You are on page 1of 9

Küçükbebek – Kösem Apartmanı Yönetim Sayfası

Küçükbebek Caddesi No:55 BEBEK


ISTANBUL

Bebek’in Tarihi
Bölge kıyı şeridi üzerinde yer alan Bebek semti engebeli bir arazi üzerine kuruludur. İstanbul Boğazı deniz hududu
olan semtin, köprüye olan uzaklığı 9367 metredir. Doğusu Sarıyer, batısı Beşiktaş, kuzeyi Etiler Polis Merkezi ile
çevrilmiş olup “Küçük Bebek”, güneyi de “Büyük Bebek” diye bilinir.

Bebek semtinin bilinen en eski adının, kaynaklarda farklı şekillerde yazılan (Challae, Chilai, Khile), Skallia
(iskeleler) sözcüğünün bozulmuş bir biçimi olan “Hallai” olduğu ileri sürülmektedir.

Bunun yanı sıra “Bebek” adının kökleri Fatih Sultan Mehmed dönemine kadar uzanır. Evliya Çelebi’ye göre, Fatih
Sultan Mehmed, Rumeli Hisarı yapımı ve kuşatma sırasında bölge asayişini sağlamak için Bebek Çelebi lakaplı bir
bölükbaşı tayin eder. Bebek Çelebi, semtte bir köşk ve bir bahçe yaptırır. Asıl adı Mustafa Çavuş olan bu zatın
vefatından sonra da semt onun adıyla anılmaya başlar.*

Bebek Tarihi
Bizans devrinde Bebek’te, avcı ve balıkçıların koruyucusu sayılan “Dieana” adına bir tapınak ve “Artemis” adına da
bir adak yeri yapılmıştı. Yine Bizans döneminde aziz Michael ya da aziz Gabriel için yaptırıldığı sanılan bir kilise
vardı. Bebek’te bulunan ve hâlâ ayakta olan bir Rum, bir de Katolik kilisesinden birinin bunlardan biri olduğu
düşünülür.

Bebek Çelebi/Çavuş’un da burada bir köşkü ve dağlara doğru başına alıp giden bir bahçesi vardı. 16. yy’ın
yazarlarından Petrus Gyllius’un şu notundan, Bebek’in o çağlardan beri sırtlarının bol kuşlu ve ormanlık olduğu
anlaşılıyor: “Buralardaki Artemis madebi kuş avcıları tarafından-Fetih’ten önce-yaptırılmıştır. Dünya Harbi
sonunda 1918’de Mühendis Necip Bey tarafından çizilen haritada, Bebek’in bahçe ve korularla çelenklendiği
görülür. Bugün de arkasındaki tepelerde, Valde Paşa, Ayşe Sultan, Arifi Paşa, Boğaziçi Üniversitesi koruları
mevcut.“

İstanbul’un kuşatılması sırasında burada Bizans egemenliğinin zayıfladığı, hatta çevredeki bazı balıkçı köylerinin
Galata’ya bağlı olduğu sanılırken, 18. yüzyılın ilk çeyreğine kadar yörenin pek bilinmediği, varolan kasırların terk
edildiği, hatta bu harabelerde barınan haydut ve eşkıyalar yüzünden semtin kötü bir üne sahip olduğu biliniyor. O
güne kadar hakkında hiç de iyi şeyler söylenmeyen Bebek, III. Ahmed ve sadrazamı Damat İbrahim Paşa
zamanında tanınmaya başlar. Bu dönemde, Bebek bahçesinde Hümayunabad Kasrı, Bebek Camii, mektep, çeşme,
hamam, değirmen ve dükkanlar inşa edilir, semt kalabalıklaşmaya ve şenlenmeye başlar.

Bu gelişme içerisinde Türkler, Rumlar, Yahudiler ve Ermeniler semtte teker teker köşkler, yalılar ve konaklar
yaptırmaya başlamışlardır. Yazılı kaynaklardan, daha sonraları Hasan Halife Bahçesi’nden, Kayalar Köyü’ne kadar
uzanan arazinin parsellenerek halka satıldığı, sahil devlet erkanına ayrılırken, köyün içindeki arsaların halka
verildiği bilinmektedir.

18. ve 19. yüzyıla ait tüm gravürlerde Bebek, Bebek Kasrı’nın egemen olduğu sahilde, yalıların birbirini izlediği
tepelere doğru bir kaç ahşap köşkün süslediği, bol ve büyük ağaçlıklı bomboş ve yeşil yamaçlara yaslanan bir semt
olarak görülmektedir. 18. yüzyıl sonundan 19. yüzyıl ortalarına kadar olan dönemi kapsayan Bostancıbaşı
Defterleri’nden, Arnavutköy İskelesi’nden Rumelihisarı’na uzanan bu sahilde, şeyhülislam, Rumeli kazaskeri,
reisülküttab, hekimbaşı gibi devlet ricalinin, birkaç nesil aynı ailenin elinde kalmış ya da kalacak olan 40 kadar
sahilsaray ile bahçelerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunların arasında Himmetzadeler, Dürrizadeler,
Yesarizadeler ve Elmaszadeler’in yalıları dikkat çekmektedir.

