Professional Documents
Culture Documents
En Parlak
Tarihçisi
Niall
Fiyatı: 9 TL (KKTC 11 TL)
Ferguson
ile Ufuk Turu
Sayı 43 Ekim 2015 Tüm Bildikleriniz Tarih Olacak!
Sultan Vahdettin
SeVr’i Onaylamadı SEVR’İ GÖSTERİP LOZAN’A RAZI ETTİLER
Mehmet Çelik
Şükrü Hanioğlu
Mustafa Budak
Mustafa Armağan
İslamın Kayıp
Medeniyeti
Cİzre
43
DerinTarih @derintarih derintarih DerinTarih derintarih derintarih.com
9 772147 055007
içindekiler
58
Sevr’i Gösterip Lozan’a Razı Ettiler
KAPAK
DOSYASI Sultan Vahdettin SeVr’i Onaylamadı
Mehmet Çelik, Şükrü Hanioğlu, Mustafa Budak, Mustafa Armağan
42 46 94
100
GAZNELİ MAHMUD’UN
BAŞARI KILAVUZU
“PENDNÂME”
Muharrem Kesik
GALATA’DAN NAZİ KAMPLARINA GENÇ OSMAN’IN KADERİNİ ÇİZEN SEFER KANADA’DAKİ İŞÇİ TÜRKLER
EN MEŞHUR BANKER AİLESİ HOTİN KENDİ HAPİSHANELERİNİ KENDİLERİ YAPTILAR
Semavi Eyice Abdülkadir Özcan Işıl Acehan
02 Bizden Haberler 14 Bunu da Gördük 30 Ayın Kelimesi Simit 132 Derin Kitap
04 Bizden Size 16 Aktüel 36 1 Kitap 1 Yazar 138 Vitrindekiler
06 Okur Hattı 20 Miras Metinler 50 Niall Ferguson Söyleşi 142 Bulmaca
08 Gündem 22 Ayın Tarihi 106 İsmail Kara 144 Çizgisel Tarih
12 Soru Cevap 26 Eşyanın Kalbi Gömlek 120 Şehir Tarihi
BİZDEN HABERLER EKİM 2015
Okur Hattı: 0212 467 52 52 okurhatti@derintarih.com
Editörler
HALİL SOLAK, MUNİSE şİMşEK
Editör Yardımcıları
M
RABİA ALBAYRAK, OLCAY CAN KApLAN
ustafa Armağan ve Yavuz Baha- BüşRA SEZgİN, SAMET TINAS
liliğinden isyanlara, Türkmen beyliklerinden Yavuz etmeye devam edecek size. Çeviri MY
Sultan Selim’in Anadolu’da 40 bin Aleviyi katlettiği Velhasıl Derin Tarih’i hem okuyun, hem izleyin Z-ALp ÇEVİRİ (İNgİLİZCE)
OSMANLICA DERgİ (OSMANLICA) CY
iddiasına kadar pek çok konu masaya yatırıldı. diyoruz.
Grafik-Tasarım
CMY
SEDA ERTüRKOĞLU, FERHAT ACAR
K
Sosyal Medya
Fotoğraf
MUSTAFA CAMBAZ, SEDAT ÖZKÖMEÇ
Okurlarımızın teveccühüne mazhar olan ilk iki özel sayımızın ardından üçüncü özel
sayımız da Temmuz ayında raflardaki yerini aldı: Son Sultan Abdülhamid. Abdülhamid Han’ın Reklam
Genel Müdür: ABDULLAH HANÖNü
açtığı kurum ve kuruluşlar, dönemin sembolü haline gelen Yıldız Sarayı, emperyalist devletle- Genel Müdür Yrd.: ZİYA KADAM, güLAY BAYRAK
Reklam Müdürü: AYşEgüL DAg
re karşı tatbik edilen İslam birliği politikası, Sultan’ın bilinmeyen tasavvufî kimliği, jurnallerin Rezervasyon Müdürü: ABDULLAH BİLgİÇ
altında yatan gerçekler, dönemin karikatürlerindeki Abdülhamid, Sultan’ı Batı’ya karşı savunan 0212 612 29 30 (1727)
Mail: abdullah.bilgic@reklampiri.com
İngiliz prenses ve daha pek çok çarpıcı başlık konunun uzmanları tarafından Sultan’ı daha iyi
Baskı
anlamak isteyenlere ışık tutuyor. ÖZCAN URAL (Satın Alma ve Baskı Müdürü)
François Georgeon ses getirecek bir Abone - Satış - Dağıtım
BİRLİKTE DAĞITIM A.ş.
tartışmanın fitilini ateşlerken, Kemal Karpat,
Abone ve Okur Hattı
Franco Cardini ve Engin Akarlı gibi isimler 0212 467 52 52
de görüşleriyle sayımıza önemli katkılarda abone@derintarih.com.tr
okurhatti@derintarih.com.tr
bulundular. Bediüzzaman Said Nursi’nin
Basım
Sultan hakkında yazdığı mektubun Osman- Turkuvaz Matbaacılık Yayıncılık A.ş.
lıca aslı ile ilk kez yayınlandığını ekleyelim. Sancaktepe, İstanbul 0212 354 30 00
Mustafa Armağan
Genel Yayın
Yönetmeni
bizden size
OKUr HATTI twitter.com/derintarih
Okur Hattı: 0212 467 52 52 okurhatti@derintarih.com
T
ürk ve İslam Eserleri han Cuma Camii, Karatay Medre-
Müzesi’ndeki Selçuklu- sesi, Alaaddin Camii gibi müstes-
lar Sergisi’ni duymuş na eserler animasyonlar eşliğinde
olmalısınız. Bin yıllık renklenip ışıklanarak sırlarını ziya-
bu görkemli mirasa ait kıymetli retçisinin irfanına açıyor.
parçaları görmediyseniz çok şey Anadolu topraklarını Ortaçağ’ın
kaçırdınız demektir. en önemli merkezi haline getiren
Selçukluların 3 asırlık renkli kervansaray ve yollar haritalarla
tarihine bir el uzanışı kadar ya- teşhir ediliyor. Kaynaklardan ilham
kın olmak ilginç bir tecrübeydi. alınarak yapılan çadır, ev hayatı,
Konya Selçuklu Belediyesi’nin sultan, asker, kadın, aktar ve hiz-
organizasyonu ve Kültür Bakan- metkâr tasvirleri Selçuklularla bağ
lığı’nın katkılarıyla düzenlenen kurmak üzere hazırlanmış. Diğer
sergi hanedan-iktidar alametleri, taraftan Tuğrul Bey ve Alparslan’ın
mimari-kentler ve yapılar, sembo- sikkelerinden büyülenmemek ne
lizm-mimari, sembolizm-düğüm- mümkün!
ler ve desenler, inanç-tasavvuf, 13. yüzyıl Akşehir’ine ait işle-
ticaret-kervansaraylar ve yollar, meli sanduka ve tabut gibi ahşap
saray-av ve savaş gibi kısımlardan oyma eserler, atalarımızın sanat ve
oluşuyor. estetik seviyesinin bizden fersah
Müzenin giriş katında Selçuk- fersah ötede olduğunu ispat eder-
luların siyasî tarihi, idarî yapısı ve cesine yükseliyor.
sultanların alametleri yer alıyor. Osmanlılarla zirveye çıkacak
Üst katta savaş, sosyal hayat, eğ- olan halı sanatının 13. yüzyıl Kon-
lence ve saray kültürünü anlatan ya’sına ait numûneleri de, vaktiyle
animasyon gösterisi izlenebilir. kendilerine uzanan ellerle aramız-
Girişte Selçukluların Siriderya (Sey- da görünmez ama hakikati su gö-
hun)’dan çıkışları ve Anadolu’ya gi- türmez derin bir rabıta tesis ediyor.
rişlerini anlatan kısa bir tarihçeyle Selçuklu ve Anadolu deyince
buluşuyoruz ki insanı bir mıknatıs ilk akla gelen tasavvuf kurumları
gibi içine çekiyor. ile medreseler de unutulmamış
Gündelik hayata dair eşya ve tabii ki. 17. yüzyıla ait Mesnevi ve
semboller sergiye damga vurmuş: Füsusü’l-Hikem yazmaları bölümün
12. ve 13. yüzyıllara ait yıldız çinile- gözdeleri. 1288 yılına ait Caca Bey
ri, kâse, kandil, küp ve testiler bun- vakfiyesi olan Selçuknâme’nin kop-
lardan bazıları. Hayatın hemen her yasını vitrinden çekip almamak
alanında kendini gösteren Selçuklu için kendinizi zor tutuyorsunuz.
sanatında sonsuzluğu temsil eden 17 Kasım’a kadar açık kalacak
geometrik ve bitkisel bezemeler İs- olan sergiyi mutlaka gezin. Defter
lam sanatının zarif örnekleri olarak ve kaleminiz de yanınızda bulun-
mutlaka görülmeli. sun. Zira bu fırsat bir daha ayağı-
Duvara yansıtılan ekranda Isfa- nıza gelir mi bilinmez.
”
İstanbul’da yıllardır beklenen gayrimenkul fırsatı, Başakşehir’de ortaya çıktı.
Avrupa yakasının en fazla yatırım yapılan bölgelerinden Başakşehir, hem değerini
her geçen gün artırıyor hem de ideal şehir hayatının nasıl olması gerektiğinin örneğini veriyor.
Başakşehir’de bölgenin değer ve standartlarını daha da yukarı taşıyan Nidapark Başakşehir,
tüm dikkati üstünde topluyor, sunduğu ayrıcalıklarla herkesin beğenisini kazanıyor.
•
Mescid-i Aksa
İşgal Altında İken
D Ü S’Ü
I KU
OSM ANL
Gülemem!
Fotoğraflarla Dünden Bugüne Kudüs, IRCICA, İstanbul, 2015.
•
Gün geçmiyor ki Kudüs’ten yürek dağlayan
haberler gelmesin. İşgalci İsrail’in yine Mescid-i Aksa’ya
-kim bilir kaçıncı defadır- saldırısı, mukaddes mabedin için-
de cemaate ateş açması ve yıllar önce yakılmasına benzer bir şe-
kilde tahrip etmesi, eşi menendi olmayan bir uygulamayla mabede
girişlere ‘yaş sınırlaması’ getirmesi gibi haberler artık vaka-i adiyeden
sayılmaya başlandı. Buna mukabil altın yürekli Filistinli kardeşlerimiz ÜS
KUD
bütün müslümanlara ve dünyaya inat, çıplak elle bu zulme dur demeye MAH ZUN
SELÇUKLU CAMİİNDE
TEK PARTİ SKANDALI
Eskişehir’de Selçuklu dönemi
eseri 748 yıllık Alaaddin Camii’nin
restorasyonu sırasında sıvaların
sökülmesiyle ortaya çıkan yazılar,
Tek Parti zulmünü bir kez daha
gündeme getirdi. saraybosna’daki 13 YILDA 4 bİN ECDAD OSMANLICA NUTUK YOLDA
Camideki Allah (cc) lafzı ile
127yıllık müze YADİgÂrI YENİLENDİ Nutuk 88 yıl sonra orijinal alfabesiyle,
Peygamber Efendimiz (sav) ve
Dört Halifenin isimleri Arap yeniden açıldı Selçuklu ve Osmanlı eseri yüz- yani Osmanlıca yayınlanacakmış. Türk
Tarih Kurumu 1927’de Osmanlı elifbasıy-
harfleriyle değil, Latin harfleriyle lerce han, hamam, cami, mescit,
saraybosna’da, avusturya- çeşme, köprü ve kemer son 13 la basılan Nutuk’un Latin harflerine akta-
yazılmış. Yetmemiş, Hz. Muham- macaristan imparatorluğu yılda gerçekleştirilen restorasyon rımında bazı kelimelerin hatalı yazıldığı
med ismi de adeta kasıtlı olarak döneminde kurulan ve savaş
çalışmalarıyla yeniden hayat bul- iddiaları üzerine harekete geçmiş. TTK
“Muhamet” şeklinde yazılmış. Yeni zamanında dahi açık kaldıktan
du. Başta Türkiye olmak üzere Bal- Başkanı Refik Turan, Nutuk’un 1927’den
Şafak’ın haberine göre camiye sonra ödenek yokluğundan
2012 yılında kapatılan Ulusal kanlar ve Ortadoğu’daki kültürel sonra bir daha Osmanlıca olarak yayım-
çocukluğundan beri geldiğini an-
müze (zemaljski muzej) varlıklar, Vakıflar Genel Müdürlü- lanmadığını, Harf İnkılabı’ndan sonra
latan 82 yaşındaki Hüseyin Küçük- bütün basımların Latin alfabesiyle yapıl-
yeniden açıldı. bosna Hersek ğü’nün çalışmalarıyla ihya ediliyor.
çiftçi 1940’lardan sonra caminin başbakanı denis zvizdiç’in dığını söylemiş. Kimse kusura bakmasın
Vakıflar Genel Müdürü Adnan
restore edildiğini, bunun ezanın yanı sıra bakanlar, diplomatlar Ertem yaptığı açıklamada, hem ama anlayamadık: www.tbmm.gov.tr da-
Türkçe okutulduğu dönemlere ve çok sayıda vatandaşın sayısal, hem de proje bazlı önemli hil pek çok internet sitesinde pdf olarak
denk geldiğini ve bu yazıların o katıldığı törende müzenin rahatça bulunabilecek olan 1927 tarihli
işlere imza attıklarını ifade etti:
zamanlar yazıldığını aktardı. giriş kapısındaki “kapalı”
“Türkiye’de 2002-2015 arasında 4 Nutuk’u onca para harcayarak yeniden
Durumun 1940’lara kadar ibaresinin bulunduğu tahtalar
öğrenciler tarafından indirildi. bin civarında kültürel varlığımızın “özel” olarak basmanın mantığı nedir?
her camide aynı olduğunu ifade restorasyonunu gerçekleştirdik. Kim okuyacak ve okuyan ne anlayacak-
1888 yılında hizmete giren
eden Küçükçiftçi, “O dönemlerde ve 1992-95 arasındaki bosna Her yıl 250 şantiyeyi ayakta tutu- tır? Araştırmacılar için basılıyorsa kü-
Kur’an öğrenmek yasaktı. Biz bi- savaşı’nda dahi kapanmayan yoruz. Bu, çok önemli bir rakam. tüphanelerde mezbul miktarda mevcut.
raz kaçak maçak, köşelerde orada müzenin yeniden açılması Daha da artırmaya gücümüz yeter Halk için basılıyorsa Latin harfli baskısı
burada öğrendik. Ancak bizden için birçok protesto gösterisi ancak ‘Hem kontrollü, hem de okunuyor mu ki Osmanlıcası okunsun?
3-5 yaş büyük olanlar hiç öğrene- düzenlenmiş, çok sayıda daha kaliteli restorasyon olsun’ Paranızı harcayacak yer bulamıyorsanız
diplomat, din adamı ve sivil
medi, çünkü çok sıkı yasaktı. Kim diye sayıyı 250 ile sınırladık”. Ecdad o başka!
toplum kuruluşu yetkilisi
nerede Kur’an okuyorsa orayı ba- kampanyalara destek vermişti. yadigârı emanetler bir dönem
sıyor, cezalandırıyorlardı” ifadele- nice osmanlı mirasının tahrip öylesine hor görülmüştü ki, bugün
rini kullandı. Küçükçiftçi Tek Parti edildiği ülkemizde de böyle Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün işi
döneminde babasıyla birlikte bu bir birlik ruhunun yeşermesini zor. Böylesi mukaddes bir mirası
camiye geldiğinde önce imamın temenni ediyoruz. ihya yolunda ha gayret diyoruz!
‘Çocukları çıkarın, çıkarmazsanız
kendi imamınızı bulun’ uyarısıyla
karşılaşmış. Babası engel olunca
VAN KALESİ DE UNESCO YOLUNDA Merdivenler ile ana kayaya oyulmuş sur yatakları ve
da jandarma onbaşısı zorla çıkar- Van Kalesi ve eski Van şehrinin UNESCO Dünya surlar bulunuyor.
mış küçük çocuğu. Mirası Geçici Listesi’ne alınması için başvuruldu. Van Gölü’ndeki Akdamar Kilisesi geçtiğimiz Nisan
Biz bu kadarını aktaralım, Tek Urartu Krallığı tarafından yaptırılan ve başkent ayında geçici listeye alınmıştı. Van Kalesi’nin UNESCO
Parti zulmünün nereye kadar Tuşba’yı kuş bakışı gören 3 bin yaşındaki Van Kalesi, yolu açık olsun diyoruz.
gidebileceğini varın siz tahmin Kral I. Sarduri tarafından MÖ 840-825 tarihlerinde
edin. yaptırılmış. Kalede Urartulardan kalma Madır
(Sardur) Burcu, Analı-Kız açık hava tapınağı, 1. Argişti,
Kurucular, Menua ve II. Sarduri’nin kaya mezarları, Bin
16 DERİN TARİH / 2015 EKİM
aktüel
TÜrKLÜK MErKEZİNE
festival ANLAMLI MÜZE
beyoğlu sahaf festivali Moğolistan’ın başkenti Ulanba-
tor yakınlarında, Bilge Tonyukuk
bu yıl 9. düzenlenecek olan Külliyesi’nin bulunduğu alanda ikinci
beyoğlu sahaf festivali 11 Türk müzesinin açılması planlanı-
ekim’e kadar tepebaşı’nda
‘PANOrAMA 1326 bUrSA’NIN ziyaret edilebilir.
kapılarını 17 eylül’de açan
yor. Moğolistan’daki Türk anıtları
projesinin yeniden canlanması için
TİKA ve Moğolistan Eğitim Kültür ve
TEMELİ ATILDI festivalde asırlık kitaplar,
tarihe tanıklık eden dergiler,
Bilim Bakanlığı arasında imzalanan
iyi niyet anlaşması kapsamında Bilge
Bursa Osmangazi Belediyesi nan süreci resmeden 16 tabloda eski metinler ve fotoğraflar,
Tonyukuk Külliyesi bölgesindeki kazı
film, tiyatro afişleri, nadide
tarafından yaptırılacak olan dün- Bursa’da kabri bulunan padişahla- çalışmalarının bütün hızıyla devam
levhalar, mektuplar,
yanın en büyük ikinci panoramik rın dönemlerine ait eser ve bilgiler kartpostallar ve özel ettiğini söyleyelim. Müzede kazılar-
müzesi “Panorama 1326 Bursa”nın de yansıtılacakmış. koleksiyonlar uygun fiyatlarla da bulunan eserler sergilenecekmiş.
temeli geçtiğimiz ay atıldı. Zengin sergi alanı yanında bizi sizleri bekliyor. Göktürk tarihi uzmanlarından
Bursa’nın fethini anlatan her ay- çevre dostu bir müze bekliyor, Türk kazı heyeti başkanı Prof. Dr.
rıntı titizlikle incelenerek yapımına söyleyelim. ABD’deki Çevre Yer: tepebaşı, trt binası yanı Ahmet Taşağıl âbidenin gelecek
başlanan müzede fetihte önemli Dostu Binalar Konseyi tarafından beyoğlu - istanbul nesillere ders niteliğinde öğütler
bir rol oynayan Balabancık ve Akti- geliştirilmiş kriterler çerçevesinde Tarih: 11 ekim’e kadar. verdiğini söyledi. Göktürklerin ünlü
mur Hisarları, günlük hayatı temsil tabiata saygılı bir bina olarak ta- veziri Tonyukuk’un Türk tarihinin
eden figürlerle fethi gerçekleştiren sarlanmış ve sivil mimari örneği bir bilgeliğiyle tanınmış önemli kişilerin- C
Orhan Bey’in fetih anındaki duru- yapı olarak tescillenecekmiş. den biri olduğunu belirten Taşağıl
M
ve balmumu heykellerle de bir ilki kuran şehir Bursa”ya yakışan bir son derece az olduğu bir dönemde CM
İ
kinci Sultan Abdülhamid, hemen veze ilim adamlarının diyârı olan garp,
her teşebbüsünü baltalayan ya da kendi hâliyle halleşip kalsa gene bir şey
çürüğe çıkaran gizli düşmanları- değildi. Ne çâre ki aynı zihniyet hayran-
na rağmen, bir memleketin kal- lığı, hudutlarımızı geçip İmparatorluğa
kınmasında insan gücünü değerlendir- da atlamış bulunuyordu. Garp, sanâyi-
menin ve cehâletle güreşmenin hemen de, ticârette, iktisatta, ilim ve fendeki
tek selâmet çâresi olduğuna inanmış inkâr götürmez üstünlüğüne rağmen
büyük devlet adamıydı. İbrâhim Efendi hesapsızca halka kayan politikasının
bunu belki herkesten iyi biliyor fakat cezâsını çekeceğe benzerken tutar ta-
kendisinin de nîmetlendiği o mevcut rafı kalmamış Osmanlı İmparatorluğu,
fakat sun’î refâhı zedeleyecek bir hare- eni enine boyu boyuna uymayan bir
kete iştirakten duyduğu ürküntü, onu mâcerâ, bir heves uğruna, yerleşmiş
pâdişâhın kültür ve iktisat politikasına » Samiha Ayverdi ve oturmuş devlet mefhûmunu yıkarsa
fiilen yanaşmaktan uzak tutuyordu. (1905-1993) hâli ne olurdu?
Gene biliyordu ki İmparatorluk, dün- ***
yâya parmak ısırtan haşmetli devirleri- İşte gizli cemiyetlerin ve yabancı
ne, askerlik, siyâset, idâre ve cemiyet sahâlarına lâzım menfaatlerin ağına düşmüş bir alay mâsum fakat gâ-
olan ehliyetli zümreleri, bilgi ve ihtisas zümreleri ye- fil vatan evlâdı, hep bu mevhum hürriyet heyecânıyla
tiştiren bir kapalı sınıf disiplini içinde hazırlayıp, her arkalarından itilerek, tutmuş evvelâ Sultan Abdülme-
birini yerli yerine oturtmak sûretiyle erişmişti. Şimdi cid’i öldürmek istemiş; onu beceremeyince, gelmiş
ise, değişen dünyâya karşı değişmeyen usûllere demir Sultan Abdülaziz’in tahtını başına yıkmış; şimdi de Os-
atıp kalmış bir mantalite [anlayış], irfan [kültür], siyâ- manlı İmparatorluğu kadar Avrupa siyâsî çevrelerini
set ve cemiyet hâyatımıza pençesini geçirmiş bulunu- de parmağında oynatan İkinci Sultan Abdülhamid gibi
yordu. Bir vakitler kıl kadar aksaklık göstermeyen o bir politika canbazıyla uğraşmaya başlamıştı. Halbuki
nizamlı âhenkli devlet, şimdi ilimden de, ihlâstan da, zamânın pâdişâhı, devlete ve hükümdâra kafa tutan
teşebbüs ve gayretten de mahrum kütlelerin elinde bu câhil kalabalığa: Size bugün istediğinizi vermek,
idi. Bu uykulu ve korkulu gidişin tek çâresi, cehâletle süt çocuğuna baklava, börek yedirmek gibidir. Daya-
güreşmek ve onu yenmekti. Lâkin Avrupa, Osmanlı namazsınız, kaldıramazsınız, etmeyin eylemeyin…
İmparatorluğu’nun ölüm fermânını yazmıştı. Onun hürriyetten evvel hür olmanın yollarını arayalım,
için de pâdişâhın her iyi işine kötü diyen, her isâbet- mektepler açalım, cehâletle boğuşalım, o bizi yenme-
li hareketini yanlışlıkla damgalayan ve her adımını den biz onu yenelim… yollu sözler ediyordu.
köstekleyen bir yaygaracı sınıf hazırlanıp piyasaya sü- Ne yazık ki pâdişâhın, derdini kimselere anlatması
rülmüştü. Altın keseleriyle gaflet birleşince, elbette ki mümkün değildi. O, İmparatorluğun mîrâsını bölüş-
bu kampanyayı yürütecek zümreler de eksik olmazdı, mek gününü bekleyenlerin alttan alta kışkırtmaları,
nitekim olmuyordu da. siyâsî teşebbüsleri, iftirâ ve isnatları [haksız yere yakış-
*** tırmaları] altında her gün biraz daha milletin gözün-
Garp, millî hâkimiyet esâsına körü körüne bağlı- den düşürülüyor, sevimsiz, korkunç bir zebânî hâline
lık ve esâretten hürriyete geçiş parolasının peşindeki getiriliyordu.
çocukça çabalayışı ile başına daha neler getirecekti, *Rıza Tevfik’in “Sultan Abdülhamid Han’ın Ruhaniyetinden İs-
bilinmez. Ama bu düşük çeneli politikacıların, bu ge- timdat” şiirinden.
Dost gibi
göründüler
20 Ekim 1827 - Yunanistan
Mora isyanı sırasında Navarin Limanı’nda bulunan Osmanlı ve
Mısır donanmaları, savaşmayacaklarını beyan etmeleri üzerine
birlikte hareket eden İngiliz, Fransız ve Rus donanmalarının limana
girişlerine izin verdiler. Müttefik gemileri kısa süre sonra savaş çı-
karmak için bahane aramaya başladılar ve Mısır gemilerinden ateş
açıldığını ileri sürerek saldırıya geçtiler. Navarin faciası diye anılan
bu ateş üç saat sürdü ve Osmanlı donanması ağır bir darbe aldı.
Elveda Girit!
6 Ekim 1908 - Yunanistan
1898’den beri özerk bir şekilde idare edilen Osmanlı vilayeti Girit’in
Türkiye’den ayrılıp Yunanistan’la birleşmesi kararlaştırıldı. Girit soru-
nuyla ilgili başlarda çekimser davranan Yunan yönetimi, bu kararın
ardından şenlikler yapılmasına izin verdi. Kısa süre sonra da Fransa,
opel.com.tr
* Ortalama yakıt tüketimi 3.9 - 4.3 lt / 100 km, ortalama CO2 emisyonu 104 - 114 g/km
rabia.albayrak@derintarih.com RABİA ALBAYRAK
sürmeli! Sputnik serisinin ilk uzay aracı Sovyetler Birliği tarafından uzaya fır-
latıldı. İnsanoğlunun yörüngeye yerleştirdiği ilk uydu olma özelliğini
taşıyan Sputnik ile bilim insanları başta ay olmak üzere çeşitli gök
3 Ekim 1903 – Avusturya cisimlerini inceleme fırsatını buldular.
İngiliz mandası
Çar II. Nikola ile Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph,
Steiermark eyaletindeki Mürzsteg av köşkünde anlaşmaya vararak
Osmanlı’nın Makedonya’daki egemenliğinin mümkün olduğunca
sürmesine karar verdiler. Amaçları arasında kendi denetimlerinde
sona erdi
Sultan II. Abdülhamid’i bölgede reformlar yapmaya zorlamak da
vardı. Avusturya İçişleri Bakanı Kont Goluhovski’nin çabalarıyla
imzalanan antlaşma, Rusya’nın Japonya ile bir çatışmaya
girmekten korkmasından dolayı kolayca uygulanmıştı.
ŞEYMA AYDIN
seyma.aydin@izu.edu.tr
F
âş itmez idi râz-ı dili Yûsuf-ı Ken’ân / Çâk olma- lü, kahramanın gerçek ölüm kalım kriziyle yüzleştiği ev-
sa dâmânı Züleyhânuñ elinden” der Fuzûlî. Yu- redir. Halide Edip Adıvar’ın Ateşten Gömlek romanında ise
suf’un gömleği Züleyha’nın eliyle yırtılmasaydı, İzmir’in işgali sırasında yaşanan müşkil bir aşk hikâyesi
gönlünün sırrını açığa vurmazdı. Tarihin müstes- anlatılır.
na aşklarından Yusuf ile Züleyha’nın muhabbeti Yusuf’un Osmanlı’da Mevlevî olmak isteyenler Kazancı Dede’ye
gömleğiyle sembolleştirilir malum. Hz. Yakub’un, oğlunun müracaat eder; dede de, “Dervişlik âteşten gömlek, de-
kanlı gömleğini görünce ağlamaktan ışığı sönen gözleri, mirden leblebidir. Aç kalmak, döğülmek, haksız yere söz
yine oğlunun gömleğine kavuşunca nura kanat çırpar. işitmek vardır. Dervişlik, ölmezden evvel ölmek demektir.
Kadim zamanlardan beri kimlik sembolü olarak kulla- Bunlara dayanabilirsen gir” derdi. Bektaşiler ise “bir göm- C
nılagelmiş gömlek. Bu yüzden kıssalardaki gömlek ibare- lekten baş göstermek” tabirini tarikata beraber giren iki M
lerinin alt metnini dikkatli okumak gerek. Dönüşümlerin derviş için kullanırlarmış. Tabirin ümmet birliğine de gön- Y
düf değil. Öyle ki Joseph Campbell’in Kahramanın Sonsuz İnsanoğlunun sırtındaki hikâyesinden evvel lügatteki
MY
Yolculuğu kitabında da değindiği “ateşten gömlek” sembo- gömlekle tanışalım. Arapça disâr, gömlek demek olup seyr
ü sülûkten sonra varılan kâmil kulluk mertebe- CY
Simit
B Saraylı Simit
undan 80 sene ci planda kalıyor, ama
önce “simit dük- dostlukları da samimî bir
kânlarda satıla- dostluktur. Hiç bir kah-
Kaçlık Simittir?
cak, simit ismi valtı simitle çayın yerini
etrafında hızlı yemek tutamaz.”
mekânları, hatta lokanta- Eğer bu ayrılmaz iki-
lar açılacak” denilse, kim liye bir üçüncü arkadaş
inanırdı? Hele “simit”in gerekiyorsa, o muhak-
“saraylı” olacağına hiç ih- kak peynirdir. Sait Faik
timal verilir miydi? millî hikâyecimiz, simit
Daha geçenlerde um- de “millî yiyeceğimiz” de-
reden dönen bir dostum, Mescid-i bir Levanten’i dinleyelim: “İşçiler, sek, asla yalancı çıkmayız. Daha 17.
Haram’ın çok yakınında böyle bir hatta alt derecede memurlar açlıkları- yüzyılın sözlüğü Meninsky’de “çörek,
“saray”da kifaf-ı nefs ettiğini keyif- nı simitle giderirler. Bir bardak çayla gevrek” olarak geçiyor. Karşısında
le anlattı. Londra’da, Berlin’de veya iki simit bir kahvaltı veya bir yemek Batı dillerinden bir açıklama da yok.
Newyork’da Türk usulü yeme içme yerine pekâlâ geçebilir”. Willy Sper- Yani Avrupalının benzer bir yiyeceği
mekânları... co, Yüzyılın Başında İstanbul kitabında mevcut değil.
Simit, düne kadar sokaklarda, sadece İstanbul’da okul zamanı 250 Redhouse Efendi’nin Müntehabat-ı
sadece seyyarların sattığı daha çok bin adet simit satıldığını belirtiyor. Lügat-ı Osmaniye’sinde, yani 1850’ler-
çocuklara ve ucuza karın doyurmak de “semid”in karşılığı olarak yazdığı-
isteyenlere, daha doğrusu midesini Simit ve çay na ne demeli: “Malûm bir nevi beyaz
susturanlara mahsus bir yiyecekti. Simit ve çay: İşte vazgeçilmez ikili. ekmek halkası”. “Malûm” olduğuna
Hatta bir aralar öylesine rağbetten Bir de peynir olursa değmeyin keyfi- göre herkesçe bilinen demek. Bir şe-
düşmüş ki, Cumhuriyet’in 29 Ağustos ne! Simit ve çay muhabbeti bize mut- yin herkesçe bilinmesi, bilhassa o za-
1934 günkü nüshasında, “Simit göz- laka Sait Faik’i hatırlatır. 1950’lerin manlar, hayli vakit alır.
den düştü. Halk galetaya rağbet edi- başında yayınlanan Havuz Başı kita- Ahmed Vefik Paşa kelimenin -ne-
yor” başlıklı bir haber yer alıyor. Simi- bında bir hikâyenin adıdır “Simitle dense- Hindce olduğunu kaydettikten
de rağbetin azalmasının sebebi olarak çay”: sonra “beyaz un, beyaz ekmek hal-
galetanın simitten 20 para ucuz olma- “Yalnız simitten, sabahın o leziz, kası” diyor. Bize kalırsa simit halis
sı gösteriliyor. insan icadı yemişinden söz açma- muhlis Türkçe bir kelime; tadıyla ve
Halkın simit muhabbeti için kay- lıydım. Ama ne yaparsın, çaya kıya- kültürüyle bize aidiyetinden şüphe
nağımız Evliya Çelebi. Türkçenin madım. Simidin yanında, o da ikin- yok. Sadece Arapça ve Farsça kelime-
Evliya’sı İstanbul esnafı meyanında lere yer verilen Latin harfli Osman-
“esnaf-ı simitçiyan”ı da sayar, yani si- lıca sözlüklerimizde Mustafa Nihat
mitçiler esnafı. “Dükkân 70, neferat Özön’de Ferit Devellioğlu’nda ve hat-
300, pirleri Reyyan-ı Hindî’dir, Sel- ta Mehmet Kanar’ın lügatlerinde böy-
man belin bağlayıp İmam Hasan’a ve le bir kelimeye rastlanmaz.
Hüseyin’e simit halka hedaya getirüp Raif Necdet (Kestelli) Resimli Türkçe
ol şehzadelerin hidmetinde olurdu. Kamus’unda (1927) simid veya simit
Kabri Mısır diyarında Kına şehrinde şeklinde yazdığı kelimenin Türkçe ol-
Abdürrahim Kınavî cenbinde med- duğunu belirtiyor. “Halka” ve “halka
fundur. Kuddise sırrıhül-aziz” (cilt.1, şeklindeki ekmek” açıklamasından
sf. 266). sonra “cankurtaran simidi”ni de açık-
Yüzyılları atlayıp, 20. yüzyılın başı- D. mehmet DoğAn lıyor. “Tahlisiye simidi, gemilerde si-
dmdogan@gmail.com
na gelelim. İzmir doğumlu Venedikli mit şeklinde mantar”.
a n ı n R uhu
m
a Kunan SuLTa ’n
O n
‘Z
a
D
A
vusturya İmparatoru Maximilian, Sultan III. Mu- Saraydaki üst düzey devlet adamları da Sultan’ın ilgisinin
rad’ın tahta geçtiği haberini alınca elçilik heyeti farkındaydılar. Zira 1582 Haziran’ında oğlu Şehzade Meh-
yeni hükümdarın cülûsunu kutlamak için İm- med’in sünnet düğünü için düzenlenen ve neredeyse iki ay
paratorluk payitahtına yolculuk hazırlıklarına süren şenlik esnasında Siyavuş Paşa ve Mahmud Paşa Sultan’la
başladı. Asıl mesele “Grand Turko”ya takdim edilecek “hediy- Şehzade’ye düğün hediyesi olarak çalar saatler sunmuşlardı.
ye-i mülûkâne”leri seçmekti. Osmanlı hükümdarının şanına 1583’deyse Kraliçe Elizabeth İngiliz tüccarların “memalik-i
yaraşır hediyeler… Elbette ziyaretin asıl hedefi ekonomikti. Osmaniye”de ticaret yapmalarını sağlayacak imtiyazı elde
Yeni Sultan’ın tahta çıkışı vesilesiyle eskiden yürürlükte olan edebilmek için elçisi vasıtasıyla Padişah’a dört kısımdan olu-
anlaşmalar yenilenecekti. şan devasa bir saat göndermişti.
Halı, kitap, altın ve gümüşten mamul eşyalar, ipekli ku- Padişah’ın tek merakı elbette saatler değildi. 16. asrın so-
maşlar vs. dışında Sultan’a sunulacak hediyeler arasında biri nunda İstanbul’da dört yıl geçiren Alman din adamı Salomon
vardı ki, İmparator onunla hedefi 12’den vuracağından emin- Schweigger, Sultan’ın özellikle tarih kitapları okumayı sev-
di: Saatler! diğini kaydetmiş. Yine İspanyolların Amerika’yı keşfini anla-
III. Murad’ın saatlere tutkusunu neredeyse duymayan kal- tan Tarih-i Hind-i Garbî ve Fransa tarihi üzerine Tevârîh-i Pâ-
mamıştı. Kayıtlardan anlaşıldığı kadarıyla çeşitli tarihlerde dişâhân-ı Françe gibi dünya tarihiyle alakalı kitapları tercüme
saraydaki saat ustalarına oldukça cömert davranan Padişah, ettirmesi Sultan’ın geçmişe duyduğu merakı yeterince açıklar.
yeni saat yaparak kendisine sunan ya da bozuk saatleri tamir Astronomiye ilgisini ise Rasathanenin kurulmasına verdiği
eden saatçilere “ihsan-ı şahaneler”de bulunmuştur. büyük destekte görüyoruz. Ayrıca rüyalarını bir deftere kay-
Maximilian’ın Bohemyalı Frederic başkanlığındaki elçilik dedip düzenli olarak tabir ettirmesi geleceğin kilidini kurcala-
heyeti, “dünyanın idare edildiği” Topkapı Sarayı’na geldiğin- dığını haber veriyor bize.
de evvela 30 bin dükalık vergiyi teslim ettiler. Ardından tak- İmdi, bir bütün halinde düşündüğümüzde III. Murad’ın
dim edilen hediyelerin ardından sırada üç adet saat de vardı. “Sultânü’l-Berreyn ve’l-Bahreyn/Karaların ve Denizlerin Sul-
O güne kadar saraydaki saatlerin en mükemmellerinden tanı” olarak mekâna hâkimiyetinin yanında, saat tutkusunu
olan bu saatlerden ilki, saat başı çaldığında Osmanlı atlıları sa- “zamana” da hükmetme gayreti olarak yorumlayabilir miyiz?
vaşıp ardından geri dönüyor, ikincisi saat başı çaldığında alet Padişahların zamanla -tabiatıyla zamanı gösteren alet olan
üzerindeki bölmelerde bulunan hokkabazlar sağa sola koştu- saatle- münasebetleri ortaya koyulduğunda sorumuza tam
ruyor, üçüncüsündeyse ağzında kaz olan bir kurdun bulundu- bir cevap bulmuş olacağız. Buyurun size Osmanlı dünyasının
ğu saat çalınca kaçmaya başlayan kurdun peşine düşen silahlı renkli atlasında keşfedilmeyi bekleyen bir ada daha!
bir Türk avcısının onu avlamasının izlendiği bir sahne yer alı-
Kaynak: Kemal Özdemir, Osmanlı’dan Günümüze Saatler, İst., 1993.
yordu. Saatlerin Sultanı çok mutlu ettiğini tahmin edebiliriz.
Tel: 0212 292 86 20 pbx
Web: www.gunsal.com
DİPLOMAT TARİHÇİ ALTAY CENGİZER
1. Dünya Savaşı’nDa
beka mücaDeleSİ
veren tek taraf
OSmanlılarDı
Konuşan: MunİSE ŞİMŞEK
munise.simsek@derintarih.com
D
ışişleri Bakanlığı’nda Siyaset Planlama Genel
Müdürü olarak görev yapan Büyükelçi Altay
Cengizer ile diplomatlık ve tarihçiliği sentezleye-
rek kaleme aldığı Adil Hafızanın Işığında kita-
bındaki tezlerini konuştuk.
yahut daha ileri götürmek amacıyla 1. Dünya Savaşı’nda verdiğimiz müca- osmanlı savaşa girmek
ya da Balkan devletleri örneğinde ol- dele, sonraki nesilleri tarihin büyük zorundaydı
duğu gibi yeni toprak kazancı uğrun- ırmaklarına iade etmiştir. Geleceğin 20. yüzyıl başında iyice keskinleşen
da bu savaşa taraf olmuşlardı. nesilleri, dünyanın en güçlü devletle- Büyük Güçler arasındaki rekabet
Savaş Avrupa dengelerine ilişkin ri üzerimize çullanmışken çok büyük Osmanlı Devleti’ni nasıl etkiledi?
endişe ve mülahazalardan kaynak- fedakârlıklar neticesinde elde tutu- 1908 Devrimi’nden bir yıl kadar
lanan nedenlerle başlamış olsa da labilmiş bu mirası daha da güçlü bir önce uluslararası siyaset arenasında
derhal Osmanlı İmparatorluğu’nun şekilde sahiplenecek, gereğini yerine devrimsel nitelikte bir değişim ortaya
geleceği hakkında büyük bir müca- getirecektir. çıktı. İngiltere ve Rusya 1907 tarihli
deleye dönüşmüştür. Bunun da sebe- Bu geniş perspektiften bakıldığın- bir dizi sözleşmeyle aralarındaki an-
bi, Osmanlı topraklarının müttefik da, üçüncü hususun ne olduğu ken- laşmazlıkları asgariye çekme yoluna
kazanmak amacıyla teklif edilmesi, diliğinden ortaya çıkar: Osmanlıla- gittiler. Avrupa’daki siyasî değişimin
bilhassa İtilaf Bloğu’nun iç dengele- rın son saatinin ne anlama geldiği, de etkisiyle bu ilişki gittikçe bir it-
rini Osmanlılar üzerinden verilen bu 1914’den 1923’e verilen mücadelenin tifaka benzemeye başladı. İngiltere
sözlerle sağlayabiliyor olmasıdır. Bun- niteliği anlaşıldığında Türkiye’nin açısından mesele Almanya’nın denge-
ların arasında en öne çıkan da, İtilaf muhafaza ettiği büyük potansiyel ve lenmesi iken, Rus Çarlığı da 1905 yı-
Bloğu’nun galibiyeti halinde İngiltere açılımlar çok daha iyi görülecektir. lında Japonya karşısında aldığı müthiş
ve Fransa’nın İstanbul ve Boğazları yenilginin bir yan sonucu olarak Av-
Çarlığa söz vermiş olmalarıdır. Hangi kaynaklardan beslendiniz? rupa’ya yeniden geri dönmek çabasın-
İkinci husus, Osmanlıların gerek 1. Dünya Savaşı’na yaklaşımımızda daydı. Bu da öncelikle Habsburglarla
düşmanlarının, gerek müttefikle- çok büyük eksiklikler, olağanüstü sığ tarihî anlaşmazlık ve karşılıklı çeke-
rinin beklediğinin çok üstünde bir ve suçlayıcı yaklaşımlarla karşılaştı- memezliğin alevlenmesi, yani Balkan-
performans sergilemiş olmalarıdır. ğım için bu konuda mufassal bir eser lar ve netice itibariyle ezelî Boğazlar
Avrupa’da en ufak köylerde dahi meydana getirmek için çalıştım. Har- meselesinin yeniden gündeme gelme-
iki büyük savaşta ölenlerin isim- vard’dayken çok önemli fakat el atıl- si demekti.
leri anıtlara kazınmışken, o mamış bilimsel makalelere ulaştım, İşte, İngiltere birtakım üst denge
nesli tanımlamış büyük bazı Rus kaynaklarını ve makaleleri mülahazalarıyla aslında ne zamandır
fedakârlığın unutul- de tercüme ettirdim. pratiğe dökemediği o “muhteşem yal-
maması gerektiği- Esasen, Türkçe ve İngilizce lisa- nızlığı”nı artık sürdüremeyeceğinin
ne inanıyorum. nında Türkiye’deki en zengin kütüp- farkına vardığı andan itibaren Avru-
haneye sahip olduğumdan şüphe pa’daki ittifak sistemi de kesin bir ya-
duymuyorum. Bu sayede çok kuvvetli pıya kavuşmuştur. Artık her yerde ve
bir zeminden hareket etme imkânım her an için birbirine rakip iki blok söz
oldu. Fakat kitabıma gerçekten de öz- konusudur.
ALTAY CENGİZER gün bir nitelik kazandıran husus, 35 Bu da diplomasinin, hem de ol-
dukça süratli bir şekilde bütün esnek-
KİMDİR? yılı aşkın bir diplomasi tecrübesi için-
liklerini yitirmesi anlamına gelmiş,
den gelmemdir. Bu da zannederim
anlattıklarımın perde arkasını 1910’dan itibaren müthiş bir silahlan-
Boğaziçi Üniversitesi mezunu.
daha iyi görmemi sağlamıştır. ma yarışı başlamıştır. Avrupa’da iki it-
London School of Economics’te
uluslararası tarih alanında yüksek lisans tifak arasındaki rekabet süratle derin-
yaptı. Colombia Üniversitesi’nden ‘kriz leşmiş, nihayet 1914 Ağustos ayında
idaresi ve önleyici diplomasi’ diploması bulunan da savaş kopmuştur.
Cengizer, 2007-09 yılları arasında Harvard Üniver- İşte aslında beş-altı yıla yayılmış
sitesi Weatherhead Center for International Affairs bu kısa süreçte, Osmanlıların da
üyesi oldu ve bu süreçte 1908-18 dönemini çalıştı. devletlerarasında denge oyunlarına
Halen Dışişleri Bakanlığı’nda Siyaset Planlama Genel başvurma imkanları sona ermiş olu-
Müdürü. yordu. Bu yüzden uluslararası siyasî
tarih açısından bakıldığında, Jön
ADİL HAfıZANıN ışığıNDA, Türklerin tarih sahnesine geç çıkmış
Altay Cengizer, oldukları söylenebilir. Nitekim önce
Doğan Kitap, 2014, 732 sayfa, 32¨ Trablusgarp, bilahare Balkanlarda
Ermenilerin hiç
dise bize inandırılmak istendiği kadar
bahsetmediği, da olsa büyüklüğün tohumlarını her
basit ve tek taraflı izahata müsait de-
ğildir.
bahsetse de zaman bağrında taşımaya devam et-
miş, geleceğine sahip çıkacağını ümit
Ermeni anlatısının dışarıdaki ve geçiştirmeye ettikleri, kurtlar sofrasına yeniden
içerideki sahiplenicileri, kamuoyunu,
kumsalın hemen kenarında, annesi- çalıştığı Ermeni geri dönmesini sağlayacak gücü yaka-
layacağına inandıkları büyük bir ülke
nin yanında deniz gözlüklerini takmış
olarak küçük balıkları izlemekle yetin-
İsyanı olgusunun, idealinin peşinden koşarken gözlerini
kapattılar. Herhangi bir başka ülke
mesi gereken on yaşlarında bir çocuk Ermeni anlatısının için değil, bu ülke için!
başlıca eksiklikleri
mertebesinde görüyor. Bütün bu hususları daha fazla an-
Aslında meselenin insanî özüne latmak, toplumsal hafızanın önemi
varmak isteyen, basit şnorkelleri atıp
derinlere gitmek ve ne olduğunu anla- arasında üzerinde durmak isterdim. Hürriyet
içinde onurunuzla yaşamanız uğrun-
mak isteyenler, tamamen siyasî emel-
lere bağlı kılınmış Ermeni anlatısına
görülmesi gerekir. da yapılan fedakârlıkların farkında ol-
mazsanız, potansiyellerinizin gerisine
karşı çıkanlardır. düşüp ne kadar şaşaalı gözükse de as-
İşte Ermenilerin hiç bahsetmediği, lında elden düşme bir hayat yaşama-
bahsetse de geçiştirmeye çalıştığı Er- nız kaçınılmazdır. Benim ana fikrimin
meni İsyanı olgusunun, söz konusu de bu olduğunu zannediyorum.
anlatının başlıca eksiklikleri arasında
görülmesi gerekir. Hiç de etkisi azım- Söyleşiyi bize vereceğiniz yeni kitap
sanacak, ikinci plâna atılabilecek bir müjdesi ile kapatmak isteriz.
olgudan bahsetmiyoruz. Yeni kitaplara doğru yönelmek,
Ermeni İsyanı gayet güçlüydü. Şüp- yepyeni şeyler ortaya koymak yö-
hesiz Ermeni unsurunun büyük ço- nünde güçlü bir arzu duyuyorum. Şu
ğunluğu bu isyana 1915 bahar ayları sıralarda özellikle ilgimi çeken konu,
itibariyle karışmış da değildi ve trajedi o meşhur Şark Meselesi. Kırım Harbi
burada yatmaktadır. Lâkin Osmanlı or- sonrası dönem ilginç olmakla bera-
duları da düşmanla temas halinde, bü- ber, siyasî tarih açısından Berlin Kong-
yük lojistik sıkıntılar içinde ölüm-ka- resi ve hemen öncesi, yani 1876-78
lım savaşı vermekteydi. Bu şartlarda dönemi oldukça ilgi çekici.
cephelerden herhangi birinin yarılma- Tabii Şark Meselesi aynı zamanda
sı, diğerlerinin de düşmesi anlamına daha büyük, daha derin, daha tarihî
gelmekteydi. Doğu-Batı probleminin bir parçası
Sarıkamış’tan sonra şartlar daha Okurlarınızın kitabınızda en fazla veya siyasileşmiş veçhesi olarak da
da ağırlaşmışken, düzenli Ermeni çe- etkileneceği bölüm hangisi sizce? düşünülebilir.
telerinin çok kalabalık sayılarda cep- Kitaptan etkilenmelerin bir “toplu Bu siyasileşme süreci üzerinde dur-
heyle cephe gerisini bölmeye çalışan görüş”, bir nevi gestalt yaratmasını mak, Batı’nın galebe çalış yöntemleri-
bir kama işlevi görmeye kalkışması, diliyorum. Bugün hangi fedakârlıkla- ni irdelemek, edinimlerini ne şekilde
zaten zar zor işleyen lojistik ağlara rın sırtına basarak güvenle bu ülkede kalıcı siyasî kazançlara dönüştürebil-
vurdukları darbeler ve isyanın daha oturuyoruz, hangi açılımlarımızı nasıl diğini, devredebilme kapasitelerine
da genişleme temayülü içine girmesi, muhafaza etmeyi başardık, Balkanları nasıl ulaştığını, Doğu’nun da aslında
savaş halindeki bir ülkenin göz yuma- hangi acılar içinde bıraktık, hemen bir saldırı altında olduğunu tam an-
bileceği bir durum değildi. sonra da İstanbul nasıl gitti geldi ve lamıyla idrak edemeyip nasıl hare-
Ne olduğunu anlamanın yolu, hadi- Türkiye’nin aynı zamanda Avrupalı ketsiz kaldığını ortaya koyabilmek
selere doğru ağırlıkları verebilmekten niteliği ve bunun yeni bir yüzyılda ne isterdim.
geçer. Ermeni anlatısı ise ne Balkan anlama geldiği gibi. Kısaca yapacak Klasik anlamda sona ermiş olsa da,
Harplerinden sonra kendi radikal un- daha ne kadar çok işimiz olduğu anla- Şark Meselesi günümüzle de son de-
surlarının ne planlamaya başladığın- şılsın istiyorum. rece ilişkili, esas itibariyle de cevap-
dan, ne de isyan keyfiyetinden bah- Çanakkale ve daha 12 cephede son landırılmamış büyük bir sual olarak
setmeye yanaşıyor. nefeslerini veren şehitlerimiz, solmuş kalmaya devam ediyor.
