You are on page 1of 277

DrTus.

com 1
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

HÜCRE FİZYOLOJİSİ
Basit Difüzyon
Proteinden ve enerjiden bağımsızdır. Sadece gradiente bağlı olarak geçiş olmaktadır. Konsantrasyon
gradienti ne kadar fazla ve ne kadar hidrofobik ise geçiş o kadar hızlı olmaktadır. Bileşiğin molekül
büyüklüğü, ne kadar küçükse, membran kalınlığı, ne kadar ince ise ve geçiş yüzeyinin büyüklüğü ne
kadar fazla ise difüzyon hızı o kadar artar. Lipofilik (hidrofobik) maddeler membranda daha kolay
çözüldükleri için daha hızlı geçiş gösterirler. Bu nedenle gliserol, üre, yağ asitleri membranları daha kolay
geçer. Ancak membranda en hızlı difüzyona uğrayan molekül su molekülüdür (Ozmoz).

Kolaylaştırılmış transport
Burda da eloktrokimyasal gradient sözkonudur. Ancak transport proteinler iş yapar. Bu nedenle doyma
kinetiğine sahiptir. Enerjiye ihtiyaç duymaz. Glukozun hücre membranından geçişi kolaylaştırılmış
transport ile olmaktadır. Organizmadaki diğer örnekleri demirin incebarsaktan absorbsiyonu ve plesentadan
glukozun geçişidir. (Örnek: 9 adet taşıyıcı varlığında maximum 9 molekülünün transportu yapılır. 10-11-12...
moleküllerinin transportu yapılamaz) Bu kaynak drtus.com’da yayınlanmaktadır.

1
DrTus.com 2
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Primer aktif Transport


Elektrokimyasal gradiente karşı meydana gelir. ATP bağımlıdır. En iyi örneği Na+-K+ ATPaz pompasıdır.
Hücre içi potasyum 150 mEq/Lt, hücre dışı ise 3 mEq/Lt kadardır. Bu pompa görüldüğü üzere 50 katlık bir
gradiente karşı potasyumu intraselüler ortama pompalamaktadır.
Aktif transportun diğer örnekleri endoplazmik retikulum ve plazma membranında bulunan Ca+2 - ATPaz,
böbrek toplayıcı tubulünde ve mide bezlerindeki H+-K+ ATPaz, lizozomal H+ ATPaz

Sekonder aktif transport (sodyum bağımlı ko-transport)


İki yada daha fazla mole külün birbirine bağımlı transportudur. Eğer taşınım aynı yönde ise simport, farklı
yönlerde ise antiport (counter tx) adını alır.
Sekonder aktif tranportun organizmada en iyi örneği glukoz ve aminoasitlerin sodyumla beraber
inrtaselüler ortama alınmasıdır. Burada sodyum; glukoz ve aa’lerin intraselüler ortama girmesi için motor
gücü oluşturmaktadır. SGLT denen trasport proteinleri bu taşımada görev alır. İntraselüler ortama giren
sodyum daha sonra sodyum - potasyum ATP - az pompası ile hücre dışına atılmaktadır.
Bu nedenle oral rehidratasyon sıvılarında sodyum ve glukoz beraber verilmektedir. Çünkü sodyum ve
glukoz birbirlerinin emilimini incebarsak düzeyinde kolaylaştırırlar.
Sodyum ve glukoz böbrek tubullerinde de geri beraber emilir. Diabetik hastalarda filtratta glukoz fazla olması
nedeniyle daha fazla olan glukozun geri emilimi için daha çok sodyum ve bunla beraber su emilir. Sonuç
olarak diabetik hastalar bu nedenle hipervolemiktirler. Hipervolemide, hastalarda hipertansiyona neden

2
DrTus.com 3
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

olmaktadır.

VÜCUT SIVILARI

İnsan vücudunun % 60 ı sudan oluşmaktadır.


Bunun %40’ı intraselüler, %20 extracellüer sıvıdır. Ekstraselüler sıvının %5’i plazma, %15’i ise interstisyel (hücreler
arası) sıvıdan oluşmaktadır.

3
DrTus.com 4
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

İNTRASELÜLER SIVI (%40)


Total suyun 2/3’ünü barındırır. En çok bulunan iyonlar:
• Potasyum [En fazla bulunan iyon (katyon)]
• Magnezyum (En fazla bulunan ikinci katyon)
• Protein (En fazla bulunan negatif yüklü organik madde)
• Organik fosfor (En fazla bulunan anyon)
• Kalsiyum (En az bulunan iyon)

Ekstraselüler sıvı (%20):


Plazma ve intersitisyel sahadaki sıvıdır.
• Sodyum (en fazla bulunan katyon)
• Bikarbonat
• Klor (en fazla bulunan anyon)

MOL – OSMOL –OSMOLARİTE OSMOLALİTE- EQUİVALAN


KAVRAMLARI

MOL:
Avagadro sayısı (6, 02 - 10 üssü 23) kadar atoma 1 mol denmektedir.
1 mol H = 1 gram H
1 mol C = 12 gram C
1 mol NaCl = 58 gram NaCl
1 mol glukoz ( C6H12O6 )= 180 gram C6H12O6

4
DrTus.com 5
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

MOLAR:
1 mol atomun, 1 llitre sudaki çözeltisine ise 1 molar (mol / litre) denir. 58 gram NaCl ün bir litredeki çözeltisi
1 molardır. (1 M NaCl)

OSMOLARİTE:
1 litre solusyondaki çözünmüş partiküllerin miktarıdır (osmol / Lt) (mOsmol = 1 / 1000 osmol)
1 molar Glukoz = 1 osmol Glukoz
1 molar NaCl = 2 osmol NaCl (NaCl Æ Na+ + Cl- )
Plazma osmolaritesi hesaplanırken plazmadaki tüm partiküller hesaplanır.
Plazma osmolaritesi (mOsmol / Lt ) = 2* Na+ Glc / 18 + BUN / 2.8 . (Formülde sodyumun 2 ile çarpılma
sebebi plazmadaki anyonları da formüle dahil etmektir.)

OSMOLALİTE:
1 kilogram solusyondaki çözünmüş partiküllerin miktarıdır. (osmol / kg)

EQUİVALENT:
1 lt solusyondaki iyonize olan moleküllerin toplam yük (şarz) sayısıdır . (Eq / Lt) (mEq / Lt = 1/ 1000 Eq / Lt)

RESEPTÖRLER VE ETKİ MEKANİZMALARI

1. PEPTİD HORMONLAR VE KATEKOLAMİNLERİN RESEPTÖRLERİ


Hücre dışındadır ve ikincil haberci (second massenger) kullanırlar, ikincil haberci adenilat siklaz mekanizması, IP3
(İnositol trifosfat) mekanizması. Her iki sisteminde aktivasyonunda G proteini rol alır.

Adenilat siklaz mekanizması


G protein eğer Gs tipinde ise adenilaz sikalzı aktive edip, hücre içi cAMP miktarını arttırır. Gs’nin alfa, beta ve
gama olmak üzere 3 alt birimi bulunur. G proteinine bağlı reseptöre, ligant yapıştığında G proteinin alfa alt
birimine GTP bağlanır. Böylelikle G protein alfa alt birimi diğer beta ve gamadan koparak, adenilaz siklazı
aktive eder. Daha sonra işlev sona erdiğinde GTP tekrar GTPaz ile GDP‘ye dönüşür. Böylelikle aktivasyon
sona erer.
G protein beta, gama alt birimi ise membranda bulunan iyon kanallarını etkilemektedirler.
Adenilat siklaz aktive olunca ATP’yi cAMP’a çevirir. cAMP protein kinazı A’yı aktive eder. Protein kinaz
A’da hücre içi bazı proteinleri (enzimleri) fosforilleyerek aktive (glikojen fosforilaz gibi) ya da inaktive (glikojen
sentetaz gibi) eder.
Fosforillenmiş proteinler daha sonra fosfoprotein fosfatazlarla defosforile edilebilirler.
cAMP fosfodiesteraz ile yıkılarak 5’-AMP’ye dönüştürülür. Fosfodiesteraz enziminin kofaktörü
magnezyumdur. Fosfodiesteraz enzim inhibitörleri hücre içi cAMP miktarını arttırırlar. Kafein, teofilin gibi
maddeler fosfodiesterazı inhibe ederler.

5
DrTus.com 6
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Bu sistemi kullanan hormonlar:


• Glukagon
• Kalsitonin
• LH• HCG
• FSH
• PTH
• ACTH
• MSH
• ADH• CRH
• TSH
• HCG
• Katekolaminler

İnositol trifosfat (IP3) mekanizması


Gq proteini fosfolipaz C’yi aktive eder. Bu da membran fosfolipidlerini parçalayarak diaçil gliserol (DAG) ve
IP3 oluşturur. IP3 endoplazmik retikulumdan kalsiyum salınımına neden olur. DAG protein kinaz C’yi
aktive eder. Protein kinaz C bazı proteinleri fosforilleyerek hormonun fizyolojik etkilerini ortaya çıkarır.

IP3 sistemini kullanan hormonlar:

6
DrTus.com 7
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Oksitosin
• GnRH
• TRH
• ADH
• GHRH
• Anjiotensin 2
• Katekolaminler (Alfa 1 Reseptörü)

IP3, önce IP2’ye sonrada IP’ye dönüştürülür. Bu dönüşümü yapan enzim fosfatazdır
(Defosforilaz). IP (inozitol fosfat) daha sonra PIP2 sentezinde kullanılır. Lityum, fosfataz
enzimini inhibe ederek, bu dönüşümü kısıtlar.

TABLO: G PROTEİNLER VE ETKİ MEKANİZMALARI


G
Stimulus Etki ettiği hücre tipi Etkilenen enzim Oluşan etki
protein
Epinefrin, glukogon Karaciğer hücresi GS Adenilat siklaz Glikojen yıkımı
Epinefrin, glukogon Yağ hücresi GS Adenilat siklaz Yağ yıkımı
LH ve FSH Over folikülü GS Adenilat siklaz Östrojen ve
progesteron sentezi
Antidiüretik hormon Böbrek tüp hücresi GS Adenilat siklaz Böbrekten suyun geri
emilimi
Asetil kolin Myokard Gi Adenilat siklaz inhibisyonu sonucu potasyum Kalb hızının azalması
kanalının açılması
Enkefalin, endorfin Beyin hücresi Gi/Gopiat Adenilat siklazın inhibisyonu sonucu Membran
ve opiyatlar kalsiyum ve potasyum kanallarıyla bağlantı potansiyelinin
değişmesi
Anjiotensin Kan damarlarındaki düz Gq Fosfolipaz C Düz kas kasılması ve
kas hücreleri tansiyon yükselmesi

7
DrTus.com 8
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Kokular Burundaki koku nöronları Golf Adenilat siklaz Koku duyusu

Işık Retinadaki rod ve kon Gt Siklik GMP’yi yıkan fosfodiesteraz Işık duyusu
hücresi
Feromon (İnsan Burunda özel nöronlara GPA1 Bilinmiyor Davranış
kokusu) etkili modifikasyonu

2.TİROZİN KİNAZ SİSTEMİ


İnsülin, IGF-1 (İnsülin benzeri büyüme faktörü), büyüme faktörleri (Growth faktör) tirozin kinaza bağlı
reseptörleri kullanırlar.
Tirozin kinaza bağlı reseptörlerin membran dışında (alfa), stoplazmada (beta) olmak üzere iki komponentleri
bulunmaktadır. Hormon alfa alt birimine bağlandığında, stoplazmik beta parçasındaki tirozin kinaz aktive olur.
Bu tirozin kinaz beta zincirinindeki bir tirozin rezidüsünü fosforile eder. Yani beta alt birimi kendi kendinti
fosforile (oto-fosforilasyon) etmiş olur. Fosforile olan beta alt kuyruğu aktivasyon kazanır. İnsulin beta
kuyruğunu aktive ettiğinde beta kuyruğu IRS -1 (İnsulin reseptör substans)’i fosforile eder, bu da DNA
üzerinde göstererek protein (GLUT4) sentezi yaptırır.

Büyüme faktörleri, beta kuyruğunu aktive ettiğinde beta kuyruğu Ras’ı fosforiller. Ras fosforillenince aktive olur.
Ras, MAP ve MAP kinaz aktive olur. Sonuçta TF (transkripsiyon faktör) aktive olup DNA ya geçer. DNA’dan
transkripsiyon yaptırılır.

Küçük G proteinler
Gs, Gi, Gq gibi G proteinleri alfa, beta, gama, olmak üzere üç parçalıdırlar. Bu nedenle heterotirimerik G
protein olarak adlandırılırlar. Küçük G proteinleri ise tek parçalıdırlar.

Tablo: Küçük G proteinler


Sınıf Olası fonksiyon

8
DrTus.com 9
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Ras Sinyal iletimi (büyüme faktörü ve MAP-kinaz yollarının kontrolu)


Rac, CDC42 Sinyal iletimi (hücresel stres yanıtlarının ve MAP-kinaz yollarının kontrolu)
Rab Sinaptik veziküllere lokalize, burada vezikül yönlendirilmesi ve eksositoz düzenlenmesi ile ilgili

Rho Hücre iskeleti yapılarının düzenlenmesi (ör. aktin miyofilamentleri)


ARF Gαs’in ADP-ribozilasyonu; Golgi kompleksinin toplanması ve fonksiyonu
(ADP-ribosylation factor)
EFTU Ribozomlarla ilişkili-protein sentezini düzenliyor
(Eukaryotic elongation factor)
Ra RNA ve proteinin nükleer-sitoplasmik yönlendirilmesi

3. SİKLİK GMP (CGMP)


NO (Nitrik oksit) ve ANP (Atrial Natri Üretik Peptid) CGMP ikinci habercisini kullanarak hücresel etkilerini
oluşturur. NO m embranlardan kolaylıkla diffüze olur ve düz kas stoplazmasındaki reseptörüne bağlanır. ANP
reseptörü ise düz kas membranında bulunur. NO, arjinin aminoasidinden NO sentaz enzimiyle sentez
edilmektedir. Nitrat tipi ilaçlar nitrik oksit üzerinden damar gevşetici etki oluştururlar.
Siklik GMP protein kinaz G’yi aktive eder. Protein kinaz G düz kastaki fosfataz enzimini aktive ederek, düz
kasda myozin başından fosfor ayırır. Böylelikle düz kaslarda gevşeme oluşturur.

4. STEROİD VE TİROİD HORMONLARIN ETKİ MEKANİZMASI


Steroid hormon hücre sitoplazmasına difüze olur ve buradaki spesifik reseptörüne bağlanır. Bunun sonucunda
reseptörde DNA’ya bağlanan domain ortaya çıkar. (Söz edilen domain steroid hormon ortamda yok iken Hsp-
90 (Isı şoku proteini) ile örtülüdür. Hormon reseptöre bağlandığında Hsp aktif domain kısmından ayrılır)
Hormon-reseptör kompleksi çekirdeğe geçer ve çekirdekte spesifik DNA bölgesinin regülatör bölgesi ile etkileşir.
Transkripsiyon olur ve mRNA sentezlenir, bu mRNA sitoplazmada fizyolojik etkiyi yapacak proteine translasyone
olur.
Storoid hormonların ve progesteronun reseptörü stoplazmada bulunur. Östrojen, androjen ve tiroid hormon
reseptörleri ise çekirdekte DNA üzerinde bulunurlar.

9
DrTus.com 10
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

5. JAK-STAT YOLU İLE SİNYAL İLETİMİ


(Tirozin kinaz süperailesinin sub-grubudur)
Bazı sitokinler (INF-gama), lenfokinler (IL-6). GH, prolaktin, EPO (Eritropoietin), leptin de JAK sinyal sistemini
kullanmaktadırlar.
Reseptöre substrat bağlanması ile JAK aktive olur. JAK, tirozin kinaz aktivitesine sahiptir. Bu özelliği nedeni ile
STAT proteinini fosforilleyip aktive eder. STAT ise DNA ya bağlanarak transkripsiyonun aktive edilmesini sağlar.
STAT(Signal Transducers of Transciprition)
JAK (Just Another Kinase): Janus kinases

10
DrTus.com 11
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

NÖROFİZYOLOJİ

İSTİRAHAT MEMBRAN POTANSİYELİ


Organizmada bulunan herhangi bir hücrenin stoplazmasına ve hücre dışına elektrodlar konup voltmetreye
bağlanırsa voltmetre -50, -70 mV değerini gösterir. Bu değere İstirahat membran potansiyeli adı verilir. İstirihatte
bulunan hücreye polarize (yüklü) hücre denir. Bu yükten (-50, -70 mV ) sorumlu protein; üç sodyumu hücre dışına
atan, iki potasyumu hücre içine alan Na-K ATPaz pompasıdır. Böylece hücre fazladan bir artı yük kaybetmiş olur.
Sonuçta hücre içi, hücre dışına göre daha negatiftir.
İstirahat membran potansiyelinin oluşmasındaki en önemli etken iyonların hücre dışı ve içinde farklı miktarda
bulunmaları ve bu nedenle gradient farkı oluşturmalarıdır. Hücre membranı en çok potasyumu sızdırdığı için
istirahat membran potansiyeli oluşumunda en önemli iyon potasyumdur. Diğer iyonların intra - ekstra se lüler
miktarları stabil (kararlı) durumda olduğu için, bu iyonlar istirahat membran potansiyelini daha az etkiler.

11
DrTus.com 12
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

SİNAPTİK POTANSİYELLER
Aksiyon potansiyeli bir (presinaptik) nöron boyunca yayılarak terminal düğümden bir transmiter maddenin
serbestlemesine neden olur. Tipine bağlı olarak bu madde postsinaptik membranda depolarizasyona (eksitasyon)
ya da hiperpolarizasyona (inhibisyon) yol açar. Aksondaki AP frekansının artması serbestlenen madde miktarını
artırır.
Asetil kolin, substans P ve glutamat sinapstaki postsinaptik membranda eksitatör transmiterlere örnektir.
Yüksek elektrokimyasal Na+ gradyanı nedeniyle sodyum hücre içine girer ve depolarizasyona yol açar. Bu,
eksitatör postsinaptik potansiyel ya da EPSP olarak isimlendirilir (yaklaşık maksimumu 20 m V).

12
DrTus.com 13
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

AKSİYON POTANSİYELİ
Uyarılabilen hücrelerin eşik potansiyelini aşarak pozitif değere gelip çok kısa bir süre içinde tekrar negatif
değere dönmesidir.
Nöron membranında bulunan voltaj bağımlı sodyum kanallarının transmembran domainleri voltaja duyarlıdır.
Bu kanallar hücre istirahat (-70 mV) halindeyken kapalıdır. Nörona elektrik verilip nöron eşik (-55 mV) değere
getirilirse voltaj bağımlı sodyum kanalları açılır ve nörona sodyum girerek depolarizasyon oluşur.
Bu nedenle istirahat membran potansiyeli eşik değere ne kadar yakınsa nöron o kadar kolay uyarılabilir. Eğer
nöronun istirahat membran potansiyeli eşik değeri geçiyorsa (örnek; -40 mV gibi) bu durumda nöron kısmi
depolarize olduğundan uyarılması yine zordur. Sonuç olarak voltaj bağımlı sodyum kanallarının açılmaya en
duyarlı olduğu dönem istirahat membran potansiyeli ile eşik değer arasıdır. (-55 ~ -70 mV)
Aksiyon potansiyeli (depolarizasyon ve repolarizasyon) yaklaşık olarak nöronda 1 msn kadar sürer. Bu süre
boyunca nöronun stimulusla uyarılması mümkün değildir. Bu periyoda absolu refraktar periyod denir. Aksiyon
potansiyelini takip eden kısa bir süre rölatif refraktar periyod adını alır. Bu periyodda daha şiddetli bir
stimulus, küçük ampitütte yeni bir aksiyon potansiyeli oluşturabilir.
4 fazı vardır;
1. Depolarizasyon: Hücre içine hızlıca Na+ girmesiyle oluşur. Sinir hücrelerinde istirahat durumunda kapalı
olan voltaj bağımlı Na kanalları, hücre belli bir eşik değere (-55 mV) getirilirse açılır. İçeri Na akar ve hücre
pozitif yüke sahip olur. Buna depolarizasyon denir.
2. Repolarizasyon: Depolarizasyon oluştuğunda bir taraftan voltaj bağımlı Potasyum açılır. Böylelikle hücre
dışına K+ akışı olur. Hücre tekrar istirahat membran potansiyeline geri döner. Bazı durumlarda potasyumun
hücre dışına akışı abartılabilir ve böylelikle depolarizasyon sonrası hiperpolarizasyon oluşabilir.
3. Hiperpolarizasyon: İstirahat membran potansiyelinden daha negatif değerdedir. Örnek; nöronun -100 mV’a
gelmesi hiperpolarize olması demektir.

13
DrTus.com 14
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Ya Hep Yada Hiç İlkesi


• Aksiyon potansiyelinin oluşumu hep ya da hiç ilkesine uyar. Voltaj bağımlı Na kanallarını açabilen bir
uyarı aksiyon potansiyeli oluştururken, hücreyi eşik değere getiremeyen, yani voltaj bağımlı Na kanallarını
açamayan uyarılar aksiyon potansiyeli oluşturmazlar. Buna hep yada hiç ilkesi denir.

Myelinli ve myelinsiz liflerde ileti hızı


Aksonda aksiyon potansiyeli komşu bölgeleri uyararak yayılır. Yayılım myelinli ve myelinsiz liflerde farklı
özellikler taşır.

Myelinsiz liflerde:
Aksiyon potansiyeli oluşan zar kısmında potansiyel +40 mV’a ulaşır. Komşu membran parçasıyla potansiyel
farkı oluştuğunda iletim devam eder. Aksiyon pota nsiyelinin genliği akson boyunca değişmez. İletim hızı
akson çapının karekökü ile doğru orantılıdır. Yani akson çapı ne kadar fazla ise o kadar hızlı iletilir.

Miyelinli liflerde:
Periferik sinir sisteminde myelini Schwan hücreleri yapar. Myelin, sfingomiyelin denen yalıtkan lipid içerikli
bir maddedir. Bu nedenle sfingomiyelin olan yerlerden Na akson membranından içeri akamaz. Bilindiği gibi
iki Schwan hücresi arası çıplak akson parçasına Ranvier boğumu adı verilir. Depolarizasyon iyonu olan
Na bu boğumlardan akson stoplazmasına geçer. Bu nedenle aksiyon potansiyeli Ranvier boğumlarında
atlamalı olarak ilerler. Buna saltolu veya atlamalı ileti denir.

14
DrTus.com 15
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

KALSİYUM VE MAGNEZYUM İYONLARININ UYARILABİLİRLİĞE


ETKİLERİ
Kalsyum ve magnezyum iyonlarının fazlalığı uyarılmayı güçleştirmektedir.
Hiperkalsemi ve hipermagnezimide, kalsiyum ve magnezyum iyonları artı yüklü oldukları için negatif yüklü
membran proteinlerine bağlanırlar. Voltaj bağımlı sodyum kanallarıda protein oldukları için aynı bağlanmadan
etkilenirler. Kalsyum ve magnezyum voltaj bağımlı sodyum kanallarının dış yüzüne bağlanınca, sodyumda
artı yüklü olduğu için, kalsiyum ve magnezyum, sodyum iyonunu iter. Sodyum girişi zorlaşacağı için, uyarılma
zorlaşır.

15
DrTus.com 16
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Hipokalsemi ve hipomagnezemide ise sodyum girişi kolaylaşacağı için uyarılma kolaylaşır. Bu nedenle
hipokalsemide karpopedal spazm (Ebe eli), tetani, konvülzyon oluşabilir.

SİNİR LİFİ TİPLERİ


Nöronlar kalınlıkları ve fonksiyonları baz alınarak gruplandırılmışlardır. A liflerinin çapı en kalın, B lifleri
orta boy, C lifleri ise en incedir.
TABLO: SİNİR LİFİ TİPLERİ VE FONKSİYONLARI
Sinir tipi Çap İleti hızı Fonksiyon
A
• Alfa 12-20 mikrometre (myelinli) 70-120 m/sn İskelet kasına motor inervasyon sağlar.
- IA 12-20 mikrometre (myelinli) 70-120 m/sn Kas iğciğinden bilgi alır.
- IB 12-20 mikrometre (myelinli) 70-120 m/sn Golgi tendon organından bilgi alır.
• Beta 5-12 mikrometre (myelinli) 30-70 m/sn Dokunma, basınç
• Gama 1-6 mikrometre (myelinli) 2-30 m/sn Kas iğciğine motor inervasyon sağlar.
• Delta 2-5 mikrometre (myelinli) 2-30 m/sn Hızlı ağrı, soğuk duyusu
B 3 mikrometre (myelinli) 3-15 m/sn Preganglionik otonom sinir lifleri
Yavaş ağrı ve postganglionik otonom sinir
C 0,5-1 mikrometre (myelinsiz) 0,5-2 m/sn
lifleri

OTONOM SİNİR SİSTEMİ

Bu sistem ile innerve edilen hücrelerin ve sistemlerin ortak özelliği; irade dışı çalışmalarıdır. Otonom sinir sistemi,
hipotalamusta yerleşmiş çekirdekler tarafından kontrol edilir.

Otonomik sistem:
Sempatik ve Parasempatik sinir sistemi olmak üzere iki ana bölümden oluşur.
Bu iki sistemin en önemli farklarından birisi;
Sempatik sistemin sinirsel komponentinin yanısıra birde hormonal komponentinin (sempatoadrenal sistem)
olmasıdır.

Otonom Sinir Sistemi Anatomisi


Bu iki sistem anatomik açıdan büyük farklılıklar göstermektedir. Bu sistemlerin SSS (Santral Sinir Sistemi)
dışında tek bir sinapsları bulunur. Bu nedenle periferik kısımlar iki sıra nörondan (pregangliyonik ve
postgangliyonik) oluşmaktadır.

1. Sempatik Sinir Sistemi:


Bu sistem medulla spinalisde tek bir yerde lokalize olmuştur. T1-L3 arasında birinci sıra nöronları
bulunur. Bu nöronlar omurilikte torakolumbar kolonu oluştururlar. Sempatik gangliyonlar aortun
çevresinde para-aortik bölgede bulunurlar. En büyük sempatik gangliyon aort bifurkasyonunda bulunan
Zucker-Kandel gangliyonudur.

2. Parasempatik Sinir Sistemi:


Parasempatikler, sempatik sisteminin aksine SSS’de tek bir yerde toplanmamıştır.
• Mezensefalon (III. kafa siniri)
• Medulla oblangata (VII, IX ve X. kafa siniri)

16
DrTus.com 17
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Omuriliğin sakral kısmı olmak üzere santralde 3 ayrı yerde toplanmıştır.


Birinci sıra nöronla ikinci sıra nöronların sinaps yaptığı parasempatik gangliyonların bir kısmı innerve
edilen yapıların/organların içinde (özellikle GIS duvar yapısında) lokalize olmuştur.

NÖROTRANSMİTTER SALINIMI
Sempatik sistemin genel olarak mediyatörü noradrenalin (NA)’dir (istisnası gangliyonlar ve adrenal
medulladır). Kolinerjik sistemden ise Asetilkolin salınır.
Bu nörotransmiterler presinaptik nöronda veziküllerde depolanır. Bu transmiterlerin depolandığı veziküllerin
sinaptik aralığa salınımında esas rol oynayan Ca’dur. Depolarizasyon presinaptik bölgeye ulaştığı zaman,
presinaptik bölgede bulunan voltaj bağımlı (N tipi) kalsiyum kanalı açılır ve presinaptik bölgeye kalsiyum
girer. Magnezyum kalsiyumla yarıştığı için, bu nedenle nörotransmitter salınımını azaltır.
Akson terminaline giren kalsiyum Kalmodulin bağımlı protein kinazı aktifler (CaM-K II). Aktiflenen protein
kinaz sinapsin I proteini fosforiller ve onu aktif hale getirir. Sinapsin ise, içerisinde nörotransmitter bulunan
veziküllerin membrana yaklaşm asını sağlar. Diğer taraftan kalsiyum, sinaptotagmin proteinine bağlanır. Bu
kompleks sintaksin ve sinaptobrebin (SNARE protein) aktivasyonunu sağlayarak egzositoz ile veziküllerin
sinapsa atılmasını sağlar.

17
DrTus.com 18
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Lambert Eaton Sendromu:


Küçük hücreli Akciğer kanserinde görülen bir paraneoplastik sendromdur. Voltaj bağımlı kalsiyum
kanallarına karşı antikor gelişmiştir. Kas sinir kavşağına Ach boşalamayacağı için kas güçsüzlüğü
oluşturur.

PARASEMPATİK SİSTEM

Asetilkolinin Etkileri:

18
DrTus.com 19
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Damarla r
Arter ve venlerde muskarinik reseptörleri üzerinden Ca düzeyini arttırır. Dolayısıyla Ca bağımlı olarak
endotelden EDRF (NO) salınımına yol açarak vazodilatasyon oluşturur. Çizgili kasa ve erektil
organlara giden damarlar haricinde vaskuler sisteme parasempatik lif ulaşmaz.

Kardiyovasküler Sistem
Sinüs düğümü ve AV nodülde baskın olan sistem parasempatiklerdir. Negatif inotrop ve kronotrop etki
oluşturur. Yine ileti sisteminde yavaşlama (özellikler AV düğümde) ile kalp bloğu gelişebilir. Kardiak
ventriküllerde parasempatik lif yoktur.

Solunum sistemi
Bronkokonstrüksiyon oluşturur. Anti kolinerjik inhaler ilaçlar bu nedenle astım tedavisnde kullanılır.
İnhaler kullanılan muskarinik asetilkolin reseptör blokerleri ipratropium ve oksiatropiumdur.

Gastrointestinal Sistem
Tonus ve peristaltizmi arttırır. Sfinkterlerde dilatasyon oluşturmaktadır.

Dış Salgı Bezleri


Tüm dış salgıları arttırır: Midenin asit, pepsin ve mukus salgısını arttırır. Hipersalivasyona yol açar.
Pankreas ekzokrin salgısını, solunum yolu mukoza salgısını, terleme ve lakrimasyonu arttırır.
Vücut ısısının düzenlenmesinde görev alan, ter bezlerine sempatik lif gitmesine rağmen
postsinaptik uçtan ter bezine uyarının aktarımı Asetilkolin ile olmaktadır.

Göz
İrisin sirküler kaslarını kasarak myozis oluşturur. Myozis nedeniyle iris kalınlığı azalır ve iridokorneal açı
genişler. Sonuçta göz içi basıncı azaltır.
Siliyer kası kasıp akomodasyon spazmı oluşturur. Bu kas kasılınca lens bombeleşir ve göz yakın
görmeye ayarlanmış olur.

Mesane
Detrusör (çeper) kasını kasıp ve sfinkterinin tonusunu düşürerek miksiyon oluşturur. Nörojenik
mesanede tedavi amacıyla kullanılırlar. Bu nedenle atonik mesane tedavisinde asetilkolin reseptör
agonisti olan betanekol kullanılır.
Asetilkolin; kolin asetiltransferaz enzimi tarafindan kolinin asetilasyonu sonucu sentezlenir.
Asetil kaynağı, mitokondrilerde sentezlenen asetilkoenzim A’dır. Kolin kaynağı ise, sinaptik aralıkta
yıkılan Asetilkolin’den oluşan kolindir. (Kolinin presinaptik aralığa geri alınım basamağı sentezde hız
kısıtlayıcı basamaktır). Sonuçta asetilkoenzim A ve kolinden, kolin asetiltransferaz enzimi tarafından Ach
oluşturulur. Hemikolinyum koline çok benzediği için presinaptik bölgeye alımda kolinle yarışır ve kolin
geri alınımını azaltır. Bu nedenle asetilkolin sentezini inhibe eder.

19
DrTus.com 20
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Kolinerjik Sistemin 2 Reseptörü Bulunmaktadır


1.Nikotinik Reseptörler:
Nonspesifik katyon iyon kanallarıdır. İki tipi bulunmaktadır.
• Çizgili kas tipi (Nm): Çizgili kasta bulunan nikotinik reseptöre Nm adı verilmektedir. D -tübokürarin gibi
çizgili kas blokörleri ve bir yılan zehiri olan bungarotoksin gibi maddelerle selektif olarak bloke edilir.
Myastenia Gravis’de çizgili kas tipi nikotinik reseptörlere karşı antikor gelişir. Bu antikorlar (aynı kürar
gibi) bu reseptöleri bloke eder.

20
DrTus.com 21
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Nöron tipi (NN): Gangliyonda bulunan nikotinik reseptöre NN adı verilmektedir. Heksametonyum,
trimetofan kamsilat gibi gangliyon blokörleri ile bloke edilir.

TABLO: NİKOTİNİK RESEPTÖR


Lokalizasyon Etki Mekanizması
NM Nöromusküler kavşak Na-K iyon kanalı

NN Gangliyonlar Na-K iyon kanalı

2.Muskarinik Reseptörler:
G-proteini ile kenetlidirler. G proteinine bağlı reseptörler membranı yedi kez kat ederler. Bu reseptörlere
serpantine reseptörü denir. Gs (Adenilat siklazı aktive eder), Gi (Adenilat siklazı inhibe eder), Gq
(Foslipaz C yi aktive eder) olmak üzere 3 alt tipi vardır.
• M1: Beyinde, öğrenme ve bellek ile ilgili olaylarda önemli rol oynar. Arekolin ve oksotremorin bu
reseptörün agonisti, pirenzepin ise bu reseptörün selektif antagonistidir. M1 reseptörler ayrıca midede
parietal hücreden HCl salınımının yapılmasında görev yapmaktadırlar. Pirenzepin ve telenzepin M1
reseptörlerini bloke ederek asid salınımın baskılamaktadır.
• M2: Kolinerjik sinir uçlarındaki otoreseptörlerin çoğuda M2’dir.
• M3: Ekzokrin salgı bezlerinde, GIS, trakeobronşiyal kanal, mesane, göz ve damarlarda bulunur.

21
DrTus.com 22
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Eliminasyon:
Sinaptik aralığa salınan Ach’ın inaktivasyonundan primer olarak asetilkolinesteraz enzimi (bu enzim sinaptik
aralıkta bulunur) sorumludur. Bu enzim Asetilkolini, kolin ve asetata ayırır.
Ayrıca Ach’ı daha yavaş parçalayan ve plazmada bulunan psödokolinesteraz enzimide bulunmaktadır. Bu
enzim süksinilkolin ve kokain, prokain gibi Lokal anestezikleri de parçalar.

TABLO: MUSKARİNİK RESEPTÖR


Lokalizasyon Etki Mekanizması
M1 Sinir dokusu IP3, DAG kaskadı

M2 Kalp, sinir dokusu, düz kas cAMP azalır, K kanallarının açılması

M3 Glandlar, düz kas, endotel IP3, DAG kaskadı

M4 SSS cAMP azalır

M5 SSS IP3, DAG kaskadı

ADRENERJİK SİSTEM
Bu reseptörlerin ikinci habercileri:
α1: GqàFosfolipaz C yi aktive ederek à IP3 (hücre içi Ca artışı) + DAG
α2: Gi à adenilat siklaz inhibisyonu à cAMP azalır
β : Gs à adenilat siklaz aktivasyonu à cAMP artar

TABLO: SEMPATİK SİSTEM VE RESEPTÖRLERİ


Doku Etki
• Deri ve splanik damar • Konstraksiyon
• İskelet kası damarı • Kontraksiyon
α1 • Gözde radyal kas • Kontraksiyon (midriyazis)
• Pilomotor düz kas • Kontraksiyon

22
DrTus.com 23
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Sfinkterler • Konstrüksiyon
• Erkek genital • Ejukulasyon
• Ter bezleri (Stres) • Terleme
• Gastrointestinal düz kas • Gevşeme
• Trombositler • Agregasyon
α2 • Yağ hücreleri • Lipolizin inhibisyonu
• Pankreas • İnsülin salınımının inhibisyonu
• Böbrek • Renin salınımı
• Kalp • Pozitif inotrop ve kronotrop
β1 • Yağ hücreleri • Lipoliz
• Tükrük bezi • Sekresyon
• Damar ve düz kaslar • Gevşeme
• Karaciğer • Glukojenoliz-Glikoneogenez
β2 • Pankreas • Glukagon salınımı
• İskelet kası • K’un hücre içine alımını artar
• Pankreas • İnsülin salınımında artma
• Yağ hücreleri, KC
β3 • Lipoliz, glikojenoliz
hücreleri
β4 • Miyokard ve SA nodül • Pozitif inotrop ve kronotrop

Eliminasyon:
Katekolaminleri parçalayan 2 enzim bulunmaktadır:
• MAO: Mitokondriyal bir enzimdir. Stoplazmada vezikül dışında nöradrenalini parçalayan enzimdir.
• COMT (Katekol-O-Metil Transferaz): Katekolaminleri nöron dışında parçalayan enzimdir. COMT, damar
çeperindeki (en çok akciğerlerde) endotel hücrelerinde bol olarak bulunur ve katekolaminleri metilasyona
uğratarak parçalar.
• Katekolaminlerin en fazla oluşan metaboliti Vanilmandelik Asit (VMA)’dir.

23
DrTus.com 24
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

24
DrTus.com 25
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

25
DrTus.com 26
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

KAS FİZYOLOJİSİ

İskelet kası hücresi uzanır. Kaslar, kas hücrelerini çevreleyen bağ dokusu kılıflarıyla sarılmıştır. Bunlar;
• Endomisyum: Tek bir kas lifini çevreler.
• Perimisyum: Bir grup lifi çevreler.
• Epimisyum: Dıştan tüm kası çevreler.

Motor Ünite
İskelet kasının işlevsel birimi motor ünite, bir motor nöron ve bu nöronun inerve ettiği kas liflerinden
oluşur. İnervasyon oranı kastan kasa değişir. Dış göz kaslarında nöron başına 5 kas lifi düşerken, muskulus

26
DrTus.com 27
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

temporalise 1000 kas lifi düşer.


Kas hücre zarına sarkolemma denir. Kas lifleri birbirinden ayrı filamanlara bölünebilen miyofibrillerden
oluşur. Her miyofibril sarkomer denilen ve kasılma yetisi olan parçalardan oluşur.
Sarkolemmanın hücre içine doğru yaptığı Transvers şekilli invaginasyonlara T tubul denmektedir. Görevleri
aksiyon potansiyelinin hücre içine yayımını kolaylaştırmaktır. T Tubul her iki yanında bulunan
sarkoplazmik retikulum parçaları ile Triad adı verilen yapıları oluşturmaktadır.

Kas yapısını oluşturan proteinler


Kas hücresinde en küçük kasılabilen protein birimine sarkomer adı verilir. Işık mikroskobunda iskelet
kasında enine çizgilenmeler gösteren koyu ve açık bantlar izlenir.
1) Koyu bantlar: A bandı (anizotropik) (H sdiski ve M çizgisi)
2) Açık bantlar: I bandı (izotropik) (Z çizgisi)
Her bir I bandı Z çizgisi adı verilen bir hatla ikiye bölünmüştür. A bandının ortasında açık boyanan H diski ve
H diskinin ortasında M çizgisi bulunur. H diskinin ortasındaki M çizgisinde kalın filamentler bağlantı kurar.

Aktin:

27
DrTus.com 28
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Globüler aktin monomerlerinden oluşmuştur. Globüler aktin (G-aktin) monomerleri F-aktin şeklinde
filamentleri oluşturmak üzere polimerleşirler. Her G-aktin monomeri üzerinde myozin bağlanma bölgesi
bulundurur. Çift aktin filamenti heliks şeklinde birbirini sarar.

Tropomyozin:
Polipeptid zincirinden oluşur. Tropomyozin iki aktin filamenti üzerinde baştan sona uzanır.

Troponin:
Tropomyozine tutunmuş olarak bulunur. Troponin üç alt üniteden oluşmuş kompleks bir proteindir.
1. Troponin - I: (Aktin-myozin etkileşmesini inhibe eder)
2. Troponin - C: (Kalsiyumun bağlandığı bölüm)
3. Troponin - T: (Tropomyozine bağlandığı bölüm)

28
DrTus.com 29
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Titin
Kalın filamanları (miyozin) her iki taraflarından ikişer olmak üzere 4 adet titin elastik proteini ile Z diskine
tutturur. Sarkomerin aşırı gerilmesini önler.

Alfa-aktinin
Fibriler (F) aktini Z çizgisine bağlar. Fleksör grubu kaslar kasılırken, ekstansör kaslar Titin ile gevşeyip,
yay gibi gerilirler.

Nebulin
Globuler (G) aktin monomerlerini birbirine bağlayan proteindir. G-aktin monomerlerinin birbirine
bağlanmasıyla F- aktin oluşmaktadır.

Desmin
Z çizgisini iskelet kası hücre zarına bağlar.

Distrofin
Proteini aktini kas membranına bağlar ve intraselüler stabiliteyi oluşturur. (Duchenne muskuler
distrofisinde distrofin proteini olmadığı için kas membran stabilizasyonu sağlanamaz ve dejenerasyon
olur. Becker de ise bu protein eksik olması nedeniyle dejenerasyon vardır ancak daha yavaştır.)
Kalın flaman: Myozin
İnce Flaman: Aktin, Troponin T-C-I, Tropomyozin

29
DrTus.com 30
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Kas sinir kavşağına uyarı geldiğinde Ach etkisi ile Nikotinik Ach kanalları açılmakta; içeri Sodyum girip
çizgili kasta depolarizasyonu başlatmaktadır. Depolarizasyon membranda bulunan dihidro piridin
(DHP) reseptörü tarafından algılanır. DHP reseptörü sarkoplazmik retikulumdaki kalsiyum kanalını
(ryanodin) açar. Böylelikle Ca+2 İntraselüler sıvıya salınır. İntraselüler Ca+2 artmış olur.
Ca+2 filamentler üzerinde Troponin C’ye bağlanır ve tropomyozin tarafından örtülü aktin üzerindeki
myozin bağlanma yerlerini açığa çıkarak kasılma sürecini başlatır. Bu arada Troponin I ‘nin aktine olan
afinitesi azalır bu da tropomyozinin aktin üzerinde kaymasına olanak sağlar. Aktin bağlanma bölgeleri
myozin başını fosforiller. Miyozinin ATP ile kompleks oluşturmuş biçiminde, myozin başları boyunla 90
derecelik bir açı yapmaktadır. Ortamda Mg varlığında myozin başının ATP-az etkisi ortaya çıkar.
ATP, ADP ve inorganik fosfata ayrılır. Sonuçta aktin-myozin-ADP-Pi kompleksi oluşur.

30
DrTus.com 31
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Pi (fosfor) kompleksten ayrıldığında myozin başının boyunla yaptığı açı 90 dereceden 50 dereceye
düşer. Böylece aktin ve myozin flamentleri birbirleri üzerinden kayar. Myozin başından ADP de ayrılırsa
açı 45 dereceye düşer ve kaydırma işlemi sonlanır. İki Z çizgisi birbirine yaklaşır. H ve I bandlarının
boyu kısalırken, A bandının boyu değişmez.
Bu şekilde aktin-myozin kompleksi yeni bir ATP molekülü myozin başına bağlanana dek değişmeden
kalır. Buna ATP’nin yumuşatıcı yada gevşetici etkisi denir.
Gevşeme sırasında Ca+2’ un geri sarkoplazmik retikuluma alınmasıyla (Ca-Mg ATP-az) relaksasyon
oluşur. Ca+2‘ un geri alınmasında 1 ATP harcanır. Eğer gevşeme için gereken ATP olmazsa Rigor
Mortis (Ölüm katılığı) oluşmaktadır.

31
DrTus.com 32
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

32
DrTus.com 33
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Bu geri alınmada görevli Ca+2 reseptörü ryanodin reseptörüdür. Malign hipertermide ryanodin
reseptörleri doğuştan mutasyonludur. Bu hastalar eğer suksinil kolin veya halotan alırlarsa kalsiyumun
sarkoplazmik retikuluma geri döndürülememesi sonucu kas kasılı kalır ve hipertermi yaşarlar.
Tedavisinde kalsiyum şeratörü olan Dantrolen Na kullanılır.
İskelet kas lifi sarkoplazmik retikulumda kalsekestrin proteini kalsiyumu bağlayarak depolanmasını
sağlar.

33
DrTus.com 34
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

İskelet Kasında Enerji:


İskelet kası enerji kaynağı olarak serbest yağ asitlerini kullanır. İstirahat halindeyken serbest yağ
asitleri mitokondride beta okside edilip ATP’ye dönüştürülür. Bu ATP, kreatin ile birleştirilir ve kreatin
fosfat elde edilir. Egzersiz sırasında acil depo olarak kreatin fosfat kullanılır. Egzersiz devam ederse
iskelet kası glikolizi enerji kaynağı olarak kullanılır. Glikoliz sonucu laktat oluşur. Laktat dokularda
aljeziktir (ağrı vericidir). Bu nedenle uzun egzersizlerde kas krampı oluşur.

DÜZ KAS

Düz kas membranı üstünde sempatik ve parasempatik sisteme ait muskarinik ve adrenerjik (alfa ve beta) reseptörler
bulunmaktadır. Bu nedenle bu reseptörlere bağlanan otonom sinir sistemine ait nörotransmiterler aksiyon potansiyeli
için kalsiyumu hücre içine sokarlar. Bu nedenle düz kas kasılmak için ekstraselüler kalsiyuma bağımlıdır.
T tübülüs sistemi yoktur. Kaveola denen sarkolemmanın yaptığı invaginasyonlar triad’ın görevini görür.
Düz kasta Troponin olmadığı için, hücre içine Ca++ girince kalmoduline bağlanır. Oda inaktif durumdaki myozin
hafif zicir kinazı aktive eder. Myozin fosforillenir. Myozinin fosforilasyonu ile myozin ve aktin arasında çapraz bağlar
kurulur. Kasılma dens bodylere iletilir. Dens bodyler iskelet kasındaki Z çizgisinin görevini yaparlar. Dens bodyleri
düz kastaki intermidiate (ara) flamanlar oluşturur. Düz kasta aktin ve myozin demetleri birbirine paralel değildir. Bu
nedenle kasılma olduğunda, düz kas boğum boğum kasılır.
Bazı durumlarda bu çapraz bağlar açılmaz buna letch fenomeni (mandal yapısı-kilitlenmiş köprü) denir. Bu olay düz
kas kasılmasında ATP tasarrufu sağlamaktadır. Myozinden fosfatı fosfatazlar ayırarak relaksasyona neden olur.
• Düz kaslarda mitokondri sayısı azdır. Metabolik ihtiyaçlarını glikolizle karşılarlar. Düz kaslar kendileri aksiyon
potansiyeli geliştirebilirler. Düz kaslar östrojen, progesteron gibi hormonlarlada uyarılabilir. Düz kaslarda
plastisite özelliği vardır. Lümenli organlardaki düz kaslar, lümen içindeki volüm arttığında buna adaptasyon için
gevşeyebilir. Buna plastisite denir. Mesaneye idrar dolması, midenin gıdalar ile dolması plastisiteye en iyi
örnektir. Ayrıca düz kaslar hiperplazi ve hipertrofiye uğrayabilirler. Kollagen, elastin, proteoglikan gibi bağ dokusu
elamanlarını sentez edebilirler.

34
DrTus.com 35
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

35
DrTus.com 36
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

DÜZ KASLAR VİSSERAL VE MULTİÜNİT OLMAK ÜZERE İKİ TİPE


AYRILIR

VİSSERAL DÜZ KAS


En sık görülen düz kas tipini oluşturmaktadır. Uterus, gastrointestinal, üriner sistemdeki düz kaslar
visseral tiptedir.
Sinsityal bir yapı içerir. İki düz kas hücresini birbirine bağlayan ve aksiyon potansiyelinin hücreden hücreye
geçişine sağlayan gap junction (neksus) yapıları bulunur.
Spontan pace maker aktiviteleri vardır. (Düz kas membranı kalsiyumu sızdırabilir.)
Sinirsel inervasyondan bağımsız olarak çalışabilirler. Kararlı dinlenim zar potansiyelleri yoktur. Kasılma
yavaştır.
Kas gerildiğinde zar potansiyelinde azalma, tonusta artış meydana gelir. Gerilmeye karşı visseral düz
kas cevabı kontraksiyondur. Soğukta kontraksiyonu arttırır.

İkinci habercilerin düz kas kasılmasına etkileri


cAMP: İntraselüler cAMP miktarı arttığında protein kinaz A aktive olur. Protein kinaz enzim ve proteinleri
fosforileme aktivitesine sahiptir. Bu nedenle myozin hafif zincir kinazını da fosforile eder. Ancak myozin
hafif zincir kinazı fosforilendiğinde kovalen modifikasyona uğrar ve inaktifleşir. Böylece düz kas kasılması
zorlaşır. Bu nedenle cAMP sistemini kullanan Beta II reseptörü uyaran ajanlar kas gevşemesine sebep
olurlar.
cGMP: Fosfataz enzimini aktive ederek gevşemeyi kolaylaştırır. Nitrik oksit ve ANP cGMP üzerinden
düz kaslarda gevşeme yaparlar.
IP3: Endoplazmik retikulumdan kalsiyumu çıkararak düz kas kontraksiyonunu sağlarlar.

36
DrTus.com 37
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

MULTİUNİT DÜZ KAS


İris, M. ciliaris, vas deferens, bronkus, damar düz kasları multiunit düz kasa örneklerdir.
Sinsityal yapı göstermezler. Hücreler arası gap junction bağlantısı yoktur. Kendi kendilerine aksiyon
potansiyeli geliştiremezler. Pacemaker aktiviteleri yoktur. Bu nedenle multiunit düz kasa giden sinir kesilirse
kontraksiyon gerçekleşemez. Kontraksiyon denetimi nöronaldir.

37
DrTus.com 38
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

KAS YAPILARI VE FONKSİYONLARI

Kaslardaki duyu cisimcikleri tipleri


Kas İğcikleri (la) ekstrafüzal liflere paralel dizilim gösterirler ve kas boyundaki statik ve dinamik değişiklikleri
algılarlar.
Refleks almak için kasın tendonuna refleks çekici ile vurulduğunda kasın boyu uzar. Kas boyundaki uzama
kas iğciği tarafından algılanır ve la lifleri ile medulla spinalise taşınır. Ia lifleri alfa motor nöronlar ile sinaps
yapmaktadır. (Derin tendon refleksi mono-sinaptiktir) Sonuçta alfa motor nöronu aktive ederek kas
kontraksiyonu ile refleks alınmış olur.
Golgi tendon organları (Ib) ekstrafuzal liflerle ardarda dizilim gösterirler ve kas gerimini algılarlar. Kas
kontrakte olduğunda tendon gerimi artar. Golgi tendon organı bu gerimi algılar. Ib sinir lifi ile meduula
spinalise götürür. Burada Ib sinir lifi glisinerjik ara nöron ile sinaps yapar. Bu glisinerjik lif ise 2. (alfa) motor
nöronu inhibe eder. Böylece kas kontraksiyonu sonlandırılır. Golgi tendon organının görev yaptığı bu reflekse
ters gerilme refleksi (disinaptik) adı verilir.
Geri çekme refleksi: Deride ağrılı uyaranlara karşı oluşan multisinaptik reflekstir. Yanıt fleksör kasların
kasılması ve ekstansör kasların inhibisyonu ile olmaktadır. Böylece organ zarar verici etkenlerden
uzaklaşmış olmaktadır. (Spinal kurbağa)

Kas lifi tipleri


Ekstrafuzal lifler: Kasın kitlesini yaparlar, alfa-motor nöronlar tarafından stimüle edilirler. Kas kontraksiyonu
için gereken gücü sağlarlar.

38
DrTus.com 39
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

İntrafuzal lifler: Ekstrafuzal kas liflerinden daha küçüklerdir. Kas iğciklerini oluşturmak için bir kılıfla
sarılmışlardır. Ekstrafüzal liflere paralel seyreder, fakat tüm kas boyunca uzanmaz.
Gama-motor nöronların fonksiyonu: İntrafuzal kas liflerini inerve eder. Kas iğciğinin sensitivitesini ayarlar.
Böylece kas kontraksiyonu sırasında en uygun cevabı verir. Gama deşarjı artarsa kas iğciği boyu kısalır.
Kas iğciğinin boyu kısalırsa daha hassas hale gelir. Böylece kas iğciği kasın boyundaki küçük bir miktar
uzamayı bile algılar. Bu nedenle refleksler daha kolay alınır.
Gama deşarjı üzerinde kortexden gelen sürekli inhibisyon vardır. Medulla spinalis kesilerinde bu inhibisyon
ortadan kalkar. Bu nedenle kasa giden gama deşarjı artar. Böylelikle tendon refleksleri artmış olarak
alınır.

39
DrTus.com 40
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

İSKELET KASININ MEKANİK ÖZELLİKLERİ

Denervasyon hipersensivitesi:
İkinci motor nöron hasarlarında, kasa giden asetilkolin miktarı azalır. Bu nedenle azalan asetilkolini daha iyi
bağlayabilmek için iskelet kasında bulunan nikotinik reseptör sayısı artar. Bu olaya up-regülasyon denir.
Artan reseptörler küçük miktardaki asetilkolini bile bağlayabilirler. Bu durumda kasda titremeler oluşur. Bu
titremelere fasikülasyon adı verilir. Fizyolojide bu olaya denervasyon (sinirsizleştirme) hipersensivitesi
denir.

SUMASYON- TETANİ- MERDİVEN OLAYI

Spasyal Sumasyon
İskelet kasına verilen uyaran şiddeti arttırıldığında kasılmaya katılan motor ünite sayısı artar. Bu olaya spasyal
sumasyon (motor recruitment) denir.

Temporal sumasyon
İskelet kasında aksiyon potansiyeli 2 - 5 msn sürmektedir. İskelet kasına uyarı verildiğinde iskelet kası,
kasılıp gevşer. Bu kasılıp gevşemeye sarsı adı verilir. Kasılıp gevşeme için gereken süreye sarsı süresi
denir. Bu süre kastan kasa değişmek üzere 30-50 msn kadardır. Aksiyon potansiyeli 2-5 msn sürdüğü için,
iskelet kası bu aralıkla uyarılabilir. Böyle bir uyarım yapılırsa, kasılmalar üst üste biner ve birikirler. Bu
olaya temporal sumasyon adı verilir.

Tetani
Eğer iskelet kasına verilen uyaran frekansı arttırılır ve iki uyarı arasındaki süre, bir kasta tek bir
kasılma için gereken sürenin (sarsı süresi) 1/3 ünden daha kısa ve eşit kısa olursa (yavaş kasılan
kaslarda 20Hz, hızlı kasılan kaslarda 60-100 Hz) kasılmalar birleşir ve motor ünitenin olası maksimum
kasılması sağlanmış olur. Buna tetanus denir.

40
DrTus.com 41
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Merdiven Olayı
Kası tetanize etmeyecek frekansta stimulus taze bir kasa uygulanınca her bir kas sarsısı tarafından
oluşturulan gerim giderek artar. Birçok kasılımdan sonra kasılma başına tekdüze bir gerim oluşur. Buna
merdiven (Treppe) olayı denmektedir. Merdiven olayından sorumlu mekanizma, her gevşeme sırasında

41
DrTus.com 42
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

kalsiyum sarkoplazmik retikuluma %100 geri döndürülemez. Bir miktar kalsiyum stoplazmada retansiyona
uğrar. Sonuç olarak troponin C’ye bağlı kalsiyum artacağı için, kasılmaya dahil olan aktin myozin sayısı
artar.

KASILMA TİPLERİ
İzotonik kontraksiyon: Kas kasılınca boyu kısalıyor geliştirdiği kuvvet sabit kalıyorsa bu izotonik
kontraksiyondur. Durmakta olan bir yükün kaldırılması bu tiptir.
İzometrik kontraksiyon: Kas kasılınca boyu değişmiyor geliştiği kuvvet değişiyorsa bu izonik kontraksiyondur.
Duvarın itilmesi bu tiptir.
Oksotonik kontraksiyon: Kasın hem 9

KARDİOVASKULER SİSTEM FİZYOLOJİSİ


Özelleşmiş bir aktivasyon mekanizması vardır. Pace maker denen özel hücrelerle kendi kendine uyarı üretir. Kas
hücreleri arası özel bağlantılar vardır (Discus interkalaris) ve bunlar uyarının bir hücreden bir hücreye geçmesini
sağlar. Sinsityum nedeniyle kalp kası hep yada hiç yasasına uyar; oysa iskelet kasları hep ya da hiç yasasına uymaz.
İskelet kaslarında T tübülleri A-I bandı birleşim yerinde iken kalp kasında Z çizgisi seviyesindedir. İskelet
kaslarında bulunan triad kalp kasında bulunmaz. Kalp kasında diad bulunur. (T tübül ve tek adet terminal
sisterna). İskelet kasında kalsiyumun sarkoplazmik retikuluma girip, çıkışını denetleyen protein ryanodindir.
Myokardda aynı işi yapan protein ise fosfolambandır. Fosfolamban fosforile olduğunda aktive olan proteindir.
Fosfolamban, ryanodine göre çok hızlı çalışmaktadır. Bu nedenle kalsiyum sarkoplazmik retikuluma hızlı girip
çıkabildiği için, sistol ve diyastol çok hızlı bir döngüyle gerçekleşebilmektedir.
Myokardın diğer bir özelliği myokardın depolarize olmasında görevli iyonların sodyum ve kalsiyum
olmalarıdır. Bu kalsiyum ekstraselüler sıvıdan myokard hücresine girmektedir. Bu nedenle iskelet kasının kalsiyum
ihtiyacı sarkoplazmik retikulumundan karşılanırken, myokardın kalsiyum ihtiyacı hem sarkoplazmik
retikulumundan hem de hücre dışı sıvıdan karşılanmış olur.

Ca++ akışı ve aksiyon potansiyeli süresi (300 msn) tetani ve summasyon oluşmasına engel olur.
Depolarizasyon kalbin duvarlarını katedip ilk başladığı yere geldiğinde, myokard aksiyon potansiyeli çok uzun sürdüğü
için myokardı refrakter periyodda bulur. Bu nedenle kalp tekrar depolarize olmaz. Böylelikle tetani ve sumasyon
olmaz. Kalbin kasılma kuvveti kalp boşluğuna dolan kan miktarına bağlıdır. (Frank-Starling) Çünkü sarkomer
boyunu etkiler . Kalp ne kadar iyi bir diyastol yaparsa ventrikül myokardındaki sarkomerler o kadar iyi gerilir.
Sarkomer boyun artıp, gerildiğinde daha güçlü bir kontraksiyon oluşur.

42
DrTus.com 43
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

İLETİM SİSTEMİ
Sinoatrial nodtan çıkan uyarı sayısını bazı hormonlar, metabolik olaylar ve otonom sinir sistemi etkiler. Sinoatrial
nod sağ atriumda sulkus terminaliste yerleşmiştir.
Atrioventriküler nod interatrial septumda subendokardial yerleşmiştir. Atrium ve ventriküller arasında
elektriksel uyarının geçiş noktasıdır. O nedenle atriumlar ve ventriküller iki ayrı sinsityum gibi düşünülebilir.
Atrioventriküler nod ileti geçişini geciktirir bu yolla atrium sistolde iken ventriküllerin diastolde olması sağlanır. AV
nod ikinci en fazla uyarı oluşturma yeteneğine sahip yerdir.
AV nod his demeti olarak devam eder. Kalpte iletinin en yavaş olduğu yer AV noddur. Bu da sol ve sağ dal
diye ayrılır. Sol dal da üst ve alt dalcık olarak ikiye ayrılır. His demetinden sonra purkinje ağı gelir. Bunlar
kalpteki en büyük hücrelerdir, en hızlı iletide bu hücrelerdedir.
İlk önce atrioventriküler septumun endokardı, sonra papiller kaslar sonra ventrikülün endokardı uyarılır. Uyarı
endokardtan epikarda doğru ilerler. Kalpte repolarizasyon, depolarizasyonun bittiği yerde başlar. Yani
repolarizasyon dıştan içe doğru ilerler.

Kalpte ileti sistemin hızları


SA nod: 0,05 m/sn
Atrium: 1 m/sn
AV nod: 0,05 m/sn
His demeti: 1 m/sn
Purkinje: 4 m/sn
Ventrikül: 1 m/sn

PACEMAKER VE MYOKARD HÜCRESİNDE AKSİYON POTANSİYELİ


Pace – Maker hücrelerinde AP fazları:
FAZ 0: Ritmik boşalım yapan bu hücrelerde AP kalsiyuma bağımlıdır. Buradaki Ca+2 kanallar L (Long)
tipi kalsiyum kanallarıdır. (Voltaj bağımlı kalsiyum kanalı)
Faz 1-2: Bulunmaz.
Faz 3: Repolarizasyon fazıdır. Potasyum kanallarının açılması ile olur.
Faz 4: Yavaş depolarizasyon fazıdır. Bu fazda kalsiyum hücreye sızar. Bu durum otomatisiteyi oluşturur. T
(Transient) Ca+2 kanallarına bağlıdır.

