You are on page 1of 13

Teklif sayı 2

İhsan Fazlıoğlu:
Fahred din Razi'nin "Herhangi bir nesne hakkında bilgi üretebil mek için önce insanın kendi
zatını bilgiyle dönüştürmesi gerekir ki, dışarıya uzanabilsin 9

İnsan kendini idrak ettiğinde, kendi ötesinde bulunanın bir tür hadsi, keşfi, şuhudi vb. idrakine
de erişir. 9

Kendimiz dışındaki eşyayla irtibatlı olmak, onları fark etmek bir şey; idrakin konusu kılmak
başka bir şey 10

Varlık'ın uzantısı olmak zaten bizim idrakimizin zeminidir. Ama diyorum ki, hadsi olarak bunu
fark ettikten sonra var-olanlara yöneldiğimizde gerçekliği idrakimin bir uzantısı olarak
yakalıyorum. 18

---i̇ drakin genişlemesi varlığın hakikatine vukufiyete de genişlik sağlar---

gerçekliğin en nihayetinde hangi sıfatı alırsa alsın varlığın bir niteliği olduğunu düşünüyorum.
21

---varlık hakikat -lerle beraber vardır. Hakikat basamaklarını döşeme de en üst basamakta ki
hakikati ifade doğrudur ama ifade edilmiş değildir.

biz aslında gerçeklik dediğimiz şeyi kuruyoruz. 22

Sonuç çok vahim aslında, çünküböyle bir bağlamda gerçekliği, gerçeği güç belirler; hakikatin
gücü tatilde; gücün hakikatine hoş geldiniz. 23

---batının hakikati-gerçeği kurgulayıp dünyaya sunduğunda bu kurgulanmış anlayış karşısında


kendi korkularmız olmadığı için edilgen ve tepkisel bir pozisyon alıyoruz. (kadın, demokrasi ve
benzeri )

---kurgusallığın sınırları olmalı (ilahi-nebevi)sınırları olmalı (ilahi-nebevi)

kilisenin ve düzenin çöküşüyle ilgili vurgusunda öne çıkan bir şey, makuliyetin kaybolması. 28

Klasik gelenekte insan nesnedeki ma kulü, intiza ve tecerrüd süreciyle zihindeki makule dönüş
türüyor. Modern gelenekte ise saf mahsusu, makul hale getiriyor. Yani klasik gelenekte
dışarıdaki nesnede bulunan makulü aklımızla idrak ettiğimizde, aslında makulü, ma kul olarak
idrak etmiş oluyoruz. Modern dönemde ise sa dece mahsus olan bir yapı var. Makuliyet sadece
bize has; nesnenin bir makuliyeti yok. Modern zihniyette mahsusu, aletlerle edevatlarla uygun,
yararlı, uygulanabilirlik vb. açı lardan denetliyor ve temsil ediyoruz. Dolayısıyla modern
dönemdeki makuliyetin gücü kendinden değil, temsillerin de ortaya çıkıyor; özellikle alet ve
edavat ile temsilde... 33
herhangi bir gerçeklik soruşturması en temelde iki sı nıra dayanır: Birincisi insanın kendini
idrak etmesi; ikincisi ise içinde bulunduğu yeri (dünyayı) idrak etmesi. idrak yani bilgi
ilişkisidir 61

---i̇ nsanın alak’tan yaratılması-kendini idrak---

Söz konusu varlık bağı, fıtri sezginin bir idrakidir ve dolqyımsızdır. Kadim felsefi dilin
ıstılahları ile keşfi, istişhadi, şuhudi, zevki, huduri vb. olarak nitelendirilebilir.

Evren'i nazari idrakinin konusu kılmadan, bir müdnk özne haline gelmesi için ilk sınır olan
kendini idrak aşamasını ta mamlaması gerekir. 62

gerçeklik; ne insandan tamamen yalıtılmış bir cevherdir ne de insanın saf zihni tasavvurlarının
bir inşasıdır.

Bir mevcud olarak müdrik insan, mevcudiyet cihetinden Varlık'a bağlı iken, idrak cihetinden
her türlü mevcudu bilgi(ilm) ile maluma dö nüştürür. 63

Kadim geleneğimizde idrak kavramı açısından en etkili metin hiç şüphesiz İbn Sina'nın Kitab
el nefS adlı eseridir. 64

Bunun da ötesinde idrak, var-olanlann (Evren'in) mekan-zamandaki başlangıcının ve bitıŞinin


ötesine uzanma ya, mutlaka, sonsuza, sınırsıza, belirsize değmeye çalışır. Kı saca mekansallığı
ve zamansallığı aşmaya kalkışır. 66

Her türlü gerçeklik, varlık bağı ile bilgi bağının çatalında inşa edilir; yani Varlık'ın etkinliği ile
idrakin etkinliğinin kesi şim kümesinde. Varlık bağı ihmal ya da iptal edildiğinde

gerçeklik, insan tasavvurunun saf bir uzantısı haline dönü şür; pasif ve içeriksiz hale gelir;böyle
bir gerçeklik insan ta rafından her tür manipülatif yollarla inşa edilir, ilişkisel bir yapı, dilsel bir
oyun gibi görülür.