19. yüzyılın ortalarından itibaren semtte başlayan vapur ve tramvay seferleri sayesinde Bebek, yazlık
görünümünden çıkıp, yavaş yavaş sürekli yaşanan bir yer haline gelmiştir. 19. yüzyılın sonlarından itibaren
sahilde ve sırtlarında yalılar ve köşkler çoğalmaya başlamıştır.

18. yy’ın sonunda Bostancıbaşı Defteri’nde sıra yalılar:

Arnavutköy İskelesi-Bebek Kasrı


1) Kostaki zimmi eytamlarının hanesi 2) Ligoft İskerlet oğlu zimminin arsası 3) Behar Nikoz Dimitraki zimminin
hanesi 4) Keresteci Sotiraki zimminin hanesi 5) Andonakioğlu zimminin hanesi 6) Sarraf Kostandi zimminin
hanesi 7) Miçko zimminin eytamanın hanesi 8) Sarraf Yamandi zimminin hanesi 9) Kömürcüoğlu Dimitraki
zimminin hanesi 10) Serdar Yamandaki zimminin hanesi 11) Aralık iskelesi 12) Kayıkcı Yorgaki zimminin hanesi,
dükkanı 13) Yahudilerin (senagog) sinavi arsası 14) İki bab balıkcı dükkanı 15) Deli Beyin torunu Nikole zimminin
hanesi 16) Çoke zimminin hanesi 17) Voli yeri nam mahaldir 18) Bişe Yorgi zimminin arsası 19) Hatman Yorgaki
zimminin hanesi 20) Dereağzı iskelesi 21) Estaki zimminin oğullarının hanesi 22) Dimitraki zimmi karısının
arsası 23) Aaleksan Beyin arsası 24) Boyar Yorgakinin hanesi 25) Kamburoğlu Yani zimminin hanesi 26) Hekim
Desilenin hanesi 27) Bişe Yorgi zimminin hanesi 28) Hançerli karısının hanesi 29) Akıntıburnu nam mahaldir 30)
Beyhan Sultan hazretlerinin mai leziz çeşmesi 31) Başeski bostanının kahvesi 32) Ve beş bab dükkan 33) Berber
34) Ve bakkal dükkanı 35) Halil Paşa zade mirimirandan Nuri Paşanın yalısı 36) Müşariileyhin biraderi İstanbul
Kadısı Arif Efendinin yalısı 37) Binişi hümayun yeri 38) Mehmedpaşa Kasrı 39) İsmetlu Beyhan Sultan
hazretlerinin sarayı 40) Bedestani Ahmed Ağanın yalısı 41) Hazinedarbaşı Şakir Ağanın yalısı 42) Kethüdai
sadriali müteveffa İbrahim Efendi halilesinin yalısı 43) Miri peksimed fırın 44) Hekimbaşı efendinin yalısı 45)
Himmetzadenin yalısı 46) Şeyhülislam Dürrizade Efendi yalısı 47) Müderrisinden Elmasebezade Efendinin yalısı
48) Yesarizade Efendinin yalısı 49) Devatıgüzel halilesinin yalısı 50) Bebek Bostaniyan ocağı 51) Bebek Kasrı
Hümayunu.

Bebek’de eserler

Bebek Camii
İstanbul’da, Bebek’te, Bebek-Rumelihisarı yolunun deniz tarafında, Bebek vapur iskelesinin batısında yer alır.

18. yüzyılın başlarında, 1138/1725-26’da III. Ahmed’in sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından,
Bebek Köyü yazlık bir yerleşim yeri olarak düzenlenirken, Hümayunâbâd Kasrı yanına III. Ahmed adına bir cami
yaptırılmıştır. Padişah mahfili bulunan ve fevkani olarak yapılmış, alt katının mektep olarak kullanıldığı
Ayvansarayi tarafından belirtilen bu cami, zamanla bakımsızlıktan eskidiği için, Evkaf Nazırı Mustafa Hayri
Efendi tarafından yıktırılarak zamanın Evkaf Başmimarı Kemaleddin Bey’e, 1331/1913’te aynı yerde bugünkü cami
yaptırılmıştır.

