asırlar.
Olsun eb ü ecdadım ın ervahına mâkes. M ukayyed: Bağlı, kayıtlı.
Meyyal-i zevâl olsa da tarihim ufuklar Y â d - ı y e t i m : Y a \ r \ ız

hatırlama.
G eçm işlerin eyyam-ı girizânını saklar.
M üebbed: Sonsuz.
B in â m : İsim siz, m eçhul.

Evlâdım ı ecdadım a bigâne görürsem , N iş a n : Esir, iz, b elirti.


D â r: Ev, yu rt.
Ruhum ebediyette kalır ebkem-i mâtem ;
M ehd: Beşik.
Olsun geçen âsar ile m eşgul ü m ukayyed; M ü lâ z ım : Bağlanan,
tutunan.
Mazi yaşasın yâd-ı yetim inde m üebbed.
H a sretze d e : Hasret çeken.
Bînâm ü nişan olsa da hep dâr ü diyarım ; M â te m z e d e : Yaslı.

Üstünde onun kalm asa da mehd ü m ezarım , V a ta n -ız a y ii: Kaybedilen


vatan.
Ey son nefesim , olm adan Allaha m ülâzım ,
Z â ir: Ziyaretçi.
En son doğacak oğlum a sen söyle ki daim T û d e - i itlâ l: Damlalar
yığını.
Ruhum gibi hasretzede, m âtem zede, m ahzun,
T e r k im : Ululama,
Hissen vatan-ı zayiim in zâiri olsun; yüceltme.

T a z im : Saygı gösterme,
Tarihim izin tûde-i itlâlipi her gün
yüceltme.
Tekrîm ile, tazim ile, te'lih ile öpsün... T e 'li h : İlahlaştırma.
r

Dönemi ve
269
Çevresi
Y â d -ı m e la l: Hüzünlü
hatırlayış.
Z erre -i h â k : En küçük
toprak parçası.
H ırâ m a n : Dolaşan.
H işâ n : Akraba, soy.
G iry a n : ağlayan, yaş
döken.
Daldım yine, bak, şimdi o hicranlı hayale;
R a b b - i m a s â ib :
Gelsin vatan-ı derbederim yâd-ı melâle. M usibetler veren Rab.

Bin hâtıra, her zerre-i hâkinde hırâm an, M e fa h ir: Övünülecek


şeyler.
-Her hâtıra hişân-ı perişanım a giryan- M e d lu l: İşaret edilen,
gösterilen.
Üç kıt'ada yüz beldeye...Bin beldeye sahib
M üsem m â:
Bir m em leketim vardı... Sen ey Rabb-i masâib, İsimlendirilmiş.

Sen verm iş iken aldın elim den yine bir bir... G a ib : Kayıp.
L â fz : Söz.
Yârab! Nerde kaldı o evvelki mefahir?..
H â s ir ü h â ib : Hasarlı ve
Etmiş gibi medlul ü m üsem m âsını gaib. kederli.
G u rb e tg e h : Yabancı yer.
Karşım da vatan lâfzı durur hâsir-ü hâib.
N is y a n : Unutuluş.
Gurbetgeh-i nisyana sürülm ekte diyarım , Adn: Cennet, cennetin
gen güzel yeri.
Yoktur dem ek artık ne diyarım ne m ezarım ...
Hüzün
D u z a h - ıy e 's :
Yıksın dilerim arşımı üm m etlerin âhı. cehennem i.

N e v m id - i v e k â y i: Olayların
Sen adni bize duzah-ı ye's ettin İlâhi!..
ümitsizliği.
* * *
E y y a m -ı m u s ib e t: Felaket
günleri.
Nevmid-i vekâyi sürünen aczim e lânet!..
Ş e h p er: En uzun kuş
Eyyam-ı m usibet g eçecektir yine elbet. kanadı.

Üm m îdim e im anım olur şehper-i pervaz; P e rv a z: uçma.