Herhangi bir gerçeklik soruşturması en temelde iki sınıra dayanır: Birincisi insanın kendini
idrak etmesi; ikincisi ise içinde bulunduğu yeri(dürryayı) idrak etmesi. 68

bir ontolojide dil, Varlıkla ilişkilendirilmediği için sürekli anlam kaybeder. Varlıktan
uzaklaşmak, anlamdan da ayn düşmek demektir çünkü. 23

---anlam-iman /anlamsız iman

Dursun Çiçek:
Modern dönemle birlikte görünenin -ki asli gerçeklik olarak da niteliyorum bunu- niteliklerini
görün tüye yüklüyorlar. Bir başka deyişle varlığın halleriyle mevcudun halleri bağlamında
Descartes ve Kartezyenler bizim varlığa yüklediğimiz anlamları mevcuda yüklüyorlar. 21
Görüntü insan, gözünün baktığını ve gördüğünü tanır, ku lağının işittiğini, elinin dokunduğunu,
dilinin tattığını tanır. Kendini bilmez görüntü insan. Çünkü gözünün gördüğünü, kulağının
işittiğini, elinin dokunduğunu dilinin tattığını sa nan kendinin farkında değildir. 108

"Hatırla o zamanı ki ... " çağrısını h atırlayan idrak sahibi olur.

gerçekliğin görüntüye ihtiyacı yoktur. Görünen görünür, görüntü görünmez. Görüneni görebilir
insan. Kendini gören kendini bilebilir. Bunun için de Yunus'un dediği gibi "ayrıksı basar
gerek..." 108

Tahsin Görgün:
Varlık da gerçekliğe indirgeniyor. 22

ı 5. yüzyıl Batı düşüncesinin en önemli isminin e n ö n e m l i e s e r i n i n , y a n i C u s a n u s


' u n D e D o c t a lg n o r a n t i a / C e halet doktn.ni olması çok önemli ve manidar. 28

Bütün makuliyet kaybolmuş hukuk yok, kurum yok, kurumlar yok, müesseseler yok, devlet yok
28

Birisi zihne indirgemeydi, varlığı zihne indirgeme. Öbürü bu sefer varlığı dile indirgeme.
Varlığı dile indirgeme gerçekleşince bu sefer dil metafiziği ortaya çıktı. Metafizik aslında terk
edilmiş değil. Yapılan şey, metafiziğin terki de ğil sulandırılması. Yapılan şey bu. 41

İbrahim Halil Üçer:


Farabi aktif gerçekli ğin bir muma benzeyen zihni kendi şekline sokup onunla formel birlik elde
ettiğini, İbn Sina ise zihnimizin bir ayna gibi gerçekliği olduğu gibi yansıttığını söylüyordu.

Bu manada alttaki akledilir mana ile onu akleden akıl, aynı varlık yapısına sahip sayılı yor; ikisi
de akledilir gerçekliğin bir üyesi olarak kabul edili yor. Çünkü akıl da kendi kendisini
aklediyor, o da bir akle dilir 27

Özellikle deneyimci bakış açısı etrafında şu düşünce ortaya çıktı: Acaba eskiden
varsaydığımızın aksine, gerçekliği ol duğu gibi idrake demiyormuyuz?Acaba gerçeklik
kendisini insan zihninin süzgecinden geçirerek buraya getiriyor ve biz sadece zihnimizdekini
mi idrak ediyoruz? 27

"Zihin ve gerçeklik arasında kurulabilecek doğru bir ilişki nedir?" sorusunu cevaplamak için,
Aristoteles'ten İbn Slna'ya ge linceye değin korunan çerçeveyi, bu yeni sorular etrafında
müzakere ederek "Zihin neyi idrak ediyor?", "İdrake bağlı niteliklerin ötesinde nesnede
gerçekten ona ait neler var?", "Nesne onun şu ya da bu şekilde idrak edilmesini sağlayan
nedensel bir etkiye sahipse, bu etkinin temeli nedir?" gibi sorular etrafında yeniden müzakere
etmemiz gerekiyor. 28
gerçekliğin ilkeleri ve unsurları aklın ilkeleri ve unsurlarına dönüşüyor. Akıl ger çekliğin temsil
yoluyla kuruluşunu üstleniyor. Bu hikaye nin gerisinde biz düzen ve kesinlik arayışını
görüyoruz. Yani gerçekliği kesin bir yolla idrak etme ideali, bize belki kesin liği armağan
ediyor ama gerçekliği elimizden alıyor. 33

gerçekçiliğin üç farklı seviyede nasıl inşa edildiğinin açıklanması gerekir. Bunlar varlık, bil gi
ve anlam seviyeleridir. 219

