You are on page 1of 5

SCHELLİNG’İN TRANSANDANTAL İDEALİZMİ

Schelling’in Transandantal Felsefe’sindeki temel amacı aslında eksik olduğunu düşündüğü


Fichte felsefesini tamamlamaktır. Schelling’e göre Fichte felsefesinin kapsamı oldukça dar
olsa da felsefenin sistematik bir birlik olması konusundaki ısrarı takdire değerdir. Schelling
bu çıkarımı tarihsel olarak aşamalı bir süreç içerisinde ortaya koyar. Schelling için, öz
bilincin farklı aşamaları ya da dönemleri söz konusudur.

Bu aşamalar, ampirik öznenin tam olarak kendi bilincine varabilmesi için gerekli
aşamalardır. Shelling bu süreçleri hem tek tek kendi başına ele alıp inceler hem de onlar
arasındaki düzeni ve ardışıklığı, yani bir önceki aşamanın sonraki için nasıl ve neden
zorunlu olduğunu göstermeye çalışır. Schelling’e göre öznel bilinçten hareket ederek ideal
mutlaklığa varmak için doğal olarak Ben kavramından hareket etmek gerekir. Ancak bu
Mutlak Ben’in ampirik Ben olarak bireysel bir zihinde nasıl yansıdığını takip edebiliriz.

Mutlak Ben doğada organik yaşam olarak yansımaktadır ve bu haliyle doğa felsefesinin
konusudur. Schelling’e göre ampirik Ben’in tüm içeriğinin temeli olan bu ilke Mutlak Ben’in
ediminin ampirik zihindeki yansımasıdır. Burada da Mutlak Ben kendi varlığını ortaya
koyduğu bu ampirik zihnin A=A ilkesine entelektüel bir sezgi ile ulaşmasına yol
açar. Schelling’e göre entelektüel bir sezgi yoluyla ampirik bilincin kendisi hakkında bir veri
elde ettiği bu mutlak Ben’in özü özgürlüktür.

İşte özdeşlik ilkesinin bilincine vardığında ampirik Ben kendini bir bilinç öznesi olarak da
fark edecektir. Sonlu Ben demek kendi bilincinin bilgisine sahip olan insan
demektir. Schelling insanın böylesi bir bilince varmadan önce bir çeşit doğa durumu içinde
yaşadığını düşünür. Bu durumda insan kendi kendisiyle ve onu çevreleyen doğa ile
birleşiktir.

Bu en kuşkucu filozofların bile sezebileceği bir durumdur Schelling için. Bu durumda henüz
insan kendi özgürlüğünü kullanmış değildir.

Söz konusu özdeş ahengin bozulmas

Schelling’e göre söz konusu ayrım koyma eğer bir araç olarak değil de nihai bir amaç
olarak ele alınırsa felsefe yanlış ve zararlı bir felsefe olur. O kendi üzerine ne kadar
düşünürse etkinliğini o kadar azaltır. Dolayısıyla onun en soylu etkinliği kendi bilincine
varmamış etkinliğidir, o kendini nesne yapar yapmaz artık tamlığını yitirir, o reflektif
düşünce ile kendisinin bir bölümü üzerine düşünüp onun bilgisine ulaşır ama kalan
bölümünü de feda eder. Bu düşünce ile birlikte hem doğa hem insan başka bir deyişle bu
felsefenin nesnesi neyse o donuk bir zihin nesnesi dışında bir şey olmamaktır.

Demek ki reflektif düşünce salt araç olarak değil de nihai bir amaç olarak ortaya çıkarsa
insanın zihinsel bir hastalığı olarak anlaşılmalıdır. Bu felsefe Schelling için kötü ya da yanlış
felsefedir ve bu felsefenin karşısına transandantal felsefeyi geçirir. Doğru felsefe reflektif
düşüncenin bir araç olduğunun farkında olan felsefedir. Bu felsefe de çıkış noktası olarak
söz konusu ayrımı ele almak zorundadır.

Söz konusu doğru felsefe insanın doğasında birleşik olan şeyi kendi özgürlüğü yoluyla
daha üst bir özdeşlikte birleştirmek için yine kendi özgür düşüncesinin aracılığıyla
ayırır. Demek ki Schelling bize 3 farklı insan etkinliğinin tasvirini vermektedir. Doğa
felsefesi, doğru felsefe ve yanlış felsefe. Schelling’in onayladığı transandantal felsefe ve
doğa felsefesi ya da bilimi bu ayrımı geçici ve araçsal olarak görürken, yanlış felsefe bu
ayrımı kalıcı ve nihai olarak kabul eder.

İşte bu noktada yanlış felsefe araştırmasının sonunda nesne ve tasarımı birbirinden ayırır
ve bu ayrımı nihai kılar. Oysa transandantal felsefe bu bağıntıyı araştırmaya devam
eder. Ve bize nesnelere ilişkin verilen tek bağlantı etki – neden bağlantısı olduğundan
tasarım ve nesne arasındaki bağlantıyı da bu türden bir bağlantı olarak kabul ederiz. Ancak
bu noktada zaten birey bu soruyu sorar sormaz yani tasarımlarımın nasıl meydana geldiğini
sorar sormaz aslında kendi tasarımlarını bilgi nesnesi yapar ve kendisini bu tasarımların
üstüne çıkarır.

