You are on page 1of 42

1 KURAN OKUMA USULÜ

İslam bir taraftan zaman ve zemine göre değişmeyen bir özü, anlamı,
sabiteleri içerirken bir taraftan da zaman ve zemine göre değişime ve
(farklı yorum ve ictihadlara, ihtilafa) açık bir alanı içerir.

Bugün Rabbimizden indirilen ve Kerim- değerli bir kitabımız var. Okuyoruz ama yeteri kadar
istifade edemiyoruz. Veya okumanın Murat'ı dışında noktalara savruluyoruz. Aslında bu
yalnızca Kur'an için geçerli değil bugün nice okuduğumuzda- anlaşıldığında insanın
düşüncesinde ve hayatında Devrim yaratacak kitaplar ne yazık ki yeteri kadar anlaşılamıyor.
Problemin kitapta olmadığı kesin. Geriye tek problem alan kalıyor: biz okuyan. Okuyan
problemini ve okuma problemini çözersek problem ortadan kalkacak.
Öyleyse kitabın nasıllığından önce muhatabın nasıl olması ve nasıl okuması gerektiği üzerinde
durmalıyız
Yolun sonunu belirleyen birçok kere başladığımız noktadır. Yola çıkmak önemli olduğu kadar
nereye varmak istediğimiz de önemlidir. Kuranın ilk suresi olan Bakara suresi işe Kuranı
tanıtmayla başlar. Yine bir çok sure sure başlangıcında okuyucuya Kur’an’la ilgili bilgiler verir.
Kuranı anlayabilmek için şu üç şey önemlidir: indiren, inen ve indirilen
---kuranı anlayabilmek için kuranın metodunu anlamak gerekir.
Bilginin ortaya çıkışında okunan kadar okuyanın da etkisi vardır. Okunan okuyanın anlayışına
göre tezahür edeceğinden yanlış tezahürün önüne geçmek okunan kadar nasıl okunması
gerektiği de önemlidir.
Kur’ana dilbilimsel yaklaşım anlamsal yaklaşımı ortadan kaldırmamalıdır.—örnek? –vesile-
Kur’an tarihi ve edebi-mistik bir belge olmaktan çıkıp evrensel bilinç ortaya koymalıdır.Tabi
eğer hayata dokunmasını istiyorsak. Savunmacı bir anlayış yerine öncü ve projelendirilmiş bir
anlayışa ihtiyacımız var.
Örneğin ben nesli yerine cemaat(Birlikte yaşama),kapitalist anlayış yerine infak,yasal
kazanç,kadını kadına uygun vasıflandırma,çevreci , batının ve modernizmin kapitalizmine karşı
adil bir dünya
Kur’ana yaklaşım kesin sonuçlar yerine Kabul edilebilir düşünceler şeklinde olmalıdır.
tefsir metodolojisi için önerilen iki hareketten ilki, özelden genele yani Kur'an'ın bazı
ayetlerinden onun genel ilkelerinin, değerlerinin ve uzun vadeli gayelerinin ortaya çıkarılıp
sistemleştirilmesine; diğeri de genelden özele doğru yapılan bir hareketle formüle edilen
şimdiki durumun uygulanmasına yöneliktir. Entelektüel bir çabayla çıkarılan söz konusu ilke
de şu andaki somut-tarihsel ortamla uyum sağlayacak bir şekilde birleştirilmelidir. Bu da
tabiatıyla tarihsel durumun çok iyi bilinmesini ve onu oluşturan çeşitli unsurların çok iyi tahlil
edilmesini gerektirir. Çünkü mevcut durumu değerlendirmek ve gereken değişiklikleri ancak
böyle bir yolla yapmak mümkün olabilir •
Garaudy; asıl olan, lafızlara bağlı kalmaksızın Kur'an bütünlüğü içerisinde temel ilkeleri tesbit
edip onu evrensel kılmaktır ki, burada da söz konusu mahiyetteki temel ilke, Yüce Allah'ın
ancak iyilik yapanlarla kötülük yapanlar arasında bir ayrım yaparak, üstünlüğü, fazileti her iki
cins için iyilik yapmada görmesidir.
Kur'an'ı doğru yorumlamanın öncelikle onu tarihsel olarak okumada mümkün olduğunu,
bunun da ancak içtihad ve akıl yürütme ile gerçekleşeceğini ileri süren Garaudy, içtihadın
temelinde de ilahi maksadın ortaya çıkarılma niyetinin yer almasını gerekli görmektedir.
ilahı dinler ancak kutsallık düşüncesiyle hayat bulur ve yaşarlar. Kutsal birer kaide olan dini
ahkamın topyekûn değiştirileceği düşüncesi ise, dine ve onun kurallarına karşı bir güvensizliği
beraberinde getirebilir61. Kotan, Şevket, Kur’an ve Tarilıselcilik,ss. 342-343.
-----Kur’anı yeni gözle okumak---
Hz. Ömer müellefe-i külub kaldırmış sonra Ömer bin Abdülaziz geri getirmiştir.
----Kur’anın gerçek anlamına ulaşabilmek mümkün değildir. Yalnızca yaklaşılabilir.----
--Dünkü anlamaların yanlışlığının ortaya konulması bir tecdid bir yenilenme sağlayacaktır.
Çünkü Kur’an sürekli ve günün aklıyla yorumlandıkça ancak güncelliğini koruyabilir.
XX. yüzyılın ikinci yarısında, ruhsal ve düşünsel durumumuzdan hareketle, okuyuşumuzun ka-
çınılmaz olarak şu üç süreci kapsaması gerekecektir. · -

1) Görünüşteki düzensizliğin altında yatan derin düzeni ortaya çıkarmamıza imkan verecek bir
dilbilimsel süreç;
2) Kur'an'da mitlere ilişkin yapının dilini tanımaktan ibaret olacak _bir antropolojik süreç;
3) Günümüze kadar Müslümanlarca girişilmiş imgelemsel yorumların ve mantıksal -sözlüksel
oexıcographlque) yorumların kapsam ve sınırlarının, İçinde saptanacağı bir tarihsel süreç.

İNDİREN:
BAKARA suresi 20. ayet) Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir.
(BAKARA suresi 110. ayet). Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı görendir.
(BAKARA suresi 115. ayet) Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü
(kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir.
(BAKARA suresi 143. ayet) Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.
(BAKARA suresi 173. ayet) Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
(BAKARA suresi 181. ayet) Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez.
(BAKARA suresi 195. ayet) Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever.
(BAKARA suresi 209. ayet) Allah, gerçekten üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
(BAKARA suresi 211. ayet) Allah, cezası pek şiddetli olandır.
(BAKARA suresi 216. ayet) Allah bilir de siz bilmezsiniz.
(BAKARA suresi 225. ayet) Allah bağışlayandır, yumuşak davranandır.
(BAKARA suresi 231. ayet) Allah her şeyi bilendir.
(ÂLİ IMRÂN suresi 153. ayet) Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.
(ÂLİ IMRÂN suresi 20. ayet) Allah, kulları hakkıyla görendir.
(ÂLİ IMRÂN suresi 29. ayet) "Sinelerinizde olanı -gizleseniz de, açığa vursanız da- Allah bilir. Ve
göklerde olanı da, yerde olanı da bilir. Allah, her şeye güç yetirendir."
(ÂLİ IMRÂN suresi 62. ayet) Allah'tan başka ilah yoktur. Ve şüphesiz Allah, üstün ve güçlü
olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
(ÂLİ IMRÂN suresi 99. ayet) Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir."
(ÂLİ IMRÂN suresi 115. ayet) Allah, muttakileri bilendir.
(ÂLİ IMRÂN suresi 120. ayet). Şüphesiz, Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır.
(ÂLİ IMRÂN suresi 163. ayet) Allah yaptıklarını görendir.
(ÂLİ IMRÂN suresi 167. ayet) Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir.
(NİSA suresi 1. ayet) Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözeticidir.
(NİSA suresi 11. ayet) Şüphesiz Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.
(NİSA suresi 12. ayet) Allah, bilendir, (kullara) yumuşak olandır.
(NİSA suresi 26. ayet) Allah, size açıklayarak anlatmak, sizi sizden öncekilerin sünnetine
iletmek ve tevbelerinizi kabul etmek ister. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
(NİSA suresi 35. ayet) Şüphesiz, Allah, bilendir, haberdar olandır.
(NİSA suresi 170. ayet) Ey insanlar! Peygamber rabbinizden size gerçeği getirdi. Şu halde
kendi iyiliğinize olarak iman edin. Eğer inkâr ederseniz bilin ki göklerde ve yerde ne varsa
hepsi Allah’ındır. Allah sınırsız ilim ve hikmet sahibidir.

١ ‫اْلَحْم ُد ِهَّلِل اَّلِذ ي َلُه َم ا ِفي الَّس َم اَو اِت َو َم ا ِفي اَأْلْر ِض َو َلُه اْلَحْم ُد ِفي اآْل ِخَر ِة َو ُهَو اْلَحِكيُم اْلَخ ِبيُر‬
«Hamd, göklerde olanlar ve yerde bulunanlar Kendisinin olan Allah'a mahsustur. O, Hakim'dir,
her şeyden haberdardır(1)»

٢ ‫َيْع َلُم َم ا َيِلُج ِفي اَأْلْر ِض َو َم ا َيْخ ُرُج ِم ْنَها َو َم ا َيْنِز ُل ِم َن الَّس َم اِء َو َم ا َيْعُرُج ِفيَها َو ُهَو الَّر ِح يُم اْلَغ ُفوُر‬
«Yere gireni ve oradan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. O, merhametlidir,
mağfiret sahibidir(2)» Sebe'
١‫حم‬
«Ha, Mim(1)»
٢ ‫َتْنِز يُل اْلِكَتاِب ِم َن ِهَّللا اْلَع ِزيِز اْلَعِليِم‬
«Kitap'ın indirilmesi, güçlü ve bilgin olan Allah katındandır(2)» Mü'min

»Ha, Mim(1)« ١‫حم‬


٢ ‫َتْنِز يٌل ِم َن الَّرْح َمِن الَّر ِح يِم‬
«Bu Kitap, merhametli olan Allah katından indirilmedir; bilen bir millet için müjdeci ve uyarıcı
olmak üzere Arapça okunarak, ayetleri uzun uzun açıklanmıştır. Ama insanların çoğu yüz
çevirmiştir, onlar işitmezler de: "Bizi çağırdığın şeye karşı kalblerimiz kapalıdır, kulaklarımızda
ağırlık, bizimle senin aranda anlaşmamıza engel vardır; istediğini yap, biz de yapacağız"
derler(2)»
İNEN
Kur'an'ın genellikle ilk ayetleri bize Kur’an’ı anlatır.
Maksada urûc etmek için mukaddemelerden istimdad etmek, ehl-i tahkikin düsturlarındandır.
Muhakemat 7

ŞÜPHECİ
Sürüyorlar izini cılız alevlerin
Ve sanıyorlar yakınında olduklarını hazinenin.
Yakışır şeytana ancak şüphe;
Doğru yerdeyim öyleyse. Faust228
"Şüphe eden Tanrı'dan uzaklaşmış olmaz; asıl, hiç şüphe duymadan başaklarının, "Tanrı vardır ya da
yoktur" yollu ifadelerine inanan kişi Tanrı'dan çok uzaktadır." s.288 tolstoy 288 bilgelik takvimi

‫َٰذ ِلَك ٱۡل ِكَٰت ُب اَل َر ۡي َۛب ِفيِۛه ُهٗد ى ِّلۡل ُم َّتِقيَن‬

İşte kitap; onda asla şüphe yoktur. O, günahtan sakınanlar için bir rehberdir. ﴾2﴿Bakara
Ali İmran suresinde önce Kur’an’ın müellifi sonra Kur’an’ın kendisi tanıtılır. Kitabın içeriği
kadar yazar da önemlidir.

٣ ‫َنَّز َل َع َلْيَك اْلِكَتاَب ِباْلَح ِّق ُمَص ِّد ًقا ِلَم ا َبْيَن َيَد ْيِه َو َأْنَز َل الَّتْو َر اَة َو اِإْل ْنِج يَل‬
«Kendisinden önceki Kitapları tasdik eden Hak Kitap'ı sana indirdi. Önceden insanlara yol
gösterici olarak Tevrat ve İncil'i de indirmişti. O, doğruyu yanlıştan ayıran Kitap'ı indirdi.
Doğrusu Allah'ın ayetlerini inkar edenler için şiddetli azab vardır. Allah güçlüdür, mazlumların
öcünü alır(3)» Ali İmran

٢ ‫ِكَتاٌب ُأْنِز َل ِإَلْيَك َفاَل َيُك ْن ِفي َص ْد ِرَك َحَر ٌج ِم ْنُه ِلُتْنِذَر ِبِه َو ِذ ْك َر ى ِلْلُم ْؤ ِمِنيَن‬
«Sana bir Kitap indirildi. Onunla insanları uyarman ve inananlara öğüt vermen için kalbine bir
darlık gelmesin(2)»

٣ ‫اَّتِبُعوا َم ا ُأْنِز َل ِإَلْيُك ْم ِم ْن َر ِّبُك ْم َو اَل َتَّتِبُعوا ِم ْن ُدوِنِه َأْو ِلَياَء َقِلياًل َم ا َتَذَّك ُروَن‬
«Rabbinizden size indirilen Kitap'a uyun, O'ndan başka dostlar edinerek onlara uymayın. Pek
az öğüt dinliyorsunuz(3)» Araf

٢‫َم ا َأْنَز ْلَنا َع َلْيَك اْلُقْر آَن ِلَتْش َقى‬


«Kuran'ı sana, sıkıntıya düşeşin diye değil, ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt ve yeri ve yüce
gökleri yaratanın katından bir Kitap olarak indirdik(2)» Ta, Ha

٣‫ِإاَّل َتْذ ِكَر ًة ِلَم ْن َيْخ َش ى‬


«Kuran'ı sana, sıkıntıya düşeşin diye değil, ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt ve yeri ve yüce
gökleri yaratanın katından bir Kitap olarak indirdik(3)»

٤‫َتْنِز ياًل ِمَّم ْن َخ َلَق اَأْلْر َض َو الَّس َم اَو اِت اْلُع َلى‬
«Kuran'ı sana, sıkıntıya düşeşin diye değil, ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt ve yeri ve yüce
gökleri yaratanın katından bir Kitap olarak indirdik(4)» Ta-ha

١ ‫الر ِتْلَك آَياُت اْلِكَتاِب اْلَحِكيِم‬


«Elif, Lam, Ra. İşte bunlar hikmetli Kitap'ın ayetleridir(1)» Yûnus

١ ‫الر ِكَتاٌب ُأْح ِكَم ْت آَياُتُه ُثَّم ُفِّص َلْت ِم ْن َلُدْن َحِكيٍم َخ ِبيٍر‬
«Elif, Lam, Ra. Bu Kitap, hakim ve haberdar olan Allah tarafından, Allah'tan başkasına kulluk
etmeyesiniz diye ayetleri kesin kılınmış, sonra da uzun uzadıya açıklanmış bir Kitap'dır (1)Hud

١ ‫الر ِتْلَك آَياُت اْلِكَتاِب اْلُم ِبيِن‬


«Elif, Lam, Ra. Bunlar, gerçeği açıklayan Kitap'ın ayetleridir(1)»

٢ ‫ِإَّنا َأْنَز ْلَناُه ُقْر آًنا َع َر ِبًّيا َلَع َّلُك ْم َتْع ِقُلوَن‬
«Biz onu, anlayasınız diye, Arapça bir Kuran olarak indirdik(2)» Yusuf

----Bugün de anlaşılması için anlayacağımız dilde okumamız gerekir.

١ ‫المر ِتْلَك آَياُت اْلِكَتاِب َو اَّلِذ ي ُأْنِز َل ِإَلْيَك ِم ْن َر ِّبَك اْلَح ُّق َو َلِكَّن َأْكَثَر الَّناِس اَل ُيْؤ ِم ُنوَن‬
«Elif, Lam, Mim, Ra. Bunlar Kitap'ın ayetleridir. Sana Rabbinden indirilen Kitap haktır; fakat
insanların çoğu inanmazlar(1)» Ar-Ra'd

١ ‫الر ِكَتاٌب َأْنَز ْلَناُه ِإَلْيَك ِلُتْخ ِر َج الَّناَس ِم َن الُّظُلَم اِت ِإَلى الُّنوِر ِبِإْذ ِن َر ِّبِهْم ِإَلى ِص َر اِط اْلَع ِز يِز اْلَحِم يِد‬
«Elif, Lam, Ra; Bu, Allah'ın izniyle, insanları karanlıklardan aydınlığa, güçlü ve övülmeğe layık,
göklerde ve yerde olanların sahibi Allah'ın yoluna çıkarman için, sana indirdiğimiz Kitaptır.
Uğrayacakları çetin azabdan dolayı vay kafirlerin haline!(1)» İbrahim
----sorumluluk yüklüyor------

١ ‫الر ِتْلَك آَياُت اْلِكَتاِب َو ُقْر آٍن ُم ِبيٍن‬


«Elif, Lam, Ra. Bunlar Kitap'ın ve apaçık olan Kuran'ın ayetleridir(1)»Hicr

١ ‫اْلَحْم ُد ِهَّلِل اَّلِذ ي َأْنَز َل َع َلى َع ْبِدِه اْلِكَتاَب َو َلْم َيْج َع ْل َلُه ِعَو ًجا‬
«Hamd Allah'a mahsustur kuluna eğri bir taraf bırakmadığı dosdoğru Kitap'ı
indirmiştir(1)Kehf

١٠ ‫َلَقْد َأْنَز ْلَنا ِإَلْيُك ْم ِكَتاًبا ِفيِه ِذ ْك ُر ُك ْم َأَفاَل َتْع ِقُلوَن‬


«And olsun ki, size şerefiniz ve öğüt veren bir Kitap indirdik; akletmiyor musunuz?
(10)»Enbiya

١ ‫ُسوَر ٌة َأْنَز ْلَناَها َو َفَر ْض َناَها َو َأْنَز ْلَنا ِفيَها آَياٍت َبِّيَناٍت َلَع َّلُك ْم َتَذَّك ُروَن‬
«Bu, indirip, hükümlerini kesinleştirdiğimiz suredir. Öğüt alasınız diye onda apaçık ayetler
indirdik(1)» Nur ---tefsirine bak

١‫َتَباَر َك اَّلِذ ي َنَّز َل اْلُفْر َقاَن َع َلى َع ْبِدِه ِلَيُك وَن ِلْلَع اَلِم يَن َنِذ يًرا‬
kuluna hakkı batıldan ayırdeden Kuran'ı indiren Allah yücelerin yücesidir(1)» Furkan
---Kur’an’ın alemler için bir uyarıcı oluşu/Hüküm koyucu oluşunun önünde uyarıcı oluşu öğüt
asıl hüküm sonraki iş

١ ‫طس ِتْلَك آَياُت اْلُقْر آِن َو ِكَتاٍب ُم ِبيٍن‬


«Ta, Sin, Bunlar Kuran'ın, Kitab-ı Mübin'in ayetleridir(1)»

٢ ‫ُهًدى َو ُبْش َر ى ِلْلُم ْؤ ِمِنيَن‬


« inanan müminlere doğruluk rehberi ve müjdedir(2)» Naml

٢ ‫ ِتْلَك آَياُت اْلِكَتاِب اْلَحِكيِم‬١‫الم‬


«Bunlar, iyi davranan kimseler için rahmet ve doğru yol rehberi olan hikmetli Kitap'ın
ayetleridir(2)»
٣ ‫ُهًدى َو َر ْح َم ًة ِلْلُم ْح ِس ِنيَن‬
«Bunlar, iyi davranan kimseler için rahmet ve doğru yol rehberi olan hikmetli Kitap'ın
ayetleridir(3)» Lokmân