Ömer Türker
İslam düşünce tarihinde ister felsefi bilimler ister şer'! bilimler grubunda yer alsın, herhangi bir
bilim kendi ala nında eşyanın hakikatini bilmeyi amaçlar. Nitekim felse fenin en yaygın tarifi
şudur: "İnsanın gücü yettiği ölçüde eşyanın hakikatlerini bilmektir." 81

Şeyler ile kastedilen, bilimlerin ana ve alt konuları; hakikatler ile kastedilen bu nesnelerin za
man ve mekana bağlı olmayan, diğer deyişle değişme kabul etmeyen ve süreklilik arz eden
özellikleridir.

insanın zatı ve mahiyeti dolayısıyla hakikati, düşünen canlı olmasıdır. 82

hakikat bilgisinin muhtevası, fiziksel dünya dan değişen fertlerin kendisi değil, o fertlerin
birbiri ardı na var olmasıyla tahakkuk eden sürekli anlamlardır. 83

hakikati bilmek ve muhtelifyaşam formlarında temsil edebilmek suretiyle insani yetkinliğin


ideali, modeli ve sınırlan olan kişiler, siyasi ve toplumsal düzen kuran, Farabl'nin ifadesiyle
mille inşa eden, peygamberlerdir. 85

şer'! bilimler, Hz. PeygamberEsavJ tarafından temsil edilen hakikat bilgisi ve buna uygun
yaşam formunun nasıl tevarüs edileceği ve Müslüman olarak var olmanın her dönemin o
dönemdeki şartlarla uyumlu olarak nasıl tahakkuk edeceği sorusuna cevap olarak
geliştirilmiştir.

kendi içinde çok farklı eğilimleri barındırmasına rağmen şer'! bi limler, Eflatıln'un hakikati
bilen bilgesinin yerine araştır maya dayalı felsefi bilimleri koyan Aristotelesçi yaklaşıma daha
çok benzer. Farkı, yukarıda belirtildiği gibi hareket noktasında ve bu hareket noktasının iktiza
ettiği hakikat kavrayışındadır. 86

insanı ve Allah'ı bilmek Varlık'ı bilmek olarak yahut Varlık'ı bilmek insanı ve Allah'ı bilmek
olarak değerlendirilecektir. 90

Ayhan Çitil:
bilgelik sıradan insanın geçekliğe nüfuzu ile kıyaslanamayacak, ayrıcalıklı bir nokta-i nazara
sahip olmak 54
Biz nesnelerimizi zihnimizin (Gemüt) faaliyeti içerisinde kurarak biliriz 239

Kant'a göre bilgi saf görüler olarak uzay ve zamanda tezahür eden hissi tem sillerin muhayyile
tarafından terkip edilerek kendilerine birlik verilmesi suretiyle edinilir 239

Kant'a göre, kavramla rımızın nesnelere uydurulmaya çalışıldığı bir anlayıştansa nesnelerin
kavramlarımıza tabi olarak kuruldukları bir yak laşım bilgimizi ve bilimleri ilerletmek
konusunda daha ba şarılı olacaktır. 240

İnsanlığın teolojik ve metafiziksel safhaları geçip bilgisinin sadece olgularla sınırlı olduğunu
fark etti ği pozitivist evreye ulaştığı fikri de Kant'ın bilginin mahi yetiyle ilgili görüşleriyle son
derece tutarlıdır.

İnsanlık son iki yüzyıldır, bir yandan fenomenler alanının merkezinde Tanrısal bir konumda
olduğunu diğer yandan da önemsiz bir gezegende hayatta kalma savaşı veren bir canlı türü ol
duğunu düşünmekte ve bu iki vehim arasında istikrarsızca salınmaktadır. 241

YAYLAGÜL CERAN KARATAŞ


Süreç ve Gerçeklik (Process and Reality) Bu kitabı, özellikle Whitehead'in Fikirlen'n Serüveni
(1933)veDüşünceninKiplen·(1938) adlıkitaplarıylaberaber okumak daha anlaşılır kılacaktır.

