Professional Documents
Culture Documents
Rokoko Çağı, 1700lerin ilk birkaç on yılını kapsar. Rokoko denildiğinde, 18.yüzyılın başında
Fransız Sarayı’nda gelişmiş sanat akımı anlaşılır. Barok Dönem’den Klasik Dönem’e geçişte çok
önemli bir rol oynamıştır. Sanat tarihi açısından çok kısa bir zaman dilimi olan birkaç on yıl etkin
olmuş olsa da, Rokoko Çağı tüm sanatlar için çok önemli olmuştur.
55
Önceki yüzyılın anlayışı olan Barok stilin ağdalı gösterişine, aşırı detaya ve süsleme
merakına, simetri ve oranlara tepki olarak gelişmiştir. Rokoko genel olarak zarif renkler ve incelmiş
süslemelerle kendini gösterir. Gösteriş ve törensellikle değil, samimiyet ve gündelik olanla ilgilidir.
Ciddiyet yerine keyife, oyuncu- şakacı tavıra; ağır ve hacimlinin yerine hafif olana (leggiero) önem
veren bir üsluptur.
İsmini bitkisel süsleme motiflerinden almıştır. Rokoko, “deniz kabuğu” anlamında kullanılan
rocaille’den türemiştir.1 Rokoko Çağı ve sanatı, Fransız sarayına özgü özellikte olduğundan,
Aydınlanma felsefesinin gözettiği “her bireyin doğuştan hür ve eşit olması gerektiği” düşünce biçimi
karşısında, “keyfiyete övgü ve saraylı” niteliği yüzünden hayatta kalamamıştır.
Müzikte Rokoko üslubu özellikle 17.yüzyılın sonunda çok etkin olan yoğun Barok
süslemelerden arınmış müzik dilini tanımlar. Rokoko çağının müziğinde polifoni ve kontrpuan
1
İlke BORAN, Kıvılcım YILDIZ ŞENÜRKMEZ, Kültürel Tarih Işığında Çoksesli Batı Müziği, 128.
56
seyreltilmiştir. Çok daha basit yapılı kısa cümleler kullanılmış, melodi güzelliğinin ön planda olduğu
bir müzikal dil benimsenmiştir.
Rokoko Çağı’nda resimde ve dekorasyonda daha pastel renkler ve sadelik, samimi ve basit
bir anlayış hüküm sürmüştür. Mimaride ise önceki dönemlere göre daha köşeli formda ve
anıtsallıktan uzak, daha küçük çaplı yapılara önem verilmiştir
Galant Stil: Rokoko Çağı ve üslubunun beraber anıldığı galant, 18.yüzyılın elegan, kibar, soylu ve
zarif saray stilini temsil eder. Fransız saray geleneğinin temsilidir. Galant üslup müzikte, Barok
geleneğin aşırı süslemeli yazısından arınmış, yoğun polifoni ve kontrpuan kullanımından
vazgeçilmiştir. Sadeleşmiş ve basitleşmiş, kolay ve kısa melodiler ve ona eşlik eden basit eşlik partisi
57
şeklinde bir karakteristiğe sahiptir. Özellikle klavsen müziğinde belirgin bir üsluptur. Rokoko
Çağı’nda galant üslup, içerik olarak hafif ve teknik yönden de gösterişten uzaktır.
Besteciler için “Rokoko Çağı bestecisi” veya “galant bestecisi” demek doğru değildir. O
yıllarda yaşamış bestecilerin eserlerinde galant üslubu yansıtan etkiler vardır demek daha doğrudur.
Galant stilin özelliklerini taşıyan müzikler bestelemiş besteciler olarak: Johann Christian Bach,
Johann Quantz, Johann Adolf Hasse, Giovanni Battista Sammartini, Giuseppe Tartini, Baldassare
Galuppi, Johann Stamitz, Domenico Alberti, Luigi Boccherini ve Pietro Locatelli isimlerini
sayabiliriz. Ayrıca Haydn ve Mozart’ın özellikle erken dönem eserlerinde de galant üslubun etkileri
görülür.
‘Klasik’ kavram olarak, Antik Yunan ile Roma’dan kaynaklanır. Özellikle görsel sanatlarda
ve mimaride antik kaynaklara yönelim Klasik Dönem sanatında önemli olmuştur. Bu duruma örnek
olarak, resimde klasik üslubun başlıca temsilcisi Fransız ressam Jacques-Louis David’in2, Antik
Yunan ve Roma sanatını temel alarak, gereksiz ayrıntıları ayıklamış, yalınlığı hedefleyen bir anlatım
ortaya koyduğu söylenebilir.
2
Jacques-Louis David (1748-1825): Tarihin en önemli ressamlarından biri olan Fransız ressam.
58
Müzik tarihinde Klasik Dönem’in başlangıcı çeşitli kaynaklara göre farklı tarihleri işaret eder.
Genel olarak 18.yüzyılın ikinci yarısı ve 1800’lerin başlarını kapsayan dönemi ifade eder.
18.yüzyıl, “Aydınlanma” düşüncesiyle anılır (“Akıl Çağı” olarak da tanımlanır). Bilimin, din
karşısındaki üstünlüğünü kabul eden Aydınlanmacılar, mantığın ve insan zekasının her şeyden üstün
olduğuna inanmaktaydılar. Jean-Jacques Rousseau (1712-1778) ve Voltaire (1694-1778), Fransız
Aydınlanması’nın en büyük isimleri olarak tarihe geçmiştir. Her bireyin eşit haklara sahip olduğu
ideali ve insanların doğuştan hür olduklarına dair insan haklarını savunan anlayış, 1700lerin
ortalarında yeni yeni filizlenmiş, nitekim 1789 yılında Fransız Devrimi’ni doğurmuştur.
Aydınlanma düşünürleri için önemli bir nokta, insanların bilgi yoluyla daha mutlu bireyler
olacağı ve bunun da toplumun yapısı üzerinde olumlu bir etkisi olacağı fikriydi. Aydınlanma hareketi
boyunca aklın önderliğine güvenen düşünürler, etraflarındaki olaylara daha eleştirel bakabilmeye
başlamış, deney sonucu öğrendiklerini aklın süzgecinden geçirerek kabul etmeye yatkın olmuşlardır.
Aydınlanma düşünürlerinin din üzerine düşünceleri de öncü niteliktedir. Genel olarak John
Locke’un, kilise ve devlet yönetiminin birbirinden ayrı olması gerektiği fikrini benimsemişlerdir.
Laik bir toplum yapısına doğru geçişi savunmuşlardır.3 18.yüzyılda yaşanan tüm bu gelişmeler
elbette sanatı ve müziği de derinden etkilemiştir.