B
ir doktor Hz. Peygamber’in yöntemlere denk gelmesi sebebiyle acıkmadıkça yememesini öğütlemiş,
(sav) huzurunda birini te- dikkat çekicidir. Zaman zaman yürü- az yemekle hayatını sürdürebileceği-
davi ederken iman ve tak- mek, koşmak ve az yemek bunlardan ni ifade etmiştir: “Sağlığı korumak üç
vasından dolayı O’na şöyle bazılarıdır. şeyle olur: Bal yemek, kan aldırmak
sorar: “Allah’ın Resulü, acaba şu tedavi Hastalandığında ziyaretine gelen ve dağlama. Ama dağlama yapmaktan
ve ilaç bir işe yarıyor mu?” Hz. Pey- birçok Arap ve Arap olmayan heyet- ümmetimi alıkoyuyorum.”
gamber hayret ederek, kesin bir ifade ler ona bazı ilaçlar tavsiye ederler, Hz. Ayrıca et ve tatlı gibi gıda madde-
ile “Subhanallah! Acaba Cenab-ı Allah Aişe (ra) de bu ilaçları ona hazırlayıp lerinin insana fayda verdiğini, yemek
yeryüzünde hiç ilacını ve tedavi usulü- verirdi. Bir kısmı gayrimüslim olduğu yerken düzgün oturup bir yere daya-
nü yaratmaksızın bir hastalık yaratmış halde Hz. Peygamber bunların tavsiye nılmaması gerektiğini, özellikle yüzü-
mıdır? Bu tedaviyi bilen bilir, bilmeyen ettiği ilaç ve tedavi usullerini kabul et- koyun veya sırt üstü yemenin tehlikeli
bilmez. Şayet sen hastalığa tam ve ke- miş ve uygulamıştır. olduğunu ifade buyurmuştur. Su içer-
sin fayda veren bir ilacı bulmuş isen Hz. Peygamber hastalıkları iki kıs- ken bir nefeste değil, en az üç defa ne-
Allah’ın takdir ve emriyle mutlaka bir ma ayırır: Kalbî hastalıklar, bedenî has- fes alarak ve suyu emerek kabın içine
iyileşme meydana gelir” buyurmuştur. talıklar. Kalbî hastalıklar septik duy- üflemeden içmek gerektiğini, bunun
Hz. Peygamber sıhhatli iken de gularla oluşan ve şehevî duygulardan daha yararlı olduğunu, artan yemekle-
hasta iken de tabiplere başvururdu. kaynaklanan hastalıklar şeklinde ikiye rin üstünün kapatılarak korunmasını
Hastayken tedavi olması gayet tabiî- ayrılır. Bedeni hastalıklar ise insan vü- tavsiye etmişti.
dir. Fakat sıhhatliyken başvurduğu ve cudunda görülen maddî eksikliklerdir. Önem verdiği hususlardan biri de
ashabına da tavsiye ettiği bazı yöntem- Hz. Peygamber çok yemenin za- hoşlanmadıkları yiyecek ve içeceklerin
ler bugün koruyucu hekimlik denilen rarlarından söz etmiş, insanoğlunun hastalara zorla verilmemesiydi. Bu-
TIBB-I
ensesinden aşağıya su akıtma (ateşli
hastanın başına, koltuk altlarına suya
batırılmış bez koyarak ateşi düşürme),
hacamat (kan aldırma), kirli kanın vü-
cuttan atılması anlamında hacamat ile
tedavi, hangi günlerde ve nasıl haca-
NEBEVÎ
mat yapılacağı, yaranın sert ve kızgın
bir demirle dağlanması da tedavi yön-
temlerinden bazılarıdır.
B
olşevikler 1917 Ekim Devrimi’nden sonra ikti-
darı ele geçirdiklerinde çok büyük bir yanılgı
içindeydiler. Alman orduları Rusya topraklarının
içlerine kadar girmiş, başkent St. Petersburg’u
tehdit ediyorlardı. Millî müdafaa en önemli öncelikti. Lenin Prof. dr. NorMAN SToNE
bu fikri reddetti, öyle ki Rus askerlerine savaş alanını terk DERİN TARİH İÇİN YAZDI
etmelerini, hatta komutanlarını öldürmelerini öğütledi.
Bunun sebebi Almanya’da da bir devrimin yaşanacağı bek-
lentisi taşımasıydı. Lenin’e göre orta sınıflar enflasyon ve vergi değirmeninde
1. Dünya Savaşı üç yıldır devam ediyordu ve muazzam acı- öğütülüp paramparça edilmişti; rehinelerin kitleler halinde
lara sebep olmuştu. Peki, ne için? Lenin meselenin tamamen öldürülmesi emrini verdi (Devrimin çıkarlarına hizmet eden
kapitalistlerin kârı ve emperyalizmle ilgili olduğunu söylü- her şey mubahtır).
yor, çok yakından tanıdığı Alman solunun da kendisiy- 1918 yılında karşı-devrimci generaller Batılı müttefikle-
le hemfikir olmasını umuyordu. Eğer Rus solu işareti rin de desteğiyle güney Rusya’da güçlerini toplayıp 1919’da
verirse Alman solu devrimi gerçekleştirecek; devasa saldırılara başladılar, böylece Rusya’da iç savaş başlamış
grevler ve kitlesel düzeyde askerden kaçmalar neti- oldu. Lenin bu noktada hayatının en önemli fakat beklen-
cesinde Batı’daki savaş da sona erecekti. meyen ittifakını yaptı.
Elbette böyle olmadı. Savaş bir heyecan Rusya geçmişte farklı milletten insanları bünyesinde
dalgası yaratmıştı ve çok az kişi Lenin gibi dü- barındıran devasa bir imparatorluktu. Ruslar yalnızca
şünüyordu. İngiltere ve Fransa’da sosyalistler Ukrayna’da yaşayan 40 milyon civarında insanın Rus
zaten hükümete girmişti; Almanya’da da sen- olarak kabul edilmesi halinde ülke içindeki çoğun-
dikalar ordu ile işbirliği yapıyordu. 1918 yılın- luğu teşkil ediyordu; öte yandan Ukrayna’da da ayrı-
da Almanya yıkıldığında bile Asker Konseyleri lıkçı birtakım milliyetçi gruplar mevcuttu. Ukrayna-
Bolşevik modeline göre örgütlenmiş ve Mareşal lıların kendilerine ait bir dilleri vardı. Ruslar bu dile
von Hindenburg’u liderleri olarak seçmişlerdi. Al- ‘jargon’ adını vermişti. Lenin ve milletlerden sorumlu
man çiftçilerse Rusya’daki köylülerin aksine karşı komiser Stalin, Ukraynalıları yüreklendirmeye başladı
devrimin tabanını meydana getirmişti. Lenin Bol- ve bunun sonucunda iç savaş sırasında Ukraynalı mil-
şevik Devrimi’nin bütün dünyada bir etki dalgası liyetçiler susturulmuş oldu. Bunun yanında Bolşevik-
yaratmasını umuyordu ama devrim gerçek- lerin pek çoğu Ukrayna asıllıydı. 1918’de Almanların
leştiğinde çok az insan bu durumdan himayesindeki Bağımsız Ukrayna yıkıldı. Ama Bolşe-
haberdar olmuştu. viklerin kullanabileceği çok daha güçlü bir silahları
Rusya bir süredir savaşta zayıf düş- daha vardı.
müştü ve Batı’da hiç kimse radikal Ruslar ‘halkların kardeşliği’ adı-
sosyalistlerin başarıya ulaşabileceğini na Müslümanlarla ittifak yapma-
düşünmüyordu. Bazı Almanlar süre- ya başladılar. Elbette Bolşevikler
ce müdahil olup -kendi ülkeleri dâhil bütün dinlerden nefret ediyor-
olmak üzere- bütün imparatorlukların du ve 1917 itibariyle Orta Asya
düşmanı olan Bolşevikleri devir- emirleri, Çarı destekleyen aşı-
mek istiyordu. Dışişleri Bakanı rı-gerici unsurlar olarak görü-
Amiral Hintze, Bolşeviklerin lüyordu.
Almanya’nın tam da Rusya’da
istediği kişiler olduklarını söy-
lüyordu, zira Bolşevikler ülkede
kaosa yol açmıştı.
Lenin’in hayatta kalmak için
başka yollar bulması gerekiyor-
du. Moskova’da kısa süre için- » Sosyalizmin
de bir terör rejimini hayata sembolleri
Çekici kaldıran figür
geçirdi ve Çarlardan çok
işçiyi, elinde orak olan
daha acımasız bir yol izledi. kadın ise köylüyü temsil
ediyor.
H
arvard Üniversitesi Ta- Oysa bizim ülkemizdekiler dâhil nız. Dünya çok daha karmaşık,
rih Bölümü hocaların- birçok akademik çevrede tarih çok daha sorunlu bir yer. Savaş bir
dan Prof. Dr. Niall Fer- ‘bir bilim dalı’ olarak görülüyor. asteroidin gelip dünyaya çarpması
guson Türkiye’de daha Sizce tarih sırf akademide araş-
gibi bir hadise değil. Bence biz ta-
tırma konusu oluyor diye bir bi-
çok İmparatorluk adlı rihçiler modellenemeyecek kadar
lim dalı sayılabilir mi?
kitabıyla tanınıyor. Oysa Prof. Ferguson karmaşık konular üzerine çalışma
İngilizcede bilim (science) dedi-
fikirden iktisada, medeniyetten savaş yürütüyoruz. Ben bir sosyal bilimci
ğimizde çoğunlukla doğa bilimle-
tarihine kadar çok geniş bir sahada ka- de değilim. Benim işim, günümüze
rini kastederiz. Ben de İngiltere’de
lem oynatıyor. Kendisiyle Harvard’daki ulaşan belgelere ve diğer kanıtlara
büyümüş biri olarak fizikçilerin,
ofisinde buluştuk ve tarihin bilim olup bakarak geçmişteki düşünce yapı-
olmadığı, tarih öğretiminin faydaları, kimyagerlerin ya da biyologların
yaptığı işi tarihçilerin yaptığı işten larını ve meydana gelen olayları
Doğu-Batı kültürel münasebetleri ve
tamamen farklı olarak görme eğili- anlamak ve insanların geçmişteki
Osmanlı’nın son yüzyılına dair zevkle
mindeyim. Benim kız kardeşim ve eylemlerini anlamlandırmak. Ben-
okuyacağınız bir sohbet gerçekleştirdik.
annem de bilim insanı. [Fakat] bi- ce bu bilimsel bir yöntemle yapıla-
Dünyaca ünlü üretken bir tarih- limin temelinde deneysel yöntem bilecek bir şey değil. Tarih, fizikten
çisiniz. The Times’ın deyişiyle yatar. Tarih söz konusu olduğunda çok felsefeye benzeyen tamamen
“kuşağının en parlak tarihçisi”. dikkatle gerçekleştirilen kontrollü farklı bir disiplin.
Onlarca kitap yazdınız ve daha
deneyler söz konusu olamaz. Ta-
onlarcası sırada. Kitaplarınız sık Sizin de üzerinde durduğunuz
rihin örneklemi bütün dünyadır
sık çok satanlar listesinde yer alı- İngiliz devlet adamı Sir Winston
yor, yazılarınız tartışılıyor, belge- ve biz tarihçiler deney yapamayız. Churchill, “Tarihi incele. Tarihi
selleriniz ilgi çekiyor. Peki sizi Yani aslına bakılırsa bir bilimle uğ- incele. Devlet adamlığının bütün
tarihe çeken şey neydi? Neden raşıyor değiliz. Bizimkisi çok daha sırları tarihte yatar” demiş. Ger-
tarihi seçtiniz? soyut bir uğraş. Sosyal bilimciler, çekten de başarılı bir devlet ada-
Aslında edebiyat da okuyabi- “Evet deney yapamıyoruz ama mo- mı olmak için tarih öğrenmenin
lirdim, hatta bir ara edebî eserler faydasına inanıyor musunuz?
deller oluşturuyoruz ve bu model-
yazmayı da düşündüm. Ama daha Evet, tarih eğitimi bence zorun-
lerin gerçeğe ne derecede uygun
sonra gerçek olayların karmaşık- lu olmalı. Bence dünya liderlerini
olduğuna bakıyoruz, bu bakımdan
lığı sebebiyle tarihin entelektüel tarihe ilişkin yeterli bilgi ve biriki-
yaptığımız şey bir bilimdir” diye-
bakımdan çok daha doyurucu ol- me sahip kişiler olarak yetiştirme
bilirler. Bence bu çok tehlikeli bir
duğuna kanaat getirdim. Edebiyat- konusunda başarısızız. Dünya eği-
girişim çünkü söz gelimi ekono-
ta yaşanan olaylar genelde oldukça tim sisteminde değiştireceğim bir
mide modeller geliştirme pratiği,
basittir ve anlaşılması kolaydır. şey olsaydı bu, uygulamalı tarihi
pek çok akademisyen için gerçeği
Gerçek hayatsa hakikaten çok kar- -yani bugünün sorunlarını anla-
anlamanın başlıca yöntemi haline
maşıktır. Benim için en cezbedici mak amacıyla tarih öğrenimini- sa-
geldi. Buna ilaveten, bir model ge-
olan, gerçek hayatın karma- dece devlet memurları için değil,
liştirebilmek için olayı basite indir-
şıklığını anlamanın zorluğu aynı zamanda iş adamları ve siyasî
gemeniz, bazı hususları devre dışı
oldu. liderler için de zorunlu kılmak
bırakmanız gerekir.
olurdu. Çünkü stratejik bir karar
Benim bu konuya dair en sev-
Civilization adlı kitabı- veren herkesin tarihî bilgiye ihti-
diğim örnek, iktisatçıların savaşı
nızda “Historians are yacı vardır. Ve karar alıcıların tarih
exogenous/harici görmesidir. Ama
not scientists” (Ta- konusunda yeterli bilgi ve birikime
rihçiler bilim ada- bir tarihçi açısından bu görüş saç-
sahip olmasını sağlayacak bir eği-
mı değildir) diye madır. Barışı esas olarak alamazsı-
tim sunmaktan çok çok uzak oldu-
bir cümleniz var.
ğumuzu söyleyebilirim.
E N ) O SMAN LI?
dâhil değil. Yani bana göre Osmanlı’da
Y E N İ ( D veten] az önce üzerinde durduğumuz
meydana gelen, Çin’de olanlarla ay- bilimsel devrim -bu şüphesiz Batı’nın
’te-
nıydı. Mesela 16. yüzyılda Osmanlı İm-
y ıl ö n ce Newsweek öldürücü güçlerinden biriydi, çünkü
paratorluğu teknolojik bakımdan ve Bundan 4 e ’nin yenid
en fizik yasalarının çözülmesi doğal ola-
ızd a T ü r k iy
ki bir yazın kurma
askerî teknoloji anlamında Avrupa ile
İm p a r a t orluğu’nu rak Batı’yı dünyadaki diğer uygarlık-
Osmanlı ızda
aşağı yukarı aynı konumdaydı. Ama o
o ld u ğ u n u yazdığın lara karşı oldukça güçlü bir konuma
noktadan itibaren, yani 1600’lerden peşinde p ki almıştın
ız. getirdi. Özel mülkiyet haklarının yasa
t ir i v e t e
epey eleş iz?
aatte misin
sonra Batı Avrupa tabiatı anlama ko- ile güvence altına alınması da önem-
a y n ı k a n yın
nusunda muazzam adımlar attı. Sanı- Hâlâ a m ana dek Sa li örneklerden biridir. Elbette bu, Os-
n c e o z
Hayır. Be proje,
rım kısmen din adamlarının Osmanlı
b ir ö n c e lik olan bu manlı İmparatorluğu’nun yasalarının
in
Erdoğan iç un ilk
İmparatorluğu’nda sahip olduğu güç,
a a rt ık s o n a erdi. Bun olmadığı anlamına gelmiyordu. Me-
bu rüy de çok
kısmen de eğitim kurumları ve dev-
Tü rk iy e ’n in ülke için sı;
sela Osmanlı’nın oldukça gelişkin bir
let sisteminin işleyişi sonucu bilimsel sebebi,
s o ru n la rl a boğuşma hukuk sistemi vardı. Ancak Osmanlı
omik
devrim burada gerçekleşmedi. Bilim- ciddi ekon in ç e v re ülkelerin
in
yasalarının, söz gelimi İngiliz yasaları-
Türkiy e ’n
sel devrimin temel fikirlerinin Türki- ikincisi ise oğan’ın um
du- na oranla sermaye oluşumuna daha az
e lk i d e E rd
ye’de tartışılmaya başlaması 19., hatta bu fikre b fe li yaklaşma
sı. imkân sağlaması açıklanması gereken
h a m e s a
20. yüzyılı buldu. Burada İstanbul’daki ğundan da la b ileceği bir T
ürki-
önemli bir konudur. Şirketlerin kurul-
ö rn e k a
astronomi derslerini ve Kopernik’in Mısırlıların ir a ma Mısırlıla
r için
masını teşvik eden yasalar bu dönem-
ip b ir fi k
güneş sistemi teorisinin kullanımını ye fikri caz o k . G enel olarak de yürürlükte olan İslam hukukunda
azib e s i y
böyle bir c iye’nin
kastediyorum. Yani arada muazzam
ın d a b a n a göre Türk yer almaz.
bakıldığ e Erdo-
bir uçurum vardı ki bu bence modern
rı y e n i O s manlı fikrin Bunlara ek olarak üç unsur daha
tarihin en önemli unsurlarından biri. komşula kmıyor. Ba
na göre var: Modern tıp ki, bu da bir Batı Avru-
r s ıc a k b a
Ama tekrar ifade edeyim, bilimsel ğan kada Avrupa Bir
liği
pa icadı olup diğer yerlerde çok az ge-
ü rk iy e ’n in
devrim her şeyden çok Batı Avrupa’ya, bu görüş T e nziyor. Yan
i birkaç
lişme göstermiştir. Tüketim toplumu
o n u n a b
hatta Kuzeybatı Avrupa’ya özgü bir üyeliği vizy g ib i görünen a
ma
fikri de 17. ve 18. yüzyıllarda İngilte-
a g e rç e k
yıl boyunc d a n ibaret oldu
ğu
gelişmeydi ve dünyanın geri kalan ül- b ir rü y a re’de ortaya çıktığında [diğer medeni-
kısa sürede
keleri bu süreci izlemekle yetindiler, n bir fikir. yetlerde] çok yaygın değildi. Son ola-
ortaya çıka
hatta bazıları izlemedi bile. rak da Max Weber’in de bahsettiği iş
etiği meselesi var. Ben bunun dinden
1412 yılında Avrupa sefil bir hal- çok teşviklerle ve Batı toplumlarında
deyken Doğu göz kamaştırıcı bir
yıllarda meydana gelen bir değişikliği çok çalışmanın ödüllendirilmesini
medeniyete ev sahipliği yapıyordu
diyorsunuz. Peki Batı kendisi dışın- açıklasın? sağlayan uygulamalarla ilgili olduğu-
dakilere nasıl galebe çaldı? Batı’yı Bu teorilere bakınca bu büyük dö- nu düşünüyorum. Batı’da zaman için-
muzaffer yapan ‘Altı ölümcül uygu- nüşümün ancak kurumlar ve fikirler de bir iş etiği oluştu ki bu bence daha
lama’ meselesini biraz açar mısınız? üzerinden açıklanabileceği sonucuna çok okuma yazma oranı ile ilgiliydi,
Batı’nın diğer bütün uygarlıklardan vardım. Öldürücü güç fikri de, yeni fi- yani bu bağlamda Protestanlık burada
daha zengin, daha güçlü ve daha sağ- kir ve kurumların dünyanın diğer yer- etkili olmuştur denilebilir.
lam bir yapıya kavuşması söz konusu lerinden önce Batı’da kök salmasına Ancak bu altı unsur bana, söz geli-
olduğunda, bu konuda tarihin birkaç imkân sağlayan o karmaşık süreci ba- mi çok da gelecek vaat eden bir coğ-
döneminde popüler olmuş birkaç te- sit bir dille açıklama amacı güdüyordu. rafyada bulunmayan İskoçya’daki in-
orinin varlığından söz edilebilir. Ör- Daha yüksek ekonomik büyümenin, sanların Anadolu’daki insanlardan çok
neğin bundan 100 yıl önce insanlar daha sofistike bir askerî teknolojinin daha büyük zenginliklere ulaşmasını
beyazların tabiatları gereği diğer ırk- ve Avrupa’nın hâkimiyetini mümkün açıklamanın yollarından sadece biri
lardan üstün olduğunu söyleyebilirler- kılan diğer şeylerin kökeninde de bu gibi geliyor ki, İskoçlar 1500’lerde ya
di, ama bugün kimse buna inanmaz, fikir ve kurumlar yer alıyordu. da 1412 yılında kesinlikle Anadolu’da-
yani bu teorinin üzerini çizebiliriz. Bir Bu yeniliklerden ilki, siyasal ve ki insanlar kadar zengin değildi.
başka teori ise meselenin coğrafyayla ekonomik rekabetin meşru olduğu
ilgili olduğunu söyler ama coğrafyada fikriydi ki, bu bütün medeniyetlerin Tarihçiler kâhin değildir
herhangi bir değişiklik olmamıştır. benimsediği bir fikir değildir. Pek çok Aynı zamanda Batı da 2. Dünya Sa-
1000 yılında da 100 yılında da coğrafya medeniyet ekonomik hayatta tekel- vaşı’ndan bu yana Doğu ülkeleri
aynıdır. Öyleyse coğrafya niçin 1600’lü lerden ve güçten yanadır. [Buna ila- (Çin, Hindistan vs.) karşısında bir
Almanların 2. Dünya Savaşı’nı kazan- Türkiye’yi bir kez daha ziyaret etme-
mış olması halinde oluşacak felaket
L E r T A r İ h ç İLİk yi çok istiyorum. İstanbul dünyada
benzeri bir felaket olmazdı diye düşü- POPü A Y DALI en sevdiğim şehirlerden biri. ABD ve
nüyorum. kESİN L İ k L E f Avrupa’da Türkiye’yi daha iyi anlama-
ydalı
r t a r ih d ergilerini fa mız, daha yakından tanımamız gerek-
Hilafet mi Osmanlı mı? Popüle takdim tiğini düşünüyorum çünkü Türkiye
r m u s unuz? Size
bulu y o nasıl
Hilafetin 1924 Mart’ında Atatürk ta-
r g im iz D erin Tarih’i birçok açıdan bir köprü konumunda.
rafından kaldırılması İngilizler için ettiğim de Buna ek olarak Atatürk’ün vizyo-
?
bir sürpriz miydi yoksa İngilizler buldunuz ları tarih nuna kişisel bir sempati duyuyorum
bunun için hususi surette çalıştılar sin li k le fa ydalı. İnsan
Ke en her
mı? Çünkü National Archives’deki d ü ş ü n m e ye sevk ed çünkü bütün İslam dünyasında dinin
üzerine re’deki
bir belgede Ocak 1924 tarihli Kralın
. D e ri n T arih İngilte siyasetten ayrılmasını sağlayan çok az
Parlamento açış konuşmasında Lo- şey iyid ir
isin i and ırıyor. Ben- sayıda liderden biridir.
ay de rg
zan Antlaşması’nın kabul edilmesi History Tod da gazetele
rde Bence bu çok önemli bir başarı ve
y o n d a y a
halinde “yeni bir çağın açılacağı”, “a ce televiz lamaz.
n c e ta rih bilgisi yer a 20. yüzyılda Türkiye’ye çok büyük
new era will open” şeklinde belirti- asla yeteri ta rihin önem
ini faydaları olan bir gelişme. Genel itiba-
a n la rı n
Sıradan ins
liyor. Zira Lozan’ın Kral tarafından
meden
tasdiki Hilafetin kaldırılmasından a la rın ı v e geçmişi bil riyle değerlendirdiğimizde bu mirasın
anlam rını
birkaç ay sonraya rastlıyor. Sizce bu
ğ i k a v ra y a mayacakla getirdiği faydaların dezavantajların-
gelece kiyor.
bir tesadüf olabilir mi?
ri n i s a ğ la mamız gere dan çok daha büyük olduğunu söyle-
görme le yarak
(Gülerek) Bu sorunun cevabını
le r b u d e rgiyi yayınla mek mümkün.
Kısaca s iz .
bilmiyorum. Bu konuda söyleyebile-
li b ir iş y a pıyorsunuz Son olarak olayları yalnızca tarihî
ceğim tek şey, Osmanlı İmparatorlu- çok önem bağlamında değerlendirdiğimizde
ğu’nun parçalanmasının İngiltere’nin kavrayabileceğimizi düşünüyorum.
politikası haline gelmesi. Ve bu ilke Tarihin bize öğrettiği en önemli şey,
benimsendiğinde en acımasız şekil- olayların karmaşık olduğudur ki, Tür-
adımdır zira Osmanlı İmparatorluğu
de uygulamaya konuldu. 19. yüzyılın kiye de bu bakımdan anlaşılması en
Almanya’nın çok önemli bir müttefi-
neredeyse tamamı boyunca Osman- zor yerlerden biridir. Dolayısıyla Tür-
kiydi. Yani Hilafetin kaldırılmasının
lı yanlısı olan İngiltere için bu çok kiye’deki okurlara mesajım, Türkiye
İngilizler açısından ne kadar öncelikli
önemli bir değişim demekti. tarihi ile ilgili hata yaptığımızda ya da
bir hedef olduğunu bilemiyorum ama
İngiltere’nin bu girişimleri netice- bazı olayları yanlış yorumladığımızda
Osmanlı İmparatorluğu’nu zayıflat-
sinde kendisini Filistin’i ya da Mısır’ı, biz Batılı tarihçilere sabırla yaklaşma-
mak ve parçalamak İngiltere’nin he-
Irak’ı ve Ürdün’ü idare etmeye çalışır- ları.
defleri arasında olduğundan bu bağ-
ken bulmasına bakınca, uzun vadede Ben kendi adıma olayları mümkün
lamda böyle bir bağlantı kurulabilir.
bu politika değişikliğinin İngiltere’nin olduğunca doğru yorumlamaya çalışı-
çıkarlarına ne ölçüde hizmet ettiği tar- yorum ve bundan sonra da öyle yapa-
Son olarak biraz klasik olacak ama
tışılır. Türkiye’deki okurlarınıza bir mesa-
cağım.
Ama 1. Dünya Savaşı’nın kazanıl- jınız var mı, diye sorayım.
ması bakımından bu çok mantıklı bir Öncelikle şunu belirtmeliyim ki,
184 Sayfada
Osmanlıların dünyasına hı
zlı yolculuk
Derin Tarih bu ay okurlarına ülkemizin yetiştirdiği
değerli tarihçilerden “tarihi sevdiren adam” Yılmaz
Öztuna’nın daha önce kitaplaşmamış bir çalışmasını
armağan ediyor. Söğüt’ten Lozan’a, Ertuğrul
Gazi’den Sultan Vahidüddin’e 6 asırlık Osmanlı tarihi
184 sayfalık Kısa Osmanlı Tarihi’nde.
Y
avuz Sultan Selim 42 ya- elinde Doğu Anadolu’da ancak
şında tahta çıktı. Çok uzun küçük parçalar kalıyordu.
müddet Trabzon sancak O zamana kadar Dulkadır
beyi olarak birçok seferde Türkmen beyliği (Maraş), Osman-
bulunup tecrübe kazanmıştı. Türki- lı’ya tâbî idi. Yavuz, beyliği doğru-
ye’yi Safevî baskı, hattâ tehdidinden dan doğruya ilhak edip ortadan
kurtarmak için ordu tarafından tahta kaldırmak isteyince, Yavuz’un
çıkarılmış gibiydi. Bu misyonla -birta- annesi Ayşe Hâtûn’un babası,
kım iç meseleleri hallettikten sonra- yani padişahın ana tarafından de-
derhal İran meselesini ele aldı. desi olan Dulkadıroğlu Alâüddevle
23 Nisan 1514’te Üsküdar’dan ha- Bozkurt Bey direndi, 12 Haziran
reket etti. 2 Temmuz’da Sivas’a geldi 1515 Turnadağı muharebesi ile bu di- nuna çıkmak üzere Topkapı Sarayı’n-
ve ordusundan 40.000 kişiyi burada reniş ortadan kaldırılıp beylik Osman- dan Üsküdar ordugâhındaki otağ-ı
bıraktı, 100.000 kişi ile yoluna devam lı topraklarına katıldı. Şiddetli Safevî hümâyûnuna geçti. Çukurova’ya gel-
etti. 23 Ağustos’ta Güney Âzerbay- savunması kırılarak 19 Eylül 1515’te diği zaman, merkezi Adana olan ve
can’da Çaldıran sahrâsında Şâh İsma- de o zaman “Âmid” denilen Diyarba- Memlûkler’e tâbî bulunan Ramazano-
il’in 100.000 muhâribden müteşekkil kır alındı. ğulları Türkmen beyliği, kendiliğin-
ordusunu yok etti. Şâh, tesadüfen ca- Diyâr-ı Acem’den sonra sıra Diyâr-ı den Osmanlı Devleti’ne katıldı.
nını kurtardı. Yavuz 16 Eylül’de İran Arab’a gelmişti. Burası da bir Türk Yavuz’u, Haleb yakınlarında Merc-i
Safevî Türk imparatorluğunun taht (Türkleşmiş Çerkes) devletinin elin- Dâbık’ta Memlûk Sultanı Kansu bek-
şehrine (Tebriz’e) girdi. Bu suretle dün- deydi. Mısır, Suriye ve çevre ülkeleri liyordu. 24 Ağustos 1516’da, Çaldı-
yanın ikinci devletini bir müddet için ellerinde tutan Memlûkler, Türkiye ve ran’dan günü gününe 2 yıl sonra
olsun Türkiye’yi tehdîd edemez hâle İran Türk imparatorluklarından sonra burada, gene çok büyük bir meydan
getirdi. dünyanın en güçlü devleti idiler. İslâm muharebesi geçti. Memlûk ordusu
Şâh İsmail, daha 10 yıl yaşadığı Halîfesi de Memlûk sultanlarının hi- yok edildi, Sultan Kansu öldü ve Ab-
halde, Çaldıran’ın öcünü almaya asla mayesinde Kahire’de yaşadığı, Kutsal bâsî Halîfesi esir düştü. Memlûkler,
girişmedi. Gene bu zafer neticesinde Şehirler (Mekke, Medîne, Kudüs) elle- Mısır’da iktidâra geldikleri ve Eyyûbî-
Güneydoğu Anadolu ile Kuzey Irak, rinde olduğu için, Memlûk imparator- ler’in yerini aldıkları 1250 tarihinden
İran’dan Türkiye’ye geçti. Bu suretle luğunun mânevî gücü de büyüktü. beri asla bu derecede büyük bir darbe
Osmanlılar, Anadolu’da Türk birliğini Yavuz Sultan Selim Han, 5 Haziran yememişler ve sultanlarını muharebe
gerçekleştirmiş oluyorlardı. İran’ın 1516’da 2. ve sonuncu sefer-i hümâyû- meydanında bırakmamışlardı.
S
anayi devrimini gerçekleş- İngilizlerin yaklaşık bir asırdır
tirmiş Avrupa’da manzara üzerinde çalıştıkları, İslam dünyasını
şuydu: Dünyanın dört bir bir arada tutan bu kurum İstanbul’da
yanından hammadde yağı- Osmanlı Sultanı’nın şahsında münde-
yor, bütün şehirlerde fabrika bacaları miçti. Hilafet siyasî olduğu kadar dinî
tütüyor, beyaz kıtayı baştanbaşa demir bir makamdı da.
ağlar örüyordu. Bu manzaranın bekası Bu amaçla İngilizler, bir zamanlar
için Avrupa’nın tek şeye ihtiyacı vardı: İmam Cüveynî’nin Abbasiler adına
Enerjiye. Batınî Fatımîlere karşı giriştiği Hilafet
Enerji hammaddesi olarak Avru- savaşında dinî-siyasî bir argüman ola-
pa’da sadece kömür vardı. Sınırlı sayı- rak kullandığı “Halife Kureyş’tendir”
daki rezervler fabrikaları kaç yıl daha sözünü bir “hadis” olarak lanse ettiler.
çalıştırabilirdi ki? Üstelik kömürün çı- Buna birçok Arap siyasetçi ve din ada-
karılması hem çok zahmetliydi, hem mı da katıldı. İngilizler, Mısır hıdivle-
de maliyetli. Hâlbuki Osmanlı İmpa- rinden Suudlu kabile reislerine kadar
» Almanların Sevr’i mi? ratorluğu’nun güney toprakları pet- birçok uygun adayı da teşvik ederek
Versay Barış Antlaşması’nda
rol kaynıyordu. Ve bu petrol mutlaka halifeliğe heveslendirdiler. Ancak iste-
İngiltere, Fransa, ABD
gibi galip İtilaf devletleri Avrupa’ya getirilmeliydi. Demek ki dikleri neticeyi bir türlü elde edemedi-
Almanya’yı ağır bir tazminata “hasta adam”ın mirasının paylaşılma ler. Sultan II. Abdülhamid’i devirirler-
mahkum edecekler ve zamanı gelmiş, hatta geçiyordu. ken de hesap bu minvaldeydi.
antlaşma Almanların Sevr’i 1. Dünya Savaşı’nın tek nedeni bu- Bu büyük operasyonun iki temel
olarak tarihe geçecekti.
dur. Gerisi (Avusturya-Macaristan veli- hedefi vardı: Öncelikle tespihin ima-
ahdının Saraybosna’da bir Sırp militan mesini kopararak tanelerinin dağılma-
tarafından öldürülmesi, iki Alman sını sağlamak ve bir araya gelmelerini
gemisinin Karadeniz’deki Rus limanla- önlemek. İkinci adımda ise imameyi
rını bombalaması vs.) teferruat ve ba- temsil eden Türk milletinin ve onun
hanedir. Başta İngiltere olmak üzere genetiğini oluşturan “cihan hâkimi-
Batı’nın hedefi Osmanlı’yı dağıtmak, yeti” mefkûresini besleyen damarları
emin ve ucuz bir şekilde bölgedeki bu yok etmek!
enerji kaynağını Avrupa’ya taşımaktı. Çanakkale’ye gelmelerinin sebebi
Osmanlı’yı bir “tespih”e benzeti- de buydu. Yoksa Türk milletini tama-
yorlardı. Onu bir arada tutan imameyi men tarihten silmek değil. Peki, Ana-
kopardıkları anda taneler etrafa saçıla- dolu’yu işgal ne anlama geliyordu?
caktı. Bundan sonrası kolaydı. Bütün iş Bu sorunun cevabı Sevr’i anlamaktan
“imame”de bitiyordu. İmame ne miy- geçer. Sevr anlaşılmadan ne Millî Mü-
di? Hilafet müessesesi tabii ki. cadele anlaşılabilir, ne de Lozan.
» Antlaşma mı, icbar mı? bir devlet kurduk. Laik atak cumhu- edilmedi, Batı Trakya ve Musul gibi
Sevr, Osmanlı delegelerinin imzalamasına riyetçilere göre büyük bir zaferdi bu. yerler hususunda ısrar edilmedi” şek-
rağmen hiçbir zaman yürürlüğe girmemiş, Sevr paçavrasını Lozan’da yırtıp işgal- lindeki söylemlerden ibaret.
teklif safhasında kalmıştı. Hadi Paşa, cilerin suratlarına fırlatmış ve masaya Oysa iki taraf da yanılmakta, yanlış
müzakereye dayanmayan ve dayatılan
metni imzalarken. yumruğumuzu vurarak Lozan’ı imza- yerde durmaktadır.
latmıştık. Bu nedenle Millî Mücadele Birinci kesimi teşkil eden ulusal-
bir var oluş veya istiklal savaşıydı. Bu cılar çıplak gerçeğe karşıdırlar ve bu
sebeple Lozan emsalsiz bir zaferdi. çarpıtma onların dünya görüşlerinin
Milliyetçi ve muhafazakâr kesim temelini teşkil eder. Adeta Kemalist
de -detaylardaki bazı farklılıklar hariç- manifestonun itikatnamesidir, dolayı-
ulusalcılar gibi düşünmekte. Bunlara sıyla bir tabudur. Bırakın bunu tartış-
göre Sevr’in şartları çok ağırdı. Antlaş- mayı, konuşmaya bile tahammülleri
Yakın tarihimizin en muğlak noktası ma başta Sultan Vahdeddin tarafından yoktur. Her Türkiye Cumhuriyeti va-
burasıdır. Müthiş biçimde çarpıtılmış imzalanmadığı gibi, Meclis-i
ve anlaşılmaz bir kılığa sokulmuştur. Mebusan’da da görüşül-
Hepimiz ilk öğretim yıllarımızda, medi. Hatta Yunanistan
okullarımızın duvarlarında aynı hari- haricinde Sevr’i dikte etti-
tayla karşılaştık. Bu haritaya göre Sevr ren devletlerin parlamen-
Antlaşması ile Anadolu işgal edilmişti: tolarında da görüşülmedi.
Ege bölgesini Yunanlar, İstanbul ve Yani kâğıt üzerinde kaldı,
Çanakkale Boğazı dâhil bütün Mar- uygulamaya konulmadı.
mara’yı İngilizler, Antalya ve yöresini Lozan’a itirazları ise “Mi-
İtalyanlar, Adana’dan Urfa’ya kadar sak-ı Millî sınırlarına riayet
olan bölgeyi Fransızlar alacak; Doğu
Anadolu Ermenilere, Karadeniz’in
» Anadolu’da Ermeni devleti
önemli bir kısmı da Pontus Rumlarına ABD Başkanı Wilson’un 1918’de
bırakılacaktı. Bize de Ankara ve Kasta- belirlediği 14 maddelik prensipler
monu civarını kapsayan İç Anadolu’da 1. Dünya Savaşı sonrasındaki
küçücük bir alan bırakılıyordu. Harita- siyasî düzenin inşasına yönelikti.
Bu prensipler sonradan
ya göre Sevr buydu.
Anadolu toprakları üzerinde bir
Millî Mücadele ile bütün Anadolu’yu Ermeni devleti kurulmasını da
bu düşmanlardan temizledik, Lozan’da isteyecek şekilde genişletilecekti.
da bunu tescil ettirerek bağımsız yeni Ermenistan sınırlarını gösteren
Wilson haritası (1912).
bilmediğimiz
tandaşı buna iman etmek mecburi- sevr gerçeği Beşinci fasıldaki 369. maddeden
yetindedir. 413. maddeye kadar olan kısım
İkinci grubu oluşturan mil- Lozan, Sevr’in kabul edilip fiilen yürür- Cemiyet-i Akvâm’ın kararlarıy-
liyetçi-muhafazakâr kesim ise lüğe girdiği, yani Osmanlı’nın tasfiye edilişinin la ilgilidir. Gelin de çıkın işin
cehalet ve bilgisizliğin kurba- resmî, hukuki ve siyasî belgesidir. Bir cihan impa- içinden! Söz konusu maddeler
nıdır. Bu konudaki bütün tez- ratorluğunun tarihe gömülmesinin ruhsatıdır. Türk Cemiyet-i Akvâm’ın siyasal ve
lerini Mustafa Kemal karşıtlığı tarihinde bedeli bundan daha ağır olan başka bir ant- hukuki manada işleyiş yöner-
üzerine bina etmiştir. laşmaya rastlanmaz! Özetle, Osmanlı coğrafyasının geleridir.
İşin aslı şudur: “İmameden koparılarak yarı sömürge yönetimler Bu projenin siyasî ve hu-
1. Dünya Savaşı’nın ana se- şeklinde dizayn edilmesi” projesidir. Nitekim met- kukî ayağı ise “Lozan”dır. Sa-
bebi ve hedefi Osmanlı Devle- nine baktığımızda antlaşmanın 20. yüzyılın en dece Millî Mücadele’nin sonuç
ti’ni tasfiye ederek başta petrol büyük, en kapsamlı “Yeni Dünya Projesi” antlaşması değildi Lozan. Öyle
olmak üzere topraklarındaki ener- olduğunu görürüz. olsaydı sadece Yunanlarla oturur,
ji kaynaklarını Avrupa’ya taşımaktı. bir antlaşmaya varır ve metni imza-
Sevr Antlaşması ise bu projeyi hukukî lardık. O gün dünyanın güçlü ülke-
ve siyasî bir zemine oturtmak amacı- lerinin Lozan’da ne işi vardı diye hiç
na matuf. Bu nedenle savaş sona er- düşünmüyoruz. ABD’den Japonya’ya
dikten sonra antlaşma devreye sokul- Birinci babda yer alan 25. madde kadar herkes bu işe burnunu soktu.
du ve yüzde yüz uygulandı. Cemiyet-i Akvam’ın (Milletler Cemi- Savaştığımız tek ülke olan Yunanistan
Sevr güney topraklarımıza tatbik yeti) kuruluşuyla ilgilidir. Haydi şimdi ise Lozan’da bir yanaşma hizmetçi mu-
edildi. Cumhuriyet nesilleri “güney ders kitaplarımızda “Sevr Haritası” amelesi gördü. Çünkü bu proje kapsa-
topraklarımız” ifadesinden bugün- diye yutturulan haritaya bakarak bu mında kullanılmıştı.
kü Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu maddeyi izah edin bakalım! Anado- Nihayet projenin ana hatları belir-
bölgesini anlarlar. Bu yanlış algıya da lu’nun bu uyduruk paylaşım harita- lendi. Savaşlar bitmiş, şimdi sıra barı-
bilinçli olarak çizilen ve hâlâ okulla- sıyla 25. maddenin ne alakası var? şı (!) sağlamaya gelmişti. İnşa edilecek
rımızın duvarlarını, ders kitaplarımı- Bırakın aklı başında bir tarihçiye veya barışı bütün dünyaya kabul ettirebil-
zı süsleyen o çarpıtılmış harita yol siyaset bilimciye sormayı, sokaktaki mek için kurumsal bir yapı gereki-
açmaktadır. Hâlbuki Sevr’in kaleme bir vatandaşa bile sorsanız ikisi arasın- yordu. Bu yapı Osmanlı’nın tasfiyesi
alındığı tarihte bizim güney toprak- da bir ilişki kuramaz. ve topraklarında kurulacak sömürge
larımız Suriye, Lübnan, Ürdün, Irak Biraz daha açalım: yapılara meşruiyet sağlayacak hu-
ve Suudi yarımadası idi.
Sevr buralara uygulandı ve 1000 yıl-
lık (Selçuklu-Osmanlı dönemleri) top-
raklarımız üzerinde birçok nevzuhur
kukla devlet kuruldu.
» Paris’ten Sevr’e
Paris Barış Konferansı, 1. Dünya Savaşı
sonrasındaki paylaşımların antlaşmalara
dönüştüğü beynelmilel bir konferanstı.
İtilaf devletlerine ait bir savaş gemisinin
güvertesinde Osmanlı’yı temsil eden heyet
(soldan sağa): Rıza Tevfik, Damad Ferid Paşa
(heyet başkanı), Hadi Paşa ve Reşat Halis Bey.
11. Madde:
1. Cemiyet üyelerinden birine doğ-
rudan doğruya dokunsun ya da dokun-
masın, her savaşın ya da savaş tehdi-
dinin bütün Cemiyet’i ilgilendirdiği
ve Cemiyet’in ulusların barışını etkin
bir biçimde korumaya özgü önlemleri
almakla yükümlü olduğu kesin olarak
açıklanmıştır. Böyle bir durumda, Ce-
miyet’in herhangi bir üyesinin iste-
mesi üzerine, genel sekreter, konseyi
hemen toplantıya çağırır.
2. Bundan başka, Cemiyet’in
herhangi bir üyesinin, uluslararası
ilişkileri etkileyecek nitelikte olan
ve sonuç olarak uluslararası barışı
ve barışın dayandığı iyi geçinmeyi
bozacak bir durum üzerine genel
veya üyelikten çıkmak da kimsenin kurulun ya da konseyin dikkatini
keyfine bırakılmamıştı. Sevr Antlaşma- dostça çekmek hakkı olduğu da
sı’nın I. babında yer alan bu ilkelerin açıklanır.
