You are on page 1of 104

Doğu Batı Arasında

• •

Islam Birliği ldeali

Editör
Merve Akkuş Güvendi
ÜSKÜDAR BELEDiYESi
Mimar Sinan Mah. Hakimiyet-i Milliye Cad. No: 35 Üsküdar/istanbul
Telefon: •90 (216) 531 30 00 • http://www uskudar.bel.tr

iLMi ETÜDLER DERNEGi


Adres: Halk Caddesi. Türbe Kapısı Sokak. Hektaş iş Merkezi No:13/4 Üsküdar. istanbul
Telefon •90 (216) 310 43 ıs · http //www ilmietudler.org

Editör
Merve Akkuş Güvendi

Tashih
Dudu Ekinci Demir

Grafik Tasarım ve Uygulama


Furkan Selçuk Ertargin

ISBN: 978-605-60594-7-6
E -ISBN: 978-605-60594-8-3

Düzenleyen Kurumlar
Üsküdar Belediyesi • ilmi Etüdler Derneği

Baskı ve Cil!
i HLAS GAZETECiLiK A.Ş.
Merkez Mah. 29 Ekim Cad.
ihlas Plaza No:11 A/41
Yenibosna-Bahçelievleri iSTANBUL
Tel: 0212 454 30 00

Düzenleme Kurulu
Muhammed Turan Çalışkan
Hasan Ekmen
Sema Silkin
ismihan Şimşek
Yunus Çolak
Doğu Batı Arasında
• •

Islam Birliği ldeali


Vefatının ı O. Yılında

Aliya lzzetbegoviç

Vefatının 10. YılındaAZiya İzzetbegoviç


Doğu BatıArasında İslam Birliği İdeali Sempozyumu Bildirileri
26 Ekim 2013, Üsküdar

Editör
Merve Akkuş Güvendi

lii OSKODAR
tliıii BELEDiYESi
·��
��
ıımı. u "'l'
iÇiNDEKilER

Takdim ........................................................................................................................................................................... ?
Sunuş ............................................................................................................................................................................. 9
Editörden .................................................................................................................................................................... ıı

Aliya izzetbegoviç'in Hayatı ve islam Dünyasına Bakışı


Kaz1m Hacimey/iç ..................................................................................................................................................... ıS

islam Birliği idealine M ülhem Genç Müslümanlar Örgütü ve Kadın Kolu


Amina Siljak Jesenkovic .......................................................................................................................................... 2ı

Medeniyet Tartışmaları na Anti ütopyacı Bir Yaklaşım: Aliya izzetbegoviç Örneği


Faruk Karaarslan ....................................................................................................................................................... 25

islam Dünyasını Yeniden Kurmak:


islamcı Bir Dilin ve Hareketin Zem i n i Olarak Aliya'nın Düşüncesi
Alev Erki/et .................................................................................................................................................................. 35

Aliya izzetbegoviç'te Ütopya ve Dram


Mustafa Aydln ............................................................................................................................................................ 4ı

Aliya izzetbegoviç'in Siyaset Felsefesi ve islam


Mahmut Hakk1 Ak1n ................................................................................................................................................ .55

Aliya izzetbegoviç'in Bir Siyasi Projesi Olarak Demokratik Hareket Partisi (SDA)
Tarkan Tek ................................................................................................................................................................... 65

izzetbegoviç'in "Ah la kı, Kaderi ve Teslimiyeti"


N. Cihangir İslam ....................................................................................................................................................... 73

Aliya izzetbegoviç Düşüncesinde Din ve islam


Aliye Ç1nar Köysüren ................................................................................................................................................ 83

Aliya izzetbegoviç'in Sanat Anlayışı Ekseninde Aida Begic Sinemasına Bakış


H. Ramazan Yilmaz- Y. Ziya Gökçek .................................................................................................................... 9ı

Yazarlar Hakkında .................................................................................................................................................... 99


Takdim

Geçtiği miz yüzyıl büyük savaşlara şahitlik etti. Y i rmi birinci yüzyılda bu büyük savaşların açtı­
ğı yaraları henüz kapatabilmiş değiliz. Modern dünyayı var eden ulus fikri halkları karşı karşıya
getirdiğinde insanın özü nü ve hayattaki esas gayesini tel ki n eden medeniyet kurucu fikirler de
bir hayli örselenm i ş oldu. Dünyan ı n doğu ve batı yakalarını düşünsel vaziyetleri itibari ile keskin
uçlara yöneiten sebepler diğer yandan iktisadi bakı mdan kuzey güney ayrı mını da belirginleş­
tirmekteydi.

Kadim dünyanın ortasında Batı'nın ezici kapita l izmi ile Doğu'nun keşif gelenekleri arasında var­
lığını sürdü ren M üslüman dünya, tüm bu savaşların ve keskinleşen ayrım la rın olumsuzlukianna
maruz bırakıldı. M üslümanlar bir kaos ortamında kendi tarihlerini va r eden birlik bera berlik dü­
şüncelerini de yitirmiş bir halde parçalanmış topraklarında siyasal ve ekonomik problem lerini
aşamaz oldular.

Türkiye'nin devraldığı siyasal ve i l m i miras, entelektüel çevrelerin uzun yıllar uzağında ka ldı. Üni­
versitelerin ve a raştırma merkezlerinin yeterli sayılamayacak çaba l a rı söz konusu buhranı aşma­
ya yeterli görülemezdi. Son yıllarda genç ilim insanların ın gayretleri, açılan yeni üniversiteler,
sivil akademinin ü l kemizde gözle görülür hizmetler ortaya koyması, ka munun ve özel sektörün
tem i n ettiği araştırma destekleri belki yüzyıldır konuşulması beklenen konuların yeniden dün­
yamızda yer bulmasını temin etmektedir. Bu gelişmelerin önemsenerek, yal n ı z Tü rkiye değil tüm
insa n l ı k için krizleri çözüme kavuşturacak şuur ve inanç dengesine kavuşturulması merkezi ve
yerel idarelerin dikkatlerinden kaçmamaktadır.

On yıl önce bir Ekim ayında a h i rete yolculadığımız ra h metli Aliya izzetbegoviç, fikirleri ve müca­
delesi ile yüzyılımızın en büyük tan ıklarından. Bosna halkı ve tüm Müslümanların nezdinde bi lge
kişiliği ve Batı dünyasının ortasında yok edil mek istenen bir halkın samimi l ideri olarak kabul
edil mektedir. Onun fikirlerini ve eylemlerini bugü n saygın üniversitelere, uluslara rası öneme sa­
hip kütüphanelere, araştırma merkezlerine ve islam Medeniyeti'ni n en nadide ürünleri nin ortaya
konduğu sanat merkezlerine sahip olan Üsküdar'ımızda konuşmak önemli bir fırsat ve büyük
bahtiyarlık kaynağı.
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

Düşünsel bir hesaplaşmanın kadim tohumlarını filizleyen Aliya izzetbegoviç'in anısına tertip edi­
len ve Üsküdar Belediyesi olara k organizatör ve destekçisi olmaktan onur duyduğumuz "Doğu
Batı Arasında islam Birliği ideal i " başlıklı uluslararası sempozyum u n ilim ve düşünce dünyamızda
nitelikli tartışmalara kapı aralaması ü midi n i taşıyoruz.

Bu sempozyuma tebl iğ leri ile katkı sunan tüm katılımcılara teşekkür ediyorum . Ve gerek orga­
nizasyonda gerekse tebliğierin kitaplaşması nda emek sarf eden, çalışmalarını ilgi ile izlediğimiz
ilmi Etüdler Derneği'ni n genç mensupianna teşekkür ederim.

Al iya izzetbegoviç'i rah metle anarken, fi kirleri n i n düşünce dünya mızda uzun soluklu tesirlerine
bu sempozyum u n bir katkı ol masını dilerim.

Mustafa Kara
Üsküdar Belediye Başkanı

• 8
Sunuş

Aliya izzetbegoviç hapishanede tuttuğu notlarından oluşan Özgürlüğe KaçlŞim isimli eserinde
"Cüretkar bir binaya bak: Onu betonların veya içine yerleştirilmiş çeliğin bir a rada tuttuğu doğ­
rudur; ama esas doğru olan, onu bir a rada tutan şeyin onun temel denge ve oranları içindeki
düşünce olduğudur" der. Doğu Bat1 Arasmda islam Birliği ideali sempozyumunda, Aliya'nın bize
bıraktığı bakış açısı ve fikirler ekseninde islam binasının yeniden nasıl kurulacağı ele alındı.

Bugün bi risi herhangi bir mahfilde islam Birliğinden bahsetse muhtemelen kendisine istihza ile
bakılacaktır. Zira içinde bulunmuş olduğumuz kaos ve keşmekeş halinde bunun çok da mü mkün
olmadığı düşünülmektedir. işte belki de bugün bizim Aliya'yı konuşmamızın ve onda yirminci
yüzyılın Müslüman düşünür prototipini keşfettiğimizi düş ü n me m izin esas sebebi şartları aşan
bir bakışla meseleleri kavraması, hem teorik hem de siyasi bakımdan tüm i nsanlığın kurtuluşu­
nun islam'ın yeniden tarih sahnesine çıkmasında bulu nduğunu ifade etmesidir. Aliya ve ona eşlik
eden Seyyid Kutup, Mevdudi ve Erbakan gibi fikir ve eylem ada m l a rı kuşağı bizi saran modernite
çölünü n esas sorununu kavramış ve insanl ığın kurtuluşu için islam'a i htiyaç duyduğunu gör­
müşlerdi. Ama bunun için evvela Müslümanların özgürleşmesi, kendi aralarında bir birliği tesis
etmeleri gerekmektedir.

Aliya bizim hürriyetimizi kullanarak bir seçim yapmak durumunda olduğumuzu dile getirir. Bu
yönüyle ona göre iyi l i k ile kötülük arasında bir dram ı n dışına çıkamayız. Doğu Bat1 Arasmda islam
adlı eserinde kendi hürriyetimizi seçmeye ve kullanmaya, iyi veya kötü ol maya, tek bir kelime
ile insan olmaya mecbur olduğumuzu dile getirir. Ona göre bizim bir insan kalmak sorunumuz
mevcuttur. "Her i nsanın daha fazla insana benzemesi için;' her şeyden evvel kendimize ve gaye­
m ize sadık kalmamız ve kendimize saygı duymamız icab etmektedir. Ümit ederim ki onun ha­
yatını konuşmak ve fikirlerini tartışmak bize sorumluluğumuzu yeniden a nlatıp h issettirecektir.

Aliya'nın hapisha nede tuttuğu notlardaki bir duasına burada yer vermek istiyorum:

9 •
"izin ver kerem li ellerime

Yarattığın şeyler dokunsun

Sesin i duymam için kulaklarımı keskinleştir

Kavrayabilmem için hikmet ver bana

Her yaprağa her taşa gizemli bir şekilde yerleştirdiğin öğretini

Kuvvet istiyorum, fakat kardeşlerim i ezmek için değil

Sadece en kötü düşmanımı -kendimi- yenmek için

Tanrım, değiştiremeyeceği m şeyler için ba na güç ver

Değiştirebileceği m şeyleri değiştirmek için de cesaret

Bir de i kisini tefrik etmek için h ikmet"

Bu değerli çalışmayı gerçekleştirirken desteklerini bizden esirgemeyen Üsküdar Belediyesi ve


değerli ça lışa n l a rına teşekkür ederim.

Dr. Lütfi Sunar


i l m i Etüdler Derneği Başkanı

• 10
EditördBA

20. yüzyılın son çeyreği, d ü nya tarihi açısından Doğu'da ve Batı'da önemli gelişmelere sahne
olmuştur. Dünya siyaset sahnesindeki gelişmelerle paralel düşünsel krizierin de patlak verdiği
bu dönem, islam d ü nyası açısından, büyük siyasi-askeriyenilgilerin yaşandığı bir za man kesitin i n
sona erer ek yenileşme v e yeni yol a rayışlarının üretildiği b i r dönemdir.

Tarihin sonu tezi ile kendi zaferini ilan eden Batılı paradigma, kendi coğrafi s ı n ı rlarının merke­
zinde yaşayan islam toplumuna yönelik dışlayıcı ve soykırımcı yüzünü yine bu dönemde açık
etmiştir. Doksan l ı yılların başında Bosna-Hersek'te yaşanan trajedi, Batılı paradigma açısından
bir hüsran ancak -yaşanan acılara rağmen- islam d ü nyası için bir varoluş göstergesi olmuştur. Ha­
d iseleri n, bu yönde okun masın ın en önemli etkeni, hiç şüphesiz Bosna-Hersek halkı n ı n, düşünce
kodları hayli derin bir l idere sahip olmasıdır. Boşnak lider Aliya izzetbegoviç, tarihin bu dönüm
noktasında, islami hareketin argümanlarını, Bosna Savaşı sürecinde tecessüm eden bir fırsatla
ortaya koymayı başarmıştır. Bunun da ötesinde bu argümanları ortaya çıkaran entelektüel kimli­
ğini, yazdığı kita plar ve dile getirdiği fikirler ile güçlü bir zemine aksettirmiştir. Batılı paradigma­
nın artık çöktü ğ ü n ü, insanlığa bir şey vaat etmekten uzak olduğunu ifade eden Aliya, buradan
hareketle Müslüman topluluklar için bir ufuk ortaya koymaktadır. Aliya'ya göre, "sükunet ve pa­
siflik devri ebediyen geçmiştir". Bu nokta d a "sorunların ve zorlukların büyü klüğü milyonların ta m
teşekküllü eylemini gerektirmektedir". O nedenle M üslümanların, artık hangi tarafta ve nereye
ait olduklarını bilmeleri elzemdir ve islam dünyasının kaderin i ellerine a l maya mecburdurlar. Bu
yüzden, doğru ve derin l i kl i bilgiye yaslanan düşü nce safhasından organize edilmiş eyleme geç­
mek gerekmektedir.

Aliya'd a n bize i ntikal eden entelektüel bakiye içerisinde, modern dünyanın açmazlarını, küre­
sel/emperyalist siyasetin kodlarını ve Şarkiyatçı bilim felsefesin i n köklerin i n bir a nalizini ortaya
koymak d üşünsel d ünyamızda yeni açılımlar ortaya koymamıza vesile olacaktır. Aliya'nın eserleri
incelendiğinde görülecektir ki onun teorisi, pratiğin içerisinde şekillenmiş ve olgunlaşmıştır. Ali­
ya, bu yönüyle değerlidir ve söylemleri a l tında birer yaşanmışlık barı ndırmaktadır. O nedenle,
gerek siyasi yaşamı öncesindeki mücadelesi ve gerekse de Bosna-Hersek'in bağımsızlığı esnasın­
da yürüttüğü siyaset açısından i rdelenmesi, Orta Doğu'da hareketliliğin yükseldiği ve M üslüman
halkların birbirine ihtiyacı n ı n arttığı bu dönemde daha da önemli hale gelmiştir.

ıı.
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

Bu minvalde, çok etn i kli ve kültürel farklılığın yüksek olduğu bir coğrafyada, bu farklılı kları bir
masiahat istikametinde kanal ize eden potansiyeliyle Aliya'nın, islam birliği ideali için zihinlerimi­
ze d üşeceği çok önemli notlar vard ı r. Soğuk savaş sonrası geçiş döneminin sınanma alanı olan
Bosna-Hersek çalkantılı dönemiyle, psikososyal gerilimlerin yoğun olara k yaşandığı ve bu an­
lamda birl i k duygusuna i htiyacın had safhada hissedildiği bir pilot bölge olmuştur. Bu trajedi n i n
i y i b i r analizi v e bu darboğazı aşma konusunda Aliya'nın yürüttüğü siyasetin temel kodları, Müs­
lüman d ünyan ı n daha geniş bir ölçekte yaşadığı problemler ve dar boğazlar açısından bize çok
şey söyleyecektir. N itekim tarihin bu evresinde, Müslüman coğrafya üzerine oynanan oyunların
girdabına kapılmadan küresel çapta yürütülen siyasetin deşifresi Müslümanların daya n ışması ve
a ralarındaki ortak zeminleri ve mutabakat noktalarını çoğaltmalarıyla m ü mkün olabilecek bir
şeydir. Bu noktada da Aliya'nın her zemin ve zamanda dillendirdiği güçlü, kendine öz güveni
olan ve altı dolduru l m uş islam vurgusunun kavran ması gerekliliği açığa çıkmaktadır.

Son yüzyı l ı n önemli Müslüman düşü nürü ve büyük devlet adamı Aliya izzetbegoviç, on yıl önce
islam toplumlarına önemli idealler bırakarak ara mızdan ayrıldı. Dostları ve Aliya'n ın d üşünceleri
üzerine çalışma yapan uzmanlar vefatı n ı n onuncu yılında onu anmak ve islam birliği ideali et­
rafındaki düşü ncelerini tartışmak için i l m i Etüdler Derneği ve Üsküdar Belediyesi'n in birlikte dü­
zenlediği "Doğu-Batı Arasında islam Birliği ideali" başlıklı uluslararası bir sempozyum da bir a raya
geldi. Elinizdeki kitap, bu sempozyumda sunulan tebliğlerden oluşmaktadır. Yazarlar tarafından
gözden geçirilerek, okuyucuların istifadesine sunulmuştur. Aliya'nın mücadelesi ve d üşünceleri
merkeze a l ınarak hazırlanan makaleler "islam birliği ideali" çerçevesinde yeni çözümler üretebil­
me a macı taşımaktad ı r.

Bosna'nın geçirdiği zor g ü n l erde yaşa na nl a ra seyirci kal m ayarak eleştirilerini sert ve sivri bir üs­
lupla çeşitli dergi ve köşe yazılarında dile getiren Am ina Siljak Jesenkovic makalesinde islam bir­
liği idea l i n i bir ideoloj i n i n ötesinde bir yaşam tarzı haline getiren Genç Müslümanlar Örgütünün
kurul uşu, fikri yönelimleri, kadın kollarının çalışmaları, maruz kaldığı engellemeler ve cezalan­
dırmalarla birl ikte değerlendirdi. Al iya izzetbegoviç'in d üşü nceleri üzerine çalışma ları bulunan
Faruk Karaaslan, son yıllarda özellikle Müslüman sosyal bilimciler tarafından sıklıkla g ündeme
getirilen; medeniyet tartışmalarına, Aliya izzetbegoviç'in metinleri ve siyasal pratikleri üzerin­
den nasıl bir perspektif gel iştirilebileceği konusunu soru nsallaştı rma ktadır. Karaarslan, bu bağ­
lamda ma kalesinde meden iyet-kültür ve medeniyet-tek n i k gerilimleri nde izzetbegoviç'in nasıl
bir kon um a ldığı ve bu konu m u n siyasi konjonktüre bağ ı m l ı olara k son yıllarda gündeme gelen
medeniyetin ihyası/i nşası söylemlerinin neresinde kaldığı ile ilgili analizlerde bulunacaktır. isla­
mi hareketlerin yapıları üzerine deri nlemesine ve nitelikli çalışmaları bulunan Alev Erkilet ise is­
lamcı bir d i l i n zemi n i olarak Al iya'nı n islamcı d üşü nceyi temellend irmekte kullandığı bütüncü(l)
yaklaşım ı ontoloj i k ve epistemolojik boyutlarıyla ele a l m a ktadı r. Erkilet, Al iya'nın Batı felsefesine
içkin olan d i koto milerle nasıl hesaplaştığı, bu çerçeveden ha reketle islami düşünceyi nasıl te­
mellend i rdiği ve bu düşünceyi islamcı mücadelen i n temeline nasıl yerleştirdiğini çözümlerneye
çalışmaktadır. Mustafa Aydı n, Aliya izzetbegoviç'in düşüncesini ütopya ve dra m matriksleri üze­
rinden değerlendirmektedir.

Aliya'nın düşüncesi, i nancı ve pratiği ile islam'ın kurucusu olduğu bir siyaset felsefesinin yeniden
gündeme gelmesine ve i m ka nlarının tartışılmasına önemli katkılarda bulunduğunu düşünen

• 12
Editörden •

Mustafa Tekin, m a kalesinde Aliya izzetbegoviç'in siyaset felsefesinde "olan" ile "ol ması gereken':
"araç" ile "amaç" arasındaki ilişkiyi a hlaki bir temelde yeniden tartışma ktadır. Aliya izzetbego­
viç'in siyasi projesi olan Demokratik Hakeret Partisi (SDA) üzerine çalışmalarda bulunan Tarkan
Tek ise makalesinde kuruluşundan g ü n ü m üze kadar Bosna-Hersek yönetiminde kesintisiz olarak
bulunan ve önemli roller oynamış bir siyasal parti olara k SDA'nın ça lışmalarına yer vermektedir.
Cihangir islam ise izzetbegoviç'in a h l a kı, kaderi ve teslimiyeti ni analiz ederken çağrısının Batı
Kültürü ve özellikle yıllarca materyalist dayatma a ltında ka lmış M üslüman topluma ve aynı za­
manda bütün insanlara yapılan bir çağrı olduğuna d ikkat çekmektedir.

Al iya'nın islam d ünyasına bakışını değerlendiren Kazı m Hacımeyliç, insa n l ığın krizine çıkış yolu
olara k Aliya'nın öngördüğü islami orta yolu değerlendirmektedir. Aliye Çı nar Köysüren "Aiiya'nın
düşüncesinde d i n ve islam" başl ıklı yazısı nda Batı'da yaşamış, Doğu ve Batı sentezini harmanla­
yan ve gözlemleyen yaşamıyla adeta, Doğu ve Batı arasındaki kırılmalara, geçişlere, senteziere ve
dışlamalara şahit olan Al iya'nın din, ideolojiler, rejimler ve islam'ı konumlandırışına yer vermek­
tedir. H. Ramazan Y ı l maz ve Yusuf Ziya Gökçek ise Aida Begic sinemasını Aliya'nın sanat anlayışı
ekseni nde değerlendirmektedirler. M a kalede "Üçüncü yol" yaklaşımı doğrultusunda bir sinema
pratiğine yakınlaşan Begic'in teori ve pratik ile sanatı yaşadıkları coğrafyaya hakim olan faydacı
tutumlar karşısında va r olma sürecin i vurgulamaktadı r.

On makaleden oluşan bu kitabın Al iya izzetbegoviç'in fikri ve fii l i mücadelesini anlama, onun
"Doğu ile Batı arasında islam birliği ideal i''ni yeniden düşün mek ve g ü n ü m üzde bu bağlamda
ya pılan çalışmalara temel oluşturması hedeflenmektedir.

Al iya izzetbegoviç'in mücadelesinin ve düşüncelerinin tartışılmasında hem bilimsel bir topla ntı
ile g ü n ü m üze taşınmasında hem de bu toplantıda sunulmuş tebliğierin bir kitap olarak basılma­
sında bir çok insanın emeği geçmişti r. Öncelikle organizasyonun düzenlenmesin i tem i n ederek
çalışmaları büyük ölçüde yüklenen Üsküdar Belediyesi değerli başkanı Mustafa Kara'ya ve baş­
kan yard ı mcısı Ömer Saraç'a ve Üsküdar Belediyesi'nin kıymetli çalışanları Sema Silkin ve ismi­
han Şimşek'e sa m i m i katkı ve gayretlerinden ötürü teşekkür ederiz. Sempozyumda sundukları
çalışmalarını birer m a kaleye dönüştürerek bu kitapta yer bulmasını sağlayan kıymetli bilim ve
düşünce i nsaniarına teşekkür ediyoruz. Sempozyum fikrin i n zenginleşmesinde katkılarını esir­
gemeyen Bilal Kem i kli, Hüseyin Kansu beylere de teşekkür etmeyi borç biliriz. Burada isimlerin i
saya madığı mız i l m i Etüdler Derneği'ni n başta M. Turan Çalışka n olmak üzere emek veren tüm
gönüldaşlarına teşekkür etmek ayrıca bir zevk.

Son olarak sempozyum açıl ış konuşmasını gerçekleştirmek üzere ilerleyen yaşiarına aldırmadan
Bosna'dan Üsküdar'a teşrif eden, "Genç Müslümanlar" dan Prof. Dr. ismet Kasumagiç ve değerli
eşleri Azijada Kasumagiç'e teşekkür ederiz.

Kitabın, Aliya izzetbegoviç'in fikirleri ile, çağımızda "islam binasının" harcında kullanmak üzere
düşünsel bir katkı sun masını d i leriz.

Merve Akkuş Güvendi


Editör

13 •
Aliya İzzetbegoviç'in Hayatı
ve İslam Dünyasına Bakışı

Kazım Hacımeyliç

"Büyük Allah'a yemin ederim ki köle olmayacağız:·


Aliya izzetbegoviç

osna Hersek'in i l k c u m h u rbaşka n ı olan Al iya izetbegoviç'in, islamiyet'e, islam dün­

B yasındaki Müslüman lara olan bakışı, şah ıs olara k içinde b u l u n d u ğ u zor durumlarda
olan d uruşu, davra nışı ve bulunduğ u d u ru m u ka bullen mesi ile açıklamaktır.

Zor durumlardan çıkış yol u n u n, eğitime, a n layışa, toleransa, köleliğin ka l d ı rı lmasına bağ l ı
olduğunu belirtmiş v e çıkış yolu i ç i n Kur'an'ın v e Peygam berimizin s ün neti v e hadisleri nin
em rettiği g i bi;'orta yolu" a rayarak çözüm sun muştur.

Ha kiki monoteist, pasif ve maddiyatçı olmayan, özg ü r insa n d ı r. Zıt tarafları ka bul eden, kö­
leliğe ve şiddete karşı olan ve aynı za manda iç dü nyasındaki özg ü rlüğe düşkün olan i nsan­
dır. izzetbegoviç'e göre, i nsa n l ığ ı n krizine çözüm olarak bahsettiği "orta yol " budur.

Özgeçmiş

Aliya izzetbegoviç'in hayatı i nişlerden ve çıkışlardan iba retti r. Atalarından gelen kişiliği nde
ve karakterinin oluşması nda önem l i bi rkaç detaya değinmek lazı m d ı r.

Aliya izetbegoviç 8 Ağustos 1 925 tari h i nde Basanski Şamac'da, önceleri Belgrat'ta yaşa mış
ancak kro n i kçilerin beli rttiği gibi 1 868'de "Sırp baskısı altında" ka larak kendine daha g üvenli
bir yer a rayan itibarlı bir beyzade a ilesinin o ğ l u olara k dünyaya gelm iştir. Ailenin seçimi
Basanski Şamac o l muştu. izetbegoviç'in büyü k babası ki onun da adı Alija i d i ve Basanski
Şamac'i n beled iye başkanıydı. Adaleti ve dü rüstlüğ üyle yöre h a l kı arası nda çok sayg ı n bir
yerin i n old uğu söylenirdi.
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

Al iya'n ı n hayatı n ı n henüz i kinci yılı nda, tica ret ve bankerlikle uğraşan babası Mustafa Saray­
bosna'ya taşınma kararı aldı. Ailesi kalabal ı ktı. Anne ve babas ı n ı n üç kız ve iki erkek olmak
üzere beş evi a d ı vard ı, Aliya b u n la rı n en büyüğ üyd ü.

An nesi çok dindar bir kad ındı, öyle ki Al iya daha sonraları notlarında di ne karşı erken yaş­
larda ol uşan bağ l ıl ı ğ ı n ı tamamen a n nesine borçlu o l u ğ u n u söyleyecektir. An nesiyle bera­
ber sabah na rnazına uyanmakta zorlandığını itiraf etse de, izzetbegoviç eski hatıra la rı nda
Vijeçnica'daki Hacı Cami'nin imam ı Rahmanoviç'in Rahman s u resin i benzersiz bir güze l l i kte
okuduğu nu hatı rlad ı ğ ı hayatı n ı n bu dönemi n i özlemle yad eder.

Ne gari ptir ki, aşağı yu karı on beş yaşları nda, ateist ne kom ünist l iteratü r ü n ü n etkisi a ltında
dini konularda kararsızlığa düşmüştür. i kinci Dünya Savaşı'nı n başlangıcı öncesinde Yugos­
lavya'da kısmen, o zamanlar tam olara k a ltın çağ ı n ı yani asl ı nda en kara n l ı k dönemini yaşa­
yan, faşizme karşı bir tepki olara k çok güçlü bir kom ü n ist propaganda hakimdi.

Ancak genç izzetbegoviç'e i l k bakışta şüpheli görü nen, kom ü nist propaganda n ı n Tan rı'yı
" kötüc ü l " ve dini n kendisini de h a l kı gerçek hayatta daha iyisini elde etmek adına savaşma­
ması için sindirilmesi ve d uyarsızlaştırılması için "to p l u m ların afyon u" olara k görd ü ğ ü ger­
çeğ idir. Diğer ya ndan, çeşitli şekil lerde ve tanımlamalarda, di n i n ana mesajı izzetbegoviç'e
her zaman eti k bir yaşam şekl i ve soru m l u l u k d uyg usudur gibi gelm işti.

Böylece izzetbegoviç bir i ki y ı l l ı k ruhsal-düşünsel bir bocalamadan sonra, yeni bir güç ve
yaklaşımla ni hayet dine döndü. Sonradan kendisindeki iman g ü c ü n ü n, özel l i kle gençli­
ğ indeki bu i n ka r döneminden g ü ç a ldığ ı n ı düşünmüştür. Ve a rtık bu, doğ uştan ait old uğu
gelenekten edinilen din değil, yeniden tesis edilmiş bir i m a n duygusuydu. Her ne kadar
sonradan din problematiğiyle i l g i l i yazd ığı kitaplarda görü leceği gibi s ü rekli sorguianmış
ve a raştırmış olsa da, yen iden tesis edilen bu imanı bir daha asla kaybetmedi. Çok sonra
Hattra!ar kitabında "Ta n rısız bir hayat benim için tahayyül edilemezdi:' d iyecektir.

Her ne kadar resmen kurul m a m ış olsa da, cemiyetin liseli ve ü n iversitel i gençler arasında
g ittikçe daha çok popü larite kazandığı kesindi. Bu faaliyet ll. Dünya Savaşı boyunca devam
etti. izzetbegoviç cemiyetle i l k defa 1944 y ı l ı nda "EI-H idaje" i le, imamların mesleki birliğ iyle,
birleşti kleri zaman karşı karşıya geldi. Kendisinin de sık sık ifade ettiği gibi Aliya " h i ç bir
zaman i mamlarla tam bir fikir birliği içinde değ i l d i " ve eleştiri leri nin temelinde islam'ın
imamlar tarafı ndan çok katı bir şekilde yoru mlanması yatıyordu ki kendisine göre bu tavır
"islam'ın dahili ve harici in kişafını engelliyordu'�

Sonra ki çalışma larında, Al iya, a ktif olara k cemiyette rol a l mıştır. Daha sonraları, doğrusu,
uzun yıllar yattığı, hayatı ndaki i ki nci ha pisten sonra a ktif olara k siyasetle ilgi lenmeye başla­
d ı ğ ı gibi yok olmaktan kurtardı ğ ı Bosna-Hersek'in i l k c u m h u rbaşka n ı ünva n ı n ı aldı.

• 16
Aliya İzzetbegoviç'in Hayatı ve İslam Dünyasına Bakışı •

Aliya izzetbegoviç'in Düşü nce ve Msyon u

Bu kon uşmamda, yayı m ladığı kita pları göz önünde bulundura ra k, kendisin i n i nsanlara ve
insa n l ığa olan bakış açısına ve düşü ncelerine, insa n l ı ğ ı n yaşa m ış old uğu krizin çözüm ü olan
"orta yolu"na değ inmek istiyorum.

Al iya izzetbegoviç hayatı boyunca kitaplar yazdı ve yayımladı. 1 946 y ı l ı nda, yazd ığı ilk ki­
ta plardan olan Doğu ve Batt Arastndaki islam birçok yabancı dile çevrildi. Kendisi hapistey­
ken, i l k defa 1 984 y ı l ı nda Kanada'da yayımiand ı.

Kitabın içeriği en kısa satı rlarla şöyleyd i: Her şeyin çift yaratı ldığı gibi insan da yarat ı l m ı ş
bir ca nlıdır, insa n ı n da bir ru h u v e v ü c u d u va rd ı r. Vücut ru h u n evidir. Bu e v bir evrim geçi r­
miştir ve kendi geçmişi vard ı r, a ncak ruh değişmemiştir. Ta nrı ona kendi dokunuşuyla can
vermiştir. "Ev"" yan i vücut bilimin işidir, ancak ruh dini n, sanatı n ve a hiakın kapsamındadır.
Bu yüzden izzetbegoviç için, insa n ı n i ki yön ü ve i ki gerçeği vardır. Batı d ü nyasında bunları
Darwin ve M ichelangelo tesl i m eder. Onların gerçekleri birbirinden fa rkl ı d ı r, ancak birbirini
dışlamaz. Yazar bu d u ruşunu, bu "gerçeklerin" kendilerini meden iyet ve kültürün bir tezadı
olara k gösterdiğini ve kendisine göre bilimin ve tekn iğin medeniyete, d i n i n ve sanatın ise
kültüre a it olduğu tezin i geliştirerek doğrulamaya çal ış ı r. i l ki i nsanın varol uşsal i htiyaçları­
nın (Nası l yaşıyorum?) diğeri ise varoluş amacı n ı n (Neden yaşıyorum?) bir ifadesidir. Me­
deniyet "yerin h a kimiyeti'; din ise "göklerin hakim iyeti" içindir. Doğu ve Batt Arasmda islam
kita bında izzetbegoviç islam'ın bu i ki, "üçüncü olarak da i nsana ait herşeyin bir kaydı olan
i ki cinsin" a rasındaki tezadın bir sentezi old u ğ u n u kanıtlamaya çalışır.

Ta kvim'in nüshalarında yayım ladığı bir d izi makale olan "islami Dirilişin Problem leri" adlı kita­
bında izzetbegoviç'e göre " Yeniden diriliş a nca k islam'ı n temellerine kararlı bir geri dönüşle
m ü m kü n olabi l i r:: Asl ında Aliya izetbegoviç'in, öze l l i kle bu kitap olmak üzere genel a n lamda
islami düşü neeye katkısında, en az isla m'ın kendisi olduğu kada r islam top l u mları ve ü l keleri
açısından da kendini şahsına münhasır bir reformist olarak öne çıka rd ı ğ ı söylenebilir.

Uzun yıllar sonra 1 997'de Tahran'da, bir islam ü l keleri konfera nsında konuşu rken izzetbe­
goviç, kendi gözlemlerine dayanarak, kendini islam ü l kesi olara k adlandıra n ü l kelerin ku­
surlarına açık sözl ü l ü kle işaret edecekti. Açık sözlü olmanın da ötesine geçmişti: "Evet islam
en m ü kemmeldir, ama biz m ü kemmel değ i l iz! Batı ne bozuk ne de yozlaşmıştır. Ç ü rü m üş
Batı- komü n ist sistem bu ya n ı lg ıyı çok pa h a l ı ödemiştir. Batı ç ü rü memiştir. Batı güçlü, kül­
türlü ve organizedir. Okulları bizim ki lerden daha iyi ve şehirleri bizim kilerden daha temiz­
dir. Batıda i nsan h a kları daha üst d üzeydedir, fakiriere ve özürl ü lere yönelik sosyal i m kanlar
daha iyi organize edilmiştir. Batıl ı lar genelde sorumlu ve doğru insa n l ard ı r. Benim onlarla
i l g i l i tecrübelerim böyled i r. Ancak gelişmişlikleri n i n kara n l ı k yön lerini de biliyorum ve göz
ardı etmiyorum. Evet, islam en m ü kemmeldir ama biz m ü kemmel değ i l iz! Bu sıkl ı kla karış-

17 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği İdeali

tırdığımız i ki kon u d u r. Batıyı küçümsemek yerine onunla yarışıyoruz! Kur'an bize tam da
ş u n u emretmemiş midir: Öyle ise iyil i klerde yarışı n:'

izzetbegoviç aynı zamanda terörizmi islam d i n i ile özdeşleştirenlere mesaj göndermekte­


dir: "Bazı insanlar terörizmle üstü n l ü k sağlanabileceğini düşünüyorlar. Bu teh l i keli bir şe­
kilde yayı lan bir yan ı l gıdır. Terörizm bug ü n kü aczimizin bir ifadesi ve gelecekteki aczi m izin
de olası sebebidir. Sadece eti k olmama kla kalmayıp ayn ı zamanda sonuçsuzd u r da. Eti k
değildir çünkü masum insanlar ö l mektedi r, sonuçsuzd u r ç ü n kü o n u n l a hiçbir yerde h içbir
şey çözü l m üş değ i l d i r. Tarihteki tüm ciddi siyasi ha reketler terörizmi redetmiştir. Kur'an'ı n
da şu bil inen ayetle yasa kladığını düşünüyoru m : 'Kim bir insanı öld ü rü rse, o sanki bütün
i nsanları öldürmüştür: Maalesef bazı ları bunu u n utmaktad ı r:'

Batı'da islam'ı, Müslüman ü l kelerde ise Batı'yı savunuyordu. Batı'da Doğ u l u, Doğ u'da ise Ba­
tıl ıyd ı, a ncak her i ki tarafta da Müslüman'd ı.

Aliya izzetbegoviç'in her açıdan örnek teşkil ettiğini söyleyebi l i riz. O n u n için "hakiki kişilik"
gerçek anlamda "insan" diyebiliriz.

izzetbegoviç, insa n ların hiçbir zaman sadece maddiyata yönelmemesi gerekti ğ i n i n a ltı n ı
çiziyordu, maddiyatın da önem l i old u ğ u n u a ncak maneviyatın ç o k d a h a ö n e m l i o l d u ğ u n u
h e r defasında beli rtiyordu. Aliya islamiyetin özü n ü a n l amıştı. B e l k i başka bir ü l kede y a da
herhangi başka bir islam ü l kesinde doğmuş olsaydı islamiyeti bu kadar iyi anlamayacaktı.
Aliya, kendisinin de dediği gibi Batı ve Doğu'nu n kesiştiği yerde, Bosna'da doğdu. Misyo­
nu olan, Bosna'daki islamiyeti koru mak gibi büyük bir görevi üstlenen birisiyd i Aliya. Aynı
zamanda bütün d ü nyaya insa n l ı ğ ı n ve maneviyatın önem l i l iğ i n i göstermek vard ı onun
görevleri arasında. Hayatı boyunca d ünya n ı n tüm önde gelen politikacıları ve entelektüel
kişileriyle ta nışma fırsatını buldu. A liya olmasaydı, m isyonu ol masaydı Bosna'n ı n hali bugün
ne o l u rd u diye soru lar yönelteb i l i riz kendi kendimize. O za manlar, onun yerine geti rdiği gö­
revi, ya pabilecek, yerine getirecek potansiyele sahip kişi yoktu. Aliya olmasaydı belki bugün
Bosna'da eza n l a r oku nmazdı.

Aliya izzetbegoviç hem Batı'ya hem Doğu'ya mesaj gönderen birisiydi. Onun görüşleri,
düşünceleri Batı ve Doğu'nu n değerlerini bir a raya getiren türdendi, insanlığın zarar ve­
ren kötü h ücreleri nden arındığı bir örnekti. Aliya'nın görevi sadece yerel d üzeyde deği ld i,
görevi sadece küçük ü l kesin i yok olmakta n kurtarmak değ i l d i . O n u n m isyonu, Bosna'nın
yaşadığı acılarla d ünyaya "orta yol" mesaj ı n ı göndermekti.

Aliya n ı n dü nya çapındaki rol ü araşt ı rı l m a l ı, yaz ı i m a l ı ve aniatılmal ıdır.

Al iya izzetbegoviç yuka rıda bahsedi len kita plardan başka, aşağıda sözü geçen kitapları yaz­
mış ve yayım l a m ıştır:

• 18
Aliya İzzetbegoviç'in Hayatı ve İslam Dünyasına Bakışı •

Al iya izzetbegoviç'in eserleri

·islam Deklarasyon u, 1 970.

• Doğu ve Batt Arasmda islam, 1 980.

• Entelektüellerin konuşmaları ve mektupları, SDA, 1 994.

• 1 ntelektualaca, 1 998.

• Özgürlüğüme Kaçtştm: Zindandan Notlar 7983-7988, Bibl ioteka Refleksi, Svjetlost, 1 999.

• Hattralar, Autobiog rafski Zapis, 2000.

Kaynakça
lsakovic, Z. (20 1 2). A/ija lzetbegovi 1925-2003 Biografija. Sarajevo: JU Muzej/Museum" Alija lzetbegovic"

lzetbegovic , A. ( 1 990). /s/amska deklaracija, (Mala muslimanska biblioteka) [Türkçesi veya ingilizcesi?]. Bosna: Yayınevi?

lzetbegovic , A. ( 1 996). /s/am izmedu /stoka i Zapada. Svjetlost, Sarajevo.

lzetbegoviC, A. ( 1 999). Moj bijeg u s/obodu: Biljeske iz zatvora 1983-1988 (Biblioteka Refleksi). Svjetlost: Svjetlost

19 •
İslam Birliği İdealine Mülhem Genç
Müslümanlar Örgütü ve Kadın Kolu

Arnina Siljak Jesenkovic

empozyumun başlığındaki "islam Kardeşliği idea l i " kavra m ı d ikkatimi çekti. Bu ideal

S
.
ütopya mı yoksa hayata geç i rebileceğimiz bir unsur m u d u r? Işte bu kardeşlik yüzeysel
bir islamiyet yaşadığım ızda veya yaşadığ ı m ızı iddia ederek kendi mize de, Yüce Hakk'a
da yal a n l a r uyd u rd u ğ u m uzda kesi n l i kle haya ldir. islam şartlarına göre bizden şehadet, na­
maz, oruç, zekat ve hac talep edilir. Bütün bunları yaparken kardeş olabili riz.

Peki kardeş derken, Yusuf'un kardeşlerinin, ya h ut Yakub peygamberin on veya on bir oğ­
l u n u n Müslüman olmadığ ı n ı iddia etmeye kimin cesareti var? Onlar sadece babalarının
gösterdiği özel ilgi ve sevgiden dolayı Yusuf'u kıskan mışlard ı r. i nsan l ı k h a l i, anlaşılır. Hatta
onlara karşı em pati d uyabil i riz. Yusuf'u parası ndan değil, Züleyha'n ı n o n u n için yaptıraca­
ğ ı saraydan dolayı değil, Mısır Val isi olacağını bildikleri için değ i l, sadece ortak babalarının
hepsine karşı ayn ı sevgi göstermesi n i istedi klerinden kıskan m ışlardır. Bu kardeşlikte, galiba
bir şeyler eksik ... H ucurat Suresi'ndeki ifadeyi k u l la n ı rsak, "aramızda ölmüş kardeşi n i n etini
tatmayan va r m ı "? Günde kaç öğün ded i kodu, g ıybet, za nn, iftira, arabozucu l u k... Eksiğimiz
nedir? Allah Hucurat Suresi'ndeki ifadeyi ku l l a n ı rken kime h itap ediyor: Ayetin başında ey
imana ermiş olanlar diyor. Hucurat Suresi'n i n on dört ayetinde Müslüman ve m ü rn i n kav­
ram l a rı a rasında fark belirtilmekted ir: "Bedevller 'inandtk' dediler. De ki: Siz iman etmediniz,
ama 'Boyun eğdik.' deyin. Henüz iman kalp/erinize yerleşmedi." Aynı sureni n on u ncu ayetinde
Yüce Hakk diyor ki: "Mümin/er ancak kardeştir/er. Öyleyse kardeşlerinizin arasmt düzeltin ve
Allah'tan korkun ki esirgenesiniz''.1 işte bu imandan gelen u h u vvet unsurunu bir yerde kay­
betmiş oluyoruz. Dolayısıyla iffetl i ve namuslu o l m a öze l l iğimiz nerede? Kardeşler a rasında

Türkiye Diyanet Vakfı [TDV] (2004), Kur'an-ı Kerim v e Açıklamalı Meali'nden faydalanılmıştır.
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

iyilik yapma, iyi l i kte bulu nma, birine bağışta b u l u nma, karşıl ı k beklemeden bağ ışta b u l u n­
ma, l ütuf ve kerem g i b i hasletlerde de kayıp. Görd ü ğ ü m üz kötülüğe karşı iyi l i kte b u l u nma
a n la m ı i hvana özgü, yan i tasavvuf terminolojisinde bulunan bir anlam. Aynı kelimenin bir
a n la m ı daha var: Alla h'ı görd ü ğ ü n g i bi i badette b u l u n ma. işte a radığ ı m ız kelime "ihsandır':
Kelime derken - d i l dışı gerçeği olan gösterilenin göstergesi oluyor. Söz kon usu kel ime zih­
n i mde kavram olara k bulunmaktad ı r. Peki ya dil dışı gerçeği olarak nerede? islam, iman ve
ihsanı bir arada ve tüm a n la m la rıyla yaşayan i hvan d ı ş ı nda zor bulabiliyoruz.

Böyle uzunca bir g i rizgah yazmakla kastım d i l bilgisinden dönme bir edebiyatçı olara k a la­
nıma ya kın kavra mlarla Genç Müslümanlar Örgütü n ü n a rtıla rına ve eksilerine tarafsız bir
şeki lde ya klaşmakt ı r.