" ... evren makrokozmosda ne ise mikrokozmosda da tekrar eder" "... o aşama aşama devam
eden süreçtir." " ... her bir bilfiil varlık, mikroskobik süreçte tamamlanmış olsa da makroskobik
sürecin nesnel olarak dahil edilmesiyle henüz tamamlanmamıştır. 244

"Evren (universe) hem zıtlıktır hem birliktir hem de çokluktur, bu nedenle ancak Tanrı ile
kavranılabilir" 245

ÖZKAN GÖZEL
Felsefeyi ötesi ve berisiyle var olana dair bir anlama ve an- lamlandırma pratiği olarak tarif
etmek bize mümkün, dahası münasip görünüyor. Bu pratik, var olanın aslını ve anlamını, şu
halde hakikatini tahkike matuftur;

felse fenin işi, asli anlamın m:ikes bulduğu mahal olarak hakikati tahkiktir,

Hikmet aşkı ve arayışı veya hikmeti aşkla arayış olarak felsefe, hakikate duyarlılığı varsayar
haddizatında. Bu ba kımdan, felsefi pratiği, sıradan bilincin, hatta umumiyetle bilim'in dahi
temellendiği sağd191u (bon sens /sens commun) düzeyinde eğleşen gerçeklik katmanını
icabında delip-geçme ya da bu alandan öteye taşma teşebbüsü olarak adlandırabi liriz.

Aklın temel bir duygulanımı olarak hayret, anlama ve anlamlandırma faaliyeti olarak felsefeyi
başlatan şeydir tam da. Hayretin güdülediği felsefe, öte ve beri arasında burada bulunuş olarak
dünyayı kendi içinde bir açık-lama, açık-kıl ma, giderek de apaçık-kılma yordamı olarak
bilim'den, onun her şeyi ışık altında çözündürüp-açıklayıverme yollu naif ve biraz da aceleci
tarzından gizemi-gözetme ve ona açılma tavrıy la ayrılır.
Eşyanın işleyiş ve düzeninde ki göze çarpan nasıllık'tan ziyade, onun altında yatıp Ne'de
temellenen asli anlama kulak kesilir. 116

gerçeklik (gör-e--cek-lik?)1 katmanı, mütehakkim vasfıyla gördüğünü nesneleştirici,


dolayısıyla buradalaştırıcı bir duyu olarak görme'ye istinaden verilmiş ya da kurulmuştur.

:Bura'ya, bu ara'ya yani dünyaya konulmakla biz gözümüzü gerçekliğe açmış oluruz.

dünyanın gerçekliği tüm duyularımız içinden 'görünerek' kendini bize verir.

----sağırdır dilsizdirler kördürler gözlerinin önünde perde vardır.

Sağduyu'nun, eş deyişle ortak duyu'nun hakim ve tayin edici olduğu gerçeklik katmanında

Gerçeklik, bu bakımdan, her daim vasati' ve dahi' vasatlaştırıcıdır. Normal olanın yani özneler-
arası normların hakim olduğu bu kat manda öz-ne, öz'ünün yani kendi'nin ne'liğine, dolayısıyla
aslihakikate görece duyarsızdır. Hakeza sağduyu'ya demirle miş ve mevcut durumu kanıksamış
görünen özne, özduyunç sı1retindeki kalb'in Ne'yi hatırlatan uyarısına umumiyetle kayıtsızdır.
119

---hakikatin duyumu toplumsal kabullere aykırı olabilir. O zaman kişisel kabuller toplumsal
duyusundan geçirilerek topluma sunulmalıdır.

Kalpten geçenlerin imanı aykırılığı-Hazreti peygamber-gerçek iman-----

Dünün ve günün doğruları olabilir. Ama Dünün doğrusu bugün, bugünün doğrusu yarının
doğrusu olmayabilir. Mutlak ve mukayyet doğrular. Hayatı dinin doğrularıyla geleceği de
bugünün doğrularıyla okumaya çalışmak İslam toplumunu geri bırakacaktır.

Olay, sağduyu'nun hergünkü olağanlığında demirlemiş bulunan mevcut durumu alt üst eder.
Olay olmaklığıyla o, gerçeklik katmanını çatlatır; aradan hakikat parlar; öylesine ki, özne bu
vesileyle vasati gerçekliğin üstünü örttüğü haki katin çağrısını duyma imkanına sahip olur;

Hakikat ile ilişkinin temel tarzı nesnesine hakim görme'den ziyade kulak verilene muti bir
kulak-ver me'dir. 120