Şüphe götürmeyen Kitap, Alemlerin Rabbi'nin «٢ ‫ َتْنِز يُل اْلِكَتاِب اَل َر ْيَب ِفيِه ِم ْن َر ِّب اْلَع اَلِم يَن‬١‫الم‬
»indirdiğidir(2)
٣ ‫َأْم َيُقوُلوَن اْفَتَر اُه َبْل ُهَو اْلَح ُّق ِم ْن َر ِّبَك ِلُتْنِذَر َقْو ًم ا َم ا َأَتاُهْم ِم ْن َنِذ يٍر ِم ْن َقْبِلَك َلَع َّلُهْم َيْهَتُد وَن‬
«"Onu peygamberin kendisi uydurdu" diyorlar, öyle mi? Hayır; O, senden önce peygamber
gönderilmemiş olan bir milleti uyarman için sana Rabbinden gelen bir gerçektir. Belki artık
doğru yolu bulurlar(3)» Secde
٢ ‫ َو اْلُقْر آِن اْلَحِكيِم‬١‫يس‬
«Kuran'ı Hakim'e andolsun ki, sen doğru yol üzere gönderilmiş peygamberlerdensin(2)» Yâsîn

١ ‫ص َو اْلُقْر آِن ِذ ي الِّذْك ِر‬


«Sad. Öğüt veren Kuran'a and olsun ki, inkar edenler gurur ve ayrılık içindedirler(1)» Sâd

٢ ‫ِإَّنا َأْنَز ْلَنا ِإَلْيَك اْلِكَتاَب ِباْلَح ِّق َفاْع ُبِد َهَّللا ُم ْخ ِلًصا َلُه الِّد يَن‬
«Biz sana Kitap'ı gerçekle indirdik.Öyle ise dini Allah için halis kılarak O'na kulluk et(2)»Zümer

٣ ‫ِكَتاٌب ُفِّص َلْت آَياُتُه ُقْر آًنا َع َر ِبًّيا ِلَقْو ٍم َيْع َلُم وَن‬
٤ ‫َبِش يًرا َو َنِذ يًرا َفَأْع َر َض َأْكَثُر ُهْم َفُهْم اَل َيْس َم ُعوَن‬
«Bu Kitap, merhametli olan Allah katından indirilmedir; bilen bir millet için müjdeci ve uyarıcı
olmak üzere Arapça okunarak, ayetleri uzun uzun açıklanmıştır. Ama insanların çoğu yüz
çevirmiştir, onlar işitmezler de: "Bizi çağırdığın şeye karşı kalblerimiz kapalıdır, kulaklarımızda
ağırlık, bizimle senin aranda anlaşmamıza engel vardır; istediğini yap, biz de yapacağız"
derler(4)»

MUHATAP
Her bilme bir objeyi bilmedir; ama her bilmede, her bilinçte, bilinen objeden başka bir şey
daha, bilen süje de vardır. Her bilinçte bana bir obje bildirilir; her bilinçte bir ben bir de obje
vardır. Ama ben kendim ile bilginin objesini başka başka biçimlerde bilirim. Obje karşımda
belirli bir şey olarak bulunur; obje bana açık ve seçik bir sınırlanmayla verilmiştir: görülen renk
ve şekil, işitilen ses, dokunulan Cisim olarak. Algımızın ya da bilincimizin ben yönünü ise çok
belirsiz bir biçimde bilirim. Haklı olarak, «kendimin, ilkece, ancak var olduğumu bilirim, ama
ne olduğumu bilmem» denmiştir; kendimi hiç bir zaman objeyi kavradığım gibi bilemem. 19
ERNST VON ASTER BİLGİ TEORİSİ VE MANTIK
٤ ‫ َأْو ِز ْد َع َلْيِه َو َر ِّتِل اْلُقْر آَن َتْر ِتياًل‬٣ ‫ ِنْص َفُه َأِو اْنُقْص ِم ْنُه َقِلياًل‬٢ ‫ ُقِم الَّلْيَل ِإاَّل َقِلياًل‬١ ‫َيا َأُّيَها اْلُم َّز ِّم ُل‬
«Ey örtünüp bürünen! Gecenin yarısında, istersen biraz sonra, istersen biraz önce bir müddet
için kalk ve ağır ağır Kuran oku(4)»

»Doğrusu Biz, sana, taşıması ağır bir söz vahyedeceğiz(5) « ٥ . ‫ِإَّنا َس ُنْلِقي َع َلْيَك َقْو اًل َثِقياًل‬
٦ ‫ِإَّن َناِش َئَة الَّلْيِل ِهَي َأَشُّد َو ْطًئا َو َأْقَو ُم ِقياًل‬
«şüphesiz, gece kalkışı daha tesirli ve o zaman okumak daha elverişlidir(6)» Müzzemmil

‫ِإَّنمِاَّنَم ا اْلُم ْؤ ِم ُنوَن اَّلٖذ يَن ِاَذ ا ُذ ِكَر ُهّٰللا َو ِج َلْت ُقُلوُبُهْم َو ِاَذ ا ُتِلَيْت َع َلْيِهْم ٰا َياُتُه َز اَد ْتُهْم ٖا يَم انًا َو َع ٰل ى َر ِّبِهْم َيَتَو َّك ُلوَۚن‬
enfal -2

١٢‫ َفَم ْن َش اَء َذ َك َر ُه‬١١‫َك اَّل ِإَّنَها َتْذ ِكَر ٌة‬

«Dikkat et; bu Kuran bir öğüttür(11)» «Dileyen onu öğüt kabul eder(12)» Abese

İNDİRİLEN---OLUMSUZ

‫ب َفٱۡع َم ۡل ِإَّنَنا َٰع ِم ُلوَن‬ٞ‫ر َو ِم ۢن َبۡي ِنَنا َو َبۡي ِنَك ِحَج ا‬ٞ ‫َو َقاُلوْا ُقُلوُبَنا ِفٓي َأِكَّنٖة ِّمَّم ا َتۡد ُعوَنآ ِإَلۡي ِه َو ِفٓي َء اَذ اِنَنا َو ۡق‬
«Bu Kitap, merhametli olan Allah katından indirilmedir; bilen bir millet için müjdeci ve uyarıcı
olmak üzere Arapça okunarak, ayetleri uzun uzun açıklanmıştır. Ama insanların çoğu yüz
çevirmiştir, onlar işitmezler de: "Bizi çağırdığın şeye karşı kalblerimiz kapalıdır, kulaklarımızda
ağırlık, bizimle senin aranda anlaşmamıza engel vardır; istediğini yap, biz de yapacağız"
derler»

‫َم َثُلُهۡم َك َم َثِل ٱَّلِذ ي ٱۡس َتۡو َقَد َناٗر ا َفَلَّم آ َأَض آَء ۡت َم ا َح ۡو َل ۥُه َذ َهَب ٱُهَّلل ِبُنوِر ِهۡم َو َتَر َك ُهۡم ِفي ُظُلَٰم ٖت اَّل ُيۡب ِص ُروَن‬
«Onlar, çevresini aydınlatmak için ateş yakan kimseye benzerler ki, Allah ışıklarını yok edince,
onları karanlıklar içinde görmez bir halde bırakmıştır»

‫ي َفُهۡم اَل َيۡر ِج ُعوَن‬ٞ ‫ُص ُّۢم ُبۡك ٌم ُعۡم‬


«Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bu yüzden doğru yola dönmezler»

‫ُۢط‬
‫ق َيۡج َع ُلوَن َأَٰص ِبَع ُهۡم ِفٓي َء اَذ اِنِهم ِّم َن ٱلَّص َٰو ِع ِق َح َذ َر ٱۡل َم ۡو ِۚت َو ٱُهَّلل ُمِح ي ِبٱۡل َٰك ِفِر يَن‬ٞ ‫د َو َبۡر‬ٞ ‫ت َو َر ۡع‬ٞ ‫َأۡو َك َص ِّيٖب ِّم َن ٱلَّس َم آِء ِفيِه ُظُلَٰم‬
«Bir kısmı da, karanlıklarda, gök gürlemeleri ve şimşek arasında gökten boşanan sağanağa
tutulup, yıldırımlardan ölmek korkusu ile parmaklarını kulaklarına tıkayan kimseye benzer»

‫ْۚا‬
‫َيَكاُد ٱۡل َبۡر ُق َيۡخ َطُف َأۡب َٰص َر ُهۖۡم ُك َّلَم آ َأَض آَء َلُهم َّم َشۡو ْا ِفيِه َو ِإَذ آ َأۡظ َلَم َع َلۡي ِهۡم َقاُم و َو َلۡو َش آَء ٱُهَّلل َلَذ َهَب ِبَس ۡم ِع ِهۡم َو َأۡب َٰص ِر ِهۚۡم ِإَّن ٱَهَّلل َع َلٰى‬
‫ر‬ٞ‫ُك ِّل َش ۡي ٖء َقِد ي‬
«Şimşeğin çakması neredeyse gözlerini alır; onları aydınlattıkça ışığında yürürler ve üzerlerine
karanlık basınca durakalırlar. Allah dileseydi işitme ve görmelerini giderirdi. Doğrusu Allah her
şeye Kadir'dir» Bakara
‫َو ِم ْنُهْم َم ْن َيْسَتِم ُع ِإَلْيَك َو َج َع ْلَنا َع َلى ُقُلوِبِهْم َأِكَّنًة َأْن َيْفَقُهوُه َو ِفي آَذ اِنِهْم َو ْقًرا َو ِإْن َيَر ْو ا ُك َّل آَيٍة اَل ُيْؤ ِم ُنوا ِبَها َح َّتى ِإَذ ا َج اُءوَك‬
٢٥ ‫ُيَج اِد ُلوَنَك َيُقوُل اَّلِذ يَن َكَفُروا ِإْن َهَذ ا ِإاَّل َأَس اِط يُر اَأْلَّو ِليَن‬
«Onlardan seni dinleyenler vardır, Kuran'ı anlarlar diye kalblerine örtüler kulaklarına da ağırlık
koyduk. Onlar her türlü mucizeyi görseler bile, yine de ona inanmazlar, nihayet sana
geldiklerinde de seninle çekişirler. İnkar edenler, "Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey
değildir" derler(25)»Enam

٤٤ ‫َأْم َتْح َس ُب َأَّن َأْكَثَر ُهْم َيْس َم ُعوَن َأْو َيْع ِقُلوَن ِإْن ُهْم ِإاَّل َك اَأْلْنَع اِم َبْل ُهْم َأَض ُّل َس ِبياًل‬
«Yoksa çoklarının söz dinlediklerini veya aklettiklerini mi sanırsın? Onlar şüphesiz davarlar
gibidir, belki daha da sapık yolludurlar(44)» Al-Furqan

USUL
Her kitap, tılsımlı bir saray. Kapıları ilk gelene açılmaz. Bu Ülke Cemil Meriç 243
---Vahiyle ortaya konan bilgi insanın üç yönüne hitap eder; Kalb-Lübb_Akıl
Kalbin kulağın ve gözün kapalı oluşu kafire ait bir durumdur. Halbuki Nahl 78

Kur’an her okuyucusuna istidadına göre hitap eder. Her okuyucu da istidadı kadar anlar.
Kuranı anlamayı arttırabilmek okuyucunun dikkatini ve istidadını arttırmakla mümkündür.
“Kendilerine verdiğimiz Ki- tabı gereğince okuyanlar var ya, işte ona ancak onlar inanırlar...”
(Bakara 2/121)
Kur’ân’ın gönderiliş gayesinin gerçekleşebilmesi için öncelikle onun mesajlarına kulak
verilmesi gerekmektedir.
İkinci olarak, layıkıyla okunup dinlenen bu ayetlerin doğru bir şekilde anlaşılması, yani tilâvet
edilen lafızların anlam boyutuna inilmesi gerekir. Nitekim Yüce Allah, Kur’ân’da ayetlerini
bizim anlamamız için açıkladığını belirtmektedir: “Anlayan bir toplum için âyetleri ayrıntılı bir
şekilde açıkladık.” (En’âm 6/98)
Üçüncü olarak, okunan ve lafız itibarıyla anlaşılan bu ayetler üzerinde yeterince düşünülerek
onların tefsir edilip yorumlanması ve böylece verilmek istenen mesajların doğru bir şekilde
kavranması gerekir: “(Resûlüm!) Sana bu mübarek Kitab'ı, âyetlerini düşünsünler ve aklı
olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.” (Sâd 38/29)

Son aşamada ise, okunan, anlaşılan ve doğru bir şekilde yorumlanan Kur’ân ayetlerinin
uygulamaya sokulması yani orada yapılması istenen hususların hayata geçirilmesi gerekir:
“İşte bu (Kur’ân), bizim indirdiğimiz mübarek bir ki- taptır. Buna uyun ve Allah'tan korkun ki
size merhamet edilsin.” (En’âm 6/155)

)‫ قرآن‬،‫ قِراءة‬،‫ (قرأ – يقرأ – قـرء‬a) KIRÂAT


Bu kelime, sözlükte şu iki anlama gelmektedir: 1. Bir şeyi biriktirip birbirine katmak, bir araya
getirmek: Bu, kelimenin aslî anlamıdır.6 er-Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât, s. 414; Âsım Efendi,
Kâmûs Tercümesi, I, 80.

)‫ ( َتال – يتلو – تِالوة‬b. TİLÂVET


Sözlükte; bir kimseyi arada hiç kimse bulunmayacak kadar yakından takip etmek ve izlemek
anlamına gelir.1616 Âsım Efendi, Kâmûs Tercümesi, IV, 886.
Bu, bedenle izlemeyi ifade ettiği gibi, hükümde birbirine uymayı da ifade eder. Kelime, tilâvet
masdarıyla okumak anlamına da gelmektedir.17 Kelimenin her iki sözlük anlamı arasında sıkı
bir ilişki vardır. Zira okumak, ard arda sıralanan harfleri düzgün ve birbiriyle uyumlu bir şekilde
takip etmektir. Fakat bu, sadece dil ile değil, aynı zamanda zihin ve beden ile de sürdürülen
bir eylemdir. Çünkü kişi, sözlü olarak seslendirdiği şeyi zihnen de okuyarak veya fiiliyata
dökerek devam ettirmektedir.18 er-Râzî, Garibu’l-Kur’ân, s. 537.
Bunun içindir ki Kur’an hemen başlangıçta kendisinden istifade için üç şeye dikkat çeker:
1. Euzü
2. Besmele
3. Takva
4. Niyet ve arzu

Euzü:
‫َٰط‬ ‫ۡأ‬
‫َفِإَذ ا َقَر َت ٱۡل ُقۡر َء اَن َفٱۡس َتِع ۡذ ِبٱِهَّلل ِم َن ٱلَّشۡي ِن ٱلَّر ِج يِم‬
«Kuran okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın» Nahl 98
Bundan maksat kişinin kendini bütün benliğiyle her türlü korku ve her türlü endişeden uzak
şekilde okuduğu Kur’an’a vermesini sağlamaktır

٩٨ ‫َفِإَذ ا َقَر ْأَت اْلُقْر آَن َفاْسَتِع ْذ ِباِهَّلل ِم َن الَّش ْيَطاِن الَّر ِج يِم‬
«Kuran okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın(98)»nahl
Son ayeti öncesiyle anlamak gerekir.
Sığınmak kuru bir sözden ibaret değil, kendimce tasarladıklarımdan vazgeçip Allah’ın benim
yapmamı istediklerine yönelmemdir.

Önce euzü-
Cennetten kovulan şeytan /doğru yol
١٦ ‫َقاَل َفِبَم ا َأْغ َو ْيَتِني َأَلْقُعَد َّن َلُهْم ِص َر اَطَك اْلُم ْسَتِقيَم‬
«"Beni azdırdığın için, and olsun ki, Senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra
önlerinden, artlarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım; çoğunu Sana şükreder
bulamayacaksın" dedi(16)»ARAF
Kur’an okumaya başlayana musallat olacaktır. Bütün ibadetler;namaz oruç hac zekat böyle.
Başlangıç Kur’an

BİLGİ VE KUTSAL
29. Bahsedildiği gibi, el-'arif billah, "Tanrıyı bilen kişi" değil, ''Tanrı vasıtasıyla bilen kişi"
anlamına gelir.334
Böyle bir bilgiyi kazanmak, yakin elde edip zihni dağıtan ve iç huzurunu tahrip eden şüphe ve
vesveseden kurtulmaktır. Kutsal bilgi Yakın üzerine kurulmuştur ve ona götürür; varsayımlara
ve düşünsel kavramlara dayanmaz,338

Euzü; Allah’a sığınarak okumak, Allah’ı sığınak görmek


Düşmandan korunma yollarından biri de bir sığınağa girmektir. Sığınağı olmayan korunaksız
kalmıştır. Korunaksız olan da hedef tahtası haline gelecektir.
Korunak- adem/hava - çıplak
Euzü billah; sığınılan alemlerin rabbi, korunulan taşlanarak kovulan şeytan
Taşlanarak kovuluş bir alçalmayı anlatıyor. İnsan Allah’ın emrinden çıkınca şeytan gibi
alçalmaya başlıyor.
Kur’ân Okumaya Eûzü Besmele ile Başlamak: Kur’ân’da, “Kur’ân okuduğun zaman o kovulmuş
şeytandan Allah'a sığın!” (Nahl 16/98) buyrulmuştur. İstiâzeyi okumanın anlamı, Kur’ân
okumaya başlarken her türlü süflî düşünce ve isteklerden uzaklaşmaya çalışmak, bu esnada
şeytanın akla getireceği kötü düşüncelerden ve kalbe düşüreceği şüphe ve kuruntulardan
Allah’a sığınmaktır. Gayesi de, kişinin Kur’ân okuyuşu esnasında tüm dikkatini okuduğu
ayetler üzerine yoğunlaştırmasını sağlamaktır. Aynı şekilde besmele çekmenin anlamı da, onu
sırf Allah rızası için okumaktır. Gayesi ise, Kur’ân’ı gönderiliş gayesine uygun olarak okumayı
sağlamaktır.
---Bunun içindir ki “Kalpleriniz Kurandan ayrıldığı zaman okumayı bırakın denmiştir.”
BESMELE
12)Allah’ın ismiyle okumak:
١ ‫اْقَر ْأ ِباْس ِم َر ِّبَك اَّلِذ ي َخ َلَق‬
«Yaratan Rabbinin adıyla oku!(1)»
Allah’ın ismiyle okuyuş O’nun rızasına O’nun muradına uygun okuyuştur. İnsan için iki yol
vardır. Birincisi kendi arzusunu, anlayış ve düşüncesini Kur’an’a taşımak diğeri ise Kur’an’la
arzusuna anlayış ve düşüncesine Allah’ın istediği şekilde yön vermektir. Allah’ın ismiyle
okuyuş Allah’la beraber okuyuştur. Aksi takdirde indi kanaatlerimizi Allah’ın muradı gibi
zannederiz ki dine ve Kur’an’a yapılabilecek en büyük zulüm bu olsa gerektir.
İdeali yakaladığını düşünen Kur’an okuyucusu yine de bulduğunun ve bildiğinin kendi
kapasitesiyle sınırlı olduğunu unutmamalıdır. Hele hele kendi hakikatinin nihai-ilahi hakikat
olduğu gibi bir haddini bilmezliğe hiçbir şekilde tevessül etmemelidir. Selef-i salihin Kuran
tefsirinin akabinde Allahu a’lem bissavab(Doğrusunu Allah bilir ) derlerdi.
Evet Süreyya’yı serada değil, semada aramak gerektir. Kur’an’ın maânîsini de esdafında ara.
Yoksa karmakarışık olan senin cebinden arama; zira bulamıyorsun Muhakemat 15
Kendi anlayışını Kur'an'a yüklemek

4. ‫ ِباْس ِم َر ِّبك‬muallimi evvel Allah’a göre oku , Kur’an’ı Kur’an’la anlama, kelamı ilahiden
muradı ilahiyi anlama (Örneğin namaz şekil değil içerik Maun