Klasik Dönem’de müzik üzerine konuşacak olursak; Barok Dönem müziğinde çok önemli
işlevi olan “sürekli bas” yani basso continuo kullanımı bitmiştir. Bas’ın denetimi böylece sona
ermiştir. Barok dönemde çok önemli olan bir diğer unsur olan “danslar”ın kullanımı da bu çağda
sınırlanmıştır.
3
Aydın BÜKE, Beethoven, 24-26.
59
. 18.yüzyıl Avrupası’nın en
önemli kişilerinden biri olan Napoleon’un 1806’da Jean Auguste Dominique Ingres tarafından
yapılmış portresi.
4
İlke BORAN, Kıvılcım YILDIZ ŞENÜRKMEZ, Kültürel Tarih Işığında Çoksesli Batı Müziği, 128.
60
Jacques-Louis David’in 1786 tarihli Horatius Kardeşlerin Yemini tablosu.
1778’de Viyana’da Artaria ailesinin başında bulunduğu müzik notası basımı işi gelişmeye
başlamıştır. Hem Haydn’ın hem Mozart’ın birçok yapıtının ilk baskılarını yapmışlardır. Basım
sanayisindeki bu büyüme sayesinde Haydn ve Mozart’ın müzikleri Avusturya’nın başkentinde
olduğu kadar, Londra ve Paris’te de basıldığı, çalındığı, beğenildiği için, klasikçilik “uluslararası”
kabul edilen ilk evrensel üslup oldu ve merkezi Viyana’ydı denilebilir. 5
Klasik dönem müzik anlayışında en etkili olan kavramlara tekrar değinecek olursak; denge ve
düzenden bahsetmek gerekir. Abartılı ifadelerden sakınmak, sadeleşmek, klasisizmin başlıca
amaçları olmuştur. Süslemeye dayalı Barok anlayış, keyfiyet ve zarafetin önem kazandığı Rokoko
dönemleri bitmiş; aklın ışığında şekillenen Klasik Dönem başlamıştır.
5
Paul GRIFFITHS, Batı Müziğinin Kısa Tarihi, 143-144.
61
2.1.Klasik Dönem Müziğinde Etkili Olan Önemli Kavramlar:
Sturm und Drang: 1760-70’lerde ortaya çıkan bir sanat akımıdır. Fırtına ve Gerilim şeklinde
Türkçe’ye çevirilir. Alman edebiyatından doğmuş bu akımın en önemli yazarı Goethe6’dir. 1774’te
yazdığı “Genç Werther’in Acıları” adlı romanı, bu akımı çok iyi temsil eder. Sturm und Drang
akımı, kabul edilmiş toplumsal değerlere başkaldıran sanatçı düşüncesini geliştirmiştir. Bu akımı,
yani Fırtına ve Gerilim akımını savunan sanatçılar, kişisel özgürlüğe, özellikle sanatçının tüm kural
ve yerleşik yargılardan bağımsız olmasına inanıyorlardı. Müzikte Sturm und Drang’ın tutkulu
fikirlerine karşılık gelen isim ise Mannheim Orkestrası’dır demek yanlış olmaz.
Mannheim Orkestrası : Besteci, kemancı ve orkestra şefi Johann Stamitz’in7 yönettiği bu orkestra,
her biri virtüoz enstrümancılardan oluşmaktaydı. Bu nedenle Mannheim Orkestrası’na “generaller
ordusu” da denilmekteydi. Çalınan eserlerin dinleyici üzerinde en büyük etkiyi yaratabilmesini
amaçlıyorlardı. Bu dramatik etkiyi, nüanslar arasında aşırı farklar yaparak kurmaktaydılar. Tüm
orkestranın ppp nüanstan fff nüansa, hep beraber yükselmesini başararak, müzik tarihine “Orkestra
crescendosu” terimini kazandırdılar. Mozart da 1777 yılında bu orkestrayı dinlediğinde çok
etkilendiğini ifade etmiştir. Stamitz ve orkestranın daha sonraki yöneticisi ve şefi Cannabich8,
dönemin çok önemli müzisyenlerindendi. Dönemin bir başka önemli müzik insanı olan besteci ve
eleştirmen Christian Schubart9, orkestrayı şöyle tasvir etmiştir: “Burada forte, gök gürültüsüdür,
crescendo bir çağlayandır, diminuendo uzaktan fokurdayarak akan kristal bir deredir, piano bir
bahar esintisidir.” Bu söylem üç piano’dan, yani pianopianissimo’dan çarpışan fortissimo’ya
yükselen ve tekrar düşen ünlü “Mannheim crescendosu’nu tanımlıyordu.10
Empfindsamkeit: Almanya’da ortaya çıkmış bir stildir ve yaratıcısı olarak Carl Philipp Emanuel
Bach11 düşünülür. Sturm und Drang akımının anlatımcılığını ve galant stilin zarafetini harmanlayan
bir stildir. “empfindlich” Almanca duyarlı-duygulu demektir, “Empfindsamkeit” da duygululuk,
hassasiyet anlamını taşır (İngilizcesi sentimentality).
6
Johann Wolfgang von Goethe (1749-1832): Ünlü Alman şair, yazar, filozof, doğabilimci.
7
Johann Stamitz (1717-1757): Mannheim Orkestrası’nın kurucusu olan Çek asıllı Alman kemancı, besteci ve orkestra
şefi.
8
Johann Christian Cannabich (1731-1798): Alman kemancı, besteci ve orkestra şefi.
9
Christian Schubart (1739-1791): Alman şair ve müzik eleştirmeni.
10
Harold SCHONBERG, Büyük Besteciler, 81.
11
Carl Philip Emanuel Bach (1714-1788): Ünlü Alman besteci ve pedagog. J.S.Bach’ın oğludur.
62
Bu stildeki eserlerde, içten ve duyarlı bir anlatım benimsenmiştir. Karşıtlık öğesi sık sık
kullanılmıştır. Ritimlerde, armonilerde, modülasyonlarda zıtlık ilkesi hakimdir. Anlatımcı
(espressivo) bir müzik ve yorumculuk ön plana çıkmıştır. Amaç dinleyiciyi bulunduğu yerde türlü
heyecanlara, duygulara, şaşkınlıklara, acıya, arzulara sevk etmekti. Empfindsamkeit’ın müzikte en iyi
temsil edildiği eserler Carl Philipp Emanuel Bach’ın eserleri olarak kabul edilmektedir.