Kalp Hücrelerinde AP fazları:


Faz 0: Voltaj bağımlı sodyum kanalı açılarak, sodyum miyokard hücresine girer.
Faz 1: Repolarizasyonun başladığı kısa bir periyodtur. Sodyum kanal kapanması ve potasyum kanallarının
açılması ile oluşur.
Faz 2:Yavaş açılan voltaj bağımlı Ca+2 kanalları (L tipi) ile ilişkilidir. İçe Ca+2 akışı dışa potasyum akımı
olması nedeniyle plato çizer.
Faz 3:Potasyum kanallarının açılmasına bağlı repolarizasyon fazıdır.

KALP HIZI VE İLETİM HIZI ÜZERİNE OLAN OTONOMİK ETKİLER


• Kronotropik etkiler: Kalp hızı üzerine etki gösterirler, primer olarakta SA nodu üzerine etkilidir.
• Dromotropik etkiler: İletim hızına primer olarakta AV nod iletim hızı üzerine etkilidirler.
• İnotropik etki: Kalp kontraktilitesi üzerine etkilidirler.
• Negatif kronotropik etki: SA noddaki faz 4 depolarizasyon hızını azaltarak kalp hızını azaltır. Eşik potansiyele
yavaş ulaşıldığı için daha az aksiyon potansiyeli meydana gelir.

43
DrTus.com 44
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Negatif dromotropik etki: AV nod boyunca iletim hızını azaltır. PR aralığını uzatır. Aksiyon potansiyeli
atriyumlardan ventriküllere daha yavaş iletir.
• Negatif İnotropik etki: Parasempatik stimülasyon aksiyon potansiyelinin platosu sırasında atriumda hücre içine
Ca+2 girişini azaltarak atriumların kontraksiyon şiddetini azaltır.
• Pozitif kronotropik etki: SA noddaki faz 4 depolarizasyon hızını arttırarak kalp hızını arttırır. Eşik potansiyele
çabuk ulaşıldığı için daha fazla aksiyon potansiyeli meydana gelir, böylece kalp hızı artar.
• Pozitif dromotropik etki: AV nod boyunca olan iletim hızını artırır. PR aralığını kısaltır. Aksiyon potansiyelleri
atriumdan ventriküllere daha hızlı iletir, ventriküler daolum bozulabilir.
• Pozitif inotropik etki: Artmış kalp hızı kontraktiliteyi artımınınrır. Beta reseptörleri ile sempatik stimülasyon
(katekolamin ve kalp glikozidleri (digital) de kalp kontraktilitesini artıran etkenlerdendir).

KALP DÖNGÜSÜ
Atrium sistolü: EKG’de p dalgasını takip eder. P artımının juguler vene yansıması sonucu a dalgası oluşur
Ventrikul İzovolumetrik Kontraksiyonu: QRS ile başlar. Ventrikul P, atrium P‘sini aştığı anda AV kapaklar
kapanır. Kontraksiyon nedeniyle ventrikul P izovolümetrik olarak artar. Aort kapağı bu anda kapalıdır. Kan kalbi
terk edemez. Juguler vende c dalgası oluşur.
Hızlı Ventrikuler ejeksiyon: Kanın aort ve pulmoner arterden kalbi terk etmesidir. Atrium yine dolmaya başlar.
Azalmış Ventrikul Ejeksiyonu: Kanın ventrikulden atımı devamlı fakat yavaştır.
Ventrikul izovolumetrik gevşemesi: Aort-pulmoner kapak kapanır. Ventrikul gevşediği için P düşer. AV kapaklar
açılmamıştır. Juguler vende V dalgası.
Hızlı Ventrikul Doluşu: AV kapaklar açılarak kan ventrikule dolar. S3 oluşur. Kalp normalde 0.37 sn sistol 0.53
sn diastol yapar. Kalp hızı artarsa ventrikul dolum zamanı sistol zamanına göre daha fazla kısalmaktadır.

44
DrTus.com 45
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

KORONER SİSTEM
Koroner arterlerin beslenmesi diyastolde olmaktadır. Bu nedenle kalp hızı artarsa (max 220-yaş) koroner
beslenmesi bozulur.

VENÖZ PULSASYON
Internal J. venden izlenir.
a dalgası: Diastol sonunda atrium kasılması ile oluşur. (atrial fib. varsa izlenmez. Atriumun kasıldığı sırada
karşısında direnç varsa, örn; trikuspit stenozu, tam blok sebebi ile trikuspitin kapalı olması, AV dissosiasyon,
sol ventrikül kompliansının azalması, ventrikülere ekstrasistol, kalıcı pacemaker, pulmoner HT, pulmoner
stenoz da (a) dalgaları devleşir. Buna Cannon-a dalgası denir).
c dalgası: İzovolümetrik kontraksiyon fazında trikuspit kapağın atriuma bombeleşmesi sonucu.
x dalgası: Sistolle birlikte sağ atrium gevşemesi ve Tricuspit kapağın ventriküle doğru sarkması ile oluşur.
Konstrüktif perikarditte ve kardiyak tamponad da belirginleşir.
v dalgası: Ventrikül sistolü devam ederken kapalı tricuspit kapağa karşı pasif sağ atrium dolması ile oluşur.
Tipik olarak TY de oluşur. Pulmoner HT’da da belirginleşebilir.
y dalgası: Diastolün başlaması ile birlikte trikuspit’in ani açılması ve atriumdan ventriküle hızlı boşalma
sonucu atrium gevşemesi ile oluşur. Konstrüktif perikarditte ve kardiyak tamponad da belirginleşir.

45
DrTus.com 46
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Kusmaull işareti: Normal inspiriumda intratorasik basınç azalır, kalbin sağ tarafına venöz dönüş artar, bu
sebeple juguler venöz basınç düşer, juguler ven kollabe olur. Patolojik olarak inspiriumda juguler venöz
konjesyon olmasına Kusmull işareti denir. Görüldüğü yerler;
• Konstriktif perikardit. (Türkiyede en sık sebep Tüberkuloz)
• Restrüktif KMP (Hemakromatozis ve Multipl Myeloma bağlı AL amiloidozu)
• Ağır sağ kalp yetm.
• Trikuspit darlığında da görülebilir.

Kalp sesleri:
S1: Trikuspit ve Mitral kapağın kapanmasıyla oluşur. PR kısalması, darlıklar taşıkardi ve hiperdinamik
dolaşım şiddetini artırır. PR uzaması, kapak yetmezlikleri, bradikardi, MI’de yumuşar.
S2: Semilunar kapağın kapanmasıyla oluşur. (Aort ve Pul). Fizyolojik olarak inspiryum da sağ kalbe
gelen kanın artmasına bağlı çift alınır. Sağ kalb sistolünü geciktiren durumlar (ASD, PTE, PS, Sağ dal
bloğu) sabit çiftlenmeye, sol kalpin sistolünu geciktiren durumlar (AS, Sol dal bloğu, HT, KAH) paradoks
çiftlenmeye yol açar. Bu kapakların darlıklarında S2 yumuşar, yetmezliklerinde ve pulmoner HT’da S2

46
DrTus.com 47
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

sertleşir.
S3 (Ventriküler galo): Erken diastolde hızlı ventrikül doluşu sırasında ventriküle gelen kanın çok artması
(ventriküllerin volüm yüklenmesi, örn; MY) sonucu olur. (örn; sol vent. yetmezliği). Bu gibi durumlarda diyastol
başlangıcında atriumdan ventriküle gelen kanın dilate kalpte belirginleşen M.papillarise çarparak oluşturduğu
sestir. Genç ve çocuklarda hiçbir kalp hastalığı olmadan bulunabilir.
S4 (Atriyal galo): Diastol sonrasında güçlü atrial kontraksiyonlarca oluşturulur. Ventriküllerin basınç
yüklenmelerinde ve koroner hastalıklarda olabilir. Kalp kasının hipertrofisi ile birliktedir. Ventrikül kasının
diyastol sırasındaki azalmış kompliansına bağlıdır. Azalmış komplians durumunda atrium sistolü sırasında
ventriküle gelen kan ventrikül duvarına çarparak bu sesi oluşturmaktadır. Atriyal fibrilasyonda görülmez.
(AS, Hipertrofik KMP, MI, HT, pHT, PS’da duyulabilir, MD’da duyulmaz)

Summasyon galo: S3 ve S4’un birlikte tek ses gibi duyulmasıdır. Ciddi yetmezliği gösterir.

Patolojik nabızlar
Pulsus paradoksus: Normalde inspiriumda sistolik kan basıncı 10 mmHg düşer. Daha fazla düşmesine
pulsus paradoksus denir. Bunun nedeni; inspiryum sırasında toraks içi basınç düşer sonuç olarak vena
cavalardan sağ kalbe fazla miktarda kan çekilir. Sağ ventriküle gelen kan septumu sola doğru devie eder.
Bu nedenle inspiryum sırasında sol kalbin atım volümü azalır. Sonuçta sistolik basınç düşer.
Pulsus paradoksus: Perikard tamponadının patognomonik bulgusu sayılır. Çünkü bu durumda kalp
çevresinde toplanan sıvı sağ ventrikül duvarı ince olması nedeniyle öncelikle sağ ventriküle basıp
hacmini azaltır. Bu nedenle septum daha da fazla sola devie olur. İnspiryum hastada sol ventrikul atım
volümü daha da azalacağından sistolik basın 10 mm-Hg dan daha fazla düşer.
Pulsus bisferiens: AY, Hipert. KMP’de görülen sistol sırasındaki çift tepeli nabızdır.
Pulsus alternans: Nabız şiddetinde değişiklik, bir güçlü bir zayıf vuru. Sol kalp yetmezliğinde görülür.
P. parvus et tardus: Amplitüdü ve basıncı düşük nabız (zayıf ve geç gelen nabız): Aort stenozu, bazen
MS da görülür.
Dikrotik nabız: Hem sistol hem diastolde palpe edilebilen nabız dalgasıdır. Dilate KMP’de görülür, sol
ventrikül vurusunun zayıflamasına ve aort kapağının kapanmasına bağlıdır.

47
DrTus.com 48
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

ELEKTROKARDİOGRAFİ (EKG)

Derivasyonlar:
• Kalbin elektriksel aktivitesinin farklı yönlerden yazdırılmasıdır. Dolayısıyla aynı olay farklı elektrotlarda farklı
yazdırıya nedeni; olur. Tek elektrotla potansiyel farkı kaydediliyorsa unipolar, iki elektrot arası potansiyel
farkı kaydediliyorsa bi-polar derivasyon denir.

Standart bipolar extremite derivasyonları:


• Extremitelere üç elektrot bağlanır ve aralarındaki potansiyel farklar ölçülür. 3 derivasyon vardır:
• DI: Sol kol (+), sağ kol (-) elektrodlarla alınır.
• DII: Sol bacak (+), sağ kol (-) elektrodlarla alınır.
• DlII: Sol bacak (+), sol kol (-) elektrodlarla alınır.

Unipolar ekstremite derivasyonları: Üç derivasyon vardır aVR, aVL, aVF


• aVR: Sağ kol ile (sol bacak + sol kol) arası fark kaydedilir.
• aVL: Sol kol ile (sol bacak + sağ kol) arası fark kaydedilir.
• aVF: Sol bacak ile (sağ kol + sol kol) arası fark kaydedilir.

48
DrTus.com 49
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• a büyütülmüş demektir. Elde edilen, voltaj düşük olduğundan %50 kadar ampifiye edilir. V unipolar
derivasyon demektir. R sağ kol, L sol kol, F sol bacağı temsil eder.

Unipolar prekordial derivasyonlar (V derivasyonları):

49
DrTus.com 50
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Horizontal düzlemdeki elektrik aktiviteyi ölçer. 6 standart derivasyon vardır.


• V1: Sağda sternum ile 4. interkostalin birleşim yeri
• V2: Solda sternumla 4. interkostalin birleşim yeri
• V3: V2 ve V4 arası
• V4: Solda 5. interkostal ile midklaviküler hattın birleşim yeri
• V5: 5. interkostal ile ön aksiller çizginin birleşim yeri
• V6: 5. interkostal ile orta aksiller çizginin birleşim yeri
- 25 mm / sn kağıt hızıyla çekilen EKG de her küçük kare 0.04 sn’ dir. Bununu bilinmesi EKG de kalp
hızının hesaplanmasında önem taşımaktadır.
- Örnek olarak verilirse: 2 QRS arası süre 15 küçük kare olan EKG de dakikadaki kalp atım sayısı ne
kadardır?
- 15 küçük kare 15x0.04 son den 0.6 sn’ dir.Yani İki kalp atımı arasındaki süre 0.6 sn dir. Bir dakika 60 sn
olduğuna göre kalp hızı dakikada 60 / 0.6’ dan sonuç 100’ dür.
- Formül olarak verilirse 1500 / Küçük Kare sayısı veya 300 / Büyük kare sayısıdır.

ELEKTROKARDİOGRAFİDE OLUŞAN DALGALAR

P dalgası:
Atriyum depolarizasyonunu gösterir (ilk yarısı sağ, ikinci yarısı sol atrium). Normalde uzunluğu 0.12 sn,
yüksekliği 2,5mm’yi geçmemelidir. Normal aksı +15/+75° arasıdır. V1 de bifazik olabilir. 2,5 mm yi geçmesi P
Pulmonale (KOAH bağımlı sağ kalp hipertrofisinde), 0,12 sn’ yi geçmesi P mitrale (Mitral darlığında)
görülmektedir.

50
DrTus.com 51
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

51
DrTus.com 52
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

52
DrTus.com 53
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

PR aralığı:
Atriyumda başlayan iletinin AV nodu geçip ventriküle ulaşmasına kadar geçen süreyi gösterir. P
dalgasının başı ile R dalgası arasındaki süredir. Normal: 0. 12-0. 20sn. dir. PR aralığının kısalmasının
Wolf – Parkinson – White sendromunda görülmektedir. Bu sendromda atriyumdan ventiküle geçiş
sağlayan extra bir yol bulunmaktadır. (Kent huzmesi) hastalarda supraventiküler taşikardiye karşı risk
artmıştır. Ayrıca elektrolarında delta dalgası görülür. Delta dalgası QRS başlangıcında extra
huzmenin uyardığı ventikül kasının oluşturduğu dalgadır.
PR uzaması ise birinci derece AV blokta ve Mobitz tip I blok ta rastlanır.
• Birinci derece AV blokta PR mesafesi sürekli olarak uzundur.
• Mobitz tip I AV blokta da ise PR aralığı giderek uzar ve sonuçta bir P dalgası ventiküle geçip QRS

53
DrTus.com 54
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

oluşturamaz.
Mobitz II: İkinci derece AV blok Mobitz I ve Mobitz II olmak üzere i kiye ayrılmaktadır. Mobtz II de PR
intervali normaldir. Ancak bazı P ler sabit oranda ventriküle geçip QRS oluşturmazlar. Örnek iki P dalgası
geçer bir P dalgası geçer. (2 / 1 AV Blok)
PR aralığının izolektrik çizgiden yüksek olmasına atrium infaktüslerinde rastlanır.

QRS dalgası:
Ventrikül miyokardının depolarizasyon dalgasıdır. Atrium depolarize olduktan sonra, aksiyon potansiyeli
AV nodda bekler. Sonrasında HİS hüzmesine geçer. His hüzmesi interventriküler septumu depolarize
eder. İnterventriküler septumun depolarizasyonu soldan sağa doğrudur. Bu nedenle V1 derivasyonuna
depolarizasdyon yaklaştığı için pozitif r dalgası, V6 derivasyonundan uzaklaştığı için negatif q
dalgası oluşur. Ardından sağ ve sol dal aracılığıyla sağ ve sol ventrikül aynı anda depolarize olur.
Sağ ventrikülün depolarizasyon vektörü sağa doğru, sol ventrikülün depolarizasyon vektörü sola
doğrudur. Ancak sol ventrikül duvarı daha kalın olduğu için sol vektör daha büyüktür. Sağ sol
ventrikülün bileşke vektörü -30 ile +120 arasındadır. Buna normal sol aks denir. Bileşke vektör
V1’den uzaklaştığı için S dalgası, V6’a yaklaştığı için R dalgası oluşur. Ventrikülün depolarizasyon
süresi 0,12 saniyedir. Bu nedenle QRS süresi 0,12 saniyedir.
QRS süresinin uzaması sağ yada sol dal bloğunda görülür. Sağ ve sol dal bloğu olmak üzere iki tip
dal bloğu bulunmaktadır. Sağ dal bloğunda aksiyon potansiyeli sağ ventriküle gidemediği için öncelikle
sol ventrikül depola rize olur. Sonrasında depolarizasyon sol ventrikülden sağ ventriküle discus
intercalarisler aracılığıyla gelir. Bu nedenle ileti süresi uzar. (>0,12 sn) Sağ dal bloğunda septum
depolarizasyonu V1’de r dalgası oluşturur. Ardından sol ventrikül depolarize olduğu için V1’den
uzaklaşan depolarizasyon, S dalgası meydana getirir. Ardından depolarizasyon sağ ventriküle ulaşır. Bu
depolarizasyon V1’e yaklaştığı için R’ dalgası oluşur. (V1’de r S R’ paterni)
Sol dal bloğunda ise öncelikle sağ ventrikül depolarize olur. Sağ ventrikülün depolarizasyon
vektörü küçük olduğu V6 derivasyonuna yansımaz. Ardından sol ventrikül gecikmiş depolarize
olur. Bu gecikmiş depolarizasyon çentikli R dalgası şeklinde V6 derivasyonuna yansır. (V6’da RR’
paterni)

54
DrTus.com 55
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Q dalgası:
Normalde septum depolarizasyonu sırasında oluşur. Septum depolarizasyonun soldan sağa doğru
olması nedeniyle V6 derivasyonunda negatif (q) olarak görülür. (Elektroda yaklaşan depolarizasyon
vektörü pozitif dalga oluştururken, uzaklaşan vektör ise negatif dalga oluşturmaktadır) Ayrıca myokard
ölümünün de bulgusudur. (Ölen myokard bölgesi depolarize olamadığı için, istirahat halinde kalır
ve bu nedenle negatif dalga oluşturur). 0.04 sn veya R’ın %30’undan fazla olması patolojiktir.

ST:
Ventrikül depolirazasyonu ve repolarizasyonu arasındaki süredir. Izoelektirik hattan 1 mm sapması
patolojik. ST depresyonu subendokardial injury (hasar); ST elevasyonu ise tüm myokardı tutan injuryde

55
DrTus.com 56
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

görülmektedir. Tüm myokardı tutan injury zaten hiperakut myokard infarktüsdür.

QT aralığı:
Ventrikül myokardının depolarizasyon ve repolarizasyonunu kapsar. Yani myokardın aksiyon
potansiyeli süresine eşittir. Normali 0.43 saniyeden kısa olmalıdır. Bazı kişilerde potasyum ve
kalsiyum kanallarının doğuştan mutasyonu sonucu QT mesafesi 0.43 saniyeden uzundur. Buna uzun
QT sendromu denir.
Uzun QT sendromlu hastalarda, ventriküler taşikardi görülür. (Torsade Pointes) bunun sonucunda
otopside negatif ani ölüm görülebilmektedir. Uzun QT’de oluşan aritminin sebebi yeniden
depolarizasyon (early, after depolarisation) dur. Bu hastalarda potasyum kanallarında mutasyon
sonucu faz 3 (repolarizasyon) uzun sürmekte, hücre istirahat membran potansiyeline yavaş döndüğü için
tekrar uyarılması kolaylaşmaktadır. Buna bağlı olarak ventriküler taşikardi meydana gelmektedir. Ancak;
bradikardik kişilerde de QT uzundur. Bu gerçek bir QT uzunluğu değildir. QT’yi kalp hızından bağımsız
hale getirmek için QT correct hesaplanır. QTc = QT/RR

56
DrTus.com 57
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

T dalgası:
Ventrikül repolarizasyonunu gösterir.
T dalgası repolarizasyon dalgası olması nedeniyle vektörü depolarizasyonun tam tersi, yani negatif
olması gerekirdi. Ancak T dalgası pozitif bir defleksiyondur. Tüm uyarılabilir hücrelerde repolarizasyon
depolarisyonun hemen ardından depolarizasyonu takip etmektedir.
Ancak kalp kasında durum değişiktir. Bunun nedeni subendokardial bölge rölatif olarak
iskemiktir. Bu nedenle repolarizasyonu daha uzun sürmektedir.
Sonuç olarak kalpte depolarizasyon endokardtan epikarda olmakla birlikte repolarizasyon epikardtan
endokarda doğru olmaktadır. Repolarizasyon olması gereken yönün tam tersi yönde olması
nedeniyle poiztif defleksiyon (T dalgası) oluşmaktadır.
T dalgasının sivri olması hiperpotasemide ve subendokardiyal iskemide görülür. T dalgasının
negatif olması ise tüm miyokardı tutan iskemide görülür.

U dalgası:
Hipokalemide görülür ve papiller kasın uzamış repolarizasyon dalgasıdır.

TABLO: KORONER ARTER SULAMA SAHALARI


Koroner Damar Perfüzyon Sahası EKG Derivasyonu

LAD Anteriyor V2-V5

CxA (Sirkumfleks) Lateral V6-D1-aVL

LDA+CxA (Sol Ana) Ant+Lat V1-V6 (D1-aVL)

RCA İnferiyor D2-D3-aVF

RCA+CxA Posteriyor V1-V2 (resiprok)

RCA+LDA Sağ ventrikül V1-V2, V2-V4R

57
DrTus.com 58
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

ELEKTROLİT DENGESİZLİKLERİNDE EKG BULGULARI

HİPOPOTASEMİ:
T yassılaşır, T negatifleşir, U belirginleşir, QT uzar. İstirahat membran potansiyeli (İMP) hücre içi
potasyumun, hücre dışı potasyumu oranı ile bulunmakta idi. (Nerst denklemi). Hipopotasemide İMP artar. Bu
nedenle repolarizasyon güçleşir. (Çünkü bu durumda hücre repolarizasyonda -70 mV yerine, örnek olarak -
100 mV a gelir. ) Bu nedenle T dalgası küçülür, hatta kaybolur. QT mesafesi myokardın aksiyon potansiyeli
süresine eşittir. Çünkü ventrikül myokardının depolarizasyon ve repolarizasyonunu kapsar. Repolarizasyon
güçleştiği için aksiyon potansiyeli süresi ve buna bağlı QT süresi uzar.

HİPERPOTASEMİ:
T sivrileşir, P geniş ve yassılaşır, QRS genişler, PR genişler, QT kısalır. İstirahat membran potansiyeli
(İMP) hücre içi potasyumun, hücre dışı potasyumu oranı ile bulunmakta idi. (Nerst denklemi). Hücre dışı
potasyum artarsa istirahat membran potansiyeli azalır. (Hipopolarizasyon) Bu durumda repolarizasyon
kolaylaşır. (Çünkü bu durumda hücre repolarizasyonda -70 mV yerine, örnek olarak -30 mV a gelir.) Bu
nedenle T dalgası belirginleşir. Şiddetli hiperpotasemilerde İMP eşik değere ulaşır, hatta geçer. (Kısmı
depolarize) . Bu nedenle hücre uyarılamaz. Sonuç olarak AV nodun, his hücrelerinin, purkinje ve
myokard hücrelerin uyarılması güçleştiği için PR mesafesi, QRS süresi uzama gösterir. QT mesafesi
myokardın aksiyon potansiyeli süresine eşittir. Çünkü ventrikül myokardının depolarizasyon ve
repolarizasyonunu kapsar. Hiperkalemide repolarizasyon kolaylaştığı için aksiyon potansiyeli süresi ve buna
bağlı QT kısalır.

HİPOKALSEMİ:
QT uzar, PR kısalır. Myokard aksiyon potansiyeli eğrisinde plato (faz 2) oluşturan iyon kalsiyumdur. Bu
nedenle hipokalsemide hücre dışından myokard hücresine kalsiyum girişi yavaşlar, plato fazı uzar. Bu
nedenle QT uzar.

HİPERKALSEMİ:
QT kısalır, QRS genişler, PR uzayabilir. Myokard aksiyon potansiyeli eğrisinde plato (faz 2) oluşturan iyon
kalsiyumdur. Bu nedenle hiperkalsemide hücre dışından myokard hücresine kalsiyum girişi hızlanır, plato fazı
kısalır. Bu nedenle QT kısalır.

58
DrTus.com 59
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

KARDİAK DEBİ
Kalbin her atımda attığı kan stroke volümü oluşturur. 70’cc ye tekabul eder.
Bir dakikada periferik dolaşıma verilen kan miktarına kardiak debi denmektedir. (70 cc * 70 atım = 5000 cc)
Kardiak index debinin vücut yüzey alanına yani 1.73 m2’ ye bölümüdür. (3000-3500 cc/m2 /dk)

KALBİN İŞ YÜKÜ
Kalp kasılma gücü pre ve after load ile ilişkilidir.
Önyük: Myokardın kasılma öncesi gerilmesidir. End-diyastolik volüme ve P’ a eşittir.
Diastol sırasında venakavalar ve pulmoner venler aracığıyla sağ ve sol kalp dolmaktadır. Ortalama kalbe bu
esnada 100 cc kan gelmektedir. Ventiküle gelen kan miktarına preload denmektedir. Ventrikül dolumu
sırasında mitral ve triküspit kapaklar açıktır. Bu nedenle sol ventikül end-diyastolik basıncı sol atrium
basıncına eşittir. Bu da pulmoner ven basıncına eşittir. Pulmoner ven basıncı schwann-ganz kateteriyle
pulmuner kapiller kama basıncı (PCWP) olarak ölçülebilir. Bu değerin yükselmesi sol ventikül
yetmezliğini gösterir.
Ard Yük: Kalp kasını damar sistemine kanı ejeke etmesi için yenmesi gereken direnci ifade eder. Kapalı aort
kapağını açmak için gerekli intraventriküler basınç diastolik basınç kadardır. Sonuç olarak ard yük diyastolik
basınca eşittir.

EJEKSİYON FRAKSİYONU (EF)


Kalbe bir defada gelen kan 100 cc kadardır. 70 cc kan her kasılmada atılmaktadır. Atılan kan miktarına stroke
volume denmektedir. Kalpte kalan 30 cc kana ise endsistolik volum denir.
EF = enddiyastolik volume - endsistolik volum / enddiyastolik volum
EF, ECO ile ölçülür kalp yetmezliğinin tanısını sağlar.
Kalp yetmezliği mortalite hızı çok yüksek bir hastalıktır. (Evre 4 KKY’nin yıllık mortalite hızı %40-50). Kalp
yetmezliğinin en sık sebebi geçirilmiş myokard infarktüsleridir.
Kalp yetmezliği olan kişilerde renal perfüzyon azaldığı için böbreklerden renin salınım artmaktadır. Bu da
renin-anjiotensin-aldesteron sistemini aktive ederek soydum ve su tutumunu sağlamaktadır. Su tutumu sunucu
endiyastolik (ön-yük) volüm artması nedeniyle kontraksiyon gücü artmaktadır.
Ancak ileri derecede volüm bir süre sonra kontraksiyon gücünü negatif yönde etkilemekte ve kalp dilatasyona
uğramaktadır.
La-Place yasasına göre T = P*r / 2h dır. Yani intraventrikuler P (Basınç) artarsa duvar gerilimini (T) sabit
tutmak için duvar kalınlığı (h) artmak zorundadır. Anjiotensin 2 duvar kalınlığının arttırılmasında önemli role
sahiptir. Anjiotensin fibroblast proliferasyonunu arttırarak bunu sağlar. Kardiak fibroblastların artması sonucu
kalbin diyastolde dolumu kötü yönde etkilenmektedir. Bu olaya kardiak re-modelling (yeniden yapılanma)
denmektedir. Yeniden yapılanma sürecinde anjiotensin 2 kadar aldesteronunda etkili olduğu
gösterilmiştir.
Yeniden yapılanmanın önlenmesi için Anjiyotensin konverting enzim (ACE) inhibitörleri kullanılmaktadır. KKY de
yaşam süresini uzattığı ispatlanmış tek ilaç grubu ACE inhibitörleridir. Ayrıca, AT-2 reseptör blokeleri (Losartan,
Valsartan gibi...) ve beta blokerlerinde yaşam süresini uzattığı bilinmektedir.
Duvar gerilimi myokardın koroner arterlerden perfüzyonunda en önemli faktördür. Duvar gerimi ne kadar fazla ise
myokard beslenmesi o kadar kötü olur.

59
DrTus.com 60
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

KAN BASINCININ KONTROLÜ


• Sistolik basınç
Kalp kasılıp kan arteryel sisteme fırlatıldığında oluşur. Kalp döngüsü boyunca en yüksek arteryel basınca
sahiptir. Sistolik basınç, kalbin kanı sistemik dolaşıma fırlatması sırasında oluşur. Bu nedenle debi ile
ilişkilidir. Formül olarak debi ve periferik rezistansın çarpımına eşittir.(Debi x Periferik Rezistans)

• Diastolik basınç
Kalbin gevşeyip kanın venler yoluyla kalbe döndüğü sırada oluşur. Bu fazda aort kapağı kapalıdır. Diastolik
basınç sadece periferik rezistansla ilişkilidir.
Damar sisteminde esas olarak rezistansı belirleyen damar arterioldür. Arteriol çapı küçükdükçe damar
rezistansı artar ve dokuya giden kan akımı azalır. Ancak kan basıncı arttığı için diğer dokuların perfüzyonu
artar. Arteriolde rezistans çok yüksek olduğu için kan basıncı aniden azalma gösterir. Arteriol sonrası
kapiller sistemde basınç çok düşüktür. (0-4 mm-Hg) Kapiller sistemde akım süreklidir. Sistol ve diyastol
oluşmaz.
Damar sisteminin en uç kısımlarının sistematiği şekilde tanımlanmıştır. Arteriol ve metarteriol düz
kaslarında sempatik inervasyon mevcuttur ve çapları sinirsel olarak düzenlenir.
Prekapiller sfinkter bölgesinin kas tabakası sinirsel inervasyonu yoktur. Prekapiller sfinkter çapı doku
faktörlerinin miktarına bağlı değişir. (Potasyum, Adenozin, Lokal CO2 , Hipoksi, Laktat gibi)
Doku faktörlerinin miktarının artması doku metabolizmasının aktif olduğunu ve fazla kanlanması
gerektiğini gösterdiğinden prekapiller sfinkter dilatasyonu olmaktadır.

Arteriollerin çapını etkileyen faktörler şunlardır;


• Konstriksiyon yapan faktörler: artmış noradrenerjik boşalma, dolaşımdaki katekolaminler, dolaşımdaki
anjiotensin II, dolaşımdaki AVP, yerel olarak salınan serotonin, yerel sıcaklıkta düşme, endotelin I, Nöropeptid

60
DrTus.com 61
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Y (Nöradrenalin ko-transmitteri) ve dolaşımdaki Na+-K+ ATP’az inhibitörüdür. ( Ovabain surrenal bezden


salınan steroid yapılı digital benzeri moleküldür. Na+-K+ pompasını inhibe eder). En güçlü vazokontraksiyon
yapan madde ürotensindir.

• Dilatasyon yapan faktörler: Noradrenerjik boşalmada azalma, iskelet kası ve karaciğer dolaşımındaki
adrenalin, dolaşımdaki ANP, İskelet kasındaki kolinerjik damar genişleticilerin aktivasyonu, Histamin, Kininler,
P maddesi (akson refleksi), CGRP (Kalsitonin gen ilişkili peptid), VIP, NO. En güçlü vazodlaltör madde
CGRP dir.

ANP (Atrial Natriüretik Peptid): Atrium endokardının gerilmesi sonucu salınmaktadır. Görevi böbrekte özellikle
toplayıcı tubüllerde Na-K ATP-az pompasının inhibe etmektir. Bu nedenle Natriürez sağlar.

Ayrıca düz kas membranındaki reseptörüne bağlanarak intraselüler cGMP yi (Guaniat siklaz aracılıklı)
arttırmakta bu da vazodilatasyon sağlamaktadır. ANP hipervolemi sırasında artmaktadır. Aynı etkiye sahip diğer
hormon BNP (Brain Natriüretik Peptid)‘ dir. Bu peptid KKY tanısında kullanılmaya başlanmıştır.

BNP beyin dokusundan elde edildiği için bu ad verilmiştir. Ventrikül endokardı gerilince buradaki gerim
reseptörleri bunu algılar ve BNP salınır. Ayrıca BNP rekombinant DNA teknolojisi ile üretilmiş ve akut
dekompanse kalp yetmezliği tedavisinde kullanılmaya başlanmıştır.

ANP (Atrial Natriüretik Peptid) ve PIH (Pregnancy Induced


Hipertansiyon):
Preeklampsinin sebebi yetersiz plesentasyondur. Yani annenin embriyoya karşı yeterli immun tolerens
sağlayamaması sonucu plesentasyon yetersiz olmaktadır.
Buna sekonder olarak uterin lokal ANP miktarı artar. Böylece uterin arterlerin vazodilatasyonu ve sonuç
olarak daha iyi perfüzyon sağlamaktır.
Ancak yukarıda belirtildiği gibi ANP Na-K ATP-az inhibitörüdür. Yani digitale benzer bir etkinlik taşır.
Uzun dönemde yüksek miktarda ANP intraselüler Na miktarını arttırır. Sonuç olarak da sodyum dışarı
çıkarken kalsiyum ile yer değiştirir. İntraselüler Kalsiyum artmış olur.
Böylelikle damar düz kas kontraksiyonu artar. Bu nedenle PIH hastalarında tansiyon yüksektir.

61
DrTus.com 62
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Periferik vaskuler rezistans artmıştır. İntravaskuler volüm azalmıştır. Ayrıca tansiyonun arteriel
yüksek olması nedeniyle RAAS sistemi baskılanır.

ARTERİYEL BASINÇ
• Sistolik basınç: Kalp kasılıp kan arteryel sisteme fırlatıldığında oluşur. Kalp döngüsü boyunca en yüksek
arteryel basınca sahiptir. (Sistolojik P = Debi x Periferik Rezistans)
• Diastolik basınç: Kalbin gevşe yip kanın venler yoluyla kalbe döndüğü sırada oluşur. Bu fazda aort kapağı
kapalıdır. Sistemik basıncı arteriollerin çapı ve diğer damarların elastik gücü denetler. (Diastolik
P=Periferik Rezistans)

A- Kan basıncı Sinirsel Kontrolü:


• Kan basıncının sinirsel reflexle kontrolünde 3 önemli yol vardır.

1. Baroreseptör reflex:
• Baroreseptörler mekanoreseptördür. Gerime duyarlıdırlar (Stretch). İki baroreseptör vardır. Bunlardan
biri sinüs karotikustadır ve bu reseptörden hering siniri (IX. sinir dalı) çıkar. Diğeri arcus aortadadır
ve bundan cyons siniri (X. sinir dalı) çıkar.
• Baroreseptörlerden çıkan uyarılar IX ve X. sinir aracılığıyla beyin sapında (Medullar retikülar formasyon
ve pons) bulunan kardiyovasküler merkeze gelir.

62
DrTus.com 63
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Kan basıncı arttığında baroreseptörler uyarılır. Bu uyarılma 9 ve 10. kafa çiftleri tarafından
kardiyopulmuner merkeze iletilir. Sonuç olarak damarlar üzerindeki sempatik tonus azalır. Böylece periferik
damarlarda vazodilatasyon oluşur. Ayrıca vagus aracılığı ile kalp hızı yavaşlatılır. Böylelikle kan basıncı
azaltılmış olmaktadır. Kan basıncı azaldığında ise baroreseptörlerin gerilmesi azaldığı için, baroreseptörden
çıkan aksiyon potansiyeli azalır. Bu nedenle kardiopulmoner merkez tansiyonu yükseltmek için perifere giden
sempatik tonusu arttırır.
2. CO2’ye reflex yanıt: Bulbus ve ponstaki kemoreseptörler CO2 ,kan Ph ve PO2 duyarlıdırlar. Ancak en az
duyarlı oldukları PO2 dir. Kan CO2 yükseldiğinde önce CO2 kan beyin bariyerinden geçip, BOS’a difuze
olur. Burada CO2 önce H2O ile birleşip, H2CO3 oluşturur. H2CO3, H+ ve HCO3- ye iyonize olur. Bulbus
ve ponstaki kemoreseptörler H+ duyarlıdırlar. Hiperkarbi ve kan Ph azalması durumunda
sempatoadrenal yanıt oluşturmaktadır. Ayrıca solunum sayısı ve derinliği artmaktadır.
3. Hipoksiye reflex yanıt: Periferik kemoreseptörler (glomus cismi) yalnız hipoksiye (PO2 < 60 mm-
Hg) duyarlıdırlar. Periferik kemoreseptörlerin uyarılması CO2 arttığında, pH azaldığında artar. Hipoksi
durumunda kemoreseptör hücresinde ATP yapımı azalır. Bununla birlikte kemoreseptör hücre
membranında bulunan ATP bağımlı potasyum kanalı kapanır, hücre depolarize olur. Sonrada
glossofaringeus (Hering) uyarılarak, hipoksi algısı beyin sapına gönderilir. Bu durumda solunum sayısı
arttırılır, organizmaya giden sempatik yanıt şiddetlenir.
BEZOLD Reflexi: Ventrikül endokardının gerilmesi vagal aktivasyon sonucu bradikardi
oluşturmaktadır. Aynı reflex koroner arter iskemisi ve koroner artere adenozin injeksiyonu ile oluşturulabilir.
Afferentinin myokardda bulunan C lifleri olduğu sanılmaktadır. Myokard infarktüüs sırasında oluşan
bradikardinin nedeni budur.
BAİNBRİDGE Reflexi: Atrium endokardının gerilmesi sonucu taşikardi olmasıdır. Bilateral vagatomi
yapılırsa rekleks oluşmaz.

63
DrTus.com 64
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

64
DrTus.com 65
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

B- Kan basıncı hormonal Kontrolü:


Renin, ADH, ANP, Adrenalin ve daha birçok hormon kan basıncını etkiler.
Renin,
a. Renal perfüzyon basıncındaki azalma afferent arteriolün jukstaglomerüler hücrelerinden renin salınımına
neden olur.
b. Plazmada anjiotensinojen reninin katalizlediği reaksiyonla anjiotensin I’e dönüşür. Ostrojen içeren
kombine oral kontraseptifler karaciğerden anjiotensinojen yapımını arttırarak kan basıncını yükseltirler.
c. Anjiotensin I anjiotensin converting enzim (ACE) ile anjiotensin II’ye dönüştürülür. Bu reaksiyonun primer
yeri akciğerdir. ACE inhibitörleri anjiotensin II oluşumunu önleyerek kan basıncını düşürürler. ACE diğer
adı kininaz II dir. Bu enzim bradikinini de yıkmaktadır.
ACE inhibitörler (kaptopril, Enalapril v.b) bu enzimi inhibe etmeleri nedeniyle bradikinin yıkımı olmaz sonuçta
bradikinin inflamatuar bir madde olduğundan boğazda gıcık-öksürük oluşturur.
d. Anjiotensin II’nin iki etkisi vardır. Adrenal korteksden aldosteron salınımını uyarır ve arteriollerin
vazokonstrüksiyonuna neden olur. (TPR)
e. Aldosteron böbreğin distal tübülünden tuz absorbsiyonunu artırır.
Bu etki böbrek tarafından yeni protein sentezine ihtiyaç duyulduğu için yavaş gerçekleşir.
Tuz ve su reabsorbsiyonunun artması kan volümünün ve ortalama arteriyel basıncı artırır.
• Adrenalin, sistolik kan basıncını arttırır diastolik basıncı düşürür (Beta 2 mimetik etki ile özellikle çizgili
kaslara giden kan damarlarında dilatasyon oluşturmaktadır). Adrenalin kalbin kasılma kuvvetini arttırır,
arterial ve venöz vazokonstriksiyon yapar. Venöz konstrüksiyonla venöz dönüş artarak atım volümü
artar.
• ADH (vazopressin): Kan osmolaritesinin artması hipotalamusu uyararak arka hipofizden ADH salımına
neden olur. ADH hem su tutulumuna hemde vazokonstrüksiyona neden olur.

İSKELET KASI DOLAŞIMI


• İstirahat halinde iskelet kasları toplam oksijenin %20 kadarını kullanır. Egzersiz hallerinde bu %75 kadar olabilir.
Egzersizde metabolik ihtiyaç arttığı için kaslardaki damarlar vazodilate olur ve kaslara kan akımı artar.
Maksimal vazodilatasyonda bile orta derece egzersizden fazlasını karşılayacak O2 verilmez ve laktik asit
oluşumu başlar. Kan akımında bu laktik asit oluşmasına neden olacak eşiğe anaerobik eşik denir.
• Sempatik uyarım (Beta 2 agonistik etki ile Adrenalin) ve metabolizma ile açığa çıkan ürünler kas
damarlarında vazodilatasyona neden olur.

BEYİN KAN DOLAŞIMI


• Beyne kan karotis ve vertebral arterlerle taşınır. Dolaşım uyku, aşırı mental aktivite, dinlenme hallerinde bile çok
az değişir. Kranium kapalı bir kutudur, bu nedenle iç hacim sabit tutulmalıdır.
• Serebral kan akımı regulasyonunda ana rolü CO2 oynar. CO2 beyin kan akımını arttıran en kuvvetli
stimulandır. Yani sempatik sistem ve diğer hormonların etkisi çok azdır. Beyin kan akımının regülasyonunda
en önemli faktör metabolik faktörlerdir.
Bu nedenle KİBAS tedavisinde ılımlı mekanik ventilasyon ile PCO2 40 mm-Hg dan 32-mm-Hg ya getirilerek
sebebral dolaşımda vazokonstrüksiyon oluşturulmakta sonuçta beyin perfüzyonu azaltılmaya, KİBAS kontrol
edilmeye çalışılmaktadır.
• İntrakranial basınç artırınca, sistemik kan basıncı artarak beyin perfüzyonunu sağlamaya çalışır ancak kan
basıncı arttığı için baroreseptörler uyarılır. Bu nedenle vagal yanıtla bradikardi gelişir. Kafa içi basınç
artışında; sistemik tansiyonun yükselmesi, bradikardi oluşmasına Cushing etkisi denir.

KOAGULASYON

65
DrTus.com 66
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

HEMOSTAZ
Pıhtı oluşumunda rol alan mekanizmalar şunlardır:
1. Vazokonstrüksiyon,
2. Trombositlerin adezyonu ve agregasyonu,
3. Fibrin oluşumu.

EKSTRENSEK YOL

66
DrTus.com 67
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Damar duvarı ve çevresindeki dokuların travmaya uğramasıyla başlar. Zedelenmiş endotel hem
trombositlerin yapışması için zemin görevi görür, hem de pıhtılaşmayı başlatan doku faktörünü (faktör 3)
sentezler. Doku faktörü faktör VII ile birleşir. Doku faktörü-faktör VIIa kompleksi hem faktör X’u aktive eder.
Bu aktivasyona yardımcı faktör Faktör V tir. Böylece ekstrensek yol aktive olmuş olur. Faktör X (protrombin
aktivatörü) protrombini aktive edip trombin yapar. Trombin ise fibrinojeni fibrine dönüştürür. Faktör XIII ise fibrin
monomerlerinin arasında çapraz kovalan bağlar kurarak fibrin molekülünü polimerize edip sağlamlaştırır.
Ekstrensek yol protombin zamanı (PT) ile kontrol edilir. Normali 12-15 sn dir.

İNTRENSEK YOL
Kan içindeki yapıların hasarlanmasıyla başlar. Bu durumda çıkan trombosit fosfolipidlerinin serbestlenmesi
(PF3), HMWK (Yüksek molekül ağırlıklı kininojen), prekallikrein faktör XII nin aktivasyonuna neden olur.
Aynı faktörler Faktör XI de aktive edebilmektedir. Faktör XI, faktör IX u aktive eder. Faktör IX, VIII, PF3 beraber
Faktör X u aktive ederler. Bundan sonraki kısım ekstrensek yoldaki ile aynıdır. İntrensek yol a-PTT (aktive
Parsiyel Tromboplastin zamanı) ile kontrol edilir. Normali 25-40 sn dir.

TROMBOSİT FONKSİYONLARI
Von-Willebrand antijeni endotelde Weibel-Palade cisimciğinde Faktör 8 ile beraber depo edilmektedir.
Hasarlanmış endotel duvarına trombositin yapışmasına adezyon adı verilmektedir. Adezyon trombositin Von-
Willebran antijeni ile karşılaşması sonucu olmaktadır. İki trombositin birbiri ile yapışmasına agregasyon
denmektedir. Trombositlerin birbirine yaklaşmaları bazı kemotaktran moleküllerle meydana gelmektedir. (ADP,
Tromboksan, serotonin, Platelet aktive edici Faktör, kalsiyum gibi). Aktive olan trombositler fibrinojen
molekulü aracılığıyla birbirlerine yapışmaktadırlar. (Agregasyon). Trombositler sonra faktör XII yi aktive ederek
intrensek yolu aktive ederler. Trombositlerin sayı ve fonksiyonu değerlendiren test kanama zamanıdır. (1-6
dakika)

TABLO: PIHTILAŞMA FAKTÖRLERİ


Faktör Eş anlamlısı
I Fibrinojen
II Protrombin
III Doku tromboplastini
IV Kalsiyum
V Proakselerin
VII Pronkonvertin
VIII Antihemofi lik globulin
IX Christmas faktörü
X Stuart-Prower farktörü
XI Plazma tromboplastin antesedanı
XII Hageman faktörü
XIII Fibrin stabilize edici faktör

67
DrTus.com 68
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

ANTİKOAGULAN SİSTEM
Protein C’nin antikoagulan sistemin parçasıdır. Pıhtılaşma sırasında oluşan trombin, Trombomodiline
bağlanır. Bu kompleks inaktif durumda olan protein C yi aktif hale getirir. Protein S bu aktivasyon sırasında
kofaktör görevini yapmaktadır. Aktive protein C, Faktör V ve VIII i proteaz etkisiyle inaktif hale getirir.
Böylece koagulasyon kaskadı sınırlandırılmış olur.
Ayrıca protein C, t-PA inhibitör faktöründe yıkımını sağlar. Böylelikle t-PA (doku plazminojen aktivatörü) aktive
olur. Aktive olan t-PA plazminojeni, plazmine dönüştürür. Plazminde pıhtıdaki fibrini, Fibrinojen, Faktör V,
faktör VIII, protrombin (II), faktör XII yıkımını yapar. Aminokaproik asit de t-PA yı inhibe ederek, fibrinolizi
yavaşlatır.
Faktör 5 Leiden defektinde faktör 5, protein C tarafından etkisiz hale getirilemez ve tromboza yatkınlık olur.
Toplumda en sık görülen herediter pro-trombotik hastalık Faktör V Leiden (Aktive Protein C rezistansı)’
dır.

68
DrTus.com 69
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

69
DrTus.com 70
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

SOLUNUM SİSTEMİ FİZYOLOJİSİ

İnspirasyon kasları: Diafragma kası en önemli inspirasyon kasıdır. Diafragma kasıldığında abdominal içerik aşağı
doğru hareket eder. Böylelikle kostalar dışa ve yukarı doğru açılır. Bu değişiklikler toraks içi hacimde artma oluşturur,
toraks basıncı azaldığı için hava akciğere girer. Egzersiz sırasında solunum hızı ve tidal volüm artar. Bu nedenle
eksternal interkostal kaslarda inspirasyon yardımcı olur.
Ekspirasyon kasları: Ekspirasyon normalde pasif bir olaydır. Akciğerdeki elastik proteinler tarafından oluşturulur.
Egzersiz sırasında ve astım gibi hava yollarının rezistansının arttığı durumlarda ekspiratuar kaslar, ekspirasyona
yardımcı olur. Abdominal kaslar yardımcı ekspiratuar kaslardandır. Kasıldıklarında abdominal basınç artar.
Diafragma yukarı yükselir. Böylelikle toraks içi basınç artarak ekspirasyona yardımcı olurlar. Yine interkostal
kaslarda kasıldıklarında kostalar aşağı ve içe doğru hareket ettikleri için ekspirasyon sağlanır.

Plevral basınç ve ventilasyon sırasında değişiklikler: Plevral aralıktaki fazla sıvının devamlı lenfatik kanallarına
emilmesi, akciğer plevrasının visseral yüzü ve toraks boşluğunun parietal plevra yüzü arasında hafif bir emme basıncı
oluşturur. Bu basınç -5 cm H2O civarındadır. Bu negatif basınç istiralat durumunda akciğerlerin açık kalması için
gereklidir. İnspirasyonda göğüs kafesinin genişlemesi bu basıncı -7.5 cm H2O yapar. Bu da inspirasyonda havanın
alveollere girişini kolaylaştırır.
Gaz alışverişi yaklaşık çapları 0.25 - 0.5 mm olan 300 milyon alveolde gerçekleşir. Yüzey alanı 60-80 m2.
Kan ile Alveol çeperi arasında 2 mm bir mesafe var.

Hava yolları Fonsiyon açısından 2’ ye ayrılır


1. İletici kısım: Trakea-Bronşlar-Bronşioller-Terminal bronşioller
2. Solunum kısım: Gaz alış-verişi olan bölge. Respiratuar bronşioller ve Alveollerden oluşur.
Kompliyans: Akciğerlerin gerildiği zaman genişleyebilme özelliği (distansibilite). Pulmoner fibroziste azalır.
Amfizemde artar.
Elastisite: Gerilme kuvveti ortadan kalkınca eski haline dönebilme yeteneği. Alveollerdeki yüzey gerilim
kuvvetleri etkili.

70
DrTus.com 71
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Yüzey Gerilimi: Alveollerdeki ince sıvı tabakası tarafından sağlanır.


Laplace Yasası

P= (2 x T) / r

Küçük alveoller deki basınç büyük alveollere göre daha büyüktür. Bu nedenle surfaktan yüzey gerilimini
azaltarak alveollerin yırtılmasını önler.
Surfaktan Tip II Alveol hücreleri tarafından sentezlenir ve salınır.

Surfektan Komponentleri:
Dipalmitoylphosphatidylcholine (Lesitin) (% 62 )
Phosphatidylglisin: (%5) Diabetik anne bebeklerinde akciğer matürasyon göstergesidir.
Diğer phospholipidler: (%10)
Doğal yağlar: (%13)
Proteinler: SP-A (Surfaktan geri emiliminde görevlidir), SP-B ve SP-C (Film tabakası oluşumu)
Karbonhidrat ve kalsiyum içerir.
Surfaktan gebeliğin 8. Ayından sonra üretimi başlar. Erken doğumlarda sentez yetersizliği Solunum Distres
Sendromu (Hyalin membran hastalığı)’ na yol açar. Tiroid hormonları, kortizol surfektan sentezini arttırır.
İnsulin SP-A sentezini azaltır. Bu nedenle surfaktan etkinliği azalır. Bu nedenle diabetik anne
bebeklerinde solunum distres sendromu riski artar.

SOLUNUMUN KONTROLÜ

1. İstemli: Serebral Kortex

71
DrTus.com 72
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

2. İstem dışı: Medulla (Ondin’in laneti) ritmik aktivite, spontan arteriyel kandaki O2, CO2 ve pH değişimlerinden
etkilenir. Beyin sapındaki solunum merkezi en çok karbondioksit değişiklerine duyarlıdır. Oksijen değişikliklerine
duyarlılığı ise oldukça azdır.

Periferik Kemoreseptörler (Glomus cismi)


Periferik kemoreseptörler (glomus cismi) yalnız hipoksiye (PO2 < 60 mm-Hg) duyarlıdırlar. Hipoksi
durumunda kemoreseptör hücresinde ATP yapımı azalır. Bununla birlikte kemoreseptör hücre
membranında bulunan ATP bağımlı potasyum kanalı kapanır, hücre depolarize olur. Depolarizasyon ile
birlikte voltaj bağımlı kalsiyum kanalı açılır ve dopamin hücre dışına çıkar. Sonrada glossofaringeus
(Hering) uyarılarak, hipoksi algısı beyin sapına gönderilir. Bu durumda solunum sayısı arttırılır, organizamaya
giden sempatik yanıt şiddetlenir. Ayrıca periferik kemoreseptörlerin hipoksiye duyarlılıkları karbondioksit ve
pH değişikliklerinde etkilenir. Karbondioksit artımı ve pH azalması duyarlılığı arttırır.

BEYİN SAPI SOLUNUM MERKEZLERİ

Medulla Oblangata
Ritm Merkezi:
1. İnspirasyon nöronları (I)
2. Ekspirasyon nöronları (E)
Dorsal : frenik sinir à diyafragma kası
Ventral : interkostal kaslar
Bu nöronların birinin aktivitesi ilgili spinal motor nöronları aktive ederken aynı zamanda diğerini inhibe
eder.

Pons
1. Apnöstik Merkez: İnspirasyonu tetikler (I nöronlarını etkiler)
2. Pnömotaksik Merkez: Apnöstik merkezi inhibe ederek, inspirasyonu baskılar
• Apnöstik merkez tonik olarak çalışırken, üzerinde siklik olarak aktivitesi değişen pnömotaksik merkezin
etkisiyle solunum siklusu gelişir.
Bulbus ve ponstaki kemoreseptörler CO2 ,kan pH ve PO2 duyarlıdırlar. Ancak en az duyarlı
oldukları PO2 dir. Hiperkarbi ve kan pH azalması durumunda sempato adrenal yanıt oluşturmaktadır.
Kan CO2 yükseldiğinde önce CO2 kan beyin bariyerinden geçip, BOS a difuze olur. Burada CO2 önce
H2O ile birleşip, H2CO3 oluşturur. H2CO3, H+ ve HCO3- ye iyonize olur. Bulbus ve ponstaki
kemoreseptörler H+ duyarlıdırlar.

72
DrTus.com 73
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

VENTİLASYON

Akciğere bir dakikada girip çıkan hava miktarıdır. Ventilasyon arttığında kanda CO2 miktarı azalmaktadır. Bu
nedenle ventilasyonu gösteren kan gazı parametresi kan PCO2 düzeyidir. Bunun nedeni CO2, O2 ye göre daha
liposolubl bir gazdır. Bu nedenle alveoler membrandan difuze olmasıdır.

73
DrTus.com 74
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Normal ventilasyon 4-5 L/dk à PCO2 40 mmHg

• Hipoventilasyon 2L/dk à PCO2 80 mmHg


• Hiperventilasyon 8L/dk à 20-25 mmHg

KOAH’ lı hastalarda kan karbondioksit düzeyinin sürekli yüksek olması nedeniyle solunum merkezinin regulasyonu
kan oksijenine göre yapılmaktadır. Bu nedenle KOAH hastalarına yüksek oksijen parsiyel basınçlı oksijen
solutulursa solunumları durur.

HEMOGLOBİN VE OKSİJEN TAŞINMASI


• Kanda oksijenin % 97-98 hemoglobine bağlı taşınmaktadır. % 1-3 kanda çözünmüş olarak taşınır.
• Oksihemoglobin: Oksijen bağlamış Hb
• İndirgenmişHb veya deoksiHb: Oksijen bağlanmamış durumda olan’dır.
• Methemoglobin: Fe+++ (ferrik) değerlidir okside olmuştur.
• KarboksiHb: Karbonmonoksit bağlamış Hb, CO, O2‘e oranla Hb‘e bağlanmada 210 kat daha güçlü
• Bir molekül hemoglobin A (alfa2-beta2) 4 adet globin içermektedir. Her bir globulin molekülünde bir hem halkası
olması nedeniyle, bir molekul hemoglobin 4 mol oksijen taşımaktadır.

TABLO: SOLUNUM REFLEKSLERİ


Solumsal Reseptörler Açıklama
refleksler
Uyaran

Akciğerlerin Germe reseptörleri Hering-Breuer refleksi İnspirasyonu sonlandırır. Akciğerin gerilmesi ile vagus
İnspirasyona üzerinden kardiyopulmoner merkeze gerim duyusu götürülür. Böylelikle solunum
gerilmesi durdurulur. (yenidoğan solunumunun düzenlenmesinde önemli)

Akciğerlerin Germe reseptörleri Hering-Breuer’e e benzer (yetişkinlerde çok önemli değil)


Ekspirasyona
gerilmesi

Pulmoner Tip J-reseptörleri Dispne hissi (yüksek irtifa veya yoğun egzersizde ortaya çıkar)
konjesyon (juksta-kapiller)

İrritasyon İrritan reseptörler Bronşiollerin daralması (sigara, duman, diğer ağrılı ajanlar)

• Hemoglobinin tetramerik yapısı bir O2 molekülü bağlanınca diğerleri hem gruplarının oksijeni daha kolay
sağlaması için şekil değişikliği oluşturur. Aynı nedenle Hb daha yüksek PO2 değerlerinde oksijeni serbestler.
(Allosterik Modifikasyon). Bu nedenle hemoglobin oksijen disosiasyon eğrisi sigmoidaldir.
• Embriyoda ilk görülen kan hücreleri kırmızı seri hücrelerdir. Kan damarları ve bunların endotelinden
kaynaklanan primitif eritrositler vitellus kesesi duvarında oluşmaya başlarlar.
• Embriyonal hayattta ilk yapılan zincir Epsilon zinciridir. Gowers 1 hemoglobini fetüsün ilk hemoglobinidir.
• Gebeliğin 3. Ayından doğuma kadar en önemli hemoglobin, Hb F (alfa2-gama2)’dir. Gebeliğin 6. Ayında fetusta
total Hb’nin % 90-95’i Hb F iken, doğumda bu oran % 70’dir.

74
DrTus.com 75
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

OKSİHEMOGLOBİN DİSSOSİASYON EĞRİSİNİ ETKİLEYEN


FAKTÖRLER

A- 2, 3-Difosfogliserik Asit (2, 3-DPG)


• Olgun eritrositlerde mitokondri ve çekirdek yoktur. Eritrositler enerji gereksinimini glokolitik (anaerobik)
yoldan karşılar iken, yan ürün olarak 2, 3-DPG sentezi olur.
• Sentezini sağlayan enzim oksihemoglobin tarafından inhibe edilir. Oksihemoglobin miktarı azalınca 2, 3-

75
DrTus.com 76
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

DPG sentezi artar. Hb miktarı azalınca veya PO2 azalınca (yüksek irtifada), 2, 3-DPG deoksihemoglobine
daha stabil bağlanır.
• Kapillerde Hb oksijen yükünü boşaltınca deoksihemoglobin’ e 2, 3-DPG bağlanır ve eğriyi sağa kaydırarak
daha çok oksijenin serbestlenmesini sağlar.
• Kan bankalarında bekleyen kanlarda miktarı azalır. Kan bankalarında beklemiş kanda laktik asit
birikmekte bu da son ürün inhibisyonu ile glikolizi durdurmaktadır. Glikoliz durunca 1-3 DPG
azaldığı için 2-3 DPG de azalmaktadır.

B- Anemi
• 2, 3-DPG artar ve dokulrda daha fazla oksijenin serbestlenmesini sağlar

C- Fetal Hb
• 2, 3-DPG bağlayamaz ve bu nedenle Hbleri oksijene olan afinitesi artar maternal kandaki oksijeni daha
fazla bağlayabilir. (Talasemide yüksek HbF)

Hemoglobinin oksijene afinitesinin artması (Dissosiasyon eğrisinin sola


kayması)
• Alkalozis (Bohr etkisi)
• Eritrosit içi 2, 3 - DPG’nin azalması
• Isının azalması
• pCO2‘nin azalması
• Karboksihemoglobin
• Methemoglobinemi

Hemoglobinin oksijene afinitesinin azalması: (Eğrinin sağa kayması)


• Asidoz (Bohr etkisi)
• Eritrosit içi 2, 3 - DPG artması (Yüksek irtifa, Tiroid hormonları, Anemi, androjenler)
• Isının artması
• Hemoglobinopatiler (Orak hücre anemisi)
• pCO2 nin artması

MYOGLOBİN
• İskelet kaslarındaki kırmızı pigmenttir. Yapı olarak Hb’e benzer, ancak her molekülünde 4 yerine 1 Hem
bulunur ve bu nedenle 1 molekül O2 bağlar. Oksijene afinite fazla ve daha düşük PO2‘ lerde oksijeni
serbestleyebilir. Myoglobin oksijen disosiasyon eğrisi hiperboliktir.
• Myoglobin kaslarda oksijen deposu olarak işlev görür. Myoglobin kalp kasında diyastol sırasında koroner
akımın en yoğun olduğu dönemde depoladığı oksijeni, sistol sırasında koroner arterler sıkıştığında yedek
olarak serbest bırakır.