Yapıda biri son cemaat yeri girişinin, diğeri harim kapısının üzerinde olmak üzere iki adet kitabe levhası, bir de
yapının tarihini veren son cemaat yeri girişinin üzerindeki kitabede “Ketebe Hakkı” imzası bulunmaktadır. Kesme
küfeki taşından inşa edilen cami alçak duvarlı bir avlu içinde yer almaktadır. Mimar Kemaleddin ve Vedat (Tek)
Beylerin öncülüğünde o dönem yapılarına egemen bir üslup olarak karşımıza çıkan I. Ulusal Mimarlık üslubunun
bütün özelliklerini yansıtan yapı, genel hatlarıyla kare planlı ve tek kubbeli olup, üç gözlü son cemaat yerine
sahiptir.

Bebek Kasrı
Bir zamanlar Bebek Bahçesi’nde yer alan kasır. Evliya Çelebi ve Vakanüvis Asım Efendi, Bebek Bahçesi’nde inşa
edilen en erken kasrın bânisi olarak I. Selim’i ( hd 1512-1520) göstermektedir. 16. yüzyılın ikinci yarısı ve 17.
yüzyıl boyunca ihmal edilen Bebek semti ile birlikte Bebek Bahçesi içinde bir kasır, hamam ve bir cami
yapılmıştır. 1725’te inşa edilen kasır devrin modasına uygun olarak “âbâd” eki ile “Hümayunâbâd” ismini almıştır.
Bu kasrın planı ve görünüşü hakkında hiçbir bilgimiz bulunmamaktadır.

Bebek Kasrı ve Bahçesi’nin 1730 sonrasında, I. Abdülhamid zamanına kadar yeniden terk edildiği düşünülebilir.
Cami ve kasır 1775’te ve I. Abdülhamid saltanatının sonlarında iki kez tamir görmüş, ayrıca 1784’te de, Kaptan-ı
Derya Cezayirli Hasan Paşa, kasrı ve Bebek Camii’ni tamir ettirmiş; aynı yıl İstanbul’a gelmiş bulunan Fransız
Elçisi Choiseul Gouffier tarafından yaptırılan Préault imzalı bir gravür ve Jouannin imzalı kopyası, 18. yüzyılın
son çeyreğinde yeniden yapılmış olan bu kasrı göstermektedir.

19. yüzyıl Bebek Kasrı sultanın binişleri için daha seyrek kullanılırken, daha çok Reisülküttab ile Avrupalı elçilerin
gizli toplantılarına mekan olmuş ve “konferans köşkü” olarak adlandırılmıştır. Hadikatü’l-Cevâmi’de adı daha da
sık geçmekte ise de bu bilgiler kasrın mimari karakterini analiz etmemizi sağlayacak ayrıntılar içermez. Kasır
Sultan Abdülmecid zamanında, henüz yeniden onarılabilecek durumda iken, 1846’da yıktırılmıştır.

Bebek Bahçesi’nin serüveni


“Merdümidide-i giryanda hayal-i ruh-i yar
Güyya sahil-i deryada Bebek bahçesidir”
18. yüzyıl başı, Rami Mehmet Paşa

Burası Hümayunabad Kasrı yeri ve bahçesinin sahasıdır. Bebek İskelesi ile Kandilli Akıntıburnu arasında bir çizgi
oluşturursak, Boğaziçi’nin en derin yeri 120 m ile bu çizginin ortasındadır. Mimar/desinatör Melling’in (18. yy’ın
sonlarında) gravürünü yaptığı Bebek Kasrı yıktırıldıktan sonra, bu sahilde S. Abdülaziz ve S. II. Abdülhamid
dönemlerinde büyük yalılar dönemi yaşanmış, yalılar malum akıbetleriyle yakılınca Cumhuriyetten sonra Bebek
Kasrı yerinde Bebek Gazinosu inşa edilmişti. Burada bir çok düğünler, konserler tertip edilmişti. Bebek
Bahçesi’nden kalan bölge daha sonra park haline getirildi.

Dalan zamanındaki istimlakten sonra, ortasına tam boy şair Fuzuli’nin heykeli dikilen Bebek Parkı’nın
değişmeyen görüntüsü çınarlarıdır. Bunların önemlileri şunlardır:

1- Set üzerindeki çınar (platanus), çevresi 5.63 m


2- Vapur iskelesinden çıkınca görülen çınar , çevresi 5.70 m
3- Sahildeki çınar, çevresi 4.10 m
4- Bebek’le Küçükbebek arasındaki çınar, çevresi 6.10 m dir.
Bu 4 çınar anıtsal ağaç olarak tescil edilmiştir.

Bebek Vapuru
Şehir Hatları İşletmesi vapuru. Şirket-i Hayriye’nin 55 baca numaralı vapuru olarak yapıldı. Şirket İskoçya’da,
Glasgow’daki Armstong gemi tezgahlarına iki küçük yolcu vapuru ısmarlamıştı. Bu iki vapur inşa edilmiş, ama
kendi başlarına İngiltere sularından İstanbul Limanına kadar gelmeleri sakıncalı, hatta imkansız göründüğü için,
parçalar halinde bir şilebe yüklenerek yola çıkartılmıştı. Bu parçalar, Hasköy Tersanesi’nde birleştirilecekti. Ama
şilep yolda batınca, iki vapurun parçaları da yok oldu.