Özne bir kere hakikate teveccüh edince, o artık (hiç değilse özne için) var olmaya ve öznenin
gerçekliğine, dolayısıyla da gerçekliğin kendisine dahil ve müdahil olmaya başlar. Başka bir
ifadeyle, öznenin hakikate teveccühü, böyle bir hakikat haddizatında hiç var olmasa bile, işbu
öznenin hayatında ama giderek de umumi olarak hayat üzerinde müşahhas yani elle tutulur ve
gözle görülür tesirler yaratır. Çünkü bir şeyi varsaymak, bu

varsaymadaki teveccüh, onu daha baştan varlığa getirmek tir belli bir anlamda

Öznenin hakikate teveccühü onun gerçeklikle ilişkisi- ne ahlaki bir anlam kazandırır. Hak-ikat
uğruna yola çıkan özne, bu yolda kendi gerçekliğini, dahası gerçekliğin kendi sini doğrultma
imkanına sahip olur. Hakikate teveccüh, öz neyi ola ki mevcut durum'dan çekip başka türlü
olan'a kılavuz lar.
Doğru nedir burada? Kendi gerçekliğini, giderek de gerçekliğin kendisini hakikat19'annca
muaheze edip doğrul(t) ma istikametinde sergilenen tavır ve çabadır. 121

Âdem’in isimlendirmesi devam eder.------

ESRA KARTAL SOYSAL


düşünen özne (insan), bilinen nesneye form verir, onu yapılandırır, hatta belirler. 122

deneyimden gelmeyen bilinç ile deneyimleriz dünya sahnesini. 125

Ataraksi, duygusal döngülerden, yüklerden, tetiklenmelerden arınıp üst bilince alınan yola
uzatıyor elini. Egonun tuzağına düşmeksizin her şeyi olduğu gibi kabulün yerine. Bu kabule
geçmek için yapılacak şey ise, farkındalık; izlemek, gözlemek, tanımak. Bedenim, zihnim,
duygum, düşüncem değilim; onlara tanık olan üst bilincim. 126

"An lam sorunu" yaşam mücadelesi karşısında daima paranteze alına alına. 127

----hakikat aslında bir anlam arama çabasıdır.---Hakikat bir keşiftir. Evrenin insanı hayatı ve
dini---

Joe Dispenza'nın sarahaten izah ettiği gibi beyin gerçek ile hayali ayıramıyor. İçimizden gel
mese bile kahkaha attığımızda, o sesi, o kasılma sinyallerini alan reseptörler neşenin zuhı1runa
inandırıyor. Gerçekliği algılama kapasitemizin düşüklüğü yanında beynimiz, kandırılmaya
hazır parçamız bu tarafıyla da. 129

Anlam üretici veya keşfedici (hangi felsefi görüşteyseniz) varlık olarakinsan, gözünü yüksek
bilince dikip ikna olma mayı seçebilir hala.

. Şahsi sezgim de inancım da evrenin tüm içeriğiyle canlı ve bilinçli olduğu yönünde,

Sayışalım mı? Aşağıda iyi miyiz yoksa yükselelim mi? O mo karada. 129

İBRAHİM BAHÇİ
deneme ve yanılma" (tnal and error) serüveni muvacehesinde gerçekliğe (hakikate)
yakınsamaktadJr . 130

Alman düşünür Johann Gottlieb Fichte şöyle ifade eder: "Tasavvurlarımın bir anlamı olması
gerekir ve tüm bilgilerime bilginin dışında hiçbir şey tekabül etmiyorsa, hayatımın tamamında
kendimi aldatılmış hissederim."132

Aristoteles sonradanMetefizikdiye adlandırılan eserinin meşhur ilk cümlesinde bütün insanların


tabiatları itiba rıyla (pl!fsez) bilmek (eidenaı) istediklerini yahut başka bir ifadeyle ilim talep
ettiklerini iddia etmişti. Önceki açıkla malar da dikkate alınarak bu bağlamda insani varoluşun
en azından uygun şartlar altında bizatihi gerçekliğin kendisi nin, otantik ve hakiki olanm peşine
düşmeye yatkın olduğu saptanabilir. 133
Bu perspektiften insan sadece gerçekliğin tezahür eden muhtelif özelliklerini keşfetmekle
yetinmiyor aksine varlıkla ilgili muhtelif metafiziksel ve ontolojik hakikatleri de soruşturuyor.
Sağduyusal maddi dünyanın yapıtaşları nı, evrenin kökeni ve bütününü, uzay-zamanın neliğini,
Tanrı'nın varlığı ve sıfatlarını, bilginin mahiyetini ve yine bilinç, canlılık, özdeşlik, nedensellik,
soyut matematiksel nesneler, küllller, doğa yasaları ve özgür irade gibi muhtelif gerçekliklerin
hakikatini soruşturmaktadır. 134

Ebu Haşim el-Cubbal gibi bazı kelamcılar mükellefe ilk vacip olan şeyin -kişiyi varoluşun
gerçekliği hakkında nazar ve istidlfil etmeye sevk edecek olan- kuş-ku ve şüphe (§ekk) etmek
olduğunu söylemiştir.135