1 939 senesinde Mustafa Busulaciç, Hasan Biber, Halid Kaytaz, Esad Karacuzoviç gibi genç l ise
ve ü niversite öğrencileri tarafından kurulan Genç Müslümanlar Örg ütü n ü n asıl hedefi islami­
yeti bir dogma olara k değil de bir yaşam tarzı olara k uyg u lamaktı. Genç Müslümanlar Örgü­
tü, fikirleri ve faaliyetleri, Ömer Behmen'in yazd ığı, Nevzat Akkuş ile Am ina Yarar'ın Türkçeye
kazand ırdı kları, Ant Kreatif Yayın ları'n ı n yayım ladığı Genç Müslümanlar 1 939-2005 başlıklı
kitap sayesinde Türk kamuoyuna yaklaştırılmıştır. Ancak rahmetli Ömer Behmen'in (2008) ki­
tabında örgütün hedeflerini açıklarken kullandığı "Cemaat, Edep, Şura, Amel: dört temel pren­
sibimizdi. Dervişler çok güzel, zikir sayesinde Allah ile olan bağ/armt koruyorlar ama etrafianna
faydalan yok. Biz elle ortaya birşeyler koyabifen cemaat istiyoruz. Gece isteyen ibadetini yapacak
ama gündüzleri diğer Müslümanlar için çaftşacak/ar." sözleri dikkatim i çekti. "Derviş/er çok gü­
zel, zikir sayesinde Allah ile olan bağ/armt koruyorlar ama etrafianna faydalan yok." ifadesini
kullanmak mümin, zakir, derviş, ihvan kavramlannm ne anlama geldiğini, Osmanft Devletinde
Ahilik teşkilatinm ne demek olduğunu, neye dayandtğtm, tekke kurallannm ne olduğunu bilme­
rnek aniamma gelir. Genç Müslüman lar Örgütünün 1 939 kuruluş senesini gözönüne a l ı rsak,
e l l i yıl öncesine kadar canlı bir şekilde Bosna-Hersek'te yaşanan Osman l ı geleneğinden kop­
mak, hatta Bosna'da yaşanan bir tasavvuf geleneğinin değerlerini yok saymak oldukça ciddi
bir mesele. Gaflet u n utma demektir. Gaflet u n uttu rmanın da sonucu olabilir. Din/ eğitimini
istanbul'da, tasavvuf eğitimini Konya veya Bursa'da almakyerine arttk sömürü/mü ş Arap ü l kele­
ri din eğitim merkezi oldu ... Hani mezkur H ucurat Suresi'ni n on birinci ayet i şöyledir: "Ey iman
edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin. Belki de onlar. kendilerinden daha iyidir/er.'
(Kadmlar da kodm/an alaya almasmlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidir/er. Kendi kendinizi
aytpfamaym, birbirinizi kötü lakaplarla çağtrmaym.)" Kusursuz olan sadece Yaratan'dır. Kusur­
lu yaratı klar ancak O'nu n kusursuzluğ u n u şehadet ederler.

Bin kadar üyesi olan bu Genç Müslümanlar Ha reketi ll. Dünya Savaşı'nda antifaşist ve antiko­
mü nist (mademki komünizm agresif bir şekilde dini değerleri i n kar ediyordu) bir örgüt olara k
faaliyetlerde bulunuyordu. Bunların faal iyetleri v e hayatları mitinglerden, çağınş bağırışlar­
dan, futbol maçı olm uşçasına taraftar çığlıklarından iba ret değildi. Savaşta kapı kapı dolaşa-

• 22
İslam Birliği İdealine Mülhem Genç Müslümanlar Örgütü ve Kadın Kolu •

rak Doğ u Bosna veya Hersek bölgelerinden Çetnikler ta rafından sürg ü n edi len çocuk, kadın
ve yaşlı m u hacirieri barındırmak, giydirmek, karınlarını doyurmak için yardım toplayarak can­
la başla mücadele ediyorlardı. Karşılık beklemeden iyi l i kte b u l u n uyorlardı. i hsanları yani.

ll. Dünya Savaşı'ndan sonra Kom ünist Yugoslavya i ktidarı bu ha reketi sustu rmak kastıyla
en itibarlı ve en o l g u n üyelerini ö l ü m cezasına çarptırmıştır. Preporod Kültür Derneği Ku­
rul uş toplantısında Kom ü nist Yugoslavya'n ı n temel u nsurları ndan eşitlik-kardeşliğe d i l
uzatan Al iya izetbegoviÇ>e hapis cezası veril mişti. "Dini m e v e m i l letime saygı göstermeyen
kardeşim deği l:' dediğinden dolayı. Çünkü o zamanlarda her Yugoslavyal ı kardeşti, a ncak
onlardan bazıları daha kardeş veya "sü n netsiz iyi - sünnetli kötü" diye Orwelce sloganlar
geçerliydi. Peki ya örgüt üyeleri olan kadınlar? Yaşiarına göre eğ itim a l m ış, asil, bilinçli yir­
m i l i yaşları ndaki kızlar ne oldu? On ların arasında i leri gelenler ü niversite eğitim lerini yarıda
bırakm ışla rdı. Tem bel l i kten veya zengi n bir evl i l i kten dolayı değil, bir ya rgılama olmadan,
gözaltı s ü recinden sonra ka m uda zoru n l u ça l ışma ile cezalandırıld ılar. Nasıl yani? Yugoslav­
ya Federal Ord usu subayları, polis komiserleri ve benzeri, o s ı rada henüz okuma yazmayı
doğru d ü rüst çözernemiş yeni e l it tabaka n ı n i htiyaçlarını ka rşılamak için kurulan koope­
ratifierde zoru n l u çalıştı lar. Güzel eğitimli şehirli kızlar ta rlalarda çal ıştırıl ıyordu. Kimi bir
buçuk sene, kimi i ki, ki m i de iki buçuk sene... i nsan ha kları kuruluşları bugün buna kölel i k
derler. Bu da Yugoslavya'da demokrasi kavra m ı nı n b i r okunuşu.

Ç ı ktı klarından sonra bu zoru n l u çal ışma veya hapis ceza ları yüzlerinin karaları m ı oldu? Ya
sizce? Eğitimlerini, islamiyeti hayata geçirmeleri ni, ihsa n larını, iman larını, b i l inçlerin i kimse
alamadı ki yüzlerinde herhangi bir leke olsun. Kimi geçi m i n i sağlama k için ça l ışmaya başla­
yıp ü niversite eğiti m i n i tamamlaya madı, kimi de ebeveyn veya a kraba desteğiyle her şeye
rağmen d iplomas ı n ı aldı. Ki m i hapisten hemen sonra, kimi biraz geç, otuz yaşlarında an­
cak evlendi ler. Ama bu kad ı n ların her biri kendi mesleğ i nde çok başarılı, çalışka n, ötekinin
ha kkına her za man sahip çıka n, dedikodu, g ıybet, iftira, zanlardan korunan kişi lerdi. Anne
olduklarında -çoğu da anne olm uş- çal ışıyor olmalarına rağ men çocukları n ı n eğitimini,
onlara edep vermeyi ihmal etmemişlerdi. Çocu klarına karş ı l ı k beklemeden iyi l i k yapmayı
öğ retm işlerdi. Ötekilerin hakkına sahip çı kmayı da. Kendi yaşa m larıyla, tercihleriyle çocu k­
larına da kendi değer standa rtla rı n ı bu laştırmışlar; dinde zorlama yoktu, d i n i sevdi rme var­
dı; bu Genç Müslüman kad ı n larının çocu kları arasında çocu k l u klarından itibaren bugüne
kadar, yan i ell ilerine, a ltmışianna kadar bir bağ l ı l ı k, bir kardeşl i k vardı. O çocu klar anneleri
Ha kk'ı n rahmetine kavuştuktan sonra ebeveynlerinin dostları na sa h i p çıkan i nsanlar oldu­
lar. Rah metli Aziza teyzemin oğ l u Ha ris, kızı Feriha, ra h metl i Nigar teyzem i n kızları Taida ile
M i h ra yüzü nden kendimi son derece zengin hissediyoru m. A l ı n maz, sat ı lmaz, pahası biçil­
mez bir servet bu kardeşl i ktir. Mezkur kadınların yirmi i l e otuz a rası yaşlarındaki toru nları da
bu h a kiki kardeşl i k geleneğ i n i n sağlam deva m ı d ı r. Kervan yolda düzel d i de, geçen zaman
içerisinde kimlikleri hakkında daha çok bilgi edinen, d i n i n i fa rklı bir şekilde yaşaya n larla
a lay etmeyen, kimseye karşı ön ya rg ı ! ı ol mayan, ş u u rl u ve öz g üven leri olan bu üçüncü ku-

23 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

şak ümit vericidir. Peki, böyle bir çevrede küçük olsa bile, böyle bir ortamda Al iya'ların orta­
ya çıkması hiç garip o l u r mu?

Evet, b u n u da ilave edeyim : Hepsi aynı desem yalan ya n l ış o l u r. Genç Müslümanların hepsi
görd ü kleri haksızl ı klardan sonra entelektüel olara k, manevi olara k, i lerlemeye devam etti
d iyemeyeceğim. Bir kısm ı da cezalandırı l d ı kları dönemde d u rd u kları noktadan devam ede­
medi kleri, yeni bilgi edin meye pek çok gayret göstermed i kleri de bir gerçektir. Aynı slo­
g a n l a r üzerine dön ü p hayat m ü cadelesiyle devam etmek zorunda kalm ışlardı. i nsan-ı kam i l
kavra m ı i s e farklı bir d iskura a it. Yugoslavya'nı n demokratikleşme sürecinde, Bosna-Her­
sek'te öze l l ikle, islami değerlerine sahip ç ı ka n Boşnak kesimi arasında söz kon usu Genç
Müslümanların da rol ü oldukça büyü ktü. Bir kısmı da bizzat SDA'nın kuruluşundan beri
partide yer a l m ışlardı. Makam, mevki paylaşımına gelince i ktidar parti mensu pları o l a ra k
t a belirli makamları elde edenler oldu, kendileri veya varisieri arasından. Peki, i ktidar veya
makama özgü hasta l ı klardan m uaflar m ıyd ı? i ktidarın da, makamın da zor bir imtihan oldu­
ğunu tarihten de, yaşa d ı kları mızdan da biliyoruz. işler, toplantılar, etrafta d a l kavu klar çok
olunca, zikre vakit ka l mıyor:' Kim Rahman'm zikrini görmezlikten gelirse, biz bir şeytona onun
'üzeri ni kabukla bağ lattırı rız'; artik bu, onun bir yakm dostudur. Gerçekten bunlar (bu şeytan­
lar), on/an yoldan a!lkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklanm samrlar."
(Zuh ruf Su resi, 36-37). Ve gerçekten halk ve medya n ı n "rüşvet" olara k nitelediği; hukukun
"maka m ı kötüye kullanma" kavra m ı n ı makamıyla hakkettiği hediye olara k ka bul eden, ken­
disini h idayette gören en azından bir kişiyi görmedik mi? U hud Savaşı'nda, Peygamberimiz
ya n ı nda, yani ashapları arası nda, Asr-ı Saadet dediğimiz dönemde, Fahr-i alemin sözünden
dönüp de ganimet peşinde koşan Müslümanlar yok muyd u ? i na nçları na, sadakatiarı na
şüphe edecek kadar cesaretim yok; kimim ki h ü kü m getireyim? En m ü kemmel yaratıl mı­
şın da zaafları gözle görmek, onları d üzeltmek için ilk ve en önemli adım. Şükür ki her bir
m i ras davasında olduğu gibi bu m i rasta da, Genç Müslümanların va risieri arasında olan mi­
ras davasında biri leri maddi, bi rileri d uyg usal ve manevi m i rasına ağırlık vermişlerdir. Hala
ideal ist, hala d i nlerine, milletlerine, ü l kelerine yara rlı ve a k yüzlü olan, "Ben ihanet etmem:'
deyip sözünde du ranlar sayesinde, onlar var oldu kça top l u m la r da ayakta d u racaktır. işte bu
tebliğimin konusu olan Genç Müslüman Örg ütü Kadın Kol u üyeleri çocuklarını bu şekilde
yetiştirmişlerdir. Allah cüm lemizi ihanetten uzak tutsun!

Kaynakça
Behmen, ö. (2008). Genç Müslümanlar 1939-2005 (çev. N. Akkuş ve A. Yarar). istanbul: KreatifYayınları.

Türkiye Diyanet Vakfı. (2004). Kur'an-ı Kerim açıklamalı meali (hzl. H. Karaman vd.). Ankara.

• 24
Medeniyet Tartışmalarına
Antiütopyacı Bir Yaklaşım:
Aliya İzzetbegoviç Örneği

Faruk Karaarslan

edeniyet, Türkiye d üşünce hayatı nda sosyal bilimciler tarafı ndan en fazla tartışı­

M lan kavra m l ardan birisidir. Kavram bu güne kadar siyaset, sosyoloji, edebiyat ve
uluslararası i lişkiler a lan larında farkl ı boyutlarıyla tartışıla gelmiştir. Bu fa rklı a lan­
larda yapılan yoğu n tartışmalara rağmen medeniyetin bir kavram olara k neyi ifade ettiği tam
olarak netleşmiş d urumda değildir. Tartışmaların odak noktasını ve çoğu zaman menşeini
oluştura n da bu belirsizli ktir. Kavra m ı n biraz ayrıntılarına g i renler için belirsizlik hali a nlamsız
gelmemektedir. Çünkü kavram iki zıt d üşünce dü nyasına da çekilebilecek kavramlar örgü­
sündedir. Ya ni medeniyetin bağ l a m ı n ı ifade eden kavram ha ritası oldu kça geniş bir alana
yayılm ıştır. Bir ta raftan pür maneviyatla ilişkilendiri lebilen kavram, diğer ta raftan sadece
teknolojiye indirgenebil mektedi r. Ya da yerele ait olmakla evrensele hita p etmeni n gerili­
minde şeki l lenmiştir. Bu durum kavrama dair bir dizi cevaplan ması zor soruyu beraberinde
getirmektedir. "Medeniyetin bir taraftan teknoloji, d iğer ta rafta n ahlak ile yoğ u n olara k iliş­
kilendirilmesi nasıl gerçekleşmektedir? Medeniyetin uygarl ı kla benzer ve ayıncı yönleri ne­
lerdir? Bu benzer yön leri herha ngi bir medeniyetin i hyası düşünüld üğ ü nde nasıl görmezden
gelinecektir? Kü ltür ile medeniyet arasındaki ayrı m ı n olgusa l yönleri nasıl açığa çıkmakta­
d ı r?" vb. bu sorulara dair bazı örneklerdir. Dolayısıyla baştan ifade etmek gerekir ki kavra m ı n
sosyal bilim a la nında tartışma l ı bir kon umu vard ı r v e b u tartışma lar bir yerden sonra k ı s ı r bir
döngüyü ifa etmektedir. Bu sebeple metnin amacı ne meden iyet kavra m ı n ı n sosyal bilim
literatüründeki yerini tespiti etmek ne de süregiden ta rtışmaların her hangi bir tarafı n ı teşkil
etmektir. Peşinen bel i rtmek gerekirse bu metin, medeniyet kavra m ı n ı n sosyal bilimlerdeki
yerinin a kademik çalışmalardan çok siyaseten belirlendiğini varsaymakta ve bu varsayım
üzerinden medeniyet kavramının Türkiye'nin bugünkü koşullarını göz önüne aldığımızda
Aliya izzetbegoviç'in görüşleri çerçevesinde yeniden düşünül mesi gerektiğ i n i önermektedi r.
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

Sosyal b i l i m lerde medeniyetin kaderi n i paylaşan birçok kavra m ı n va rlığından söz etmek
m ü m kü n d ü r. Fakat meden iyetin d iğer kavra m l a rdan daha ayrıca l ı kl ı bir yön ü vard ı r ki
metn i m izin bundan sonra ki tartışmaları bu ayrıcal ıklı yön ü temele a l ı na ra k gerçekleştiri­
lecektir. T ürkiye öze l i nde ba k ı l d ı ğında kavram fazlaca siyasa l söylemiere konu olmakta ve
esasında sosyal b i l i mlerde g ü ndeme gel mesi bu siyasal söylemden kaynaklanmaktad ı r.
T ü rkiye'de sosyal b i l i m i n fazlaca siyasal a l a n i l e iç içe geçti ğ i n i d ü ş ü n d ü ğ ü m üzde normal
olara k karşılanılabilecek bu d u rum, medeniyet kavra m ı özelinden bakıldığında kavrama
ideoloj i k öz atfetmekle sonuçla n m a ktadı r. Bu noktada bir parantez açarak meseleyi başka
bir boyuttan izah etmek gerekmekted i r. Baş l ı ğ ı nda Medeniyet Tarttşma/anna Antiütopyao
Bir Yak/aştm ifades i n i barındıra n bir meti n, medeniyet konusunda ütopyacı bir yaklaşı m ı n
v a r o l d u ğ u n u v e ütopyacı yaklaşıma eleştirel bir perspektiften ya klaşı l ması gerektiğ i n i
savlamaktad ı r. B u ütopyacı ya klaşım esasında siyasal söylemler üzerinden ü reti lmektedi r.
Medeniyetimizin ihyast, tarihin yük/ediği medeniyet misyonunu taştmak vb. söylemler siya­
sal söylemiere örnek teşkil etmekted i r. Daha ya l ı n bir d i l ile ifade edecek o l u rsak; mede­
niyetin ihyast söylem leri T ü rkiye u l uslara rası i l işkiler politikası n ı n merkezi bir yerini teşkil
eden söylemden türemekted i r. Bu söylemlerin a kademik a landa da sav u n u l a b i l m esi ve
bu a kademik faaliyetlerin d ış politikada bir strateji o l a ra k beli rlenmesi m ü m k ü nd ü r el bet­
te. Fakat bu g ü n gelinen noktada -neredeyse hiç meden iyet söylemlerinin eleştirisinin
ya p ı l m a d ı ğ ı 1 ve sıklıkla meden iyetin nasıl i hya edi leceği m u htevası i l e şeki l lenen a kade­
mik topla ntı l a rda- meden iyet söylemi g ü ncel siyasete kon u o l m uştur ve bu bağlamda
d ü ş ü n ü l mesi za ruri d i r.2 T ü rkiye'de a kademi d ü nyası siyasi konjonktürün esintileri ile me­
deniyet tartışma larını yü rütmekted i r ve kavra ma eleştirel bir yaklaş ı m ı n sesi neredeyse
hiç duyulmamaktad ı r. Dahası kavrama di nsel bir öz atfedi l mekted i r. Bu d u ru m medeni­
yetin i hyas ı n ı i na nçsal bir zoru n l u l u k olara k görmeyle sonuçlanmaktad ı r. Siyasa l söylemin
bu d u ru m u desteklemesi i l e b i r l i kte medeniyetin i hyasına mesafe l i yaklaşa n l a r tari h i n

B a t ı düşüncesinde b u d ur u m u n b ö y l e o l m a d ı ğ ı n ı ifade etmek gerekir. Alanlarında otorite haline g e l m i ş Arnold


Toynbee ( 1 980) Medeniyet Yargiianıyor, Pitrim Sorakin (1 972) Bir Bunalım Çağmda Toplum Felsefesi eserleri nde,
Frankfurt Okulu d ü ş ü nüderi eserlerinde köklü medeniyet eleştirileri yapmıştur. Bu örnekleri çağaltmak müm­
k ü n d ü r. Bizim açımızdan itirafetmek gerekir k i medeniyet eleştirileri Mehmet Akif'in Medeniyet dediğin tek dişi
kalmış canavar mısrasının ötesine geçernemiş g i b i görünmektedir.

Kavra m ı n yoğun bir şekilde h a n g i dönemlerde gündeme gel d i ğ i n i takip ettiğimizde karşımıza şu tablo çıkmak­
tadır. Medeniyet kavramı öncelikle Türkiye C u m h u riyeti'nin kuruluş aşamasında politik olarak yön ü n ü n Batı'ya
çevri l mesi ile b i r l i kte medeniyet ve kültür, ger i l i m i n nasıl aşılacağı bağl a m ı n d a tartışılmaktadır. Özellikle Ziya
Gökal p'in görüşleri çerçevesinde - B i l i n d i ğ i üzere kendisi C u m h u riyet'in fikir babası olarak nitelendiril mektedir.­
tartışılan kavram esasında nasıl Batılılaşacağımız sorusu üzerinden şekillenmiştir. Kavram ı n bir başka yoğun b i r
ş e k i l d e g ü n d e m e gelmesi özellikle son on y ı l d a medeniyetin ihyası söylemleri i l e b i r l i kte olmuştur. B i r d ı ş po­
litika stratejisi olarak beliren b u bağlam, tartışmaları başka bir boyuta çekmiştir. Bu noktada belirtmek gerekir
ki her kavra m ı n politik bir yönü n ü n olduğu bir gerçektir. Hatta bu zaruridir. Fakat tartışmaların ekse n i n i n siya­
seten belidendiği bir tartışmada gerçekçi yaklaşımlardan çok ideolojik yaklaşımların sergilenmesi bir anlamda
güncel siyasette gezinilmesi a n la m ı n a gelmektedir. Bizim buradaki asıl eleştirimizi bu n o kta oluşturmaktadır.
Buradaki yaklaşımımızı daha net anlayabilmek için Yasin Aktay'ın Türk Sosyolojisine Eleştirel Bir Katkı eserinin
Türk Düşüncesinde Kayıp Halka: Siyasal başlıklı bölümüne bakmak m ü m kündü r.

• 26
Medeniyet Tartışma/arına Antiütopyacı Bir Yaklaşım: Aliya İzzetbegoviç Örneği •

-Hegelci a n lamda tarihin- yüklediğ i m isyonu ret ederek daha modernist ve rasyonel bir
ta rafa yerleşmekted i r. Hatta a l g ı d üzeyinde atfed ilen di nsel öz sebebiyle dini görevleri n­
den birisini yerine getirmemektedi r. Bu ihya için u ğ raşa n l a r ise esasında kutsal bir misyonu
yerine geti rmekted i r. Bu misyon u n gerçekleştiğ i n i düşündüğü müzde nasıl bir ta blo ortaya
çıkacaktır? islam meden iyeti i hya ed ildiğ i nde ya da isla m i bir paradigma tüm d ü nyada
hakim olduğu nda tüm soru n l a r çözülebilecek m i d i r? Daha da önemlisi bu i hya ça bası d ü n­
yada cennet arayı şını a n ımsatan bir psikoloj iye sürü klemekte m idir? Din bizlerden böyle
bir misyon beklemekte midir?3 Eğer d i n i nsana böyle bir misyon yüklemiyorsa medeniyet
ihyası m isyo n u n u n temel motivasyo n u nedir? Algı düzeyinde tarafg i rli kle sonuçlanan bu
d u ru m ayn ı za manda medeniyet kavra m ı n ı olgular üzerinden gerçekçi bir gözle i rdeleme­
yi de perdelemekted i r. Bu noktada Al iya izzetbegoviç'i n medeniyet kavra m ı n ı ele a l ışı bi­
zim için zi h i n açıc ı d ı r. Onun değerlend i rmeleri meden iyete iyi ya da kötü bir öz atfetme n i n
ideoloj i k bir manipü lasyon o l d u ğ u n u göstermektedi r.

Aliya izzetbegoviç'in Medeniyet Anlayışı

Tarih sahnesine bir lider, d üşünce adamı ve siyasetçi olara k çıkan Al iya izzetbegoviç'in me­
deniyete dair görüşlerin i önce l i kle Doğu ve Bati Arasmda islam a d l ı eserin i n özellikle Kültür
ve Uygarflf<4 (2003a) baş l ı kl ı böl ü m ü nden okumaktayız. Bu eserin yan ı sıra izzetbegoviç is­
lam Deklarasyon u (2007) ve Özg ü rlüğe Kaçışı m (2006) a d l ı eserlerinde de yer yer medeni­
yet bahsine değ i n mişti r.

izzetbegoviç'in medeniyete dair ta h l i l lerine geçmeden önce ifade etmek gerekir ki onun
medeniyet ya klaş ı m ı n ı anlayabilmek için ahlak, i nsan, sanat, kültür, tarih, d ram, ütopya vb.
kavra m ları nasıl ele aldığı na vakıf olmak gerekmekted i r. Ç ü n kü o medeniyete dair analiz­
lerini bütü n l ü kçü bakış açısı n ı n bir parçası olarak ele a l ı r. Düşü nce dünyasında medeniyet
kavra m ı n ı n otu rduğu bir bağl a m va rd ı r. Bu sebeple önceli kle temel derdinin ne olduğuna
ve bu derde nasıl bir cevap arayışında olduğuna bakmak gereklidir. izzetbegoviç öze l l i kle
Doğu ve Bat1 Arasmda islam a d l ı eserinde hayat d ü a l izm i n i n a n l a m ı n ı sorg u l a r ve bir varl ı k
olara k insa n ı n ve gerçekliğin doğası n ı n n e olduğuna dair felsefi bir soruştu rmaya gider.
Ona göre tüm d ü nya görüşl erini üç kümede toplamak m ü m kündür: i) di nl5 (maneviyatçı)
görüş, ii) materyal ist görüş ve iii) islami görüş. "En eski zaman l a rdan bu g ü ne kadar ortaya
atı l m ış bütün ideoloji, fel sefe düşünce sistemleri bu üç temel d ü nya görüşünden birine da-

3 Bu noktada Cevdet Said'in B i reysel ve Toplumsal Değ i ş i m i n Yasalarını z ikretmek gereklidir (bkz. Said, 20 1 1 ) .

4 Eserin S a l i h Şaban'a ait olan çevirisinde bazı yerlerde medeniyet bazı yerlerde ise uygarlık kullanımlarına rast­
lanmaktadır. Bilinçli b i r tercihten kaynaklanmayan bu k u l l a n ı m i n g ilizcedeki civilization kelimesine d e n k düş­
mektedir. Buradan hareketle ifade edebiliriz k i Aliya izzetbegoviç medeniyet ve uygarlık ayrımından bahsetme­
m ektedi r.

5 izzetbegoviç d i n kelimesini religion anlamında kullanm a ktadır. Bu bağlamda islam i l e d i n i aynı olarak görmez.
Dinden kastı daha çok maneviyatçı ve mistik görüşlerdir.

27 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

ya n m a ktad r r. Bunları n birincisine göre yegane veya esas varl ı k ruhtur. i kincisine göre mad­
dedi r. Üçüncüsüne gelince o ruh ve maddenin bir arada va r oluşundan yola çıkmaktadı r:'
(izzetbegoviç, 2003a, s. l l ). izzetbegoviç'in temel çabası bu ü ç dü nya görüşünün uzantıla­
rı n ı anlamak ve ele aldığı kavra m ların bu üç d ü nya görüşü nden hangisine uyg u n old uğu
üzerinden hayatın d üa lizmi n i kavramaya çalrşmaktrr. Bu bağlam izzetbegoviç materyal ist
ve dini (ma neviyatçr) dü nya görüşünü, gerçekliği anla mada sarka c r n iki farklı ucuna yerleş­
tirir. Bu iki uç; siyasi, fikri ve ideoloj i k olara k iki kutu p l u bir dünya n ı n şekillenmesine sebe­
biyet vermiştir. i kisi de gerçekliği bir ucundan görmekted i r ve bu sebeple gerçekliği kuşat­
makta n uzaktır. Bu iki kutu plviuğu aşmada islam orta yolu temsil eder.6 Her iki d üşüncenin
gerçekliği ele alış biçimini kuşatır ve zrddiyetlerin iç içe geçmiş old uğu va rlık alemini isa betli
bir şekilde kavrar. Bu sebeple modern dünyada insanı, top l u m l a rı, devletleri iki uca çeken
yapıları aşmak için islam'r bir çıkış olara k görmek gereklidir. işte izzetbegoviç meden iyet
bahsini böyle bir bağ lamda ele a l ı r ve medeniyetin bu i ki uçta n materya l ist dü nya görüşü­
nün içinde anlaşılabilecek bir kavram o l d u ğ u n u ifade eder.

"insanın i l k yön ü b i l i m i n,' i k i nci yönü ise sanat ve eti ğ i n mevzu udur. Dolayısıyla insan
hakkında i k i h i kaye ve i k i haki kat vardır. Batı d ü nyasında bunları Darwin ve M iche­
langelo tem s i l eder. N e Darwin M ichelangelo'nun insanından bahseder ne de diğeri
beri k i n i n bahsettiği i n sa ndan. Onların bahsettiği h a k i katler birliğinden farklıdır, fakat
birbirini dışlayıcı değ i l d i r. Fakat za man içinde birbiri n i n zıddı olara k sırayla medeniyet
ve kültür olarak ta savvur e d i l m işlerd i r. B i l i m ve teknoloj i medeniyete, d i n ve sanat ise
kültüre aittir. i l ki beşeri i htiyaçların (Nasıl yaşarım?), diğeri ise insani arzuların (Niçin
yaşıyorum?) ifadesidir:' (izzetbegoviç, 2006, s. 1 67-1 68).

izzetbegoviç, kültür ve medeniyeti hayat d üa lizm i n i n iki ucuna yerleştirir. Kültü rü; din, sa­
nat, a h l a k ve felsefenin uzantısı o l a rak görü rken, medeniyeti; tekn iğin, b i l i m i n, teka m ü l ü n
v e beşeriyetin uza ntısı olarak görür. O meden iyeti insa n ı n tabiatla o l a n i l işki biçimi nde
a n la m landrrrrken, kü ltürü insa n ı n kutsal ile kurd u ğ u i lişki biçimleri ile açıklar. "Tü m kültür
dinin i nsan üzerindeki veya insanın kendi üzeri ndeki tesiri nden i ba rettir; bütün uygarlık ze­
ka n r n tabiat ve dış d ü nya üzeri ndeki tesiri demektir. Kültür i nsan olmak h ü neri, uygarlık ise
işlemek, ü retmek, yönetmek, şeyleri daha m ü kemmel ya pma maharetidir. Kültür du rma­
dan kendi kend i n i yaratmak, uygarlık ise d ü nyayı d u rmadan değiştirmekti r:' (izzetbegoviç,
y

2003a, s. 75-76).

6 Bu noktada d i k kat edilmesi gereken b i r husus vardır. Aliya islam'ı i k i kutuplu dünyanın sentezi olarak görmez.
Ona göre islam bir orta yol olarak bu iki kutbunda gerçekliği yakaladığı noktaları kuşatan bütünlükçü bir yakla­
şımı vardır. islam hem materyalist hem de maneviyatçı düşünceyi aşan bir hayat görüşü sunmaktadır.

7 Bu kelime eserin çevirisinde i l i m olarak yer a l maktadır. Fakat eserin i n g i l izcesinde kelime sicense olarak geç­
mektedir (izzetbegoviç, 1 984). B u kelimeyi b i l i m olarak çevirmek daha doğru görünmektedir. izzetbegoviç'in
düşünce sistematiği açısından d a ilim yerine b i l i m kelimesini kullanmak daha uygun d üşmektedir. B u sebeple
eserin çevirisinde ilim kel i m es i n i n kullanılmasına rağmen biz metni m izde bilim kelimesini tercih ettik.

• 28
Medeniyet Tartışma/arına Antiütopyacı Bir Yaklaşım: Aliya İzzetbegoviç Örneği •

Meden iyeti kültür karşıtl ığı üzerinden a n lamaya ça lışa n izzetbegoviç, medeniyete ma nevi
bir anlam yüklemez. Aksine insanoğ l u n u n ta biatla kurd u ğ u ilişki sonrasında ortaya çıkan
teknoloj i k gelişmenin devamı olara k görür. Bu açıdan medeniyet m i ras a l ı n m a kta ve her
daim gelişti rilmekted i r. i nsa n ı n fıtratı gereği yaratma zoru n l u l u ğ u n u n bir ifadesid i r. Mede­
niyetle karştiaşıi ması kaçınılmazdır.

izzetbegoviç'e göre kültürün hamili insandır. Gayesi ise i nsanın terbiyesidir. Kültür insa n ı n
sosyal leşme sürecine odakl a n ı r. Kültürün nesilden nesile a kta rımı da i nsan sayesinde o l u r.
i nsa n bizzat beden inde ve üretti klerinde kültürü taşı r. Bu sebeple felsefe, sanat, a h la k, inanç
kültüre a ittir. Medeniyetin hamili ise top l u m d u r. Meden iyet b i l i m sayesinde tabiata hakim
olmayı gaye edi n i r. Bu sebeple devlet, şehi r, tekni k, bilim medeniyetin öze l l iklerid i r. Me­
deniyet devra l ı nmış b i l imsel gelişmelerle şeki llenir (izzetbegoviç, 2003a, s. 76). Ya n i mede­
niyetin a ktarımı nda ortak bir a k l ı n varl ığı söz konusud u r. Kültür ile medeniyet a rasındaki
i lişki d ü nyevilikle u h revil i k arası ndaki ilişki gibidir. Birisi insa n ı n ru h u na hitap ederek i nsanı
gerçek üstüne taşımayı diğeri ise bu d ünyada insana gelişmişliği tattırmayı hedefler.

izzetbegoviç medeniyet konusund a ki görüşlerini izah ettikten sonra ortaya koyd uğu a r­
g ü ma n ları belirli olgular üzerinden geliştirmeyi hedefler. O kültür ve meden iyet a rasındaki
düalist ilişkiyi, eğitim ve meditasyon o l g u ları üzerinden açı m lar. Ona göre meden iyet insa n ı
eğitir. Kültür i s e ayd ı n l atır. Birisi öğren meyi d iğeri i s e meditasyonu v e terbiyeyi temele a l ı r.
Kü ltür insanı terbiye eder. insa n ı n iç d ü nyasında yol c u l u k etmesi a n lamına gelen meditas­
yon sayesinde i nsan kutsala i l işkin bir gerçeğe ulaşır. Tefekkür etmeyi sağl a r. Öğrenmenin
gayesi ise tabiata dön ü ktür. Ta biata ve başka top l u rn l a ra hakim ol mayı içerir. Top l u m u n
veya insa n ı n bir problemine çare a ra r (izzetbegoviç, 2003a, s . 78). O n a göre "Di kkatle bakı­
l ı rsa meditasyon (tefekkür) zekan ı n bir fon ksiyo n u değildir. Yen i bir uçak tipini dizayn eden
veya bir köprü vaya bir başka yap ıtın projesini kafasından geçiren bir b i l i m adamı b u n u
yaparken med itasyon yapmaz. O düşünür, a raştırır, gözden geçi rir, karşılaşt ı rı r; b u n la r ise
ne tek tek ne de hepsi beraber meditasyon değ i l d i r. Med itasyon yapan i nzivaya çeki l m iş
kişi, şair, filozof, sanatkardı r. Son zikredilenler büyük bir haki kati kavra mak, büyü k bir s ı rrı
çözmekle u ğ raşırlar:' (izzetbegoviç, 2003a, s. 79). izzetbegoviç'in bu ayrı m ı bilim adamı ve
bilge arasındaki ayrıma denk düşer. B i l i m ada m ı b i l i m i n imkanları ile varoluşun şartlarını
değiştirmeyi gaye edi n i r. Örneğ i n klima icat ederek iklim koşullarını kontrol a ltına a l mayı
amaçlar. Bilge ise iç yolcu luğu temele a l m ış kam i l i nsand ı r. Bilimsel bilgiye i htiyaç duymak­
sızın haki kati arar. iç yol c u l u ğ u nda hayatın a n l a m ı n ı keşfeder. Hayatın a n l a m ı ise insa n ı n va­
roluş şartın ı değiştirmekten çok varoluşu n u n hakikatine u laşmasını sağlar. izzetbegoviç'in
perspektifi nden ba k ı l d ı ğında atomu n b u l u nması bilimin ve medeniyetin ü rü n ü d ü r. Fakat
Yu nus Emre'nin "kendini bil" ya da Mevla na'n ı n şeb-i arus a nlayışı tefekkürün, iç yolcu l u ğ u n
ve kültürün ürünüdü r. Ya n i tefekkürle eğitim arasındaki zıdd iyet ruh ile zihin, i nsan i l e dün­
ya ve nihayeti nde kültür ile medeniyet a rasındaki ayrım gibidir.

29 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

izzetbegoviç eğitim ve tefekkür arasındaki ayrım ları ortaya koydu ktan sonra, teknoloj i k eği­
tim ve klasik eğitim arasındaki ayrım ı şerh d üşer. Ona göre modern d ü nya teknoloj i k eği­
timi merkeze a l m a ktad ı r. Modern eğitim b i l i m i ve entelektüelliği önceleyerek, maneviyatı
öteler. i nsanın a h l a ki yönü n ü i h mal eder ve onu sadece bir beşer olara k görü r. Bu sebeple
modern eğitimde insan doğru dürüst o/mafldtr d iye bir öğüt zi kredi lmez. Bunun yerine öğ­
rencilere okuma yazma, hesa pla ma, sonrasında fizik, kimya, biyoloji, matematik, sosyoloji,
siyaset vb. öğ reti l i r. Tarih, sanat, edebiyat ise b i l i m i n konusu edilirKlasik eğitimin gayesi ise
insandır. i nsanla başlar ve i nsanla biter. Klasik eğitimde insanın sadece zihi nsel ve bedensel
gelişimi önemsenmez, bunların yan ı sıra a h l a ki gelişimi ve terbiyesi de gözeti l i r. Bu açıdan
izzetbegoviç, okulları medeniyetin bir parçası olara k görü r (izzetbegoviç, 2003a, s. 8 1 -83).

Gerçekten de bu gün eğitim sistemine bakıldığı nda b i l i m i temele alan ve üzerindeki ya­
şad ığı mız d ü nyaya daha fazla hakim olmayı a rzulayan bir manta l iten i n h ü kü m sürdüğü­
n ü söylemek m ü m kü n d ü r. i l koku l çağından başlayarak deney ve gözlemi yöntem olarak
merkeze a l a n modern eğitim sistemi n i n temel a macı tekni k i lerlemeyi sağ lamaktır. Hatta
tekni k i lerlemede (insanın ta biat ve başka top l u rn lara üstü n l ü k arayışı nda) topl u m la r a rası
yoğ u n bir mücadele göze çarpmaktad ı r. Savaşların teknolojiye indirgendiği bir dönemde
eğitim siste m i n i n bu durumun a ksi bir mantalite üzerine kuru l d u ğ u i n ka r edilemez. işte
bu durum medeniyetin ü r ü n ü olarak ka rşı m ızda durmaktad ı r. Ka l d ı ki savaşsız kurulmamış
bir medeniyetin olmadığını göz önüne a l ı rsak medeniyetin teknik ile olan i l işkisi daha da
netleşmektedir. Maalesef bu i lerleme g ü n geçtikçe insa n l ı k için o l u msuzl uklar getirmekte­
d i r. Hatta diyeb i l i riz ki son yüzyılda ölen i nsan sayısı kadar tari h i n h içbir döneminde i nsan
ölmemiş, yurd u ndan edilmemiştir. Bu durum hiç şüphesiz tekni k ilerlemenin ve zi h niyetler
a rasında el değ iştiren medeniyeti n ürünüdür.

izzetbegoviç kültür ile medeniyeti düşünce d ü nyası n ı n iki ucuna yerleştirirken, yaşad ığı
dönemin yaygı n tartışmalarından olan kitle kültürü tartışmalarını düşü nce sistemi içinde
değerlendirir. Ona göre kavramsal laştırmada kültür kelimesinin geçmesine rağmen kitle
kültü rü uygarl ığın bir ü r ü n ü d ü r. Bu noktada izzetbegoviç insan ve kitle ayrımına değ i nerek
insa n ı n kültüre, kitlenin ise medeniyete uyg u n düşen kavramlar o l d u ğ u n u ifade etmektedi r
(izzetbegoviç, 2003a, s . 84-86). Ç ü n kü kültür i n s a n ı ön plana ç ı ka rtarak ferdileşmeyi önem­
serken, kitle tek tipçiliği merkeze a l m a ktad ı r. izzetbegoviç Horkheimer'ın görüşlerinden
faydalanara k kitle kültürü n ü n teknolojiyle (radyo, televizyon, sinema), kapitalist ekonomik
sistem ile ve tek ti pleştirici mantaliteyle i l işkisini açıklar ve kitle kü ltü rü n ü medeniyetin gel­
diği seviyenin (kültürü dahi meta olara k görüşünün) somutlaşması olara k görü r.

izzetbegoviç tıpkı eğitim ve tefekkür ayr ı m ı nda, medeniyet ve kültür ayrım ı n ı açıklamaya
çal ıştığı g ibi, şehir ve köy ayrım ı nda da bu çatışmayı somutlaştı rır. Ona göre şehir medeni­
yetin, köy ise kültürün ü r ü n ü d ü r. Şehi rdeki teknoloj i k gelişmenin, tabiata hakim olma duy-

• 30
Medeniyet Tartışmaianna Antiütopyacı Bir Yaklaşım: Aliya İzzetbegoviç Örneği •

g usu n u n, kitlelerin ortaya çıkışının8 daha yoğ u n gözlemlenmesi sebebiyle şehirler medeni­
yete a ittir. Köyler ise kültürün u nsurları n ı taşımaktadı r. Örneği n tabiatla ilişki köylerde çok
daha yoğ undur. Bu aynı zamanda kutsalla ve maneviyatla ilişkinin yoğ u n o l ması anlamına
gelmektedi r. Teknik gelişmeden çok tabiatın i m kanlarından faydalanma söz konusudur.
Kitle köylerde yoktur. Yan i kültürün yaşama olanağı çok daha yoğ u nd u r. izzetbegoviç bu
ayrı m ı ifade ettikten sonra dindarl ı ğ ı n şeh ri n büyümesiyle aza l d ı ğ ı n ı ifade eder. O bu dü­
şüncesini aşağıdaki satı rlarla ifade eder:

"Dindarlık şehrin büyümesiyle azalır; daha doğrusu b u azalma i n sana yadırgatıcı b i r


tarzda tesir eden şehirei l i k unsurlarının b i rikmesiyle beraber meydana gelir. Çünkü
şehir ne kadar büyü rse, üzerindeki gök de o kadar ufa l ır. Ta biat, çiçek ve ayd ı n l ı k o ka­
dar az; beton, duman, tek n i k ise o kadar çok o l u r. Bizde o kadar az şahsiyet, o kadar da
çok kitle olu ruz. Şeh i r ne kadar büyü rse, ci nayetlerde o n ispette artar. Di ndarlık şehrin
büyü klüğüne ters, ci nayetler ise doğru b i r n ispette b u l u n u r. Bu i k i fenomenin sebebi
ayn ıdır:' (izzetbegoviç, 2003a, s. 88).

izzetbegoviç köy ve şehir ayrım ı ndan sonra i lerleme fikri n i n medeniyet i l e yoğ u n i l işkisini
sorgulamaktadı r. Sadece maddi i lerlemeyi temele a lan medeniyet bu h a l iyle insana karşı
bir sü rece denk d üşmektedi r. Çünkü bir dönem kutsanan ilerleme fikri bu gün i nsanoğ l u n a
tarihte hiç olmadığı kadar kitlesel ö l ü m leri, zoru n l u göçleri, tecavüzleri, a l kolizm hastal ı­
ğını, emniyetsizl i k d uyg usunu, g üven krizini vs. geti rmiştir. içkin olara k o l u m l u bir a n l a m
taşıyan i lerleme a nlayış ı n ı n temel dinamosu teknoloj i d i r. Teknoloj i i s e savaş dönem lerinde
çok daha h ızlı gelişmektedi r. Örneğin atom un parça la n ması atom bomba s ı n ı n bulu nması­
na h izmet etmiştir. Ya da gelişmiş uzay teknolojisi Ameri ka ve Rusya'n ı n savaş dönemi stra­
teji ya rışı n ı n ürünüdür. Daha da yayg ı n bir örnek o lması açısından; bugün herkesin evinde
b u l u nan bilgisayarlar ve i nternet ağı Ameri kan istih ba rat örgütün ü n i letişim ağı a rayışı
olara k karşımızda d u rmaktad ı r. Tüm teknoloj i k gelişmeler medeniyetin b u g ü n kü geldiği
noktayı gözler önüne sermektedi r. Bu noktada durum tabiata a it olan i nsanın teknoloj i sa­
yesinde yine tabiata, dolayısıyla insana hakim olma arzusunu sorg u lamak gerekmektedir.
izzetbegoviç bu sorg u l amayı ya pmaktad ı r. Bu sorgulama aynı zamanda birçok düşünür ta­
rafından o l u m l u görülen ilerleme fikrinin, şehi r hayatın ı n, teknoloj i k gel işmenin, gelişmiş
eğitim sisteminin özetle meden iyetin sorgulamasıdır. islam'ın bir üçü ncü yol olara k a n la m ı
bu alan lardaki sıkışmışl ı k ları aşma noktasında ortaya ç ı kmaktad ı r.

izzetbegoviç'in medeniyete dair görüşlerini son land ı rmadan önce bir hususun altını özel­
li kle çizmek gerekmekted ir. O, medeniyeti bir olgu olara k görür. Medeniyete iyi ya da kötü
bir anlam atfetmez. Medeniyet i nsanoğ l u n u n yaratma zoru n l u l u ğ u n u n bir ü r ü n ü d ü r.
"Hadd izatı nda o (meden iyet) ne iyi ne de kötüd ü r. i nsan teneffüs etmeğe ve g ıda a lmaya

8 izzetbegoviç şehirlerde kitlelerin ortaya çıkışını örneklemek için işçi sınıfından faydalanır ve işçi sınıfının mede­
niyetin ürünü olduğunu düşünür.

31 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği İdeali

nasıl mecbu r ise uygarl ı ğ ı yaratmaya da mecburdur. O zaruretimizin, h ürriyetsizliğimizin


bir ifadesidir:' (izzetbegoviç, 2003a, s. 75). Yan i ona göre medeniyet yüzleşmemiz gereken
bir olgudur. B u g ü n kü gelinen noktada medeniyet i nsanoğlu için çok da o l u m l u sonuçlar
doğurmamış olsa da bundan sonraki süreci medeniyete nasıl ya klaştığımız belirleyecektir.
Bu sebeple izzetbegoviç'in önerisi medeniyete islam a h lakı i l e yaklaşma ktır. Bu ise tabiatı,
başka topl u m ları sömürmemeyi gerektirir. Ya ni zaruretimizi islam ahlakı ile yaşa n ı l ı r kıl­
mak gereklidir. Ta rihi i nsanoğ l u n u n sı navı olara k gören izzetbegoviç medeniyet sı navımızı
verebilmemiz için, a hlakı ve a h iakın kökten bağ ı m l ı olduğu h ü rriyet9 fikri n i savunmamızı
önerir. B u n u n en m ü kemmel h a l i n i ise islam'da bulabileceğ imizi ifade eder.