Bu soruyu sorarak tasarımlarımdan dolayı kendi zihnimin üstüne çıkan özgür bir öz
olurum. Demek ki bu soruyu sorarak bir yandan tasarımlarım ve nesne ile bu ikisi
arasındaki ilişkiyi bir yandan da özgür bir düşünce ya da öz olarak kendimi koyarım. İşte
yanlış felsefe bu ayrımı nihai bir ayrım olarak bırakırken transandantal felsefe bu ayrımı
tekrar ve daha üst bir özdeşlikte nasıl bir ortadan kaldırabileceğinin yollarını arar. Başka bir
deyişle tam bu noktada madde ve ruh, tasarım ve nesne ya sonsuza kadar ayrı olarak
kalacak ya da daha üst bir sentezde birleşeceklerdir.

Schelling filozoflardan çok azının bu birleşimi denediğini söylemektedir. Buna göre eski
çağın en büyük düşünürü Platon bile, bu sentezi yapmak yerine maddeyi Tanrı’nın
karşısına başka bir şey olarak koymayı tercih etmiştir. Schelling’e göre ruh ve maddeyi tam
bir bilinçte bir birlik halinde değerlendiren ilk düşünür Spinoza’dır. Schelling’ e göre
felsefenin görevi Leibniz ve Newton’un beraber içerildiği ve insanın dışında bulunan bir tözü
de kabul etmeyen bir sistemin mümkün olabildiğini göstermektir.

Schelling’e göre Spinoza ideal olanla reel olanın bir doğada birlik içinde bulunduğunu
keşfederek oldukça büyük bir başarı sağlamıştır. Schelling’e göre ise «Sonlu ve sonsuz
olanın bizim dışımızda değil, tersine bizim içimizde, asli olarak aynı zamanda ve
ayrılmamış olarak burada olduklarını ve bizim tinimizin ve bizim tüm tinsel varoluşumuzun
doğasının tam da bu asli birleşmeye dayandığını bilmek için Spinoza’nın sistemini kendi
içimizde kavramış kendimizi onun sonsuz tözü yerine koymamız gerekir.» Schelling’e göre
benim dışımda mutlak bir varlığın etkilenimlerinin ve belirlenimlerinin nasıl olacağını ben
bilemem. Çünkü ben sadece kendi etkilenimlerimi koşulsuz olarak bilebilirim. O halde söz
konusu sorunu kendi içsel doğamda çözmem gerekir.

Schelling’e göre bu cansız olarak görülen doğanın organik yapısının göz önüne alınmasıyla
gerçekleşebilir ancak. Bu anlamda doğa salt mekanik değildir. Bu anlamda her varlık kendi
türü içinde kendi kendisinin nedenidir. Söz konusu organik doğa bir yandan ürün olarak
diğer yandan üretici olarak vardır.

Söz konusu organik doğa içine kendimi de koydukça yani doğa ile özdeş oldukça canlı bir
doğanın varlığına kendi varlığımdan emin olduğum kadar emin olurum. Ama kendimi ve
tüm ideal olanı doğadan ayırdıkça hem kendimi hem de doğayı ölü bir nesne olarak
algılamak zorunda kalırım ve benim dışımda bir yaşamın varlığını asla
algılayamam. Burada asli olarak bir ve özdeş olan şey, doğa ve özgürlük, sonlu olan ve
sonsuz olandır. Doğa kendi sonluluğu içinde tüm canlılığını basamak basamak ve sonsuz
bir biçimde özgürlüğe doğru açar.

Organik doğadaki yaşam doğanın bir ürünü olması bakımından koşullu ve sonludur ancak
bu üründe, düzenleyici bir güç olarak sonsuz bir tin de hüküm sürer. Dolayısıyla
transandantal felsefe ve doğa felsefesi bize mutlak ideal olanla mutlak reel olanın nasıl
özdeş olduğunu anlatmayı amaç olarak ortaya koyar. Transandantal felsefe ile doğa
felsefesi bu anlamda aslında bir ve aynı gerçekliği iki farklı açıdan gözler önüne sürmesi
bakımından bir ve aynıdır. Doğa felsefesi ile transandantal felsefe arasındaki temel fark
doğaya bakış açılarındadır.

Transandantal felsefe doğaya bilincin salt bir aracıdır gözüyle bakar, bu anlamda doğa
kendisi yoluyla bilincin temin edildiği ya da gösterildiği bir araçtır. Oysa doğa felsefesi için
doğa sadece bir araç olarak belirmez, o doğayı başlı başına bir varlık olarak ele alır. Başka
bir deyişle nesnel olanla öznel olanın bir uyumu. Bilgimizin nesnel tarafının cisimlenişi
doğa, öznel tarafının cisimlenişi Ben olarak adlandırılır. Bilginin kendisinde doğa ve Ben
öylesine birleşiktir ki hangisinin diğerine bir önceliği ya da üstünlüğü olduğu sorusu
cevapsız kalır. Ancak bu özdeşliği açıklamak istediğimizde ondaki özdeşliği ortadan
kaldırırız.