1. maddesi bununla ilgilidir. Maddenin “Cemiyet üyelerinden birine
metnini sadeleştirerek aktaralım: doğrudan doğruya dokunsun ya
1. İş bu Misak’a bağlı Ek’te adları ya- da dokunmasın, her savaşın ya da
zılı imzacı Devletlerle, yine Ek’te adla- savaş tehdidinin bütün cemiyeti il-
rı belirtilen Devletlerden, Misak’ın gilendirdiği” ifadesine dikkat edin.
yürürlüğe girmesinden başlayarak iki Yani herhangi bir ülke bizden bi-
ay içinde Sekreterliğe sunacakları ve rine “kaşının üstünde gözün var”
Cemiyet’in öteki üyelerine yapacak- dedi mi, bunu hepimize karşı söy-
ları bir bildiri ile hiçbir çekince öne ceden haber vermek ve ayrıldığı anda, lemiş kabul ederiz. Ve “… Cemiyetin,
sürmeksizin iş bu Misak’a katılanlar, bu Misak’ın yüklediklerini de içermek ulusların barışını etkin bir biçimde
Milletler Cemiyeti’nin asıl üyeleridir. üzere, uluslararası bütün yükümlü- korumaya özgü önlemleri almakla yü-
2. Kendini özgürce yöneten ve Ek’te lüklerini yerine getirmiş bulunmak kümlü olduğu kesin olarak açıklanır”,
adı gösterilmiş bulunan herhangi bir şartıyla, Cemiyet’ten çekilebilir. yani Milletler Cemiyeti kesin olarak,
Devlet Dominyon ya da Sömürge, Görüldüğü gibi konsey ince eleyip topyekûn hemen harekete geçer!
uluslararası yükümlülüklerini içten- sık dokuyarak üyeliğe kabul ediyor Cenab-ı Hak bu alçak ve ikiyüzlü
likle yerine getirme niyeti konusun- ama girdikten sonra çıkmak hiç de emperyalistlerin samimiyetini dene-
da etkin güvenceler vermesi ve hava, kolay olmuyordu. Ağır şartlar koyarak mek için 1935 yılını bekledi. O yıl İtal-
kara ve deniz kuvvetleriyle silahları iki yılın ardından, tabir caizse burnun- ya Habeşistan’ı işgal etti. Üstelik Ha-
konusunda Cemiyet’in koyduğu dü- dan getirdikten sonra üyelerin ayrıl- beşistan Milletler Cemiyeti üyesiydi.
zenlemeleri kabul etmesi şartıyla, masına müsaade ediyordu. Tabii bu Dünya barışını korumak ve kollamak
Üyeliğe kabulü Genel Kurulun üçte iki yükümlülüklerin ağırlığından dolayı için cemiyeti kuran üç müttefikten
çoğunluğuyla kararlaştırılırsa, Cemi- kimse ayrılmayı göze alamıyordu. Ce- biri kendi üyesine saldırıyor ama ce-
yet Üyesi olabilir. miyet kendisini küresel bir güç haline miyetten ses çıkmıyordu! İngiliz, Fran-
3. Cemiyet’in her üyesi, iki yıl ön- dönüştürmeyi de ihmal etmemişti. sız ve İtalyanlar bu cemiyeti “kendi
» Paylaşımın resmidir
Sevr Projesi’nin Osmanlıca metninde
Osmanlı coğrafyasının nasıl paylaşılacağını
açıklayan ve kurulacak manda yönetimlerini
Ruyan Soydan arşivi.
konseyce kesin olarak saptanacaktır. ve referandum (plebisit) yapmak iste- Prof. Dr., Celal Bayar Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Başkanı.
Ankara’da BMM’nin
açılışından bir gün
sonra antlaşma
metninin San Remo
Konferansı’nda
onaylanması
tesadüf olabilir mi?
Kurtuluş Savaşı’yla
Sevr Antlaşması MEHMET ÇELİK
yürürlükten
mehmetcelikcbu@gmail.com
Y
eni Dünya Düzeni Projesi Paşa ve Rıza Tevfik’ten oluşuyordu.
kuruluşuyla büyük
lamak için elzemdir. lizlere veriliyordu. Ayrıca Mısır, Sudan
24 Nisan 1920’de hazırlanan Sevr ve Kıbrıs’ın yönetimi de İngiltere’ye
SEVR’İN
TALİMATIYDI
4) Anadolu’daki askerî ve siyasî or-
ganizasyonu Yunanları Anadolu’ya çı-
kartarak meşgul etmek, Ortadoğu ile
ilgilenmelerini önlemek ve son olarak
Ortadoğu’daki Osmanlı topraklarının
arkasına düşerek hak arama taleple-
rinden vazgeçirmek.
5) Diplomatik süreci de ihmal et-
meyerek Anadolu’da yeni bir Türk
devleti kurdurarak, eski Osmanlı top-
raklarının gaspını bu yeni devlete ka-
bul ettirmek, ardından bir antlaşmay-
la tescilleyerek uluslararası meşruiyet
sağlamak.
İngilizlerin ve Fransızların belli baş-
lı hedefleri bunlardı. Plan ise şuydu:
Osmanlı Hilafet müessesesi tamamen
tasfiye edilecek; yerine Anadolu’da bir
küçük Türk devleti kurulacak. Ancak
bu devlet Osmanlı’dan tevarüs eden
dinî (ümmet) ve millî damarlarından
soyutlanacak, tarihi ve coğrafyasıyla
mamen Müslümandı ve Osmanlı’ya ederek Halife’yi pasif ve etkisiz hale ilişkisi kesilecek, yüzü Batı’ya dönük,
bağlıydı. Bağımsız devlet kurmak gibi getirip bu coğrafyalarla temasını kes- Batı değerleriyle dizayn edilecek bir
bir düşünceleri de yoktu. Hıristiyan mek ve mümkün olursa bu süreç için- ulus devlet olacaktı.
âlemine de hiç mi hiç sıcak bakmı- de Hilafet’i ilga etmek. Afrika ve Ortadoğu’daki Osmanlı
yorlardı. Üstüne üstlük Osmanlı Padi- 2) Anadolu’dan gelebilecek tehli- coğrafyası İngiliz ve Fransızların man-
şahı bütün Müslümanların “Halifesi” keyi önlemek için öncelikle Ortadoğu dasına girecekti. Bilâd-ı Şam tabir edi-
idi ve bu manevi otorite üzerlerinde ile temaslarını kesmek üzere Anadolu len coğrafyada yeni devletler kuruldu:
hâlâ etkiliydi. Dolayısıyla bu projenin coğrafyasının güney kısımlarında bir Bunlardan Lübnan ve Suriye Fran-
hayata geçirilebilmesi için muhtemel tampon bölge oluşturmak. sız, Ürdün ve Filistin de İngiliz manda
risklere karşı bazı önlemlerin alınma- 3) Bu tampon bölgeden Anadolu’da- yönetimine teslim edildi. Irak ve kör-
sı gerekiyordu. ki askerî ve siyasî faaliyetleri gözetle- fez emirliklerinin yer aldığı bölge ise
Bunların en önemlileri şunlardı: mek ve süreç içinde gerekli önlemleri tamamen İngiliz mandasında kaldı.
1) Osmanlı’nın başkentini işgal almak. Suudi Arabistan ve Yemen de öyle.
ettirmek düşüncesindeydiler. Fransa, rine inanıyorlardı. Bu algı Ankara’yı tan’a karşı size siyasî destek verece-
başarısızlığının nedenlerini anlamıştı. oldukça rahatsız etti. M. Kemal Suri- ğiz” teklifi çerçevesinde yapılan bir
Bu iş Ankara ile çözülebilirdi. yeli liderlere peş peşe telgraflar çekti. antlaşmanın neticesiydi. Nitekim
Bir de baktık ki bir Fransız heyeti Amaç Suriyelileri yatıştırmaktı. Fransa Ankara Antlaşması’ndan sonra
Ankara’da. Mustafa Kemal Fransız he- Öte yandan fısıltı gazetesi vasıta- Yunanistan’a cephe aldı, Anadolu’dan
yetiyle ne konuştu, ne üzerine anlaştı, sıyla Suriyelilerin kulaklarına şunlar çekilmesi için baskı yapmaya başladı.
bilmiyoruz. Kuru kuruya bildiğimiz üfleniyordu: “Merak etmeyin, sizi sat- Yunan arşivleri bu feryatlarla dolu. Bu-
bir şey var! Fransızlarla bir antlaşma madık. Yunanların işini görmek için nun karşılığını hemen gördük.
imzaladık: Ankara Antlaşması (20 Fransızları katakulliye getirdik. Vatanı Londra Konferansı’nda İtilaf devlet-
Ekim 1921). Ne Mustafa Kemal bu hep birden kurtaramayız. Gücümüz leriyle mesajlaştık. İngiltere ve Fransa
görüşmenin içeriğinden bahsetti, ne ortada. Ancak parça parça bunu başa- Yunanistan’ın Anadolu’yu terk etme
de Fransızlar. Kitaplarda Ankara Ant- rabileceğiz. Şu Yunanların işini bitirir
laşması’na dair yer alan ulaşım ve bitirmez Suriye’ye yöneleceğiz”. Su-
ekonomik konularla ilgili bilgiler ka- riyeliler buna inandılar doğrusu. Sa-
muoyunca bilinmesinde mahzur gö- karya’da yaptığımız savaşta ordumu-
rülmeyen düzenlemelerdir. Garnitür zun içinde az sayıda Suriyeli de vardı.
yani! Bunu bir kenara not edelim.
Fotoğraflarla Kurtuluş Savaşı, Bahçelievler Belediyesi Yay., İstanbul.
Ancak biliyoruz ki, Fransa ile yap- Sakarya zaferinden sonra Suriye’de
tığımız bu antlaşma sonrasında Su- bayram havası yaşandı ve Beyrut’ta
riye’de kıyamet koptu. Suriye’deki toplanan binlerce altın Mustafa Ke-
Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin yö- mal’e gönderildi. Muhtemelen bu para
neticileri ve direnişin siyasî önderleri “Yunanların işi bitti, Ankara Suriye’ye
Ankara’ya, Mustafa Kemal’e yüzlerce yürüyecek, ihtiyaçlarını rahat temin
telgraf çektiler. Bu telgraflar Suriye etsinler” düşüncesiyle gönderilmişti.
arşivlerinde duruyor. Telgraflardaki Ham hayal işte!
feryat üzerine Ankara sessizliğe gö- Sabah akşam bu ümitle beklediler
müldü. Bu sessizlik Suriyelileri daha fakat biz hiç oralı olmadık. Muhte-
da çıldırttı. İhanete uğradıklarına, sa- melen bu tavrımız, Fransızların “Siz
tıldıklarına, arkadan hançerlendikle- Suriye’den vazgeçin, biz de Yunanis-
lanla desteklemek ne işe yarar? Sevgi- yemekten çekiniyordu. (Sanki onlar Lozan’a zafer mi dediniz?
li papağanlar bunu sıradaki maddeyle Çanakkale’den sonra ellerini kollarını İtilaf devletleri imameyi, yani Hi-
düzelttiler). sallayarak İstanbul’u işgal etmediler lafeti kontrol altında tutmak, onun
4. İngiliz sömürgeleri yeni bir sa- de biz gidip Londra’yı işgal ettik. Ce- tesbih taneleriyle ilgilenmesini en-
vaş fikrine sıcak bakmıyordu, üstüne halet işte, ne yapalım! Bu kadar ciddi gellemek amacıyla Yunanları İzmir’e
üstlük İngiliz ordusu da savaşmak ve bilimsel gerekçelerin içinde Kemal çıkardılar. Biz onlarla meşgul olalım
istemiyordu (demek üzerinde güneş Paşa’ya ayrı bir fasıl açılmazsa olmaz diye. Kendileri İstanbul’da imameyi
batmayan imparatorluk diye tanımla- tabii. Çanakkale’nin kaderini bir “Yar- kontrol ederken, Antalya’dan Urfa’ya
nan İngiltere’nin politikalarına, kendi bay”a bağlayan bu zavallı papağanlar kadar olan bölgelere geçici nöbetçi
kendilerini yönetmekten aciz bu sö- bakın ne yumurtladılar.) birlikler yerleştirdiler. Bu şehirlere
mürgeler karar veriyormuş). 6. Mustafa Kemal Paşa diplomatik daha sonra “Gazi” veya “Kahraman”
Gülmeyin beyler, biraz ciddi ola- atağa geçti ve dünya kamuoyunu lehi- gibi unvanlar verilmesi “ne büyük be-
lım. Bunu statükonun bekçileri olan mize çevirdi. İngilizler, Fransızlar ve ladan kurtardık bu ülkeyi, bu devleti
büyük Türk tarihçileri, pardon Cum- İtalyanlar neye uğradıklarını şaşırdı- ne kahramanlıklarla kurduk” siyaseti-
huriyet tarihiyle iştigal eden akade- lar ve barış dediler! ne zemin hazırlamak için geliştirilen
misyenler söylüyor. Bu söylemler (Bu “dünya kamuoyu, diplomatik söylemlerdi. Oysa Anadolu’da yaşa-
inandırıcı olmadığı ve kargaları saba- atak” ne ola ki? Üstelik Ankara’daki nanlar gerçek bir işgal operasyonu de-
hın köründe kıkırdattığı için Cumhu- hükümetin henüz hiçbir resmiyeti, ğildi. Sadece Avrupalıların sınırlarını
riyet papağanlarının ağababalarından yasal dayanağı yok. Dünya kamuoyu cetvelle çizdikleri Suriye, Irak, Ürdün,
biri daha makul gerekçeyi buldu. dediğin halklar ise M. Kemal Paşa’nın Lübnan, Suudi Arabistan gibi dev-
5. Çanakkale’de tokadımızı yiyen adını bile duymamışlardı. Cemiyet-i letçikleri kurup kendilerine itaatkâr
İngiltere hâlâ bu tokadın acısını ha- Akvam dersen bizi üye bile yapma- manda yönetimleri oluşturmak gaye-
tırlıyordu. Bu nedenle ikinci bir tokat mıştı. sine yönelik bir stratejiydi.
DİPLOMASİ TARİHİNİN
YÜZ KARASI
Artık masaya oturmanın zama- ikna ederken şöyle demişti: “İsmet Pa-
nıydı. İngilizler ve Fransızlar güney Lozan’ın en gırgır tarafı ise şu idi: şa’nın yapacağı antlaşmanın hiç öne-
topraklarımızda işlerini bitirmişlerdi. İsmet Paşa müzakereler esnasında ileri mi yok. Sonunda o antlaşma Meclise
Bizi masaya davet ettiler: Lozan’a! An- sürülen tezlere cevap veremiyordu; gelecek, onaylarsanız yürürlüğe gire-
cak imza atılıncaya kadar Çanakkale, çünkü konuşulanları anlamıyordu. cek, onaylamazsanız çöpe atılacak”.
Trakya ve İstanbul’dan çekilmeyecek- Karşı tarafsa konuşup duruyordu. Ce- Peki, meclis bu kadar büyük bir
lerdi. İşi sağlama almak gerekti. vap vermek için bir sonraki oturumda kaybı nasıl onayladı dersiniz? Hemen
Sıra Lozan’a barış heyeti gönder- Ankara’dan gelecek talimatlar bekle- çözüm bulundu, M. Kemal meclisi fes-
meye geldiğinde problemin en önem- niyordu. Yani İsmet Paşa M. Kemal’den hetti. Yerine tayinle getirilen meclis
habersiz adım atamıyordu. Şifreli
li kılçığı ortaya çıktı. Meclis Başkanı bile Lozan’ı zar zor onayladı. Şimdi
metinlerle Ankara’ya gidişatı rapor edi-
M. Kemal Paşa heyetin başkanı İsmet söyleyin bana, bu antlaşma zafer mi,
yor, gerekli talimatları alıyordu. Telgraf
Paşa olsun istiyordu. Herkesin aklı hezimet mi?
aracılığıyla gönderilen mesajların bir
haklı olarak karıştı. Bu, savaş da, as- Bir soru daha sormak lazım. İki kişi
nüshası Lozan’daki postane memurları
kerî bir iş de değildi. Ameliyathaneye bir araya gelir, bir şirket kurar ve bu
tarafından İngiliz ve Fransız diplo-
cerrah yerine kasap sokmaya ne gerek şirket adına bir market açarak işletir-
matlara verildi. Bu sebeple rakipler
vardı? Tartışmalar başladı. ler. Aradan zaman geçer, işler iyi git-
bir sonraki celsede Türk delegasyo-
İsmet Paşa bir askerdi, diplomasi- mez. Şirketi feshedip işe son vermeye
nunun ne söyleyeceğini ve blöflerini
den anlamazdı. Yabancı dil de bilmi- karar verirler. Altı üstü iki kişilik bir
bilerek masaya geliyorlardı. Diplomasi
yordu. Tarzanca bir Fransızcayla kurt şirket ve iş de bir market nihayetinde.
tarihinin en komik (daha doğrusu
diplomatların masasında, diplomatik Küçük şirketin bile maliye tarafından
trajikomik) antlaşması budur. Başka bir
cambazlıklarla, kelime oyunlarıyla tasfiyesi en az iki yıl sürer. Peki, nasıl
örneği yoktur.
nasıl başa çıkacaktı? olur da koca bir imparatorluğun tasfi-
Bu itirazlar büyüdü ve meclisi en- yesi sekiz ayda yapılır?
dişe sardı. Mustafa Kemal ve İsmet Tamam, antlaşmayı imzaladınız
Paşa’ya çok yakın olanların bile ağzını Lozan’da masaya oturduğumuzda ama Bulgaristan, Yunanistan, Irak,
bıçak açmıyordu. Bu iş diplomatların çoğu işgal altında da olsa toprakları- Suriye ve Mısır ile bir komisyon kur.
işiydi. M. Kemal Paşa’nın bu ısrarına mızın yüz ölçümü 2 milyon 500 bin Her ülkeyle karşılıklı olarak oradaki
hiçbir anlam veremiyorlardı. Tartış- kilometrekareydi. Masadan kalktığı- tapulu mülklerimizi, mal varlığımı-
malar yaklaşık üç ay sürdü. Sonunda mızda 780 bin kilometrelik toprağı- zı konuş, mütekabiliyet esasına göre
bazıları ikna edildi, bazıları ikna edil- mız kalmıştı elimizde. Mustafa Kemal bunları neticeye bağla, kolay iş mi?
miş gibi göründü, bir kısmı da sessiz- Paşa, İsmet Paşa’nın Lozan heyetine Söyleyin bakalım, neyin karşılığın-
liğe büründü. başkanlık yapması hususunda meclisi da bu hesaplar görülmedi? Bunları
milletin bilmeye hakkı var! 2 milyon
500 bin kilometrekareyi koruyamadı-
nız ve hibe edilen 780 bin kilometre-
» Tek hedef Osmanlı’yı bitirmekti rafyasının İngiliz kareye razı oldunuz. Peki, vatandaş-
Afrika ve Ortadoğu’daki Osmanlı coğ
Sevr projesinin amaçlarından biri de r çoktan larımızın kaybedilen topraklardaki
d-ı Şam denilen bölgede yeni devletle
ve Fransız mandasına girmesiydi. Bila
minaresinden Şam şehrinin görünüşü. şahsi mülklerini niye masaya getirme-
kurulmuştu bile. Emeviye Camii’nin
Osmanlı Belgelerinde Suriye, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yay., İstanbul, 2013.
Mehmet Çelik
Prof. Dr., Celal Bayar Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı.
MUSTAFA BUDAK
mubudak@hotmail.com
B
aşlık size garip gelebilir. için bu konferanstan Osmanlı lehine Oysa İtilaf devletleri aksini düşü-
Öyle ya, Sevr’i imzalayan bir karar çıkmasının tek şartı, geçici nüyor; özellikle İngilizler, bu müta-
Osmanlı hükümeti bir olacağını düşündükleri işgallere kar- rekenin Osmanlı Devleti’nin sonunu
siyasî hezimet ve imha şı fazla direniş gösterilmemesiydi. Şu getireceğinin Türklerce kabul edilme-
belgesi olan Sevr’e karşı nasıl bir ar- sözler devrin Sadrazamı Ahmed İzzet sini, Mısır ve Hindistan Müslümanla-
güman geliştirmiş olabilir? Antlaşma- Paşa’ya ait: rının da Türklerin yenildiklerine iyice
nın imzalanmasından önce herhangi “Sulh müzakeresine girinceye ka- ikna olmalarını istiyorlardı. Yani bir
bir siyasî girişimde bulunmuş muy- dar düşmanlarımızın öteden beri bir taşla iki kuş…
du? En önemlisi, Sevr imzalandıktan cihan sulhu için ilan ettikleri esaslar Beklenen barış konferansı 18 Ocak
sonra onaylandı mı? haricine çıkmayarak bunlardan bize 1919’da Paris’te başladı. Hedefinde iki
Mondros Mütarekesi (30 Ekim mülayim gelecek kısımları şimdi- devlet vardı: Almanya ve Osmanlı. 28
1918) Osmanlı Devleti açısından 1. den mevki-i file (yürürlüğe) koymak Haziran 1919 tarihli Versay Antlaşma-
Dünya Savaşı’nı bitiren, Anadolu ve ve mücavir (komşu) hükümetlerle sı ile Almanya ağır şartlara mahkûm
Trakya’da İtilaf devletleri işgallerini anasır-ı ecnebiyeyi (yabancı unsur- edilmiş, savaş dışı bırakılarak önce-
başlatan bir antlaşmaydı. Aynı zaman- ları) devr-i Hükümetimizden hoşnut likle Fransa dâhil Avrupa’nın güven-
da Osmanlı devlet ricaline artık yakın bırakmak suretiyle itimadları vesair liği sağlanmıştı.
gelecekte bir barış konferansı top- sulhde lehimize hareketlerini müm- Bu arada Mayıs sonlarında Osman-
lanacağı ümidini de vermişti. Onlar kün olduğunca kazanmaktır.” lı Devleti Paris Barış Konferansı’na
Oral,İşgalden
AtillaOral,
Atilla Kurtuluşaİstanbul,
İşgaldenKurtuluşa DemkarYay.,
İstanbul,Demkar 2013.
Yay.,2013.
davet edildi. İtilaf devletleri ilkeleri ile galip devlet- 11. maddesindeki sözler Osmanlı
Osmanlı’nın ısrarına da- lerin taksim planlarıy- Devleti’nin kendiliğinden kabul et-
yanamayarak, “gelsinler dı. Osmanlı devlet ricali tiği yeni uluslararası konumu ortaya
bakalım, ne söyleyecek- muhtıralarını bu gerçek- koymakta. Bunlar aynı zamanda galip
ler?” edasıyla yapmışlardı bu leri dikkate alarak kaleme devletlere açık bir taahhüttü:
daveti. Oysa Osmanlı almışlardı. “Nihayet işbu taleplerin kabulü
devlet ricali öyle dü- Öncelikle Yeni halinde yeni müstakil ve ilerlemeye
şünmüyor, siyasî Türkiye’nin sı- istekli bir Türkiye’nin temelli kuru-
güçleri yetmese nırlarını belirli- lacağına inanan Osmanlı hükümeti
bile altı asırlık yordu muhtıra. Türklerin daha sonra büyük devletler
bir imparator- Bu sınırlar, ba- arasında genel üretimlere katılan ba-
luk geleneğiy- tıda Gümülcine rışsever, çalışkan ve Milletler Cemiye-
le savaş sonrası » Rıza Tevfik (Bölükbaşı) livası dahil olmak ti’ne girmeye değer bir millet halin-
oluşan bazı siyasî üzere Balkan Harbi de çalışma ile medeni ve galip Batılı
gelişmeler (Wilson ilkele- öncesi Türk-Bulgar devletlere ilelebet minnettar
ri, imparatorlukların yıkılması gibi) sınırı, kuzeyde Karadeniz, doğuda olarak yaşayacağını beyan
ışığında yeni bir uluslararası düzen Nahçıvan dahil Güneybatı Kafkas ile onur duyar.”
kurulacağını da dikkate alarak “Os- Cumhuriyeti (Elviye-i Selase/Kars, Her ne kadar galip dev-
manlı Devleti’nin talepleri”ni esaslı Ardahan ve Batum)’nin kuzey sı- letlerce ciddiye alınmasa
bir şekilde bildirmeyi planlıyorlardı. nırı Poti, güneyde ise Osmanlı da bu muhtıra Osmanlı
Nitekim öyle de oldu. devletinin Halep ve Musul (Mu- devlet ricalinin, zorlu
sul, Kerkük ve Süleymaniye iç ve dış siyasî şartlara
Tasfiyeye karşı iki muhtıra livaları) vilayetlerinin gü- rağmen devrin reelpoliti-
Aslında Paris Barış Konferansı -yu- ney sınırlarına kadar ğinin farkında olarak, altı
karıda değindiğimiz gibi- 1. Dünya uzanmaktaydı. Yani asırlık bir devlet ciddiye-
Savaşı sonrasında galip devletlerin son Osmanlı Mec- tiyle hazırladıkları ve Os-
mağlup devletlere dikte ettirilecek/ lis-i Mebusanı’nın manlı’nın siyasî talep-
ettirilen barış antlaşmalarının çer- resmî olmayan lerini içeren bir devlet
çevelerinin çizildiği bir uluslararası bir toplantısın- belgesiydi.
toplantılar dizisinin adıydı. Bilinenin da kabul etti- Osmanlı Devleti’nin
aksine bu konferanslar 10 Ağustos ği ve sadece ikinci cevabı Sevr Ant-
1920’de Sevr’in imzalanmasıyla sona kriter olarak laşması taslağına karşı
ermedi. Farklı adlar (Londra konfe- belirlenmiş sı- hazırlanan 25 Haziran
ransları, Paris görüşmeleri) taşıma- nırların isimlen- 1920 tarihli muhtıra
larına rağmen Lozan Konferansı’nın dirilmiş haliydi. olmuştur. 18-26 Nisan
(24 Temmuz 1923) sonuna kadar de- Ayrıca kapitülas- 1920 tarihleri arasın-
vam etti. Amaç, Osmanlı Devleti’nin yonların ilgası, his- da İtalya’nın San Remo
siyasî tasfiyesini gerçekleştirerek ta- seye düşen borçların şehrinde toplanan İtilaf
rihî Şark meselesini çözüme kavuş- ödenmesi, Çanakkale devletleri, barış antlaş-
turmaktı. ve İstanbul boğazlarının ması taslağını 11 Mayıs
Hedefi kendi toprakları olan böy- deniz trafiğine açılma- 1920’de Paris’teki
lesi bir sürece Osmanlı Devleti’nin sı, Anadolu sahilleri- Osmanlı Devle-
cevabı iki muhtıra şeklinde oldu. Bi- ne yakın adalar üze- » Damad Ferid Paşa ti’nin temsilcisi
rincisi, 23 Haziran 1919 tarihli olup rindeki haklar saklı Ahmed Tevfik Pa-
“müdafaaname” adını da taşıyan 11 kalmak kaydıyla şa’ya verdiler. Buna
maddelik bir muhtıraydı. 1. Dünya ahali değişimi hu- ilk tepki bizzat Tevfik
Savaşı sonrasında galiplerin kuracağı susunda İtilaf dev- Paşa’dan gelmiştir. Ona
yeni uluslararası düzenin hangi esas- letlerinin alacağı göre bu taslak Osman-
lar üzerinde şekilleneceğinin bilin- kararın kabulü lı Devleti’nin
ciyle hazırlanmıştı. Nitekim bu yeni gibi talepleri siyasî varlı-
düzenin meşruluk kaynağı, Wilson içermekteydi. ğını sona
erdirmeyi amaçlayan bir metin olup bu parlamento beş yıl içinde Millet-
kabul edilmesi imkânsızdır. ler Cemiyeti’ne başvurarak Yunanis-
Acaba Tevfik Paşa’nın “kabul edi- tan ile birleşebilecekti. En önemlisi,
lemez” dediği bu barış tasarısı hangi Doğu’da Türkiye’den alınacak bazı
şartları içermekteydi? Bu tasarının topraklarla bağımsız Ermenistan
birinci özelliği, Osmanlı Devleti’nin kurulacak, Kürtlerin yaşadıkları yer-
yeni sınırlarını tayin etmesiydi. lerde de özerk Kürdistan tesis
Mesela devletin yeni sınırı edilecekti.
batıda Çatalca olacaktı. İs- Bundan başka Türkiye’de-
tanbul Türklerde kalacak ki azınlıklara özel haklar
ama İstanbul ve Çanakkale getirilecek, kapitülasyon-
boğazları uluslararası bir lar devam edecekti. Dahası, Daha sonra bu tasarı İstanbul’a gön-
komisyon tarafından yöne- Anadolu’da her İtilaf devle- derilmiş, Meclis-i Vükela ve Padişah
tilecekti. İkinci özelliği, tine ait yeni ekonomik tarafından tasdik gördükten sonra
siyasî feragatler nüfuz alanları oluş- Damad Ferid Paşa tarafından Paris’te
içermesiydi. Os- turulacaktı. Onlar Konseyi’ne sunulmuştur.
manlı Devleti Baskın Oran’a göre Osmanlı Devle-
kendisinden fii- “Lozan’ın ti’nin bu cevabî barış tasarısı oldukça
len ayrılmış ama öncülü onur zengin içerikli bir belgeydi. Çünkü
hukuken bağlı anıtı” bu belge hem üslup, hem öz, hem
Mısır, Libya, On
» Maarif Nazırı Hadi Paşa
Böyle bir taslağı de güçlü hukuk mantığı bakımından
İki Ada ve Meis adası hiçbir Osmanlı devlet ada- dikkate değerdi. Hatta bu özellik-
üzerindeki hükümranlık mı kabul edemezdi. Öyle ki, bu şart-
hakkından feragat edecekti. Hicaz lar Tevfik Paşa’ya göre “istiklal ve hat-
bağımsız olacak; Suriye, Irak ve Filis- ta devlet mefhumlarıyla kabil-i telif”
tin’de manda yönetimleri kurulacak- değildi ve kesinlikle uygulanamazdı.
tı. Fransa’nın Fas ve Tunus’taki koru- Bu amaçla daha Paris’te iken berabe-
yuculuğu tanınacaktı. Ayrıca İzmir rindeki heyette bulunan Dâhiliye Na-
» Versay hatırası
ve çevresinin yönetimi Yunanlara zırı Reşit Bey ve Nafıa Nazırı Operatör Osmanlı Devleti’nin Sevr heyetinden Reşat
bırakılacak, azınlıkların söz hakkının Dr. Cemil Paşa (Topuzlu) ile birlikte Halis, Rıza Tevfik (Bölükbaşı) ve Hadi Paşa
olacağı bir parlamento kurulacak ve bir karşı barış tasarısı hazırlamıştı. Fransa’daki Versay Sarayı’nda.
Atilla Oral, İşgalden Kurtuluşa İstanbul, Demkar Yay., 2013.
VAHDETTİN SEVR’İ
ONAYLAMAMIŞTI
10 Ağustos 1920’de Sevr Barış Ant-
laşması Osmanlı delegeleri tarafından
» Karşılama kıt’ası bu düşünce uyarınca… Osmanlı Dev- imzalanmıştır. Buna rağmen bu ant-
Osmanlı Devleti’nin Sevr Heyetinin leti’nin Barış Konferansı’nın da aynı laşma ne Osmanlı Meclis-i Mebusanı,
başındaki Damad Ferid Paşa Fransa’ya adalet ve hak duygusuyla duygulan- ne de Sultan Vahdeddin tarafından
ayak basar basmaz devlet yetkililerince mış olarak bunu kabul edeceğinden onaylanmıştır. Bunun sebebini Sultan
karşılandı. Bu karşılamadan bir kare. Vahdeddin şu sözlerle açıklamaktadır:
kuşku yoktur.”
Her ne kadar bu sözler fazlasıyla “ … hakk ve adaletle telif oluna-
soyut ve ümitvar bir tavrın göster- mayacak (uzlaştırılamayacak) suretde
gesi olsa da tasarının başlangıç bö- gayr-i tabii olan böyle bir muahedenin
lümü daha somut olaylar üzerinden devam ve takarrür edemeyeceğini
tepkisini dile getirir. Mesela Sevr (istikrar kazanamayacağını) bildiğim-
taslağının Versay Antlaş- den hakkımızın anlaşılmasına müsaid
ması’ndan daha ağır hü- zamanın hululüne gelmesine kadar
lerinden dolayı Oran ta-
kümler içerdiği görüşü vakit kazanmak tarikinde (yolunda)
sarıyı “Lozan’ın öncülü
ileri sürülmüştür. Hat- devam ile muahedenin hükümetçe
bir onur anıtı” olarak
ta bu taslak Osmanlı kabulüne taraftar göründüm.”
tanımlamıştır.
Devleti’ni bölme Hiç şüphesiz bu sözler savunma
Barış tasarısı
amaçlıdır. Bu bağ- amaçlıdır ve sübjektiftir. Ancak Sevr’in
hakkında söylene-
lamda Osmanlı imzalanmasından hemen sonra
cek ilk söz, “eşit
Devleti’nden antlaşmanın onaylanmaması, Osmanlı
haklar ilkesi” ile
hükümetinin onay için bazı şartlar
“adalet” düşünce- birtakım özerk ya
ileri sürmesi ve sonunda Damad Ferid
sine vurgu yapılma- da bağımsız siyasî
Paşa’nın azledilerek Tevfik Paşa’nın
sıdır. Hiç şüphesiz bu yapılar çıkarmak,
sadrazamlığa getirilmesi ve onun da
sözlerin ilk muhatabı » Ahmed Tevfik Paşa “son derece haksız
şart olarak yapılacak seçimlerden sonra
İtilaf devletleri idi: kesip biçme ve çekip
Meclis-i Mebusan’ın onayının yanı
“Barış ancak herkes alma işlemi”dir. Ayrıca
sıra Mustafa Kemal Paşa ile uzlaşma
için eşit haklar ilkesinin ko- cevabî tasarıda İstanbul’un
şartını ileri sürmesi, sonraki uluslararası
ruyuculuğu altında uluslararasında Türkiye’den sayılmaması, Türkiyesiz
antlaşma süreçlerinin hepsinin “Sevr’in
güvenlik, karşılıklı saygı ve dayanış- bir Boğazlar komisyonunun varlığı,
tashih ve tadili” şeklinde geçmesi gibi
ma duyguları üzerine kurulabiliyor… Osmanlı jandarmasının İtilaf İşgal
sebepler Sultan Vahdeddin’in yorumu-
nu makul hale getirmektedir.
“B izim tarihimiz çalınmış bir ta- tanbul hükümeti ve padişahına imza- Yakın tarihin bundan sonraki göre-
rihtir” der Kemal Tahir. Çalınmış ve latmışlardır. Dolayısıyla Damad Ferid vi, bu beyin hasarının nasıl iyileştirile-
yerine fark edilmemesi için çakması kadar Sultan Vahdettin de haindir, ceği, beynimizin nasıl sağlığına kavuş-
konulmuş bir tarih, demek daha doğru satılmıştır, işbirlikçidir vs. turulabileceği ve Mustafa Kemal miti
olur. Bu sahte tarihin üzerine yığılan Oysa, diye devam eder hikâye, etrafında oluşturulmuş bulunan bütün
çeri çöpü ayıklamak ise maalesef bize Mustafa Kemal önderliği altında top- çarpıtılmış tarihi nasıl olduğu haliyle
ve size düşüyor ey okur. Müteyakkız lanan Millî Mücadele, yani Ankara, (thing in itself) kavrayabileceğimizi
olun ve resmî tarihin aslında tarih Sevr Antlaşması’nı asla kabul etmeyip göstermek olacaktır.
değil, ideoloji olduğunu bilerek atın yırtıp atmış ve ‘yedi düveli’ yurttan Bundan kaçınan her tarihçi gele-
adımlarınızı. kovarak Lozan’da şerefli barış antlaş- cekte kendini suçlu veya işbirlikçi san-
Çalınmış ve yerine çakması konul- ması imzalayarak bağımsızlığımızı ilan dalyesinde göreceğini bilerek kalemine
muş tarih sahnelerinden biri de “im- etmişlerdir. abanmalı, onu, Namık Kemal’in deyi-
paratorluğun idam fermanı” şeklinde Kurgu budur ve bunun 90 küsur şiyle ne isterse yaptırabileceği bir ‘zen-
lanse edilen Sevr Antlaşması’dır. Bu yıldır bir olgu gibi sunulması, sunmak ci köle’ haline getirmekten kaçınmalı-
resmî yalana göre İngilizi, Fransızı, ne kelime, resmen dayatılması, eğitim dır. Ne de olsa, biz geçmişi yargılarken
İtalyanı, Yunanı… toplanmış, toprak- sistemi tarafından ezberletilircesine zi- geçmiş de bizi yargılayacaktır. Tarihi
larımız bölüp parçalamak, ‘Türk’ün hinlere kazınması Sevr ve Lozan hak- bu derece çarpıtmaktan ve yolsuzluk-
haysiyetini beş paralık etmek için kındaki bilgilerimizi maalesef altüst tan sanık Cumhuriyet tarihçilerinin de
onun vücudunda “vivisection”, yani etmiş ve adeta bir trafik kazası veya bir ‘Yassıada’sı mutlaka olacaktır!
diri diri ameliyat yapmak için el ele felç geçirmişçesine zihnimizin hasar Kemalistler tarihin istedikleri gibi
vermiş; Sevr’i ‘hain’ ve ‘işbirlikçi’ İs- görmesine sebep olmuştur. at oynatabilecekleri babalarının çift-
de, Vahdettin de ayağa kalkmak su- Bir antlaşma nasıl yürürlüğe yatımın en acı dakikalarını yaşadı-
retiyle kabul mü etmiştir? Şuraya ka- girer? ğımdan herhalde şüphe edilemez.
tılmış olan Sadrazam İzzet Paşa’nın Neticede Sevr Antlaşması 10 Ağus- Kulaklarım uğulduyordu, sanki dilim
hatıralarında hadise şöyle geçer: tos 1920 günü çini ve porselenleriyle damağıma yapışmıştı. Bereket versin
“Müzakere garip bir tarzda geçti… meşhur Sevres fabrikasının salonun- ki, konuşma falan diye bir şey yoktu.
Ayan’dan Topçu Rıza Paşa merhum, da Ayan Reisi Hadi Paşa, diplomat Ellerimin titrediğini belli etmemeye
gür sesiyle itiraza kalkıştıysa da, Sad- Reşad Halis Bey ve Dr. Rıza Tevfik çalışarak, önce imzamı attım, sonra
razam onu çirkin bir şekilde susturdu tarafından imzalandı. Peki imzalama- da mührümü bastım. Bundan sonra-
ve mecliste düşünce ileri sürüleme- ma lüksleri var mıydı? Bunu isterseniz sını pek net olarak hatırlamıyorum.
yeceği, mesele oya konulacağı zaman Rıza Tevfik anlatsın: Salon, salondaki kalabalık, tamamen
kabul edenlerin ayağa kalkması, et- “Salona girmezden evvel bize Fransız gözlerimin önünden silinmiş gibiydi.
meyenlerin yerinde kalması gerekece- hariciye memurlarından seçilmiş ve bu İçlerimiz kan ağlayarak, başlarımız
ğini kahraman bir eda ile ihtar etti. işe memur edilmiş üç kişi ağız açtırma- önümüzde, büyük ve muhteşem salo-
Bunun üzerine Zât-ı Şahane [Vahdet- dılar ve şu tenbih ile bizi ikaz ettilerdi: nu terk ettik!” (Hayat, 20 Mart 1974)
tin]: “Böyle müzakere olmaz. Fayda ve - Efendiler, her şey olmuş bitmiştir. İlk defa Kadir Mısıroğlu’nun Hila-
zararlarına dair burada bulunanların Sizlerin imza etmekten başka bir işiniz fet adlı kitabında (Sebil: 2013, s.702)
görüşleri dinlenmelidir” buyurdular. kalmamıştır!” neşrettiği 15 Temmuz 1933 tarihli
Ferit Paşa bunun üzerine galiba daha Durum o kadar vahimdir ki, heye- mektubunda ise Rıza Tevfik’in Sevr’i
önce konuşup anlaştığı bazı kişilerin tin eli kolu değil, ağzı da bağlanmıştır. niçin imzaladıklarına dair bir dostuna
görüşlerini sormuş, bunlar da hep ka- Rıza Tevfik anlatıyor: yazdıkları manidardır:
bul tarafında görüş ortaya koymuş- “Bize ağız açmak memnu (yasak) “Tevfik Paşa’ya anlatmıştım ki, biz
lardır. Kabul edenler ayağa kalksın idi. (…) Bizlere sadece vesikayı imza sulhü imza etmekle hakikaten sulh
denilmesi üzerine Zât-ı Şahane birden- etmek mecburiyeti düşüyordu. (…) teessüs etmiş (gerçekleşmiş) olmaz.
bire kalkıp salondan çıkınca herkes de Bizi çağırdılar. (…) Evvela Hadi Paşa, Ancak Meclis-i Mebusan toplanıp
tabiî olarak ayağa kalkmış, komedya sonra ben, sonra da Reşad Halis Bey onu tasdik ve kabul ederse, yani ‘rati-
da bu şekilde sona ermiştir.” muahedeyi imzaladık ve mühürledik. fier’ ederse o vakit resmen musaddak
Buna göre Vahdettin, Sevr’i onay- Sonra da salondan çıkıp gittik.” (Bi- (onaylanmış) olur. Bunu Padişaha
lamak için değil, toplantının Sevr’i raz da Ben Konuşayım, İletişim: 2013, dahi anlatmıştım. Şimdilik ise (Sevr’i
onaylatmak üzere taraflı bir tarzda s.136 ve 140-41). imzalamakla) resmen memleketimize
yürütülmesini protesto mahiyetinde Yıllar sonra o anda yaşadıklarını da sükunet temin etmiş ve Mustafa Ke-
ayağa kalkmış ve çıkıp yan odaya geç- şöyle anlatacaktı: mal’e de azim bir fırsat kazandırmış-
miştir. “Sıra bana gelmişti. Bu anda, ha- tık.”
» Sevr’e Cevabımız
Osmanlı’nın Sevr’e cevabı
Vakit gazetesinde böyle tefrika
edilmişti ama İtilaf devletleri
bunları küstahlık sayarak kaale
bile almadı.
yıfın silahı olarak uzlaşmanın gücü- » Yunanistan’ın büyük rüyası “Ben Sevr Antlaşmasını kesin-
ne atıfta bulunularak tarih önünde Sevr’e göre Megola İdea leşmiş sayılacak surette tasdik
haklı çıkarılmıştır. Vüsukuddevle de doğrultusunda hazırlanan “Büyük etmedim. Meselenin kesinleşmesinin
Yunanistan” haritası. Buna göre Ege
Sultan Vahdettin gibi ikili oynamış, Meclis-i Mebusan’ın kabulünden son-
bölgesi de Yunanlıların olacaktı.
ince bir diplomasi yürütmüş ve İran raki tasdikime bağlı olduğunu ve hak
için bütün kapıları açık tutmayı ba- ve adaletle bağdaşmayacak surette
şarmıştır. (Oliver Bast, “Yanlış Anla- anormal olan böyle bir antlaşmanın
şılmaları Ortadan Kaldırmak” Der.: olduğunu yazar (TTK: 1984, s. 227). devam ve istikrar sağlayamayacağını
T. Atabeki-E.J.Zürcher, Otoriter İnsaf ile düşünülsün: Böyle birinin bildiğimden hakkımızın anlaşılması-
Modernleşme, İst. Bilgi Üni.: 2012, s. ‘hain’ olması mümkün mü? Aynı ki- na müsait zamanın gelmesine kadar
250-5) taptan “Gece gündüz ne çektiğimi bir vakit kazanmak yolunda devamla
Sultan Vahdettin’in Sadaret Müs- Allah bilir, bir ben bilirim. Ben mil- antlaşmanın hükümetçe kabulüne ta-
teşarı Ali Fuad Türkgeldi, sarayında letimin ateşli külü üzerine oturdum, raftar göründüm.”
bir köşkün geceleyin yanması üzerine taht-ı saltanatın kuş tüyünden min- Demek ki vakit kazanmak için
bahçeye fırlayan Sultanın, hizmetçile- derleri üzerine oturup gömülmedim” Sevr’in imzalanmasına taraftar gö-
rin yangın karşısında ağlaması üzeri- sözlerini okurken gözlerimizin buğu- rünmüş. Peki ‘ümid kapısı’nı açık
ne “Benim milletimin ocağı yanıyor, lanmasına engel olamıyoruz. bırakmak için imzalanması sineye çe-
ben onu düşünüyorum; kendi evim Sultan Vahdettin Sevr karşısın- kilen Sevr hakkında ne demişti: “Me-
yanmış, ne ehemmiyeti var” diyecek daki kesin tutumunu net bir şekilde celle-i mesâib”, yani musibetler bel-
kadar vatanperver ve millet sever biri açıklamıştır: gesi. Sevr’in şartlarını duyar duymaz
TARİHÇİ GÖZÜYLE dan çok farklı sonuçlara yol açacağının yayınladıklarında bu beklentinin ne
da farkındaydı. Osmanlı’nın savaşa derece hayalci olduğu anlaşılmıştı.
m. şükrü hanİOĞLU girme kararı üzerine açıklamalar ya- Dışişleri Komiseri Troçki tarafından
» Prof. Dr., Princeton Üniversitesi Yakın Doğu
pan Britanyalı liderler de bunu vurgu- açıklanan metinler sadece Arap vila-
Çalışmaları Enstitüsü Öğretim Üyesi. lamaya özen göstermişlerdi. Örneğin yetlerinin değil, Doğu ve Güney Ana-
hanioglu@princeton.edu
Başbakan Herbert Asquith, “Osmanlı dolu’nun da farklı işgal ve nüfuz bölge-
hâkimiyetini sadece Avrupa’da değil, lerine ayrılacağını gösteriyordu. Savaşa
Asya’da da sona erdirmek ve Türkle- İstanbul Anlaşması sonrasında katılan
» Aslan payı kimin olacak? nun Onlar Konseyi önüne çıkması an- metini daha da artırdı. ABD Başkanı
Paris Konferansı’nın en büyük hedefi,
Osmanlı mirasını paylaşmak için galip cak 1919 yılı Haziran ayında mümkün Woodrow Wilson’ın gizli anlaşmaların
devletlerin hepsini hoşnut edecek bir olabildi. Bunun neticesinde Yunan bir kenara bırakılarak yeni bir uzlaş-
paylaşım planı hazırlamaktı. Herkes devlet adamlarından Ermeni delegas- ma yaratılması yaklaşımı ise çözüm-
aslan payını istediğinden bu imkânsızdı. yonuna, Kürt cemiyetlerinden Marunî süzlüğe önemli katkıda bulundu.
Konferansın ‘büyük dörtlü’sü Lloyd
Kilisesi temsilcilerinin önderliğindeki Genç bir diplomat olarak Paris
George (İngiltere), V. H. Orlando (İtalya),
Georges Clemenceau (Fransa) ve Lübnan heyetine, Şerif Hü- Konferansı’na katılan Ha-
Woodrow Wilson (ABD). seyin ibn Ali’nin oğlun- rold Nicolson toplantıya,
dan Siyonist Teşkilâtı “barışı değil, ebedî barışı
liderliğine uzanan bir kuracakları” ümidiy-
rastlanamayacağını, buna karşılık yelpazedeki gruplar le, kutsal bir vazife
Türk idaresinin sona ermesinin refah birbiriyle çatışan is- yaparcasına gittik-
ve kültür seviyesinde artışa neden ol- tekleri konferansa lerini ama kısa
madığı bir örneğin de bulunmadığını ilettiler. Bunlara süre içinde eski
söylüyordu (David Lloyd George, War ilaveten İngi- dengeyi arar du-
Memoirs of Lloyd George, 4, 1917 [Boston, liz-Fransız ve Yu- ruma geldiklerini
1934], ss. 42-43 ve Harry N. Howard, The nan-İtalyan reka- söylerken önemli
Partition of Turkey: A Diplomatic History, beti savaş sırasında bir gerçeğe parmak
1913-1923 [Norman, 1931], s. 237). ulaşılan anlaşmaların » ABD Başkanı basıyordu (Harold Ni-
Ocak 1919’da Paris Konferansı top- hayata geçirilmesini im- Woodrow Wilson colson, Peacemaking 1919
lanarak barış anlaşmaları için çalışma kânsız hale getirdi. [London, 1933], s. 25). Diğer
başlatıldığında sadece savaş galipleri İngiliz siyaset yapımı- savaş mağluplarıyla barış
değil, Osmanlı paylaşımından etkile- nın sacayağı durumunda olan Foreign anlaşmalarının imzalanması da zanne-
necek değişik gruplar da taleplerini Office (Dışişleri Bakanlığı), War Of- dildiği kadar kolay olmayacaktı. Ama
ilettiler. Diğer savaş mağlupları gibi fice (Savaş Bakanlığı) ve India Office Osmanlı paylaşımı ve Ortadoğu’da
Osmanlı Devleti’ne de uzun süre söz (Hindistan İşleri Bakanlığı) arasında- barışın sağlanmasının hepsinden zor
hakkı verilmedi. Osmanlı delegasyonu- ki farklı yaklaşımlar durumun vaha- olacağı kısa sürede anlaşılmıştı.