Firma bu iki vapurun yerine hemen yenilerini yaptırıp göndermeyi kabul etti. 55 numaralı Bebek ile eşi 56
numaralı Göksu 1905’te inşa edildi ve aynı yıl İstanbul’a getirilip hizmete kondu. İki vapur da şirketin en küçük
vapurlarından olup 65 grostonluktu. 21 metre uzunluğunda, 4,8 metre genişliğindeydi. 1,8 metre derinliği vardı.
Buhar makinesi 150 beygir gücündeydi, tek uskurluydu. Saatte 8 mil yapıyordu. Boğaz’da, posta seferlerinden çok
karşılıklı iki yaka arasında çalıştırıldı. 9 Kasım 1963’te hizmet dışı bırakıldı, 27 Temmuz 1967’de sökülmek üzere
satıldığı zaman 62 yıllık bir tekneydi.

Yılanlı Yalı
Bebek Koyu’nun ve Boğaziçi’nin namlı yalılarından biri Yılanlı Yalı’dır. Bu yalı, eliböğründelerle taş duvar
üzerinde, geleneksel mimari üslubuyla İstanbul’da ancak birkaç örneği kalmış ahşap yapılarımızdandı. 1964
yılında Harem bölümü tartışmalı bir şekilde yandı.

Kayalar mevkiinde, I. Abdülhamid veya III. Selim devirlerinde yapılarak, muhtelif tadillerle günümüze kadar
gelmişti. “Yılanlı Yalı” isminin kaynağı: Reisülkuttab (hariciye nazırı) Mustafa Efendi’nin yalısını beğenen II.
Mahmud ortak dostları Musahip Said Efendi’ye bunu açınca, sahibini korumak için Said Efendi yalının içinde
yılan olduğunu söyleyerek padişahın yalıyı edinmesini önlemiş, böylece adı “Yılanlı Yalı” kalmış.

Yalının giriş kapısının yanında kubbeyle örtülü büyük taş oda, görünümü, havuzu ve duvardaki selsebiliyle serin
oluşu nedeniyle konukların ağırlandığı bir yerdi.

Yalı, mirasçısından, Aydın Bolak tarafından satın alınarak, 1989 yılında sadece dış cephe özgünlüğüne uyularak
yeniden inşa edilmiştir.

Valide Paşa Yalısı (Mısır Konsolosluğu)


Valide Paşa Yalısı, 1902 yılında İtalyan Mimar Raimondo D’Aronco tarafından yapıldı. Hâlâ Mısır
Başkonsolosluğu’na ait olan (deniz cephesinden üç, cadde cephesinden iki katlı) kârgir bir binadır. İnşası,
üzerindeki tarih levhalarına göre 1318’dir (1902). Bu bina aynı yerde yapılmış üçüncü yapıdır. İlk yapı, Sultan III.
Ahmed’in Kadıaskerlerinden Dürrizâde Arif Efendi’nin yalısı idi ki, Bebeğin Lâle Devri eseri namlı yapılarındandı.

İkinci bina, Sultan II. Mahmud’un sadrazamlarından Rauf Paşa’nın yalısıydı. Tanzimat devri sadrazamlarından
Ali Paşa, Rauf Paşa’dan satın almış, burada Sultan Abdülaziz’in ziyaretini iade etmek için İstanbul’a gelen İngiliz
prensi şerefine balo verilmişti.

Ali Paşa ölünce, aylık masrafı 4000 altın olan yalının giderlerini varisleri karşılayamadığından, bir kayda göre,
Sultan II. Abdülhamid yalıyı satın alarak Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa’nın validesi prenses Emine’ye hediye
etmiş; diğer bir kayda göre ise Emine hanımefendinin kendisi satın almıştır. Bazı kaynaklarda ise zaten yalının
Hidiv Abbas Hilmi Paşa’nın annesi için yazlık bir ev olarak yapıldığı ve Emine hanımefendi İstanbullular arasında
“Valide Paşa” olarak anıldığından yalıya da bu ad verildiği anlatılır.

Valide Paşa’nın ölümünden sonra yalı Mısır Hükümetine kalmış olup halen konsolosluk olarak görev
yapmaktadır.