Y e 's : Üm itsizlik.
Bin tövbe eğer ye's ile oldum sa nagam saz!..
N a g a m sa z: N ağm eler
Mızrab-ı beyânım daki elhan-ı meraret, söyleyen.

E lh a n : Sesler.
Bir hastanın evham ına etm ekte işaret.
M e ra re t: Acılık.
Tevkif-i sabah eyleyem ez nam ütenahi, Evham : kuruntular.

Varsın yürüsün bir gecenin ceyş-i siyahı!.. T e v k if-i s a b a h : Sabahı


durdurma.
Efrada fena olsa da âlem de mukadder,
N a m ü te n a h i: Sonsuza
M illetleri öldürm eyecek Hâlık-ı Ekber: kadar.

C eyş: Asker.
Sarsılm ayan im anım a m ev'ûd olan âti,
E fra d : Fertler, kişiler.
Canlandırır elbette bu enkâz-ı hayatı. H â lık - ı E k b e r : Yüce yaratıcı.

Ruhum benim oldukça bu im anla beraber, M e v 'û d : Vaad edilm iş.


 ti: gelecek.
Üç yüz sene...Dört yüz sene...Beş yüz sene bekler!
E n k â z-ı h a y a t: Hayat
Malta, Eylül 1920 kalıntısı.
MehmetÂkif
270
Ersoy

SÜLEYM AN NAZİF'E

Rûhum benim oldukça bu îm anla beraber

Üç yüz sene, dört yüz sene, beş yüz sene bekler

M alta-Süleym an Nazif

Beş yüz sene bekler mi? Nasıl bekleyeceksin?

Rûhun de asırlarca bu hüsrânı mı çeksin?

Karşım da duran dehşeti -gûya- edip îm â, H ü srâ n : Yokluk acısı.


îm â e t m e k : Dolaylı
"H üsran"deyiverdim , hani, birdenbire, am m a,
anlatmak.
M ahşer gibi âfâkım ı sarmış zulüm âtın, Â fâ k : Ufuklar.

Teşrihine kâm ûsu yetişm ez kelimâtın! Z u lü m â t: Karanlıklar.

T e ş r ih : Açıklama.
Kaç yüz senedir bekliyoruz, doğm adı ferda;
K â m û s: Sözlük.
A rtık yetişir çektiğim iz leyle-i yeldâ. K e lim â t: Kelimeler.

Bir nefha-i rahm et de mi esmez? diye, sînem , F erd a : Yarın.


L e y le -i y e ld â : Uzun
Yandıkça, sem âdan boşanıp durdu cehennem ! geceler.

Lâkin, bu alev selleri artık d inecektir; N e fh a -i r a h m e t: Rahmet


esintisi.
A rtık bize nâr inm eyecek, nûr inecektir.
Sem â: Gök.
Ey, tek karagün dostu, bu hicran-zede yurdun! N â r: Ateş.

Sen m illetin âlâm ını dünyaya duyurdun, Hicranlı,


H icra n -z e d e :

ayrılıktan yanan.
En korkulu günlerde o m üdhiş kalem inle...29 Â lâ m : Acılar.

Takdîs ederiz nâm ını... Lâkin dinle: T a k d îs e d e r iz : Kutlarız.


N âm : İsim.
Azm in, em elin heykel-i zî-rûhu iken, dün,
A zm : Gayret.
Bilm em ki, bugün, ye'se nasıl oldu da, düştün? E m e l: Ümit.

Çoktan beridir bekledi... Bekler... diye, millet, H e y k e l-i zî-rûh: Canlı


heykel.
A'sâra mı sürsün bu sefâlet, bu m ezellet?
Y e 's : Karamsarlık.

29 Nazif kahraman bir vatanperverdi. Bu hakikat kendisinin bir kaç defa hayatını istihkâriyle (hiçe saymasıyla) sâbittir. (M. Âkif)
Dönemi ve
271
Çevresi

İslâm ilinin sâde esaret mi nasîbi?

Sen, yoksa, unuttun mu o mâzî-yi mehîbi?