C.P.E.Bach’a göre, duygu değişimlerini iyi ifade edebilmenin ve dinleyicide etki bırakabilmenin en
iyi yolu, çok uzun olmayan cümleler kullanmaktı. Ayrıca dinamiklerin yani nüansların ve ritimlerin
aniden değiştiği bir yapı kurulmalıydı. C.P.E.Bach, gerek sonatlarında gerekse senfonilerinde bu
ilkeleri ustaca kullanmıştır. C.P.E.Bach “Versuch über das Clavier zu spielen” (Klavye Çalışı
Üzerine Deneme) adlı, döneminin çok önemli kitabında müziğin duyguların sanatı olduğunu ve
dinleyenlerin kalbine hitap ettiğini ve dolayısıyla yorumcunun da eserin duygusal yapısını hissetmek
ve hissettirmekle yükümlü olduğunu belirtmiştir.12
Sonata sözcüğünün kelime anlamı: Uzunluğu veya formu fark etmeksizin, şarkı olarak
söylenmek üzere değil de, enstrümanla çalınan parça (canzon di sonare) demektir.
Scarlatti’nin sonatları kısadır ve neredeyse tamamı tek bölümlüdür. Ancak bu bölüm de kendi
içinde iki kesite ayrılır. Genellikle ilk kesit çeken (dominant) fonksiyonda, diğeri ise kapanışı
gerçekleştirdiğinden eksen (tonik) fonksiyonunda biter. Bu iki kesit bazen benzer tarzda, bazen de
birbirine zıtlık oluşturacak şekilde kurgulanmıştır. Klavyeli çalgılar için dönemin teknik anlayışının
çok üzerinde buluşlar içeren bu yapıtlar, atlamaları, arpejli pasajları, repete teknikleri, çapraz el
kullanımları ile virtüozitesi yüksek yapıtlardır. Scarlatti’nin bu kısa sonatları, son derece zarif
karakterde ve hafiflik içeren yapıdadır. Aralarında Mozart’ın da bulunduğu pek çok besteci
Scarlatti’nin İtalyan tarzını yansıtan sonat yazısından çok etkilenmiştir.
63
sonatlarında bu formu çok kullanmalarına rağmen, kişisel yaklaşımlarını da uygulayarak bu biçimi
geliştirmiş, istisnai örnekler yaratmıştır.
Sonatın 1.bölümü, genelde doğrudan Serim yani Ekspozisyon ile başlar.19 A teması (ana tonda) ve B
teması (V.fonksiyondaki Çeken tonunda) bu ilk kısım olan Serim’de duyurulur. 2.kısım olan Gelişim
kısmında modülasyonlar yapılarak başka tonlara gidilir. Ardından Dönüş köprüsü ismi verilen bir
köprü ile geri dönülerek Yeniden Serim yani Re-ekspozisyon’a bağlanılır. Bu 3.kısımda A ve B
temaları (ana tonda) tekrar duyurulur. Bölüm çoğunlukla kısa bir Codetta veya Coda ile biter.
Mozart ve Beethoven’ın müziklerine genel olarak bakıldığında, özneldirler demek doğru olur.
Yani müzikleri içseldir; kendi karakter ve ruh dünyalarını birebir yansıtır. Bununla beraber onların
müziklerinde somut özellikler mevcuttur. Mozart’ın müziğinden bahsederken söylenmesi gereken
çok özel bir nitelik ise tiplemeler üzerinedir. Tıpkı operalarındaki gibi, klavyeli çalgılar müziğinde
de bu tiplere rastlanır. Beethoven’ın müziği ise içsel dünyasının ve fikirlerinin yansıması olarak
görülebilir.
Mozartien sonat: Fikir yani tema akışının oluşturduğu sonattır. Mozart sistemli şekilde müzik
bestelemezdi. Bir anda dökülen müziğinin sistematiği kendiliğinden zaten vardır. Olağandışı
doğaçlama yeteneği, sonatlarındaki bu “fikir akışı” durumunun nedeni olarak düşünülür.
Operalarındaki tiplemelere, sonatlarında da rastlanır.
Beethovenien sonat ise Klasik Sonat’ın zirvesine ulaşmakla kalmaz, son sonatlarında Beethoven
kendi koyduğu kuralları aşarak Romantik Sonat’ın gelişimini başlatır. Haydn’ın sistem konsepti ve
Mozart’ın tiplemelerinden etkilenmiştir. İlk 4 sonatı Haydn etkisinde ise de; sonrasında kendi sesini
bulmuştur. A ve B temasının kimliklerini oturtmuştur. A teması, dinamiktir (ve maskulen); B teması
ise liriktir (ve feminen). Beethoven Sonatları tanımlarken, bu A ve B temaları arasındaki ikilem ve
gerilimin eserin yaratılışındaki önemini vurgulamak gerekir. 20
19
Nadiren de olsa, bir Introdüksiyon yani Giriş ile başlayan sonatlar da vardır.
20
Haydnien-Mozartien-Beethovenien Sonatlar için; Hülya TARCAN, Piyano Edebiyatı Ders Notları.
64
2.3.Dönemin Piyano İçin Eserler Üretmiş Bestecileri
2.4.Viyana Klasikleri
Aralarında büyük yaş farkı olmasına rağmen, Viyana’da dost olan ve birlikte oda müziği
eserleri çalan Haydn ve Mozart arasında derin ve samimi bir bağ vardı. Mozart, Haydn’ın başta yaylı
dörtlüleri olmak üzere eserlerini hayranlıkla inceliyordu. Haydn’ın, Mozart’ın babası Leopold’e 12
Şubat 1785’te söylediği şu ünlü sözleri, onun da genç besteciyi ne denli takdir ettiğinin kanıtıdır:
“Tanrı’nın önünde sizi temin ederim ki, oğlunuz tanıdığım en büyük besteci. Hem zevkli, hem de
beste yapmanın tüm inceliklerini biliyor.”21
1787 yılında Beethoven, henüz on yedi yaşında iken, doğup büyüdüğü şehir olan Bonn’dan
Viyana’ya kısa bir gezi yaptı. Bu gezisi esnasında, Beethoven’ın Mozart ile tanıştığı ve ona kendi
bestelerinden birkaçını çaldığı rivayet edilmektedir. Ve Mozart’ın, Beethoven’ın çalışını çok
beğendiği ve onun “parlak bir geleceği olacak bir genç” olduğunu söylediği rivayet edilir. Ancak bu
olası tanışıklığa dair ne yazık ki, kesin veriler mevcut değildir.
1792 yılının başında, Haydn Londra’dan ayrılıp Viyana’ya dönerken Bad Godesburg isimli
küçük kentte konakladı. Buranın genç saray bestecisinin Haydn’a verdiği kantatı çok beğenen
besteci, bu genç adama Viyana’ya gelirse, onun hocası olabileceğini söyledi. Eserini çok beğendiği
21
Aydın BÜKE, Mozart, 227.
65
bu genç adam Ludwig van Beethoven idi. Beethoven, Haydn’ın teklifini kabul ederek 1792’de
Viyana’ya taşındı ve kısa bir süre Haydn’ın öğrencisi oldu.