Boğaziçi’nde Sefaretler
Boğaziçi’nde halen, Mısır Başkonsolosluğu (Bebek), İtalya ve Fransız (Tarabya), İspanya ve Rusya (Büyükdere)
sefaret yazlıklarıyla; yine Rusya Ateşeliğine ait (Tarabya/Kireçburnu) yazlığı bulunmaktadır.
Osmanlı devleti 18. yy’ın sonlarına kadar ancak lüzum gördüğü ülkelere elçi göndermiş, devamlı elçilikler 1835’te
kurulmuştur. Halbuki Venedikliler 1454’ten, Polonya 1475’ten, Rusya 1497’den, Fransa 1525’den, Avusturya
1528’den, İngiltere 1583’den, Felemenk 1612’den itibaren İstanbul’da daimi elçi bulundurmaya başlamışlardır.

Kayıtlara göre ilk İspanyol elçisi 1564’te gelen Franchi’dir. İlk Rus elçisi 1497’de gelen Michail Andreeviç
Plesceev’dir. 1525’de gönderilen Fransız elçisi yolda (Bosna’da) öldürülünce yerine Ciovanni Frangipani
gönderilmiştir. Önceleri elçilikler Galata’da bulunurdu. Yangınlar sonunda, elçiliklerini Pera bağlarına
(Beyoğlu’na) naklettiler.

Mimarı bilinen tek yazlık sefaret binası, Tarabya’daki italyan sefaret yazlığı olup, Sultan II. Abdülhamid’in mimarı
olarak çalışan italyan mimar Raimondo d’Aronco tarafından yapılmıştır. İlk sefaret binası olarak inşa edilen ve
yine ilk defa yabancı bayrak çekme hakkı tanınan Tarabya’daki Fransız elçiliği idi.

Kavafyan Konağı
Katolik Yetimhanesi yakınlarında 1571 tarihli eski Kavafyan Konağı’nın ayakta duran ( ama dik durmayan ) harem
kısmı görülebilir. İstanbul’un bugüne kalmış en eski konağıdır ve 1751’de yapılmıştır. Odaların ortadaki sofaya
açıldığı tipik konaklardan biridir. Bazı tavan ve duvar süslemeleri da hâlâ görülebilir.

Beyhan Sultan Sarayı


Arnavutköy’de Akıntıburnu’ndan başlayan ay biçimi koyun ilk büyük binası Beyhan Sultan Sarayı idi. Bu saray
daha sonra Boğaziçi Lisesi olmuş, 1953 yılında da A. Menderes zamanında yol için yıktırılmıştır.

Ayşe Sultan Köşkü ve Korusu


Apartmanların, villaların istilasına uğrayan Sultan II. Abdülhamid’in kızı Ayşe Sultan Köşkü’nden sadece küçük
bir müştemilat binası kalmıştır. Şimdi burası küçük bir koruluk içinde site halindedir.

Arifi Paşa Köşkü ve Korusu


Arifi Paşa Köşkü’nden günümüze hiçbir eser kalmamıştır. Koru Ayşe Sultan Korusu’nda da olduğu gibi çok katlı
apartmanlar ve villalarla dolmuştur.

İzzetâbâd Köşkü
Beyhan Sultan Sarayı’nın arkasındaki tepede İzzetâbâd Köşkü ve Abraham Paşa’nın köşkü bulunuyordu. Her ikisi
de ortadan kalkan bu köşklerden İzzetâbâd Köşkü bir şirket tarafından yeniden inşa edilmiştir.

Bebek Oteli
Çırağan, Büyükdere/Fuat Paşa otelleri zincirinde, Bebek Oteli, Boğaziçi Rumeli yakasının üçüncü yalı otelidir.
Bebek Koyu ortasında, Bebek-Rumelihisarı yolu no: 113-115, zemin katı lokanta+4 kat kagir, inşası 1965’dir. 47
odası, 95 yatağı bulunan otelde bar ve terasta bir kafe mevcut.

Fikret Yüzaltı Yalı Köşkü


Bebek Oteli ile sahil kornişinin, apartman tarzı sahilhanelerin yeknesaklığını gideren bu 91 nolu, iki katlı
yalı/köşkü oldukça şirin. Duvarları betonarme olmasına rağmen, ahşap kordeleli saçağı, beyaz boyası ve şale
sitiliyle bir muhabbetkuşu gibi. Bu sahilin eski günlerinden hafif bir esinti getiriyor. Aslında, birkaç sayfa evvel
kaydettiğimiz muhteşem yalılardan kalan arsa üzerine, 1968’de İsmet İnönü’nün yaverlerinden Fikret Yüzaltı
tarafından yaptırılmış. Girişi ve taksimati hareketli ve çok kullanışlı. Holden basamaklarla, akvaryum gibi, deniz
üzeri salona iniliyor.
Hekimpaşa Yalısı
Tekrar zaman içinde gidip geliyoruz. Uçup giden bir yalı da Hekimpaşa Yalısı’dır. Mareşal Motkr, bu yalının set
set bahçelerinden ve içindeki güllerden övgü ile bahseder.

Dizdaroğlu’na göre bu yalı Bebek Vapur İskelesi civarında, üç birimden oluşan saray yavrusu pembe bir yalıdır.