» Ortadoğu’nun akıbeti Konferansa sunulan taleplerin bir [Galip] devletler kamp ateşi etrafında
Ortadoğu’yu iyi tanımayan emperyalist bölümünde “iklim” dahi meşrulaştırıcı toplanan kurtlar gibi kapısının eşiğin-
güçler arasındaki stratejik rekabet, olarak kullanılıyordu. Örneğin Yunan de aç gözlerle sinsice dolaşıyorlardı.
görüşmeleri kendi lehlerine çevirmek
isteyen Osmanlı heyeti açısından büyük isteklerinde Aydın ve Bursa vilayetle- Türkiye tab‘an zengin, emperyalistler
bir fırsattı. Ancak bölgenin geleceğini rinin büyük bölümünün sadece Rum ise tamahkârlardı” (Arnold J. Toynbee
rakiplerinden daha avantajlı olan nüfusa sahip bulunmaları nedeniy- and Kenneth P. Kirkwood, Turkey, New
İngilizlerin belirleyeceği açıktı. Damad le değil, iklim olarak da Ege’ye ait York, 1927, ss. 67-68).
Ferid Paşa Paris’te trenden inerken.
oldukları gerekçesiyle Yunanistan’a Son sözü söyleyecek Britanya da
bağlanmalarının gerekliliği vurgulanı- monolitik bir yapıda değildi. Ne kadar
yordu. Dolayısıyla kâğıt üzerinde son toprak ele geçirebilirsek o kadar iyi
tiler. İtalyanların bir diğer ciddi itirazı derece kolay gözüken, ayrıntıları ince olur diyen geleneksel emperyalistler ile
da Yunanların bölgede yaşayan Rum detaylara varıncaya kadar tartışılmış imparatorluğun fazlasıyla yayıldığını
nüfusu gerekçe göstererek bu topraklar Osmanlı paylaşımı tam bir karmaşaya ve stratejik seçicilik temelinde bir em-
üzerinde hak iddia etmesiydi. dönüşmüştü. peryalizmi tercih etmesi gerekliliğini
Karşılaşılan üçüncü sorun ise em- Belirgin hale gelen husus, bu payla- savunan iki grup arasında büyük bir
peryalist devletler dışında topraklar şımın Wilson prensiplerine göre değil, çatışma yaşanıyordu. Bunun yanı sıra
üzerinde farklı grupların hak iddia et- emperyalist devletlerin arzuları çerçe- zikrettiğimiz gibi Foreign Office, War
mesiydi. Kendilerine sunulan haritalar vesinde gerçekleşeceğiydi. Bu payla- Office ve India Office arasında büyük
konferans liderlerini şaşkınlığa uğrat- şımda ise son söz İngiltere tarafından bir mücadele sürüyordu.
mıştı. Farklı istatistikler ve haritalar söylenecekti. Ama bu hiç de kolay Türk karşıtlığının en yoğun biçim-
sunan değişik etnik ve dinî gruplar aynı olmayacağı gibi paylaşımın bütün ta- de gözlendiği Foreign Office, India
bölgeler üzerinde hak iddia ediyordu. raflarını memnun etmek de mümkün Office’e benzer bir Ortadoğu depart-
Örneğin Venizelos konferansa yaptığı görünmüyordu. İngiliz hariciyesi adına manı kurulmasını ve India Office’in
sunumda Doğu Trakya ve İstanbul’da- çalışan Toynbee’nin ifadesiyle: devreden çıkarılmasını istiyordu.
ki Rum nüfusunun 730,822 olduğunu “On iki yıl süren savaş ülkenin da- Buna karşılık Eyre Crowe’un deyi-
ve bu bölgede Yunanların çoğunluğa hilî gelişmesini engellemişti. Türki- miyle “India Office 1918 sonundan
sahip bulunduğunu iddia etmişti. Şerif ye’nin eyaletleri gitmiş, müttefikleri itibaren Müslüman kelimesi kullanıl-
Hüseyin ibn Ali’nin talepleri, Abdüla- ezilmiş ve Hint Müslümanları arasın- dığında kırmızı renk” görmüş boğaya
ziz ibnu’s-Sa‘ud ve Seyyid Muhammad daki destekçileri dışında, İslam kam- dönüyordu.
ibn Ali el-İdrisî’nin başını çektiği diğer pında bile dostu kalmamıştı. İstanbul India Office, Sultan’ın İstan-
yerel Arap liderleri tarafından büyük muzaffer galiplerin elindeydi, Türkiye bul’dan çıkarılmasının Hindistan’da
itirazlarla karşılanıyordu. düşmanlar tarafından kuşatılmıştı. 1857-58’de karşılaşılana benzer bir
» Altı ay sonra gelen söz hakkı hükümetin ortaya çıkması barışın sa- Dünya Savaşı’nın son anlaşması olan
Ocak 1919’da toplanan Paris vaş mağluplarına kolaylıkla empoze Sevr yaklaşık üç ay sonra, 10 Ağustos
Barış Konferansı’nda Osmanlı edilmesini imkânsız hale getirdi. günü imzalanabilmiştir.
delegasyonunun Onlar Konseyi önüne
Amerika’nın süreçteki katılımını Osmanlı delegeleri anlaşmayı onay-
çıkması ancak 1919 Haziran’ında
mümkün olabildi. Onlar Konseyi’nin düşürmesi, Fransa ve İtalya’da seçim- lamışlardı ama Sultan söz konusu bel-
dört askerî temsilcisi, yardımcıları ve ler sonrasında değişik eğilimleri tem- geyi “mecelle-i mesâib” (musibetler
çevirmenleriyle birlikte Versay’da. sil eden yeni hükümetlerin iş başına kitabı) olarak görüyordu, yani İstan-
gelmesi tartışmaların farklı zeminlere bul’da bile anlaşma İngilizlerin bek-
kaymasına neden olmuştu. Millerand lediği desteği görmemişti. Ankara’nın
luk barış anlaşmasının hazırlanmasını ve Tittoni hükümetleri, Clemenceau bunu hiçbir şekilde tanımayacağı ise
uzatmıştır. Alt komisyon çalışmaları ve Orlando’ya göre daha ılımlı siya- ortadaydı.
ve araştırma komisyonlarının faaliyeti setler izlenilmesini savunmuşlardır. Anlaşmanın adil olduğunu, barış
isteklerin dengelenmesini ve uyuştu- Örneğin Millerand, İstanbul’un Türk- getireceğini savunanlar azınlıkta kal-
rulmasını sağlayamamıştır. lerde kalmasını savunurken, İtalyan mışlardı. Onlar bile anlaşmanın uy-
Ermenistan mandasını kimse üst- Dışişleri Bakanı Nitti, “siyasî deği- gulanmasının son derece zor olacağını
lenmek istememiş, Yunanların İzmir’e şiklikler değil, ekonomik avantajları kabul ediyorlardı. Herkesin görebildiği
asker çıkartması sonrasında Anado- hedeflemenin” daha anlamlı olacağını gibi manda statüsü verilecek alanlar
lu’da başlayan çatışma çözümü daha varsaymıştır. Ancak Londra Konfe- dışındaki bölgelerde yeni düzenin na-
da zorlaştırmıştır. Diğer bölgelerde ransı sürerken İstanbul’un işgali duru- sıl şekilleneceği Türk-Yunan savaşının
de sorunlar baş göstermiştir. Örneğin mu daha da karmaşık hale getirmişti. neticesiyle belirlenecekti.
Suriye’de milliyetçiler 1920 Mart’ında Supreme Council 18 Nisan 1920 ta- Almanya ile barış anlaşması im-
bağımsızlık ilan etmiş, ancak Fran- rihinde San Remo’da yeniden toplan- zalandığında General Jan Christian
sızlar bunu tanımayarak yönetime el dığında kimseyi memnun etmeyeceği Smuts, Versailles’ın savaş tohumları
koymuşlardır. ve Ankara’daki hükümetin kabul et- içerdiğini ve gelecekteki rövanşist giri-
Yunan-İtalyan anlaşmazlıklarında meyerek savaşı sürdürmesine yol aça- şimlerin önünü açacağını savunmuştu
ulaşılan Tittoni-Venizelos anlaşma- cağı ortada olan karmaşık bir metin (“Versailles and After,” New Outlook, 122
sı pamuk ipliğine bağlı bir dengeyi üzerinde anlaşmaya varılmış ve bu, [1919], s. 389).
tesise muvaffak olmuşsa da bunun 24 Nisan günü galip devletlerin tem- Paris Konferansı ile başlayan 20 ay-
uzun sürmeyeceği ortadaydı. Nitekim silcileri tarafından imzalanmıştır. Bu lık sürecin ortaya çıkarttığı Sevr için
Sevr’in imzalanması öncesinde Giolit- metin 11 Mayıs günü Osmanlı delegas- ise, “savaşın kendisi anlamına geldiği”
ti kabinesi anlaşmayı tek yanlı olarak yonuna sunulmuş ve aynı gün bir özeti yorumunu yapmak herhalde uygun
feshetmişti. İstanbul ve Ankara’da iki basına dağıtılmıştır. Buna karşılık I. olur.
“BaBasının annesi”
DİYE SEVERDİ
Hz. Peygamber’in (sav) son kızı, İslamla birlikte büyümüş
bir hanımefendiydi o. Babasının hem evladı, hem de
kederini bölüşen yoldaşıydı. İşte Ehl-i Beytin gözbebeği,
Müslümanların ciğerparesi Hz. Fatıma’nın (ra) zahmet ve
keder dolu hayat hikâyesi.
ADNAN DEMİRCAN
adnandemircan@gmail.com
K
imi zaman babasının kıy- için Mekke’ye gönderdiği Zeyd b. Ha-
metli küçük kızı, kimi rise Hz. Fatıma, ablası Ümmü Külsûm,
zaman yapılan eziyetler üvey annesi Sevde binti Zem’a ve ken-
karşısında yardımına ko- di hanımı Ümmü Eymen ile oğlu Üsâ-
şan bir yoldaştı Hz. Fatıma (ra). Müs- me’yi Medine’ye götürdü. Hz. Fatıma
lümanların Mekke müşriklerinin mu- hicret ettiğinde henüz genç bir kızdı.
kavemetiyle karşılaştıkları o sıkıntılı Evlilik yaşına geldiğinde ona talip
günlerin şahidiydi. Yaşı büyüdükçe olan Hz. Ebubekir (ra) Hz. Peygam-
Müslümanlara yapılan fenalıklar da ber’den “Allah’ın onun hakkında ve-
artmış; hakaret ve alay yerini çoktan receği hükmü bekliyorum” cevabını
işkence ve cinayetlere bırakmıştı. aldı. Hz. Ebubekir’in durumu anlattı-
Mekke döneminin bütün kederini ba- ğı Hz. Ömer (ra) de, “Resulullah seni
basıyla birlikte o da omuzlamıştı. geri çevirmiş” diye yorumlayacaktı bu
Peygamber Efendimiz’in (sav) Hz. cevabı.
Hatice’den olan dört kızından en
küçüğü olan Hz. Fatıma peygamber-
likten bir veya beş yıl önce dünyaya
geldiği için hayata Müslümanların
arasında açmıştı gözlerini. Hayatı-
nın Mekke dönemi hakkında
fazla bir bilgi mevcut değilse
de, genç bir kız olarak baba-
sının müşrikler tarafından
maruz bırakıldığı kötü mua-
meleye çok üzüldüğünü
biliyoruz. Bir defa-
sında onun üze-
rine atılan yeni
doğurmuş deve- » Manevi korunma objesi
nin eşini temiz- Hz. Fatıma’nın (ra) eline
atfen üretilen yed-i Fatıma
leyerek müşriklere üzerinde şifa âyetleri veya
sitem ettiğini biliyoruz. Ashab-ı Kehf’in ismi yazılıdır
Hz. Fatıma 13 yaşlarındayken an- (Aksa Müzesi’nden).
nesi Hz. Hatice’yi kaybetmiş, ailenin
yükü ablası Ümmü Külsûm ile onun
üzerine kalmıştı. Bu sırada bazı sa-
habilerin tavsiyesi ile Hz. Peygam- Bunun üzerine Hz. Ebubekir, “Bir
ber, eşini kaybetmiş olan Sevde binti de sen Fatıma’yı iste” önerisinde bu-
Zem’a ile evlendi. Hicret’e kadar Hz. lundu. Ancak Hz. Ömer de Allah’ın el-
Sevde Peygamberimizin çocuklarına çisinden aynı cevabı aldı. Daha sonra
annelik etti. Hz. Ali (ra) isteyince Resulullah kızıy-
Tebliğ imkânı kalmayınca Efendi- la konuşarak görüşünü sordu. Hz. Fa-
miz ailesini Mekke’de bırakarak Me- tıma sustu, cevap vermedi. O zaman-
dine’ye hicret kararı verdi. Daha son- ki örfe göre susmak, kabul anlamına
ra ehl-i beytini (ev halkını) getirtmesi geliyordu.
» Ebedi istirahatgâh
Allah sana bir esir Hicretin 11. yılında Ramazan
ayının 3’ünde vefat eden Hz.
nasip etti. Onu bi-
Fatıma’nın (ra) Cennetü’l-
zim hizmetimize Bâki’de medfun olduğu
versen, diyerek türbe ne yazık ki Vahhabiler
eşine destek verdi. tarafından yıkılmıştır.
Bunun üzerine şöyle
buyurdu Resulullah:
— Allah’a yemin olsun
ki, şu Suffe ehli aç iken, onlara in-
fak edecek bir şey bulamazken, onları
bırakıp da sizlere bir şey verecek de-
ğilim. Ben o esirleri satıp ele geçeni
onlara dağıtıyorum.
Bu sözler üzerine genç çift elleri
boş, evlerine döndüler.
hanımefendisidir”
de peşinden gitti ve babasıyla konuş- Hz. Peygamber’in yüzünden yaralan-
malarını duyabileceği bir yerde bekle- ması üzerine bir hasır parçasını yaka-
di. Eşi onun kabalığından ve sertliğin-
den dem vuruyordu. Resulullah kızına (Buharî). rak külünü yaraya bastırmak suretiyle
akan mübarek kanı durdurmayı başar-
şöyle karşılık verdi: “Ey biricik kızım! dığını biliyoruz.
Adnan Demircan
Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Öğretim Üyesi.
G
aznelilerin ilk Müslüman askerlerle ordusunu güçlendirdi. Bu
Türk devletlerinden ol- sırada son Hint seferinde cesareti ile
duğunu biliyorsunuz. dikkatleri üzerine çeken oğlu Mah-
Daha ziyade İslamın Hin- mud ile Sebük Tegin’in arası açıldı.
distan’a yayılmasında gösterdikleri Mahmud, Gazne Kalesi’nde hapsedil-
büyük başarı ile anılırlar. Temelleri se de çok geçmeden baba-oğul barış-
Alp Tegin tarafından Gazne şehrinde tılar.
atılan devlet, 963’te kurulduğu mer- O günlerde Gaznelilerin tâbi ol-
kezden dolayı “Gazneliler” şeklinde duğu Samaniler Devleti eski gücünü
adlandırıldı. kaybetmiş, yıkılmaya yüz tutmuştu.
975-77’de hüküm süren Böri-Te- Sebük Tegin, isyan eden valilerle sı-
gin’in başarısız idaresi yüzünden bey- kıntılar yaşayan Samani hükümdarı
lerin ileri gelenleri tarafından Gazneli II. Nuh’a yardım amacıyla çıktığı se-
tahtına “emir” olarak Alp-Tegin’in en ferden başarıyla döndü. Ancak kısa
güvendiği adamlarından Sebük Tegin süre içinde hastalanarak Ağustos
seçildi. Alp Tegin gibi bir hüküm- 997’de vefat etti.
darın itimadını kazanmak ko- Öldüğünde oğullarından Mahmud,
lay değildi. Peki Sebük Nasr, İsmail ve Yusuf hayatta idiler.
Tegin bunu nasıl ba- Babaları onlara Pendnâme
şarmıştı? Sorunun ce- adı verilen, öğüt ve vasi-
vabını, karakterinde yetname niteliği taşıyan
arayalım. » Gazneli Mahmud (971-1030) bir risâle (kitapçık) bırak-
Karluk Türklerine bağlı mıştı.
bir boydan geldiği tahmin edilen Oğulları arasında çıkan
Sebük Tegin, Kırgızistan sınırları için- taht kavgasının galibi “Gazne-
deki Issık Gölü sahilindeki Barshan li” lakabıyla ün salan Mahmud oldu.
bölgesinde dünyaya geldi. Gazneli Mahmud babasının yolundan
Tuhsilerin bir akını sırasında bu giderek Hindistan seferlerine ağırlık
kabilenin eline esir düşmüş, sonra Gaznelilere mağlup oldu. Bu savaş- verdi. 33 yıllık başarılı hükümdarlık
da köle olarak satılmıştı. Son sahibi ta Sebük Tegin’in oğlu Mahmud da yıllarında kadim medeniyet havzala-
Alp-Tegin oldu. Görünüşte Samanile- büyük bir cesaret örneği sergilemiş, rından biri olan Hindistan coğrafyası-
rin bir valisi olarak hareket etse de önemli yararlılıklar göstermişti. Se- nın Müslümanlaşmasına öncülük etti.
bağımsız Gazneli Devleti’nin gerçek bük Tegin gelen barış teklifini kabul Şüphesiz bu başarısında yukarıda
kurucusudur diyebiliriz. etti ancak Caypal ülkesine döner dön- dikkat çektiğimiz Sebük Tegin’in, ve-
Doğu Afganistan’daki Zabulistan mez antlaşma şartlarını bozacaktı. ziri Ebu’l-feth Bustî’nin hattı ile kale-
bölgesinin asil ailelerinden birinin Caypal’ı cezalandırmak üzere yeni- me aldırdığı Pendnâme’nin büyük bir
kızı ile evlenerek burayı kontro- den sefere çıkan Sebük Tegin, Lamgan etkisi vardı. Gazneli Mahmud Pendnâ-
lü altına almaya çalıştı. 977 yılında bölgesinde birçok şehri ele geçirdi. Bu me’yi bir dua gibi ezberlemişti. Her
Büst şehrini ele geçirdi. Kuzeydoğu saldırıya karşılık Hint racaları ile itti- gün okuyor ve babasının öğütlerine
Belucistan’daki Kusdar bölgesini de fak kuran Caypal, 100 bin kişilik bir sıkıca sarılıyordu.
Gaznelilerin sınırlarına katarak hâki- ordu ile Gazne üzerine yürüdü. Sebük Sebük Tegin oğluna hangi nasihat-
miyetini Doğu Gur, Tohâristan ve Ze- Tegin rakiplerini bir kez daha mağlup lerde bulunmuş, idarecilik konusun-
mindâver’e kadar genişletti. etmeyi başardı. Böylece Lamgan ve Pe- da nelere dikkat etmesini öğütlemiş-
Bundan sonra Hindistan’a yönel- şaver arasındaki bölgeye de İslam dini ti? Başarılı bir hükümdar olmanın
di ve Hindûşahî hükümdarı Caypal’ı ulaştırılmış oldu. yolu neydi?
mağlup ederek Lamgan bölgesini yağ- Buradaki Halaç Türkleri ve Afgan- İşte bugünün siyasetçi ve yönetici-
ma etti. Buna mukabil Caypal büyük lar da Sebük Tegin’in buyruğu altına lerine de ilham verecek tavsiyelerle
bir ordu ile Gazne’ye ilerlediyse de girdiler. Sebük Tegin onlardan aldığı dolu Pendnâme’den bir bölüm:
“Şimdi sana nasihat ediyorum, bil darlığı) yaparlar. Bir kimse onlardan ordunun insanlarının hepsini tanıma-
ve haberdar ol ey oğul, eğer Allah seni şikâyet edince yıllarca zulümle halk- lı ve ismini bilmelisin. Her asker du-
de bir gün böyle benim gibi emîrli- tan aldıkları parayı, onların idaresi rumu, soy ve şekil ile senin yanında
ğe ulaştırırsa bil ki, Allah’ın kulları altında olan ve işin içine seni karıştı- olmalı. Her kavmin huy ve yaradılı-
üzerine hükmetmek küçük bir iş de- ranlar alırlar. İki-üç yıl âmillik yapmış şını öğrenmelisin. Yiğit kimselere iyi
ğildir. Padişahlık tehlikeli bir iştir ve olanların durumunu sor ve hesabını davran ve okşa ki, sana karşı müşfik
can tehlikesi de hazırdır. Bunun için al. Onun üzerindeki, halktan haksız (şefkatli ve sevecen) olsunlar. Böyle
Allah’tan korkman gerekir. Sen Al- olarak aldığı sâbit olan her şeyi al ve davranırsan bir işin düştüğü vakit
lah’tan korktuğun zaman kullar ve hak sahibine geri ver. Bu malı hiçbir (vr. 228b) sabah emredersen ordunun
elinin altındaki ahali de senden kor- surette hazineye koyma. Amili ilk gü- hepsi bütün silah ve teçhizat ile kuş-
kar. Dindar olmalısın, çünkü dindar nahında azletme ve tekrar işin başına luk vakti ata binmiş olur.
olmayan padişah ve emire hürmet gönder. Çünkü insanların çoğu bu şe- Beceriksiz ve kahramanca hare-
edilmez ve haşmeti (büyüklüğü) ol- kilde muamele ile yumuşak ve uyanık ketler için cesaretten yoksun olan
maz. olurlar. Bundan sonra dilleri ve ka- insanları huzurunda tutma ve filan
Bil ki, hükmetmek en çok hazi- lemleri doğrulur. İşleri bir kere daha filanın oğludur deme ve babası hatırı
nenin dolu olmasıyla mümkündür. karıştıranları azlet ve bunlara asla iş için Allah’ın malını (halkının parasını)
Eğer mal yoksa kimse senin itaatin- buyurma. Çünkü hiçbir israf etme. Müstahak olanın hakkını
de olmaz ve dindar, akıllı kimseler vakit onlardan doğruluk ver. Söz gelişi bir kimsenin bir iktâı
seninle müttefik olmadıkça mal da gelmez. (topraktan alınan vergi geliri) varsa
toplanmaz. Halkı söz ve malla yap- Ordu ve askerin duru- ve hayırsız bir evlat bırakarak ölürse
tıklarınla kendine müşfik kılmak mundan, silahlarından veya kendisi zenginse, sultanın iktâı-
iyi bir çaredir. Bu meziyetlerin ve maaşlar ve iaşelerin- na muhtaç değildir. Bu iktâa ihtiyacı
hepsi büyük himmete muhtaç- den haberdar ol. Ordu olanlar varken o iktâı babasının şah-
tır. Çünkü eğer büyük himmet listesi (Cerîde-i Arz) siyeti uğruna hayırsız evlada verirsen
olmazsa bu meziyetler meyda- “Kull huvallahu” Tanrı’nın malını israf etmiş olursun.
na gelmez. İnsanın içindeki gibi mutlaka ez- Malı, ülkenin menfaati için iş görene
himmet yüksekliğe meyleden berinde olmalı, bağışla.
ateş ve rüzgâr gibidir. Oyun ve
eğlence ve lezzet ve şehvet
inişe meyli olan toprağın mi-
zacında da bulunur, imdi se- a nasihat
» Çocukların na
nin en mühim işin iyi yoldan ’in evlatları
Sebük Tegin ale me
mal toplamaktır. Ben sana ksadıyla k
nasihat ma ir sayfa.
halkın malını al veya müsadere et (el ldığı Pendnâme’den b
a
koy) demiyorum. Zulüm ve haksız-
lıkla bir malı alır, hazinene koyarsan
dünya ve ahiret düşmanı olursun.
Halkın vermesi gereken ve hüküm-
darın hakkı olan malı verdiklerinde
alma da demiyorum. Divânın (devle-
tin) hakkı olduğunu bildiğin malı gö-
nül hoşluğu ile almalısın ve hazineye
koymalısın.
Siyaseti ilgilendiren hiçbir işte ih-
mal gösterme ve adalet ve şeriat yo-
lundan çıkma. Kılıç gerekli olduğu
yerde kırbaca iş buyurma, kırbacın
gerektiği yerde kılıç vurma. Memle-
ketinin idaresinde gâfil olma. Bazıları
olur ki, senelerce âmillik (vergi tahsil-
Türk Tarihi
tiştir ki, derece derece asil olsun. An- bakımdan önce meseleyi dikkatlice san o vakit mazur olursun.
cak hüneri kadar iş buyur. İdarecileri düşünmeli ve eğer dostça anlaşma Memleketinin her tarafına casuslar
sağlam yetiştir. mümkünse, kâfirler ile savaşın dışın- ve haberciler tayin etmelisin, ta ki,
da harbe meyletmemelisin. gece ve gündüz durumdan seni haber-
En büyük düşman Devleti sana intikal etmiş kimsele- dar etsinler. Zira padişahların başına
Kendi dostunu ve düşmanını tanı- ri itaat altında bulundur. Onlar fela- gelen her bozukluk gaflet ve ihmal-
malısın, insan tabiatına vâkıf olmak ket sebebinin sen olmadığını bilseler den gelir. Ülkenin gelir ve giderlerine
tam bir kiyâset (uyanıklık) ve mükem- bile kıskançlıktan uzak durmazlar. vakıf olmalısın. Kâtipler ve vezirlerin
mel bilgi ister. Bu husus deneme ile Onlara karşı hazır ve uyanık olmalı- durumundan gafil olma. Çünkü za-
elde edilebilir, böylece onlara ceza ve sın, daima onları meyus tutmalısın ve man gelir; kâtipler hain olur ve amil
mükâfat verdiğin zaman herkesin ka- sırrını bunlardan saklamalısın. Bil ki, ile işbirliği ederler ve mal çalarlar, va-
rakterini anlayabilirsin. Padişahın vakit gelir dost düşman olur, ancak kit vakit onları kontrol etmelisin.
en büyük düşmanının kendi- düşman asla dost olmaz. Kendi Sana söylediğim bu sözlerin hepsi-
ni beğenmişlik ve istibdat akraba ve kardeşlerinden dahi ni ezberlemeli ve kalbine nakşetmeli-
olduğunu bil. Her işte dost- gâfil olma, çünkü müfsit in- sin ve bundan yüz çevirmemelisin; ta
luğu denenmiş sadık insan- sanlar her vakit onları senin ki, Allah seni iki cihanda talihli kılsın,
ların tavsiyesini al ve o hu- hükümdarlığını elde etmek inşâllâhuteala. Bu benim sana nasihat
susta kendi aklınla karar için kışkırtırlar. Yakınları- ve vasiyetimdir ve ben bu mesuliyeti
ver. Seninle aynı derece- nı ve akrabanı sevmeli ve üzerimden attım. Allah bilir ve hük-
deki düşmanlarına lü- küçüklere şefkatli davran- meder.”
tufkâr olmalı ve onlarla malı, büyüklere hürmetle
(Erdoğan Merçil, “Sebüktegin’in Pendnâme-
hoş geçinmelisin. Fakat muamele etmelisin. Ancak
si”, İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, cild VI,
onlar senden üstünse o hükümdarlığına tama eden
cüz: 1-2, İstanbul, 1975, s. 203-232.)
işte kılıca başvurmaktan birine sevgi göstermemeli,
başka çare yoktur. Harp- onu meyus ve mağdur tut-
ler ve savaşlarda uzun malısın. Nezaret ve hapis-
düşünmek gereğindesin, hane onlara kifayet ettiği
çünkü savaş ticaret gibi- müddetçe kılıç kullanma-
dir, ya muvaffak olunur malısın. Eğer hapsetmenin
Muharrem Kesik
yahut da olunmaz. Bu fayda sağlamadığını anlar- Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.
İ
çinde yaşadığımız modern devir- şiklikler birçok şeyi etkiler ve farklı- ve neyi öğrenmek istediklerini bilmi-
lerde zaman film şeridinin ma- laştırır. Eğer farklılık varsa o zaman yordum. Alman ordusuna katılıyor
karası süratle döndü(rüldü)ğü için da bunun zamanını, zamanlarını tes- olsaydım bunun ne anlama geldiğini
hadiselerin, fikirlerin, kişilerin, du- bite yöneleceksiniz. Nefesiniz yeter, bilirdim. (…) [Ne yazmam gerektiği-
rumların-duruşların takibi hayli zor takatınız kalırsa ardından da sebep- ni sorduğum çavuş] bana yavaşça ve
bir hal aldı. Dilin ve kavramların da… lerine… dikkatle, Britanya ordusu sözkonusu
Milattan önce olan bir şeyle dün veya Bıraktığımız bu yere tekrar dön- olduğu sürece dört ırk bulunduğu-
bugün olan birbirine karışmış vaziyet- mek üzere önce aşağıdaki metne bir- nu ve benim de bu dördünden biri-
te. (Harry Potter benzeri kitapların likte bakalım. (Çünkü bu yazımız ilk ni seçmekte özgür olduğumu anlattı:
ve filmlerin neredeyse bütün dünyada defa ağırlıklı olarak bir kitabın anlat- İngiliz, İskoç, Galli ve İrlandalı. 1993
satış ve gişe/CD satış rekorları kırma- tıkları üzerinden yürüyecek): yılında basılan bir kitapta ‘ırk’ sözcü-
sı bununla doğrudan alakalı olmalı). “[Yeniden redakte ettiğim kitap- ğünü bu anlamıyla kullanmak nahoş,
Hâlbuki takip fikri, idrak ve tahlil larımdaki] değişikliklerin çoğu ta- daha da önemlisi yanıltıcı olurdu.
denilen şeyler asgari olarak belli bir mamen dilseldi. Hatta birkaç yerde Özgün baskıda ‘ırk’ ya da ‘ırksal’ ke-
zaman tesbitini de zaruri kılmaz mı? metni özgün anlamı korumak için limelerini kullandığım pekçok yerde
Aristo’dan beri bizi takip eden kate- değiştirmek zorunda kalmıştım. (…) bunu ‘etnik’ ile değiştirdim”.
gorilerden biri de zaman değil mi idi? ‘Irk’ ve ‘ırksal’ kelimelerinin kullanı- Bu satırlar oryantalist, 2. Dünya
Onun için düşünce tarihiyle hatta mı bunun bir örneğiydi. İngiltere’de Savaşı sırasında İngiliz ordusunda
herhangi bir şeyin tarihiyle uğraşan- [metinlerimi yazdığım] 1946 ve 1947 subay ve Modern Türkiye’nin Doğu-
lara ısrarla şunu söylüyoruz: Bir fikri yıllarında bugünlerde ‘etnisite’ ya şu kitabının yazarı Bernard Lewis’in
takip edebilmek için kavramların ve da ‘etnik’ kelimelerini kullanacağı- hatıralarında kayıtlı (Tarih Notla-
İsterseniz tetkik ve tahkik için bi- huriyet ideolojisinin baskıları, korku- Aynı kitapta kendisi anlatıyor:
raz sözlüklere (Fransızca-Türkçe veya ları ve perhizkârlıkları idi. Fakat aynı “Çok tartışılan ‘medeniyetler ça-
İngilizce-Türkçe sözlükler dahil) mü- zamanda edep-ahlâk ve tedavüldeki tışması’na ilk kez 1957 Ağustosunun
racaat edin, bakalım etnik, özellikle dil-üslup da buna yol vermezdi. Böyle son haftasında Washington[’da] (…)
etnisite kelimelerini bulabilecek mi- konuşmak kendini bilmezlik ve kaba- bir konferansta atıf yaptım. (…) Or-
siniz, bulursanız eğer hangi anlamla- lıktı, en azından hafiflikti). tadoğu’nun Müslüman halklarının
rıyla karşılaşacaksınız? Osmanlıcanız büyük bir çoğunluğu için Hıristiyan
varsa daha güzel ve vasıflı sürpriz “Herkese refah” yerine Avrupa’da kimliğin ve buna bağlı ola-
örnekler için mutlaka Şemseddin Sa- “herkese etnisite” rak sadakatin esas belirleyenleri olan
mi’nin, Kelekyan’ın, Redhouse’ın iki Lewis İslâm dünyasıyla, Müslü- ülke ve etnisitenin ikincil bir önem
dilli sözlüklerine de bir göz atın. manlarla, Ortadoğu’yla ilgili çalışma- arzettiğini ve pek dikkate alınmadığı-
(Yaşı müsait olanlar hatırlayacak- larında bazı ‘ırk ve ırksal’ kelimelerini nı anlattım. (…) Temel kimliğin belir-
lardır, düne kadar kimse durup du- artık ‘etnisite ve etnik’ kelimeleriyle leyeni ve buna bağlı olarak sadakatin
rurken, uluorta ben Çerkezim, ben değiştirmişti ama meselenin aslının odağı dindi. Batıda biz farklı dinlere
Gürcüyüm, ben Kürdüm, ben Lazım, tamamen farkında idi. Ne ırkın ne bölünmüş bir ulus tahayyül ederiz. İs-
ben Arnavutum, ben Ermeniyim, de “bidat” etnisitenin Müslümanlar lâm dünyasında ise onlar daha ziyade
ben Aleviyim, ben Arabım demez- arasında (daha fazlasıyla Müslüman uluslara bölünmüş bir din tahayyül
di. Bunu yazmazdı, ima da etmezdi. Türkler arasında) kayda değer bir ederler ve bu bölünmeler yerel olarak
Devlet adamlarının bunları herhangi karşılığı olmadığını, olsa olsa sun’î önemli olsalar da küresel açıdan ikin-
bir şekilde telaffuzu zaten sözkonusu veya moda/dayatılmış/uyarılmış bir cildirler. Ortadoğu’da [Müslümanlar
değildi. Meşruiyeti de yoktu. Diye- karakterde olacağını, kalacağını bili- tarafından] esasen Hıristiyan olarak
memenin, yazamamanın önündeki yordu; hem bilgi olarak hem de fiilen, görülen batılı uluslar [ABD dahil]
engellerden biri elbette zaman, Cum- yaşadığı tercrübelerle… genellikle tek bir grup olarak algıla-
nırlar, her zaman olmasa da zaman
zaman buna Rusya da dahildir” (s.
266).
» Mehmet Akif » Ahmet Haşim » Yahya Kemal Müellif bu tesbitleri Müslümanla-
rın faziletlerini saymak için zikretmi-
yor elbette, aksine bugün bile İslâm
dünyası ve Türkiye için çok önemli
olan bir hususiyeti yani kurucu ve
sürdürücü fikrin, birliği sağlayıcı un-
surun Batıda olduğu gibi ırk üzerin-
den değil din/İslâm ve Müslümanlık
üzerinden olduğunu, 1957 yılında
Amerikalıları, Müslümanların sadece
Avrupa’ya değil kendilerine de derin
bir düşmanlık beslediğini isbat ve
muhataplarını ikna için anlatıyor,
dil döküyordu. Gerekçesi de hazırdı:
» Çağdaş Türk Edebiyatı veya hissiyatını, işaretlerini öne alarak bir
düşüncesi hangi kimlikten? değerlendirme veya sıralama yapsanız nasıl Hangi ırktan ve etnisiteden gelirse
bir sonuca ulaşırsınız? gelsin tek bir millet olan Müslüman-
Türk edebiyatının son büyük
İsterseniz çağdaş Türk düşüncesinin lar için “küfür de tek bir millettir”.
üstatlarından Mehmet Akif Arnavut, Ahmet
Haşim Arap, Yahya Kemal suyun ötesinden
büyük isimlerine intikal edin: Said Halim Yazarın tecrübi bilgi olarak aktar-
“kimlik”leriyle tanı(mla)nabilirler mi? Aynı
Paşa, Abdullah Cevdet, Yusuf Akçura, Ziya dıkları da zikre değer: 50’li yıllarda
Gökalp, Fuat Köprülü, Babanzâde Ahmet Osmanlı arşivlerinde çalışmak için
şey Süleyman Nazif, Tevfik Fikret, Mehmet
Naim, Ahmet Ağaoğlu, Bediüzzaman…
Emin Yurdakul, Cenap Şahabettin, Halide Türkiye’ye geliyor (kendi beyanlarına
Boyunlarına hangi kimliği asarsanız onların
Edip Adıvar, Abdülhak Hamit Tarhan… için göre o yıllarda gittikçe harareti artan
hususiyetlerini ve fikir dünyalarını ele
de geçerli. İsrail meselesi yüzünden Yahudi bir
verebilirsiniz acaba?
İlk hatırladığınız mısraları, şiirleri, yazıları, akademisyenin Türkiye ve İran dışın-
Etnisite bir işe yarar mı?
başlıkları üzerinden, onun anlamını,
da rahatlıkla kalıp çalışabileceği bir
B AN K ESİ
ER AİL
T
arihî İstanbul’un ikinci
büyük bölgesidir Galata.
Boğaz’ın girişi ile Haliç’in
başlangıcı arasında, kıyıdan
Galata Kulesi’ne doğru yükselen bir
arazi üzerine kurulmuştur. Evvelce bu
bölgenin etrafını, aynen Haliç’in karşı
tarafındaki gibi bir sur duvarı çevreli-
yordu.
Galata Orta Çağ’ın
sonlarına doğru Batılılar
tarafından tercih edilir
olmuştu. Bizans İmpara-
torluğu’nun güçlü oldu-
ğu dönemlerde Batılı
tüccarlar tarihî İstan-
bul’un içinde Sirkeci ile
Eminönü’nden yukarıya
doğru çıkan yamaca yer-
leşmişlerdi. Fakat 1203-
04 yıllarında 4. Haçlı Se-
feri’yle İstanbul önlerine
kadar gelen Batılılar Bi-
zans’ın başşehrini ele ge-
çirerek korkunç bir yan-
gınla burayı harap
ettiler. 1261’de Bizans,
eski başkentine yeniden
sahip olduktan sonra La-
tinlerin artık burada ya-
şamalarına imkân tanı-
madı.
© MUSTAFA CAMBAZ
» Zamanın tanığı
Avram Kamondo’nun Hasköy’deki Neo-
Gotik mimarili anıt mezarı zenginlik, şöhret
ve acıyla imtihan edilmiş hayattan geriye
kalan hüzün yüklü bir hatıra.
1866’da tek oğlunu kaybeden Ka- sesi’nin alt tarafına doğru uzanan cad-
mondo, torunları Nesim ve Abraham denin ortasında olup bugün Kamondo
ile 1871’de Paris’e yerleşti. Bir yıl son- Apartmanı olarak bilinir.
ra, 1872’de Pare Monceau’daki köşkün- 30 yıl kadar önce başlanan bu
de vefat etti. Vasiyeti üzerine cenazesi apartmanın yıkımı, içinde yerli ya-
Osmanlı elçiliğinin de araya girmesiy- bancı bazı önemli kişilerin yaşamış
le Paris’ten getirilip 14 Nisan 1873’de olduğu gerekçesiyle anıtlar kararıyla
Hasköy’de türbe şeklindeki anıt meza- durdurulmuştur. Sarayburnu’ndan
rına defnolundu. Boğaz girişine kadar çok geniş bir
2. Dünya Savaşı sırasında Fransa Al- manzarası olan apartman maalesef
man işgalindeyken Kamondo soyunun ihya da edilemediğinden öylece bı-
son temsilcileri olan Kont Moise de Ka- rakıldı.
mondo’nun kızı Beatrice, kocası Leon Avram Kamondo’nun Has-
Reinach ve iki evladı Yahudi oldukları köy’de gömülmeyi vasiyet ettiği
için toplama kamplarının birine kapa- türbe binası ise garip bir macera
tılmış ve 1943’te de öldürülmüşlerdi. geçirse de bugün hâlâ ayakta-
Böylece Kamondoların soyu toplama dır. E-5 yolunun Hasköy-Ayvan-
kamplarında kuruyup gitti. saray köprüsüne iniş bölümün-
de, tepenin en yüksek yerinde
Türbesinde soba yakıldı görülen tek bina bu türbedir.
Avram Kamondo’nun bankası Ban- Tek kat üzerinde fazla yük-
ker Sokağı’nda bulunuyordu. Eskiden sek olmayan yapının açık şekilde
Voyvoda olan adı sonradan Bankalar Neo-Gotik üslubunun mimarî örneği
Caddesi’ne dönüştürülen bu ana cadde olduğu görülür. Sonraları o kadar sa-
bankaya yokuşlu bir yolla bağlanıyor- hipsiz bırakılmıştır ki, köprüden her
du. Osmanlı Bankası’nın tam karşısın- geçişimizde binanın nasıl hor kullanıl-
daki bu yokuşlu yol, merdivenleri ile dığını hayretle görürdük.
geçenlerin dikkati çekmekteydi. Art Evsiz kalan biri bu mezar binasının
Nouveau tarzı mimarisiyle diğer mer- içine yerleşmiş, hatta içeride ısınmak
divenli yollara hiç benzemeyen bu için kullandığı sobanın bacasını dışa-
bağlantı yolu Kamondo merdiveni ola- rı çıkartmıştı. Böylece bu mükemmel
rak tanınmıştır. manzaralı mezarı ev olarak yıllarca
Aşağıdan çift olarak başlayıp 16. kullandı.
basamakta birleşen, sonra ayrılarak Nihayet birkaç yıl önce bir gayrete
içi toprak dolu bir çiçeklik alan oluş- gelindi de burası tekrar mezar bina-
turan ve tekrar ikiye ayrılarak 29. ba- sına dönüştürüldü. Burayı yıllarca ev
samakta yeniden birleşen merdiven olarak kullanan kişinin tabii ihtiyaç-
ikiye ayrıldıktan sonra bitmektedir. larını nasıl sağlamış olduğunu da bi-
43 basamağı bulunan Kamondo Mer- lemiyorum. Fakat İstanbul’da hiçbir
diveni Galata’da benzeri olmayan bir şeye şaşırmamak gerekir.
geçit yeri olarak tarihî eser hüviyeti Kamondo’nun mezarı nasıl bir ev
taşımaktadır. haline gelmişse, Vefa’da bulunan 17.
Avram Kamondo zenginliği nispe- yüzyılın son yıllarına ait bir şeyhülisla-
tinde İstanbul içinde birtakım iş han- ma ait türbe de ev olarak kullanılıyor-
» Avram Kamondo
ları da yaptırmıştı. Söylendiğine göre du. Silivrikapı yakınında sur duvarıyla
Kamondoların yapıları Satmpa adında bir burcun birleştiği köşeye yapılmış
bir mimarın projelerine göre inşa edil- Geç Roma Çağı’na, yani 4. veya 5. yüz-
mişlerdi. yıllara ait mezar binasının -içindeki
Dilber, İbret, Latif ve Yakut adlarını lahitlere ve iskeletlere rağmen- ev ya-
taşıyan hanlar bunlardandı. Bunlar- pıldığını gördükten sonra hiçbir şeye
dan bir tanesi Kuledibi’nden Alman Li- şaşırmıyorum.
N
KAD
N
İR ÖZC.eAdu.tr
İ
Ü L K A D
ABD fsm
T
aozcan@
HO 394.
yıl dönüm
ünde
Genç Osman’ın katline varan kritik süreci anlamak bakımından Hotin seferi
kilit noktasıdır. Sultan’ın askeriyle arasındaki ipler büyük umutlarla çıktığı
bu seferde kopmuş, ardından gerilim tırmanmıştı. Peki bu kritik sefer
sırasında neler yaşandı? Padişah’ın beklentisi ve hataları nelerdi?
D
avası uğruna öldürülen elçilik raporlarını inceleyerek iki cilt
ilk Osmanlı padişahıydı halinde Sultan II. Osman döneminin
o. 3 Kasım 1604’de dün- tarihini yazan Madame de Gomez’e
yaya geldi. I. Ahmed’in göre amacı Lehistan’ı geçerek Baltık
Mahfiruz Sultan’dan doğan en büyük Denizi’ne çıkmak, orada kuracağı do-
oğluydu. Şehzadeliğinde iyi bir eği- nanmayla Atlas Okyanusu’na ulaşıp
tim aldı ve I. Ahmed’in diğer hasekisi Avrupa Hıristiyanlığını hem oradan
Kösem Mahpeyker Sultan’ın himaye- sürmek, hem de Akdeniz’den kıskaca
sinde yetişti. Özellikle hocası Ömer alarak dahilde Habsburg Almanya’sı-
Efendi’nin etkisinde kaldı. Devletin na karşı Osmanlı’ya meyil gösteren
bazı kurumlarının ıslaha muhtaç Protestanların da desteğiyle Katolik
olduğu kanaatine hocasının da etki- Hıristiyan dünyasını parçalamak
siyle daha o yıllarda vardı. Çocukluk ve Avrupa’ya hakim olmaktı.
yıllarında Fâris veya Fârisî mahlasıy- Yine Gomez’e göre Sultan Os-
la şiirler yazdı. Bunlardan, man’ın bir başka büyük projesi,
Niyyetüm hizmet idi saltanat ü devletime Sicilya’yı fethedip Napoli Krallığı’na
Çalışur hâsid ü bedhâh nekbetüme hakim olarak bütün padişahların
beyti ülküsünün büyüklüğünü gös- Kızıl Elma’sı olan Roma’yı almak
termesi bakımından önemlidir. ve Avrupa devletlerinin birbirlerine
Babasının vefatından sonra teamü- husumetini de kullanarak Osman-
le aykırı olarak aklî dengesi bozuk lı üstünlüğünü kurmaktı. Bu büyük
amcası Mustafa’nın tahta çıkarılması düşüncenin gerçekleştirilebilmesi
çocuk ruhunda derin izler bıraktı. 26
» II. Osman’dan önce ve sonra iki defa ise ancak güçlü bir orduyla mümkün
tahta çıkan amcası I. Mustafa’nın nadir
Şubat 1618’de amcasının yerine tahta resimlerinden biri. Tarihlerimizde “pâdişâh-ı olabilirdi. Tarihçi Tûgî’ye göre bu or-
Padişahın Portresi: Tesavir-i Âl-i Osman, İş Bankası Kültür Yay., 2000.
Efendi birkaç ay sonra sefer yolunda hareket etti. Edirne ve Yanbolu üze-
İsakçı’da korkunç bir hastalıktan ve- rinden İsakçı’ya varıldı. Burada Tuna
fat etmiştir. üzerinde köprü kurulurken askere
Bu hadiseyle ilgili olarak Sultan biner akçe sefer bahşişi dağıtıldı ve
Osman’ın Sadrazam Ohrili Hüseyin asker bizzat padişah tarafından yok-
Paşa’ya, “Babam sağken kardeşim lamaya tabi tutuldu. O anda orada
Mehmed’e çok düşkün olduğundan bulunmayanlara ise bahşiş verilme-
padişahlığı ona bırakır diye can kor- di. Sultan Osman burada kale, cami
kusuna düşmüştüm. Kanun-i Osmanî ve hamam inşasını başlattı. Genç ve
uyarınca taht babadan oğula geçtiği tecrübesiz padişahın has kullarından
halde amcam cülûs ettirildi. Acılar bazılarını ok talimleri için hedef yap-
çektim. Can korkusuyla yaşadım” de- ması da İsakçı’da gerçekleşti.