İslam düşünce gele neğinin bunu aynı zamanda hem yüksek kültür seviyesinde hem de tek tek
tüm fertler seviyesinde kalkış ve varış nokta sı olması itibarıyla tahkiki iman ideali olarak
gördüğü söylenebilir. 136

---ey iman edenler iman ediniz---

BAHA ZAFER
[bilim insanı] algı ey lemlerinden bağımsız bir dünyayı tanımlamaya çalıştığı
sürecegerçekçigörünür; kavramlara ve teorilere insan ruhu nun özgür üretimleri olarak baktığı
ölçüde idealist; kavram larını ve kuramlarını yalnızca duyusal deneyimler arasın daki ilişkilerin
mantıksal bir temsilini sağladıkları ölçüde haklı bulduğunu düşündüğü ölçüde pozitivistt.ir.
Mantıksal basitlik bakış açısını araştırmasının vazgeçilmez ve etkili bir aracı olarak gördüğü
sürece ise, Platoncu veya Pisagorcu olarak bile görünebilir."142

gerçekliğe tutunmak, Einstein için "uzayın farklı 'yer'lerinde mevcut olanların bağımsız, gerçek
varlıklara sahip olduğu" şeklindeki çok temel bir varsayım anlamına geliyordu. Bir A
mekanında mevcut olan, başka bir B mekanında mevcut olandan bağımsız bir varlığa sahip
olmalıdır. 143

SELAMİ VARLIK
Gadamer'in de önem verdiği bu ilkeye göre parçalar bütünün önanlaması doğrultusunda, bütün
de parçaların önanlamaları sayesinde anlaşılır.

Bir kitapta hem yazısallığa hem metinselliğe -yani kanonik boyuta- mahsus iki tür mesafeleşme
gerçekleşir. Bu şekilde eser yazarın niyetinden, Sitz im Leben'inden, yani tarihsel oluşum
ortamından ve ilk muhatapların anladıklarından özerkleşir. Fakat, eser bir bütün oluşturduğu
için, yazarın niyetinin kaybı aşırı yoruma yol açmaz. Zira eserin bir kapa lı kanon oluşturması
tutarlı bir anlam bütünlüğü sağlar ve okurun beklentilerine direnir. Buna Umberto Eco'nun ifa
desiyle esen·n nfyeti (intentio operis) diyebiliriz. Kanonun bütü nüyle parçalan arasında oluşan
hermeneutik daire içsel bir dinamizme yol açar ve farklı öznel okumalara bu dinamizm eşlik
eder. Bütün ile parçalar arasındaki içsel canlılık yeni okumaları yönlendirir. 155
----anlamin keşfi yeni anlama arayışına sevk eder. Anlamin idraki bilginin kasıntısından?
Bilginin zevkine ulaştırır.---

okur verili parçalarla, mevcut inançları doğrul tusunda istediği şekilde yeni bütünler
oluşturabilir. 156

EROL GÖKA
ilk kez Freud'la birlikte müthiş bir karşı kutupla karşılaşmıştır. "Hakikat", nerede aranmalıdır?
Bizim hakikat sandığımız şeyler, acaba sadece ruhsal aygıtımızdaki dürtü, arzu gibi dile gelmez
alanların çarpıtılmış ifadeleri olmasın? 157

dil varlığın evidir ve hakikat orada saklıdır. 158 ---dil ve hakikat?---

Batılı insan için gerçek varlığın apaçık görünen halini ifade etmek değil zi hinsel yansımalar
daha önemli hale gelmiştir.

Hemen tüm dillerde görme ve bakma birbirinden ayrılır. Görmek için önce bakmak lazım
geldiği, uzun uzun anlatı lır. Bakar-kiir sözümüz, sadece bir görme engelliliği türünü değil aynı
zamanda sahiden görebilmek için ince bir zihin sel dikkatin de devrede olması gerektiğini ima
eder. 159

---gelişmişlik böyle sağlanmış----

SONER GÜNDÜZÖZ
İslam düşün cesinde lafzın mana ile olan ilişkisinin belirlenmesinin "illl"olup
olmadığıkadar,bubelirlemeyi (tayinvevaz) ede nin Allah mı, insan mı olduğuya da lafız ve
mana arasında ki ilişkinin Ferdinand de Saussure türünden bir yaklaşımla rastlantısal mı olduğu
ayrı bir tartışma konusudur. 166

İbn Teymiyye (ö. 728/1328) dilsel söy leme, "doğal olarak tedavülde olan [pragmatics]" açıdan
bir olgu olarak bakmakta ve dilsel söylemin tabii olarak bir gerçeklik oluşturmasına ilişkin
koşullan, muhatabın varlığı, muhatabın bilinmesi ve muhatabın adetlerinin ve maksatlarının
tanınması gibi hususlar olarak görmektedir.