TAKVA

1)Muttaki olmak
٢ ‫َذ ِلَك اْلِكَتاُب اَل َر ْيَب ِفيِه ُهًدى ِلْلُم َّتِقيَن‬

٤٨ ‫َو ِإَّنُه َلَتْذ ِكَر ٌة ِلْلُم َّتِقيَن‬


öğüttür «Doğrusu Kuran Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir (48)» Al-Haqqa

Sonrasında kişinin takvası gelmektedir. Çünkü Kuran muttakilere yol gösterir.(Bakara -1)
Muttaki sakınan, endişe taşıyandır. Müslüman Kuranla hidayete ulaşabilmek için arayışla
beraber bir korku içerisinde olmalıdır. Bu korku doğruyu ararken yanılma, doğruyu yanlış
anlama veya doğruya-hakikate ulaşamama korkusudur. İşte bu noktada kişinin niyet ve
arzusu doğrunun ve hakikatin bulunmasında belki de en büyük etken olacaktır:
٦ ‫اْهِد َنا الِّص َر اَط اْلُم ْسَتِقيَم‬
.hakikatli yola ulaşmak, Hakikatle
Kur’an usulü aynı zamanda bir hakikate ulaşma usulüdür. Bunun için rabbimiz Kuranla
muhatap olan kulunun -insanın hakikate azami ölçüde vukufiyetini sağlayabilmek adına
ortaya bir takım ölçüler koyar.Bu ölçüler genellikle surelerin başındaki ayetlerdir
Nâsın ekseri cumhur-u avamdır. Nazar-ı Şâri’de ekall, eksere tâbidir. Zira avama müvecceh
olan hitabı, havass fehm ve istifade ediyorlar. Bilakis olursa olamaz. İşte cumhur-u avam ise,
me’luf ve mütehayyelatından tecerrüd edip hakaik-i mücerrede ve makulat-ı sırfeyi temaşa
edemezler. Meğer mütehayyelatlarını dûrbîn gibi tevsit etseler... Fakat mütehayyelatın
suretlerine hasr ve vakf-ı nazar etmek, cismiyet ve cihet gibi muhal şeyleri istilzam
eder.Muhakemat
Bilmek ile düşünmek, gerçi, birer ruhsal olaydır, ama bunlar belirli bir erek, belirli bir görevi
olan ruhsal olaylardır. Bu erek ya da göreve de doğruluk deriz. Düşünmek, doğru bir düşünme
olmak ister ya da onun böyle olması gerekir. Bunun gibi, bilmek de doğru olan bir bilgi olmak
ister, ya da onun böyle olması gereklidir. Öyleyse bilgi teorisi ve mantık, ancak doğru'ya
yönelmiş olan, doğru olmayı erek edinen bilme ve düşünme ile uğraşırlar. örneğin mantığın
kanunları, gerçekte nasıl düşünüldüğünü gösteren, düşünme olaylarının gidişini betimleyen
kanunlar olmayıp, doğru olmak ya da doğru olan sonuçlara varmak istiyorsa, zihnimizin nasıl
bir yolda yürümesi gerektiğini gösteren kanunlardır. Demek ki, bilgi teorisi ve mantık, doğru
olan bilginin yolu ve yöntemi üzerine bir bilimdirler. ERNST VON ASTER BİLGİ TEORİSİ VE MANTIK 11

Duyusal algılar bedenin dış ve içindeki -duyu organları ve sinir sistemindeki- olaylara
bağlıdırlar. 21 ERNST VON ASTER BİLGİ TEORİSİ VE MANTIK
Burada hemen şu soruyla karşılaşırız: Doğruluk nedir? Bu sözcükten ne anlıyoruz? Bu soruya
yanıt vermek, bilgi öğretisine düşen bir ödev, hem de çok özel bir ödevdir. Bu sorunun
yanıtını bulmak için ayrıntılı incelemeler gerektiğinden, şimdilik öteden beri karşılaşılan,
şüphesiz kısmen de doğru olan geçici bir yanıtla yetineceğiz: Bil gi, objesine uygunsa doğrudur.
Başka deyişle: Doğruluk, bilginin yöneldiği objeye uygun olmasıdır.
1

Bizim anladığımız manada bilgi iki çeşittir: biri Tanrı tarafından insana verilen bilgi, Öteki de
Deney ve gözleme dayalı rasyonel araştırma faaliyetleri ile insanın kendi edindiği bilgidir.
İnsan birinci türden bilgiye yalnızca, tanrının bir lütfu ve yine Tanrı tarafından insanın Bu
bilgiye varması için yaratılan onun bilkuvve Ruhi gücüne ve kapasitesine dayalı bir ibadet ve
tazarru fiilleri vasıtasıyla iç görü ya da Ruhi zevk ile keşfini açarak varır. Bu bilgi- marifet- onun
nefsi ve ruhu ile alakalıdır ve Böylesi bir bilgi- daha önce kısaca mikro kozmos ve makro
kozmos arasında kurulan benzer ilişkiyi mukayese ettiğimizde de değinildiği gibi- Allah'ın
bilgisine nüfusu içerdiğinden dolayı da en yüksek bilgidir. 94
Böylesi bir bilgi temelde Allah'ın lütfuna dayandığından ve o bilginin kazanılmasının ön
gerekleri olarak Allah'a kulluk eylemlerini ve çabalarını icap ettirdiğinden bu ön gereklerinin
bilgisi de ayrıca önem kazanır. 95 İslam Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi Nakib el-Attas
DÜŞÜNCELER PASCAL
Kendini beğenmişlik, tutku ile aşırı istekle, güçsüzlükle, düşkünlükle, haksızlıkla dopdolu
olduğunu bilmezse insan çok gözü görmez demektir. Gene bunlardan kurtulmayı bilmeyen,
aramayan bir insandan ne denli söz etmek gerekir

1)Ağır ağır – tane tane okumak

٤ ‫َأْو ِز ْد َع َلْيِه َو َر ِّتِل اْلُقْر آَن َتْر ِتياًل‬


«Ey örtünüp bürünen! Gecenin yarısında, istersen biraz sonra, istersen biraz önce bir müddet
için kalk ve ağır ağır Kuran oku(4)»Müzzemmil
Aynı surenin 6. Ayetinde ise bu defa
٦ ‫ِإَّن َناِش َئَة الَّلْيِل ِهَي َأَشُّد َو ْطًئا َو َأْقَو ُم ِقياًل‬
«şüphesiz, gece kalkışı daha tesirli ve o zaman okumak daha elverişlidir(6)»
Zihnin en dinamik olduğu zaman diliminde okumak tavsiye edilmiştir.

١١٤‫َفَتَع اَلى ُهَّللا اْلَم ِلُك اْلَح ُّق َو اَل َتْع َج ْل ِباْلُقْر آِن ِم ْن َقْبِل َأْن ُيْقَض ى ِإَلْيَك َو ْح ُيُه َو ُقْل َر ِّب ِز ْد ِني ِع ْلًم ا‬
«Gerçek hükümdar olan Allah Yüce'dir. Kuran sana vahyedilirken, vahy bitmezden önce,
unutmamak için, tekrarda acele edip durma, "Rabbim! ilmimi artır" de(114)»

٣٢ ‫َو َقاَل اَّلِذ يَن َكَفُروا َلْو اَل ُنِّز َل َع َلْيِه اْلُقْر آُن ُج ْم َلًة َو اِح َد ًة َك َذ ِلَك ِلُنَثِّبَت ِبِه ُفَؤ اَدَك َو َر َّتْلَناُه َتْر ِتياًل‬
«İnkar edenler: "Kuran ona bir defada indirilmeliydi" derler. Oysa Biz onu böylece senin
kalbine yerleştirmek için azar azar indirir ve onu ağır ağır okuruz(32)» Al-Furqan
“İnkâr edenler: Kur’ân ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi? dediler. Biz onu senin
kalbine iyice yerleştir- mek için böyle yaptık (parça parça indirdik) ve onu tane tane (ayırarak)
okuduk.” (Furkân 25/32) Burada Yüce Allah, Kur’ân’ın gerek parça parça indirilmesi, gerekse
yavaş yavaş okunmasının, bizzat onun doğru ve rahat bir şekilde anlaşılabilmesi ve
hazmedilebilmesi gayesine yönelik olduğunu belirtmektedir.

Netice itibarıyla Kur’ân, insan fıtratına ve toplumsal değişim kurallarına uygun olarak belli bir
süreç içinde nazil olmuştur; “Biz onu, Kur’ân olarak, insanlara dura dura okuyasın diye (âyet
âyet, sûre sûre) ayırdık; ve onu peyderpey indirdik.” (İsrâ 17/106) Bu da, bize, Kur’ân’ın nasıl
okunması gerektiğini açıkça göstermektedir.
Aynı şekilde Hz. Peygamber, gürültülü ortamlarda, yolculuk esnasında veya uykusuz bir
şekilde Kur’ân okunmasını hoş karşılamamıştır.71 Çünkü bu gibi durumlarda, okunan Kur’ân’ı
dinlemek ve anlamak mümkün değildir. 71 en-Nevevî, et-Tibyân, s. 38-39.
2)Ayetler üzerinde düşünüp araştırma yapmak

٢٤‫َأَفاَل َيَتَد َّبُروَن اْلُقْر آَن َأْم َع َلى ُقُلوٍب َأْقَفاُلَها‬


«Bunlar Kuran'ı düşünmezler mi? Yoksa kalbleri kilitli midir?(24)»Muhammed
Yüzeysel okuyuşlar neticesinde yüzeysel bir bilgi ve yüzeysel bir anlayış ortaya
çıkacaktır.Eskilerin ifadesiyle Kur’anın künhüne vakıf olmak işi ciddiye alıp her bir ayet
üzerinde düşünüp araştırma yapmakla mümkün olacaktır.Bu noktada en büyük
problemlerimizden biri de Kur’anın yalnızca İlahiyatçı yaklaşımıyla anlaşalıbileceğidir.Orta
düzeyde de olsa edebiyat,tarih coğrafya,sosyoloji,psikolji gibi ilim dallarından okumalar
yapmadan veya bu ilim dallarının uzmanlarından bilgi desteği almadan Kur’anın
anlaşılabilmesi mümkün değildir. Bir diğer nokta ise;Kur’anı bilmek metnin üzerinde
gereğinden fazla düşünmek yerine metnin işaret ettiği varlıklar ve olaylar üzerinde
düşünmenin gerekliliğidir.
Okuduğu Kur’ân’ı anlamayan kimselerin ortaya çıkarabilecekleri problemleri şu şekilde ifade
etmiştir: ‘Sizin içinizden öyle tipler türeyecektir ki, siz onların namazları yanında kendi
namazlarınızı, oruçları yanında kendi oruçlarınızı, iyi işleri ve hayırları yanında kendi salih
amellerinizi küçük göreceksiniz. Onlar, Kur’ân da okuyacaklar, fakat Kur’ân’ın feyz ve bereketi
hançerelerini geçmeyecektir. Onlar, okun avı delip çıktığı gibi dinden çıkacaklar...’ 76 el-Buhârî,
Fadâilü’l-Kur’ân 36; el-Müslim, Zekât 142-153.

Tüm bu hususlardan anlaşılacağı üzere Hz. Peygamber’in Kur’ân okuma anlayışı, salt lafza
dayalı şekilci bir okuma değil, bilakis beraberinde iyi anlama, doğru yorumlama ve güzel
uygulamayı da gerektiren bir bütünlük arzetmektedir.
Kur'an'da Zahir ve Batın: Kur'an'da her bir ayetin bütün metinlerde olduğu gibi bir
görünen anlamı bir de üzerinde düşünülerek fark edilen örtülü anlam vardır.
Sa’b olan bir kelâmın iğlak ve işkali, ya lafız ve üslûbun perişanlığından neş’et eder -bu kısım
Kur’an-ı Vâzıh-ul Beyan’a yanaşmamıştır- veyahut mananın dakik, derin veyahut kıymetdar
veyahut gayr-ı me’luf, gayr-ı mebzul olduğundan güya fehme karşı nazlanmak ve şevki
arttırmak için kendini göstermemek ve kıymet ve ehemmiyet vermek ister; müşkilât-ı
Kur’aniye bu kısımdandır. Muhakemat 38

Başka bir bilme çeşidi daha vardır: düşünme. Düşünme nedir? Bu soruyu kısaca yanıtlamak
için: «Düşünme birleştirmek, parçalamak ve karşılaştırmaktır» diye biliriz. Birleştirmede
objeleri bir birlik ya da bir bütün halinde toplarım; parçalamada bir objeyi parçalarına
ayırırım; karşılaştırmada ise iki ya da daha çok obje arasındaki bağıntıyı (örneğin bir eşitlik, bir
benzerlik, bir başkalık bağıntısını) öğrenirim. Bilgi Teorisi ve Mantık 43
okurken zihnimiz aslında başka birisinin düşüncelerinin oyun alanından başka bir şey değildir.
Ve dolayısıyla öyle olur ki çok fazla —yani neredeyse bütün gün— okuyan ve arada
düşünmeksizin geçirilen eğlence yahut meşgale ile kendisini eğlendiren kimse, yavaş yavaş
kendi kendine düşünme yeteneğini kaybeder Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine Arthur
Schopenhauer 56
“tıpkı at üstünden inmeyen bir adamın sonunda yürümeyi unutması gibi. Birçok eğitimli
insanın durumu bundan pek farklı değildir: Okumak kendilerini ahmaklaştırır. Çünkü her boş
vakitte okumak ve sürekli olarak sadece okumak zihni, mütemadiyen elle çalışmaktan daha
fazla felç edici bir etkiye sahiptir, zira bu ikinci durumda uğraş kişiye kendi düşüncelerini takip
edebilme imkânı sunar.” Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine Arthur Schopenhauer 56

3)İyi olmak ve iyi olma niyeti taşımak:


٣ ‫ ُهًدى َو َر ْح َم ًة ِلْلُم ْح ِس ِنيَن‬٢ ‫ِتْلَك آَياُت اْلِكَتاِب اْلَحِكيِم‬
«Bunlar, iyi davranan kimseler için rahmet ve doğru yol rehberi olan hikmetli Kitap'ın
ayetleridir(3)»lokman
Kur’an hırsızlara kapısını açmaz. Art niyetli ve yanlış bulma sevdasında olanlar Kur’an da
doğruyu bulamazlar. İnsan neyi ararsa onu bulur. Yanlışı arayan doğruda bile yanlış bulur.İyi
Kur’anla daha iyi olur.İyi olmak niyeti taşımayanın ne kadar okursa okusun Kur’anın yapacağı
bir şey yoktur.

Zira ancak ahlâk bizi düşüncenin iyi bir doğaya, düşünürün de iyi bir istence sahip olduğuna
ikna edebilir ve ancak İyi, düşünceyle hakikat arasında olduğu varsayılan yakınlığı tesis
edebilir 9 BİLME İSTENCİ ÜZERİNE DERSLER

‘’Bilim’’ demek teknoloji ve teknolojinin uygulamaları demektir. Buna karşılık islamın anladığı
bilim, ona liyakat kesbedenlerin manevi bakımdan olgunlaşmasına ve esenliğe çıkmasına
yarayacak bilgi peşindedir. Bu yüzden de sonuçları içe dönüktür, gizlidir, değerini kolayca
açığa vermez. (38) İslamda Bilim ve Medeniyet S.H.Nasr

Bilgi edinmenin ve İslami eğitimin gayesinin temel esprisi iyi bir insan yetiştirmektir.9

3-A) IYI NIYETLE YAKLAŞMAK

‫ُهَو اَّلِذ ي َأْنَز َل َع َلْيَك اْلِكَتاَب ِم ْنُه آَياٌت ُم ْح َك َم اٌت ُهَّن ُأُّم اْلِكَتاِب َو ُأَخ ُر ُم َتَش اِبَهاٌت َفَأَّم ا اَّلِذ يَن ِفي ُقُلوِبِهْم َز ْيٌغ َفَيَّتِبُعوَن َم ا َتَش اَبَه ِم ْنُه‬
‫اْبِتَغاَء اْلِفْتَنِة َو اْبِتَغاَء َتْأِو يِلِه َو َم ا َيْع َلُم َتْأِو يَلُه ِإاَّل ُهَّللا َو الَّراِس ُخ وَن ِفي اْلِع ْلِم َيُقوُلوَن آَم َّنا ِبِه ُك ٌّل ِم ْن ِع ْنِد َر ِّبَنا َو َم ا َيَّذ َّك ُر ِإاَّل ُأوُلو‬
٧ ‫اَأْلْلَباِب‬
«Sana Kitap'ı indiren O'dur. Onda Kitap'ın temeli olan kesin anlamlı ayetler vardır, diğerleri de
çeşitli anlamlıdırlar. Kalblerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak, kendilerine göre
yorumlamak için onların çeşitli anlamlı olanlarına uyarlar. Oysa onların yorumunu ancak Allah
bilir. İlimde derinleşmiş olanlar: "Ona inandık, hepsi Rabbimiz'in katındandır" derler. Bunu
ancak akıl sahipleri düşünür;(7)»

٨ ‫َر َّبَنا اَل ُتِز ْغ ُقُلوَبَنا َبْع َد ِإْذ َهَدْيَتَنا َو َهْب َلَنا ِم ْن َلُد ْنَك َر ْح َم ًة ِإَّنَك َأْنَت اْلَو َّهاُب‬
«Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme, katından bize rahmet
bağışla; şüphesiz Sen sonsuz bağışta bulunansın(8)» Al-İmran
----Kalbin eğriliği ulaşılan bilgiyi de etkileyecektir.---
“Bir insanın okuduğu her şeyi muhafaza etmesini istemek, yediği her şeyi midesinde
muhafaza etmesini istemekten farksızdır. Yediği şey onu bedenen, okuduğu şey de zihnen
beslemiştir ve o bunlarla ne ise o olmuştur. Nasıl ki beden kendisiyle türdeş olanı
hazmederse, bir insan da kendisini ilgilendiren—dikkatini çeken şeyi muhafaza edecektir; bir
başka deyişle onun düşünce sistemiyle örtüşen yahut amaçlarına denk gelen şeyi bünyesinde
alıkoyacaktır. Herkesin hedefleri vardır, fakat azdan azı bir düşünce sistemine benzer bir şeye
yaklaşır. ” Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine Arthur Schopenhauer

5) Hidayet;
٢ ‫َذ ِلَك اْلِكَتاُب اَل َر ْيَب ِفيِه ُهًدى ِلْلُم َّتِقيَن‬
Bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren «
»Kitap'dır(2)

--Salt bilgi değil hidayet----

4)Geçmişin devamı olduğunu bilmek:

٣ ‫َنَّز َل َع َلْيَك اْلِكَتاَب ِباْلَح ِّق ُمَص ِّد ًقا ِلَم ا َبْيَن َيَد ْيِه َو َأْنَز َل الَّتْو َر اَة َو اِإْل ْنِج يَل‬
«Kendisinden önceki Kitapları tasdik eden Hak Kitap'ı sana indirdi. Önceden insanlara yol
gösterici olarak Tevrat ve İncil'i de indirmişti. O, doğruyu yanlıştan ayıran Kitap'ı indirdi.
Doğrusu Allah'ın ayetlerini inkar edenler için şiddetli azab vardır. Allah güçlüdür, mazlumların
öcünü alır(3)»Ali imran

5)Hikmet içerdiğini bilmek;

١ ‫الر ِتْلَك آَياُت اْلِكَتاِب اْلَحِكيِم‬


«Elif, Lam, Ra. İşte bunlar hikmetli Kitap'ın ayetleridir(1)»YUNUS
Dini bilginin öğretimindeki hikmetten yoksun sığlık İslam toplumlarında zaman zaman sığ
düşünceli fertler yetişmesine sebep olmuştur.
Kitapla beraber Hikmet gerek
Şuara 83 hikmeti talepte süreklilik