YOLUNDA GİTMEYEN
diği nakledilir. Hareket sırasında Tuna gemileriyle BİR ŞEYLER Mİ VAR?
O sıralarda İstanbul’da çok sert bir Kaptanıderya Halil Paşa, Kırım Hanı
kış hüküm sürmekteydi. Haliç ve Bo- 1619 Temmuz’u sonlarında
Canbek Giray ve Eflak Voyvodası’nın
Budin Muhafızı Karakaş Mehmed
ğaz donmuş, İstanbul’dan Galata’ya kuvvetleri orduya katıldılar. Düşman
Paşa’dan gelen arzda Macaristan’ın
ve Üsküdar’a yaya olarak gidilip gelin- tarafından gelen haberlerden Lehle-
kuzeyinde siyah ve yuvarlak bir
miştir. Bu önemli olaya dönemin şair- rin Hotin önlerinde tabya ve metris
bulutun ortaya çıktığı, içinden
lerinden Haşimî Çelebi, “Yol oldu Üs- hazırlıkları içinde olduğu öğrenilmiş-
kan yağdığı, büyük bir yıldırım
küdar’a bin otuzda Akdeniz dondu” ti. 20 Ağustos günü Kırım kuvvetleri
kopup buluttan haç şeklinde
mısraıyla tarih düşürmüştür. (Hicrî akın için ileriye gönderilirken, firar
bir ateş göründüğü; daha sonra
1030/Miladî 1621). Boğaz’ın donması söylentilerinin artması üzerine ye-
toparlanıp dumanlar çıkararak
üzerine İstanbul’da gıda maddeleri niçerilerin yoklaması bir kez daha
dağıldığı, akabinde şiddetli bir
bulma sıkıntısı belirmiş, pahalılık bizzat padişah tarafından yapılmış ve
yıldırım düştüğü, sesini duyanların
fevkalade artmıştı. yeni hoşnutsuzluklar yaşanmıştı.
sersemlediği; dışarıda bulunan
Lehistan seferi için 8 Mayıs 1621’de
hayvanların dizleri üzerine çöküp
çok gösterişli bir törenle Davutpa- “Düşmanla bahşiş alan başlarını semaya kaldırdıkları, daha
şa’daki otağına geçen Sultan Osman, savaşsın” sonra kırlara dağıldıkları; ardından
13 gün sonra buradan hareket etti. Osmanlı ordusu 1 Eylül 1621 günü işitenlerin ödlerini patlatan
Padişahın bu seferde dedesi Kanuni Hotin önlerine ulaştı. Leh Kralı Sigis- gökyüzünden birbiri ardınca üç
gibi parlak bir zırh giydiğinden söz mund’un oğlu ve veliahdı Ladislas/ defa haykırma sesleri duyulduğu;
edilir. O sıralarda gerçekleşen güneş Vladislas kumandasında olup Lehler- buluttan siyah ve yuvarlak gülleler
tutulması da bir süre önce Haliç ve den başka Ukrayna Kazağı, Alman ve inip düştüğü yerde birer metreden
Boğaz’ın donması gibi halk arasında Macarlardan oluşan düşman kuvvet- fazla çukurlar açtığı, bunlardan
uğursuzluk işareti sayılmıştı. Avus- lerinin mevcudu 102 bin civarınday- bazısını çıkarıp tarttıklarında üçer
turyalı tarihçi Hammer o günlerde dı. Osmanlı ordusunun mevcudu ise kantar geldikleri bildirilmiştir. Kâtib
bir kuyruklu yıldız görüldüğünden daha azdı. Ancak düşman kuvvetle- Çelebi ise bu olayın sebebinin
söz eder. rinin tamamı bir araya gelememişti. tabiat bilgisi dersi görenlerce
İçinde iki yıl önce Şah Abbas’ın Çağdaş tarihçiler hemen hücuma ge- malum olduğunu belirtirse de
gönderdiği dört filin de bulunduğu çilmeyip düşmanın toparlanmaları- ayrıntıya girmez .
ordu 21 Mayıs günü Davutpaşa’dan na fırsat tanınmasını büyük hata
Hotin seferinin
öncesinde ve
savaş meydanında
yaşananlar daha
sonra genç padişahın
yeniçeriler tarafından
öldürülmesiyle
sonuçlanan gerilimin
fitilini ateşleyecekti.
tin karargâhından gerekli yerlere za-
fernameler gönderilmiş, İstanbul’da
da şenlikler düzenlenmiştir. Savaşlar
sırasında her iki taraftan 100 bin civa-
rında askerin öldüğü nakledilirse de
rakamlar abartılıdır.
Barıştan sonra İstanbul’a hareket
eden II. Osman 1622 Ocak’ı ortaların-
da Edirne’ye gelmiş, oradan da payi-
tahta ulaşmış, üç gün üç gece zafer
şenlikleri yapılmıştır.
Sultan II. Osman devrinin en
önemli askeri olayı Lehistan’a yapı-
lan Hotin seferidir. Olayın askerî de-
ğerinden ziyade ileride yol açacağı
siyasî gelişmeler mühimdir. Seferin
öncesinde ve savaş meydanında ya-
şananlar daha sonra genç padişahın
yeniçeriler tarafından öldürülmesiyle
sonuçlanan gerilimin fitilini ateşleye-
cektir. Payitahta dönerken II. Osman
nun kesinlikle mağlup edileceğinden göre iki devlet arasındaki sınır Kanu- ideallerine ulaşma yolunda mevcut
söz edilir. II. Osman’ın barış teklifini ni dönemindeki gibi olacak, dostluk ordunun engel teşkil ettiğini düşü-
kabul etmesi ise askere, özellikle de ilişkileri tekrar kurulacak, iki taraf- nürken, askerleri de biriktirdikleri
yeniçerilere kırgın olmasıyla açıkla- tan da akınlar yapılmayacaktı. Yine öfkeyle hesap soracakları günün ha-
nır. Padişahın Yeniçeri Ocağını kal- Hotin kalesi Osmanlı’ya tâbi Boğdan yalini kurmaktaydılar.
dırma düşüncesini bu savaş sırasında Voyvodalığına bağlanacak ve Lehistan
edindiği de rivayetler arasında. eskiden olduğu gibi Kırım Hanlığı’na
Başarısızlık sebepleri arasında Genç vermekte olduğu haraç vergisini öde-
Osman’ın tecrübeli kumandanların fi- meye devam edecekti.
kirlerine değil de Darüssaade Ağası’na İstenilen sonuç alınmamasına
tabi olmasını gösterenler de vardır. rağmen anlaşma şartları Hotin savaş-
Abdülkadir Özcan
Sonuçta 6 Ekim günü Osmanlı-Le- larının Osmanlı üstünlüğüyle sona
Prof. Dr., Fatih Sultan Mehmet Vakıf
histan barış antlaşması yapıldı. Buna erdiğinin göstergesidir. Nitekim Ho- Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.
CİzRE
OLCAY CAN KAPLAN
olcaycan.kaplan@derintarih.com
D
ünyaca ünlü Müslüman âlim El-Cezerî’yi ta-
nımayanınız var mı? Hani şu otomatik abdest
alma makinasının mucidini. Modern bilim
adamlarının -o dönemin imkânlarını düşü-
nürsek- hayran oldukları El-Cezerî’nin icatla-
rı, bugün dahi üniversitelerde ders olarak okutuluyor. Mezo-
potamya’nın bereketli topraklarına dahil olan El-Cezerî’nin
memleketi Cizre’den daha nice âlim yetişmiş. Ünlü İslam
tarihçisi İbnü’l-Esîr ile Molla Ahmed El-Cezerî ilim tarihine
armağanları Cizre’nin. Ahmed-i Hanî’nin kaleme aldığı Kürt
edebiyatının ilk örneği Mem u Zin’in kahramanlarının türbe-
lerini de Cizre’de görmek mümkün.
Dicle’nin Türkiye’yi terk edip Suriye topraklarına girdi-
ği mevkiin hemen yakınlarındayız. Dicle’nin sağ kıyısında
400 metre yükseklikteki eski çağlardan kalma Bâzâbdâ Kale-
si’nin civarına kurulan şehir, içindeki zorlu geçitle meşhur
olmuştur. Rivayete göre Büyük İskender Cizre’yi aşarken
kullanmış bu geçidi.
Cizre’nin ilk İslam fetihleri öncesinde Sasani ve Bizans
mücadelesinin önemli duraklarından birini oluşturduğu bi-
liniyor. Geçmişte Cezîre adıyla anılan şehir sonraları Cezîre-i
İbn Ömer ismini almış. Bu ad ile ilgili olarak kaynaklarda
farklı rivayetler yer alsa da en çok rağbet göreni şehrin Ha-
san b. Ömer b. Hattâb et-Tağlibî tarafından kurulduğu ve is-
mini buradan aldığıdır.
Cizre stratejik önemi sebebiyle uzun süre askerî üs olarak
kullanılmış. Sasani hükümdarı Şapur’un bütün Irak toprak-
ları yerine Cizre ve Sincar’ı ele geçirmesi bölgenin önemini
anlatır. Bunun yanında Musul Emiri Mevdud b. İmadeddin
Zengî ile Artukoğlu Sökmen’in ordugâhlarını Cizre’de
kurmuş olduklarını da akıldan çıkar- tarih sahnesinden çekilince Abbasi etkilenmemesi için tedbirler aldı. Sel-
mamak gerekiyor. Emevilerin hâkimi- idaresine giren şehir Harici isyanları çuklu hükümdarı Tuğrul Bey ile dost-
yet dönemi bölgedeki imar faaliyetleri yüzünden zor günler geçirir. Karmati luk kurma yoluna giden emir, sonun-
için dönüm noktası sayılır. Bu dönem- saldırıları ve Bizans ile mücadele de da Selçukluların hâkimiyetini kabul
de köprü, hamam ve kervansaraylar bölgeyi yıpratan unsurlar olarak öne etmek zorunda kalacaktı.
inşa edilmiş, önceki devirden kalan çıkar. Sınır boylarının emniyet altına alın-
eserler tamir görmüştür. Emeviler 990 yılı ayrı bir öneme sahiptir. Ciz- dığı bu dönemde şehir âlim ve sanatçı-
re’yi merkeze alan Mervani Emirliği ların uğrak yeri, kısaca bir ilim merke-
bu yıl kurulacak ve etkin bir güç olarak ziydi. Ne var ki, devletlerin de insanlar
tarih sahnesine çıkacaktı. Bu emirliğin gibi ömürlerinin olduğunu belirten
neşvünema bulmasıyla Kürtler ilk kez İbn Haldun bir kez daha haklı çıkacak,
devlet olarak teşkilatlanıyorlardı. Mervaniler Nasrüddevle’nin ölümü-
Bölge tarihi için dönüm noktası nün (1061) ardından giderek güçten
olan bu dönemde huzur ve barış günle- düşecekti. Nitekim 1085’de Selçuklu
rini ekonomide hızlı gelişmeler takip Sultanı Melikşah’ın emriyle bölge üze-
etti. 10. yüzyılda Cizre artık önemli bir rindeki hâkimiyetleri sona erdi.
liman şehriydi. Makdisî Ahsenü’t-Teka- İslam dünyasındaki olumlu ve
sim adlı eserinde şehri “iyi inşa edil- olumsuz gelişmelerden birebir etki-
miş, nüfusu kalabalık, çevresi verimli lenen Cizre, Mervanilerden sonra Ey-
topraklarla çevrili ve Dicle üzerinden yübilerin hâkimiyetine girdi. Bir süre
gelen taşıtlarla bal, tereyağı, badem, sonra şiddetini arttıran saldırılar neti-
ceviz ve şamfıstığı gibi ürünlerin Mu- cesinde Moğollarca işgal edildi. Hıristi-
sul’a gönderildiği bir merkez” olarak yan bir vali tayin edilerek yönetilmeye
tasvir eder. çalışılan Cizre, Hülâgü döneminden
Oğuzların -Selçuklu hanedanındaki sonra Emir Tûdan’a verilecekti.
rekabet yüzünden- Güneydoğu Ana- Moğol tahakkümünün kırılmasıyla
dolu bölgesine gelişlerinin Cizre ve birlikte Memlükler İslam dünyasının
Diyarbekir’in ekonomik ve demogra- birçok yöresine olduğu gibi buraya da
fik yapısında değişiklikler meydana seferler düzenleyeceklerdi. 15. yüz-
getirdiğini kaynaklar zikreder. Cizre yılda bölge hakkında bilgiler veren
hâkimi Nasrüddevle b. Mervan, göç coğrafyacı İbn Batuta şehrin büyük bö-
dalgasından yöre halkının olumsuz lümünden “harabe” diye söz eder. Bu
durum da göstermektedir ki Cizre 5
asır içinde istila ve isyanlarla güç kay-
betmiştir.
Anadolu’da söz sahibi olmak isteyen
ve bu niyetle sefere çıkan Timur’un
stratejik önemi sebebiyle Cizre’yi es
geçmesi elbette beklenemezdi. Onun
» İhtişamın göstergesi
El-Cezerî’nin icat ettiği filli 1394’te bölgeyi ele geçirmesiyle şehri
saat ihtişamlı görüntüsüyle uzun süredir yöneten yerel beylerin
hayranlık uyandırır. Günde dönemi son buldu. Fakat Timur Dev-
iki kere kurulan bir düzeneğe leti’nin hâkimiyeti Timur’un ölümüy-
sahipti. Bunun için 30 metal le son bulacaktı. Timur’un oğulları
topun ilk yerlerine geri
Şahruh Mirza ve Muhammed dönem-
getirilmesi, ayrıca gece ve
gündüz uzunluğunun lerinde şehri Emir Bahtî yönetmiş;
günbegün değişmesi ondan sonra sırasıyla Karakoyunlu ve
sebebiyle su Akkoyunlu devletlerinin egemenliği-
seviyesinin korunması ne girmişti. Sonrasında Cizre’yi ele
gerekiyordu. geçiren Emir Şerif yerel emirliklerin
yönetimdeki etkisini yeniden ön
B A K AN YÜZ LERİ
N İ L M E
CİZRE’Nİ
plana çıkaracak uygulamaları günde- Sonraki dönemde yerel emirlerin
me getirecekti. ailevi çekişmeleri Cizre’ye büyük za-
ukça
Bütün bu siyasî kargaşada gerçekle- reli â lim le rin sayısı old rarlar vermiştir. 1627’de IV. Murad son
Ciz aca
şen ‘güzellikleri’ de ıskalamasın gözle- e rn it ik a la nında düny Cizre emiri IV. Mehmed’i görevinden
fazla. Sib -
z e rî b u n la rın en tanın
rimiz. Mesela Meşhur Kırmızı Medrese l-Ce uzaklaştırmış, böylece emirlerin etki-
ünlü âlim E da Cazarî (G
azarî)
(el-Medrestü’l-hâmrâ) 15. yüzyılda inşa d ü n y a s ın sine bir kez daha balta vurulmuştur.
mışı. Batı il Ebul İz b. R
ezzaz
edilmişti. Şah İsmail’in de iştahının e n İs m a 1830’dan sonra şehrin nüfuzlu bir
olarak bilin 3 ) Mezopota
mya
kabarmasına şaşırmamak gerekir. Ciz- 1 5 3 -1 2 3 ailesinden gelen Bedirhan Bey müte-
el-Cezerî (1 ı) m ahallesinde
re’yi ele geçirmek için akınlar düzen- a ğ k a p
(Cizre) Tor (D dı sellim olarak görevdedir. 1846’da bir
d ü n y a y a geldi. Asıl a
ledi. Kısa süreliğine emellerine ulaşsa a ayaklanma başlatır ve isyanın sonun-
1153 yılınd ın ad ı Rezzaz’dır
.
da yerel emirlerden Ali Bey tarafından ba b a s ın da ailesiyle birlikte İstanbul’a sürgüne
İsmail olup s ı a n la mında Ebu
l
ur b a b a
Cizre geri alındı. Günümüzde şehrin Şeref ve on r. El-Cezerî
onun gitmek zorunda kalır.
önemli mahallelerinden Mirali’nin ı ta ş ım ış tı Sultan II. Abdülhamid ümmetin
İz lakabın bir delilidir
. Eşsiz
isminin bu emirin adından geldiğini u ğ u n u n birliği önündeki engelleri birer birer
Cizreli old nam salan
El-Ce-
söyleyerek Osmanlı’ya geçelim. d ü n y a y a ortadan kaldırırken, Cizre’ye de bölge-
icatlarıyla ri kası’ anlam
ında
a n ın h a
zerî’ye ‘zam ild iğini tarihî
kay- nin güvenliğine verilen önemin işareti
Cizre’ye Osmanlı damgası a n ’ d e n
‘bediüzzam re li büyük muc
it, olarak Hamidiye Kışlası’nı inşa ettir-
d e r. C iz
Yavuz Sultan Selim’in Osmanlı naklar zikre i a ta n âlim, fen
ve mişti.
te m e li n
Devleti’nin doğu planları arasında Ciz- bilgisayarın botlar, Osmanlı Devleti döneminde ticaret
d a m ı, a b d est alma, ro
re’ye hâkim olmak da vardı. Yerel Kürt teknik a rı, şifreli kil
itler, kervanlarının önemli bir durağı olmuş
u m a k in a la
emirlerin gücünden istifade etmeyi saatler, s o s, otomatik
çocuk Cizre. Güneyden ve doğudan gelen
a la r, te rm
hedefleyen Yavuz, Anadolu için bir şifreli kas e aletin mu
cidi ve mal yüklü kafileler için güvenli olu-
rı g ib i n ic
tehdit olarak gördüğü Safevilerle mü- oyuncakla e tik bilginidir
. şuyla meşhur bu bölge vazgeçilmez
k s ib e rn
cadelenin eksenini bu düşünce üzeri- dünyanın il bir konaklama merkeziydi.
ne inşa edecekti. İdris-i Bitlisî’nin özel Nüfusuna gelince 19. yüzyıl sonla-
gayretleri de bu düşüncelerin pratiğe rında Müller-Simonist ve Sashau gibi
dönüşmesinde etkili oldu. Bu sayede Batılı yazarlar Cizre’de 600-800 arası
Kürt emirler Osmanlı Devleti’ne bağlı mesken olduğunu belirtirken Vital
hale geldiler. Cuinet nüfusunu 9.560 olarak ver-
Şia’nın Anadolu’ya yayılma tehli- mektedir. Cumhuriyet döneminin ilk
kesinin Sünni Kürtlerin Osmanlı’ya nüfus sayımında (1927) ortaya çıkan
yaklaşmalarındaki etkisi inkâr rakam ise neredeyse bunun ya-
olunamaz. Özgürlüklerinin rısı, yani 5.348 idi.
koruyucusu olarak gördük- 1979’dan sonra Hacca ka-
leri Osmanlı’ya bağlılıklarını radan gidenlerin son istasyo-
bildiren Cizre halkı, devlet nu haline dönüşen Cizre’nin
teşkilatında Diyarbekir eya- gerek döviz değiş tokuşunda,
leti içinde yer almıştı. 16. gerekse alışveriş açısından
yüzyıl boyunca aralıklarla daha faal bir hale geldiğini
devam eden Osmanlı-İran görüyoruz. Ancak bu mesut
savaşlarında Osmanlı’ya dönem karadan Hacca gitme-
bağlılık bildiren emirlere nin yasaklandığı 1990 yılın-
ayrıcalıklar verildiği de bir dan sonra bitecek ve 1990’lar,
hakikattir. Yerelde özgür- sancılı bir rota çizecekti Cizre
lükleri devam eden emir- tarihine.
ler savaş sırasında Osmanlı Kaynaklar:
Dr. Mesut Tüzün, Cizre Tarihi 1, Nübihar Yayınları,
Devleti’ne her türlü desteği 2014.
Bilim Düşünce ve Sanatta Cizre, Mardin Artuklu
vermekten geri durmayacak; Üniversitesi, 2012.
-diğer Sancak beyleri gibi- ha- Abdullah Yaşın, Tarih, Kültür ve Cizre, Kent Işıkları
Yayınları, 2011.
zır ve nazır, üstlerinden emir Tuncel Metin-Özaydın Abdülkerim, 'Cizre', TDV İslam
Ansiklopedisi, Cilt 8, Türkiye Diyanet Vakfı
bekleyeceklerdi. Yayınları, İstanbul, 1994.
IŞIL ACEHAN
isillacehan@gmail.com
1.
Dünya Savaşı’nın siyasî ve
diplomatik sonuçlarına dair
çok şey yazılıp çizilse de
insan hikâyeleri açısından
halen karanlıkta kalan pek çok yönü
olduğuna ne şüphe!
Savaşın ilk yıllarında yaşanan acı ha-
diselerden biri de, İngiltere’nin domin-
yonu Kanada’da bulunan Türk işçilerin
esir alınarak toplama kamplarında tut-
sak edilmesidir. Bu olayın sessiz şahitle-
ri, bugün Kanada’nın Ontario eyaletine
bağlı Brantford kentinde 1873 yılında
kurulan Mount Hope Şehir Mezarlığı’n-
da “Turkish Plot” (Türk bölümü) diye
adlandırılan bölümde medfunlar. Bu
mezarlar 1900’lerin başında Osmanlı
İmparatorluğu’ndan, özellikle Kiğı’dan
Kanada’ya, burada bulunan dökümha-
nelerde işçilik yapmak üzere göç edip
daha sonra hayatlarını kaybeden Os-
manlı tebaası Müslümanlara ait. Fakat Toplama kampı günleri rınabildiği yurt niteliğindeki evlerde
kayıtlı 16 mezardan 14’ünün mezar Peki, kimdir bu Türkler? Osman- ikâmet ettiklerini biliyoruz. Bu evler-
taşının bile bulunmayışı, gurbet eller- lı’dan Amerika kıtasına 1860’larda de nüfus kayıtlarının gösterdiği üze-
deki esaretlerinin bir asır sonra bile başlayan göçler, 1910’larda had safha- re Türk, Kürt ve Ermeniler bir arada
tamamlanmadığını gösteriyor. ya ulaştı. Amerika ve Kanada endüstri- kalıyorlardı. Dolayısıyla bu göçmen-
Mount Hope Mezarlığı’ndaki Secti- lerinde işçilik yapmak üzere göç eden ler için herhangi bir etnik ve dinî ay-
on J, Kanada’nın bilinen ilk Müslüman Osmanlılar, bu ülkelerin endüstriyel rımdan söz etmek yanlış olur. Onları
ve Türk mezarlığı. Burada yatan Türk- bölgelerine yerleştiler ve Osmanlı’da bağlayan temel unsur hepsinin Kiğılı
ler, ilk Türk ve Müslümanlar olmaları yaşadıkları hayatın bir modelini de olmasıdır.
nedeniyle hem oradaki Türkler, hem buralarda oluşturdular. Çoğunun amacı biraz para biriktir-
de Kanada toplumu için tarihî öneme Çoğu Doğu ve Güneydoğu Anado- dikten sonra memleketlerine dönmek
sahip. Dahası Brantford’da daha eski lu’dan ABD’ye göç eden Türkler, daha olan Türkleri, Osmanlı İmparatorlu-
bir Müslüman mezarlığının bulunma- çok deri endüstrisinin yoğun olduğu ğu’nun 1914’te Almanya’nın yanında
yışını da göz önüne alırsak, burasının Massachusetts eyaletine yerleştiler. 1. Dünya Savaşı’na girmesiyle acı bir
Türk ve Kanada tarihi için önemli bir Kanada’ya göçler ise bugün Bingöl’e sürpriz beklemektedir.
yere sahip olduğunu söylemek gerek. bağlı bir ilçe, ancak 1900’lerde Erzu- 1914 Savaş Halinde Tedbir Kanunu-
[Bu mezarlıkta yatan esir Türkler- rum’un kazası olan Kiğı’dan gerçek- na (War Measures Act) göre tüm düş-
den adlarını tespit edebildiğimiz kişi- leşmiştir. Kiğı’dan göç eden nüfus man devletler sınırları içinde doğan-
ler şunlar: Osman Hassa (1873-1918), Türk, Kürt ve Ermenilerden oluşuyor- lar kayıt altına alınır. 5 Kasım 1914’te
Alexander Botion (1884-1916), Ossa du. Bunların hemen hepsi Kanada’da İngiltere’nin Osmanlı İmparatorlu-
Maumak (1885-1913), Mumen Esmal demir ve çelik dökümhaneleriyle ğu’na savaş ilan etmesinden sonra,
(1891-1913), Jamaha Hussain (1873- meşhur Brantford şehrine yerleşerek 10 Kasım 1914’te Brantford’da çalışan
1918), Alexander Demon (1888-1918), en ağır işlerde çalıştılar, bir yandan da yaklaşık 200 Türk işçi bir gece polis
Ayha Suliman (1887-1912), Ahmed Os- memleketlerine para göndererek aile- tarafından evlerinden alınıp önce ka-
man (1890-1912), Ollie Hassan (1892- lerine yardım ettiler. rakollarda hapsedilirler; sonra askerî
1912), Mohammed Ayand (1890-1912), 1960’larda Almanya’ya göç eden hapishaneye, oradan da toplama kam-
Ayha Manuel (1890-1912), Oman vatandaşlarımızın yaşadıkları yurtlar pına gönderilirler.
Orhan (1891-1918), Sharkey Hassan gibi “boarding house” ismi verilen, Bunların arasında 10 yıldır Kanada
(1891-1939), Alli Hassan (1884-1939).] çok sayıda erkek göçmen işçinin ba- vatandaşı olan Türkler de vardır. Ha-
akraba ve arkadaşlarının yanına yer- gelir. 8 Nisan-3 Haziran 1923 tarihle- yardım için de ellerinden geleni ya-
leşmiş, Ford fabrikalarında çalışmış- ri arasında ABD’de Türk ve Kürtlerin pan, varlıklarının önemli bir kısmını
lardır. yoğun olarak yaşadıkları bölgeleri Türkiye’de yetimhanelerin kurulması
dolaşarak yardım toplar. Şehit çocuk- için bağışlayan, hatta Amerika’dan
Bir mezar taşları bile yok ları için yürekleri sızlayan göçmenler yetim çocuklara süt gönderen göç-
Daha önce yine Derin Tarih’te ya- zorluklarla biriktirdikleri paralarını menler için ne yapılsa azdır. Ancak
yınlanan “Neden Geldim Amerika’ya” Dr. Fuad Umay ve Kızılay aracılığıyla ne yazık ki hem Kanada’da, hem de
başlıklı makalede de bahsettiğim gibi memlekete göndererek alicenaplıkla- Amerika’da hayatını kaybeden Türk-
Çocuk Esirgeme Kurumu’nun kurucu- rını göstermişlerdir. lerin çoğunun mezar taşı bile yok.
su Dr. Mehmet Fuad, Kurtuluş Savaşı Hem esarette, hem de Kanada dö- Öte yandan savaş esiri olarak tutsak
sırasında babalarını kaybeden çocuk- kümhanelerinde 1000 derece üzerin- edilen Ukraynalılar için Kanada’daki
lara yurtlar yaptırılması için 21 Mart deki sıcaklıkta çalışarak sayısız sıkıntı kamp bölgelerinde anıtların mevcut
1923 tarihinde Büyük Millet Mecli- çeken, Kanada endüstrisine önemli olduğunu hatırlatmakta fayda var.
si’nin oluru ile 5 ay süreyle ABD’ye katkılarının yanı sıra memleketlerine 27 Mart 2013 tarihli Bugün ga-
zetesinde Kanada’da esir edilen
Türkler hakkında çıkan haberden
sonra Türk Büyükelçiliği harekete
» Kuşbakışı toplama kampları
geçti. Toronto Başkonsolosu Ali
1914-20 arasında Kanada’nın güneybatı ve
güneydoğu kesimlerinde yoğunlaşan toplama Rıza Güney, mezarlığın etrafının,
kampları ve esirlerin görev sahaları görülüyor. üzerinde yürünmesini engelleye-
cek biçimde çevrilmesini ve Türk
bayrağının bulunduğu kitabe-
kANAdA’NIN iLk miLLÎ gözALTI de, mezarlıkta gömülü olanların
opErAsyoNLArI 1914-1920 isimleri ile kısa bir hikâyenin her
Kabul istasyonu iki dilde yer almasını istedi.
Daimi toplama kampı Ancak bu iyi niyetli girişim, Ka-
görEV BöLgELEri nada’da yaşayan radikal Ermeni
Yol yapımı ve grupların tepkisine yol açıp giri-
BrITIsH CoLomBIA
Jasper Arazi temizleme
ALBErTA şimin engellenmesi için Kanada
Kamp inşaası
Field hükümetine dilekçe vermelerine
Revelstoke Banff/Castle
neden oldu. Sonuç ne olursa ol-
CoLomBIA Vernon Monashee/
Mora Lake NEWFoUNdLANd sun, bu fedakâr vatan çocukları
ALBErTA Edgewood her zaman saygı ve rahmetle anı-
Fernie/Morrissey QUEBEC lacaktır.
sAskATCHEWAN Spirit Lake prINCE EdWArd IsLANd
oNTArIo
anaimo Munson/Eaton mANIToBA
Amherst
Lethbridge Brandon Kapuskasing Valcartier
Halifax
Winnipeg Montreal Beauport
Sault Ste Marie
Petawawa
Ottawa NoVA sCoTIA
Kingston
Toronto
Niagara Falls
NEW BrUNsWICk Işıl Acehan
Yrd. Doç. Dr., İpek Üniversitesi
Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.
K
onya Büyükşehir Belediyesi’nin Mevlana Kültür Vadisi Projesi Tarihî Bedesten’in 2000 yıllık geçmişe sahip olduğunu anımsatan
kapsamında 2 bin 687 dükkan biriminde restorasyon çalışma- Başkan Akyürek, “Bu bölge, Alaaddin Tepesi ile birlikte Anadolu’nun
sı yaptığı Tarihî Bedesten Projesi, geçtiğimiz hafta İtalya’nın tapu kayıtlarını oluşturmaktadır. Çalışmayla hem Konya’yı geçmiş-
Verona şehrinde düzenlenen törenle ödüllendirildi. teki görkemine kavuşturmayı, hem de ticareti, turizmi, kazançları
Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, dünyada artırmayı amaçladık” diye konuştu.
kültürel mirasın korunması ve değerlendirilmesini teşvik etmeye
yönelik çalışmalar yapan YOCOCU (Youth in Conservation of Cultural TARİHÎ BEDESTEN
Heritage) tarafından verilen Kültür Mirasını Koruma Büyük Ödü- Tarihî Bedesten’de gerçekleştirilen restorasyon çalışmasıyla geç-
lü’nün manasının çok büyük olduğunu dile getirdi. Verilen ödülün mişi 2000 yıl öncesine dayanan merkez şehrin çekim alanlarından
Bedesten Projesi’nin uluslararası boyuta taşındığının bir belgesi biri haline geldi. 95 bin metrekarelik toplam alanda yürütülen Bedes-
Bu bir advertorial ilandır.
olduğunu kaydeden Başkan Akyürek, “Tarihî Konya Çarşısı Restoras- ten Projesi’nin kapalı mekan alanı toplamı yaklaşık 180 bin metreka-
yon Projesi dünyanın sayılı yenileme projelerinden birisi. 2 bin 687 re. Bölgede toplam 519 bina bulunurken bunların 138’i tescilli, 381’i
bağımsız bölüm ve işyeri yeniden düzenlendi, çatıları dahil yeniden tescilsiz. Bölgede 24 farklı esnaf grubu hizmet veriyor.
yapıldı” dedi.
“sühEyl!
İstanbul sana EmanEt...”
HALİL SoLAk
halil.solak@derintarih.com
B
eyazıt Meydanı’ndan Çar- etüdler yapılmalı, İstanbul’u iskâna
şıkapı istikametine doğru sarfedilen gayretler, ilk tesis edilen
gözleriyle şehrin ruhuna mahalleler, çoğunu semt ve mahalle
adeta dokunarak aheste adlarıyla tanıdığımız Türk İstanbul’un
adımlarla yürüyen adam, karşıdan ilk büyük hemşehrilerinin hayat ve
büyük bir telaş içinde gelen dostunu eserleri, hayrat ve külliyeleri layıkıyla
görünce duraksadı. Selamlaşma ve hal tanıtılmalıdır.”
hatır faslından sonra fakültedeki der- Ünver’in Fatih ve Fetih tetkiklerine
sine yetişmek için müsaade isteyen göz atmak bile yazılarıyla adeta bu fa-
dostu birkaç adım attıktan sonra geri aliyetlerin bir programını veren Tan-
dönerek, “İstanbul sana emanet…” pınar’ı büyük bir dikkat ve heyecanla
dedi ve hızla uzaklaştı. takip ettiğini, dahası emanet’e nasıl la-
Merak mı ettiniz? İstanbul’un ema- İstanbul RİsaleleRİ 5 cilt yık olduğunu/olunacağını anlamamızı
net edildiği kişi Prof. Dr. Süheyl Ünver, A. Süheyl Ünver sağlayacaktır.
dostu ise şair ve romancı Ahmet Ham- Kültür A.Ş. Yay., 2015 Bu hususta en büyük yardımcımız
di Tanpınar’dı ve daha acısı, bu veda- Süheyl Bey’in daha ziyade İstanbul’un
laşmadan yaklaşık bir ay sonra vefat hakkında kaleme aldığı bir yazısında fethinin merkezde yer aldığı irili ufaklı
etmişti. Türk İstanbul’un bütün yönlerinin yayınlarının 5 cilt halinde bir araya ge-
Huzur yazarının “ruh bahçemiz” aksettirilmesi gerektiğine işaret eden tirildiği ve İmparatorluğun bir hülasası
dediği İstanbul’u Ünver’e emanet et- Tanpınar, şunları söylüyordu: sayabileceğimiz İstanbul Risaleleri’dir.
mesine şaşırmamak gerek. Zira 1940’lı “Büyük ordunun İstanbul’u muha- Evveliyatı olmakla birlikte İstan-
yıllarda İstanbul’un fethinin 1953’teki sarası, fetih günlerinin hâdiseleri, son bul’un fethine dair 1940-53 arasında
500. yıldönümü kutlama faaliyetleri hücum, Akşemseddin’in duası elbette büyük bir yekûn tutan
ki bütün bir destandır ve teganni edil- ve vefatına kadar sü-
melidir. Bunun yanıbaşında Fatih’in ren yayınlarının fik-
hüviyetini meydana çıkaracak rî arka planında
Ünver, “Şu İstanbul’u aldık. Muhak- likte. Son cildin son risalesiyse gayet
kak ki içimizden alınış gününün önce- anlamlı bir seçim: “İstanbul’un Mutlu
si ve sonrası gibi heyecanlar duyuldu. Askerleri ve Şehit Olanlar.” Peygambe-
Bunlar belki asırlar boyunca söylendi. rimizin (sav) hadis-i şerifine mazhar
Fakat tespit olunamadığından unutul- olan ve İstanbul’un çeşitli semtlerinde
‘ruhdaşı’ sayabileceğimiz Yahya Ke- du gitti” şeklindeki hayıflanmalarının kabirleri bulunan bu mutlu askerler,
mal tarafından formüle edilen “Türk adeta aksisedası olarak 2. ciltte Fatih halen, Ünver’in tabiriyle söylersek, bu-
İstanbul” kavramı yatan Ünver, İstan- devrinde ilim ve sanat sahasında öncü lundukları yerlerde “manevî polis”lik
bul’u bütün bir Türk tarihinin, Türk kişi, kurum ve hadiseler temelinde in- görevlerini sürdürüyorlar.
coğrafyasının bir terkibi, hülasası ve celemiş, ayrıca okuyanların Fatih dev- İsmail Kara tarafından titizlikle neş-
tecellisi olarak görür. Tükenmeyen bir rini yeniden yaşayacaklarından emin re hazırlanan ve Ahmed Güner Sayar
enerji, aşk ve iman neşvesiyle vesika, olduğu fıkraları derlemiştir. tarafından kaleme alınan bir takdim-
yazma, süsleme sanatlarına ait parça- le başlayan külliyatta okuru yalnızca
lar, mimarî eserler, mezar taşları... ne Bir gün gelecek ki... yazılar değil, birbirinden ilgi çekici,
bulursa kaydetmeye başlar ve ortaya Bu dönemi en hurda teferruatıyla resim, çizim, minyatür ve desenler vs.
binlerce sayfayı aşan muazzam bir kuşatan yazarın yemek konusuna bi- bekliyor.
külliyat çıkar. gâne kalacağını elbette düşünemeyiz. İstanbul’da, Fatih’le çağdaş bir
Osmanlılar tarafından Ebu’l-feth, 3. ciltte Fatih’in saray mutfağında pi- ulu çınarın kesilmesinin ardın-
yani “Fethin babası” şeklinde tavsif şen yemeklerin bir listesi bizi bekliyor. dan ağıtlar yakacak kadar bu
edilen Fatih Sultan Mehmed’in türbe- Sultan’ın israftan kaçındığı ve çeşidi devre aşkla bağlanan bu
sini ziyareti esnasındaki hissiyatıysa az ve sade yemekleri tercih ettiğini öğ- kültür arkeoloğunun Tan-
günümüz insanı için idraki zor olan rendiğimiz bu bahsi Fatih İmareti’ne pınar’ın emanetine/vasiye-
bu gayreti anlamamızı sağlayan anah- ait bir “Aşhane Tevzinâmesi” tamam- tine hakkıyla sahip çıktı-
tarı avucumuzun içine bırakıyor: lıyor. ğına şüphe yok. Peki biz
“Türbesini ziyarete giderken Fatih İmparatorluk payitahtının kültürel İstanbul’da yaşayanlar,
sanki dirilmiş de huzuruna gidiyorum yönüyse 4. ciltte vurgulanıyor. Osman- İstanbullular(!), bizim
sanır, adeta tarif edemeyeceğim bir lı hat sanatının kurucusu kabul edilen payımıza düşen bir şey-
heyecan hisseder, Fatih’in fetih günle- ve Fatih’in özel kütüphanesi için ki- ler yok mu?
rini yeniden yaşardım.” taplar istinsah eden Şeyh Hamdullah’a Süheyl Ünver Yahya
İstanbul Risaleleri arasında yapaca- dair bir bölüm dikkat çekiyor. Saray Kemal’in İstanbul’daki
ğımız bir cevelan bize de bu günleri nakkaşhanesinin düzeni ve çalışmala- imar faaliyetlerini eleş-
yaşatacaktır. rı ile bu dönemin süsleme sanatlarına tirdiği 1921 tarihli “Kör
İlk ciltte daha ziyade fetihten son- damgasını vuran Baba Nakkaş hak- Kazma” başlıklı makalesinin
ra yapılan ilk binalardan olan ve bu- kındaki ilk bilgilerimizi de Ünver’e yanına elyazısıyla şu notu düş-
günkü İstanbul Üniversite- borçluyuz. Cildin ihtiva ettiği belki de müş:
si’nin başlangıcı sayılan en önemli yayın, “Fatih’in Çocukluk “Bir gün gelecek ki, otuz kırk
Fatih Külliyesi’ne Defteri”. Süheyl Bey tarafından keşfe- metre irtifaında (yüksekliğinde) evler
dair tetkikler yer dilip ilim âlemine tanıtılan defterde ve yüz metre irtifaında apartmanlar
alıyor. İnceleme- Sultan’ın çocukluk döneminde yaptığı arasında büyük camiler nerededir diye
lerde külliyenin çiçek motifleri, bazı Farsça beyitler, arayacağız.”
mimarî yapısı 15. tuğralar, at başları, kartal ve leylek çi- Feraset mi yoksa keramet mi bile-
asrın eğitim tari- zimleri vs. bulunmaktadır. meyiz. Ancak bu tespitleri dikkate ala-
hiyle iç içe geçiyor. 5. cilt 22 yaşındayken rahle-i tedri- rak bugün müjdelenmiş şehre baktığı-
sine oturduğu Üsküdarlı Ali Rıza Bey’e mızda yaşadığımız durumun hamakat
ait kahvehanelerin ve bugün maalesef olduğu kesin gibi.
adlarını dahi unuttuğumuz kahve eş- Ne dersiniz?
yalarının resimleriyle açılıyor. 16. yüz-
Hâmiş: Süheyl Ünver’in 88 yıllık verimli hayatı ve şaşırtıcı
yıl Osmanlı astronomu Takiyüddin’e, külliyatının bir dökümü için şu kitaplara bakmanızda fayda var:
Ahmed Güner Sayar, A. Süheyl Ünver, (Ötüken: 2011); Gülbün
eserlerine ve kurduğu rasathaneye dair Mesara, Aykut Kazancıgil, Ahmed Güner Sayar, A. Süheyl Ünver
Bibliyografyası, (İşaret: 1998). Ayrıca Semavi Eyice’nin dergimizin
ayrıntılı bilgiler Fatih döneminden o 26. sayısındaki yazısını okuyabilirsiniz. Yazıda kullanılan gör-
seller S. Ünver’in Fatih’in Defteri’nden alınmıştır.
yüzyıla bilgi aktarımını gösterir nite-
ORTADOĞU’NUN
SOLAN RENKLERİ hâkimiyetinde yaşadı. Ne yazık ki emperya-
Osmanlı Ortadoğu’dan çekildiği günden bu yana lizmin Doğu’nun zenginliklerini paylaşma
iştahı dramların hiç dinmediği bir coğrafya
Bağdat, Şam, Kahire ve Kudüs kaybettiği saadeti bırakacaktı arkasında.
arıyor. Kan ve gözyaşı içinde... Çevirdikçe ağır bir duygu yükünü de
sırtlandığımız sayfalar Napolyon işgaline
Ortadoğu coğrafyasında dinmek bilme- direnen Cezzar Ahmed Paşa’nın kahraman-
yen şiddet ve kaosun sebeplerini 1. Dünya lığından, asilere ve açlığa karşı Medine’yi
OSMANLI’NIN ORTA Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti’nin böl- ölümüne savunan Fahreddin Paşa’nın
Ahmet Özcan,
DOĞU’DAN ÇEKİLİŞİ
geden çekilmesine bağlayan bir kitapla tevekkülünden, İngilizler kendisine Irak’ta
Yarın Yay., 2014,
237 s., 15¨ buluştuk raflarda. Bu tezi öne süren krallık ve binlerce altın teklif ettiği halde
çok kitap var diyorsanız, elimizdeki bölgeyi Osmanlı adına savunmaktan
çalışmada Kudüs, Lübnan, İran, Irak, vazgeçmeyen Arap asıllı Uceymi Paşa’nın
Medine, Suriye, Ürdün, Mısır, Yemen, Urfa’nın işgalden kurtuluşuna katkılarından
Cezayir, Sudan, Tunus ve Libya da bahis açıyor.
üzerinde ayrı ayrı durulduğunu Bölgedeki şehir ve ülke tarihleri hakkın-
belirtelim. Yani bölge, yekpare bir da bilgi verilirken Kudüs aslan payını kap-
bir coğrafya olarak değil, ülkelere mış tabiatıyla. Şehrin binlerce yıldır değişen
bağlı kültürel, sosyal ve ekonomik çehresine adım adım şahit oluyoruz. Fakat
farklılıklar göz önünde bulunduru- diğer ülke ve şehirlerde kısmen daha sınırlı
larak tetkik edilmiş. Sayfalar bazen bir anlatıma başvurulmuş. Kitabın hacmi
bir şehrin tarihiyle buluşturuyor bizi, düşünüldüğünde böylesine ayrıntılı bir
bazen de bir ülkenin elim kaderiyle. analiz mümkün olmayabilir. Bu durumda
Kitap, Osmanlı’nın çekilişinin önerimiz, sonraki baskılarda sayfa sayısının
neticelerini anlatmak için kullandığı artırılması, hadi biraz daha talepkâr olalım,
malzemeyle sıradan bir Ortadoğu iki ya da daha fazla cilt halinde yayınlanma-
tarihinden ayrılıyor. Yazara göre bu sı olabilir.
topraklar binlerce yıllık tarihin tanığı, Yazarın kullandığı şiirler, fotoğraflar;
Peygamberler diyarı ve büyük me- günlük ve hatıratlardan yaptığı alıntılar
deniyet ve fikir akımlarının kaynağı. olaylara elle dokunulurcasına bir gerçeklik
Yazı, para, şiir ve mimarînin en güzel kazandırmış.
örnekleri buradan filizlenmiş. Tarih Bu mukaddes topraklar nasıl bitmek bil-
orada bütün renkleriyle birlikte mez bir zulmün içine çekildi? Osmanlı’nın
akmış yazarın tabiriyle. mirası üzerinde neler yaşanıyor?
Kitaba göre tarih boyunca nice Bu yakıcı sorular nicedir peşinizi bırak-
göçler, savaşlar ve yenilgiler gören mıyorsa cevap için hemen bir kitapçıya...
Ortadoğu en mesut günlerini Osmanlı
dumanı
üstünde
KIŞKIRTAN TAPELER
Fikri Akyüz
HALİFELER TARİHİ Ahmet Yaşar Akkaya, SÜRGÜNDEKİ HÂNEDAN
Cemâleddîn Suyûtî, Truva Yay., 2015, 15¨ Ekrem Buğra Ekinci,
Çev: Onur Özatağ Timaş Yay., 2015, 29.50¨
Ötüken Neşriyat, 2015, 43¨
212
428 88 00
Hediyeli Bulmaca
e-mail: medyapuzzle@yahoo.com
SOLDAN SAĞA:
1- Resimdeki 36. ve son Osmanlı sultanı - Ağrı
Dağı’nın adlarından biri. 2- Lityumun simgesi
- Shakespeare’in bir kral karakteri - Osmiyu-
mun simgesi - Pembeye çalan beyaz - Karak-
ter. 3- Bir haber ajansı (kısaltma) - İsveç inter-
net kodu - Bir tür başlık - Kullanım süresi - İlk
kez 1455’te Türk donanmasınca fethedilen
Ege adası. 4- İtilâf Devletleri ile Osmanlı ara-
sında 10 Ağustos 1920’deki antlaşma - Erme-
nilerin 1918’de katliam yaptığı Erzurum Azi-
ziye’nin köyü. 5- Adın durum eklerinden biri
- Valide - Haiti internet kodu - Uzaklık anlatır.