Bununla birlikte bilginin o iki etkeni dışında hiçbir şey bana verilmediğinden zorunlu olarak
birini diğerinin önüne koymak yerine birinden yola çıkarak diğerini açıklarım. Nesnel olan ilk
olarak kabul edilir ve onunla uyuşan bir öznel alana ulaşmaya çalışılır. Öznel olan ilk olarak
kabul edilir ve amaç onunla uyuşan bir nesne alanına ulaşmak olarak belirlenir. Nesnel
olanı ilk yapan doğa felsefesi, öznel olanı ilk yapan ise transandantal felsefedir.

Transandantal felsefede öznel olandan hareket ettiğimiz için, öncelikle öznel yani koşulsuz
ve tüm nesnel olan alana yani koşullu olana temel olacak bir ilke aranır. Dolayısıyla o
henüz temel koşulsuz bir kesinliğin temeline dayandırmadığından tüm nesnel olanın
gerçekliğine kuşku duyar. Buradan yola çıkarak nesnel olanın kesinliği yani, «Bizim
dışımızda da nesneler vardır» önermesi ancak bu ilk ilke ile özdeşliği bakımından kesin
olacaktır. O halde transandantal felsefe için bilginin bir bilgisi olarak mutlak öznel bir disiplin
tanımlaması yapılabilir.

Nesneleri tasarımladığımızda bir nesne dünyası bizden bağımsız olarak vardır ve bu dünya
ile tasarımlarımız ek bir şeyin yardımı olmadan uyuşur. Ayrıca gerçek dünya bizden
tamamen bağımsız ise tasarımlarımız da gerçek dünyaya yönelmelidir ancak gerçek
dünyanın tasarımlara doğru nasıl yöneldiği açıkça anlaşılır değildir. Söz konusu sorunun
çözümünün salt bu iki unsur arasındaki ilişkide çözülemeyeceği ancak her ikisini de
bağlayan ortak bir bağ ile yani ne salt kılgısal ne de salt kuramsal olan ancak aynı anda her
ikisi de olan daha yüksek bir felsefede çözüleceği açıktır.

Sanat Felsefesi

Schelling’e göre böyle bir etkinlik ancak estetik bir etkinlik olabilir. Her sanat yapıtı böyle bir
etkinliğin ürünü olarak kavranmalıdır. Sanat ideal dünya ile reel dünyayı kendi içinde bir ve
aynı olarak barındırır. Bu anlamda nesnel dünya tinin ilk ve bilinçsiz yaratısıdır ve felsefenin
genel amacı bilinçle birlikte bozulan bu özdeşliğin sanat yoluyla tekrar kazandırılmasıdır.

Sanat felsefesinin bu noktada transandantal felsefenin bir aracı olarak ortaya çıktığı çok
açık bir biçimde görülmektedir. Felsefe de tıpkı sanat gibi yaratıcı etkinliğe dayanır. Ancak
yaratıcı güç farklı bir yönden kendini gösterir.

Bu anlamda elbette sanat eserinin özelliklerinin ne olduğu da ayrı bir sorgulama alanı
olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla sanat eserinin sonunda ortaya bu çözümün getirdiği
bir doyum çıkmalıdır. Bu doyum sanat eserinin tamamlanımına eşlik etmelidir. Sanat
yapıtının dışsal ifadesi bir yandan bu doyumu yansıtmalı ve bu yüzden bir dinginliğin ve
sessiz büyüklüğün yansıması olmalı diğer yandan da bu doyuma ulaşan sancılı sürecin
sonunda acı ve sevincin en yüksek gerilimini ortaya koymalıdır.

Daha önce söylendiği gibi her estetik yaratma özgür yaratımda ayrılmış olan iki etkenliğin
sonsuz ayrımından başlar. Dolayısıyla sanat eseri bu ayrı iki etkinliği bir ve bütün yapıtta
göstermelidir. Bunun için sanat eserinde sonsuz olan sonlunun içinde verili
olmalıdır. Sonsuz olanın sonlu olarak ya da sonlunun içinde ortaya konması ise Schelling
için güzelliktir.

Demek ki bu ikisinin özdeşliğini yaratıdan önce kavrayan sanatçının sanat eserinin özü
güzelliktir. Temelde güzel olmayan hiçbir sanat eseri olamaz. Buradan sanatın ilkesi olarak
doğanın taklidini savunan düşünceler de eleştirilebilir. Burada olan rastlantısal olarak güzel
olarak değerlendirenin değerlendirme normlarını zorunlu olarak güzel olan sanatsal
yapıdan ya da yaratıdan alması söz konusudur.

Sanat eserinin bir başka belirleyici özelliği de bir deha ürünü olmasıdır. Ancak bu bir
zorunluluk değildir.

You might also like