KARBONDİOKSİDİN TAŞINMASI
CO Üç şekilde Taşınır
2

1) Erimiş CO2: Oksijene göre 21 kat daha fazla suda çözünebilir. Bu yolla total CO2 konsantrasyonun %10’
u taşınır.
2) Karbaminohemoglobin: Bu yolla total CO2 konsantrasyonunun %20’si taşınır. Hb’ nin bir aminoasidine
bağlanır.
3) Bikarbonat: En çok taşınma formu. CO2, su ile birleşince, karbonik asit oluşur. Bu reaksiyonda katalitik

76
DrTus.com 77
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

enzim karbonik anhidraz. PCO2’nin yüksek olduğu kapillerde gerçekleşir.

Klor şifti
• Venöz kandaki CO2 kolaylıkla eritrosit içine difuze olabilmektedir. Eritrosit içinde CO2 ve H2O karbonik
anhidraz yardımıyla H2CO3 (Karbonik Asit) oluşmaktadır. Karbonik asit HCO3 ve H iyonuna parçalanır.

77
DrTus.com 78
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Bikarbonat eritrositten çıkarken elektronegativiteyi korumak için Cl eritrosit içine girer. Buna Cl şifti
denmektedir.

SİSTEMİK KAPİLLER

HCO3- ın hücre dışına, Cl- ün hücre içine doğru yer değiştirmesi.

Oksihemoglobin tarafından H+ in bağlanması

Oksijenin Hb den salınmasını sağlar (Bohr etkisi)

Deoksihemoglobin daha güçlü olarak H+ bağlar

Sıvıdan H+ iyonunun uzaklaştırılması karbonik asit oluşumunu hızlandırır

PULMONER KAPİLLER

Deoksihemoglobin Oksihemoglobine dönüşür

Oksihemoglobinin H+ olan afinitesi düşüktür, H+ iyonunu serbestler

Cl- hücre dışına çıkar (ters klorür şifti)

H+ iyonu plazmadaki bikarbonat ile etkileşerek karbonik anhidraz enzimi ile CO2 ve suya dönüşür

78
DrTus.com 79
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

SOLUNUM VOLÜM VE KAPASİTELERİ

HACİMLER (SPİROMETRİ İLE ÖLÇÜLÜR)


1. Tidal (solunum) hacim (SH): Normal solunumda inspire ve ekspire edilen hacim = 500 ml
2. İnspiratuar yedek hacim (IYH): 3200-3300 ml
3. Ekspiratuar yedek hacim (EYH): 1000 ml
4. Rezidüel hacim (RH): 1200 ml (Pletismografi ile ölçülür) Spirometriyle ölçülmeyen tek akciğer hacmidir.

Kapasiteler:
Birkaç hacmin bileşiminden ortaya çıkar
1. Total akciğer Kapasitesi: IYH + SH + EYH + RH = 6000 ml
2. Vital kapasite: IYH + SH + EYH = 4800 ml
3. Fonksiyonel rezidüel kapasite: EYH + RH=2200 ml
4. İnspirasyon kapasitesi: IYH + SH = 3800 ml
5. Dakikada solunum hacmi (istirahatte): 6 L/dk (Tidal V * Solunum Sayısı)
6. Alveoler ventilasyon (istirahatte): 4. 2 L/dk (Alınan havanın yani tidal volümün hepsi alveole ulaşmaz.
Bir kısmı ölü boşluk denen iletici hava yollarında kalır. Bu nedenle alveoler ventilasyon için (Tidal volüm -
ölü Boşluk) * Solunum sayısı kullanılır.
7. Maksimal istemli ventilasyon: 125-170 L/dk
8. Zamanlı vital kapasite: 1 sn de % 83 (FEV1), 3 sn’de %97 (totalin) Bu kaynak drtus.com’da
yayınlanmaktadır.

79
DrTus.com 80
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

OKSİJEN BORCU
Egzersiz sona erdikten sonra, ekstra O2, egzersiz sırasında birikmiş olan fazla miktarda laktat’ı atmak,
azalmış olan ATP ve fosfokreatinin düzeylerini arttırmak ve az miktarda da olsa miyoglobinden gelen O2‘ni
yerine koymak için kullanılan O2‘dir.
Antremanlı atletler, kaslarının oksijen tüketimlerini maksimuma çıkarabilen ve serbest yağ asitlerini de
kaynak olarak kullanabilen bir metabolizmaya sahiptirler.

VENTİLASYON PERFUZYON (V/Q) DENGESİ


Akciğerde havalanmayan yere kan gitmemektedir. Bunun nedeni havalanmayan akciğer sahasında oksijen
miktarı düşer sonuç olarak hipoksiye pulmoner arterin verdiği cevap vazokonstruksiyondur. Böylelikle ölü
boşluk perfüzyonu önlenmiş olur. Böylelikle hava giden yere kan gitmiş olur.
Akciğerde kompliansın en yüksek olduğu bölge bazal kısımlardır. Bu nedenle soluk alındığında en çok
diafragmaya yakın kısımlar havalanır. Ventilasyon perfüzyon dengesi nedeniyle en çok havalanan yer alt
kısımlar olduğu için, en çok kanlanan yer de yine bazal kısımlardır.
Akciğerde V/Q normal değeri 0,8’dir. V/Q oranı akciğerin üst, orta ve alt sonlarında ventilasyon/perfüzyon
(V/Q) farklıdır. Üst zonlarda perfüzyon az iken, alt zonlarda yer çekimi etkisiyle fazladır. Ventilasyon ise alt
zonlarda fazla üst zonlarda azdır. V/Q üst zonlarda yüksek iken (3.0), alt zonlarda V/Q düşüktür (0.6). Bu
nedenle üst zonlarda kanda çözünmüş oksijen yüksek iken (130 mmHg), alt zonlarda düşüktür (89 mmHg).
Kalp yetmezliğinde kardiyak pompa verimli çalışmadığı için pulmoner ven basıncı artar. Böylelikle artan
basınç nedeniyle damar içi sıvılar alveol içine geçer. Alveol havalanması bozulur. Bu hastalarda alveol
havalanması bozulduğu için bu bölgelerde hipoksi oluşur. Hipoksi sonucunda pulmoner arteriyoller
vazokontrakte olur ve kan apikal bölgelere yönlendirilir (redistrübisyon)

80
DrTus.com 81
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

GASTROİNTESTİNAL FİZYOLOJİ

ÇİĞNEME
• İstemli başlayıp refleks olarak devam eden bir olaydır
- Besinin mukoza ile ilk teması çeneyi kapatan kasları uyarır.
- Bu sıkışma aynı kasların inhibisyonuna neden olur ve çene tekrar açılır.
- Basıncın azalmasıyla bir kez daha kasılma olur.
- Bu olay böyle devam eder.

TÜKRÜK - SALYA
• Tükrük bezleri 3 çift büyük ve çok sayıda minör tükrük bezlerinden oluşur.
- Parotis seröz (amilaz) (%20)
- Submandibular bez serömüköz (karışık) (%70)
- Sublingual bez müköz (%5)

Tükrük salgısının uyarılması


• oral uyarı (mekanik)
- Besin alımı – dil hareketleri – diş muayenesi
• kortikal-pşisik uyarı
- Koşullu refleks; görme – koklama - işitme
• gastrointestinal uyarı
- Sindirim kanalının fiziksel-kimyasal uyarımı

ÖZEFAGUS
• Üst 1/3 çizgili, alt 2/3 düz kastan oluşur. Polimiyozit gibi hastalıklar üst kısmı tutarken skleroderma ise alt

81
DrTus.com 82
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

özofagusu tutar.
• Besinler üst sfinkteri geçince glottis açılır ve solunum yeniden başlar.
• İntratorasik negatif basınç etkisindedir.
- Hava ve mide içeriğinden sfinkterlerle korunur.
• Primer ve sekonder peristaltik dalgalar ile lokma ilerletilir.
- Ortalama 9 sn’de mideye ulaşır.
- Yer çekiminin kolaylaştırıcı etkisi var ancak gerekli değildir. Bu kaynak drtus.com’da yayınlanmaktadır.

MİDENİN SALGILARI (2-3 L/GÜN)


• Oksintik (gastrik) bezler
- Zimojenik (esas) hücreler; pepsinojen salgılar.
- Oksintik (pariyetal) hücreler; HCl- intrensek faktör salgılar.
- Boyun hücreleri; müsin salgılar.
• Pilor bezleri; müsin

Asit salgılanması
• Karbondioksit ve su birleşerek karbonik asid oluşmaktadır. Daha sonra karbonik asid hidrojen ve
bikarbonata ayrışmaktadır.
• Hidrojen apikal membranda bulunan proton pompası ile mide lümenine atılırken, potasyum pariyetal
hücreye girer. (H+-K+ ATPaz)

Pariyetal hücre reseptörleri


• Asetilkolin reseptörleri
- M3; hücre içi Ca+2 üzerinden etki
• Histamin reseptörleri
- H2; cAMP üzerinden etki
• Gastrin reseptörleri
- Hücre içi Ca+2 üzerinden etki

82
DrTus.com 83
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• E serisi prostaglandinler inhibitör G proteinleri yoluyla cAMP’yi baskılar. Bu yolla mide asid salgısını inhibe
edip, protektif etki oluşturmaktadır. (PGE1 analoğu mizoprostol bu amaçla kullanılır)

83
DrTus.com 84
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Mide salgısının düzenlenmesi


• Sefalik faz; koşullu refleks
• Gastrik faz; salgının 2/3’ü olur
- Mide çeperinin gerilmesi; refleks etki (Antrum gerilmesi aynı etki ile pylor sfinkterinin gevşemesine
neden olmaktadır)
- Düşük H+ konsantrasyonu; gastrin üzerinden
- Peptidlerin etkisi; gastrin üzerinden
• İntestinal faz; hümoral mekanizmalar
- Duodenumun distansiyonu ve duodenuma asitli kimus ile protein yıkım ürünlerinin geçmesi mide
salgılarını inhibe eder; enterogastrik refleks
- Sekretin, GIP, CCK, peptid YY (enterogastronlar)
- Asitli kimusun duedonuma geçmesi sekretin salınmasına neden olur. Sekretin mide motilitesini direk
yolla inhibe eder.
- Yağlı besinler duedonumdan CCK salınımına neden olur. CCK gastrinin mide motilitilesini arttırıcı
etkisini kompetitif inhibe eder.
- Yağlı besinler ve karbonhidratlar GIP (gastrin inhibe edici peptid) salımına neden olur.

Midenin boşalmasını geciktiren faktörler:


• Besin maddesinin katı olması
• Kimus’un hiperosmolar olması
• Kimus’un homojen olmaması
• Kimus’un irritan karakterde olması
• Mide pH’nın düşük olması
• Besinlerin yüksek kalorili olması
• Besinlerin yağlı yada proteinli olması
• Duedonuma fazlaca kimus geçmesi

PANKREASIN EKZOKRİN SALGILARI

84
DrTus.com 85
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Günde 1200-2000 ml
• Spesifik sindirim enzimleri
• Bikarbonat
- Mide asidini nötralize eder
- Enzimlerin optimal pH’sını sağlar
• Bazı elektrolitler
Pankreatik enzimler
• Proteazlar; (zimojenler)
- Tripsin (ojen)
- Kimotripsin (ojen)
- (pro) Karboksipeptidaz
- Deoksiribonükleaz
- Ribonükleaz
- Elastaz
• Pankreatik α-amilaz
• Lipaz, fosfolipaz A2, kolesterol esteraz, lesitinaz
• Enteropeptidaz tripsinojeni aktifler
• Tripsin tüm diğer zimojenleri aktifler
• Tripsin inhibitörü pankreatik kanal içerisindeki aktivasyonu önler
• Özellikle lizolesitin pankreas dokusunun kendi kendini sindirmesine neden olur
• Enteropeptidaz (enterokinaz) doğumsal eksikliği malabsorpsiyona neden olur
Amilaz: Alkali pH’da iyi çalışır. Salgılandığı sırada aktiftir. Polisakkaridlerdeki alfa 1-4 bağlarını parçalar.
Lipazlar: Trigliserid, fosfolipid ve kolestrol esterine etkilidirler. Ayrıca kofaktör olarak asinilerden kolipaz
salınır. Bu enzimler pankreatik lipaz, kolesterol ester hidrolaz ve fosfolipazdır. Alkali pH’de iyi çalışırlar.
Fosfolipaz A2 tripsinle aktive olur. Diğerleri salındığı sırada aktiftir.
Proteazlar: Tripsinojen sadece pankreastan salgılanır, kimotripsinojen, karboksipolipeptidaz ve elastaz
bu enzimlerdir. Bunlar inaktif olarak salınır. Tripsinojen enteropeptidaz (ince barsaktan salınır) aktif formu
olan tripsine döner. Tripsin kendini ve diğer proteazları aktif formlarına dönüştürür.
Tripsin inhibitör: Proteolitik enzimlerin pankreas dokusu içinde aktivite kazanmasını önler.
DNAaz ve RNAaz: Nükleik asitleri parçalarlar. Bu kaynak drtus.com’da yayınlanmaktadır.

Pankreas salgısının düzenlenmesi


• Salgı vagal refleksle sefalik fazda başlar.
• Esas kuvvetli salgı intestinal fazda hormanlarla olur.
- Salgının %75’i
- CCK fosfolipaz C yoluyla enzim salgılatır.
- Sekretin cAMP yoluyla bikarbonat salgılatır.
• Asetilkolin etkisi CCK’yı taklit eder.
• Tripsin arttıkça CCK salınımı azalır.

SAFRA VE FONKSİYONLARI

SAFRANIN BİLEŞİMİ
• Safra tuzları
• Kolesterol
• Lesitin
• Bikarbonat

85
DrTus.com 86
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Safra pigmentleri
• Eser elementler

SAFRA KESESİ
• Geniş bir absorpsiyon yüzeyi vardır
• Su ve tuz emilimi ile safra yoğunlaşır
- Kanal safrası %97, kese safrası %89 su
• pH daha asidiktir
• Düz kas içerir
- Kasılmayı uyaran maddelere kolagog denir
- Salgıyı artıran maddelere koloretik denir
• Yemek sırasında salgı artar, aralarda kesede yoğunlaştırılır

Safra tuzları
• Glisin ve taurin ile konjuge olmuş safra asitlerinin tuzlarıdır.
• Plazma konsantrasyonu arttıkça salgıları da artar.
• İleumdan %90-95’i geri emilir; enterohepatik döngü (6-8 kez/gün) toplam havuz 3, 5 g, sentez hızı 0,
2-0, 4 g/gün

Safranın fonksiyonları
• Safra tuzları, misel (miçel) oluşturarak monogliserit ve yağ asidi emilimini sağlar.
• Yağ emilimi için gereklidirler, yağları emulsifiye ederler.
• Yağda çözünen ADEK vitaminlerinin emilimi için gereklidirler.
• Vücuttan bazı zararlı maddelerin atılma yoludur. (Bilirubin, ilaçlar)
• Safra içinde primer safra asitleri, fosfolipitler, kolestrol, proteinler, safra pigmentleri, elektrolitler ve su vardır.
Karaciğerde oluşan safra izotoniktir.

Safra asitleri
• Primer safra asitleri: Hepatositlerde kolesterolden sentezlenirler (Hız kısıtlayıcı basamağı 7-alfa
Hidroksilaz) iki tipi vardır. Kenodeoksikolik asit ve kolik asit. Bu iki safra asidi karaciğerde glisin ve
taurinle konjuge edilir ve katyonlarla özelliklede Na ile safra tuzlarını meydana getirirler. Safra tuzları

86
DrTus.com 87
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

duedonumdan gastrointestinal kanala girer, ileumun son kısımlarından absorbe olur. Bu absorbsiyonda
görev yapan taşıyıcı sodyum bağımlı işlev yapan ISBT (=ileal sodyum bile asid transporter) proteinidir.
• Sekonder safra asitleri barsak bakterilerince primer safra asitlerinin dekonjuge ve dehidroksile edilmesiyle
oluşur. Sekonder safra asitleri deoksikolikasit ve litokolik asittir.

Fosfolipitler
• Safra salgısında ikinci en çok bulunan maddedir. Miseller safra tuzları ve fosfolipidlerle birleşmiş durumda,
sindirilmiş lipidleri daha iyi çözerler.

Kolesterol
• Kolesterol safra tuzu miselleri ile çözünür hale gelerek safra salgısı ile atılır.
• Kolesterol, fosfolipidler (lesitin) ve safra tuzları arası denge bozulursa örneğin kolesterolden süpersatüre
safra salgısı olursa, safra kesesinde kolestrol taşları oluşur.

Safra pigmentleri
• Bilirubin ve biliverdin bu pigmentlerdir. Eritrositlerin parçalanması ile oluşan Hemoglobin’in “Hem” kısmı
önce hem oksijenaz enzimi ile biliverdin, karbonmonoksid ve demire çevrilmektedir. Biliverdin daha
sonra da bilirubine dönüşür. Oluşan bilirubin indirekt (suda çözünmeyen) bilirubindir. Albumine bağlı olarak
karaciğer’e taşınır. karaciğer üstünde bulunan faktör Y ve faktör Z ye bağlanarak indirekt bilirubin
karaciğer’e alınır. Bilirubin karaciğerde glukronil transferazla glukronillenir. Glukronillenmiş bilirubin suda
çözünebilir. Buna direkt bilirubin denilmektedir. Direkt bilirubin daha sonra safra salgısına verilir.
Safraya sekresyon basamağı ATP bağımlı bir basamaktır. Bu basamakta görev yapan protein MDR
(Multidrug resistans protein)’dir. Bu protein tümör hücrelerinde kemoterapötik ajanın hücre dışına
atılmasından da sorumludur ve kemoterapatik ajanlara karşı direnç gelişmesinden sorumlu tutulmaktadır.
Bilirubin sentezinin hız kısıtlayıcı basamağını oluşturur.
• Safra ile gelen bilirubin barsaklarda bakteriler tarafından dekonjige edilerek ürobilinojen ve
sterkobilinojene dönüşür. Sterkobilinojen yoluyla bilirubinin %90’ı atılmış olur geri kalan %10 kısmı
ürobilinojen halinde absorbe edilir. Ürobilinojen portal ven yoluyla karaciğer’e gelir. Burada çok büyük
kısmı karaciğer tarafından up-take edilir. Küçük bir kısmı (%1) böbreklerden atılır ve idrara rengini verir,
Sterkobilinojende sterkobiline dönüşür bu da gaitaya rengini verir.

87
DrTus.com 88
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Enterohepatik dolaşım
• Safra salgısı duedonumdan sindirim kanalına girer. Daha sonra ileumun son kısımlarında sekonder aktif
transportla emilir ve vena porta ile karaciğere gelir. Hepatositlerce alınıp işlemden geçirilir ve tekrar
salgılanır. Bu yolla sürekli safra asiti sentezi yapılmadan gerekli safra salgısı sağlanmış olur. Safra
sekresyonunun kontrolü
• Vagal uyarı safra kesesi kasılmasına ve oddi sfinkterinin gevşemesine neden olur. Sindirimin sefalik ve
gastrik fazındaki vagal uyarım safra sekresyonuna neden olur. Sindirimin intestinal fazında salınan CCK,
safra kesesinin kasılmasına ve oddi sfinkterinin gevşemesine neden olur. Safra kesesi boşalmasını
sağlayan esas faktör CCK’dir.
• Sindirimin intestinal fazında salınan sekretin; su ve elektrolitten zengin salgı yaptırır.
• Sempatik uyarım (alfa 2 reseptör üzerinden) ve VIP safra kontraksiyonunu inhibe eder.
• Yağ asitleri, protein sindirim ürünleri, yumurta sarısı ve MgSO4 , CCK sekresyonunun güçlü
stimulatörleridirler.

Safra tuzu sentezinin kontrolü

88
DrTus.com 89
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Safra tuzu sentezini kontrol eden ana faktör kendisidir. Karaciğere enterohepatik dolaşımla gelen
safranın azalması sentezi uyarıcı etki yapar. Normalde safra tuzlarının %90-95’i reabsorbe olur. Gaita ile
atılan safra sentezle yerine konur.
• Safra sentezinde hiçbir hormonal veya sinirsel kontrol direkt etkili değildir.

BESİN MADDELERİNİN SİNDİRİMİ VE ABSORBSİYON


MEKANİZMALARI

KARBONHİDRATLAR
• Dietin yarısından fazlasını oluşturur. Bu karbonhidratlar; polisakkaritler ve disakkaritlerdir. Polisakkaritlerden
selüloz insanda gerekli sindirim enzimleri olmadığı için sindirilmeden atılır. Diğer bir polisakkarit olan nişastanın
sindirimi ağızda amilazla başlar. Nişasta harici karbonhidratlar ince barsakta sindirilir.
• İnce barsaktan sadece monosakkarit emilebilir o nedenle tüm karbonhidratlar kendilerini oluşturan
monosakkaritlere parçalanmalıdır.
• Amilaz alfa 1-4 glukozit bağını ayırır ve glikojeni maltoz, maltotrioz ve alfa limit dextrinlere (alfa 1-4 bağları
parçalanmış glikojene verilen ad) ayırır. Amilaz mide asiti ile inaktive olur. Amilaz nişastadaki 1-4 bağlarını
kırarak molekülü küçültür. Buna Amilopektin denmektedir.
• Pankreatik amilaz, karbonhidratları oligosakkaritlere çevirir.
• Maltaz, laktaz, sükraz ince bağırsak fırçamsı kenarında bulunurlar ve disakkaritleri ilgili monosakkaritlere
ayırırlar. İnce barsak epiteli mikrovilluslu silendirik epiteldir. Mikrovillus stoplazmanın membrana yaptığı
invaginasyonlardır. Absorbtif yüzeyi arttırmak için oluşturulmuştur. Mikrovillusların ışık mikroskobi

89
DrTus.com 90
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

görünümüne Fırçamsı kenar denmektedir.


Söz konusu disakkaridazlar inhibe edilerek şeker emilimi önlenmiş olur. Akorboz (Glucobay)® ve miglitol bu
amaçla diabetik hastalarda post-prandial kan glukoz pikini kontrol etmek için kullanılmaktadır.
• Glukoz ve galaktoz lümenden Sodyum kotransportu ile geçerler. Yani lümenden sekonder aktif transportla
emilirler. Bazolateral membrandan kolaylaştırılmış difüzyonla kan dolaşımına katılırlar. Bazaldaki Na+ - K+
ATP az pompası barsak absorbstif hücrelerinin Na içeriğini azaltarak gradient sağlar. O nedenle Na+ - K+
ATPaz inhibitörlerin glukoz ve galaktozun emilimini azaltır. (Bu nedenle Bisakodil, Fenolftalein laksatif
olarak kullanılır.)
• Fruktoz lümenden kolaylaştırılmış difüzyonla absorbe olur.
• Karbonhidratların emilmediği durumlarda su lümene geçeceğinden osmotik diyare oluşur. Laktoz intoleransı
en sık görülen karbonhidrat sindirim bozukluğudur. Fırçamsı kenarda laktaz enziminin eksik olması
nedeniyle oluşur.

PROTEİNLER
• Proteinler aminoasit, dipeptid ve tripeptid olarak emilir. Tripeptid üstü peptidler çok az emilebilir.
• Proteinlerin sindirimi midede pepsinle başlar. Pepsinin yaptığı hidroliz ile oluşan aminoasitler CCK’yı uyarıp
pankreas enzimlerinin salınımını arttırır. Pepsin en iyi pH 1-3 arasında çalışır. pH 5 iken denatüre olur yani
barsaklarda pepsin inaktive olur.
• Pankreas enzimleri inaktif salgılanır. İnce bağırsaklardan salınan enterokinaz tripsinojeni tripsine dönüştürür.
Tripsin otokataliz ile tripsinojeni ve diğer pankreatik proteazları aktive eder. Karboksipolipeptidaz ektopeptidaz,
diğerleri endopeptidazdır. Pankreatik enzimler birbirlerininde yıkımını sağlarlar.
• İnsanda protein kaynağı gastrointestinal sisteme dökülen hücreler, enzimler ve dietle alınan proteinlerdir.
• Aminoasitler Na ile kotransporta uğrar yani sekonder aktif transportla emilirler. Aminoasit emilimi için nötral,
bazik, asidik ve imino olarak 4 çeşit aminoasit taşıyıcısı vardır.
• Emilen aminoasitler kolaylaştırılmış difüzyon ve pasif difüzyonla enterositten kana geçerler.
• Di ve tripeptidler, serbest aminoasitlerden daha hızlı emilirler. Bunlarda Na bağımlı sekonder aktif transportla
emilir. Enterositlerde peptidazlarla yıkılır ve aminoasit olarak kolaylaştırılmış difüzyon ve pasif difüzyonla kana
geçerler.

90
DrTus.com 91
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• İntestinal hücrelerden de peptidaz salınır. Peptidaz enzimleri fırçamsı kenarda bulunur. Bunlarda sindirime
yardımcı olur. Pankreatik proteazlar protein sindirimi için mutlak gereklidir. Yokluğunda protein sindirimi önemli
derecede bozulur. Normalde proteinler hemen hemen tamamen emilir.

LİPİDLER (YAĞLAR)
• Lipidler karbonhidrat ve proteinlerin tersine pasif olarak emilir. Lipid emilimi en fazla düedenomda olur.
• Lipid sindirimi Lingual lipazla başlar. Lingual ve gastrik lipaz çok az sindirim sağlar. Asıl sindirimi pankreatik
lipazlar sağlar. Mide hareketleri lipidleri parçalayarak enzimlerin işlevi için geniş bir yüzey alanı oluşturur. Yağ
alımında CCK salınır. Bu da mide boşalmasını geciktirir.
• Pankreastan pankreatik lipaz, kolesterol ester hidrolaz ve pankreatik fosfolipaz A2 salınır.
• Pankreatik lipaz trigliseridlerin 1-1 bağlarını kırar ve sonuçta 2- mono asil gliserol oluşur.
• Kolesterol esteraz kolesterol esterlerindeki yağ asitini ayırarak serbest kolesterol yapar.
• Fosfolipaz A2 fosfolipidlerdeki yağ asitlerini ayırır. İnaktif salınır ve tripsinle aktive olur.
• Safra tuzları kritik misel konsantrasyonunun üstünde miselleri oluşturur. Emulsifiye olmuş lipid ürünleri olan
kolestrol, 2 monoail gliserol ve yağ asitleri (24-26C) misellere girerler. Ayrıca yağda çözünen vitaminlerde
misele alınır.
• Uzun zincirli yağ asitleri miçel yapısana girererek emilirken, kısa zincirli yağ asitleri miçel yapısına
girmeden doğrudan portal ven ile karaciğere taşınırlar.
• Miseller mikrovilluslarla temasa geçince 2 monoaçil gliserol (monogliserid), yağ asitleri ve kolesterol luminal
membrandan hücre içine difüze olur. Misellerin mikrovilluslerle teması bu nedenle lipid emiliminde hız
sınırlayan basamaktır.
• Enterositlerde reesterifikasyonla tekrar trigliserid, fosfolipid ve kolesterol esterleri oluşturulur. Fosfolipid ve
kolestrol esterleri oluşturulur.

91
DrTus.com 92
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Apolipoprotein B-48 ince barsak hücrelerinde sentezlenen bir proteindir.


• Enterositlerde oluşturulan lipidler Apolipoproteinler ile birleştirilerek şilomikronlar oluşturulur. Şilomikronlar
egzositozla lenfatik sisteme ve buradanda duktus thoracicus ile kan dolaşımına geçerler.
• Apolipoprotein B-48 yokluğunda abetalipoproteinemi denen hastalık oluşur. Şilomikronlar barsak
hücrelerinden dışarı taşınmazlar. Bu çocuklarda bu nedenle steatore yaşanır. Ayrıca kolesterol emilimi
bozuk olduğundan membranlarda kolesterol miktarı azdır. Eritrositlerde akontosit denen tırtıklanma
oluşmaktadır.

SU, ELEKTROLİT, VİTAMİN EMİLİMİ

Su ve elektrolit sekresyonu
• Emilim mekanizmaları villuslerde, sekresyon mekanizmaları kriptalarda yerleşmiştir.
• Barsaklarda sekrete edilen başlıca iyon CI-’dır. Cl sekresyonu cAMP ile kontrol edilen Cl kanalları ile
olur. Na ve su bu geçişi izler ve lümene geçer.
• Kolera toksini ve diğer bazı patojenlerin toksinleri adenilat siklazı aktive ederek cAMP artışına neden olur.
Sonuçta lümene Cl- ve Na geçişi olur. Su bu geçişi izler.
• K+ sekresyonu kolonda olur. Diyarede K+ sekresyonu artar ve hipokalemi oluşabilir. K+ sekresyonu
aldosteronla stimule edilir. Aldosteron sayesinde fekal sıvıdaki tüm Na+ emilebilir.

Demir emilimi
• Her gün l mg kadar demir emilir. Demir ya da myoglolobin ve hemoglobindeki “Hem” demiri olarak alınır ya
da serbest demir olarak alınabilir.

92
DrTus.com 93
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Serbest demir Ferröz (+2) yada Ferrik (+3) olabilir. Hayvani gıdalardan Fe+2, bitkisel gıdalardan ise
Fe+3 alınır. Ancak emilen demir Fe+2‘dir.
• Askorbik asiti, Mide asiti (HCl) üç değerlikli demiri iki değerlikli hale getirerek emilimini arttırır. Bu
nedenle gastrektomili hastalarda en sık görülen anemi demir eksikliği anemisidir.
• Demir duedonum ve jejenum’un proksimalinden emilir. Demir amilimi kolaylaştırılmış transport ile
olmaktadır. Burada transporttan sorumlu protein demir düzenleyici proteindir (IRP). IRP Divalan katyon
taşıyısı (DMT) sınıfından bir proteindir. Alkol, fitat, oksalat demir emilimini azaltırlar.
• Emilen +2 değerlikli demir seruloplazmin aracılıklı +3 demire çevrilir ve kanda transferin aracılıklı
taşınır. Transferin demiri başta karaciğer olmak üzere depo organlara götürür. IRP gen bozukluğunda
demir emilimi kısıtlanamaz ve Hemakromatozis (primer) oluşur.
• Transferinin normalde % 30 kadarı doygundur. Demir eksikliği anemisinde Transferin saturasyonu
azamaktadır. Bu nedenle demir bağlama kapasitesi (DBK) artar.
• Demir ihtiyacı olduğunda transferrin daha fazla demir alır. Ancak ihtiyaç olmadığında enterositlerden demir
alınmaz ve dökülen hücrelerle demir atılır.
• Hemoglobin pinositozla enterosite alınır. Lizozomal enzimlerle parçalanır. Sonuçta oluşan demir iyonu
kana verilir.
• Diğer iki değerlikli (Bakır, çinko, magnezyum, mangan, kurşun, nikel, kadminyum) da duedenumdan
emilir. Demir, bakır, çinko DMT ile emilirler. Histidin ve sistein çinko emilimini arttırır.

VİTAMİNLER
• Yağda çözünen ADEK vitaminleri misellere alınır ve ince barsağın proksimalinde lipidlerle beraber
absorbe olur. A vitamini, besinlerden Beta-Karoten halinde alınır. Enterositlerde esteraz ile iki tane retinole
indirgenerek emilimi olur.
• Su da çözünen C vitamini ve B grubu vitaminler ince barsağın proksimalinde Na+ bağımlı kotransport
ve kolaylaştırılmış difüzyonla emilirler.
• Folik asit, duodenum ve jujenumdan aktif olarak geri emilir.
• Vitamin B12 asitde kolaylıkla bozulan bir vitamindir. Bu nedenle öncelikle tükrük bezinden salınan R faktör
ile bağlanarak mide asitinden korunur.
R-B12 kompleksi daha sonra duodenumda pankreatik tripsinojen ile ayrılarak mide parietal hücreleri tarafından
salınmış olan IF ile birleşir. Daha sonra IF-B12 komplexi Terminal ileumdan reseptör aracılıklı olarak
(pinositoz) emilmektedir. Bu emilim için alkali pH, kalsiyum ve magnezyum da ortamda bulunmalıdır.
Karaciğerden yapılan transkobolamin B12’nin kanda taşınmasını sağlar.

93
DrTus.com 94
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM HORMONLARI

• Bu sistem, gastrointestinal sistem epitel hücreleri arasına yerleşmiş özel hücrelerden oluşur. Bu sistem salgıları hem
endokrin hem nörotransmitter görevi görebilir.
• APUD sistem hücreleri aminoasitleri alıp amin ve peptidlere dönüştürür. Bu sistem salgıları arasında dopamin,
serotonin ve histaminde vardır.
• Bu sistem salgıları hormonlar, parakrinler ve nörokrinler olarak ayrılabilir. Ayrıca bazı salgılar bu etki
mekanizmalarına beraber sahip olabilirler.
• Hormonlar kan dolaşımına verilir. CCK, gastrin, sekretin, GIP endokrin etkili salgılardır.
• Parakrinler: Mekanizmaları kısa bir mesafeyi difüzyonla geçerek etki yerine ulaşmasıdır. Somatostatin, histamin
bu tip salgılardır.
• Nörokrinler: Sinir hücrelerinde sentezlenir, akson boyunca iletilir ve hedef hücreyi etkiler. VIP, cGRP ve
enkefalinler bu tip etkilidirler.

KOLESİSTOKİNİN - PANKREOZİMİN
• Yağ ve protein yıkım ürünleriyle uyarılır.
- Emilim olana kadar salgı pozitif feedback’le devam eder.
• Enzim içeriği zengin pankreas salgısı sağlar.
• Safra kesesini kasıcı etki yapar.
• Sekretinin etkisini artırır.
• Pankreatik mukozoya trofik etki yapar.
• Mide boşalmasını geciktirir.
• Enterokinaz salgılatır.

GASTRİN
• Antrumdaki G hücrelerinden salgılanır.
• Asit salgısını uyarır; azalan asit ile uyarılır.
• Pepsin salgısını uyarır; peptidlerle uyarılır.
• Kardiya sfinkterini kasar.

94
DrTus.com 95
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Barsak mukozasına trofik etki yapar.


• Yüksek düzeyleri insülin salgısını uyarır.
• Vagus etkisi ile de uyarılabilir.
• Asit artışı ile negatif feedback’e uğrar.

SEKRETİN
• Duodenumun asitle temasıyla uyarılır.
• Pankreatik kanal ve safra kanallarının bikarbonat salgısını uyarır.
• Kolesistokininin etkisini güçlendirir.
• Gastrin ve asit salınımını inhibe eder.
• Midenin boşalmasını geciktirir.

GASTRİK İNHİBE EDİCİ POLİPEPTİD


• Karbonhidrat ve yağ emilimi ile uyarılır.
• Mide asit salınımını inhibe eder.
• İnsülin salınımını stimüle eder.
- Glikoza bağımlı insülinotropik polipeptid
• Diğer barsak salgılarını da uyarır.

VAZOAKTİF İNTESTİNAL POLİPEPTİD


• Tükrük bezlerinden rektuma kadar yayılmıştır.
• Su ve elektrolit salgısını artırır.
• Tükrük bezlerinin kan akımını artırır.
- Bu etkisini asetilkolin ile birlikte yapar.
• Kardiya sfinkterini gevşetir.
• Mide asiti ve pepsini inhibe eder.
• Safra kesesi kasılmalarını inhibe eder.

MOTİLİN
• EC (Entero kromaffin) ve M hücrelerinden salgılanır.
• Düz kasları aktive eder.
• Gebelerin mide yanmasında düşük düzeylerinin etkin olması olasıdır.
• Makrolid antibiyotikler motilin reseptör agonisit olarak işlev yapıp peristaltizmi arttırırlar. Bu nedenle yan etki
olarak diyare oluşturabilirler. Ayrıca diabetik hastalarda otonom nöropati sonucu gelişen diabetik
gastroparazinin tedavidinde kullanılırlar.

NÖROTENSİN
• İleumda salgılanır.
• Salgılandığı bölgede vazodilatasyon ve barsak hareketlerinde inhibisyona neden olur.
• Emilimin kolaylaşmasını sağlar.

95
DrTus.com 96
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

SOMATOSTATİN
• Gastrin, sekretin, motilin, GIP ve VIP salgısını inhibe eder.
• Mide lümenine kan dolaşımından daha yüksek oranda geçer.

GUANİLİN
• Klor kanalına etkilidir. (Kistik fibrozis geninin kontrol ettiği kanal). Barsağa su ve klor sekrosyonu
oluşturur.Paneth hücreleri tarafından üretildiği sanılmaktadır. Guanilin etkisini siklik GMP üzerinden gösterir.
Hücrede c-GMP artışı lümene klor ve su sekresyonunda artma oluşturur. E. Coli toksini (stabil toksin) guanilini
taklit ederek sekratuar tip diyare oluşturur.

PANKREATİK POLİPEPTİD
• Pankreas adacık PP hücrelerinden salgılanır,
• Hipoglisemi ile uyarılır,
• Kolesistokinine zıt etki ile pankreasta dinlenme, safrada birikmek sağlar

GHRELİN
• Mide boş kalınca salınmaktadır. Hipofiz üzereindeki resptörü üzerinden GH salınımını uyarır. Ayrıca iştah
arttırıcı etkisi bulunmaktadır. Bu nedenle midedin çıkarılması ghrelini arttıracağı için iştahı keser.

SUBSTANCE P
• İnce barsak peristaltizmini arttırır.

BOMBESİN
• Gastrin salınımını arttırır.

ENTEROGLUKAGON (GLP-1)
• Mide asit salınımında azalma
• Mide başalmasının inhibisyonu
• İnsulin salınımında artış
• Mukozada trofik etki oluşturur.

ENKEFALİN
• Sfinkterlerde kasılma oluşturur.

ENDOKRİN FİZYOLOJİSİ
HORMONLAR
Hormon direk kan dolaşımına verilen ve kendine özel organlarda etkisini gösteren kimyasal maddelerdir.
Endokrin, parakrin ve otokrin hormonlar vardır. Endokrin hormonlar kan dolaşımına geçen hormonlardır. Bunlar
endokrin organa uzak organlarda etkili olur. Parakrin hormonlar yakındaki dokuya difüze olarak etkili olurlar.
Otokrin hormonlarsa salındıkları organın aktivitesini etkilerler.
Hormonlar besin olarak kullanılmazlar. Enerji üretmezler, yapı taşı olmazlar. Sadece düzenleyici görevleri vardır.

96
DrTus.com 97
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Polipeptid, aminoasid ve steroid türevi olarak kimyasal yapıca üç grup hormon vardır.

POLİPEPTİD YAPILI HORMONLAR


TRH, CRH, GHRH, GnRH, ACTH, GH, PRL, ADH, Oksitosin, Gastrin, Sekretin, Kalsitonin, Parathormon,
Somatostatin, İnsülin, Glukagon, IGF’ler, Anjiotensin gibi hormonlar polipeptid yapılı hormonlardır.
Değişik sayıda aminoasid dizisinden oluşmuş hormonlardır. Polipeptid yapıdaki hormonlar genellikle suda
çözünürler ve plazmada proteinlere bağlanmadan dolaşırlar.
Protein hormonlar endoplazmik retikulumda prohormon yada preprohormon olarak sentezlenirler. Golgi
kompleksinde modifiye edilirler ve salgı granülleri içinde depo edilirler. Prohormon komplekslerinden esas
aktiviteye sahip kısım kesilir. Depolanan hormon genellikle prohormon yapıdadır.
Polipeptid yapılı pormonlar kana ekzositozla salınırlar. Hormon salınımı için uyarım geldiğınde granüller
hücre membranına birleşerek içeriğini boşaltır. Polipeptid yapılı hormonlar genellikle kısa (dakikalar süren) aktivite
sürelerine sahiptir. Salındıktan sonra polipeptid hormonlar modifiye edilmezler.
Polipeptid yapılı hormonlar hedef dokudaki hücre zarının dışındaki reseptörlerle etkileşirler ve ikincil haberci
kullanırlar.
Peptid yapılı hormonlar enzim sentezini etkilemeden enzim aktivitesini etkileyerek çalışırlar.
Hormon reseptör kompleksleri hücreye alınır ve parçalanarak inaktive edilir. İnaktivasyondan sonra peptid
hormonlar bir daha kullanılamaz.
Plazmada kalan peptid hormonlar böbrek (%10-20) ve karaciğerde (%80-90) yıkılırlar.

AMİN YAPILI HORMONLAR


Katekolaminler ve tiroid hormonları aminoasit türevi hormonlardır. Katekolaminler suda çözünebilen
hormonlardır. Ancak tiroid hormonları lipitde çözünen hormonlardır. Her iki grup hormonda, tirozinden
sentezlenir.
Katekolaminler sinir hücrelerinde ve adrenal medullada, tiroid hormonları tiroidin foliküler hücrelerinde
sentezlenirler. Katekolamin hormonlar, granüllerde depolanır (Kromogranin, ATP ile birlikte). Uyarıyla granüller
membrana birleşerek içerik kana verilir.
Tiroid hormonları folikül lümeninde tiroglobulin olarak inaktif formda depolanır. Vücuttaki en büyük hormon deposu
burasıdır. Uyarımda tiroglobulin endositozla alınır, proteolize uğrar ve oluşan tiroid hormonları difüzyonla kana
geçer. Kanda çok büyük oranda plazma proteinlerine bağlanır.
Katekolaminler dolaşımda saniyeler içinde tiroid hormonları ise günler içinde inaktive edilir. Katekolamin
reseptörleri hücre yüzeyindedir ve ikincil haberci kullanılır. Tiroid hormonlarının reseptörü çekirdektedir ve
mRNA yapımını uyarır. Dolaşıma çıkan katekolaminler modifiye edilmezler. Oysa tiroid hormonları dolaşımda
modifiye edilebilirler.

STEROİD HORMONLAR
• D vitamini, böbrek üstü bezi kortex hormonları, östrojen; androjen ve progestron bu yapıdadır.
• Steroid hormonlar lipidde çözünen hormonlardır.
• Steroid hormonlar kolesterolden sentezlenirler. Kolesterolün pregnenolon’a çevrilmesi hız kısıtlayan
basamaktır.
• Steroid hormonlar depolanmazlar. Yapıldıktan hemen sonra difüzyonla kan dolaşımına geçerler. Dolaşıma
geçen steroid hormonlar modifiye edilebilirler ve büyük oranda plazma proteinlerine bağlanırlar.
Steroid hormon hücre sitoplazmasına difüze olur ve buradaki spesifik reseptörüne bağlanır. Bunun sonucunda
reseptörde DNA’ya bağlanan domain ortaya çıkar. Hormon-reseptör kompleksi çekirdeğe geçer ve çekirdekte
spesifik DNA bölgesinin regülatör bölgesi ile etkileşir. Transkripsiyon olur ve mRNA sentezlenir, bu mRNA
sitoplazmada fizyolojik etkiyi yapacak proteine translasyone olur.

HORMON SENTEZİ VE SEKRESYONU REGÜLASYONU

97
DrTus.com 98
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

A. HORMON SENTEZİ
1. Protein ve peptid hormon sentezi: Preprohormon sentezi granüllü endoplazmik retikulumda olur ve spesifik
bir mRNA tarafından yönlendirilir. Sinyal peptidler preprohormondan ayrılır, prohormon oluşur,
prohormon golgi apparatusuna taşınır. İlave peptid dizileri golgi cisimciğinde ayrılarak hormon oluşur ve
daha sonra salınmak üzere sekretuar granüllerde paketlenir.
2. Steroid hormon sentezi: Steroid hormonlar kolesterol deriveleridir
3. Amin hormon sentezi: Amin hormonlar (tiroid hormon epinefrin ve norepinefrin) tirozin deriveleridirler.

B.HORMON SEKRESYONUNUN REGÜLASYONU


1. Negatif feedback; Hormon sekresyonunun regülasyonunda en sık kullanılan yöntemdir, kendi kendini sınırlar.
Hormonlar direk ya da indirek olarak hormonun ileri sekresyonunu inhibe ederler. Örneğin, insülin artmış
kan glukozuna cevap olarak pankreatik beta hücrelerinden sekrete edilir. İnsülin, glukozun hücreler tarafından
kullanılmasında artışa neden olur. Sonuç olarak kan glukoz konsantrasyonu azalır. Kan glukoz
konsantrasyonundaki düşme, pankreasın beta hücrelerini insülin sekresyonunu düşürmeye yönlendirir.
2. Pozitif feedback: Hormonların etkisinin giderek katlanmasına neden olur. Bir hormon direkt ya da indirekt
olarak hormonun daha fazla sekresyonuna neden olur. Örneğin, ovulasyondan hemen önceki LH piki
östrojenin ön hipofizdeki pozitif feedbackinin sonucudur. LH daha sonra overler üzerine etkiyerek daha fazla
östrojen sekresyonuna neden olur.

ENDOKRİN REGÜLASYON
• Nöral kontrol: Otonom sinir sistemi endokrin organlara etkir. Mesela adrenal medullada sempatik lifler
katekolamin salınımını uyarır. Ayrıca hipotalamus nöral uyarılarla aktivite gösterir.
• Feedback kontrol: Bu pozitif yada negatif feedback olabilir. Negatif feedbackte üç aşama vardır.
• Uzun Feedback: Hedef organdan salınan hormonların hipotalamusu etkilemesidir.
• Kısa Feedback: Hipofizden salınan hormonların hipotalamusu etkilemesidir.
• Çok Kısa Feedback: Aynı organdan çıkan hormonun kendi salınımını etkilemesidir.
• Sirkadian ritim: Hormonlar günün belli saatlerinde salınırlar. Örneğin kortizol sabah çok fazla salınırken, akşam
bu salgı oldukça azalır.
Sirkadian (Diürnal) ritmin ayarlanması esas olarak hipotalamusun suprakiazmatik çekirdeğinden
yapılmaktadır.
• Tropik hormonlar: Hipofizden salınan hormonlar efektör endokrin organdan hormon salınımını düzenler.
• Kandaki metabolit düzeyleri: Paratiroid hormon ve Ca arasında bu tür bir regülasyon vardır.

HİPOFİZ
• Sella tursikada bir endokrin organdır. Ön ve arka lob olarak iki kısımda incelenir.
• Ön loba adenohipofizde denir ve pars distalis, pars intermedia ve pars tuberalis olarak 3 kısımdan oluşur. GH,
prolaktin, FSH, LH, TSH, ACTH, MSH bu lotdan salınır. Arka loba nörohipofizde denir. Bu lotdan ADH ve oksitosin
kana verilir.

ÖN LOB HORMONLARI

TSH (Tiroid stimüle edici hormon)


• Tirotrop hücrelerden salınır.

98
DrTus.com 99
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• TSH salınımını TRH uyarır, T3 ve T4 inhibe eder.


• Östrojenler, fazla iyot alınımı TSH’yı arttırır.
• Somatostatin, dopamin TSH salgısını azaltır.
• TSH tiroid hormon sentezini ve tiroid bezinin gelişmesini arttırır.
• TSH: İyot pompasının aktivitesini sağlar.

MSH (Melanosit Stimule edici Hormon)


• İntermedier lop tarafından salınır. Preopiomelano kortinden kesilerek sentezlenir.

Growth hormon (GH, somatotropin)


• Etklerini hücresel düzeyde prolaktin gibi JAK reseptörü üzerinden gösterir.
• Somatotrop hücrelerden salgılanır. Somatotropinde denir. GH türe özgüdür. Epizodik salınır. Ön hipofizde
en çok bulunan hücre GH salgılayan hücredir. Yaklaşık olarak ön hipofizin % 50’sini oluştururlar. Bu
nedenle hipofiz yetmezliğinde en erken semptom GH yetmezliğine bağlıdır. Pediatrik çağda hipofiz
yetmezliğinin en sık sebebi idyopatiktir, erişkinlerde ise adenom basısıdır.
• GHRH hipotalamustan ve GH salınımını uyaran bir hormondur. Somatostatin ise gene hipotalamus
parviselüler nöronlarından salınan ancak GH salınımını inhibe eden hormondur. GHRH hipotalamustan
kendi salınımını inhibe eder. GH ve somatomedinler somatostatin salınımını uyarırlar. Somatomedinlerde
back olarak GH salınımını inhibe eder.
• Östrojenler, adrenerjik, seratonerjik, dopaminerjik agonistler (L-dopa), pubertal hormonlar, açlık,
hipoglisemi, uyku (NREM 3-4), stres ve egzersiz, Arginin, alfa-2 agonistler (klonidin, lofeksidin), beta

99
DrTus.com 100
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

blokerler (propranalol) GH salınımını arttırır.


• Somatostatin, somatomedinler, obezite, kortizol, gebelik, REM uykusu, serbest yağ asiti,
medroksiprogesteron ve hiperglisemi GH salınımını azaltır.
• GH salınımında başlıca kontrol, GHRH - somatostatin ve feed-back mekanizmaları ile olur.
• Growth hormon karaciğerde IGF (insülin Growth Factor) sentezletir ve indirek etkilerini IGF üzerinden
yapar. Somatomedin (IGF) karaciğer haricinde de bir miktar sentezlenir.

Growth hormonun direk etkileri


• Diabetojenik (hiperglisemik etki): Glukozun hücrelere alınımını inhibe eder. Glukoneogeneze neden
olur. Hiperglisemik etki ile bazal insulin düzeyini arttırır.
• Lipolize neden olur ve keton cisim yapımını arttırır.
• Kan aminoasit ve üre düzeyini azaltır. Pozitif nitrojen dengesi sağlar.
• İskelet ve kalp kasında protein, DNA ve RNA sentezini arttırır,
• Na+, K+, Ca++, fosfat gibi minerallerin böbreklerden reabsorbsiyonunu arttırır.
• Protein sentezini ve lipolizi arttırdığı için yağsız vücut kitlesinde artışa neden olur.

100
DrTus.com 101
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Uzun süre GH yüksekliği olan kişilerde kolon kanseri ve polip riski artar.

GH’un indirek etkileri


• Somatomedinler (IGF-1) ile olan etkilerdir.
• Kondrositlerde mitoz artışına ve protein sentezine neden olarak boyca uzamaya neden olur.
• Kaslarda protein sentezini arttırır.
• Organlarda protein sentezini arttırarak organ boyutlarının artmasını sağlar.
• IGF insülin benzeri etkilere neden olur.
• GH’nun prepubertal dönemde fazla salgılanması gigantizme neden olur. Aynı durum postpupertal
dönemde olursa akromegali olur. Bu durumda tedavi için Somatostatin analogları (oktreotid)
kullanılır.
• GH aktivite azlığı: GH eksikliği, GHRH azlığı yada IGF sentezinde azalma ile ortaya çıkabilir. Sonuçta
cücelik oluşur. Bu durum rekombinant insan büyüme hormonu ile tedavi edilebilir.

Prolaktin
• Laktotrop hücrelerden salınır. En önemli etki yeri meme dokusudur. Yapıca growth hormona benzer.
• Prolaktin salınımının kontrolü TRH, PIF ve feedback yolla olur.
TRH prolaktin salınımını arttırır. PIF (dopamin) prolaktin sentez ve salınımındaki tüm basamakları inhibe
eder.
• Uyku, egzersiz, stress, meme başının uyarılması, hamilelik, serotonin ve histamin prolaktin
salınımını arttırır.
Prolaktin feedback ile kendi salınımını inhibe eder. Somatostatin de prolaktin salınımını inhibe eder.

Etkileri
• Meme bezlerini, kanalları ve asinileri geliştirir. Bu etkisi için östrojen, progesterona ihtiyaç duyar.
• Gebelikten sonra laktoz sentezini uyarır.
• GnRH sentez ve salınımını inhibe eder. Sonuç olarak FSH ve LH’yı azaltırlar. Bu nedenle kadında
anovulasyon oluşturmakla birlikte erkekte LH azalmasına bağlı testesteron yapımı azalacağından
libido kaybı oluştururlar. Kadınlarda bu nedenle emzirmek ovulasyonu önler. (Süt koruması)
• Annelik davranışını uyarır.
• Erkeklerde spermatogenezi inhibe eder.
• Dopamin antagonistlerinin alınması, hipotalamo- hipofizer traktusun kesintiye uğraması
(Hipotalamustan hipofize gelen dopamini kesintiye uğratacağından) hiperprolaktinemiye neden olur.
Prolaktinoma’lar da hiperprolaktinemiye neden olur.

101
DrTus.com 102
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Hiperprolaktineminin tedavisi için dopamin agonistleri kullanılır. (Bromokriptin)


• Prolaktin eksikliğinde laktasyon olmaz.

ARKA LOB HORMONLARI


• Hipotalamo - Hipofizer yetmezlik gibi durumlarda diğer hormonlar (prolaktin hariç) azaldığı halde ADH ve
oksitosin bundan etkilenmezler. Çünkü, yapım yerleri hipotalamustur.

ADH (Vazopressin)
• ADH hipotalamusun supraoptik nükleusunda sentez edilir, daha sonra hipofizin arka lobunda depolanır.
9 aminoasitlik bir peptittir. ADH kendisi ile ilgili nörofizinle taşınır ve bununla kan dolaşımına verilir.
İnsanlarda etkili şekli arjinin vazopressindir.
• ADH salınımını osmotik ve nonosmotik yollarla kontrol edilir.
• Serum osmolaritesinde olan değişme ADH salınımını etkileyen primer olaydır. Serum osmolaritesini
belirleyen esas faktörse sodyum konsantrasyonudur. Hipotalamustaki osmoreseptörler extraselüler
osmolarite artması durumunda uyarılır ve ADH salınımına neden olur. Extraselüler osmolaritede
azalma ADH salınımını inhibe eder.
• ADH salınımını uyaran diğer güçlü stimülanı hipovolemidir. Kan hacminde %10-15’lik bir azalma ile
hacim reseptörleri uyarılır ve ADH salınır. İntratorasik kan basıncının kanama, ayakta durma gibi
nedenlerle azalması ADH salınımına ve sonuçta antidiüreze neden olur.
• Ağrı, nikotin, morfin, asetilkolin, anjiotensin ADH salınımını uyaran diğer nonozmotik
faktörlerdir. Hipoglisemi ve bulantıda ADH salınımını uyarır.

Antidiüretik hormon salınımını etkileyen faktörler


Salınımını artıranlar
• Plazmanın efektif osmotik basıncının artması
• Hücre dışı sıvı hacminin azalması
• Ağrı, heyecan, stres, egzersiz
• Bulantı, kusma
• Ayakta durma
• Morfin, nikotin, barbitüratlar, siklofosfamid, vinka alkaloidleri (Vinkristin, Vinblastin)
• Klorpropamid, kilofibrat, karbamazepin
• Anjiotensin

Salınımını azaltanlar
• Plazmanın efektif osmotik basıncının azalması
• Hücre dışı sıvı hacminin artması
• Alkol
• Butorfanol

ADH’nın etkileri
• Distal tübül ve kollektör tübüllerde V2 reseptörleri ve cAMP üzerinden suya permeabiliteyi artırır.
Su osmotik gradiente bağlı olarak tübüllerden medullaya geçer. Yani sonuç olarak ADH antidiürez
yaptırır.
• Renal kan akımını azaltır.
• Hipofiz ön lobundan V3 reseptörleriyle ACTH salınımına neden olur.
• V1 reseptörleri ve IP3 sistemi üzerinden damarlarda vazokonstrüksiyona neden olur. Ancak bu etki
ADH’nin yüksek düzeylerinde olur.
• ADH eksikliği yada reseptörlerinde oluşan bir bozukluk Diabetes insipitus denen hastalığa neden olur.

102
DrTus.com 103
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• ADH’nin fazla salınması uygunsuz ADH (SIADH) sendromuna neden olur. Uygunsuz ADH’ın
pediatrik çağda en sık sebebi meningoensfalitler (kabakulak, enteroviruslar) iken erişkinde en sık
sebebi Küçük Hücreli akciğer Ca (Oat cell) ya bağlı paraneoplastik Sendromdur.

Oksitosin
• Hipotalamusun paraventriküler nükleusunda sentezlenir ve nörohipofizde depolanır. Taşınmasını ilgili
nörofizinler yapar. Oksitosin 9 aminoasitten oluşan bir peptid hormondur. Oksitosin salınımı için
kolinerjik sinir lifleri uyarılmalıdır.
• Oksitosin salınımı için en güçlü stimulus emzirmedir. Bebeğin görülmesi veya sesinin duyulmasıda
oksitosin salınımına neden olabilir. Serviksin genişlemesi ve genital bölgenin uyarılmasıda
oksitosin salınımına neden olur.

Etkileri
• Meme bezlerindeki myoepitelyal hücrelerde kasılmaya neden olarak sentez edilmiş sütün kanallar
boyunca ilerlemesini sağlar.
• Myometriumda kasılmaya neden olur. (Düz kaslar arasında bağlantı oluşturan gap junctionların
yapı taşı olan connexin 43 proteinin sentezini arttırarak, oksitosin myometrium
kontraksiyonunu kolaylaştırır.)
• Bu doğum sancılarının oluşmasında etkilidir. Ayrıca myometriumdaki kasılmalar doğum sonrası
kanamaları önler.
• Gebeliğin sonuna doğru myometriumda oksitosin reseptör sayısında artış olur.
• Korku, üzüntü ve alkol oksitosin salınımını inhibe eder.
• ADH ve oksitosin birbirlerine yapı olarak çok benzerler. Bu iki hormon erkek ve dişi üreme
davranışından sorumludur. Ayrıca romantik süreçlerden ve anne, baba rolünün oluşmasında
önemlidir.

BÖBREK ÜSTÜ BEZİ


• Medulla ve kortex olarak 2 kısımdan oluşur. Adrenal medulla embriyonik olarak nöroektodermden gelişir. Adrenal
kortex ise mezodermden gelişmiştir.

103
DrTus.com 104
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

ADRENAL KORTEX
• Böbrek üstü bezinin %80’ini oluşturur. Üç tabakadan oluşur. Bu tabakaların hormonları farklıdır,
• En dışta zona glomeruloza vardır ve mineralokortikoidler burada sentezlenir.
• Ortada zona fasikülata vardır ve glukokortikoidler burada sentezlenir.
• En içte zona retikülaris vardır ve androjenler burada sentezlenir. Bu tabaka kadınlarda androjen sentezinin
en fazla yapıldığı yerdir. Erkekte buradaki sentez fazla önemli değildir.

STEROİDLER

ADRENAL KORTEKS
• Adrenal korteks, bezin dış bölümünü oluşturur, mezodermal kökenlidir ve 3 tabakadan oluşmuştur.
Adrenal bezin %80’ini oluşturur ve adrenokortikal steroid hormonları salgılar.
Adrenal korteks 3 tip s teroid hormon salgılar
• glukokortikoidler
• mineralokortikoidler
• androjenler

GLUKUKORTİKOİDLER (KORTIZOL)
• İnsanlarda oluşan temel glukokortikoid kortizoldür ve esas olarak zona fasikülata’da sentez edilmektedir;
az miktarda zona retikülariste de sentez edilebilir.
• Kortizol (Tüm glukokortikoid aktivitenin %95’ini oluşturur)

104
DrTus.com 105
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Kortikosteron (%4’ünü oluşturur)

Sentetik türevler
• Kortizon (hemen hemen kortizol kadar etkili)
• Prednizon (kortizolden 4 kat daha fazla etkili)
• Metilprednizon (kortizolden 5 kat daha fazla etkili)
• Deksametazon (kortizolden 30 kat daha fazla etkili

Taşınma
• Plazmadaki kortizolün yaklaşık %90-95’I plazma proteinlerine bağlıdır:
• Kortizol bağlayıcı globulin (transkortin)
• Albumin
• Yarı ömrü 60-90 dk kadardır.

Metabolizma
• Adrenokortikal hormonlar esas olarak karaciğerde metabolize olurlar ve konjügasyonla en fazla
glukuronik asit ve daha az da sülfatlara birleştirilirler.
• Bu maddeler inaktiftir ve herhangi bir mineralokortikoid veya glukokortikoid aktivite içermezler. Bu
konjügatların %25’i safra ve feçesle atılır. %75 lik geri kalan kısım serbest olarak kana karışır ve
böbreklerden boşaltılır.

Glukokortikoidlerin salgı regülasyonu


• Adrenal kortekste steroid hormonların sentez ve salgısı için ACTH’ın kolesterol dezmolaz’ı (ilk adım)
uyarması gerekmektedir.

Glukokortikoid salgısının düzenlenmesi


• CRH, (41 aa)
• Paraventriküler çekirdek
• Ön lobta adenilat siklaz/cAMP mekanizması üzerinden kortikotroplara etki ederek kana ACTH
salgılanmasına yol açar. SSS’de CRH eksitatör bir nörotrasmitterdir.

ACTH
• İlk ve akut etkisi, depolanmış olan kolesterolün mitokondrilere transferini uyarmak, kolesterolün sitokrom P-
450’ye bağlanmasını uyarmak ve kolesterol desmolazı aktive etmektir.
• Daha uzun dönemde ACTH sitokrom P-450 ve adrenoksin genlerinin transkripsiyonunu indükler ve ACTH
reseptörlerini “up” regüle eder. ACTH düzeylerinin yüksek olmasının kronik etkileri, adrenal korteks
hücrelerinin, lokal büyüme faktörlerinin (örneğin, IGF-2) etkisiyle hipertrofi ve hiperplazisine yol açmaktır.
ACTH’ın adrenal korteks üzerindeki etkisi adenilat siklaz-cAMP üzerindendir.