Sonuç

izzetbegoviç'in meden iyete dair görüşleri sadece teorik çalışmala rının ve okumala r ı n ı n
ürünü değ i l d i r. O birçok olguyu gözlemleyerek düşünce sistemini o l u şturur. Batı'nı n or­
tasında birçok yönetim sistemini tecrübe etmesi, bir halkın kurtu luş m ü cadelesi için çok
gençken pratik ve fikri m ücadeleler vermesi, Bosna Savaşı'nda l ider ve c u m h u rbaşka n ı
olarak tari hin yü klediğ i zoru n l u misyon u yerine getirmesi, bir avukat olara k yaklaşık dokuz
y ı l ı n ı hapishanede geçi rmesi ve n ihayetinde bir d üşünce adamı olma a rzusu ona olgular­
dan, gerçekl i klerden yola ç ı ka ra k fikre u laşmas ı n ı sağ lam ıştır.10 O n u n düşünce sisteminde
ele aldığı diğer kavramlarda old uğu gibi medeniyet kavram ı da gerçekçi gözlem lerden
yola ç ı ka ra k şekillenm iştir. Bu onun Batı'n ı n birçok yön ü n ü müşa hede etmesinden kay­
naklanmaktad ı r. Bunun yanı sıra onun düşünce siste m i nde meden iyet bahsi bağı msız bir
kon u değildir. O maddeci ve maneviyatçı düşünce sarka c ı n ı n geri l i m lerini aşmak için öner­
diği üçüncü yol fikri bağ lamında medeniyet konusunu ele a l ı r. Bu sebeple onun düşün­
cesinin genel çerçevesini bilmek son derece önemlidir. Bu bağ lam larda ifade edebili riz ki
izzetbegoviç'in medeniyet a nlayışı antiütopyacı bir a nlayıştır.

Metnin esas sorusuna dönecek o l u rsak; izzetbegoviç'in medeniyete dair görüşleri son yıl­
larda ü l kemizde s ı k l ı kla d i l lendirilen medeniyet söylemlerinin neresine denk düşmektedir?
Bu soru n u n açık ceva bı; izzetbegoviç'in dram ile ütopya arasında d ra m ı ihmal etmeyen
bir yaklaşımı temele aldığıdır. Ya n i onun gerçekçi gözlemleri medeniyetin yüceltilmesi ne,
i hyası ve inşası söylemlerine eleştirel bir tutum olara k okunabilir. O n u n düşü nceleri nden
yola çı karak ifade edeb i l i riz ki medeniyete olduğundan fazla anlam yü klemek, bugünkü
dü nyayı olduğundan farkl ı anlamak a n la m ına gelebilir. Ayaklarım ızı yerden kesebilir. Dün­
ya n ı n bugünkü h a l i ne gelmesinde medeniyetlerin rol ü n ü yok saymakla örtüşebilir. Bu ise

9 izzetbegoviç'in ahlak ve özg ürlük an layışı için bkz. Akın (2006) ve Karaarslan (20 1 2}.

ıO izzetbegoviç'in düşünce dünyasına ve hayat h i kayesine vakıf olmak için kendi kaleminden çıkan Tarihe Tamklı­
ğım (2003b} a dlı eserine bakmak zaruri görünmektedir. Ayrıca Bir düşünce adamı olarak izzetbegoviç'in ortaya
çıkmasına etki eden faktörlerin ayrıntılarına vakıf olmak için bkz. Karaarslan (201 3).

• 32
Medeniyet Tartışmaianna Antiütopyacı Bir Yaklaşım: Aliya İzzetbegoviç Örneği •

nostaljiye gömülmüş ve nosta lji n i n ü rettiği hamasetten g ü n ü n ü okuyamayan bir i nsan


ti polojisini doğ u ru r. Bir müddet sonra ihya edi l m esi arzu lanan medeniyetin övgüsünden
kendi d u rd u ğ u m uz yerin neresi olduğunu u nutm a m ız m ü m kü n d ü r. Daha da kötüsü, yü­
celtme söylemlerini ü retmek ve benimsernek bir Müslümana islam'ın ondan beklemed iği
m isyonları yü klemek a n lamına gelebi lir. Çünkü islam açık bir şekilde i n sa n ı n önce kend isi­
ni ve sonra ya kın çevresini, eğer gücü yetiyorsa daha geniş taa l l u katı n ı isla m'a çağ ı rmasını
öğütlemektedi r. Aksi takdirde koca bir ü m meti ve d ü nyayı kurtarmayı arzu layan, hedefle­
yen, haya l eden fa kat kendisini ve yakın çevresini sırf bu amaçlarından dolayı göremeyen
Müslüman tipleri ortaya çıkmaktad ı r. Yan i amel pratik geri l i m i a rtmaktad ı r. Bu noktada
açıkça ifade etmek gerekir ki islam'ın gerçekçi bir dindir ve bizleri içinde yaşad ı ğ ı m ız za ru­
reti görmeye davet etmektedi r. Bu ya klaşım izzetbegoviç'in pasif bir tutum a l ması anlamı­
na gelmemekted i r. Aksi ne onun kendi g ü c ü n ü n farkında olması ve bu fa rkındal ı k eşliğinde
mücadele etmiş olduğu anlamına gelmektedi r. Ya ni gerçeğin bize dayattığı teslimiyetin ve
varl ı ğımızı a n l a m l ı kı lan, bize yol u nda gitmeyenleri değiştirme gücü veren duantn fa rkına
va rmak a n lamına gelmektedi r.

Kaynakça
Akın, H. M. (2006). Aliya ve savaş ahlakı: Aliya izzetbegoviç'te özgürlük ya da Bosna Savaşı'nı yeniden düşünmek. Tezkire,
42, 227-232.

Aktay, Y. (201 O). Türk sosyolojisine eleştirel bir katki. istanbul: Küre Yayınları.

izzetbegoviç, A. ( 1 984). islam between East and West. New York: American Trust Publication.

izzetbegoviç, A. (2003a). Doğu ve Bati arasmda islam (çev. S. Şaban). istanbul: Nehir Yayınları.

izzetbegoviç, A. (2003b). Tarihe tamkl1ğ1m (çev. A. Erkilet, Ahmet Demirhan, Hanife Öz). istanbul: Küre Yayınları.

izzetbegoviç, A. (2006). Özgürlüğe kaçışı m: Zindandan notlar (çev. H. T. Başoğlu). istanbul: Klasik Yayınları.

izzetbegoviç, A. (2007). islam deklerasyonu ve islami yeniden doğuşu n sorunları (çev. R. Ademi). istanbul: Fide Yayınları.

Karaaslan, F. (201 2). Aliya izzetbegoviç'in ahlak ve siyaset anlayışı. TYB Akademi, 4, 1 1 1 - 1 22.

Karaarslan, F. (20 1 3). Bir düşünce adamı olarak Aliya izzetbegoviç. M. H. Mercan (Ed.), Gelenek ile modernite arasmda bilgi ve
toplum (s.1 27- 1 44). istanbul: Yedi Renk Yayınları.

Said, C. (201 1 ) . Bireysel ve toplumsal değişmenin yasa/an. istanbul: Insan Yayınları.

Sorokin, P. ( 1 972). Birbuna/tm çağmda toplum felsefesi (çev. M. Tuncay). Ankara: Bilgi Yayı nevi.

Toynbee, A. ( 1 980). Medeniyet yarg1lamyor (çev. U. Uyan). istanbul: Yeryüzü Yayınları.

33 •
İslam Dünyasını Yeniden Kurmak:
İslamcı Bir Dilin ve Hareketin Zemini
Olarak Aliya'nın Düşüncesi

Alev Erkilet

2 ı Ocak 1 889'da Rusya'nı n kuzeyi ndeki Kom i köyünde dü nyaya gelen Pitirim Alek­
sandrovich Sorokin, tarih felsefesi ve sosyal bilim ler a l a n ı nda bütünselci bir yöntem
b i l i m i n kurucusu olmuştur. Soroki n'e göre, sosyokültürel olgular evreninde üç bütün­
leşmiş zihniyet tipi ya da onun deyişiyle üst kültür sistemi teşhis edilebi l i r -Sorokin'in diğer
sosyal bilimcilerin meden iyet olarak adlandırd ı ğ ı olgular kümesini ifade etmek için "üst kül­
tür sistem i " teri m i n i kullan makta olduğunu da belirtmekte yarar vard ı r.-. Bunlar duyumcul/
düşü nsel ve idealistik kültür tipleri olara k adlandırılır. Bu kültür tipleri belirli anlamlar etra­
fında bütün leşmişlerd i r. Bu yönleriyle zihniyetiere teka bül ederler ve davra n ışsa l ve maddi
unsurlarıyla bir bütün olarak söz konusu a n la m ları cisim leştirirler. Soroki n'e ( 1 962, s. 70)
göre kültür tipleri ni birbiri nden dört temel ölçüte göre ayrıştırmak m ü m kü n d ü r:

· Gerçekliğin doğas ı n ı nasıl tan ı m l a d ı kları;

· Tatmi n ed i l mesi gereken ihtiyaçlar ile ulaşılması gereken hedeflerin neler olduğu;

· i htiyaçların nihai karş ı i anma s ı n ı rı n ı n ne olacağı;

· i htiyaçları tatm i n yöntem lerin i n ne olaca ğ ı .

Duyumcul (sensate) kültürlerde gerçeklik maddi, d u y u organlarıyla a l g ı lanabilir nite l i ktedir.


Tatmin edil mesi gereken ihtiyaçlar bedeni ve dü nyevidirler; bunların sonu na kadar tatmi n
edilmesi amaçlan ı r v e elbette bu maddi i htiyaçları karşılamak i ç i n esas o l a n d ış dünyan ı n dö­
nüştürü l mesidir. Düşünsel (ideational) kültürlerde ise gerçeklik maddi olanın ötesinde, ruhsal
ve bölünemez niteliktedir ve zahiri olanın ardında yatar. Tatmin edilmesi gereken ihtiyaçlar
da doğal olarak bedeni değil ruhsaid ı r. Bunların da sonuna kadar tatmin edilmesi gerekir ama
tatmin yöntem leri dış d ü nyanın dönüştürülmesine değil tam tersine iç dünyan ı n dönüştü rül­
mesine yan i ihtiyaçların azaltılmasına ya da onlardan tümüyle arınmaya bağlı görülür (Erkilet,
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

201 3, s. 326; Sorokin, 1 962, s. 70 vd.;). Bu sistemler kendi potansiyellerini tümüyle gerçekleş­
tird i kten sonra zıddı na yerini bırakmak üzere kapsamlı bir değişim içine girerler. Araları nda
diyalektik bir ilişki vard ı r. i nsanlık tarihi boyunca sosyokültü rel sistemler, bir sarkaç gi bi, bir
uçtan diğer uca doğru sal ı narak dönüşmüşlerdir ve bu bitimsiz bir sü reçtir. Toplum ların söz
kon usu kültür tiplerinden birinde yahut diğerinde karar bulması m ü m kü n değildir.

Sorokin, sosyokültürel gerçeklikte, i ki temel üst kültür yanında bunların fa rklı bileşim ierin­
den o luşan karma sistemler de bulunduğunu beli rtir. Karma kültürler genelde eklekti kli kle
m a l u l d ü rler. Ancak b u n la rdan bir tanesi olan idealistik kültür tipi, insa n l ı k tarih i nde pek na­
dir yaka lanan m ü kemmel bir dengeye teka bül eder. Sorokin'e göre, idealistik kültür tipinde
gerçekl i k çok katlıdır. Duyusal, a k l i ve d uyu üstü olmak üzere üç boyutu vard ı r. Bu kültür
sisteminde h a ki m bir maddi amaç b u l u n m a kla birlikte, i ç bütü n l ü ğ ü sağlaya n manevi un­
surlard ı r. Kısacası maddeye de manaya da hakkı verilir. Maddi i htiyaçların karş ı l a n ması ge­
reklid ir; a ncak bun ların s ı n ı rı n ı ma nevi değerler beli rler. i htiyaçları tatmin için hem maddi
d ü nyayı hem de iç dü nyayı kontrol etmek gerekir. Bir başka deyişle bu medeniyetin kültür
ortam ı uçlarda n uza k, orta yol üzere ve denge hali nded i r. M.S. 1 2.- 1 4. yüzyıl l a r arası böyle
idealistik bir döneme teka b ü l eder. Bu, Rönesa ns dönemidir ve Orta Çağ'ı n maddeyi i n ka r
eden, h e r türlü bedensel zevki lanetleyen bakış a ç ı s ı (düşü nsel) yerini 1 4. yüzyı ldan itiba­
ren yavaş yavaş ol uşmakta olan modern, kapitalist sisteme bıra kmaya başlam ı ştır. Böylece
ideal denge hali de yeri n i gerçekliği sadece d uyu organ l a rı n ı n gösterdiğinden i ba ret sa­
yan modern d uyu mculluğa b ı rakır. Burada üzerinde d u r u l ması gereken h usus, Sorokin'e
göre idea l istik kültürün insa n l ı k açısından en "sağ l ı k l ı " bakış açıları na, i nsan doğasına en
uygu n "dengeye" işaret ettiğidir. Sorokin ideal dengenin ancak d üşü nsel kültürlerin yerini
duyumcul kültü rlere bırakmak üzere dönüşmeye başladığı koşullarda yakalanabileceğini;
duyumcul kültürlerin ise gene l l i kle şiddetle, keskin biçimde, katastrofik yıkım iara sa h ne
olarak dönüşebi idiğini öne sürer.

Bu tezler, i nsan doğas ı n ı n maddeye ve manaya yönelik eği l i m i n i n bir d i kotomi çerçevesin­
de ele a l ı nması n ı n yetersiz olduğuna işaret ettiği kadar, ontoloji ve epistemoloji kadar etiği
de d i k kate alan üçüncü bir d u ruşun olanaklı l ığına da işaret eder. Burada söz konusu edilen
s ı n ı rlar, insa n l ı ğ ı n ötesine geçemeyeceği sını rlardır. i nsan l ı k düşünse l l i kte son noktaya var­
d ığ ı nda i la hi olanın peşinde kendi maddi gerçekliğine son vermek durum una gelir; duyum­
c u l l u kta son noktaya vard ı ğında da hırsia r ı n ı n peşinde koşarak d ü nyayı ateşe veri r. N itekim
Sorokin, Lunden ile birlikte kaleme a l d ı ğ ı bir metinde, 20. yüzy ı l ı n duyumcul kü ltü rü n ü n
bir ü ç ü n c ü d ü nya savaşı çıkarma potansiyeli taşıd ığı na işaret etmekte v e "Gardiya n l a ra kim
bekçilik edecek?" sorusuna cevap a ramaktadı r (Sorokin ve Lunden 1 959, s. 1 00-1 08).

ll.

Al iya izzetbegoviç'in düşü ncesinde islamcı b i r dilin ve ha reketin zemi n i n i ararken Soro­
kin'in üst kültür sistemleriyle ilgi lenen tarih felsefesine atıfta b u l u n m aya neden i htiyaç d uy-

• 36
İslam Dünyasım Yeniden Kurmak: İslamcı Bir Dilin ve Hareketin Zemini Olarak Aliya'nzn Düşüncesi •

d u ğ u m uz soru la b i l i r. Öncel ikle ş u n u beli rtmek gerekir ki, A liya kendi islamcı l ı ğ ı n ı bütünsel
bir insa n-doğa-kültür felsefesi çerçevesine yerleştirme i htiyacı d uymuştur. Bu arayışın o n u
u laştırd ığı v e Doğu Batt Arasmda islam kita bında somutlaşan görüşler ile yirminci yüzy ı l ı n
üç çeyreği boyunca materyalizme g ö m ü l m ü ş olan Batı düşüncesine en rad i ka l eleştiri leri
yöneltmiş düşünü rlerden biri olan Sorakin'in görüşleri arasında hatırı sayıl ı r paralel l i kler
bulunmaktad ı r. Bu tebliğde söz konusu para l e l l i klere d i k kat çekmek ve Aliya'nı n bütünsel­
ci yöntem bilimden hareketle islamc ı l ı k düşü ncesi ne katkısı n ı n mahiyetine, kısaca da olsa
deği n mek istiyorum.

Aliya izzetbegoviç'e göre, çağdaş dü nyaya damgasını vuran ideoloj i k çatışma lar içinde is­
lam'ın yerin i n neresi olduğu sorusuna cevap vermek zoru n l u d u r ve bu sorg u lama d ü nyayı
şekil lendi rmede islam'ın rol ü n ü n ne olacağ ına dair tartışma lar açısından da belirleyici ola­
caktır. izzetbegoviç'e göre, d ü nya görüşleri ü ç kümede toplanabili r:

"Di n i (ma neviyatçı); Materyalist ve islami . . . En eski zamanlardan bugüne kadar ortaya
atılmış bütün ideoloji, felsefe ve düşünce sistemleri bu üç temel dü nya görüşünden
birine dayanmaktadır. Bunlardan birincisine göre yegane ve esas var l ı k ruhtur; i kinci­
sine göre maddedir. Üçüncüsüne gel ince o, ruh ve maddenin bir arada varoluşundan
yola çıkmaktad ı r." (izzetbegoviç, 201 1 , s. 1 1 - 1 2).

Yu karıdaki a l ı ntıdan da a nlaşılacağı üzere Aliya, Sorokin'e benzer şeki lde biri salt madde öte­
si gerçekliğe temellenme gayreti içinde bulunan (buna dini ya da maneviyatçı demektedir),
iki ncisi salt duyu organlarıyla kavranabilen maddi gerçekliği esas alan (buna materya list adı­
nı vermektedir) sonu ncusu da insan doğasın ı n çift yönl ü l üğ ü n ü di kkate a larak hem mad­
deye hem de madde üstü olan gerçekliğe dayanan "islami" d ünya görüşlerinden söz eder:

"Es kiler iki cevherden, ruh ve maddeden bahsederlerd i . . . Gerçekten de bütün bü­
y ü k felsefe ekaileri monistik i d i ler. . . Haddizatında insan olmamız itibariyle biz i k i ger­
çek içinde bulunmaktayız . . . Tekli hayat insan için b i r bakıma 'teknik' bakımdan gayri
mümkündür. 'Ka l u bela'dan, insanın 'dünya n ı n içi ne' veya 'sosyal hakikati n içine' itildiği
andan beri bu böyledir:• (izzetbegoviç, 201 1 , s. 1 2- 1 3).

Burada ima edilmek istenen düşünce, insa n ı n dü nyevi bir varl ı k h a l ine geldikten sonra
maddeyi tümüyle terkiret etmesinin i m ka n dışı ka l d ı ğ ı d ı r. Bu nedenle maneviyatçı yahut
"d i ni" olara k ifade edilen dü nya görüşleri son u na vard ı nldığında (diya lektik manada po­
ta nsiye l lerinin tümüyle açıldığı noktada) i nsana yaşama imkanı b ı ra kmazlar. Bu son nokta,
insana bedenden ve d ü nyadan firar etmek d ı ş ı nda bir seçeneği n bırakı lmadığı noktadır. So­
ro kin bu tür dü nya görüşlerini Orta Çağ Avrupa's ı n ı n bedeni ve cinsel liği kötü gören fikriya­
tıyla ve bağ l ı larının topluca inti har ettiği tarikatların fikriyatıyla örneklendirmektedir. Aliya
da, insa n ı n tekli bir hayat yaşamasının "teknik" bakımdan imka nsız o l d u ğ u n u i leri sürerken
benzeri bir nedene daya n ı r. i nsan dü nyaya iti l mekle bedene ve maddeye yazg ı l ı k ı l ı n m ıştı r
v e bu nedenle salt "maneviyata/ruha/duyu ötesine oda klanan d üşü nce sistemleri yeri ni -di­
ya klektiğin öteki ucuna- antitezine bırakmak üzere dönüşmeye mahkumdur:

37 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

"Bu iki düşünce çizgisi, . . . eski Yunanistan'da Epikür (veya Aristoteles) ve Platon'un
d üş ü ncelerinde açık ve şekiilendiri l m i ş bir siste m i n bütün s i l uetleri n i sergiliyorlardı.
Aristoteles'in zevkle acı n ı n insan hayatının büyük muharrikleri olduğu yolu ndaki ta­
n ı nmış görüşü, . . . Platon'un hemen hemen aynı zamanda b u n u n tam tersine ortaya
attığı d ü rüst ol mayan kişinin behemehal mutsuz olduğu ve cezalandırılmadığı takdi r­
de mutsuzl u ğ u n u n arttığı düşüncesinde -ya n i her hakiki a hiakın esasında yatan b i r
fikirde- ceva bını b u l m u ştur:' (izzetbegoviç, 201 1 , s. 1 4).

Bu iki düşünce çizg isi Aliya'ya göre m u halefet ve karşılı kl ı redde rağ men bugüne kadar de­
vam etmiştir. O, Epikü r'den başlayan hattı Bacon, Hobbes, Gassendi, Helvetius, Holbach,
Spencer, Marx üzerinden Russell'a bağ la rken; Platon'dan başlayan zinciri de H ristiyan dü­
şüncesi, Gazali, Malebranche, Leibniz, Fichte, Cudworth, Schelli ng, Hegel, Kant, Bergson,
Whitehead üzerinden izleyerek bugüne geti rmekted i r.

Soraki n'de bu tartışmanın izlerini, kü ltür tiplerin i etik sistemlere göre ayrıştırmak için kullan­
dığı ölçütlerde bu la biliyoruz. Ona göre d uyumcu l kültü rlerde etik sistem lerin temel amacı;"­
bireysel mutl u l u ktur, hazcı ve beşeridirler. Ahlak a n layışları mutl u l u k ahlakıdır. Hedonizmden
faydacı l ığa kadar uza nan bir ölçek üzerinde sıra lanabi lecek çeşitli ekal ler bu başlık a ltında
ele a l ı nabi lir. Değerler görecelidir. Düşünsel kü ltü rlerde etik sistemler Tanrısal ve nihai olan
değeri gerçekleştirmeye ça l ışırlar ve bunun bireysel mutl u l u ğ u a rtırıp artırmamasın ı n önemi
o lmaz. Mutlak i l kelerin çileci a h la kı söz konusud u r:' (bkz. Erkilet, 201 3, s. 3 3 1 ).

Al iya (20 1 1 , s. 1 6) bu karşıtl ı kları tarihi materyal izme karşı H ristiyan kişilikçi liği, teka m ü l ü n
karşısında yaratıcı l ı k, menfaatin karşısında ideal, monarşi nin karşısı nda h ü rriyet, toplu­
mun karşısında şahsiyet gibi örneklerle anlatır ve daha da önemlisi bunları "birbirine g a l i p
gelerneyen iki den iz"e benzetir. Her i kisinin kökleri i nsanda b u l unduğ undan v e tarih bo­
yunca i nsan l ı k bu boyutlardan birini ya da d iğerini öne çı kararak berikinin zararları n ı telafi
etmeye çal ıştığından, evrensel denge h a l i n i n gerektirdiği bütünselci ba kış açısı -öze l l i kle
Batıda- çok nad i r zamanla rda hakim olabilmiştir. Sorakin'in idealistik kültür olara k adlan­
d ı rd ı ğ ı özell ikler bunla rdır ve ona göre a ncak M.Ö. 6.-4. yüzyıl l a r a rasında bir de M .S. 1 2.- 1 4.
yüzyı llar a rasında hakim olabilmiştir. Bu dönemlerde gerçekli k çok katlı o l a ra k a l g ı l a n m ış;
sanat d insel, eti k ya da kamusal değerlerin ve erdemierin ifade aracı olara k işe koşu l m uş;
hakikat ve bilgi sistemleri hem maddi ola n ı n hem de olmaya n ı n bilgisine u l aşmayı (birlikte)
önemsemiş; kutsal kitaba uyg u n l u k, akıl yü rütme ve mantık i le deney bir a rada ku l l a n ı l m ış;
kısmen teokratik kısmen de laik bir yönetim biçimi uyg u l a n mışt ı r. Bu, saf düşüncenin ha­
yata da önem vermesi gerektiğinin idrakine bağlı bir durumdur. Batılı düşünürler tarafın­
dan istisnai b u l u n a n bu denge d u ru m u n u, bu ideal sentezi, Müslüman d ü ş ü n ü rler islam'ın
bizzat kendisinde içkin olan bir potansiyel olara k görmüşlerd i r. Bunlardan biri de Aliya'd ı r.

lll.

Al iya, bütünselci yaklaşımın sonuçları nı, "insan merkezli bir hayat, akl ıselimin katı kuralları
aştığı bir düzen" olara k tan ı m lamak su retiyle kendi düşü ncesine uyg u lamaktad ı r. Saf d i n i n

• 38
İslam Dünyasını Yeniden Kurmak: İslamcı Bir Dilin ve Hareketin Zemini Olarak A/iya'nzn Düşüncesi •

ve materya lizmin hayatın sadece bir yön ünü ifade eden bir h ususu bir bütün teşkil eden
hayata uyg u lamaya çalışırken ister istemez deforme olmak zorunda kalacak sistemler oldu­
ğunu belirten izzetbegoviç, "islam d ünyasının asıl özelliğinin bu düalizmi anlamak ve kab u l
etmek, sonra da yen mek" (201 1 , s. 1 9) olduğunu bel irtir. N itekim ona göre islam;

R u ha, şu u ra, cana ve özneye vurgu yapan d insel tutu m l a r ile maddeye, varl ığa, vücuda
ve nesneye vurgu yapan materyal ist yaklaşım iara karşı, her i kisini bir üst değerde bi rleş­
tiren ve aşan insana,

i badete vurg u yapan dini yaklaşımla hıfzıhsıh haya vurg u yapan materya l ist yaklaşıma
karşı, i kisini üst bir değerde bi rleştiren ve aşan namaza;

Sadakayı vurgu laya n dini kültürle vergiyi vurgu layan materyalist yaklaşıma karşı, her i ki­
sini bir üst değerde bi rleştiren ve aşan zekôta;

A h l a ka vurgu yapan d ini kültü rlerle g üce vurgu yapan materya l ist kültüre karşı, her i kisi­
n i bir üst değerde birleştiren ve aşan hukuka ve şeriata;

Aşka ve kötülüğe tahammüle vurgu ya pan dini kültürlerle sınıf kavgasına vurgu ya pan
materya list k ü ltüre karşı, her i kisini bir üst değerde bi rleştiren ve aşan adalete ve cihada;

Civitas Dei'yi (Augustin us'u n 5. yüzyılda yazm ış olduğu kitapta ortaya attığı Tann şehri
d ü nyevi zevkleri bir kenara bırakara k kendilerini H ristiyan inancının yayg ı nlaşmasına ve
uyg u l a n masına adayanların mekanı o larak a nlaşı labilir.) vurgu layan dini kü ltürlerle Civi­
tas Sol is'i (Ca m panel la'nı n Güneş Ülkesi ütopyasına gönderme ya par ve i nsanlar tarafın­
dan tasarlanmış olan bir d ü nyayı işaret eder.) vurg u layan materya l ist kültürlere karşı, her
i kisini birleştiren ve aşan ü m m ete ve hilafete vurg u yapar (izzetbegoviç, 2 0 1 1 , s. 26-28).

Ancak burada d ikkat edilmesi gereken iki nci husus, yu karıda idealize edilmiş bulunan
kavramların içi n i n nasıl dolduru l d u ğ u ya da b u n la rın uyg u la maya nasıl geçirildiğidir. Zira
ü m met, h i lafet, adalet ya da şeriat adına yapılan önerilerin ve uyg u lamaların, maneviyatçı
ya hut materyalist uçlara kayan içeriklerle dalduru lması da söz konusu olabilmektedi r ve ka­
naatimce Aliya'n ı n en az kuramsal ayrımlar kadar önemsediği bir mesele de bunların hayata
a ktarı lışındaki soru n lard ı r.

Al iya'ya göre "değişmez islami prensipler vardır; a ncak değişmeyen h içbir islami ü retimsel,
topl u msal yahut siyasal terkip b u l u nma maktadır" (izzetbegoviç, 2007, s. 1 78). Bu demekti r
ki, "islami terimiyle hazır çözümden çok metot kastedi l mekte ve bu teri m birbiriyle zıt um­
delerin sentez prensi bini dile geti rmektedi r:' (izzetbegoviç, 201 1 , s. 20). Aliya'nı n bu görüş­
leri, islamcı l ığ ı bir paket program ı n uyg u l a n masından ya da emir ve yasakla rı, mah iyeti ni ve
m u rad ı n ı a n lamaya ça l ışmadan katı kura l l a r halinde dayatmaktan yana olan düşünürlerin
ve siyasetç i lerin yaklaşımından oldukça farklıd ı r. A liya izzetbegoviç islam'ı Doğu'nu n ya da
Batı'n ı n parçası o l a ra k ta n ı mlamaya çalışan görüşlerle arasına ciddi bir mesafe koyar. Ona
göre islam coğrafi ve epistemoloj i k manada bu ayrımları aşar. O, "bu d ü nya tarafta rıdı r";
doğaya açık o lması vesilesiyle bilime de açıktır; azami ö l çüde i nsani ve azam i ölçüde iyidi r.

Din ile bilim, ahlak i l e siyaset, bi reysel ile topl umsal, maddi olan ile ma nevi olan a rasında
a ra b u l u c u l u k yapmaya talip olan islam düşü ncesi, ebedi ve eze l i mesajları bu dünyada ger-

39 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

çekleşti rebilmek için yeni şekil ve araçlar bul makla m ü kel lefti r (izzetbegoviç, 2007, s. 1 79).
Aliya, islamc ı l ı k tarafı ndan şiddetle eleştirilmekle birlikte islam dünyas ı nda yaygı n olan ve
zaman zaman islamcı düşüncenin içine de sızan pek çok i nanç ve pratiğe bütünsel ci yakla­
şımdan ha reketle karşı çıkmaktad ı r. Örneği n izzetbegoviç'e göre;

M ü s l ü m a n ı n hayatı dönüştürme soru m l u l uğ u ndan kaçması a n lamına gelen Mehdi bek­


lentisi "bizim tem belliğimizin adıdır" (2007, s. 1 88).


islam'da aşırı bilge, her şeyi bilen, hatasız ve ölü msüz kimseler yoktur (2007, s. 1 84) ve
Kur'an-ı Kerim kah raman karşıtı bir kitaptır.

Gün içinde ekmeklerini nasıl kazandıkianna ba kılmaksızın tüm iyi insanlar aynı top l u l u­
ğa a ittir (2007, s. 1 8 1 ).

islam top l u m u n u n diğer top l u l u klarla ilişkilerinde esas olması gereken prensipler arasın­
da sa ldırgan savaş ve ci nayetin yasa klanması ve herkesin dini aid iyetinin hürriyet i bulun­
maktadır (2007, s. 1 9 1 ).

• Eski medeniyetlerin bütün bilgi lerine h içbir kom plekse kap ı lmadan yaklaş ı l m a l ı d ı r
(2007, s . 1 85).

Formlar tali öneme sahiptir (2007, s. 200).

Harem iere (çok eşl i l iğe) son veri lmelidir. Kad ına h a ksızl ı k yapmak için kimse islam'a da­
yanma ha kkına sah i p değ i l d i r (2007, s. 1 89).

Sonuç Yerine

Al iya'n ı n bütüncü ya klaşımı, z ı t kültürlerin temel varsayımlarını eklektik şekilde bir araya
geti rmekten çok öte a n lamlar taşımaktad ı r. Ona göre Müslüman lar, eklektik çözü m lerle ye­
tinmek yerine sürekli bir çaba içinde olmalı; d üşünsel ve eylemsel bakımdan islam'ın ideal
dengesi n i ya kalamak için uya n ı k b u l u n m a l ı ve meydan okumalara karşı yen i çözü mler ü ret­
me mecbu riyetin i n bil incinde o l m a l ı d ı rlar. islam düşüncesi, toplumdaki her şeyin "islami"
form la ra uyg u n o l d u ğ u n u n düşünüldüğü zamanlarda bile içten içe işleyen karşıt dalgala ra
karşı uya n ı k olan bir zihinle yeniden ve yeniden ü retilrnek durumundadır. Çünkü bu formlar
aslında hiç de islami o l mayan "maneviyatçı" ya da "materya list" etkileri g izliyor ya da meş­
rulaştırıyor olabilirler.

Kaynakça
Erkilet, A. (2013). Toplumsal yapı ve değişme kuram/an (2. baskı). Ankara: Hece Yayınları.
izzetbegoviç, A. (2007). islam deklarasyonu ve islami yeniden doğuşun sorunları (2. baskı, çev. R. Ademi). istanbul: Fide
Yayınları.
izzetbegoviç, A. (201 1 ). Doğu Batı arasında islam (2. baskı, çev. S. Şaban). istanbul: Yarın Yayınevi.
Sorokin, P. A. ( 1 962). Social and cu/tura/ dynamics ( Vol. l). New York: Bedminster Press.
Sorokin, P. A., & Lu nden, W. ( 1 959). Power and morality (who sha/1 guard the guardians). Massachusetts, MA: Porter Sargent
Publishers .

• 40
Aliya İzzetbegoviç'te
. .

Utopya ve Dram

Mustafa Aydın

liya izzetbegoviç s ı radan bir düşünür değ i l, hemen h � rkesin katıldığı bir kanaate

A göre bilge bir i nsandır. Bilgelik, rah metl i Ahmet Yüksel Ozemre hocan ı n ta n ı mlama­
sıyla, en üst seviyede bir düşünür demektir. Düşü n ü rl ü ğ ü n b i l i m teknisyeni, b i l i m
ada m ı v e a l i m d üzeylerinden yuka rıda v e farklı olara k, bilgi sorunla rında bir metod h a k­
kında bilgi sahibi olan, l iteratürü takip edip özg ü n çalışmalar ya pabilen, uzmanı olduğu
alanların felsefesi ne, epistemolojisine, deontolojisine, pedagojisine vakıf ve b u n u n da öte­
sinde insa n i soru nlara d isiplinler üstü ma kro d üzeyde bakabilen i nsan demektir. Bilgelik
çalışma n ı n yan ı nda fıtri kabil iyetler, istisnai yetenekler gerektirir, hatta o bir Ta nrı vergisidir
(Özemre, 1 990).

Gerçekten de izzetbegoviç, birçoğu g ü ncel sosyal hayatın yansıması olan ve dolayısıyla da


genel geçer gözüken bakışların ötesinde beşeri soru n larım ızı kapsam l ı ölçeklere oturtabi­
len böylesi müstesna bir insa ndır. Farklı konularda eserleri b u l u na n bilgemiz Doğu ve Batı
Arasında islam adlı eseri nde kü ltürel d ü nya m ızı ölçeklendirme bağ l a m ı nda bir kısmı he­
men herkesçe b i l i nen ama yepyeni bir kavramsaliaştırma ile kullanıma konan ikili a n l a m ka­
tegorileri ortaya koym uştur: i nsan ve hayvan, yaratma ve evrim, kültür ve meden iyet, din ve
materyal izm, H ristiyan l ı k ve Ya h u d i l i k, Doğ u ve Batı, ütopya ve d ra m bunların en önemlile­
rid i r. Ben bu tebliğimde sonuncu i kilem "ütopya ve d ram" kültür matrisi nden söz edeceğim.

Aslında Aliya izzetbegoviç, adı geçen bu eseri nde dü nya görüşünü felsefi boyutta temel­
lendiriyor. Ütopya ve Dram başl ı ğ ı n ı taşıyan ve yaklaşık otuz sayfa civarında olan bölümde
ise ideal insan ve topl u m arayışı üzerinde d u ruyor. Bilgemize göre bu arayış, insa n l ı k tari h i
kadar eskid i r v e başından beri, o n u n tiplemesiyle ütopya v e d ram o l mak üzere i ki tür yak­
laşım var olagelm iştir. Gerçi ideal top l u m a rayışı ütopik ya klaş ı m ı ifade etmektedir, ç ü n kü
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

d rama göre i nsan ve top l u m naif h a l iyle orada d u rm a ktad ı r. Sonuç olara k bilgemizin asıl
soru n u sağ l ı k l ı bir insan birlikteliği ve aralarındaki sorunsuz i l işkilerdi r.

izzetbegoviç işaret edilen sorun u işlerken pek çok beşeri sorun u m uzun çözüm ü nde kul­
lanabi leceğimiz bir açıklama şeması ortaya koymuştur. O n u n için biz metnimizde kısaca
ütopya ve dram olara k nitelendi rilen matrisi m ümkün old u ğ u nca esere bağlı kalarak açı kla­
maya ve sonra da söz konusu anlam kal ıb ı n ı daha iyi a n laşılır kılmak için de örneklendirme­
ye çalışacağız. Ancak bir temel oluştu rması bakımından eserin a kışı içerisinde ana çerçeveyi
kısaca bir tasvir etmekte yarar vard ı r:

Al iya izzetbegoviç'in Genel Düşünce Ya pısı

Bilgemize göre ü ç ayrı dünya görüşü va rd ı r: Din, materya l izm ve islam. Dini n odağında ru h/
ş u u r, materyalizmin merkezinde madde, islam'ın ekseninde ise bu din ve materya l izmin
bi leşen i olan insan bulunmaktad ı r. Bütün d ini, felsefi ve sosyal sistemler de bu ü ç temelden
biri etrafı nda o l uşagelmişlerd i r. Mesela felsefede stoa c ı l ı k-Epikü rosçu l u k (Gökberk, 1 983),
dinde H ristiya n l ı k-Ya h udilik vb. b u n u n tipik örnekleridi r. Esasen bilgemize göre d ünya­
da va r olan her şey, ru h-madde, özne-nesne, doğ ru-eğri, madde-mana, sanat-tek n i k, ah­
l a k-güç i ki lemleri gibi z1ddiyetler üzerine kurulm uştu r. Bu da aslında doğal bir şeydi r, önemli
ve gerekli olan b u n ların ortadan kaldırıl ması değil (ki zaten kaldırılamazlar), anlamlı sentez­
Iere u laşabilmektir.

Gerçi beşeri dü nyamızdaki o l u m l u gel işmeler her ne kadar bu i ki lemlerin bileşkesindeki


sentez ve oluşum larla gerçekleşiyorsa da bunlardan bir tarafı beşerl, i nsan fıtratına, i la hi
tasarıma daha uyg u n düşmekte, d iğer taraf ise daha bir o l u msuzlu ğ u temsil etmektedir.
Mesela bu i kilemierden hayvani olana karşıl ı k insa n, evri me karşı l ı k yaratma, medeniyete
karşı kültür, ütopyaya karş ı l ı k d ra m doğası itibarıyla daha o l u m l u o l g u ve o l u şumla rd ı r. Bun­
lar aynı zamanda d iğer tarafı o l u m l u l uğ a çeken belirleyici lerd i r. Mesela materya list cephe­
nin mutlak g a l ibiyeti refa h sağiasa da ya l ı n biçimiyle insa n l ı ğ ı n erozyon u demektir. Bundan
dolayı materyal izm din i le, meden iyet kültür ile dengelenrnek zoru ndad ı r.

izzetbegoviç'e göre i l k i kilem i nsan-hayvan i kilemidir ve buna da evrimci ve yaratma ola­


ra k i ki tür ya klaşım vardır. Evrimci ya klaşıma göre i nsan daha gelişmiş bir hayva n d ı r. Ya­
ratmaya göre ise i nsan, hayva nda n evirilmiş bir var l ı k değ i l d i r, böylece yarat ı l m ı ştır. Diğer
hayva n larla o rtak tarafın ı n yan ı nda kendine has bir özl ü k a l a n ı vard ı r. Bilgemize göre alet
kullanma, insa n ı n diğer hayva n larla orta k tarafıdır. Ama o ayn ı zamanda kült sahibi olan
bir varl ı kt ı r ki bu o n u n yegane özl ü k a l a n ı d ı r. i nsan, bu alandaki gerçekleştirimi ora n ında
insanlaşır, ya l n ız a let kullanma içi nde kaldığı ora nda da insan o l m a kta n uza klaşıp hayvan­
laşır. Bilgemize göre bu haliyle "insan, seman ı n çocuğu, yeryüz ü n ü n kurd u dur" (izzetbego­
viç, 1 992, s. Sayfa 80) .

• 42
Aliya İzzetbegoviç'te Ütopya ve Dram •

Kült; din, a h lak, sanat, tabular vesai redir. B u n l a r insa n ı n a let ku llan ı m ı na bile rasyonel bir
katkıda b u l u n m azlar. Alet kullan mayla ilgili gelişme ve i lerlemeye karşı da kayıtsızd ırlar iyi
sayıl masa lar bile i n ka rc ı l ı k, ya lan, büyü, h ilebazlı k vb. kültle ya n i insa nla i l g i l i şeylerd i r. i n sa­
nın külte sa h i p olmasından kültür, alet kullanmasından medeniyet doğmuştur.1 Kültür, i nsan
fıtratına uygun, izzetbegoviç'in ifadesiyle semaya ait, naif hayat ya n ı m ızdır. Buna karşı l ı k
medeniyet, insa n ı n d a h a rahat yaşaması i ç i n çevrenin yeniden kurg u lamasından doğan b i r
biri kimdir. Medeniyet, içeriği kültürle donat ı l d ı ğ ı nispette insa n i, ondan uzaklaştığı oranda
da insan tabiatıyla çelişen bir birikim halini a l ı r. Genel olara k din, ahlak, sanat, hi kmet, irfan
ve vahyi bilgi kü ltü rün; bilim, tekni k vb. medeniyetin içeriğini oluşturur.

Kültürün içeriğini oluşturan unsurlar aşkın kökenli yan i sema ile i rtibatlıdırlar. Zekadan doğ­
mazlar, meka n i k bir i l işki biçimi ol madıklarından d olayı bir fonksiyondan i ba ret de değ i l d i r­
ler. Kültürel unsurlar zaman ve mekana bağ l ı değ i l d i rler, dolayısıyla değişim ve i lerlemele­
rinden söz edilemez. Doğrusal bir s ü reç i htiva etmeyen kü ltü rel u nsurları n bir ta rih i yoktur.
Hz. Adem'den beri tevhit inancı ayn ı d ı r. Değişime uğra rsa tevhit olmaktan çıkar. Değişip
dönüşen, kültürün açılımı olduğunda bile medeni oluşumlard ı r. O n u n için izzetbegoviç'e
göre gerçek anla mda islam'ın değ i l, ancak Müslümanların tarihi olabilir. Ne va r ki ütopya lar
insanın kü lt tarafını yok sayı p onu daha iyi alet kullanabilen bir hayvan derecesine indirge­
yeb i l mek için yoğ u n bir çaba harcaya gelmişlerdir.

Al iya izzetbegoviç, eserinin ikinci kısmında kita b ı n baş l ı ğ ı na uyg u n olarak bütün bu i ki lem­
ler arası nda islam'ın yerini göstermeye çalışır. Gösterd iği bu yer, fiziki çerçevede Doğ u ve
Batı, genel felsefi ya pıda din ve materya l izm, d i n bazında özelde ise H ristiya n l ıkla Ya h u d i l i k
arası nda bir yerd i r v e burada i s l a m bir sentezi temsil etmekted i r. Ta rihsel olarak H ristiya n l ı k
salt ru h a n i l i k a n la m ı nda ma nevi unsu rlardan örü l ü bir dindir. Buna ka rş ı l ı k Ya h u d i l i k ma­
teryal izm kutbuna yönelik hayli d ü nyevi bir sistemdir. Bu öze l l i kleri kutsal kita p larındaki
a l ı ntılarda ve tebliğci leri olan M usa, isa ve M u h a m med peyg a m berler üzerinde bile göste­
rebili riz. isa saf d i n i, M usa dü nyayı, Hz. Muhammed her ikisini, bileşkedeki insani gerçekliği
temsil eder. Düşünürü m üz b u rada islam'ı n bu bütüncü ya pısına örnekler verir.

Genel Olarak Ütopya ve Dra m

Al iya izzetbegoviç'in d üşünce yapısı n ı n b u genel çerçevesi n i çizip bir bakıma a l t ya pısı n ı
gösterd ikten sonra a rtık a s ı l kon u m uz olan ütopya v e d ra m üzerinde d u ra b i l iriz. Asl ında
a n ladığımız kadarıyla b u rada izzetbegoviç'in amacı felsefi bir kuram oluşturmaktan çok,
ideal i nsan tipini, sağ l ı kl ı insan birlikteliğini ve yine insana ya kışır bir ilişki biçimini araştırıp
ortaya koymakt ı r. Ne va r ki bilgemiz görmektedi r ki ideal top l u m arayışı olarak sunulan gö­
rüşler ve ortaya ç ı ka n tablolar insan doğasına aykırı son uçlard ı r. Daha önce ele a l ı na n çer-

Açıklayıcı bigi için bkz. Aydın (20 1 3) ..

43 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği İdeali

çeve ile i l işki lendirmek gerekirse ideal olarak takd im etti kleri i nsan, çevresi nin ürünü olan
bir hayvan, kültürden çok bir medeniyet u n s u ru, iyi veya kötü neredeyse yaptı klarından
soru m l u tutul amayacak kadar i radeden ve erdem l i l i kten yoksun bir yarat ı k, topl u m da tam
a n l a m ıyla bir kurg u d u r.

işte tam da bu noktada izzetbegoviç insan ve topluma bakışta birbirine zıt i ki temel ya kla­
şım üzerinde d u rur: ütopya ve d ra m . Bi rbirleriyle uzlaşmaz bu i ki temel yaklaşım insa n l ı k
tari h i boyunca v a r olagelmişti r. Kısaca, d ram, gerçek anlamda insani hayatın ifadesi, kültürel
d ü nya m ızın a l g ı biçimi, bir başka ifadeyle en üst d üzeyde var olan i nsani oluşum şekil leridir.
Ütopya ise alet k u l l a n ma yön ü m üzün, medeniyetin beşeri d ü nyam ızı algı lama biçimi, ha­
yatın yeniden kurg u l a n ışıd ı r. Ütopya d ü nyada cennet rüyası d ı r; arı kovan ı ve karı nca yuvası
gibi m ü kemmel hayvani kolektifler örneğine göre ideal bir d üzene kavuşturma haya l idir.
Faydalı ve makul şeyler sunmuşsa da ütopya, tarih boyunca i nsanı, i nsani olanın d ışına çek­
meye ça lışmıştır.