6- Osmanlı’nın 1392’de fethettiği Balkan şehri
- Payı olmayan. 7- Laos internet kodu - Hayır
karşıtı - 1232’de yapılmış Selçuklu kalesi - Bir
Eylül ayının çözümü.
ilimiz. 8- Su taşkını - Yapma, etme - Dar karşıtı
- Söz. 9- Orak biçerken kılavuzluk eden adam soru sözü - Eski Mısır’da güneş tanrısı - İdeal. gösterme sıfatının eski biçimi - İngilizce’de
- Alt karşıtı - Antilopa benzer bir Afrika hay- 7- Osmanlı’da devlet tarihçisi - Ermin, kakım. ‘Yardım’. 20- 10 Ağustos 1920’de İtilaf Devlet-
vanı - Yüce - Kaz Dağları’nın mitolojik bir adı. 8- Boğa güreşi alanı - Arsız. 9- Platinin sim- leri ile imzalanan antlaşma için Paris’e gide-
10- Tellal ile duyurma - Yabancı - Geri verme gesi - Cet - Akımtoplar. 10- Bir nota - Mihrak. rek Osmanlı heyetinde yer alan eski Şura-yı
- Aygıt, gereç - Türk müziğinde bir usul. 11- 11- Adlar - Aynı biçimde. 12- Çalışma - İsim. Devlet (Danıştay) reisi. 21- Sanat - Kalsiyumun
Gözün renkli bölümü - Kiloamper (kısaltma) 13- Yemek - Bir ekmeklik hamur topağı. 14- simgesi - Diyanet. 22- Karadeniz’e özgü küçük
- Ham ipeği iplik durumuna getiren- Sodyu- Fetva verme - M.Ö. 1894’te Mezopotamya’da tekne - Kolomb öncesinde Güney Amerika’da-
mun simgesi. 12- Resimdeki sultanın annesi. kurulmuş imparatorluk. 15- Numara (kısalt- ki en büyük imparatorluk.
ma) - Dolmakalem - Batı Anadolu yiğidi. 16-
YUKARIDAN AŞAĞIYA: Düğün bahşişi - İstanbul’da tarihi bir semt. Bulmacanın çözümünü kimlik, adres ve telefon
1- Resimdeki sultanın babası. 2- Muğla’nın bir bilgileriyle 20 Ekim’e kadar dergimize ulaştıran
17- Teklik adlara tamlayan görevinde getirile- 5 okurumuza Derin Tarih’in “Son Sultan
ilçesi - Avrupa Uzay Ajansı (İngilizce kısaltma) rek ‘birer birer’ anlamını veren söz - Bir tür II. Abdülhamid” 3. özel sayısını hediye ediyoruz.
- Bir meyve. 3- Lichtenstein internet kodu - cetvel. 18- 10 Ağustos 1920’de İtilaf Devletleri Adres: Derin Tarih Dergisi
Yavrusunu sırtında taşıyan keseli bir tür sıçan. ile imzalanan antlaşma için Paris’teki Os- Maltepe Mah. Çayhane
4- Yüzyılda bir olan - Asker. 5- Yalım. 6- Bir manlı heyetinde yer alan Bern Sefiri. 19- ‘O’ Sok. No: 1, 34010
Zeytinburnu - İstanbul
iletisim@derintarih.com
hasan aycın
editor@derintarih.com
Muhyî Lârî’nin Futuhu,l-Haremeyn adlı eserinden Mescid-i Haram’ın bir tasviri.
Türk Medeniyetinin İhtişamı Topkapı Sarayının Osmanlı Hazineleri Sergisi, İst., 1988.
yılmaz öztuna ● KISA oSmAnlI tArihi
30
YILMAZ ÖZTUNA KİMDİR?
20 Eylül 1930 İstanbul doğumludur. İstanbul’da lise tahsilinin yanında İstanbul Kon-
servatuarı’na devam etti. 1950 Eylül’ünden 1957 Temmuz’una kadar Paris’de kaldı.
Paris’in büyük kütüphanelerinde çalıştı. Paris Üniversitesi Siyasi İlimler Enstitüsü’nde
Sorbonne’da Fransız Medeniyeti kısmında, Alliance Française’nin yüksek kısmında
okudu ve Paris Konservatuarı’na devam etti. 13 yaşında ilk makalesi ve 15 yaşında
ilk kitabı basıldı. 1969’da Adalet Partisi’nden Konya Milletvekili seçilerek Ankara’ya
yerleşti. Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’nda denetleme kurulu üyesi, repertuvar
kurulu üyesi, eğitim kurulu üyesi (Ocak 1966–Kasım 1981), Kültür Bakanlığı’nda
bakan başmüşaviri (1974–77), İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Mûsıkîsi Devlet
Konservatuarı’nda kurucu yönetim kurulu üyesi ve Türk Mûsıkîsi Korosu’nda kuru-
cu yönetim kurulu üyesi, Yay–Kur (Yaygın Yüksek Öğretim) üniversitesinde Osmanlı
siyasî ve medeniyet tarihi öğretim üyesi (1975–78), Millî Eğitim ve Kültür Bakanlık-
larında 1969’dan beri pek çok ihtisas kurulunda üye ve başkan oldu. 1974–1980 ara-
sında Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî ansiklopedisi olan ve Millî Eğitim Bakanlığı’nca
yayınlanan Türk Ansiklopedisi’nin genel yayın müdürü olarak “K” harfinden “T” har-
fine kadar olan cildleri yayınladı. 1983 Mayıs’ında Milliyetçi Demokrasi Partisi’nin
kurucuları arasında bulunarak merkez genel yönetim kuruluna seçildi, sonra istifa
etti. 1985’de Faisal Finans Kurumu müşaviri oldu.
Pek çok radyo ve televizyon programı yaptı, bunlarda konuştu. Bazı konuşmaları abd,
Fransa, Avusturya gibi ülkelerin televizyonlarında yayınlandı. Bazı kitap ve yazıları
çeşitli dillere tercüme edildi. Dünyada ilk defa olarak Türk Mûsıkîsi Tarihi kürsüsü-
nü kurdu. “Büyük Türkiye”, “Osmanlı Cihan Devleti”, “Büyük Türk Hakanlığı” gibi
son yıllarda çok kullanılan tarihî ve siyasî tabirler, Yılmaz Öztuna’nındır. Ayasofya
Hünkâr Mahfili’nin ibadete açılması ve Topkapı Sarayı’nda Hırka–i Saadet Daire-
si’nde Kur’an okunması, 1000 Temel Eser, Ankara Devlet Konser Salonu ve İstanbul
Atatürk Kültür Merkezi’nin Türk Mûsıkîsi’ne açılması gibi fikirler ve uygulamalar
Yılmaz Öztuna’nındır ve siyasî iktidara onun tarafından telkin ve kabul ettirilmiştir.
Türk Kara Kuvvetleri’nin ve Deniz Kuvvetleri’nin evvelce yanlış olarak kutlanan yıl-
dönümlerini bugünkü doğru başlangıç tarihleri ile kutlanmasını sağlayan da Yılmaz
Öztuna’dır. Birçok konferans verdi. 6 kıtada pek çok ülkeyi gezdi, devlet adamları ve
halkla görüşerek incelemeler yaptı. Milletlerarası birçok kuruluşa üye seçildi.
1 Eylül 1998 tarihinden itibaren Türkiye gazetesinin başyazarlığını yaptı. 9 Şubat 2012
tarihinde Ankara’da vefat etti.
Derin Tarih Kültür Yayınları — 30
Derin Tarih dergisinin 43. sayısının hediyesidir.
Ekim 2015
İletişim
Maltepe Mah. Çayhane Sok. No: 1
Zeytinburnu 34010 İstanbul
0212 467 65 05
www.derintarih.com
iletisim@derintarih.com
Baskı
Strateji Matbaası
Yılmaz Öztuna
KISA
OSMANLI
TARİHİ
İçindekiler
4
içindekiler
Padişah 84
Saray 88
Devlet 91
Hükûmet 95
Maliye 98
Ordu 103
Askerî sınıflar 111
Donanma 117
Tersâne–i Hümâyûn 122
Batı denizlerinde Türkler 126
Din 130
Ahlâk 133
Hukuk 136
İlmiyye sınıfı 139
Eğitim 145
Sosyal yardım 149
Kültür 152
Ahlâk (Osmanlı Türk’ünün karakteri) 157
Ekonomi 162
Sanayi ve ticaret 166
Eyâletler 171
Rumeli 175
Osmanoğuları 179
5
1
Osmanlı İmparatorluğu
Siyasî Tarih
6
Van Gölü’nden Sakarya’ya
(1071–1231)
7
Sakarya’dan Meriç’e
(1231–1362)
8
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
9
osmanlı tarihi
10
Meriç’ten Tuna’ya
(1362 – 1453)
A ğabeyi Gazi Süleyman Paşa Rumeli fâtihi ise, I. Sultan Murad Han
Hüdavendigar Gazi de Balkanlar’ın fâtihidir. Türkler’in Meriç’i
geçmesi Balkan devletlerini telâşlandırmış ve Osmanlı’ya karşı ilk Haçlı
koalisyonu teşekkül etmiştir. Bu koalisyon, Macaristan kralı I. Layoş’un
başkumandanlığı altında, Sırbistan kralı V. Uroş, Bosna kralı I. Tvrt-
ko’nun da katılmasıyle Osmanlılar’ın üzerine yürümüş, fakat 1364’te
Sırp Sındığı’nda Hacı İlbeyi tarafından mahvedilmiştir. İkinci Haçlı
ordusu, 26 Eylül 1371’de I. Murad tarafından Çirmen meydan muha-
rebesinde ezilmiştir. Bu vuruşmada başkumandan olan Sırbistan kralı
Vukaşin’le kardeşi Velîahd–Prens Uybyeşat can vermişlerdir.
Balkanlar’ı hızla ele geçiren I. Murad, Anadolu Türkmen beylik-
lerinde de genişlemek ihtiyacında idi. Asker ve saire bakımından bu
beyliklerin topraklarına ihtiyacı vardı. Sulh yoluyle, şan ve şöhretinin
sağladığı avantajlarla Anadolu’da yayılmaya çalışıyor, fakat bilhassa Ka-
ramanoğulları mukavemet ediyordu. 1386–1387’de ilk Osmanlı–Kara-
man savaşı çıktı ve bundan böyle hepsinde olacağı gibi Karaman ezildi.
Üçüncü Haçlı koalisyonu, 20 Haziran 1389’da Birinci Kosova mey-
dan muharebesinde yok edildi. Fakat zaferden sonra Sultan Murad, şe-
hid düştü.
Türk tarihinin müstesna askerlerinden biri olan I. Murad, 27 yıl,
3 ay süren saltanatından sonra oğlu Yıldırım Bâyezid’e 500.000 km2’ye
varan bir imparatorluk bırakıyordu. Avrupa toprakları (291.000 km2),
Asya topraklarını (208.000 km2) geçiyordu. Bu suretle Orhan Gazi’nin
bıraktığı devletin sınırları 5 mislinden fazla büyümüş oluyor ve bu iş, bir
kuşaktan (33 yıl) daha kısa bir müddet içinde gerçekleşiyordu. Tuna ku-
zeyde sınır teşkil ediyor ve Türk toprakları Balkanlar’da Atina’nın kuzey
varoşları ile Belgrad’ın güney varoşları, doğudan batıya doğru da Ka-
11
osmanlı tarihi
12
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
13
osmanlı tarihi
isteğiyle ve hiç bir baskı olmaksızın tek tahttan ferâgat olayıdır. Ancak
bundan faydalanmak isteyen yeni bir Haçlı ordusu, 1444 Eylülünde
Türk topraklarına girdi. 10 Kasım 1444’te acele Manisa’dan yetişen Sul-
tan Murad, bu orduyu Varna meydan muharebesinde yok ederek Tür-
kiye’nin geleceğini kurtardı. Başkumandan ve Polonya Kralı Ladislas
maktul düştü.
Bu arada II. Murad tekrar padişah oldu, tekrar tahtını oğluna bı-
raktı, devlet adamlarının ısrarı üzerine üçüncü defa tahta çıktı. 1446’da
Mora üzerine 2. seferini, ertesi yıl Arnavutluk seferini yaptı; yanına oğlu
II. Mehmed’i de aldı. 19 Ekim 1448’de yeni bir Haçlı ordusunu, İkinci
Kosova Meydan Muharebesi’nde yok etti. Bu defaki Haçlı koalisyonuna,
Almanya, Macaristan, Polonya ve başka devletler katılmışlardı. Bu, Os-
manlılar’ı Balkanlar’dan sürüp atmak gayesiyle yapılan sonuncu Haçlı
seferidir. Artık Hıristiyan Avrupa, böyle bir teşebbüs yapamayacaktır.
1450’de gene oğlu II. Mehmed’le beraber 2. Arnavutluk sefer–i hümâyû-
nuna çıktı (padişahın başkumandanlık yaptığı sefere «sefer–i hümâyûn»
denmektedir). 3 Şubat 1451’de büyük şan ve şeref içinde öldü.
Müstesna dehâda devlet adamı, diplomat ve kumandan idi. “Os-
manlı Rönesansı” denen ve bu yıllarda Doğu Türkleri’nin “Timurlu Rö-
nesansı” denen akımı ile paralel olan ilim, san’at ve kültür hareketinin de
gerçek kurucu ve koruyucusudur. Oğlu II. Mehmed’e dünyanın hemen
her bakımdan en güçlü devletini bırakıyordu. Yalnız denizde Venedik,
hâlâ en üstün kuvvetti. Dedesi Yıldırım’ın mirasını geniş ölçüde topar-
lamıştı. Bilgin, şâir, müzisyendi. Adalet ve merhamet duygusu çok yük-
sekti.
Yerine geçen II. Mehmed, 30 Mart 1432 pazar günü sabahı güne-
şin doğduğu dakikalarda Edirne Saray–ı Hümâyûnu’nda doğmuştur. 19
yaşında idi ve iki defa tahta oturmuştu, saltanat tecrübesi olduğu gibi,
babasının yanında seferlere de katılmış, kumandan olarak yetiştirilmiş-
ti. Fırsattan faydalanmak isteyen Karaman üzerine bir sefer yaptıktan
sonra, artık bir kangren hâline gelen Bizans meselesini halletmek üzere
bütün varlığını bu mevzûda teksîf etti.
Rumeli Hisarı’nı yaptırıp Yıldırım’ın karşı kıyıda yaptırdığı Anado-
lu Hisarı ile beraber Boğaz’ı kestikten sonra, 1452–53 kışını Edirne’de
dehşetli harb hazırlıkları ile geçirdi. 23 Martta ordusu ve cihânın o ana
kadar görmediği, hesaplarını bizzât yaptırıp döktürdüğü, Orta Çağ’a son
verecek topları ile Edirne’den hareket etti. 6 Nisanda Bizans muhasarası
başladı. 18 Nisanda İstanbul Adaları alındı. 22 Nisan gecesi Türk ince
donanması karadan Halic’e indirildi. 29 Mayıs sabahı yapılan nihâî ta-
14
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
15
Türk Cihan İmparatorluğu’nun
temelleri atılıyor
(1453–1512)
D oğu Roma Fâtihi olarak Edirne’ye dönen II. Mehmed, cihan politi-
kasını gözden geçirdi. Devletin geleceği için çok mühim adımların
daha atılması îcâb ediyordu. Ve Bizans’ın düşmesini Avrupa’nın serin-
kanlılıkla karşılamayacağını biliyordu.
Karaman ve Bizans’tan sonra 3. sefer–i hümâyûnunda Cenevizli-
ler’den Enez’i aldı (1453 sonu) ve Kırım’a bir donanma gönderdi (1454
Temmuzu). 1454’te ilk Sırbistan seferine çıktı (4. sefer–i hümâyûn).
Kuzey Ege adalarını donanma göndererek ele geçirdi ve ilk Rodos sefe-
rini yaptırdı, fakat bu adayı alamadı (5. sefer–i hümâyûn). 2. Sırbistan
(seferi), onun 6. sefer–i hümâyûnudur (1455, 1456). Bu ikincisinde ba-
basından sonra tekrar Belgrad’ı muhasara etti. Kaleyi savunan Hunya-
di Yanoş öldü. Fâtih yaralandı, fakat Belgrad düşmedi. 1455’te Boğdan
(Moldavya, Kuzey Romanya) prensliği de Osmanlı metbûluğunu kabûl
etti.
1458’deki 7. sefer–i hümâyûn, Fâtih’in ilk Mora seferidir. 1459’daki
8. sefer–i hümâyûn ise 4. Sırbistan seferidir ki, Semendire’nin fethi ve
Sırbistan Devletinin sonu olmakla neticelenmiştir. 1460 yazında 9. se-
fer–i hümâyûnuna çıktı; 2. Mora seferidir ve Mora prensliklerinin ilgası,
Türkiye’ye katılması, Paleologoslar’ın sonu ve son Bizans kalıntılarının
silinmesi ile sonuçlanır.
Sonra Güney Karadeniz meselesini ele aldı. 1461’de 10. sefer–i
hümâyûn ile Ceneviz’den Amasra’yı aldı. Baharda 11. sefer–i hümâyûn
ile Sinop’a geldi; himayesinde bulunan Candar (İsfendiyâr) beyliğine
dostça son verdi. Yazın Trabzon’a yürüdü. Denizden ve Donanmay–ı
Hümâyûn’ca kuşatılan Trabzon Rum İmparatorluğu teslim oldu. Kom-
nenos imparatorluk hânedânına son verdi. Bu suretle Batum ve Gürcis-
tan kıyılarına kadar bütün Güney Karadeniz kıyıları, Osmanlı Devletine
16
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
17
osmanlı tarihi
18
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
yıl çalışarak donanmayı 108 harb ve 400 kadar nakliye gemisine çıkardı.
Ölümüne kadar geçen son 7 yılda ise donanmayı 250 harb ve 500 nak-
liye gemisine ulaştırdı.
İstanbul Üniversitesi’nin de kurucusudur. Batı ve Doğu dillerini çok
iyi biliyordu; edebî ve matematik ilimlerde bilgindi. Osmanlı hüküm-
darları içinde yetişen en büyük asker, en iyi diplomat ve devlet adamı
olduğu gibi, Osmanoğulları’nın en bilginidir. Bazı tarihçilere göre, Türk
milletinin 2.500 yıl içinde yetiştirdiği en büyük şahsiyettir. Büyük bir
san’at ve ilim koruyucusu idi. Bu emsalsiz savaş adamı, imparatorluğunu
imâr etmeyi de ihmal etmedi, her tarafta Türk bayındırlık eserleri yük-
seltti. 2 imparatorluk, 4 krallık, 11 prensliği feth etmiştir. 3 oğlu ve bir
kızı olmuştur. Ölümünde yalnız 2 oğlu hayatta idi.
Yerine büyük oğlu II. Bâyezid geçti. Fakat kardeşi Sultan Cem, bunu
kabûl etmedi. 1495’e kadar Cem gailesi devam etti. II. Bâyezid’i büyük
teşebbüslerden alıkoydu. Daha 10 Eylül 1481’de İtalya fütûhâtı terk edil-
di, İtalya’nın fethinden vazgeçildi. II. Bâyezid, bu arada 1483’te Maca-
ristan üzerine Morava seferine (1. sefer–i hümâyûn), 1484’te de Boğdan
seferine (2. sefer–i hümâyûn) çıktı. 1485’te, 6 yıl sürecek olan ilk Mem-
lûk savaşı patladı. Mısır–Suriye Türk Memlûk imparatorluğu ile hiçbir
kazanç sağlamayan bu savaştan hemen sonra II. Bâyezid, 1492’de 3. se-
fer–i hümâyûnuna çıktı. Macaristan ve Arnavutluk seferidir. Belgrad’ın
gene netice vermeyen 3. kuşatması bu sırada yapılmıştır. 1493’te Yâkub
Paşa’nın Adbina zaferi, Macaristan’ı sulha zorladı.
Türkiye, Akdeniz’deki üstünlüğünü bu devirde de muhafaza etti.
1487’de Kemal Reis, ilk İspanya seferini yaptı. Fakat İspanya’daki son
Müslüman devletinin, Gırnâta’nın düşmesine (2 Ocak 1492) engel olu-
namadı. Kemal Reîs’in 2. İspanya seferi (1510), İspanya teb’ası hâline
gelen İspanya Müslümanları’na yardım içindir. Ertesi yıl Kemal Reîs
(1511), Gelibolu açıklarında gemisi fırtınadan batarak boğulmuştur.
Osmanlılar’ın yetiştirdiği ilk büyük denizci ve Osmanlı deniz ekolünün
gerçek kurucusudur.
25 Şubat 1495’te Sultan Cem’in Napoli’de zehirlenerek 35 yaşında
ölmesi, ağabeyi II. Bâyezid’e geniş nefes aldırdıysa da, saltanatın ikinci
devresinde de babası ve öğlununkilere benzer büyük hareketlere giri-
şemedi. Bununla beraber İtalya’da nüfuzu büyüktü. 1498’de Balı Bey’in
2. Polonya seferi, bu devletle çıkan savaşı Türkiye lehine neticelendirdi.
Balı Bey (sonra Paşa), ikinci seferinde Varşova’ya girdi.
Venedik’le çıkan savaş, daha büyük çapta oldu. Padişah 4. ve 5. se-
fer–i hümâyûnlarını (1499, 1500), Venedik’in Güney Mora’daki üslerini
19
osmanlı tarihi
20
Türk Cihan İmparatorluğu’nun
gerçekleşmesi
(1512–1520)
Y avuz Sultan Selim, 42 yaşında tahta çıktı. Çok uzun müddet Trab-
zon sancak beyi olarak birçok seferde bulunup tecrübe kazanmıştı.
Türkiye’yi Safevî baskı, hattâ tehdidinden kurtarmak için ordu tarafın-
dan tahta çıkarılmış gibiydi. Bu misyonla —bir takım iç meseleleri hal-
lettikten sonra— derhal İran meselesini ele aldı.
23 Nisan 1514’te Üsküdar’dan hareket etti. 2 Temmuz’da Sivas’a geldi
ve ordusundan 40.000 kişiyi burada bıraktı, 100.000 kişi ile yoluna de-
vam etti. 23 Ağustos’ta Güney Âzerbaycan’da Çaldıran sahrâsında Şâh
İsmail’in 100.000 muhâribden müteşekkil ordusunu yok etti. Şâh, tesa-
düfen canını kurtardı. Yavuz, 16 Eylül’de, İran Safevî Türk imparatorlu-
ğunun taht şehrine (Tebriz’e) girdi. Bu suretle dünyanın ikinci devletini
bir müddet için olsun Türkiye’yi tehdîd edemez hâle getirdi.
Şâh İsmail, daha 10 yıl yaşadığı halde, Çaldıran’ın öcünü almaya asla
girişmedi. Gene bu zafer neticesinde Güneydoğu Anadolu ile Kuzey
Irak, İran’dan Türkiye’ye geçti. Bu suretle Osmanlılar, Anadolu’da Türk
birliğini gerçekleştirmiş oluyorlardı. İran’ın elinde Doğu Anadolu’da an-
cak küçük parçalar kalıyordu.
O zamana kadar Dulkadır Türkmen beyliği (Maraş), Osmanlı’ya
tâbî idi. Yavuz, beyliği doğrudan doğruya ilhak edip ortadan kaldırmak
isteyince, Yavuz’un annesi Ayşe Hâtûn’un babası, yani padişahın ana ta-
rafından dedesi olan Dulkadıroğlu Alâüddevle Bozkurt Bey direndi, 12
Haziran 1515 Turnadağı muharebesi ile bu direniş ortadan kaldırılıp
beylik Osmanlı topraklarına katıldı. Şiddetli Safevî savunması kırılarak
19 Eylül 1515’te de o zaman “Âmid” denilen Diyarbakır alındı.
Diyâr–ı Acem’den sonra sıra Diyâr–ı Arab’a gelmişti. Burası da bir
Türk (Türkleşmiş Çerkes) devletinin elindeydi. Mısır, Suriye ve çevre ül-
keleri ellerinde tutan Memlûkler, Türkiye ve İran Türk imparatorlukla-
21
osmanlı tarihi
22
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
23
Türk Cihan Devleti’nin Avrupa siyaseti
(1520–1566)
24
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
25
osmanlı tarihi
baş eğdi. 8 Ekim 1547 sulhu ile Kral Ferdinand, protokolde vezîr–i âzam
(başbakan) ile eşit olduğunu, İstanbul’a yıllık vergi vermeyi ve daha bir
sürü ağır şartı kabûl etti. Charles–Quint devi yıkılmıştı. Bu iş yalnız
Orta Avrupa savaşları ile değil, Akdeniz savaşları ile de gerçekleştirile-
bildi ki, ileride göreceğiz. Charles–Quint, ümitsizlik içinde tahttan fera-
gat edip manastıra çekildi (16 Ocak 1556). Almanya İmparatorluğu ve
ona bağlı ülkeleri kardeşi İmparator Ferdinand’a, İspanya Krallığı ve ona
bağlı ülkelerle Amerika’yı oğlu II. Felipe’ye bıraktı. Almanya ile İspanya
tekrar ayrıldı. Dünya rahat nefes aldı. Kanûnî’nin şöhreti zirvesine çıktı.
Kanûnî, tahta çıktıktan az sonra zuhûr eden Protestan mezhebini,
Katolik mezhebine karşı savundu. Türk baskısı olmasaydı, Charles–Qu-
int’in Pratestan mezhebini ezeceği, belki söndüreceği, olayların incelen-
mesinden açıkça anlaşılır.
İspanya ile hiç bir zaman sulh yapılmadı ve savaş kesilmedi. Alman-
ya sulhu ise 1566’ya kadar devam etti. Bu tarihte Kanûnî Sultan Süley-
man, Almanya üzerine 13. ve sonuncu sefer–i hümâyûnunu açtı ki «Si-
getvar Seferi» diye ünlüdür. İhtiyar padişah, bu kalenin önünde, otağ–ı
hümâyûnunda, top ve tüfek sesleri arasında son nefesini verdi (7 Eylül
1566 cumartesi sabahtan önce saat 1.30).
“Türk Asrı” denen XVI. asrı, Sultan Süleyman, Türkler’in yalnız ka-
nun yaptığı için değil, kanunları tatbik ettiği için ancak “Kanûnî” unvâ-
nına lâyık gördükleri, fakat Avrupalılar’ın “Büyük” dedikleri hükümdar
sembolleştirir. 2.500 yıllık Türk tarihinin en muhteşem hükümdârı sa-
yılır ve devri, Türkler’in tarih boyunca eriştikleri en ihtişamlı ve bahti-
yar çağ olarak bilinir. Saltanatı 46 yıldır ve —Ertuğrul Gazi’nin beylik
müddeti sayılmazsa— Osmanoğulları içinde en uzunudur. Diplomasi
ve devlet idaresinde gösterdiği dehâ bakımından Fâtih’ten sonra ikinci,
asker olarak Fâtih ve Yavuz’dan sonra üçüncüdür. Bilgin, hukukçu ve
şâirdir.
6,5 milyon km2 olarak aldığı bir imparatorluğu 14.893.000 km2 ola-
rak bırakmıştır (1.998.000 km2 Avrupa, 4.169.000 Asya, 8.726.000 km2
Afrika).
Osmanlı Cihan Devleti, Kanuni’den sonra daha hayli genişlemiş,
fakat onun devrindeki ihtişamına erişememiştir. Eserini anlamak için,
Doğu ve deniz siyasetlerini de incelemek îcâb eder ki, bunları, aşağıdaki
bahislerde göreceğiz.
26
Doğu siyaseti
(1520–1624)
27
osmanlı tarihi
letleri işgal edildi. Fakat asıl gaye Bağdad’ı, Irâk–ı Arab’ı alıp Basra Kör-
fezi’ne inmekti, 28 Kasımda (1534) Bağdad fethedildi. 5 asır müddetle
Abbâsî halifeliğinin merkezi olmak bakımından, çok ünlü bir şehirdi.
Bu sırada Safevîler, Tebrîz’i geri aldılarsa da, Osmanlılar, 3. defa şehre
girdiler (30 Haziran 1535).
Bu sefer neticesinde Orta ve Güney Irak (Bağdad, Basra) Osmanlı
eyâletleri oldu ve netice bakımından Basra Körfezi’nin kıyıları boyunca
Arap aşîretleri de Osmanlı nüfûzu altına düştü. Batı İran eyâletleri, Sa-
fevîler’ce geri alındı.
1536–48 arasında 12 yıl, Osmanlı–Safevî münasebetleri, nisbî bir
durgunluk devresine girdi. Irak’ı kaybeden Safevîler, kendilerini topla-
maya çalışıyorlardı. Kanûnî, 1548–49’da 2. İran seferine çıktı (11. sefer–i
hümâyûn). Tebrîz, 4. defa işgal edildi (27 Temmuz 1548). Bu seferde
Van, kesin şekilde Safevîler’den alındı. Almanya sınırına ve Atlas Ok-
yanusu’na varmış bir Türkiye’nin ancak Van’ı alabilmesi, doğuda Safevî
Türk imparatorluğunun gücü hakkında bir fikir verir. 7 ay Haleb’de, 2,5
ay Diyarbakır’da kalan Kanûnî, Doğu işlerini iyice düzenledi.
5 yıl sonra, 3. ve sonuncu Doğu (İran) seferi için İstanbul’dan ayrıldı
(28 Ağustos 1553, 12. sefer–i hümâyûn). Buna “Nahçıvan seferi” den-
mektedir. 5 ay Haleb’de kaldı. Nahçıvan’dan döndükten sonra da 8 ay
Amasya’da geçirdi. İran ile kesin sulh yapmadan ordusunun başından
ayrılmak istemedi. Amasya’da ordunun başında geçirdiği 8 ay, dehşetli
bir diplomatik faaliyetle geçti. Hem Almanya, hem İran ile çetin sulh
müzakereleri oldu. Nihayet Safevî ve Osmanlı imparatorlukları arasın-
da ilk sulh anlaşması, Amasya Anlaşması imza edildi (29 Mayıs 1555).
Bu sulh, epey uzun sürdü: 5 Nisan 1578’e kadar 23 yıl. Bu tarihte İran’a
savaş açıldı.
1578’de başlayan, bütün Kafkasya’nın ve Batı İran’ın fethi ile netice-
lenen çetin savaşta Lala Mustafa Paşa, Özdemiroğlu Osman Paşa, Fer-
hâd Paşa gibi sadrâzamlar (başbakan), Serdâr–ı Ekrem (başkomutan)
sıfatıyle büyük başarılar elde ettiler. Bilhassa Özdemiroğlu Osman Paşa
çok parladı. Çıldır meydan muharebesinde (9 Ağustos 1578) Safevî or-
dusunu ezdikten sonra Tiflis (24 Ağustos 1578), Koyungeçidi meydan
muharebesini (9 Eylül 1578) kazandıktan sonra Şirvân (Kuzey Âzerbay-
can) feth edildi. Özdemiroğlu sonra Birinci Şamahı (11 Kasım 1578) ve
İkinci Şamahı (27 Kasım), Meş’aleler (11 Mayıs 1583) zaferiyle Safevî-
ler’i ezip fütûhat sahasını genişletti. Revân alındı (15 Ağustos 1583). Da-
ğıstan’ı feth eden ve uzun zaman burada üslenen Özdemiroğlu, Kırım’da
bir müddet kalarak, sadrâzam olmak üzere İstanbul’a geldi (28 Haziran
28
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
1584). Tebriz feth edildi (22 Eylül 1585). Ancak Özdemiroğlu’nun Teb-
riz yakınlarında ölmesi (29/30 Ekim 1585), İran’a karşı Osmanlı duru-
munu az çok sarstı. Bundan sonra İran cephesinde işleri Ferhâd Paşa
ele aldı.
Bu 12 yıllık yıpratıcı savaşa, 21 Mart 1590 İstanbul Anlaşması niha-
yet verdi. En büyük kısmı Özdemiroğlu Osman Paşa tarafından alınan
590.000 km2 büyüklüğünde ülkeler, Osmanlı Devletine geçti.
Ancak sulh, 13,5 yıl sürdü. Safevîler’in Tebrîz’e taarruzu ile yeni Tür-
kiye–İran savaşı başladı (26 Eylül 1603). Tebrîz, ardından Revân düştü;
Osmanlı ordusu Urmiye’de bozuldu (9 Eylül 1605). Bu savaş 9 yıl sürdü
ve yeni bir İstanbul Anlaşması ile sona erdi (20 Kasım 1612). Ancak
2,5 yıl sonra yeniden başladı (22 Mayıs 1615). Pül–i Şikeste’de Osmanlı
ordusu bozuldu (10 Eylül 1618). Erdebil Anlaşması (26 Eylül 1618), bu
defa 3 yıldan fazla süren Osmanlı–Safevî savaşına son verdi. Bu sulh da
5 yıl sürdü ve 1624 yılında Safevîler’in Bağdad’ı ele geçirmesiyle, eskile-
riyle mukayese edilemeyecek bir şiddette yeniden başladı ki, bunu, IV.
Murad bahsinde inceleyeceğiz.
Bu suretle Özdemiroğlu’nun büyük fütûhâtının mühim kısmı,
1603’te İran’ca geri alınmış oldu. Türkiye, İran’ı Kafkasya’dan atamadı.
Kafkasya, iki imparatorluk arasında paylaşıldı. Batı İran eyâletleri de
Osmanlılar’ca elde tutulamadı.
29
Türk Cihan Devleti’nin deniz siyaseti
(XVI. asır)
30
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
31
osmanlı tarihi
32
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
33
Zirveden sonrası
(1566–1640)
34
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
35
osmanlı tarihi
36
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
37
osmanlı tarihi
etmedi. Çok geniş ölçüde huzûru, âsâyişi sağladı, anarşiyi ezdi ise de,
sonraki olaylar, bu işin, padişahın şahsıyle kaim olduğunu gösterdi. Bu-
nunla beraber bazı tarihçiler IV. Murâd’ın devletin ömrünü yarım asır
uzattığını söylerler. Kanûnî ile II. Mahmud arasında gelen padişahların
en büyüğü, XVII. asır Türk tarihinin çok seçkin bir simasıdır. Dâhî ola-
rak doğmuş, hâdiselerle olgunlaşmış, fakat gene içinde yaşadığı ortam
ve gördükleri, kendisini zulme itmiştir. Büyük bestekârdı. Asker doğ-
muş, en büyük orduları sevk–u idare edebilecek kabiliyetlerle mücehhez
bir şahsiyetti. 27,5 yaşında ölümü, devleti çok sarstı.
IV. Murad devrinde İran savaşları hiçbir zaman görülmemiş ve gö-
rülmeyecek boyutlar kazandı. Savaş, Bağdad’ın, bir sürprizle Safevîler’in
eline düşmesiyle başladı (11/12 Ocak 1624 gecesi). Hâfız Ahmed Paşa,
Bağdad’ı geri alamayınca (1625–1626), Vezîr–i âzam olan Husrev Paşa,
İran’ı altüst etti; Hemedân’ı (9 Haziran 1630) ve Batı İran’da bir çok yer-
leri feth etti, fakat Bağdad’ı geri alamadı.
IV. Murad, “Revân Seferi” denen ilk sefer–i hümâyûnuna çıktı (28
Mart–27 Aralık 1635). Kuzeyde İran’ı ezdikten sonra çok büyük hazır-
lıklarla “Bağdad Seferi” denen 2. sefer–i hümâyûna girişti. 15 Kasımda
Bağdad’a geldi ve çok kanlı muharebelerden sonra şehri aldı (24 Aralık
1638). “Bağdad Fâtihi” unvânını hakk etti. Kasr–ı Şîrîn Anlaşması (17
Mayıs 1639), 15 yıldan fazla devam eden bu büyük, kanlı ve neticeleri
şüpheli savaşa son verdi. Bu anlaşma, bugünki Türkiye–İran ve Türki-
ye–Irak sınırlarını —Irâk’ı Osmanlı Devletinde bırakmak üzere— çizi-
yor ve Kafkasya’yı Osmanlı ve Safevî imparatorlukları arasında paylaş-
tırıyordu.
38
Anarşinin hortlaması ve Köprülüler
(1640–1683)
39
osmanlı tarihi
yalnız şahsını düşünen bir kadın değildir. Çok yüksek ahlâklı, akıllı,
devletin üzerine titreyen bir genç kadındır. Cihan Devleti’nin nâibesi
olduğu zaman ancak 24 yaşındadır. Devletin uçuruma gittiğini gören
devlet adamlarınca desteklenir. Kösem ortadan kalkar kalmaz, onunla
işbirliği yapıp devleti soyan 38 ağa (yeniçeri generali) idam edilir.
Tarhan Sultan, tam 5 yıl, çok akıllı denge hesaplarıyle devletin yük-
sek menfaatlerini savunur ve adam arar. 10 sadrâzam değiştirir. Hiç
birisi beklenen liyâkati gösteremez. Nihâyet, müşâvirlerinin tavsiyesiy-
le bir hayli korka korka, pek de ümitli olmayarak, ihtiyar ve şöhretsiz
bir vezîre, Köprülü Mehmed Paşa’ya mühr–i hümâyûnu verir (15 Eylül
1656). Köprülü’yü istediği salâhiyetlerle donatır ve nâibelikten şan ve
şeref içinde çekilir. 29 yaşındadır ve oğlu IV. Mehmed artık 15 yaşına
gelmiştir. Fakat II. Selim tipinde, devlet işlerine karışmak istemeyen bir
hükümdardır. Bütün salâhiyet Köprülü Mehmed Paşa’da toplanır. Böy-
lece 1683’e kadar 27 yıl sürecek Köprülüler Devri başlar ki, bazı tarih-
çilerce hattâ Kanûnî Devrî ile mukayese edilmeye lâyık görülen bir şan
ve şevket devridir.
İhtiyar Köprülü’nün üstâdı, IV. Murad’dır. O padişahı taklîd etmeye
çalışır. Ve zulmüyle beraber taklîd eder. Epey kan döker. Fakat anarşinin
kökünü kazır. Erdel’e (Transilvanya) giderek buradaki anarşiyi bertaraf
eder. Sonra Anadolu’da Celâlîler üzerine yürür. Kırım Hanı Mehmed
Giray, Pripet bataklıklarının doğusunda, Çernigov’un 150 km batısında
Konotop zaferini kazanır (12 Temmuz 1659). 120.000 Rus askeri mu-
harebe meydanında kalır ve 50.000’i Türkler’e esir düşer. Başkumandan
Prens Trubeçkoy ve bütün maiyeti, ölüler arasındadır. İç durum gibi dış
durum da iyidir. Fakat Venedik, Kandiye’yi savunmakta direnir.
Köprülü’nün 5 yıllık iktidârının son günlerinde, tarihin en büyük
İstanbul yangını olur (25 Temmuz 1660). Şehirde 8.000 ev, 300 saray ve
konak, 360 cami ve mescid, 100 ticaret hanı, 40 hamam ve daha pek çok
bina yanar. 4.000 kişi yanarak ölür veya yaralanır. Köprülü’nün yerine
27 yaşındaki oğlu Köprülü–zâde Fâzıl Ahmed Paşa, aynı geniş salâhi-
yetlerle sadrâzam olur (30 Ekim 1661).
56,5 yılık bir sulhtan sonra Almanya’ya harb ilân edilir (12 Nisan
1663). Uyvar feth edilir (24 Eylül). İkinci defa Alman seferine çıkan
Köprülü–zâde, Serinvar’da Almanlar’ı ezer (5 Haziran 1664), fakat
Sen–Gotar’da Almanlar’a yenişemez (1 Ağustos). Türkiye’ye çok büyük
avantajlar sağlayan Vaşvar Anlaşması (10 Ağustos 1664), Türk–Alman
harbine son verir. Köprülü–zâde, Girit işini bitirmeye karar vererek ada-
ya geçer. 3 yıl Girit’te kalır. Nihayet Kandiye feth edilir (27 Eylül 1669).
40
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
Venedik savaşı biter. Polonya ile savaş başlar. IV. Mehmed, 2 Polonya
sefer–i hümâyûnu yapar (1672–1673). İlkinde Kamaniçe feth edilir, Po-
lonya ve Galiçya alınarak sınırlar kuzeye doğru fevkalâde ileriye götürü-
lür. Bucaş Anlaşması (18 Ekim 1672) ile Polonya bu Türk fütûhâtını ka-
bûl eder. Fakat şartlarına riâyet etmediği için ertesi yıl sefer–i hümâyûn
tekrarlanır. Zorawno Anlaşması (27 Ekim 1676), 4,5 yıllık Türk–Leh
savaşına son verir ve Bucaş anlaşmasını te’yîd eder. Polonya, lüzumsuz
yere çok ağır şartlarla ezilmiş olur ve bu ülkede jeopolitik sebeplere
oturmayan geçici bir Türk düşmanlığı başlar.
Köprülü–zâde Fâzıl Ahmed Paşa, 41 yaşında ölür (2/3 Kasım 1676
gecesi). Hayatının büyük kısmı cephede geçtiği için, yerine uzun yıl-
lar kaymakamlık (sadrâzam vekilliği) yapan eniştesi ve akrânı (aynı
yaştadırlar) 3. Vezir Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, sadrâzam olur
(1676–1683). Köprülüzâde’nin 15,5 yıllık sadâreti hem Türkiye tarihini
en uzun süren iktidar devirlerindendir, hem de çeşitli bakımlardan en
bahtiyar yıllarındandır. Merzifonlu devrinde bu parlaklık zirvesini bu-
lur ve zirveden düşer.
İlk büyük Osmanlı–Rus savaşı 1677’de başlar. O zamana kadar Rus-
ya —120 yıldır büyük devletler arasında olmasına rağmen— Türkiye
için tamamen ikinci sınıf bir devlettir. Kırım Hânı’nın basit bir tâbii-
dir. IV. Mehmed, Rusya üzerine 2 sefer–i hümâyûn yapar (1678, 1680).
Edirne Anlaşması (11 Şubat 1681), bu savaşa son verir. Osmanlı Devleti
yeni avantajlar sağlar. Mesele, Osmanlı himayesinde bulunan Ukray-
na’ya Ruslar’ın müdahalesinden doğmuştur.
19 yıla yakın süren Almanya ile sulh, şimdi Çekoslovakya’da kalan
Osmanlı topraklarına Alman imparatorluğunun müdahalesi ile bozulur.
IV. Mehmed, Edirne’den Almanya sefer–i hümâyûnuna hareket eder (1
Nisan 1683), fakat Belgrad’da kalır. Orduy–ı Hümâyûn yoluna, Sadrâ-
zam ve Serdâr–ı Ekrem Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın kumandasın-
da devam eder. Mustafa Paşa, —Kanûnî’den 154 yıl sonra— Viyana’yı,
Almanya İmparatorluğunun başkentini kuşatmaya başlar (14 Temmuz
1683). Kendisinden çok emindir ve birkaç stratejik ve taktik hatâ yapar.
Bütün Avrupa ayaklanmış ve Almanya’nın yanında yer almıştır. Büyük
bir Haçlı ordusu Viyana’ya yaklaşırken, Sadrâzam’dan hakaret gördüğü
için ona diş bileyen Kırım Hanı Murad Giray Han, düşman ordusuna
yol verir ve tek kurşun atmaz. Viyana açıklarında Türkler’in “Alaman-
dağı” dedikleri Kahlenberg’de geçen büyük meydan muharebesinde (12
Eylül 1683), Türk sağ kanadına kumanda eden Vezir Dâmâd İbrahim
Paşa’nın —Merzifonlu’dan intikam almak için— ihâneti yüzünden bü-
41
osmanlı tarihi
yük bozgun olur. Akşam saat 7’de Viyana kurtulur ve bütün Avrupa ki-
liselerinde şükran çanları çalar.
Serdâr–ı Ekrem, Budin’e (Budapeşte) geldikten (22 Eylül) sonra,
Vezir Kara Mehmed Paşa, Müttefik Ordu’nun başkumandanı Polonya
kralı Sobiesky’yi Ciğerdelen meydan muharebesinde —bugünki Çekos-
lovakya topraklarında— bozar (7 Ekim). Fakat çok az kuvveti vardır.
İkinci Ciğerdelen muharebesini kaybeder (9 Ekim) ve Estergon düşer
(1 Kasım).
Düşmanlarının korkunç kîni ile Merzifonlu, idbar (düşkünlük)
günlerinde, şaşkına döndü. Bu propagandaya kanan IV. Mehmed, sad-
râzamı azletti (15 Aralık). Merzifonlu, Belgrad’da idam edildi (25 Ara-
lık 1683). Bu da felâket oldu. 1656’da Merzifonlu’nun kayınbabası ve
mânevî babası Köprülü Mehmed Paşa’nın iktidara gelmesinden önceki
devir başladı; bir türlü muktedir vezir bulunamadı; bir sürü liyâkatsiz
adam biribirini tâkib etti. Bu sırada Tarhan Vâlide–Sultan’ın ölmüş bu-
lunması, IV. Mehmed’i, dalkavuk olmayan, gerçekleri söyleyen, devlet
dostu, tarafsız bir müşâvirden mahrûm etmişti.
1683 sonbahârında Türkiye, iki buçuk asır sürecek bir çekilme, ge-
rileme ve çökme devresine girmişti. Viyana kuşatması vesilesiyle Avru-
pa’yı, bir defa daha karşısında birleşmiş buldu. Ancak bu kere, tarihinde
ilk defa olarak, birleşmiş bir Avrupa’yı yenemeyecek, yenilenecektir.
Buna rağmen daha 90 yıl kadar bir duraklama devri yaşayacak güçtedir.
İspanya’nın, Hıristiyan âleminin Osmanlı İmparatorluğu olan bu devle-
tin nasıl zirveden baş döndürücü bir şekilde yuvarlandığı hatırlanırsa,
Osmanlı Türk inhitâtının oldukça yavaş tecellî ortaya çıkar. Bu, şüphesiz
Türk Cihan imparatorluğunun temellerinin pek sağlam atılmış olma-
sındandır.
XVII. asır sonlarında henüz Batı medeniyetinin, zirvesini Türkler’in
teşkîl ettiği Doğu medeniyetine üstün olduğu iddia edilemez. Bu üs-
tünlük, bir asra yakın bir zaman geçmeden gerçekleşmeyecektir. Ancak
Batı, üstünlüğünün bütün sebeplerini hazırlamıştır; bütün imkânları ele
geçirmiştir veya geçirmek üzeredir. Başta okyanuslar üzerinde hâkimi-
yet kurması gelmek üzere, Doğu’nun henüz farkına varamadığı bir çok
değerlere sahib olmuştur. Doğu, pek azametli olan mirasını yemektedir.
Bu miras, az zamanda tükenecektir.
42
Felâket seneleri ve XVIII. asır
(1683–1768)
43
osmanlı tarihi
Zvornik (4 Ekim) biribiri ardı sıra Almanlar’ın eline geçti. II. Süleyman,
sefer–i hümâyûna çıkmaya karar verdi. Edirne’den Sofya’ya geldi (6 Ha-
ziran–25 Haziran 1689). Fakat ileri gitmedi. Batucina ve Niş’te Türk
orduları, Almanlar’ca bozuldu (30 Ağustos ve 24 Eylül 1689). Çare ola-
rak, Köprülü–zâde Fâzıl Ahmed Paşa, sadârete getirildi (25 Ekim 1689).
Köprülü Mehmed Paşa’nın ortanca oğlu ve Köprülü–zâde Fâzıl Ahmed
Paşa’nın kardeşi idi. Sert tedbirler aldı. Edirne’den sefere çıktı (13 Tem-
muz 1690) ve Belgrad’ı geri aldı (8 Ekim). Bu sırada Almanlar, Erdel’i
de (Transilvanya) işgal ettiler (4 Aralık 1691). Köprülü–zâde, Almanlar
üzerine 2. seferine hareket etti (14 Haziran 1691). Fakat Salankamen’de
şehîd olması üzerine Orduy–ı Hümâyûn bozuldu (19 Ağustos).
Venedikliler, Girit’e asker çıkarmak istediler, fakat def edildiler (28
Ağustos 1692). Ama Sakız adasını işgal edebildiler (21 Eylül 1694). Bu
günlerde IV. Mehmed’in büyük oğlu II. Mustafa, amcasının ölümü üze-
rine tahta çıktı (6 Şubat 1695). Vezir Mezomorta Hüseyin Paşa —Türk-
ler’in yetiştirdikleri son dehâ sahibi amiral— Venedik donanmasını
Sakız Boğazı ve Koyun Adaları açık deniz muharebelerinde ard arda
iki defa ağır şekilde bozdu (9 ve 18 Şubat 1695) ve Sakız’ı geri aldı (22
Şubat). Yera’da Venedik donanmasını bir defa daha bozdu (19 Eylül).