ACTH salgısını etkileyen faktörler


• Negatif geri besleme
• Kortizol
1. Hipotalamustan CRH salgısının direkt olarak inhibisyonu
2. Hipotalamusa sinaps yapan hipokampal nöronlar aracılığıyla CRH salgısının indirekt inhibisyonu
3. CRH’nin ön hipofize etkisini bloke ederek

105
DrTus.com 106
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Deksametazon supresyon testi


• Bu test, kortizolün CRH-ACTH eksenini üzerindeki geri besleme etkisine dayanır. Deksametazon, kortizolün
tüm etkilerini oluşturabilen sentetik bir kortizol derivesidir. Glukortikoid yüksekliği olan kişilerde bu test,
hastalığın CRH-ACTH eksenine mi, yoksa adrenal kortekse mi bağlı olduğunu ortaya çıkartmak
amacıyla uygulanır.
• ACTH salgılayan adenomlar Dexametazon ile salgıları baskılanırken; surrenal kortex tümörlerinde
salgı Dexametazon ile baskılanamaz.

Adrenokortikal steroidlerin etkileri


• Steroid hormonların etkilerinde, bilindiği gibi, DNA transkripsiyonu, spesifik mRNA sentezi, ve yeni
proteinlerin sentezinin indüklenmesi söz konusudur

Glukokortikoid etkileri
• Glukoneogenez artışı
• Kaslarda Proteoliz artışı (katabolik)
• Karaciğerde Akut Faz Reaktanları (Protein) sentezini arttırır.
• Lipoliz artışı
• Glukoz kullanımının azalması
• İnsülin duyarlılığının azalması
• Anti-enflamatuar
• İmmünsüpresan
• Katekolaminlere vasküler duyarlılığın sürdürülmesi
• Kemik yapımının inhibisyonu
• GFR’nin (glomerüler filtrasyon hızı) artması
• REM uykusunda azalma

GLUKOKORTİKOİDLERİN ETKİLERİ
• Glukokortikoidlerin en önemli özelliği, stresle başa çıkmada üstlendikleri önemli roldür. Adrenal kortekste
glukokortikoid aktivitesinin %95’i kortizolden gelir. Kortizol’e hidrokortizon da denmektedir. Kortikosteronun da
bir miktar glukokortikoid aktivitesi vardır.

Glukoneogenezin stimülasyonu
1. Kortizol karaciğer hücrelerinde amino asitleri glukoza dönüştürecek olan enzimleri arttırır (İlgili hücrenin
nükleusunda o enzime ait gen transkripsiyonunu tetikleyerek).
2. Kortizol ekstrahepatik dokulardan, özellikle kastan, amino asitleri mobilize eder. Böylece plazmada amino
asit düzeyleri yükselir ve bunlar karaciğerde glukoza dönüştürülebilirler.

Kan glukoz düzeyinin yükselmesi ve adrenal diyabet


• Glukoneojenezin artması ve hücrelerin glukoz kullanmasında hafif bir azalma sonucunda kan glukoz
düzeyi yükselir.

Yağ metabolizması üzerine etkileri


• Kortizol, aynen amino asitleri mobilize ettiği gibi, yağları da mobilize eder (özellikle kastan ve yağ
dokusundan). Bu kanda serbest yağ asitlerini yüseltir ve enerji temini için kullanılmalarına olanak
sağlar.
• Adipoz dokudan yağ mobilizasyonu olduğu halde, kortizol fazlalığı özel bir tür şişmanlık oluşturur:

106
DrTus.com 107
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Göğüs, baş, sırt bölgelerinde yağlanma daha fazladır


Kortizol Stres ve Enflamasyon ile başa çıkılmasında önemlidir:
• Her tür stres ön hipofizden ACTH salgısını arttırır, bunu da adrenokortikal kortizon salgı artışı izler

Kortizol düzeylerine etkili stresörlere örnekler:


• Her tür travma
• Enfeksiyon
• Aşırı sıcak veya soğuk
• Norepinefrin veya başka bir sempatomimetik ilaç uygulaması
• Cerrahi girişimler
• Cilt altına nekroza yol açacak madde enjeksiyonu (doku hasarı)
• Hareket edilmesine izin verilmemesi
• Hastayı güçsüz düşüren herhangi bir hastalık
Kortizolün vücudun travma ve irritan maddelere karşı geliştirdiği enflamasyon yanıtına
önemli etkileri vardır:
1. Kortizol, lizozomal membranları stabilize eder.
2. Kortizol kapiler geçirgenliğini azaltır, dokulara plazma geçişi azalır.
3. Kortizol lipokortin sentezini tetikler; lipokortin, fosfolipaz A2 enziminin inhibitörüdür. Fosfolipaz A2,
membran fosfolipidlerinden olan araşidonik asidden prostaglandin ve lökotrienlerin yapılmasını
sağlar; prostaglandinler ve lökotrienlerin enflamasyon yanıtında rolleri vardır.
4. Kortizol, interlökin-2 (IL-2) oluşumunu ve T lenfositlerin proliferasyonunu baskılar.
5. Kortizol, mast hücreleri ve trombositlerden histamin ve serotonin salgısını inhibe eder.
6. Kortizol lökositlerden IL-1 salgısını azaltarak ateşi düşürür, bu da vazodilatasyonu azaltır.

107
DrTus.com 108
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Kan hücrelerine ve enfeksiyon hastalıklarında immüniteye etki


• Eozinofil ve lenfositleri azaltır .
• PMNL (Nötrofil), eritrosit sayısını arttırmaktadır.

İmmün yanıtın baskılanması


• Kortizol IL-2 oluşumunu ve T lenfosit proliferasyonunu inhibe etmektedir. Oysa bunlar hücresel
immünite için gereklidir.

Katekolaminlere vasküler duyarlılığın sürdürülmesi


• Kortizol, arteriollerin katekolaminlere vazokonstrüksiyon yanıtı verebilmesi için gereklidir.

Kemik formasyonun inhibisyonu


• Kortizol, kemik matriksinin temel elemanı olan tip I kollajen sentezini azaltarak, osteoblast üretimini
baskılayarak ve intestinal Ca2+ emilimini azaltarak, kemik oluşumunu engeller.
• Fibroblastların kollagen sentezini baskılar. Bu nedenle stria oluşumu kolaylaşır ve damar frajilitesi
artar. (Kolay ekimoz oluşur)

MİNERALOKORTİKOİDLER (ALDOSTERON)
• Vücuttaki temel mineralokortikoid, sadece zona glomeruloza’da sentez edilen aldosteron’dur.
• Zona glomerulozada kortikosteronu aldosterona dönüştüren aldosteron sentaz bulunur
Zona glomeruloza glukokortikoid sentez etmez.
1. Bir glukokortikoid olan kortikosteron aldosterona dönüştürülmektedir, çünkü bu bölgede aldosteron sentaz
bulunmaktadır.
2. Zona glomerulozada 17-α-hidroksilaz bulunmamaktadır ve bu nedenle progesterondan kortizol yapılamaz.
• Aldosteron (Tüm mineralokortikoid etkisinin %90’ından sorumlu)
• Dezoksikortikosteron
• Kortikosteron
• 9α-Fluorokortizol (Aldesterondan daha güçlü sentetik türevdir)
• Kortizol
• Kortizon

Plazma mineralokortikoid hormonlar


Dolaşımdaki aldosteronun %60 kadarı plazma proteinlerine bağlıdır, %40’ ı serbesttir. Bu nedenle
aldosteronun yarı ömrü daha kısa, yaklaşık 20 dk kadardır.

Aldosteron salgısının düzenlenmesi


• ACTH’ın aldosteron salgısı üzerine tonik bir etkisi olduğunu söylenebilir.
• Aldosteron da diğer adrenal korteks hormonları gibi diürnal bir salgı paterni sergiler: geceyarısı düzeyler
en düşük, sabah uyanırken de en yüksektir.
• Ancak bunun ötesinde aldosteron salgısının temel kontrolu, ACTH’ın değil, ekstrasellüler sıvı (ECF)
volümündeki değişiklikler ve renin-anjiotensin II-aldosteron sistemi ve serum potasyum
düzeylerinin etkisi altındadır.

Renin-anjiotensin II-aldosteron
• Zona glomeruloza’da anjiotensin II, Gq protein ile fosfolipaz C bağlantılı olan reseptörlerine bağlanır;
ikinci haberciler IP3/Ca2+’dur.
• Anjiotensin II kolesterol desmolaz ve aldosteron sentaz enzimlerini uyararak aldosteronun sentez ve
salgısını arttırır.

108
DrTus.com 109
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Serum K+ konsantrasyonu
• Serum K+ konsantrasyonu yükseldiği zaman aldosteron salgısı da artar, aksine serum K+
konsantrasyonu düştüğü zaman aldosteron salgısı da azalır.

Aldosteron etkisinde hücresel mekanizmalar


1. Lipidte çözünebildiği için aldosteron difüzyonla tübüler epitelyal hücrelere girer
2. Sitoplazmada özel bir reseptör proteine bağlanır
3. Aldosteron-reseptör kompleksi nukleusa girerek DNA’dan sodyum ve potasyum transportu ile ilgili
mekanizmalarda rol alabilecek mRNA’ların transkripsiyonunu sağlar.
• mRNA sitoplazmaya geçip ribozomlarda protein sentezini tetikler.
Mineralokortikoidlerin etkileri
• Adrenokortikal salgının tamamen kaybedilmesi durumunda, eğer yoğun tuz diyeti uygulanmaz veya
mineralokortikoidler verilmezse, 3 gün ile 2 hafta arasında ölüm olur.
• Mineralokortikoidler olmazsa, ECF potasyum konsantrasyonu yükselir, vücuttan sodyum ve klor
kaybedilir, total ECF volümü düşer ve kan volümü azalır. Kısa zamanda kardiyak debi azalır ve bu
giderek şoka benzer bir duruma dönüşür ve ölümle sonuçlanır.
• Mineralokortikoidlerin (aldosteron) böbreğin distal tubülleri ve toplayıcı kanalların son böümlerine önemli
3 etkisi vardır:
• Na+ geri emiliminin artması
• K+ boşaltımının artması
• H+ boşaltımının artması
• Aldosteron fazlalığı tübüler hidrojen iyon atılımını arttırarak hafif alkaloza yol açar.
• Aldosteron ter bezleri, salya bezleri ve intestinal epitelyal hücrelerde sodyum ve potasyum transportunu
uyarır. Buradaki kanallar lümenden kana sodyum klor ve su transportu yaparlar. Sonuçta terleme
sırasında su ve elektrolit kaybı önlenmiş olur.

ADRENAL ANDROJENLER (DHEA VE ANDROSTENENDION)


DHEA ve androstenendion zona retikülaris’in yaptığı androjenik steroidlerdir. Bu bileşiklerin androjenik
aktivitesi zayıftır.

Adrenal Androjen etkileri


• Kadınlarda: Pubik ve aksiller tüylenme, libido
• Erkeklerde: Testosteron ile aynı etkiler

Adrenal Androjenlerin etkileri


• Adrenal korteks zayıf androjenik etkili maddeler olan DHEA ve androstenedion üretir.
• Adrenogenital sendromda (En sık 21 hidroksilaz yetmezliği) adrenal androjenlerin sentezi artmıştır ve
kadınlarda yüksek DHEA ve androstenedion düzeyleri kadınlarda maskülanizasyona, pubik ve aksilla
tüylenmesinin erken yaşlarda olmasına yol açar.

Addison Hastalığı primer adrenokortikal yetersizlik


• En sık olarak adrenal korteksin tüm bölgelerinin otoimmün harabiyeti sonucu oluşur
• Glukokortikoidlerin (kortizol) azalması nedeniyle hipoglisemi, anoreksi, kilo kaybı, bulantı, kusma ve
güçsüzlük oluşur.
• Minerlokortikoidlerin (aldosteron) azalması hiperkalemi, metabolik asidoz ve hipotansiyon (ECF
volümünde azalmaya bağlı) oluşturur.

109
DrTus.com 110
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Kadınlarda, DHEA ve andostenendion kaybı pubik ve aksiller tüylenmede ve libidoda azalmaya yol
açar.
• Addison hastalığı, hiperpigmentasyon ile de karakterizedir; özellikle dirsekler, dizler, tırnak çevresi,
göğüs başları areola ve strialarda cilt rengi koyulaşmıştır. Addisonlu hastalarda kortizol azaldığı için ACTH
sentezi artar, ACTH sentezi için ön hipofizde POMC’un yıkımı gerekir. Bu yıkımdan MSH da çıktığı
için pigmentasyon oluşur.

Sekonder Adrenokortikal Yetersizlik


1. Sekonder adrenokortikal yetersizlikte ACTH düzeyleri yüksek değil, aksine düşüktür.
2. Sekonder adrenokortikal yetersizlikte, aldosteron düzeyleri genellikle normaldir, çünkü zona
glomerüloza’dan mineralokortikoid salgısı için sadece tonik düzeylerde ACTH yeterlidir. Eğer
aldosteron düzeyleri normalse, o zaman hiperkalemi, metabolik asidoz ve ECF volümünde azalma gibi
bulgular olmaz.
3. Sekonder adrenokortikal yetersizlikte hiperpigmentasyon olmaz, çünkü ACTH düzeyleri (α-MSH
fragmanı) düşüktür.

Conn sendromu (primer hiperaldosteronizm)


• Nedeni aldosteron salgılayan bir tümördür.
• Aldosteron ECF volümünü arttırır ve hipertansiyon (Na+ geri alımının artışına bağlı), hipokalemi (K+
boşaltımının artması nedeniyle) ve metabolik alkaloz’a (H+ boşaltımının artması nedeniyle) yol açar. Conn
sendromunda potasyum uzun dönem kan seviyesi düşük olduğu için, bu durumda böbreğin ADH
cevabı azalır. Bu nedenle böbrek su kaçırır. Sonuç olarak Conn sendromunda aldesteron yüksek
olmasına rağmen ödem olmaz.
• Conn sendromunda, ACF volümü arttığı için (yüksek aldosterona bağlı) dolaşımdaki renin düzeyleri
düşüktür

ADRENOGENİTAL SENDROM
• En çok fetuste kortikosteroid yolundaki bir enzim eksikliğiyle oluşur. En sık 21OH az eksikliğiyle oluşur.
Hastalarda aldesteron, kortizol yapılamadığı için ACTH çok yüksektir. Sürekli olarak DHEA ve
Androstenadion gibi androjenler yapılmaktadır.
• İdrarda 17-ketosteroid (androjen metaboliti) düzeyleri çok yükselmiştir (10-15 kat).

Adrenogenital Sendrom (21 Hidroksilaz eksikliği)


• Kadınlarda olmuşsa, ses kalınlaşır, viril nitelikler ortaya çıkar, erkek tipi tüylenme olur, sakal-bıyık çıkar,
kellik görülebilir, klitoris penise benzer şekilde gelişir, kas gelişmesi erkek gibi olur
• Prepübertal erkeklerde, kadınlarda görülen belirtilerin yanısıra çok erken yaşlarda erkek genital organları
gelişir. Erişkin erkeklerde teşhis daha zordur.

ADRENAL MEDULLA
• Adrenal medulla, bezin iç bölgesidir ve tüm dokunun yaklaşık %20’sini oluşturur. Adrenal medulla
nöroektodermal kökenli olup katekolamin salgılar. Sempatik uyarılmaya yanıt olarak adrenalin (epinefrin)
ve noradrenalin (norepinefrin) kana verilir. Bu hormonların etkisi sempatik uyarılmada görülen
etkilerle aynıdır.

Katekolamin sentezi
• Tirozinin hidroksilasyon ve dekarboksilasyonu ile noradrenalin oluşur.
• NA’nın metilasyonu ile adrenalin oluşur. Feniletanolamin N-metil Transferaz (PNMT) aracılık
eder.

110
DrTus.com 111
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• PNMT’nin aktivitesi glukokortikoidlerle arttırılır.


• Plazma dopaminin yaklaşı %95’i; A ve NA %70’i sülfatla konjugedir ve bu form aktif değildir.
• Adrenal medulladan A ve NA salınımı karşılaşılan duruma göre değişir.
• Dolaşımdaki yarı ömürleri 2 dakika kadardır.
• Salınan katekolaminlerin yarısı idrarda serbest ve konjuge metanefrin ve normetanefrin olarak %35’i ise
VMA olarak görülür.
• A ve NA ile birlikte salgı granüllerinde, ATP, kromogronin A’da bulunur.
• Salgı asetilkolin ile uyarılır.
• Asetilkolin adrenal medulla üstünde bulunan nöron tipi nikotinik reseptörlere bağlanarak, katyon
(Na-K) kanallarını açar, depolarize olan hücrede voltaj bağımlı kalsiyum kanalları açılır. Hücre
içine giren Ca++ ekzositozu tetikler.
• Adrenal medullada ayrıca opiat peptidlerde sentezlenip salınır. (metenkefalin, proenkefalin,
leuenkefalin gb)

Adrenalin ve noradrenalinin etkileri


• Sempatik aktivasyonu taklit eden bulgular oluşur.
• KC ve iskelet kasında glikojenoliz, FFA serbestlenmesi, plazma laktat düzeyinde artma, metabolik hızın
uyarılması görülür.
• A ve NA, β reseptörler üzerinden kalbte uyarılabilirlikte, kasılma gücünde ve hızında artışa neden
olurlar.
• A, β2 reseptörler üzerinden iskelet kası ve karaciğer kan damarlarında dilatasyon yapar. Bu
nedenle adrenalin beta 2 mimetik etki ile diyastol basıncını düşürmektedir.
• Katekolaminler uyanıklığı arttırırlar. Adrenalin daha fazla endişe ve korku yaratır.
• Glikojenolize neden olurlar (ß3)

111
DrTus.com 112
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• β’lar insülin ve glukagon salınımı arttırırken, α’lar azaltır.


• Bu etkiler normalin çok üzerindeki değerlerde oluşur. A’de en az 2 kat NA’da ise bu 5 kattır. Bu yüzden
fizyolojik olarak bu eşikleri sadece A aşarak etkilerini oluşturur.
• NA etkileri feokromositomada görülür

Dopaminin etkileri
• Dolaşımdaki dopaminin işlevi tam olarak çözülmüş değildir.
• Renal vazodilatasyon (renal arterdeki dopamin reseptörü üzerinden)
• Mezenterde vazodilatasyon
• Kalpte + inotrop etkilidir. (beta 1 reseptörler)
• Net etki sistolik P artışı olurken, diastolik P etkilenmez.
• Natriüreze neden olur. Bu etki olasılıkla Na+-K+ ATPaz inhibisyonu ile oluşur

PANKREASIN ENDOKRİN FONKSİYONLARI


• Pankreasın Langerhans adacıkları tarafından hormon etkili en az 4 peptid salgılanır.
1. İnsülin (β) %65
2. Glukagon (α) %20
3. Somatostatin (D) %10
4. Pankreatik polipeptid (F) %5

İNSÜLİN
İnsülinin salınımı: ATP-bağımlı K kanalları ile gerçekleşir.
Glukoz konsantrasyonu arttığında ise ATP üretimi artar ve K kanalları kapanır. Polarizasyon ortadan
kalkacağı için depolarizasyon oluşur. Böylece hücre içine Ca girerek insülin salınımını başlatır.
Karbonhidrat metabolizmasına olan net etkisi, kan glukozunu azaltıcı etkidir.
β hücrelerinin doğal uyaranı besinlerdir. Besin öğeleri içinde β hücrelerinin en duyarlı olduğu uyaran;
glukozdur.
β hücrelerinin yüzeyinde glukozu hücre içine taşıyan glukoz transportları (GLUT-2) bulunmaktadır.
Periferik dokularda insulin bağımlı glukozu hücre içine alan glukoz transporteri GLUT-4 dür.

112
DrTus.com 113
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

GLUT-1: SSS ve eritrositler


GLUT-3: Visseral organlar
GLUT-4: Daha çok periferik dokularda (kalp ve iskelet kası)
GLUT-5: GIS’de gösterilmiştir.

İnsülin salınımını arttıran faktörler


• Karbonhidratlar: İnsülin salınımını stimüle, glukagon salınımını ise inhibe eder.
• Amino asitler: En güçlü stimülan etki gösteren LÖSİN’dir.
• Yağ asitleri
• Barsak hormonları: Gastrik inhibitör polipeptit, gastrin, sekretin, kolesistokinin ve glukagon-benzeri
peptit 1 gibi hormonlar insülin salınımını arttırırlar.
• Sinirsel düzenleme: Vagal uyarı ile insülin salınımı artar.
• β-adrenerjik uyarı

113
DrTus.com 114
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

İnsülin salınımını azaltan etkenler


• Somatostatin: Hem insülin hemde glukagon salınımını güçlü bir şekilde inhibe eder.
• α-adrenerjik uyarı
• Tiazid diüretikleri
• 2-deoksiglükoz
• Potasyum kaybı
• Mannoheptüloz
• Fenitoin
• α-adrenerjik uyaranlar
• Alloksan
• β-adrenerjik blokörler
• İnsülin
• Galanin
• Nikotinik asid
• Diazoksit
• Alfa-INF tedavisi

İnsulin’in etki mekanizması


• İnsulin reseptöri 2alfa ve 2beta alt üniteden oluşan bir tetramerdir. İnsulin alfa alt birimine bağlanır. Beta
alt birim ise tirozin kinaz aktivitesine sahiptir.
• İnsulin reseptörüne bağlanınca reseptör önce kendini fosforiller daha sonra hücre içi proteinleri
fosforiller veya defosforiller. İnsülin reseptör düzeyindeki etkisi için krom gereklidir. Bu nedenle kroma
insülin tolerans faktör de denir.
İnsulinin etkileri

114
DrTus.com 115
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

İnsülinin çeşitli dokulara etkileri:


Yağ dokusu
1. Glukoz girişini artar.
2. Yağ asiti sentezini artar.
3. Gliserol fosfat sentezini artar.
4. Trigliserit yıkımını azalır.
5. Lipoprotein lipazı aktive eder.
6. Hormona duyarlı lipazı inhibe eder.
7. K+ alımını artar.

Kas
1. Glukoz girişini artar.
2. Glikojen sentezini artar.
3. Amino asit alımını artar.
4. Ribozomlarda protein sentezini artar.
5. Protein yıkımını azalır.
6. Glikoneogenik aa serbestlenmesini azalır.
7. Keton alımını artar.
8. K+ alımını artar.

Karaciğer
1. Ketogenezi azalır
2. Protein sentezini artar
3. Lipit sentezini artar
4. Glikoneogenez azalır ve glikojen sentezi artar

Genel

115
DrTus.com 116
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Hücre büyümesini sağlar.

Kan Glikoz Değişikliklerine Göre Hormonal Cevaplar


- 90 Mg/dl
-- İnsülin salgısının inhibisyonu
- 75 Mg/dl
-- Glukagon, Adrenalin, GH sekresyonu
- 60 Mg/dl
-- kortizol sekresyonu, kognitif disfonksiyon
- 45 Mg/dl
-- letarji
- 30 Mg/dl
-- konvülsiyonlar
- 15 Mg/dl
-- kalıcı beyin harabiyeti ölüm
- 0 Mg/dl

DİABETES MELLİTUS
TIP L VE II DİABETİN ÖZELLİKLERİ
Tip 1 (IDDM)
• Etiyoloji: Virüs (kabakulak, rubella, Koksaki B4), toksin (vacor, hidrojen siyanür), otoimmündur. Tip I DM
Anti-İnsulin, anti-Adacık, anti-GAD antikorları bulunmaktadır. GAD ile Koksaki virusu fragmanları
benzer olduklarından Anti-koksaki Antikorları, Anti - GAD gibi işlev görmektedir. Sonuçta insulitis (adacık
otoimmun iltihabı) oluşmaktadır.
• Genetik predispozisyon azdır. Eş yumurta ikizlerinde oran %50’ dir

Tip II (NIDDM)
Tip 2 Diyabet Etiopatogenezi
1. İnsülin Sekresyon Defekti
2. İnsülin Rezistansı
3. Hepatik Glikoz Yapımında Artış
• Tip 1 Diyabetin aksine, Tip 2 diyabetle aile öyküsü daha fazladır.
• Tip 2 diyabetli bireylerin çocuklarında 1/3 gözlenir.
• idantik ikizlerde görülme sıklığı %90-100’dür.

116
DrTus.com 117
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• HLA ilişkisi gösterilememiştir.


• Tip 2 diyabetle en erken ortaya çıkan anormallik birinci faz insülin salınımının kaybolmasıdır.
• Tip 2 diyabetle insülin salınımının pulsalitesi kaybolmuştur.
• Tip 2 diyabetle insülinitis yoktur.
• Amylin (adacık amiloid polipeptid), Tip 2 diyabetle insülin sekresyon defektinden sorumlu
tutulmutur. Amylin Tip II DM hastalarında adacık hücresinde biriken amiloidin adıdır.
• Galanin, pankreas sempatik sinir. uçlarından salgılanan ve insülin salınımını baskılayan bir hormondur.
• Glukoz transporturlarının (= taşıyıcılarının) translokasyon ve aktivasyonunda defekt (özellikle periferik
dokularda GLUT-4), tip 2 diyabette insülin rezistansından sorumludur.

DİYABETTE TANI KRİTERLERİ


Normal kan şeker düzeyi 60-100 mg/dl’dir.
Diyabette tanı kriterleri şunlardır:
1. İki ayrı zamanda 8 saatlik açlık sonrası ölçülen AKŞ’nin 126 mg/dl ve üzerinde olması
2. Semptomsuz olgularda iki ayrı zamanda rastlantısal olarak ölçülen kan şekerinin 200 mg/dl ve üzerinde
bulunması
3. Semptomlu olgularda rastlantısal olarak bir kez ölçülen kan şekerinin 200 mg/dı ve üzerinde bulunması
4. OGTT sonuçlarına göre glukoz aldıktan sonraki 2. saat kan şeker değerinin 200 mg/dl ve üzerinde
olmasıdır.
Ayrıca açlık kan şekeri 100-126 mg/dl arasında ise, buna Bozulmuş Açlık Glukozu (BAG) (=impaired Fasting
Glucose = IFG) denilmektedir. OGTT endikasyonu oluşturur.

Laboratuar
Mikroalbüminüri: Günlük idrar albumininin 30-300 mg arasında olmasıdır. Diabetik nefropatinin ilk
bulgusudur.
HbA1c: 120 günlük ortalama şeker seviyesini verir. (N: 5-8%) (Seker regülasyonunun en iyi göstergesi)
Glikozile albumin: (Fruktozamin) 1-2 haftalık kan şekeri regulasyonunu yansıtır.
OGTT: En az 3 gün serbest karbonhidrat diyeti, sonra geceden itibaren aç olan hastaya 75 gr (çocukta
1.7gr/kg) glukoz + 300 cc su ağızdan 5 dk. da içirilir.
1. 2. saat kan şekeri <140 mg/dl ise normal
2. 2.saat kan şekeri 140-200 md/dl bozulmuş OGTT
3. 2.saat kan şekeri >200 mg/dl diabet teşhisi konur.

Diabete Bağlı Komplikasyonların Fizyopatolojisi


Kanda glikoliz yüksekliği bir çok molekülü glikoziller. Örneğin hemoglobini glilkolizleyerek HbA1c oluşur. İşte
moleküllerin glikozillenmiş hallerine AGE (Glikozillenmiş son ürünler) denmektedir.

GLUKAGON
• Enerji depolarını mobilize eden ve enerji serbestleştirici hormondur.
• Lineer bir polipeptid olan glukagon alfa hücreleri tarafından üretilir.

Glukagon Sentezi
• Preproglukagon (179 aa) hücrelerinde glukagon ve major proglukagon fragmanına (MPGF) dönüştürülür.
• GİS L hücrelerinde salınan glisentin glukagona yapısal olarak en fazla benzeyen GIS hormonudur.

117
DrTus.com 118
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Etkileri
Esas hedefi karaciğerdir. Adipoz dokuya da etki eder.
• En güçlü glukoneogenik hormondur. Ayrıca glikojenolizi stimule eder.
• Lipid metabolizmasında; hepatik lipolizi ve yağ a. oksidasyonunu ve asetil KoA’dan keton oluşumunu
arttırır. Adipoz dokudaki lipolitik etkisi minimaldir.
• Protein metabolizmasında; karaciğerin amino asit alımını arttırır, glukoneogenez için substrat sağlar.
Plazma amino asit düzeylerini düşürür.

Salgının düzenlenmesi
1. α hücreleri hipoglisemiye duyarlıdır. En önemli faktör düşük kan glukozudur. Gecelik veya daha uzun
süreli bir açlıkta yükselen glukagon düzeyleri hipoglisemiyi önler.
2. Proteinli diyetten gelen a.a.ler hem glukagon hem insülin salgısını arttırır. Proteinli bir yemekten sonra
insülin tarafından yaratılabilecek bir hipoglisemi, glukagon tarafından önlenir.
3. Yüksek epinefrin (β adrenerjik etki ile) düzeyleri de glukagon salınımını uyarır.

Etki mekanizması
Membran reseptörleri üzerindeki reseptörüne bağlanarak etkili olur. Gs üzerinden adenil siklazı
etkinleştirerek ve hücre içi cAMP’yi arttırarak etkili olur. Ayrıca farklı glukagon reseptörleri (Gq) ile
Fosfolipaz C’yi etkinleştirerek sitoplazmik Ca++ seviyelerinde artışla glikojenoliz uyarılmaktadır.

SOMATOSTATİN
• Somatostatin delta hücrelerinde bulunur.
• İnsülin, glukagon ve pankreatik polipeptid salgısını inhibe eder. Parakrin etkilidir.

TİROİD HORMONLARI
METABOLİK HORMONLAR
• Triiyodotironin (T3)
• Tiroksin (T4)
• Kalsitonin

118
DrTus.com 119
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

TİROİDİN METABOLİK HORMONLARI


• Hücrelerin metabolik hızını arttıran hormonlardır.
• Normal büyüme ve gelişme için gerekli fakat yaşamı sürdürmek için gerekli değildirler.
• Foliküler hücrelerde sentezlenen hormonlar tiroglobulin halinde kolloidte biriktirilir.
• Hücreler uyarılınca (TSH), kolloid endositozla hücreye alınır.
• Hormonlar bazal yüzeye yakın bulunan pencereli kapillere geçerek kana ulaşır.
Tiroid hormonlarının sentezi sırasında diğer hormon sentezlerinde görülmeyen 3 değişik süreç görülür
• Tiroid hormonları çok miktarda iyot içerir ve bunun kaynağı diyettir.
• Sentezin bir bölümü hücre içinde bir kısmı ise ekstraseleüler alanda gerçekleşir. Yapılan hormon follikül
lümeninde kolloid içinde saklanır. Bez uyarılınca salgı oluşur.
• Temel sekresyon T4 (% 93) olmasına rağmen etkin form T3’tür. (Bunu sağlayan enzim 5’de iyodinazdır.
İnhibe edilirse T4’ten rT3 (5-deiyodinaz ile) oluşumu artar.
• Tiroid hormonları tirozinden sentezlenirler. Biyolojik olarak aktif form T3’tür ve tiroid dışı dokularda T4’ten
oluşur. T4’ün önemli bir aktivitesi yoktur, öncü hormondur.
• Tiroid hormonları sentezi için 2 substrat gerekir. İntrensek substrat bir glikoprotein olan tiroglobulindir. Follikül
hücrelerinin granüllü ER’da sentezlenir, foelikül lümenine verilir. ~ 120 adet tirozin içerir. Ekstrensek substrat
diyette inorganik iyodür olarak bulunan elemental iyottur.
1. İyot foliküler hücrelerce sodyumla beraber aktif olarak alınır. Pompa aktivitesi ekstrasellüer sıvı iyot
konsantrasyonundan etkilenir. Düşük iyot konsantrasyonunda pompa aktive olurken, yüksek iyot
konsantrasyonunda pompa inhibe olmaktadır. Bu inhibisyona Wolf Chaikoff etkisi denmektedir. Tek
değerlikli bazı anyonlar burada iyotla yakalanır, ör: perklorat, perteknetat, tiyosiyanat. Tiroid h. sentezinde
hız kısıtlayıcı basamak bu iyot uptake basamağıdır.
2. Tiroid bezine alınan iyot tiroperoksidaz ile okside edilip (I- iken I+ olur) aktive edilir. Bu reaksiyon için
H2O2 ve NADPH gerekir. Enzim bir hemoproteindir. Aktive iyot, tiroglobulin (TG) üzerindeki tirozin
bakiyelerine, tiroperoksidaz ve H2O2 aracılığıyla bağlanır.
3. Triglobulin halinde depo edilen tiroid hormonları ihtiyaç halinde folikul epiteli tarafından endositozis ile
alınarak. DIT (Diiyodotirozin) ve MIT (Monoiyodotirozin) haline parçalanır.

119
DrTus.com 120
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Bundan sonra, iyotlanmış olan iki tirozin molekülünün birleşmesi gerekir. Bunu ya tiroperoksidaz ya da bir
coupling (birleştirici) enzim katalizler. Daha çok DIT’lerin birleşmesiyle 3,5-3’,5’-tetraiyodotironin (tiroksin, T4)
oluşumu tercih edilir. Bir DIT ve bir MIT birleşirse de 3,5-3’-triiyodotironin (T3) oluşur. Az miktarda 3-3’,5’ T3 (rT3)
de oluşabilir.
Oksidasyon, organik şekle dönme ve bağlanmayı katalizleyen tiroperoksidaz, tiyoüre, tiyourasil,
propiltiyourasil ve imidazol (metimazol) grubu maddelerle inhibe edilir.

Tiroid hormonlarının taşınması


• Serbest %1
• Bağlı %99
- Tiroksin bağlayıcı globulin (TBG)
- Tiroksin bağlayan prealbumin
- Tiroksin bağlayan albumin
Hormonlar sadece serbest haldeyken aktiftir. Bu yüzden TBG seviyelerindeki değişiklik serbest
hormon düzeylerini etkiler
• Hepatik bozukluk: TBG azalır. Serbest hormon artar. Negatif feed back ile hormon yapımı azalır.
• Gebelik: Östrojenler, TBG sentezini artar, serbest hormon seviyeleri azalır, TSH salgısı uyarılır. (tiroid bezi
uyarılır sentez artar). Gebeklikte Sonuç olarak Free T4 ve T3 normale gelirken, total tiroid hormon
miktarları artar.
Hipotalamustan salınan TRH hipofizden TSH salımını sağlar.
TSH 211 aa kalıtı içeren α ve β alt ünitelerinden oluşur. α alt birimi LH, FSH, hCG ile benzerdir. Bu 3
hormunun alfa subünitleri aynıdır. İşlevsel özgüllüğü β alt birimi sağlar. Bu 4 hormonun diğer ortak özelliği
glikoprotein hormonlar olmalarıdır.
TSH yarı ömrü yaklaşık 60 dakikadır. Böbrekler ve Karaciğer’de yıkılır. Salgılanma pulsatildir ve sirkadiyen
ritim gösterir. (saat 21 de başlar, gece yarısı maksimale erişir gün boyu düşer)

TSH ETKİLERİ
Dakikalar içinde oluşan etkiler: Iyodür bağlama, hormon sentezi, tiroglobulinin kolloide salgılanması, kolloidin
endositozunu arttırır.
Saatler içinde: İyodür tutulması, kan akımı
Kronik etki: Hücreler hipertrofiye uğrar, bezin ağırlığı artar.
Tiroidin büyümesine GUATR denir. Toplumda hipertiroidinin en sık sebebi olan Graves hastalığında TSH
görevini yapan oto antikorlar tiroid bezindeki TSH reseptörlerini uyararak bezin fazla çalışmasına ve bol iyot
uptake ederek hormon sentezinin artmasına neden olurlar. TSH reseptörleri aynı zamanda fibroblastlar
üzerinde de bulunmaktadır. TSH retrobulber bağ dokusundaki fibroblastlara bağlanarak Glikozaminoglikon
sentezini arttırır. Sonuç olarak egzoftalmi oluşur.

TİROİD HORMONLARININ FİZYOLOJİK ETKİLERİ

Kalorijenik etkiler:
• Metabolik etkin dokularda oksijen tüketimini uyarır. (beyin, testisler, uterus, lenf düğümleri, dalak ve
adenohipofiz hariç)
• Na-K ATPaz etkinliğini arttırır.
• Yağların mobilizasyonu (lipoliz) arttırır. Bu nedenle plazma yağ asidi konsantrasyonu artarken,
hücrelerde yağ asidi oksidasyonu hızlanır. Plazma kolesterol, fosfolipid, trigiserid konsantrasyonu
azalır.
• Erişkinde protein katabolizmasını arttırır (kilo kaybı)

120
DrTus.com 121
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Karbonhidrat metabolizması her yönüyle uyarılır. (Hücrelerin glukoz alımında artma, Glikolizde artma,
Glikoneogenezde artma, Glukozun emiliminde artma, İnsülin salgısında artma oluşur. )
• Vücut sıcaklığı artar. Bu nedenle vücut sıcaklığını azaltmak için deriye giden kan akımı artar. Sıcaklık artışı
sunucu arteri-venöz şantlar açılır. Sonuçta diyastol basıncı düşer. Nabız basıncı artar.
• Solunum derinliğinde (hiperpne) ve sayısında (takipne) artma oluşturur.
• Sindirim sistemi motilitesinde ve sekresyonlarında artış meydana gelir. (ishal)
• Metabolizma hızı, enzim aktiviteleri arttığı için vitamin ihtiyacı artar.
• Tiroid Hormonları vitaminler gibi Beta-Karoten yıkımını da arttırmaktadırlar.
• Glikozaminoglikan turnoverini sağlarlar. Bu nedenle hipotiroidide Glikozaminoglikanlar yıkılmaz. Su
tutarak mixödem oluştururlar.

Sinir sistemine etkileri


• Normal beyin gelişimini sağlar.
• Hipotiroidizm: Zihinsel etkinlik yavaşlar, BOS’ta protein düzeyi azalır. Beyin gelişimi aksama özellikle
serebral korteks, bazal ganglionlar ve kohlea da çarpıcıdır. Zeka geriliği, rijidite ve sağır dilsizlik görülebilir.
• Hipertiroidizm: Zihinsel etkinlikte artış, irritabilite, huzursuzluk, sinirlilik, gerilme reflekslerinin reaksiyon
zamanında azalma görülür. İskelet kasına giden gama deşarjı arttığı için tremor oluşur. Ayrıca reflekslerin
reaksiyon zamanı (latans period) kısalır. Yorgunluğa rağmen uykusuzluk (sinaptik uyarılmada artma)
oluşturur.

Endokrin sistemde etkileri


• Bez aktivitelerinde artış
• Dokuların hormon ihtiyacında artış

Üreme sisteminde etkileri


• Erkeklerde eksikliğinde libido kaybı, fazlalığında impotans
• Kadınlarda eksikliğinde menoraji, polimenore, amenore, fazlalığında oligo ve amenore meydana gelebilir.

121
DrTus.com 122
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Kalbe etkileri
• Kalpte ve diğer dokularda adrenerjik reseptör sayı ve afinitesini arttırırlar.
• β blokerler ağır hipertiroidi (tirotoksikoz ve tiroid fırtınası) nöbetlerinin tedavisinde kullanılırlar
• Kalbteki adrenerjik reseptörlere ve direkt miyositler üzerine etkileri ile oluşur.
• Kalb debisi artar, atım sayısı ve atım volümü artar.
• Tirotoksik miyopati: Ağır ve uzun süreli hipertiroidilerde oluşur. Tiroid hormonları MHCz (Myozin ağır
zinciri) gen ekspresyonunu etkiler ayrıca protein katabolizmasında artışa neden olabilir.

KH (Karbonhidrat) metabolizmasına etkileri


• Emilimi hızlandırır (kan glukozu hızlı ve çok yükselir)

Kolesterol metabolizmasına etkisi


• Kan kolesterolü azalır (LDL reseptör yapımı artımına bağlı olarak)

KALSİYUM VE FOSFAT METABOLİZMASI


Kalsiyum metabolizmasının düzenlenmesinde başlıca 3 hormon görev alır.
• Parathormon
• D vit
• Kalsitonin
++
Plazmada İyonize Ca miktarını etkileyen bazı durumlar
• Plazma protein konsantrasyonlarında değişiklik (iyonize form etkilenmez)
• Anyon konsantras yonlarında değişiklik
• Asit-baz anormallikleri

122
DrTus.com 123
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Kalsiyum ve fosfatın absorbsiyonu


• Günlük ortalam 1000 mg Ca++ dietle alınır. Bunun %35’i barsaklardan (D vit) emilir. Barsak salgıları ile
de 250 mg barsağa geri atılır. Böylece alınanın %90’ı feçesle atılmış olur.
• Fosfat barsaklardan kolay emilir. Ca++ ile birleşerek atılan bölüm hariç besinle alınanın tamamı emilir.

Kalsiyum ve fosfatın atılması


• Alınan kalsiyumun yaklaşık %10’u idrarla atılır (100 mg).
• Fosfatın böbrekten atılması taşma mekanizması ile tanımlanır. Plazma konsantrasyonu 1 mmol/l’nin
altında olduğunda GFR’deki fosfatın tümü emilir. (parathormon ile atılan miktar arttırılabilir)

Hipokalsemi
• Plazma Ca konsantrasyonunun düşmesidir.
• Nöron membranlarında Na geçişinde artma sonucu uyarılabilirlik artar.
• Hiperrefleksi, tetanik kasılmalar görülür (karpopedal spazm %6 mg/dl nin altına indiğinde ise Chvostek
belirtisi ve Trousseau belirtisi)
• Konvülziyonlar
• Kalpte dilatasyon (%4 mg/dl azalır)
• Koma
• Ölüm

Hiperkalsemi
1. 12 mg/dl etkiler başlar 15’te belirginleşir, 17mg/dl’de Kalsiyum çökmeleri başlar.
2. MSS’de depresyon, refleks aktivite yavaşlar.
3. QT aralığı kısalır.
4. Konstipasyon ve iştahsızlık
5. Poliüri ve polidipsi

PARATHORMON (PTH)
Paratiroid bezinde 2 tip hücre vardır
1. Esas hücreler (Parathormonun yapıldığı hücrelerdir)
2. Oksifil hücreler

123
DrTus.com 124
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Salgının düzenlenmesi
• Salgı plazma Ca++ konsantrasyonu ile düzenlenir.

Salgı mekanizması
• Esas hücrelerin membranında Ca++ sensorleri bulunur. Bu sensorler Ca++’daki düşmeyi algılarlar ve
Gs ve adenilat siklaz ile eşleşmişlerdir. Ekstraselüler Ca++‘un düşmesi adenilat siklazı aktive eder
ve cAMP artar. cAMP’nin artışı veziküllerin ekzositozunu arttırır.
• D vitamini PTH yapımını azaltır.
• Artan plazma fosfatı, Ca++ artışını ve D vit, oluşumunu inhibe ederek PTH salgısını uyarır.
• Magnezyum: Ca++ benzer fakat biraz daha az etkilidir. Hipomagnezemi PTH salınımını arttırırken
hipermagnezemi PTH salınımını azaltır. Ancak reseptör düzeyinde parathormon etkisi için
Magnezyum gereklidir. Magnezyum yoksa Parathormon hücresel düzeyde etkisiz kalır.

Etkileri
• Hedef organları kemik ve böbrektir. Barsağa etkisi D vit. sentezini uyararak olur.
• Kemik rezorpsiyonu (Ca ve fosfat salınımı) ve yeni kemik oluşumunu arttırır. Fizyolojik düzeylerde kemik
oluşumu etkisi baskındır. (Parathormon reseptörleri osteoblastlar üzerinde bulunmaktadır)
• Osteoklast sayısını arttırır. Osteoklastik kollagenaz aktivitesini ve lizozomal hidrolaz salınımını
arttırır. Kemiğin organik matriksi yıkılır, idrar hidroksiprolin ve hidroksilizin atılımı artar.
• Böbrekte 1α hidroksilazı aktive eder. En hızlı etkisidir. Bu nedenle aktif D vitamini yapımını
arttırmaktadır.
• Özellikle proksimal tüplerde fosfat, Na ve bikarbonat, aminoasit geri emilimini önler, cAMP atılımını
arttırır. Distal tüpler ve toplayıcı kanallarda ise Ca geri emilimi olur.
• Barsakta D3 vitamini aracılığıyla Ca ve fosfat emilimini arttırır.

PARATHORMONUN FİZYOPATOLOJİSİ

Primer hiperparatiroidizm
Toplumda hiperkalseminin en sık nedeni paratiriod adenomlarıdır. Hiperkalsemi çoğunlukla asemptomatik
olarak seyir gösterir.

124
DrTus.com 125
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Sekonder hiperparatiroidizm
Kronik renal yetmezlikli hastalarda böbrekte aktif D vitamini yapımı olmadığı için plazma kalsiyumları azalır.
Fosfatın tek atılım yolu taşma mekanizması ile böbreklerdir. KBY’li hastalarda fosfat atılamadığı için
hiperfosfatemi mevcuttur. Bu da plazma kalsiyumunun düşmesini daha da arttırmaktadır. Plazma
kalsiyumunu yükseltmek için paratiroid bezi aktive olur. Sonuç olarak sekonder hiperparatiroidi gelişir.

Pseudohipoparatiroidzm (Albright’ın herediter distrofisi)


Parathormon reseptörlerinin konjenital olarak defektli olmasıdır. Parathormon plazmada yüksektir. Ancak
hücresel düzeyde etkisizdir.

Pseudohipoparatiroidzm özellikleri
1. Hipokalsemi
2. Hiperfosfatemi
3. Kısa boy
4. Kısa boyun
5. Şişmanlık
6. Derialtında kalsifikasyonlar
7. Metekarp ve metatarslarda kısalık

125
DrTus.com 126
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Kalsitonin
1. Tiroid bezi C hücrelerinden salgılanır.
2. 32 aa’li düz bir peptiddir.
3. Preprohormon → prohormon → kalsitonin
4. Sekresyon veziküllerinde depolanır.
5. Yarı ömrü 10 dakikadır.
6. Kan Ca kons artar salınımını stimüle eder.

Salgıyı uyaran diğer ajanlar


• Adrenerjik agonistler
• Dopamin
• Östrojenler
• Gastrin, CCK, Glukagon, sekretin
Kalsitonin Etkisi kan Ca++ ve fosfat düzeyini düşürmektir:
1. Hızlı etki, osteoklastik aktiviteyi azaltır.
2. Osteoklast oluşumunu azaltır.
3. Santral sinir sisteminde ağrı kesici etkinliği vardır.

D VİTAMİNİ

D vitamininin etkileri
1. Barsaklarda:
Kalsiyum ve fosfatın barsaklardan emilimini, Ca++ üzerine olan etkisini calbindin D-28K yapımını

126
DrTus.com 127
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

arttırarak oluşur.

2. Böbrekler:
• Kalsiyum ve fosfatın geri emilimini artar.

3. Kemik
Fizyolojik etkisi osteoblastik aktiviteyi arttırmaktadır. Ancak farmakolojik dozlarda osteoklasik aktiviteyi ve
kemik rezorpsiyonunu artar, bu durum kemiğin yeniden modellenmesini sağlar. Bu olaya remodelling
denmektedir. Sonuç olarak her zaman kemik yıkımını kemik yapımı takip eder.

Sentezinin düzenlenmesi
• D vit oluşumu (1α - hidroksilaz) plazma Ca++ ve fosfat düzeyleri tarafından geri bildirim tarzında

127
DrTus.com 128
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

düzenlenir.
• 1α - hidroksilaz oluşumunu PTH kolaylaştırır.
• Plazma fosfatının azalması durumunda D vitamini oluşumu artar. Plazma fosfat düzeylerindeki artma
ise 1 α - hidroksilaz’ı doğrudan inhibe ederek, aktif D-vitamini oluşumunu azaltır.
• Fazla D vitamini oluştuğunda, D vit. sentezi 24,25 dihidroksi kolekalsiferol olarak yapılır. 24,25
dihidroksi kolekalsiferolün etki gücü, 1,25 kolekalsiferolden düşüktür.
• Prolaktin 1α hidroksilaz etkinliğini arttırır.
• Östrojen protein sentezini arttırır.Bu nedenle kalbindin sentezini artar. Sonuç olarak D-vitamini
etkilerini potansiyelize eder.
• Hipertiroidizm D vitamini yıkımı arttırır, osteoporoz insidansını arttırır.
• Metabolik asidoz D vit oluşumunu baskılar.
• Büyüme hormonu, hCS, kalsitonin D vitamini oluşumunu uyarır.

VÜCUT SIVILARI VE RENAL FİZYOLOJİ

VÜCUT SIVILARININ ÖLÇÜMÜ


• Vücut sıvılarının ölçümünde indikatör dilüsyonu metodu kullanılır. Burada verilen madde konsantrasyonu,
vücutta indikatör dağıldıktan sonra kanda ölçülen konsantrasyona bölünür.
• Bu amaçla kullanılacak indikatör vücut bileşimleri ile interaksiyona girmemeli, buharlaşmamalı, homojen
dağılmalı ve metabolize olmamalıdır. Verilen maddenin buharlaşması, metabolize olması yada idrarla atılması
ölçüm sonucunu değiştirir.
• Toplam vücut sıvısı ölçümünde antipirin, döteryum oksit ve alkol kullanılabilir.
• Ekstraselüler sıvı ölçümünde rafinoz, mannitol, inülin gibi sakkaridler ya da tiyosülfat, tiyosiyonat, klor ve
brom gibi radyonüklidler kullanılabilir.
• Plazma volümü ölçümünde evans mavisi (T-1824) (Albumine bağlı taşınır), radyoaktif işaretli albümin,
gamaglobulin, fibrinojen kullanılır. Bu maddeler damardan dışarı çıkmaz ve eritrositte alınmazlar.
• Kan volümü demir, krom yada fosfor izotopları ile ölçülebilir. Bunlar eritrositlere geçtiğinden kan volümünü
verir. Buradan plazma volümü hesaplanabilir.
• İnterstisiyel sıvı volümü direk ölçülemez, ekstraselüler sıvıdan plazma volümü çıkarılarak hesaplanır.
• İntraselüler sıvı volümü direk ölçülemez. Toplam vücut sıvısından ekstraselüler sıvı çıkarılarak bulunur.

BÖBREKLER
Böbreğin görevleri-1
• Metabolizma sonucu meydana gelen artıkları ve zaralı maddeleri boşaltma
• Su ve plazma volümünü düzenleme
• Elektrolit dengesini düzenleme
• Plazmanın osmotik basıncını düzenleme
• Az miktarda detoksifikasyon (benzoik asit)
• İç salgı bezi olarak görev yaparlar
- Renin (→ anjiotensin): Jukstaglomeruler hücre tarafından yapılır.
- Eritropoetin: Tubuller çevresindeki interstisyel hücrelerde yapılan ve hipokside ilk artan glikoprotein
yapılı hormondur.
- Bradikinin

128
DrTus.com 129
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

- Prostaglandinler
• Asit baz dengesini düzenlemede görev alırlar.
• Serbest asit boşaltımı
• Na ve bikarbonat geri emilimi
• Primer ve sekonder fosfatlar arasındaki oranı değiştirme
• Amonyak sentezi
• Hidrojen ve potasyum iyonu boşaltımı
Böbreğin en küçük fonksiyonel birimine nefron denir. Her bir nefron, malpighi korpuskülü ile böbrek
tüplerinden oluşur.
Malpighi korpüskülüde glomerül adı verilen kılcal damar yumağı ile bunu saran Bowman kapsülü adı
verilen bir kapsülden oluşur. Görevi glomerüler filtrasyon yapmaktır.

Yerleşimine göre nefronlar:


Juxtamedüller nefronlar (Tüm nefronların %15 ini oluştururlar.) Malpighi korpuskülü juxtamedüller
alana yerleşmiştir. proksimal ve distal tüpler kortekste yerleştiği halde uzun Henle kulpları medullanın
derinliklerine kadar uzanır. Efferent arteriol özel bir kapiller ağ olan vasa rektayı oluşturur. Medullanın
derinliklerine doğru gidildikçe ozmolarite artar. Jukstamedullar nefronun henle kulpu çok uzun
olduğundan, medullanın derinliklerine dek uzanır. Böylece henle kulpunun inen kısmından su emilimi
kolaylaşır. İdrarın konsantre edildiği ana nefron bu nedenle jukstamedullar nefrondur.

Bu tip nefronları tutan hastalıklarda idrar konsantre edilemez ve poliüri yaşanmaktadır. Fokal
Segmenatal Glomerulosklerozis bu tip nefronları tutan bir hastalıktır. FSGS’nin en sık sebebi idiyopatik
olmakla birlikte, diğer sebepleri HIV, eroin kullanımı ve Vezikoüreteral Reflüdür.

129
DrTus.com 130
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Kortikal nefronlar. Kortikal alanda yerleşimlidirler, henle kulbu kısadır. Tüm tüpler peritübüler kapiller ağ
ile çevrilidir.

BÖBREK KAN AKIMININ ÖZELLİKLERİ


1. Böbreklerden dakikada 1200-1300ml civarında kan geçer. Böbrekler vücut ağırlığının % 0,4’ünü
oluşturmasına rağmen kalb debisinin %21’ini kullanır.
2. A-V oksijen farkı böbreklerde diğer dokulardan daha düşüktür. (1,5ml/100ml)
3. Böbrek kan akımı değişse bile A-V oksijen farkı diğer dokularda görüldüğü gibi bir değişme göstermez.
4. Böbreğe gelen kanın %85’i kortekse, %15’i juxta- medüller dolaşıma geçer.
5. Glomerül kılcal damar ağı 2 arter arasında oluşmuştur
6. Glomerülde hidrostatik basınç diğer kılcal damar ağlarına göre çok yüksektir.

Nedenleri:
a. Afferent arteriolün çapı, efferent arteriolün çapından büyüktür.
b. Renal arter direkt aortadan çıkar, kısa ve kalındır.
7. Glomerüler permiabilite diğer kapiller sistemlerden çok daha yüksektir.
8. Böbreklerde 2 farklı yapıda kılcal damar dolaşımı vardır.
a. Glomerül kılcal damar dolaşımı
b. Peritübüler kılcal dolaşım (portal özellikler gösterir)

BÖBREK KAN AKIMI

Böbrek kan dolaşımı otonomiye sahiptir.


Böbrek arter basıncı 80-170 mmHg sınırları arasında değişirken, böbrek kan akımı ve GFR’yi sabit tutacak
otoregülasyona sahiptir

Böbrek lenf dolaşımı


• Kortekste 2 adet lenfatik pleksus olduğu halde medullada bulunmaz.

Böbreğin sinirleri
• Torakal 4- lumbal 2 arasındaki segmentlerden (öz. T10-T12) çıkan sempatik lifler splanknik sinirler içinde
böbreğe ulaşır. Sinirsizleştirlmiş böbrek normal fonksiyonlarına devam eder (transplantasyon)
• Bütün böbrek damarları sempatik liflerden zengindir. Sempatik aktivasyon böbrek kan akımı ve GFR’yi
azaltır.

Böbrek Fonksiyonları 3 Başlıkta İncelenir


• Glomerüler filtrasyon
• Tübüler geri emilim
• Tübüler sekresyon

130
DrTus.com 131
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

FİLTRASYON MEMBRANI
• Glomerül kapiller membranı 3 kattan oluşur. Maddelerin bu katlardan filtre olabilirliğini elektrik yükleri ve
büyüklükleri belirler.
• Kapiller endotel (160A° à molekülleri geçirmez)
• Bazal membran (110A° à molekülleri geçirmez)
• Bowman epitel hücreleri (podositler) (70A° à molekülleri geçirmez)
• Glomerüler kapiller membran, diğer kapillerlerden yüzlerce kat (300-600) daha geçirgendir.
• Glomerül kapiller membranın temel bariyeri bazal membrandır. Bazal membrandaki Glukozaminoglikanlar güçlü
(-) tir. Özellikle Heparan Sülfat elektronegativiteyi sağlmada önemli gören üstlenir. GAG ları podositler sentez
etmektedirler. Bu olay proteinlerin geçişini engeller ve negatif yüklü maddelerin, nötral ve + yüklü olanlardan
daha zor geçmesini sağlar. Nefrotik sendrom ve Diabetik Nefropatide bu negatif yük bozulmaktadır.
• Glomerüler filtratın bileşimi şekilli elemanlar ve proteinler hariç plazmaya benzer.
• Glomerüler filtrasyonu oluşturan temel güç kanın hidrostatik basıncıdır. Aort basıncı 40-50 mmHg’ya
düşürüldüğünde idrar oluşumu durur.
• Normal bir erişkinde dakikada oluşan glomerüler filtrat miktarı 125 ml’dir.

131
DrTus.com 132
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

GLOMERÜLER FİLTRASYON HIZINI (GFR) BELİRLEYEN FAKTÖRLER


• GFR: Kf x Net filtrasyon basıncı
Kf: glomerül kapiller sabitesi
• Net Filtrasyon P: Plazma Hidrostatik P – ( Filtrat Hidr. P + Plazma Onkotik P)
• Teorik olarak Kf değişiklikleri GFR’yi değiştirir. Fakat Kf sabitdir. Fizyolojik koşullarda Kf önemli boyutlarda
değişmez. Nefrotik sendromda, DM, amiloidozda artar.
• Bowman kapsülünde hidrostatik basınç artması GFR’yi azaltır. Basınç artışı sadece idrar yolları tıkanıklığı ile

132
DrTus.com 133
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

ilişkili olarak patolojik koşullarda görülür.


• Glomerüler hidrostatik basınç değişiklikleri GFR’nin düzenlenmesinde temel rol oynar.

GLOMERÜLER HİDROSTATİK BASINÇ


1. Arter basıncı
2. Afferent arteriol direnci: Özellikle afferent arteriol direncini Prostoglandin E belirlemektedir. Hipovolemi
durumlarında PGE1 artarak glomerule gelen kan akımını arttırmaktadır. NSAI ilaçlar PGE1 sentezini bloke
ettiklerinden GFR 1 azaltarak hipervolemi meyli oluştururlar.
3. Efferent arteriol direnci ile değişir. Efferent arteriol direnci artarsa glomeruler hidrostatik basınç artar.
Sonuç olarak GFR artar. Azalmış böbrek kan akımı durumlarında artan Anjiotensin II effrent arteriolde
vazokonstrüksiyon yaparak GFR’yi düşmeye karşı korur.

GFR Hızını etkileyen faktörler:


1. Renal kan akımının değişmesi
2. Glomerüler kapiller hidrostatik basınç değişiklikleri
a. Sistemik kan basıncı değişiklikleri
b. Afferent yada efferent arteriolde vazokonstürüksiyon
3. Bowman kapsülünün hidrostatik basıncındaki değişiklikler
a. Uretral tıkanma
b. Böbrek ödemi
4. Plazma proteinlerinin konsantrasyonlarındaki değişiklikler: dehidratasyon, hipoproteinemi
5. Kf değişiklikleri
a. Glomerüler kapiller permiabilite değişiklikleri
b. Efektif filtrasyon yüzeyindeki değişiklikler.

KAN AKIMI VE GFR’NİN OTOREGÜLASYONU


Arter basıncındaki değişiklik iki nedenle idrar hacmini az etkiler:
1. GFR’nin otoregülasyonu
2. Tubulo-Glomerüler denge

GFR’nin otoregülasyonu
Tüm dokulardaki damar sistemlerinde görüldüğü gibi böbrektede miyojenik otoregülasyon bulunur. Fakat
böbrekte buna ek ve bundan daha etkili mekanizmalarda vardır. Bunların en önemlisi tübüloglomerüler
(makülodensa) geri bildirimdir.
Hipovolemi, Renal Arter Stenozu gibi filtrat miktarı azaltan durumlarda proksimal tubulden geçen
filtratın hızı azalmaktadır. Bu nedenle proximal tubulden daha fazla sodyum ve su emilimi olur. Sonuçta
distal tubule daha az NaCl ulaşır. Distal tubulün sodyum-klorür’e duyarlı kısmı olan macula densa
(osmoreseptör içerir) bu değişikliği algılar ve renin salınımı için juxtaglomeruler hücreleri uyarır.
Yüksek protein dieti ve kan glikozu artışı GFR’yi arttırır.

133
DrTus.com 134
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Renin-anjiotensin sistemi
Afferent arteriolün gerginliğinin azalması yani hipotansiyonda, makula densaya az sodyum gelmesinde renin
salınımını artar. Renin karaciğerden yapılan anjiyotensinojen (hipertansiyonojen)’i anjiyotensin 1’e çevirir.
Daha sonra anjiyotensin konvertik enzim tarafından AT1 AT2 ye çevrilir. AT2 damar düz kasında
kasılma oluşturur. Yani tansiyon yükseltilmeye çalışırılır. Ayrıca bir taraftanda böbrek üstü bezinin
korteksinden aldesteron yapımını arttırır.