Kur'an'ın tümellerden değil, tikel örnek lerden hareket ettiğini söyler. İbnTeymiyye hakikatin
farklı koşulların tezahürü olarak değişkenliğine dikkat çekerek, Aristotelesçi tümel yaklaşıma
karşı çıkar. 169 ---hangi kitap?

---gerçeklik ve muhatap?---

AHMET DEMİRHAN
Halid Ziya, "Roman yazmak, insanların ahvalini tedkik ettikten sonra yine bir insan; fakat bir
şahsiyete, bir enaniyete malik bir insan icat edip tabiatın sırr-ı muammasını saklayarak halk
ettiği mucize-i ruhu teftiş etmek"tir, "masal söylemek, erbab-ı merak eğlendirmek değil." 174
"Meslek-i hakikiyun maddiyat ve maneviyatı tetkik ve tecrübe üzerine ibtina ederek tasvir ve
tahlilden ibarettir" der Halid Ziya 175

Karatani'nin özlü bir biçimde ifade ettiği üzere, "mo dern edebiyat, nesne tarafına odaklanırsa
gerçekçi, özne ta rafında odaklanırsa romantik"tir. 176

"Her şey sahne üzerinde, bizim gördüğümüz mekanda ve zamanda olup bitiyorsa, sahnedışı
bütünüyle boş" kalır. 181

Lacan gibi ifade edersek, gerçek simgeleştirilemez şeydir 183

Kant, An Usun Eleştinsi'nin ikinci önsözünde usun do ğaya bir elinde ilkeleri ve diğer elinde de
bu ilkelere göre ta sarlanmış deneyle yaklaşması ve ondan birşeyler öğrenme amacını gütmesi
gerektiğini belirtir; ancak "bunu kendini öğretmenin söylemek istediği herşeyi dinlemeye
bırakan bir öğrencinin değil, tersine tanığı kendi ortaya sürdüğü soruları yanıtlamaya zorlayan
bir yargıcın niteliği içinde "yapmalıdır. 184

RIDVAN ŞENTÜRK
Hiçbir kurgunun, hayalin, estetik tasarımın varlığın hakikatiyle bütünüyle örtüşmemesi, onun
yokluğuna değil, zatiyetinin mahrem sırriyetine işaret eder. 186

tasavvufi bakış açısıyla değer lendirildiğinde, hakikat bilgisi sadece kavramlar düzeyinde
aklisoyutlamalaryoluyladeğil, dahaziyadebizzatyaşayarak ve ancak Peygamberlerin bildirdiği
ebedi hakikatlerin ışığın da, manevi zevk ve ruhi sezgiyle elde edilebilir. 190

bilgi teorilerinin temel meselesi, herhangi bir bilgi değil, varlı ğın hakikatine nasıl ulaşılacağı
sorusudur.

varlık ancak yine var lıkla bilinebilir. Varlığın kavramsal ifadesi, zihnimizdeki bilgisidir ve bu
durum bilinen ile bilgi arasındaki modalite farkına işaret eder. Bu fark ne kadar azalırsa,
varlığın hakiki bilgisine o kadar ulaşılabilir. Bu da dışarıda müstakil varlı ğını sürdüren
gerçekliğe sadece zihni refleksiyonlar yoluy la atıfta bulunmayı değil, bizzat varoluşsal iştiraki
gerekli kılar.

Varlıkların zihindeki kavramsal yansıması mahiyet iti barıyladır, varlığın zatiyeti ve hakikati
değildir. 191

bilme iradesinin, güç kesp etmekten ziyade, varlığın kendilik hakikatine duyu lan
sevgiden/aşktan ve tanıma iştiyakından neşet etmesi dir.

---allah Adem’e bütün isimleri öğretti -isimden anlama ve yoruma geçiş.

Her ne kadar Molla Sadra, hakikat bilgisine ulaşma sürecinde, algı, hayal ve akıl aşamalarından
bahsetse de gayenin ha yal filemi değil, filem-i melekut denilen saf varlık alemini ifade eden
külli akla ulaşmak olduğunu vurgular. Yani bilgi lenme gayesine ulaşmak için hayal aleminin
aşılmasını şart koşar. Başka bir ifadeyle, gayesi varlığın hakikatine ulaş mak olan bilgilenme
sürecinin yönü, bir suret ve sebepten diğerine değil, sebepsize ve suretsize doğrudur. 192
--Aşkın olan ilahi bilgiye yaklaşmak .ilmeli yakin aynal yakin Hakkal yakin.