3-Bilinmeyen insanların oluşturduğu bir topluluk için düzenlenen ücretli konserler (halk konserleri)
Bugün bilet alarak dinlediğimiz konserler, ne yazık ki Mozart’ın yaşadığı yıllarda henüz
mevcut değildi. Profesyonel platform olarak konser organizasyonunun oluşmadığı o yıllarda,
menajerler de çoğunlukla sanatçının kendisiydi. “Akademi” ismi verilen konserler düzenleyen
besteciler, bu konserlerde kendilerinin en yeni eserlerini çalar ya da çaldırır ve elde edilen geliri de
kendileri alırdı.
1732 yılında Rohrau’da, Avusturya’da doğan Haydn, yedi yaşındayken korosunda şarkı
söylemek ve eğitim görmek üzere Viyana’da Kapellhaus’a kabul edildi. Buradaki eğitiminin
ardından büyük zorluklar çektiği ve kiliselerde keman veya org çaldığı, müzik dersleri vererek
geçinmeye gayret ettiği yılları başladı. Dönemin ünlü bestecisi Porpora’dan22 kompozisyon dersleri
aldı. 1757’de Kont Morzin’in sarayında tam zamanlı şekilde müzik direktörlüğü görevine başladı.
1760 yılında Maria Anna ile evlendi. 1761’de Prens Paul Anton Esterhazy’nin hizmetinde,
Kapellmeister yardımcısı olarak çalışmaya başladı. Bu tarihte imzaladığı anlaşmanın ardından, tam
48 yıl Esterhazy Ailesi’nin hizmetinde görev yaptı. 1761-66 arasında sarayda Kapellmeister’lik
görevini sürdüren Gregor Joseph Werner, dini müziklerden sorumluydu. Haydn da onun yardımcısı
sıfatıyla, diğer tüm müzik işleriyle ilgilenmekteydi. Haydn, görev yaptığı uzun yıllar boyunca
Esterhazy Ailesi’ne ait pek çok farklı sarayda ikamet etmiştir. Kışları çoğunlukla Viyana’da
geçirirken, yazları Bratislava-Pressburg’da, Kittsee’de veya Eisenstadt’taki saraylarda
geçirmekteydiler. 1762’de ölen Prens Paul Anton’dan sonra tahta geçen Prens Nicolaus I, 1790
yılındaki ölümüne dek tahtta kaldı. Haydn da sanatı çok destekleyen ve “Muhteşem (Magnificent)”
diye anılan Prens Nicolaus Esterhazy I’in emrinde 1766’dan itibaren Kapellmeister olarak görev
yaptı. Avusturya-Macaristan’ın en büyük ve zengin saraylarından biri olan ve Esterhaza ismiyle
anılan Süttör/Eisenstadt’taki Yazlık Saray, Prens Nicolaus I’in emriyle görkemli yapısına kavuştu.
Sarayın, iki ayrı tiyatrosu ve iki konser salonu bulunuyordu. Haydn’ın görevi her türlü müzik
etkinliğini düzenlemek, Prens’in istediği müzikleri bestelemek, müzisyenleri yetiştirmek ve
22
Niccolo Porpora (1686-1766): İtalyan besteci.
66
orkestrayı çalıştırmak, çalgıların bakımından sorumlu olmak şeklindeydi. 1770-80li yıllarda
Avrupa’da ünlü bir besteci haline gelen Haydn, saraydaki görevlerine rağmen, Prens’in izin vermesi
durumunda seyahat edebilmekteydi. 1790 yılında ölen Prens Nicolaus I’den sonra tahta Prens Anton
geçti. Bu dönemde Haydn da ilk Londra gezisini yapmak üzereydi. 1791 yılında Londra’ya giden
Haydn, halkın ve sarayın büyük ilgisiyle karşılaştı. 1792’de Bonn üzerinden Viyana’ya giderken,
genç besteci Beethoven ile tanıştı. Bir süre Viyana’da kaldıktan sonra 1794’te Londra’ya geri döndü
Prens Anton’un 1794’te ölümü üzerine, tahtın yeni sahibi Prens Nicolaus Esterhazy II oldu. Prens
Nicolaus II, saraydaki müzik etkinliklerinin eskisi kadar canlı olmasını istedi. Böylece Haydn, tekrar
görev yerine geri dönmek üzere, 15 Ağustos 1795’te Londra’yı terk etti. 1795 yılından itibaren
kışları Viyana’da, yazları Eisenstadt’ta geçirerek, Esterhazy ailesinin hizmetindeki görevini ölünceye
dek sürdürdü. Hayatının bu son dönemlerinde dini missalar ve Yaratılış ve Mevsimler
Oratoryo’larını besteledi.
31 Mart 1809’da ölen Haydn için düzenlenen anma töreninde (15 Haziran 1809) Mozart’ın
Requiem’i seslendirildi.23
Haydn’ın alçakgönüllü, dindar (Katolik) ve sevecen kişiliğinden pek çok farklı kaynakta söz
edilmektedir. Müzisyen dostlarına karşı yardımseverliğinin, kendisinin çocukluk ve gençlik
yıllarında yaşadığı sıkıntıları hiç unutmamış olmasından geldiği düşünülmektedir. Mozart’ın da
aralarında olduğu pek çok yakını, babacan ve sevecen, bonkör tavırlarından ötürü besteciye “Papa
Haydn” diye hitap etmiştir. Yaşadığı dönemde çok ünlü de olsa bir bestecinin sosyal statüsünün de
farkında olan Haydn, daha sonra Mozart ve Beethoven’da göreceğimiz isyankar tavırları
göstermemiş; yaşamı boyunca saraydaki görevlerini ve aristokratlara olan saygısını sürdürmüştür.
Haydn’ın Müziği
Ünlü piyanist Alfred Brendel’in de Haydn’ın müziğindeki mizah unsuruyla ilgili seminerler
verdiğini düşünecek olursak, bu konuyla ilgili ünlü müzikolog Paul Griffiths’in görüşlerine
değinmek de yararlı olacaktır. Griffiths’in Müziği’nin Kısa Tarihi kitabından alıntıyla: 1770
dolaylarında Haydn, müzikte iğneleyici özdeyiş, muzip sürpriz, zeki nükte, fışkıran neşe gibi
öğelerle bestelerinde büyük bir mizah anlayışı göstermeye başlamıştı. Haydn’ın 1770’lerdeki
yapıtları aynı dönemde yazdığı operalarından daha mizahidir denilebilir. Bu yapıtlar arasında,
senfonilerin yanı sıra, Haydn’ın alabildiğine benimseyeceği yeni bir genre, iki keman, viyola ve
viyolonselden oluşan yaylı çalgılar dörtlüsü vardı. Bu yapıtlar, konser malzemesi olmanın yanı sıra,
aynı dört bölüm serisine sahip küçük oda senfonileriydi; yerleri de, amatör müzisyenlerin bunları
çalacakları evleriydi. Yaylı dörtlüsü, daha çok, yüz yıl önce müzikte Trio-sonatın işlevini yerine
getiriyor, çağın küçük çaplı en karakteristik müzik hareketinin örneğini veriyordu. Bu durumda
karşılıklı söyleşen bağımsız partilerin hareketinde anlaşmazlık ve keder paylaşımı anları
bulunabiliyorsa da, özünde genelde neşeliydi. Haydn opus 33 dörtlülerine bunların “tamamen yeni ve
özel bir tarzda” olduğunun notunu eklemişti. Bununla, özellikle iki bas çalgının (viyola ve
viyolonselin) artık başkalarına hizmet etmek veya eşlik etmenin ötesinde, bireysel önem kazanmış
23
Reinhard PAULY, Music in the Classical Period, 87.