II. Mustafa, ilk sefer–i hümâyûnuna çıktı. Transilvanya’da Lugoş
meydan muharebesinde Alman ordusunu yendi (22 Eylül 1695). Çar
Büyük Petro ise, Azak (Rostov yakınları) önünde bozuldu (13 Ekim
1695), fakat ikinci teşebbüsünde Azak’ı aldı (6 Ağustos 1696). II. Musta-
fa, Almanlar üzerine 2. sefer–i hümâyûna çıkıp Olaş’ta Alman ordusunu
bozdu (27 Ağustos 1696). Ertesi yıl 3. sefer–i hümâyûnu yaptı. Ancak
Senta’da (11 Eylül 1697) Tuna köprüsünün çökmesi üzerine iki yakada
kalan Türk ordusu bozuldu. Bu suretle Macaristan’ı geri almak için açı-
lan sonuncu sefer–i hümâyûn netice vermedi.
II. Mustafa, bir yıl içinde çok büyük hazırlıklar yapıp 1698’de 4. se-
fer–i hümâyûn ile Macaristan’ı almak istiyordu. Fakat herkes harbden
bıkmıştı. Dehşetli bir sulh isteği vardı. Padişah, boyun eğdi. Sulh isteyen
Türk devlet adamlarına Avrupa devletlerinin çok büyük rüşvet dağıttık-
ları sonradan ortaya çıktı.
Sulh müzâkereleri uzun sürdü, çetin geçti. Türk başmurahhası reî-
sülküttâb (dışişleri bakanı) Mehmed Râmî Efendi tarafından büyük
dirâyetle idare edildi. Bu suretle Karlofça Barışı imzalandı (26 Ocak
1699) ki, Osmanlı Devletinin toprak verdiği, ilk anlaşmadır. Bu suretle
16 yıl devam eden ve Osmanlı tarihinde “Felâket Seneleri” diye anılan
büyük savaş bitti.
44
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
45
osmanlı tarihi
46
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
47
osmanlı tarihi
48
Bozgun, Nizâm–ı Cedîd ve İrticâ
(1768–1826)
49
osmanlı tarihi
du. Fakat Sadrâzam Koca Yûsuf Paşa, Şebeş’te Alman ordusunu ezdi;
İmparator II. Joseph, zorlukla canını kurtardı. Türkler, derinlemesine
Alman topraklarını tahrîb ettiler (21 Eylül 1788). Almanlar’ı durduran
Türkler, Ruslar’a döndüler. Fakat Ruslar karşısında devamlı yenildiler.
Odesa yakınlarında Özü kalesi düştü (17 Aralık 1788); 80.000 kişilik
ordusuyle kaleye giren Prens Potemkin, 25.000 Türk asker, sivil, kadın
ve çocuğunu boğazladı. Bu tafsilâtı anlatan sadâret arîzasını okuyan I.
Abdülhamîd’e teessüründen elinde kâğıt olduğu halde inme indi ve bir-
kaç gün sonra öldü.
III. Mustafa’nın oğlu, I. Abdülhamîd’in yeğeni genç III. Selim (1789–
1807) tahta geçti. Ziştovi Sulhu (4 Ağustos 1791) ile Almanya, Yaş Sulhu
ile (9 Ocak 1792) Rusya savaşına son verildi. Bütün gayretlerine rağmen
bu iki düşman üzerinde başarı elde edemeyen, Fransız İhtilâli karga-
şalığı içinde fazla toprak da kaybetmeyen III. Selim, bu düzensiz ordu
ile hiçbir şey yapılamayacağını anlayarak savaştan çıkıyordu, Hotin’i
muhâfaza ediyor, Odesa ve çevresini Rusya’ya terk ediyordu. Bu andan
itibaren bütün gayesi, devlet müesseselerini, başta imparatorluğun te-
minatı olan ordu ve donanma bulunmak üzere yeniden düzenleme nok-
tasında topladı. III. Selim’in bu reformlarının topuna birden “Nizâm–ı
Cedîd=Yeni Düzen” denmektedir. 24 Şubat 1793’te resmen başlamıştır.
1807’ye kadar 14 yıl devam eder.
General Bonaparte, Mısır’ı işgal eder. Beklemediği bu darbe ile
sarsılan Bâb–ı Âlî, 1798’den 1802’ye kadar Fransa ile savaşır. Sonunda
Fransızlar, Mısır eyâletini boşaltırlar. Fakat Arabistan’da isyanlar vardır.
Anadolu ve Rûmeli’nde derebeyleri türemiştir. Bâb–ı Âlî’nin, hattâ pa-
dişahın, eyâletler üzerindeki otoritesi büyük darbeler yer. 1806’da Sırp
İhtilâli patlar. 22 Aralık 1806’da Rusya ile yeniden savaş başlar. Bu or-
tamda gene çok aşağılık bir ihtilâl kendini gösterir. Kabakçı İhtilâli (25
Mayıs 1807) ile III. Selim tahtından indirilir. Nizâm–ı Cedîd ordusunu,
kardeş kanı dökülmesin diye Kapıkulu Ocaklarına karşı kullanmaktan
kaçınan reformcu büyük hükümdârın eseri mahv olur. Nizâm–ı Ce-
dîd ortadan kaldırılır. III. Selim’in amca oğlu (I. Abdülhamîd’in büyük
oğlu) IV. Mustafa, tahta çıkarılır.
Fransa’nın, Napoléon’un Avrupa’ya hattâ dünyaya hükmetmek iste-
diği yıllardır. XIX. asrın eşiğinde, 1800’de dünya nüfusu 839,2 milyon
kadardır: Asya 541,5 milyon (% 65), Avrupa 189 milyon (% 22,2), Afri-
ka 76,9 milyon (% 9), Kuzey Amerika 16 milyon (% 2), Güney Amerika
13 milyon (% 1,5), Okyanusya 3 milyon (% 0,3). Büyük Devletler’in —
ehemmiyet sırasıyle— yüzölçümleri ve nüfusları şöyledir: Fransa Cum-
50
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
huriyeti (3.318 849 km2, 31,1 milyon), İngiltere Krallığı (13.242 866
km2, 78,6 milyon), Rusya İmparatorluğu (17.850.091 km2, 22 milyon),
Türkiye İmparatorluğu (12.187.705 km2, 63,7 milyon), Çin İmparator-
luğu (11.765.119 km2, 280 milyon), Almanya İmparatorluğu (980.236
km2, 41,5 milyon), İspanya Krallığı (14.887.048 km2, 32,2 milyon),
Prusya Krallığı (280.000 km2, 9,5 milyon), İran Türk İmparatorluğu
(1.735.654 km2, 12,5 milyon).
Nizâm–ı Cedîd tarafdarları kendilerine vezirlerden Alemdar Musta-
fa Paşa’yı lider seçerek, irticaa son vermek isterler. Alemdar, ordusu ile
İstanbul’a gelir. IV. Mustafa, III. Selim’i şehîd ettirir (28 Temmuz 1808).
Fakat tahttan indirilir ve kardeşi II. Mahmud (1808–1839) padişah olur.
Nizâm–ı Cedîd, “Segbân–ı Cedîd” adı altında ihyâ edilir. Mürtecîler
temizlenir. III. Selim’in şehîd edilmesi vak’asıyle en uzaktan ilgili olanlar
dâhil (bin kişiye yakın) tamamen idam edilir. 23 yaşındaki II. Mahmud,
çocuğu olmıyan III. Selim tarafından oğul gibi en büyük ihtimam ve
sevgiyle büyütülmüştür; “amca” dediği (gerçekte çok yaş farkları olmak-
la beraber amca oğlu) III. Selim’in bütün fikirlerinin vârisidir. Fakat ye-
niçeriler fevkalâde azmışlardır ve genç padişah nüfuzsuzdur. Sadrâzam
Alemdar Mustafa Paşa da hatalar yapar, sevgi kazanamaz; padişah bile
kendisine soğuk davranır. Yeniçeriler ayaklanır, Alemdâr’ı şehîd ederler
(15 Kasım 1808). Sonra II. Mahmud’u öldürmek için Saray’a taarruz
ederler. Donanma da bu iç savaşa katılır. İstanbul, tarihinde asla gör-
mediği ve bir daha görmeyeceği bir iç muharebeye şâhid olur. Padişah,
çok iyi yetiştirilmiş segbân–ı cedîd birlikleri ile, kapıkulu Ocaklarına
karşı savaşmaktadır. Padişaha sâdık donanma, Marmara’dan Süleymâ-
niye’yi top ateşine tutar (Süleymâniye’de yeniçeri ağasının makam sarayı
vardır); Süleymâniye perişan olur. Mimar Sinan’ın büyük eseri mûcize
kabîlinden isabet almaz. Büyük kan dökülür. İki taraf, padişah ve kapı-
kulları, yenişemez. II. Mahmud, reformlardan ve modern ordu kurmak-
tan vazgeçtiğini ilân eder; yeniçeriler de ona bîat ederler. İrticâ, kesin
zafer kazanmış olur. Türkiye, en değerli 18 yılını kayb eder. Bu müddet
içinde II. Mahmud, kıl kadar ince bir denge üzerinde hükümdarlık eder.
Yeniçeri ocağına bıkıp usanmadan safha safha adamlarını yerleştirir. Bir
taraftan da çok büyük dış gailelerle uğraşır.
1809–1812 Rus savaşı, Bükreş Anlaşması (28 Mayıs 1812) ile son
bulur. Türkiye, Besarabya’yı kaybeder (70.000 km2). Belgrad ve çevre-
sinden müteşekkil küçük bir Sırbistan prensliğine, muhtâriyet (otono-
mi) verilir. Tepedenli Ali Paşa’nın âsî ilân edildiği bu günlerde, Yunan
ihtilâli başlar (12 Şubat 1821).
51
osmanlı tarihi
52
Yenileşme ve Tanzimat
(1826 – 1871)
53
osmanlı tarihi
54
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
zulur. Nihayet Nizip’te Osmanlı ordusu, 2 saat içinde bozulur (24 Ha-
ziran 1839). Bu büyük felâket, ölüm döşeğinde yatan ve 7 gün sonra
ölecek olan büyük hükümdardan saklanır.
Kanûnî’den (1566) sonra gelen padişahların en büyüğü olan II.
Mahmud, modern Türkiye’nin kurucusudur. 31 yıl saltanat sürmüş, 54
yaşında, daha çok Rus belâsının verdiği sıkıntı ile kahr olarak ölmüştür.
Kendisinden sonra gelen bütün Osmanoğulları, II. Mahmud’dan yürü-
müşlerdir.
Tanzimat’ın eşiğinde, 1839’de Türkiye, tarihinin en kritik anların-
dan birini yaşıyordu. Vak’a–i Hayriyye ile Tanzîmât–ı Hayriyye arasında
geçen 13 yıl (1826–1839), Türkiye İmparatorluğunun bünyesini büyük
ölçüde değiştirmişti. Fâtih devri müesseseleri ile II. Mahmud’un devr
aldığı müesseseler arasında, şekil bakımından büyük fark yoktu. Yalnız
vaktiyle devrinin en yüksek ve iyi müesseseleri, gittikçe bozularak, II.
Mahmud zamanında, çöküntünün eşiğine gelmişti. II. Mahmud, impa-
ratorluğu çağdaş müesseselerle donattı. Eski orduyu ortadan kaldırıp
modern ordu ve donanmayı kurdu. Batı medeniyeti ile sıkı temasa gel-
di. Bu medeniyetten birçok şeyi almak suretiyle, ilk defa olarak açıkça,
Batı’nın Türkiye’den üstün olduğunu ilân etti. Türkiye, pek azametli bir
geçmişin mirası idi. Bir yerde bu miras, devletin kalkınmasında bir yük,
hattâ bir engel oluyordu.
II. Mahmud, Mehmed Ali hâriç, bütün serkeş valiler ve “âyan” de-
nen bir çeşit derebeylerinin çoğunu merkeze bağladı yahut ortadan
kaldırdı. 1789–1826 arasında gittikçe zayıflayan devletin eyâletler üze-
rindeki otoritesini yeniden kurdu. Öldüğü zaman Mehmed Ali mesele-
si, imparatorluğun istikbalini tehdîd edecek bir ehemmiyet kazanmış-
tı. Fakat Mustafa Reşid Paşa’nın dehâsı, bu tehdîdi bertaraf edecektir.
Gerçekte Tanzimat, II. Mahmud’un eseri sayılabilir. Ancak yeni rejimin
nasıl yürütüleceği, geleceğe, II. Mahmud’un yerine devlet idaresini el-
lerine alanların tutumuna bağlı kalacaktı. Türkiye’nin coğrafî konusu,
bir Japonya’ya benzemiyordu. Her tarafı azılı, hırslı emparyalist, zalim
düşmanlarla sarılmıştı. Geniş imparatorluğu askerlik ve diplomasi ba-
kımlarından savunmak, gittikçe zorlaşıyordu. Devlet yeni hamleler yap-
maya hazırlanırken, daimî bir şekil alan dış müdâhale ve taarruzlar, bu
hamleleri kırıyordu. 1839’da, Türkiye’nin eski itibarını ve büyüklüğünü
kazanabilmesi, Batı ile arasındaki mesafeyi kapatması, bir hayal değildi.
Bu iş, XIX. asrın sonlarına doğru bir hayâl olacaktır.
II. Mahmud’u takip eden hükümdarlar, 2 oğludur. I. Abdülmecîd
(1839–1861) ve Abdülazîz Han (1861–1867). Bunlar, Tanzimat padi-
55
osmanlı tarihi
56
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
57
osmanlı tarihi
tarihte ilk ve son defa bir padişahın dış seyahati olmak üzere, Avrupa’ya
götürürler. Bu seyahat çok parlak ve başarılı geçer (21 Haziran–7 Ağus-
tos 1867). Süveyş Kanalı açılır (19 Kasım 1869). Fuad Paşa bu arada ölür
(12 Şubat 1869). Prusya–Fransa savaşı sonunda Fransa’da imparatorlu-
ğun çökmesi ve Prusya krallığının Germen birliğini gerçekleştirerek
Almanya imparatorluğunu ilân etmesi, Avrupa’da dengeyi temelinden
değiştirir. Almanya, İngiltere’den sonra dünyanın 2. devleti hüviyetiyle
ortaya çıktığı gibi, cihânın en kudretli kara ordusuna da sahiptir. Bun-
dan faydalanan Rusya, artık Karadeniz’de savaş gemisi ve tersane bulun-
duracağını ilân ederek Paris anlaşmasını bozar. Türkiye bunu Londra
anlaşması (13 Mart 1871) ile kabûle mecbur kalır. Bu sırada Âlî Paşa’nın
(7 Eylül 1871) ölümü, Tanzimat’ın esaslarını da bozar. Tanzimat sadece
kâğıtta kalır. Değersiz devlet adamları, istikrarsızlık içinde birbirini tâ-
kıyb eder. Zaten Sultan Abdülazîz, otoriter idareye mütemâyildir. Türk
imparatorluğunda kaos başlar.
58
Tanzimat esaslarının bozulması ve
93 bozgunu
(1871 – 1878)
59
osmanlı tarihi
60
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
hazırlayan hiçbir şey mevcut değildi. Çeyrek asırdan beri dünya kon-
jonktürü ve Büyük Devletler dengesi de çok değişmişti:
1850 ile 1875 arasında dünya nüfusu 1.137 milyondan 1.326 mil-
yona, bu nüfus içinde Büyük Devletler’in payı 898 milyondan 1.108
milyona ve diğer devletlerin payı 219 milyondan 189 milyona geçmişti.
Büyük Devletler’in durumu —ehemmiyet sırasıyle ve sömürgeleriyle
beraber— şöyleydi:
İngiltere 259 milyondan 303 milyona, Almanya 17 milyondan (yal-
nız Prusya) 42 milyona, Rusya 68 milyondan 89 milyona, Fransa 39 mil-
yondan 45 milyona, Türkiye 54 milyondan 64 milyona, Avusturya 39
milyondan 38 milyona, Çin 380 milyondan 430 milyona, Birleşik Ame-
rika 23 milyondan 45 milyona, İtalya 27 milyona, İspanya 19 milyondan
25 milyona.
1850’de sayıları 5 olan bir milyondan fazla nüfuslu şehirler 8’e, yarım
milyonla bir milyon arasındakiler 6’dan 14’e, yüz binle yarım milyon
arasındakiler 187’den 192’ye, elli bini geçen bütün şehirler ise 291’den
375’e yükselmişti. 1875’te İngiltere’de elli binden fazla nüfuslu 86, Tür-
kiye’de 39, Çin’de 34, Almanya’da 28, Fransa’da 26, Birleşik Amerika’da
23k, Rusya’da 16, İspanya’da 15, İtalya’da 14, Japonya’da 13, Avusturya’da
11, Holanda’da 10, İran’da 9, diğer bütün devletlerde 51 şehir bulunuyor-
du. 1875’te İstanbul, dünya şehirleri içinde 5. dereceye düşmüştü: Lond-
ra 4.000.000, Pekin 1.650.000, İstanbul 1.200.000, Berlin 1.120.000, Vi-
yana 1.000.000, Kanton 1.000.000. Bu tarihte cihan tarihinde ilk defa
olarak bir şehir (Londra) nüfusu 4 milyona erişmiştir.
1875’e doğru İngiltere, kara ordusu hâriç, hemen bütün belli başlı
sahalarda (donanma, deniz ticareti, iktisat, maliye, dış ticaret, sanayi,
sömürgeler, şehirleşme, eğitim, siyasî istikrar, gerçek parlamenter de-
mokrasi vs.) münakaşasız şekilde dünyanın en ileri devleti idi. Almanya
ise, dünyanın birinci kara ordusuna sahipti. Türk ordusu dünyada 4. ve
donanması 3. idi. Bu durum, 93 darbesi ile alt üst olacaktır.
Sırbistan, Romanya ve Karadağ prenslikleri, metbûları Türkiye’ye
isyân ederek, savaşta, Rusya’nın yanında yer aldılar. Yunanistan da aynı
şeyi yaptı. Ruslar’ın Tuna’yı geçmesi ile (22 Haziran 1877) bu cephede
savaş başlamıştı. Kafkasya (Kuzey–doğu Anadolu) cephesinde başlama-
sı daha erkendir (30 Nisan). Serdâr–ı Ekrem Abdülkerim Nâdir (Abdi)
Paşa’nın düşmanın Tuna’yı geçmesine seyirci kalmasıyle harb, yarı yarı-
ya kaybedildi. Müşir Gazi Osman Paşa’nın Plevne’de düşmana karşı üç
defa ardı ardına kazandığı parlak zaferlere (20 Temmuz, 30 Temmuz, 11
Eylül 1877) ve savunma savaşına yeni prensipler getirmesine rağmen
61
osmanlı tarihi
Plevne düştü (10 Aralık). Müşir Süleyman Paşa’nın 7 gün, 7 gece zorla-
dığı Şıpka’yı geçemeyip (20–26 Ağustos 1877) Türk ordusunun Balkan
dağlarının kuzey ve güneyinde bölünmesi esasen Plevne için ümitleri
söndürmüştü. Sofya (3 Ocak 1878), Niş (10 Ocak), Vidin (24 Şubat)
düştü ve artık Ruslar, Edirne’yi de alıp Yeşilköy’e kadar geldiler. Doğu
cephesinde Müşir Gazi Ahmed Muhtar Paşa’nın Ruslar’ı ard arda birkaç
bozguna uğratması da, devamlı ve büyük takviyeler alan düşmanı dur-
durmadı. Kars düştü (18 Kasım 1877). Fakat düşman Erzurum önlerin-
de çakıldı. Bu şehir halkının da katıldığı destânî bir savunma karşısın-
da Ruslar, Erzurum’u düşüremeyip çekildiler. 31 Ocak 1878’de Edirne
mütârekesi imzalandı. Bu savaş, Çar’ın ve padişahın arzu etmemelerine
rağmen, bir taraftan panslavistlerin, diğer taraftan Midhat Paşa takımı-
nın kışkırtmaları ile çıkmıştır. İyi bir savunma vereceği umulan Türk
kuvvetleri gerçi yer yer büyük başarılar gösterdiler ve düşmana çok
ağır kayıplar verdirip Ruslar’ı çok kritik durumlara getirebildiler. Fakat
Türk müşirleri arasında, muharebe meydanlarına kadar aks eden çok
çirkin rekabet kavgaları vardı. Bu yüzden düşman, İstanbul kapılarına
kadar geldi. Sultan Azîz’in en büyük fedakârlıklarla kurduğu muazzam
ve modern silâhlı kuvvetler, liyâkatle kullanılamadı. Müşirlerin çirkin
post kavgalarına karışan II. Abdülhamîd “harbi Yıldız’dan yönetmekle”
suçlandı.
Meclis–i Meb’ûsân, irâde–i seniyye ve karar–nâme (padişah emri ve
hükûmet kararı) ile süresiz tatile sevk edildi (13 Şubat 1878). Fakat Ka-
anûn–i Esâsî (1877 Anayasası) ilga edilmedi. Bu şekilde I. Meşrûtiyet, 1
yıl, 1 ay, 25 gün, Meclis–i Meb’ûsân ise sadece 10 ay, 25 gün devam etti.
Bu tarihte, II. Abdülhamîd’in şahsî idaresi başladı ki bu 30,5 yıllık dev-
reye “Devr–i İstibdâd=İstibdâd Devri” denmektedir. Milletvekillerinin
yarısından fazlasının Türk olmaması, bunların aşırı istekleri, parlamen-
toyu imparatorluğun geleceği için tehlikeli kılmıştı. Zira Osmanlı dev-
letinde anavatan–sömürgeler ayırımı yoktu. İngiltere, Fransa gibi Av-
rupa devletleri parlamenter demokrasiyi rahatlıkla tatbik edebiliyordu.
Zira İngiltere’de parlamento, sadece Büyük Britanya milletvekillerinden
kurulu idi. İngiltere’nin yüzlerce milyon insan yaşayan sömürgeleri bu
parlamentoya tek milletvekili bile sokamıyorlardı. Osmanlı imparator-
luğunun anavatan–sömürge ayırımı yapmaması, bu imparatorluğun
hem çabuk dağılmasına sebeb olmuştur, hem de demokrasiyi imkânsız
veya çok güç uygulanır hâle getirmiştir.
Ruslar’ın elçabukluğu ile Türkiye’ye imzalattıkları Ayastefanos An-
laşması (3 Mart 1878), Türk devleti için son derece zararlı idi. Avru-
62
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
63
İstibdad Devri
(1878 – 1908)
64
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
65
osmanlı tarihi
66
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
çıkmıştı. XIX. asır şartları içinde —Avrupa’nın çok büyük bir kısmı için
bile— tabiî olan böyle bir rejim, XX. asırda devamı mümkün olmayan
bir idare idi. 1905’te Rusya’da, 1907’de İran’da meşrûtiyetin ihtilâl yoluy-
le ilânından sonra Türkiye’nin durumu da sarsıldı. Gerçi Türkiye’de o
ülkelerdeki ihtilâllere sebeb olan unsurlar yoktu. Fakat padişahın meş-
rûtiyeti ilânda geç kalması, karışıklığa sebeb oldu.
II. Meşrûtiyet gerçekte, III. Ordu’nun genç subayları ile hükümdârın
kan dökmeden çekinmesinin neticesidir. İstibdad rejimi Türkiye’de kan-
sızdı. Hayat fevkalâde ucuzdu. Fakat maaşların iki ayda bir verilebilmesi,
memur, bilhassa subay zümresinde büyük nefret uyandırmıştı. Sarayın
her işe karışması, hükûmetin nüfûzunun gittikçe kısılması, orta derece-
de saray adamlarının nâzırlardan fazla nüfûz edinmeleri, rejimin iyice
dejenere olduğunu herkese gösteriyordu. Gerçi bu yıllarda demokrasi,
yalnız birkaç devletin tatbik ettiği bir rejimdi (Birleşik Amerika, İngilte-
re, Fransa, İtalya, İsviçre, Holanda, Belçika, İsveç, Norveç, Danimarka).
Diğer devletlerde meclisler varsa da, yönetim, gerçekte parlamenter de-
ğildi. Meselâ 1918’e kadar Almanya’da meclislerin bütün üyeleri aley-
hte rey verseler, hükûmeti düşüremezlerdi; devleti kayzer (imparator)
ile onun seçtiği şansölye (federal başbakan) ortaklaşa yönetirlerdi. Bu
durumu bilmeden veya bilmezlikten gelerek Sultan Hamîd rejimi hak-
kında müfrit tenkitlerde bulunmak, tarihî gerçeklere aykırı olur.
İstibdad rejimini yıkmak için birçok gizli Türk, azınlık ve yaban-
cı kuruluşlar teşekkül etmişti. Avrupa’da bir muhâlif basın vardı. Fakat
rejimi devirmeye çalışanların ve sonunda buna muvaffak olanların ba-
şında İttihad ve Terakki Cemiyeti gelir; sonradan siyasî parti olmuştur.
23 Temmuz 1908’de bu suretle II. Meşrûtiyet ilân edilmiştir. “Meş-
rûtiyet” “taçlı demokrasi” demektir. Bugün İngiltere, Belçika, Holanda,
İsveç, Norveç, Danimarka, Lüksemburg, Japonya vs.’de olduğu gibi.
Ancak rejimin değişmesi, imparatorluğu kurtaramayacak, bilakis ba-
tıracaktır. II. Abdülhamîd’in dış politikada müstesna bir dehâ olması,
devletlerin dengesiyle 30 yıl boyunca en mâhir şekilde oynayabilmesi ve
kıl payı denge farklarıyle imparatorluğu büyük tehlikelerden koruyabil-
mesi, yeni rejimin beceremeyeceği işler arasındadır.
II. Meşrûtiyet’in ilân edildiği Türkiye, devlet idaresi şîrâzesin-
den çıkmış bir imparatorluktu. Bütün dış ve iç ihtiraslar, geçmişin bu
muhteşem imparatorluğu üzerinde birleşiyordu. İktidâra el atan, fakat
tamamen ele alaya da cesaret edemeyen İttihad ve Terakki Partisi, “İt-
tihâd–ı anâsır” propagandası yapıyordu. Bu siyasetin iflâsını, her taraf-
tan ihânetlere uğramak suretiyle görecek olan tecrübesiz parti, birkaç yıl
67
osmanlı tarihi
68
İkinci Meşrûtiyet ve Balkan Savaşı
(1908–1914)
69
osmanlı tarihi
Libya için Türkiye–İtalya savaşı çıktı (29 Eylül 1911–15 Ekim 1912).
Bugünkü Türkiye’den iki defadan fazla büyük bir ülke olan Libya’ya İtal-
yanlar’ın ânî taarruzu, Türk imparatorluğunu artık 1922 sonuna kadar
bitmeyecek on bir yıllık felâketli bir savaşlar devresine soktu. Balkan-
lar’ın karışması Bâb–ı Âlî’yi Libya’yı İtalya’ya bırakmak mecburiyetine
düşürdü.
8 Ekim 1912’de Balkan Savaşı patladı. Bulgaristan, Sırbistan, Yuna-
nistan krallıkları ile Karadağ prensliği, Rusya’nın desteği ile Türkiye’ye
taarruza geçtiler. Savaş, hiç beklenmedik şekilde Osmanlı imparatorlu-
ğu aleyhine seyretti. Subayların İttihadçı ve Halâskâr diye ikiye ayrıldı-
ğı, fecî askerî ve diplomatik hataların yapıldığı savaşı Türkler kaybetti.
En büyük hata, biribirlerine Türk’e düşmanlıklarından fazla düşman
olan 4 Balkan devletciğinin, imparatorluğun dünkü vilâyetlerinin bir-
leşmesine hükûmetin mânî olmayışı idi. Bu birleşme olduğu takdirde
bile Türk ordusunu düşmanı kolayca ezmesi îcâb ediyordu. Düşman,
yıldırım harbiyle Çatalca’ya kadar geldi. Adriyatik sahillerinden Meriç’e
çekilen Türkler, orada bile tutunamadılar. Yanya, İşkodra ve Edirne ka-
leleri kendini destânî şekilde savundu. Şükrü Paşa, 5 ay, 5 gün kuşat-
maya dayandıktan sonra, Edirne’yi açlıktan Bulgarlar’a teslîm etti (26
Mart 1913). Savaş patlayınca kim kazanırsa kazansın toprak değişikli-
ğine rızâ göstermeyeceklerini ilân eden Büyük Devletler, beklenmeyen
Türk hazîmeti karşısında, işgal edilen toprakların Balkanlılar’a terki
için Bâb–ı Âlî’ye her türlü baskıyı yaptılar. Bu suretle imparatorluğun
iki kanadından biri, Batı Türkü’nün iki anayurdunun ikincisi, Rumeli,
550 yıl sonra terk edildi. Milyonlarca göçmen gene yolları doldurdu ve
yüz binlercesi harcandı. Savaşın en ateşli demlerinde İttihad ve Terakki
“Bâb–ı Âlî Baskını” (23 Ocak 1913) denen darbeyle hükümete el koydu.
Fakat partiden birini hükûmetin başına geçirmekten çekinerek, tarafsız
sayılan Mahmud Şevket Paşa’yı sadrâzam yaptı.
Büyük Türk yağmasında Balkanlı müttefikler birbirleriyle anlaşa-
madılar. İttifakın en büyük gücünü teşkîl eden Bulgaristan üzerine yü-
rüdüler. İlk savaşa katılmayan Romanya krallığı da Bulgaristan’a taarruz
edince, bu devlet pes etti. Bu şekilde yağmadan arslan payını, tahminle-
rin aksine, Bulgaristan değil Yunanistan ve Sırbistan aldı. Buna “İkinci
Balkan Savaşı” denmektedir. Bulgarlar’ın boşalttığı Edirne’yi Türkler, bu
sırada geri almışlardı.
5 asırdan fazladır Türk yurdu olan Rumeli’nin kaybı ile ve Türk’ün
Adriyatik’ten Meriç’e çekilmesiyle neticelenen Balkan Harbi, bütün Türk
tarihinin en büyük facialarından biridir. Milyonlarca şehit verilerek,
70
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
milyonlarca altın harcanarak yurd edinilen büyük bir ülke elden çık-
mış, Türkiye artık —taht şehri İstanbul’un bu kıt’ada bulunması dışın-
da— hemen hemen Avrupa devleti olma sıfatını kaybetmiştir. Savaştan,
galip Balkan devletcikleri, şu kazançlarla çıktılar: Bulgaristan 25.257
km2 toprak ve 984.000 nüfus (o zamanki nüfus), Yunanistan 55.919 km2
toprak ve 1.859.000 nüfus, Sırbistan (sonraki Yugoslavya) 41.873 km2
toprak ve 1.492.000 nüfus, Karadağ 5.590 km2 toprak ve 161.000 nü-
fus. Ayrıca 25.734 km2 genişliğinde, 800.000 nüfuslu bir Arnavutluk,
Türkiye’den ayrıldı. Balkan harbinden evvel ve sonra Balkanlar’ın duru-
mu şöyleydi: Bulgaristan 96.345 km2’den 121.602 km2’ye ve 4.338.000
nüfustan 5.322.000 nüfusa, Yunanistan 64.895 km2’den 120.060 km2’ye
ve 3.041.000’den 4.900.000’e, Sırbistan 45.427 km2’den 87.300 km2’ye
ve 3.000.000’dan 4.492.000’e, Karadağ 9.427 km2’den 15.017 km2’ye ve
274.000’den 435.000’e. Savaştan önce 4 Balkanlı müttefikin toplamı
216.058 km2 ve 10.854.000 nüfustu; gene savaştan önce Türkiye’nin
yalnız Avrupa toprakları (Girit hâriç) 176.300 km2 ve 7.828.000 idi ve
bütün Osmanlı imparatorluğu 7.231.239 km2 ve 55.189.000 nüfuslu idi
(Mısır, Sûdan ve diğer tâbî ülkeler dışında 38.019.000).
Savaştan Türkiye 167.312 km2 toprak ve 6.582.000 nüfus kaybıyle
çıktı. O zamanki mülkî teşkilâta göre 7 vilâyet (eyâlet) ve ayrıca Edirne
vilâyetinden 2 sancak ve Sisam adası kaybedildi. Kaybedilen eyâletler
Selânik, Manastır, Kosova (Üsküb), İşkodra, Yanya, Cezâir–i Bahr–i
Sefîd (Akdeniz Adaları, yani Asya Ege adaları), Girit idi. Bu eyâletlerde
33 sancak (il) ve 158 kazâ (ilçe) bulunuyordu.
Sadrâzam ve harbiye nâzırı Mahmud Şevket Paşa, bir sûikasdle öl-
dürüldü (11 Haziran 1913). Sûikasdi İttihadçılar yapmamışlar, fakat
yapılmasına göz yummuşlardı. Bu suretle doğrudan doğruya iktidâra
geldikleri gibi, sûikasdi bahane edip belli başlı muhâliflerini idam etti-
ler veya sürdüler. 33 yaşını doldurmamış bir kurmay yarbay, Enver Bey,
harbiye nâzırı oldu. Dâmâd Enver Paşa, orduyu düzenlemek için bü-
yük tedbirler aldı. İttihadçı olmayan binlerce subayı ordudan çıkardıysa
da, bir yıl içinde kudretli bir ordu meydana getirmeye muvaffak oldu.
Ancak böyle bir orduyu bir yıl bile ayakta tutamayacak, Çanakkale ve
Sarıkamış’ta daha 1915 yılı sona ermeden harcayacaktı. Kapitülasyonlar
ilga edildi (9 Eylül 1914). Bu sırada Cihan Savaşı başlamış, fakat Türk
imparatorluğu henüz harbe girmemişti.
Cihan Savaşı’nın başında dünya siyasî dengesi şöyleydi: Ehemmiyet
sırasıyle Büyük Devletler’i İngiltere, Almanya, Birleşik Amerika, Fran-
sa, Rusya, Japonya, Avusturya, İtalya, Türkiye ve Çin teşkîl ediyordu.
71
osmanlı tarihi
72
Birinci Cihan Savaşı ve
İmparatorluğun sonu
(1914–1918)
73
osmanlı tarihi
savaş açmasıyle sonuçlandı. Böylece, bir cihan savaşı için ortam teşek-
kül etti. Avusturya’nın müttefikı olan ve Slav’lığın Cermen’liği ezmesine
müsaade etmemesi tabiî bulunan Almanya, Rusya’ya; Rusya’nın mütte-
fikı olan ve bu devleti yenen bir Almanya’nın Avrupa’da hâkimiyet kura-
cağından korkan Fransa, Almanya’ya savaş açtı. Belçika’nın tarafsızlığını
ve bütünlüğünü garantilemiş, esasen Fransa ile Rusya’nın müttefikı ve
Almanya’nın düşmanı İngiltere de, Almanya ve Avusturya’ya harb ilân
etti. İngiltere’nin kıt’a savaşındaki rolünü küçümseyen Almanya, yıllar-
dan beri savaş planını Rusya ve Fransa’yı yıldırım harbiyle ezmek üzere
hazırlamıştı. Bunun için kuzeyden Belçika’yı çiğneyerek Fransa’ya gir-
mek îcâb ediyordu. Böylece Belçika ve Lüksemburg da, daha savaşın
ilk günlerinde Merkezî İmparatorluklar’ın karşısında ve Müttefikler’in
yanında yer aldı. Karadağ da, soydaşı Sırbistan’ı yalnız bırakmadı. Bü-
tün bunlara rağmen Almanya ve Avusturya, Birleşik Amerika savaşa ka-
tılmasaydı yenilmezlerdi. Hele İngiltere işe karışmasaydı, yahut İtalya,
müttefikleri Almanya ve Avusturya’ya ihânet edip Müttefikler yanında
savaşa girmeseydi, Almanya ve Avusturya’nın zaferi kesin olurdu. An-
cak İngiltere savaşa girdikten ve İtalya, Almanya–Avusturya yanında
savaşa katılacağına tarafsızlığını ilân edip niyetini belli ettikten sonra,
Almanya–Avusturya için zafer şansı kalmamıştı. Ancak zararsız veya
az zararlı bir netice tahmîn edilebilirdi. Fakat aşağıda anılacak Marne
başarısızlığından sonra, bu netice bile tehlikeye girmiş ve Müttefikler’in
harbi kazanacağı aşağı yukarı, daha savaşın başlangıcında anlaşılmıştı.
Hiçbir devlet, bu çapta bir savaşın yıllarca süreceğine ihtimal ver-
medi. Birkaç ayda biteceğini hesaplayan askerî ve siyasî mütehassıslar az
değildi. Türkiye’nin savaşa girip Rusya’nın boğulmasına ve sonunda yı-
kılmasına sebeb olması, İngiliz başbakanı Lloyd George’un dediği gibi,
savaşı başlı başına iki yıl uzattı.
Dünya tarihinde ilk defa olarak bu savaş boyunca akıl almaz askerî
kuvvetler karşı karşıya geldi. İttifak Devletleri (Merkezî İmparatorluk-
lar): Almanya 40 kolordu (109 tümen+11 süvari tümeni), Avustur-
ya–Macaristan 16 kolordu, Türkiye 63 tümen (9 ordu), Bulgaristan 15
tümen çıkardı. Bu kuvvetlerin karşısına, dengesiz şekilde şu Îtilâf Dev-
letleri (Müttefikler) çıktı: Fransa 21 kolordu (83 tümen+10 süvari tü-
meni), Rusya 37 kolordu ve ayrıca 19 süvari tümeni, İngiltere ve sömür-
geleri 50 tümen, Birleşik Amerika 42 tümen, İtalya 45 tümen, Belçika
6 tümen, Sırbistan 19 tümen, Romanya 25 tümen, Karadağ 3 tümen,
Yunanistan 10 tümen, Portekiz 5 tümen. Bu suretle aşağı yukarı İttifak
Devletleri’nin 246 tümeni, Îtilâf ’ın 441 tümeni karşısında kaldı. Daha
74
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
1. Nüfus:
İttifak devletleri:
Almanya 79.000.000
Av. – Macaristan 55.000.000
Türkiye 29.000.000
Bulgaristan 5.300.000
168.300.000
İtilâf devletleri:
İngiltere 461.000.000
Rusya 181.000.000
abd 111.000.000
Fransa 84.000.000
Japonya 78.000.000
İtalya 38.000.000
Belçika 16.000.000
Portekiz 15.000.000
Romanya 8.000.000
Sırbistan 5.000.000
Yunanistan 5.000.000
Karadağ 435.000
1.002.435.000
75
osmanlı tarihi
Îtilâf devletleri:
Rusya 12.000.000
İngiltere 8.900.000
Fransa 8.400.000
İtalya 5.600.000
abd 4.750.000
Japonya 800.000
Sırbistan 750.000
Romanya 750.000
Belçika 300.000
Yunanistan 250.000
Portekiz 100.000
Karadağ 50.000
42.700.000
76
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
77
osmanlı tarihi
78
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
yüklükte askerî kuvvetleri karşı karşıya getirdi. Büyük insan kitleleri, bir
cephede yığıldı. Kuvvetler iki tarafta denge hâlinde olduğu için, yıllarca
siperlere kakılıp kaldı. Bu şekilde büyük orduların tahkimat içine yerle-
şip birkaç km, hattâ m lik yerler için milyonlarca cephane sarfetmeleri, o
zamana kadar görülmemiş bir şeydi. Daha önceki her hangi bir savaşta,
Birinci Dünya Harbi’nin kızgın bir şekilde geçen birkaç günü içindeki
kadar cephane harcanmış değildi.
Uçak, tank, zırhlı, motörlü vasıtalar, dev toplar, zehirli gaz, amansız
denizaltı savaşı, havadan şehirlerin (bu arada İstanbul’un) bombardı-
manı, bu harbin getirdiği yeniliklerdir.
Savaştan sonra dünyanın siyasî haritası değiştiği gibi, ondan çok
daha fazla, toplumların bünyeleri tahavvül etti. Savaşın felâketlerin-
den faydalanan komünizm gibi, her türlü insan haklarını inkâr eden
kanlı bir rejim, Rusya’ya yerleşti. Başka birkaç ülkede yerleşmesine de
ramak kaldı. Milletler, âdetâ kolektif bir çılgınlığa kapıldılar. Yüzlerce
yıllık monarşiler yıkıldı. Osmanoğulları, Habsburglar, Hohenzoller-
nler, Romanoflar gibi ebedî sanılan hânedanlar, iktidardan düştü. Sa-
vaştan memnun çıkmayan devletlerde, büyük ölçülerde teşkilâtlanmış
faşist diktatörlükler türedi. Almanya, İtalya, İspanya, Macaristan gibi
devletlerde görülen bu diktatörlükler, hem komünizme, hem de liberal
demokrasilere karşı, amansız bir düşmanlık gösterdiler. İktidar, cihan
tarihinde asla görülmemiş bir şekil ve kudrette tek şahısta toplanabildi.
Komünist olsun, faşist olsun bu diktatörler, tarihin akla gelebilecek en
büyük müstehidlerine, meselâ firavunlara rahmet okutacak bir zulüm
gücü iktisâb edebildiler.
Buna rağmen, insanlığın demokrasiye güveni eksilmedi, arttı. De-
mokrasi, daha iyi uygulandıktan, sosyal adalete daha ağırlık verdikten
başka, kendine yeni sahalar da buldu. Savaştan sonra İngiltere, dünya-
nın en büyük ve kudretli devleti hâlini, eskisinden daha çok elde etti.
Bugün sayıları 160 kadar olan müstakil devletin tam üçte biri, İngil-
tere’ye bağlı idi. I. asırda Roma, XVI. asırda Osmanlı İmparatorlukla-
rı neyse, o hâle geldi. Dünya nüfusunun en büyük kısmını, şu veya bu
şekilde, idare veya nüfûzuna tâbî kıldı. Ancak aynı yıllarda, Britanya
imparatorluğunda, 6 kıt’aya yayılan, Roma ve Osmanlı imparatorlukla-
rından sonra tarihin gördüğü bu üçüncü devamlı cihan devletinde, ilk
gerileme, hattâ çözülme alâmetleri belirdi. İngiliz emperyalizmine karşı
umumî bir nefret uyandı. Afrika ve Asya devletlerinin çoğu sömürge
hâline getirilmişti. Afrika’da yalnız Liberya, Asya’da ise sadece Türkiye,
Japonya, İran, Siyam ve kısmen Çin, sömürge olmaktan yakalarını kur-
79
osmanlı tarihi
80
osmanlı imparatorluğu siyasî tarih
81
osmanlı tarihi
39, yalnız halîfe olan II. Abdülmecîd ile 40 kişidir. Bu suretle saltanatları
1231’den 1924’e kadar 693 yıldır (son 1 yıl, 3 ay, 14 günü sadece hilâ-
fet). “Halîfe” sıfatıyle “İslâm’ın başı” titrini ise 407 yıl, 6 ay, 5 gün yalnız
30 kişi taşımıştır. 632 yılında başlayan halîfelik müessesesi 1924’te son
bulmuş, Osmanoğulları’ndan sonra müessese devam edememiş, böyle
bir sıfatı taşıyacak mânevî ve maddî gücü hâiz hiçbir şahıs ve hânedan
bulunamamıştır.
Saltanatın düşmesi ile, Türkiye tarihinin üçüncü devresi kapanır ve
içinde bulunduğumuz üçüncü devre, Cumhuriyet devri başlar.
2.500 yıllık bir Türk tarihi vardır. Türkiye devleti ise 900 yıllıktır.
Selçuklu devresi “Birinci İmparatorluk”, Osmanlı devresi “İkinci İmpa-
ratorluk” devirlerini teşkîl eder. Üçüncü devre olan Cumhuriyet dev-
ri yarım asrı henüz geçmiştir ve daha çok yenidir. Selçukoğulları’nın
ve Osmanoğulları’nın hayret edilecek derecede mütevâzı şartlarla işe
başladıkları hatırlanırsa, içinde yaşadığımız üçüncü devrenin istikbâli
hakkında çok iyimser düşünebilmek ümîdinde haklı oluruz. 900 yılda
bir Türkiye Milleti yaratılmıştır ki, Türk milletinin en büyük ve şerefli
parçasıdır.
82
2
Osmanlı İmparatorluğu
Medeniyet Tarihi
83
Padişah
84
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
formları çok dikkatli tatbik etmişler yahut bu yolda —II. Osman ve III.
Selim gibi— baş vermişlerdir. XX. asrın komünist veya faşist diktatörle-
rinin mutlak davranışlarının bir kısmı bile padişahlarda mevcut değildi.
Ancak her şey, padişah adına yapılırdı. Padişah adına yapılan her
şeyin devletin yüksek menfaatlerine uygun bulunması ve bu irâde karşı-
sında akan suların durması lâzımdı. Nazarî olarak her şey padişaha âitti.
Gene nazarî olarak her şeyden padişah mes’uldü.
Padişahın, Osmanoğlu olması, yani baba tarafından Osman Ga-
zi’nin sulbünden gelmesi şarttır. Önce umûmiyetle padişahın büyük
oğlu babasının yerine geçmiş, XVII. asır sonlarında hânedânın en yaşlı
şehzâdesinin padişah olması kaidesi kesinlik kazanmıştır.
Osmanoğulları hânedânından gelen, babası Osmanoğlu (padişah
veya şehzâde) olan imparatorluk prenslerine “şehzâde” ve imparatorluk
prenseslerine “Sultan” denir: Şehzâde Mehmed, Ayşe Sultan gibi. Tanzi-
mat’tan itibaren şehzâdelere “efendi” denmiştir: Şehzâde Ahmed Efen-
di, Velîahd–i Saltanat Yûsuf İzzeddîn Efendi.
Tahta çıkan padişahın annesi hayatta ise derhal “Vâlide–Sultan” ilân
edilir. Protokolde padişahtan sonra ikinci gelir ve gerçek ana–impara-
toriçedir. Padişah eşleri birden fazla oldukları için imparatoriçe sayıl-
mazlar. Bunlara önce “haseki” (bir kaçına “Haseki–Sultan”), XVIII. asır
başlarından itibaren “kadın–efendi” denmiştir: Hürrem Haseki–Sultan,
Gülnûş Haseki, Müşfika Kadın–Efendi… İslâm’dan önce Türk impara-
toriçesi (katun/hâtun) yok olmuş, yerini padişah annesi almıştır: Kösem
Mâhpeyker Vâlide–Sultan.
Padişahın başlıca hükümranlık alâmetleri şunlardır:
Hutbe: Cuma namazı kılınan camilerde hatîb’in, padişahın adını
hutbe okurken anmasıdır.
Sikke: “Sikke” denen mâdenî (altın, gümüş veya bakır) paranın üze-
rinde padişahın adının bulunmasıdır.
Tabl: “Davul” demektir ve eskiden beri Türkler’de saltanat alâmet-
lerinden biridir. Tabl vurularak mehter–hâne’nin belirli zamanlarda
(meselâ sabah, ikindi, akşam), belirli yerlerde (kaleler, padişah ve vali
sarayları önü, meydanlar) konser vererek halka askerî musiki dinletme-
si, hükümranlığa delâlet eder.
Sancak: Bayrak ve sancak, açık şekilde istiklâl ve hükümranlık alâ-
metidir. Fakat tek başına istiklâl alâmeti değildir; çünkü tam müstakil
olmayan devlet ve eyâletlerin de bayrakları olabilmektedir. Bayrak ve
sancak, kesin şekilde kutsaldır. Bayrak ve sancağa hakaret, padişaha ha-
karet suçu (lèse–majesté) ile aynı değerdedir, suçların en büyüğüdür ve
85
osmanlı tarihi
86
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
len beşte bir padişah hissesi, hediye ve peşkeşler bunun dışındaydı. IV.