134
DrTus.com 135
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

AT2’ nin bir kısmı aminopeptidazlar ile AT3’e çevrilir. AT3’ünde aldestron yapımını arttırıcı etkisi vardır. AT2
merkezi sinir sistemindeki etkisi su içme davranışını oluşturmaktadır.

Anjiotensin II’nin etkileri


• Anjiotensin II dolaşımda hızla parçalanır bu yüzden dolaşımdaki yarı ömrü 1-2 dakikadır.
• Postgangliyonik sempatik nöronlara direkt etki ile NA salınımını kolaylaştırır
• Renal tübüler hücreler üzerine direkt etki ile Na emilimini arttırır.
• Barorefleksin duyarlılığını beyin üzerinden etkileyerek azaltır (Hipertansif etki potansiyalize olur)
• Beyin üzerinden su alımını arttırıcı ve ACTH ve ADH salınımını arttırırcı etkileri vardır.

Hipertansiyon
Hipertansiyonun en sık sebebi esansiyeldir. Esansiyel Hipertansiyonlu hastalarda böbrekten sodyum
atılımı bozulmuştur. Yani hastaların büyük bir kısmı hipervolemiktir.
Bu nedenle tedavi olarak mutlaka sodyum ve su atılımını sağlayacak ilaç kombinasyonları uygulanmalıdır
(diüretik, ACE inhibitörleri, beta blokerleri). Bu 3 ilacın günümüzde Hipertansiyon tedavisinde yaşamı
uzattığı kanıtlanmıştır.
Alfa bloker, Ca kanal blokerler, İmidazol reseptör agonisti gibi ilaçlar periferik vazodilatasyon
oluşturmakta ve RAAS sistemini devreye soktukları için anti-hipertansif etkileri süprese olmaktadır.

TUBÜLER FONKSİYON
Su geri emilimi ve idrarın dilusyon konsantrasyon mekanizması:
• Glomerüler ultrafiltratın % 60-70’ı Na ve glukozun aktif geri emilimine eşlik ederek pasif olarak emilir
(izoosmatik)
• Distal ve kollektör tübler suya geçirgen değildirler. ADH ile geçirgen hale gelirler. Bu alanda su geri emilimi
ADH etkisi ile ihtiyaca gore ayarlanırç (an izoosmatik)
• Su geri emilim teorileri 2 başlıkta incelenmektedir:
1. Zıt akımlı osmotic çoğaltıcı ve zıt akım değiştiricisi
2. Akuaporinler
• Akuaporin 1: Proksimal tüplerde oluşan basit sızmadan sorumludurlar
• Akuaporin 2: Toplayıcı kanallarda bulunur ve etkisi ADH ile modifiye edilir.
• Akuaporin 3: Toplayıcı kanallarda tespit edilmiştir. Üre ve gliserol taşınmasını kolaylaştırır.
• Akuaporin 4: Beyinde bulunur.
• Akuaporin 5: Tükrük, göz yaşı bezi ve solunum sisteminde bulunduğu gösterilmiştir.

ADH (Vazopressin)
• Temel olarak supraoptik çekirdekte ve bir miktarda paraventriküler çekirdekte sentezlenir.
• VIA, VIB (3) ve V2 olmak üzere en az 3 tip reseptörü vardır.
• Ortalama yarı ömrü 18 dakikadır.
• V 1’ler fosfotidil inositolü parçalayarak hücre içi Ca miktarını arttırarak etkilerini oluşturur.
• V1A reseptörleri damar düz kasını kasıcı etkiyi oluşturur. Ayrıca MSS’de nörotransmiter olarak bulunur ve
KC de glikojenolize neden olur.
• V1B (V3) reseptörlerinin ACTH salınımına aracılık ettiği düşünülmektedir.
• V2 Gs protein üzerinden cAMP düzeylerini arttırarak etkili olur.
• V2 reseptör etkinliği akuaporin 2’nin toplayıcı kanal hücrelerinin membranına yerleşmesine dolayısı ile
suyun geri emilmesine neden olur.

ADH salınımını arttıranlar

135
DrTus.com 136
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Plazma efektif osmotik basıncının artması


• Hücre dışı sıvı hacminin azalması
• Kan hacminin azalması
• Kan basıncının düşmesi
• Ağrı, heyecan, stres, egzersiz
• Bulantı, kusma
• Ayakta durma
• Morfin, nikotin, siklofosfamit, Vinka alkaloidleri (Vinkristin, vinblastin)
• Klofibrat, karbamazepin, Klorpropamid
• Anjiotensin II

ADH salınımını azaltanlar


• Plazma efektif osmotik basıncının azalması
• Hücre dışı sıvı hacminin artması
• Alkol
• Klonidin
• Haloperidol

SERBEST SU KLİRENSİ
Seyreltik veya derişik idrarla dışarı atılan suyun kaybına veya kazancını miktar olarak ölçmede hesaplanır.
SSK=İdrar hacmi - [İdrar osmol x İdrar hacmi] / Plazma osmol

ZIT AKIMLI OSMOTIK ÇOĞALTICI VE ZIT AKIM DEĞIŞTİRİCİSİ


Renal medullada henle kulpu ve vasa rekta arası akım zıt yönlerde olmaktadır. Zıt akım sayesinde
moleküllerin rölatif kinetik enerijileri artar ve suyun emilimi hızlanır. Vasa rektanın en önemli görevi emilen
suyun uzaklaştırılması ve medullaya solüd taşınımı ile meduller hipertonisitenin devamlılığının
sürdürülmesidir. Medullar hipertonisitenin sağlanmasıyla su, henle kulpunun inen kolundan kolaylıkla
reabsorbe edilir.

136
DrTus.com 137
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Renal medullanın konsantre olmasına katkıda bulunan faktörler


• Henle kıvrımının çıkan kolunun kalım kısmından Na, K, Cl taşınması
• Toplayıcı kanallardan interstisyuma iyonların aktif taşınması
• Medullaya ürenin pasif difüzyonu
• Medullaya üreye oranla daha az su difüze olması
• Özel bir damar sistemine sahip olması (vasa recta)

BÖBREKLERDEN GERİ EMİLEN MADDELER VE EMİLİM YOLLARI

Na+ geri emilimi


Aktif transportla geri emilir. Aldosteron hormonu etkilidir.
GFR’de günlük 25 g Na bulunur. Günlük idrarda 4-6 g atılır. Emilen sodyumun %67’si proksimal tübülde
aktif olarak, %25’i henle çıkan kalın kısmından, kalan %8’i ise distal tübülde emilir. Tüp lümeninden
kana net Na emilimi en az 3 basamakta gerçekleşir;
1. Sodyum Na-K ATP’az aracılığı ile konsantrasyon ve elektriksel farka zıt yönde taşınır.
2. Oluşturulan konsantrasyon farkı ile difüzyon oluşur.
3. Na, su ve diğer maddeler, hidrostatik ve kolloid osmotik basınç farklarının yönlendirdiği pasif bir
hareketle peritübüler kapiller içine geri emilir.

Aldosteron
Na+ emilimi üzerine etkili olan temel hormondur. Distal tübül ve toplayıcı kanallardaki esas hücreler
üzerine etkiyerek Na-K ATP’az stimülasyonu yapar. Na tutulur, K atılır. Diğer adrenal kortikal
hormonlarda daha düşük aktiviteyle benzer etkiye sahiptirler.

Atrial natriüretik peptid (Atriopeptin)


Plazma hacmi artınca atriumlardan salınır. Afferent arteriolde dilatasyon yaparak GFR’yi arttirir.
Tubül bazal membranındaki Na-K ATP-az pompasını inhibe ederek, distal tubül distal kısmında ve
kollektör tüpte natriüretik etki oluşturmaktadır. Böbrekten salgılanan ürodilatin ve BNP’de aynı etkiyi
gösterir.
Dopamin proksimal tüpte aynı pompayı inhibe ederek natriüretik etki oluşturmaktadır.

K+ geri emilimi
Potasyum %67 proksimal, %20 henle çıkan kalın, geri kalan kısmı ise distal tüplerde geri emilir.
Proksimal tüplerde aktif geri emilir. Distal tüplerden sekrete edilebilir. Potasyum tüplerden hem geri
emilip hem de sekrete edilen tek iyondur. Potasyumun tübe sekresyonu aldesteron bağımlıdır. Diyette
potasyum alımı arttığında kan potasyumu yükselir. Potasyum, sürrenal korteksin zona glomeruloza
hücresine girerek bu hücreyi depolarize eder. Sonuç olarak aldesteron sentezi artar. Böylelikle
potasyum atılımı artmış olur.
Asit baz dengeside potasyum sekresyonuna etkilidir. Asidozda, kompanzasyon için hidrojen iyonu
hücrelere girer. Buna karşılık potasyum hücre dışına çıkar. Bu nedenle intrasellüer potasyum azaldığı
için potasyum sekresyonu azalır. Alkalozda ise kanda hidrojen konsantrasyonu azalmıştır. Buna bağlı
olarak hidrojen iyonu hücrelerden kana çıkar. Hidrojen iyonu kana çıktığında, potasyum iyonu hücreye
girer. Böylelikle hücre içi potasyum artar. Böylelikle potasyum sekresyonu artar.
İnsülin sodyum potasyum ATPaz pompasını aktive ederek potasyumun hücrelere girmesini sağlar. Bu
nedenle tip I diyabetli hastalarda insülin olmadığı için potasyum kanda yüksektir (Hiperkalemi).

137
DrTus.com 138
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Üre, fosfat, kalsiyum ve magnezyumun renal regulasyonu


• Üre, filtre olan ürenin %50’si proksimal tübülden pasif olarak reabsorbe edilir.
- Distal tübül ve kortikal, dış medüller toplayıcı kanallar üreye geçirgen değildir; bu yüzden bu
segmentlerde üre reabsorbsiyonu olmaz.
- İç medüller toplayıcı kanalların üreye permeabilitesi ADH ile arttırır.
• Fosfat, filtre olan fosfatın %85’i proksimal tübülde Na+ fosfat kontrasportuyla reabsorbe olur.
- Paratiroid hormon (PTH) adenilat siklazı aktive ederek cAMP üzerinden proksimal tübülde fosfat
reabsorbsiyonunu inhibe eder.
- Fosfatüriye neden olur ve üriner cAMPyi arttırır.

138
DrTus.com 139
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Kalsiyum, plazma kalsiyumunun %60’ı glomeruler kapillerden filtre olur.


- Proksimal tübülden %67 ve henlenin çıkan kolunun kalın kısmından %25 reabsorbe edilir. %8 ise distal
tübülden reabsorbe edilir.
- Parathormon, distal tübülde adenilat siklaz aktivasyonunu yaparak renal Ca+2 reabsorbsiyonunu
artırır.
- Tiazid diüretikler distal tübülde Ca+2 reabsorbsiyonunu artırdıkları için Ca+2 atılımını azaltırlar.
• Magnezyum, proksimal tübülde %30, henlerin çıkan kolunun kalın kısmında %60 ve distal tübülde %5
reabsorbe olur.
- Henle çıkan kalın koldan Mg+2 ve Ca+2 reabsorbsiyonu için kompetisyona girer, bu yüzden
hiperkalsemi Mg+2 atılımını artırır. Aynı şekilde hipermagnezemi de Ca+2 atılımını artırır.

139
DrTus.com 140
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Glukoz ve aminoasitler
Proksimal tüplerden sekonder aktif transportla
• Üre= pasif difuzyonla geri emilir.

Böbrek klirens testleri


Herhangi bir plazma maddesinin klirensi deyince “bir dakikada idrarla çıkarılan o madde miktarını içeren
santimetre küp cinsinden plazma volümü” anlaşılır. Başka bir deyimle bir dakikada o maddeden
temizlenen plazma miktarıdır.
C= (U x V) / P
U: Maddenin idrar konsantrasyonu
V: Günlük idrar volümü
P: Maddenin plazma konsantrasyonu
İnülin bir boya maddesidir. Fakat vücuda toksik değildir, vücutta metabolize olmaz, proteinlerle yada
başka yapılara bağlanmaz, glomerüler filtrasyonla serbestçe ultrafiltrasyona uğradığı halde tübüler işleme
(reabsorbisyon ve sekresyon) uğramaz. Bu özelliklerinden dolayı inülin klirensi glomerüler filtrasyona
eşittir.
İnülin klirensi bu nedenle glomerüler filtrasyonu (125 cc/dk) gösterir. Ancak inülin barsak yolundan
emilmediği için sadece intravenöz yolla hastaya verilebilir. Bu nedenle kullanımı pratik değildir.
Laboratuvarda böbrek fonksiyonu değerlendirmek için daha pratik olan kreatinin kullanılır. Kreatinin,
kasta bulunan kreatinden spontan olarak oluşan bir maddedir. 125 cc/dk glomerüler filtrasyona uğrar.
Ayrıca 10-20 cc/dk distal tübülden sekrete edilir. Bu nedenle kreatinin klirensi inülin klirensinden
büyüktür.
Diodrast ve PAH klirensleride böbrak plazma ve kan akımını gösterirler. PAH hem tam olarak
glomeruler filtrasyona uğrar. Hem de tam olarak tüplere sekrete edildiği için, PAH klirensi renal plazma
akımını gösterir.

140
DrTus.com 141
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

TUBÜLER FİZYOLOJİ VE FİZYOPATOLOJİ

Böbrek dakikada kardiyak debinin yüzde 25’ini almaktadır. Bu yaklaşık olarak 1250 cc’ye tekabül eder, 1250 cc’nin
bizi ilgilendiren kısmı plazmadır. Bilindiği gibi kan volumünün % 60’ ını plazma oluşturmaktadır. 1250 x % 60 = 750
cc.
Dakikada böbreğe gelen plazma miktarı 750 cc’dir. 750 cc’nin 5 te 1 i glomerüler bazal membranı geçer. Sonuç
olarak dakikada oluşan filtrat 120-150 cc’dir. (GFR)

PROKSİMAL TUBÜL
Bowman kapsülüne gelen idrar buradan proximal tubullere geçer. Burada sodyum, glikoz, fosfat, aminoasitler,
bikarbonat emilime uğrar. Glikoz ve aminoasitlerin emilimi sodyum bağımlı kotransportla olmaktadır. Potasyum
ise aktif olarak emilmektedir.
Proksimal tubülün tüm işlevlerinin bozulduğu hastalık Fanconi sendromudur. Bu hastalarda aminoasitüri,
bikarbonatüri, fosfatüri, glikozüri bulunmaktadır. Hastalar yoğun bikarbonat kaybı yaşadıklarından metabolik
asidozları mevcuttur. Ayrıca bikarbonat kaybı olması nedeniyle filtrattan kana klor geçişi olmaktadır.
Distal tubule yoğun olarak bikarbonat ulaşması nedeniyle distal tubullerin lümen içi elektronegatifliği artar.
Sonuç olarak hastalarda distal tubül lümenine yoğun potasyum kaybı oluşur. Proksimal RTA (Fanconi)’lı
hastalarda distal tubul fonksiyonu normal olması nedeniyle zaman içinde distal tubullerden hidrojen atılımı
arttırılır. Böylelikle asidoz ılımlı olarak hafifletilir. İdrarda ılımlı nötr (5,5-6) olmaya başlar.
Proximal RTA‘lı hastada kaz gazı hiperkloremik, hipopotasemik, metabolik asidozdur. (Anyon Gap
normal)
Bikarbonat emilimi şöyle gerçekleşir: Proximal tubul hücresinde CO2 ve H2O birleşerek H2CO3 oluşur. Daha
sonra H2CO3, H+ ve HCO3‘ iyonize olur. Bundan sonraki aşamada H+ iyonu proximal epitel hücresinin
yüzeyinde bulunan sodyum-hidrojen kotransporteri ile sodyum içeri alınırken hidrojen iyonu dışarı atılmış olur.
Tubül lümeni içerisinde hidrojen bikarbonatı bağlar ve karbonik asit oluşur. Karbonik asit suya ve karbondioksite
dönüşür. Karbondioksit gazı membranlardan çok kolay geçebilen bir gaz olduğu için tubül hücresine difüze
olmaktadır. Sonuç olarak bikarbonat emilmiş olur.
Karbonik anhidraz konjenital eksikliğinde (Proksimal RTA) ve asetozolamid alımında bikarbonat emilimi
olmaz.
Proksimal tüpte, glikoz emilimi sodyuma bağlı olmaktadır. Emilen glikoz GLUT 2 aracılığıyla tubül hücresinin
bazal membranından kana geçmektedir. Florizin maddesi glikozla yarışmaya girerek emilimini engeller.
Amonyak tampon Mekanizması: Glutamin aminoasiti glutamat ve NH3 ‘e parçalanır. NH3, hidrojen iyonu ile
birleşerek NH4+ oluşturulur. Bu sentez henlenin inen kolu hariç diğer tüm tübüllerde yapılır. Sentezin çoğu
proksimal tübülde olur. NH4+ iyonu lümeni sekrete edilir. Böylelikle asit yük atılmış olur.
Proksimal tübülde ayrıca anjiotensin 2’ye bağımlı olarak sodyum emilimi olmaktadır. Proksimal tübülde sodyum
geri emilimi bloke eden hormon dopamindir. Dopamin bu nedenle natriüretik etki oluşturur.
Proximal tubülde elementlerle beraber su da emildiği için, idrar ozmolaritesi değişmez yani 280-285 mosm/ L
(izoosmotik) olarak kalır.

141
DrTus.com 142
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

142
DrTus.com 143
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

HENLE KULPU İNEN İNCE KISMI


Daha sonra filtrat henle kulpunun inen kısmına gelir. Burada sadece su emilimi yapılmaktadır. Bu kısmın iyon
geçirgenliği yoktur. Su emildiği için idrar bu kısımda konsantre olur. Henle kulpunun inen suyun emilmesi için
tubül çevresindeki (medulla) sıvıların hipertonik olması gerekmektedir. Hipertonisiteyi sağlayan etmenler üre
ve vaza rekta, çıkan henle kulpundan Na, K, Cl emilimidir. Vaza rekta efferent arteriolün özel adıdır.
Hipertonisitenin sağlanmasında görevli üre toplayıcı tubüllerden ADH (Antidiüretik hormon) etkisiyle
aquaporine 3 aracılıklı intersiyel sıvıya dahil edilmektedir.

HENLE KULPU ÇIKAN KALIN KISMI

143
DrTus.com 144
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Çıkan henle kulpunda sodyum – potasyum – klor pompası bulunmaktadır.

Tubülün bu kısmında yanlızca iyon emilimi olmakta, su emilimi olmamaktadır. Bu nedenle henle kulpunun çıkan
kısmından yukarı çıkıldıkça filtrat osmolaritesi azalmaktadır. Na-K-2Cl pompası tubulün bu kısmındadır.
Loop diüretiklerinin etki ettiği pompa bu pompadır. Tubülün bu kısmında kalsiyumun % 30 - 40’ lık kısmı da
emilmektedir.

Henle kulpunun çıkan kısmında bulunan Na-K-2Cl pompasının genetik olarak bozul olduğu hastalık Bartter
sendromudur. Bartter sendromlu hastalar furosemid almış çocuk gibi düşünülebilir. Bu hastalarda sodyum,
potasyum, klor düşüktür. Hastalarda hipovolemi mevcuttur. Bu nedenle renin-anjiotensin-Aldesteron sistemi
hiperaktiftir. Hastaların renin üretimi yapan organı yani juxtaglomeruler aparati hiperplaziktir.

Hatırlanacağı gibi JGA’den renin salınımı yapılırken, organizma tarafından bunu dengelemek için prostaglandin
yapımıda artar. Bu nedenle Bartter sendromlu hastalarda reaktif olarak PGE ve PGI serisi artmıştır. PG lerin
artması afferent arteriolü daha fazla dilate etmektedir. GFR artmakta diürez daha da artmaktadır. Tedavide
kullanılan endometasine Prostoglandin yapımını bloke etmekte diürezi azaltmaktadır.

Henle kulpunun çıkan kalın kulpunun diğer önemli görevi magnezyum emilimidir (%60). Bu nedenle Loop
diüretikleri magnezyum ve kalsiyumun henle çıkan kalın kısmından geri emilimini önlerler. Bu nedenle
hipomagnezemi-hipokalsemi oluştururlar. Tamm Horsfall proteini de tubülün bu kısmında sentezlenir. Görevi
idrarda antibakteriyel etki sağlamaktadır.

Ayrıca idrarda gördüğümüz hyalen silendirlerin oluşumunda görevlidir. Günlük idrarda atılan proteinlerin %60’ı
Tamm Horsfall proteinidir.

DİSTAL TUBÜL PROKSİMAL KISMI


Bu bölümde sodyum-klor kotransporteri bulunur. Bu bölüm çıkan henle kalın kısmı gibi suya geçirgen değildir.
Distal tubülun bu segmentine bu nedenle kortikal dilüsyon segmenti denir. Tiazid diüretikleri (klortiyazid,
metalazon) Na+-Cl- kotransporterinı inhibe ederek, diüretik etki oluştururlar.

Distal tubülün diğer işlevi kalsiyum metabolizmasının regülasyonudur. Parathormon distal tubüldeki
reseptörlerini etkileyerek kalsiyumun emilimini sağlamaktadır. Tiazid diüretikleri kalsiyum emilimini arttırarak,
hipokalsiüri oluştururlar.

144
DrTus.com 145
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

DİSTAL TUBÜL DİSTAL KISMI VE KOLLEKTÖR TÜPLER


Anatomik ve fonksiyonel olarak distal tubülün distal kısmı ve kollektör tüpler aynı yapıdadır. Tubülün bu
bölümünde sodyum reapsorbsiyonu yaparken ,potasyumu ve hidrojen sekrete edilir. Aynı zamanda
sodyumla beraber su apsorbsiyonu yapılır.

Tubülün bu bölgesinde bulunan hücrelerin, bazal membranında bulunan sodyum potasyum pompası,
aldesteron tarafından hızlandırılır. Böylelikle sodyum emilimi artar. Sodyum emildikçe, potasyum ve hidrojenin
sekresyonu artar. Sodyum reabsorbsiyonu, potasyum tutucu diüretikler (Amilorid ve triamteren) tarafından
inhibe edilir. Sodyum kanalları bloke edilince sodyum absorbe edilemediği için potasyum sekrete edilemez.

Ayrıca böbreğin bu bölgesinde ADH hormonu etki gösterir. ADH hormonu prinsipal hücre üzerinde etki
göstererek, V2 reseptörü üzerinden cAMP miktarını arttırarak, aquaporin 2 aktive eder. Su reabsorbsiyonu
aquaporin üzerinden gerçekleşir. ADH salınımının en önemli uyarını kan ozmolaritesinin artmasıdır.
Ozmolaritede %1’lik bir artış bile hipotalamustaki ozmoreseptörleri aktive ederek ADH salınımını uyarır.

Fosfat Tampon Mekanizması: Bu tüp bölgesinin diğer görevi fosfat tampon sistemi ile, asit yüklerin atılmasıdır.
Bu tüp bölgesi hidrojen sekresyonu yapar. Fosfat iki değerlik alabilen bir iyondur. HPO4(-2), hidrojen iyonu
eklendiğinde HPO4 (-1) e dönüşmektedir. Böylece idrardaki asit yükler atılmış olmaktadır. (Fosfat tamponu) Bu
sistem idrarda oldukça etkilidir. Bu yolla protein metabolizması ile oluşan fosforik ve sülfürik asit idrarla
atılabilir.
Distal tubullerin fonsiyon bozukluğu olan Distal tubüller asidozda, hidrojenin atılımı bozuktur. Kan tablosu
proximal asidozdaki gibidir. Distal RTA da hidrojen atılımı olmadığı için asidoz proximal RTA ya göre daha
derindir. Distal RTA’lı çocuklarda uzun süren asidoz nedeniyle kemiklerde kalsiyum kaybı ve buna bağlı
şiddedli osteomalazi olur. Kemiklerden çıkan kalsiyum böbrekte birikerek nefrokalsinozis ve
nefrolitiazis oluşturabilir.

Lityum, adenilaz siklazın kofaktörü olan magnezyumun bağlanma bölgesine geçer. Bu nedenle
adenilaz siklazı inhibe eder. ADH, böbrekte cAMP üzerinden su tutturur. Buna bağlı olarak
lityum kullananlarda nefrojenik diyabetez insipitus oluşur.

145
DrTus.com 146
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

146
DrTus.com 147
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

ASİT-BAZ DENGESİ
Henderson-Hasselbach Denklemi:

Tamponlar: Karbonat, fosfat, protein, hemoglobin’dir. Tampon sistemlerin görevi


organizmada meydana gelen asit veya baz değişikliklerini minumuma indirip, organizmayı fizyolojik pH içinde tutmaya
çalışmaktır. Organizmada en önemli ve en büyük tampon sistemi plazmada buluna HCO3 tamponudur. İdrarda
bulunan tampon sistemi ise fosfat tampon sistemidir. Eritrositte bulunan tampon ise hemoglobindir.
Solunumsal asidoz ve alkalozda bozuk veya uygunsuz çalışan organ akciğerdir. Bu nedenle kompansasyonu böbrek
üstlenir. Metabolik asidoz ve alkalozda bozuk veya uygunsuz çalışan organ böbreklerdir. Bu nedenle kompansayonu
akciğer yapmaya çalışır. Örnek verilirse metabolik asidozda asit yükü azaltmak için Pco2 kanda azaltılmaya
(hiperventilasyon) çalışılır. Respiratuar alkolazda ise alkali yükü azaltmak için böbrekten HCO3- atılımı artar.

ARTERYEL KAN GAZLARI

147
DrTus.com 148
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

pH: Normal kan pH’ı 7.38-7.42 arasıdır. Kan pH’ının 7.34’ten küçük olması dekompanse asidoz, 7.35-7.39
arasında olması kompanse asidoz, 7.41-7.45 arasında olması kompanse alkaloz ve 7.46’dan büyük olması
dekompanse alkalozu gösterir.
pO2: Normalde arteryel kanda 95-100 mm Hg, venöz kanda 40 mm Hg
pCO2: Normalde arteryel kanda 40 mm Hg, venöz kanda 46.5 mm Hg
HCO3: Bikarbonat Normalde 22-26 mEq/L dir.

METABOLİK ASİDOZ
Plazma bikarbonat düzeyindeki azalma ile birlikte hidrojen iyonu artışı ve pH düşüklüğü kriterleriyle belirlenen
durumdur.
Sebepler: ABY, KBY, ishal, pankreas ve safra fistülleri, kusma, diabetes mellitus, hipoksi (KKY, anemi, sepsis),
karaciğer yetmezliği, masif kan transfüzyonları, ilaçlar (karbonik anhidraz inhibitörleri, yüksek doz ASA)
Organizmada tüm sıvı bölüklerinde (plazma, stoplazma, BOS vb) katyon miktarı anyon miktarına eşittir.
Yani net yük sıfırdır. Plazmada bulunan katyonlar sodyum, potasyum, magnezyum, kalsiyumdur. Plazmada
bulunan anyonlar ise klor, bikarbonat, sülfat, fosfat,sitrat, amino asit …..vb. dir. Görüldüğü gibi bir çok anyonun
biyokimyasal olarak ölçümü mümkün değildir. Bu nedenle katyonlarda, ölçülebilen anyonlar çıkarıldığında anyon
açığı (gap) denen ölçülemeyen anyonları temsil eden bir değerle karşılaşılır.
Anyon gap= Na+ - ([HC03-] + [Cl] formülü ile hesaplanır.
Anyon açığı normal olanlar: HCO3- kaybı ile karakterizedirler. Bikarbonat kaybedildiği zaman eksi değerlikli
iyon kaybedilmesi nedeniyle, yükü korumak için klor geri emilir, böylelikle plazmadaki klor artar. Bu nedenle
anyon gap normal kalır. İshal, proksimal RTA, distal RTA, bikarbonatsız sıvılarla volüm replasmanı anyon
açığı normal metabolik asidoz oluştururlar.
Anyon açığı artmış olanlar: Bu durumda organizmaya laktat, ketoasidler, üremik asidler gibi dışarıdan
organizmaya fizyolojik olmayan ölçülemeyen asit yüklerin girişi söz konusudur. Şok, DM, alkol intoksikasyonu,
üremi, metanol, aspirin, etilen glikol artmış anyon açıklı metabolik asidoz sebepleridir.
Metabolik asidozda bulgular: Myokard depresyonu, aritmiler, periferik vazodilatasyon, santral sinir sistemi
baskılanması, serum potasyumunda artma, takipne, Kussmaul tipi solunum.

Tedavi
• Birincil nedenin ortadan kaldırılması
• Asidozun tamponlanması: Genelde dekompanse asidoz tamponlanır, pH<7.20.
• Sıvı ve elektrolit tedavisi

METABOLİK ALKALOZ
Vücutta baz fazlalığı (bikarbonat>26 mEq/lt) veya hidrojen iyonu kaybına bağlı olarak pH değerinin
yükselmesi durumudur.

Sebepler
Kusma, gastrik drenaj, alkali maddelerin kullanımı, steroidler ve diüretikler, uzamış hiperkalsemi.

Bulgular
• Artmış SSS duyarlılığı, tetani

Tedavi:
Birincil nedenin ortadan kaldırılması
• Klorür defisitinin yerine konması
• Sıvı ve elektrolit tedavisi
• Amonyum klorür IV veya hidroklorik asid oral veya IV verilebilir.

RESPİRATUAR ASİDOZ

148
DrTus.com 149
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Plazma karbondioksit seviyelerinde artış sonucu gelişir, CO2 üretimi artmış veya atılımı azalmıştır.

Sebepler:
Temel neden alveolar ventilasyonda azalmadır. Akciğer ödemi, bronş obstrüksiyonu, atelektazi,
pnömotoraks, hemotoraks, nöromüsküler bozukluklar, solunum merkezi depresyonu, aşırı abdominal
distansiyon, amfizem, bronşektazi, astım, KOAH.

Tedavi:
• Birincil nedenin ortadan kaldırılması
• Oksijen verilmesi

RESPİRATUAR ALKALOZ
En az rastlanan asit-baz dengesi bozukluğudur. Alveolar ventilasyonun artması ve sonuçta karbondioksit
seviyelerinin düşmesi ile karakterizedir.

Sebepler:
Anksiyete, ensefalit, beyin tümörleri, salisilat zehirlenmesi, pulmoner emboli, mekanik ventilasyon.

Tedavi:
Birincil nedenin ortadan kaldırılması, dakikalık ventilasyonun azaltılması. Anksiyetede torbaya solutma
yapılabilir.

SANTRAL SİNİR SİSTEMİ FİZYOLOJİSİ

SSS’deki nöromediyatörler kimyasal yapılarına göre sınıflandırılırlar:

TABLO: NÖROTRAMİTTERLER
Amin yapılı nörotramitterler • Dopamin
• Noradrenalin/adrenalin
• Serotonin
• Ach
• Histamin
Aminoasit yapılı nörotramitterler • GABA
• Glisin
• Glutamat
• Aspartat

149
DrTus.com 150
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Peptit yapılı nörotramitterler Hipotalamohipofizer hormonlar:


• ADH
• Oksitosi
• ACTH
• GH
• TRH
• GnRH
Endojen opioid hormonlar:
• Enkefalin, Endorfin, Dinorfin
Taşikininler:
• SP, CGRP, Nörokinin A, Nöropeptit Y
Barsak hormonları:
• VIP, Kolesistokinin, Gastrin, İnsülin
• Somatostatin
Nükleotit yapılı nörotramitterler • ATP
• Adenozin
Yağ asidi türevi nörotramitterler • Anandamid (araşidonik asit türevi)

NOREPİNEFRİN, EPİNEFRİN VE DOPAMİN

NORADRENALİN
SSS’de noradrenerjik nöronların büyük kısmı 4. ventrikül tabanında bulunan Locus Ceruleus (LC)’da
bulunmaktadır.
α ve β reseptörler, her ikiside SSS’de bulunur. Her ikisinin en yoğun bulunduğu yer genel olarak hipotalamustur.
SSS’de bu sistemin aktivasyonu; dikkat kesilme, korku ve alarm durumu ile kendini belli eden panik reaksiyonuna
yol açar. Ayrıca anksiyete ve tremor oluşturur. Buna karşılık bu sistemin etkinliğinin azalması depresyon
gelişiminde rol oynamaktadır.
• Noradrenerjik nöronların nörohormonal etkileri bulunmaktadır. Katekolaminler, GnRH ve ACTH salınımını
arttırır.
• SSS’de noradrenalinin major metaboliti MHPG (3-metoksi-4-hidroksifenilglikol)’dir.

DOPAMİN
• Dopaminerjik nöronların çıkış kaynağı Mezensefalonda substansia nigradır.
• Ayrıca hipotalamustan salınır ve prolaktin sekresyonunu inhibe eder.
• Tirozin amonoasidinden yapılır. Presinaptik geri alım mekanizması ile sinapstan geri alındığı gibi, MAO ve
COMT ile metabolize edilebilir. Yıkılım ürünü HVA (Homovanilik asit)
• D1 ve D5 reseptörleri Gs proteini yardımıyla adenilat siklazı aktive ederler.
• D2, D3, D4 reseptörleri Gi proteini ile adenilat siklazı inhibe ederler.

150
DrTus.com 151
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

D1 reseptörü
En çok nigrostriatal yolakta bulunur. Lokomotor sistemle ilgili hareketlerin başlatılmasında rol oynar.

D2 reseptörü
Striatumda ve mezolimbik yollarda bulunan ana dopaminerjik reseptördür. Ekstrapiramidal sistemle ilgili
motor etkilerde rol oynar. Otoreseptördür.

D3 reseptörü
Daha çok limbik sistemde yerleşmiştir. Emosyonel ve kognitif süreçlerde önemli rol oynarlar. Dopamin deney
hayvanlarında seksüel aktiviteyi arttırır. Kur davranışı oluşturur.

D4 reseptörü
Şizofren hastalarda genetik olarak sayıları artmıştır.

SEROTONİN
• Beyin sapında (4. ventrikül tabanındaki raphe nukleusu), trombositlerde, gastrointestinal kanalın miyenterik
pleksusu ve enterokromaffin hücrelerde yüksek konsantrasyonlarda bulunur.
• Metaboliti 5-hidroksi indol asetik asit (5 HIAA)’dır.
• Triptofandan oluşur. Pineal bezde melatonine çevrilir.

151
DrTus.com 152
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Çıkan yolak (Nükleus rafeden beyne giden yol)


• Uyku, uyanıklık siklusundan sorumludur. Non-rem uykusundan sorumlu nörotransmitterdir.
• Normal davranış kalıbının sürdürülmesi,
• Sıcaklık regülasyonu, kan basıncı regülasyonu,
• Beslenme davranışının düzenlenmesinde (iştahı azaltır). Seratonin anorgazmi oluşturur. Bu nedenle
antiseratonerjikler deney hayvanlarında orgazmı kolaylaştırır.
• Hormonal düzenleme: ACTH ve PRL salınımını arttırırken, GnRH salınımını ise inhibe eder.
• Seratonin azlığında depresyon, anksiyete oluşmaktadır. Seratonin salınımı azaltılmış olan deney hayvanları
huysuz, saldırgan, endişeli olurlar.

İnen yolak (Nükleus rafeden beyin sapına giden yol)


Ağrı duyusunun santrale iletiminde rol oynar. Seratonin ağrının santral sinir sistemine geçmesini bloke eder.
Seratonin reseptörleri:
• 5-HT1A: Anksiyolitik etki gösterir. Agonisti Buspiron’dur
• 5-HT1B: Presinaptik reseptördür.
• 5-HT1D: Migren patogenezinde rol oynar. Beyindeki A-V şantları kapatmaktadır. Aganosti
sumatriptan’dır.
• 5-HT2: Exitatör niteliktedir. Davranış üzerine olan etkilerde rol oynar. GIS’de (2A-B) kasılma,
vazokonstrüksiyon ve agregasyon oluşturur.
• 5-HT3: Solunumu ve bulantı-kusma merkezini stimüle eder. Ayrıca periferal otonom sistemde de
bulunmaktadır. Antagonisti ondansetron’dur.
• 5-HT4: Özellikle GIS’de miyenterik pleksuslarda bulunur. 5-HT4 agonistleri intestinal peristaltizmi arttırırlar
(agonistik ilaçlar tegaserot ve sisaprid’tir).
• 5-HT 6 ve 5-HT 7 reseptörleri limbik sistemde geniş olarak dağılmıştır.

5-HT1 : Gi proteini ile kenetli reseptör tipidir.


5-HT2 : Gq
5-HT3 : İyon kanalı
5-HT4 : Gs

HİSTAMİN
• Histidinden oluşur. Histaminerjik nöronların gövdeleri arka hipotalamusun tuberomamiller çekirdeğindedir. Bu
aksonlar korteks ve medulla spinalis dahil tüm MSS ye yansırlar. H1, H2, H3 reseptörleri bulunur. H1
reseptörleri Fosfolipaz C’yi etkinleştirirken, H2 reseptörleri c-AMP derişimini arttırırlar. Histamin beyinde
uyanıklık, cinsel davranış, kan basınıcının düzenlenmesi, su içme ve ağrı eşiğiyle ilşkilidir.
• MAO ve DAO (Diamino oksidaz) tarafından imidazol asetik asit ve metilimidazol asetik aside yıkılır.

GABA
• İnhibitör nörotransmiterdir.

152
DrTus.com 153
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Glutamat dekarboksilaz ile glutamattan sentezlenir.


• Üç tip GABA reseptörü vardır. (GABA-A, B, C)
• GABA A ve B reseptörleri santral sinir sisteminde bulunurken, GABA C reseptörleri retinada bulunmaktadır.
• GABA C reseptörü Cl- iletimini arttırır.
• GABA-A reseptörü Cl- iletimini artırır ve Benzodiazepinler ve barbitüratların etki yeridir. Ayrıca steroid
hormonlardan progesteron ve deoksikortikosteron (DOC), GABA A reseptörü üzerinden sedatif ve analjezik
etki gösterir.

GLUTAMAT
• Beyinde en yaygın bulunan eksitatör nörotransmitterdir.
• Glutamat reseptörleri 2 tiptir:
1. Metabolik tipte olanlar G proteine ile bağlantılı olup IP3 ve DAG seviyelerini yükseltir yada hücre içi
cAMP seviyesini düşüren serpantin reseptörleridir.
2. İyonotropik tipte olanlar ise; AMPA-K (Kainate) ve NMDA reseptörleridir.

NMDA
Na-K-Ca kanal tipi reseptördür. Serebral iskemi sırasında aşırı glutamat salınımı ve bu reseptörün
aktivasyonu olmaktadır. Bu reseptörlerin aktivasyonu ile nöron içine aşırı Ca girer ve böylelikle iskemiye bağlı
nekroz gelişmektedir. Ayrıca hipokampusta yüksek miktarda NMDA reseptörü vardır. Bu lokalizasyonlu
reseptörlerin LTP (Uzun dönemli potansiyalizasyon) den sorumlu olduğu bilinmektedir. LTP uzun sürteli bellek
ve öğrenme mekanizmalarından sorumludur.
AMPA-K (Kainate) reseptörü Na+ ve K+ için iyon kanalıdır.

153
DrTus.com 154
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

GLİSİN
• Primer olarak spinal kord ve beyin sapında bulunan inhibitör nörotransmiterdir.
• Cl- iletimini artırır. Strikinin bu kanalı kapatan zehiridir. Strikinin verilen deney hayvanlarında medulla spinalis
düzeyinde inhibisyon oratadan kalktığı için çırpınma ve kas aşırı etkinliği oluşur.

Glisin beyinde NMDA reseptörünün bir parçasını oluşturması nedeniyle eksitatör nörotransmiter
özelliği taşır.

P MADDESİ VE DİĞER TAKİNİNLER


• P maddesi barsakta, değişik periferik sinirlerde ve merkezi sinir sisteminin bir çok kısmında bulunur. 11
aminoasitten oluşmuş bir polipeptiddir. P maddesi reseptörü Gq proteinine bağlıdır. Muhtemelen yavaş ağrı
yolaklarındaki ilk sinapsın mediatörüdür. Ayrıca akson refleksinden sorumlu sinir liflerinden salınan
mediatördür. Deri içine zerk edildiğnde kızarma ve şişmeye neden olur.

OPİOİD PEPTİDLER
• Beyin ve gastrointestinal kanal morfin bağlayan reseptörler içerir.

TABLO: OPİAT RESEPTÖRLERİ


Mü • Morfin Analjezi, sedasyon, öfori, prolaktin ve GH salgılamasında artma, Konstipasyon, miyozis
• Enkefalin • Endorfin

Delta Enkefalinler Heyecan ve duygulanımla ilgili ruhsal olaylar da rol oynar (limbik sistemde yaygındır).

Kappa Dinorfinler Analjezi, diürezis, sedasyon, myozis, disfori

Sigma Morfin Halüsinasyonlar ve genel olarak psikomimetik etkiler

154
DrTus.com 155
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Epsilon β-endorfin Bilinmiyor”

PÜRİN VE PİRİMİDİNLER
• ATP: 4 tane reseptörü bulunur. Bu pürinerjik reseptörler P2Y, P2U (Gq proteine bağlı), P2X, P2Z (iyon kanalı)
olarak adlandırılır. Bu reseptörler spinal ganglion ve trigeminal ganglionda bulunurlar. (Duysal iletide rol
oynaması muhtemeldir)
• Üridin
• Adenozin: Adenozin genel bir MSS deprasanı olarak etki gösterir. Tüm Adenozin reseptörleri (A1-A2A-A2B-
A3) G proteinine bağlı reseptörlerdir. Çay, kahvedeki teofilin ve kafein etkilerini adenozin reseptörlerini bloke
ederek gösterir. Bu kaynak drtus.com’da yayınlanmaktadır.

KANABİNOİDLER
• Mariyuana, esrar bağlayan reseptörler
• Endojen ligand: Anandamid (araşidonik asid derivesi)
• Öfori, sükunet, uyku hali, analjezi oluşturur.

155
DrTus.com 156
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

MERKEZİ SİNİR SİSTEMİ

OMURİLİK
Beyinden perifere ve periferden beyne uyarıların geçişini sağlayan özelleşmiş yapıdır. Yapısında afferent nöron -
gama motor nöron aksonları, motor nöronlar ve inhibitör nöronlar bulunur. Motor nöronlar motor üniteleri
oluştururlar.
Bir motor nöron uyarıldığında bu motor nöronun inerve ettiği tüm kas lifleri yani motor ünite faaliyete başlar.
Önce küçük motor üniteler harekete geçer. Büyük kuvvetler için büyük motor üniteler, süreklilik isteyen işler için
yorulmaya dirençli liflerden oluşan motor üniteler çalıştırılır.

BEYİN SAPI
Beyin sapı; mezensefalon, pons ve bulbus’tan oluşur. Vazomotor merkez, solunum merkezi, uyku-uyanıklık,
denge gibi birçok fonksiyonda rol alır. Beyin sapı refleks, iletim olaylarında da görev alır. Kraniyal sinirler bu
bölümden çıkan sinirlerdir.
Retiküler formasyon ve vestibüler sistemde beyin sapındadır.
Retiküler formasyon: Beyin ve periferle birçok bağlantısı olan bir sistemdir. Tonus düzenlenmesi, durum ve
dengenin kontrolü, stereotipik davranışlarda görev alır. Bulboretiküler fasilitör alan antigravite kaslarında tonus
artışı yapar. Bulboretiküler inhibitör alan tonusu azaltır. Bu iki sistem beraber çalışarak tonusu düzenlemede rol
alır.
Retikular Aktive Edici Sistem: Beyin sapında bulunan bu sistem bütün duyu organlarından (Göz, yüzeyel duyu,
ağrı), ve bazal ganglionlardan veri almaktadır. Kolinerjik ve adrenerjik ağırlıklı nöronların bulunduğu retikular
aktive edici sistem RAS, talamusa, limbik sisteme, hipotalamusa ve kortese projeksiyonlar göndermektedir. Bu
projeksiyonlar uyanıklık, dikkat ve bilinçten sorumludur.

156
DrTus.com 157
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

VESTİBÜLER SİSTEM

Denge oluşumunda en önemli sistemlerden biridir. Başın uzaydaki konumunun belirlenmesi, göz-ekstremitelerin-
vücudun pozisyon ve durumuna göre ayarlanması gibi görevleri vardır. Temporalin piramidal parçasında bulunan üç
yarım daire kanalı, bir Utriculus, bir sacculus ile bu yapılar arasındaki bazı kanallardan oluşmuştur.
Yarım daire kanalları superior, lateral ve posterior olarak birbirine dik üç tanedir. Bunların utriculus’a açılan kısmında
ampulla denen yapı vardır. Ampulladaki krista üzerinde reseptör hücreler olan tüylü hücreler vardır. Tüylü hücrelerden
biri diğerlerine göre uzundur buna kinosilyum denir. Diğerlerine de sterosilya denir. Silli hücreler cupula denen
glikoprotein yapısında jelatinöz yapı ile örtülüdür.
Yarım daire kanalları başın açısal ivmelenmesini algılarlar. Baş açısal olarak ivmelenince eylemsizlikle, sillerde
eğilmeye yol açar. Sterosilya kinosilyuma yaklaşırsa, kinosilyadaki potasyum kanalı açılarak depolarizasyon olur.
Uzaklaşırsa hiperpolarizasyon olur.

157
DrTus.com 158
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Baş durunca eylemsizlik bu defa ters yönde olur ve başlangıçta oluşan uyarının tam tersi oluşur. Cupulanın ampullaya
doğru ilerlemesi sillerde eğilme ile silli hücrede depolarizasyon, tersine ilerlemesi hiperpolarizasyona neden olur.
Bir taraftaki yarım daire kanalı depolarize olurken diğer taraftaki hiperpolarize olur. Yani karşı taraftaki tersine uyarı
yapar. Yarım daire kanallarından çıkan uyarılar vestibüler gangliondan sonra vestibüler sinirle superior ve medial
vestibüler çekirdeklere gönderilir. Yarım daire kanalları otonom cevaplara da neden olabilir. (Tansiyon düşmesi vs.)

UTRİCULUS VE SACCULUS
Başın linear ivmelenmesini algılarlar. Ayrıca başın dengede kalmasından sorumludur. Utriculus reseptörleri
horizontal harekete yani ön-arka, sağ-sol harekete duyarlıdır. Sacculus reseptörleri ise vertikal harekete

158
DrTus.com 159
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

duyarlıdır.
Utriculus ve sacculus reseptör hücreleri macula denen yapı üstündedir. Bu reseptör hücreleride tüylüdür. Bunların
silleri otokonia denen kalsiyum karbonattan zengin jelatinöz yapıya gömülmüştür. Utriculus ve sacculustan çıkan
uyarı vestibüler ganglionda sinaps yaptıktan sonra lateral vestibüler çekirdeğe gider.
Baş harekete geçince maküladaki tüylü hücrelerin kinosilyumları farklı düzlemlerde olduğundan bazı hücreler
uyarılır bazıları da inhibe olur.

VESTİBÜLER ÇEKİRDEKLER
Hem alfa hem gama motor nöronları etkiler. Özellikle de alfa motor nöronu etkiler. Vestibuler çekirdeklere beyin

159
DrTus.com 160
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

ve beyincikten inhibitör uyarı gelir. Vestibuler sistem özellikle anti-gravite görev yapan, ekstansör kaslara uyarı
göndermektedir. Bu nedenle vestibüler çekirdekler üzerine olan bu uyarı kalkarsa deserebrasyon katılığı oluşur.
Bu durum kedi ve köpeklerde vestibuler çekirdeklerin üzerinden yapılan beyin sapı kesisi ile
oluşturulabilir.
Desebrasyon katılığı 4 ayaklı hayvanlarda ön ve arka ayaklarda hiperekstansiyon. İnsanda ise üst ve alt
ekstremitede hiperekstansiyon şeklinde oluşur.

Nistagmus
Vestibüler bir reflekstir. Yarım daire kanallarından gelen uyarılarla oluşturulur. Gözün bakış noktasını
foveadan kaçırmamak için yaptığı hareketlerdir. Vestibüler reseptörler zedelenirse nistagmus
oluşmaz. Vestibüler yoldaki zedelenme spontan nistagmusa neden olur. Nistagmusun yönü nistagmusdaki
hızlı hareketin yönü ile belirlenir. Nistagmus vestibüler bir reflekstir. Baş döndükten sonra durunca
postrotatuar nistagmus oluşur. Bunun yönü başın dönüş yönünün yani nistagmusun tam tersi yöndür.

Dekortikasyon rijiditesi
Kasa giden gama efferent deşarjı üzerine korteksten gelen inhibitör bir tonus bulunmaktadır. Korteks lezyonu
yapılmış (dekortike) hayvanlarda orta derecede bir rijidite oluşur. İnsanda aynı durum özellikle kapsula
interna lokalizasyonlu kanamalar sunucu oluşabilmektedir. Dekortikasyon rijiditesi etkilenen tarafın karşı
tarafında üst ekstremitede fleksiyon, alt ekstremitede ise ekstansiyon hali olarak kendini gösterir.

Beyin sapından kaynaklanan refleksler


Yutma, kusma, emme, çiğneme, salya salınımı, öksürme, pupilla, lakrimal, göz kırpma, aksırma ve bağırma
refleksleridir.

160
DrTus.com 161
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

HİPOTALAMUS ÇEKİRDEKLERİ VE FONKSİYONLARI

Posterier hipotalamus: Kan basıncının artması, pupiller dilatasyon, titreme, vücut sıcaklığında artma (Sempatik
alan)
Anterior hipotalamus: Miyozis, terleme, vucut sıcaklığında azalma (parasempatik alan)
Dorsomedial çekirdek: Gastrointestinal uyarma
Perifornikal çekirdek: Acıkma, kan basıncının artması, hiddet
Ventromedial çekirdek: Doyma, nöroendokrin kontrol
Mamiller cisim: Beslenme refleksleri (Tiamin eksikliğinde dejenerasyona uğrar)
Lateral hipotalamik alan: Susama ve acıkma
Paraventriküler alan: Oksitosin salgılanması, su tutulması
Medial preoptik alan: İdrar kesesinin kasılması, kalp hızının azalması, kan basıncının düşmesi
Supraoptik çekirdek: Vasopressin salgılanması
Suprakiazmatik Çekirdek: Diürnal ritmden sorumludur (Uyku, sabah kortizonun yükselmesi, tansiyon, vücut sıcaklığı
ritmi)

161
DrTus.com 162
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

YEME DAVRANIŞI
Yeme davranışı hipotalamusun lateral ve ventromedial çekirdekler tarafından kontrol edilmektedir. Yağ
dokusundaki hücrelerin ürünü olan leptin (ob/ob geni) hipotalamustaki NPY’yi baskılayarak iştah kesici özellik
göstermektedir. NPY hipotalamusta güçlü oroksojen (yeme davranışını uyarıcı) etki oluşturur.
Hipotalamusta NPY (nöropeptid-Y) den başka; Beta-endorfin, Galanin, GHRH, Orexin A/B, Ghrelin iştah açacı
etki oluşturur. Bombesin, leptin, CCK, Glukagon, Nototensin, Oksitosin, Peptid YY, Somatostatin, alfa-MSH ise
iştah kesici etkinliğe sahiptirler.

SU İÇME DAVRANIŞI
Su içme vazopressin (ADH) salgılanmasına çok benzer bir şekilde plazma ozmolaritesi ve ekstraselüer sıvı hacmi
tarafından düzenlenir. Hipovolemi durumunda renin-anjiotensin mekanizması uyarılır. Anjiotensin II OVLT (organum
vaskulozum lamina terminalis) ve subfornikal organa etki yapıp susama oluşturur. Ayrıca artan serum osmolaritesi,
osmoreseptörler tarafından algılanıp susama oluşturur.

162
DrTus.com 163
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

ATEŞ
İnflamasyon, endotoksin gibi uyaranlar sonucunda monosit, makrofaj ve kuppfer hücrelerinden Endojen pirojenler
denilen (IL-1, IL-6, INF-Beta, INF-gama, TNF-alfa) sitokinler yapılmaktadır. Bu sitokinler kan beyin bariyeri olmayan
beyin bölgelerinden (OVLT) etki ederek, hipotalamuste preoptik sahayı uyarırlar. Bu sahada PGE aracılıklı termostat
daha yüksek bir sıcaklığa ayarlanır. Sonuç olarak üşüme, titreme ile ateş yükselir. Bunun yanında MSH ve ADH güçlü
anti-pirojen aktivite gösterirler.

EPİTALAMUS

Diensefalonun üst parçasıdır. Corpus pineale (epifiz), trigonum habenuale, striae medullares, commissura
habenulumdan oluşur. Corpus pineale (epifiz), iki colliculus superior arasında bulunur. Erişkin insanda acervulus
cerebri (beyin kumu) (Hidroksi Apatit Kristalleri) adı verilen cisimler görülür. Epifizin tüm hormonları inhibe edici
etkisi vardır.
Epifiz hormonu Melatonindir. Melatonin serotoninden N-asetillenme ve O-metilasyon ile sentezlenir. Salınımın
kontrolü diürnal ritm ile ayarlanmaktadır. Pineal bez sempatik inervasyon içerir. Retinada göze gelen ışığın açısına
hassas olan melanopsin içeren fotoreseptörler bulunur. Bunlardan çıkan uyarılar diürnal ritm regulatuar merkez olan
suprakiazmatik çekirdeğe uğrarlar. Pineal glandta suprakiazmatik çekirdek tarafından regüle edilen lokus seruleusla
bağlantılıdır.
Karanlıkta sempatik liflerle gelen noradrenalin deşarjı artar. Noradrenalin Pineal glanddaki Beta Adrenerjik
Reseptörlere bağlanarak melatonin salınımını arttırır. Melatonin karanlıkta salınan bir hormondur. Işıkta salınımı
durur. Melatonin memelilerde mevsimsel diurnal (bahar aylarındaki canlılık) ritimden sorumludur. (Üniversitedeki
bahar şenlikleri).

163
DrTus.com 164
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

164
DrTus.com 165
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

BAZAL GANGLİONLAR

Bazal ganglionlar özellikle ritmik hareketin (el yazısı gibi) yapılmasından sorumludurlar. Nükleus kaudatus,
putamen, globus pallidus, nükleus subtalamikus ve substantia nigra ve amigdaladan oluşur. Bazal
ganglionlarana fonksiyonu talamusdan geçen lifler aracılığıyla, motor korteksi etkilemektir. Bazal ganglionların amacı
hareketin planlanması ve eşgüdüm halinde yapılmasıdır. Ayrıca bazal ganglionların duygulanım ve bilişsel
fonksiyonlardanda sorumludur.
Nükleus kaudatus ve putamen’in beraber oluşturduğu yapıya striatum denir. Bazal ganglionlar motor merkezlerin
fonksiyonlarına yardımcı olur. Bazal ganglionların girişi Striatum, çıkışı substansia nigra ve globus pallidustur.
Subtalamik nükleus lezyonunda ballismus olur. Tek taraflı olursa lezyonun karşı tarafından olur ve buna
hemiballismus denir, irade dışı kasılmalardır.
Corpus striatum lezyonunda atetozis oluşur. Distoni ve Huntington koresi bu bölümle ilgili bozukluklardır.
Huntington koresinde striatumdaki kolinerjik ve GABA erjik liflerde dejenerasyon vardır.
Substantia nigra lezyonları parkinsona neden olur. Substantia nigradan, striatuma dopaminerjik lifler gitmektedir.
Parkinson hastalığında nigrostriatal yolda dejenerasyon vardır. Parkinson hastalığı rijidite, hipokinezi ve tremorla
(hap yapar, para sayar tipi) karakterizedir.

165
DrTus.com 166
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

CEREBELLUM
Serebelluma beyinden ve periferden bilgi gelir, bu yolla beynin istediği hareketin ne derece yapıldığı hakkında bilgi
edinilir. Bazal ganglionlar gibi serebellumda direk motor hareket oluşturamaz ancak bunun düzenli yapılmasında rol
alır. O nedenle serebellum lezyonlarında motor hareket kaybolmaz, ancak önemli bozukluklar oluşur.
Beyincik (cerebellum), lobus occipitalis alt yüzleri ile bulbus, pons ve mezensefalonun arasında kalan alanda bulunur.
4. ventrikülün orta kısmını arkadan kapatır. İki hemisferi vardır ve bu hemisferleri birbirine vermis bağlar. Cerebellum
filogenetik açıdan üç parçaya ayrılır:
1. Archicecerebellum: Cerebellumun en eski parçası olan lobus flocconodularisten oluşur ve denge ile ilgilidir.
Flocculonodular lob vestibüler çekirdeklerle bağlantılıdır ve en önce gelişmiş olan lobdur.
Archicerebellum’da denir. Özellikle postür ve denge için gereklidir. Harabiyetinde denge kaybı ve ataksi
oluşur.
2. Paleocerebellum (anterior serebellum): Kas ve tendonlardan proprioseptif duyular alır. Medulla spinalisle
bağlantılıdır.
3. Neocerebellum (posterior serebellum): Filogenetik açıdan en yeni parçadır. Beyinle bağlantılıdır. İstemli
hareketlerin koordineli, düzenli yapılmasını sağlar. Hareketin genişliğini, yönünü, kuvvetini ayarlar. Neoserebellum
lezyonlarında disartri, dismetri, intensiyonel tremor ve disdiadokokinezi oluşur.
Cerebellum pedunculus cerebellaris superior ile mezensefalona, pedunculus cerebellaris medius ile ponsa,
pedunculus cerebelleris inferior ile bulbusa bağlanmıştır.

Cerebellum katmanları
Granüler tabaka: En içteki tabakadır. Glomerüler hücresini ve spino cerebellar yolun mossy aksonlarını
içerir. Ayrıca golgi tip II hücresi ve granül hücresinin dentritleri bu tabakada sinaps yaparlar. Mossy lifleri
(yosunsu lif) cerebellimun ana input kaynağıdır. Bu lifler aracılığıyla cerebellum medulla spinalisten,
ponstan ve vestibuler sistemden bilgi alır.
Purkinje tabakası: Orta tabakadır. Purkinje hücresini içerir. Negatif çıktıların oluştuğu tabakadır. Purkinje
hücresi nörotransmitter olarak GABA’yı kullanır. Purkinje hücreleri temel olarak vestibuler çekirdeklere ve
cerebellar nükleuslara inhibitör uyarı götürürler.
Moleküler tabaka: En yüzeydeki tabakadır. Yıldız hücresi, sepet hücresi ve purkinje hücrelerinin dentitlerini
içerirler. Ayrıca granüler hücrelerinin aksonlarıda bu tabakada bulunur. Bu tabakada granüler hücre aksonları
paralel lifleri oluşturur.
Serebelluma eksite edici uyarılar yosunsu lifler ve tırmanıcı liflerle gelir. Purkinje hücreleri, sepet hücreler,
yıldız hücreler ve golgi hücrelerinin hepsi inhibitör nöronlardır. Serebellumdan çıkan nöronlar inhibitör
özelliktedirler.

166
DrTus.com 167
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

167
DrTus.com 168
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

EEG

• Beynin elektriksel aktivitesinin kaydıdır. Elektriksel aktivitenin asıl kaynağı piramidal hücrelerdir. Beyin yüzeyinde
dendrit fazladır. Dentritlerdeki lokal potansiyellerle dendrit-hücre gövdesi arası dipol EEG’nin kaynağıdır. Beyin
aktivitesi arttıkça dalgaların amplitüdü azalır, frekansı artar.
• Alfa dalgaları: Sakin istirahat halinde iken görülür. Ritmik düzenli senkronize bir dalgadır. Bu istirahattaki kişi aniden
gözlerini açarsa frekans artar ve amplitüd düşer, ritm bozulur buna alfa blok denir.
• Beta dalgaları: Asenkron düşük amplitüdlü ve yüksek frekanslı dalgalardır. Uyanıkken oluşur ve beynin aktif
olduğunu gösterir.
• Beta dalgaları: Erişkinlerde gözler kapalı dinlenme durumunda da görülür .
• Teta dalgaları: Alfa dalgalarına göre düşük-frekanslı ve yüksek amplitüdlü dalgalardır. Orta derinlikte uykuda
özelliklede çocuklarda görülür.
• Delta dalgaları: Teta dalgalarına göre yüksek amplitüdlü ve düşük frekanslıdır. Non REM uykusunun derin uyku
döneminde, süt çocuğunda ve ciddi beyin hasarında görülür.