6)Aklı devreye sokmak:

Kalp" ilahi Latife" olarak tanımlanır, insan türünün gerçek doğası ve özü olmakla birlikte insan
ilminin de kaynağıdır. Bu tamamen kuşatıcı akli ve bilişsel bir kabiliyettir; Öyle ki
çalıştırıldığında değer bilgisini de kapsamına alır çünkü dünya, değerle dolup Taşan aklımıza
ve bilincimize başka türlü görünemez. Ihya- 3. 220 İmkânsız Devlet

Topluluklar Kur'an'ın mucizevi nağmeleri ile mest olur. Huşu duyar ve ne söylendiğini bilmese
bile iman eder.
Her şeyin akıllı ölçüldüğü ve gayet yaygın olarak" din mantık dinidir" denilen bir ortamda
kulaktan ruhu etkilemekle yetinemeyiz. Aklı da tatmin etmeliyiz.
"İki türlü aşırılık vardır; Mantığı hesaba katmamak ve mantıktan başka bir şey tanımamak."
(Şerif Oktürk, Konuşma, Sanat Ve Güzel Sözler Antolojisi, Cilt, 1, s. 117, Kastaş Yayınları, İst.
1983, 1. Baskı)
Kant saf akıl pratik akıl
“entellektüel sezgi özü itibariyle birey üstü (supra-individuelle) bir melekedir.” MODERN
DÜNYANIN BUNALIMI 81
“bugünkü öğretimin bütünüyle laftan ibaret olan (verbale) ve sadece kitaba bağlı kalınan
"kitabî" (livresque), anlayışı içinde, gerçekten "anlamak"tan daha ziyade "öğrenmek"mi, söz
konusudur, yani hafıza, akıl ve zekânın yerine mi konulmak isteniyor diye soruyor insan kendi
kendine” MODERN DÜNYANIN BUNALIMI 97
“Bir kimse ne kadar fazla okursa, okuduklarından kalan izler de kaçınılmaz olarak o kadar az
olacaktır; zihin üzerine tekrar tekrar yazı yazılan bir tablete benzer. Derin derin düşünmeye
zaman yoktur ve okunan şeyler ancak derin düşünmeyle hazmedilebilir, eğer bir kimse daha
sonra üzerinde durup düşünmeksizin sürekli okursa okudukları kök salmaz, büyük bölümü
itibariyle kaybolur.” Okumak Yazmak ve Yaşamak Üzerine Arthur Schopenhauer

“DÜŞÜNMEK ÜZERINE
Bir kütüphane çok geniş olabilir; fakat eğer düzensiz ise küçük ama derli toplu bir kütüphane
kadar kullanışlı ve yararlı değildir. Benzer şekilde, bir insan çok büyük bir bilgi yığınına sahip
olabilir, fakat kendi kendisine üzerinde düşünerek bu bilgiyi gerektiği gibi işlememişse, tam
olarak üzerinde düşünülmüş çok daha küçük bir bilgi miktarından daha kıymetsizdir. Çünkü
bir insan ancak dört bir taraftan topladığı bilgiyi bir araya getirip bildiği şeyleri bir doğruyu
diğeriyle mukayese ederek terkip haline getirdiği zaman ona tamamen hâkim olur ve onu
kendi gücüne-melekesine dönüştürür. Bir insan bilmediği bir şeyi zihninde evirip çeviremez,
düşünemez; bu yüzden önce bir şeyi öğrenmelidir; fakat bir insan ancak üzerine düşündüğü
şeyi bilir.” Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine Arthur Schopenhauer
“Düşünmenin ve okumanın insan zihni üzerinde meydana getirdiği etkiler arasındaki fark
varılamayacak kadar büyüktür. Zihinler arasında bir insanı düşünmeye diğerini okumaya
götüren asli farklılık bu yüzdendir ki sürekli olarak büyür. Okumakla insanın o an içinde
bulunabileceği ruh haline ve temayülüne yabancı olan düşünceler zihni zorla ele geçirir ve
üzerine damgasını bastığı balmumuna mühür ne kadar yabancıysa bu düşünceler de zihne o
kadar yabancıdır. Böylelikle zihin bütünüyle dışarıdan gelen zorlama altındadır; şunu veya
bunu düşünmeye zorlanır, her ne kadar o an için böyle bir şeye zerrece eğilimi yahut isteği
yok ise de...” Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine Arthur Schopenhauer
“Fakat bir insan kendi kendisine düşününce o an için ya çevresi ya da zihnine düşen belli bir
şey tarafından belirlenmiş olan kendi sevki tabisini takip eder. İnsanın görünür çevresi zihne
okuma gibi tek bir belirli düşünceyi zorlamaz, ona sadece doğasına ve mevcut ruh haline
uygun olan şey üzerine düşünmeye götürecek malzemeyi ve vesileyi sunar. Dolayısıyla çok
okumanın zihni her türlü esneklikten yoksun kılmasının nedeni budur; bu tıpkı bir çelik yayı
sürekli tazyik altında tutmak gibidir. Eğer bir insan düşünmek istemezse bunun en güvenli
yolu yapacak başka bir şeyi olmadığı zaman eline bir kitap almaktan geçer.
Eğitimin insanların çoğunu fıtraten olduklarından daha ahmak ve budala yapmasının ve
yazdıklarını herhangi bir başarı kazanmaktan alıkoymasının sebebini açıklayan işte bu
alışkanlıktır.” Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine Arthur Schopenhauer
“eğer ona kendi kendisine düşünerek ulaşmış ise bu bin kere daha kıymetlidir. Bilgimizi anca!
bu şekilde elde etmemiz halinde, elde ettiğimiz şey bütün düşünce sistemimizin bütünleyici
bir parçası, canlı bir uzvu haline gelir; böylelikle bildiklerimizle tam ve sağlam bir ilişki
içerisinde bulunur; bütün sonuçlarıyla (daha doğrusu tazammunlarıyla) esaslı bir şekilde
ancak böylelikle anlaşılır. Kendi düşünme tarzımızın rengini, ayırtısını ve damgasını ancak
böylelikle taşır; ve böylelikle tam zamanında, tam da gereksinim duyulduğu anda ortaya çıkar;
bağlandığı yere sapasağlam bağlanır ve asla unutulmaz. Bu, Goethe'nin gerçekten sahip
olabilmemiz için mirasımızı kendi alın terimizle kazanmamız yolundaki tavsiyesinin
mükemmel tahakkuku, hatta yorumudur:” Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine Arthur
Schopenhauer
“Düşünen kafa dışarıdan gebe kalır ve daha sonra onu rahminde taşır ve zamanı gelince
doğurur. Safi öğrenilmiş doğru bize suni bir uzuv gibi bağlıdır, takma bir diş yahut yapıştırma
bir burun ya da en iyi haliyle bir başkasının etinden yapılma bir burun gibi; o sadece takıldığı
veya tutturulduğu için bize bağlıdır; halbuki bir kimsenin kendi kendine düşünerek elde ettiği
doğru, tabii bir uzuv gibidir: Gerçekten bize ait olan sadece odur.” Okumak, Yazmak ve
Yaşamak Üzerine Arthur Schopenhauer
İHYA:
ilmin kaynağı akıldır. Çünkü ilim, akıldan doğar. Akıl, ilmin esası ve temelidir. İlim ile akıl
arasındaki ilgi meyve ile ağaç arasındaki ilgiye benzer. Güneş ile ışık, göz ile görmek arasındaki
nisbet gibidir.
(c.c) Kur'an-ı Hakîm'de Akla nur adını vererek şöyle buyurmuştur:Allah, göklerin ve yerin
nûrudur. Mü'minin kalbinde nûrunun sıfatı; sanki bir hücre ki içinde bir lâmba var. Lâmba da
cam bir mahfaza içindedir. O cam mahfaza sanki (parlayan) inci gibi bir yıldız...(Nûr/35)
Allah Teâlâ tarafından yine kendisinden istifade edilen Akl'a ruh, vahy ve hayat isimleri
verilmiştir:(Ey Rasûlüm!) İşte sana böyle emrimizden bir ruh (akıl) vahyettik.(Şûrâ/52)
Hiç, (evvelce) küfürle ölü olup (sonra) kendisini hidayetle dirilttiğimiz ve ona, insanlar
arasında yürüdüğü bir nûr (iman) verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde (küfürde) kalmış olan ve
ondan bir türlü çıkamayan kimse gibi olur mu?(En'am/122)
Kur'an'ın neresinde nûr ve zulmet kelimeleri zikrediliyorsa, orada nurdan ilim ve zulmetten
cehalet kastedilir.Allah iman edenlerin yardımcısıdır. Onları karanlıklardan aydınlığa (nûra)
çıkarır.(Bakara/257)
Yani onları cehaletten kurtarıp ilme, akla kavuşturur.
Hz. Enes'ten şöyle rivayet edilir; Bir topluluk, Rasûlullah'ın yanında mübalâğa edecek
derecede bir kişiyi övdü. Bunun üzerine Allah'ın Rasülü 'Övdüğünüz kişinin aklı nasıldır?' diye
sordu. Onlar 'Ey Allah'ın Rasûlü! Biz kişinin yaptığı ibadet ve gösterdiği çeşitli hayırları sana
söylüyoruz, sen ise onun aklını soruyorsun, bu nasıl oluyor?' deyince,
Hz. Peygamber şöyle buyurdu:Ahmak kişinin cehaletiyle işlediği günah, fâcirin fıskıyla elde
ettiği günâhı kat kat geçer. Yarın kıyamet gününde Allah'a en yakın derecelere her âbid,
aklının miktarı nisbetinde yükselecektir.266
Kısaca iç basireti nûrlu olmayan bir kimsenin kalbine ancak dinin kabukları yapışır ve ancak
dinin zâhirî merasimleriyle meşgul olur. Özüne ve hakikatine bir türlü yol bulamaz ve nüfuz
edemez. İşte bu kısımların tamamına akıl denilir.
Tecrübî ilimlerden ibaret olan üçüncü kısmına gelince, insanların buradaki farklı görüşleri,
inkâr edilemez bir hakîkattir. Zira çok isabet ve süratle idrâk etmek hususunda farklıdırlar.
Bunun sebebi; ya akıl cevherindeki veya tecrübelerindeki farklılıktır. Akıl cevherindeki ayrılık
ve farklılığın inkâr edilmesi mümkün değildir. Çünkü bu farklılık, nefsin üzerine doğan bir nûr
gibidir. Sabahları doğar ve ışığının parlaması erginlik çağma yakın bir za manda iyice görünür
ve böylece, devamlı bir şekilde, tedricî bir gelişme kaydeder. Bu gelişme kırk yaşma kadar,
günden güne tekâmül eder.
Eğer şeriat, övülen ve sena edilen bir nizamsa o vakit soruyoruz:- Bu övülen şeriat ne ile
bilinmiştir?Şüphesiz akılla bilinmiştir. Bu bakımdan, şeriatın bilinmesine vesile olan akıl,
hakîkate uygun olmayarak kötülenirse, şeriatın da kötülenmesi gerekir. (Mâdem ki şeriat
zemmedilemez, o halde, bilinmesine ve doğruluğuna vesile olan basîret nûru olan akıl da
zemmedilemez).
Güneş ve âlemlerden bilmem söz etmeyi;
Görüyorum sadece insanların acı çektiğini.
Dünyanın küçük efendisi hep aynı
Ve ilk günkü gibi acayip.
Biraz daha iyi yaşayacaktı,
Vermemiş olsaydın ona gök ışığından bir parıltı:
O buna akıl diyor ve sadece
Her hayvandan daha hayvanca yaşamak için kullanıyor. Faust32

Tanrı armağanı aklı, insanın bu en büyük hâzinesini küçümsemek gibi bir niyetim yok. Ama
karanlığın olmadığı bir dünyada ışığın bir hükmü olmadığı gibi, tek başına akıl da, anlamsızdır.
Dört Arketip - Carl Gustav Jung 48

MEFİSTOFELES
Nerede her şey eksiksiz ki bu dünyada?
Eksik kiminde bu, kiminde de şu, burada da yok para. Toplanamaz yerden, bu kesin;
Sağlar ama bilgelik, en derindekileri bile.
Dağların damarlarında, duvarların dibinde
Bulunur altın, sikke veya külçe şeklinde,
Ve soruyor musunuz bana, kim gün ışığına çıkartacak bunu diye:
Yetenekli insanın doğa ve akıl gücü!

BAŞBAKAN
Doğa ve akıl —Konuşulmaz böyle Hıristiyanlarla!
Yakıyorlar işte bundan dolayı dinsizleri,
Son derece tehlikeli olduğu için bu tür söylevler.
Doğa günahın kendisi, akıl ise şeytan,
Beslerler kendi aralarında şüpheyi, Faust 258

١٩٠ ‫ِإَّن ِفي َخ ْلِق الَّس َم اَو اِت َو اَأْلْر ِض َو اْخ ِتاَل ِف الَّلْيِل َو الَّنَهاِر آَل َياٍت ُأِلوِلي اَأْلْلَباِب‬
«Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahiblerine
şüphesiz deliller vardır(190)» Al-İmran
٢ ‫ِإَّنا َأْنَز ْلَناُه ُقْر آًنا َع َر ِبًّيا َلَع َّلُك ْم َتْع ِقُلوَن‬
«Biz onu, anlayasınız diye, Arapça bir Kuran olarak indirdik(2)»Yusuf

٣ ‫ِإَّنا َجَع ْلَناُه ُقْر آًنا َع َر ِبًّيا َلَع َّلُك ْم َتْع ِقُلوَن‬
«Apaçık Kitap'a and olsun ki, akledesiniz diye Kuran'ı Arapça okunan bir Kitap kılmışızdır(3)»
٢٤٢ ‫َك َذ ِلَك ُيَبِّيُن ُهَّللا َلُك ْم آَياِتِه َلَع َّلُك ْم َتْع ِقُلوَن‬
«Allah ayetlerini düşünesiniz diye böylece açıklamaktadır(242)» Al-Baqara
١٩‫َأَفَم ْن َيْع َلُم َأَّنَم ا ُأْنِز َل ِإَلْيَك ِم ْن َر ِّبَك اْلَح ُّق َك َم ْن ُهَو َأْع َم ى ِإَّنَم ا َيَتَذَّك ُر ُأوُلو اَأْلْلَباِب‬
«Sana Rabbinden indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, onu bilmeyen köre benzer mi?
Ancak akıl sahipleri ibret alırlar(19)»Rad

٢٩‫ِكَتاٌب َأْنَز ْلَناُه ِإَلْيَك ُمَباَر ٌك ِلَيَّد َّبُروا آَياِتِه َو ِلَيَتَذَّك َر ُأوُلو اَأْلْلَباِب‬
«Sana indirdiğimiz bu Kitap mübarektir; ayetlerini düşünsünler, aklı olanlar da öğüt
alsınlar(29)»Sad
٢٤‫َأَفاَل َيَتَد َّبُروَن اْلُقْر آَن َأْم َع َلى ُقُلوٍب َأْقَفاُلَها‬
«Bunlar Kuran'ı düşünmezler mi? Yoksa kalbleri kilitli midir?(24)» Muhammad

١٧ ‫اْع َلُم وا َأَّن َهَّللا ُيْح ِيي اَأْلْر َض َبْع َد َم ْو ِتَها َقْد َبَّيَّنا َلُك ُم اآْل َياِت َلَع َّلُك ْم َتْع ِقُلوَن‬
«Allah'ın, yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiğini bilin; size, akledesiniz diye açık açık deliller
anlattık(17)» Al-Hadid ---Akıl da ayetleri diriltir-----

‫ (العقل‬el-AKL .1
Sözlükte gerçeği, eşyanın hakikatini bilmek, idrak etmek gibi anlamlara gelen akl kavramı,
Kur’ân hakkında onun ayetleri üzerinde düşünüp verilen mesajı algılamayı ifade eder:
“Andolsun, size içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hâla akletmiyor musunuz?”
(Enbiyâ 21/10)
Okumak akletmek olarak ifade edilmiştir.

)‫ (التفّ كر‬et-TEFEKKÜR .10


Sözlükte düşünmek anlamına gelir. Kur’ân bağlamında Yüce Allah’ın ayetlerde belirttiği
hususlar üzerinde düşünmeyi ifade eder: “Hangi biriniz, kendisi ihtiyarlamış ve çocukları da
güçsüzken, altlarından ırmaklar akan, hurma, üzüm ve her çeşit meyveleri bulunan
bahçesinin, ateşli bir kasırganın kopmasıyla yanmasını ister? Düşünesiniz diye Allah size
ayetlerini böylece açıklar.” (Bakara 2/266)

Sahâbenin Kur’ân öğrenme ve okuma yöntemi, büyük ölçüde onu anlama ve uygulamaya
dayanmaktadır: ‘Biz, Kur’ân’dan on âyet öğrenince, bunlardaki helal, haram, emir ve yasakları
iyice öğrenip hazmetmeden sonraki on ayete geçmezdik.’80 Bu, münferid bir tutum olmayıp
sahâbenin Kur’ân karşısındaki genel tavrını yansıtmaktadır. Nitekim Abdullah b. Ömer’in
Bakara suresini öğrenmek için sekiz yıl çaba sarfetmesi, Hz. Ömer’in ise, aynı sureyi on iki
yılda öğrenebil- miş olması ve bitiminde şükür için kurban kesmesi bunu göstermektedir.81
. 80 Abdurrezzâk, el-Musannef, III, 380.
81 et-Taberî, el-Câmiu’l-Beyân, I, 35-36.
Sahâbe, Kur’ân okumada nicelik yönüne değil, bilakis nitelik yönüne önem vermiştir. Nitekim
İbn Abbas, bu konuda; ‘Ağır ağır ve anlamını düşünerek yalnız bir sure okumayı, Kur’ân’ın
tamamını okumaktan daha çok seviyorum,’ demiştir. Aynı şekilde Hz. Ali de; ‘Kendisinde idrak
ve anlayış bulunmayan ibadette hayır olmadığı gibi, düşünmeksizin yapılan kırâatte de hayır
yoktur,’ buyurmuştur.83 Aydemir, Abdullah, a.g.e., s. 54.