Etrafa bakıp sarsılacak yerde üm îdin,

Vicdanını, îm ânını bir dinlem eliydin,

Garb'ın ebedî gayzı ederken seni me'yûs,

"İslâm'a göz açtırm ayacak, dersen, o kâbus"

M âdâm ki Hakk'ın bize va'dettiği haktır,

Şark'ın ezelî fecri yakındır, doğacaktır.

Hiç bunca şehidin yatarak gövdesi yerde,

Derya gibi kan sîne-i hilkatte tüter de,

Yakm az bu tûfan, bu dum an, gitgide Arş'ı?

Hissiz mi kalır lücce-i rahm et buna karşı?

isyan bize râci'se de, bir böyle tem âşâ,

Sığm az sanırım , adl-i İlâhîsine, hâşâ!

İslâm'ı evet tefrikalar kastı kavurdu:

Kardeş, bilerek, bilm eyerek kardeşi vurdu.

Can gitti, vatan gitti, bıçak dîne dayandı;

Lâkin, o zam an silkinerek birden uyandı.

Bir gör ki: Bugün can da onun, kan da onundur;

Dünya da onun, din de onun, şan da onundur.

Bin parça olan vahdeti bağlarken uhuvvet

Görsen, ezelî râbıta bir buldu ki kuvvet:

Saldırsa da kırk Ehl-i Salîb ordusu, kol kol,

Dört yüz bu kadar m ilyon esîr olm az, em în ol.

Ankara-Taceddin Dergâhı, 15 Nisan 1921


‘^ s ; ü

Vefatının 71. yılında


Mehmet Âkif Ersoy
Bilgi Şöleni
MehmetÂkif
Dönemi ve Çevresi
Cevat AKKANAT, Can* ARABACI (Doç. Or.j, Eyüp AZIAL M. Çetin 8AYDAR,
Mum BİLGİZ{Yrd.Doç, 0»!, Ali BİRİNCİ (Prof. OrJ, S. Hjyri SOtAVfProf, Ot,),
Mustafa CANiDf-3, Suat CEBECİ (Prof. Dr.?. 8*?«i DEMİRCİ ,'DfJ,
0. Mehmet DOĞAN. Mehmet DÖRENEK(Prof. Dr), Natım EtMASSör.),
¥. Turan GÜNAYDIN, İhsan IŞIK,, Vahit İMAMOĞÜJ (Doç OrJ,
Mustafa KAPA(Prof. Dr.), Turan KARATAŞ (Doç. Dr.),' sJ&jM
M OnatMtNCUŞOÛlü. Suat MERTOĞLUfC i. Mustafa OZÇEU*.
Nar.»OZTUMC (Dr.). Kat,m ÜRÖNfProt Ot.l.KAmRVEŞtl.
Dönemi
Çevresi

İstiklâl M arşımızın şairi M ehm et Âkif Ersoy vefatının 71. yılı dolayısıyla Ankara'da bir
bilgi şöleni (sem pozyum ) ile anıldı. Üniversite öğretim üyeleri, ilim ve fikir adam ­
larının konuşm acı olarak katıldığı bilgi şöleni, 29 Aralık Cum artesi sabahı Odalar
Birliği (TOBB) salonunda 10'daki açılışın ardından bir, öğleden sonra iki o turum ­
la devam etti. 30 Aralık pazar günü yapılan iki oturum la bilgi şöleni tam am landı.