Bilindiği üzere ütopya, en azından a ntik çağdan g ü n ü m üze bel l i filozofların ideal toplum
kurg u larını ifade etmede kullana geldi kleri bir kavram d ı r. Yan i ütopya n ı n en temel niteliği
mevcudu o haliyle yetersiz bulup kabul etmemek ve yeniden kurg u lamaktır. Bu yeniden
"kurgu lama" ütopya n ı n en belirgin özelliğid ir. Gerçekten de antik çağ düşünürü Platon'u n,
il klerden kabul edilen Devlet'i, 1 6. yüzyıl Rönesans düşünü rleri olan Thomas Moore'un Üto­
pia'sı, Bacon'ın New Atlantis'i, Cam penel la'n ı n Güneş Devleti i l k akla gelen tipik ütopya lardır
ve bu gelenek daha sonra Fou rier, Robert Owen, Sai nt-Simon, Marks ve diğer düşünürlerle
devam etmiştir. Bu düşünü rlerin ortaya koyd u kları meti nler bir ütopya n ı n o rasyonel kurgu­
c u tüm özel l i klerini taşı rla r. Anca k bilgem ize göre ütopya, ya l n ızca bir grup filozofun felsefi
haya l leri değ i l d i r. Bir entelektüel öznenin, insan l ı k üzerinde d ü nden bu g ü ne sürüp g iden
tasarım l a rı ve hatta daha da ötede gerçekleştirimleridir. Buna göre mesela modern Batı me­
deniyeti somut bir ütopya gerçekleştirimidir.2

Yine a ntik çağdan beri k u l l a n ı l a n ve bir tiyatro kavramı olan d ra m ise bilindiği üzere hayatın
marjinal bir yönü n ü g ü ldürü yöntemi ile işleyen komedi ile acıklı yönlerini ele a l a n trajedi
a rasında hayatı old uğu gibi ele alan bir tiyatro eseri türü d ü r. izzetbegoviç sözcüğün eti­
molojisine sad ı k kal m a k kayd ıyla bu kavrama da kendi d ünya görüşü içinde yeni bir a n lam
yüklemiştir. Buna göre d ram, i nsan ta biatma ve fıtratına uygu n, mantıksal bir kurg uyla de­
ğişime uğra(tıl)mamış hayat a nlayışıdır.

i ki farkl ı hayat a l g ısı olan ütopya n ı n da d ra m ı n da kendi lerine has ya klaşımiarına bağ lı ola­
rak, içerikleri, beşeri oluşumları ele a l ma biçimleri, ortaya koyd u kları oluşu m ları n taş ı d ı kları
ortak öze l l i kleri vard ı r. Ütopya fıtri ya pıyı bozup her şeyi yen iden kura rken nefsin isteklerine

2 Gerçekten de modern Batı kültürünün d ü n d e n b u g ü n e bir entelektüel özne tarafı n d a n kurgulana gel diği ni
açık la y a n d ü ş ü n ü rler vardır. B u n u n için bir ö r n e k o l a r a k b k z. B a u m a n (1 996) .

• 44
Aliya İzzetbegoviç'te Ütopya ve Dram •

bağ l ı olara k bir hayli keyfi davra n ı r, bu işte en önemli a racı akıl değil zeka d ı r. Genel olara k
d ra m da d i n , a h l a k, sanat, g i b i beşeri olgular a ğ ı r l ı k kaza n ı rken; bilim, medeniyet, teknik vb.
ütopya n ı n içeriğini o l u ştururlar. Ütopya n ı n beli rg i n öze l l i klerinden bi risi, insanı daha geliş­
miş bir hayvan olarak görmesidir; d ra ma göre ise insan ah sen-i ta kvi mdir, bedenen old uğu
kadar ruhen de üstün bir yaratıl ışa ve donanıma sahiptir. Ütopya onun üstün öze l l i klerini
izolasyona uğratır, d u ruma göre esfel-i safilin (insa ndan daha aşağı türden bir yaratık) ha­
line dönüştürmeye çalışır. Burada i nsan, iyi gelişmiş bir hayvan olara k dizayn edilir. Ütopik
çerçevede ortaya çıkan insan birlikteliği tablosu da büyük bir kışla olgusu d u r.

Teori veya uyg ulama, bütün ütopyaların genel görü n ü m ü şöyle tasvir edilebi l ir: Burada ye­
me-içme, giyinme, barınma gibi temel ihtiyaçlar bel l i standartlar içerisinde karşılanır. Hayal
ed ilen bir refa h seviyesi tutturul maya çal ı ş ı l ı r. işin odağında her şeye karar veren, herkesi
görevlendirip yönlendiren ve i htiyaç maddelerini tevzi eden bir devlet vard ı r. Yöneticilerin
genel olara k seçki nlerden (mümkü nse filozoflardan) ol uşması gerektiği düşünül ü r. Filozof
ve komutan gibi kah ramanlar sonuç olarak birer tanrıdırlar. Ütopya n ı n ideal topl u m u nda
güçlü bir askeri yapı vard ı r ve istediği her şeyi yapabilen devlet, gücünü buradan a l ı r. Bundan
dolayı da herkes devlet için seferber edilmiştir. Yan i bütün m i llet bir ordu, bütün ordu bir
devlettir, devlet de geri dönüşlü olarak bütün bir toplumdur ve sonuç itibarıyla seçki n lerdir.

Ütopyaya göre aslolan fert değil toplu m d u r. Yen i nesil herhangi bir bitki veya hayvan g i b i
yetiştirilebi l i r v e bu kararlı bir biçimde ya p ı l m a l ı d ı r. Fert bir biçimde topluma uyduru l u r,
eğitim diye bir kurum bunun için vard ı r. Ütopyan ı n a raçsa l bir b i l i m i olan sosyolojiye göre,
top l u msal kurguya uyg u n olmayan bi rey, bir sapma içindedir; asosyaldir, a norma ldir. Pla­
ton'dan Ma rks'a kadar bütün ütopyalarda masal, m üzik gibi edebiyat ve sanat eserleri, insa­
nı kurgu dışında tutabiieceği için yasaklanması gerekli olgular olara k kabul edi l i r. Bu kurgu­
yu yüksek d üzeyde bozma potansiye l i taşıyan din ise dışlanmalı veya gözetim ve denetim
altında tutu lmalıdır. Topl u m u n sağ l ı kl ı fertlere i htiyacı va rd ı r. Tedavisiz hastalar i ntihar et­
melidir, bu gerçeği kabul etmeyen ler ise öld ürülebilmelidir.

Ütopya lara göre insa n ı n ayrı bir özl ü k alanı o lamaz. i nsana özel bir a l a n tan ıyan bütün gö­
rüşler top l u m için bir handikaptır. Bundan dolayı bi rey için bir özel hayattan ve mesela in­
san için bir özg ü rl ü kten bahsedilemez. ideal toplumda özel m ü l kiyet de ola maz, herkes tek
tip g iyi n i r, gelişigüzel çocuk sahibi olamaz. Çocu kların bel l i sayıdan fazlası başka ai lelere
veri l i r veya i htiyaç dışıysa öld ü rü l ü r. Herkes ortak davra n ışlar içerisinde b u l u n ur: Boru ile
yat ı l ı p ka l k ı l ı r, ortak spor yap ı l ı r, yemek yen i r ve ça lışılır. Bu açıdan bakı l d ığında modern top­
lumsal ya pı, tüm özg ü r l ü k söylem lerine rağmen devlet otoritesi ve uzmanları nca belirlenen
devasa bir ütopya d ı r.

Bilgem ize göre, filozofların teorik haya l i kurg u larından antik çağ ve geçen yüzyılda örnek­
lerini gördüğü müz Marksist siyasi pratiklerine kadar, bütün ütopyaların bazı i l kesel ortak
öze l l i kleri vard ı r: Top l u m adına özg ü rl ü ğ ü n s ı n ı rlandırı l ması, l ider kültü, sosyal d isiplin, aile-

45 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

n i n ka l d ı rı lması veya en azından ebeveyn ve çocuk a rasındaki sağ l ı k l ı i l işkilerin yok edilme­
si, sanatın devletin h izmetine verilmesi, Darwinci ayıklama ve ö l ü m ü n kolaylaştı rılması, aile
terbiyesinin yerine sosyal eğiti m i n kon ması, devletin fertten üstü n lüğü, teknik i lerlemeye
eğilim, iş birliği yerine iş böl ü m ü, kadın-erkek eşitliği söylemi, ferdi m ü l kiyette s ı n ı rla ma,
sosyoekonomik hayatta acımasız bir yarış, kolektivizm ve yeknesa k l ı k, bilginin kaynağı baş­
ta olmak üzere her şeyde sansür, di nin m ü mkün olduğunca d ışlan ması, ahiakın meka n i kliği
vb. bu özelli klerin ilk akla gelenleridir. Esasen ütopyada i nsanlar yaşamazla r, sadece fon ksi­
yon icra ederler. Çünkü insa n ı n şahsiyeti yok, psikolojisi vard ı r.

iyi d ikkat edi li nce görü l ü r ki teorik pratik tü m ütopya lar bir seçkinci kurgusudurlar. 1 8. yüz­
yıl sonrası modern kültüründe yen i bir biçim ve ivme kaza nmışlard ı r. Bunun Ma rksizm veya
li beralizm adına o l ması sonucu değ iştirmez. Bu açıdan bakıld ı ğ ı nda bir dönemin Ma rksist
Sovyet Rusya'sıyla g ü n ü m üzde birinci sıra l a rda refa h ü l keleri sayılan kapitalist Norveç, isveç,
Kanada sosyal-politik düzen leri arasında esaslı benzerlikler görü l ü r. Bu kategori n i n i kisinde
de kapsam l ı ve incel ikli bir ütopya pratiği söz konusudur. Bürokratik örgütler tarafı ndan ku­
rul m u ş bir top l u msal hayat, meka nik bir ahlak vb. Esasen nerede kapsa m l ı bir refa h g i rişimi
ve na if hayata müdahale varsa orada bir ütopya va r demektir. Uzun bir zam a n d ı r bilim ve
devlet, ütopyaların i htiyaç duyd u ğ u seçkinci yap ı ları oluştura n meka nizmalar o l a ra k görev
yapmaktadırlar. G ü n ü müzde ise buna bir de teknoloji eklenmiştir. Böylece tarihtekinden
fa rkl ı olarak g ü n ü m üzde ütopyada bir çeşitlenme de meydana gelmiştir. Dolayısıyla b i lge­
mize göre şimdi ütopyaları n, sosyal ütopyalar, siyasal ütopya lar ve teknik ütopya lar olarak
üç ti pinden söz edeb i l iriz.

B u n l a rdan sosyal ütopya n ı n dayanaklarını genelde, sonuç olara k kendisi de ütopik bir
kurg u olan ilim o l uşturmakla birlikte bu rada sosyol oj i n i n ayrı bir yeri vard ı r. ideal toplum
tasavvu ru ve ferdi n buna uyarlanması görüşleriyle sosyoloji, Quetelet'in ifadesiyle bir "sos­
ya l fizik"tir. Esasen topl u m ha kkındaki her öğreti fizi k veya zooloj i n i n bir uzantısı d ı r. Siyasal
ütopya modern u l us devlet yapıla rıyla varl ı ğ ı n ı sürd ü rüyor. Yolları farklı olsa da g ü n ü m üz
tekni k ütopyası ta m da ütopyan ı n doğasına uyg u n olarak i nsana bir özlük alanı bıra kma­
maktad ı r. i nsan teknoloj i n i n h izmeti ndedir. G ü n ü m üzün çağdaş g ü ncel değerleri olan i n­
san hakları, demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi bile i nsan ekse n l i olmaktan çok bu söz
kon usu kurg u n u n a lt yapısını oluşturmaktadırlar.

Drama Karşılık Ütopyacı Çıkışlar

izzetbegoviç'e göre yuka rıda da işa ret edildiğine göre d ra m ı n ve ütopya n ı n içeriğini özel
olara k bazı insani olgular öncel i kle deldurmakta ve her türlü beşeri olgu i kisi ta rafından da
kendi lerine özg ü l ü klerde farklı biçimlerde yen iden inşa edilmektedi r. Başta ilişki biçimleri
olmak üzere insan birlikteli ğ i n i n ve yerleşim yerinin şekli, a h l a k, a i l e, eğitim ve din gibi ol-

• 46
Aliya İzzetbegoviç'te Ütopya ve Dram •

gular i kisine göre de fa rklı biçimler a l a b i l mektedirler. Bu çerçevede bilgemize göre ütopya
beşeri dü nyamızdaki her şeyi bir biçimde kurg u lamaya çalışmakta ve buradan, biri ütopik,
diğeri d ramatik iki tipi doğmaktad ı r. Örneklendirrnek gerekirse şöyle s ı ra laya bil iriz:

i nsani i l işkiler konusunda dra m ı n birincil ilişkilerine karş ı l ı k, ütopya n ı n ikincil ilişkileri ve yine
buna bağ l ı olara k bir arada yaşama biçiminde d ra m ı n beraberliğine karş ı l ı k ütopya n ı n birliği,

i nsan birlikteliği nde, d ra m ı n topluluğuna karş ı l ı k ütopya n ı n toplumu,

Yerleşim biçiminde, d ra m ın köy ve medinesine karş ı l ı k ütopya n ı n kenti,

Ahlakta, d ra m ı n na if ahlakına karş ı l ı k, ütopya n ı n mekanik ahlakt,

Ailede d ra m ın farklı cinsler arasındaki (heteroseksü e l l i k üzerine kuru l u) mazbut aile hayatı­
na ka rşıl ı k, ütopya n ı n serbest cinselliği,

Hayata uyarlamada d ra m ı n terbiyesine karş ı l ı k ütopya n ı n eğitimi,

Din a l a n ı nda i nsan hayatının her a l a n ı nda etkin dinine karşıl ı k kişisel hayata sürü l m ü ş bir
trans sistemi, bu dönüşümün açık örneklerid i r. Şimdi bu dönüşümün ne old u ğ u n u nereden
nereye doğru gittiğ i n i örneklerle açı klamaya çalışa l ı m.

Birincil il işkiden i ki ncil i l işkiye

Beşeri olguların d ramdan ütopyaya dönüşümündeki en önemli gelişmelerden birisi şü phe­


siz birincil i lişkilerin i kincil i l işkilere doğru bir dönüşüm geçirmiş olmasıdır. Birincil i l işki ge­
nel olara k yüz yüze gerçekleşen sıcak temasiard ı r. Doğal olara k ikincil i l işki b u n u n m ü m kün
olmadığı yerlerde devreye g i rer. Ne var ki modern medeniyetin temsil ettiği ütopya ikincil
ilişkileri esas a l ı r. Buna göre gelişmiş iyi ilişki biçimi i kincil i lişki lerdi r, genel olarak birincil
ilişkiler gelişmemiş davran ışiard ı r. Ütopyaya göre medeni bir hayat için geçerli olan ikincil
ilişkidir. Bunun için de kam usal alan denen bir sütre gerisinde birbirimize ya ba ncılaşmamız
doğal d ı r. i nsan l a rı n bi rbirlerinden hiza aldığı bir mahalle baskısı da olmamalıdır. H a l b u ki
buna karş ı l ı k birincil ilişki ler, dost l u ğ u n, sayg ı n ı n ve sevg i n i n rahatl ı kla geçiş yapa bildiği bir
ilişki biçimidir. B u n u n için ütopya genel ola ra k va rlıkları n ı birincil i l işki orta m ı nda s ü rd ü ren,
aile, a kraba l ı k, kom ş u l u k, cemaat, aşiret, etnisite gibi ya k ı n l ı k kültürünü ifade eden olgulara
sıcak bakmaz, m ümkün olduğu nca onları tasfiyeye çalışır.

islam bu birincil i l işkilere çok önem verir, çünkü insanın i nsani boyutu bu yolla gerçekleşir.
Dramatik islami a l g ı önceli kle eylemin başıyla ilg ilenir ve bu raya a h l a kı yerleştirir, önemli
olan s ı rf eylemin sonucu değildir, burada niyeti n bile ayrı bir anlamı va rd ı r. Ütopyada eyle­
min sonuna yerleştirilen h u k u k, eylemin n iyeti ve sürecin işleyişine yeterince bir anlam ver­
mez. H u ku kta ya l n ız ceza va rd ı r, m ü kafata yer yoktur. Bu ütop i k hayat pratiği, teorik ütopya
kurg ularıyla desteki e ne gelm iştir. O n u n için eğer bir cennet varsa o bu d ü nyadadır.

47 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

Bu i l işki biçi m i n i n uzantısı kon u m u nda olan oluşumlardan birisi de bir arada yaşama so­
runudur. Ancak ütopya n ı n bir arada yaşamadan anladığı şey birlikti r. Pek de düşün meden
sı kça ku llandığ ı m ız birlik, çoğu kere toplumları o l uşturan top l u l u kların özel l iklerini kaybet­
tiği yerde vard ı r. Bu modern kültür orta m larında çoğu kere merkezi bir yapı tarafı ndan ger­
çekleşti rilmektedi r. Birlik, farkl ı l ı kların kald ı r ı l ı p benzerii kierin ön plana ç ı karıldığı bir sosyal
olgudur. Buna ka rş ı l ı k i nsan doğas ı n ı temsil eden d ramı n esas a l d ı ğ ı şey ise beraberlikti r. Bir­
l i kten farklı olara k beraberlik, top l u l u kların kendine özg ü l ü kleri korunara k gerçekleşen bir
o l g u d u r. Yan i beraberlik farkl ı l ı k üstüne otu r u r, farkl ı l ı klara saygı d uyarak bir arada yaşama
yol u d u r. Ütopya nın birliği aşkı na bizden istenen, kendim ize özgü hasletlerim izden vazgeç­
memizd i r. Böyle bir sonuç norm a l m i ş gibi, bir tatsızi ık çı kmaması adına i kna edi l mişizdir.

Dram ı n öngörd ü ğ ü beraberl i k, onun önce l i kli u nsurları olan din, sanat ve ahlak i l e m ü m­
kündür. Ama birlikçi l i k bizzat bunların kendisini çizgi dışı sayar. i lişki biçimi nde meka n ı n
törenierin önemli b i r yeri vard ı r. Mesela festiva ller beraberliğin sembo l ü d ü r, merkezi oto­
riteye karşı bir sığınaktır. i nsan ı n i nsana yak ı n l ı ğ ı mekansal değ il, ma nevidir. Gökdelenin
içinde pek çok adam va rd ı r, ama bu yoğ u n luğa uyg u n bir insani i l işki yoktur. Esasen toplum
fiziki şartlara daya n ı r, a h laki i l kelere değil.

Topluluktan Topluma

Al iya izzetbegoviç'e göre insan birlikteliği kon usunda ütopya toplu mdan, d ra m toplu l u k­
tan yanad ı r. Gerçekten de bunlar birbirinden farklı şeylerd i r ve a rala rındaki bu fark sosyalo­
j i n i n dediği g ibi, sadece, top l u m u n büyük, top l u l uğ u n küçük olması değ i l d i r. Fa rk topyekun
bir ilişkiler ağ ındadır.

Dra m ı n i nsan birl i kteliği topluluk, eski d i l imizdeki ifadesiyle cemaattir. Top l u l u k, i nsa n do­
ğasına daha uyg u n bir i nsan birliktel iğidir. Beşeri i lişki ler d üzeni genel ve çok daha doğal
nedenlere bağ l ı olarak bera berlik üstüne kuru l ud u r. Top l u l u k olgusu farklılıkları ortadan kal­
dıran bir birlik peşinde koşmaz. Cemaat, modern ütopyanın, onun en önem l i sözcüsü olan
sosyolojinin iddia ettiği gibi ferdin, içinde eriyip kaybolduğu değil, kendisini var k ı la bildiği
bir i nsan birlikteliğidir. Toplu l u ğ u n sosyal i l işki düzeninde iş birliğinin bir öncel iği va rd ı r.

B u n u n a ksine ütopya n ı n insan birlikteliği toplum d u r. Top l u m, ferdi n iyice izole edi l i p, kendi­
ne özg ü l ü kleri yok edilmiş bir bireye dönüştürüldüğü yerde vardır. Burada her şeyin ölçüsü
top l u m d u r. Sağ l ı k l ı fert ölçüsü bile ona uyuma bağ l ı d ı r. Top l u m, g ü n ü m üzdeki yayg ı n for­
muyla u lus, ütopya n ı n ü rettiği (Benedict Anderson'un ( 1 995) ifadesiyle) hayali bir cema­
attir ve hepimiz adına, ferdi ve g ru psa l değerlerimizden vazgeçip şahsiyetimizden feragat
ettiğ i m iz şeyler üzerine oturur. Toplum, sosyal düzen olara k iş bölümünü, ilişki ağı olara k ise
birliği esas a l ı r. Feragat noktamız ortak i htiyaçlar dense de siyasetin seçkinleri bütün top­
l u m adına bir özne olarak yerleri ni a l ırlar. i çi nden kendimize özg ü l ü kleri çekmemiz istenen
ka m usal alan da bir toplu m olgusudur. Biraz da siyasal zorlamalarla meydana getirilen top-

• 48
Aliya İzzetbegoviç'te Ütopya ve Dram •

l u mlar bir büyük kışla durumundadırlar. Ütopyacılar her şeye topl u msal gözüyle bakarlar,
ferdi n haklarını m üm k ü n olduğu nca b u n u n içinde eriti rler.

izzetbegoviç ütopya ve d ra m matrisini daha çok top l u l u k ve top l u m örnekiemi üzeri nde
göstermeye çalışmış, çok açı klayıcı karşı laştırma l a rda bulunmuştur. Ona göre topl u m mad­
di, toplu l u k ma nevi i htiyaca daya n ı r. Birlikte yaşama, insa n ı n ru hsal yapısından değil, bazı fi­
ziki zorl u klarından kayna kla n ı r. Dolayısıyla top l u m hayatı insa n ı n ruhsal hayatı a leyhine bir
gelişme gösterir. Buradan ç ı ka n bir diğer önem l i sonuç, birli kte yaşama bir amaç değil, bir
araçtır ve her a raç gibi nice o l u msuzl uklara a l et olabi l i r. Ada l et, kardeşlik, ya rd ı m laşma gibi
değerler bizzat topl u m u n işlevi değildir, onun için de bu değerler en iyi şekliyle toplu l u k
içinde gerçekleşe b i l i rler. Yine d ü ş ü n ü rü müze göre etnik çıkışlar, top l u m u n sind i riciliğine
ka rş ı l ı k, bir doğal topl u l u k a rayışıdır. Birlik olma k isteyen, olsa olsa beraber olma isteği nden
doğan hareketlerd i r. Bu gelişme, asimileci yapıya karşı bir antistrü ktürdür. Buna göre çok
kültürl ü l ü k bile bir kandırmaca d ı r.

Aynı oluşumu ütopya ve dram fa rklı şeki llerde ifade ederler. Mesela ütopyacı Marks, aşa­
ğ ı tabakadakilerden, sömürülenler olara k bahsederken; d ramcı Dostoyevski "boyun eğdi­
rilenler, tahkir edilen ler" olara k niteler (ki Kur'an'da da, zaafa u ğ ratılan lar, ifadesi yer a l ır).
Yine romanlarında Dostoyevski, sosyal ada letsizlikten bahsetmez, i nsan ru h u n u anal iz
eder. Ç ü n kü sosyal adalet, ütopya n ı n eşitlik paradigmasına daya n ı r. Ütopya ideal top l u m
peşindedir. H a l b u ki bir ideal top l u m yok, hayır v e ş e r çerçevesinde yaşayan i nsanlar, hayra
çağ ı ra n ama buna icbar etmeyen gruplar vard ı r. Dra m ı en iyi ifade eden islam'a göre i nsan
tek başına idea l i n karş ı l ığ ı olan ta kva sahibidir ve bu yegane üstü n l ü ktü r. Kimseye zarar
vermeyen, birilerinin h a kkından kopa r ı l m ış ol mayan bir üstü n l ü k.

Köyden Kente

Genel olara k d ra m ı n öngördüğü yerleşim birimi köy, buna karş ı l ı k ütopya n ı n yerleşim biçi­
m i kenttir. Ancak burada d i k kat edil mesi gerekli önemli nokta köy ve kente yü klenen a n lam­
lardır. izzetbegoviç bağ lamında köy, cemaatlerin yan yana yaşaya bildiği, birincil i l işkilerin
ve bun lara dayal ı a kraba l ı k ve kom ş u l u k gibi tüm i nsani m ü nasebetlerin s ü rd ürülebildiği
yerleşim yerleridi r. Buna karşıl ı k kent, i kincil i l işkiler üzerine kuru l m uş ütop i k bir olgudur.
Burada iki yerleşim biçimini birbirinden farklı kılan şey sadece nüfus yoğ u n l uğ u değil, i l işki
yoğ u n l u ğ ud ur. Kısaca kent, n üfusu ne olu rsa olsun i l işkilerin i kincil leştiri l d i ğ i yerlerdir.

Burada yeri gelmişken kentle i l g i l i bir eksik alg ıya işaret etmek gerekiyor. Old u m olası bizim
kente karşı bir ilgimiz ve sevg i m iz va rd ı r ve islam'ın bir şehir dini olduğunu savuna gelmi­
şizdir. Ne va r ki çoğ u kere b u n u n nasıl bir kent olduğuna pek di kkat etmemişizd i r. Tabii
ki onaylad ığımız yerleşim yeri i nsani ilişkilerimizin sürdürülebildiği yerdir. Adının köy veya
şeh i r olması önemli değildir, bu i kinci s ı rada bir iştir. insa n i ilişkiler n üfusu ne o l u rsa olsun
(ki n üfusu yüz bin lerle ifade edilebilecek yerleşim birim leri oluşmuştu) tarım şehi rlerinde

49 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

soru nsuz yürütü lebiliyordu. Ama ütopya kurgusu sanayi kentleri, nüfusu çok kabarık ol­
madığında da bu i nsani i lişkileri sağlıklı bir biçimde sürd ü rmeye elvermiyor. Bu noktada
bel ki yen i bir kavramsal laştırmayla zira i şeh i rler ile sınai kentler a rasında bir ayırım yapmak
gerekiyor. Çünkü bu i kisi arasındaki fark, g ü n l ü k hayatta kullandığımız köy ve kent farkın­
dan daha az değ i ldir. Onun için islam kent d i n idir, derken hangi kentten bahsettiğimizin
farkında olmamız gerekir.

Na if Ahlaktan Mekanik Ahlaka

Ütopya, d ra m ı n naif a h lakına karşıl ı k meka n i k bir ahlak a n layışına sahi ptir. Dra m ı n a h lakı
sırf eyleme değ i l, değere daya n ı r. Bir başka deyişle dramatik a h l a k değer giydirilmiş davra­
nışlardır. Bu i nsani a h l a k, yal n ızca sonuç ve çıkar üstüne kurulmuş değ i l d i r. Sonucun ya n ı n­
da ta başlang ıçtaki niyeti n, izlenen yol u n ve hatta ku llan ılan araçların bile bir yeri ve anlamı
va rd ı r. Meş h u r bir örnekle, bir kazığı iyi niyetle çakan da ç ı karan da sevap a l ı r. Buna ka rş ı l ı k
ütopya n ı n a h l a kı, i n s a n eylem lerinde çıkara yönelik meka n i k bir a h l a ktır. H e r şeyin otomat­
laştı r ı l ı p kurala bağlandığı bir dü nyada a h l a k değil. fon ksiyonalizm va rd ı r. Ç ü n kü burada
a h iakın bir manası kalmamıştır. B u rada artık top l u m bir a rı top l u m u gibidir ve ahlak za ra rlı
bile sayı labilir.

izzetbegoviç'e göre aslında i nsan fon ksiyonel olmayan bir dü nyaya eği l i m l idir. Ama ütopya,
i nsani a h l a k kurallarının yerine fon ksiyonal izmi koym uş, a rı veya karıncalar gibi yaşamayı
ideal insan hayatı olarak göstermiştir. Ya n i insan için öngörülen ler, hayvan için öngörülen­
lerdir. Halbuki ta biatı icabı i nsan asosyal d i r, bütün i htiyaçlarına rağ men kışianın ideal bir
hayat ol madığ ı n ı i nsanların çoğu bilir. Çünkü kışla hayatında i htiyaç d uyulan şey deruni
a h l a k kura lları değ i l, katı disiplin kura l larıdır. Esasen rahmani insa n ı n a h l a kı, topl u msal insa­
nın fon ksiyonu va rd ı r. B u n u n için mesela mecburen yaşayıp zoru n l u olara k çalıştığımız bir
topl u msal iş böl ü m ü ortam ı esasl ı bir ahlak gerektirmez. iyi çal ışan bir arı veya karınca daha
a h la k l ı sayılmadığı gibi ister istemez iş böl ü m ü n ü n gerekleri n i yerine getiren bir insan da
özel olara k erdem li sayılmaz. Hatta daha kötüsü i nsan sınıf gibi bir sosyal g ru pla özdeşleşti­
ği ora nda a h l a k a n la m ı n ı yitirir. Çünkü doğru, onları n ortak ç ı ka rı haline gelm iştir. O n u n için
topl u l u ğ u aşan gerçek ahlak za ra rlı bile sayılabilir.

i nsanlar otoriteyi, onun sem bollerini ve törenlerini genel olara k severler, yoksa icat ederler.
Ama yine de çoğ u n l u k bunun a ksine özg ü rl ü kten yanadır, özgü rlüğü ekmeğe tercih ederler.

Mazbut Aile Hayatından Serbest Cinsell iğe

Şü phesiz d ra m insan doğasına uyg u n ve farkl ı cinsler a rasında gerçekleşen meşru bir cin­
sel l i kten ve buna bağlı mazbut bir aile hayatından yanadır. Ütopya a i l eye genelde karşıdır.
Ama yok edemed iği tüm oluşumlarda olduğu gibi onu da dönüştürmektedi r. Karş ı l ı k l ı iki

• 50
Aliya İzzetbegoviç'te Ütopya ve Dram •

ayrı cins a rasında gerçekleşen heteroseksüel mazbut a i l eye karşılık ayn ı cinsler a rasındaki
homoseksüel bir serbest cinselliği hayat ı n m utlak gereği, medeniyetin icabı, en temel h a k­
lardan birisi olara k kabul etmektedir. Burada çoğ u kere atianan şey a i l enin, top l u m u n değil,
topl u l u ğ u n en küç ü k birimi olduğu gerçeğidir. Saygı, sevgi, d uygu sa l l ı k ailenin orta m ı d ı r.
Bugün yaşa nan ailesel soru n l a r ütopya n ı n doğurduğu soru n l a rd ı r.

Bu ütopik çerçevede en çok istismar edilen ve sömü rü len kesimlerin başında kad ı n la r gel­
mektedi r. Ancak özg ü r l ü k vb. ütopya söylemleriyle i kna edi l m işlerdir. Ortaya ç ı karılan, kadı­
nın kişi liği deği l, dişiliğidir. Kad ı n m ü mkün olduğunca a ilenin dışına çıkarılmaya, görünüşte
erkekle eşitleştiril meye çalışılma ktadır. Ama yine de erkekten farklı olara k a k ı l l ı hayvandan
öte, g üzel hayvan vurg usu ya p ı l m a ktad ı r. Bunun gerçekleştirimi için müthiş bir araçsal d ü n­
ya ortaya konmuştur.

Terbiyeden Eğitime

i ki ya klaşım a rasındaki fark, insa n ı n işlenişinde yan i terbiye-eğitim işlerinde de kend i n i gös­
terir. Drama göre insanın daha i nsani bir donanıma sa h i p o l ması terbiye ile m ü m kü n d ü r.
Ütopya bunun karşısında eğitimi sav u n u r. Eğitim genel olara k ferdi n topluma uyarlanması,
onun ren k ve desenine göre dokunması işidir.

Terbiye ve eğitim arası ndaki fark, sadece n iteleyici sözcü k farkı değ i l d i r. Ütopya, belirlediği
eğitim sistemiyle insanı, geliştirilmesi gerekli bir sosyal hayvan olara k a l ı r ve alet kullanan
yönü n ü gelişti rir. Nasıl hayvanlar bir çiftlikte yetiştirilebiliyorlarsa insa n l a r da eğitim kurum­
larında öylece yetiştirilebili rler. Burada eğitim sistemi i nsanı önceli kle topluma uya rlayıcı
bir şartiandırma mekanizması işlevin i yerine getirir. Modern eğitim sisteminin en önemli
içeriğini ol uşturan mesleki eğitim sistemi bile gerçekçi değil, bir ütopyadır. Buna karş ı l ı k
d ra m ı n terbiyesi i nsan ı n kült tarafı n ı geliştirmeye yöneliktir. Önce l i k l i tarafı i nsanı i nsan ya­
pan değerlerle donatma ktır.

Etkin Dinden Tra ns Sistemine

Asl ında din, d ra m ı n içeriğini oluşturan en önemli u n s u rlardan birisidir. Din hayatın her ala­
n ı nda yer a l ı r, bir inanç ve niyet u nsuru olara k her yere g i rer. Ütopyan ı n kurgusu na karşı da
tepki gösterebilecek yegane i nsani olgudur. Bunun içindir ki ütopya çoğu kere din ile barı­
şık değ i l d i r. Tabii ki din de ütopya n ı n hedeflerine h içbir zaman sıcak bakmaz. Mesela din dış
d üzenleme ve refa h la hiç u ğ raşmaz. Hatta konforu bir sapma olarak görür. Buna karş ı l ı l ı k
ütopyada d i n , topl u msal etkin l i kten sırf kişisel tercih lere sürü l m ü ş, vicdaniara ha psed ilmiş
bir olgudur. Ütopya, etkin olduğu t ü m alanlarda d i n i sistem d ışında tutmaya çalışır. Çünkü
din ütopik kurguya müdahale edebilecek yega ne olgudur. Esasen tarih boyunca di n i n en
önemli görevlerinden bi risi bu olmuştur.

sı •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği İdeali

Değerlendirme

i nsan l ı k tarihi boyunca hayata bakışın i ki temel ya klaşımından birisi olan ütopya, ma ntıksal
bir kurgu niteliği taşıması sebebiyle çekici, akla yatkın ve sistematik bir bütün l ü k arz eder.
Esasen Batı'da 1 8. yüzyıl Ayd ı n la n m a felsefesinden bu ta rafa bize, insan fıtratına uyg u nlu­
ğ u na bakmaksızın her şeyin a k ı l yol uyla yeniden kurulması gerektiğ i n i telkin etmektedir.
Dram insan doğasını gözetme noktasında genelde d i n i esas aldığı için ütopya di ne karşıdır.
Ayd ı nlanmacı ütopya n ı n en belirgin düşü n ü rlerinden birisi olan Kant, hayatı yen iden kur­
mak için yegane dayanağın a kıl (daha doğrusu zeka) olduğu nu, ne va r ki ta rih boyunca din
ve geleneği n i poteği a ltında ka l d ı ğ ı n ı ve bu baskıdan kurtarıl ması gerektiğ i n i söyler. Ya ni
ütopya d rama fırsat vermemek i ster.

Gerçekten de ütopya, bir grup fi lozofun hayat hakkındaki haya l lerinden ve tasarımlarından
i ba ret değ i l d i r, aynı za manda uyg u lama bulmuş fi i l i gerçekliklerdir. Geçmişte bazı siyasi­
ler ta rafı ndan hayata geçiri l m iş uyg u lamaların ötesinde g ü n ü m üzde modern uygarlık tam
a n l a m ıyla fii l i bir ütopyad ı r. Peyg a m berler ütopyaya kaymış insa n l ı ğ ı d rama çekmek için
gelmişler, ütopyayı alaşağı edip d ra mati k bir hayat yol u göstermişlerdir. Ne var ki zama nla
g ü ç sahi pleri sosyal hayatı, planladıkları bir ütopya üzerine tekrar oturtmuşlar ve bu böyle­
ce sürüp gelmiştir.

Modern d ünyada ütopya hemen her şeyi kurgu la maya çalışıyor. Siyaset, geçmişte o l d u ğ u
gibi v e d a h a fazlasıyla ütopya n ı n emrine veril m i ş b u l u n uyor. insanl ı k, doğas ı n ı değiştirme­
ye yönelmiş ciddi bir dönüşüm s ü reci yaşıyor. B i l i min, tekniğin ve medeniyetin sorun oluş­
t u rd u ğ u bir d ü nyada ütopyacı gidişe m üdahale etmek imkan d ışı gibi gözüküyor. Ancak
asıl sorun sırf müdahale zorl uğu değil, önce l i kle gidişin farkına va ramamakt ı r. insa n l ı ğ ı n
geneli, sadece g i d i ş i n farkına va ramam ış değ i l, d a h a da ötede ütopya n ı n u nsurlarına g ö n ü l
bağ lamışt ı r. Ya pıl ması gereken, ütopyacı modern oluşurnlara karşı sa lt bir tepki oluşturmak
değ i l d i r. Önce s ü reci aniamam ız gerekiyor. Ne yapabileceğ i mize kara r vermek bundan son­
ra gelecek bir iştir. Sağ lıklı bir durum tespiti yapma m ı ş olanların bir soru n u n çözü mleyicisi
olma ları düşünülemez.

B u n u n için Aliya izzetbegoviç düşüncelerim izi oturta bileceğimiz m ü kemmel bir matris
veriyor, ayağ ı m ızı basacak yeri gösteriyor. O n u n bu görüşlerinde hemen pek çok beşeri
o l u ş u m u n i l k açıklama biçimlerini b u l a b i l i riz. Mesela g ü n ü m üzde akrabalık, kom ş u l u k gibi
ilişkilerin neden erozyona u ğ radığı n ı a n lamada zorlan mayız. Akraba l ı k ve komşu l u k d ra ma­
tik olgulardır ve hedef tahtasına yerleştirilmişlerdir. Ya n i bu olgulard a ki erozyon sanıldığı
gibi spontane olarak gerçekleşen bir şey değ i l d i r. Yak ı n l ı k kü ltürü, açık veya gizli yol l a r ve
yöntemlerle sars ı lmaya çalışılıyor. Ütopya n ı n araçsa l yapılarından birisi olan sosyal b i l i m ler
ve özel olara k sosyoloji tarafı ndan kandaşl ı k ve cemaatç i l i k olarak aşağı l a nıyor. Bir ara anne
sütüne yöneltilen eleştiriler, hala sü rmekte olan yakınlarla evl i l iğe karşı gösterilen tepkiler,
bu kon uyla i l g i l i tipik örneklerdir. iffet, ci nsel hayatı heteroseksüe l l i k üzerine kura n mutlak

• 52
Aliya İzzetbegoviç'te Ütopya ve Dram •

aile hayatı, i l ke l l i k olara k n itelendiriliyor. Sınai kentin yaba ncılaşt ı rıcıl ığı, ikincil i lişkilerin ge­
lişmişliğin ölçüsü olara k kabul edi l m esi, komşu l uğa da a krabalığa da pek yer b ı ra km ıyor.

insa n ı n alet kullanan hayvan i ta rafı na değ i l, kült k u l lanan i nsani yön ü ne dayanan d ramatik
hayat, insan tabiatına uyg un o l ma kla birlikte iradi olara k kab u l ü gerektiri r. Bu ise yal n ızca
konforlu bir hayat yaşama düşüncesine dayanmadığ ı için özel olarak çaba harcanmasını ge­
rektiriyor. Burada aynı zamanda zeka n ı n ötesinde va hyi n desteği ndeki a kledi lebil irliğe ihti­
yaç vard ı r. Bu görevi ütopya n ı n kurgusu na karş ı l ı k tabii, ilahi, d ramatik bir sentez olan islam
ya pa b i l i r. Gerçi ütopya dini de kurgu laya bilmekted i r. Modern leşme kura m iarında yer alan
"seküler din" veya d i n i n sekülerleşmesi, din a l a nı nda bir ütopya gerçekleştirimidir. Onun
için dinin d ra m bağ l a m ı nda işlevi n i yerine getirebilmesi kendi doğasında ve bir bütü n l ü k
içinde a lgılanabilmiş olmasına bağ l ı d ı r.

izzetbegoviç'e göre, insan ta biatına uygu n yol u gösterme görevini anca k, Doğu ve Batı,
din ve materyalizm arasında yer alan islam yapabi l i r. Ona göre islam bir yığın itaat edilecek
varlıktan sıyrı l ı p nihai olarak Alla h'a tes l i m olmaktır. islam bu teslimiyetin a d ı d ı r.

Kaynakça
Anderson, B. ( ı 995). Hayali cemaatler (çev. i. Savaşır). istanbul: Metis Yayınları.

Aydın, M. (20ı 3). Kültür ve medeniyet ikilemine farklı bir bakış. S. Güder ve Y. Çolak (Ed.), Medeniyet Tartişmaiarı, Yüceitme
ve Reddiye Arasmda Medeniyeri Anlamak Sempozyum bildirileri (s. ı o ı - ı ı 2) istanbul:

Bauman, Z. (ı 996). Yosa koyucular ile yorumcu/ar (çev. K. Atakay). istanbul: Metis Yayınları.

Gökberk, M. ( ı 983). Felsefe tarihi. istanbul: Remzi Kitabevi.

izzetbegoviç, A. (ı 992). Doğu ve Bat1 arasmda islôm (çev. S. Şaban). istanbul: N ehir Yayınları.

Özemre, A. Y. ( ı 990, ıs Mart). Bilginler hiyerarşisi ve zaafları. Türkiye Gazetesi,

53 1
Aliya İzzetbegoviç'in Siyaset Felsefesi
ve İslam

Mahmut Hakkı Akın

iyaset felsefesi, insa nlar için ideal bir yönetimi ve ortak iyiyi gerçekleşti rmenin i m kan­

S larını tartışan bir d isiplind ir. Mevcut durumdan daha iyisine u laşılabi leceği düşü ncesi
ve daha iyi n i n hayata geçirilmesi meselesi siyaset felsefesinin önemli kon ularıdır. Si­
yaset, daha iyi bir yönetim arayış ı n ı n sonucu olmasının ya n ı nda birlikte yaşamaktan kay­
naklanan meseleleri n çözümü için de a racı bir kurumdur. insa n ların doğal ve sosyal çevrele­
riyle sürd ü rd ü kleri i l işki lerden kayna klanan meselelere çözüm b u l ma k, siyaset faal iyetinin
amaçları arasında ka b u l edilmişti r.

Siyasa l l ı ğ ı n i nsa na özgü l üğ ü, a h i a k ı n insana özg ü l ü ğ ü i l e birlikte düşünüle gelm iştir. Çünkü
düşünce ta rihinde siyaset, ahlaki bir mesele olara k ortaya çıkmış ve tartı ş ı l m ı ştır. Buna göre
siyaset bir tarafta n a h l a kta n uza klaşman ın bir aracı olara k görü l ürken d iğer ta raftan da "or­
ta k iyi nin" i m ka n la r ı n ı n tartışıldığı ve s ı n ı rlarının belirlenmeye ça l ı ş ı l d ı ğ ı bir a l a n olara k ele
a l ı n m ıştı r. Siyasetin güç ve i ktidarla i lişkisi d ikkate a l ı ndığı nda, elde ed ildiği zaman bir araç
olara k g ü c ü n ya da i ktidarın kimlerin ç ı karına ve hangi a maçlar u ğ runa ku l l a n ı lacağı önemli
bir mesele haline gelmekted i r. Tarih boyunca pek çok i ktidar sahibi, kendi i ktidarları n ı n de­
vam ı n ı ve m u hafazası n ı önceli kle düşünmüşler; i ktidarda elde etti kleri gücü kendileri n i n ve
yakınlarının lehine kullanmışlardır. Böylece siyaset, bir meseleyi çözmenin, bir şeyi iyiden
daha iyi hale getirmenin bir aracı olabileceği gibi iyi bir h a l i bozmanın, kötüleşti rmen i n ve
güç için iyi l iğin feda edil mesin i n de a racı olabilmekted i r. Siyasetin teorisi ve pratiği a h l a k
t a rtışmalarına kaynaklık eden konu la rd ı r. Siyasa l l ığ ı n en temelde taraf ol maya v e tercih et­
meye dayandığı düşünüldüğünde, söz kon usu taraf olma ve tercihte b u l u n ma temeli n i n ne
kadar siyasalsa o kadar da etik bir kon u olduğu kabul edilebi l i r.

Bosna-Hersek eski c u m h u rbaşka n ı ve çağdaş Müslüman düşün ü r Aliya izzetbegoviç ( 1 925-


2003), insanı ontoloj i k olarak a h l a k alanında ta n ı mlamıştır. Kendi d üşü ncesini "Tanrı yoksa
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

i nsan da yoktur:' (Berdyaev, 201 2), anlayışıyla temel lendirmiş, etik a l a n ı insanı anlamlandı­
ra n ve sınırlandıra n bir va roluş alanı olara k kabu l etmiştir. insanın masum olmadığını, so­
n uçta terci hlerinin soru m l u l u ğ u n u üstlendiği bir va rlık alan ında yaşa d ı ğ ı n ı savu nm uştur
(izzetbegoviç, 2005, s. 68). Buna göre insana ve insanın ü rettiği gerçekliğe dair u nsurlar,
özg ü r l ü k-ahlak ilişkisi bağ lam ında değerlendirilebilecek u nsurlardır. Müslüman bir ente­
lektüel olara k Aliya izzetbegoviç'in siyaset felsefesi o n u n genel düşü ncesinden ve öze l l i kle
de i nsan ve islam a nlayışından ayrı değ i ldir. izzetbegoviç'te siyaset ve siyasa l l ı k kavra m la­
rı, "üçüncü yol" a n layışı ve insa n ı n d u a l ist yapısı temel al ı narak anlam kazan m a ktadır. Ona
göre ideal bir siyaset, i nsan gerçekliğinin d u a l izmindeki u nsurları (ruh-beden, ma na-mad­
de, acı-haz, d ünya-ah i ret, birey-top l u m gibi) birbirine feda etmemelidir ki bu, ancak siyase­
tin a h l a ki olara k s ı n ı rlandırılmasına bağl ı d ı r. islam, bu üçüncü yol u n inançta, düşüncede ve
prati kte i m ka n ı d ı r.