67
olduğunu vurgulamak istemiş olmalıdır. Haydn ve Carl Ditters von Dittersdorf’un 24 kemanlarda,
Mozart’ın çok sevdiği bir çalgı olan viyolada ve Johann Baptist Wanhal’ın25 viyolonselde yer aldığı
bir Viyana besteciler dörtlüsünde sık sık bir araya geliyorlardı. 26
Senfoninin yaratıcısı olarak bilinen Haydn, ayrıca yaylı dörtlü ve piyano trio gibi oda
müziğinin başlıca alanlarında da çok sayıda eser üretmiş ve bu türleri oturtmuştur. Sonatın
gelişiminde de çok kilit bir rol üstlenen Haydn, Klasik dönemde daha sonra geliştirilecek tüm
türlerin ilk mükemmel örneklerini vermiştir denilebilir.
Haydn’ın 52 adet piyano sonatı vardır. Hoboken XVI serisi içinde numaralandırılmıştır. En
yaygın kullanımı bu Hoboken serisidir. Parantez içinde (No..) şeklinde yazılmış numaralar ise,
Christa Landon tarafından verilmiş numaralardır ve kimi kaynaklarda o numaralama sistemi
kullanılır.
24
Carl Ditters von Dittersdorf (1739-1799): Avusturyalı besteci ve kemancı.
25
Johann Baptist Wanhal (1739-1813): Bohemyalı besteci.
26
Paul GRIFFITHS, Batı Müziği’nin Kısa Tarihi, s. 143-144.
68
XVI:11Sol Majör/ G-dur (No.5) - 1760/67
XVI:12 La Majör/ A-dur (No.12)
XVI:13 Mi Majör / E-dur (No.15) - 1761/67
XVI:14 Re Majör/ D-dur (No.16) - 1761/67
XVI:15 Do Majör /C-dur
XVI:16 Mi bemol Majör/ Es-dur
XVI:17 Si bemol Majör/ B-dur
XVI:18 Si bemol Majör/ B-dur (No.20) – 1771/88
XVI:19Re Majör/ D-dur (No.30) - 1767
XVI:20 do minör/ c-moll (No.33) - 1771
XVI:21Do Majör/ C-dur (No.36) - 1773
XVI:22 Mi Majör/ E-dur (No.37) - 1773
XVI:23Fa Majör/ F-dur (No.38) - 1773
XVI:24 Re Majör/D-dur (No.39) - 1773
XVI:25Mi bemol Majör/ Es-dur (No.40) - 1773
XVI:26 La Majör/A-dur (No.41) - 1773
XVI:27Sol Majör/ G-dur (No.42) - 1774/76
XVI:28 Mi bemol Majör/Es-dur (No.43) – 1774/76
XVI:29Fa Majör/ F-dur (No.44) – 1774/76
XVI:30 La Majör/ A-dur (No.45) – 1774/76
XVI:31 Mi Majör/ E-dur (No.46) – 1774/76
XVI:32 si minör/ h-moll (No.47) – 1774/76
XVI:33 Re Majör /D-dur (No.34)- 1773/78
XVI:34 mi minör/e-moll (No.53) – 1782/84
XVI:35 Do Majör/ C-dur (No.48) – 1779/80
XVI:36 do diyez minör/ cis-moll (No.49) – 1778/80
XVI:37 Re Majör/ D-dur (No.50) – 1779/80
XVI:38 Mi bemol Majör/ Es-dur (No.51) – 1779/80
XVI:39 Sol Majör/ G-dur (No.52) – 1779/80
XVI:40 Sol Majör/ G-dur (No.54) – 1783/84
XVI:41 Si bemol Majör/ B-dur (No.55) – 1783/84
XVI:42Re Majör / D-dur (No.56) – 1783/84
XVI:43 La bemol Majör/ As-dur (No.35) – 1775/83
XVI:44 sol minör/ g-moll (No.32) - 1770/88
XVI:45 Mi bemol Majör/ Es-dur (No.29) - 1766
XVI:46 La bemol Majör/ As-dur (No.31) – 1768/88
XVI:47 Fa Majör/ F-dur (No.57) – 1765/88
XVI:48Do Majör/ C-dur (No.58) - 1789
XVI:49 Mi bemol Majör/ Es-dur (No.59) – 1789/90
XVI:50 Do Majör/ C-dur (No.60) - 1794/95
XVI:51 Re Majör/ D-dur (No.61) - 1794/95
XVI:52 Mi bemol Majör/ Es-dur (No.62) - 1794
Varyasyonları
69
Variations (6) in C major, Hob. XVII/5
Variations in F minor, Un piccolo divertimento, Hob. XVII/6
Variations (5) in D major, Hob. XVII/7
Variations (8) in D major, Hob. XVII/8
Piyano Konçertoları
Piyanolu Oda Müziği Eserleri: Hob XV gruplamasıyla numaralandırılmış 41 adet piyano triosu
vardır. Piyano ve iki enstrüman için 14 adet Divertimento (Hob.XIV) bestelemiştir. Piyano sonatları,
trioları ve yaylı dörtlülerinden kısımları düzenleyerek keman-piyano için 8 sonat yazmıştır.