Türkiye Yazarlar Birliği ile İlim Yayma Cem iyeti Ankara şubesi trafından m üştereken dü­
zenlenen şölen, Öm er M üsab isim li gencin Kur'an-ı Kerim okum asıyla başladı. Türkiye
Yazarlar Birliği Genel Başkanı Hicabi Kırlangıç, yaptığı konuşm ada, M ehm et  k if Ersoy için
her gün bir program düzenlense yeterli olam ayacağını ifade etti. M ehm et  k if Ersoy'un
hayatını ve eserlerini tanım ak bakım ından daha yolun başında olunduğunu belirten
Kırlangıç, şölende Ersoy'un yaşadığı dönem in tahlilinin yapılacağını, çalışm alarının ele
alınacağım kaydetti. Ersoy un fikir dünyasının yeterince irdelenm ediğini söyleyen Kırlan­
gıç, Ersoy'un İstiklâl Marşı'nı yazm ış olm asından dolayı diğer eserlerinin ihmal edildiğini
belirtti. M ehm et  k if Ersoy'un klâsik ve yeni şiir arasında bir köprü olduğunu ifade etti.
Türkiye Yazarlar Birliği Şeref Başkanı M ehm et Doğan da M ehm et  k if m gündem de tu­
tulm ası için ciddi çalışm alar yapılm ası gerektiğini dile getirdi. Şölenin ilkinin geçen yıl
düzenlendiğini hatırlatan Doğan, bir yıldan bu yana bazı şeylerin değiştiğini ve M eh­
m et  kif Ersoy'un resm î anlam da anılm ası için kanun çıkarıldığını söyledi. Üniversiteler­
de M ehm et  k if hatırlanm adığını ifade eden Doğan, "Bu önem li şairim izin anılm ası için
üniversitelerin seferber olm ası gerekirken, ne yazık ki hiçbir faaliyet yapılm adı" diye ko­
nuştu. M emur-Sen Genel Başkanı A hm et Aksu da, M ehm et  k if in Safahat isim li eserinin
gençler ve özellikle yöneticiler tarafından tekrar tekrar okunm ası gerektiğini belirtti. İlim
Yayma Cem iyeti Ankara Şubesi Başkan Yardım cısı Selim Cerrah ise M ehm et  k if Ersoy'un
en um utsuz zam anlarda bile içinde um ut barındıran bir şahsiyet olduğunu dile getirdi.
TYB Gnl. Bşk. Hicabi Kırlangıç Program Suncusu, A hm et Fidan IYC Ank.Şb.Bşk.Y
.Yrl Selim Cerrah Server Vakfı Başkanı, M. Ali Bulut M emur-Sen Gnl. Bşk. A hm et Aksu
Mehmet Ai^f

Halim Altunkal, İsrafil Kışla, Ahm et Aksu, D. M ehmet D oğan, M. Celâl Terzi,
Hicabi Kırlangıç, Hamit Taşçı
Dönemi ve
Çevresi

Turan Karataş, Nuran Altınbaş, İ. Ulvi Yavuz, Yunus Keleş, M ikail Korkm az,
Ahm et Fidan.
MehmetÂkif
280 Ersoy

■ S
Vefatının 71. yılında
Mehmet Âkif Ersoy
Bilgi Şöleni
Mehmet Âkif
Dönemi ve Çevresi
C e v a t A KKA N A T , C a n e r A R A B A C I (D o ç. D r.), E y ü p A Z L A L , M , Ç e tin B A Y D A R ,
M usa B IL G IZ (Y rd .D o ç . D r), A li B İR İN C İ (P ro f. Dr ), S. H a yri 8 0 1 A Y (Prof. Dr.),
M u sta fa C AN (D r.), S u a t C E B E C İ (P ro f. D r.). B e rat D E M İR C İ (D r .l, j j
D. M e ltm e t D O Ğ A N , M e h m e t D O R E N EK IP ro f. D r.), N a zm ı E L M A S (D r.), -
Y. Tu ra n G Ü N A Y D IN , Ih san IŞ IK , V ah it IM A M O G LU (O o ç .O r.),
M u sta fa K A R A (P ro f. D r.), T u ra n KABATAŞ (D o ç . Or,
M . O nal M ENGUŞOĞLU. S uat M ERTOGLU (Dr.), M ustafa Ö Z Ç R İK ,
N a zif Ö Z T Ü R K (D r.), K a zım URUN (P ro f. Dr.).. KS m il Y E Ş İL .

29-30 Aralık 2007 - 1 0.00 18.00


Odalar Birliği (TOBB) Konferans Salonu
Ç - ilim Yayma Cemiyeti Ankaraşubesi
® Türkiye Yazarlar Birliği

You might also like