Al iya izzetbegoviç'in tespitiyle ah iakın insanın inancını ve pratiğini s ı n ı rlandırmasının bir


sonucu olara k sadece insan tercih lerine ve eylemlerine bağ l ı olara k ahlaklı ya da a h l a ksız,
iyi ya da kötü olabi l i r. Aynı şekilde ahlaklı o l m a n ı n temel i nde b u l u n a n özgü r olma ve özgü r­
l ü ğ ü n ü kullanma; başka bir deyişle tercihte bulunabilme ve terci h i n i n soru m l u l uğ u n u üst­
lenme öze l l i kleri insa n ı n siyasal l ı ğ ıyla da doğrudan ilgili konulard ı r. Siyasetin mesele çözme
ve yönetilenlerin m utl u l u klarını ve iyili kleri ni sağlama g ü c ü n ü bu amaçlar dışında kullanma
i m ka n ı n ı da içeriyor olması, g ü ç i l e hak; siyaset ile ahlak a rasında ki mesafeyi açabil mekted ir.
Böylece g ü ç, a h laki temelden uzaklaştı kça, i ktidara sah i p olanlar güçlü oldu kları için haklı
görü l ü rler ya da kend i lerini bu şeki lde sunarlar. Bu durumlarda bile i nsanlar daha iyi bir
durumun ta kipçi leri o l u rlar ki mevcut durumdan daha iyi bir durumu talep etmek, siyaset
felsefesi n i n en öneml i dinamiklerinden bi risidir.

Ahlak ile siyaset i l işkisinin bu çetrefi l l i d u r u m u, ahlak lehine i ktidardan uzaklaşma gibi bir
inancın ve tavrın oluşmasına sebep o l m uştur. Söz konusu ayrım ı savu nanlara göre a hlak
lehine siyasetten uza klaşma k gerekmektedi r. Böylece ahlak ile siyaset birbirlerini dışlayan
iki ayrı alan olara k ta n ı mlan maktadır. H ristiyan l ı kta ma neviyat vurg u s u n u n bir sonucu ola­
ra k dü nyevi liğin karşısında kon umlanan a nlayış, ahlak ile siyaseti birbiri nden fa rklı a l a n la r
olara k k a b u l etmektedir. Siyaset bu dü nyada, bu d ü nya i ç i n gerçekleşen bir faa liyet olara k
yorumlanı rken Sai nt-Augustin i us' u n Tann'nm Kenti eseri nde en ideal ve en iyi yönetimin
bu d ünya yıkıldığ ında Ta nrı'nın h ü kü m ranl ığında kurulacağı vurgusu ya pılmışt ı r. H ristiyan­
l ı k inancında ve düşü ncesinde a h l a k a l a n ı ma nevi bir alan olara k tan ı m la nırken d ünyevi
ala ndan ve siyasetten ayrılmakta; d ü nyadan el-etek çeken bir ma neviyatçı inanç ve pratik
savu n u l m a ktad ı r. Halbuki islam, Al iya izzetbegoviç'e göre tam da bu a nlayışa karşı ç ı ktı­
ğı için H ristiyan l ı kta n ayr ı l m a kta ve "din" olmanın ötesinde tan ı m lanmaktadı r. islam, saf
bir ma neviyat inancını merkeze a l ma m a ktadır. Ontoloj i k temelde insa n ı n siyasal bir varlık
o l ması ayn ı zamanda onun bu d ü nyada daima ahlaki bir a landa hareket eden bir varlık
olması demektir. islam, insa n ı n siyasa l l ı ğ ı n ı kabul ettiği gibi a h l a ki a l a n ı n dışında bir insan

• 56
Aliya İzzetbegoviç'in Siyaset Felsefesi ve İslam •

an layışını kabul etmemekted i r. Dolayısıyla Aliya izzetbegoviç'in islam a nlayışı açısından bu


dü nya ötelenecek, reddedi lecek bir yer olara k deği l, siyasa l l ı ğ ı n ve ahlakiliğin ortak bir a l a n ı
olara k da görü lebilir. Ona göre"dü nya red yoluyla kazanı l maz" (izzetbegoviç, 2005, s . 3 9 ) . Bu
anlamda islam, ahlaka kayna klık ettiği gibi "a h l a k l ı siyaset"e de kayna klık edebilir. Siyaset,
dü nyevi olsa bile bu d ü nya i l e a h i ret arası ndaki i l işki üzerinden a n laşı la bilecek bir mesele­
dir. islam, bu dünyayı da ahiret hayatını da önemsediği gibi i ki d ü nya a rasındaki dengenin
inançta ve prati kte i nşa edilmesine yönelmektedi r. Bu d ü nyalardan biri lehine d iğeri n i i n ka r
ya da reddetme a nlayışı n ı n tersine, her i kisinin de saadeti i ç i n çaba gösterme i s l a m açısın­
dan daha uyg u n bir a n layışa karş ı l ı k gelmektedi r.

Bu d ü nyada bir d u ru m u tanımlama, bir meseleyi çözme adına ortaya konan farklı fi kirler ve
fa rklı siyasal pratikler, siyasal i htilafların ol uşmas ı n ı n da öne m l i sebepleridir. Siyasal olarak
fikirde ve prati kte a n laşmazlığa düşmek i nsani bir durumdur. Siyasal varlık olara k insan, si­
yasa l l ı ğ ı n ı bir yorum olara k gerçekleşti rir. Her siyasal yorum pratikte bu dü nyaya yönel diği,
bu d ü nyada bir meseleyi çözmeyi hedeflediği için dü nyevidir; bu d ünya i l e sın ırl ıdır. Al iya
izzetbegoviç'in "islam m ü kemmel ancak bizler değ i l iz:' şekli ndeki ifadesine paralel olara k
Aktay'ın da yeri nde tespitiyle beşeri ku lvarda cereyan eden i ktidar il işkilerinde islam'ın is­
lam olara k bir a ktör olamayacağını hesaba katmak gerekmekted ir. isla m'ın h içbir zaman
m ü kemmel h a l iyle d ü nyada var olamayacağı aşika rdır (Aktay, 2003, s. 38):

"Bu insanlar (islam'ı temel alara k siyaset yapmaya ça l ışanlar) beşerdirler, islam'ın ken­
d i s i n i değ i l, islam'dan anladıklarını somutlaştırırlar. Dolayısıyla yan ı l ı rlar, d ü şerler, ka l­
karlar, çatışırlar veya uzlaşmalar yaparlar, kazanırlar veya yen i l i rler, aşırılıklar yaparla r
veya mutedil davra nırlar, dostları olur, düşmanları olur, m üttefi kleri olur, hasımları
olur. Ta b i i k i kendi üzerlerine aldı kları ilahi yükü layıkıyla taşıyıp taşımad ı k la rı yönün­
de s ü rekli bir ahlak i bir baskıya tabi olurlar. Ancak bu yükü taşımayı üstleniyorlar diye
kend i lerine bir masumiyet, bilgi lerine bir vahyin mutlaklığı, hareketlerine ve siyaset­
lerine metafizik bir değişmezl i k atfedilemez:'

Siyasetin dünyeviliği meselesi, Al iya izzetbegoviç'te islam temel l i bir yorumla ele a l ı n ma k­
tadır. Ona göre siyaset, d ü nyevi olsa bile bu d ü nya ile a h i ret arasındaki i l işki üzerinden an­
laşıla b i l i r. Böylece islami temelde izzetbegoviç açısından siyaset, her iki d ü nyayı da önem­
seyen ve i kisi arasında denge kurabilecek bir i m ka n olarak kabul edi l i r. "Ah l a k alemini va rlık
aleminden fa rklı olara k olması gereken alemi" şeklinde tanım layan izzetbegoviç (2005, s.
245), en azından düşü ncede a h lak i l e siyasetin "ol ması gereken" hedefinde birbirlerine yak­
laştıklarını ve islami temelde bir siyaset felsefesinin ç ı kış noktasının bu a h l a ki temel olduğu­
na işaret etmiştir. Ona göre "insa n l a r arası i l işkileri d üzen leyen değişmez islami prensipler
vard ı r, ancak değişmeyen hiçbir islami ü retimsel, topl umsal, siyasal terkip bulunmamakta­
d ı r" (izzetbegoviç, 2007, s. 1 78-9). Ahiakın kaynağı tek ve değişmez olsa bile gerçekleşme
a l a n ı bu d ü nya olduğu için uyg u lamaları değişecektir.

Yöneticilerin kendi a n layışları n ı merkeze alara k "olması gereken"i topl u ma dayatmaları siya­
si tarih boyunca karşılaşılan ve siyaset ile a h l a k i lişkisi açısından da ayrıca tartışı lan öne m l i

57 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

bir meseledir. "idea l i n zorlanması, insa n l a ra empoze edilmesi isyan la karşılaşır:' d iyen izzet­
begoviç (2005, s. 60), hayatın meka n i k olmaması ve mekaniğe dönüştürül meye d i renme­
sine di kkat çekmiştir. Önce l ikle, böyle bir d üzenleme, i nsani ve ahlaki pek çok meselenin
doğması na sebep olacaktı r. Ç ü n kü böyle bir d üzen leme fikri gayriinsa n i ve gayri a h lakidir.
i nsan ı n tercih edebi lme yeteneği n i n kısıtlanması ya da yok edilmesi doğrudan özg ü rlüğe
bir m üdahale olacağından, aynı zamanda a h l a ka karşı bir harekettir. Hayatın mekaniğe
dönüştürül mesi, insanı va rlık aleminde fa rklı laştıran ve onun a h laki yüksel mesi nin va r l ı k
i m ka n ı o l a n hareketin a kışına bir m ü d a h a l e olacaktır. G ü ç l ü ola n ı n tercihlerden birisini
dayatması ya da tercih taha kküm ü ne gitmesi ve bu durumu insa n ların ortak iyiliği olarak
adla ndı rması da pekal a m ü m kündür. Ta rih, bu tür uyg u lamaların örnekleriyle dolu old uğu
kadar, bu pratiğin felsefelerini yazan düşünü rler de çoktu r. Böyle bir d urumda siyaset öz­
g ü rlüğe müdahalesi dolayısıyla a h l a ki teme l i n i yiti recektir. izzetbegoviç'e göre (2005, s. 90),
tercih i m ka n ı n ı n ortadan kal kmasıyla özg ü rl ü k de ortadan ka l kacak ve a h l a kta n bahsetmek
m ü m kün olmayacaktır. Ayrıca siyaset ile a h l a k a rasındaki mesafe de açı lacaktır. Sosyal dü­
zen ve ortak iyi adına bir yönüyle siyasa l l ı k ü reti l irken diğer tarafta n i nsan ve ahlak temelli
bir siyaset ü retmenin i m ka n l a rı tü ketilecektir. Bu uyg ulamalar bir a h laki öğreti ya da din
temel a l ı narak da ya pı labil i r. Ancak bir siyaset yoru m u n u n ahlak ya da din adına m utlaklaş­
tırıl ması, eleştiri d ışında tutu l ması, en başta insani varoluşun temeli olara k a h lakı ve siya­
sa l l ı ğ ı tü keteceğinden islami ol mayacaktır. Hatta böyle bir a n layışa dayanara k islam temel l i
bir siyaset yoru m u n u mutlaklaştırmak da i s l a m i değ i l d i r. H e r siyaset, ister istemez kendi
sosyoloj i k ve tarihsel şartlarında ortaya ç ı ka n d ü nyevi bir yoru m d u r. izzetbegoviç, islam'ın
m ü kemmel o l masına karş ı l ı k Müslümanların m ü kemmel o l mamaları n ı i nsanların dü nyayı
kendi algı la rıyla yorum layabil melerine, insa n l ı klarından kaynaklanan s ı n ı rları aşamayacak
varlıklar olmalarına bağ lamaktadır. islam, m ü kemmel bir kaynak olmasına rağmen onu kul­
lananlar yine insanlard ı r. i nsanlar o m ü kemmel kaynağı temel alabili rler, ona uymaya ça lı­
şab i l i rler anca k m ü kemmel bir d üzen tesis etmeleri m ü m kün değildir. islam'ın herhangi bir
yoru m u n u m utlaklaşt ı ra ra k bir doktrin ü retmek, bir yoru m u n bütün za manlar için geçerli
olduğunu tarif etmek islam'ın katı laşmasına ve içe kapanmasına sebep olmaktad ı r (Düz­
g ü n, 201 O, s. 76; izzetbegoviç, 2003b, s. 1 9) . En iyi d u rumda bile ortaya konan bir yoru mdur
ve insa n ı n s ı n ı rl ıl ı kları d a h i l i nde anlaşılabil ir. Müslümanlar, islam'ı temel alara k siyasal olarak
d iğerlerine göre tercih edilebilir olan a lternatifleri ü retebili rler. i nsan ya da siyaset adına son
sözü söyleme yetkisi i nsanların değildir.

Yorumun mutla klaştı rı lması, siyasal olara k kula k u l l u k edenlerin, kölelerin yetişmesi riski­
ni içermekted i r. Sonuçta böyle bir siyaset tarzında özg ü r l ü k mahkum edi l mekte, özg ü rl ü k
mahkum olduğu i ç i n de zoru n l u o l a ra k a h l a k mahkum edi l mektedi r. Tek tipleştirici b i r an la­
yışın islam ile uyuşması m üm k ü n değ i l d i r. A h l a k ile siyasetin ortak a rayışla rından birisi olan
"iyi" ya da "ol ması gereken" a rayışı son b u l m a kta, tarih i n ve dolayısıyla insa n l ı ğ ı n sonu ilan
edilmekted i r. iyiye dair arayı ş ı n son bulması, sadece tari hin değil, aynı zamanda a h iakın ve

• 58
Aliya İzzetbegoviç'in Siyaset Felsefesi ve İslam •

siyasetin de son bul ması demektir. Hayat, bütünü itibarıyla hesap edilemez bir yapıdad ı r.
Bu yüzden hayat, özel l i kle siyasetçilerin hesa plarının tutmamasının da bir tari hidir.

Ütopya lar yoluyla topluma ve dolayısıyla insan hayatına bir yön verme, onları ölçme, ka l ıp­
la ra sokma çabaları da ta ri h boyunca boşa çıkm ıştır. izzetbegoviç'in Doğu ve Bati Arasmda
islam kitabında bir böl ü mde i nceled iği d ra m ve ütopya arası nd a ki i l işki, insa n ı n içinde bu­
l u n d u ğ u ve doğal durumu olan dramı n ütopyal a r yol uyla aşılması çabalarının daima boşa
ç ı ktığı n ı göstermiştir. Hayat, d ra m d ı r. Çü nkü hesap edi l m eye başlandığı andan itibaren ha­
yat, hesa pların tutmadığı bir forma bürü n mekte ve daha büyü k dram iara sebep olmaktad ı r.
Siyaset felsefesinin en önemli konuları a rasında yer alan ütopya ların gayriislami olmasının
sebebi, aynı zam a nda hayatı mekan izme dönüştü rmelerinden kaynaklanmaktadı r. insanın
kendi içinde bulunduğu dramı, daha iyi düşü ncesiyle ütopyalarla aşma çabası, kendi anto­
loj i k gerçekliğine uymadığı için daima fiyasko l a rla sonuçl a n m ıştır. Bu bağ lamda islam, d ra­
mın içerisinde daha iyiyi tercih etmek ve gerçekleştirmek çabas ı n ı n kaynağı olara k durmak­
tad ı r; yoksa o, bir ütopyanın kaynağı değ ildir. Dra m ı ortadan ka l d ı racak bir cennet hayatı bu
d ü nyada m ü mkün değ i l d i r. Bu d ünyada böyle bir cennet inşa etme a rayışları hayata, i nsan
gerçekliğine aykırı olduğu için daima insa n ı n ve hayat ı n lehine sonuçlanmamıştır, son uç­
lanmayacaktır. islam, cenneti bu d ü nyadan başka bir dü nyada a ncak bu d ü nyayla bağlantı l ı
olara k açıklamaktad ı r. Bu bağ lamda bu dü nyada cennet ideali düşü ncede a n lamsız olduğu
gibi bu dü nyada cennet için gösterilecek çabaların da sonuçsuz kalacağı açıkt ı r. B u rada bir
fa rka dikkat çekmek gerekmektedir. Dü nyada cennet i nşa etmeye çalışmakla ka rşılaşılan
meseleleri çözmeye çal ışmak, daha iyiyi gerçekleştirmek için çaba göstermek birbirlerinden
fa rklı şeylerd i r. i ki nci a lternatif daha insani ve dolayısıyla daha islami'dir. Her olanın daha
iyi bir olması gereken d u rumu va rd ı r a ncak islam'ı temel a lacak bir siyaset felsefesinden
ütopya çıkmamaktad ı r.

"Her i ktidar, i nsanları bozar ve bu bozgu n l u ğ u n yıkıcı etkisine a ncak sadece Allah'a i m a n ve
ah laki değerlerin sürekli canlı tutulması faa l iyeti karşı dura b i l i r:' (izzetbegoviç, 2007, s. 27).
Bu kural diğer dinler ve islam için de geçerlidir. "Din de devrim de acılar ve ızd ı raplar içinde
doğar. i kisi de refah ve konfor içinde yok olup g ider. Gerçekten de devam eden sırf onla­
rın gerçekleşme çabasıd ı r:' d iyen izzetbegoviç (2003b, s. 92), devri m i n yalan söylemeye ve
kendi kend ine iha net etmeye başladıktan sonra sahte d i n le ortak bir d i l b u l d u ğ u n u tespit
etmiştir. Devrim i ve dini yozlaştıra n, i ktidarları için aracı kılan bir zihniyet, aynı zamanda
onları kurban ediyor demektir. Bütün din lerin -ki "semavi din lerden sonra d ünya eski dü nya
olmam ıştır" (izzetbegoviç, 2005, s. 71 )- ve devri m ierin ortak tari h i bu şekilde devam etmiş­
tir. Samimiyet, fedakarl ı k ve zulme karşı m ü cadele gibi değerler ve prati kler yerleri n i yozlaş­
maya, zeng i n l i ğ i n ve i ktidarın m u hafazası için h a l kı baskı a ltında tuta n siyasetler ü retmeye
ve dolayısıyla devrimci ruh u n ve a nlayışı n yavaş yavaş kaybol masına bıra kmışlard ı r. Ben­
zer bir durumun islam dünyasında da aynı şeki lde cereyan ettiğini görmek m ü m kündür.
Bu rada islam top l u m ları açısından değerlendiri ldiğinde islam ile Müslümanla r arasındaki

59 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

mesafe açılm ış, var olan durumun şartları kimlerin lehine işl iyorsa siyaset onların eli ndeki
bir araca dönüşmüştür. Büyük bir devrim olara k doğan ve gelişen islam, zamanla devrimci
karakterini ve g ü c ü n ü kaybetmiştir.

Müslüman top l u mların içinde bulunduğu durumu eleştiren, islam'da n uza klaşmaktan kay­
naklanan bozulma la ra ve yozlaşmalara pratikten pek çok örnekler gösteren Aliya izzetbe­
goviç, islam dünyas ı nda yaşanan bütün ya nlış ve gayri a h laki durum ların islam'ı n, Müslü­
manlar ta rafından dışland ığını a paç ı k gösterdiğini savu n muştur (bkz. izzetbegoviç, 2007, s.
28). Böylece neden islam dü nyası geri kaldı sorusuna o, kendisinden önceki islamcı neslin
temel tezleri n i doğrulayan bir cevap b u l m uştur. Ona göre, Müslüman top l u mların kendi
rönesanslarını başara bilmeleri için islam dışında bir çareleri yoktur. islam, onun siyaset fel­
sefesinin temeli ve kurucu a kl ıdır.

"AIIah'ın iradesine tesli miyet, i nsan i radelerine bağımsızlı k demektir. Allah'a itaat, insana itaa­
ti men eder. Böylece insan ile Allah ve i nsan ile insa n arasında yeni bir m ü nasebet inşa eder:'
(izzetbegoviç, 2003b, s. 3 1 1 ). Burada izzetbegoviç'in siyaset felsefesinin temeline insan ve
Allah arasındaki i l işkiyi koyd uğu görül mektedir. i nsan, kendi şahsiyetinin inşasına katkıda
b u lunan bir varlıktır. Bu yüzden i nsan a ktif, özg ü r ve ahlaki olarak soru m l u yaratılmıştır. Şah­
siyetin inşa edilmesi onun düşüncesinde merkezi bir yerdedir (bkz. Erkilet, 201 O, s. 1 1 4-5).
insa n ı n dü nyada iyi olabilmesi, varlıklar içinde yükselebilmesi, Allah ile ya ptığı sözleşmeye
uyg u n bir iman ile bu dü nyada iyi pratikler gerçekleşti rebilmesine bağ lıd ır. Kur'an-ı Kerim'de
defalarca ve birlikte zi kredi len, Aliya izzetbegoviç'e göre islam'ın en temel şartı olan "iman
etmek ve iyi işler yapmak" bu sözleşmenin de temelidir (izzetbegoviç, 2007, s. 1 30):

"AI Iah'ın emri olduğu için iyi amel yapıyor, yasakladığı için de kötü l ü klerden sakını­
yorum. iyi amel işleyerek ben m ü kemmel o l mayan b i r d ü nyanın düzeltilmesine, mü­
kemmeleşti rilmesine Allah'a yardımcı oluyor, O'nunla işbirliği içinde bulunuyorum.
Beni m katkım olmaksızın d ü nyanın bir kısmı ebediyen eksik, bitmemiş, gerçekleş­
memiş olara k kalacaktır. Bu sebeple sadece iman edemem, aynı zamanda faal o l m a k,
eylemlerde b u l u n m a k ve çalışmak zorundayım:'

Sözleşme, Allah ile yapılmadığı takdirde rej i mlerle, ideoloj i lerle, d ü nyevi i ktidarlarla ya da
çıkar i l işkileri üzerinden diğer insanlarla ya pılmaktad ı r. "Tebaa iktidarı, i ktidar da tebaayı
sever:' diyen izzetbegoviç (2003b, s. 1 96), i ktidara itaat ile yerinden, d u ru m u ndan mem­
nun ola nların özg ü r l ü k karşısında konforu seçti klerini; tebaa ol mayı reddederek bunların
karşısında yer alanların ise özg ürlüğü istedi klerini göstererek i nsanoğ l u n u n d ü nyadaki si­
yasal d u ru m u n u n yaman çel işkisine d i k kat çekm iştir. Özg ü r l ü k, ahiakın zoru n l u şartı d ı r. Öz­
g ü rl ü ğ ü n zorun l u şartı ise Alla h'tır. Özg ü rl ü kten kaçmak, dünyevi i ktidarla rın hi mayesinde
konformist bir hayaı sü rmek ve bu hayatın devam etmesi için çaba göstermek, Alla h'a kul
olmaktan ve a h l a ktan kaçma k demektir. Ona göre islam'ın büyük ham lesi "hicret" de bu
bağlamda a n l a ş ı l m a l ı d ı r. Çü n kü h icret, zor olanı, Allah'ın rızası n ı ve islam a h l a k ı n ı temel a la-

• 60
Aliya İzzetbegoviç'in Siyaset Felsefesi ve İslam •

ra k tercihte b u l u n m a k ve bu tercihi yaşamak demektir. izzetbegoviç (2007, s. 1 24), herkesin


bu dü nyada hicretin i kilemi ile karşı karşıya o l d u ğ u n u söylem iştir. Bizi değerli kılan, yüksel­
ten hicreti n i kileminde nerede d u rd u ğ u m uzdu r. Aynı za manda siyasal bir hareket olan hic­
ret, b u g ü n kü Müslüman topl u m lar için de siyaset felsefesi kaynağı ol mayı sürd ürmekted i r.

Tebaa yetiştirme kültü rünün islam rönesa n s ı n ı n önündeki en büyük engellerden birisi ol­
d u ğ u n u vurgulaya n izzetbegoviç, Alla h'a tes l i m olmayan i radenin d ünyevi i ktidariara tes­
lim olması durumu nda islam'ın temel i nsan a n layışından sapı lacağına; zaten Müslüman
top l u m l a rda var olan, süre giden bu sapman ı n devam edip g ideceği ne işaret etmiştir. Al iya
izzetbegoviç (2007, s. 68), i nsanların basit bir ayrı mla "iman edenler ve iman etmeyen ler"
şeklinde ayrılmasına bu yüzden karşıd ı r. Ona göre inananların ve inanmaya nların dışında
"korka klar" diye adlandı rılacak bir grup daha va rd ı r ve insanlar arasında bu g ruba mensup
olanların sayısı oldu kça fazladır.

i nsani ve a h laki yüksel işe dayanmayan, sosyal gerçekliğin geleneksel biçimi o l a ra k üretilen
bir Müslümanl ı k, yapıcı bir siyaset felsefesine kaynak l ı k edemeyecektir. Böyle bir Müslü­
manlık a n layı ş ı n ı n ve pratiği n i n sonucu kendilerini Müslüman olara k ta n ı m layanların top­
lumda siyasa llıkların ı sürdürmeleri nden, siyasal bir taraf olmaları ndan ibaret olacaktır. Müs­
l ü m a n l ı k da yapıcı bir ah iakın ve siyasetin i nşa edilmesine katkı sağlamakta n ziyade ol uşan
farklı taraflardan bir ta raf, "biz-onlar, dost-d üşman" ayrı mları n ı n s ü rdürül mesine h izmet
edecektir. Siyasetin ve siyasa l l ı ğ ı n ana karakterini beli rleyen bu ayr ı m l a rı reddetmemekle
birlikte izzetbegoviç'in islam a nlayışına daya nan siyaset felsefesi n i n bu d i katomileri aşma
amacında olduğu a ç ı kt ı r. Bu d i katomileri n içerisinde kalmak, tarafı olduğu siyasa l l ı ğ ı ve do­
layısıyla siyasa l l ı k yorum u n u m utlaklaştırmak, M ü s l ü m a n l ı k adı na, Müslümanla r lehine bile
gözükse gayriislami bir siyaset tarzı n ı n ü retil mesine sebep olabil ir. Dolayısıyla, taraftarl ığı
Allah-i nsan i lişkisini öneeleyen bir a n l ayışa daya n d ı rmak ve bu a n layışı pratikleri n beli rleyi­
cisi bir kriter olara k kabul etmek daha doğru bir ya klaşım olacaktır.

isla m kayna klı bir siyaset felsefesinin tek amacı g ü ç i lişkilerinde g ü ç elde etmek değil, aynı
zamanda kendisi nin, yak ı n la r ı n ı n a leyhine bile olsa ada letten sapmamak, yeri geldiğinde
kendi çıkarlarına ters d üşen bir fedakarlığı A l l a h rızası uğruna gerçekleştirebilmektir. Bu
şeki lde o l u şacak bir islam siyaset felsefesi, nefretierin ve sürekli düşmanlıkların ü retildiği
bir taraftarl ığın ya da geçtiğimiz asrın en öne m l i siyaset felsefecilerinden Cari Schmitt'in
dost-d üşman ayr ı m ı na dayanan siyaset felsefesinin karşısında yer a lacaktır. Aliya izzetbe­
goviç'in düşüncesinde biz ve onlar ya da dost ve d üşman ayrımı, siyaset felsefesi n i n çıkış
noktası değ i l d i r. Adaletin tesis edilmesi, fitnenin ve zulmün ortadan kald ı r ı l ması, siyaset
felsefesi n i n temelidir. Gerçekleştiği za man adalet, siyasa l l ı ğ ı biz-onlar, dost-düşman gibi ay­
rı mların ötesine taşımaktad ı r. Allah, Müslüman bir kabile tarafı ndan bir Yahudi'ye haksızl ı k
yapılmasını ayetler i ndirerek engellemiş ve hakkı üstün tutması konusunda peygamberini
ve onun şahsı nda geçmişteki ve gelecekteki bütün Müslüman ları uyarmıştır (Türkiye Diya-

61 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

net Vakfı [TDV], 2000, 4 1 N isa: 1 OS- 1 1 3). Bu çağrı, ahlaka bir çağ rıdır. Ada l eti gerçekleştir­
mek ve hakkı üstün tutmak çok zor bir siyasettir. Ancak islam'ın istediği siyasal ve topl u msal
dayanışman ı n temeli b u d u r. Böyle bir siyaset sadece bizden ya da dost olanların lehine,
çıkarına işleyen Makyavelist bir a n l ayışın ötesinded i r. Jerkoviç'in de tespit ettiği üzere Al iya
izzetbegoviç'in siyaset an layışı sadece ç ı karlar için verilen bir g ü ç m ücadelesi n i n ötesinde
tan ı m lanmak zorunda d ı r ki bizzat kendisi Bosna Savaşı s ı rasında ve sonrasında yürütmeye
ça l ıştığ ı siyasette bu temel e göre hareket etmeye çalışmıştı r (bkz. Akın, 201 O, s. 1 0 1 ; izzet­
begoviç, 2003a; Jerkoviç, 201 O, s. 37; Laviç, 201 O, s. SS). Geçmişin nefret ve düşm a n l ı k ü rete­
cek yükünü taşım a n ı n a h l a ki bir siyaset ü retemeyeceğini bildiği için geçmişi u nutmamak,
a ncak geçmişe tak ı l ı p ka lmamak gerektiğini de sürekli vurgulamıştı r.

Aliya izzetbegoviç'in siyaset felsefesi n i n temelinde materya l ist ve idea list düşü nce ayrı­
m ı n ı n dışında kendi başına tek yol olan islam d u rmaktad ı r. islam, Müslüman top l u m ların
temel a larak b u l u n d u kları kon umdan yüksel meleri n i sağ layabilecektir. izzetbegoviç, is­
lam Deklarasyonu'nda M ü s l ü ma n topl u m lar için ne geleneksel islam a nlayışlarının ne de
islam'ı dışlayan Satıcı, taklitçi a n layışların ve siyasetlerin bir fayda ve rönesans sağlayama­
d ı klarını açıkça ifade etmiştir. Müslüman top l u m larda islam, hem inançta hem de prati kte
hayat kaynağı o l m a özelliklerini büyük ölçüde kaybetmiştir. izzetbegoviç, Müslümanla rın
islamiaşmak dışında bir yol l a rı n ı n b u l u nmad ığını ta rihsel tecrü benin açıkça gösterdiğini
savunmuştur. Neimarlija'ya göre (201 O, s. 1 S6) izzetbegoviç bu s ü recin islam'ı n geleneksel
yoru m l a rından ve islami o lmayan ideoloj i k sı n ıflandırma, engelleme ve manipülasyonlar­
dan kurtarılması a n l a m ı n a geldiğini d ü ş ü n müştür. islam rönesansının önemli şartlarından
birisi olan islamlaşmak, M ü s l ü ma n ların şuur ve pratikte özg ü rleşmelerinin ve a h la k l ı hale
gel meleri nin i m ka n ı d ı r. islam temel l i olmayan devri m lerin, siyaset d üzenlemeleri n in M üs­
l ü m a n toplu m ların pek çok yönden gelişmelerine katkısı ol mayacaktır. islamlaşmak, ona
göre toptan ret ya da kabul yaklaşımlarını içermez; yöneldiği düşünce ve tecrübeden se­
çici olarak a h l a ki temelde faydalanır. O, islam'ı temel alan bir eleştirel düşü neeye ihtiyaç
olduğunu vurg u l a m ı ştır. islam, toptan y ı kıcı bir devrim a nlayışına sahip değildir. Geçmişin
olu msuz yükünden kurtulmayı hedeflemişti r (izzetbegoviç, 2007, s. 1 OS). Geçmişi, geçmişe
ait her şeyi yok etmek gibi bir amacı olamaz, olmamışt ı r.

Aliya izzetbegoviç, çift kutu p l u bir d ü nyada yaşamıştır. Bu dü nya n ı n içinden, bu d ü nyada
edindiği tecrübelerle düşünce ü retmiştir. O n u n islam'a çağrısı, özg ü r l ü ğ ü n ve a h i a k ı n birbi­
rinden ayrılmadığı bir teoriye ve pratiğe çağrıdır. Bu çağrı, kendisinden önce farkl ı za man­
larda ve meka n l a rda M ü s l ü ma n şuura sa h i p düşünürlerin ve hareket adam ları n ı n çağrıia­
rına bir katkıdır. O n u n düşüncesi ve m ü cadelesi de bel l i bir zamanda ve mekanda, kendi
h i kayesinin s ı n ı rları d i k kate a l ı n d ığ ı nda a n laşılabilecektir. Bugün dü nya, çift kutu p l u bir
d ünya değ i l d i r. Başka bir dönemde i nsanlar, yen i karşılaşı lan pek çok mesele ile yaşamaya
devam ediyorlar ve gelecekte de yeni meselelerle karşı laşacaklar. izzetbegoviç, kendi haya­
tında soru m l u ğ u n u yerine getirmiş bir düşü nce ve m ü cadele adamı olmayı başarabilm iştir.

• 62
Aliya İzzetbegoviç'in Siyaset Felsefesi ve İslam •

Ancak onun yoru mlarının, islam düşüncesine katkı larının kendi s ı n ı rları d a h i l i nde old uğu
gerçeği gözardı edilmemelidir. Gelecekte d ünya n ı n ka rşı laşacağı yeni meselelere izzetbe­
goviç'in kendi s ı n ı rl ı l ı kları ile oluştu rd uğu yoru m larının ne kadar karş ı l ı k su nabiieceği tar­
tışı labilir ama onu besleyen, d üşüncesinin ve m ü cadelesin i n temeli olan islam'ın ilelebet
dü nya n ı n meselelerine çözüm ü retme yol u nda önemli açılımlar sağlayacağı ve i nsanların
hayrına iyi l i ğ i tanımlama ve uygulama yolunda yen i fi kirlerin yetişmesine imkanlar sağla­
yacağı m u hakka ktır.

Kaynakça
Akın, M. H. (201 O). Aliya izzetbegoviç'in entelektüel mirası. Ö.H. Özalp ve K. Gültürk (Ed.), Uluslararası Aliya izzetbegoviç
Sempozyumu (1 1 · 7 2 Ekim 2008) kitabı içinde (s. 1 00·1 08). istanbul: Bağcılar Belediyesi Kültür Yayınları.

Aktay, Y. (2003). Siyasette islamiliğin sınırları. Tezkire, 33, 3 1 ·41 .

Berdyaev, N. A. (2012). insanın yazgısı (çev. H. Arslan). istanbul: Paradigma Yayınları.

Düzgün, Ş. A. (201 O). Aliya ve kurucu irade olarak islam. Ö.H. Özalp ve K. Gültürk (Ed.), Uluslararası Aliya izzetbegoviç Sem·
pozyumu (1 1 · 12 Ekim 2008) kitabı içinde (s. 75·90). istanbul: Bağcılar Belediyesi Kültür Yayınları.

Erki let, A. (201 O). Özgürleştirici bir önder: Aliya. Ö.H. Özalp ve K. Gültürk (Ed.), Uluslararası Aliya izzetbegoviç Sempozyumu
11 1 · 1 2 Ekim 2008) kitabı içinde (s. 1 1 2·1 1 6). ista nbul: Bağcılar Belediyesi Kültür Yayınları.

izzetbegoviç, A. (2003a). Bosna mucizesi: Konuşmalar (çev. F. Altun ve R. Ahmedoğlu). Ankara: Yöneliş Yayınları.

izzetbegoviç, A. (2003b). Doğu ve Batı arasında islam (çev. S. Şaban). istanbul: Nehir Yayınları.

izzetbegoviç, A. (2005). Özgürlüğe kaçışım: Zindandan notlar (çev. H. T. Başoğ lu). istanbul: Klasik Yayınları.

izzetbegoviç, A. (2007). islam deklarasyonu ve islami yeniden doğuşu n sorunları (çev. R. Ademi). istanbul: Fide Yayınları.

Jerkovic, A. (201 O). Aliya Macchialvelli'ye Karşı. Ö.H. Özalp ve K. Gültürk (Ed.), Uluslararası Aliya izzetbegoviç Sempozyumu
( 1 1 - 12 Ekim 2008) kitabı içinde (s. 34-38). istanbul: Bağcılar Belediyesi Kültür Yayınları.

Lavic, S. (201 O). Bir devlet adamı olarak Aliya izzetbegoviç. Ö.H. Özalp ve K. Gültürk (Ed.), Uluslararası Aliya izzetbegoviç
Sempozyumu ( 1 1 - 1 2 Ekim 2008) kitabı içinde (s. 50-55). istanbul: Bağcılar Belediyesi Kültür Yayınları.

Neimarlija, H. (201 O). Üçüncü yol tezi. Ö.H. Özalp ve K. Gültürk (Ed.), Uluslararası Aliya izzetbegoviç Sempozyumu ( 1 1 - 1 2 Ekim
2008) kitabı içinde (s. 1 5 1 - 1 56). istanbul: Bağcılar Belediyesi Kültür Yayınları.

Türkiye Diyanet Vakfı. (2000). Kur'an-ı Kerim açıklamalı meali (hzl. H. Karaman vd.). Ankara..

63 •
Aliya İzzetbegoviç'in Bir Siyasi
Projesi Olarak Demokratik Hareket
Partisi (SDA)

Tarkan Tek

SDA olmadan Bosna Hersek de olmazdı!

A/iya izzetbegoviç

u çal ışmada Aliya izzetbegoviç'in hayat ı n ı n hemen hemen ta mamı nda önemli bir yer

B tutan siyasi çalışmalarına ve siyasal teorisi n i pratik olarak taçlandırdığı, Demokratik


Hareket Pa rtisine (SDAı değ i n ilecektir. B u n u n öncesinde Müslüman bir siyasetçi ola­
rak Al iya izzetbegoviç'in, SDA'yı kurmadan önce hangi kü ltürel ve politi k kodlara haiz ol­
duğu nu, içinde b u l u n d uğ u gençlik hareketi olan Mladi Muslimaninin (Genç Müslüman ları
SDA'n ı n kuruluşunda oynadığı rol ü ve dönemin siyasi tari h i n i bilmem iz, konuyu a n la ma­
m ızda ana htar görevi görecektir.

Osma n l ı Devleti 1 878 yıl ında imza l a m ış olduğu Berlin Antiaşması ile Bosna-Hersek San­
cağı'nın yöneti m i ni Avusturya-Macaristan i mparatorluğu'na devretmiş, bu tarihten sonra
Bosna-Hersek Sancağı Müslümanların yönetiminden çıkmıştır (Hösch, 2002, s. 1 37ı. Bos­
na-Hersek önce Yugoslavya Kra l l ı ğ ı, sonrasında Yugoslavya Federasyo n u n u n yönetimi al­
tında uzun yıllar idare edilm işti r. Bu dönemde Müslüman lar, iktidarlar ta rafından kiml ikleri
i n kar edilen bir azı n i ı ktı. Böyle bir dönemde a l i m Mehmed Spaho ve onun kurmuş old uğu
Yugoslavya Müslümanlar Organizasyonu (JMOı, Müslümanların kültürel olara k var olmaları
için çal ışmalar başlatmıştır. Mehmed Spaho'nun ölümü ve i kinci Dü nya Savaşı'n ı n başlama­
sı JMO'n u n dağı lmasına sebep olmuştur (Calic, 201 O, s. 1 1 9- 1 22ı. Bu za man zarfı nda, i kinci
Dü nya Savaşı öncesinde 1 938 yılında M la di Muslimani1 (Genç Müslüman ları adlı bir gençl ik
ha reketi kuru l muştur. Bu örg üt daha çok çağdaş islam dü nya s ı n ı n soru n larını ve d ünyada­
ki gel işmeleri g ü ndeminde tutan bir çizgideydi. Bu m i nvalde Genç Müslümanlar Hareketi
geleneksel bir islami hareket değ i l d i r. Aksine "Bati ve Doğu medeniyetlerinin ortaya koyduğu

Mıadi Muslimani günumüzde faaliyetlerine Bosna-Hersek'te devam etmektedir. bkz. Mladi Muslimanı (t.y.).
www.mm.co.ba
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

sistemlere karşt islam'm da bir alternatifsistem olarak sunulabilmesinin fikri çaftşmalannm ya­
ptfdtğt bir harekettir." (Öz, 201 3).

izzetbegoviç Genç Müslümanlar Hareketini siyasi olara k şöyle ta n ı m l a r: "Genç Müslüman­


lar Hareketi'nin genel odağtnt belirleyen, islam ile ona muhalif mahiyetteki iki referans noktast
anti-faşizm ve anti-komünizm idi. Hitler ve Stalin'in şahsmda cisimleşen iki sistem, faşizm ve
komünizm, o günün dünya düzenini karakterize ediyorlardt." (izzetbegoviç, 2003, s. 1 8) . Genç
Müslümanla r Ha reketi a ntifaşist ve antikom ü nist bir kara ktere sah i p old u ğ u ndan Çetnikler,
Ustaşalar ve Partiza n l a r tarafı ndan uzun yıllar baskı görmüş, bu yüzden ya pılanmasını il le­
gal olarak devam etti rm işti r.

Genç M ü s l ü m a n l a r Hareketi izzetbegoviç'in hayatında çok önemli bir yere sah i ptir. izzet­
begoviç'in bu hare ket ile i l k tanışıkl ı ğ ı 1 940 yılına rastlar. B u rada tanıştığı a rkadaşla rı ile
birlikte ileride Demokratik Ha reket Partisini kuracaktır. Genç Müslümanlar Hareketi i le olan
çalışma larından dolayı 3 yıl hapis yatan izzetbegoviç'in ideolojisinin oluşmasında ve siya­
sete gi rmesinde Genç Müslümanların payı yadsınamaz. Hapishane hayatından sonra çeşitli
işlerde çalışan ve aynı zamanda Genç Müslümanla r örgütü ile olan çalışmalarını gizli bir
şeki lde sürd ü ren izzetbegoviç b u n u n yan ında islam d ü nyas ı n ı n problemleri üzerine ente­
lektüel bir arayış içerisine girmiştir. B u n u n bir neticesi olara k önce "islam Deklarasyon u" adlı
makalesi, sonrasında "Doğu ve Batı Arası nda islam" a d l ı eseri Yugoslavya'daki Müslümanla r
v e d i ğ e r dü nya M ü s l ü manları tarafından büyük bir ilgi görmüştür. Aliya izzetbegoviç'in bu
çal ışmaları Yugoslavya Devleti tarafından h uzursuzl u kla ka rşıianmış ve yazd ı klarından do­
layı kendisine soruşturmalar a ç ı l m ıştı r. Eserlerinde "islami devlet" a rzuladığı iddiası ile yakın
arkadaşları ile birlikte ya rgılanmış ve yarg ı lanma süreci siyasi bir atmosferde gerçekleşmiş­
tir. Yargılanma s ü reci d ü nya kam u oyunda "Saraybosna Davası" olara k g ü ndeme gel miş,
Dü nya'daki pek çok gazete ve ajans davayı izlemiştir. Yarg ı l a n ma sonucunda izzetbegoviç
ve yol arkadaşları haksız bir şekilde a ğ ı r ceza la ra çarptırılmıştır (Calic, 201 O, s. 268)

Siyasi Bir Örgüt Kurmak

Yıllarını Balkan Müslümaniarına adamış bir grup inançlı i nsa n daha h a pisha nedeyken, öz­
g ü r bir şeki lde ve legal bir yapıda siyaset ya pmayı tahayyül etmişlerd i r. 80'1i yılların sonu
90'1a rın başlang ıcı ile Yugoslavya'daki kriz doru k noktasına u laşm ış, tüm sosyalist-ko m ü nist
blokta bir kriz havası hakim olmuştu r. B u n u nla birlikte ü l kenin birçok farklı bölgesinden
gelen çok parti li sisteme geçiş ta leplerin i n sayısı her geçen gün a rtmıştır (Latiç, 2008, s.
84) Bu gelişmelerin farkında olan izzetbegoviç ve arkadaşları siyasi çalışmalarına hapishane
hayatındayken başlamışlard ı r. Gelen af kararı i le özg ü rl ü ğ ü ne kavuşan izzetbegoviç, ha­
pishanedeyken üzeri nde tefekkü r ettiği bir siyasi parti ku rma fikri n i hayata geçirmek için
hazırlı klara başlar.

• 66
Aliya İzzetbegoviç'in Bir Siyasi Projesi Olarak Demokratik Hareket Partisi (SDA) •

Partin i n Kuruluşu

izzetbegoviç hayatı boyunca zor olana talip olmuş ve karşısına çıkan zorlukların üstesi nden
gelmeyi başarmı ş bir l iderd i r. Kendisine hayat felsefesi olarak seçmiş old uğu "üçüncü yol "
form ü l ü yaşam ı boyunca o n u n siyaseti nde belirl iyici olmuştur. O n a göre " i k i kötü şey a ra­
sında daha az kötü olanı seçmek d u ru m unda değilsiniz, bir üçüncü yol daima m ü m kü n"d ü r
(Çeriç, 2006, s . SO). izzetbegoviç özg ü rlüğün olmadığı, eşitsizliklerin h a k i m olduğu komü­
nist Yugoslavya'yı ben imsememiş, özerk ve özg ü r bir Bosna haya l i kurm uştur. Bu hedefi
gerçekleştirmek a macıyla 1 990 y ı l ı nda yol a rkadaşlan ile bir a raya gelip Demokratik Hare­
ket Partisini (SDA: Stra n ka Demokratske Akcije) kurar. izzetbegoviç gerek partiyi kurmadan
önce gerekse kurd u ktan sonra diasporadaki Boşnaklar ve Yugoslavya s ı n ı rlannda ki önde
gelen Müslüman entelektüeller ile i stişareler gerçekleştirmiştir izzetbegoviç, 2003, s. 75).