27 Ocak 1756 yılında Salzburg’da doğan Wolfgang Amadeus Mozart, harika çocuk olarak
ünlenmiş, çocukluğu süresince, ablası Nannerl ile birlikte Avrupa’nın en görkemli saraylarında
aristokratlar için konserler vermiştir. Döneminin aydın pedagogu (keman metodu Violinschule,
önemli bir kaynaktır) ve bestecisi Leopold Mozart, oğlu ve kızını, ilerici bir anlayışla yetiştirmiş ve
kendi doğalarını ve niteliklerini geliştirmelerine olanak tanımıştır. Leopold Mozart’ı, çocuklarını
70
Avrupa’nın saraylarında konserler vermeleri için dolaştırıp, bu sayede kazanç elde etmiş kötü bir
figür olarak gören kimseler olmuştur. Ancak günümüzde, Mozart’ın erken döneminde ulaştığı
mucizevi yetenek ve donanım düşünüldüğünde, babasına çok önemli ve pozitif bir rol
atfedilmektedir. Mozart ailesinin gezileri, hem iki üstün yetenekli çocuğun konserler vermesi için
organize edilmekteydi; hem de onların eğitimi için büyük önem taşıyordu. Ocak 1762’de Münih’e
yapılan yolculuk, Wolfgang Amadeus Mozart’ın ilk seyehatiydi. Bunu, eylül 1762’de Viyana;
haziran 1763- kasım 1766 arasında Almanya’nın çeşitli kentleri, Brüksel, Paris, Londra, Hollanda’yı
kapsayan Büyük Avrupa Gezisi; aralık 1769- mart 1771 arasındaki ilk ve ağustos-aralık 1771’deki
ikinci ve kasım 1772-mart 1773’deki üçüncü İtalya Gezisi izlemiştir. 1773 itibariyle Wolfgang
Amadeus Mozart, harika çocukluk günlerini geride bırakmış, eğitimini tamamlamış ve kendini
Avrupa’nın büyük başkentlerinde kanıtlamış bir besteci olarak anılmaya başlamıştır. Wolfgang’ın ve
Leopold’ün bundan sonraki adımları, ona kalıcı bir iş sağlamak üzere atılmış ama ne yazık ki
başarısız olmuşlardır.
23 Eylül 1777’de Wolfgang Amadeus Mozart ve annesi Anna Maria Mozart beraber son
yolculuklarına çıktılar. Paris’te annesinin ölümü, Wolfgang’ı derinden etkilemişti. Paris’e giderken
uğradıkları Mannheim’da, besteciler Christian Cannabich ve Ignaz Holzbauer ile tanışan Mozart,
burada Mannheim Orkestrası’nı dinlemiş ve çok etkilenmiştir. Bu şehrin Mozart’ın hayatındaki diğer
bir önemi de, Weber ailesi ile tanışması olmuştur. Çok güzel soprano bir sese sahip kızları Aloisia’ya
beslediği ilgi tek taraflı kalmıştır. Ancak ileride, 4 Ağustos 1782’de bir başka Weber olan Constanze
ile evlenecektir. Bu uzun geziden 16 Ocak 1779’da Salzburg’a döner dönmez Wolfgang Amadeus
Mozart resmen Saray Orgculuğu’na atanmıştır. Ancak bu görevinde çok uzun süre kalmamıştır.
Mozart’ın, babasının iznini alamadan evlendiği Constanze ile ilgili olarak da kötü yargılar
mevcuttur. Oysa Mozart, babasına 15 Aralık 1781’de yazdığı mektubunda, karısından şu sözlerle
bahsetmiştir: “Benim sevgili Constanze’m bir peridir ve belki de bu yüzden dünyadaki en akıllı, en iyi
kalpli kadındır… Constanze çirkin değil, tersine güzel. Siyah gözleri ve güzel bir görünüşü var.
Kurnaz değil ama bir anne ve kadın olarak görevlerini yerine getirecek kadar ahlaklı. Süs meraklısı
da değil, bu tamamen yanlış. Annesi her şeyi sürekli diğer iki kızı için yapıp onun için hiçbir şey
yapmamış. Temiz ve tertipli giyinmeyi seviyor ama abartılı değil. Çoğu elbisesini kendisi yapıyor,
hatta saçlarını bile. Ev işlerinden anlıyor ve dünyanın en iyi kalbine sahip. Onu seviyorum, o da beni
tüm kalbiyle seviyor. Söyleyin bana bundan daha iyi bir eş isteyebilir miydim?...”27 Karısı
Constanze’yle ilişkilerine dair pek çok kitap yazılmış ve Constanze savurgan ve kaprisli bir kadın
olarak genelde negatif şekilde betimlenmiştir. Oysa samimi bir ilişkileri olduğu bilinmekte ve
27
Kendi Sözleriyle Mozart, s.104 ve (Almancası) Mozart Briefe, Derleyen: Albrecht GOES, 102- 104.
71
Mozart’ın, Constanze’ye çok değer verdiği mektuplarından anlaşılmaktadır. Constanze’den uzakta
olduğu 16 Nisan 1789 tarihinde yazdığı mektup, bestecinin karısına karşı hassasiyetini ve her zaman
neşeli ve şakacılığını koruyan üslubunun yanı sıra, daha önce de pek çok kez kendini gösteren
kıskançlığının bir maddeyle kendini belli etmesi bakımından önemlidir. Sevgisini göstermekten hiç
çekinmeyen Mozart, sevildiğini de aynı oranda hissetmek isteyen bir karakterdedir. Yeterince ilgi
görmediğini hissettiğinde, kolaylıkla kıskançlık gösterebildiği ve şakayla karışık da olsa hislerini
açıkça belirttiği, aşağıda alıntılanmış mektupta görülecektir:
4.Sana olan aşkımdan emin ol, sevgili portreni karşıma koymadan sana tek bir mektup bile
yazmadım,
6.28Ve sonuncu ricam, mektuplarının daha fazla bilgi içermesi. Benim ayrıldığım gün enişten
Hofer’in gelip gelmediği, söz verdiği gibi sık uğrayıp uğramadığı, Langeler’in ziyarete gelip
gelmedikleri, portrem üzerinde çalışmanın nasıl gittiği, günlerinin nasıl geçtiği beni çok
ilgilendiriyor.
5.Sadece senin ve benim şerefimi dikkate almanı değil, aynı zamanda gerçekleri göz önünde
bulundurmanı da istiyorum. Bu ikazım için lütfen bana kızma, aslında bu yüzden beni daha çok
sevmen gerekir.
Hoşça kal sevgilim, her gece ve her sabah saatlerce senin portrenle konuştuğumu unutma.
Ayın 18’inde buradan ayrılıyoruz...
O stru! Stri! Seni 1.095.060.437.082 kez öper ve kucaklarım. Bu sayıyla konuşma alıştırması
yapabilirsin.
W.A.Mozart”29
28
Sayıların 6 ve 5 diye devam etmesi, Mozart’ın mektuplarında sıklıkla rastlanan şakalarından biri olmalıdır.
29
Mozart Briefe, Der:Stefan KUNZE, 382.