Sonuç olarak sahabe, Kur’ân okumanın basit bir eylem olmayıp çok önemli bir misyonu
yüklenmek olduğunun farkındadır. Nitekim Amr b. el-Âs; ‘Kur’ân okuyan kimse, nübüvveti
koltuklamış sayılır. Sadece kendisine vahiy gelmemektedir,’85 diyerek Kur’ân okumanın
peygamberin varisi olmayı ifade etiğini söylemiştir. Bunun gerçekleşebilmesi ise, ancak
okunan Kur’ân’ın doğru bir şekilde anlaşılması, yorumlanması ve uygulanmasıyla olabilecek
bir şeydir.
85 el-Gazzâlî, İhyâ, I, 357.
Selef alimlerinin Kur’ân okuma anlayışını tam olarak ortaya koyması itibarıyla İbn Kayyım el-
Cevziyye’nin şu sözleri, oldukça anlamlıdır: ‘Kur’ân okumaktan maksat, onu anlamak,
düşünmek, muhteviyatını öğrenmeye çalışmak ve gereğince amel etmektir. Kur’ân’ın
okunması ve ezberlenmesi, manasını anlamaya bir vesiledir... Kur’ân’ı anlamak ve üzerinde
düşünmek imanı olgunlaştırır. Manasını anlamadan ve düşünmeden yapılan okuyuş ise,
müminin de günahkârın da yapabileceği bir şeydir..’86 İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdü’l-Meâd, I
Bu konuda benzer görüşleri benimseyen İmam Gazzâlî, ideal anlamda bir Kur’ân okuyuşunda
dil, akıl ve gönül üçlüsünün işbirliği içinde olması gerektiğini belirtir. Ona göre bu üçlüden dilin
görevi, harfleri ağır ağır ve doğru telaffuz etmek; aklın görevi, manayı düşünüp anlamak;
gönlün görevi ise, Kur’ân’ın manasından gereken dersleri almaktır. Diğer bir ifade ile ağız
okuyacak, akıl tercüme edip anlaşılır hale getirecek, gönül de kişinin o manalar istikametine
yönelmesini sağlamış olacaktır.88 el-Gazzâlî, İhyâ, I, 366-372.
Bu görüşlerin neticesinde selef alimleri, Kur’ân’ın manasını anlamaya imkan verecek şekilde
tertîl yani ağır ağır okumanın sünnet, manasını düşünmeden okumanın ise, mekruh olduğunu
söylemişlerdir.89 ez-Zerkeşî, el-Burhân, I, 455.
Kur’ân okurken veya okunurken sessiz, saygılı ve huşû içinde olmak: “Kur’ân okunduğu zaman
onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.” (A’raf 7/204) ayetiyle bizzat Kur’ân
tarafından emredilen bu âdâb kuralı da, doğrudan Kur’ân’ın anlaşılması gayesine yöneliktir
Okuduğu Kur’ân’dan Gafil Olmamak: Kur’ân okumanın, onu anlamak ve ondan ders çıkarmak
gibi belli gayeleri vardır. Bunların gerçekleşebilmesi için önce okunan Kur’ân üzerinde
yoğunlaşılması, yani okunandan gafil olunmaması gerekmektedir. Dolayısıyla Kur’ân okuyacak
kimsenin çok yorgun veya uykulu olmaması gerekir. Aksi takdirde yapılan okuma, kendisine
bir eziyete dönüşecek ve bir fayda da sağlanmayacaktır.
Akıl ancak neyin doğru olduğunu saptayabilir, Tanrı'nın yarattığı iyi şeyleri kavrayabilmemizi
sağlayan şeyse yine Tanrı'nın verdiği tutkudur. 97 RUSKİN SUSAM VE ZAMBAKLAR
O halde dili Arapça olan bir toplum için Kur’ân okumak, onun bu dilde iniş gayesini
gerçekleştirecek şekilde olmalı yani onu anlama boyutunu da içermelidir. Kur’ân’ın dili Arapça
olsa da, mesajları evrenseldir yani tüm insanlığa yöneliktir: “O (Kur’ân), ancak bütün alemlere
bir öğüttür.” (Sa’d 38/87)
Mademki Kur’ân’ın Arapça indirilmesi, onun kolay anlaşılması içindir, o halde bu durum her
halükarda onun anlaşılmasına bir engel teşkil etmemelidir. Aksi takdirde birbiriyle tamamen
çelişen bir durum ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla Kur’ân’ın Arapça oluşunu farklı gerekçelere
bağlayarak Arapçayı dilleri farklı olan toplumlar için Kur’ân’la aralarına çekilen aşılması çok
güç bir set olarak sunmak bizzat Kur’ân’ın gönderiliş gayesine ters düşen bir durum olacaktır.

BİLGİ VE KUTSAL
Allahu teala'nın son derecede kutsal karakterde kıymetli bir hediyesi ve nihai' olarak kutsal bir
karakterde olan akıl, vahiyle gerçek kılındığında Kutsal'a ulaşmanın sağlanmasında en önemli
araç haline gelir.25

Dinin gerçek ve nihai hedefi insanın varoluş öncesi haline dönmesidir ki bu da doğru amelleri
vasıtasıyla kendi kimliğini ve müteal gayesini araştırmasını gerektiren bir eylemdir. Bu"
dönüş".; hayatın nedenini ve hakiki bilgiyi araştırmayı, tabiat kitabındaki Allah'ın ayetlerini ve
işaretlerini peygamberlerin de tefsir edilen kelamının nurlu kılavuzluğu ışığında anlamayı, ve
de ayrıca hakikati zevk etme de doğru bir duygu ve onu kavramada doğru bir akıl kullanmayı
gerektirmektedir.13 İslam Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi Nakib el-Attas
Doğadaki olayları olabildiğince basit bir biçimde betimlemenin fiziğin bir ödevi olduğunu
biliyoruz. Fizikteki, hele matematikteki ideal kavramlar bütün zamanlara aynı ölçüde
uygulanabi lirler; oysa tinsel bilmlerin bütün kavramları aynı zamanda tarihsel kavramlardır.
Herbiri birer hakikatın nümunesi olduklarından, efkârı hakaik cihetine tevcih ve teşvik ve
tenbih etmektir. Ezcümle: Kur’an’da kasem ile temeyyüz etmiş olan ecram-ı ulviye ve süfliyeyi
tefekkürden gaflet edenleri daima ikaz ederler. Muhakemat 9

hakikata telvih ve remz ve îma etmek gerektir. Efkâr için kapıları açmak, duhûle davet etmek
lâzımdır. Nasılki Şeriat-ı Garra öyle yapmıştır. Muhakemat 139

7)Karanlıktan aydınlığa çıkış:

١ ‫الر ِكَتاٌب َأْنَز ْلَناُه ِإَلْيَك ِلُتْخ ِر َج الَّناَس ِم َن الُّظُلَم اِت ِإَلى الُّنوِر ِبِإْذ ِن َر ِّبِهْم ِإَلى ِص َر اِط اْلَع ِز يِز اْلَحِم يِد‬
«Elif, Lam, Ra; Bu, Allah'ın izniyle, insanları karanlıklardan aydınlığa, güçlü ve övülmeğe layık,
göklerde ve yerde olanların sahibi Allah'ın yoluna çıkarman için, sana indirdiğimiz Kitaptır.
Uğrayacakları çetin azabdan dolayı vay kafirlerin haline!(1)»İbrahim
Kuranın isimlerinden biri de ‘Nur’
Karanlıktan aydınlığa doğru bir yol izlemek.Bu çıkış insanla alakalı olduğu kadar,Allah’ın izin ve
müsaadesine de bağlıdır.Ayetin ilk anlamı küfrün karanlıklarından imanın aydınlığına
çıkmaktır. Bir de imanda olduğunu söyleyerek karanlıkta kalmak var.Kendisi aydınlanmayan
ve çevresini aydınlatamayan aydınlıkta olduğunu zanneden karanlıkta kalmışlardır. Bir diğer
problemimiz ise aydınlığımızın kendimizle sınırlı,çevreyi aydınlatamayacak boyutta olmasıdır.
8)Furkan oluşu:

١‫َتَباَر َك اَّلِذ ي َنَّز َل اْلُفْر َقاَن َع َلى َع ْبِدِه ِلَيُك وَن ِلْلَع اَلِم يَن َنِذ يًرا‬
«Göklerin ve yerin hükümranlığı kendisinin olan, çocuk edinmeyen, hükümranlıkta ortağı
bulunmayan, herşeyi yaratıp bir ölçüye göre düzenleyen ve dünyaları uyarmak üzere kuluna
hakkı batıldan ayırdeden Kuran'ı indiren Allah yücelerin yücesidir(1)» Al-Furqan
Furkan kelmesi;fark kelimesiyle aynı kökten gelmektedir.Kur’an okuyucusuna kendinin,
çevrenin kısaca varlığın farkına varışı tavsiye eder.Kur’an dünün söylenmişini söylemekle
beraber, bugüne farklı şeyler söyler. Dün ki okuyuşumuzla bugün ki okuyuşumuz arasında,
dün Kur’an dan anladığımızla bugün anladığımız arasında fark yoksa yerimizde sayıyoruz
demektir.

8. Kur'an hakikatleri bazen açık bazen de örtülü olarak önümüze koyar. Her hakikat bir
anlama işarettir. Bunun içindir ki Kur'an'ın her bir bölümüne ayet denir. Ayet işaret
demektir

--Açık-Örtülü -mecaz

AÇIK AYETLER

‫آلۚر ِتۡل َك َء اَٰي ُت ٱۡل ِكَٰت ِب ٱۡل ُم ِبيِن‬

«ELİF, LAM, RA. BUNLAR, GERÇEĞİ AÇIKLAYAN KİTAP'IN AYETLERİDİR» YUSUF1

‫َّلَقۡد َأنَز ۡل َنآ َء اَٰي ٖت ُّم َبِّيَٰن ٖۚت َو ٱُهَّلل َيۡه ِد ي َم ن َيَش آُء ِإَلٰى ِص َٰر ٖط ُّم ۡس َتِقيٖم‬

«AND OLSUN Kİ, AÇIKLAYICI AYETLER İNDİRMİŞİZDİR. ALLAH DİLEDİĞİNİ DOĞRU YOLA ERİŞTİRİR»NUR 46

‫َو َك َٰذ ِلَك َأنَز ۡل َٰن ُه َء اَٰي ِۢت َبِّيَٰن ٖت َو َأَّن ٱَهَّلل َيۡه ِد ي َم ن ُيِر يُد‬

«İŞTE BÖYLECE KURAN'I APAÇIK AYETLER OLARAK İNDİRDİK. ALLAH, ŞÜPHESİZ, DİLEDİĞİNİ DOĞRU YOLA
ERİŞTİRİR» HAC 16

‫َو ُيَبِّيُن ٱُهَّلل َلُك ُم ٱٓأۡلَٰي ِۚت َو ٱُهَّلل َع ِليٌم َح ِكيٌم‬

«ALLAH SİZE AYETLERİ AÇIKÇA BİLDİRİR. ALLAH BİLENDİR, HAKİM'DİR» NUR 18

AÇIKLANMIŞ

‫َٰت‬
‫آلۚر ِك ٌب ُأۡح ِكَم ۡت َء اَٰي ُت ۥُه ُثَّم ُفِّص َلۡت ِم ن َّلُد ۡن َح ِكيٍم َخ ِبيٍر‬

«ELİF, LAM, RA. BU KİTAP, HAKİM VE HABERDAR OLAN ALLAH TARAFINDAN, ALLAH'TAN BAŞKASINA KULLUK
ETMEYESİNİZ DİYE AYETLERİ KESİN KILINMIŞ, SONRA DA UZUN UZADIYA AÇIKLANMIŞ BİR KİTAP'DIR. » HUD 1

٥٢ ‫َو َلَقْد ِج ْئَناُهْم ِبِكَتاٍب َفَّص ْلَناُه َع َلى ِع ْلٍم ُهًدى َو َر ْح َم ًة ِلَقْو ٍم ُيْؤ ِم ُنوَن‬
«And olsun ki Biz onlara bir Kitap getirdik, inanan bir millet için yol gösterici ve rahmet olarak
onu bilgiyle uzun uzun açıkladık(52)» Al-A'raf

---AYET AYETİ SURE SUREYİ AÇIKLAMIŞTIR. ELMALI -KURAN FATİHANIN AÇILIMI

ÖRTÜLÜ HAKİKAT

‫ِإَّن ِفي ٱۡخ ِتَٰل ِف ٱَّلۡي ِل َو ٱلَّنَهاِر َو َم ا َخ َلَق ٱُهَّلل ِفي ٱلَّس َٰم َٰو ِت َو ٱَأۡلۡر ِض ٓأَلَٰي ٖت ِّلَقۡو ٖم َيَّتُقوَن‬

«GECE İLE GÜNDÜZÜN BİRBİRİ ARDINCA GELMESİNDE, ALLAH'IN GÖKLERDE VE YERDE YARATTIKLARINDA, O'NA
KARŞI GELMEKTEN SAKINAN KİMSELER İÇİN AYETLER VARDIR» YUNUS 6

‫َٰل‬
‫َو ِم ۡن َء اَٰي ِتِه ٱۡل َج َو اِر ِفي ٱۡل َبۡح ِر َك ٱَأۡلۡع ِم‬

«DENİZDE YÜCE DAĞLAR GİBİ GEMİLERİN YÜRÜMESİ O'NUN VARLIĞININ DELİLLERİNDENDİR» ŞURA 32

‫َأَلۡم َيَر ۡو ْا ِإَلى ٱلَّطۡي ِر ُمَس َّخ َٰر ٖت ِفي َجِّو ٱلَّس َم آِء َم ا ُيۡم ِس ُك ُهَّن ِإاَّل ٱُۚهَّلل ِإَّن ِفي َٰذ ِلَك ٓأَلَٰي ٖت ِّلَقۡو ٖم ُيۡؤ ِم ُنوَن‬

«GÖĞÜN BOŞLUĞUNDA ALLAH'IN BUYRUĞUNA BOYUN EĞEREK UÇAN KUŞLARA BAKMIYORLAR MI? ONLARI
ALLAH'TAN BAŞKA TUTAN KİMSE YOKTUR. İNANAN MİLLET İÇİN BUNDA DERSLER VARDIR» NAHL 79

‫ِإَّن ِفي ٱلَّس َٰم َٰو ِت َو ٱَأۡلۡر ِض ٓأَلَٰي ٖت ِّلۡل ُم ۡؤ ِمِنيَن‬

«GÖKLERDE VE YERDE İNANANLARA NİCE DERSLER VARDIR»

‫ت ِّلَقۡو ٖم ُيوِقُنوَن‬ٞ ‫َوِفي َخ ۡل ِقُك ۡم َو َم ا َيُبُّث ِم ن َد آَّبٍة َء اَٰي‬

«EY İNSANLAR! SİZİN YARATILMANIZDA VE CANLILARIN YERYÜZÜNDE YAYILMASINDA, KESİN OLARAK İNANAN
KİMSELER İÇİN İBRETLER VARDIR» CASİYE 3,4

‫َو َجَع ۡل َنا ٱلَّس َم آَء َس ۡق ٗف ا َّم ۡح ُفوٗظ ۖا َو ُهۡم َع ۡن َء اَٰي ِتَها ُم ۡع ِرُضوَن‬

«GÖĞÜ KARIŞIKLIKTAN KORUNMUŞ BİR TAVAN KILDIK; OYSA ONLAR BUNDAKİ DELİLLERDEN YÜZ ÇEVİRİYORLAR»
ENBİYA 32

‫ُقِل ٱنُظُروْا َم اَذ ا ِفي ٱلَّس َٰم َٰو ِت َو ٱَأۡلۡر ِۚض َو َم ا ُتۡغ ِني ٱٓأۡلَٰي ُت َو ٱلُّنُذ ُر َعن َقۡو ٖم اَّل ُيۡؤ ِم ُنوَن‬

«"GÖKLERDE VE YERDE NELER VAR, BİR BAKIN" DE. İNANMAYACAK BİR MİLLETE AYETLER VE UYARMALAR FAYDA
VERMEZ» YUNUS 101

‫َو ُهَو ٱَّلِذ ي َجَعَل َلُك ُم ٱلُّنُجوَم ِلَتۡه َتُدوْا ِبَها ِفي ُظُلَٰم ِت ٱۡل َبِّر َو ٱۡل َبۡح ِۗر َقۡد َفَّص ۡل َنا ٱٓأۡلَٰي ِت ِلَقۡو ٖم َيۡع َلُم وَن‬

«O, YILDIZLARI KARA VE DENİZİN KARANLIKLARINDA YOL BULASINIZ DİYE SİZİN İÇİN VAR EDENDİR. BİLEN MİLLET
İÇİN AYETLERİ UZUN UZADIYA AÇIKLADIK» ENAM 97
‫َو َك َأِّين ِّم ۡن َء اَيٖة ِفي ٱلَّس َٰم َٰو ِت َو ٱَأۡلۡر ِض َيُم ُّر وَن َع َلۡي َها َو ُهۡم َع ۡن َها ُم ۡع ِرُضوَن‬

«GÖKLERDE VE YERDE NİCE BELGELER VARDIR Kİ, YANLARINDAN YÜZLERİNİ ÇEVİREREK GEÇERLER» YUSUF 105
‫ْۤا‬
‫َو ِم ۡن َء اَٰي ِتِه ٱَّلۡي ُل َو ٱلَّنَهاُر َو ٱلَّش ۡم ُس َو ٱۡل َقَم ُۚر اَل َتۡس ُجُدوْا ِللَّش ۡم ِس َو اَل ِلۡل َقَم ِر َو ٱۡس ُجُدو ِۤهَّلِل ٱَّلِذ ي َخ َلَقُهَّن ِإن ُك نُتۡم ِإَّياُه َتۡع ُبُد وَن‬

«GECE İLE GÜNDÜZ, GÜNEŞ İLE AY ALLAH'IN VARLIĞININ BELGELERİNDENDİR. GÜNEŞE VE AYA SECDE ETMEYİN;
EĞER ALLAH'A KULLUK ETMEK İSTİYORSANIZ, BUNLARI YARATANA SECDE EDİN» FUSSİLET 37

AÇIKLAMA

‫ر َو َبِش ير‬ٞ‫آلۚر ِكَٰت ٌب ُأۡح ِكَم ۡت َء اَٰي ُت ۥُه ُثَّم ُفِّص َلۡت ِم ن َّلُد ۡن َحِكيٍم َخ ِبيٍر َأاَّل َتۡع ُبُد ٓو ْا ِإاَّل ٱَۚهَّلل ِإَّنِني َلُك م ِّم ۡن ُه َنِذ ي‬

«ELİF, LAM, RA. BU KİTAP, HAKİM VE HABERDAR OLAN ALLAH TARAFINDAN, ALLAH'TAN BAŞKASINA KULLUK
ETMEYESİNİZ DİYE AYETLERİ KESİN KILINMIŞ, SONRA DA UZUN UZADIYA AÇIKLANMIŞ BİR KİTAP'DIR. BEN SİZE,
O'NUN TARAFINDAN GÖNDERİLMİŞ BİR UYARICI VE MÜJDECİYİM. RABBİNİZDEN MAĞFİRET DİLEYİN VE O'NA
TEVBE EDİN Kİ, BELLİ BİR SÜREYE KADAR SİZİ GÜZELCE GEÇİNDİRSİN VE HER FAZİLET SAHİBİNE FAZİLETİNİN
KARŞILIĞINI VERSİN. EĞER YÜZ ÇEVİRİRSENİZ O ZAMAN BEN DOĞRUSU HAKKINIZDA BÜYÜK GÜNÜN AZABINDAN
KORKARIM»HUD 1,2

9)Apaçık ve anlaşılabilir oluşu:


٢ ‫ِتْلَك آَياُت اْلِكَتاِب اْلُم ِبيِن‬
«Bunlar apaçık Kitap'ın ayetleridir(2)»Şuara
Kur’an her kesimden her eğitim düzeyinden her insanın anlayabileceği bir kitaptır.Herkes
nasibince anlar.Açık olanın kapalı olduğunu söylemek Kur’anın anlaşılma isteğine engeldir.
“basitlik her zaman sadece hakikatin değil, fakat aynı zamanda dehanın işareti olarak da kabul
edilmiştir.” Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine Arthur Schopenhauer
“Üsluba kısalık ve özlüğü veren, onu veciz ve birçok anlama gebe kılan şey düşüncenin ağırlığı
ve kıymetidir.” Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine Arthur Schopenhauer
9)Öğüt Oluşu

١ ‫ص َو اْلُقْر آِن ِذ ي الِّذْك ِر‬


«Sad. Öğüt veren Kuran'a and olsun ki, inkar edenler gurur ve ayrılık içindedirler(1)»Sad
Kur’an bir bilgi kitabı olmaktan daha çok bir eğitim kitabıdır. Eğitim öğütlerle gerçekleşir.
Kur’an okuyucusu öğüte ihtiyaç duygusu içerisinde ve öğrendiği öğütü yerine getirmek üzere
Kur’ana yaklaşmalıdır. Bilgiyi yüklenip hayatına yansıtmayanları Kur’an kitap yüklü eşeklere
benzetmiştir.(Cuma/5)
١٧ ‫َو َلَقْد َيَّسْر َنا اْلُقْر آَن ِللِّذْك ِر َفَهْل ِم ْن ُم َّد ِكٍر‬
«And olsun ki Kuran'ı, öğüt olsun diye kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?(17)» Al-Qamar
٢٢ ‫َو َلَقْد َيَّسْر َنا اْلُقْر آَن ِللِّذْك ِر َفَهْل ِم ْن ُم َّد ِكٍر‬
«And olsun ki, Kuran'ı öğüt olsun diye kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?(22)» Al-Qamar
٣٢ ‫َو َلَقْد َيَّسْر َنا اْلُقْر آَن ِللِّذْك ِر َفَهْل ِم ْن ُم َّد ِكٍر‬
«And olsun ki, Kuran'ı öğüt olsun diye kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?(32)» Al-Qamar
٤٠ ‫َو َلَقْد َيَّسْر َنا اْلُقْر آَن ِللِّذْك ِر َفَهْل ِم ْن ُم َّد ِكٍر‬
«And olsun ki, Kuran'ı öğüt olsun diye kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?(40)» Al-Qamar
٥١ ‫َو َلَقْد َأْهَلْك َنا َأْش َياَع ُك ْم َفَهْل ِم ْن ُم َّد ِكٍر‬
«And olsun ki, benzerlerinizi yok etti, öğüt alan yok mudur?(51)» Al-Qamar
------yukarıdaki ayetlerin tekrarın sebebi?