Aliya hat ı ratında partin i n kuruluşundan şöyle bahseder:

"Hapisteki arkadaşlarıma n iyetlerimden bahsetmiştim. Onu bir Müslüman partisi olarak

düşündüm. Partinin Yugoslavya'daki Müslüman halki bir araya getirmekte güçlük çek­

meyeceğine ve onlara yapilacak aç1k bir davetin bunun için yeterli olacağma emindim:'

(izzetbegoviç, 2003, s. 73).

Kurulacak olan parti, "Müslüman kültür çevrelerin in" partisi o l m a l ıydı ve aynı za manda Bal­
ka nlardaki Müslümanlan siyasi olarak bir araya geti rmeliydi. Aliya ve arkadaşla n n ı n siyase­
ten i l k hedefi Yugoslavya'yı yeniden yapılandırmaktı, bu nedenle SDA i l k o l a ra k b i r Yugoslav
partisi olarak d ü ş ü n ü l m üş ama değ i şen dengeler onu ve arkadaşlar ı n ı bu planından geri
çevirmiştir (izzetbegoviç, 2003, s. 496). Ta kvi m ler 27 Mart 1 990'ı gösterdiğinde izzetbegoviç
ve yol a rkadaşlan Demokratik Ha reket Partisini (SDA) kurarlar. Partin i n kuru l uşunu duyur­
mak üzere Saraybosna'daki Holiday I n n otelinde bir bası n toplantısı düzenlenir ve izzetbe­
goviç burada K1rklar Bildirisi olara k ta rihe geçecek olan bildi riyi okuyara k parti nin kuruluşu­
n u ilan eder. Partinin on altı maddeden oluşa n i l keleri bu toplantıda açı kla n ı r.

Parti n i n progra m ında öne ç ı ka n üç madde va rd ı r:

1 . Yugoslavya'da yaşayan bütün hal kiara eşit yu rttaşl ı k veri l mesi ve demokratik bir sistemin
kurulmas ı n ı sağlamak.

2. Yugoslavya s ı n ı rlarındaki bütün m i l letleri tanımak ve bütün di niere saygı göstermek.

3. SDA Yugoslavya'n ı n Müslüman kökenli vata ndaşla n n ı n olduğu kadar, parti progra m ı n ı ve
hedeflerini beni mseyen tüm vatandaşların politik bir birliğidir (lsa kovic, 201 2, s. 37).

Bu maddeler partinin siyasi istika metin i belirlemekteydi.

SDA 40 entelektüe l i n, 40 yıllık tek parti sisteminden sonra kurd u ğ u, sisteme m u h a l if i l k par­
ti olara k tarihe geçer. Bosna-Hersek'te kom ü nizm i n varl ığından beri bu d üşü nce oku l u n a
m e n s u p olmaya n bir siyasi hareketin ortaya çıkması b ü y ü k cesaret işidir. izzetbegoviç dö­
nemin tek ideolojisi ve tek siyasi partisine karşı mücadele vermiş, ü l keye çok partili sistemi,

67 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

ya ni m u halefeti geti rmiştir (B. izzetbegoviç, 201 O, s. 1 4). Partin i n içerisinde birçok farklı gö­
rüşte n kişiler mevcuttur. B u n l a rı n içerisinde; islamcılara, m u hafazakar m i l l etyetçilere, l i be­
rallere ve se küleriere varan birçok sosyol ojik ta ban yer a l maktadır (Calic, 201 O, s. 301 ). Parti,
progra m ı ve konu m u itibarı ile islamcı bir partidir. Gelen tepkiler ve çizilen yol, partinin
Mladi Muslimaninin devamı olduğu yön ü nded i r.

Parti nin i l k kongresi 26 Mayıs 1 990 ta rih i nde gerçekleşir ve delegelerin tüm oylarını alan
izzetbegoviç partiye genel başkan olara k seçilir. Parti içinde izzetbegoviç'e i l k eleştiri, par­
tinin ku rucusu, genel başkan ya rd ı mcılarından Ad il Zülfikarpasiç2 ve arkadaşlarından gelir.
Onlara göre izzetbegoviç partiyi "funda menta l izme doğru götürmektedi r". Zü lfikarpasiç ve
arkadaşları kendileri n i n partiyi Avrupa Birliğine doğru götü receklerini iddia edip partiden
ayrıl ı rlar (izzetbegoviç, 2003, s. 94). izzetbegoviç bu yapılan hareketi haksız l ı k olara k görür.
Buna şöyle açıklık getiri r:

"Partideki ak1mlan, dindar ve laik eğilimin birbirlerinden kesin çizgilerle aynlacağ1 şeklin­

de olursa bu parti için felaketiere yol açar. Ben partinin halk1m1Za benzerneyi sürdürmesi­

ni diliyorum." (izzetbegoviç, 2008, s. 2 1 6) .

Seçi mler

Bilindiği üzere Bosna-Hersek çok parti l i hayata SDA ile geçmiş, topl u m m u ha lefeti n va rlığı­
n ı hissetmiştir. SDA kuruluş sonrası birçok şeh i rde ve yurt d ışındaki Yugoslav M ü s l ü m a n l a r
arasında temsilcil ikler kurmuştur. 1 8 Kası m 1 990 tarih i nde yapılan i l k serbest seçim leri SDA
kaza nmış, böylece Bosna-Hersek C u m h u riyeti Meclisindeki 240 sanda lyeden 86'sı, 7 üyeli
devlet başka n l ığ ı n ı n 3 üyeliği de yine SDA' I ı adaylar tarafından kaza n ı l m ı şt ı r. Bu seçi mler
sonucu nda, izzetbegoviç Bosna-Hersek C u m h u riyeti'nde halk tarafı ndan seçilmiş i l k cum­
h u rbaşka n ı olmuştur (Latiç, 201 O, s. 64). izzetbegoviç za manla ra kipleri nin korku l u rüyası
haline gelmiş, siyaset ya ptığı dönemlerin hemen hepsinde, katıldığı seçim lerde partisi SDA
birineilikle çıkmıştır (Oschl ies, 2004, s. 755).

1 990 yıl ı nda ya pılan i l k seçimde % 40 oy alan izzetbegoviç, savaş sonrası yap ı l a n ilk seçim de
% 80 gibi çok yüksek bir oy ora n ı na ulaşmıştır. Bu seçi m i n akabinde 1 998 yılında yapılan
seçi mde ise % 86,8 oran ile seçi m leri kaza n ı r. Bu oran Bosna'da yaşayan Boşnak Müslüman­
ların ta mamına yakı n ı n ı o l u şturur. Buna paralel olara k aşağıdaki seçim istatistiklerine bak­
t ı ğ ı m ızda SDA, parlamento seçim lerinde izzetbegoviç kadar oy alamamamıştır. izzetbego­
viç c u m h u rbaşka n l ığ ı ve parti başka n l ı ğ ı n ı bıra ktıkta n sonra, SDA'nın katıl d ı ğ ı ilk başka n l ı k
seçim i nde % 49,5'1ik bir düşüş, parlamento seçim lerinde ise % 7,6'1 ı k ora n ı nda bir o y kaybı
yaşa n m ıştır (Tek, 201 1 , s. 45). Buradan şu sonucu çıkara b i l iriz ki Aliya izzetbegoviçsiz SDA

2 Adil Züıfikarpasiç, yıllarca ısviçre'de yaşamış Boşnak milliyetçisi zengin bir iş adamıdır. Daha sonraları Prof. Dr.
Muhammed Filipoviç ile birlikte Müslüman Boş na k Organizasyonu (MBO) adlı bir parti kuracaktır. Zülfikarpasiç
SDA'yı dini ve milliyetçi bir çizgide görür. bkz. Husic (2007, s . 1 76).

• 68
Aliya İzzetbegoviç'in Bir Siyasi Projesi Olarak Demokratik Hareket Partisi (SDA) •

güçsüz bir parti demektir ve Bosna l ı seçmen daha çok izzetbegoviç'in şahsına oy vermekte­
dir. Çünkü Bosna-Hersek'in kurucusu olara k izzetbegoviç'in yeri farklı ve önemlidir.

Partin i n oylarının bu kadar d üşmesinin bir başka sebebi ise partiden ayrılanların kurmuş
olduğu diğer parti lerd i r. SDA, Boşnak Müslümanları n Bosna'da kurmuş oldukları ilk parti ol­
d u ğ u ndan, partiden ayr ı l a n la r za manla farklı isim lerde partiler kurmuşlard ı r. Bu da SDA'n ı n
za manla oyların ı n düşmesine sebep olm uştur. B u minva lde SDA'dan ayrıl ı p kurulan parti
sayısı beşi b u l m uştur (Tek, 201 1 , s. 37-38).

SDA'nın Katıldığı Seçimler ve Sonuçları


• Parlamento Seçi mleri • Başkanlık Seçimleri

86.8

40
37,3

ll
l990 Seçimleri 1 996 Seçimleri 1998 Seçimleri
ll
2002 Seçimleri..,

*2002 seçimlerine Aliya izzetbegoviç katılma mıştır. (Tek, 201 1 : 45)

SDA'nın Savaştaki Rolü

Cumhurbaşka n l ığ ı seçim lerinden bir süre sonra Slovenya ve H ı rvatista n'ı n bağ ımsızl ı klarını
ilan etmeleri, Yugoslavya'da var olan savaş geri l i m i n i artırmış ve bu iki ü l ke i l e Yugoslavya
Ordusu arasında savaş başlamıştır. izzetbegoviç kendi ü l kesi için ya klaşan savaş nedeniyle
birtakım görüşmeler gerçekleşti rmiş ve şu kararı alm ıştır. "Bosna-Hersek; Slovenya ve Hnva­
tistansJz bir Yugoslavya içerisinde yer almayacaktn.': SDA b u n u n l a beraber ya klaşan savaş se­
bebiyle Bosna-Hersek Güvenl i k Konseyin i n k u r u l ması kara r ı n ı a l ı r.

Bosna-Hersek Meclisi 1 4 Ocak 1 992'de özerklik kararı a l ı p referanduma gitmiş, 29 Şu bat-ı


Mart 1 992 tarihlerinde gerçekleşen referandumda % 63 1 ü k bir katı l ı m ve % 99 oran i l e
'

özerkl i k halk tarafı ndan k a b u l görmüştür. Böyleli kle Bosna-Hersek halkının almış olduğu
kara r ile bağ ı msızl ı k ilan edilmişti r (Osch lies, 2004, s. 747). Bağımsız l ı k ka ra rı bir çok ü l ke
tarafı ndan ta n ı n m ış, buna rağ men N isan 1 992'de savaş başlam ı ştır. Bosna-Hersek C u m h u r­
başka n l ığ ı ise 20 Hazira n 1 992'de savaş ka ra rı alm ıştır. Bu dönemde SDA halkın savaşa ha­
zırla nması ve d i reniş hattı n ı n kurulması noktasında önem l i hamleler ya pm ışt ı r.

69 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği İdeali

Al iya izzetbegoviç (2008, s. 1 1 2) bu kon uyu hatıratında şöyle dile getirmektedir:

"Bosna-Hersek direnişinin temel unsurunun halkın örgütlenmesi ve bunun yanmda da

silahianma olduğunu söyleyebilirim. Ben bir vesileyle, hiç kimsenin, hiçbir partinin, hiçbir

polisin bu direnişi kendisine mal edemeyeceğini ifade ettim ve bu görüşümü de hala mu­

hafaza ediyorum. Fakat, eğer liyakatlar karşlfaştmflrsa, o zaman SDA kıyaslanmayacak

biçimde en büyük paya sahip olur."

Al iya izzetbegoviç (2003, s. 549) SDA'n ı n misyo n u n u ise şöyle açı klama ktadır:

"SDA Boşnak halkının milli hislerini pozitifenerjiye dönüştürmektedir. B u parti b u konum­

dan ayrıldığı takdirde Boşnak halkı arasmda radikal hatta aşm akımların doğmasına

meydan verilmiş olacaktır ki bu, Bosna'yı istikrarsızliğa ve yeni bir milliyetçilik girdabına

doğru götürebilir. "

Dayton Antiaşması
Bosna Savaşı d ünya kam uoyu nda çok derin yaralar açmış on binlerce kişi bu savaşta ha­
yatı n ı kaybetmiş, yüz bin lerce i nsan başka ü l kelere göç etmek zoru nda kalmıştır. Dünya
kamuoyun u n baskıları son ucu ateşkes i l a n edilmiş ve Dayton Antiaşması yap ı l m ışt ı r. Day­
ton Antiaşması i le Bosna ' d a ki savaş sona ermiştir. Antlaşma 21 Kası m 1 995 tari hinde Amer­
i ka ' n ı n Ohio eyaletin i n Dayton kentinde pa rafe edilmiş ve 1 4 Ara l ı k 1 995 tarihi nde Paris'te
tarafların onayı ile i mzalan mıştır.

Antlaşma ile;

- Bosna-Hersek bağı msız bir devlet olara k tan ı n m ıştır.

- Saraybosna Bosna-Hersek' i n başkenti olara k kalmıştır.

- Bosna-Hersek iki etn i k yapıya böl ü n m üştür.

- Boşnak-H ı rvat Federasyon u ü l ke topra kları n ı n o/o 5 1 'i ne ve yöneti mine sahip olm uştur.

- Repu b l i ka Srpska (Bosna Sırp Cumhu riyet) ü l ke toprakla r ı n ı n o/o 49' una ve yönetimine sa-
h i p olmuştur.

Antlaşmayı Bosna-Hersek adı na, Aliya izzetbegoviç, Sırbistan a d ı na Slobodan M i losevic ve


H ı rvatlar adına Franjo Tuaman imzalam ıştır. AB ve USA a ntlaşmada a racı rolü oynamışlard ı r
(Tek, 201 1 , s . 23-25).

Dayton Antiaşması g ü n ü müzde bir sorun olara k Bosna'n ı n önünde d u rsa da o dönem şart­
ları nda böyle bir a ntlaşma kaç ı n ı l maz bir şeki lde kabul görmüştür. Antlaşman ı n m i m a rla­
rından olan izzetbegoviç a ntlaşmayı "Bu adil bir banş olmayabilir; ama savaşm sürdürülme­
sinden daha adildir. Bu şartlar altmda böylesi bir dünyada, daha iyi bir banş elde edilemezdi."
(Sevil, 201 O, s. 40) şeklinde açıklamıştır. Bu yön üyle izzetbegoviç savaş karşıtı bir siyasetçi
olara k tarihte yeri n i a l m ışt ı r. izzetbegoviç Bosna'n ı n çok kültürlü, çok d i n li ve çok etnik! i ya­
p ı s ı n ı benimsemiş ve b u n u n va r olması için mücadele vermiş bir siyasetçidir (Kan su, 201 O, s.
208). Dayton Antiaşması'nı i mza l a d ığ ı ndan dolayı birçok kişi tarafı ndan eleştirilm iştir.

• 70
Aliya İzzetbegoviç'in Bir Siyasi Projesi Olarak Demokratik Hareket Partisi (SDA) •

Görevden Ayrılma

Dayton Antiaşması sonrası nda bir süre daha c u m h u rbaşkanlığı yapan izzetbegoviç özel­
likle Dayton sürecinde hayli yoru l m u ş ve c u m h u rbaşka n l ığ ı görevinden 1 5 Ekim 2000 tari­
hinde kendi isteğiyle ayrılmıştır. Arkasından gelen bir nesi i n va r olduğu bilinci ile siyasi fa­
a liyetlerine bir süreliğine SDA çatısında devam eden izzetbegoviç, 1 3 Ekim 2001 tari hinde,
SDA Genel Başka n l ı ğ ı n ı da Sü leyma n Ti hiç'e bırakmıştır. Görevini b ı ra kması konusu sürekli
g ü ndem olmuş ve b u n u bir gazeteciye şöyle açıklam ıştır:

"Mil/etçe önümüzde daha uzun bir yol vardtr. Bireyler ölür, halklar yaşar. Mücadeleler

bana bağli değildir. Önemli olan da budur. Şu anda sancağı binlerce insan taş1yor. Bunu

sürdüreceklerdir. Ben sadece bana düşeni yapmaya çatışworum. Kısacasi dava ve müca­

dele kişilere kôim değildir. Bayrağ1 taşwacak binlerce kişi olduğunu görüyor ve mutlu olu­

yorum." (Koçak, 201 O, s. 223).

izzetbegoviç toplamda 1 1 yıl parti başka n l ığı, 1 O yıl da Bosna-Hersek C u m h u rbaşka n lığı gö­
revi nde bulunm uştur. Eski Yugoslavya siyasi ta rihi nden, g ü nü m üz Bosna-Hersek'ine kadar,
c u m h u rbaşka n l ı ğ ı görevi devam ederken bu görevi ni kendi isteğiyle b ı rakmış bir siyasetçi
çıkmam ıştır. izzetbegoviç hayatının sonuna kadar bu görevi sürdürmek istemediğini belir­
terek, birçok i nsan için önemli bir makam olan c u m h u rbaşka n l ı k görevinden feraget etmeyi
bil miştir (H usic, 2007, s. 2 1 0).

Aliya izzetbegoviç Siyasetin i n Temel Özellikleri

Al iya izzetbegoviç'in bir siyasi projesi olan SDA, kuru luşundan g ü n ü m üze kadar kesintisiz
olara k Bosna-Hersek'in yönetiminde bulunmuş ve önemli icraatlar gerçekleştirmiş bir siya­
sal partidir. SDA'nı n bu başarısı sadece Bosna'da ya n kı bulmamış bütün Ba l ka n coğrafya­
sında Müslüman h a l klar için bir u m ut ışığı olm uştur. Ba l ka nlarda Demokratik Hareket Par­
tisin i n örnekliği, yen i kurulan parti ve siyasal hareketleri etkilemişti r. Bu bağl amda SDA'ya
benzer isim ve program l a rda birçok parti kurul m uştur. SDA Balka n larda sadece bir parti
değ il, aynı zama nda bir dava n ı n mektebi görevin i görmüştür.

Ş ü p hesiz ki Aliya izzetbegoviç 20. yüzyılda islam dü nyasında, sözleri, hareketleri ve tavır­
la rıyla yekpareleşen, müstesna Müslüman bir siyasetçidir. Siyasetini; ada let, özg ü r l ü k ve
doğru l u k kavram ları özetler. O, siyaset hayatı boyunca insanı önemseyen bir l ider olmuştur.
Devletin i nsan için va r olması gere ktiğine vu rg u ya pmış, i nsanı merkeze alan bir siyaset an­
layışı gelişti rm iştir. Devleti birikim aracı olarak görmeyen, şeffaflı ğ ı ve ehliyeti önemseyen,
kimlik siyasetine karşı çıkan izzetbegoviç, c u m h u rbaşka n l ı ğ ı süresi boyunca da a kra balarını
devletten uza k tutmuş bir siyasetçid i r. Onun siyaset an layışında eleştiri, bir ayna gibi daima
va r olm uştur. Siyasi hayatı boyunca şahsına ve partisine ya pılan bütün eleşti rileri büyü k
o l g u n l u kla karşı lamış, eksik ve hata larını tartışmaya açmaktan geri d urmam ıştır (A. izzetbe­
goviç, 2003, s. 542). Hatıratında da bundan söz etmiştir.

71 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

"Ben en iyisiysem acaba diğerleri nasıl? Diye kendi kendisine sormuş ve bu sorunun ceva­

bı m hatıratında şöyle vermiştir: Heralde liderlerin bazı önemli kusurlan olması gerekiyor,

bende de yeteri kadar vardı." (lsakovic, 201 2, s. 35).

Parti içindeki m u halif gru p ların varl ığından şi kayetçi olmadığını tam tersine; bazen farklı
seslerin ve düşüncelerin duyulmasının iyi olacağını beli rten izzetbegoviç, aynı zamanda
siyasi hayatı boyunca riski seven bir lider olmuştur. Mütevaziliğini daima korum u ş ve ken­
d isine yöne l i k aşırı övgülere de a n ı nda tepki göstermiştir. SDA'n ı n bir kongresinde kendi
fotoğrafı n ı n salona asılması üzerine, "Bunu abartiii bir tevazu olarak görmeyin ama benim fo­
toğrafimm asilmasi değerierimize uygun değildir. Kahve molasmda lütfen onu kaldmn." (Gü n­
d üz, 201 3) çağrısı nda b u l u n m uş bir Müslümand ı r. Bu m i nva lde izzetbegoviç, SDA'nın bir
devlet partisi olara k değ il, daima sivil bir parti o l a ra k kalması için çabalam ıştır.

izzetbegoviç Müslüman bir l ider olara k uzun yıllar emek verip kurmuş olduğu Demokratik
Hareket Partisi ile Bosna-Hersek'i özg ü rl ü ğ ü ne kavuşturmuştur. Bu özg ü rl ü k m ücadelesi nin
ocağı olan SDA'nı n varl ı ğ ı n ı, kurucu iradesindeki ruh i l e sürd ü rmesi n iyazıyla.

Kaynakça
Cal i c, M. J. (20ı O). Geschichte Jugoslawiens im 20. Jahrhundert [20.Yüzyılda Yugoslavya'nın tarihı]. München: Verlag C.H.BECK,

Çeriç, M. (2006). Bosna Hersek Yüksek Müftüsü Or. Mustafa Efendi Ceriç ile söyleşi Tezkire, 42, sayfa aralığı?

Gündüz, S. (20ı3, ı8 Ekim). Sen gittin hüzün elde kaldı Alija Yenişafak Gazetesi, http://yenisafak.eom.tr/yazarlar/Suleyman­
Gunduz/sen-gittin-huzun-elde-kaldi-alija/40ı ı ı

Hösch, E. (2002). Geschichte der Balkaniönder [Balkan ülkelerinin tarihı]. München: Verlag C.H.BECK,

H u sic, S. (2007). Psycho-pathologie der macht, die zerstörung Jugoslawiens im Spiegel der biografen von Miloseviç, Tudjman und
izetbegovic [Psiko-Patoloji k egemenlik; Yıkılan Yugoslavya'nın aynasında n biyografiler: Miloseviç, Tudjman ve izzetbegoviç].
Berlin: Verlag Hans Schiler.

lsakovic, Z. (20ı2). Alija izetbegoviç biografija [Aliya izzetbegoviç biyografist] (çev.T. Sadak). Sarejevo: Alija lzetbegovic Müzesi.

izzetbegoviç, A. (2008). Konuşmalar (çev. F. Altun ve R. Ahmetoğlu). istanbul: Klasik Yayınları.

izzetbegoviç, A. (2003). Tarihe tanıklığım (çev. A. Erkilet, A. Demirhan ve H. Öz). istanbul: Klasik Yayınları.

izzetbegoviç, B. (20ı O). Sempozyum Açılış Konuşması, Ö.H. Özalp ve K. Gültürk (Ed.), Uluslararası Aliya izzetbegoviç Sem­
pozyumu (1 1 - 12 Ekim 2008) kitabı içinde (s. Sayfa aralığı?). istanbul: Bağcılar Belediyesi Kültür Yayınları.

Kansu, H. (201 O). Siyaset ve devlet adamı Aliya. Ö.H. Özalp ve K. Gültürk (Ed.), Uluslararası Aliya izzetbegoviç Sempozyumu
(1 1 - 1 2 Ekim 2008) kitabı içinde (s. 207-209). istanbul: Bağcılar Belediyesi Kültür Yayınları.

Koçak, M . (20ı O). Tanıdığım Aliya'dan öğrendiklerim. Ö.H. Özalp ve K. Gültürk (Ed.), Uluslararası Aliya izzetbegoviç Sempozyu­
mu (1 7 - 7 2 Ekim 2008) kitabı içinde (s. 220-226). istanbul: Bağcılar Belediyesi Kültür Yayınları.

Latiç, C. (2008). Balkanlarda gelecek tasavvuru. istanbul: i HH Yayınları.

Latiç, C. (20ı O). Batı'daki ikbal. Ö.H. Özalp ve K. Gültürk (Ed.), Uluslararası Aliya izzetbegoviç Sempozyumu (1 1 - 12 Ekim 2008)
kitabı içinde (s. 6 ı -73) istanbul: Bağcılar Belediyesi Kültür Yayınları.

Oschlies, W. (2004). Das politische system Bosnien-Hercegovinas [Bosna-Hersek siyasal sistemi]. Stuttgart: VS Verlag für Sozi­
alwissenschaften.

Öz, A. (2013, ı S Mayıs). Ömer Behmen ve Genç Müslümanlar Hareketi. http://www.m m.co.ba/index.php/tr/oezgecmisle­
ri/88ı -oemer-behmen-ve-genc-muesluemanlar-hareketi adresinden ı O Ekim 20ı 3 tarihinde edinilmiştir.

Sevil, M. (20ı O). Kadeh bağını kıran. Ö.H. Özalp ve K. Gültürk (Ed.), Uluslararası Aliya izzetbegoviç Sempozyumu ( 1 1 - 12 Ekim
2008) kitabı içinde (s. 39-42). istanbul: Bağcılar Belediyesi Kültür Yayınları.

Tek, T. (20ı ı ) . Parteianalyse der Partei der demokratisehen Aktion SDA in Bosnien. Eine parteianalyse-von der entstehung bis zur
heutigen entwicklung [Demokratik Hareket Partisi (SDA) kuruluşundan günümüze parti'nin gelişimi/ Parti analizi]. Saarbrü­
cken: VOM Verlag.

• 72
İzzetbegoviç'in
"Ahlakı, Kaderi ve Teslimiyeti"

N. Cihangir islam

l iya izzetbegoviç insa n ı n hem maddi hem de ma nevi olara k ta n ı m lanabilecek bir

A varlık olduğunu, bunun zoru n l u son ucu olarak maddeyi içine alan ve madde ötesi­
ne de uza nan b i r "dünya"sı olduğunu vu rgular. insa n l ı k tarihi boyunca insa n ların bü­
yü k bir kısmı kendi d i l lerinde/düşüncelerinde madde ve mana dediğimiz bu i ki gerçekten
sadece birini kabul etmiştir. Aynı insanların hayat prati klerin i n topl a m ı ise bu tekçi kabule
ve söyleme rağ men; gerçeklik d ü nyasında istisnasız bir şekilde, farkında olara k veya olma­
yarak bu i ki fa rklı aleme yapılan göndermeler kü l liyatıd ı r.

izzetbegoviç i slam'ın, insan zi h n i ndeki bu ya rı lmayı ve parçalanmayı ortadan kaldı ra ra k


insa n ı n bu iki fıtri yön ü n ü de ka bullenen, hatta b u n u i nsana hatırlatan, b u n u onaylaya n;
ayrıca fıtratı n bu iki yüzünü çatışt ı rmak yerine insa n ı n bütün i htiyaçlarını ve varo l u ş u n bü­
tün kategorilerini benimseyerek -hazır bir çözüm d i kte etmekten ziyade- ucu açık bir metot
sunduğunu ifade eder. islam dediğimiz bu ucu açık ve orta yol, çözüm a nlayışının aslında
i nsan fıtratında da m ü ndem iç (içkin) olduğunu savu n u r.

Materya list görü ş ü n tabiatın bir ürünü olara k değerlendirdiğ i homo sapiens ile nevi şahsı­
na m ün hasır i nsan dediğimiz muam mayı açık bir şeki lde birbirinden ayıran şey, izzetbego­
viç'e göre, i nsanın, "din" , "ahlak" , "sanat" gibi kon ulara ve "Ya ratıcıya" olan karşı kon u lamaz
eği l i m i ve bu a l a n l a rd a ki pratiğidir. Ahlak izzetbegoviç'in id rakinde "insan ı n en ça rpıcı ve
en yüksek asli d uyg usud u r'; "zaman zaman da eylemidi r'; doğrudan d i n l e i rtibat l ı d ı r ve bir
a n lamda insa n ı n Ya ratıcısı ile arasındaki fıtri bir dildir. Bastırılmamış ve yabancı laşmamış
insa n ı n zaman zaman isyan la karışık ama daima hakikat ile temas halinde olan bu fıtri yönü,
izzetbegoviç'e göre, aslında, "insa n ı n salt maddenin bir ürünü olmadığı"nın da en yalın gös­
tergesid i r.
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

izzetbegoviç'in hiçbir zaman ata let ve pasifl i k olara k nitelemediği "kader" a nlayışı nda, baş­
kald ırı ile tevekkül iki zıt kutup olmaktan çıkar ve "kader" an layış ı n ı n i kiz kardeşleri haline
gelir. "Başkaldırı da itaat de insanidir:: izzetbegoviç için Alla h'a itaat ve tes l i miyet, O'n u n d ı­
şında bütün otoritelere başkaldırmak, onları ta n ı ma m a k a n la m ına geli r. Doru k nokta budur.
işte bu "tesl i miyet"in adı, islam'dır.

Kad i m zamanlardan bugü nlere uzanan d ü nya görüşlerini, felsefeleri, d i nleri ve ideoloj i leri
izzetbegoviç ü ç ayrı başlık a ltında toplar:

Bu d ü nya görüşleri nin birincisi "Batılı termi nolojideki religion anla m ıyla d i n i '; bir diğer de­
yişle ve d i l i m izde ku l lanılan şekliyle maneviyatÇI veya ruhçu d ü nya görüşüdür. Bu a n l a m ıyla
"dini" görüş açısından i nsandaki asli ve yegane va r l ı k ruhtu r. izzetbegoviç'e göre bu manevi/
dini unsur insandaki ve insana özgü şuur ile bir müteka biliyet içerisindedir. Burada m ane­
viyatç ı l ı k olara k ifade edilen din teri m i n i n Batı edebiyat d i l indeki religion teri m i n i n karşı l ı ğ ı
olduğu v e materya l izm karşıtı bir a n lam taşıd ığı di kkatlerden kaçm a m a l ı d ı r. izzetbegoviç
idea l izmi, Doğu gelenek/din lerini ve H ristiya n l ı ğ ı da bu silsile içerisinde değerlendirir.

i kinci dü nya görüşü olan materya lizme göre ise i nsan maddeden ibarettir, maddenin ü rü­
n ü d ü r ve insanda madde dışında hiçbir varl ı k yoktur. Maddeden i baret bir va rlık a nlayışın ı n
teka bül ettiği yegane va rl ı k v e tek haki kat ise tabiattır. izzetbegoviç materya l ist felsefeleri
ve Yahudi ideolojisini bu silsile içerisinde değerlendirir.

Bu iki d ü nya görüşünden birincisi olan ruhçu-ma neviyatçı dü nya görüşü insanda madde­
nin teza h ü rü olara k tanımlanabi lecek olan zoolojik tarafı inkar eder, yok sayar veya bunu bir
eksiklik o larak değerlendirir. Diğer ya nda materya l izm olara k isimlendi rebileceği m iz mad­
deci görüş ise insa n ı sadece tabiatın bir ürünü olara k değerlendirdiğ i için i nsanın a h laki ve
ma nevi tarafın ı izah etmekte temelsiz, yetersiz, hatta isteksiz kalır veya bun ları i n ka r eder.
"Ma neviyatçı görüş açısından hayvan i tarafı mız bir kusur olarak adeta aşağ ılan ı rken; mad­
deci görüş ru h u yok sayarak aslında sadece ruhu değil insanı da i n ka r etmiş o l u r:'

izzetbegoviç, bu ikiciliğin yan i madde ve ruh düafizminin insa n ı n en köklü d uyg usu oldu­
ğunu vurg u l a r. Felsefi d üşü nce tarihinde ruh ve madde o l a ra k birbirine indirgenemeyen
i ki cevherden, iki farklı alemden, i ki ayrı d üzenden bahsed i l i r. Bunların her biri üzerine i nşa
edilen düşü nceler tek tek i ncelendiklerinde kendi içlerinde mantıklı, tutarlı ve açıklayıcı bi­
rer sistemdir. i nsanların hayatı hem maddi hem de manevi yönleriyle dualistik bir şekilde
yaşamaları na rağmen bütün büyü k felsefeleri n ve d üşünce ekallerinin monist (tekçi), kısaca
ya maddeci ya da ruhçu olduklarını ifade eder. Bunun nedeni ise felsefenin bu i kiciliğe karşı
ta hammü lsüz olmasıd ı r. Ancak d üşüncenin hayata hakim olamayaca ğ ı n ı, hayatın prensip,
uyg u lama larıyla ve olgula rıyla düşü nceden çok daha yüksek bir a n l a m ı olduğunu ifade
eden izzetbegoviç bu tekçi yaklaş ı m ı n çok bir şey ifade etmediğinin ve edemeyeceği n i n
üzerinde durur.

• 74
İzzetbegoviç'in "Ahlakı, Kaderi ve Teslimiyet( •

i n sa n ı n maddi ve manevi i ki gerçek içerisi nde b u l u nd u ğ u n u, insan düşüncesiyle b u n u i n ka r


etse d a h i hayatı kendi d üşü ncesi s ı n ı rları i ç i n e sıkıştı rm as ı n ı n veya sığdı rmasın ı n m ü mkün
olmadığını ifade eder. i zzetbegoviç'e göre " hayat, onu ne kadar a n i ayabildiğim izle, ne ka­
dar kavrayabildiğim izle sınırlandırılabi lecek bir fenomen değ i l d i r. Hayat b u n l a rdan bağım­
sız bir h a kikatti r:'

islam'ı bu iki tarafın bir sentezi olarak açıklamak da eksik bir ta nım o l u r. islam bu düaliz­
mi a n lamak, kabullenmek ve yen m e k yol u d u r. Bunun bir Müslüman zihni ndeki karşılığı ise
"tevhit"tir.

Ş u n u da ekler: "Materyalizm gibi ru h ç u l u ğ u n da kitlelerin yoğ u n ilgi ve sevg isine u laşabil­


meleri, öncel ikle i nsanların çoğ u n u n bun ların gerçek a n lamlarını bil memeleriyle bağlan­
t ı l ı d ı r:' Kısaca izzetbegoviç, i nsanı açıklamakta yetersiz kalan maneviyatçı ve materyal ist
dü nya görüşlerin i n yanı nda islam'ı üçü ncü görüş ve insanı hakikate götüren orta yol olara k
tan ı m l a r.

insa n ı n bu i ki ta rafı son uçta i ki temel saik ile kendi lerini ifşa eder. Bunlar ru h u muza a it "vazi­
fe" d uyg usu ile maddi tarafı m ıza a it "menfaat"talebidir. Bu i ki kavram birbirleriyle m u kayese
edilemez. Ahia kın temel kavra m ı olan vazife h içbir zaman menfaatçi değ i l d i r; menfaatin ise
a h iakla bir i lişkisi yoktur.

"Adalet m ü cadeleleri ve bu u ğ u rd a ki fedakarl ı k örnekleri biz i nsanları n daima kalplerini fet­


hetmiştir. Yan g ı n yerinde alevlerin içerisine dalan ve kucağ ında ölmüş bir çocukla dönen bu
insa n ı n bu hareketi, bu 'başa rısız' sonuca rağmen bizler için, hepimiz için değerlidir. Ancak
insa n ı n bu hareketi ne rasyonel l i kle ne de fon ksiyonel l i kle a ç ı klanamaz. Eğer bu hare ket
değerli ise biz a rt ı k maddeden, rasyonellikten, menfaatten çıkmış, başka bir a lemden bah­
sediyoruz demektir:'

izzetbegoviç'e göre "insan a h l a ken ta rafsız olamaz. Her hareketinde ya gerçekten a h l a k l ı d ı r


y a da sahte a h laklıdır. Ç o ğ u z a m a n d a , hemen hepimizde o l d u ğ u gibi, i kisi birdendir:'Ta rih­
teki en gaddar yöneticiler bile ya ptıkları bütün kıyımları, adaletsizlikleri, z u l ü m leri, onları
buna zorlayabilecek bir otorite olmadığı halde, ahlaki bir gerekçeye dayandırmak gayreti
içine g i rmişlerdir. Bu tip uyg u lamaları meşrulaştırma k adına bazen "ihanet;' bazen "to p l u m u
kara n l ı klara götürmek" gibi gerekçelerin s u n u l ması; kon u m u ne o l u rsa olsun h içbir insa n ı n
a h l a k m a h kemesinden kaçamayacağ ı nın ve "tasvip edilmeye" i htiyaç duyd u ğ u n u n e n açık
delilidir. Nası l sahte para, değerin i daima hakiki paraya borçlu ise sahte ahlak da daima ha­
kiki a h i a k ı n kıymetinden bahseder. Kısaca insa n ı n a h l a kı hayatından, hatta g ü ndeminden
çı kartması mümkün olamamaktad ı r.

A h l a k açısından dış gerçeklerin h içbir a n lamı yoktur sadece iç d ü nyamız bizlerin h a kiki bir
özg ü rl ü k a la n ı d ı r. Zengin-fakir, a l im-ca h i l, bun ların hepsi iç d ünyalarında tam bir eşitl iğe
sah i ptir. Burada niyetler ve istekler özgü r bir ortamdad ı r. Herkes iyi l i k ya pabilme i m ka n ı na

75 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

sahip değ i l d i r ama iyi liği istemenin önünde hiç kimse için h içbir engel yoktur. Haksızl ı kları
düzeltemeyebil iriz ama haksız l ı ktan nefret edeb i l i riz. Bunu bizim iç dü nyamızda engelleye­
bi lecek bir g ü ç yoktur.

A h l a k fii l i n kendisinde değ il, istekte ve niyettedir. Bir niyet h içbir zaman gerçekleşmeyebilir
ama o ka I pte gerçekleşmiştir ve i nsanın hakikati budur. H a l b u ki güçlü bir şekilde gerçekleş­
tirdiğimiz ve iyi olarak değerlendirilebilecek birçok fii l i m izin bizim iç d ü nya m ızla ve niyetle­
rimizle hiçbir ilişkisi olmaya b i l i r.

"insan, ya ptığı değ i l öncelikle istediği ve meylettiği şeydir. Dolayısıyla a h l a ka uyg u n l u k


doğru ha rekette değil doğru niyettedir. A h l a k hareket tarzı değ i l istektir. Yoksa m ide hasta­
l ı ğ ı ndan ötürü az ve di kkatli yemek yiyen biri itidal örneği sayı l ı rdı:'

i nsan ı n iç dü nyası m uazzam şekilde engindir. En alçakça ve en iğrenç ci nayetleri işleye­


bilen i nsan en u lvi fedakarlı klara da yatkı n d ı r. Bu i ki türden şeyi biz aynı i nsanda da göz­
lem leyebil mekteyiz. En gaddar yaratıkların bir gecede evl iya/aziz nite l i k l i i nsan lara dönü­
şebilmesi hem hafızal a rımızın hem de edebiyatın u nutulmazları olabilmekted i r. Bu adeta
i nsan ru hunda a n iden oluşa n bir k ı p ı rdanmadır. i nsan r u h u n u n derinli klerine temas eden
bir şey insanı bir anda dönüştürür. B u n u n herhangi bir terbiye yöntemiyle, bir süreçle, bir
etkilenmeyle iza h ı yoktur. H a kiki bir terbiye de insa n ı n davra n ışlarını değişti rmeyi değ i l, iç
d ü nyasındaki m u h a kemeyi, iyi nin ya nında tutum al mayı ve bu tutu m u n u korumayı hedef
a l ı r. Dolayısıyla iyi ve asil ru h l u i nsanlar suça b u l aşabilirken içieri çorak, a h laken bomboş
i nsanlar iyi davra n ışlar sergileyebilirler, örnek vatandaşlar olabilirler. işte bu nedenle ada let
de iki türlüdür: beşeri ve i l a hi adalet.

"insa n ı n büyü klüğü iyiyi istemesinde de değ i l, iyi ve kötü a rasında seçim yapa bil mesinde­
dir. işte insa n ı n bu seçimini engelleyen her şey insanı a lça ltır. Ben iyiyi istemedi kçe iyi diye
bir şeyin gerçekleşmesi m ü mkün değildir. iyi de olsa yaptı ğ ı m her şey ancak bir davra n ı ş
olara k kal ı r. B a n a zorla ya ptırı lan hiçbir i y i şeyin de i y i ile a l a kası yoktur. Ç ü n kü iyi nin ö n
şartı özg ü r l ü ktür v e özg ü rl ü k i s e z o r ile bağdaşmaz:� " D i n d e zorlama yoktur" kura l ı aynen
ahlakta da geçerlidir. Zorla a l ı ştırma yöntem leri iyiyi em poze ettiğinde bile gayria h l a ki ve
gayri insanid i r. Hiç g ü nah işlememek i l e karşılaştırıldığ ı nda, g ü na h işleyip tövbe etmek
daha insanidir.

Da h i l i özgürlüğü müz ve özg ü r tercih i m iz reddedildiğinde a h la k da redded ilmiş, ortadan


ka l d ı r ı l m ı ş o l u r. Fizik için mekan, miktar, ağırl ı k, yoğ u n l u k ne ise ahlak için d a h i l i özg ü r l ü k
odur.

Akıl meka n ı, m i ktarı, ağırlığı ve yoğ u n l uğ u idrak eder; ancak dahili özg ü rl üğ üm üzü kavra­
yamaz. Ahlak ile a k ı l da burada ayrışmaya başlar. "Da h i l i özg ü rl ü k a k ı l dışı bir kategoridir:'

Akıl tabiatı, mekanizmayı ve hesabı keşfeder ve her şeyi tabiata indirger. Sonuçta tabiatta
nedense l l i ğ i bulduğu gibi insanı da sadece acı ve zevk ile iza h etmeye gayret eder. A l l a h'ı

• 76
İzzetbegoviç'in ''Ahlakı, Kaderi ve Teslimiyeti" •

i l k sebebe, ru h u psykheye, sanatı da esere ve tekniğe indirgeyen meka n izma ayn ı düşünme
meka n izmasıd ı r. Halbuki ayn ı cüm leden olan akıl, b i l i m ve tabiat ahlaken iyi ve kötü arasın­
da bir ayrı m ya pamaz; tıpkı sanatsa l bir kitap ile boyalı neşriyat arası nda yapamadığı gibi.

iyi ve kötü, g üzel ve çirkin aklın, bilimin ve tabiatın bünyesinde mevcut değ i l d i r. Fransız i h­
tilali'nin üç i l kesi olan "eşitli k-özg ü r l ü k-kardeşlik" ne akıldan ne de bilimden türetilebi lecek
şeyler değ i l d i r. B u n l a r manevi insanın özlem leridir. Akıldan ve bil i mden b u n l a r yerine olsa
olsa "hiyerarşi-disipli n-düzen-anonimlik" gibi u md eler çıka b i l i rd i .

Hepimizin iç dü nyasında yaşadığı akıl-vicdan çatışmasını herhangi bir yöntemle bir çözü me
u laştı rmak m ü m kün değildir. Çünkü bunlar iki ayrı a leme; tabir caiz ise a rza ve semaya ait­
tir. Aralarında ne mantıki ne de matematiksel bir i l işki kurulamaz. B u n la r m u kayeseye ta bi
tutulamaz. Victor H ugo'nun Sefil ler'indeki Jean Valjean'ın kararı aklın a paçık bir mağlubiyeti
o l masına rağmen, aynı za manda insanın eşsiz bir zaferidir. Bu karar hiçbir zaman a klen izah
edi lemez, mantık da burada aciz kal ı r; ancak "bütün insanlar sessiz tasvi pleriyle onun bu
eyleminin tarafı n ı tutarlar".

Ötanazi (eutha nasia) yani kolaylaştırılmış ö l ü m, öjenik (eugenics) ya ni i nsan ırkı n ı geliştir­
meye yönel i k kısı rlaştırmalar, kü rtaj ve benzeri uyg u lamalar teknik yön leriyle b i l i m i n ko­
n usu dahili nde olsa la r da b u n ların uyg u lanmaları a h l a ki meselelerdir. i nsan burada yine
eze l i ç ı kmazı i l e karşı karşıyadır: bir yanda menfaat, diğer yanda manevi buyruk. Bilim ne
kadar ilerlerse i leriesin bu soruların ceva b ı n ı veremeyecektir. Bilim insa n l a ra değer ölçüsü
gösteremez, o a nca k b u n la rı n tek n i k yön ü n ü geliştirebi l i r, daha h ızlı, daha az riskli ve daha
ekonom i k yöntem leri keşfeder.

"Din o l masaydı biyoloj i k hayatı insan seviyesine çıkarta n değerler birer b i l i nmeyen olara k
kalacaktı. D i n u lvi bir başka a l e m i n mahiyeti hakkı nda; a h l a k ise b u n u n hayatta ki a n l a m ı
hakkında bilgidir. A h l a k a n c a k d ine daya n d ı rılabi l i r; din o l m a d a n ahlak olamaz. Ahlak dav­
ra nış kura l larına dönüştü rü l m üş dindir:'

Ahlak yasaktan doğmuştur ve yasak ise d inid i r. Ahlak daima i nsan tabiatı n ı n hayva ni iç­
g ü d ü lerine karşı s ı n ı rlandırıcı veya önleyici yasaklar getirir. Bu d u rumda hiçbir yasak ahlak
bakımından a n lamsız değildir. Hatta bir yasağ ı n a kla uygu n bir a n l a m ı da olabi l i r; a nca k
fayda l ı olmak a h ia kı n amacı değ i l d i r.

Ahlak tabi at ile ahenk içerisinde bir hayat da değildir; hatta a h l a k çoğu za man tabiata karşı
koyan, tabiatı n belirlediği kura l la ra kafa tuta bilen bir hayatt ı r denebi l i r. Bu d u ru mda hem
a h l a k hem de insan a k ı l d ışı, gayritabii ve ta biatüstüd ü r. Tabii i nsan ve tabii ahlak d iye bir
şey yoktur. Tabiatın sını rları içerisindeki insan a ncak akıl la donatılmış bir hayvandır; tabiatın
s ı n ı rları içindeki a h l a k da benci l l i ğ i n a kl i, ayd ı n la n m ı ş ve süslenmiş bir şeklidir.