UYKU
Uyku hızlı göz hareketi (REM) ve yavaş dalgalı uyku (NON REM) olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Uyku non REM le başlar. Birinci evreden dördüncü evreye gidildikçe uyku derinliği artar EEG de yavaşlama
gözlenir. Yani derin uyku ritmik senkronize ve yavaş dalga (teta ve delta) kalıplıdır.
Evre iki uykuda alfa benzeri dikenler görülür ki biz buna uyku iğiciği diyoruz. Non rem uykusunu oluşturan
mekanizma rafe nükleosundan salınan serotonindir. Deneysel olarak serotonin blokasyonu deney hayvanlarında
uykusuzluk oluşturmaktadır.
Non rem uykusu dinlendirici bir uykudur. Özellikle non rem üç ve dördün iyi uyunamaması fibromiyalji
oluşturduğu bilinmektedir. Bu nedenle tedavide beyinde serotonin miktarını arttırıcı SSRI lar kullanılmaktadır.
Rem uykusu aktif göz hareketlerinin olduğu ancak diğer tüm çizgili kaslarda tonusun kaybolduğu uyku dönemidir. Bu
nedenle rem döneminde kalp hızında artma solunum sayısında artma ve düzensizleşme, aktif canlı rüyalar vardır.
REM uykusunda EEG de Beta ritmi gözlenir.
Bu dönemde erkeklerde penil tümesans görülebilir. Bunun sebebi bu dönemdeki kan testesteronundaki yükselmedir.
Rem uykusunun kaynağı 4. ventrikül tabanında bulunan lokus seruleus kaynaklı noradrelalindir. Rem
uykusunun uyunmaması deney hayvanlarında ve deneklerde sinirlik ve huzursuzluk meydana getirir.

POSTÜR VE HAREKETİN DENETİMİ

168
DrTus.com 169
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

İstemli hareketin kalıbı beyinde planlanır ve bu plan kortiko spinal ve kortiko bulber yol ile kaslara iletilir. Yapılan her
hareketten önce ve hareket boyunca serebellum tarafından harekete yumuşak ve eş güdüm yapılması sağlanır.
Kortiko spinal traktus medularda pramitler yaptığı için pramidal sistem olarak adlandırılmıştır. Pramitlerden
geçmeyen ve postur denetimle ilgili olan diğer yollara extra pramidal sistem adı verilmektedir. Extrapramidal
sistemin kaynağını bazal ganglionlar oluşturmaktadır.
Bazal ganglionlar kaudat çekirdek, putamen, globus pallidus, siyah çekirdek ve suptalamik çekirdekten oluşmaktadır.
Korteksten gelen uyaranlar önce bazal ganglionlara uğrarlar. Nigro striatal yol korteksten bazal ganglionlara gelen
uyaranların inhibisyonunu sağlamaktadır.
Substantia nigra dopaminerjik nöronların çıkış kaynağıdır. Buradan çıkan dopamin korpus sitratuma gelir. Burada
dopamin 2 reseptörü üzerinden, presinaptik inhibisyon ile asetilkolin ve GABA salınımını azaltır. Parkinsonda ise
sustanstia nigra harabiyeti olduğu için dopamin azalır. Bu nedenle corpus sitriatuma gelen asetilkolin ve GABA
artar. Asetilkolindeki artma sonucu corpus sitriatum çok fazla uyarılır ve tremor oluşur. GABA’nın yaptığı
inhibisyon sonucu ise bradikinezi oluşmaktadır.
Bazal ganglionların esas görevi hareketin planlanması ve programlanmasında daha geniş anlamda fikrin
eyleme dönüştürülmesinde görev aldığı bilinmektedir. Parkinson gibi nigrositriatal yolu bozan hastalıklarda
dopamin azalmakta bazal gangliona korteksten gelen uyarılar bloke edilememekte böylelikle tremor oluşmaktadır.
Yine agonist ve antagonist kaslara giden impuls denetimi bozulacağı için dişli çarkı hareketi ve kurşun boru rijitesi
oluşmaktadır.

DAVRANIŞ

Davranışın esas kaynaklandığı yer limbik sistemdir.


Limbik sistem, serebral hilus çevresinde yer alan bir kortikal doku katlantısından oluşur, limbik sistemde, cingulate
gyrus, hippokampal gyrus, uncus, amigdala nükleus, hippokampüs ve septal nükleus yer alır.
Serotonin eksikliğinde depresyon, ambivalans eğilimler, uykusuzluk oluşmaktadır. Yine OKB hastalarında serotonin
eksikliği bilinmektedir.
Serotonin deşarjının migren krizini tetiklediği, şizofrenide negatif semptomlardan sorumlu olduğu ayrıca öfori
oluşturduğu bilinmektedir. Beyinde serotin reseptörlerine (5 HT-2) bağlanarak halusinojen olarak istismar edilen
madde LSD dir. (Lizerjik Asid Dietilamin)
Nöradrenalin kendine güven, moral yüksekliği ve öforiden sorumludur. Amfetaminler, kokain; dopamin ve

169
DrTus.com 170
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

nöradrenalin (NA) sinaptik geri alımını bloke ederek öforizan etki yaparlar.
Asetilkolin beyinde meynert bazal çekirdeğinde, hipokampusta yoğun olarak bulunmaktadır. Aselikolin lif
projeksiyonları motivasyon, güdülenme, algılama ve bilişsel işlevlerden sorumludur.
Limbik sistemin korku ve hiddet ile ilişkisi Kluver ve Bucky tarafından gösterilmiştir. Bilateral amigdal lezyonu
yapılan hayvanlar korkusuz,sakin, hiperseksualite, her şeyi yalama ve ağzına götürme eğilimli hale gelirler.

Seksüel davranış:
Ön hipotalamus preoptik bölgesinde, intersitisyel nükleus bulunmaktadır (İNAH). Bu nöronlar
erkeklere daha fazladır. Seksüel davranış, uyarılma ve çiftleşme davranışından sorumludurlar.

BAĞIMLILIK
Bağımlılık bir maddenin olumsuz etkilerine karşın, yenilenen şekilde zorunlu kullanımı olarak tanımlanabilir. Bağımlılık
belirgin olarak ödül sistemi ile ilişkilidir ve bu sistem özellikle striatum tabanında yerleşik olan Nuklues accumbens
ile mezensefalondan, bu çekirdeğe ve bu çekirdekten frontal kortekse yansıyan mezokortikal dopaminerjik nöronları
kapsar.
Bağımlılık yapan maddelerin ortak etkisi Nukleus accumbensteki Dopamin 3 reseptörünü etkilemektir. Bu etkilenme
akut olarak beynin ödül sistemini uyarmaktadır.

170
DrTus.com 171
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

ÖĞRENME – HAFIZA

Hafıza kısa ve uzun süreli olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.


Bellek alanları hipokampusta, medial temporal kortekse bitişik parahipokampal bölgelerde bulunur. Bu bölgelerin
maymunlarda çift taraflı lezyonları kısa süreli bellek kayıplarına neden olur. Uzun süreli bellek limbik sistemde yer
almaktadır. Hipokampus mamiller cisim, meynert bazal çekirdeği ve amigdaladan projeksiyonlar almaktadır. Bu
nedenle alkoliklerde tiamin eksikliği sonucu oluşan mamiller cisim dejenerasyonlarında hafıza kaybı oluşur. Yine
Alzheimer hastalığında meynert bazal çekirdeğinden hipokampusa giden nöronlarda ciddi dejenerasyon görülür.
Hipokampus ayrıca frontal lob ile bağlantılıdır. Kişiler kelimeleri hatırladığında sol, resimler ve manzaraları
hatırladıklarında sağ frontal lobta aktivasyon olmaktadır.
Kısa süreli hafıza mekanizması glutamatın NMDA ve AMPA-K reseptörlerine bağlanarak hücre içerisinde EPSP
oluşturması ve bunların adenilaz siklazı aktivasyonu, sonuç olarak protein kinaz aktivasyonu ve protein
fosforilasyonu sonucu olduğu bilinmektedir.
Uzun süreli hafıza, tekrarlayan EPSP’lerin oluşturmaları sonucu postsnaptik bölgede NMDA reseptörleri uzun süre
uyarılır. Bu uyarılma postsnaptik bölgeden NO (Nitrik oksit) salınımına neden olur. NO presinaptik bölgeye giderek
daha fazla glutamat salınımı oluşturur. Böylelikle kullanılan sinapsların fonksiyonu kolaylaşır. Bu olaya long term
potensiyalizasyon denir. (LTP)
LTP hücre içerisinde DNA nın gen ekspresyonunu değiştirerek yeni dentritler, proteinler ve bağlantılar oluşturmasına
dayanır. Ketamin gibi NMDA kanal blokerleri öğrenmeyi bloke ederler.
Konfubulasyon, frontal lobun ventromedial bölüm lezyonlarında oluşur. Hiç olmamış olayları kendiliğinden tarif
ederler.

171
DrTus.com 172
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

GÖRME FİZYOLOJİSİ

Gözde kırma ortamları: Hava ile korneanın ön yüzü, korneanın arka yüzü ile aköz humor, aköz humor ile lensin ön
yüzü, lensin arka yüzü ile corpus vitrozu mdur. Gözde en kırıcı ortam hava ile kornea ön yüzü arası, yani
korneadır. Kornea +40 dioptrilik kırma gücüne sahiptir.
Gözün akomodasyonsuz kırma gücü +59 dioptridir. Buna statik kırılma denir. Merceğin kırma gücü +12
Dioptridir. Lensin kırma kuvveti korneanın tersine ayarlanabilir ve bu işleme akomodasyon denir.
Mercek asıcı bağlarla asılmıştır ve bunlar merceği gergin tutar M. ciliaris bu bağların gerginliğini azaltır ve lensin
kalınlaşmasına neden olur. M. ciliaris kasılınca lensin kırıcılığı artar. Akomodosyondan sorumludur.
Hipermetroplarda daha fazla akomodasyon olduğundan siliar kas bu kimselerde daha fazla gelişmiştir. Asıl
akomodasyonu M. ciliaris’in dairesel lifleri yapar.
Akomodasyon; Gözün kırma gücünü değiştirmesine verilen isimdir. Dinamik kırılmada denir. 3 bileşeni vardır: Lensin
kırma kuvvetinin artması, pupilla konstriksiyonu ve konverjans (gözlerin içe bakması)

172
DrTus.com 173
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Kırma kusurları
Normal göze emetrop denilir.
Miyop: Yakını görmenin net, uzakılığı görmenin bulanık olduğu durumdur. Lensin kırıcılığı artmış veya ön
arka çapı uzamıştır. Düzeltilmesinde kalın kenarlı mercek kullanılır.
Hipermetrop: Uzağı görmenin net, yakını görmenin bozuk olduğu durumdur. Lensin kırıcılığı azalmış yada
göz küresinin ön arka çapı küçülmüştür.Bu hastalarda m.ciliaris sürekli kontrakte olarak lens
bombeliğini ve buna bağlı kırıcılığı arttırmaya çalışır. Düzeltilmesinde ince kenarlı mercek kullanılır.
Prespiyopi; Akomodasyon gücünün yaşla beraber azalmasıdır. Lensin elastikiyetinin kaybetmesi sonucu
oluşur.
Astigmatizma; Kornea veya lensin ya da her ikisinin birden yatay ve düşey düzlemlerdeki kırıcılığının farklı
olmasıdır. Düzeltilmesinde silindirik mercek kullanılır.

Renk körlükleri:
Monokromotlarda: Hiç koni yoktur.
Protonoplarda: Kırmızı koni yoktur.
Deuteronoplarda: Yeşil koni yoktur.
Tritonoplarda: Mavi koni yoktur.
Anopi: Tam körlük

GÖZ DİBİ
Göz dibinde iki önemli nokta vardır. Papila nervi optici ve macula lutea. Papille nervi opticiden göze giren
çıkan damarlar geçer. Burada basil ve koni yoktur. O nedenle kör nokta denir.
Papilla nervi optici (optik disk)’nin 3 mm temporalindeki maculla lutea (fovea sentralis)’tir. Burası gözün net
görme yeridir. Burada koni çok fazladır ancak basil yoktur ve gözdeki en büyük rezolüsyon alanı
burasıdır. Optik disk ganglion hücrelerinin aksonlarının optik siniri oluşturmak üzere retinayı deldiği noktadır.

173
DrTus.com 174
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Retinada pigment hücreleri, reseptör hücreler, ganglion hücreleri, müller hücreleri ve lokal devre nöronları vardır.
Retinada horizantal hücrelerin aksonu “Rod” hücreleri ile sinaps yaparlar.
Lokal devre nöronları horizontal hücreler ve amakrin (Bipolar Hücreler ile sinaps yaparlar) hücrelerdir. Müller
hücresi glia kökenli destek hücresidir.
Pigment hücreleri dağınık ışığı absorbe eder ve reseptör hücrelerden dökülen diskleri fagosite eder.

Reseptör hücreler
Basil ve koni olarak iki tiptir. Her iki hücrede çeşitli segmentlerden oluşmuştur. Dış segment, iç segment,
hücrenin bedeni ve reseptör terminali bu kısımlardır. İç segmentte mitokondri çok fazladır, hücre bedeninde
çekirdek vardır ve sürekli yenilenir.
Basiller düşük ışık şiddetine duyarlıdır ve gece görmeden sorumludur.
Koniler yüksek ışık şiddetine duyarlıdır ve gündüz görmeden sorumludur.
Retinada basiller periferde, koniler merkezdedir.

Koniler üç tiptir
Kırmızı koniler en çok kırılan ışık olan kırmızıya duyarlıdır. Mavi koni en az kırılan ışık olan maviye
duyarlıdır. Diğer koni ise yeşil konidir.
Karışık renkler bu üç koninin her birindeki algılamaya bağlıdır. Alaca karanlığa adaptasyondan basil hücresi
sorumludur. Bu hücre de rodopsin vardır ve rodopsin miktarı ne kadar artarsa gece o kadar iyi görülür. A
vitamini eksikliğinde rodopsin sentezlenemez ve gece körlüğü (hemerotopi) oluşur.

174
DrTus.com 175
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Görme elektrofizyolojisi
Reseptör hücrelerde –40 mV’luk istirahat potansiyeli vardır. Göze ışık düşünce Rodopsin yapısında bulunan
11-cis–Retinal fotoizomerize olup, all-trans-Retinal haline gelir. Sonuçta oluşan metarodopsin II (all-trans
Retinal bulundurur), transdusini uyarır. Transdusinde fosfodiesteraz enzimini aktive eder, sonuçta cGMP
miktarında düşmeye neden olur. cGMP miktarında düşmeyle birlikte sodyum kanalları kapanır ve hücre
hiperpolarize olur. Sonuçta; sinaptik transmiter salınımında azalma ve bipolar hücreler ile diğer nöral
elemanlarda yanıt oluşturur.
Ganglion hücresi reseptif olanları on-merkez, off-çevre ve off-merkez on-çevre organizasyonuna sahiptir. On
olan kısımlar ganglion hücrelerini eksite, off olan kısımlar ganglion hücrelerini inhibe eder.
Ganglion hücresi aksonları optik siniri yapar. Optik sinirde nazal bölgeden gelen lifler kiazma opticumda
çarplazlaşır. Daha sonra traktus opticus ile iletim devam eder. İletilen uyarılar beyinde 17., 18., 19.
(occipital lob sulcus kalkarinus) merkezlerde yorumlanır.

KOKU DUYUSU

Koku duyusu area olfaktoryadaki reseptörlerle algılanır. Burası üst meatustadır. Koku bölgesi koku reseptör
hücreleri, destek hücreleri ve bazal hücrelerden oluşur. Bunların üzerini mukus tabakası örter. Koku oluşması için
koku veren madde mukus tabakasında çözünmelidir.
Reseptör koku hücreleri bipolar nöronlardır ve dentriti yüzeyde düğme şeklinde sonlanır. Reseptör koku hücreleri,
bölünüp çoğalan tek sinir hücreleridir.
Koku reseptör hücresi farklı kokuları alabilir. Yani kokulara özel reseptör yoktur. Koku madde reseptörüne
bağlanınca G (olf) proteini aktive olur ve intraselüler cAMP artar, bu da hücrede depolarizasyon yapar. Bu
depolarizasyon reseptör potansiyelini oluşturur.

175
DrTus.com 176
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

TAD DUYUSU

Acı, tatlı, ekşi, tuzlu olmak üzere 4 farklı tat duyusu vardır.
Tatlı ve tuzlu duyuları dilin ön kısmında bulunan fungiform papilla tarafından algılanır. Bu duyular 7. sinirin dalı olan
korda timpani ile sinir sistemine aktarılır. Acı ve ekşi duyuları ise dilin posteriorunda bulunan sirkumvallat ve foliat
papillalar aracılığıyla algılanır. Bu duyular 9. sinir aracılığıyla sinir sistemine aktarılır.
Acı duyusu: Acı maddeler kendi reseptörüne bağlanırlar. Gq proteini aktive olur. Ayrıca acı maddeler
potasyum kanallarını bloke ederek depolarizasyon olşturur.
Şekerli maddeler: Kendi reseptörüne bağlanırlar. Gs aktive olur. Hücre içi cAMP artar. cAMP, potasyum
kanallarını kapatarak depolarizasyon oluşturur.
Ekşi maddeler: Ekşi maddeler hidrojen iyonunu ortama verirler. Hidrojen iyonu potasyum kanallarını kapatır
ve depolarizasyon oluşur.
Tuzlu maddeler: Sodyumun kendisi kanallardan girerek depolarizasyon oluşturur.

AĞRI FİZYOLOJİSİ

Ağrıyı medulla spinalise taşıyan lifler A-delta (lokalize ağrı) ve C (künt ağrı) lifleridir. Arka boynuzdan giren ağrı lifleri
nöron değiştirip çapraz yapıp karşı taraftan spinotalamik yolla talamusa ulaşmaktadırlar.
A-delta lifleri myelinli olup hızlı olarak ağrıyı iletirler, sinapsa serbestlenen nörotransmitter glutamattır.

176
DrTus.com 177
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

C lifleri ise myelinsiz olup yavaş olarak ağrıyı iletirler, sinapsa serbestlenen nörotansmitter ise P maddesidir. Dokuda
ağrı resptörlerini uyaran maddelere aljezik madde denmektedir. Bunlar bradikinin, adenozin, P maddesi, laktat,
potasyum, serotonin, histamindir. Prostoglandinler ise mevcut ağrıyı şiddetlendirirler. (hiperaljezik)
A-Beta lifleri duysal liflerdir. Bu liflerin uyarılması pre-sinaptik inhibisyon yaparak ağrının aşımını bloke
etmektedir.
Alfa –2 agonistler (klonidin, lofeksidin) ve morfin pre-sinaptik Gi proteinine bağlı bulunurlar. Bu nedenle bunların
uyarılması yine nörotransmitter salınımını bloke ederek, ağrı aşımını bloke eder.
Ağrı yolaklarının (spinotalamik yol) geçtiği periaqaductal gri cevherde serotonin ağrı aşımını bloke etmektedir. Bu
nedenle SSRI, TAD gibi serotonin geri alımını bloke eden ilaçlar ağrı eşiğini yükseltirler.
A-delta ve C lifleri sodyum kanal blokerleri (lokal anestezikler) ile aksiyon potansiyeli oluşturmaları önlenerek de
ağrı bloke edilebilmektedir.
Genel anestezikler ve Alkol talamus düzeyinde etkili olarak ağrının kortekse ulaşmasını bloke etmektedirler.
Frontal lob geçmiş deneyimlerinin ağrı üzerindeki etkisini oluşmaktadır. Frontal lobektomi yapılan kişilerde ağrı
hissedilir, ancak önemsenmez.

177
DrTus.com 1
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

HÜCRE HISTOLOJISI
Canlı organizmalarının yapısal birimi hücredir.
Başlıca iki tip hücre tanımlanmıştır.

PROKARYOTİK HÜCRE
Çapları 1-5 µm. olan bu hücrelerde histon içermeyen genetik materyal (DNA) bir zarla, diğer hücre
elemanlanlarından ayrılmamıştır, diğer zarla çevrili organeller de genellikle bulunmaz; buna karşın
hücreler hücre zarı dışında bir hücre duvarı ile çevrelenmiştir. (Ör: Bakteriler)

ÖKARYOTİK HÜCRE
Çapları 5 – 10 µm’den genellikle fazla olan bu hücrelerde DNA, histonlar içerir. Hücre içinde zarla
çevrili pek çok organel bulunur; genetik materyal de bir zarla diğer hücre elemanlarından ayrılmıştır,
ancak hücre duvarı yoktur. (Ör: amip (protozoa) ve evrimsel basamaklarda bunu izleyen tüm bitki ve
hayvan hücreleri (metoza))
Ökaryotik hücreler başlıca iki bölümden oluşur: çekirdek ve sitoplazma. Bu kaynak drtus.com’da
yayınlanmaktadır.

Çekirdek
Hücrede olup biten tüm olayları denetleyen genitik materyali içeren çekirdek:
• Çekirdek zarı
• Kromatin

1
DrTus.com 2
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Çekirdekçik
• Nukleoplazma olarak 4 bölümde incelenebilir.

Çekirdek zarı:
İki paralel ünit zar ve bunların arasında yer alan perinükleer sisternadan oluşmuştur. Belli
bölgelerde bu iki zar birleşerek diyaframla kaplı nükleer porları meydana getirirler. Bu
bölgeler çekirdek ve sitoplazma arasında madde alışverişini sağlarlar. Ünit zarlarlardan içte
olanına kromatin yapışabilir (periferal kromatin), dışta olan ise endoplazmİK retikulum ile
devamlıdır.

Kromatin:
Ökaryotik hücrelerde interfazda genetik materyal (DNA) kromatin olarak bulunur. Protein sentezi
yönünden inaktif hücrelerde kromatin yoğunlaşarak ışık mikroskobunda bazofilik, elektron
mikroskobunda elektron yoğun (dens), olarak izlenen heterokromatini meydana getirir. Aktif
DNA ise ökromatin olarak adlandırılır. Hücre bölünmesi sırasında kromatin belli bir düzende
yoğunlaşarak kromozomları oluşturur.

Çekirdekçik
Ökromatik çekirdeklerde bir yada birkaç tane izlenebilen çekirdekçik başlıca ribozomal RNA ve
proteinden zengindir. Bu bölgeye uzanan heterokromatin (çekirdekçiğe bağlı kromatin) koyu
bazofilik olarak boyanır. Çekirdekçik başlıca üç bölümden oluşur:
a. Soluk boyanan, r-RNA kodlarını taşıyan çekirdekçik düzenleyici bölge (nucleolus organizer
region),
b. Sıkıca bir araya gelmiş RNA iplikçikleri içeren pars fibroza (fibrosa),
c. Olgunlaşmakta olan ribozomları içeren pars granüloza (granulosa).
Işık mikroskobu düzeyinde pars fibroza ve granuloza nukleolema, soluk boyanan bölgede ise pars

2
DrTus.com 3
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

amorfa (amorpha) olarak tanımlanır.

Nukleoplazma
Çekirdekte kromatin ve çekirdekçik arasındaki boşluğu dolduran amorf matrikstir. Başlıca
proteinler, metabolitler, iyonlar, su ve yapısal fibrillerden oluşmuştur.
Proten sentezinde işlev gören m-RNA, t-RNA ve r-RNA öncülleri çekirdekte sentezlenir, ribozomlar
ise r-RNA’lara çekirdekçikte proteinlerin eklenmesiyle oluşur.

HÜCRE BÖLÜNMESİ

MİTOZ BÖLÜNME
Bu işlem ile hücre ikiye ayrılır. Tüm kromozamal özellikleri iki hücre içinde aynıdır. İnterfaz, Profaz,
Metafaz, Anafaz, Telofaz (İPMAT) olmak üzere 5 faza ayrılır.
İnterfaz: İki mitoz arasındaki fazdır. Nukleus mikroskobide görülebilir.
Profaz: Nukleus zarı kaybolur. Sentrozomlar hücrenin iki kutbuna doğtu göç ederler. Sentrozomların
duplikasyonu interfazda olmaktadır. İki kutup arasındaki sentrozomlar arasında mitotik iplikler oluşur.
Metafaz: Duplike olan kromozomlar (Kardeş kromatidler) önce hücrenin ortasına gelir, oradan da
mitoz mekiğini oluşturan mikrotubuller ile göç etmeye hazır hale gelirler.
Anafaz: Kardeş kromatidler hücrenin karşıt pollerine karşı göç ederler.
Telofaz: Bölünen hücrelerde çekirdek belirir. Nukleolus, kromatin ve çekirdek zarı şekillenmeye
başlar.

HÜCRE SİKLUSU
Hücre siklusu G1-S-G2-M olmak üzere birbirinden farklı dört faza ayrılmaktadır. G1 fazı, mitoz sonrası

3
DrTus.com 4
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

fazdır. Bu fazda RNA ve buna bağlı protein sentezi olmaktadır. S fazı, DNA sentezinin olduğu,
kromozomların duplike olduğu fazdır. G2 fazı, mitoz öncesi fazdır. G1 fazına benzer özellikler
gösterir. M fazı ise mitozun gerçekleştiği ve hücrelerin ikiye ayrıldığı fazdır. G0 fazı dinlenme fazını
oluşturur . Siklin (cyclins) adı verilen proteinler hücre siklusunun kontrolünden sorumludurlar. CDK
(cyclin dependent kinaz) siklin proteini fosforilleyerek aktive olmasını sağlamaktadır. G2 den M
fazına geçiş hücre siklusunın kontrolünde en önemli noktayı oluşturmaktadır. Cyclin B ve buna
bağlı CDK-1 bu fazı kontrol etmektedir.

4
DrTus.com 5
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

SİTOPLAZMA

Hücrede sayısız işlevrerin sürdürülebilmesi için gerekli aktivitenin onaylandığı bölümdür. Bileşenleri şu
biçimde sınıflandırılabilir:

I- ORGANELLER
Hücre işlevlerinin yürütülmesi için çeşitli metabolik aktivitelerin gerçekleştiği canlı hücre birimleridir.

A- Zarla çevrili ya da zar yapısındaki organeller:


1. Hücre zarı,
2. Mitokondriyonlar,
3. Granüllü endoplazma retikulumu (GER),
4. Düz yüzlü (agranüler) endoplazma retikulumu (AER),
5. Golgi birleşiği,
6. Lizozomlar,
7. Kaplı kesecikler (coated vesicles),
8. Salgı granülleri,
9. Peroksizomlar (mikrocisimler).

B- Zar yapısında olmayan organeller:


1. Ribozomlar,

5
DrTus.com 6
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

2. Mikrotübülüsler,
3. Sentiyoller,
4. Mikrofilamanlar.

II-SİTOPLAZMA İNKLÜYONLARI
Kullanılmaya uygun olan ya da olmayan çeşitli maddelerin hücre içindeki depolarıdır:
a. Glikojen ve yağ damlacıkları,
b. Endejen pigmentler (hemoglobin, hemosiderin, bilirubin, melanin, lipofuksin), Lipofuksin yaşlanmış
membranların kahverengi pigment halinde birikmesidir. Özellikle kalp ve nöron hücresinde
görülürler. Kalpte birikmesiyle brown (kahverengi) atrofi oluşur.
c. Eksojen pigmentler (karoten, karbon parçacıkları).

HÜCRE ZARI (PLAZMALEMMA)


Hücreyi sınırlayan yarı sıvı-mozaik modelinde bir yapıdır. 8-10 nm kalınlığında olan hücre zarı
fosfolipid ve kolesterol (Kolesterol içeriği arttıkça membran akıcılığı azalır.) içeren iki tabakalı bir lipid
yapısı ve bunların arasına gömülmüş integral (intrensek) ve periferal (ekstensek) proteinlerden
oluşmuştur. İntegral proteinler ve lipidler hücre zarının dış yüzünde eklenmiş olan polisakkarit zincirleri
ile beraber glikokaliksi (glikoprotein ve glikolipid yapısında) oluşturur. Ekstrensek proteinler zarın
yüzeyine çeşitli şekillerde bağlanırlar. Sık kullanılan yol glikozilfosfatitil inizitol (GPI) kancalarına
bağlanmaktır.
Fosfolipid moleküllerin hidrofob (yüksüz) uçları birbirine, hidrofil (yüklü) yüzleri hücre iç ve dış yüzüne
bakacak biçimde düzenlenmiştir. Biyokimyasal markeri Na-K ATP-azdır.

MİTOKONDRİYONLAR
Hücre için gerekli enerjinin (ATP) elde edildiği organeldir. Kendi DNA, RNA, ribozom ve proteinleri
olan mitokondriyon hücrede kendini bölünerek yenileyebilen tek organeldir. İç ve dış olmak
üzere çift ünit zarlı bir yapısı olan bu organelin dış zarı düzken, iç zarı kristaları oluşturmak üzere
katlantılar yapmıştır. Fosforilasyon enzimleri, elektron transport işlemi iç zar (kristalar) üzerinde
yerleşmiştir.Bu nedenle yapısında en çok protein olan membran mitokondri iç zarıdır.
Dış zarda ise monoamin oksidaz (MAO) enzimi vardır. Matrikste ise kalsiyum içeren yoğun matriks
granüller çoğu mitokondriyonda izlenir. Matrikste ayrıca trikarboksilik asit (TCA) siklusu, beta
oksidasyon, porfirin ve üre metabolizmasına ait enzimler yer alır. TCA siklusu enzimlerinden sadece
süksinat dehidrogenaz iç zarda yerleşmiştir. Mitokondri iç zarı seçici geçirgendir. Yağ asidleri
iç zardan karnitin proteini ile geçiş gösterirler.

6
DrTus.com 7
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Yoğun mitokondriyon içeren hücreler ışık mikroskobu düzeyinde güçlü asidofil (Hematoksilen-Eosine
ile kımızı) boyanırlar. Biokimyasal markeri glutamat dehidrojenaz (Matriks enzimi)
P53 geninin bax protein ürünü mitokondri iç zarında kanal oluşturur. Bu kanaldan matrikste
bulunan stokrom c stoplazmaya çıkar. Stokrom c apopitozisi başlatan enzim olan CASPASE’ı aktive
eder. CASPASE (C-Cytein, ASP-ASPartat-ase) enzimi proteinleri sistein ve aspartat rezidülerinden
parçalar. Apopitozis gerçekleşmiş olur.

7
DrTus.com 8
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

SERBEST RİBOZOMLAR
Protein sentezinden sorumlu olan, 20-30 nm çaplı, başlıca ribozomal RNA ve proteinlerden küçük
zarsız organellerdir. Biri küçük, biri büyük iki alt birim içeren ribzoomlar sitoplazma içinde tek tek ya
da gruplar halinde (poliribozom, polizom, diplozom) serbest olarak bulunabildikleri gibi,
endoplazmik retikulumun zarlarına bağlı olarak da izlenebilirler. Serbest ribozomlar hücre içinde
kullanılacak yapısal proteinlerin sentezinden sorumludurlar.

GRANÜLLÜ ENDOPLAZMİK RETİKULUMU (GER)


Dış yüzüne ribozomların bağlanmış olduğu, paralel ünit zarlarla çevrelenmiş tübül ve sisternalardan
oluşmuş bir organeldir. Hücre dışına salgı olarak verilecek proteinlerin ve lizozomal enzimlerin
sentezinden sorumludur. SRP (signal recognition peptid) denen molekül ribozomda yeni sentez
edilen proteine bağlanır. Endoplazmik retikulum memranında SRP-reseptörü bulunmaktadır. Bu
reseptör ile ribozom endoplazmik retikuluma bağlanır ve protein sentezi devam eder. Endoplazma
retikulum keseciklerinin içinde sentezlenen proteinler taşıma kesecikleriyle (COP-II kaplı transport
vezikülleri) Golgi birleşiğine aktarılır. Salgının olgunlaştırılarak paketlenmesi bu organelde gerçekleşir.
Proteinlere karbohidrat, sülfat gibi yan moleküller Golgi birleşiğinde eklenir . Olgun salgı ürünü
hücre dışına verilmek üzere zarla çevrili olarak apikal sitoplazmaya aktarılır.
Granüllü endoplazma retikulumunda bulunan ribozomlar, aktif protein sentezi yapan hücrelerdeki
sitoplazmik bazofilinin (ergastoplazma, nissl cisimciği) nedenidir. Çekirdek zarının stoplazmik
yaprağı ile GER devamlılık gösterir.

DÜZ YÜZLÜ ENDOPLAZMİK RETİKULUMU


Dış yüzlerinde ribozom bağlanmamış olan birbirleriyle ağızlaşan unit zarla çevrili tübüllerden
oluşmuştur. Başlıca görevleri, steroid sentezi, ilaç detoksifikasyonu ve glikojen ve lipid
metabolizması olan bu organel, kas hücrelerinde kalsiyum regülasyonunu, uyarı iletimini
sağlamak amacıyla özel bir düzenleme gösterir. Steroid sentezleyen endokrin hücrelerde (adrenal
korteks) ve karaciğer hücrelerinde iyi gelişmiş düz yüzlü endoplazmik retikulumu vardır. Belirtilen
işlevleri yürüten hücrelerde çok iyi gelişmiş olan organeli sınırlayan zarlar GER zarlarıyla devamlılık
gösterir.

8
DrTus.com 9
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

GOLGİ CİSMİ
Endoplazmik retikulum gibi zarla çevrili parelel tübül ve keseciklerden oluşmuş bir organeldir.
Salgı yapan hücrelerde GER’de sentezlenen proteinler taşıma kesecikleri (transfer vezikülleri) ile Golgi
birleşiğine aktarılır ve burada karbonhidrat (glikozilasyon), sülfat, fosfor gibi gruplar eklenir. Bu olaya
proteinlerin posttranslasyonel modifikasyonu denir. Ayrıca golgi cismi proteinlerin sınırlı
proteolizinden de sorumludur. Işık mikroskobu düzeyinde gümüşleme gibi özel yöntemlerle
izlenebilir.

LİZOZOMLAR
0.2 – 0.4 µm çapında hidrolitik enzimler içeren unit zarla çevrili, başlıca asit hidrolazlar içeren

9
DrTus.com 10
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

organellerdir. Asit hidrolazlar asit pH’da çalışan sindirici enzimlerdir. Bu nedenle lizozom
membranında lizozomal asidifikasyonu sağlayan H+ ATPaz pompası bulunur.Başlıca asit hidrolazlar
içeren bu organel fagositozla hücreye alınan yabancı maddelerle, hücre içinde oluşan artık maddelerin
parçalanmasından sorumludur. Olgunlaşmasını tamamlamış lizozomlar primer lizozom olarak
adlandırılırlar. Hücre dışından alınmış yabancı maddeyi içeren veziküle birleşmiş olan lizozomlar ise
sekonder lizozom olarak bilinirler. Granüllü endoplazmik retikulumda yapılan lizozomal enzimler önce
golgide mannoz altı fosfatla (M6P) işaretlenir. İşaretlenmiş enzimler klatrin kaplı veziküldeki M6P
reseptörüne bağlanıp, lizozomlara transfer edilir.
KAPLI KESECİKLER
Organelin hücre zarından oluşan zarının dış yüzü klatrin adı verilen bir proteinle kaplıdır. Klatrin
üzerinde LDL reseptörleri gibi özel reseptörler vardır. Reseptör-ligand kompleksi endositoz ile
stoplazmaya alınır. Bu olaya reseptör aracılıklı endositoz adı verilir. Daha sonra alınan madde
endozomlara gerekirse lizozoma geçer. Klatrin kaplı vezikül tekrar membrana geri döner.
Transferrinde, klatrin kaplı veziküller aracılığıyla hücreye alınır. Hücrede demiri bırakıp,
apotransfferrin reseptör kompleksi membrana geri döner.

PEROKSİZOM
Böbrek ve karaciğer hücrelerinde izlenen, mitokondri gibi oksijen kullanan organeldir. Ancak ATP
sentezi yapmazlar . Peroksizomun esas görevi spesifik organik substratları okside etmektir.
Biyokimyasal markeri katalazdır. ( 2H2O2 Æ 2H2O + O2). Peroksizom ayrıca ilaçların ve bazı toksik

10
DrTus.com 11
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

moleküllerin karaciğer ve böbrekte yıkımından da sorumludur. Etil alkol kullanan kişilerde alınan
alkolün yarısı aset aldehite peroksizomlarda çevrilmeltedir.
Peroksizomlarda katalazdan başka D ve L amino oksidaz, hidroksiasid oksidaz gibi enzimlerde
bulunmaktadır. Peroksizomal enzimler stoplazmadaki serbest ribozomlar tarafından sentez edilir.
Uzun zincirli yağ asidleri mitokondri iç zarından taşınamazlar. Peroksizomlar bu nedenle uzun
zincirli (18 Karbondan uzun) yağ asidlerinin okside edilip daha küçük fragmanlara
parçalanmasını sağlar.

PROTEAZOMLAR
Merkezi bölümlerinde ATP’az ve ubikuitin denilen protein tanıyan bir parça bulunur.
Ubikuitin molekülü, hatalı kıvrılmış proteinlerin yada virüs tarafından kodlanmış proteinlerin lizin
katlantısına bağlanarak yıkım için proteozomlara aktarılmasını sağlar.

TABLO: ORGANELLER
Organel ve Biokimyasal Temel Fonksiyonları
fraksiyon marker
Çekirdek DNA DNA’dan RNA sentezi (transkripsiyon)
Mitokondriyon Glutamat Sitrik asit siklüsü, oksidatif fosforilasyon
dehidrogenaz
Ribozom Yüksek Ribozomal Hücre içerisinde kalacak yapısal protein sentez yeri (glikoliz enzimleri, stoplazmik
RNA içeriği veya membran proteinleri gibi)
Granüllü Glukoz-6-fosfataz Hücre dışına verilecek ya da lizozomal enzimlerin sentezi
endoplazma
retikulumu
Düz yüzlü Glukoz-6-fosfataz Lipid- kolesterol -steroid hormon sentezi, karbohidrat metabolizması.
endoplazma Ksenobiotiklerin (Sitokrom P450) oksidasyonu, Ca++ depolanması
retikulumu
Lizozom Asit hidrolaz Asit hidrolazlarla pek çok makromolekülün yıkımı - hücre içi sindirim

Hücre zarı NA+-K+-ATPaz, 5’- Hücre içi ve dışına doğru moleküllerin taşınması. Hücre adezyonu, sinyal iletimi,
Nükleotidaz zar potansiyeli oluşturma
Golgi bileşiği Glikozil Proteinlerin hücre içi sınıflanması; karbohidratlar ve sülfatların eklenmesi, lizozom
transferaz oluşumu, hücre içi zar trafiği
Peroksizom Katalaz, ürik asit Bazı yağı asitleri (uzun zincirli yağ asitlerinin b-oksidasyonu) ve amino asitlerin
oksidaz yıkımı.
Hücre iskeleti Özgül işaretleyici Mikrofilaman-mikrotubuluslar - hareket ve yapısal destek Ara filamanlar- yapısal
enzimi yok destek
Sitozol Laktat Glikoz, yağ asit sentezi
dehidrogenaz

HÜCRE İSKELETİ

11
DrTus.com 12
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

MIKROFİLAMANLAR
Mikrofilamanlar, yani aktin filamanlarınce, esnek, yaklaşık 7 nm çapında ve birkaç mikrometre
uzunluğunda yapılardır. Aktin monomerleri (G-aktin), ucuca bağlanarak aktin filamanlarını (F-aktin)
oluşturmak üzere polimerize olur. Çoğu hücrede sürekli olarak polimerizasyon-depolimerizasyon
geçirirler. Aktin (bağlayıcı proteinler), iskelete desteklik sağlayan ya da motor proteinlerdir. En iyi
örnekleri miyozin, a-aktinin, spektrin, fimbrin, filamin, gelsolin, profilin, kofilin ve talindir.

ARA FİLAMANLAR
Görevleri hücre için yapısal destek sağlamak ve hücrenin biçimini değiştirebileceği üç boyutlu (çatısını
oluşturmaktır). Hücre içi (yapıları birbirlerine) ve plazma membranına bağlar. Hücre membranı ile
hücre iskeleti arasında şartlara uyabilen bir bağlantı sağlar. Çekirdeği yerinde tutar. Nükleer zarın
yapısını koruması (nükleer lamina) ve mitoz sonrası reorganizasyonu için yapısal destek sağlar.

MİKROTÜBÜLÜSLER
25 nm çapında, tübülin adı verilen bir proteinden oluşmuş, boru şeklinde bir organeldir. Hücre
iskeletinin oluşumunda destek ve hareketle ilgili işlevlerde görevlidir. Sentriyol, mitoz mekiği, silya
ve flagella yapısına katılır.

TABLO: HÜCRE TİPLERİNE ÖZGÜL ARA FİLAMANLAR


Ara Filaman Hücre Veya Tümör Özgüllüğü
Sitokeratin Epitel hücreler

Vimentin Mezenşimal kaynaklı hücreler

Desmin Kas hücresi

Nörofilament Nöronlar

Glial fibriler asidik protein Astrositler, oligodendrogliya, mikrogliya, Schwann hücreleri, ependimal hücreler ve
pitüisitler.
(GFAP)
İD:03t039

12
DrTus.com 13
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

SENTRİYOLLERA
0.2 - 0.3 - 0.5 µm çaplı, hücre bölünmesinde rol oynayan, mitozun metafaz safasında iğ iplikciklerini
oluşturan silindir biçimli organellerdir. Duvarını 9 adet 3’lü yapıda mikrotübülüs oluşturur. Silyaların
tutunduğu bazal cisimcikler de aynı yapıdadır.

SİLYALAR
Gövde ve bazal cisimcikten meydana gelen hareketli hücre uzantılarıdır. Hücre zarıyla çevrili bu
uzantıların içindeki mikrotübülüs çatısı aksonem olarak adlandırılır. Aksonem, merkezde iki tek,
periferde 9 çift olmak üzere (9 + 2) mikrotübülüslerden oluşmuştur.
9+2 mikrotübül çatısına aksonem denmesinin sebebi, akson içerisinde de aynı yapının bulunmasıdır.
Bu mikrotübüller nörotransmitter bulunan veziküllerin akson boyunca iletimini sağlarlar.

FLAGELLA
Spermiyum gibi hareketli hücrelerde bulunan tek, uzun hücre uzantısıdır. Yapısı silyayla aynıdır.
Hareket silya duvarındaki mikrotübülüslerin dynein kolları aracılığıyla kayması ile gerçekleşir.
Dynein ATP-az etkinliğine sahip proteindir. Kinezin proteini ise aktif hareket yapan silin tekrar eski
konuma gelmesini sağlar. Dynein kolların genetik olarak eksik olması sonucu hareketsiz silya
sendromu olarak bilinen durum ortaya çıkar. (Kartagener sendromu)

13
DrTus.com 14
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

MİKROVİLLİ
Herbir mikrovillus, hücrenin sitoplazma uzantısıdır ve plazma membranıyla örtülüdür, bundan
dolayı hücrenin apikal yüzey alanını büyük ölçüde artırır, buna bağlı olarak hücrenin absorbsiyon
verimi artar. İç kısımlarında mikrovilli 20-30 kadar aktin içeren mikrofilament grubuna sahiptirler, bu
mikrofilamentler çeşitli başka proteinlerin oluşturduğu yan bağlantılarla birbirlerine ve onları çevreleyen
plazma membranına tutunurlar.
Elektron mikroskopta incelendiğinde hücrelerin çoğunun apikal yüzeyden yükselen çıkıntılara sahip
oldukları görülür. Bu çıkıntılar kısa veya uzun, parmak gibi uzantılardır veya birbirini takibeden yönde
kıvrıntılı katlantılardır. Bunlar az veya çok sayıda olabilirler. İnce barsağı döşeyen epitelyum veya
proksimal renal tübül hücreleri gibi emilim yapan hücrelerde düzgün olarak sıralanmış yüzlerce
mikrovillusla karşılaşılır.
Mikrovillusu çevreleyen değişebilen kalınlıkta filamentöz kılıf, glikokaliks ve glikoproteinler içerdiğinden
PAS pozitiftir. Mikrovilli ve glikokaliks kompleksi ışık mikroskobunda kolayca görülür ve
fırçamsı kenar olarak isimlendirilir.

STEREOCİLİA
Stereosilya, epididimis hücrelerinin, uzun ve hareketsiz olan çıkıntıları olup esasen uzun ve
dallanmış mikrovillerdir, bunlar gerçek silya ile karıştırılmamalıdır.

14
DrTus.com 15
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

EPİTEL VE BAĞ DOKUSU

HÜCRE BAĞLANTILARI
1. Zonula okludens
2. Zonula adherens
3. Desmosom (macula adherens)
4. Gap junction (neksus)

15
DrTus.com 16
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

ZONULA OKLUDENS
Sıkı bağlantının esas fonksiyonu epitel hücreleri arasından her iki yöne doğru madde geçişini
engellemektir. Böylece apikal yüzden hücreler arasına sıvı geçişi olmaz. Okludin ve claudin
denen proteinler aracıklı kurulmuştur.
Zonula okludens en yüzeyde olan hücre bağlantısıdır ve bant şeklinde hücreyi tamamen sarar.
Mesanede çok sayıda zonula okludens bulunur. Zonula okludens geçirgen olmayan bağlantılardır.
Gastrointestinal sistemi oluşturan entorositler, kan-beyin bariyerindeki endotel hücreleri, kan timus
bariyerindeki entotel hücreleri, kan-testis bariyerindeki sertoli hücresi birbirlerine zonula okludens

16
DrTus.com 17
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

ile bağlanmışlardır.

ZONULA ADHERENS
Hücreyi sarar ve komşu hücrelerin birbirine bağlandığı fikrini verir. Kadherin molekülü ile bağlantılar
oluşturulur.

DESMOZOM
Hücre yüzeyinde disk şeklinde bir yapıdır. Komşu hücrenin yüzeyindeki buna özdeş bir yapı ile
bağlantı kurar. Kadherin ailesi üyesi olan desmoglein ve desmokollins proteininden oluşmuş
yapılardır.
Derinin çok katlı yassı epitelinde (stratum spinosum) yalnızca desmosom tipi bağlantı bulunur.
Desmozomlara karşı antikor gelişip epidermis stratum spinozumun hücrelerinin birbirinden ayrıldığı
hastalık Pemfigus vulgaristir. Epitelin bazal yüzünde görülen desmozomlara ise hemidesmozom
denir.

GAP JUNTİON (NEKSUS)


Hücreden hücreye elektriksel iletimi sağlayan bağlantı yapılardır. Konnexin denen birimlerle iki
hücreyi birbirinde bağlarlar.
Gap junctionların esas görevi hücreler arası bilgi iletimi ile ilgilidir. Bunu iyon ve hormon alış, verişi
ile yapar.

ADEZYON MOLEKÜLLERİ
Adezyon moleküleri kalsiyum bağımlı ve kalsiyum bağımsız olmak üzerere iki sınıfa ayrılmaktadırlar.
Kalsiyum bağımlı adezyon molekülleri kadherin ve bazı selektinlerdir. Kalsiyum bağımsız adezyon
molekülleri ise integrinler, magnezyum bağımlı selektinler, immunoglobulin süper ailesi (Noral
hücre adezyon molekülü-NCAM ve interselüler adezyon molekülü-ICAMs )

Kadherinler:
Kadherinler hücre içi iskeletine (aktin, katenin) bağlı olarak bulunmaktadır. 40 çeşitten fazla
kadherin molekülü bulunmaktadır. Kadherinler aynı tip hücreleri bağlar. (Homofilik) . Zonula
adherens, macula adherens kadherin içeren bağlantı çeşitleridir.
Selektinler:
Selektektinler farklı tip hücreleri bağlarlar. (Heterofilik) .Selektinler endotel hücresinde, lokosit,
trombositlerde bulunur. İntegrin ve immunglobulinlerle beraber inflamasyon sırasında endotele
tutunmayı sağlarlar.
İntegrinler:
Epitel hücrelerini altındaki bazal membrana bağlayan adezyon molekülüdür. Bazal membrandaki
laminin ve fibronektine tutunurlar. Hemidesmozom yapısına giren adezyon molekülüdür.
İntegrinler ayrıca lokosit, makrofaj, trombosit üstünde bulunurlar. Transmigrasyonda görev alan
moleküldür.

17
DrTus.com 18
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

İmmunglobulin süper ailesi:


NCAM (Noral hücre adezyon molekülü), VCAM (vaskuler hücre adezyon molekülü), ICAM
(hücreler arası adezyon molekülü) . NCAM bol miktarda embriyonal nöral dokuda eksprese
edilmektedir. Nöral krest kökenli hücreler değişik dokulara göç ederken NCAM kaybına
uğramaktadırlar.
Epitel Dokusu Başlıca İki Gruba Ayrılır
1. Örtü epiteli
2. Bez epiteli
Üçüncü bir epitel türü daha vardır. Bu da özelleşmiş duyu epitelidir. Örtü epiteli damarsız bir
dokudur. Epitel dokusu, beslenmesini altındaki bağ dokusunda yer alan kapillerden difüzyon
yoluyla gerçekleştirilir.

ÖRTÜ EPİTELİ
Şekillerine göre epitel hücreleri üçe ayrılırlar. Yassı hücreler, Kübik hücreler, Prizmatik hücreler
(silndirik-Kolumnar). Dizilişlerine göre epitel dokusu üçe ayrılır. Tek katlı epitel, Çok katlı epitel,
Yalancı çok katlı epitel

Tek katlı Epiteller


Tek katlı yassı epitel (endotel, mezotel)
Tek katlı kübik epitel (tükrük bezleri, safra, pankreas salgı kanalları, böbrek tubulüs epiteli)
Tek katlı prizmatik epitel (sindirim kanalı boşluğunu döşeyen epitel, uterus tüpler)

Çok katlı epiteller


Çok katlı yassı epitel: Epidermis, ağız, yemek borusu, vajina, kadın üretrası, kornea
Çok katlı prizmatik epitel: Okuler konjunktiva, erkek üretrası
Çok katlı kübik epitel: Over, tiroid folikül epiteli
Çok katlı değişici epitel, üreter, pelvis, mesaneyi döşeyen epiteldir.
Yalancı çok katlı silli silendirik epitel; büyük solunum yollarının epitelidir. Bazı hücreler
yüzeye ulaşır. Bazı hücreler ise bazal tabakada kaldığı için bu ad verilmiştir.
Yalancı çok katlı sterosilialı silendirik epitel: Epididim epiteli.

18
DrTus.com 19
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

19
DrTus.com 20
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

20
DrTus.com 21
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

21
DrTus.com 22
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

BEZ EPİTELİ
Dış salgı bezleri salgılama işlemini asinus denen birim yapar. Bezler salgılarını verme biçimine göre 3
grupta incelenir.
1. Ekrin bezler: Salgılarını salgı granülünü çevreleyen zarların hücre zarı ile kaynaşması ile yaparlar.
Bezlerin büyük çoğunluğu bu tiptir. (Ter bezleri, pankreas)
2. Apokrin bezler: Stoplazmanın bir kısmı salgı ile beraber kaybedilir. Koltuk altı koku bezleri,
meme bezleri, dış kulak yolu serumen bezleri buna örnektir. Koltuk altı, inguinal bölge ve
zigomatik arkta bulunan apokrin bezler feromon (Pheromon) (Pherein=taşımak) denilen insan
kokusunun oluşmasında görevlidirler. Feromonlar hormonal, davranışsal, fizyolojik etkiler
oluşturan maddelerdir. İyi arkadaş olan kadınların veya aynı odayı paylaşan bayanlarda
menstrüel siklusların senkronize olduğu bilinmektedir. GPA1 adı verilen G proteini üzerinden işlev
yaparlar.
3. Holokrin bezler: Tüm hücre dejenere olarak salgıyı boşaltır. Yağ bezleri, Gonadlar buna örnektir.
Dış salgı bezleri salgılarını kimyasal yapısına göre seröz musinöz ve miks bezleri olmak üzere 3 e
ayrılır.
1. Seröz bezler: Zimojen granülleri vardır. Protein sentezi iyi gelişmiştir. Seröz salgı berrak, sulu ve
akıcıdır. Bol mitokondri içerirler. Parotis, pankreas, lakrimal bez seröz beze örnektir.
2. Muköz bezler: Musin salgılarlar. Bunlar glikoprotein yapısındadırlar. Muköz salgı yapışkandır ve
akıcılığı azdır. PAS POZİTİF boyanırlar. Duedenumd aki Brunner bezi, özefagus bezleri, goblet
hücresi, midenin kardiya ve pilor bölgesindeki bezler muköz bez yapısına örnektir.
3. Mixt bezler: Hem musin hem seröz salgı yaparlar. Bu hücrelerde seröz yarım aylar bulunur
(gianuzzi). Sublingual ve submandibuler bez mixt bezdir.

22
DrTus.com 23
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

EPİTEL DOKUSUNDA BULUNAN YARDIMCI HÜCRELER


İntra epitelyal bezler (Goblet, Kalisiform, Kadeh hücresi): Örtü epiteli arasında yer alırlar. En iyi
örneği goblet hücreleridir. Glikoprotein salgı yaparlar. Salgı granülleri hücrenin apikal bölgesinde
toplanıp çekirdeği bazale ittiğinden Kadeh hücresi adı da verilir.
Myoepitelyal hücreler: Bunlara basket hücreleri denir. Ekzokrin salgı bezlerinin kanallarını döşerler.
İçerisinde kasabilen filamanlar vardır. Salgının boşalmasına yardımcı olurlar.
Noroendokrin Hücre (DNES-APUD-Argentofin hücre-Kromaffin Hücre): Kromlama ve
gümüşleme teknikleri ile boyanma gösterdiklerinden dolayı bu adlar verilmiştir. Salgıları
parakrin etki oluşturmaktadır. GIS, bronkus gibi organlarda bulunmaktadırlar. Adrenal medulla
hücreleri de aynı boyanma özelliğinden dolayı aynı adlarla anılırlar.

BAĞ VE DESTEK DOKULAR

23
DrTus.com 24
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

BAĞ DOKUSU
Fibroblast, yağ hücreleri, makrofajlar, mast hücreleri gevşek bağ dokusunda yer alan hücrelerdir. Bağ
dokusunda kollagen fibriller bulunurlar. Bunlar gerilmeye karşı direnci oluştururlar. Elastik lifler ise
esnek yapıda bulunurlar.
Amorf hücrelerarası temel madde, bağ dokusunun lif ve hücrelerini bağlamak işlevine katılan
glikoproteinlerin ve proteoglikanların kompleks bir karışımı olup renksiz, saydam ve
homojendir. Bağ dokusunun hücre ve lifleri arasındaki boşlukları doldurur, visközdür ve bir yağlayıcı
olarak da görev alır, aynı zamanda dokuların yabancı partiküller tarafından penetrasyonuna bir engel
teşkil eder.
Glikozaminoglikanlar (mukopolisakkaridler) genellikle bir üronik asit (uronic acid) ve bir de
heksozamin (hexosamine) tarafından oluşturulan karakteristik tekrarlayan disakkarit
birimlerinden meydana getirilmiş doğrusal (linear) polisakkaritlerdir.

BAĞ DOKUSU HÜCRELERİ

Fibroblastlar:
Bağ dokusu liflerinin proteinleri fibroblastlar tarafından sentezlenir. Amorf temel maddenin
büyük kısmı da fibroblastlar tarafından sentezlenir. Fibroblastlar bağ dokusunun sabit hücreleridir.
Yeni bağ dokusu yapımı, rejenerasyonu ve tamir olaylarıfi fibroblastlar tarafından sağlanır.

Yağ hücreleri (LİPOSİT):


Yağ hücreleri sitoplazmalarında yağ üretip biriktirmeleriyle oluşur. Son olgunluğa ulaşmış yağ
hücresi artık bölünmez. Yağ hücreleri (liposit) Oil Red O veya Sudan III boyası ile boyanarak
incelenir.

Histiositler:
Makrofajların bağ dokusunda yerleşip kalmasıyla oluşur. Histiositler iğ biçiminde uzantılıdır.
Histiositler gerektiğinde uzantılarını çekerek gezici makrofajlara dönüşebilir. Histiositler bağ
dokusunda fibroblastlar kadar bol bulunur. Gezici makrofajlar zararlı etkenlerle savaşırken
görevlerinin gerektirdiği çeşitli hücre tiplerine dönüşebilirler. (Epiteloid hücreler, Yabancı cisim dev
hücreleri)

Mast hücreleri (Mastosit):


Sitoplazmaları, bazofil boyanma özelliğine sahip granüller içerir. Sitoplazmadaki granüller
metakromatik boyanır ve Giemsa ve Toluidin Blue ile (+) reaksiyon verir. Mast hücreleri mekanik,
kimyasal travma veya antijenle temastan sonra salgısını boşaltır. Mast hücrelerinde spesifik Ig E
reseptörleri bulunur. Granül boşalımı sitokalazin ile durdurulabilir. (Mikroflamentin aktivitesini
baskılar)
İnsan mast hücre granülleri suda erir.
Bu granüller şunlardır;
• Heparin,
• Histamin,
• ECF (eozinofil kemotaktik faktör anaflaksi)
• SRS -A (Slow-reacting substance - anaflaksi)

24
DrTus.com 25
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Plazma hücresi:
İmmünglobulinleri (antikor) salgılar ve hümöral immüniteyi oluşturur. Plazma-hücrelerine,
bakteri ve yabancı proteinlerin çok girebildiği yerlerde (bağırsak mukozası, kronik iltihap
bölgesi) sık rastlanır. Sitoplazmalarında Russel cisimcikleri (Ig artıkları) denen asidofilik
inklüzyonlara rastlanabilir. Genel olarak her antijen için bir plazma hücresi özelleşir.

Retikulum hücreleri:
Fagositoz yapabilme özellikleri vardır.

Pigment hücreleri (Melanosit):


Melanositlerin yoğun bulunduğu yerler; Iris, Choroid (göz), Pia mater, Derinin dermis
tabakasıdır. Melanositler melanin sentezlerler. Melanin deriyi ve gözü ultraviole (UV) ışınlarının
zararlı etkilerine karşı korur.

BAĞ DOKUSU PROTEİNLERİ


Tip 1 kollagen: deri kemik tendon, korneada bulunur.
Tip 2 kollegen: kıkırdak ve embriyonik dokularda
Tip 3 kollagen: düz kas, damar duvarı
Tip 4 kollagen: bazal membranda,
Tip 5 kollagen: plasenta bazal membranında bulunur.
Kollageni meydana getiren ana aminoasitler glisin (% 33.5), prolin (% 12) ve hidroksiprolin (% 10)
dir.
Kollagen bu proteine has olan 2 amino asit taşır: Hidroksiprolin ve hidroksilizin. Bu amino
asitler, protein molekülünde aynen bu şekilde yer almazlar. Bunlar kollagen sentezi esnasında
kaba endoplazmik retikulumu içinde gelişmekte olan kollagen polipeptitlerinin lizin ve prolinin
hidroksilasyonun bir ürünüdürler. Bu hidroksilayon yapan enzimlerin kofaktörü C vitaminidir. Bu
nedenle skorbüt hastalığında hidroksilasyon bozuk olduğu için kollagen immatürdür. Sonuçta
damar duvarı frajiletesi arttığı için kanama meyli oluşur.
Bağ dokusunda bulunan diğer protein elastindir . Fibroblastlar ve damar duvarındaki düz kas
hücreleri tarafından yapılmaktadır. Elastin de aynı kollagende olduğu gibi glisin ve prolinden
zengindir. Ancak elastin yapısında farklı olarak desmozin ve izodesmozin denilen lizin türevi
aminasidler bulunur.
Birkaç glikoprotein, bağ dokularından izole edilmiştir ve bunlar komşu ergin ve embryonik hücreler
arasındaki ilişkilerde önemli rol oynamakla kalmayıp aynı zamanda hücrelerin alt tabakalarının
yapışmasında da önemli görevler alırlar.
Fibronektin (fibronectin) fibroblastlar ve bazı epitel hücreleri tarafından sentezlenen bir
glikoproteindir. Bu molekülün ağırlığı 222.000-240.000 arasında olup hücreler için bağlanma
bölgelerini (kollagen ve glikozaminoglikanlara) oluşturur. Hücreler bu glikoproteinlere integrin
molekülü ile tutunurlar.
Bu ilişkiler normal hücre birleşmesi ve göçüne yardımcı olur. Laminin büyük bir glikoproteindir, bazal
laminada tespit edilmiştir ve epitel hücrelerinin bazal membrana bağlanmasından sorumludur.
Laminin yapısında bazal membrana yapışmada görevli entaktin, proteoglikan, integrin,
proteoglikan bağlanma bölgeleri bulunur.
Kanser hücrelerinin diğer dokulara nüfuz etmelerindeki artan yeteneklerinde hem fibronektin hem de
laminini parçalama yeteneğinin önemi bilinmektedir. Kondronektin kıkırdakta bulunur. Bulunduğu
yerde kondrositlerin Tip 2 Kollagene bağlanmasını sağlar.