“Şair Abdülhak Hamit, orta yalıda dünyaya gelir. Büyükbaba Abdülhak Molla aynı zamanda Bebek’teki bu
Hekimbaşı Yalısı’nın biricik sahibidir. Hekimbaşılık, Abdülhak Molla’nın sarayda bir numaralı hekim olmasından
ileri gelmektedir. Bu arada zeki ve usta büyükbaba Abdülhak Molla, müstebit, kan dökücü, aynı zamanda
reformist, bestekar, şair Sultan II. Mahmud zamanında hepi topu oniki kere evlenmiştir! Torun şimdi Hekimbaşı
Yalısı’ndaki özel odasında altın kakmalı beşiğe yatırılmış, mışıl mışıl uyumakta. Atlas yorganı elbette sim
işlemelidir… fırtına durmuş, ay ışıklı parlak bir kış gecesi başlamıştır….”

İstanbul/Boğaz yazarları, bu bahçeli, seralı, korulu, kayıkhaneli muhteşem yalı ile yine Abdülhak Molla’nın Küçük
Çamlıca/Çilehane yanındaki köşkünün yıkılıp, kayboluşuna haklı olarak yanıp durmaktadırlar. Bazıları da “Hayal
olmuş Hakikatler”i dile getirirler.

İnşirah Vadisi
İskele karşısından Etiler’e çıkan İnşirah Vadisi de İstanbul’un önemli parçalarındandır. İki tarafta koru, yapı
üslupları bakımından önemli köşkler, yolun solundaki tepede, Zincirlikuyu’dan başlayan uzun caddeye ismini
veren Nisbetiye Köşkü, orijinal durumunu birçokları gibi kaybetmesine rağmen, burada siteler, apartmanlar inşa
edilinceye kadar durmuştur. Yolun sonunda Rum Kilisesi önünde İstanbul’un en muhteşem çınarlarından biri boy
gösterir.

Ayios Haralambos Rum Ortadoks Kilisesi


Ana caddeden 100 metre kadar sonra İnşirah Sokağı ile Meygede Sokağı köşesinde Ayios Haralambos Rum
Ortodoks Kilisesi yer alır. Dikdörtgen planlı, duvarları yığma taş, damı kiremitli, kilise çepeçevre dar bir avlu
içinde. Beton çan kulesi 1962 yılında ilave edilmiş. Kuzey avlusundaki beş mezarın tarihleri 1883’den 1907’ye
kadar uzanır. İlk kilisenin oluşumundan 61 yıl sonra buraya defin yapıldığı görülüyor.

Buradaki derin vadinin güney yamacını kaplayan geniş bir arazi Fransızlara ait iken, mahkeme kararıyla vakfa
intikal ediyor. Lazeristler burada bir okul açmışlardı; her dinden zengin ailelerin çocukları okurdu ve 7-8 dil
öğrenirlerdi. Zengin Rum aileleri de Aya Haralambos Kilisesi’ni inşa ettirmişlerdi.

Sultan II. Abdülhamid Bebek sırtlarındaki muhteşem araziyi Fransız misyonerlerine tahsis eder. Onlar burayı
bayındır hale koyarlar. Misyonerler ölür, yerleri boş kalır. 1956’da ciddi bir yangın atlatır. 20 dönüm arazi içinde
Lazarist kilisesine ait manastır binası 1980 yılında yeni bir hayata girer; Saint Benoit Lisesi Vakfı’nın
misafirhanesi olur.

Yokuşun solundaki çıkmaz sokak ve uzun merdivenler, manastırın bulunduğu yüksek avluya ulaşıyor. Solda saat
kulesi büyük taş bir yapı. Manastır son 14 yıldır otel statüsünde kullanılıyor.

Fransız Yetimhanesi
Fransız Yetimhanesi’nde Süryani çocukların 2 yıl eğitim aldıktan sonra Fransa’ya gönderildiklerini, çocuklar
Fransa’da rahip ve rahibe olarak yetiştirildikten sonra ailelerine de Fransa’da oturma izni verildiği bazı
kaynaklarda belirtilir. “Fransızlar, kendi ülkelerinde din adamı olmak isteyen genç bulamadıkları için dış
ülkelerden çocuk topluyorlardı” diye de söylentiler duyulmuştur.
Boğaziçi Üniversitesi
Bebek’le Rumelihisarı arasındaki tepelerde Boğaziçi Üniversitesi’nin arazisi uzanır. Arazi, Moliére’den yaptığı
uyarlamalarla tanınmış bir devlet adamı olan Ahmet Vefik Paşa’dan satın alınmıştır. Burası eski Robert Kolej’dir.
Robert Kolej 1863’te Cyrus Hamlin tarafından kurulmuştur. Hamlin Kırım Savaşı sırasında Florence Nightingale
ile çalışmış bir misyonerdi. Türkiye’yi sevdi ve burada bir Amerikan eğitim kurumu açmayı aklına koydu.
Okuldaki binalardan birine onun adı verilmişse de, okulun kendisi, kurulması için gerekli parayı sağlayan
Christopher Robert’in adını taşır. Daha sonra bir devlet kurumu olarak “Boğaziçi Üniversitesi” adını almıştır.