Bir yanda samimi bir dindar fakat ahlaksiz bir kişiyi; diğer yanda ise samimi bir ahlak sahibi
fakat dinsiz birisini düşünmek mümkündür. Engizisyoncu n u n da dininde samimi olduğu

77 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

u n utulmama l ı d ı r. Bilgi ile uygulama arasında tutarsız l ı k hayatın her sahasında old uğu gibi
bu rada da m ü m kü n d ü r. imandan arnele geçiş sırasında bir belirleyici i lişki olsa da bu zo­
runl u l u k olara k teza h ü r etmiyor. Kur'an-ı Kerim en az e l l i yerde "iman edip sal i h arnellerde
b u l u n u n" demektedi r. Ya ni hem iman edin hem de salih arnel lerde b u l u n u n diyor. i ma n
ettiğinizde s a l i h arnelleriniz de bir zoru n l u l u k olarak kend i l iğ i nden g e l i r demiyor. Ve sa l i h
arnellerde de b u l u n u n diyor. "Sevdiğiniz şeylerden infak etmed ikçe i m a n etmiş o lmazsınız:'
diyor. Ya ni iman et ki iyi insan olasın demiyor; iyi i nsan ol ki iman etmiş olasın diyor. islam,
iman ile ah la kı bir bütünün iki yön ü olara k değerlendi riyor.

Ah la kı i nka r etmenin bir d iğer yol u da akl i i n ka r denen ve ah la kı fayd a l ı ve hoş şeyler yap­
maya indirgeyen tutum d u r. Burada vazife-menfaat ka rşıtlığı ortadan kal ka r ve a h iakın ba­
ğ ı msız pozisyonu i n ka r edi l i r. "iyi ve kötü" yerine "zevk ve acı" ikame ed ilir. Faydacı a h l a k
tabiat s ı n ı rları v e benci l l i k içerisinde k a l ı r v e menfaatten öte hiçbir hedefi yoktur.

H a l b u ki faydacı a h iakın bu materyalist görüşleri i nsanların ahlak hakkı ndaki tecrübesi ile
tamamen çelişir. Asl ında a h laki davranışlar genelde insana hoş gel meyen hatta zor gelen,
bazen de acı veren davran ışlardır. Ahlaki davra n ışların a lıştı ğ ı m ız a n lamda a kla uyg un, fay­
dalı ve zevkli tarafları yoktur. Fazilet eğer i nsan lara maddi fayda sağlasaydı zeki h ilekarlar
birer fazilet örneği o l a ra k ka bul görü rlerdi. Haşa, eğer A l l a h yok ise suçun fayda sağ ladığı­
na da ra hatça h ü kmedilebilirdi. Faydac ı l ı k ahlakını menfaat ve akıl üzeri ne teme l lendirmek
m ü mkünken hakiki ahlakı akla veya menfaate daya ndı rma k/indirgemek m ü mkün değ i l d i r.

Çocuk ku rta rmak a macıyla ya nan bir eve g i ren adamın bu hareketi n i menfaate bağ lamak
m ü m kü n o l u r m u ? Ancak özel bir manada o l u r. Eğer vazife a nlayışı icabı iyi l i k adına hare­
ket etmek herkesin hatta kendini feda edenin de en yüksek menfaati ise böyle bir hareketi
menfaate bağ lamak m ü m kü ndür. Bu an layış çerçevesinde fedakarl ı k ve menfaat bi rbiriyle
çatışmaz. Fakat bu radaki menfaat bilinen anlamda menfaat değil m utlak a n lamda a h laki
menfaattir. O zaman alelade menfaat ile a h laki menfaat a rasında bir ayrım ya pmak için sı­
nırlanmış olan bu d ünya ile e bed i öbür d ü nya a rasında bir ayrım yapmak zoru n l u l u k h a l i n i
a l ı r. "Ancak v e a nca k öbür d ünya n ı n mevcud iyeti şartıyla fedaka r l ı ktan kendi menfaatine
uyg u n bir ha reket olara k bahsed ilebi lir. Bu olmaksızın a rada aşılması m ü mkün ol mayan bir
sınır va rd ı r, o da hayattır:'

"Hakiki a h la k ile en çok ka rıştırı lan davranış biçi mi sosyal davranıştı r. Sosyal davranışın en
m ü kemmel örnekleri hayvan koloni lerinde b u l u n u r ve neticede sosyal faydada bireysel fay­
danın yerine kolektif fayda geçmişti r:' Sosyal davranış neticede menfaate daya l ıdır, a h la ki
davran ışın ise menfaatle ilgisi yoktur. Sosyal davranış kolektif bir bencillik adı na, a hlaki dav­
ranış ise vazife adına yapılır. Sosyal davranış faydaya, hesaba, disipline ve akla dayanır; a h la ki
davra n ış ise ancak ve a ncak Allah adına yapılır. Sosyal davranış bütün insa n l ığ ı içine alan bir
anlayış olmayıp bir grubu n, bir s ı n ıfın, bir u lusun, bir topl u l u ğ u n kısaca içine kapa n m ış ben-

• 78
İzzetbegoviç'in "Ahlakı, Kaderi ve Teslimiyeti" •

cil bir topl u l u ğ u n menfaatidir. Yen i çağın u l us devletler tarih i ve özell i kle emperyal izm tarihi,
genel menfaatin a paçık cinayet ve katliam mahiyetini a labildiğine dair örneklerle doludur.

Faydacı ah la kı savunanlar"ahlakın buyru klarına kimsen i n uymadığı bir zamanda buna uya­
cak herhangi bir kimse a kla ters hareket etmiş o l u r" demektedirler. Bu, faydao/ik açısından
son derece tuta rlı bir tespittir. B u n u n la birlikte hakiki bir ahlak olmadığının, sadece siyase­
tin gereçlerinden biri olduğunun da tescilidir. Ahlaki davra n ışa ka rş ı l ı k l ı l ı k prensibi koymak
a h laka izafi bir değer vermek yan ı nda onu şartsız bağlayıcı prensibinden de ayırmaktır.

Faydacı a h la k sonuçları iyi olan davranışları a h laki, sonuçları kötü olan davra nışları ise gay­
ria hlaki olara k vasıfl a n d ı rm ıştır. H a l b u ki hakiki ahlak sonuçlarla değil sadece niyetlerle i l g i­
lenir. i nsandan beklenen iyi niyeti n yanında gayret ve çaba d ı r ve olayın a h l a ki yönü burada
biter. Sonuç ise Allah'ın elinded i r.

insa n ların sözlü tercih leri ile fi ili davra nışları a rasında çoğ u kez bir uyumsuzluk b u l u n u r.
Hayatta dindar olan bazı insanların a h l a ken bir materyalist gibi old ukları n ı; diğer yanda ma­
terya l ist bazı insanların azizvari bir biçimde her türlü fedakarlığa hazır olduklarını görü rüz.
Çünkü inançları m ız ile davra n ışlarımız arasında bir otomatizm yoktur, arada irade denen bir
km/abi/me bölgesi vard ı r. Davranışımız ve ahlakımız hayat felsefemizin bir fon ksiyonu de­
ğ i l d i r daha ziyade çoc u k l u kta a l ı n a n terbiyenin bir sonucud u r. işte materyalistin bu ahlakı
dindir. Kendi d i n i deği lse bile ona a kta r ı l m ı ş olan bir dindir. Terbiye üzerinden a h l a k a l ı n m ış
ancak din a l ınamam ıştır. Dinin terked i l mesinden sonra a h iakın da terkedi l mesine doğru
sadece bir adıma ihtiyaç vardır; a ncak bazı insanlar bunu hiçbir za man atmazlar. Sonuçta
din dışı insanın a h l a k l ı olmasın ı n kaynağı da d i n d i r; a ncak bu insa n ı n bundan ha beri bile
yoktur. Bunu aileden, çevreden, kültürden ve fıtratından a l ı r.

Ahlaklı ateist olsa dahi bir ideoloji olarak ahlaklı ateizm ol maz. Ateizm ah la kı temel iendire­
bi lecek altyapıya ve donanı ma sah i p değildir.

Özetle:

- Din olmadan p rensip ve fi kir olara k ahlak olamaz.

- Pratikte ise bir di nsizin ahlaklı, bir dindarın da a h l a ksız olması m ü m k ü nd ü r.

- Pratik a h l a k l ı l ı k d inden uzaklaştıkça g üçsüzleşecekti r, çora klaşacaktır.

- Ateizm esası üzerine herhangi bir ahlak d üzeni kuru lamaz.

- Ateizm a h la k l d ı ğ ı ve onun basit şekli olan sosyal disiplini be rtaraf edemez.

- Ateizm mevcut sosyal ahlak biçimleri n i toplum ol uşturmaya teşebbüs ettiğinde fayda l ı
g ö r ü r v e kullanır.

- Ahlak dinin ö b ü r halid ir.

79 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

"Ta biatın determ i n izmi, insanın ise kaderi vard ır:'

Hayatım ızı bütünüyle gözden geçirdiğimizde dü nyaya gelişimiz dahil, i rademizle oluşa n
şeylerin oldukça s ı n ı rlı, i rademiz d ı ş ı n d a olanların i s e h a d d i hesabı olmad ığını görüyoruz.
Bizim kendilerine h içbi r şekilde etki edemediğimiz gerçeklerin üzerimizde m uazzam etkile­
ri olabil mektedi r. Dü nya ve evren hakkındaki bilgi lerimiz a rttıkça kaderim ize h içbir za man
h a ki m olamayaca ğ ı m ız hakkı ndaki bilincimizde a rtmaktad ı r. Kontrolü müz altında b u l u­
nanlar diğerleri yan ı nda neredeyse hiç mesabesindedir.

i nsan ile d ü nya belirli bir ora n içerisinde değ i l d i r. i nsan ve onun hayat süreci, i nsan ı n çektik­
leri d ünyada o l u p bitenler için bir ö l çü birimi değ i l d i r. insanın daimi g üvensizli ğ i n i n a ltında
da bu durum yatar.

Bunların i nsanı içine çektiği duygusal durum sonucu nda, i nsan bir yol ayrı m ı na gelir: isyan,
yeis ve kötümserfiğe gidebileceği gibi Al lah'a ve kodere teslim iyete de u laşabilir.

"islami, a h la ki, tı bbi, sosyal bütün kura l lara elimizden geldiğince riayet etmemize rağmen
i rademizin d ışında meydana gelen olaylarla m u kadderat ı n içiçeliği sonucu nda, bedenen ve
ruhen ıstırap çekmemiz m ü m kündür:'

"içinde b u l u n d u ğ u m h a l i n değişmesi için uğraşabiiirim ancak öyle h a l ler vardır ki tarafım­


dan değiştiril mesi m ü mkün değildir. i nsan d ünyada ıslah edilebilen her şeyi ıslah etmelidir.
Fakat bundan sonra da çocuklar h a ksız yere öl meye devam edecekler. M ü kemmel bir top­
l u mda bile . . . (K. Jaspers). Adaletsizlik ve ıstırap ne kadar çok s ı n ı rlandırı l m ış olu rsa olsun,
yine de rezaletler yaşanmaya devam edecektir (Ai bert Camus) . Sonuçta ferdi ada let varl ı ğ ı n
şartları içerisinde h içbir zaman tatmin edilemez:'

Bu noktada ayn ı i kileme birbirine zıt iki cevap ortaya çıka r: Allah'a tes l i miyet ve isyan. Kade­
re tesli miyet, kaç ı n ı l maz o l a n büyük i nsani ıstıraba dokunaklı bir ceva ptı r. Kadere tesli m iyet
hayatı olduğu gibi idrak etmek ve her şeye sabır ve tah a m m ü l etmeğe bilinçli bir şekilde
karar vermek demektir.

"Bu noktada islam, Avrupa felsefesi n i n sığ iyimserliğinden ve dü nyayı 'mü m kü n olan bütü n
d ü nyaların en iyisi' olara k gösteren safdilane h i kayesinden esaslı bir şekilde farkl ı d ı r:'

Teslimiyet kötü mserl iğin ötesi nden gelen bir u muttur. Güçsüzlük ve g üvensizli kten kaynak­
lanan teslim iyetin kendisi yen i bir kuvvet ve güven kaynağı o l u r. Alla h'ın takd irine i nanç
öyle bir güve n l i k h issi verir ki başka hiçbir şey onun yerini alamaz.

Teslimiyet hiçbir yönüyle bir pasiflik, ata let, seyirc i l i k ve edilgenlik a n lamına gel mez. Kadere
fii len teslim olmak söz konusu değ i l d i r. Bizim kaderle olan ilişkimizin a h l a ki bir a n l a m ı var­
dır. Bu teslimiyet insa n ı n bir bütün olara k dü nyaya ve kendi faa l iyetlerinin sonuçlarına karşı
iç tutu m udur. Bu noktada kaderi kabul etmek kendini en büyük a n lamda özg ü r h issetmek­
tir. Bu özg ü r l ü k kaderi yerine getirmekle, kaderimizle a h e n k içerisinde olmakla hatta kade-

• 80
İzzetbegoviç'in ''Ahlakz, Kaderi ve Teslimiyet( •

rimizi sevmekle kaza n ı l ı r. Her şeyin akı beti elimizde değ i l d i r. i nsana ait olan gayret etmek
ve u ğ raşmaktır. Sonuç Al lah'ın el indedir.

Tes l i miyet hayatın anlamsızl ı ğ ı ndan, çözü lemezliğinden insani ve onurlu tek çıkış yol u d u r.

Tes l i miyet alelade bir insa n ı n kend i n i kahraman gibi hissetmesi veya vazifesin i yapm ış,
akı beti ne de razı o l m u ş bir şehid i n zih niyetidir.

Bu teslimiyeti n adı islam'dı r.

izzetbegoviç hayatı boyunca içinde bulunduğu ağır topl u msal ve siyasal şartlar karşısın­
da söyledi klerine ve yazd ı klarına sad ı k ka labilmiş, tuta r l ı l ı k açısından da çetin sı naviara
rağmen sağ lam d u ra b i l m iş, a ğ ı r bedeller ödemek zorunda kalmış güçlü bir şahsiyettir. Bu
öze l l i kler onu sadece bir düşü nce adamı veya siyasi bir fig ü r olara k kabul etmekten ziyade,
b u n lara ilaveten, nebevi çizg i n i n önemli bir takipçisi olara k değerlendirmemizi haklı kılar.

Bir kez daha onu ra hmetle a n ıyoruz.

81 •
Aliya İzzetbegoviç Düşüncesinde
Din ve İslam

Aliye Çınar Köysüren

Giriş

Aliya izzetbegoviç'e gore Doğ u ve Batı düşü ncesi birbirinden farklı i ki paradigmadır. Dola­
yısıyla da Doğu ve Batı iki ayrı d ü nyad ı r. Ancak islam, bu iki farklı l ı kların bi leşkes i ve sentezi­
d i r; dahası kendi içinde özgü n ve otantik bir yapıdır.

Aliya düşüncesinde din (rel igion), daha ziyade Batı d üşü ncesini çağrıştı rır ve ş u u r veya bi­
linç odaklı bir a n l a m d ünyas ı n ı berbarinde taşır. Oysa islam, tesl i miyet merkezli bilgi-değer
ve va rlık paradigmasını kapsar. Kültür, medeniyet, a h l a k bu tasavvurun uza ntıları veya söz
konusu bütüne götüren ta l i yolların adıdır. Öte yandan uygarlık, eğitim ve teknoloj i ise din
düşü ncesinin sonuçla rıd ı r. Din olara k islam'ın m ü mtaz öze l l i kleri olan değer varlığı insa n ı
ve sonuçta madde ve ruh bütü n l ü ğ ü n ü yüceltir. Din ise b i l inç, i n a n ç (belief) ve maddde
tassavvuru üzeri nden varlık gösterir. Böylece bi lgi, i nanç ve iman üçlüsü farklı a n l a mlarla
bu iki paradigmada öne çıkar.

Aliya izzetbegoviç, Doğu ile Batı Arasında islam, kita bında Batı medeniyetinin felsefi temel­
lerini büyük bir vu kCıf i le ortaya koymuştur. Çal ışmasında öze l l i kle d iya lektik materya l izm
ile kapita l izmin insan şahsiyetini yok sayan parametreleri ni açığa vurmuştur. Buna karşı­
l ı k islam, insan şahsiyetin i o luşturan, koruyan ve geliştiren istisnai bir mesaj d ı r. Zira i nsan
şahsiyetini küçü ltme ise meta laştı rma n ı n diğer adıdır. Bu a k ı m la r birer düşünce biçimidir.
Zamanla bu düşü nceler insanı meka nik bir yaşama tutsak etmiştir. Oysa Kur'an edebiyat
değil, hayattır; dolayısıyla ona bir düşünce tarzı değ i l, bir yaşama tarzı olarak bakı l m a l ı d ı r.

Aliya'ya göre, Batı ideoloj ilerinde yen i bir a h l a k a n layışı b u l u nmamakta, fakat "tabanda yen i
m ü nasebetleri n ya nsıması" d iyerek top l u m larının ana nevi (geleneksel) ma nevi değerleri ni
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

ve bilhassa kanaatka rlık ve büyüklere saygı tutu m u n u devra l ı p, kendi h izmetlerinde kullan­
maktadırlar: Ç ü n kü kanaatkarl ı k, bu ü l kelerdeki düşük hayat sta ndard ı bakımından onlara
uyg u n gel iyor; büyüklere saygı ise kolayca daku n ulamaz bir özellik olan i ktidara saygıya
dönüştürü l m üş b u l u n uyor (izzetbegoviç, 2008, s. 1 6- 1 9).

izzetbegoviç'e göre, ü ç dü nya görüşü va rd ı r: maneviyatçi (dini), materyalist ve islami d ü nya


görüşü. Buradaki din tabirinin islam ile ayrı olara k ele a l ı ndığı ve aradaki farkl ı l ı k bu makale­
n i n temel konusudur. Yaza rın dini dü nya görüşüne yüklediğ i a n lam "Yegane veya esas va rlık
olarak ruhu esas alan d ünya görüşü"d ü r. Bunun zıddında materya l ist dü nya görüşü vard ı r
ki "yegane veya esas va rlık olarak maddeyi esas alan d ü nya görüşü" d ü r. islam i s e " r u h ve
maddenin bir arada a l ı ndığı d ü nya görüşü"d ü r.

Sonlu ve Sonsuz Boyutuyla i nsan

A liya izzetbegoviç, bu ayrım ve sentezle insan ve Müslüman kişiliğin ortaya çıkışını a n ım­
satır. Ona göre i nsan, çift yön l ü d ü r. Bir yön üyle semaya diğer yönüyle dü nyaya aittir. Diğer
dü nya görüşleri ise insa n ı ya semaya ya da d ü nyaya hasretmektedi r ve bu yönüyle eksiktir.

Maneviyatçı ola n ı n temelinde yaratma; materyalist olanda ise teka m ü l inancının yattığını
ifade edebi l iriz. Aliya izzetbegoviç, islam'ın iki kutuplu birliğini ele a lıyor. islam insanın hem
semavi hem de d ünyevi yön ü n ü yaratılışına da uygu n o l a ra k kabullenip i nsana bu a nlayışa
göre h itap ediyor ki işte islam'ın fıtrat d i n i olması n ı n sırrı da burada yatmaktadır.

Ütopya-dram ikilemi Al iya için önemli iki kavram d ı r. Ütopya hayalde, imaji nasyonda ve ka­
fa larda bir d ünya tasarlar. Aliya'ya göre ütopya, "insani olanı, insani olmadan; ilahi ola n ı da,
i l a hi o l madan kabul etmeye çal ışarak kuru l m a k istenen bir d üzendi r'� Drama ise buradaki
durumu adeta performansla sahnede sergiler ve ahlaki olan yoktur. i l ki nde bi reyden, i kin­
cisinde a h la ktan söz edilemez.

"insa n l ığ ı n ta rihi boyunca iki temel eği l i mi n, ütopya ve dramı n, söz konusu old u ğ u n u söy­
l üyor Al iya:� Ütopya n ı n içeriğini b i l i m-teknik gibi kavramla rın; d ramı n içeriğini ise hayatın
o l uşturd u ğ u n u belirtiyor. Ütopya da dram da, Aliya tarafı ndan yen iden biçimlendiril iyor.

Bilge kra l, kavra mları bu şeki lde yeniden anlam landırmasıyla, modern düşünceni n teorik
olana tutuklu ka l d ı ğ ı eleşti risine ya klaşır. N itekim modernite eleşti rmen lerinin, praksisi ve
pratik h ikmeti (phronosis) öne ç ı karması, salt teorinin a ksad ığ ıyla i l g i l i bir kon uyd u. Al iya
da, islam'ın eylemde bilgelik, bi lgide eylem zorun l u l u ğ u kısacası şahsiyet sahibi bi rey ve
b u n u n gerçekleşmesi için zorun l u u ğ ra k olan a h laka d ikkat çeker.

Al iya izzetbegoviç bu iki kavra m ı n sentezinin, islam'da z u h u r ettiğ i n i ifade eder. islam, bi­
reyi ve a h lakı yen i bir bileşkede sunar. Bu m uazzam yapıda, sonlu ve sonsuz, yan i d ü nya
ve a h i ret birbirini gerektirir. Sahne, fan i ve ebed i d ünyadır, a ktör ise ö l ü m l ü ve ölü msüz

• 84
Aliya İzzetbegoviç Düşüncesinde Din ve İslam •

boyutuyla insandır. Sonsuza demir atmanın adı iman, sonlu d ü nyada ebedi leşmenin ismi
ise a h l a ktır (izzetbegoviç, 2008, s. ı 20).

Al iya düşüncesinde, i nsan va rl ı ğ ı n ı n a k ı l boyutu, daha çok maddi ve son l u d ü nyayı kavrar
ve tasarlar. N itekim b i l i m ve teknoloji a k l ı n egemenliğinin a d ı d ı r. Bunlar a k l ı n zaferidir. Oysa
i nsan va rlığı bazen mağlu biyetlere de gönül verir. isa ve Sokrates yenilginin kahramanla rı­
d ı r. i nsan, bunla ra ayrıca l ı k l ı önem verir ve abideleştirir. O, bu mağlu pları, gönül ve vicdan
gözü m üzle severiz der. Ahiakın kayna ğ ı n ı da bu raya bağ lar. Böylece i nsan varl ı ğ ı akıl ve
ka l p olmak üzere hem m uazzam bir makine hem de esrarengiz bir meç h u l d ü r. islam ise
a k l ı n ve gönlün, ruhu n ve bedenin, san i u n u n ve sonsuzun, kısacası edebi ve ebedi o l a n ı n
sentezidir. Dolayısıyla Al iya, islam'ın ü ç ü n c ü b i r i c i k özg ü n y o l o l d u ğ u n u söyler (izzetbego­
viç, 2008, s. ı 30 vd.).

Bilge kral, Avrupa düşüncesi n i n temel tasavvu rları n ı n, Orta Çağ oku l u nda, skolasti kte şekil­
lendiğini bu nedenle de dindar olsun ya da olmasın Avrupa'yı daima H ristiya n lığın katego­
rileri içinde düşü neceğini beli rtmiştir.

Bu ta n ı m l a r ışığında insan hayatını şekil lendirmek iddiasındaki bu görüşlerin tuta r l ı l ı ğ ı ile


insan a rası nda öneml i bir ilişki olduğundan yola çıkan izzetbegoviç, önceli kle insan hayatı­
n ı i nceliyor ve şu fi kre varıyor. " i nsan maddi ve manevi olmak üzere i ki yön ü olan ve bu iki
yön itibarıyla aynı anda iki hayat yaşayan bir var l ı ktır". Dolayısıyla insan için en uyg u n hayat
tarzı insa n ı n bu düalizm i ne cevap veren islam'd ı r.

Din ve islam

Al iya izzetbegoviç, özel likle Batı l iteratüründe ve oradan gelenek ve kültür yazınma ya nsı­
yan din ta n ı m ı n ın, dinin (ed-din) n ispeten doğal bir i maj inasyonu ve teorik sonucu oldu­
ğunu söyler. Bir başka ifadeyle onun kümü latif maddi bir biçimidir. Mesela H ristiyan i l a hi­
yatçı Pau l Tillich perspektifi nden bakarsak din, "sonsuz ilgi ya da s ı n ı rsız tutku tarafından
ele geçi ri l m iş olmaktır. Din, hayat tecrübesin i n kend ini aşması, insa n ı n n i hai olara k yüce
ya da kutsa l ta rafı ndan ele geçiri l m iş o l masıdır. Şu halde diyebili riz ki din, n ihai olara k i l g i l i
( u ltimate concern) olmaktır:'. Di n e bu açıdan baktığımız zaman, onun i nsan zihninin özgü n
b i r tutu m u olduğunu söyleyebi l i riz. Aslanda "gü çler" olara k anlaşılan ve tutkuyla bağl a n ı l a n
şeylere bu bağ lamda din gözüyle bakabiliriz. Ş u halde din, b e l i r l i d i n a m i k etmenlerin d i k­
kate a l ı nması ve kayıtsız ka lınamamasıdır. Bundan dolayı bu i l g i, karşı kon u l m az bir şekilde
şartsızd ı r ve onunla çelişen herhangi bir son l u i lgiyi kesin l i kle aşar. Kutsa l ı tam a n l a m ıyla
tecrübe etmek, o n u n i nsana kendini nihai ilgi olara k dayatması ve varol uşun bütü ne ya kın
resm ine bir göz kırpması mesafesinde olsa da ta n ı k ol mak, görü n ü şte din olarak seçilen
islam ta n ı m ı n ı çağrıştırsa da, gerçekte onun sadece bir yönüne karşı l ı k gelmekted i r. Ç ü n kü
tecrübe el bette bütün d i n lerin ayrılmaz bir parçasıdır (Çı nar, 2007, s.70)

85 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği İdeali

Fakat mesele sadece tecrübe ya da sonsuz ilg iyle bitmemekted i r. Ti l l i c h yukarıda tasvir
edilen tabloda islam'ı n öngörd ü ğ ü dinin sadece eşga l i n i vermekted i r. Ancak bu eşga l i n
içinde tecrü beni n a h la kı, a h i a k ı n bil meyi, bilmenin a m e l i gerektird i ğ i n i n izleri n i b u l m a k
m ü m kü n değ i l d i r. Ç ü n kü Til l i c h y a da d i ğ e r Hristiya n i l a h iyatç ı la r ı n ifade ettiği bu d u ru m ,
esası nda derun i bir sofu l u kt u r. D a h a s ı bu a n lamda entelektüel de sofu d u r. Hatta G. J u ng
ve Til l ich entel e ktüel lerin de tutku l u ru hları olması sebebiyle onların geniş anlamda "d in­
dar ru h l u" o l d u klarını söylemektedir. Ancak ister deruni m a nada dinden ister onun eşga l i n i
veren d i nden söz edelim, b u n l a r sayesinde varol uşsal geri l i m i tecrübe eden kişi, veri l i ve
sıradan varo l u ş u n ötesine geçeb i l i r. Dini bu şeki lde kutsal boyut ya da kutsa l ın h uzu ru nda
olma o l a ra k ka b u l edersek ayd ı n da, hayat tecrü bes i n i n aşmışlığ ı n ı n kı lavuzluğu nda yol
alan kişiyse onun her h a l ü ka rda dine karşı olması d ü ş ü n ü lemez. Ancak o, d i n i n biçimsel
özü n ü n ötesindeki a n la m örg ü s ü ne çok kolay yerleşen ve d i n i n dinamiğini bilen bir viz­
yona sahipti r.

Al iya izzetbegoviç Batı düşüncesindeki inanç manzu mesi n i n rasyonel bir teoloji ürünü ol­
duğunu söylemeye getirir. Evrenden ha reketle onun bir yaratıcısı old uğu fikrine u laşmaya
en genel ifadeyle doğal teoloji d iyebiliriz. Doğal teoloji, evrenin ya radılışını ve bir yaratıcısı­
nın olduğunu evrenin içinden hareketle iza h etmeye ça l ış ı r. O, i nsanın kendi a k l ı n ı n doğal
ya pısından ve evrende de aynı aklın h ü kü m sürd ü ğ ü n ü ortaya koymayı hedefler. Özel l i kle
de "nedense l l i k fikri " ve "zoru n l u l u k" düşü ncesi ekseninde, doğada a kl ı n içkin olara k bulun­
d u ğ u gerçeğ ine ulaşır. Bir başka ifadeyle evrenden ha reketle "il k neden fikri"ni ya da "doğa­
da a k l ı n içkin" olara k va rlığını a n a l iz eder. Kısacası Kant'ın ifadesiyle doğal teoloji, evrendeki
var olan yaratılmış parça lardan bütü ne, varl ı k fi krine ulaşır. Buradan ha reketle Ka nt, doğal
teoloj i n i n i nanç yapısına, yaratı lışç ı l ı k (te i st) denilebileceğ i n i söyler.

Oysa Aliya izzetbegoviç islam d i n i n i n içinden kon u şa n ve inan biri olara k, i m a n ı n daha farklı
bir tesl imeyet manzu mesi olduğunu söyler. Doğu ve Batı Arasında islam kitabında n itekim
o, islam, tesl i miyetti r derken inancın akıl merkezli, imanın a klı da kucaklaya n ka l p merkezli
o l d u ğ u n u ifşa eder.

N itekim i n aç merkezli rasyonel teoloji, evreni bir saate, Ta nrı'yı da saatçiye benzeterek "d ü­
zen fi kri ni" işlem işti r. Oysa i ma n, evrendeki hari ku ladeliğin ya n ı nda insan ruhunu yeniden
g ü neel leyen a h l a k, vicdan ve bilinç dahası ruha dikkat çeker. Kısacası Allah sadece evre­
ne d üzen veren m i m a r değ i l d i r. B u n u n l a birlikte islam, i n sa n ı Allah ile ya ptığı sözleşmeyle
a payrı bir au raya kavuşturan bir akittir. Bu sayede insan yücelir.

Al iya izzetbegoviç, Grek düşü ncesinden tevarüs ederek adeta isa ile mutsuz bir melez ter­
kibi oluşturan Batı inancının yaslandığı Ta nrı'n ı n zaten inanı lacak bir Ta n rı olmadığını düşü­
n ü r. Bir doğal d üzenleyici fikri ya da felsefi teizmin ta nrısı, aklın kend i n i tanrı olara k i kame
ettikten sonra ona yeniden inanç besleme a rzusud u r.

• 86
Aliya İzzetbegoviç Düşüncesinde Din ve İslam •

Öyle ki bu i nanç varlığı bil inebileceğ ini d i kte ettiği için, aynı zamanda fanatizm ü retir ve
dogmatik bir i nançtan başka bir şey değ i ldir. Elbette doğal teoloji inanç üzerinden, i bra h i m i
geleneğ i n d i n leri ise i m a n üzerinden yükseli r.

Batı ideoloji lerinde yen i bir a h l a k a n layışı b u l u n mamakta, fakat "tabanda yen i m ü nasebet­
lerin ya nsıması" d iyerek topl u m la r ı n ı n ananevi (geleneksel) ma nevi değerlerini ve bil hassa
kanaatkarl ı k ve büyüklere saygı tutu m u n u devra l ı p, kendi h izmetlerinde kullanmaktad ı rlar:
Ç ü n kü kanaatkarlı k, bu ü l kelerdeki düşük hayat standardı bakımından onlara uygu n geli­
yor; büyüklere saygı ise kolayca doku n u la maz bir öze l l i k olan i ktidara saygıya dön üştürül­
müş b u l u n uyor (izzetbegoviç, s. 1 6-1 9).

Aliya izzetbegoviç'in Kur'an'da isla m'ı n ahlak olara k tasvir edildiğini vu rg u la ması, esasında
onun islam ve din ayrımındaki kastın ı açık eder. Kur'an dini şöyle tasvir etmektedir: "Bugün
d i n i n izi kemale erd ird im, n imetim i tamamladı m . Size din olara k isla m'ı beğendim:'((Türkiye
Diyanet Vakfı [TDV), 2000, 5 1 Ma ide: 3). Buradaki din (din) kavra m ı n ı n belirgin karakteristik­
leri Kur'an'ı n semantik bağlantısı içinde zuhur etmiştir. En geniş anlam ıyla, barış ve g üven l i k
a n la m ına gelmektedi r. Buradaki barış v e güve n l i k, i nsanın olabildiğince kendini bulabii me­
si, kendine dalabil mesi ve kendi olab i l mesidir. Bu da kuşkusuz, sonsuz o l a n bir i l a h ı n m iyar
olmasıyla m ü mkündür. O n u n şavkından ayd ınlandıkça i nsa n ı n insa n lığı çiçek açaca ktır. Bu
el bette nihai hedeftir. Bir başka deyişle hem ha reket noktası hem de ulaşı lacak hedeftir. Ali­
ya izzetbegoviç bir bakı ma, Mu hammed i kbal'in düşü ncesinde parelel bir yol izler: i kbal'in
ifadesiyle insa n ı n tam ka m i l bene u laşa b i l mesi, ü ç merhaleden geçer. i l ki n, insa n ı n ş u u r
d üzeyinde kendi farkındalığı v e kend i n i onaylayışı gelir. Sonra d iğer insanların tasdi k v e ka­
bulü sağ l ı k l ı bir ben gelişiminde son derece önemlidir. Ancak bütün leşebilmenin son ayağı,
belki de her i kisi n i n yeniden bir doğrulanması, Allah h uzurunda onaylanmaktır.

Böylece M ü s l ü ma n ben l i k bambaşka ve özg ü n bir g ü ncelleme tipi olara k karşı mıza çı kar.
Bu nedenle, islam boyası adeta ru h u n cidarlarına gi rmesiyle i nsan bambaşka bir şahsiyet
olacaktır. Bu gerçekte islam'ın bilgi-değer ve va rlık paradigmasındaki kuşatıcılığ ı d ı r.

Ütopya-Dram Karşıtlığı Olarak Bilgi-Değer Birliği

Al iya izzetbegoviç islam düşü ncesinin en özg ü n yan ı n ı n va rlık-bilgi-değer d üzlemlerinde


ortaya koyd uğu son derece tutarlı ve daya n ı k l ı algılama biçimi o l d u ğ u n u söyler. Bir başka
ifadeyle Kur'an'ın a n la m büt ü n l ü ğ ü nde iman , 'ilm (bilgi), ve sa l i h amel (a h la k-eylem) kav­
ram l a rı öylesine birbirine bağl ı ki, bunlar birbirini hem besleyen hem de gerektiren boyut­
lardır. Öyle ki bu d üşünce mod u nda bilgi ('ilm). h i kmet, ada let ve hakikati içinde barı n d ı ran,
çok katman l ı bir kavramdır. "Bilgi ise hakiki imandır. insa n ı n yaratı klar a leminde doğru ve bu
yüzden uygu n yerini ve yaratıcısı ile olan doğru i rtibat ı n ı bilmesi ise adalet olara k bilinmek­
tedir". Adalet de bilgiden kop u k değildir (Çınar, 2006, s. 59-60).

87 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

Öte yandan Adem'e (Ku r'an'a göre a h l a ki i nsan olma bakımından i l k profil) yan i i nsana Al­
lah, eşya n ı n üstün ü örten "isim perdesinin" sı rrı n ı vermiş ve böylece insanı halifesi, dü nya
üzeri ndeki ya veri kılm ıştır. Roma h u ku kunda "tan ı m" ve "kura l " eş a n l a m l ı olarak k u l l a n ı l m ış­
tır. Eşyayı tanımlamak veya üzerindeki isim perdesini kal d ı rmak bir bakıma hakim olmak an­
lam ı na gelir. Hakim olmak h ü kmetmeyi, vekil olmak a h l a ken yetkin o lmayı; A l l a h'ın yaveri
olmak ruhun küçülmesini göze almamayı gerektiri r ki bu bir bakıma sada kattir. Sadakat de
kura lların, norm l a r ı n ve s ı n ı rların i h l a l edil memesidir. Ka n u n, dışsa l laştı rılmış bir bili nç; bi­
l i n ç ise içsel leşti ril m iş bir kanundan başka bir şey olmad ığına göre, h u ku ku ve a h la kı bi rbi­
rinden ayırmak m ü mkün değildir. Adaletin kura l la rı, kanun ve bilincin karş ı l ı k l ı etkileşim le­
riyle ol uşturu l u r. Allah'ın bilgisinin, g ü c ü n ü n ve i radesin i n toplumda şeriat o l a ra k tecessüm
etmesi, d ışsa l laştırılmış ve yasa laştırı l m ı ş adalettir.

Kur'a n'da kulluk kavra m ı, inanan kişinin Alla h'a bağ l ı l ı ğ ı n ı eylem leriyle göstermesi, kes i n l i k­
le bilgi (marifet) anlam ı nda k u l l a n ı l ır. Zira islam d i n inde yaratıcı olarak kabul edilen Alla h'ın
insanı yaratış amacı, insa n ı n onu bil mesidir. Aynı şeki lde eşya n ı n bütünü içinde kendi yeri­
m izi bilme, d u ru m u m uzu ta n ı ma ve tasdik etme ve kişi nin bu biliş ve tasdike göre hareket
etmesi hem bi reysel hem de topl u msal açından ada leti getirecek olan edepli o l mad ı r. Bil­
me, sevme, h issetme, adil olma ve eylemde bulunmanın hepsi n i i hata eden bir akıl nosyo­
nu va r olmakla birlikte, pratikte b u n u n tecessüm etti rilmesi gerekmektedir.

Edep veya adalet kendinde sözü n ü ettiğimiz bilgi ve varl ı k a l g ı s ı n ı barındı rır. Zira kişi ada leti
merkeze a larak da bir tür basiret veya a kl-ı selim özelliği kaza n ı r. Adaleti m ü l kü n temeli ola­
rak görme de bu d üşüncenin bir dışa vuru m ud u r. Dolayısıyla m ü l kiyet, mevcudiyet adalet
eksen l i yü kselecektir. Böylece de ahlak ve va rlık ayrı m ı ndan söz etmek m ü mkün olmaya­
caktır. Dahası adalet kendinde diğer erdemleri ve değerleri de barınd ı rd ı ğ ı için, güç ve sevgi
de varl ı k ve bilginin içinde içkin olacaktır. B u n u n için o l m a l ı ki islam düşü ncesinde adaleti
diğer erdemierin bir bi leşkes i o l a ra k görenler bu temel işlevi ve ya pılandırıcı özelliği di kkate
a l m ışlard ı r.

Sözü n ü ettiğ imiz bu organik birlikten dolayı, islam ahlakını h u kuktan ayı rmak da ciddi so­
runlar geti rmiştir. Bir kere, h u ku k ve ahlak arası ndaki bu sözü n ü ettiğ i m iz ayrım, özel likle
seküler topl u m la rda dahas ı yaşadığımız dü nyada yapılan stratej i k farklı laştırma sömürgeci­
liği zorlayacaktır. Çünkü "özneleri yen i bir kamusal ah l a ka uyg u n şekilde eğitme tarzındaki
yasal görevi, bu ayrı m beslemektedir". Kısacası bu birlik ve bütü n l üğ ü koparma, bam başka
bir i nsan profi l i doğ u racakt ı r. Böylece ibadet, (Allah-kul) m u a melat (inananlar arasındaki
kura l l a r) ve hudud (cezalar yoluyla getirilen sını rlama) kavra m ları aras ı ndaki bağlantı bo­
zulduğu için, i badet bil hassa sah neden ç ı ka rı l ı p, bi reysel bir tercihe d a h i l edilecekti r. Hu­
k u k ve ahlak arası ndaki kesi n ayrım geleneksel d i lde ve düşüncede farklılaşmayı ve a n la m
kaybını getirir. Mesela geleneksel d i l deki fazilet n a s ı l tanımla nacaktır? Çünkü fazilet, basit
bir m üeyyide veya yönetime göre ta n ı m lanamaz. Fazilet, tü m soru m l u davra n ışı ima eder.

• BB
Aliya İzzetbegoviç Düşüncesinde Din ve İslam •

Bu davra nış, dü nya ve a h irete birlikte gönderme ya pa r. Dolayısıyla islam a h la kçılarının pek
çoğu (mesela Kınalızade Ali Efendi) h u ku k, a h l a k ve hi kmet arasında kesin hatlarıyla bir ay­
rım yapılamayaca ğ ı n ı bunun prati kte görünü m ü n ü n de ibadet, muamelat ve siyaset o larak
tecessüm ettiğ i n i söyler.

Meseleye buradaki bütü n l üklü yapıdan hareket ederek de yaklaştığım ızda, a h l a k teme l l i bir
hukuk düşü ncesi kend i n i hissetti rmektedir. N itekim islam h u ku k u n u n etik-yargı (etiko-jü­
ridik) kara kteristiğinin, doğal h u k u k ( i l kelerini a kıldan alan; d ini bir gelenek ve metne bağ l ı
kal mayan h u ku k) tasarı m ı n ı n öngördüğü kategori k düzeyde "olan h u k u k (de lege lata)" ve
"olması gereken h u kuk" (de lege ferenda) ayrı m ı n ı ipta l ettiği söyleneb i l i r. islam h u k u ku,
beşeri fii i leri n eti k- h u ku ki statüsü ne i l işkin olan h ü kü mleri içerir. Şeriatta davra n ışlara ilişkin
beşl i tasnif de eti k-hukuki i l işkiyi öne çıka rır: Vacip veya ya pıl ması zorun l u eylemler, m ü s­
tehap (yerine getiri rnesi tasvip edilen davran ışlar), mübah (icra edil mesi veya edi lmemesi
hemen hemen aynı olan eylemler), mekruh (çirkin davranışlar) ve haram (yasa k) şeklindeki
sıra la mada bu i lişki etle kem i k gibi birbirine bağ l ı d ı r.

i bra h imi geleneği n ve i slam'ın değere vurgusu n u n a ltında yatan asıl neden, değerin bütün­
leştirici, dönüştürücü ve tamamlayıcı özelliğ idir. Çünkü "değer sistemi toplumsal mekaniz­
ma refleksleriyle varl ı k-bilgi ön kabul leri a rasındaki i l işkiyi tanzim ederek, dü nya görüşü im­
geleriyle sosyal yap ı l a r arasındaki uyumu sağ lar". Aliya bunu, ütopya ve d ra m karşıt l ı ğ ı nda
eylemdeki a h l a k va rlığı i nsa n olara k tasvir ed iyor.

Sonuç

Al iya izzetbegoviç, kendi deru n i l iğine daima ve köklere inme a rzusu olan bir ayd ı n d ı r.
Dolayısıyla o n u n kutsal olana ve i s l a m'a d a i r olağan ı n d ı ş ı n d a bir d uyarl ı l ı ğ ı n ı da bu bağ­
lamda okumak m ü m kü nd ü r. O n u n g i bi ayd ı n l a r, içinde yaşad ı kl a r ı d ü nya n ı n doğası ve
içinde b u l u nd u kları top l u m u sevk ve idare eden kura l l a r ha kkında diğer i nsanlardan
d a h a fazla sorg u lamacıdı rlar. Azı n l ı k olan bu kişiler, g ü nd e l i k hayatın doğrudan, somut
d u r u m larından daha genel bir n itel i k taşıyan ve za manla meka n d a ki göndermelerden
daha uzak olan sembol lerle daha içli dışi ı o l mayı arzu ederler. Ayd ı n diyeceği m iz bu kişi­
ler, a rayışları n ı sözlü ve yazı l ı söylem, şiirsel veya sa natsa l ifade, tarihi bir a n latım, ayin ve
ritü e l l e r yol uyla d ışa vururlar. Bütün top l u m l a rda entelektüelin veya ayd ı n ı n va ro l u ş u na,
doğrudan somut tecrübe perdes i n i n ötesine nüfuz etme yön ü ndeki bu deru n i i htiyaç
damgasını vurur. Öteye nüfuz etme tecrü besi bir i nşa ve restorasyon faa l iyetini berabe­
rinde getirir. Esasında ayd ı n mevcut geleneğin katma n ları a rasında ka l m ı ş sembol leri fark
ederek o n u n yeniden ü retilmesine a racı o l d u ğ u g i bi, geleneğ i n etki l i ve yen i bir sem bo­
lizmin o l uşmasına yol verir.

Al iya izzetbegoviç, aydın ve bilge d uyarl ı l ığıyla, ideal izm, materya lizm ve islam'ın içerim le­
rini ve çağrışımlarını oldukça a n a l itik bir şeki lde ele a l m ıştır. O, bir iman manzumesi olara k

89 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

islam'ın, aklı d ışlamadan kapsayarak dahası vicdanı da i hata ederek, ş ü m u l l ü bir sistem ol­
d u ğ u n u göstermesi oldukça özg ündür.

Batı'da yaşa m ı ş, Doğ u ve Batı sentezini harman iayan ve gözlem leyen yaşamıyla adeta,
Doğu ve Batı arasındaki kırılmalara, geçişle re, senteziere ve dışlamala ra şahit olmuştur. Ko­
m i nist, sosyalist ve mateya l ist yaşam biçimlerine a lternatif paradigma olarak islam çözü m­
lemesi tam da yaşantı n ı n ibriği nden süzülen krista ller olarak tarihte iz bırakmıştır.

Bilge Kral'a göre, Doğ u luların başına gelebilecek en kötü şey, E. Said'in dediği g ibi, Batı
göz l ü kleri takarak kendilerine bakmaktır. Çü n kü tesli m olmanın ve yen i bir insan teşekkül
ettirmenin adı olan islam, a ncak yaşayarak kavranabili r; dahası indirgerneye meydan okur.
Kapitalist gücün etkisiyle, sadece akıl boyutuyla islam'a bakmak, onu a nlamamak için en
kestirme yol olacaktır!

Kaynakça
Çın a r, A. (2006). Modern zamanların değer arayışı: Varlık-bilgi ve değer birliği. Değerler Eğitimi Dergisi, 4(1 1 ), s.S3-68. .

Çın a r, A. (2007). Varoluşçu teoloji. istanbul: Iz Yayıncılık.

Çınar,A. (2008). Rasyonel teoloji. Bursa: Düşünce Kitapevi.

izzetbegoviç, A. (2008). Doğu ve Batı arasında islam (çev. Salih Saban). istanbul: Nehir Yayınları.