72
Sanatçılar, saraylı-aristokrat çevrelerin (ve onların örneğini izleyen şehirli-burjuva kentsoyluların)
takdirine, desteğine ve beğenisine bağımlıydı. Yani Mozartlar’ın yaşadığı dönemde, sosyal açıdan
kabul görmek ve aynı zamanda kendisini ve ailesini geçindirecek durumda olmak isteyen bir
müzisyen, saraylı-aristokrat kurumların ve onların uzantılarının oluşturduğu sistemin içinde bir
konum edinmek zorundaydı. Bir hizmetkar olmanın ötesinde önemi olmayan besteci ve müzisyenler,
saray müzisyeni olarak, bağlı bulundukları sarayın tüm kurallarına uymak ve kralın, lordun, yani söz
sahibi olan aristokrat kişinin tüm isteklerini emir olarak uygulamakla yükümlüydüler. Mozart ya da
Haydn gibi olağanüstü yetenekleri ve yaratıcılıkları olan besteciler, sıradan müzisyenlere göre elbette
ki daha iyi muamele ve saygı görüyordu. Ancak soylular ile soylu olmayanlar arasındaki uçurum
büyüktü ve aralarındaki bu fark zaman zaman, daha aşağı seviyeki soylu olmayanların yüzüne
vuruluyordu.
Mozart’ın babası Leopold, çok gururlu birisi olsa ve oğlunu özgür bir birey olarak
yetiştirmeye çabalamış olsa da, oğluna saray diplomasisine göre davranmayı, soyluların emirlerine
itaat etmeyi, iktidar sahiplerine övgülü sözler etmeyi öğretmeye çabalamıştı. Ancak Wolfgang’ın
müziğinde nasıl olağanüstü bir doğaçlama unsuru varsa, kişisel ilişkilerinde de alışılmadık bir
doğrudanlığa, hatta pervasızlığa sahipti. Küçük bir sarayın yakınlarında büyüdüğü ve tüm çocukluğu
boyunca bir saraydan diğerine seyahat ettiği halde saraya özgü yapmacık davranışları hiçbir zaman
benimsemedi. Babasının tüm uğraşlarına rağmen, Wolfgang Amadeus Mozart bir orta sınıf burjuva
vatandaşın sahip olduğu duruşu yaşamı boyunca korudu. 30 Mozart, lütuflarını beklediği saraylıların,
hepsi olmasa da çoğunun, onun müziğini neredeyse hiç anlamadığını ve olağanüstü yeteneğinin hiç
farkında olmadıklarının bilincinde olmalıydı.31
Çeşitli mektuplardan alıntılar yaparak, Mozart’ın duygu ve düşünce dünyasını daha yakından
incelemek yararlı olacaktır:
20 Haziran 1781, babasına yazdığı mektuptan :”İnsanın soyluluğunu belirleyen kalbidir. Kont
olmamama rağmen, belki de pek çok konttan daha onurluyum. Beni aşağılamaya kalkacak biri ister
sıradan biri olsun ister kont olsun, köpeğin tekidir. Büyük bir ciddiyetle, işini ne kadar kötü yaptığını
ona göstermeliyim. Bütün bunların sonunda da ona tekmeyi hak ettiğini garanti etmeliyim. Biri beni
aşağılayacak olursa intikamımı almalı, karşılığında ben de aynı şekilde davranmalıyım. Bu ceza
değil misillemedir. Gerekirse onunla aynı seviyeye inerim ama kendimi böyle bir hadım atla
kıyaslamayacak kadar da gururluyum… O saray asalaklarının sana küçümsercesine bakacaklarına
kolayca inanabilirim ama ne diye bu sefil yığın için kendini üzüyorsun? Onlar sana güvensizlikle
bakarken, senin de onlara daha büyük bir gurur ve teessüfle üstten bakman gerekir.”32
7 Şubat 1778’de, babasına: “Özellikle yeteneği ve coşkun bir öğrenme arzusu olan birine sırf
iyilik olsun diye zevkle ders veririm. Ama belli bir saatte birinin evine gitmek ya da birinin belli bir
saatte gelmesini beklemek ne kadar karlı olsa da yapamayacağım bir iş. Bu işi klavye çalmaktan
başka hiçbir şey yapamayanlara bırakıyorum; benim için imkansız bir şey. Ben bir besteciyim ve en
büyüklerden olmak için doğdum. Tanrı’nın bana cömertçe sunduğu bu bestecilik yeteneğini (kendini
beğenmişlik yapmadan itiraf etmeliyim ki bunu bu günlerde çok daha fazla hissediyorum) bu şekilde
30
Norbert ELIAS, Mozart, Bir Dahinin Sosyolojisi Üzerine, 20-27.
31
A.g.k. 28, 29.
32
Kendi Sözleriyle Mozart, 80-81.
73
ziyan edemem. Oysa çok öğrencim olsaydı istemeden de olsa sonuç bu olacaktı. Öğretmek oldukça
huzursuz bir iş ve beste yapmamaktansa icracı yönümü ihmal etmeyi tercih ederdim. Çalgı
çalabilmek sadece bir destek; yine de şükürler olsun ki oldukça güçlü bir destek.”33
4 Nisan 1787’de, babasına: “Genç olmama rağmen yarın hayatta olup olmayacağımı
düşünmeden asla yatmıyorum. Yine de beni tanıyanların hiçbiri somurtkan veya kasvetli biri
olduğumu söyleyemez. Bu neşeli yaratılışım için Yaratıcı’ma her gün şükrediyorum ve tüm kalbimle
arkadaşlarımın da bunu yapmasını diliyorum.”35
7 Temmuz 1791’de, karısı Constanze’ye: “Sensiz zamanın nasıl yavaş geçtiğini tahmin
edemezsin. Anlatması zor ama acı veren bir boşluk hissi var; asla tatmin olmayan, tam aksine,
büyüyen bir özlem. Baden’de nasıl çocukça mutlu olduğumuzu ve burada nasıl sıkıldığımı
düşündükçe, işim bile zevk vermez oluyor çünkü ara verdiğimde seninle konuşamıyorum. Klavyeye
gidip operadan (Sihirli Flüt) bir şeyler söylemeye başladığımda, zihnim biraz olsun rahatlıyor.”36
5 Aralık 1791 gecesinin ilk saatlerinde Wolfgang Amadeus Mozart yaşama veda etti. 7 Aralık
günü St.Stephan Kilisesi’ne getirilen Mozart’ın cenazesi, törenin ardından, mezarlığa götürülmek
üzere hazırlandı. Havanın kötü oluşunun da muhtemel etkisiyle Mozart’ın cansız bedeninin
defnedilmesi sırasında mezarı başında yalnızca mezarcı bulunuyordu. Mezarının yeri bilinmiyor.
“Ayın 4’ünü 5’ine bağlayan gece, İmparatorluk Saray Bestecisi Wolfgang Mozart öldü.
Çocukluk günlerinden başlayarak, ender rastlanan müzik yeteneği sayesinde tüm Avrupa’da
tanınıyordu. Tanrı vergisi yeteneğini başarıyla geliştirerek yarattığı, herkes tarafından sevilen ve
takdir edilen eserleri, onun büyük ustalar mertebesine ulaştığının en iyi kanıtıdır. Ölümü müzik
sanatında yeri doldurulamaz bir kayıptır.”37
Mozart’ın Müziği
33
A.g.k. 74-75.