11)Kuranın kuranla öğrenilebileceği:

»Rahman olan Allah Kuran'ı öğretti;(1) « ١ ‫الَّرْح َم ُن‬


»Rahman olan Allah Kuran'ı öğretti;(2) « ٢ ‫َع َّلَم اْلُقْر آَن‬
Kur’anın anlaşılabilmesi ancak bütünsel bir yaklaşımla mümkündür.Kur’an sureleri birbirinin
açılımı gibidir.Bir çok kere aklınıza takılan sorunun cevabı bir sonraki ayettir.Allah’ın Kuranı
öğretişi hem zahirde hem batında tecelli eder.Sürekli ve dikkatli okuyuş sizi daha iyi anlamaya
götürürken Allah’ın anlayışınızı arttırması bir talep ve bir ikram olarak algılanmalıdır.

12-ÖN KABUL VE ŞARTLANMALARDAN UZAK DURMAK


BİLME İSTENCİ ÜZERİNE DERSLER

Buradan hareketle, hakikat istencinin tek düşünülebilir biçiminin dikkat olduğu olgusuna
varılır: Belirlenimler karşısında özgür ve nesnenin mevcudiyetini onu deformasyona
uğratmaksızın kabul etmeye hazır saf özne. İstenç ancak bilgelik biçiminde düşünülebilir:
Beden üzerinde kontrol, arzunun askıya alınması, iştahların engellenmesi. Descartes ve
Platon. Açıklık [eviden- ce\ ve pedagoji. 216 ----

DİNİ CİDDİYE ALMAK


٦٧ ‫َو ِإْذ َقاَل ُم وَس ى ِلَقْو ِمِه ِإَّن َهَّللا َيْأُم ُر ُك ْم َأْن َتْذ َبُحوا َبَقَر ًة َقاُلوا َأَتَّتِخ ُذ َنا ُهُز ًو ا َقاَل َأُعوُذ ِباِهَّلل َأْن َأُك وَن ِم َن اْلَج اِهِليَن‬
«Musa milletine: "Allah muhakkak bir sığır boğazlamanızı buyuruyor" demişti; "Bizi alaya mı
alıyorsun?" dediklerinde de: "Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım" dedi(67)»bakara
Okuyuşun kendisi fayda vermiyor, hangi niyetle okunduğu okunanı ve okuyanı değerli hale
getiriyor.
13)BİLGİNİN AMELE DÖNÜŞMESİ
٢٠ ‫َفَم ا َلُهْم اَل ُيْؤ ِم ُنوَن‬
«Onlara ne oluyor da inanmıyorlar?(20)»
٢١ ‫َو ِإَذ ا ُقِرَئ َع َلْيِهُم اْلُقْر آُن اَل َيْسُج ُد وَن‬
«Onlara Kuran okunduğu zaman neden secde etmiyorlar?(21)» Al-Inshiqaq
Bilgi edinmenin ve İslami eğitimin gayesinin temel esprisi iyi bir insan yetiştirmektir.9 İslam
Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi Nakib el-Attas

10)Bilgiyle Amel;
‫َم َثُل اَّلِذ يَن ُح ِّم ُلوا الَّتْو َر اَة ُثَّم َلْم َيْح ِم ُلوَها َك َم َثِل اْلِح َم اِر َيْح ِم ُل َأْس َفاًرا ِبْئَس َم َثُل اْلَقْو ِم اَّلِذ يَن َك َّذ ُبوا ِبآَياِت ِهَّللا َو ُهَّللا اَل َيْهِد ي اْلَقْو َم‬
٥ ‫الَّظاِلِم يَن‬
«Kendilerine Tevrat öğretildiği halde, onun gereğini yapmayanların durumu, sırtına kitap
yüklenmiş merkebin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan kimselerin durumu ne
kötüdür! Allah zalimleri doğru yola eriştirmez(5)»Cuma
bütün düşünce, eylem için var olur. Kendinizi ve dünyamızı, yalnızca nasıl yaşayacağımızı
öğrenmek için anlamaya çalışırız. 13 Speculum Mentis ya da Bilginin Haritası Robin George
Collingwood
Bilindiği üzere Kur’ân’da on dört secde ayeti mevcut olup bunlar, geçtikleri yerlerde Mushaf
yapraklarının kenarına konan özel işaretlerle belli edilmişlerdir. 56 Hz. Peygamber’in sünnetine
dayanan tilavet secdeleri, tamamen Kur’ân’ın anlam boyutuyla ilgili olup ele aldığımız konu
açısından da oldukça önem arzetmekte- dir. Şöyle ki Kur’ân-ı Kerîm, insanları hidayete
ulaştırmak için gönderilmiştir. Bu nedenle o, söz konusu amaca uygun bir şekilde okunmalı,
yani yapılan okuma anlama boyutunu da içermelidir. Bunun gerçekleştiğinin en pratik
göstergesi ise, söz konusu ayetlerden sonra yapılan secdelerdir. Bu secde, aslında bir anlık
değil, sürekli bir kabul veya reddin ifadesidir. Semina ve etana
Kur’ân’a göre tilâvetin gayesi, okuyanın hidayet bulması yani inanç, amel ve ahlak yönünden
doğruya ulaşmasıdır: “Ben Kuran’ı okumakla/tebliğ etmekle emrolundum. Artık her kim doğru
yolu kabul ederse, yalnızca kendi yararına kabul etmiş olur. Kim de sapa giderse de ki: «Ben,
yalnızca tehlikeyi haber verenlerdenim.»” (Neml 27/92) İman etme ve bunun sonucunda
hidâyete ulaşma taklide dayalı bilinçsiz bir kabulün değil, bilakis okuyup araştırmaya dayalı
bilinçli ve iradeli bir tasdik- tir: “Onlara (Kur’ân) okunduğu zaman: Ona iman ettik. Çünkü o
Rabbimizden gelmiş hakikattir.” (Kasas 28/53) Okuma devam ettikçe insanın dini bilgisi de
artacak ve bu onun imanını daha da güçlendirecektir: “Müminler ancak, Allah anıldığı zaman
yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız
Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.” (Enfâl 8/2) Okuma sayesinde güçlenen iman da,
kişiyi eyleme sevkedecektir: “... Onlara, çok merhametli olan Allah'ın âyetleri okunduğunda
ağlayarak secdeye kapanırlardı.” (Meryem 19/58)
Dolayısıyla Kur’ân tilaveti, sadece inanca değil aynı zamanda ahkâma ve ahlaka yani birçok
pratik uygulamayı hayata geçirmeye yöneliktir: “De ki: Gelin Rabbinizin size neleri zorunlu
kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana- babaya iyilik edin ...” (En’âm 6/151)
Görüldüğü üzere tilâvet kavramı, okumayla birlikte anlama ve uygulama boyutlarını da
içermekte veya gerektirmektedir. Bunun en güzel örneklerinden biri, şu ayette verilmektedir:
“Sizler Kitab'ı (Tevrat'ı) okuduğunuz (gerçekleri bildiği- niz) halde, insanlara iyiliği emredip
kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Bakara 2/44) Hâlbuki gerçek
anlamda okuma, somut bir fayda ve netice verendir: “Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler
(den bazısı) onu, hakkını göze- terek okurlar. Çünkü onlar, ona iman ederler...” (Bakara 2/121)
Ragıb el-İsfehânî’ye göre; bu ayette ifade edilen tilâveti hakkıyla yapma tabiri, ilim ve amel ile
ona bağlanmayı ifade etmektedir.20
Netice olarak tilâvet, şu ayette “Yemin olsun o güneşe ve parıltısına. Ve aya; takip ettiği
zaman ona.” (Şems 91/2) ayın güneşi takip etmesini ifade ettiği gibi, müslümanın da okuduğu
ayetleri her yönden benimsemesini ve takip etmesini gerektirmektedir. Bu ise, ancak okunan
ayetlerin anlaşılması ve doğru yorum- lanmasıyla mümkündür.

BİLME İSTENCİ ÜZERİNE DERSLER M i c h e l F o u c a u l t


bilmek yaşamak demektir.26

BİLGİ VE KUTSAL
ÖNSÖZ
Ortaçağ sonrası laikliği ve hümanizmi ile gölgelenmeden önce Batı geleneğinde de görülmüş
olduğu üzere, bilmekle, nihai olarak, bilmenin özünde var olan süreçle değişmek kastedilir.7

14)YAKINE ULAŞMAK
٥ ‫َك اَّل َلْو َتْع َلُم وَن ِع ْلَم اْلَيِقيِن‬
«Dikkat edin, şayet yaptığınızın sonucunu kesin olarak bir bilseniz!(5)»Tekasür

٣ ‫اَّلِذ ي َخ َلَق َس ْبَع َس َم اَو اٍت ِط َباًقا َم ا َتَر ى ِفي َخ ْلِق الَّرْح َمِن ِم ْن َتَفاُوٍت َفاْر ِج ِع اْلَبَص َر َهْل َتَر ى ِم ْن ُفُطوٍر‬
«Gökleri yedi kat üzerine yaratan O'dur. Rahman'ın bu yaratmasında bir düzensizlik
bulamazsın. Gözünü bir çevir bak, bir çatlak görebilir misin?(3)»Mülk
٤﴿ ‫ُثَّم اْر ِج ِع اْلَبَص َر َكَّرَتْيِن َيْنَقِلْب ِاَلْيَك اْلَبَص ُر َخ اِس ئًا َو ُهَو َحٖس يٌر‬

----Kur’an’da insanın yaratılışı ayetleri ve yaratılışın farklı anlatılmasının sebepleri-----


15) KALBI YUMUŞAKLIK
‫َأَلْم َيْأِن ِلَّلِذ يَن آَم ُنوا َأْن َتْخ َش َع ُقُلوُبُهْم ِلِذ ْك ِر ِهَّللا َو َم ا َنَز َل ِم َن اْلَح ِّق َو اَل َيُك وُنوا َك اَّلِذ يَن ُأوُتوا اْلِكَتاَب ِم ْن َقْبُل َفَطاَل َع َلْيِهُم اَأْلَم ُد‬
١٦ ‫َفَقَس ْت ُقُلوُبُهْم َو َك ِثيٌر ِم ْنُهْم َفاِس ُقوَن‬
«İnananların gönüllerinin Allah'ı anması ve O'ndan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı
daha gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar; onların
üzerinden uzun zaman geçti de kalbleri katılaştı; çoğu, yoldan çıkmış kimselerdir(16)» Al-
Hadid

٢﴿ ‫ِاَّنَم ا اْلُم ْؤ ِم ُنوَن اَّلٖذ يَن ِاَذ ا ُذ ِكَر ُهّٰللا َوِج َلْت ُقُلوُبُهْم َو ِاَذ ا ُتِلَيْت َع َلْيِهْم ٰا َياُتُه َز اَد ْتُهْم ٖا يَم انًا َو َع ٰل ى َر ِّبِهْم َيَتَو َّك ُلوَۚن‬
Enfal-2

Hz. Peygamber, Kur’ân’ı her okuyuşunda onu adeta tekrar yaşamış ve onun hitaplarına anında
karşılık vermiştir. Nitekim o, tesbih ayetleri geldiğinde ‘Sübhânallah’ veya ‘Allahu Ekber’
demiş, dua ve istiğfâr ayetleri geldiğinde dua ve istiğfâr etmiş, ümit ve dilek ayetleri
geldiğinde Allah’tan iyi şeyler dilemiş, azap ayetleri geldiğinde Allah’a sığınmıştır.65
Hz. Peygamber’in anlamayı esas alan bu okuyuş tarzı, anladıkları üzerinde tefekkür ederek
onları içselleştirmeye ve hayatına aksettirmeye dayanan bir oku- yuştur. Nitekim o, bir gün
kendisine; ‘Yâ Rasûlallah! Saçlarınızda beyazlıklar belir- di’ diyen Hz. Ebû Bekir’e; ‘Saçımı ve
sakalımı Hûd, Vâkıa, Mürselât, Nebe’ ve Tekvîr sûreleri ağarttı,’ diye karşılık vermiştir. 66 Bu
surelerde anlatılan şey, Kıyamet ahva- linin şiddeti, öncekilerin içine düştüğü durum ve kendi
ümmetinin karşılaşacağı akıbettir. Yani onu yaşlandıran husus, bu surelerin gizemli yapısı veya
lafızları değil, içeriğidir.

Sâhâbe, Kur’ân’ı öğrenme konusunda kendisine Hz. Peygamber’i örnek almıştır. Nitekim
Kur’ân tilâveti esnasında Hz. Peygamber gibi onlar da çoğu za- man ağlamışlardır. Bu konuda
Hz. Ömer’in namaz kıldırdığı esnada zaman za- man ağladığı ve onun sesinin bazen en arka
saflardan bile duyulduğu rivayet edilmektedir. Aynı şekilde İbn Abbas’ın da Kur’ân okurken
ağlaması nedeniyle gözlerinin önünde izler ortaya çıktığı belirtilmektedir.79 Aydemir,
Abdullah, Kur’ân’ın Fazîletleri, s. 85-86.
Okunan Kur’ân’ı Kalben Hissetmek: Kur’ân okuyuşu sadece zihnen dil ile yapılan bir eylem
değil, bilakis kalben de takip edilen bir duyuş boyutu içermelidir. Çünkü Kur’ân, sadece
akıllara değil, aynı zamanda gönüllere de hitap et- mektedir. Bu nedenle Hz. Peygamber;
“Kalpleriniz ona bağlandığı ve bedenleriniz onun emirlerini yerine getirdiği müddetçe Kur’ân
okuyunuz. Kalbiniz ayrıldığı ve aklınız başka tarafa gittiğinde artık Kur’ân okuyor sayılmazsınız.
Bu durumda okumayı bırakın.” buyurmuştur. İmam Gazali de, Kur’ân-ı Kerim’i hakkıyla
okumanın onu dil, akıl ve kalbin birlikte okunması olduğunu ifade etmiştir.121 el-Gazzâlî,
İhyâ, I, 374-375.

16)Parçacı Anlayıştan uzak durmak;


Cihat ,çok eşlilik ,ehli kitap
Tarihsel bilimlerdeki bütün ideal kavramların, herhangi bir şekilde, bir karşıta göre
düzenleştirilip nitelendirilmeleri gerekir. Bu kavramlar ancak karşıtlarıyla karşılaştıklarında
açık olurlar. Bilgi Teorisi ve Mantık 95 (Ehli Kitaba yaklaşım)

Din felsefesi MEHMET S. AYDIN İzmir ilahiyat fak. Yayınları İzmir 2012
Dinin temel kavramları örgüsünü iyice tanımayan, söz konusu örgünün mantığını
yakalamayan bir kimsenin dini verileri insani tecrübenin öteki verileri ile birlikte düşünülmesi,
fikri bir bütünlüğe ulaşması ve sonunda ciddi değerlendirmeler yapması elbette mümkün
olmaz (5)
Din son derece önemli bir insani tecrübe sahasıdır. İnsan başka alanlardan getirdiği bilgilerle
dinin öğrettikleri arasında uyumlu bir birlik sağlamak ister. Bunun için de her tecrübeyi bir
öteki tecrübenin ışığında düşünüp değerlendirmek ister. (10)
-------------kuranı bir bütün anlamak

Hurufu mukattaa ;harfler bir içeriğin sembolleridir.az sözle çok anlatım.bilmiyorum deyip
çekilmek yerine bilmeye çalışılmalıdır.hurufu mukatta illa ki kuranla ilgili bir şeydir.ya kuranı
gönderen allahla ya kuranın ortaya koyduğu esaslarla veya geçtiği surenin konusu ve içeriğiyle
ilgili olabilir.
Kuranın isimleri içeriğini yansıtır
FURKAN; bir fark oluşturandır.

Kelamı İlahiden Murad-I İlahiyi Anlayabilmek


Allah’ın gerçekte söylemediği bir şeyi Allah söylüyormuş gibi insanlara sunmak (Muradı ilahiyi
muradı beşeriyeye indirgemek)
doğrunun tek bir tanımı vardır: Bilginin objesine uygunluğu. ERNST VON ASTER BİLGİ TEORİSİ
VE MANTIK 39
Bilme, doğru bilgiye, yani objesine uygun olarak bilgiye varmaya çalışır. ERNST VON ASTER
BİLGİ TEORİSİ VE MANTIK 12

Mana-yı hakikînin bir sikkesi olmak gerektir. O sikkeyi teşhis eden, makasıd-ı şeriatın
müvazenesinden hasıl olan hüsn-ü mücerreddir. Muhakemat 21

kelime-i vâhidenin maânî-i müteaddidesi oluyor.