OKTAY TAFTALI
Oluşan zikir atmosferi sayesinde, topluluk maddi dünyanın dışın da, aşkın (trancendent) bir
alana yönelebiliyor, gerçeklik (reality) ve öte gerçekliği (irreality) bir arada yaşıyordu 202

Acaba gerçeklik duyumlarımın bana bildirdiği ve sürekli değişim, dönüşüm halinde olan bu
maddi dünya ile mi sınırlıdır, yoksa bu görünenlerin arkasında, duyumlarımı aşan değişmez ve
idealbir gerçeklikten mi söz etmek gerekir'? Varlığı ve onun gerçekliğini, sofist
Protagoras'ıninsan herşryin ölçütüdür önermesinde ifadesini bulan ucu açı bir görelilik
doğrultusunda kavrayacak olursak, duyumlarımızın bize bildirdiği gerçekliğin ötesinde,
başkaca ideal ve değişmez bir varlık söz konusu değildir. 203

ger çekliğin sanal taklitleri satışa sunuluyor. Zihin bilgisinin bütünüyle devre dışı olduğu bu
dünyada, kitleler kendile rine sunulan gerçek ve öte gerçek terkiplerini, gerçekliğin kendisi
olarak sorgulanmaksızın kabullenebiliyorlar. 206

Ne diyordu Marx: Şeyler göründükleri gibi olsalardı bilimlere gerek kalmazdı. 207

Fatiha SuresiTefsirinden*
ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR
bütün ilimlerimizin kökü olan bu hiss-i batın, mütenah1 hislerimizin, şuurlarımızın, akıl
larımızın, fikirlerimizin hepsinden daha hak, hepsinden daha kuvvetlidir. Çünkü onları muhittir.
210

biz bu hiss-i batından, bu şu'ur-i ev velden gaflet ederiz ve o zaman bunu bize aklımız tarikiyle
tezkir ve ihtar edecek vesait Ü delaile muhtaç oluruz. Kainat bize bu tezk1ri yapacak ayat-ı Hak
ile doludur. Kur'an bize bu ayatı bir belagat-i i'caz ile ihtar ve tezkir ettiği için bir ismi de "ez-
Zikr"dir. 211

Muhammed Nilru'l-Arabi, Şerh-iAkdid


Eşyanın hakikatleri sabittir." Bu bapta üç mezhep var dır. Biri der ki; hakaik, ilm-i ilahide
mahzun olan malumattır 214

Şihabüddin es-Sühreverdi,
Hik m e tü ‘l-İş rak
ÖMER TÜRKER
Sühreverdl bu eserde hem istidlal hem riyazet yöntemiyle hakikat araştırması yapılabileceğini,
riyazet yönteminin istidlal yönteminden üstün olduğunu ama hakikat araştırmasında yetkin
bilgi ye ulaşmak için bu iki yöntemin birleştirilmesi gerektiğini iddia eder. Böylesi bir yöntemle
elde edilen idrake "İşrill hikmet" adını verir 228

Sühreverd1 bilgiyi esas itibariyle nesneyi te maşa etmek olarak değerlendirir. Buna göre
şeylerin haki katleri, işrak (aydınlanma ve ışıma) sayesinde gerçekleşen müşahede ile
bilinebilir. 229

SELAMİ VARLIK
Hans-Georg Gadamer, Hakikat ve Yöntem

Kesinlik arayışından dolayı, özellikle modern dönemde yöntemsel yaklaşımlar nesneyi öznenin
tahakkümüne indirgemiştir. 249

tıpkı metafizik gelenekte theoria, yani temaşa halinde olan kişi gibi, sanat eserinin karşısında
özne tahakkümünü kaybe derek bir hakikat tecrübesi yaşar. 250

tarihselliğinin bilinci sayesinde bir tür tevazu kazanan okur, eserle sürdürdüğü diyalojik ilişki
aracılığıyla ön-anlamalarını sürekli revize eder, düzeltir.

Gadamer'in projesi, özü tezahürlerine indirgeme riskini dai ma taşır. 252

---allah göklerin ve yerin nurudur. Varlığın bilinmesi nur-ışıkla mümkündür. Varlığını


aydınlatan ve bilgisini ortaya çıkaran Allah’tır.

İMÂM-ı RABBÂNÎ
14 Şevval 971’de (26 Mayıs 1564) Doğu Pencap’taki Sirhind’de (Serhind) doğdu. Nakşibendiyye
tarikatı mensupları arasında İmâm-ı Rabbânî (ilâhî bilgilere sahip âlim) ve “müceddid-i elf-i sânî”
(hicrî II. binyılın müceddidi) unvanlarıyla tanınır.

You might also like