Küçük Bebek
Etiler’e doğru uzanan dar vadinin önü, 19. yy’ın ortasında, Ferziozi’nin gravüründe görüldüğü gibi dalyandır. Bu
çevrede, geçen yüzyılda, Şehzade bahçelerinde, büyük masraflarla yapılmış seralarda belki dünyanın en güzel
çiçekleri ve en muhteşem ağaçları bulunuyordu.

Kayalar Mescidi/Durmuş Dede Dergahı/Mezarlığı


Şimdi (üçüncü defa genişletilen) Bebek-Rumelihisarı sahil yolundan vızır, vızır geçen
otolar/otobüsler/kamyonlar, 60 yıl evveline kadar buradan/Durmuş Dede Dergahı’ndan hiçbir vasıtanın
durmadan/selamlamadan geçmediğini acaba biliyorlar mı?
Kayalar Mescidi, ahşap bir ev görünümlü, küçük güdük minaresi ve sağında dergahtan kalan birkaç mezar var.
Cadde kapı numarası 102. Mescidin içinden döner ahşap merdivenle üst kata çıkılıyor, çatı kiremitli.

Akkirmanlı bir veli olan Durmuş Dede, İstanbul’a gelerek, Kayalar Tekkesi Şeyhi Ali Baba’nın terbiyesine
girmiştir. Akkirmanlı gemiciler, memleketlerinin bu namlı büyüğünün bulunduğu bu sahile yanaşarak, İstanbul’a
getirdikleri zahire ve odunlardan kendisine hediye eder ve duasını alırlarmış. Dede 1642’de vefat etmiş ve
Akkirman da düşman eline geçmiş olmasına rağmen, son altmış sene evveline kadar, Karadeniz’den gelen
gemilerin Boğaz’ın Rumeli sahilinin bu noktasına erzak ve odun bırakmaları, buradan geçerken selam verme
adetleri devam etmiş.

Durmuş Dede Tekkesi (bugünkü caminin yanında idi) tamamen yıkılıp kaybolmuştur. Haziredeki mezarların bir
kısmı, tepeden inen toprak erozyonu altında kalmış.

Skarlatos Vizontios’in 19. yy’ın ikinci yarısındaki notları:


“…Tekkenin ilk şeyhi Hasan Zarif’in oğlu İbrahim Gülşeni idi, 1568’de ölmüştür. Mezarların en muhteşemi denizci
Aziz Durmuş Dede’nindi, tekkeye de onun ismini vermişlerdi. İsmail Çelebi ile on arkadaşının kafaları kesilerek
denize atılan cesetleri, padişahın buyruğu ile toplanarak buraya gömülmüştür.”

Hadikat-ül Cevami Kayalar Mescidi maddesinde şu bilgiyi verir:


“Durmuş Dede’nin İstanbul’a gelmesi Birinci Sultan Ahmed devrinde olup ölümü de o padişahın zamanında Hicri
1025senesindedir; tekkenin dışında bir yere defnedilmiştir. Sonra muhiblerinden biri üstüne bir ahşap türbe
yaptırmıştır. Aslında tekkenin banisi İbrahim Gülşeni halifelerinden Hasan Zarifi Efendi olduğu halde bundan
sonra Durmuş Dede Tekkesi adını almış ve o isimle anılagelmiştir.”

Kayalar Mezarlığı/Aşiyan Parkı


Robert Kolej’e çıkan ve Beşiktaş ile Sarıyer İlçelerinin hududunu oluşturan parke yokuşun her iki tarafı Kayalar ve
Rumelihisarı mezarlıklarıydı.

Skarlatos Vizontios, 19. yy’ın ikinci yarısında burası ile ilgili şunları yazmaktadır: “Bebek’ten buraya kadar olan
yokuşlu sahilde Osmanlı mezarları gözükmekte, birçoklarının mermer taşları üzerine isimleri altınla yazılmış.
Buraya, dev kayalar olduğundan Kayalar Mevkii deniliyor. Buradaki mezarlık Osmanlılar için kutsaldır, çünkü
Asya’dan buraya geçen ve şehit düşen ilk Osmanlılar yatmaktadır. Bu nedenle Hisar’a yakın olan tekkeye Şehitler
Tekkesi denilmektedir.”