İrade-i cüz’iyeyi ve tasavvur-u basiti âciz bırakan kelâmın yüksek tabakası şudur ki:
Mütedâhilen müteselsil olan makasıdın taaddüdü ve mütenasilen murtabıt olan metalibin
teselsülü ve netice-i vâhideyi tevlid eden asılların içtimaı ve her biri ayrı ayrı semere veren
füru’-u kesîrenin istinbatına istidad veya tazammunu iledir. Muhakemat 89
Mutezili usulcü Ebul Hüseyin fıkıh kelimesinin lugavi manasını" kastı mütekellim i bilmek"
şeklinde açıklamaktadır. O sözle Neyi kastettiğini anladım. Anlamın Tarihi Dücane Cündioğlu
62

Evet Rabb-i İzzet’in kelâmına dikkat edilse bu hakikat her yerde nur gibi parlar. Evet nur gibi
köşelerinde ve mekatı’larında içtima edip zülâl-i belâgat fışkırıyor. Nefrin o zahirperestlere ki
bu hakikatten gaflet edip tekrara hamlediyorlar. Muhakemat 91
Kelâmı öyle ifrağ etmek ve istidad vermektir ki: Pek çok füru’ların tohumlarını mutazammın
ve pek çok ahkâma me’haz ve pek çok maânîye ve vücuh-u muhtelifeye delalet etmektir.
Muhakemat 91

Kelâmda hissiyatta tamam olmadan çifte atmak, başkasıyla mezcetmek, selasetini tağyir eder.
Ve nizamsız iştibaktan tevakki ve maânî-i müteselsileden tederrüc lâzımdır. Muhakemat 92

din'de ya da başka bir yerde söylenen şey asla denilmek istenen şey değildir. Dil asla anlam
değildir. 120 Speculum Mentis ya da Bilginin Haritası Robin George Collingwood
doğası gereği her zaman Özgür olmuş olan düşünce, özgürlüğünü ilk kez bilimde keşfeder.
Bundan sonra, dil düşüncenin yalnızca bir hizmetkarı durumuna düşer ve bilim Onu tam
olarak istediği gibi bir araç haline getirerek, dile despotça davranır; düşünce, dil üzerindeki bu
egemenliğinin bilincinde olarak üstünlüğü ele geçirir ve bundan sonra ruhun hayatı, özel bir
anlamda düşüncenin hayatı olarak tanımlanabilir. Bundan böyle zihnin tüm çabası kasıtlı
olarak anlam sorunu üzerine yani söylenilen in ne olduğu sorununun, demek istenilenin ne
olduğu sorunu içine gömülmesi üzerine yoğunlaşır. 144
Düşünce asla dilin gereksiniminden daha fazla büyümez. 145 Speculum Mentis ya da Bilginin
Haritası Robin George Collingwood

----------Bizim bugün dini değil, din dilini güncellememiz lazım------------


l) Mahiyeti İtibarıyla Kur’ân’ın Aslının Bilincinde Olmak: Yüce Allah, Zâtı ile kâim kadîm bir
sıfatı olan ezelî kelamının manasını lütuf ve keremiyle insanların anlayış seviyesine indirerek
bunu onlara kendi algılayışlarına uygun bir tarzda harf ve sesler aracılığıyla arzetmiştir. Zira
yaratılış itibarıyla insanın Allah’ın sıfat- larını doğrudan anlayabilmesi söz konusu değildir.
Dolayısıyla Kur’ân okuyan kimse, bu gerçeğin bilincinde olmalı ve ayetlerde ifade edilen
hususları doğru bir şekilde anlamaya çalışmalıdır.
Kur’ân’ı Verdiği Mesajların Mahiyetini Anlayarak Okumaya Çalışmak: Kur’ân okuyan kimse,
kısaca inanç, amel ve ahlak olarak ifade edebileceğimiz birbiriyle bütünlük arzeden temel
alanları doğru bir şekilde tespit edip benimsemelidir. Bunun için de okuduğu ayetleri yüzeysel
bir şekilde geçmeyip, onların ardında yatan niyet ve hedefi bulmaya çalışmalıdır.
Mantığı ve belâgatı rehber etmek gerektir.
Mana-yı hakikînin bir sikkesi olmak gerektir. O sikkeyi teşhis eden, makasıd-ı şeriatın
müvazenesinden hasıl olan hüsn-ü mücerreddir. Muhakemat 20

düşüncelerini benden öğrenip kendi diliyle konuşacak birine: Bu yolla daha iyi sızarım
insanların kulaklarına, yüreklerine. Şen Bilim 102

16) FARKLI İLİM DALLARINDAN İSTİFADE


Özellikle edebiyat tarih, coğrafya fizik astronomi
Hakikat mecaz
Balık, Yaratan'ın karanlık dünyasından gelen gölgenin, bedensel insanın babası Nun’a işaret
eder. Balık yeniden canlanmış ve yurduna, denize geri dönmek için sepetten dışarı sıçramıştır,
yani baba, hayvan ata ve yaşamın yaratıcısı, bilinçli insandan ayrılır; bunun anlamı, insanın
içgüdüsel ruhunu kaybetmiş olmasıdır. Dört Arketip - Carl Gustav Jung 103

Bilinçdışı yabancı, Ben-olmayan gibi hissedildiği için, bilinçdışının yabancı bir figürle ---- Balık--
tasvir edilmesi gayet yerindedir. Dört Arketip - Carl Gustav Jung 106

“Bu insanlar kendilerini başkalarının akıllarını nasıl kullandıklarını anlayıp öğrenmekle


bunaltacaklarına, zamanlarını kendi akıllarını kullanmaya ayırmayı tercih ederler.” Okumak,
Yazmak ve Yaşamak Üzerine Arthur Schopenhauer
Üç insan toprak taş sivri kaya hadisi

17) TEKRAR TEKRAR OKUMAK


“Herhangi önemli bir kitap derhal iki kez okunmalıdır, öncelikle kitabın muhtevası bütünü
itibariyle ikinci kez okunduğunda kıvranılır ve başlangıç ancak son bilindiğinde gerçekten
anlaşılır; ikinci olarak kitap ikinci kez okunurken kişinin içinde bulunduğu ruh hali farklıdır,
dolayısıyla çoğu kez başka bir izlenim elde edilir; muhtemeldir ki muhteva başka bir ışıkta
görünür.” Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine Arthur Schopenhauer
Anlık görünüş benim algı dünyama aittir; benim bu algı dünyama, bu cismin, başka insanların
algı dünyalarındaki görünüşleri tekabül eder; oysa cisim, real obje, içinde benim ve başka
insanların yaşadığı ve eylemde bulunduğu ortak dünyamıza aittir. 24 ERNST VON ASTER BİLGİ
TEORİSİ VE MANTIK
(Kuranda bize anlık görüşler sunabilir onun için tekrar okumalar ve ortak okuma sonuçlarına
itibar edilmelidir.)
"Her âyetin birer zâhir ve bâtın ve her zâhir ve bâtının birer had ve muttalaı ve her had ve
muttalaın çok şücun ve gusunu vardır."(2) İbni Hibban, Sahih 1:146; el-Münavî Feyzü'l-Kadîr,
3:54.
Ayetin Had ve Muttala Manası: Zahir, bir şeyin yüzü; batın, içi; had, derinliği; muttala ise
yüksekliği anlamındadır. Yani ayet bir meseleyi ele alırken bütün derinliği ve yüksekliği ile ele
alır ve öyle tasvir eder. Meselenin yüzü, içi, derinliği ve yüksekliği tam ihatalı bir şekilde tasvir
ve tarif edilir.
hadîsin işaret ettiği gibi; elfaz-ı Kur’aniye, öyle bir tarzda vaz’edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ
herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor. Herbir
muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir. Sözler

18)HER OKUYUCU İLMİNE VE ANLAYIŞ SEVİYESİNE GÖRE ANLAR

‫ َاَو َلْم َيَر اَّل۪ذ يَن َكَفُٓر وا َاَّن الَّسٰم َو اِت َو اَاْلْر َض َك اَنَتا َر ْتًقا َفَفَتْقَناُهَم ۜا َو َجَع ْلَنا ِم َن اْلَٓم اِء ُك َّل َش ْي ٍء َح ٍّۜي َاَفاَل ُيْؤ ِم ُنوَن‬Enbiya 30

Üslûb-u Kur’anın o kadar acib bir cem’iyeti var ki, bir tek sure, kâinatı içine alan bahr-i muhit-i
Kur’anîyi içine alır. Bir tek âyet, o surenin hazinesini içine alır. Âyetlerin çoğu, herbirisi birer
küçük sure, surelerin çoğu, herbirisi birer küçük Kur’andır.
İşte şu, i’cazkârane îcazdan büyük bir lütf-u irşaddır ve güzel bir teshildir. Çünki herkes, her
vakit Kur’ana muhtaç olduğu halde, ya gabavetinden veya başka esbaba binaen her vakit
bütün Kur’anı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar, Kur’andan
mahrum kalmamak için; herbir sure, birer küçük Kur’an hükmüne, hattâ herbir uzun âyet,
birer kısa sure makamına geçer. Hattâ Kur’an Fatiha’da, Fatiha dahi Besmele’de münderic
olduğuna ehl-i keşif müttefiktirler. Sözler

Evet Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın surelerine ve âyetlerine ve hususan surelerin fatihalarına,


âyetlerin mebde’ ve makta’larına dikkat edilse görünüyor ki: Belâgatların bütün enva’ını,
fezail-i kelâmiyenin bütün aksamını, ulvî üslûbların bütün esnafını, mehasin-i ahlâkıyenin
bütün efradını, ulûm-u kevniyenin bütün fezlekelerini, maarif-i İlahiyenin bütün fihristelerini,
hayat-ı şahsiye ve içtimaiye-i beşeriyenin bütün nâfi’ düsturlarını ve hikmet-i âliye-i kâinatın
bütün nurani kanunlarını cem’etmekle beraber hiçbir müşevveşiyet eseri görünmüyor. Sözler
Meselâ: ٌ‫ُ فوا اََ حد‬ُ َ ُ َ
ً ‫ولْ م يَكْ ن لُ ه ك‬َ ‫د‬
َ َ
ْ ‫ولْ م يُول‬ ْ ‫ لْ م يَ ِل‬Kesretli tabaka olan avam tabakasının şundan hisse-i
َ ‫د‬
َ

fehmi: “Cenab-ı Hak, peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir.” Daha


mutavassıt bir tabaka, şundan “İsa Aleyhisselâm’ın ve melaikelerin ve tevellüde mazhar
şeylerin uluhiyetini nefyetmektir.” Çünki muhal bir şeyi nefyetmek, zahiren faidesiz
olduğundan belâgatta medar-ı faide olacak bir lâzım-ı hüküm murad olunur. İşte cismaniyete
mahsus veled ve vâlidi nefyetmekten murad ise, veled ve vâlidi ve küfvü bulunanların, nefy-i
uluhiyetleridir ve mabud olmaya lâyık olmadıklarını göstermektir. Şu sırdandır ki, Sure-i İhlas
herkese, hem her vakit faide verebilir. Daha bir parça ileri bir tabakanın hisse-i fehmi: “Cenab-
ı Hak mevcudata karşı tevlid ve tevellüdü işmam edecek bütün rabıtalardan münezzehtir.
Şerik ve muinden ve hemcinsten müberradır. Belki mevcudata karşı nisbeti, Hallakıyettir.
“Emr-i kün feyekûn” ile, irade-i ezeliyesiyle, ihtiyarıyla icad eder. Îcabî ve ızdırarî ve sudûr-u
gayr-ı ihtiyarî gibi münafî-i kemal herbir rabıtadan münezzehtir.” Daha yüksek bir tabakanın
hisse-i fehmi: Cenab-ı Hak ezelîdir, ebedîdir, evvel ve âhirdir. Hiçbir cihette ne zâtında, ne
sıfâtında, ne ef’alinde naziri, küfvü, şebihi, misli, misali, mesîli yoktur. Yalnız ef’alinde,
şuununda teşbihi ifade eden mesel var: ‫علَى‬ َ ْ َُ ْ
ْ ‫ه الَ مث ل اال‬
ّ
َ Bu tabakata; ârifin tabakası, ehl-i aşk
ِ ‫و ِلل‬
tabakası, sıddıkîn tabakası gibi ayrı ayrı hisse sahiblerini kıyas edebilirsin.
HURUFU MUKATTAA
KLASİK VE MODERN TEFSİRLERDE HURÛF-İ MUKATTAA ALGISI YÜKSEK LİSANS TEZİ Mustafa
YILDIZ
Kur'ân'da yirmi dokuz sûrenin başında yer alan ve isimleriyle telaffuz edilen harflerin ortak
adıdır.
Hurûf-i Mukattaa hakkında icmâ edilmiş ne bir mâna ne de bir metot bulunmaktadır. Bu
harfler, haklarında yoğun ihtilafın yaşandığı konuların başında gelmektedir.
Taberî (ö.310h), Araplarda kelime yerine kullanılan kısaltmaların bulunduğunu söyleyerek bu
görüşe destek vermektedir.13 Ancak Zeccâc (ö.311h) ile Şevkânî (ö.1250h) gibi önemli âlimler
Araplarda böyle bir kullanımın söz konusu olmadığını söyleyerek itiraz etmişler ve karşı
olduklarını beyan etmişlerdir.14
Altı sûrede ‫‘ الم‬Elif-lâm-mîm’ bulunmaktadır; Bakara, Âl-i İmrân, Ankebût, Rûm, Lokman ve
Secde Sûreleri.
Altı sûrede ‫‘ حم‬Hâ-mîm’ bulunmaktadır; Mü’min, Fussilet, Zuhruf, Duhân, Câsiye ve Ahkâf
Sûreleri.
Beş sûrede ‫‘ الر‬Elif-lâm-râ’ bulunmaktadır; Yunus, Hûd, Yusuf, İbrahim ve Hicr Sûreleri.
Basralı dil âlimleri bu harflerden hiç birini âyet saymamakta, kendilerini takip eden âyetin bir
cüz’ü olarak görmektedirler.
Hurûf-i Mukattaa’nın birer isim olduğu görüşünde olanlar, Zemahşerî, Beydâvî, Âlûsî
(ö.1270h) gibi önemli müfessirler, Halil (ö.175h) ve Sîbeveyh (ö.180h) gibi dilcilerdir. 29 Onlar,
görüşlerini; ‘Bu harfler bir mânaya işaret etmektedirler, sadece birer harf oldukları kabul
edilirse bir mânaya delâlet etmeleri mümkün olamazdı.’30 şeklinde delillendirmektedirler.
İkincisi görüş ise, Hurûf-i Mukattaa’nın harf olduğunu isim olmadıklarını düşünenlere aittir.
Zemahşerî’den önceki müfessirler, genelde bu görüşü tercih etmişlerdir.
bu harflerin mânalarının bulunup bulunmadığı, şâyet var ise anlamlarını tayin etmeye gerek
olup olmadığı baştan beri tartışma konusu olmuştur.
Bu Harflerin Müteşâbih İfadelerden Sayılmaları
Bu konu, selef ulemâsının dile getirdiği: ‘Harf oldukları için herhangi bir mânaları
bulunmamaktadır; tılsım ve şifre türü ifadeler olduklarından dolayı hakîkî mâna taşımazlar;
Allah ve Peygamber’inin arasında bulunan özel şifrelerdir, dolayısıyla mânasını sadece Allah
ve Resûl’ü bilebilir;
Müteşâbih: Lügatte; Birbirine benzeyen birey ve cüzleri olup, kendisinde karışıklık ve iltibâs
bulunan şeydir. Terim olarak ise, Kur'ân-ı Kerim'de mânası kapalı, birçok anlama gelebilen,
tefsirinde güçlük çekilen âyet veya kelimelerdir. Bunların hangi mânaya geldikleri yalnız
kendilerinden anlaşılmaz. Başka hâricî bir delile ihtiyaç gösterirler. Allah'ın sıfatları, kıyametin
durumu, Cennet nimetleri, Cehennem azabı vb. şeyler hakkındaki lafızlar müteşâbihtir.
Müteşâbih’in karşıtı ise ‘Muhkem’dir.39
Müteşâbih Âyetlerin Bilinmesi

Âlimlerin çoğunluğuna göre, müteşâbih âyetlerin te’vilini, Allah’tan başka kimse bilemez.
Buna göre (Âl-i İmran, 3/7)’deki vakf,43 bu anlamı verecek biçimde gerçekleştirilir. Müteşâbih
âyetler olduğu gibi kabul edilir, üzerinde durulmaz. Resûlullah’ın ve sahâbînin anlayışı ve
uygulaması bu yönde olmuş, müteşâbihlerin kurcalanmaması istenmiştir. 44 Ebu’l-Hasan el-
Eş’arî (ö.324h) ise, âyetteki vakfın ‘ve’r- râsihûne fi’l-ilmi’ ifadesinden sonra olması lâzım
geldiğini ve râsih olan kimselerin müteşâbih âyetlerin te’vilini bilebileceklerini
söylemektedir.
2.1.3. Müteşâbih’in Kısımları
Genel olarak usûl ulemâsı müteşâbihleri iki kısma ayırmışlardır: Muhkemle mukâyese
edildiğinde mânası bilinebilen âyetler. Çoğu müteşâbih denilen âyetler bu kabilden
sayılmaktadırlar. Diğeri ise, hakîkatini bilmeye imkân bulunmayan âyetler 47 ki mutlak
müteşâbih diye isimlendirilenler olup, insanoğlu için tamamen gayb sayılan ifadelerdir. 48

2.1.4. Müteşâbih Âyetlerin Fayda ve Hikmetleri


Bu âyetler sayesinde insan fikri dondurulmamış, geniş bir fikir hürriyetine izin verilmiş
olmaktadır. Böylece insanın şerefi yükseltilmekte, daha çok öğrenmeye ve başka bilgiler
edinmeye sevk edilmektedir. Kur’ân’ın hepsi muhkem olsaydı insan aklî delillere ihtiyaç
duymaz, dolayısıyla akıl âtıl kalabilirdi. Müteşâbihler gayb ile ilgili olduğu için insanoğluna bir
imtihan vesilesi olmuşlar, onların îman veya inkâr etmelerinin bir ölçüsü kabul edilmişlerdir.
Ayrıca Kur’ân’ın tamamı muhkem olup, mânası apaçık anlaşılsaydı, onu anlama konusunda
âlim de câhil de aynı seviyede olurdu.
Elmalılı, ‘Müteşâbihât denildiği zaman mânasız, tam bir kapalılık iddia edildiğini zannetmek
büyük bir yanlış meydana getirir. Müteşâbihler, mânasız ve boş söz değil, mânalarının
çokluğundan dolayı belirli bir maksat için tayini mümkün görünmeyen ve daha doğrusu ifade
ettiği kapsamlı hakîkatleri insan zihninin yüklenemeyeceğinden dolayı kapalı görünen bir
durumdur. Bunun için buna ‘el-ma'lûmu'l-mechûl = bilinmeyen bilinen’ tâbiri kullanılmıştır.
Kur’ân âyetlerinin mânalarının tam anlamıyla ihatâ edilemeyeceğini ikrâr etmek
zorundayız.54
Daha çok selef âlimlerimizin oluşturduğu bu gruba göre Hurûf-i Mukattaa sadece Allah’u
Teâlâ Hazretleri'nin bildiği işaretlerdir, Kur'ân'ın esrarından sayıldıkları için haklarında bir şey
söylenmemeli, te’villeri yalnızca Allah’a havâle edilmelidir. Hulefâ-i Raşidîn, İbn-i Mes'ûd ve
İbn-i Abbas gibi sahâbîlerin bu kanâatte olduğu, Şa'bî, Süfyan es-Sevrî gibi tâbiîlerin, İbn-i
Hazm (ö.456h), Ebû Hayyân Endelûsî (ö.745h) ve Süyûtî (ö.911h) gibi âlimlerin de bu görüşe
katıldığı56 ifade edilmekte,
Şiî âlimlerden Seyyid b. Tâvûs (ö.664h) İmam-ı Sâdık’ın bu harflere dair şu ifadelerine yer
vermektedir; ‘Allah, peygamberden başkasının haberdar olmasını istemediği, başkalarının
gözünden uzak tutmak ve sadece dostuna açık ve belirgin kılmak gâyesiyle bu sırlı harflerle
hitabını dile getirmiştir. Dolayısıyla bu harflerin Arapça karşılıkları bulunsaydı ya da Arapça
dışından herhangi bir kelime ile îzah edilebilselerdi Efendimizin beyan görevi gereği zaten
açıklamasını yapması gerekirdi. Bundan dolayı Mukattaa harflerinin anlamı bizim için meçhul
bırakılmıştır.’59
‘Mukattaa harfleri müteşâbihin müteşâbihidir, kim bu harflerde Allah’ın murâdı budur diye
iddia ederse çok çirkin bir iş yapmış olur.’62 Ş̧evkânî, Fethu’l- Kadîr, I, 35-36; Bkz. Duman,
‘Hurûf-i Mukattaa’, DİA, XVIII, s.401-408.
harfler fesâhat ve belâğat ifade eder diyen Zemahşerî
Hz. Ebû Bekir’e dayandırılan, ‘Her kitabın bir sırrı vardır. Kur’ân’ın sırrı da sûrelerin
girişindedir.’ ve Hz. Ali’ye izâfe edilen, ‘Her kitabın bir özü vardır. Bu kitabın özü de bazı
sûrelerin başlarındaki hece harfleridir.’65 rivâyetleridir. Ayrıca İbn-i Mes’ûd ve Hülefâ-i
Râşidîn’den nakledilen: ‘Bu harfler gizli bir ilim ve kapalı bir sırdır. Allah onları bilmeyi kendine
mahsûs kılmıştır.’ 66 R. Rıza, Tefsîru’l- Menâr, VIII, 267.

harflerin bu şekilde gelmelerinin merakı celbetmekte olduğu, sırlara vâkıf olma gayretini
artırdığını söylemişlerdir. Âyet ve sûrelerle bu harflerin ilişkisini çözmeye çalışmak ilgi
uyandırmaktadır.
Bu görüşe karşı çıkanlar ve harflerin anlamlarının olduğunu düşünenler, en başta
müteşâbihâttan bahseden âyette68 vakfenin yanlış yerde yapıldığını, ilimde derinleşmiş
olanların bu harflerin mânalarını kavrayabileceğini söyleyerek itiraz etmektedirler. Onlara
göre Kur’ân sadece Hz. Peygamber’in anlaması için gönderilmiş kitap değildir. Eğer böyle
olsaydı Allah’la Peygamberi arasında sır olarak kalan ve vahiy olmayan diğer şeylere benzerdi
ve yazılı hâle getirilmesi gerekmezdi.
Elmalılı, Kur'ân'daki müteşâbih âyetlerle mânası olmayan kapalılığın değil, beşer zihninin
kapsayabileceği ölçüde pek çok anlamın kastedildiğini, dolayısıyla Hurûf-i Mukattaa’nın da
birçok mânaya gelebileceğini söyler.77 Yazır, Kur’ân Dili, I, 159.