25
DrTus.com 26
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

KIKIRDAK DOKUSU
Kondroblastlardan oluşur. Damarsız bir dokudur. Difüzyon ile beslenir.
Hiyalin kıkırdak: Hareketli eklemlerde, büyük solunum yollarında, Kosta uçlarında bulunur. En yaygın
kıkırdak türüdür.
Fibröz kıkırdak: Kollagen liflerinden çok zengindir. Diskus intervertebralislerde, meniskuslarda,
tendonların yapışma yerinde bulunur.
Elastik kıkırdak: Kulak kepçesinde, epiglotta, Östaki borusu, kuneiform, aritenoid, kuneiform
kıkırdakta bulunur.
Oldukça sıkı kıvamlı bir matriks ve kondrosit adı verilen kıkırdak hücrelerinden oluşmuştur.
Matriks (amorf madde) damarsız bir dokudur.
Kondrositer matriks içinde lakuna adı verilen boşluklarda bulunur.
Kondrositler kıkırdağın devamını sağlar, matriksin sentez ve salınımından sorumludur.
Kıkırdak kan damarları içermez, ayrıca lenfatik damarları ve sinirleride yoktur.
Kıkırdak damarsız bir yapı olduğundan düşük metabolik aktivite gösterir.

KEMİK DOKUSU
Ara maddeye kalsiyum hidroksi apatit kristallerinin çökmesi ile oluşurlar. Kemik dokusu içinde lakünler
içerisinde gömülmüş hücrelere osteosit denir. Periost bir bağ dokusu kılıf oluşturur, kemik dokuya
sharpey denilen lif demetleri ile sıkıca tutulmuştur.

Kemik hücreleri
Osteoprogenitör hücreler rezerv hücrelerdir. Uygun bir stimulasyonla osteoblastlara dönüşebilirler.
Osteoprogenitör hücreler periostun iç tabakasında bulunur.

Osteoblastlar
Osteoblastlar kemik yapımından sorumlu hücrelerdir.
Osteoblastlar Tip I kollojen, proteoglikan ve glikoprotein (osteokalsin) yani osteoid yapımını
sağlar. Osteoid kalsifiye olmamış kemiktir.
Osteoblastlar, matriks kalsifikasyonu için gerekli alkalen fosfataz enzimini içerir. ALP kalsiyum ve
fosfatın çökmesi için gerekli alkali ortamı sağlamaktadır. Alkalen fosfataz sadece kemik matriksi
üretilirken salgılanır. Osteoblastlar üzerinde D vitamini, IGF-1, Parathormon reseptörü
bulunur.
Osteoblastlar yapısal olarak aktif protein sentezi yapan hücrelerin tipik özelliklerine sahiptir. (GER,
ribozom, golgi kompleksi). Osteoblastlar yeni yapılan osteoid içine doğru çok ince sitoplazmik
uzantılar salar. Bu sayede erken dönemde hücresel bağlantı sağlamış olunur.

Osteositler
Osteositler, osteoblastlardan farklılaşan olgun kemik hücreleridir.
Her lakunada sadece bir osteosit bulunur. Osteositler kemik matriksinin devamlılığında aktif görev
alır. Kan kalsiyumunun normal sınırlar içinde sürdürülmesinde rolleri vardır. Osteosit öldüğünde
osteoklastik aktivite ile kemik matriksinde rezorpsiyon oluşur.

Osteoklastlar

26
DrTus.com 27
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Kemik rezorbsiyonunda görev alan çok nükleuslu hücrelerdir.


Kemik rezorpsiyonu olan bölgelerde enzimatik aktivite ile açılmış Hawship lakünası adı verilen
çukurcuklarda bulunur.
Osteoklastlar kemik rezorpsiyonunu sağlayan asit fosfataz, kollajenaz ve diğer proteolitik
enzimleri salgılar. Osteoklastlar monositlerden gelişir. Kemik iliğindeki stromal hücreler,
osteoblastlar, T lenfositler RANKL (RANK ligand) denen yüzey molekülünü eksprese ederler. PTH
reseptörü osteoblastlarda bulunur. PTH varlığında ostoblastlarda RANKL ekspresyonu artar.
RANKL ve M-CSF monosit üzerindeki reseptörüne (RANKL reseptör) bağlanır. Bu faktörler
monositlerin membranlarını aynı INF-gama gibi kaynaştırarak multinüklüer osteoklast
diferansiyonunu oluştururlar.
Osteoklastlar genel olarak kemiğin yeniden şekillendiği bölgelerde görülür. Osteoklast aktivitesinai
parathormon artırırken kalsitonin azaltır.

KEMİK TİPLERİ
Kemik dokusu iki tipte görülür.
1. Primer kemik
2. Sekonder kemik

Primer Kemik
Primer kemik embriyolojik gelişim sırasında veya kırıkların onarımı sırasında görülür. Geçicidir.
Primer kemik yetişkinlerde;
• Kafatası yassı kemikleri
• Diş alveolleri
• Tendonların kemiğe yapıştığı yerler
Primer kemik lameller yapı göstermez ve kollajen fibriller rastgele düzenlenmiştir.

Sekonder Kemik
Olgun kemiğe sekonder kemik denir.
Sekonder kemiğin iki tipi vardır.

27
DrTus.com 28
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

1. Kompak kemik
2. Süngerimsi (spongioz) kemik
Kompak kemik dokusu kanallar ve lamellerden oluşmuş homojen bir görünüme sahiptir.
Kemik hücreleri ve fibriller bu lameller içinde organize olmuştur.
Kan damarlarını taşıyan kanallar iki kısımdır:
1. Havers kanalları (uzun eksene paralel)
2. Volkmann kanalları (uzun eksene dik/oblik)
Havers ve Volkman kanalları birbirleriyle anostomozlar oluşturur.
Havers lamelleri, Havers kanalları etrafında dairesel tarzda dizilmiş sayıları 4-20 arasında değişen
lamellere denir.
Havers kanalının etrafını saran dairesel lamellerin meydana getirdiği sisteme osteon (Havers
sistemi) adı verilir.

28
DrTus.com 29
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Kemikleşme 2 şekilde gerçekleşir.


1. İntramembranöz kemikleşme: Yassı kemikler bu yol ile oluşurlar. Mezenşim hücrelerinin
doğrudan osteoblastlara farklılanmasıyla oluşur.
2. Enkondral kemikleşme: Kıkırdak yapının farklılanarak sekonder kemikleşme merkezleri
oluşturup, daha sonra kalsifiye olmasıyla oluşur. Uzun kemiklerin uzaması bu yolla
olmaktadır. Uzun kemiklerin enine büyümesi ise periosteumdan osteoblastların farklılaşması ile
gerçekleşir (perikondral kemikleşme).

YAĞ DOKUSU

1) Sarı Yağ Dokusu:


Uniloküler (tek damlacıklı) özellik gösterir. Plazma membranında İnsülin, GH, Noradrenalin ve
Glukokortikoidler için reseptör içerir. Yaşa ve cinsiyete göre farklı dağılım gösterir.

2) Kahverengi Yağ Dokusu:


Multilokülerdir (değişik çapta çok damlacıklı) Bol damar ve mitokondri içerir. Termogenin
kahverengi yağ dokusunda bulunan bir proteindir ve H+ iyonları oksidatif fosforilasyona girmeksizin
ısı açığa çıkararak vücut ısısını korur. Yenidoğanda çok miktarda bulunur.

29
DrTus.com 30
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

İMMUN SİSTEM

DALAK
İntraperitoneal bir organdır. Dalak 3 kısmından oluşur.
1. Beyaz pulpa
2. Kırmızı pulpa
3. Marjinal zon

Dalak sıkı bağ dokusundan yapılı bir kapsülle sarılıdır. Kapsülden içeri geren bağ dokusu bölmelere
trabekül (Billroth kordonları) denir. Bunlar dalak pulpasını tam olmayan bölmelere ayırırlar. Dalak
kesit yüzeyinde beyaz noktalar şeklinde dağılmış bölgeler bulunmaktadır. (Beyaz pulpa) Bu nodullerin
içinde bulunduğu parankimaya ise kırmızı pulpa adı verilir. Kırmızı pulpa dalak kordonları (Billroth
kordonları) denilen uzun lenfoid doku bölgeleriyle bunların arasına yerleşmiş sinuzoidlerden
oluşurlar. Splenik arter dallanarak trabeküler arteri oluşturur. Trabeküler arter bağ dokuya girdiğinde
çevresinde lenfoid kılıf döşer. Buna PALS (Periarteril lenfatik kılıf) denir. PALS, T lenfositlerden
zengindir.
B lenfositlerinin oluşturduğu yapılara beyaz pulpa adı verilir. Beyaz pulpayı terk eden arteriollere a.
penisillata adı verilir. Bunlar dalak sinozoidlere kanı götüren kapiller yapılarla çevrilirler. Pulpada
sinusler içinde dökülen kan daha sonra trabekuler venleri oluştururlar. Bunlar birleşip splenik veni
oluştururlar. Beyaz ve kırmızı pulpa arasında sinusların bol olduğu gevşel lenfoid doku bulunur.
Buna marjinal zone adı verilir. Burada bol makrofaj bulunmaktadır. Dalakta aktif fagositozun
olduğu yer marjinal sinus bölgesidir. Yaşlanmış eritrositler penisilat arterden marjinal sinuse geçmesi
sırasında yıkılırlar.

Dalağın fonksiyonları;
1. Kan yapımı: Lenfositler beyaz pulpada yapılır. Monositler ise kırmızı pulpa içinde
hemositoblastlardan farklanırlar.
2. Eritrosit yıkımı ve kanın filtrasyonu: Kırmızı pulpa kordonlarındaki makrofajlar yıkar.
3. Vücut savunması: Kandaki antijenlere karşı ilk immün cevap marjinal zonda verilir.
4. Kan depolama
5. Trombosit depolama: Dolaşımdaki trombosit sayısının 1/2’sini bulundurur.

30
DrTus.com 31
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

TİMUS
Lob ve lobuluslardan oluşur.
Lobuluslar iki kısma ayrılır.
1. Medulla (büyük lenfositler)
2. Korteks (küçük lenfositler)
Medullada Hassal cisimcikleri denen epitelyal kökenli yapılar bulunur.
Timus korteksindekan damarları ile timik lenfositler arasında kan timus bariyeri denen bir bariyer
oluşur. Kan timus bariyeri sayesinde antijen timus içine geçemez. Bu bariyeri oluşmasında en önemli
yapı timus korteksindeki damarların endotelindeki sıkı bağlantılardır. (zonula okludens). Ayrıca
vasküler yapıların çevresindeki perivaskuler retikuler hücreler bariyere katkıda bulunurlar.
Medullada ise makromoleküllerin kanda timusa geçişini engelleyecek özel bir bariyer yoktur.

TONSİLLALAR
Ağız boşluğunun farinkse açıldığı bölgede, 3 grup tonsilla (palatin, faringeal ve lingual) lenfatik halka
yapar. Bu halkaya Waldeyerin lenfatik halkası denir. Lenf nodlarının aksine tonsiller, lenfatik damarlar
boyunca bulunmazlar. Tonsilla palatinada 10-20 kadar kripta (Epitel çöküntüsü) bulunur.
Tonsilla faringeal hipertrofi ile burun deliklerinde tıkanmaya yol açar. Klinikte bu olaya adenoid
hipertrofi denir. Lenfoid foliküller ince barsakta peyer plaklarında bulunur.

LENFOİD FOLİKÜL
Lenf nodları kortex ve medulla olmak üzere 2 kısımdan oluşmaktadır.
Kortex hemen altında subkapsuler sinus denilen yapı vardır. Afferent lenfatiklerle gelen lenf sıvısı
öncelikle buraya uğrar. Buradan kortekse daha sonra medullaya geçer. Lenf sıvısı medulladan
efferent lenfatik sisteme dökülür. Subkapsüler sinüste makrofaj, retiküler lifler bulunmaktadır. Kortex
kısmında ayrıca lenfoid nodüller yer almaktadır. Lenfoid nodüller primer ve sekonder noduller olarak 2
ye ayrılır. Sekonder nodullerin ortasında germinal merkez bulunur. Lenfoid folikul yapısında B
lenfositler bulunmaktadır.

31
DrTus.com 32
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Kortex-Medulla bileşkesinde iç kortex (parakortikal saha bulunur) Burada bulunan hücre T


lenfositleridir.
Medulla, medullar kord ve bunların genişlemesiyle oluşan sinuslardan oluşmuştur. Medullar sinüsler
endotel hücresi ve makrofajlarla döşelidir. Medullar kordonlarda ise B hücresi, makrofaj ve plazma
hücreleri bulunur.
Kan yoluyla lenf noduna gelen lenfositler post kapiller venül veya yüksek endotelli venül (HEV)
denilen özel yapıları geçip lenf düğümüne girerler. Bu tip venüller tonsil, payer plağı, dalaktada
bulunur.

KAN YAPIMI VE KÖK HÜCRE

32
DrTus.com 33
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

SOLUNUM SİSTEMİ HİSTOLOJİSİ

Solunum sistemi 2’ye ayrılır:


1. İletici bölüm
2. Respiratuvar bölüm
İletici bölümü burun, nazofarinks, larinks, trakea, bronş ve bronşiollerden oluşur. Respiratuvar bölüm ise
respiratuar bronşioller, ductus alveolaris ve alveollerden oluşur.
Solunum epiteli iletici bölümde yalancı çok katlı prizmatik silli epiteldir. Bu epitelde goblet
hücreleride bulunur. Bazı hücreler bazalde (Bazal Hücre) kalıp yüzeye ulaşamadığı için yalancı çok
katlı ismi verilmiştir.
Solunum epiteli terminal kısma doğru önce silindirik sonra kübik epitel daha sonrada bronş
ağacının alt bölümünde basit yassı tipe dönüşür.
Orofarinks, epiglottis ve korda vocalisler gibi direkt hava akımına maruz kalan yerler çok katlı yassı
epiteldir.
Nazal kavitede 3 farklı bölüm vardır;
1. Vestibulum nasi
2. Regio respiratoria
3. Regio olfactoria
• Regio vestibularisteki mukoza nonkeratinize çok katlı yassı epitelle döşelidir.

33
DrTus.com 34
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Regio respiratoria yalancı çok katlı prizmatik silli epitel ile döşelidir.
• Konkalardan sadece orta ve alt konkalar solunum epiteliyle örtülüdür.
Üst konkanın epiteli olfactor tiptedir.
Regio olfactoriada 3 tip hücre vardır.
1. Destek hücreleri
2. Bazal hücreler
3. Olfaktor hücreler (bipolar nöronlar)
Alt ve orta konkalarda erektil dokularda bulunan venöz plexusun bulunması karekteristiktir. (kavernöz
doku)
Paranazal sinüsler respiratuvar epitelle döşelidir.

LARİNKS
Larinkste iki tip epitel vardır.

34
DrTus.com 35
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Epiglottisi ve vokal kıvrımları örten epitel nonkeratinize yassı epiteldir.


• Diğer yerlerde respiratuar epitelle döşelidir.
Submukoza epiglottisin arkasında ve vocal ligamentlerin üzerinde bulunmaz.
Erişkinlerde ödem glottisin üst kısmında geliştiği halde vocal kordlardan aşağıya yayılmaz.
(Submukoza sıkıdır ve incedir.)
Çocuklarda submukoza gevşek olduğundan glottis altında çoğu kez ödem gelişir.
Epigottisin farinksteki yüzü çok katlı yassı epitel larinkse bakan yüzü ise respiratuvar tiptedir.

TRAKEA
Trakea mukozası yalancı çok katlı prizmatik silli epitelle döşelidir. Respiratuvar sistem mukozasında
APUD (Küçük Granüler hücre-DNES) sistem hücreleri de bulunur.
Trakeada 4 tabaka vardır;
1. Mukoza
2. L.Propria (Gland yapılarının bulunduğu tabakadır)
3. Submukoza
4. Kıkırdak
5. Adventisya

BRONŞLAR
Trakea T4 hizasında ikiye ayrılır ve bronş ismini alır. Bronşların yapısı hemen hemen trakeayla
aynıdır.

35
DrTus.com 36
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Segmental bronşların dallanması ile akciğer lobüllerine giren bronşiyoller oluşur. Bronşiyoller tek
katlı prizmatik bir epitelle döşelidir ve bez bulunmaz.
Bronşiyol duvarında kıkırdak bulunmaz ama belirgin bir düz kas tabakası izlenir. Astım hastalarında
bronkokonstruksiyonun temel olarak gerçekleştiği yerdir.
Terminal bronşiollerin tek katlı kübik/prizmatik epiteli ve düzenli bir kas katı vardır.
Terminal bronşiollerde Clara hücreleri bulunur.
Respiratuvar bronşiyoller e n küçük bronşiollerdir ve duvarlarında alveoller bulunur.
Bronşiyol epitelinde 4 farklı hücre vardır.
1. Kübik silyalı hücreler
2. Clara hücreleri (prizmatik silyasız hücreler)
3. Prizmatik fırçamsı kenarlı hücreler (Brush cell)
4. Küçük granüler hücre (Endokrin fonksiyonlu) (Bombesin, serotonin)
Kübik silyalı epitel bronşiyoler epitelin %65’ni oluşturulur.
Respiratuvar bronşiyollerin alveol içermeyen kısımları tek katlı kübik epitelle döşelidir.
Duktus alveolaris tek katlı yassı epitellidir. Ductus alveolarisler düz kasın görüldüğü son segmentlerdir.

36
DrTus.com 37
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Alveolar epitel iki hücre tipinden oluşmaktadır.


1. Tip I pnömosit (Tek katlı yassı epitel)
2. Tip II pnomosit
Tip I hücreler difüzyon için selektif bir bariyer oluşturur. Tip II hücreleri kübik hücrelerdir, parankimin
%10’unu oluştururlar. Tip II hücrelerin apikal yüzeylerinde mikrovilluslar bulunur. Tip II hücreler
sürfaktan sentezler, depolar ve kök hücre görevi yaparlar.
Hava kan bariyeri şu tabakalardan oluşur;
1. Sürfaktan tabakası
2. Alveol epitel hücreleri
3. Epitel bazal laminası
4. İnterstisyum
5. Kapiller bazal laminası
6. Kapiller endotel

37
DrTus.com 38
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

SİNDİRİM SİSTEMİ HİSTOLOJİSİ

Başlıca işlevi vücuda alınan besinlerin sindirilmesi ve emilime olan sindirim istemi ağızdan anüse kadar
uzanan bir kanal ile bu kanalın endodermal kökenli epitelinden farklanan bezlerden oluşmuştur.
Sindirim sistemi genel anlamda 3 bölüme ayrılır. Bu kaynak drtus.com’da yayınlanmaktadır.

1. Oral kavite;
• Dudak, yanak
• Dil, diş
• Tükrük bezleri
• Farinks

2. Sindirim kanalı;
• Özofagus
• Mide
• İnce ve kalın barsaklar
• Rektum
• Anal kanal

3. Büyük sindirim bezleri;


• Pankreas
• Karaciğer
Dudağın epidermisi, kalın bir stratum luciduma (elaidin proteini içerir) sahiptir.
Damak sert ve yumuşak olmak üzere iki kısımdır.
Ağız boşluğu çok katlı yassı epitelle örtülüdür.
Yumuşak damağın burun boşluğuna bakan kısmı yalancı çok katlı prizmatik silli epitel ile örtülü
iken ağız boşluğuna bakan yüzü nonkeratinize çok katlı yassı epitelle örtülüdür.
Dilin üst kısımdaki mukozada, mükoz kabartılar (papilla) bulunur. Papillalar tat
tomurcukları içerirler.
Papillalar fonksiyon ve yapılarına göre 4 gruba ayrılır.
1. Filiform papilla (tat tomurcukları içermez)
2. Fungiform papilla (tat tomurcukları içerir)
3. Sirkumvallat papilla (tat tomurcukları içerir)
4. Papilla foliata (insanda rudimenter)
Sirkumvallat papillalar insanda sulcus terminalisin etrafında yer almıştır. Tat
tomurcuklarının yaklaşık yarısı sirkumvallat yapısı içerisindedir.
Sirkumvallat papillalarında tat tomurcukları bulunur ve bu tomurcuklar Ebner bezlerinin salgısı
ile devamlı ıslak tutulur. Ebner bezi lingual lipaz salgılar.
Fungifon papilla özellikle dilin ön kısmı yerleşmiştir. Yoğun tat tomurcuğu içerir. Bol miktarda
kanlanması nedeniyle dilin üzerindeki kırmızı noktalanmayı oluşturur.

38
DrTus.com 39
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

DİŞLER
Dişin meneralize yapıları mine (enamelum), dentin ve sementumdur.
1. Mine: Vücudun en sert dokusudur. Mine matriksi ameloblastlar tarafından yapılır. Ameloblast içinde
çok sayıda salgı granülleri içeren tomes uzantısına sahiptir.
2. Dentin: Dentin matriksi odontoblastlar tarafından yapılmıştır. Odontoblastlarda birçok tomes uzantısına
sahiptir.
3. Pulpa: Sinir ve damardan zengin bir dokudur. Odontoblastı fibrolastlar, ince kollojen fibriller ve
glikozaminoglikan içeren temel maddedir.
4. Periyodontiyum: Dilin maksiller ve mandibular kemik içinde tutunmasını sağlayan yapıları içerir.

Sement:
Havers sistemi ve kan damarı yoktur ancak yapısı kemiğe benzer. Osteosit görümündeki
sementositleri içerir.

PERIODONTAL BAĞ:
Her diş alveolus adı verilen kemik kovuklar içinde kemiğe sıkı bağ dokusundaki periyodontal ligament
ile tutunmuştur. Sementum içine uzanan Sharpey liflerini verir.

TÜKRÜK BEZLERİ

1. Parotis

39
DrTus.com 40
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

2. Submandibular
3. Sublingual
Küçük salgı bezleri devamlı salgı yaparken büyük bezler özel uyarılar ile salgı yapar.
Parotis ana tükrük bezlerinin en büyüğüdür. Saf seröz bezdir. En büyük bezidir. Parotis bezi Stenson
duktusu ile 2. molar diş (üst) hizasında ağız boşluğuna açılır.
G. submandibularis ağız içi sindirimin %70’inden sorumludur ve Wharton duktusu yoluyla alt kesici
dişlerin arkasından ağız boşluğuna açılır. Karma bezlerdir ancak seröz son kısımlar çoğunluktadır. Karma
bezlerde müköz son kısımları çevreleyen yarımay biçimli seröz son kısımlarının bulunduğu yapılar da
izlenir. Bu yapılar seröz yarımay ya da Gianuzzi yarımayı olarak adlandırılırlar. Submandibüler bezler
salgısılarını Wharton kanalı aracılığıyla ağız tabanına verirler. Bileşik tübüloalveoler yapıda bir çift bezdir.
Sublingual bezler: Bir çift major ve çok sayıda minör bezden oluşmuş karma beze örnektir ancak müköz
son kısımlar çoğunluktadır. Seröz yarımaylar bu bezlerde de izlenebilir. Büyük bezler salgılarını
Bartholin kanalı aracılığıyla Wharton kanalına verirken, küçük bezler çok sayıda boşaltma kanalıyla ağız
tabanına açılırlar.

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM HİSTOLOJİK KATMANLARI

1. Mukoza
• Epitel
• L.propria (Yoğun gland içerir.)
• Muscularis mukoza (Düz kas lifleri içerir mukozanın peristaltizmini sağlar)

2. Submukoza
Plexus Meissneri bulunmaktadır. Bu plexus gastrointestinal bezlerin sekresyon kontrolünden
sorumludur.

3. Muskularis propria
Gerçek kas tabakasının bulunduğu tabakadır. GIS içeriğinin lümen boyunca iletilmesini sağlar.
(Plexus Auerbachi) Pleksus Auerbachi, peristaltizmin regülasyonunda görev yapmaktadır.

4. Seroza
Muskularisi örten visseral peritondur.

40
DrTus.com 41
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

ÖZEFAGUS

Çok katlı yassı epitel ile döşelidir. Submukozasında birçok musin yapan gland bulunmaktadır.
Serozası bulunmaz.

MİDE
Mide sindirim kanalının en geniş yeridir.
Mide fonksiyonel bakımdan 4 kısma ayrılır;
1. Kardia
2. Fundus
3. Korpus
4. Pilor
Tunica mukozada fovea gastrica denen düzensiz yuvarlak çukurcuklar vardır. Mide epiteli tek katlı
prizmatik tiptedir. Mide epiteli müsin salgılar.
Lamina propriadaki mide bezleri bulundukları yere göre 3 kısma ayrılır.
1. Kardia bezleri
2. Fundus ve corpus bezleri
3. Pilor bezleri
Kardia bezleri muköz salgı yapar.
Fundus ve korpustaki bezler esas bezlerdir. 4 tip hücre bulunur.
1. Esas hücreler

41
DrTus.com 42
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

2. Parietal hücreler
3. Müköz boyun hücreleri
4. Enterokromaffin hücreler

KARDİYA BEZLERİ
Basit yada dallanmış tübüler bezlerdir. Özefagustakilere benzeyen bu bezler başlıca mukus salgılarlar
ancak tek tük pariyetal hücrelere rastlanabilir.

FUNDUS BEZLERİ
Midenin asit (HCI) ve enzim salgısının hemen tamamı bu bezler tarafından gerçekleştirilir. Gastrik
çukurlarda örtü epitelinin devamı biçiminde düz bir tüp olarak uzanan bu bezler son kısımlarında
dallanmalar gösterebilir. Çukura açılan bölgeleri istmus, buraya komşu bölümü ise boyun kısmı olarak
adlandılır. Boyun kısmı başlıca müköz boyun hücreleriyle döşelidir. Bezin daha derindeki geri kalan
bölümü ise başlıca üç tip hücre içerir:

Pariyetal hücreler
Hidroklorik asit salgılanmasından sorumlu hücrelerdir. Bunun yanı sıra B12 vitamininin barsaktan
emilimi için gerekli olan intrensek faktörün de bu hücreler tarafından salındığı bilinmektedir. Enerji
gereksiniminin artmış olmasına bağlı olarak sitoplazmada çok sayıda mitokondriyon izlenir. HCI
sentezi karbonik anhidraz enziminin yardımıyla gerçekleştirilir. Apikal plazma membranının yaptığı
çok sayıda invajinasyonlar içerirler.

Esas hücreler
Pepsinojen sentezleyen tipik protein salgısı yapan hücre özellikleri gösteren ve genellikle bezlerin
tabanına yakın yerleşimde hücreleridir. Pepsinojen midenin asit ortamında aktif proteolitik bir
enzim olan pepsine dönüşür. Enzim içeren zimojen granüllerinin çokluğu nedeniyle zimojenik

42
DrTus.com 43
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

hücreler olarak da adlandırılırlar.

Enteroendokrin hücreler
(Enterokromafin – Argentofin hücre) Gümüşleme veya krom boyası tuttuklarından bu adlar
da verilir. GIS hormonlarını, serotonin, endorfin gibi maddelerin üretimini sağlarlar.

PİLOR BEZLERİ
Pilorda gastrik çukurlar daha derin olduğundan boyu kısadır. Fundusa yakın yerleşimde olanlarda bir
ölçüde hidroklorik asit salgısı gerçekleşirse de ana salgı ürünü mukustur. Pilor da izlenen
enteroendokrin hücrelerin serotonin ve endorfinin yanında gastrin ve somatostatin salgıladıkları
gösterilmiştir. Midenin müskülaris eksterna katı içte oblik, ortada sirküler ve dışta longitudinal
düzenlenmiş düz kas hücrelerinden oluşmuştur.
Midenin son bölümünde, orta katı oluşturan sirküler kaslar pilor sfinkterini oluşturmak üzere
kalınlaşmışlardır. Bu sfinkter mide içeriğinin bağırsağa aktarılmasını denetler. Mide en dışta serozayla
çevrelenmiştir.

İNCE BARSAK
İnce barsaklarda emilim işlevine yönelik olarak yüzey arttırıcı mukaza katlantıları izlenir. Bunlar plika
sirkülares (Kerckring valfleri) ve villuslardır. Plikalar en çok jejunumda yerleşmiştir. Villuslar
içerisinde arter, venül ve lenf taşıyan lakteal kanalı bulunur.
Epitel örtüsünün yaptığı çöktüntüler ise Lieberkühn kriptaları olarak adlandılıır ve midede
olduğu gibi bu yapılar barsak bezleri olarak değerlendirilir. Tek katlı prizmatik epitelden oluşan
örtü epiteli hücrelerinde de apikal yüzde düzenli, uzun mikrovilluslar izlenir. Bu yapılar ışık mikroskobu
düzeyinde çizgili kenar olarak belirlenebilir.
a. Duodenum: Villusların geniş olması ve submukozada yer alan müköz salgı yapan Brunner
bezlerinin varlığıyla karakterizedir.
b. Jejunum: Villuslar incedir.
c. İleum: Villuslar incedir ve lamina propriyalarının Peyer plakları olarak adlandılıran lenf
folliküllerinden çok zengin olmasıyla karakterizedir. Peyer plaklarında B lenfositler lenfoid folikül
yaparcasına toplanmışlardır.
M (membranöz epitelyal) hücreler, Peyer plaklarının lenfoid folliküllerini örten özelleşmiş epitelyal
hücrelerdir. Bu hücrelerin apikal ve lateral yüzeylerinde çok sayıda membran invaginasyonları vardır.

M hücreleri endositozla antijenleri alabilirler ve alttaki lenfoid hücrelere taşırlar, sonra da


yabancı antijenlere immünolojik cevapların başladığı yer olan lenfoid sisteme (nodüllere) göç ederler.
İntestinal immünolojik sistemde M hücrelerinin önemli bir yeri vardır. Bazal lamina M hücrelerinin
altında devamlılığını kaybeder, böylece lamina propria ile M hücreleri arasında geçiş sağlanmış olur.

LIEBERKÜHN KRİPTALARI
Emilim yapan örtü epiteli hücreleri, goblet hücreleri, Paneth hücreleri ve enteroendokrin
(Argentofin) hücreler içerir. Bu hücreler:
S- hücreleri: Sekretin,
K- hücreleri: GIP,
L- hücreleri: Glicentin, glukagon benzeri madde
I- hücreleri: Kolesistokinin

43
DrTus.com 44
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Mo- hücreleri: Motilin,


EC- hücreleri: Serotonin, substance P,

Paneth hücreleri kriptaların bazal bölümlerinde yerleşmiş ve salgıladığı ürünlerle lüminal yüzeyi
patojen mikroorganizmalara karşı koruyan hücrelerdir. TNF-α, lizozim, defensin (kriptidin) olmak
üzere 3 ana ürün sentezler. Lizozim bakterilerin hücre duvarının geçirgenliğini arttırarak, defensin ise
parazit ve bakterilerde membranlarında iyon kanalı açarak antimikrobiyal etki oluşturur.

KALIN BARSAKLAR
Kalın barsaklar 5 kısımda incelenir.
1. Çekum
2. Appendiks
3. Kolon
4. Rektum
5. Anal kanal
Barsağın bu bölümünde villus izlenmez. Lieberkühn kriptalarının derinliği ve goblet hücrelerinin fazlalığı
ile karakterizedir. Kalın barsakta bulunan Lieberkühn kriptalarında Paneth hücreleri izlenmez.
Kalın barsakların müskülaris eksternası, çekum ve kolonda, tenya koli olarak adlandırılan
uzunlamasına bantlar oluşturur. Serozasında da apendises epiploika olarak adlandırılan yağdan zengin
peritonla kaplı kesecikler izlenir. Rektum ve kolonun retroperitoneal bölümlerinde serozanın yerini
adventissya alır.
Kalın barsaktaki prizmatik örtü epiteli içinde, ince barsaktakine göre çok daha fazla goblet hücresi izlenir.
Müskülaris eksterna rektumun son bölümünde internal anal sfinkteri oluşturmak üzere kalınlaşır. Anal
kanalın bu sfinkterin distalinde bulunan bölümü ise çok katlı yassı epitelle döşelidir ve çizgili kasların
oluşturduğu istemli çalışan eksternal anal sfinkteri içerir.

KARACİĞER
Organın parankiması hepatositlerin oluşturduğu hücre kordonları ve bunların arasında yer alan
sinüzoidlerden oluşmuştur. Merkezde bir vena santralis’ten ışınsal biçimde dağılan hücre
kordonları kabaca altıgen biçiminde karaciğer lobcuklarını oluşturur. İnsanda lobcukları
sınırlayan bir bağ dokusu bölmesi izlemez ve altıgenin köşelerinde portal aralık olarak tanımlanan özel

44
DrTus.com 45
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

bölgeler yer almıştır.


Portal aralık, hepatik arter ve vena portanının birer dalı ile bir safra kanalı içerir. Bu üçlü yapı
portal triad olarak bilinir. Karaciğerin lenfatikleri de portal aralıktan kör uçlar olarak başlarlar ve
Disse aralığında oluşan lenfi drene ederler. Portal ven (1100 cc) ve hepatik arterden (400 cc)
gelen kan sinuzoidlerden geçip santral vene boşalmaktadır .Hepatik arterdeki oksijen saturasyonu %
95 iken, portal vendeki oksijen saturasyonu %82 dir.
Karaciğer hücre kordonları (Remark kordonları) arasında yer alan, karaciğer sinüzoidleri tipik
sinüzoid özellikleri gösterir ve duvarlarında başlıca üç tip hücre izlenir:
a. Endotel hücreleri
b. Kupffer hücreleri: Mononükleer fagosit sistem üyesi fagositik hücrelerdir.
c. Yağ depo hücreleri (İto hücresi): Disse aralığında bulunurlar. Sitoplazmaların lipid damlacıkları
izlenen bu hücrelerin A vitamini (Retinoik ester) depoladıkları bilinmektedir. Karaciğer sirozunda
myofibroblastlara dönüşerek fibrozis (kollagen-elastin sentezi) yapmaktadırlar.
d. Sinüzoid endotel hücreleri, pencelerelidir ve aralarında sıkı bağlantılar izlenmez. Bunun yanında
devamlı bir bazal laminaları yoktur.

HEPATİK ASİNUS 3 ZONA AYRILMIŞTIR.


Zon 1: Kan damarları lobülün periferinden merkezine doğru ilerlediğinden, oksijenden ve besin
maddelerinden en zengin kanla karşılaşan bölgedir.
Zon 2: Arada kalan bölgedir.
Zon 3: Konjestif kalp yetmezliğinde karaciğer nekrozu (sentrilobuler nekroz) iskemik nekroz en çok
Zon 3’teki hücreleri etkiler. Zon 1 ise en iyi durumdadır.

KARACİĞER HÜCRELERİ
İri, bir yada iki çekirdekleri vardır. Ökromatinden zengin olan çekirdekte belirgin bir çekirdekçik izlenir.
Hücrelerin Disse aralığına bakan yüzlerinde düzensiz mikrovilluslar vardır. Ayrıca disse aralığında
sempatik sinir sistemine ait postganglionik sinir lifleri bulunur. Bu lifler glikojenoliz, lipoliz ve
glikoneogenez oluştururlar.
Komşu hepatosit hücre zarları arasında ise sıkı bağlantılarla sınırlanmış ince safra kanalikülleri yer
alır, ve bu kanalcıkların duvarı yalnızca hapatosit hücre zarlarından oluşmuştur. Kanalcıklar
aracılığıyla perifere iletilen safra, hering kanalı olarak adlandırılan kısa bir kanalla portal aralıktaki
safra kanallarına aktarılır.
Hering kanal çevresindeki oval hücreler kök hücre görevi yaparak hepatosit hasarında ölen hücrelerin
yerini doldurur.
Granüllü endoplazmik retikulumu ve serbest ribozomlar yaygın olarak izlenir. Safra kanalcıklarına
yakın yerleşmiş çok iyi gelişmiş bir golgi bileşikleri vardır. Glikojen ve lipid metabolizmasının yanında
çeşitli ilaç ve zehirli maddelerin detoksifikasyonu işlevini yüklenmiş olan düz endoplazmik retikulumu
da çok iyi gelişmiştir.
Mitokondri ve peroksizomdan zengindir. Portal aralıklardaki safra kanalcıklarına ulaşan safra, bu
kanalların birleşmesiyle oluşan bir kanallar sistem aracılığıyla duktus hepatikus’a ulaşır. Duktus
hepatikus, safra kesesine açılan duktus sistikus’la birleşerek duktus kodekus’u oluşturur ve bu kanal
da ana pankreatik kanallar ortak bir ampullası olan papilla duodeni majore açılır.

45
DrTus.com 46
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

SAFRA KESESİ
Karaciğerin alt yüzünde yerleşmiş, başlıca işlevi safrayı depolamak ve konsantre etmek olan, kabaca
armut biçiminde bir organdır.
Mukozası tek katlı prizmatik epitel ve lamina propriyadan oluşmuştur. Epiteli bağ dokusu içine yaptığı
lamina propriyada yer alan çöküntüler Rokitansky-Aschoff sinüsleri olarak bilinir. Safra keseside
submukoza bulunmaz. Kas katı oblik, sirkuler ve longitudinal düzenlemiştir ve bağ dokusu bölmeleri içerir.
Organın karaciğere yapışık olabilen üst yüzünün dışında kalan bölümleri ise serozayla örtülüdür. Safra
kesesinin karaciğere bakan yüzünde aberran safra kanalları oldukları düşünülen Luschka
kanalcıkları, kas katı dışındaki bağ dokusunda görülebilir ancak bu kanalların lümenle ilişkileri

46
DrTus.com 47
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

yoktur.
Safra kesesini döşeyen prizmatik hücrelerin apikal yüzyerinde mikrovilluslar izlenir. Safra kesesinin görevi
safranın yoğunlaştırılmasıdır.

PANKREAS

Retroperitoneal yerleşimli, alkali özellikli, enzimden zengin salgı yapan bir egzokrin ve adacıklar halinde
düzenlenmiş bir endokrin bölümü olan sindirim kanalının ikinci büyük bezidir.
Egzokrin pankreas birleşik seröz bir bezdir. Son kısımları sindirim enzimlerini salgılayan asiner
hücreler ve boyun kısmından lümene doğru sarkan sentroasiner hücreleri içerir. GER ve golgi
birleşiği çok iyi gelişmiştir ve apikal sitoplazmalarında çok sayıda zimojen granüller izlenir. Tükrük
bezlerinden farklı olarak pankreasın intralobüler kanalları kısadır.

ENDOKRİN SİSTEM HİSTOLOJİSİ

HİPOFİZ
Hipofiz iki kısma ayrılır.
1. Adenohipofiz
2. Nörohipofiz
Her iki kısımda ektodermden oluşur.
Adenohipofiz Rathke kesesinden, nörohipofiz ise infundibulumdan gelişir.
Rathke kesesinin oldukça sık görülen bir artığı, kraniofarinjioma denir.
Hipofiz sella turcica üzerinde yerleşmiştir. Hipofizin anterior lobunun büyük kısmı direkt bir arteryel
dolaşıma sahip değildir. Hipatalamusta bulunan nöronlardan çıkan Releasing hormonlar, ön
hipofizde bulunana portal dolaşıma verilirler.
Adenohipofizdeki hücreler boyanmalarına göre kromofoblar ve kromofiller olarak iki gruba
ayrılır.
Kromafil hücrelerde iki gruba ayrılır.
1. Asidofiller

47
DrTus.com 48
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

2. Bazofiller
Kromofoblar adenohipofizdeki hücrelerin yaklaşık yarısını oluşturur. (Esas hücrelerde denir)
1. GH salgılayan (somatotropik, asidofil) (Ön hipofizde en çok bulunana hormon yapan
hücredir)
2. PRL salgılayan (mamotropik, asidofil)
3. LH/FSH salgılayan (gonadotropik, bazofil)
4. TSH salgılayan (tirotropik, bazofil)
5. ACTH salgılayan (kortikotropik, bazofil) (Bazofillerin en yaygını kortikotroplardır.)

NÖROHİPOFİZ
• pars nervosa
• infundibular sistem
• median eminens
- Pars nervosa salgı hücreleri içermez. Nöron gövdelerinin myelinsiz aksonları bulunur.
(paraventriküler, supraoptik)
- Nörohipofizial hormonların taşınması ve pars nervozada depolanmasında (Herring body)
nörofizin adlı bir protein aracılık eder.
- Nörohipofizde myelinsiz aksonlara pitusit denilen glial hücreler eşlik eder.

TİROİD BEZİ

Tiroid iki lobtan oluşmuştur ve istmus bu iki lobu birbirine bağlar. Tiroid foramen checum hizasında, ön
barsağın endoderminin büyümesiyle gelişir. Parafoliküler hücreler 5. yutak cebinden gelişen nöral krest
hücrelerinden köken alır. Tiroid bezi 10. haftadan sonra fonksiyon görmeye başlar. (fetusta)

48
DrTus.com 49
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Kolloid; proteolitik enzimler, mukoproteinler ve tiroglobulin olarak adlandırılan bir glikoproteinden


oluşmuştur.
Tiroid bezinin parankimasında iki ayrı hücre tipi vardır.
1. Folliküler hücreler (Tek katlı kubik epitel)
2. Parafolliküler clear hücresi (C hücreleri) (Kalsitonin yapımı)
PARATİROİD
Paratiroid bezleri 4 tanedir. 2 üst paratiroid 4. yutak cebinden 2 alt paratiroid ise 3. yutak cebinden
gelişir.
Paratiroid bezin parankimasında iki tip hücre vardır.
1. Esas hücreler: Stoplazmik granüllerde parathormon içeren hücrelerdir. Glikojen inklüzyonlarıda
stoplazmada gözlenebilir.
2. Oxyphil hücreler: Oksifil hücre özellikle puberteden sonra sayıları artar. stoplazmasında bol
miktarda mitokondri içerdiği için H&E ile stoplazması asidofilik boyanır. Bu hücreler gerektiğinde
esas hücrelere diferansiye olabilirler.

KADIN ÜREME SİSTEMİ HİSTOLOJİSİ

OVARYUM
Tek katlı kübik doğurucu epitel ve bunun altında fibröz bağ dokusu yapısındaki tunika
albuginea ile sınırlanmış bir organdır. Lig. latum uteri ile mezentere, lig teres uteri ile uterusa
tutunmuş olan organ pelviste yerleşmiştir. Dışta follikülleri içeren kalın bir korteks, içte damardan
zengin bir bağ dokusu olan dar medulla olmak üzere iki bölümden oluşmuştur.

Tuba uterinalar
Tek katlı silendirik epitel ile döşelidirler.
• İnfundibulum
• Ampulla
• İsthmus
• İntramural parça olmak üzere dört bölümden oluşmuştur.
Mukoza özellikle ampullarda primer, sekonder ve tersiyer dallanmalar yapan mukoza katlantıları
oluşturur. İsthmus’ta ise daha basit uzunlamasına seyreden katlantılar izlenir. Peristaltik hareketler
yapan kalın bir düz kas katı içeren tuba uterinalarda bu kaslar çok belirgin olmayan bir biçimde içte
sirküler ya da sarmal dışta longitudinal demetlerden oluşmuştur. Organ en dıştan seroza ile
sarılmıştır.

UTERUS
Korpus ve serviks olmak üzere iki bölümden oluşan uterus dıştan seroza ya da adventisya ile
çevrelenmiştir. Duvarı bu katın içinde yer alan miyometriyum ve endometriyumdan oluşmuştur.
Uterus duvarının en kalın bileşeni olan miyometriyum birbirinden tam olarak ayrılmayan 4 kat düz kas
demetinden oluşmuştur. Gebelikte hem hipertrofi hem hiperplazi gösteren miyometriyum dokusu
hacmini belirgin olarak artırır.

ENDOMETRİYUM

49
DrTus.com 50
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Tek katlı prizmatik epitelle döşeli ve lamina propriyayla desteklenmiş bir kattır. Lamina
propriyası basit tübüler bezler ve kan damarları içerir.
Her siklusta dökülerek kendini yenileyen endometriyum menstruel siklustaki değişikliklere maruz kalan
bir endometriyum fonksiyonalis ile menstruasyonla dökülmeyip, endometriyumun rejenerasyonunu
gerçekleştiren endometriyum bazalis olmak üzere iki kısma ayrılır. Bazal katı besleyen arterler düz,
endometriyum fonksiyonalisi besleyen arterler kıvrıntılıdır.

SERVİKS
Uterusun vajinaya açılan boyun bölümünü oluşturur. Serviks kanalı, mukus salgılayan tek katlı
prizmatik bir epitelle döşelidir. Lamina propriyasında bu epitelden uzanan tübüler müköz bezler
izlenir. Bu hücreler hem serviksin hem vajinanın mukus salgısını oluştururlar.
Duvarını bol miktarda bağ dokusunun desteklediği düz kaslar oluşturur. Gebilik süresince kapalı kalan
kanal doğum sırasında gebelik korpus luteum ve plasentadan salgılanan relaksin adlı bir hormonun
etkisiyle gevşer.
Servikal kanal mukozası menstruasyon sırasında endometriyumla birlikte dökülmez. Serviksin
vajinaya bakan yüzü ise çok katlı yassı epitelle döşelidir.

VAJİNA
Çok katlı yassı epitelle döşeli, fibromüsküler duvarı olan bir organdır. Lamina propriyasında
bez bulunmaz, mukus salgısı servikal kanaldan gelir. Fibroelastik lamina propriyasında yer alan
küçük venlerin oluşturduğu pleksuslar organa vasküler bir görünüm kazandırır.

ERKEK GENİTAL SİSTEM HİSTOLOJİSİ

Erkek genital organları testisler, genital kanallar, yardımcı bezler ve penisten oluşmuştur.

TESTİS
Testisler skrotumda yerleşmiş bir çift organdır. Dışta periton uzantısı olan prosessus vajinalis
ve içte tunika albuginea ile sarılmıştır.
Organın parankimasını spermatogenezin gerçekleştiği seminifer tübüller oluşturur. Bazal laminayla
çevrili tübüller oluşturur. Bazal laminayla çevrili sertoli hücreleri ve gelişmekte olan sperm
hücrelerinden olaşan bu kıvrıntılı borucuklar rete testis aracılığıyla duktuli efferentese açılırlar.
Seminifer tübüller arasındaki stromada yer alan interstisiyel hücreler (Leyding hücresi) ise LH
etkisinde androjenlerin salgılanmasından sorumludur.
Seminifer tübüller çevresinde miyoepitelyal hücrelere de rastalanabilir. Duvarda yer alan sertoli
hücreleri sıkı bağlantılarla bağlanmış olduğundan makromoleküllerin geçişine izin vermezler (Kan-
testis bariyeri).
Sertoli hücreleri FSH etkisinde Androjen bağlayıcı globulin sentezi yaparak testesteronu
bağlar. Spermatogenezin sürmesi için gerekli lokal yüksek testesteron konsantrasyonu böylelikle
sağlanmış olur. Ayrıca sertoli hücresi fetusta MIF (Müllerien İnhibisyon Faktör) yaparak müller
kanalının erkek fetusta gerilemesini sağlar. Sertoli hücresinin fagositoz görevide vardır. İnhibin
salgılayan sertoli hücresi bu yolla FSH’ı baskılar.

50
DrTus.com 51
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

EPİDİDİMİS
Testisin üst ve arka yan bölümünde yerleştirilmiş yarım ay biçiminde bir organdır. Duktuli efferentesin
bağlandığı kıvrıntılı bir borucuk olan duktus epididimisi içerir. Duktuli efferentes, silli yüksek
prizmatik hücrelerle döşelidir.
Spermler epitel hüclerindeki siller aracılığıyla duktus epididimise ulaştırılır. Spermatoidler epididimde

51
DrTus.com 52
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

motilite kazandığından genital kanalların bundan sonraki bölümlerinde sil izlenmez, duktus
epididimis yalancı çok katlı silindirik sterosilyalı epitel örtüsüne sahiptir ve yine düz kas hücrelerinden
oluşmuş bir kas katı ile çevrelenmiştir.
Epididimde sentez edilen gliserofosfokolin, kadın genital sistemde meydana gelen sperm
maturasyonunu (kapasitasyon) inhibe etmektedir. Epitelin başlıca görevi resorbsiyondur. Genital
yollar, duktus deferenslerle devam eder.

DUKTUS DEFERENS
Yalancı çok katlı prizmatik stereosilyalı epitel, fibroelastik lamina propriya ile ortada sirküler içte-dışta
longitudinal olmak üzere 3 tabakalı bir düz kas katı içeren ve üretraya açılan bu kanal spermatik kord
içinde eşlik eden arterler, lenfatikler, sinirler ve pamfiniform pleksusu oluşturan venlerle birlikte gevşek
bağ dokusu ile sarılı olarak seyreder. Esas görevi spermi depo etmektir. Kas katı peristaltik
kasılmalarla lümen içeriğini üretraya aktarır.

VEZİKÜLA SEMİNALİS
Yüksek prizmatik ya da yalancı çok katlı prizmatik salgı yapan epitel hücreleriyle döşeli kıvrıntılı
divertikül biçiminde bir bezdir. Erkekde ejukulatın %70’ini veziküla seminalis oluşturur. Veziküla
seminalis sıvısı fruktozdan zengindir.

PROSTAT
Prostatik üretra çevresinde yerleşmiş çok sayıda birleşik tübüloalveoler bez içeren bir organdır. Her
bezin, üratraya açılan kendine ait bir kanal sistemi vardır. Salgı yapan bölümleri prizmatik ya da
yalancı çok katlı prizmatik hücrelerle döşeli olan organın stroması damardan zengin fibroelastik bir bağ
dokusu içerir. Sütümsü, enzim içeren hafif asidik bir salgısı vardır. (Corpora amilacea)

PENİS
• Bir çift korpus kavernozum ve tek korpus spongiyozum (korpus kavernozum üretra) içerir.
Ereksiyon korpus kavernozumların yapısal özelliklerine bağlı olarak gerçekleşir.
• Ereksiyon parasempatik uyarıyla bu vasküler boşlukları besleyen arterlerin duvarındaki düz
kasların gevşemesi ve vasküler boşlukların kanla dolması sonucu gerçekleşir. Korpus
kavernozumların bu genişlemesi tunika albugineaları ile sınırlanmıştır ve boşlukları drene eden
venlerin baskıya uğramasıyla ereksiyon sürer.
• Ejakülasyonu da uyaran sempatik uyarıyla arterlerin duvarı normal tonusunu kazanır ve ereksiyon
sona erer.
• Duktus deferens, seminal vezikül salgısını boşaltan kısa kanalla birleşerek duktus ejakülatoriyusu
oluşturur. Duktus ejakülatoriyus prostatik uretraya açılır. Böylece üretra erkekte hem üriner hem
genital kanalların son bölümünü oluşturur.

ÜRETRA
Erkek üretrası üç bölümde incelenir.
a. Prostatik üretra: Proksimalde değişici epitelle döşelidir. Epitel giderek yalancı çok katlı ve çok katlı
prizmatik epitele dönüşür.
b. Membranöz üretra: Üratranın ürogenital diyaframı geçen kısa bölümüdür, çok katlı prizmatik
epitelle döşelidir.

52
DrTus.com 53
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

c. Penil üretra: Korpuz spongiyozum içinde seyreden en uzun bölümdür. Distalde genişlemiş
naviküler fossa olarak bilinen bölümüne kadar olan kısmı çok katlı prizmatik, naviküler fossa ve
distali çok katlı yassı epitelle döşelidir. Penil üretrada sürekli mukus salgılayan Littre bezleri
bulunur.
d. Duktus deferens, seminal vezikül salgısını boşaltan kısa kanalla birleşerek duktus ejakülatoriyusu
oluşturur. Duktus ejakülatoriyus prostatik üretraya (Verumantanum) açılır.

BOŞALTIM SİSTEMİ HİSTOLOJİ VE EMBRİYOLOJİSİ

ÜRİNER SİSTEM GELİŞİMİ


Üregenital sistem: İntermediyer mezoderm, Abdominal kaviteyi döşeyen mezotel tabakası,
Üregenital sinüs endoderminden gelişir. Üriner sistem, genital sistemden 3 hafta önce gelişir.
Üç tip böbrek sistemi gelişmektedir.
Pronefroz: Fonksiyonel değildirler.
Mezonefroz: Geçici boşaltım organı olarak görev alırlar.
Metanefroz: Kalıcı böbrekleri oluştururlar.
Metanefrozlar böbrekler iki kökenden gelişirler:
1. Metanefrik divertikül (ureterik tomurcuk): üreter, renal pelvis, kaliksler ve toplayıcı tübülIeri
oluşturur.
2. Metanefrik mezoderm: nefronları (glomerül, proksimal, henle, distal tüp) meydana getirmektedir.

BÖBREKLER
• Parankiması dışta granüler görünümlü bir korteks ve tübüler yapıdaki bir medullaya ayrılır.
• Uzunlamasına düzenlenmiş çok sayıda borucuk içeren medulla, tabanı kortekse doğru gelişmiş,
medulla piramitlerini oluşturur. Medullada Henle’nin inen, çıkan kolları, kulpu ve medüller toplama

53
DrTus.com 54
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

kanalları bulunur.
• Piramitlerin arasına uzanan kortikal doku ise renal kolonları (Bertin kolonlarını) oluşturur. Renal
piramitlerin apeksi ise papilla olarak adlandırılır ve bu yapılar boşaltma yolunun ilk bölümleri olan
minör kalikslere açılırlar. Ortalama 12 adet piramit ve minör kaliks vardır. 6 veya altındaki sayılar
hipoplazik böbrek tanısını koydurur. Bir kaç minör kaliks, majör kalikslere açılır ve oluşan idrar
pelvis olarak adlandırılan genişlemiş bölüm aracılığıyla üretere aktarılır.

54
DrTus.com 55
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Nefron
Böbreğin işlevsel ve yapısal birimi nefron’dur.

Nefronun kısımları
1. Malpighi cisimciği
2. Tubuli renalis

Corpusculum renale (Malpighi)


• Glomerulus
• Bowman kapsülü
Tubuli renis
• Proximal tübül (kıvrımlı ve düz)
• Henle kulpu
• Distal tübül (düz ve kıvrımlı)
Malpighi korpüskülü Bowman kapsülü ve glomerulustan oluşur.
Malpighi korpüskülünde iki kutup vardır.
1. Vasküler kutup: Afferent arteriolün girip efferent arteriolün çıktığı kutuptur.
2. İdrar kutbu: Proximal tübülüs lümeni ile Bowman kapsül aralığının bağlandığı bölümdür.
Bowman kapsülünün pariyetal yaprağı tek katlı yassı epitel hücreleriyle döşeliyken, visseral
yaprağı primer ve sekonder hücre uzantıları içeren, podositlerce oluşturulur.

55
DrTus.com 56
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Podositlerin ikincil uzantıları pedisel olarak adlandırılan çok ince ve kapiller bazal laminayı
çevreleyen oluşumlardır. Çok sayıdaki bu ince uzantıların arasındaki boşluklar filtrasyon yarığı
(slit) olarak adlandırılır. Pencereli olan kapiller yumağı endotel hücreleri kalın bir bazal lamina ile
çevrelenmiştir. Bu yapıların tümü (pencereli endotel + bazal lamina + filtrasyon yarıkları)
filtrasyon bariyerini oluşturur. Glomerülde damarların dışında yerleşmiş intraglomerüler
mezangiyal hücreler de izlenir. Bu hücreler bazal lamina bileşenlerinin yapımı ve fagositozdan
sorumlu olduğu düşünülmektedir.
Proksimal kıvrıntılı tübül: Lüminal yüzünde mikrovilluslar ve glikoproteinden zengin kalın bir
glikokaliks içeren tek katlı kübik epitel hücreleriyle çevrelenmiştir. Su, Na+, Cl-, glukoz ve
aminoasitler gibi pek çok maddenin aktif olarak geri emildiği bu tübüllerde enerji gereksinimini
karşılamak üzere çok sayıda tüpün pars convolutası en kıvrımlı ve çapı en geniş kısımdır.
Mitokondriyon izlenir. Nefronda suyun en çok geri emildiği bölüm proksimal tubulustur.
Proksimal Henle kulpu: Henle’nin inen kalın parçası, lup halindeki ince parçası ve çıkan kalın
parçası olmak üzere bölümlerden oluşan Henle kulpu medullaya doğru değişen oranlarda uzanır.
Kalın parçaları tek katlı kübik, ince parçası tek katlı yassı epitelle döşelidir.

Distal kıvrıntılı tübül: Proksimal tübül gibi kortekste yerleşmiştir ancak daha kısa olduğundan
kesitlerine göreceli olarak az rastlanır. Glomerülün damar kutbunda yer alan maküla densa
bölgesinin yanından kıvrılarak, toplama kanallarına doğru uzanır.
Jukstaglomerüler apparatus: Glomerülün damar kutbunda izlenen kan basıncını düzenleyen
bir yapıdır.
• Afferent arteriyol duvarındaki modifiye düz kas hücreleri olan jukstaglomerüler (epiteloid)
hücreler,
• Komşu yüksek boylu distal kıvrıntılı tüp hücrelerinin oluşurduğu maküla densa
• Aralarında yer alan ekstraglomerüler mezangiyal hücreler (lacis, Polkissen ya da kutup
yastıkçığı h.lerin)‘den oluşmuştur.
Jukstaglomerüler hücreler azalmış kan basıncı ya da kan kaybı durumunda renin salgılar. Renin

56
DrTus.com 57
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

adlı bu enzim anjiyotensinojeni, anjiyotensin I’e çevirir. Bu madde de başlıca akciğer endotel
hücrelerinde potent bir vazokonstrüktör ve aldosteron salınımı uyarıcısı olan anjiyotensin II’ ye
dönüştürülür. Sonuçta kan basıncının artması, glomerüle ulaşan kan oranını artırır. Böbrek
patolojilerine bağlı olarak gelişen hipertansiyon bu mekanizma sonucu ortaya çıkar.
Toplama kanalları ve böbrek interstisiyumu: Büyük ölçüde medullada seyreden bu borucuklar
tek katlı kübikten prizmatiğe kadar boyları giderek yükselen bir epitelle döşelidir, idrarı papillalar da
minör kalikslere aktarırlar. İnterstisiyum böbrek tübülüsleri ile kan ve lenf damarlarının bazal
laminaları arasında kalan alandır.
Minör ve majör kaliksler ile pelvis çok katlı değişici epitelle (üroepitelle) döşelidir.
Renal korpuskül (glomerül ve Bowman kapsülü), proksimal ve distal tubül, JGA, toplayıcı duktusun
proksimali kortekste yerleşir. Henlenin inen ve çıkan kolu ile toplayıcı duktusun (kanalın) distali
medullada yerleşir.

ÜRETERLER - MESANE - ÜRETRA

Üreterler
Retroperitoneal seyreden, pelvis ve mesaneyi bağlayan kas duvarlı borucuklardır.
Çok katlı değişici epitel ve lamina propriyadan oluşan mukozası bez içermez.
Kas katı içte longitudinal dışta sirküler seyreden düz kas demetlerinden oluşmuştur. Distal
1/3’ünde en dışta yine longitudinal seyreden ve mesanedeki katlarla devam eden 3. bir kat izlenir.
Organ en dışta adventisya ile çevrelenmiştir.

Mesane
Değişici epitel ve fibroelastik bağ dokusundan oluşmuş mukozası, İçte ve dışta longitudinal ortada
kalın sirküler tabakalar oluşturan düz kas katıyla çevrelenmiştir. Submukozası bulunmaz.
Organın üst yüzeyi peritonla örtülü olup seroza, diğer bölümleri adventisya ile sınırlanmıştır.
Boyun kısmında bu düz kaslar istemsiz çalışan internal sfinkter oluşturur. Bu kaynak drtus.com’da
yayınlanmaktadır.

57
DrTus.com 58
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Üretra
Erkek üretrası prostatik, membranöz, bulböz ve hendilöz olmak üzere 4 kısımdan oluşur.
Membranöz üretra 1 cm uzunluğunda olup çok katlı veya yalancı çok katlı silendirik epitelden
döşelidir. Bulböz ve hendilöz üretra korpus spongiozum penis içinde yer alır. Üretra dışa açılma
ağzının hemen gerisinde fossa navicularis denilen genişlik bulunmaktadır. Erkek üretrasının
fossa navicularis kısmı çok katlı yassı epitelle döşelidir. Penil üretrada mukus sekresyonu yapan
littre bezleri bulunur.
Erkek üretrasının penil kısmı (spongiozum penis içindeki) çok katlı veya yalancı çok katlı silendirik
epitelle döşelidir.
Kadın üretrası 4-5 cm uzunluğundadır. Çok katlı yassı epitelle veya yalancı çok katlı silendirik
epitelle döşelidir.

SANTRAL SİNİR SİSTEMİ HİSTOLOJİSİ

Anatomik olarak sinir sistemi 2’ye ayrılır.


1. Merkezi sinir sistemi (MSS)
2. Periferik sinir sistemi (PSS)
• Sinir dokusu hücreden zengindir ve bu hücreler arası çok az bağ dokusu vardır.
Sinir dokusu iki farklı hücreden oluşur.
1. Nöronlar
2. Nöroglia hücreleri
MSS (beyin, beyincik ve m. spinalis) iki yapıdan oluşur.
1. Gri madde nöron (gövdesi ve nöroglia hücrelerinden oluşur)
2. Beyaz madde (nöron uzantıları ve nöroglia hücrelerinden oluşur)

- Sinir hücresine à nöron

- Sinir hücre membranına à nörolemma

- Sinir hücre gövdesine à perikaryon (soma)

- Sinir hücre fibrillerine à nörofibril denir.