Lamartin bu mezarlardan bahsederken şöyle diyor:


“Bahtiyar Osmanlılar hayatta oldukları zaman seçtikleri yerde rahat yatıyorlar, beğendikleri ağacın gölgesinde ve
akıntının yaptığı su sesinin kenarında. Mezarlarını kendi elleriyle besledikleri güvercinler ziyaret ediyor. Kendi
diktikleri çiçekler nefis bir koku veriyorlar. Dünyada despot olmadılarsa, ölü olarak meşhur olmuşlardır.”

1950 yılından sonra Demokrat Parti’nin çeşitli tasarruflarına ters düşen bir nedenle, Kayalar Mezarlığı istimlak
edilip gazino haline getiriliverdi. Uzun yıllar Aşiyan Gazinosu olarak, sazlı-sözlü programlarla devam ettikten
sonra, 1985 yılında belediyece park haline getirildi, parka yanındaki mezarlıkta son uykusunu uyuyan İstanbul
Şairi Orhan Veli’nin heykeli dikildi. Şimdi, eski devirlerden kalma tek bir yaşlı servi ağacının bulunduğu üç setli
dinlenme köşesidir.

Aşiyan/Tevfik Fikret Ve Fecri Ati Müzesi


Beşiktaş İlçesi’nin son arazi parçası, Kayalar mevkiinin üzerinde, şahin yuvası gibi, Tevfik Fikret’in planını kendi
çizdiği evi…Farsça “yuva” anlamına gelen bu yere kaçar gibi çekilmiş; Sultan II. Abdülhamid idaresine karşı
oklarını buradan fırlatmıştı.

Beşiktaş İlçesi ile Sarıyer İlçesinin hududunu oluşturan ve Boğaziçi Üniversitesi’ne çıkan yokuşun solundan
girilen ve müze haline getirilen Tevfik Fikret’in (1867-1915) kendi tasarladığı evidir. Tevfik Fikret dergilerde
yayınlanan şiir ve yazılarıyla kısa zamanda dikkati çekmiş. Fakat bir kısım kalem arkadaşlarıyla anlaşamadığı ve
Sultan II. Abdülhamid’e ifrat derecesinde muhalefeti sebebiyle memuriyetlerini bırakmış; Robert Kolej’de Türkçe
öğretmenliği görevi verilmesinin de etkisiyle, bahçesinden, kolejin bahçesine geçilen bu köşkü, Aşiyan’ı inşa
ettirmiştir. Köşk zemin üzerinde iki katlı, üst katı Boğaz’a açılan balkonlu ve birkaç yönde girişi bulunan zarif bir
binadır. 1981’de Fikret’in vasiyeti hatırlanılarak, mezarı Eyüp’den buradaki bahçeye nakledilmişti.

Aşiyan müze olarak açıldıktan sonra, alt katında Edebiyat-ı Cedide yazar ve şairlerine ait notlar, resimler, şiirler ve
bazı eşyalar sergilenmektedir.

Rumeli (Aşiyan) Mezarlığı


İstanbul’un eski mezarlıkları hem uhrevi bir hava taşır, hem de çiçekleri, kuşları, ağaçlarıyla hayatın içindedir.
Buradaki mezarlık deniz kenarına kadardı, yol genişletilmesi nedeniyle pek çok kabir kaldırıldı. Ortadan
kaldırılanlardan biri de tanınmış şair Mehmet Nesip Efendi’nin kabridir. Burası bahar aylarında, Aşiyan’dan
bakıldığında, eflatun erguvanlarla süslüdür.

Yahya Kemal Beyatlı, Hilmi Ziya Ülken vs önemli şahsiyetin bulunduğu mezarlıkta, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın
kabrinde yazılı olan beyit diğerlerini de temsilen söylenmiş gibidir:

“Ne içindeyim zamanın,


Ne de büsbütün dışında.”
*Rumelihisarı/Şehitlik

Orhan Erdenen’in uzun yıllar süren gözlemlerinde, İstanbul ve Boğaziçi’nin manzara noktaları
derecelendirmesinde ilk beş içine giren, eski mezarlıktan kalma birkaç ağaçla, birkaç mezarın bulunduğu bu
mevkiin, Fetih’ten çok sonra adı “Nafi Baba Tepesi”dir. Tepenin çevresi, 1452 yılında Rumeli Hisarı’nın inşası
sırasında, Bizanslıların ani hücumlarında ölenlerin mezarlığı olarak kabul edilir. Bu nedenle buraya “Şehitlik”
veya “Şehitlik Tepesi” denmişti. Ancak, Rumelihisarı inşaatında ölenlerin şehitliği/mezarlığı burası mı, yoksa
Skarlatos Vizontios ile Lamartine’nin anlattığı “Kayalar Mezarlığı mıdır, tam bilinmez.

Küçükbebek – Kösem Apartmanı Yönetim Sayfası


WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.

You might also like