Türkiye Diyanet Vakfı. (2004). Kur'an-ı Kerim açıklamalı meali (hz i. H. Karaman vd.). An-kara .

• 90
Aliya İzzetbegoviç'in
Sanat Anlayışı Ekseninde
Aida Begic Sinemasına Bakış

H. Ramazan Yılmaz · Y. Ziya Gökçek

l iya'n ı n d i n ve materyalizm a rasında yapmış olduğu m üzakerelerde sa nat, d i n i n bü­

A tün metafizik ve ruhsal a n la m la r ı n ı n hayat bulduğu bir o l g u olarak ifade ed ilmekte­


dir. Temel gayesi herhangi bir g üzel olanı, bir eseri ortaya çıka rmak ol mayan sanat,
eserin ortaya ç ı ka r ı l masında ve a rd ından temaşa edilmesinde sanatsal tecrübeni n ruhsa l l ı ­
ğ ı na erişmeyi merkeze a l ma ktadı r. Bu tecrübe esnasında sanatçı-izleyici ayrı m ı n ı n ortadan
kal kması ve bu iki paydaşı n bütün leşmesi sa nat ı n temel özellikleri arasında b u l u n m a ktad ı r.

Al iya Zıddiyetler Cetvel i'nde islam'a, din ve materyalizm a rası nda bir kon u m biçerek in­
san'ı n ruh ve maddeden m üteşekkil old uğunu gösterir. Üçüncü bir yol olara k altını çizd iği
islam'ı Kur'an-ı Keri m'de vurgulandığı gibi "vasat" olarak nitelemektedi r. Makalenin birinci
böl ü m ü nde Al iya'n ı n sanat hakkı ndaki m ü la hazaları din, materya lizm ve üçüncü yol bağ­
lam ı nda değerlendirmelere tabi tutu l m uştur. Neticede Aliya'da sanatın sa h i p olduğu ideal
kon u m a ç ı kla nmış ve islam estetiği perspektifi nden tah l i l edilm iştir. i kinci bölümde ise Boş­
nak yönetmen Ai da Begic'in fil m leri Aliya'n ı n üçüncü yol yaklaş ı m ı doğrultusunda bir si ne­
ma pratiği düşünülerek çözü mlenmiştir. Zamanı neden-sonuç ilişkisi eksenindeki krono­
loj i k ve modern işlevinden uzaklaştıran Begic, içinde b u l u n u l a n anın geçmişe ve geleceğe
açıiabilen bir ru hsal deneyime dön üşmesi n i sağ lamaktad ı r. Son kertede Al iya izzetbegoviç
ve Aida Begic ortaya koydu kları teori ve pratik i le sanatı yaşadıkları coğ rafyaya hakim olan
faydacı tutumlar ka rşısında va r edebilmişlerdir.

Bu tebliğ, "Antik-Helenistik Birikimin islam Dünyasına intikali" başlıklı, yakında yayımlanacak bir çalışmarnın
bazı bölümlerinin yeniden gözden geçirilmesiyle hazırlanmıştır.
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği İdeali

Al iya'n ın Sanat Fikriyatı

Al iya izzetbegoviç, sanat hakkında düşündü kleri n i ekseriyetle Doğu-Batt Arasmda islam ki­
ta bında tel if etm işti r. Aliya Doğu-Batt Arasmda islam kitabında kurd uğu Zıdd iyetler Cetve­
l i'nde di n/sa nat ve i l im/materya lizmi bir d iyalektik o l u şturacak şekilde sağ ve sol sütunlara
yazmaktad ı r. Al iya'ya göre madde ve mana a rasında bir geri l i m vard ı r. Esasında Al iya'n ı n
kurd u ğ u bu dua l ite birbirinin a ntagonisti olan i k i kadim bakış açısı n ı ba rındıra n b i r cetvel­
dir. Kad i m ba kışın ruh ve madde geri l i m i birbirinden neşet etmeyen ve birbirine i rca edi­
lemeyen iki temel prensip, iki alem ve i ki d üzen olara k ifade edilebilir. Al iya, "üçüncü yol"
adını verdiğim iz, Rabbani bir ifadeyle "vasati" olara k adlandırabi leceğ i m iz düşü nceyi izhar
eder. islam, ruh ve madde arasında iki ayrı d üzen fi krini meczeder. Bu iki alemin zaman
bakımı ndan ayrı, fakat birbirleri n i n devam ı olara k veya mah iyetleri ve manaları itibarıyla
değişik fakat ayn ı anda bir a rada mevcut olabilen bir d üzen fi kri n i n a d ı n ı n " islam" oldu­
ğ u n u hatırlatır.

Din, materya l izm ve islam olara k ifade edilebilecek üç farklı istikameti değerlendiren Ali­
ya'n ı n sanata i lişkin değerlendirmelerinde d ikkat çeken i l k ve en öne m l i h ususlardan biri
din gibi sanatın da asıl gayesin in, insa n ı n tabiat ötesinde u laşacağı ilahi a leme ilişkin ol ma­
sıdır. Sanat eseri ni ol uşturan parça lardaki düzeni, bilim ve teknolojideki denge ve d üzen ile
anlamak m ü m k ü n değildir. Sanat ve din aynı soy ağacı n ı n d a l la rı old u klarından sanat ese­
ri nin niteliği d i n i n a h i reti merkeze alan ya pısından ha reketle tam o l a ra k a n laşılabil ir. Al iya,
sanatı n va rlığını böyle bir eksende a n l a m l a n d ı rırken m üzakerelerini zıddiyetler üzerinden
yü rütme metod u n u burada da kullanı r. Din ve sanat kutbu n bir ucu nca dururken, diğer
uçta materya l izm ve bilim va rd ı r.

Sanatın önemli niteliklerinden biri sanatç ı n ı n m ü nferit deneyimi n i n sonucunda ortaya çı­
kıyor ol ması d ı r. Tarih boyunca büyük sanat eserlerinin birden fazla sanatçı tarafı ndan değil,
sürekli tek bir sanatçı tarafı ndan icra edilmesi bu tespitin en büyük göstergesidir. Bu d u ru m
sanatçı n ı n sah i p olduğu şahsiyetin eserde vücut bul ması a n la m ı n a gelmekted i r. B u n u n l a
birlikte sanat, her bir insanda, h e r bir d u rumda v e h e r şeyde m üşah has, m uayyen, tekrarla­
namayan nite l i kler old u ğ u n u kabul eder. Sanatın ve sanatkarın derinliği şeyleri tek olara k
temaşa edebilmek ve şeylerdeki biricikliği tasvir edebilmekten geçer.

Sanatçı i l e sanat eseri a rasındaki ilişki ya da sanatç ı n ı n eseri meydana getirirken yaşad ığı
sanatsal tecrübe Al iya'nı n sanat eseri ne orij i n a l l i k veren öze l l i k olarak öne ç ı kard ığ ı ve islam
estetiği çalışmal a rında da sıkça vurgulanan noktalardan bir ta nesidir. Sa natta öncelikli olan
sanatç ı n ı n ruhsal gelişimiyken, ardında nsa eseri temaşa eden kişilerin eserdeki ruh sa l kat­
mana erişerek aynı tecrü beye ortak olma ları beklenir. Böyle bir izlek sanat eserinin maddi
va rlığ ı n ı ya da dış görü n üşünü merkezi olmaktan çıka rtmakta, sanatı n topl u msal etki gibi
propagand ist niyetlerle işleti lmesinin önüne geçen bir i l ke halini a l m a ktad ı r.

• 92
Aliya İzzetbegoviç'in Sanat Anlayışı Ekseninde Aida Begic Sinemasına Bakış •

Bir sanat eseri farklı anlam katma n larını bir arada barındırabilir. Eseri n i n sa h i p olabileceği
en basit anlam katmanı, görü n ü r gerçeklik d üzlemi olara k ifade edilebilir. Bu ilk katman
u m u m i manzarayı, fiziki, biyoloj i k ya da psikoloj i k bazı verileri sunabil ir. Söz konusu olabi­
lecek i kinci katman, görün ü r gerçeklerin gösterge vazifesi görd ü ğ ü a legorik a n lam katma­
n ı d ı r. Eserin görü n ü r mahiyeti ile doğrudan bir i l işkisi ol mayan sembolik a n l a m katma n ı n ı n
d a a ş ı l d ı ğ ı d u ru m larda üçüncü katma n a u l a ş ı l ı r v e eser sanatç ı n ı n ruhsal deneyimine dönü­
şür. Al iya sanatın gayesinin tabiata i l işkin verilerin saptan ması olmadığını ve sanat eserin­
de görü n ü r gerçeklik katman ı n ı n ihmal edebi leceğ i n i d i le getiri rken bunun sebebini "il i m
doğruyu ifade eder, sanat i s e haki kate uyg u n olanı" diyerek açıklamaktadır (izzetbegoviç,
1 993, s. l l 0). Sanatın hakikat arayışı, eserin dış d ü nyaya yönelik benzerli kleri nin tamamen
ortadan kal kması na, şekil ve ren klerle yaln ızca ma nevi a n lamların ol uşmasına imka n vere­
bilir (izzetbegoviç, 1 993, s. l l l ). Sanatın ü rettiği a n lamlar için l isan ı n yeterli bir ifade aracı
olmad ı ğ ı n ı savu nan A liya, ruhsa l deneyim katmanına u laşabil mek için sanatç ı n ı n lisa n ı n
sınırlayıcı l ığ ı n ı aşarak l isan üstü ifade vasıta larına duyarlı hale gelmesi gerektiğini vurg u l a r
(izzetbegoviç, 1 993, s . 1 1 2).

Aliya sanatın köken ierine inerek dram, resim ve şiir sanatları n en eski örnekleri üzeri nde
durmaktad ı r. Bu sanat edim leri nin maksatları ü ç maddede sınıflandırılabi l i r. ı - insa n ı n Ta n­
rı'ya şükra n l a r ı n ı sunması. -"Ü n l ü Anti kçağ dramı ise tanrı Dion isos'un şerefi ne söylenilen
koro şarkısından gelişmişti. Dionisos törenleri esnasında oynanan d ra m lar dini ayi n lerin bir
parçası olara k telakki edil irdi:' (izzetbegoviç, 1 993, s. 1 1 4).- 2- G ü n l ü k hayat fii l ierine i la hi bir
yön vermek. -"Vahşi i nsan avlamak isted iği hayva n ı n resmini yaptığı zaman bu resim ken­
disi için kültün, tapınan bir şekli idi:' (izzetbegoviç, 1 993, s. 1 1 5).- 3- E bed i hayatın ve ö l ü m
sonrası oraya i ntikal eden i n sa n ı n sembolik olara k temsil edilmesi. -Japon Gigaku balesi
"öl ü lerin ru h larının geçtiğ i metafizik had iselerin semboli k bir ta rzda temsil ed iyord u " . Mek­
sika Kızılderililerinin yazmış old uğu şiirlerde ise "u m u m i ve müşterek öze l l i k e bed i hayatın
sembol ize edilmesidir" (izzetbegoviç, 1 993, s. 1 1 5).-

Sanat ve di ndeki birl iğe ilişkin yapılan açıklamalarda Orta Çağ'a önemli bir yer ayıran Aliya,
ra hip ve sanatka r a rasında benzerli kler kurmaktadır. Her i kisi de hayatın za hiri yönlerini terk
ederek kend i lerini manevi olana adamışlardır. Orta Çağ'da baskın olan dini atmosferin, sa­
natçılara rahat bir ortam sunduğu ve sanatı n gelişi m i ne katkı sunduğu ifade edilmektedi r.

Aliya sanatın b i l i m le olan uyuşmazl ı ğ ı n ı ve ateizm i le olan karşıt l ı ğ ı n ı ise Sovyetler Bi rliği'n­
de sanatın kon u ml a n d ı r ı l masını i nceleyerek açı klar. Al iya'ya göre sanatı teşvik etmek d ine
ait bir karakter olduğu gibi sanatı bağ mak da ateizmin karakteridir (izzetbegoviç, 1 993, s.
1 1 8). Güzelin hakikat ile özdeş olduğu sanat a n layı ş ı n ı n a ksi istikametinde yol alan ve top­
l u m için fayda l ı olan bir sanat ta rifi yaparak esteti k yararcı l ı k i l kesine mensup olan Sovyet
yazar Çernişevski, bilimin amacının gerçeği anlamak, açıklamak ve insa noğ l u n u n rahatı için
ku l l a n m a k olduğunu söyler. Gerçeğ in d üşten üstün olduğunu beli rterek hayal gücüne kar-

93 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği İdeali

şı gerçeği öven Çernişevski, bilime yüklediği misyonla benzer şekilde sanatı da "gerçeği n
yerini tutmak"la görevlendi ri r (Oktay, 2003, s. 1 1 - 1 2). Aliya Sovyetler Birliğ i'ndeki top l u mcu
gerçekçilik ya klaşımı i l e sanatın siyasete h izmetkar edildiğini vurg ulayarak sanatın yönlen­
dirilebi leceği zıt kutbu ifade etmektedir.

Aliya'nı n sanat için uyg uladığı temel sınıflan d ı rma biçimi o l d u kça açıktır. Manevi haki kat­
Iere ulaşmaya ça l ışan ve ateizmin esaretinde siyasete hizmetkar olan iki sanat türü bu­
l u n m a ktad ı r. Sanatka r ı n ı n ruhsal deneyim i n i öneeleyen sanat türü n ü ideal sanat a nlayışı
olara k ele alan Aliya, bu bağ lamda Antik Yu nan'a, Uzak Doğ u'ya, Orta Çağ ve Rönesa ns dö­
nemleri ne ait sa nat eserleri ni ayrı tasniflere tabi tutma maktadır. Bu dönem lerdeki sanatsal
ü retimi belirleyen yaklaşım l a rd a ki temel fa rkların tespit edil mesi, bu dört dönemi n temel
prensi plerinden ha reketle Aliya'n ı n yaptığı gibi ortak bir sanat nazariyesi gel işti rmenin zor
olduğunu gösterecektir.

Orta Çağ H ristiyan sanatı n ı n temel öğretisi insan gözün ü n göremeyeceği Ta nrısal ışığ ı n kai­
nata zuhur eden yönlerinin ikonlar a racılığıyla i nsan gözüne i l etil mesid i r. Asıl amaç i kona
ressa m ı n ı n Tan rı'yı nası l görd ü ğ ü müşa hede etmek değil, i nsanın i kona önünde d u ra ra k
Ta nrısal ışığa görü n ü r k ı l ı n masıdır (Sayın, 2007, s . 1 6) . Bu bakımdan Orta Ç a ğ i konaları ve
Osma n l ı m i nyatü rlerindeki ortak yön göze getird i kleri nesneyi temsil etmek değil, ona öy­
kü nerek onun içinde yitmek istemeleridir (Sayın, 2007, s. 29). Uzak Doğu'nu n sanat an layışı
da burada aynı tasn ife tabi tutulabilir. Oysa Antik Yu nan ve Rönesans'ın taklit ve ya n ı lsama
uygulamaları i mgeyi arkası ndaki aşkın l ı ktan uzaklaştırarak i nsan gözü n ü Ta nrısal suretin
sahibi yapmaktad ı r. Öze l l i kle Rönesans resminde her bir eseri n tek bir merkez noktası, tek
bir ufu k çizgisi ve tek bir ölçüsü b u l u n m a ktadı r (Fiorensky, 2007, s. 89). Rönesans sanatının
öne çıkan kol la rından biri olan yağ l ı boya resmi, Aliya'n ı n manevi h a ki kat uğruna görmez­
den geli nebileceğ i n i söyled iği görü n ü r gerçeklik d üzlemine sıkışıp kalmıştır. i nsan ı n sahip
o lmayı arzu ladığı nesnelerin d ış gerçekli kleri ve vermiş old u k ları hisler bakımından ciddi
bir başarı sağlaya n "yağlı boya resim dönemi, i n sa n ı n sa h i p olma arzu ları ve hazla r ı n ı n üze­
rine ku ru l u olan sanat-pazar i l işkisin i n ortaya çıktığı en önemli tarihsel dönemlerden biridir.
Yağ l ıboya resmi, Rönesans'tan itibaren 'Materyal Dünya'yı görme biçim i n i n 'Materyal Sanat'
tarafı ndan belidendiği ilk nokta olara k değerlendiri ldiğinde" (Yıl maz, 201 O, s. 1 6S). Röne­
sans'ın ruhani bir sanat nazariyesi için öncelikli bir kayna k teşkil etmesinin güçlüğü kendini
göstermektedir. Burada hakim olan "perspektif" yöntemi modern b i l i m i n habercisi olarak
ni hayetinde sanat eserini meka n i k bir ü retime dönüştürecektir. Al iya'nın tartışmalarında
sanatın saf d inin s ı n ı rları içerisinde değerlendirilmesi ve islam'ın üçüncü yol ufku ndan ayrı
kalmış olması, ma nevi içeri kli sanat eserlerinin pagan ve meka n i k uçlara varan öze l l i klerini
tartışma n ı n dışında bırakmıştır.

islam estetiğ i nde teşbih i l kesinden uzak d u ru l a ra k, tevhit ve tenzih çizgisine bağl ı kal ı n ma­
sı islam sanatları n ı n soyutlamaya yönelmesine sebep o l m u ştur. B u n u n la birlikte islam'da

• 94
Aliya İzzetbegoviç'in Sanat Anlayışı Ekseninde Aida Begic Sinemasına Bakış •

din ve dü nya şekl i nde i ki ayrı alan telakkisi olma ması, islam sanatlarında manevi hakikat­
Iere u l aşma gayesinin yan ı nda d ü nyayı ve hayatı g üzelleştirmek yön ü nde pratik bir gaye
olduğunu da anlaş ı l ı r k ı l m a ktad ı r. Bir eserin sa h i p olduğu pratik fayda i l e eserin g üzel liği
çoğu kez iç içe bulunmaktadır. Sanatçı i l e zanaatkarı birbirinden ayırma n ı n zor olduğu is­
lam sa natlarında dini tecrübe, esteti k zevk ve ya rarlı olma birbirinden bağ ı msız unsurlar
değ i l lerd i r. Yan i esteti k telakkide hayat metafiziğe açıl ırken, metafizi k de medeniyete intikal
etmektedir (Koç, 2009, s. 1 8-21 ). Dolayısıyla Al iya'nı n sanatın ı n saf d inin s ı n ı rları içerisinde
değerlendirmesiyle o l uşan nihai sonuç islam medeniyeti ne has bir sanat a nlayışı ve yönte­
mine i l işkin ç ı karımiardan uzak kalmış olması d ı r.

Üçüncü Yolda Bir Yönetmen: Ai da Begic

Aliya'n ı n sanat kavra m ı yine kendi coğ rafyasının sanatçısı olan Aida Begiç üzerinden oku­
maya çalışıldığında, Aliya'nı n örneklemed iği fakat hayatın içinden zıddiyetler cetvelinin ne
ilim, ne de din kutbunda kon umlanmamış olan bir sanatç ı n ı n eserlerin i ortaya koya bili riz.
Sanat da bir zıddiyetler cetveli ekseninde ele a l ı ndığı nda, kutu plardan birine aşkın sinema
a n layışını, diğerine ise sosyolojizmi öneeleyen fil m biç i m i n i koya biliriz. Bu d iyalektiği biraz
daha somut hale getirirsek Ta rkovski ve Eisenstein isimlerini i m l eyebi l iriz.

Eisenstein Al iya'n ı n zıdd iyetler cetve l i n i n ilim/materyalizm tarafına koyabiieceği miz bir yö­
netmenken, Tarkovski aşkı n l ı k boyutuyla d in/sanat ucunda yer a l m a ktadır. Birbirinin çağda­
ŞI olan ve sanata fa rklı a n lamlar veren bu i ki ismin de Sovyet rej i m i n i tecrübe etmiş olmaları

cetvelde yer almalarını kolaylaştırmışt ı r. Aliya'n ı n "insan ı n tanrı laşması" ya da "insa nın yok
olması" süreçlerine denk gelen ü retim ve yaratım evreleriyle iki karşıt ta raf esasında birbirini
üreten düşünsel ve d uyuşsal diyalektiğe dön üşmektedir.

Eisenstein'ın sinema üzerine düşüncesi nin sa h i p olduğu matematiksel hendese kurgusu


kendi kita bından anlaşılmaktad ı r. Eisenstein'ın Film Ouyumu adını taşıyan, çeşitli yazılarının
topl a n d ı ğ ı kita b ı n ı müzisyen Antonio Sal ieri'ye ithaf etmesi sa natta teori ve pratik tartış­
ması bakım ından i l g i çekicidi r. Sa l ieri, Mozart'la aynı dönemde sa ray besteciliği görevini
sürdü rmekte olan bir m üzisyendir. Salieri, üstün m üzik yeteneğine ve başa r ı l ı öğrenciler
yetiştirmesine rağmen Mozart'ın dehasına sahip olmadığı için onun gölgesinde kalma
şanssızl ığına uğra m ı ştır. Eisenstein, Puskin'in Tü rkçeye de çevri l m iş olan küçük tragedyası
Mozart ve Sal ieri'sinden şu bölümü a ktarır:

"... Sıyırıp yaşamdan sesleri

Bir kadavra gibi kesip biçtim müziği

Ve cebirle gerçekiedi m uyumu .. :'

Puşkin, «Mozart ile Salieri» (Eisenstein'dan a ktaran, N uyan, 201 3:, 1 9).

"Eisenstein Puskin'in Salieri'sin i zavallı bulur. Çünkü Salieri, bütün emeklerine rağmen hak

95 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

ettiğini düşündüğü övgüleri bir türlü alamamış ve hep ikinci planda kal m ıştır. Eisenstein,

'bir kadavra g i bi kesip biçtim müziği' dizesine d ikkat çeker. Burada vurgu, 'bir kadavra gibi'

ifadesindedir. Mozart'ın dehasının ürettiği hayat dolu eserlerin karsısında Salieri'nin ince­

l i kli hesaplarla, ölçümlerle yoğun uğraşı sonunda meydana getirdiği eserler, yaşamdan

uzak, donmuş, d u rm u ş, devinimsiz ve cansızd ı rlar:' (Nuyan, 20 1 3, s. 1 9-20).

Tarkovski'de ise sanatsal perspektifin temelinde "aşkınlık" soru nu va rdı r. Tarkovski'ye göre
insa n evrenin yal nızca bir parçası değil, gerçekliğin varlı k ve metafizik merkezidir. Tüm ev­
ren ve d ü nyadaki her şey, ancak i nsanla bağlant ı l ı ve insanla etkileşim içinde olduğu za man
mantıklı, anlamlıdır ve belli bir d üzeyde m ü kemmeldir. işte bundan dolayı uyumu n "artması"
ve "va rlıktaki"Tanrı parçasının ayd ı n lanması için, kişiliğin ma nevi konsantrasyonu ile insa n la r
a rasındaki mistik bağı n ortaya çıkartı l ması v e arttırılması lazımdır (Tarkovski, s . 96-99).

Aida Begic bu geri l i m i n neresinde durmaktad ı r? Aida Begic, Çocuklar (201 2) ve Kar (2008)
adlarını taşıyan iki fi l m i nin ya n ı sıra, fa rklı yönetmenlerin kolektif bir biçimde ü rettiği Unut­
ma Beni istanbul a d l ı filmde de yönetmen l i k yapm ıştır. Kar, Sırp katliam ı sonrası yal n ızca 4-5
hanenin kald ığı bir köyde, oldu kça yaşlı tek bir yetişkin erkeğ in, d u l ve yetim kad ı n ların ve
küçük çocu kların hayatiarına oda klanmaktad ı r. Çocuklar fil m i ise savaş sonrası Sa raybos­
na'da yaşayan Rahima a d l ı genç bir kızın a i l esi nden tek hatıra kalan ve uyuşturucu matya­
s ı n ı n eline d üşmek üzere olan 1 4 yaşındaki erkek kardeşi n i n bakım evi ne a l ınmaması için
mücadelesini a n latır.

Kar fi l mi nde Bosna-Hersek'te bir hiçliğin ortasında b u l u na n küçücük bir köyün h i kayesine
odaklanan BegiC, Alma a d l ı bir kad ı n ı n h i kayesi nden yola çıkara k savaş sonrası katliam ın,
yitird i klerinin her daim gölgelediği hayatlarına, devam etmenin hem sancısı hem de küçük
heyecanlarını bir u m u d u n içinden konuştura ra k bir a n l atıya kavuşturuyor. Begiç'in fi l m l eri­
ni Al iya'n ı n üçüncü yol bağ l a m ı nda a n a l iz ettiğimizde şu sonuçlar çıkmaktad ır.

1- Çehov'un ü rettiği d ram, ya ni dışsal sebebi n kan dökmediği, fakat varoluş kaygısı n ı n iç
sıkıntısıyla eklemlendiği bir d ram ya da Şekspir'in Ham let'ini hatı rla rsa k etrafta kanla­
rın dökülerek n i hayete eren bir dram değ il, karakterlerin yeis içine d üşseler de onları
kurtaracak bir u m ut çizgisi belirgin farkiardand ı r. Çocuklar ve Kar fil m lerinde "çirkinliğe
ga lebe çalacak güzellik için hala u m ut var" (Büyükcoşkun, 201 ı ) mottosu n u n hakim ol­
d u ğ u n u söyleyebili riz.

ll- Ai da Beg ic fi l m lerinde, hakim paradigma içinde kon u mlandırd ı ğ ı m ız za man d izinsel bir
za man a nlayışı n ı n yerine savaşın yarattığı travmaların anın içinde devam ettirildiği yine
anın içinde geleceğe yönelik ü m itleri n korunduğu çok boyutlu bir za man a lgısı va rd ı r.
Bunu flashback gibi tekniğin izleyiciyi yabancı laştırd ı ğ ı bir u nsuruyla gerçekleştirmez.
Zaman ı neden-sonuç ilişkisi eksen indeki kronoloj i k ve modern işlevinden uzaklaştıran
Begi(, içinde b u l u n u l a n anın geçmişe ve geleceğe açıiabilen bir ru hsal deneyi me dö­
n üşmesini sağlamaktad ı r. Zamanın süreğen ve farklı zaman d i l i m lerini bir arada kurgu-

• 96
Aliya İzzetbegoviç'in Sanat Anlayışı Ekseninde Aida Begic Sinemasına Bakış •

!ayan bir evren tasarımı oluşturmuştur. Uluslara rası topl u m u n televizüel olarak alg ı ladı­
ğ ı Bosna katliamına yönel i k doküma nter görüntüleri n bir travma olara k doğrudan l ığı,
u m udun hayata yeniden kat ı l ı m noktasında doğurganlığı birbirlerine zıt iki d u ru m u n
" hayat"i liğinin içerisi nde var eder.

l l l- Film lerde klasik dramaturj ide olduğu gibi nihayetinde katharsis olan bir eylem ağı kur­
mayarak kahraman yarat ı m ı n ı b i l i nçli bir göz a rd ı edişle, sıradan çoklu fa il kullanır. Ağ ı r­
l ı k noktasında el bette mikro düzeyde gözlem ü retecek birisi vard ı r. Burada ka h rama n ı n
yerine şahit y a da tanıkl ı k eden tipoloj isi ü retir.

IV- Öyküsünü d ışsal gerçekliğin icbar edici kuşatıcılığına rağ men mana üzre içkin bir d üz­
lemde yürütür. Bu yönüyle hayat devam etmektedir, iç ve dış gerçekliğiyle. Örneği n Ço­
c u klar filminde Rahima'nı n kendi istenciyle örtün me kararı kendisini "d ışarıdan" yalıtan
bir m u hafaza içerir. Mana boyutu nda inancının gereğini yerine getiren Rahima ayrıca
yen i bir va rol uşsal durumunu da kavi leşti rir. Dışsal ve içe ait düzlernin yoğ u n l u kl u bir
ilişki ü rettiği fi l m bu boyutuyla zıddiyetler cetve l inde bir d iyalektik içeren duruma i l işkin
yen i bir öneri getirmektedi r. Ca n l ı lığ ın, dirimin ve mematın aynı anda birbirini öteleme­
yerek bütünsel bir a n iatı yakalanabi leceği n i n emareleri ni i htiva etmektedir.

V- BegiC, fi l m lerinde rüya ları d ışsa l bir müdahale içinde değ i l, hayatın, içinde yaşa n ı l a n
a n ı n tanıklığı kadar sahici v e nesneleri avangard bir kurgu i l e d üzenleyerek "sürrea l istik"
bir evren kurma kaygısının dışında "gerçekçi" bir şekilde çizmiştir. Kar fil minde vicdan
azabı Sırp M i rko'nu n yakasını bıra kmaz. Suçsuzl uğunu ka n ıtlamak istemektedir. M i rko
fil m i n bir sah nesinde Sırpların savaşta öldürdü kleri Müslümanların gömülü oldukları
yeri söylemek zorunda ka l ı r. itiraf gerçekleştiği a nda köydeki yaşlı kadın besmeleyle ha­
l ısı n ı doku mayı biti rir. Bu ana kar da eşlik eder. "Aşk" ile dokunmuş olan bu halı cenaze­
leri bul maya giderken geçi len dereni n üzerinde köprü o l u r. Başka bir sah nede köydeki
erkek çocu k köyü satı n a l m a k için gelenlerin arabas ı n ı gördüğünde korkup kaçmaya
başlar. Araya farkl ı sahnelerin g i rmesin i n a rd ı ndan kamera yeniden çocuğun kaçışına
geçtiğinde kısa bir süre içerisinde korkudan saçlarının uza m ış olduğu göze çarpıyor.
Savaşın sem bolleri ortaya çıktığı nda çocuğun içinde yaşad ığı korku ve manevi acının
fiziksel ya n sıması uzaya n saçla rd a ken d i n i göstermiştir.

Sonuç

Ateist bir yaklaşımla idare edilen bir coğ rafyada sanatın hakikatle olan i rtibatından söz etmek
mümkün değildir. 1 9. yüzyılda yaşamış olan birçok Rus sanatçı dünyaya nam sa lmış eşsizlik­
teyken, 20. yüzyıl Sovyet rejimi döneminde yalnızca sistem muhalefetini barındıran sanatçılar
sanat ile hakikat arası ndaki ilişkiye odaklanabilmişlerdir. Aliya izzetbegoviç'in 20. yüzyıl koşul­
larında ve Sovyet etkisinde bul unan bir coğrafyada yaşamış olması, sanatta ki varlığın hakika­
tinin keşfi misyonunu açığa çıkarma vazifesini kendisine yüklemiştir. Bu sebeple Aliya, sanatın

97 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

ideal halinin ancak esasları bakımından din ile sanat arasındaki birliğin anlaşılması neticesinde
mümkün olabi leceğini düşünmektedir. Aliya'nı n bu düşüncesi sanatı, materyalizm ve saf din
arasında islam'a özgü olarak çizmiş olduğu üçüncü yol bağlamında bir müzakereye açmasını
engellemiştir. Oysa madde ve ma neviyat bütünlüğü ile özgünleşen üçüncü yol, sanatçıyı sahte
maneviyatç ı l ı k kıl ıfları na bürünerek "sanat için sanat"yaklaşımlarıyla üretilen yapıtların anlam­
sız boheml iği nden uzak tutacak bir muhafaza niteliğine sahiptir.

Aliya'n ı n sanatı üçüncü yol üzerine kayd ı rmaması n ı n sonuçlarından i l ki islam meden iyetin­
deki madde ve metafizik bütü n l üğ ü n ü n sanat için önceki dönemlerde örneği olmayan ideal
bir yapı olabileceğinin tartışılamamış ol masıdı r. i ki nci netice ise merkezi ne saf ruhaniyeti al­
mış olduğuna i nanılan farklı sanat dönemlerinin yeterince m u ha keme edilmeden haki ka­
tin kesbeder bir şekilde betim lenmesidir. Bu bağlamda altı çizilmesi gereken Antik Yu nan
ve Rönesans sanatları n ı n Aristo'nu n maddeni n ezeliliği fikrinden ve sanat eserin i görü n ü r
gerçeklik düzlemine indirgeyen m imesis yaklaşım ı ndan ayrıştı rman ı n m üm kü n olmadığıdı r.

Aida Beg ic dünya hayat ı n ı n sunduğu imtihanla ra odaklanarak maddi ve aşkın d üzlemlerin
ortasında, her i kisine de dengeli bir şeki lde i ntikal edebilen bir sinema a nlayışı sunmaktad ı r.
Kar fi l m i n i n jenerik sa h nesi kad ınlar ve çoc u klar aynadı kları bir oyunda şehitleri a rasından
taklidi yapılan kişinin kim old u ğ u n u bulmaya çalışırlar. Dü nyada va rl ı ğ ı n ı sürdü rmeyen in­
sanları n, yaşa m iarına devam eden i nsanla rca bir oyu n la ve tebessüm içinde hatırla nmala rı,
ölümü saf dinin sağ layamayacağı bir gerçekliğe taşımakta d ı r. Bu aynı zamanda şehitlerin
"öl ü ler" olmad ı ğ ı n ı n bir ifadesidi r. Beg ic si nemayı üçüncü yol üzeri nde icra ederek özg ü n
b i r sanat an layışının örnekliğini sunmaktad ı r.

Kaynakça
Büyükcoşku n, M. E. (201 1 ). Çirkinliğe galebe çalacak güzellik için hala umut var. Aida Begic ile röportaj .. http://www.ha­
yalperdesi.net/soylesi/1 8-cirkinlige-galebe-calacak-guzellik-icin-hala-umut-var.aspx adresinden S Şubat 201 3 tarihinde
edinilmiştir.

Florenski, P. (2007). Tersten perspektif (çev. Y. Tükel Kılıç). istanbul: Metis Yayınları.
izzetbegoviç, A. ( 1 993). Doğu ve Batı arasında islam (çev. S. Şaban) istanbul: Nehir Yayınları.

Koç,T. (2009). islam estetiği. islanbul: i SAM Yayınları.


N uyan, E. (20 1 3). Sinema felsefesine giriş. istanbul: Sentez Yayıncılık.

Oktay, A. (2003). Top/umcu gerçekçiliğin kaynak/an. Istanbul: Everest Yayınları.

Sayın, z. (2007). Sunuş yazısı. Tersten perspektifiçinde (çev. Y. Tükel Kılıç, s. 7-14) Istanbul: Metis Yayınları.

Tarkovski, A. ( 1 989). Slovo Ob Apokalipsise, (Apokalipsys Hakkında). iskusstvo Ki no Dergisi, 2, 96-99.

Yergebekov, M. (tarih?). Tarkovski sineması. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Ankara Ü niversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Ankara.

Yılmaz, H. R. (201 O). Avatar: Fantazya değil mimesis. iletişim Çalışmaları Dergisi, 1 1 , 1 S4-174.

Fil mler:
Djeca (Çocuklar), Yönetmen: Aida Begic, 201 2, Yapı m: Bosna Hersek, Türkiye, Almanya.

Snijeg (Kar), Yönetmen: Aida Begic, 2008, Yapı m: Bosna Hersek, Fransa, Almanya .

• 98
Yazarlar Hakkında

Arnina Siljak Jesenkovic


1 965 yılında Saraybosna'da doğan yazar, memleketinde eğiti m i n i tama mlamıştır. Saraybosna
Üniversitesi Felsefe Fakültesin i n Şarkiyat Böl ümünden mezun olduktan sonra Saraybosna Şar­
kiyat Enstitüsünde akademik hayata adım atan Siljak Jesenkovic'in, çeşitli dergi ve gazetelerde
yazıları yayımlanmıştı r. Elan da belirli ve oldukça sınırlı bir kitleye yönelik bili msel makaleleri ya­
nında, genel okuyucuya h itap ederek gündemdekileri köşe yazılarıyla tasvir etmektedir. Ayrıca
edebiyat araştırmaları için bir a ltyapı ol uşturmak amacıyla dil bilgisi a raştırmalarıyla ilgi lenmek­
tedir. Bosna'da doğup Anadolu'da eğitimini veya yaşamını sürdüren veya hayatlarını tamamıyla
Bosna'da geçirip eserlerini mükemmel Türkçe ile yazan müelliflere kendini borçlu hissederek,
Kom ü n ist Yugoslavya'da gözardı ed ilen Osmanlı dönemi Boşnak divan ve tekke edebiyatını anla­
maya ve anladıklarını sözkonusu müel l iflerin ve torunlarının ana dili olan Boşnakçaya a ktararak,
bu kutsal saydığı ema neti varisi olan Bosna halkına teslim etmeye çalışmaktadır.

Faruk Karaarslan
1 985 yılında Konya'da doğdu. Lisans eğiti mini, Konya Selçuk Üniversitesi Sosyoloji Böl ümü'nde
tamamladı. Aynı bölümde Aliya izzetbegoviç'in düşüncelerine ilişkin hazırlamış olduğu tez ile
yüksek lisansını ta mamladı. 2009-201 1 yılları a rasında Karabük Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'n­
de a raştırma görevlisi olarak çalıştı. Doktora çalışmalarına Konya Selçuk Üniversitesi Sosyoloji
Bölü mü'nde devam eden Karaarslan, Erciyes Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim görevlisi
olarak çalışmakta d ı r.

Alev Erkilet
1 983'te Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölü m ü n ü bitirdi. Yüksek lisans (1 985) ve doktorasını
(1 996) a raştırma görevlisi olarak çalıştığı aynı bölümde tamamladı. Bu dönemde DPT'nin özel
ihtisas komisyon larında ve Aile Araştırma Kuru mu için yapılan "Metropolde Kariyer Meslekleri
ve Aile Yapısı Temelinde Yaşama Tarzları" başl ıklı a raştırmada görev aldı. Bölü m lerinden birini
yazdığı araştırma raporu 1 997 yılında yayım landı. 1 997-2000 yılları a rasında Kırıkkale Üniversi­
tesi Sosyoloji Bölü münde yardımcı doçent olarak ça lıştı. 2006-2007'de i BB'nin Tarihi Ya rımada
Koruma Amaçlı Kentsel Tasarım Projesi'nin sosyolojik araştırmalarını yürüttü. Aynı yıl ASAGEM
için yapılan "Medya Profesyonellerinin ve Medyanın Aile Algısı" araştırmasında görev aldı. Bu
rapor 2008 yılında yayımlandı.

99 •
• Doğu Batı Arasında İslam Birliği ideali

Şubat 20ı 2-Eylül 20ı 3 tarihleri a rasında Kı rklareli Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji
Bölümünde yard ı mcı doçent ve doçent olara k çalışan Erkilet, Eylül 20ı 3'den bu yana Sakarya
Üniversitesi i letişim Fakültesi i letişim Bilimleri Böl ü münde görev yapmaktadır. Ortadoğu'da Mo­
dernleşme ve islami Hareketler, Ele Geçirilemeyen Toprak Kuzey Kafkasya, Eleştirellikten Uyuma,
Toplumsal Yapı ve Değişme Kura miarı ve ista nbul Halkının Dilencilik Olgusuna Bakış Açısı (i. Coş­
kun ile birlikte) adında beş kitabı ve çeşitli kitap ve dergilerde yayımianmış m a kaleleri vardır.

Mustafa A�dın
ı 950 yılında Konya'da doğan M ustafa Aydı n, ı 976 yılında Selçuk Üniversitesi Yüksek islam Ens­
titüsünden mezun olmuştur. ı 987'de Selçuk Üniversitesi Sosyal Bili mler Enstitüsü Din Sosyoloji­
sinde yüksek lisansını ta mamlamış, aynı bilim dalında doktora derecesini ı 99ı 'de almıştır. 20ı O
yılından beri Selçuk Üniversitesi Sosyoloji Böl ü m Başkanlığı görevini sürd ü ren Aydın, din sos­
yolojisi, bilgi sosyoloj isi, kurumlar sosyolojisi, siyaset sosyolojisi, değişim sosyolojisi, antropoloji
alanları ile ilgilenmektedir. Moderniteye Dışarıdan Bakmak (2009), Gençliğin Dini ve Sosyal De­
ğerleri (20ı O), Siyasetin Sosyolojisi: Bir Sosyal Kurum Olara k Siyaset (2002), islam'ı n Tarih Sosyo­
lojisi (200 ı ) bası l m ı ş kitaplarından birkaçıdır.

Mahmut Hakkı Akın


ı 98ı yılında Karaman'da doğdu. 2003 yılında U l udağ Ü niversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyo­
loji Böl ü münden mezun olduktan sonra Selçuk Üniversitesi Sosyal Bili mler Enstitüsü Sosyoloji
Ana B i l i m Dalından 2005 yılında yüksek lisans, 2009 yılında doktora derecesi aldı. 20ı 3 yılında
sosyoloji alanında doçent oldu. Halen Selç u k Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Böl ümün­
de öğretim üyesi olarak çalışmaktad ı r.

Tarkan Tek
i l k ve ortaöğrenimini istanbul'da ta mamladı. 20ı O Yılında Viyana Üniversitesi Siyaset Bilimini bi­
tirdi. Aynı bölümde master eğitimine devam etmekted ir. 20ı ı yılında Bosna-Hersek Demokratik
Ha reket Partisi (SDA) Kuruluşundan G ü n ü m üze Parti'nin Gelişimi/ Parti Anal izi adlı kitabı (Alman­
ca) yayımlandı. Avusturya'da islam kon u l u derleme bir kitabı yayına hazırla maktadır. Viyana'da
Almanca olarak çıkan, Der-Wisch adlı derg i n i n yayın kurulundadır. Aynı za manda Ra h ma Austria
adlı insani yard ım kuruluşunda ça lışmakta d ı r. Çalışma alanları; siyaset bilimi, siyasal ilah iyat, Bal­
kanla r'da siyaset, islam siyaset düşüncesi ve Slavoj Zizek.

N. Cihangir islam
ı 983 yılında Ankara Ü niversitesi Tıp Fakültesinden mezun oldu. Minnesota Üniversitesinde Kli­
nik Araştırma a la n ında master yaptı. islam, ortopedi ve travmatoloji uzmanı, omurga cerrahisi
uzmanı ve spor hekim i olarak çalışmaktadır. Çalıştığı Kurumlar: Ankara Ü niversitesi, Yüzüncü Yıl
Üniversitesi, M i nnesota Üniversitesi, Haydarpaşa Numune Hastanesi, Kafkas Ün iversitesi, Omur­
ga istanbul. Sosyal Faal iyetler: Mazlumder Kurucu ve Eski Genel Yöneti Kurulu Üyesi, Saadet Par­
tisi Kurucu ve GiK Üyesi, Münfesih Has Parti Kurucu ve GiK Üyesi, ista n b u l Düşünce Evi (iDE) .

• 100
Yazarlar Hakkında •

Kazım Hacıme�liç
1 964 Zenica (Bosna-Hersek) doğ u m l u Hacımeyliç, 1 99 1 yılında M i m a r S i na n Üniversitesi Uygula­
malı Sanatlar Böl ü münde Hat ve Kitap Sanatları Böl ü m ü nden mezun oldu. 1 994 yılında Marmara
Ün iversitesinde yüksek lisans derecesi aldı. Mimar Sinan Üniversitesinde 1 997 yılında, kitap sa­
natları ve geleneksel ci lt alanında hazırladığı tez ile doktor unva n ı n ı aldı. Bu süre zarfında Hattat
Hasan Çelebi'den sülüs-nezih icazeti; Hattat Ali Alparslan'dan tali k icazeti aldı. Dünyaca ünlü ge­
leneksel cilt sanatçısı Üstad islam Seçen'den cilt ve kitap sanatları eğitimi, Adet Gazi'den patoloji
ve restorasyon eğitim i aldı. Mimar Sinan Üniversitesi ve Saraybosna Üniversitesinde Sanat Ta ri h i
dersleri verdi. Bosna Hersek'te p e k ç o k c a m i n i n hatlarını yazdı, Merhum Aliya izzetbegoviç'in
mezar taşını tasarladı. 1 999 yılında Bosna tarihine ve kültürel mirasına il işkin özel bir müze kur­
du. Eserleri ile, otuz beş özel sergi hazırladı, elli karma sergiye iştirak eti. Yayım i a n m ı ş pek çok
makalesi ve ulusa l-uluslararası tebliğleri, geleneksel sanatlar konusunda yayımianmış üç kitabı
bulunmaktadır.

Ali�e Çınar Kö�süren


1 998'de U ludağ Üniversitesi Sosyal B i l im ler Enstitüsü Din Felsefesi Anabi l i m Dalında, "Leibniz'de
Ta nrı-Alem i l i şkisi" konulu yüksek lisans ve 2004 yılında da "Pa u l Till ich'de Din-Sembol ilişkisi"
başlıklı doktora tezini tamamladı. 2009'da doçent oldu. Hal ihazırda Ka ramanoğlu Meh metbey
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölü münde görev yapmaktadır. Disiplinler arası bir çalış­
ma yelpazesi nde, felsefe ekseninde ma kale, kitap ve bildirileri yayı mlanmıştı r.

Hasan Ramazan Yılmaz


2008 yılında istanbul Üniversitesi iletişim Fakültesinden mezun oldu. Yüksek l isansını "Yeni Ger­
çekçilik ve Türk Sinemasında Gerçekçil ik" başlıklı tezi ile 201 1 yılında tamamladı. istanbul Üniver­
sitesinde sinema alanında doktora çalışmalarına devam eden Yıl maz, istanbul Ticaret Üniversite­
si Görsel i l etişim Tasarımı Bölü m ünde araştırma görevlisi olara k çalışmaktad ı r.

Yusuf Zi�a Gökçek


2006 yılında Ma rmara Ün iversitesi i letişim Fakültesi Ha lkla i l i şkiler ve Tanıtım Böl ü m ü nden me­
zun oldu. 201 1 yılında Beykent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Si nema-TV bölümünde yük­
sek lisansını tamamladı. Marmara Üniversitesi i l etişim Fakültesi S i nema-Televizyon Bölü münde
doktora öğrencisi olan Gökçek aynı bölümde öğretim görevl isidir.

101 •

You might also like