1)İçinde Bulundukları Sûrelerin İsmi Olmaları


Bunun gibi Kur’ân'daki 114 sûrenin 72 tanesi, ismini 1. âyette geçen kelimeden almaktadır.
Arapçada varlıklara harflerle de isim verilebilmektedir. Nitekim Hârise et-Tal'in babasının ismi
Lâm'dır, balığa Nûn, dağa Kâf adı verilmiştir.
2.2.2. Uyarı ve Dikkat Çekme Mânası Taşımaları
Bu görüşü savunanlar, Mukattaa harflerinde sadece nidâ anlamı bulunduğunu, ayrı ayrı
anlamları olmadığını düşünmektedirler. Böylece sadece ses ve hitabın ince noktaları
kullanılarak hareket edilmiş olmaktadır. Onlara göre bunlar, müşriklerin kulak kabartmaları ve
ilgilerini hitaba yoğunlaştırmak amacıyla seslenilen harflerdir. Dolayısıyla ‫ آآل‬Elâ! ve ‫ يٓا‬Yâ! gibi
Arapça lafızlarının ortaya koyduğu; Dikkat ediniz! Dinleyiniz! anlamında, kelama giriş bâbında
kullanılan harfler olarak düşünülmelidirler.
insan, tabiatı gereği alışık olmadığı, bilmediği şeylere karşı çok meraklıdır. İşte, bu merak
uyandıran harflerle hitap, istenilen amaca ulaşmış olmakta, sonrasında gelen âyetlerin daha
bir titizlikle dinlenilmesine vesîle olunmaktadır.101 İ ̇smail Hakkı Bursevî, Rûhu’l- Beyân,
İstanbul: Matbaa-i Osmaniyye, t.y., I, 28
2.2.3. İ’câz ve Meydan Okuma Anlamına Gelmeleri
Hurûf-i Mukattaa ile açılan sûrelerin hemen sonrasında Kur’ân’ın kaynağına değinilmesi veya
benzerinin getirilemeyeceğinin söz konusu edilmesi, kendilerini destekleyen en önemli
delildir.
2.2.4. Yemin (Kasem) İfade Etmeleri
2.2.7. Bir Takım Şifreler İçermeleri
Mesela; Beydâvî’ye göre, 29 sûrenin başında bulunan münferit harflerden her biri mutlaka
Allah'ın bir isminin anahtarı ve nimet, musîbet gibi insana yönelik imtihanların birer şifresidir.
Mesela: elif, Allah isminin, lâm, Latîf isminin; mîm ise, Mecîd isminin anahtarıdır.159 Beydâvî,
Envâru’t- Tenzîl, I, 35-36.

‘Kur'ân mademki her asra hitap ediyor, elbette her asırda bulunan insanların bütün
seviyelerine hisselerini verecek şekilde mânasının vecihleri bulunur. En hâlis parça Selef-i
Salihîn’in hissesine düşmüştür. Ehl-i velâyet ve tahkîk, rûhânî seyr-u sulûklarında, bu
şifrelerden pek çok gaybî işaretler bulmuşlardır.’161 Said-i Nursî, Mektûbât, İstanbul: Nesil
Yay., 2012, s.365.
2.2.8. Bulundukları Sûreler ve Muhtevâsı ile Münasebetleri Olması
Zerkeşî, sûre başlarındaki harflerin, sûrenin genel muhtevâsıyla yakın bir münâsebeti
bulunduğunu, bu münâsebetin hem lâfız, hem de mâna yönüyle olduğunu ifade etmektedir.
Meselâ: Kâf Sûresi’ne baktığımızda kâf harfi üzerine bolca kâfiye vardır ve bu harf cömertçe
kullanılmıştır. Kâf Sûresi yakından incelendiğinde neredeyse içinde kaf harfinin geçmediği
kelimenin olmadığı görülecektir. Bu durum Mukatta Harfleri’nin sûrelerin dışında ve sûrelerle
ilgisiz ‘müteşâbih’ bir âyet olduğu gibi gizemcilik içeren açıklamaların yersizliğini ortaya
koymaktadır. Aynı durum Sâd Sûresi'nde de söz konusudur. Bu sûre de sâd harfinden türeyen
kelimelerden oluşmaktadır.
Bir başka örnek olarak şu verilebilir; 6 sûrede Mukattaa harfleri aşağı yukarı birbirinin
aynısıdır. Ayrıca bu sûrelerin hepsi peş peşe gelmektedir. (Yunus10/1) Elif-lâm-râ, (Hud 11/1)
Elif-lâm-râ, (Yusuf 12/1) Elif-lâm-râ, (Ra’d 13/1) Elif-lâm-mîm-râ, (İbrahim14/1) Elif-lâm-râ,
(Hicr 15/1) Elif-lâm-râ şeklindedir. Keza bütün bu sûrelerde peygamber kıssalarından
bahsedilmiş olması da ilginçtir. Mesela; Yunus Sûresi’nde, Yunus, Mûsa, Hârun ve Nûh
peygamberler; Hûd Sûresi’nde, Nûh, Hûd, Sâlih, İbrahim, Lût, Şuayb ve Musa peygamberler;
Yusuf Sûresi’nde, Yusuf ve Yâkub peygamberler; Ra’d Sûresi’nde, herhangi bir peygamber
ismi veya kıssası geçmemekle beraber ‘Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik ve
onlara da eşler ve çocuklar verdik.’ (Rad 13/38) ayeti ve Hz. Muhammed'in (s.a.s.) kendisinin
resûl olarak anılması söz konusudur. İbrahim Sûresi’nde, Musa, Nûh, Hûd, Sâlih ve İbrahim;
Hicr Sûresinde, İbrahim, Lût, kavminin oturduğu Eyke ve Medyen bölgesinin ismi verilerek
Şuayb peygamberden bahsetmekte ayrıca sûreye ismini veren Sâlih peygamberin kavminin
yaşadığı bölge olan Hicr ifadeleri geçmektedir.

Bir başka açıdan bakıldığında başında Hurûf- i Mukattaa bulunan sûrelerin âyet sonları da bir
ölçüde bu harflerin okunuşu ile uyumlu olarak gelmiştir. Buna göre elif-lâm-mîm ile başlayan
altı, hâ-mîm ile başlayan altı, tâ- sîn-mîm ile başlayan iki, tâ-sîn, yâ-sîn ve nûn ile başlayan
birer sûre olmak üzere toplam on yedi sûrenin fasılaları umumiyetle gibi ‫تعلمون‬, ‫خالدون‬, ‫راجعون‬
gibi ‘in’ veya ‫راكعين‬, ‫عالمين‬, ‫ خاشعين‬,’gibi ‘im ‫تسعى‬, ‫عظيم‬, ‫رحيم‬, ‫ عليم‬,un’ uyumuna; tâ-hê, ilk yirmi
dört âyetinden sonra bazı farklılıklarla birlikte‘ ’gibi ‘ak’,‘as ‫شقاق‬, ‫غواص‬, ‫ مناص‬gibi ‘a’
uyumuna; sâd ise büyük ölçüde ‫طغى‬, ‫اتى‬
‫يعقلون‬, ‫ يؤمنون‬, ‫ يتفكرون‬uyumuna sahiptir. Ayrıca elif-lâm mîm-ra ile başlayan Ra'd Sûresi gibi
‘un’ sesleriyle bitmektedir.170
‘Mesela: Ra'd Sûresi'nin başında elif-lâm-mîm-ra harfleri vardır. Bu harfler, gösterildiği şekilde
tertip edilmiştir. Yani birinci sırada elif, ikincide lâm, üçüncüde mîm ve dördüncü sırada da râ
vardır. Enteresandır ki, sûrede geçen bu harfler sayı bakımından da aynı şekilde sıraya tâbi
tutulmuşlardır. Şöyle ki: Ra'd Sûresi'nde 625 tane elif, 479 lâm, 260 mîm, 127 de râ vardır.
Bunlardan başka bu sûrede, Mukattaa harflerinin sıralanışı ile aynı harflerin sûre içindeki
tekrarı da ciddî bir tenâsüb ve uygunluk sergilemektedir. 171
Araplar bazen bir tek harfi bir cümlenin, bir kelimenin, bir mânanın ifadesi olarak
kullanmışlardır. Arap Edebiyatçıları ve Cahiliye Devri’nde şiir yazan insanlar, Kur'ân-ı
Kerîm'den önce bu harfleri sembolik olarak ele almaktaydılar. Derveze, bu tür şiir
rivâyetlerine dayandırılarak Mukattaa harflerinin, Allah’ın ve Peygamberimizin bazı isimlerini
sembolize ettikleri veya Kur’ân ve Allah’ın İsm-i A’zam’ının sırlarını temsil ettikleri yorumunun
yapıldığını söylemektedir.178
2.2.9.2. İsm-i A’zam’ı Oluşturmaları
Süddî (ö.127h), Kelbî (ö.204h) gibi âlimlerin tercih ettiğine göre, Hurûf-i Mukattaa, İsm-i
A'zam’ın bazı sûrelerin başlarına dağılmış şeklidir. Mesela; elif-lâm-ra, hâ-mîm ve nûn harfleri
bir araya getirildiğinde ‘er-Rahman’ )‫ ن = الرحمن‬+ ‫ حم‬+ ‫ )الر‬ismi ortaya çıkmaktadır.
2.2.9.3. Başka Kişi veya Şeylere Delâlet Etmeleri
Onlara göre, kâf harfi bir dağ ismi, nûn harfi de balık veya divittir. Çoğu müfessir ise yukarıda
belirtilenleri de diğer Mukattaa harflerinden saymaktadırlar. 186 Râzî, Arapçada bazı
kısaltmaların kullanılmasının yeni bir şey olmadığını, bilakis yaygın olduğunu söylemektedir.
İbn-i Abbas'tan yapılan bir rivâyete göre, münferit harflerden elif, Allah'a; lâm, Hz. ‫انزل الَّل‬
‫; الكتاب على لسان‬Cebrâil'e; mîm ise, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e işarettir. Böylece Allah, kitabı,
Cebrâil (a.s.) vasıtasıyla Hz. Muhammed'e‘ ‫( جبرىل الى محمد صلى الَّل عليه وسلم‬s.a.s.) indirmiştir.’
anlamına gelmektedir.188
Mesela; İbn Abbas’tan rivâyet edildiğine göre, elif-lâm- mîm ile ilgili olarak; ‫‘ انا الَّل اعلم‬Ben
Allah’ım ben bilirim’, elif-lâm-mîm-sâd ile ilgili olarak ‫‘ انا الَّل افٌّص‬Ben ayıran, kesen ve hüküm
veren Allah’ım’, elif-lâm-mîm-râ ile ilgili olarak ‫‘ انا الَّل ارى‬Ben Allah’ım, herşeyi görürüm’
demiştir.196
Tefsir tarihimizin her döneminde bu tür mâna arayışlarına rastlanmıştır. İfade edilmelidir ki,
birçok sûfî müfessir bile i’tidalden uzaklaşıldığını itiraf etmiş, bizzat bâtinî yorum tehlikesine
karşı uyarmışlardır. Yine de çoğuna göre Hurûf-i Mukattaa ile başlayan sûrelerde anlatılan
bütün ahkâm ve kıssalar, bu harflere yerleştirilmiş olup, sûrenin içinde açıklanmıştır. Ayrıca bu
harfler, dinî, kevnî veya tarihî birer sırdır ve ileride keşfedilecektir. 200

İbn-i Arabî’nin Futuhât adlı kitabından konu ile alakalı aktarımlar yapan Âlûsî, ‘Allah, kevnî ve
felekî ifadelerle kendini harf sembolizminin içinde ifade eder.’ demektedir. Âlûsî, yine İbn-i
Arabî’nin bir başka eserinden harflerin sayısal anlamda değerlendirilmelerine dair alıntılar
yapar. O, bu konuda kim ne derse desin bir sınır konulamayacağını, ârif olanların haklarında
daha fazlasını söyleyebileceğini, buna rağmen mânalarının tüketilemeyeceğini beyan
etmektedir.215 ALûsî, Rûhu’l- Meânî, I,103.

herkesin, bu harflerden kendi düşüncesine göre, istediği anlamı çıkartması hiç de zor
olmayacaktır. Dolayısıyla böyle bir bakış açısı, oldukça vahim anlamların ortaya çıkmasına
sebep olabilir.220
Elmalılı’ya göre, ‘Gerçekten hem dirâyet açısından ve hem rivâyet açısından bu görüş
açılarının hiç birini feda etmeye imkân yoktur. Çünkü sûrelerin başındaki Mukattaa harflerinin
okunuşu ve genel durumlarındaki ilişkiler, bu görüşler hakkında pek büyük bir karîne teşkil
etmektedir. Aynı zamanda şu da inkâr edilemez ki, bu kadar yüksek bir delâlet ve irâdenin dış
görünüşünden başka hedefi yoktur demek de aynı karînelerle uzlaştırılamadığı gibi,
bunlardaki delâlet yönlerinden birçoğunu ihmâl etmek olacaktır.
2.2.10.4. Tevrât, İncîl Gibi Önceki Kitaplara İşaret Olmaları
Oldukça ilginç bir yorum da, bu harflerle önceki kitapların kastedildiğidir. Süleyman Ateş, bu
harflerle, Arapların dillerini anlamadıkları eski ilâhî kitaplara ve içeriklerine işaret edildiğini,
daha sonra da o kitapların özünün fasih bir Arapça ile Kur’ân’da açıklandığını söylemektedir.
İnsanoğlu, anlatmak istediği şeyi önce bazı eşyaları kullanarak; sonra da bu bu eşyanın
resmini çizerek anlatmaya başlamıştır. Zamanla, çizilen resimlerin sahip oldukları anlamlar,
hâricindeki şeyleri tanımlayamaya başlamış, böylece anlam genişlemesi dediğimiz hâl vukû
bulmuştur. Basit resimlerin zamanla ilk harfleri meydana getirdiği söylenebilir. Akabinde
harfler yan yana gelerek kelimeleri ve cümleleri oluşturmaya başlamıştır.
Şevkâni’ye göre bu harfler Arapların bildiği şekilde kullanılan terkipler, kısaltmalar değildir.
Bu kısaltmaların karşılığının ne olduğuna dair de delil bulunmamaktadır. O, bu özel mânalar
için sarf edilen emekleri Yahudilerin kutsal kitaplarını açıklarken ortaya koydukları
faaliyetlerine benzetir. Dolayısıyla bu harfler için özel anlam arayışında olmamalı ve Allah’a
havâle edilmelidir. Ona göre Hz Peygamber’den sahih bir rivâyet gelmediği için sahâbîlerin bu
konudaki yorumlarına dahi katılma zorunluluğumuz yoktur. Sonuçta bu harflerin
zikredilmesinde bir hikmet bulunmasını kabul etmesine rağmen, insanoğlunun
anlayamayacağını dile getirmektedir.257 Ş̧evkânî, Fethu’l- Kadîr, I, 38.
Âlûsî, Mukattaa harfleri için; ‘Çoğunluk bilmese dahi zevk ve irfân ehlinin biliyor olması bizim
için yeterlidir. Çünkü bunlar herkesin bilmekle mükellef kılındığı türden mânalar değildir.’
der.
Nûn’ Kalem Sûresi‘ 3.8. ‫ن‬
Arapçada ‘Nûn’ isminin; Hz. Yunus'a ‘Zü’n-nûn’ denilmesinde olduğu gibi hût, yani ‘balık’
mânasına; kezâ yazı hokkası ‘divit’ mânasına ve daha başka mânalara geldiği söylenmiştir.
Genelde tefsirlerde hâkim olan anlayış nûn’un balık ve hokka anlamlarında kullanıldığıdır.310
Zemahşerî ise, Arap dilinde nûn’un hokka anlamında bir kullanımının olmadığını söyleyerek
bu görüşü benimsemez.311 Zemahşerî, Keşşâf, IV, 584

Tâ-sin-mîm’ Şuarâ ve Kasas Sûreleri‘ 3.11. ‫طسم‬


Ayrıca tâ’nın Tûr Dağına, sîn’in Musa'ya, mîm’in Hz. Muhammed'e işaret olduğu da zihne
çarpar.337
Yâ-sîn’ Yâsin Sûresi‘ 3.13. ‫يس‬

Müfessirlerimiz her iki harfi beraberce ele alan bir anlam arayışında olmuşlardır. Birçoğu
yorumlarında farklı kabileleri ve değişik dilleri kaynak olarak gösterseler de en fazla üzerinde
durdukları anlam Ey Muhammed! şeklinde olanıdır ki Ey insan! Ey Efendi! vb. farklı şekilleri de
zikredilmiştir.349 Hepsinin kabul ettiğine göre bu seslenişle Hz. Peygamberimiz
kastedilmektedir.
Dilin kökeni sayılan harflerin, sadece kelimeleri meydana getirmeye yarayan anlamsız bir
şekil olmadıkları, canlılığı meydana getiren hücreler gibi kendi anlamlarıyla bir bütüne mâna
verdikleri görülmektedir. Harfler en basit anlamlı kelimelerdir. Ses ve anlam bakımından
kelimeleri oluşturan harflerin, kelimelerin yerine rumuz veya sembol olarak kullanılmasından
daha doğal bir durum olamaz.
İ’câz’ın en önemli örneği sayılan ve hayatın anlamı olan bir kitabın sûrelerinin başına,
anlamsız harfler yerleştirildiğini düşünmek mümkün değildir. Dolayısıyla bu harflerin taşıdığı
anlamları ve sembolik mesajları, sûrelerin temel konu ve kavramlarında örnek olarak anlatılan
kıssaların satır aralarında ve ilgili dönemlerin tarihsel verilerinde aramak gerekmektedir.
Subhî Sâlih şöyle demektedir: ‘Bu sûre başlangıçları, hâla hayret âmili olmaya devam
etmektedir. Hayret meraka, merak ise dikkate yol açar. Semânın, arzın kulağına fısıldadığı bu
harflerden daha müessir bir şekilde hiçbir şeyin, insanların dikkatini celbedeceği tasavvur
edilemez.’369 Subhî Sâlih, Mebâhis, s.236.

bu harflerin büyük çoğunluğundan hemen sonra kitap veya Kur'ân kelimelerini içeren yahut
bunlara işaret eden âyetlerin gelmesinin, onların dikkat çekmek amacıyla zikredildiğini
destekleyen önemli karînelerden biri olduğunu düşünmemize sebep olmaktadır. Ayrıca
âyetleri dura dura okumayı (el-İsrâ 7/106) ve okunurken susup dinlemeyi (el-A'râf 7/204)
emreden, Kur'ân'ın okunuşu sırasında gürültü çıkaran müşrikleri yeren (Fussilet 41/26) birçok
âyet ve sûre, yemin ve nidâ edatları gibi dikkat çekici bir unsurla başlamaktadır.

You might also like