Nöronlar fonksiyonel olarak iki kısıma ayrılır.
1. Perikaryon (soma)
2. Dendrit ve akson
• Akson, sinir hücresinde tek sayıdadır. Uyarıları somadan diğer hücrelere taşır.
• Dendritler, uyarıyı perikaryona (soma) getiren çok sayıdaki uzantılardır.
Uzantılarına göre nöronlar 3 gruba ayrılır:
1. Psödounipolar nöronlar: Medulla spinalis arkasında yerleşmiş duyu gangliyanlarında bulunur.
2. Bipolar nöronlar: Somanın karşılıklı kutuplarından çıkan bir akson ve dendritten oluşmuştur.
• Retinada

58
DrTus.com 59
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Olfaktör mukozada (Vücutta bölünebilen tek nörondur)


• Vestibuler kohlear gangliyonda bulunur.
3. Multipolar nöronlar: Bir akson ile iki veya daha fazla dendritten oluşur ve vücutta en fazla bulunan
nöron tipidir. Merkezi sinir sistemindeki nöronlar bu tiptir.

Aksoplazmada iki çeşit transport vardır.


1.Anterograd (perikaryondan à akson ucuna) Nörotransmitterlerin vezikül içerisinde mikrotu-
buller yoluyla sinapsa aktarılmasıdır. Bu taşınmada görev yapan protein kinezindir.
2. Retrograd (akson ucundan à perikaryona). Sinapsa boşaltılmış veziküllerin tekrar doldurul-
mak için nöron sonrasına geri dönüşlerini ifade eder. Bu taşınmada görev yapan protein
Dyneindir.

SİNİR LİFLERİ

1. Myelinli lifler
2. Myelinsiz lifler

MYELİNLİ LİFLER
• Akson perikaryondan çıkıp kısa bir süre çıplak seyrettikten sonra nöron tipine ve bölgesine göre farklı
kılıflarla sarılır.
• Sinir lifi, aksonla birlikte seyreden kılıftan oluşmuştur.
• Periferik sinirler myelin kılıfın dışında bir çok bağ dokusu kılıfıyla daha sarılır. Bunlar:
- Endonöriyum à tek bir lifi çevreler
- Perinoriyum à bir grup lifi çevreler
- Epinöriyum à Dıştan tüm siniri çevreler
• MSS’de ve PSS’de aksonları örten kılıfı yapan hücreler farklıdır.
- PSS’de myelin kılıfıà Schwann hücreleri
- MSS’de myelin kılıfıà oligodendrositler yapar.
• Myelin kılıfı bu destek hücrelerin aksonlar çevresinde defalarca dönmesi ve sıkışmayla
sitoplazmalarının hücre gövdesine itilmesiyle oluşur, başlıca zarlardan oluşan bir yapı olarak izlenir.
• Kılıfların oluşması sırasında arada sıkışıp kalmış schwann hücre sitoplazma bölümlerine
Schmidt-Lantermann yarıkları denir. Myelin kılıfı yer yer kesintiye uğrar bu kesintilere Ranvier
boğumu adı verilir.
• Ranvier boğumları aksonların uzunluğu boyunca yerleşmiş olan komşu Schwann hücreleri
arasındaki boşluklardır. Ranvier boğumlarındaki akson SSS’de çıplak iken PSS’de komşu Schwann
hücrelerinin sitoplazmik uzantıları ile kısmen çevrilidir.
• Oligodendrisitler birden fazla aksonun myelinizasyonundan sorumlu iken Schwann hücreleri sadece
üzerinde bulunduğu aksonun myelinizasyonundan sorumludur. MSS’te Schmitt Lantermann
yarıkları yoktur. Ranvier boğumları da görülmeyebilir.

59
DrTus.com 60
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

NÖROGLİA HÜCRELERİ

• Genel olarak MSS’inde her bir nöron için 10 glial hücre bulunur.
• Ancak bu kadar fazla glial hücre olmasına rağmen sinir dokusunun toplam hacminin yarısı kadarını
oluştururlar. Glial hücrelerin nöronların aksine mitoz yetenekleri vardır.
Nöroglia hücreleri 4 kısma ayrılır.
1. Astrositler
2. Oligodendroglialar
3. Mikroglialar
4. Ependim hücreleri

1. ASTROSİTLER
• Glial hücrelerin en büyüğüdür.
• Çok sayıda uzun uzantıları olan astrositler bu uzantılarının kalınlığına göre ikiye ayrıılr.
1. Fibröz astrosit (beyaz cevher)
2. Protoplazmik astrosit (Gri cevher)
• Fibröz astrositlerin uzantıları uzun ince, asimetrik ve az dallanma gösterir. Fibröz astrositlere
spider hücreleride denir.
• Protoplazmik astrositlerin uzantıları kısa, kalın, simetrik ve çok sayıda dallanma gösterir.
• Astrositler genişlemiş pedikülleri (Vasküler son ayak) ile tüm kan damarlarını çevreler.
• Astrosit uzantıları kan damarları ve nöronlarla bağlantı oluşturur.
MSS’deki hasardan sonra, hasar yerinde astrositler prolifere olurlar ve skar dokusu oluştururlar.

60
DrTus.com 61
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

(gliozis) Astrositler ve oligodendrogliyalar birlikte makrogliya olarak değerlendirilir. Ektodermden


gelişir.

2. OLİGODENDROGLİYALAR
• Astrositlerden küçük hücrelerdir.
• Oligodendrogliyalar astrositler gibi uzun uzantılara sahip değildir. Uzantıları az sayıda ve kısadır.
Oligodendrogliyalar yaygın olarak yani hem gri cevher hem de beyaz cevherde bulunur.
• Gri maddede nöron perikaryonuna yakın olarak yerleşmişlerdir. MSS’de myelin yapımından
sorumludur. Fonksiyon bakımından PSS’indeki Schwann hücrelerinin anoloğudur.
• Schwann hücrelerinden farklı olarak birden fazla aksonun myelizasyonuna katılabilirler.
• Ektodermden gelişir.

3. MİKROGLİALAR
• Mikroglialar beyin makrofajlarıdır. Beyinde hasar olduğunda mikroglialar debrisin fagositozundan
sorumludur. En küçük glial hücrelerdir. Hem gri hem de beyaz cevherde bulunur. Diğer glial
hücreler gibi ektodermden değil, mezodermden gelişirler.

4. EPENDİM HÜCRELERİ
• MSS’deki iç boşlukları döşeyen bu prizmatik epitel hücreleride nörogliyalar içinde değerlendirilir.
(Ventriküller ve spinal kordu döşer.)
• Bu boşluklar BOS ile yıkanır, BOS hareketine yardım eden hareketli silialara sahiptirler. Değişik
bölgelerde BOS üretmek üzere modifiye olmuşlardır.
• Modifiye epandimal hücreler ve bunlarla ilişkili kapillerler birlikte boşluğa sarkarak koroid
pleksusları oluştururlar. Pleksus yapısına pia-materde katılır.
• Choroid pleksusları döşeyen epandim hücreleri BOS sentezinden çok plazmanın süzülüp ventriküle
geçmesinden sorumludur.
• Üçüncü ventriküldeki özelleşmiş ependim hücrelerine tanisit denir. PSS’inde gliyal hücrelerden
sadece Schwann hücreleri ve satellit hücreler bulunur.

61
DrTus.com 62
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

62
DrTus.com 63
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

SİNİR DOKUSUNUN DEJENERASYONU VE REJENERASYONU


• Nöronlar bölünmezler ve dejenerasyonları kalıcı kayıp gösterir.
• Periferik sinir lifl eri eğer perikaryonları hasarlanmamışsa rejenere olabilir. MSS’de nöron kaybı
nöroglia ile doldurulur. Hasar perikaryonda ise rejenerasyon olmaz. Periferik sinir aksonları
kesildiğinde, kopan segment dejenerasyona uğrar buna Wallerian dejenerasyon adı verilir.
• Aksonal hasarda perikaryonda aşağıdaki değişiklik olur.
- İlk değişiklik kromatolizistir. (Nissl cisimleri bozulur)
- Sonra perikaryon şişer ve nükleus ortadan perifere kayar.
• Wallerian dejenerasyondan sonraki rejenerasyon Schwann hücrelerinin proliferasyonuna bağlıdır.
• Wallerian rejenerasyonda aksonal tomurcuğun ilerleyebilmesi için Schwann hücrelerinin tomurcuğun
içinden geçecek şekilde prolifere olup rehberlik yapması lazımdır.

DERİ HİSTOLOJİSİ
TABAKALARI
1. Epidermis:Keratinize çok katlı yassı epitel
2. Dermis: Düzensiz sıkı bağ dokusu, olmak üzere iki kattan oluşur.

DERİ EKLERİ
• Kıllar
• Tırnaklar
• Bezler (Ekrin (merokrin) ter bezler, Apokrin ter bezleri, Yağ bezleri (sebase bezler)

63
DrTus.com 64
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

İŞLEVLERİ
• Vücudu fiziksel, kimyasal ve biyolojik zararlı etkilere karşı korumak,
• Su kaybını önlemek,
• Genel bir duyu alanı oluşturmak,
• Ultraviyole ışınlarını süzmek (melanin),
• Öncül moleküllerden Vitamin D oluşturmak,
• Ter bezleri aracılığıyla Na+ K+, Cl-, amonyak gibi maddelerin atılımını gerçekleştirmek,
• Isı düzenlemesine yardımcı olmak (ter bezleri ve A-V anastomozlar aracılığıyla)
• Yağda çözünen maddeleri (ilaç v.s.) absorbe etmek.

EPİDERMİS
• Keratinize çok katlı yassı epitel katıdır.
Epidermis 5 hücre katından oluşur:

Stratum basale
Hemidesmozomlarla altındaki basal laminaya (L.propraia) ya tutunmuştur. Kübik-kolumnar
hücrelerden oluşmaktadır.

Stratum spinosum
Desmezomların yoğun olduğu tabakadır. Bütün mitozlar basale ve spinozumun birlikte oluşturduğu
malpighi tabakasında olur.

Stratum Granulosum
Poligonal hücrelerin oluşturduğu 3-5 tabakadan meydana gelmiştir. Sitoplazmalarında bol

64
DrTus.com 65
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

miktarda keratohyalin granüller denilen yoğun bazofilik granüller bulunmaktadır. Epidermisin


granüler tabakasındaki hücrelerde stoplazmada lipid içerikli lameller granüller bulunur. Bu lipid
şeritleri yabancı maddelerin penetrasyon için geçit tıkayıcı etki oluşturur.

Stratum Lucidum
Elaidin maddesinden zengin olması nedeniyle şeffaf bir tabakadır. Kalın deride daha
belirgindir.
Stratum Korneum
Stoplazmalarında keratin denilen ılığı 2 kez kıran filamentöz skleroprotein ile dolu, çekirdeksiz
ve yassı keratinize hücrelerin oluşturduğu 15-20 tabakadan meydana gelmiştir.
Langerhans Hücreleri
Yıldız şeklindeki bu hücreler esas olarak epidermisin stratum spinosum tabakasında bulunur ve
epidermal hücrelerin % 2-8’ini oluşturur. Bunlar Kemik iliğinden türeyen makrofajlardır,
antijenleri T lenfositlerine tanıtırlar. Derinin immünolojik reaksiyonlarında önemli bir role
sahiptirler. İçlerinde Birbeck granulleri denilen raket biçiminde inklüzyon barındırırlar.
Merkel Hücreleri
Merkel hücreleri, el ve ayak ayalarındaki kalın deride bulunan, epidermal epitelyal hücrelerdir
bunların sitoplazmalarında küçük yoğun granüller bulunur. Genişlemiş terminal bir plaktan
oluşan serbest sinir sonlanmaları Merkel hücrelerinin tabanında bulunur. Duysal
mekanoreseptör gibi çalışmalarının yanında noroendokrin görevleri de vardır.
Melanositler
Krista nöralis’ten farkla nan bu hücreler göçederek epidermisin bazal katlarına ulaşırlar. Melanin
pigmenti sentezleyip uzantıları aracılığıyla keratinositlere aktarırlar. Melanin pigmenti içeren zarla
çevrili yapılar melanozom olarak adlandırılırlar.

DERMİS
Dermiste birbirinden ayırt edilemeyen iki tabaka bulunur. Bunlar dış papillar tabaka ile derin
retiküler tabakadır. Papiller tabaka gevşek bağ dokusundan oluşur, fibroblast ve diğer bağ dokusu
hücrelerinden en fazla makrofaj ve mast hücresi bulunur. Damar dışı lökositler de görülür.
Retiküler tabaka daha kalındır, düzensiz yoğun bağ dokusundan (başlıca tip I kollagen) oluşur,
papillar tabakaya göre daha bol lif ve az hücreye sahiptir. Papiller tabaka dermisteki
glikozaminoglikan kapsamı değişik bölgelerde farklılık gösterir. Deride esas glikozaminoglikan
dermatan sultattır.
Dermiste kıl follikülü, ter ve yağ bezi gibi epidermal yapılar da bulunur. Dermis sinir bakımından
zengindir ve derinin effektör sinirleri paravertebral zincirin sempatik ganglionlarının post ganglionik
lifleridir. Parasempatik innervasyon yoktur. Dermiste duyu cisimleri bulunmaktadır. Pacioni
cismi kasta, saçlı ve saçsız deride bulunur. En hızlı adapte olan mekano reseptördür.
Vibrasyonu algılar. Meissner cismi saçsız deride bulunur. Özellikle parmak ucunda fazladır.
Dokunma duyusu algılar, iki nokta ayırımında önemlidir. Ruffini cismi deride ve eklem
kapsülünde bulunur. Derideki gerilmeyi ve eklem rotasyonunu algılar. Ayrıca deride
termoreseptörler (Krause) ve ağrıyı alan nosiseptörler (A-delta ve C lifleri) bulunur.

DERİ EKLERİ
Kıllar ve Tırnaklar

65
DrTus.com 66
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Kıllar epidermisin bağ dokusu içine oluşturduğu bir çöküntü olan kıl folliküllerinde gelişen ince
keratinöz filamanlardır. Epidermiste olduğu gibi çoğalan hücrelerin keratinizasyonuyla oluşur.
Ancak kıl ve tırnakladaki keratin -SH (kükürt) gruplarından zengin, sert keratindir.

Ter bezleri
Salgılama biçimlerine göre apokrin ve merokrin (ekrin) ter bezleri olarak iki grupta incelenirler.
Basit, kıvrıntılı tübüler bezler olan ekrin ter bezleri kendi kanalları aracılığıyla deri yüzeyine açılırlar
ve vücudun her yerinde izlenirler.
Apokrin ter bezleri ise daha sınırlı bir dağılım (aksilla, mons pubis, areola ve anüs çevresi)
gösterirler.

ERKEK VE DİŞİ ÜREME HÜCRELERİNİN GELİŞMESİ

• Gametler ikinci hafta boyunca epiblastın içinde oluşan ve daha sonrada yolk kesesine göç eden
primordial germ hücrelerinden (PGH) köken alırlar.
• Germ hücreleri vitelus kesesi duvarından 4. ve 5. haftalarda farklılanırlar.

OOGENEZ

• Gonatlara ulaşan ilkel germ hücreleri oogoniuma farklılanır; bu oogoinumların bazıları bölünmeye
devam ederler, bazıları ise farklılanarak ve tek katlı yassı epitele çevrilerek primer oositlere dönüşürler.
Primer oositler 1. mayozun profazında kalırlar.
• Primer oositler puberteye kadar 1. mayozu tamamlayamaz.
• Bu süre boyunca oositin olgunlaşması folikül hücreleri tarafından salgılanan oosit olgunlaşmasını inhibe
eden bir madde (OMİ) tarafından baskılanır. Siklusların başlamasıyla her siklusta belli sayıda
primer oosit farklılanarak ve 1. mayozun profazından ayrılıp, 2. mayozun metafazında kalırlar.
Döllenme ile 2. mayozun metafazı çözülür ve mayoz bölünme tamamlanmış olur.

66
DrTus.com 67
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

SPERMATOGENEZ

• Doğumdan sonra seks kordonlarından lümen gelişir ve seminifer tübül olarak adlandırılır.

67
DrTus.com 68
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Spermatogonyumların bir kısmı bölünürek çoğalarak primer spermatosit e dönüşürler. Bir kısmı
ise 1. mayoza girerler. Uzun süren bir profazdan sonra (22 gün) bölünmeyi tamamlayarak
sekonder spermatosite dönüşürler. Bu hücrelerin yaşamı çok kısadır. Hemen 2. mayoza girerek
4 adet spermatid oluşur.
• Spermatid oluştuktan içinde sonra golgi tarafından akrozom denilen granüller oluşur. Daha
sonra flagellum meydana gelir (sentriyol kaynaklı) Flagellum bölgesine mitokondriler göç ederek
sperm oluşur. Epididimde hareket özelliği kazanırlar. Duktus deferenste depo edilirler.
FERTİLİZASYON
• Fallop tüplerinin ampulla kısmında gerçekleşir. Ovumun çevresindeki granüloza hücre tabakasına
corona radiata denir. Spermler akrozomal enzimleri ile bu tabakayı lizise uğratırlar.
• Spermin zonayı geçmesi zonal reaksiyona neden olarak diğer spermlerin yumurtaya girmesi önlenir.
Döllenen yumurta mitoza başlar, oluşan yeni hücreler blastomer olarak adlandırılır. 3. günde oluşan
morula uterus boşluğuna ulaşır.
• Uterusa oluşan morula dış hücre kitlesi trofoblast olarak isimlendirilir. İç hücre kitlesine ise
embriyoblast denir.
• Morula içinde bir grup hücre kitlesi apopitozisle kaybolur. Sonuçta yüzük şeklini alır. Bu haline blastokist
adı verilir.
• Blastokistin implantasyonundan sonra embriyoblast tabakasında endoderm ve ektoderm oluşur.
Trofoblastlardan ise plasenta oluşacaktır.
• Endodermin blastokist boşluğunun iç yüzünü çevrelemesiyle blastokist boşluğu primer vitellus
kesesine dönüşür.
• 12. günden sonra sinsityotrofoblastlar trabeküller oluşturur ve maternal sinizoitler ile birleşerek
uteroplasental dolaşım başlar.

GELİŞİMİN İKİNCİ HAFTASI - BİLAMİNER GERM DİSK DÖNEMİ

• Gelişimin ikinci haftasında embriyonik disk, amnion kesesi, amnion boşluğu, yolk kesesi (vitellus
kesesi), birleştirici sap ve koryonik kese gelişir.
• Gelişimin ilk haftasında oluşan blastokist dışta trofoblast (dış hücre kitlesi), içte embriyoblast (iç hücre
kitlesi) hücrelerinden oluşur.
• Embriyoblast hücreleri blastokistin bir kutbunda kümeleşme gösterirler. Bu kutba embriyonik kutup adı
verilir. Embriyonik kutbun karşısında kalan kutba ise anembriyonik kutup denir. Blastokist
endometriuma daima embriyonik kutbu ile tutunur. İlk tutunma ile implantasyon başlamış olur.
• İmplantasyon başlamadan hemen önce blastokisti çevreleyen zona pellucida yırtılır.
• İmplantasyonun ilk aşaması genişlemiş blastokistin endometriuma tutunmasıdır. Trofoblastlar tutunma
ile birlikte çoğalmaya başlarlar ve embriyonik kutupta ikinci bir tabaka oluştururlar. Blastokisti
çevreleyen trofoblast hücre tabakası, sitotrofoblast adı alırken, embriyonik kutupta sitotrofoblast
hücrelerinin çoğalarak oluşturdukları tabakaya sinsityotrofoblast adı verilir.
• Endometrium stromasını erode eder ve hızla yayılır. Sinsityumun kemirici (erosive), yiyici (ingestive),
sindirici (digestive), yayılımcı (invasive) özellikleri ile blastokist endometriuma gittikçe daha fazla
gömülür. Sinsityotrofoblast tabakası human koryonik gonadotropin (hCG) adı verilen bir hormon
üretmeye başlarlar. 2. haftanın sonunda hCG üretimi gebelik testlerinde (+) sonuç verecek seviyelere
ulaşır.
• 7. günde embriyoblastı oluşturan hücreler iki tabaka göstermeye başlarlar. Blastokist boşluğuna bakan

68
DrTus.com 69
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

küçük kübik hücrelerin oluşturduğu hipoblast tabakası ve diğer tarafta prizmatik hücrelerin oluşturduğu
epiblast tabakası. Bu şekilde hipoblast ve epiblast hücre tabakalarının oluşturduğu bu iki tabakalı
yapıya bilaminer germ disk adı verilir.
• Epiblast hücreleri oluşurken epiblast ve sitotrofoblastlar arasında bir boşluk belirmeye başlar. Bu
boşluğa amnion boşluğu denir. Amnion boşluğu epiblast hücrelerinden köken alan amnioblastlar
tarafından sarılır. Amnioblastların oluşturduğu zara amnion zarı denir. Amnion boşluğu üstte amnion
zarı, altta epiblastlar tarafından sarılmıştır.
• Hipoblastlardan ve ekstraembriyonik endodermden köken aldığı düşünülen hücreler amnion zarı ve
primitif yolk kesesinin dışında gevşek bir bağ dokusu oluştururlar. Bu bağ dokuya ekstraembriyonik
mezoderm denir.

69
DrTus.com 70
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• İmplantasyon bölgesindeki endometrial stroma ileri derecede vasküler ve ödemlidir. Bu dönemde


endometrial stromaya desidua adı verilir. Stroma hücrelerine de desidual hücre denir.
• 10. günde konseptus endometriuma tamamen gömülmüştür. Penetrasyon bölgesinin uterus lümenine
bakan kısmı başlangıçta fibrin pıhtısı ile kapatılmıştır. 12. günde pıhtı tıkaç da ortadan kalkar ve yüzey,
endometrium epitelinin rejenerasyonu ile kapatılır.
• Trofoblast tabakasında ve endometriumda değişiklikler oluşurken, ekstraembriyonik mezodermde artar.
İçinde yer yer küçük boşluklar belirir.
• Bu boşluklar hızla büyür, genişler ve birbirleri ile birleşerek, 13. günde büyük tek bir boşluk halini alır. Bu
boşluğa ekstraembriyonik çölom adı verilir. Yine 13. günde primitif yolk kesesi duvarının bir kısmı
boğumlanarak ayrılır ve oluşan yeni keseye sekonder yolk kesesi denir.
• Ekstraembriyonik çölomun oluşması ile ekstraembriyonik mezoderm iki tabakaya ayrılır. Sitotrofoblast
tabakasının iç yüzünü ve amnion kesesinin dış yüzünü örten kısım ekstraembriyonik somatik
mezoderm; vitellus kesesini dıştan saran kısım ise ekstraembriyonik splanknik mezoderm adı alır.
• Ekstraembriyonik somatik mezoderm ile sitotrofoblast ve sinsityotofoblast tabakaları birlikte
koryon adı verilen yapıyı oluşturur.
• Amnion ve yolk keselerinin koryona asıldıkları bölgeye bağlantı sapı adı verilir. Bu bölgede
ekstraembriyonik çölom bulunmaz.
• İkinci hafta içinde embriyonel kutubda, sitotrofoblast hücreleri, yer yer çoğalarak sinsityotrofoblast
tabakasına doğru uzanan hücre kümeleri oluşturur. Bunlara primer koryon villusu denir. Villus gelişimi
ileriki haftalarda devam eder ve sonunda plasenta gelişir.
• 14. günde abembriyonik kutubda da, sinsityotrofoblast tabakasında lakünalar belirir ve kan dolaşımı
başlar. Ekstraembriyonik çölom boşluğu genişler ve koryon boşluğu adını alır. Koryon boşluğu,
çevresindeki koryon ile birlikte koryon kesesini (chorionic sac) oluşturur.

70
DrTus.com 71
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

71
DrTus.com 72
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

GELİŞİMİN ÜÇÜNCÜ HAFTASI - TRİLAMİNER GERM DİSK


DÖNEMİ

• Gelişimin üçüncü haftasında primitif çizgi, notokord ve üç germ yaprağı (endoderm, mezoderm ve
ektoderm) gelişir.
• Üçüncü haftanın başlaması ile embriyonik döneme girilmiş olur. İkinci haftanın sonuna
gelindiğinde embriyo iki tabaka (epiblast ve hipoblast) hücreden oluşur. Üçüncü haftada
embriyo gastrulasyon adı verilen periyoda girer.
• Gastrulasyon iki tabakalı embriyonik diskin, üç tabakalı embriyonik diske dönüşmesine verilen isimdir.
Gastrulasyon primitif çizginin oluşması ile başlar. Notokord ve üç germ tabakasının oluşması ile
tamamlanır.
• Üçüncü haftanın başında, embriyonik diskin dorsal yüzünde, orta çizginin kaudalinde kalın, şişkin
çizgisel bir bant gözlenir. Başlangıçta kısa olan ve gittikçe uzayan bu çizgiye primitif çizgi adı verilir.
Bu çizgi epiblast hücrelerinin proliferasyonu ve embriyonik diskin orta (median) bölgesine göçü ile
oluşur.
• Primitif çizgi üzerindeki hücrelerin bu şekildeki hareketi ile primitif çizgi üzerinde primitif yarık oluşur.
Primitif düğüm üzerindeki hücrelerin aynı hareketi ile de primitif çukur oluşur. Primitif düğümden
epiblast hücrelerinin göçü ile notokord oluşur.
• Epiblast hücreleri tipik epitelyal hücrelerdir. Belirgin apikal ve bazal yüzleri vardır. Bir bazal lamina
üzerine oturmuşlardır. Primitif çizginin içine doğru göç etmeye başladıklarında bu hücreler uzar, bazal
laminalarını kaybeder ve özel bir morfoloji kazanırlar ki buna şişe hücresi adı verilir.
• Bu şişe hücreleri epiblast hücre tabakasından ayrıldıklarında mezenşimal hücrelerin özelliklerini
göstermeye başlarlar. Oluşan bu mezenşimal hücreler epiblast ve hipoblast hücre tabakaları arasında
yanlara doğru yayılırlar. Oluşturdukları bağ doku yapıya mezenşim adı verilir. Oluşan mezenşimin bir
kısmı epiblast ve hipoblast tabakaları arasında yeni bir tabaka oluşturur ki bu tabakaya
intraembriyonik mezoderm veya sadece mezoderm tabakası denir.
• Mezenşimal hücrelerin bir kısmı ise hipoblast tabakasını işgal eder, buradaki hücrelerin yerini alır.
Oluşan bu yeni tabakaya intraembriyonik endoderm veya sadece endoderm denir. Bu iki tabaka
oluşunca en üstte bulunan epiblast hücre tabakasına da yeni bir isim verilir. İntraembriyonik ektoderm
veya sadece ektoderm adı verilir.
• Mezenşim hücrelerinin göç etme ve prolifere olarak başka hücrelere farklılaşma yetenekleri çok
yüksektir.
• Primitif çizgiden intraembriyonik mezoderm oluşması 4. haftanın sonuna kadar devam eder. Daha sonra
primitif çizgi küçülür. Embriyonun sakrokoksigeal bölgesinde belirgin olmayan bir yapı halini alır.
Çoğunlukla tamamen kaybolur. Kaybolmazsa sakrokoksigeal teratoma adı verilen bir çeşit tümöre yol
açabilir. Sakrokoksigeal teratomlar değişik doku tipleri içerebilirler. Örn: Kıkırdak, kas, yağ, saç, bez
dokusu gibi. Bu yüzden bu teratomların bütün germ tabakalarını oluşturabilen primitif çizgiden
geliştiğine inanılmaktadır.
• Bazı mezenşimal h ücreler ektoderm ile mezoderm arasında değişik yönlerde göç ederek, embriyonik
diskin kenarlarına kadar ulaşır. Bu bölgede bu hücreler, ekstraembriyonik mezoderm ile devam eder.
Primitif çizgiden bazı hücreler kranial bölgeye doğru notokordun her iki tarafında göç ederler. Burada

72
DrTus.com 73
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

kardiyojenik alanda kardiyojenik mezodermi oluştururlar. Bu bölgede 3. haftanın sonunda kalp


gelişmeye başlar.
• Primitif çizginin kaudal ucunda birbirine tutunmuş ektoderm ve endodermden oluşan sirküler bir alan
bulunur. Bu alana kloakal membran adı verilir. Bu kaynak drtus.com’da yayınlanmaktadır.

73
DrTus.com 74
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

ALLANTOIS
Gelişmenin 16. gününde yolk kesesinin kaudal duvarında beliren ve bağlantı sapının içine doğru
uzanan küçük sosis benzeri bir divertikül izlenir. Allantois adı verilen bu yapı insanlarda küçüktür.
Allantois çevresindeki ekstraembriyonik mezodermden kan ve damarların prekursör hücreleri oluşur.
İç kısmını döşeyen endodermden ise mesane epiteli gelişir.
Allantoiste gelişen kan damarları umblikal arter ve venleri oluşturur.

74
DrTus.com 75
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

GELİŞİMİN DÖRT - SEKİZİNCİ HAFTALARI

3. haftanın başından 8. haftanın sonuna kadar geçen döneme embriyonik dönem adı verilir. Bu dönem
insan gelişiminin çok önemli bir dönemidir. Tüm belli başlı iç ve dış organların gelişmeye başladığı bu
döneme organogenezis dönemi de denir. Organlar gelişirken, embriyonun şekli de değişir. 8. haftanın
sonunda embriyo insana özgü görünümünü kazanır.
Embriyonik dönemde temel organ ve sistemlerin gelişmesi nedeniyle teratojenlere (ilaç, virus vs)
karşı çok hassastır. Teratojenler organ ve dokuların aktif farklanmalarını etkileyerek doğuştan önemli
gelişme bozukluklarına neden olurlar ya da bu bozuklukların oluşma oranını artırırlar.

NÖRULASYON - NÖRAL TÜP OLUŞUMU

75
DrTus.com 76
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

3. haftanın başında ektoderm germ yaprağı sefalik (kranial) bölgede geniş, kaudalde daha dar yassı
bir disk şeklindedir. Notokord gelişirken, üstündeki ektodermi indükler. İndüklenen bölgedeki hücrelerin
boyları uzar. Boyları uzamış olan hücrelerin oluşturduğu kalınlaşmış yapıya nöral plak adı verilir. Bu
kalınlaşma başlangıçta servikalde daha dar, kranial bölgede ise daha geniş terlik biçimindedir.
Daha sonra nöral plak zamanla genişleyip, primitif çizgiye doğru uzanır. Nöral plak ektodermine
nöroektoderm denir. 3. haftanın sonlarına doğru nöral plağın lateral kenarları daha fazla büyüyüp
yükselerek nöral katlantıları (neural fold) oluşturur. Nöral katlantıların arasında kalan çukur bölge ise
nöral oluk olarak adlandırılır. Nöral katlantılar daha sonra birbirlerine doğru yaklaşarak orta hatta
birbirleri ile kaynaşırlar. Kaynaşma gelecekte boyunun gelişeceği bölgeden başlar. Kranial ve kaudal
yönlerde devam eder. Sonuçta nöral tüp oluşur.
Nöral tüp başlangıçta anterior nöropor adı verilen açıklık aracılığı ile kranial uçtan ve posterior nöropor
adı verilen açıklıkla da kaudal uçtan amnion boşluğu ile ilişkidedir. Anterior nöropor 25. günde,
posterior nöropor 27. günde kapanır. Nöroporların kapanması ile nöral tüp kapalı bir tüp halini alır ve
nörulasyon tamamlanmış olur. Nöral tüpten santral sinir sistemi gelişir.

KRİSTA NÖRALİSİN GELİŞİMİ

Her iki tarafdaki nöral katlantılar birbirlerine doğru büyüyüp kaynaşırken her bir nöral katlantının en dış
sınırında veya en yüksek bölgesinde yer alan ve krista nöralis hücreleri (neural crest cell) adı verilen bir
hücre gurubu epitel özelliklerini kaybederek, mezenşimal hücrelere dönüşür. Aktif migrasyonla
nöroektodermi terkederek alttaki mezodermin içine göç ederler.
Kısa süre sonra nöral tüp ile yüzey ektodermi arasında yassılaşmış ve düzensiz bir kitle olan nöral kristayı
(neural crest) meydana getirirler. Nöral krista daha sonra sol ve sağ iki parçaya bölünür. Buradan köken
alan nöral krista hücreleri değişik yerlere göç ederek önemli yapıları oluştururlar.

76
DrTus.com 77
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

EKTODERM GERM TABAKASININ İLERİ FARKLANMASI İLE


• Santral ve periferik sinir sistemi
• Göz, kulak ve burundaki duyu epitelleri
• Epidermis, saç ve tırnaklar
• Hipofiz bezi, meme bezi, yağ ve ter bezleri
• Dişin mine tabakası
• İrisin pupiller kası ve lens gelişir.

KRISTA NÖRALIS KÖKENLI HÜCRE VE YAPILAR


1. Adrenal medulla
2. Deride ve derialtı dokularındaki melanositler
3. Odontoblastlar
4. Piamater ve araknoid zar
5. Kraniyal ve spinal duyu gangliyonların duyu nöronları
6. Sempatik ve parasempatik gangliyonların postgangliyonik nöronları
7. Periferik aksonların Schwann hücreleri
8. Periferik gangliyonların satellit hücreleridir.
9. Göz çevresindeki bağ dokuları, göz kasları: pupiller ve siliyer kaslar
10.Trunkokonal septum (kalp)
11.Yutak yaylarının kıkırdaklarının türevleri (ortakulak kemikçikleri, hiyoid, stiloid)
12.Baş ve boyun bölgesinin dermis ve hipodermisi (mezektoderm, ektomezenşim)

SOMİTLERİN GELİŞİMİ
Başlangıçta orta hattın iki yanında gevşek bir doku oluşturan mezoderm germ yaprağı 17. günde orta
hattın iki yanında sağlı ve sollu üç ayrı bölge gösterecek şekilde düzenlenir. Orta hatta yakın bölgelerde
prolifere olarak kalınlaşır. Bu kısma paraksiyel mezoderm adı verilir. Paraksiyel mezoderm laterale doğru
ara mezoderm (intermediate mezoderm) ve lateral mezoderm olarak devam eder. Lateral mezoderm,
yolk kesesi ve amnion kesesini saran ekstraembriyonik mezoderm ile devamlıdır.

PARAKSİYEL MEZODERM

• 3. haftanın sonuna doğru paraksiyel mezoderm somit adı verilen kübük kümeleşmeler göstermeye
başlar. Bu somitler gelişmekte olan nöral tüp ve notokordun iki tarafında sıralanmışlardır. İlk somit çifti
gelişmesi 20. gününde servikal bölgede belirir. Bu bölgeden başlayarak kranial ve kaudal yönde her
gün yaklaşık üç çift somit belirir. 5. haftanın sonunda toplam 42-44 çift somit oluşmuş durumdadır.
Somitler oluşurken embriyonun yaşının belirlenmesinde somit sayısından yararlanılır.
• 4. haftanın başında somitlerin ortalarında miyosel adı verilen bir boşluk oluşur. Miyoselin oluşması ile
somit duvarları ventral, medial ve dorsal duvarlardan oluşan üçgenimsi bir görünüm kazanır. Her
somitin ventral ve medial duvarını oluşturan hücreler hızlı bir mitoza girer ve gevşek yapıda mezenşim

77
DrTus.com 78
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

oluşturarak notokordun çevresine göç ederler.


• Skleretom adı verilen bu hücreler notokordu çevreleyerek kondroitin sülfat ve kıkırdak matriksi için
gerekli diğer molekülleri sentezlerler ve kolumna vertebralisi oluştururlar (Embriyonik dönemde oluşan
kemik taslakları hiyalin kıkırdaktan modeller şeklindedir. Bunlar fötal dönemde kemikleşmeye başlar).
• Dorsal somit duvarı ise dermatom ve miyotom adı verilen iki ayrı hücre grubuna dönüşür. Miyotom
hücreleri o segmente ait vücut kaslarını oluştururlar. Dermatom hücreleri yüzey ektodermi altına
yayılarak dermis ve deri altı bağ dokusunu meydana getirirler.
• Böylece her somit kendine ait segmentin kıkırdak ve kemik elemanlarını, miyotomu ile kas dokusunu ve
dermatomu ile de derinin dermis ve deri altı bağ dokusunu oluşturur.

78
DrTus.com 79
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

ARA (INTERMEDIATE) MEZODERM

• Paraksiyel mezoderm ile lateral mezodermi geçici bir süre birbirine bağlayan ara mezoderm,
somitlerden farklı bir gelişim gösterir. Servikal ve üst torasik bölgelerde nefrotom adı verilen segmantal
dizilimli hücre kümeleri oluşurken, daha kaudalde nefrojenik kordon olarak bilinen segmentsiz bir doku
gelişir. Segmentli ve segmentsiz intermediyer mezodermin bazı bölümlerinden böbreğin bazı kısımları
ve genital sisteme ait bazı yapılar gelişir.
• Embriyo longitudinal eksende kıvrılırken amnion kesesi tüm embriyonun etrafını sarmaya başlar.
Sonunda vitellus kesesini de sararak, vitullus kesesini tüp haline getirir. Bu yapıya pirimitif
barsak denmektedir.
• Primitif barsağın yanlarında embriyonun kıvrılmasıyla intraembriyonik sölom boşluğu
oluşmaktadır.
• Splanknik extraembriyonik mezoderme endoderm ile birlikte splanknopleura denir. Splanknopleura
ilkel barsakların duvarlarını oluşturur. Parietal mezodermden ise karın yan duvarı oluşmaktadır.

MEZODERM GERM TABAKASININ İLERİ FARKLANMASI İLE;


• Kardiyovasküler sistem
• Kan ve lenf damarları
• Kan ve lenf hücreleri
• Dalak
• Böbreküstü bezi korteksi
• Çizgili ve düz kaslar
• Dermis
• Bağ dokusu, kıkırdak ve kemik dokusu

79
DrTus.com 80
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Vücut boşluklarını döşeyen seröz zarlar


• Ürogenital sistem (böbrek, gonadlar, eklenti bezleri ve kanallar) gelişir.

BOŞALTIM SİSTEMİ EMBRİYOLOJİSİ


Boşaltım sistemi ve genital sistem aynı embriyonal taslaklardan gelişir.

ÜROGENİTAL SİSTEM
Üregenital sistem: İntermediyer mezoderm, Abdominal kaviteyi döşeyen mezotel tabakası,
Üregenital sinüs endodermi’nden gelişir. Üriner sistem, genital sistemden 3 hafta önce gelişir.
Üç tip böbrek sistemi gelişmektedir.
Pronefroz: Fonksiyonel değildirler.
Mezonefroz: Geçici boşaItım organı olakar görev alırlar.
Metanefroz: Kalıcı böbrekleri oluştururlar.

Metanefrozlar böbrekler iki kökenden gelişirler:


1. Metanefrik divertikül (ureterik tomurcuk): üreter, renal pelvis, kaliksler ve toplayıcı tübülIeri
oluşturur.
2. Metanefrik mezoderm: nefronları (glomerül, proksimal, henle, distal tüp) meydana
getirmektedir.

GONAD GELİŞİMİ
Gonadlar intrauterin 6. haftada bipotenttir. Eğer gonadal çıkıntıya spermatogonyum ulaşırsa gonadın
medullası gelişir ve testis oluşur. Oogonyum ulaşırsa kortex gelişir ve over oluşur. Fakat testis
gelişimi için Y kromozamundaki Testis Determining Factor (TDF) gereklidir. 8. haftada ise hem wolf
(mezanefroz) müller (paramezonefroz).
Eğer fetus erkek olacaksa sertoli hücrelerinden müllerian inhibe edici faktör salınır ve müller kanalları
geriler. Wolf kanallarının gelişimi ise Testosteron salınımına bağlıdır.
Testesteron bulunması durumunda wolf kanalı erkek iç genitali yönünde diferansiye olmaktadır.

80
DrTus.com 81
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

(epididim, duktus deferens, vesikula seminalis). Dış genital sinus ürogenitalisten farklılanır.
Dihidrotestesteron varlığında erkek dış genital gelişir.
Testis yoksa sertoli ve Leyding hücreleri olmayacağından, MIF etkisi oluşamaz ve Müller kanalı
persiste olur. Müler kanalları birleşerek Kadın iç genitali (tüpler, Uterus, Vagen 2/3 üst kısmı gelişir)
oluşturur. Testesteron olmadığı için Wolf kanalı regrese olur. DHT olmadığı için dış genital sinus
ürogenitalisten dişi yönünde farklılanır.
Ürogenital sinus: Genital şişkinlikten erkekte skrotum; dişide labium majus, Üretral katlantıdan
erkekte corpus spongiosum penis; dişide ise labium minus, genital tuberkülden erkekte corpus
kavenosum penis; dişide klitoris gelişir.

81
DrTus.com 82
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Başlangıçta düz bir tabaka halindeki endoderm, embriyonun sefalokaudal ve lateral yönde
katlanmasıyla vitellus kesesiyle omfalomezenterik (vitellin) kanal aracılığıyla bağlı bir boru biçiminde
embriyo bedenine katılır. İlkel bağırsak olarak adlandırılan bu yapı, baş, orta ve son bağırsak olmak
üzere üç bölümde incelenir.
• Baş bağırsak prokordal plak bölgesinde bu dönemde bukofaringeal zar (orofaringeal membran)
olarak adlandırılan ektoderm ve endodermden oluşmuş bir membranla sonlanır ve bu bölgeden
daha sonra bukofaringeal zarın yırtılmasıyla (3. haftanın sonunda) ilkel ağız gelişir. Böylece
amniyon boşluğu ve ilkel bağırsak birbirine açılmış olur.
• Son bağırsak bitiminde de benzer biçimde kloaka zarı oluşmuştur. Kloaka gelişmenin ileri
dönemlerinde ürorektal septumla, ürogenital sinus ve anorektal kanal olmak üzere iki bölüme
ayrılır ve allantoyis de kısmen embriyo bedenine katılır. Ürorektal septumun kloaka zarına
kaynaştığı bölge perineyi oluştururken, kloaka zarı, ürogenital ve anal zar olmak üzere ikiye ayrılır.

82
DrTus.com 83
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

Her iki zar da daha sonra yırtılır.


• Orta bağırsak omfalomezenterik kanal aracılığıyla vitellus kesesi ile bağlantıdadır. Göbek bağı içine
doğru uzanan bu yapı normalde gelişmenin ileri dönemlerinde körelir. Erişkinde fibrotik bir bağ
dokusuna dönüşecek olan bu yapının kalıntıları Meckel divertikülü, kisti ya da fistülü olarak bilinir.
• Vitellus kesesi 2. ayda tamamen göbek kordonu içinde kalır ve körelir.

PLASENTA

Maternal bileşen olarak desidua, fetal bileşen olarak koryondan oluşur. Koryon ve desidua yerleşimlerine
göre bölümlere ayrılırlar.

DESIDUA (ENDOMETRIYUM)
• Desidua bazalis (decidua basalis: koryon frondozuma komşu bölge),
• Desidua kapsülaris (decidua capsularis:koryon leveyi çevreleyen bölge) ve

83
DrTus.com 84
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Desidua pariyetalis (decidua parietalis: desidua’nın bunların dışında kalan bölümü) olmak üzere 3’e
ayrılır. Desiduada septumların gelişmesiyle kotiledonlar belirir.

KORYON
• Koryon frondozum: Desidua bazalise komşu koryon bölümü. Villusların varlığını koruması
nedeniyle bu adla anılır ve plasentanın fetusa ait bileşenidir.
• Koryon leave (düz koryon): Koryonun, koryon frondozum dışında kalan bölümünde villuslar ortadan
kalkar ve bu nedenle düz koryon olarak adlandırılır.

PLASENTA
Koryon frondozum (fetal) ve desidua bazalisten (maternal) meydana gelmiştir.
Gebeliğin ilerlemesiyle (5-6. ayda) desidua kapsülaris ve desidua pariyetalis giderek kaynaşır.
Fetusun ve amniyon boşluğunun yukarıda değinildiği gibi giderek büyümesi sonucu amniyon zarı
koryon leve ile kaynaşır ve amniyokoryonik zar adını alır.
Doğumda plasenta ile birlikte dışarıya atılan amniyokoryonik zardır. Doğumdan hemen sonra tüm
desidual tabakalar, plasenta, koryon leve ve amniyon uterustan atılır.
Çeşitli canlı türlerindeki plasentalar biçimlerine (diskoid, bidiskoid, zonal gibi); yapısal
düzenlenmelerine (villöz, laminar, difüz gibi) ve maternal-fetal dolaşımlar arasında yer alan elemanlara
göre (epiteliyokoriyal, sinsityokoriyal, hemokoriyal: hemounikoriyal, hemobikoriyal, hemotrikoriyal gibi)
sınıflarda incelenirler. İnsan plasentası hemokoriyaldir.
Sinsityotrofoblast gebeliğin sonuna kadar kalır, fakat sitotrofoblastlar gebeliğin ikinci yarısında giderek
ortadan kaybolur. Plasentayı oluşturan yapılar maternal taraftan fetal tarafa doğru, desidua-
kotiledonlar, koryon villusları, koryon ve amniyondur. Anne ve embriyo/fetus kanı arasında bulunan
yapılar plasenta-bariyerini oluşturur.
Erken dönemde bu bariyer villus duvarındaki sinsityotrofoblast, sitotrofoblast, embriyonik mezenşim,
endotel bazal laminası ve villus kapiller endotel hücrelerinden oluşur. Gebeliğin 2. yarısında
sitotrofoblastlar ortadan kalktıklarından bu bariyerde yer almazlar.

84
DrTus.com 85
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

85
DrTus.com 86
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

TABLO: PLASENTA MEMBRANINI GEÇEN VE GEÇMEYEN MADDELER


Plasenta Membranını Geçen Yararlı Maddeler
* Oksijen, karbondioksit
* Glukoz, amino asitler, serbest yağ asitleri, vitaminler
* Su, sodyum, potasyum, klor, kalsiyum, fosfat
* Üre, ürik asit, bilirubin
* Fetal-maternal kırmızı küreler (zedelenme olmadığında minimal)
* Maternal serum proteinleri, alfa-fetoprotein
* Steroid hormonlar (unkonjuge)
* Ig G (pasif bağışıklık sağlar)
Plasenta Membranını Geçen Zararlı Maddeler
* Virüsler rubella, sitomegalovirüs (CMV), HSV-tip 2, varisella zoster, coxackie virus, variola, poliomyelit
* A vitamini, klomifen, dietilstilbesterol (DES), ethisteron, (norethisteron), oral kontraseptifler nikotin, alkol
* Amikasin, tobramisin, fenobarbital, pentobarbital, valproik asit, diazepam, klordiazepoksit, lorazepam, lityum, klorotiazid
* Karbon monoksit
* Organik civa, kurşun, poliklorinli bifeniller, potasyum iyodür
* Kokain, eroin
* Toxoplasma gondii, Treponema pallidium
* Rubella virüs aşısı
* Anti - Rh antikorları
Plasenta Membranını Geçemeyen Maddeler
* Maternal kaynaklı kolesterol, trigliseridler ve fosfolipitler
* Protein hormonlar (ör: insülin)
* İlaçlar (süksinil kolin, kürar, heparin metildopa, aminoasitlere benzer yapıda ilaçlar)
* IgA, Ig D, Ig E, Ig M
* Bakteriler
ID:04t011

PRİMİTİF KARDİYOVASKÜLER SİSTEM


• Kardiyovasküler sistemin tümü, kalp, kan damarları ve kan hücreleri, mezodermal tabakadan gelişir.
Başlangıçta bir çift halinde olmalarına rağmen, gelişimin 22. gününde bu iki tüp, hafifçe kıvrılmış, içte bir
endokardial tüp ve çevresinde de epimyokardial bir örtüden meydana gelen tek bir kalp tüpü
oluştururlar. 4. ile 7. haftalar arasında, kalp alışılagelmiş 4 boşluklu yapısına kavuşur.
• Kalpteki septum oluşumu, kısmen atrioventriküler kanalda (A-V yastıklar), kısmen de trunkokonat

86
DrTus.com 87
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

bölgedeki (trunkokonal şişkinlikler) endokardial yastık dokusunun gelişimine bağlıdır. Yastık dokusunun
kritik yerleşimi nedeniyle, birçok kardiyak malformasyon, anormal yastık dokusu morfogenezine
bağlıdır.
• Atriumda septum oluşumu, atrium tavanından aşağıya doğru uzanan orak şekilli septum primum,
atriumu hiçbir zaman tam olarak ikiye bölmez; iki atrium arasında ilişkiyi sağlamak için ostium primum
denilen bir açıklık bırakır.
• Ostium primum, septum primumun endokardial yastıktarla birleşmesi sonucunda kapanınca, septum
primumda ostium sekundum oluşur. Son olarak, septum sekundum oluşur; ancak atriumlar arasında
foraman ovale bir açıklık olarak kalmaya devam eder. Doğumda, sol atrium basıncı artınca, 2 septum
birbirine yapışır ve aralarındaki ilişki yok olur. Atrial septum anomalileri, total yokluktan, foramen
ovaledeki çok küçük çaplı açıklıklara kadar değişik derecelerde olabilir.
• Atrioventriküler (A-V) kanalda septum oluşumu, iki geniş endokardiyal yastık, A-V kanalı sağ triküspid ve
mitral A-V kanala ayırır. Ortak A-V kanalın sebat etmesi ve triküspid kanal atrezisi gibi anormal bölünme
iayi bilinen defektlerdendir.
• Bulbus cordiste septum oluşmasıyla aort ve pulmoner konus oluşmaktadır. Bu bölmenin normal
gelişiminden sapması sonucu truncus arteriozus, büyük arter transpozisyonu (ilk 1 yaşta en sık görülen
siyanotik kalp hastalığı), pulmoner kapak atrezisi gibi durumlar oluşmaktadır.

SİNDİRİM SİSTEMİ

• Barsak taslağı, dördüncü haftada saccus vitellinus’tan gelişir. Sindirim kanalının büyük kısmını ve
safra yollarını döşeyen epitel ile karaciğer ve pankreas dahil olmak üzere sindirim bezlerinin parenkimi,
barsak taslağının endoderminden kaynaklanır. Sindirim kanalının kraniyal ucundaki epitel
stomatodeum’un ektoderminden, kaudal ucundaki epitel ise proctodellum ektoderminden
kaynaklanmıştır. Sindirim kanlının kas ve bağ dokusu ise, barsak taslağının etrafındaki splanknik
mezenkimden gelişir.
• Yutak, alt, solunum yolları, özefagus, mide, onikiparmak barsağı (ductus choledochus’un açıldığı deliğin
proksimalindeki kısmı), karaciğer, pankreas ve safra yolları preenteron’dan (Foregut) gelişmiştir.
Trachea ve oesophagus, preenteron’dan ortak bir orijinden gelişirler ve trakeözefageal bölme normalde
bu iki organı birbirindan tamamen ayırır. Bu ayrılma tam olmazsa bu organlarda gelişen fistüller eşlik
edebilir veya etmez.
• Karaciğer, safra kesesi ve safra kanallarının taslağı olan diverticulum hepaticum, preenteron’u
döşeyen endodermal epitel tomurcuğudur.
• Konjenital duodenum atrezisi, vakuolizasyon ve rekanalizasyon işlemlerinin gerçekleşmemesinden
meydana gelir.
• Primitif barsağın içi normalde epitel hücreleri ile tıkalı haldedir. Sonra apopitozis ile vakuolize olup
rekanalize olmaktadır. Mezenterik iskemi durumlarında rekanalizasyon olamaz ve atrezi oluşur.
• Pankreas, preenteron’un endodermal döşemesinden kaynaklanan ön ve arka pankreas
tomurcuklarından gelişir.
• Ductus choledochus’un distalinde kalan duodenum, jejunum, ileum, caecum, appendix vermiformis,
colon ascendens ve colon transversum’un sağ 2/3@ si mesenteron’dan (mitgud) gelişir. Mesenteron U
biçiminde bir barsak kıvrımı oluşturur; bu da karın boşluğunda kendine yer bulamadığından altıncı

87
DrTus.com 88
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

haftada göbek kordonundan fıtıklaşır. Bu mesenteron kıvrımı göbek kordonunun içindeyken, saatin
aksi yönünde 90 derecelik bir dönüş yapar. Onuncu haftada barsak hızla karın boşluğuna döner. Bu
hareketi yaparken de 180 derecelik bir dönüş daha yapar.
• Omfalosel, malrotasyon ve barsağın anormal fiksasyonlarının nedeni, barsağın karın boşluğuna
dönmemesi veya anormal rotasyonu sonucu oluşur.
• Ductus vitellinus’a ait birçok kalıntı varlığını sürdürebilir. İleum’da Meckel divertikülü sık görülür; Meckel
divertikülün pediatrik çağda en sık komplikasyonu kanamadır. Erişkinde en sık komplikasyon
ise obstriksiyondur.

88
DrTus.com 89
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

89
DrTus.com 90
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

90
DrTus.com 91
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

ENDODERM GERM TABAKASININ İLERİ FARKLANMASI İLE


• Gastrointestinal sistem ve solunum sistemlerinin epitelleri
• GİS bezleri, karaciğer ve pankreas parankiması
• Tonsil, timus, tiroid, paratiroid, timpan boşluğu ve tuba auditivanın epitelyal kısımları
• Mesane epiteli ve üretra epitelinin bir kısmı gelişir.
BAŞ BOYUN EMBRİYOLOJİSİ
FARINGEAL (BRANCKİAL) KOMPLEKS
• 4. ve 5. haftalarda, ilkel farinks, faringeal arkuslar ile lateral olarak sınırlandırılmıştır. Herbir arkus
dıştan ektoderm ve içten endoderm ile örtülü bir mezenşimden ibarettir. Herbir arkusun orjinal
mezenşimi mezodermden köken alır; daha sonra, nöral krista hücreleri arkuslara göç eder, yüz ve
ağız bölgelerindeki ligamentleri ve kıkırdak ve kemiği içeren bağ doku elemanlarının temel
kaynağını oluştururlar.
• Her bir faringeal arkus bir arter, bir kıkırdak, bir sinir ve bir kas elamanı içerir. Faringeal
arkuslar dışından, faringeal yarıklar ile ayrılmışlardır. Bu arkuslar içerden, farinksin
evaginasyonlarıyla (çıkıntılar oluşturmasıyla) faringeal ceplere ayrılır. Bir yarığın ektodermi, bir
cebin endodermiyle temas ettiği yerlerda faringeal membranlar oluşur.

BİRİNCİ FARİNGEAL ARKUS


Maksiller ve mandibuler olmak üzere iki çıkıntıdan oluşur. Maksiller çıkıntıdan maksilla, zigomatik
kemik, temporal kemiğin bir kısmı oluşurken. Mandibuler çıkıntıdan mandibuler kemik
oluşmaktadır. Sinir desteği ise trigeminal sinirin mandibuler dalı ile sağlanır. Birinci faringeal arkusun
kas komponentinden ise çiğneme kasları gelişir. Maksiller çıkıntıların iki taraftan füzyonu
yetersiz olursa yarık damak/dudak anomalileri ortaya çıkmaktadır.

İKİNCİ FARİNGEAL ARKUS


Hyoid kemik ve bu kemiğe yapışan kaslar gelişmektedir.
3-4-6. faringeal arkuslardan larinks kıkırdakları ve kasları gelişmektedir.

91
DrTus.com 92
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

BİRİNCİ FARİNGEAL CEP


Timpanik boşluk, mastoid antrum ve faringotimpanik tübü (östaki borusu) oluşturur.
İkinci faringeal cep: Palatin tonsilierin gelişimiyle ilgilidir.
Timus 3. çift faringeal ceplerden ve paratiroid bezleri 3. ve 4. çift faringeal ceplerden oluşur.
Tiroid bezi, dilin geliştiği bölgede, ilkel farinksin tabanından aşağıya doğru bir büyümeden gelişir.
Tiroid bezindeki parafolliküler (C) hücreler, 4. çift faringeal ceplerden köken alan ultimobrankial
cisimciklerden (5. faringeal cep) gelişir.

FARİNGEAL YARIKLAR
Birinci yarık hariç diğerleri kaybolmaktadır. Birinci faringeal yarıktan dış kulak yolu
oluşmaktadır. Yarıklar geçici olarak ektodermal epitelle döşeli bir boşluk olan servikal sinusü
oluşturur, sonra bunlar spontan kaybolurlar. Eğer kaybolmazlarsa brankial fistül ya da kistler
oluşmaktadır.

92
DrTus.com 93
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

93
DrTus.com 94
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

94
DrTus.com 95
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

95
DrTus.com 96
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

İLAÇLAR

ALKOL
Fetal alkol sendromu (FAS): İntaruterin büyüme geriliği (IUGR), kraniofasial an omaliler (kısa
palpebralfissur ve maksilla hipoplazisi), ekstremite deformiteleri, kardiovaskuler defektler
(VSD)

ANDROJEN VE YÜKSEK DOZDA PROGESTERON


Dişi fetusta değişen derecelerde maskülünizasyon, labial füzyon ve kilitoral hipertrofi ile sonuçlanan
dış genital organların belirsizliği

AMİNOPTERİN (FOLAT ANTAGONİSTİ)


İskelet bozuklukları, merkezi sinir sistemi (MSS) malformasyonlar, anansefali

KOKAİN
IUGR; mikrosefali, serebral bozukluklar, ürogenital anormallikler, nörodavranışsal bozukluk

DİETİLSİTİLBESTEROL
Uterus ve vajina anormallikleri, vajinal adenoizis (vajinada sekratuar bez dokusunun bulunması)

İSORETİONİN (RETİNOİK ASİT)


Anormal kulak gelişimi, nazal köprünün düzleşmesi, mandibula hipoplazisi, hidrosefali, kalp defktleri

LİTYUM
Genellikle kalp ve büyük damarları kapsayan anormallikler. (Ebstein anomalisi)

TETRASİKLİN
• Lekeli dişler
• Mine hipoplazisi

TALİDOMİD
Ekstremitelerin anormal gelişimi. Ör; fokomeli (el ve ayağın direkt gövdeden çıkması), ve ameli
(tümünün yokluğu), yüz anomalileri, kardiak ve böbrek defektieri gibi sistemik anomaliler

TRİMETHADİONE
• (Anti-epileptik) Gelişim geriliği
• Yarık damak

96
DrTus.com 97
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Kalp defektleri
• Ürogenital ve iskelet sistemi anomalileri
• Aşağı yerleşimli kulaklar
• Yarık damak yada dudak

DİAZEPAM
• Yarık dudak anomalisi

METOTREKSAT
Özellikle iskelet anomalileri (yüz, kafa, ekstremiteler ve vertebral kolonu kapsayan)

WARFARİN
• Kondrodisplazi
• Mikrosefali

FETAL HİDANTOİN SENDROMU (FENİTOİN) (FHS)


• lUGR
• Mikrosefali
• Zeka geriliği
• Kalp anomalileri
• İç epikantal katlantılar
• Göz kapağı pirasisi
• Çökmüş burun kemeri
• Falangeal hipoplazi

VALPROİK ASİT
• Kraniofasial anomaliler
• NTDs
• Sıklıkla hidrosefali
• Kalp ve iskelet anomalileri

97
DrTus.com 98
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

İNFEKSİYONLAR

SİTOMEGALOVİRÜS
• Mikrosefali

98
DrTus.com 99
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

• Korioretinitis
• Sensorinöral işitme kaybı
• Fizikomotor/mental gelişme gecikmesi
• Hepatosplanomegali
• Hidrosefali
• Serebral palsi
• Periventriküler beyin kalsifikasyonu

HERPES SİMPLEKS VİRÜSÜ


• Deri vezikülleri ve skarlaşma
• Korioretinitis
• Hepatomegali
• Trombositofeni
• Peteşiler
• Hemolitik anemi
• Hidraanensefali

İNSAN İMMÜN YETMEZLİK VİRÜSÜ (HIV)


• Büyüme başarısızlığı
• Mikrosefali
• Belirgin boks eldiveni şeklinde alın
• Şişmiş burun kemeri
• Hipertelorizim
• Üçgen şekilli filtrum Bu kaynak drtus.com’da yayınlanmaktadır.

İNSAN PARVOVİRÜS B19


• Göz defektleri
• Hipoplastik anemi

RUBELLA VİRÜSÜ
• IUGR
• Postnatal büyüme geriliği
• Kalp ve büyük damar anomalileri (PDA ve pulmoner stenoz)
• Mikrosefali
• Sensorinöral sağırlık
• Katarakt
• Glokom
• Pigmente retinopati
• Zeka geriliği
• Yenidoğan kanaması
• Hepatosplenomegali
• Osteopati

99
DrTus.com 100
İlk ve tek tus portalı
FİZYOL OJİ

100

You might also like