Murâd, ölümünde hazînesinde bugünki parayla 1,5 milyar tl altın para
bırakmıştı ve gümüş para bu meblağın dışındaydı. Sonraları padişah ge-
liri düşmüştü. XVIII. asır sonlarında yılda bugünki parayla 3–4 milyar
tl’na düşmüştü. Bu parayı padişah, saray masraflarına, saraya bağlı bir-
liklere, hayır ve bayındırlık eserlerine harcar, bir çeşit telif ücreti olarak
ilim ve san’at adamlarına, yazarlara dağıtırdı. Saraylar ve saray eşyasına
dokunamaz ve satamaz, sadece oturur ve kullanırdı. Zira saraylar ve
içinde biriken akıl almaz değerde mücevher ve eşyalar, padişahın şahsî
malı değildi. Padişahtan padişaha geçen millî servetlerdi.
87
Saray
88
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
89
osmanlı tarihi
90
Devlet
91
osmanlı tarihi
92
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
93
osmanlı tarihi
94
Hükûmet
95
osmanlı tarihi
96
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
97
Maliye
O smanlı devletinde maliye, daha açık tâbirle para işlerinin başı olan
bakana, 1838’e kadar “başdefterdâr” veya “şıkk–ı evvel defterdâ-
rı”, yahut kısaca “defterdâr” denilmiştir. Gerçi her eyâletin defterdârı ve
her eyâlette muazzam bir maliye teşkilâtı vardı. Fakat gene de, bir ci-
han devletinde para işlerinin başı olan, devlet nâmına para toplayıp bu
parayı sarfeden bakanın ehemmiyeti açıktır. Öyle ki, başdefterdârın iki
yardımcısı olan şıkk–ı sânî ve şıkk–ı sâlis defterdarları, zaman zaman
Dîvân üyesi olarak kabineye dâhil edilmişlerdir. Asırlar boyunca dün-
yanın en muntazam ve büyük harb makinesini her an kurulu tutan ve
tutmaya mecbur bulunan bir imparatorlukta para işlerinin ehemmiyeti,
ayrı bir açıklamaya ihtiyaç göstermez.
XIX. asra gelinceye kadar, Osmanlı maliye teşkilâtı derecesinde
muntazam ve geniş bir maliyeye, dünyanın hiçbir devletinde tesadüf
edilmez. Başdefterdarlığın “başmuhâsebe” denen teşkilâtından, sonra-
ları dîvân–ı muhâsebât (danıştay) doğmuştur. Başmuhâsib, teknokrat
maliyeci olması bakımından çok mühimdi. Zira başdefterdarlar çok
defa siyasî şahsiyetlerdi ve devletin malî politikasından sorumlu idiler.
Bu politikayı icrâ eden ise, başmuhâsib idi. Başdefterdarlıkta 1.000 kü-
sur memur çalışırdı (yalnız İstanbul’da). Eyâletlerdeki teşkilât buraya
bağlı idi. Meselâ 1715’te Şam (Güney Suriye) eyâletinde çalışan maliye
memurlarının sayısı 2.374 idi.
Hazîne’nin parasını çalmak, en büyük şerefsizlik sayılırdı. Fakat
gene de Hazîne’ye musallat olanlar çıkardı. En girift ve ustaca yapılmış
malî sahtekârlık ve hırsızlıkların bile meydana çıkarılması mümkündi.
Bir defa, son derece ustaca düzenlenmiş bir sûistîmâl için 3 maliye mü-
fettişi 6 ay çalışmış, fakat hileyi ortaya çıkartarak hırsızları bulmuştu
(XVIII. asır başları).
98
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
Tutulan defterlerin çeşidi birkaç yüz idi. Her vergi, her eyâlet için
ayrı defterler vardı. Bunlar birleştirilerek “icmâl” defterleri düzenle-
nirdi. Bu defterlere bir göz atışta, bir vergi çeşidinin veya bir eyâletin
gelirinin tablo gibi görülmesi mümkündi. Statistik tanzimine büyük
ehemmiyet verilirdi.
Maliye müfettişlerine “bakı” denilirdi. Başmüfettişlere “başbakı”
tâbîr olunurdu. Bunlar titiz bir teşkilâta bağlanmışlardı.
Başdefterdâr’ın yani maliye bakanının parafını taşıyan bir tezkire’ye
bağlanmaksızın, Hazîne’den bir akça çıkarmak ve harcamak, vermek
veya ödemek mümkün değildi. Başdefterdârın 300 kâtibi ve 300 memu-
ru, yalnız maliyenin düzgün işlemesi için çalışırlardı.
Yıllık bütçe, Osmanlı devletinde her zaman için mevcuddur ve bir-
çoğu arşivlerimizde bulunmaktadır. İlk bütçeyi XVII. asır ortalarında
Tarhuncu Ahmed Paşa’nın yaptığı ve beğenilmediği için idam edildiği,
kesin şekilde yanlıştır.
Osmanlı devletinin gelirlerinin toplamını bulmak, bununla beraber,
daima müşkildir. Sebep şudur: Merkez ve eyâlet bütçeleri ayrıdır. Bugün
Türkiye Cumhuriyeti’nin gelirleri şöyledir: Devlet bütçesinde gösterilen
gelirler + mahallî idarelerin yani belediyelerin gelirleri. İmparatorluk
Türkiyesi’nde ise durum şöyleydi: Merkeze yani İstanbul’a gönderilen
gelirler + eyâletlerde harcanmak üzere eyâletlerde bırakılan gelirler +
mahallî belde gelirleri. Gene de ganîmet gibi fevkalâde gelirler bunların
dışında kalır. Eyâlet, durumuna göre, kendi bütçesini yaptıktan sonra,
artanını İstanbul’a gönderirdi. Bugünki federal devletlerin, meselâ Bir-
leşik Amerika’nın sistemi de aşağı yukarı böyledir. Bazı eyâletlerin şu
veya bu durumu dolayısıyla merkeze yolladığı meblağ çok az, senbo-
lik mahiyette olabilir, bazen hiç olmaz, bazen merkez o eyâlete, İstan-
bul’dan para gönderirdi.
Bu sistem, merkez gelirlerini rahatça tesbît etmemizi mümkün kıl-
makta, fakat imparatorluğun gerçek bütçesini, gelir ve harcamalarını bi-
lebilmek için, o yıl içinde her eyâletin eyâlet içinde harcanan gelirlerini
bulmak îcâb etmekte, bu da, çok defa mümkün olmamaktadır. Üstelik
merkezde iki ayrı hazîne ve iki ayrı bütçenin bulunması, işi daha da kar-
maşık hâle getirmektedir. Zira hükûmetin ve padişahın bütçeleri ayrı-
dır. Birçok birliklerin maaşları ve birçok masraflar, padişah bütçesinden
karşılanmaktadır. Malî durum darlaştıkça, padişah hazînesinden devlet
hazînesine akış hızlanmakta ve büyümektedir. Aksi, yani devlet hazîne-
sinin padişah hazînesine para verdiği ise hiç vâkı’ değildir.
Tımar sistemi, devletin gerçek gelirlerinin tesbîtini daha da karma-
99
osmanlı tarihi
100
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
101
osmanlı tarihi
dür. Ama Batı XV. asırdan beri çok yavaş, fakat emin bir tempo ile geliş-
mektedir. XVIII. asrın ilk yarısı, denge asrıdır. Batı’nın Doğu’ya açık bir
sanayi üstünlüğü yoktur. Ancak ikinci yarıda üstünlük başlar. Makine
ve buhar gücü tatbik edilmeye girişilmiştir. Ve makine, hiç durmaksı-
zın gelişmektedir. Gittikçe büyük ölçüde istihsal başlar. Siyasî bakım-
dan zor durumda, hattâ çöküntü içinde olan Doğu, sermaye terâküm
ettirememe yüzünden büyük işletmeler kuramaz. Batı, Doğu’nun sana-
yileşmesi için her şeyi yapar ve kaba güç kullanır. XIX. asır ortaların-
da, hele sonlarında, makineleşen, milyarların birikmesi ile işleyebilen,
büyük bankalar çerçevesinde toplanan Batı sanayi, almış yürümüştür.
Sanayileşmek isteyen her ülke Batı, bilhassa İngiliz ve Fransız sermaye-
sine muhtaçtır. XIX. asrın sonları ile XX. asrın başlarında Rusya, ancak
İngiliz ve Fransız sermayesi ile modern sanayini kurabilir ve trene ye-
tişmeye muvaffak olur. İşçiliği son derece ucuz tutabilen, disiplin ve dış
tasallutlardan masûn bir ülke olan Japonya da, bu kozlarını kullanarak
katara katılır ve birçok pazarı ele geçirir.
Modern sanayi yalnız icatların eseri değildir. Aynı derecede, belki
daha fazla, sermaye birikiminin eseridir. XVIII. asırda bir cam fabrika
veya atölyesi, bir şeker, kâğıt, demir imalâthânesi Türkiye’de neyse, aşağı
yukarı İngiltere’de odur. Küçük işletmelerdir. XIX. asırda ise Batı Avru-
pa’da binlerce işçi kullanan ve milyarlarla işleyebilen müesseseler doğar.
Bunu Doğu, çok defa başaramaz, gücü yetmez, zira parası yoktur, daha
doğrusu sermaye terâkümü yapamaz, servetler âtıl haldedir.
Batı ise sermaye biriktirmeye ticaret, bilhassa deniz ticareti ile ve
bu ticareti büyük şirketler hâline getirerek muvaffak olmuştur. Açık de-
nizler Batı’nın, Avrupalılar’ın elindedir. Osmanlı devleti ise okyanuslara
açılamaz ve hâlâ Akdeniz’i dünyanın merkezi sanır. Servet bu şekilde
yer değiştirir. Şahısların olduğu gibi devletlerin servetleri de çok oy-
naktır. Fakat asıl zenginliğin sanayi olduğu, günümüzde kesin şekilde
anlaşılmıştır.
102
Ordu
103
osmanlı tarihi
Bonneval Kontu: “mâhir bir kumandan” der, “Türk askeri ile dünyayı
bir kutuptan bir kutba kat’edebilir”. Bütün Türk tarihi, şecî, ahlâklı ve
milliyetçi bir ırkın kahramanlık tarihinden ibarettir denilse, fazla mü-
balağa edilmiş olmaz. XVI. asır ortalarında Baron von Busbecq, Türk
satvet ve muzafferiyetinin sebeplerini şöyle açıklar:
“Akıllara durgunluk verecek maddî kaynakları seferber edebilme
kudreti, sapasağlam, sıhhatli birlikler, silâha alışkanlık, tecrübe, çok iyi
yetiştirilmiş ordu, zafere kanıksama, meşakkate tahammül, derin anla-
yış, düzen, disiplin, nefse hâkimiyet, ihtiyat, sessizlik, tevâzu, dedikodu-
dan nefret, kargaşalıktan hoşlanmayış, âzamî huzûru sağlamak için her
şeyi göze alış”. Von Busbecq’in müşâhedesi burada bitti.
Pek çok teknik ve mânevî sebepten dolayı, Türk ordusu, asırlarca, üs-
tün ve dünyanın birinci ordusu idi. 2.000 yılda teşekkül eden millî şuur,
bu orduyu muzaffer kılıyordu. 2.000 yıl boyunca Türk, kendinden daha
muhârib bir ırkın olabileceğini değil kabûl etmek, aklından geçirmemiş-
tir. Zafere kanıksamıştır. Üstün dinin, cihan devletinin, en yüce ve ulu
hükümdârın tab’ası olduğuna iman şeklinde inanmıştır. 1770’ten itiba-
ren bu inanç zayıflamaya ve doğru da olmadığı anlaşılmaya başlanmış,
hem mânevî ortam sarsılmış, hem ileri harb tekniği başkalarına geçmiş-
tir. Fakat Türk toplumu daha uzun yıllar bu gerçeği, eskisi gibi olmadığı
gerçeğini inkâr etmiştir. İnkılâpçı padişahların ve vezirlerin başını yiyen,
bu devir değiştiğini fark edemeyen inanç olmuştur. II. Osman’lar, III. Se-
lim’ler, bu uğurda kelle vermişlerdir. Bir subay, Yedikude’ye götürülen
II. Osmân’ın yüzüne karşı: “Şanlı ataların bu devleti kiminle kurdu, bu
kal’aları hangi askerle aldı? Sen bizden yüz çevirip yeni asker yazmak
istersin” diye bağırdığı zaman, kendi inancı içinde samîmî idi. Mağlûb
olmamış bir askere reform tatbik etmek mümkün değildir. Büyük Petro,
İsveçliler’den devamlı dayak yemeseydi, eski orduyu imhâ edip modern
Rus ordusunu kuramazdı. Türk ordusu yarım asırdır Ruslar’ın bu mo-
dern ordusuna yenilmeseydi, II. Mahmud’un Vak’a–i Hayriyye’yi başar-
ması, modern orduyu kurması imkânsızdı. Nitekim ataları buna cesaret
edememişler, edenleri, tahtlarından başka kellelerini de kaybetmişlerdir.
Üstelik Türkiye gibi bir cihan devleti hayatı yaşamış, asırlardır dünyaya
üstten bakmış bir ülkede bu iş büsbütün zordu. Tarihi boyunca büyük
devlet olmamış bir Japonya’da, tarihi boyunca İsveç’ten, Polonya’dan,
Türkler’den dayak yemiş bir Rusya’da çok daha kolaydı.
Bu millî şuur ve gurur, XX. asırda bile Türkler’in işine yaramıştır.
Atatürk, son nefesine kadar, bu şuûru canlı tutmaya her şeyden fazla iti-
na etmiştir. Bu şuûr olmasaydı Millî Mücadele’den sağ ve salim çıkmak
104
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
105
osmanlı tarihi
Bir seferin menzil teşkilâtını hazırlamak, bir ucu Kızıl Elma’da, bir
ucu Kaf Dağı’nda olan bir devlet için, muazzam bir şeydi. Ağırlıklar
denizden, su yoluyle ve kara yoluyle nakledilirdi. Suyolu olarak kulla-
nılan ve üzerinde çok yoğun trafik bulunan Türk akarsularının başlıca-
ları başta Tuna olmak üzere, Fırat, Dicle ve Nîl idi: 1639 Bağdad sefer–i
hümâyûnu için, ağzına kadar mühimmat dolu 800 gemi, Birecik nehir
limanından hareket ederek Bağdad önlerine gelmişti. Ardından Birecik
tersânesinde henüz inşâ edilmiş 800 gemi daha yola çıkarılarak 800 km-
lik mesafeyi geçti, Bağdad’a geldi. Nehir yolları, tesviye edilir, bakımlı
tutulurdu.
Türk ırkının ata, silâha, ava düşkünlüğü, her Türk’ü askerliğe yakın
ve yatkın kılıyordu. Üstün nişancı olan Türk askeri, üstün süvari idi de.
Çok iyi eğitilmiş ve harb meydanlarında üstün tecrübe edinmişti. Klasik
devirde Türk ordusu, esas bakımından atlı bir ordu idi. Süvarilik mezi-
yetleri, XIX. asırda bile üstün kalmıştı. 1827’de İngiliz amirali Sir Adolp-
hus Slade’in müşâhedelerini aşağıya geçiriyorum:
“Kelefçe meydan muharebesinde Türk süvarisini gördüm. Türk
akıncı süvarileri “Allah Allah” diye bağırarak atlarını Ruslar’ın üzerine
sürdüler. Kale düzeni hâlini almış Rus birlikleri, bu taarruza tahammül
gösteremeyip dağıldı. İki saat süren bu taarruzda Türk süvarisi, âdetâ
spor yapıyor gibiydi. Rus piyade birliklerinin acziyle eğleniyor, Türk pi-
yadesi ise muharebeye karışmayıp seyrediyordu… Açıkta Türk süvari-
sini karşılayamayacağını anlayan Ruslar, bu defa müstahkem tabyaların
arkasına sinerek Türk süvarisini beklemeye ve onları müstahkem siper-
lerin önünde kırmaya karar verdiler. Türk süvarisi, bu defa da taarruza
geçmekten çekinmedi. Ölümden zerrece korkuları olmadığı âşikârdı.
Rus siperlerine doğru yaklaştılar. Siperleri az kala atlarını dizginleyip
bir an siperlerin ardındaki Rus kazak süvarilerine küfrediyor, onları
kızdırıp siperlerden çıkarmak istiyorlardı. Siperlerin önünde bir an ka-
lıp derhal çekildikleri için isabet almıyorlardı. Âdetâ şehir meydanında
cirit oynuyorlardı. Bu yaptıkları artık süvariliğe bile sığar şey değildi,
tam mânâsıyle at canbazlığı idi. Rus topçusunun ateşi altında, ateşten
mümkün olduğu kadar kaçınıp isabet almamıya çalışarak siperlere yak-
laşıp piştovlarını Ruslar’ın üzerine boşaltıyorlardı. Fakat bir an geldi ki,
Rus toplarının ateşi şiddetlendi. O zaman Türk süvarisi, ric’ate başladı.
Ama atlarının üzerlerinde görünmüyorlardı, kafalarını atlarının karnı-
na sokup çekiliyorlardı… Fakat başlarını atlarının karnına çekmeleri
çok kötü netice verdi: Zira çevrelerini görmüyor, yalnız istikamet tayin
edebiliyorlardı. Kumandanları Reşid Paşa’nın yalnız başına Ruslar’ın
106
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
107
osmanlı tarihi
108
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
109
osmanlı tarihi
110
Askerî sınıflar
111
osmanlı tarihi
112
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
113
osmanlı tarihi
sızın savaş kazanılamayacağını çok geç anladı ve bizden 500 yıl sonra
akıncı teşkilâtını kurdu, “komando” adını verdi. Osmanlı devletinin ku-
ruluşu ve şevketinde tımarlı sipahisinden sonra ordunun en çok hizmet
eden sınıfı akıncılardır. Tımarlılar gibi Türk aslındandır ve gene onlar
gibi babadan oğla geçen bir meslektir.
Akıncı, akın yapan askerdir. Akın, düşman iline akmaktır. Atla ya-
pılır. Atsız akın yoktur. Bozkurt, Türk’ün mânevî gücünü gösteren sen-
bolse, at da maddî gücünü gösteren semboldür. Bu semboller binlerce
yıllıktır. Asya tarihinin fecrinde, sisli çağlar içinden çıkmıştır. Hiç bir
ırk, Türkler gibi akmasını bilmemiştir. Türk akın için doğdu sanılır. Şâi-
rin “Biz kasırga oğulları, biz kanatlı süvârîler” dediği Türk atlısı, miskin
kavimlerin dağ ve akarsu atlayamadıkları çağlarda Pasifik kıyılarından
Atlantik kıyılarına erişmiştir. Onu kuzeyde buzullar durdurmuş, fakat
güneyde Himalayalar bile durduramamıştır. Hind Okyanusu’na da ko-
layca erişmiştir. Bir milletin karakteri bin yılda teşekkül eder. Bir millet,
bir şeyi en iyi şekilde yapıyorsa, yüzlerce yıllık tecrübe ve çalışmanın
neticesidir. İsviçreli, bu derece dakik saat yapmayı beş yüz yıl çalışarak
öğrenmiştir. Osmanlı akıncısı da yerden bitmemiştir. Orta Asyalı süva-
rinin gerçek oğlu ve halefidir.
XIX. asrın 2. yarısında Çukurova Türkmeni’ne göre en kutsal şeyler
hâlâ at ve silâhtır. Kadın üçüncü gelmektedir. Refik Hâlid’in Çete’sinde
anlattığı Millî Mücadele devri akıncısı, İzmir’e girmek azmiyle Afyon’da
bindiği atından denizi görmeyince artık inmeyen Türk süvarisi, Orta
Asya’dan gelip Tuna’ya tırmanan Türk atlılarının gerçek torunlarıdır.
Akıncı, öncüdür. Piyoniyedir, gönüllüdür, fedâîdir, dalkılıç ve kel-
lekoltuktadır. Yolu o açar ve gösterir. Ardından ordu gelir, sonra mil-
let. Ve yurd kurulur. Anadolu’da, Rumeli’nde Selçuklular ve Osmanlılar
böyle yurd kurmuşlardır. Tek kanatlı imparatorluk olmaz. Kanatlardan
biri kopunca, imparatorluk da düşmüştür. Akıncılık bir ruh meselesidir.
İnanç ve imandan bile öte bir şeydir. Aynı zamanda bir dünya görüşü
meselesidir. Akıncı, derviştir, derviş–gazidir, erendir. Akıncı gibi düşü-
nüp hissetmeyen insan ne akıncı, ne öncü olabilir.
Osmanoğlu Orhanoğlu Gazi Süleyman Paşa, Çanakkale kanalını
atladığı, Gelibolu’ya erdiği an, mutlaka kuzeyden esen Tuna meltemini
hissetmiştir. Süleyman Paşa’nın akıncıları atlarını Tuna deryâsına sal-
dıkları zaman Gelibolu mûcizesinden bir çeyrek asır bile geçmemiştir.
Türkler’in “mübârek” diye andıkları, “deryâ” diyerek tebcîl ettikleri bu
büyük akarsuyu hayatında akın gayesiyle 130 defa geçen akıncı beyleri
nesli, böyle yetişmiştir. Bu beylerin çoğunun ataları, Osman Gazi’nin
114
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
115
osmanlı tarihi
116
Donanma
117
osmanlı tarihi
118
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
119
osmanlı tarihi
120
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
121
Tersâne–i Hümâyûn
122
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
123
osmanlı tarihi
124
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
hâriç 2.200 m2 yüzeyi vardı. Seren direklerinin kutru 3 metre idi. Çok
lüks döşendi. 2.000 mürettebâtı ve 120 topu vardı. Uzun menzilli deniz
topları ise Kemal Reîs’in icadıdır. XVI. asırda 3.000 tonluk gemiler de
yapıldı. Fakat esas kadırgalar daha küçük teknelerdi. 1710’da İstanbul
tezgâhından indirilen bir kalyon (yelkenli harb gemisi) 3.300 mürette-
batlı ve dünyanın en büyük teknesi idi. Bunu İstanbul limanında gören
İngiliz gezgini Richard Pococke, İngiliz donanmasının en büyük gemisi
olan Royal Sovereign’den 12 kadem daha büyük, 55,51 metre uzunluk,
14,34 metre genişlik, 6,48 metre derinlikte, kapdan güvertesi hâriç 3
güverteli, ayrıca bir yedek güverteli, 110 toplu, 1.600 mürettebatlı, 95
kantar ağırlığında demirleri olan bir tekne şeklinde tavsîf eder.
IV. Murad devrinde (1623–1640) yalnız İstanbul Tersânesi’nde ayda
6 ve yılda 72 kadırga yapılıp denize indiriliyordu. Kadırgalar arasında
biri, 3.120 mürettebatlı, 150 toplu bir devdi. IV. Murad, yılda inşâ edilen
harb gemisi sayısı 71’e düştüğü an, bu işten mes’ul tersâne emîni (deniz
müsteşarı) Sâlih Efendi’yi, başını kesmekle tehdîd etmişti. 1830’da II.
Mahmud’un Navarin faciasından hemen sonra 2 yıl içinde yaptırdığı ve
kendisini yetiştiren III. Selim’in adını verdiği Selimiyye kalyonu, 1 400
mürettebatlı, 120 toplu, yeryüzünü en iyi harp gemilerinden biriydi. Eşi
yalnız İngiliz donanmasında vardı. Fakat bu kalyonu bize tasvîr eden
İngiliz amirali Sir Adolphus Slade’e göre Türk gemicileri acemi idiler.
Zira 3 yıl önce Navarin’de, son yetişmiş Türk denizci nesli mahvedil-
mişti.
125
Batı denizlerinde Türkler
126
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
127
osmanlı tarihi
128
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
129
Din
130
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
131
osmanlı tarihi
132
Ahlâk
133
osmanlı tarihi
bir cümle vardır ki, bu iki kelimelik hârika cümle, bundan 2.013 yıl önce
söylenmiştir. Gene bu nutukta şu parıltılı cümleler yer alır: “Biz ölsek
de, kahramanlığımızın şöhreti kalacaktır. Yalnız bu şöhret, çocukları-
mızı ve torunlarımızı, diğer kavimlerin efendisi kılmaya yeter.” Çocuk-
ların ve torunların, gelecek kuşakların şânı ve varlığı için ölmek… 2.000
yıl önce Türk milliyetçiliği, bu seviyeye erişebilmiştir. Millî ahlâk bu idi.
Bencil değildi, geleceğe dönüktü. Şahsî değil, toplum içindi. Murad Hü-
dâvendigâr’ın Kosova’sında, Mustafa Kemâl’in Sakarya’sındaki ruh, bu
ruhtur. Öyle üç beş asırda olmamıştır, olacak şey de değildir.
1602 yılında yazan bir Erdelli Macar tarihçisi, Szamosközy şöyle
der: “Kan içici Romen, Sırp ve Almanlar’ın biz Macarlar’a yaptığı mu-
ameleyi, değil Osmanlılar, Kırım Tatarları bile asla irtikâb etmemişler,
bunlar bize karşı şefkatle davranmışlardır.”
Gerçek Türk ahlâkı, büyük bir hoşgörürlüğe ve müsamahaya yer ve-
rir. Taassup sevilmez. Türk’e göre taassup ve yobazlık, kendine emniyeti
olmayan şahıs ve toplumlara vergidir. Türk edebiyatı asırlarca yobazlar-
la alay etmiş, onları kınamıştır. Türk, imanından o derecede emindir ki,
asırlarca Bizans mozaikleri karşısında namaz kılmış, bu mozaikleri ka-
patmayı bile düşünmemiştir. Ayasofya 1453’te cami, hem de protokolde
bütün Osmanlı Cihan Devleti’nin birinci camii olduğu halde, tympanon
duvarındaki mozaikler 1573’te Mimar Sinân’ın büyük tamiri sırasında,
kubbe mozaikleri 1580–1592 arasında, sonra 1630’dan az önce, tama-
mı 1672’de —hiç tahrib edilmeden— üzerine badana çekilerek kapa-
tılmıştır. Doğu kemerlerindeki mozaikler ancak 1801’de, geri kalanlar
da 1750’de badana ile örtülmüştür. Bu durum, asırdan asra taassubun
arttığını, Osmanlı şevketinin taassubla alâkası olmadığını gösterir. Selâ-
nik Ayasofya Camii’ni XX. asır başlarında II. Abdülhamîd, hem Bizans,
hem Türk kısımlarına aynı derecede para harcayarak, büyük masraflarla
onarmıştı. Selânik, 1913’te Yunanlı’nın eline geçti. Derhal kiliseye çev-
rildi. 1950’ye doğru, Türkler tarafından XVI. asırda yapılan âbidevî son
cemaat revâkı, taş oymacılığı şâheseri olan minber, kürsü ve müezzin
mahfili, hiçbir iz bırakılmamacasına kaldırılıp tahrîb edildi. Kendine
güveni olmayan toplumlar, dinde olsun, rejimde olsun, mutaassıbdırlar.
Milletlerin seciyyesi, karakteri, bin yılda oluşur. Daha önceki Yunan-
lı da böyleydi. 1147’de II. Haçlı seferinde, Bizans imparatoru, Alman-
ya imparatoru ve Fransa kralı, Anadolu’ya girmişlerdi. Anadolu Türk
devleti, Türkiye, ancak 70 yıllıktı. I. Sultan Mes’ud, koalisyon ordularını
yok etti. Haçlı Şövalyeleri, Anadolu dağlarına can attılar. Yerli Rumlar,
şövalyeleri buluyor, yaralıları öldürüp soyuyorlardı. Sultan Mes’ûd ise
134
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
135
Hukuk
O smanlı devleti, sanıldığı gibi bir şerîat devleti değildir. Eski Türk
hukukundan gelen ve “hâkanî” veya “Sultanî” denilen sistem, dev-
letin yüksek menfaatlerini kollayan bir düzendi. Bu düzene göre yasama
yetkisi, padişahındı veya padişah adına yapılırdı. Medenî hukukta geniş
ölçüde şerîat ve Hanefî hukuk sistemi uygulanıyordu. Fakat ceza huku-
ku ve diğer sahalarda, kesin şekilde Sultanî hukuk hâkimdi. Devletin
başından sonuna kadar, durum budur.
Esasen Hanefî mezhebinin istihsân müessesesi (ki Mâlikî mezhe-
binde de “istislâh” adıyle mevcuttur), devletin teşrî (kanun koyma) yet-
kisine dinî bakımdan da hayli kolaylık ve serbestlik getiriyordu. Tabiî
“Sultanî” ve “hâkanî” denen ve elimizde “kanûn–nâme” adıyle yüzlerce-
si bulunan kanunlardaki hükümlerin, şerîat hükümleriyle açıkça çeliş-
memesine dikkat edilmiştir. Bu hususta Kanûnî Sultan Süleymân’ın, bü-
yük hukukçu Şeyhulislâm Ebussuûd Efendi’ye hazırlattığı yasalar, millî
ve dinî hukukun uyuşturulması bakımından da bir şâheserdir.
Klasik Osmanlı düzeninde 4 Sünnî mezheb de haktı. Gerçi Türk-
ler’in tamamı ve İslâm’ı Türkler’den alan Arnavut, Boşnak, Çerkes gibi
kavimler tamamen Hanefî idi. Padişah halîfenin mezhebi de Hanefî idi.
Fakat halîfe sıfatıyle, 4 Mezheb’in de başı idi. Devletin Şâfiî tab’ası da
çoktu. Kuzey Afrika’da ise Mâlikî tab’ası vardı. Hanbelî tab’ası azdı. Dev-
letin Şîî tab’ası da mevcuttu (Yemen’de Zeydîler, Irak’ta Câferîler). Hattâ
küçük Hâricî tab’ası da vardı. Bunların topu Müslüman’dı ve bunların
dışında kalanlar, başka din ve medeniyetten olanlar, imparatorluğun
tab’ası olsun, yabancı olsun, “kâfir” idi.
Osmanlı terminolojisinde ve halk anlayışında “kâfir, küffâr, kefere”,
ancak “barbar, yabancı” mânâsındadır. Yunanlılar’ın ve Romalılar’ın
başka medeniyetten olanlara “barbar” demeleri gibi, Osmanlılar da,
136
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
137
osmanlı tarihi
138
İlmiyye sınıfı
139
osmanlı tarihi
140
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
141
osmanlı tarihi
142
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
143
osmanlı tarihi
bir işi icrâ etmek isterse, Dîvân–ı Hümâyûn’a müracaat edip hükûmet
kararı alırdı. Yeryüzünün 3 asırdan fazla bir zaman için en büyük ve
kalabalık şehri olan İstanbul’un belediye başkanı olarak İstanbul Efendi-
si’nin görevleri, aklın almayacağı derecede çeşitli idi. Her şey padişahın
gözü önünde olduğu için belâlı bir makamdı. Fakat bu makamda bulu-
nup başarı göstermeden fiilen kazasker ve şeyhulislâm olmak da hemen
hemen mümkün değildi. Bir görevliler ordusu, İstanbul Efendisi’nin
emrinde, çeşitli işlerle uğraşırlardı. İstanbul’dan sonra imparatorluğun
en kalabalık beldeleri Kahire ve Edirne idi. Buraların kadılarının so-
rumlulukları da çok büyüktü. Zaman zaman protokol sırası değişmekle
beraber, kadıların umumî protokol sırası şöyle idi: İstanbul, Mısır (Ka-
hire), Budin (Budapeşte), Bağdad, Edirne, Bursa, Mekke, Medîne, Şam,
Haleb, Belgrad, Bosnasarayı, Konya, Sofya, Kütahya, Tameşvar, Diyar-
bekir, Erzurum, Musul, Sivas, vs. (Hammer, XIV, 70).
Koçi Bey, 1640’ta imparatorluk teşkilâtını anlatırken, devletin 2.400
kazâ dairesine (ilçe) ayrıldığını, bunun 1.700’ünün Anadolu, 700’ünün
Rumeli kazaskerlerine bağlı bulunduklarını, bu kadılara bağlı binlerce
nâib (nahiye kadısı) olduğunu yazar.
144
Eğitim
145
osmanlı tarihi
146
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
147
osmanlı tarihi
yani hayır eseri olmakla beraber, birçoğunun vakıf geliri zamanla yok
olmuş, sadece bina ortada kalmıştı. Böyle okulların hoca maaşı dâhil
masraflarını, o mahallenin zenginleri karşılardı. Devletin yaptırdığı ve
devletten para alan tek okul yoktu. Ancak Tanzimat’tan sonra maârif
nezâreti kurulunca devlet okul yaptırmaya başlamıştır. Artık o zamanlar
eski zenginler ve hayır sahipleri azalmıştı. Tanzimat’tan önce devlet, sa-
dece askerî okullar yaptırmıştır. Tek tip ilkokul yoktu. Vâkıf (vakf eden)
nasıl arzu etmişse, o şekil ortaya çıkmıştır. Okulun müfredat programla-
rını vakıf–nâme hâlinde tescîl ettirenler vardır. Batı’da da böyledir.
İlk öğretim çok yaygındı. İmparatorluk, hiç olmazsa her erkek çocu-
ğa ilk tahsil verecek şekilde teşkilâtlanmıştı. XVI. asırda çok yaygın olan
ilk öğretim, XVIII. asrın ikinci yarısında azaldı ve bozuldu. Kanûnî dev-
rinde, XVI. asırda, Türkiye’yi dolaşan Fransız gezgini Belon (II, 180v)
her köyde mutlaka bir okul bulunduğunu ve buna yalnız oğlanların de-
ğil, kızların da devam ettiğini, hayretle kaydeder. XVII. asır ortalarında
—banliyöleri hâriç— İstanbul’da 1.993, Amasya şehrinde 200, Erzurum
şehrinde 110 “sıbyân mektebi=ilkokul” vardı. Yalnız öğrenci sayısı, bu-
güne nisbetle çok azdı. Bir okuldaki sınıf ve öğretmen sayıları da öyle.
Bugünkü kalabalık ve büyük ilkokullar mevcut değildi. 20–30 öğrencisi
olanlar bile vardı. Kalabalık olanlar azdı.
148
Sosyal yardım
149
osmanlı tarihi
150
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
bugünkü parayla 450 milyon tl idi. Aslında Fâtih Sultan Mehmed, yılda
270 milyon tl gelir bırakmış, fakat bıraktığı vakıflar gittikçe değer ka-
zanmıştı. Ayasofya Camii’nin XVII. asırda yıllık bütçesi 100 milyon tl,
Edirne’de Üç Şerefeli Cami’ninki 20 milyon tl, gene II. Murâd’ın yap-
tırdığı Edirne’de Dârülhadîs Camii’nin 1490 bütçesi 16.7 milyon tl idi.
Bir selâtin camii için bugünki parayla 500 milyonla 2 milyar tl ara-
sında para harcandığı söylenebilir. Mimar Sinân’ın Şehzâde Camii için
bugünki parayla 675 milyon tl, Süleymâniye Camii için 1.740.000.000
tl harcanmıştır. Edirne Selimiyesi’nin de daha ucuza çıktığı tahmîn
edilmez. Tabiî bu binalar tarihî değer kazandıkları için bugün milyarlar-
la ölçülemeyecek derecede kıymetlidirler. Selâtıyn camilerinin protokol
sırası vardı. İstanbul’da bu sıra şöyleydi: Fâtih’in Ayasofya’sı, I. Ahmed’in
Sultanahmed’i, Kanûnî’nin Süleymâniye’si, Bâyezid’in Bâyezid’i, Fâtih’in
Fâtih’i…
Selâtin camileri ekseriya külliye şeklindedir. Yani yanlarında med-
reseler, mektebler, imâretler, çeşmeler, hastaneler, kütübhaneler ve ben-
zeri sosyal yardım müesseseleri vardır. Süleymâniye Külliyesi, en ünlü
Osmanlı külliyelerindendir, belki en büyüğüdür. Bu külliye için Kanûnî
Sultan Süleyman bugünki parayla 5 milyar tl civarında bir para har-
camıştır (cami için 1.740.000.000 tl, imâret için 670.000.000 tl vs.).
Eserin ayakta durması için tahsîs edilen vakıfların değeri de herhalde 5
milyar tl’ndan aşağı değildir.
Her köyde bir zâviye (küçük tekke), her mahallede en az bir tarîka-
tin tekkesi vardı. Tekkelerin büyüklerine “dergâh” ve “âstâne” denirdi
ki, bazıları dünyaca meşhurdu. Bunlar, zamanın klübleri idi. Bir tarîka-
tin âdâbına göre ibâdet yapıldıktan başka, toplanılır, sohbet edilir, ilim,
san’at, bilhassa tasavvufla uğraşılırdı. İkisi de XIII. asrın ilk yarısında
Horasan’dan Anadolu’ya gelen iki büyük mutasavvıfın, Mevlânâ Celâ-
leddin Rûmî ile Hacı Bektaş–ı Velî’nin kurucuları sayıldıkları Mevlevî
ve Bektâşî tarîkatleri, Türk tarîkatlerinin en büyükleridir ve Türk top-
lum, san’at ve gönül hayatını çok derinden etkilemişlerdir. Bu tarîkatle-
rin en büyük dergâhları İstanbul’da idi ama Mevlevî’liğin merkezi Kon-
ya, Bektâşî’liğin Hacıbektaş idi. Camilerden sonra en fazla vakıf yapılan
müesseselerden biri tekkelerdir. Medrese gibi tekke de son asırlarda
eski parlaklığını kaybetmiş, çoğunlukla miskinler ve parazitler yuvası
olmuştur.
151
Kültür
152
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
153
osmanlı tarihi
154
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
155
osmanlı tarihi
156
Ahlâk (Osmanlı Türk’ünün karakteri)
157
osmanlı tarihi
158
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
159
osmanlı tarihi
160
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
161
Ekonomi
162
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
tüccarın elindeydi.
Osmanlı İmparatorluğu, hiç olmazsa XV–XVII. asırlardı, kendi ken-
dine yeterli bir cihan devleti idi. Hiç bir ham veya yapılmış madde it-
hâl etmeksizin hayatını en üst seviyede devam ettirebilecek ve savunma
gücünü ayakta tutabilecek güçte idi. Gerçi ithalât gibi ihracat da vardı,
fakat hayatî bir ehemmiyette değildi, ticaret gayesiyle yapılıyordu. As-
lında, dünya standartlarına eş veya üstün olmak üzere, ihtiyacı olan her
şeye sahipti ve her şeyi üretebiliyordu. Bir, bir kaç, hattâ bütün devlet-
lerle ticaretinin durması, ne hayat standartını düşürebiliyor, ne de millî
savunmasını kısıtlayabiliyordu. Hiç bir devlete borçlu değildi ve dış borç
almıyordu. Devletin 1854’ten önce, yabancı bir devlet, müessese veya
şahıstan, tek altın borçlandığı ne görülmüş, ne işitilmişti. Ama kendisi,
dış yardım yapıyordu. Dış yardım hem nakden, hem mal şeklinde, yahut
askerî veya bahrî yardım tarzında oluyordu. Devlet, askerî bakımdan
da kendi kendine yeterli idi. Bir, bir kaç, hattâ bütün düşman devletlere
karşı, hiçbir müttefike ihtiyacı yoktu. XVI. asırda deniz kuvvetleri de bu
durumda idi. Ordu ve donanmaya ait hiçbir madde yoktu ki, dışarıdan
ithâl edilsin. Hepsi imparatorlukta elde edilir ve imparatorlukta yapılır-
dı. İhtiyaç maddelerinin bugünki kadar çeşitli ve ekonominin bugünki
kadar karmaşık olmadığı o çağlarda, Osmanlı cihan devletinin durumu
böyleydi.
XVIII. asrın sonlarına kadar Türk halkının hayat seviyesi ve millî
geliri, dünyada başta geliyordu. Uzun savaş devrelerine girmedikçe
veya çok kötü kurak yıllar birbirini takip etmedikçe, bolluk ve bereket,
ucuzluk ve refah ülkesi idi. Tabiî bölge dengesi yoktu ve bu derecede
birbirine benzemeyen memleketleri bir araya getiren imparatorlukta bu
mümkün de değildi. En müreffeh bölgeler Rumeli, Batı Anadolu idi. Bu-
gün Birleşik Amerika’nın 50 eyâleti arasında bile denge kurulamamıştır.
Meselâ bugün Connecticut eyâletinde millî gelir, Mississippi eyâletinin
bir katıdır. İmparatorluk Türkiyesi’nin de müreffeh, orta hali ve fakirce
ülkeleri vardı. İstanbul, İzmir, Selânik, Cezâyir, Beyrut gibi dış ticarete
açık limanlar, zengin yerlerin başında geliyordu. Edirne ve Bursa gibi
sanayi şehirleri de öyle. 1540’a doğru refahın zirveyi bulduğu anlaşıl-
maktadır. Daha 1454 Türkiyesi’nden bahseden bir Yahudi gezgin, Isaak
Zafati, Almanca seyahat–nâmesinde, hayat şartlarını “Cennet” kelime-
siyle vasıflandırmaktadır.
Bolluk ve bereket, ucuzluk ve refah, bir nisbette hattâ 1912’lere ka-
dar devam etmiştir. Pahalılık, fiyat artışı, paranın değerini devamlı kay-
betmesi, ana maddelerin kıtlığı, kalitenin düşmesi, köyün bozulması,
163
osmanlı tarihi
164
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
165
Sanayi ve ticaret
166
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
167
osmanlı tarihi
168
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
169
osmanlı tarihi
milyarlık kârlar doğuyordu. Tek tacirin kervanları olduğu gibi, daha çok
çeşitli tacirlerin malları bir kervan hâlinde birleşiyordu.
Türkiye, XVIII. asrın sonlarında bile, bir çok Avrupa ülkesinden
müreffehti. Meselâ Polonya’dan Podolya’daki ilk Türk toplarına girilince
iktisadî durumun derhal değiştiğini, mal ve malzeme kıtlığının birden
bolluk, bereket ve ucuzluk arzettiğini, Baron de Tott bize anlatır. Avru-
palı seyyahlar İstanbul’a ve imparatorluğun başka yerlerine ayak bastık-
ları zaman, ucuzluk ve bolluk karşısında hayretlerini derhal ifade edi-
yorlardı. İstanbul, dünyanın ticaret merkezi idi. Yalnız şehrin tüketimi
korkunçtu. Şehrin içinde yılda 4 milyon koyun, 3 milyon kuzu, 200.000
sığır yeniyordu. Şehrin günlük ekmeği için un ihtiyacı 500 tondu ve
hamur işlerinde kullanılan un bunun dışında idi. Çok pilav yenmesi
bakımından pirinç tüketimi pek büyüktü. Meyve ve sebzeleri ve diğer
yiyecekleri buna göre düşününüz. Buna karşılık şehir, her türlü sanayi
maddesi ve mâmûl madde ihrâc ediyordu. XVII. asırda İstanbul’da 29
büyük fabrikada 10.000 işçi, 23.214 imalâthâne veya atölyede 79.264 işçi
çalışıyordu. 29 lonca hâlinde teşkilâtlanmış 1.109 cins mal satan 48.000
esnaf, bu sayıların dışında idi. XVII. asırdan sonra İstanbul şehri nüfusu
artmadı, ama, XIX. asrın başlarında Londra kendisini geçinceye kadar
İstanbul, hâlâ dünyanın en kalabalık şehri olmakta devam etti.
170
Eyâletler
171
osmanlı tarihi
172
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
173
osmanlı tarihi
174
Rumeli
175
osmanlı tarihi
176
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
Balçık: Silistre kazâsı. 5 mahalle, 500 hâne, bir cami, 4 mescid, 8 han,
150 dükkân, Esmâhan Sultan Hamamı (II. Selim’in kızı ve Sokollu’nun
eşi). Karadeniz üzerinde işlek iskele.
177
osmanlı tarihi
Sultan Selâtıyn Camii, 7 mekteb, bir hamam, 3 han, bir bedesten, 300
dükkân, 300 mahzen (antrepo), mescidler, tekkeler, Karadeniz üzerinde
işlek liman.
178
Osmanoğuları
179
osmanlı tarihi
180
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
Rumeli Fâtihi Velîahd Gazi Süleyman Paşa ile Sultan Korkut’u ilâve et-
mek lâzımdır; ilki Orhan Gazi’nin büyük oğlu ve I. Murâd’ın ana–baba
bir ağabeyi, ikincisi de II. Bâyezid’in 3. oğlu ve Yavuz Selim’in ağabeyi-
dir. Bunlar dışında kalan birçok padişah da büyük veya iyi hükümdarlar
ve tarihî şahsiyetler arasına girerler. Vasat ve düşük kapasitede olanlar
daha azdır.
Devamlılık, büyüklük vasıfları da eklenince bu tabloyu, başka hiç bir
Türk veya İslâm hânedânı verememektedir. Avrupa hânedanları için de
durum aynıdır. Hıristiyan Avrupa’nın 2.000 yılda zuhûr eden en büyük
hânedanları Capet (Fransız) ve sonra Habsburg (Alman) hânedanla-
rıdır. Fakat asırlarca küçük hükümdar hayatı yaşadıktan sonra büyük
devlet hükümdârı hâline gelebildiklerinden başka, bu derece büyük
şahsiyetler yetiştirmekten uzak kalmışlardır. Üstelik Osmanoğulları gibi
aynı çizgiden inmemişler, aynı hânedan, çeşitli şûbelere ayrılarak hü-
kümrân olmuş ve zamanımıza kadar gelmiştir (bugün Habsburglar’ın
saltanat sürdüğü bir devlet yoktur; Capet hânedânı ise yalnız İspanya’da
saltanat sürmektedir: Capet–Bourbon–Anjou hânedânının bir dalı).
Yukarıda anılan Osmanoğulları, asker, devlet adamı ve diplomat
vasıflarıyle temâyüz ederler. İlimde dehâ çizgisini aşan tek şahıs Fâtih
Sultan Mehmed (balistik), san’atta (musiki) ise III. Selim’den ibârettir.
Pek çok padişah, şehzâde, hayli sultan bestekâr, sâdende (virtüozlar da
vardır), hattat olarak, şâir, bilgin, yazar olarak büyük kabiliyet göster-
mişlerse de, dehâ çizgisine erişemedikleri gibi büyük şâir veya bestekâr
(III. Selim hâriç) da yoktur. Fakat değerli bestekâr ve şâirler vardır. Nâ-
dir san’at ve ihtisaslarda büyük kabiliyet gösterenler bile mevcuddur
(ince marangozlukta II. Abdülhamîd, değerli taşlarda Kanûnî gibi). II.
Bâyezid’le oğlu Sultan Korkut’un ve IV. Murâd’ın asırlarında büyük bes-
tekârlar oldukları anlaşılıyorsa da, zamanımıza gelen saz eserlerinin az-
lığı, bize kesin fikir verecek mahiyette değildir. Sultan Cem, şiirde hayli
ileridir. Yavuz ise, Farsça şiirde, bu dilde söyleyen Osmanlı şâirlerinin
en önde gelenlerindendir.
Bugün yaşayan Osmanoğulları’nın hepsi, istisnasız, II. Mahmud’dan
(1808–1839) inmektedirler. Bu hükümdârın büyük oğlu I. Abdülme-
cîd’in (1839–1861) ve daha azı küçük oğlu Abdülazîz Hân’ın (1861–
1876) torunlarıdır. Bugün (1977) hayatta hiçbir padişah veya halîfe oğul
kalmamıştır. Hepsi son padişahların torunları, torunlarının çocukları
veya onların çocuklarıdır.
3 Mart 1924’te hilâfetin ilgası ve hânedân üyelerinin Türkiye’den
çıkarılmalarından sonra (bugün hepsi Türkiye’ye dönmek hakkını elde
181
osmanlı tarihi
182
osmanlı imparatorluğu medeniyet tarihi
183
DERİN TARİH’TEN
MUHTEŞEM FIRSAT
1YIL Abonelik
sadece ¨ 99 ,00
Kredi kartı ile ödemelerde 9 taksit imkanı
Ücretsiz kargo hizmeti