34
A.g.k.86.
35
A.g.k. 96.
36
A.g.k. 106.
37
Aydın BÜKE, Mozart, Bir Yaşam Öyküsü, 318.
38
Johann Joachim Quantz (1697-1773): Alman besteci.
74
stilistiğinin, yapısının ve müziğe yapmış olduğu katkılarının incelenerek, tüm “iyi” özelliklerinin
alınması ve bunların Alman müzik geleneğinin yapısıyla bir “sentez” oluşturacak şekilde beraberce
kullanılmasını salık vermiştir. Quantz böylece “uluslararası” bir anlayışa ulaşılacağını, ancak bunun
yine de “Alman müziği” olarak anılacağını öngörmüştü.39 Fransızlar’ın galant’ını, İtalyan operasının
lirik melodilerini alıp Almanlar’ın kontrpuan geleneğiyle birleştirmek ve tüm bu ülkelerin kendi
stilistik özelliklerindeki danslarını müzikte kullanmak, Mozart’ın büyük bir başarıyla gerçekleştirdiği
bir sentez olmuştur. İşte bu nedenledir ki, Mozart’ın müziğinde J.S.Bach ve Friedrich Händel’den
miras zengin kontrpuan, Fransız sarayının galant stili ve keyfi yaklaşımı, Alman Singspiel
geleneğinin önemli eserlerini üretmesine kaynaklık eden Alman halk müziği, İtalyan operasının
melodi ve çeşitleme zenginliğini, Johann Christian Bach’ın İtalyan karakteristiğini ve İngiliz
zarafetini yansıttığı sonatlarının ve Empfindsamkeit’ın en önemli bestecisi Carl Philip Emanuel
Bach’ın dışavurumculuğunu ve kontrast açısından zengin karakterlerinin etkisini bulmak
mümkündür. Bunların yanı sıra dönemin Avrupası’nda hem korkulan hem ilgi duyulan Doğu figürü
olarak Türkler’in etkisi de Mozart’ın müziğine dahil ettiği bir diğer unsur olagelmiştir (turquerie).
Mozart’ın bu ilk altı sonatı, eski, geleneksel yaklaşımdadır. Mozart bu sonatlarını “zor
sonatlar” olarak tanımlarken, eserlerin iç yapılarını değil, çalış tekniklerinin zorluğunu kast
etmiştir.40
39
Reinhard G.PAULY, Music in the Classic Period, 53.
40
Selen BUCAK, Mozart’ın Piyano Eserleri ve Yorumu Üzerine Bir Çalışma, Yüksek Lisans İnceleme Metni, 88.
75
Paris’te, annesinin ölümü üzerine derin sorgulamalara girdiği tahmin edilen çok üzüntülü döneminde
bestelenmiş olan KV 310 la minör sonatı, H.Abert’in deyişiyle, “Mozart’ın ilk trajik sonatı”dır. Bu
sonat için “romantizmin habercisidir” denilebilir.
1783’te Viyana veya Salzburg’da bestelenmiş Sonatlar ve Linz’de bestelenmiş Sonat (K 333)
Mozart hem klavye tekniği hem de kompozitoryal teknikler bakımından, kendi zirvesine
ulaşmıştır. Bu dört sonat, büyük dramatik unsurlar taşımaktan ziyade, zarif üslupta ve soyut
yapılanmaya sahip olarak nitelendirilebilir.
Sonat No. 14 c-moll/ do minör KV 457 (Fantasie c-moll K 475 ile basılmıştır)|
Sonat No. 15 F-Dur/ Fa Majör KV 533
Sonat No. 16 C-Dur/ Do Majör KV 545 (Sonata facile)
Sonat No. 17 B-Dur/ Si bemol Majör KV 570
Sonat No. 18 D-Dur / Re Majör KV 576
Mozart’ın son sonatları olan bu eserler, yoğun içerikleri ve dramatik yapılarıyla dikkat
çekicidir.
Barok dönemde özellikle çok sevilen bir biçim olan Tema ve Varyasyonlar, Klasik Dönem’de
de sıklıkla kullanılmıştır. Bir motifi, temayı neredeyse hiçbir zaman aynı şekilde ikinci kez
kullanmayan Mozart, çeşitleme konusundaki zengin hayal gücünü ve ince ayrıntılara duyduğu
özenini doğaçlama ustalığıyla birleştirmiştir.
Christian Ernst Graaf ‘ın bir Hollanda Şarkısı üzerine 8 Varyasyonu („Laat ons juichen,
Batavieren!“) KV Anh. 208 (24)
„Willem van Nassau“ üzerine 7 Varyasyon D-dur/ Re Major KV 25 (1766)
Johann Christian Fischer’in Menuet’si üzerine 12 Varyasyon KV 179 (189a) (1774)
Antonio Salieri’nin „La Fiera di Venezia“ operasından bir tema („Mio caro Adone“) üzerine 6
Varyasyon KV 180 (173c) (1773)
N. Dezède’nin „Lison dormait“ Teması üzerine 9 Varyasyon KV 264 (315d) (1778)
„Ah, vous dirai-je Maman“ üzerine 12 Varyasyon KV 265 (300e) (1778)
A. E. M. Grétry’nin „Les Mariages Samnites“ operasından „Dieu d'amour“ Koro parçası üzerine 8
Varyasyon KV 352 (374c) (1781)
„La belle Françoise“ üzerine 12 Varyasyon KV 353 (300f) (1778)
„Je suis Lindor“, Romanze in Beaumarchais' „Barbier“ üzerine 12 Varyasyon KV 354 (299a) (1778)
76
Giovanni Paisiello’nun „I filosofi immaginarii“ Operasından „Salve tu, Domine“ üzerine 6
Varyasyon KV 398 (416e) (1783)
„Come un agnello“ üzerine 8 Varyasyon KV 460 (454a) (1784)
Gluck’un „Die Pilger von Mekka“ operasından „Unser dummer Pöbel meint“ üzerine 10 Varyasyon
G-Dur/ Sol Majör KV 455 (1784)
Bir Allegretto üzerine 12 Varyasyon B-Dur/Si bemol Majör KV 500 (1786)
Bir Allegretto üzerine Varyasyonlar KV 54 (547b) (1788)
Duport’un Menuet’si üzerine 9 Varyasyon KV 573 (1789)
„Ein Weib ist das herrlichste Ding“ üzerine 8 Varyasyon KV 613 (1791)
Klarnetli Kenteti’nin Final Teması üzerine 6 Varyasyon KV 581 KV Anh. 137
Fanteziler
Mozart’ın çağdaşlarından C.P.E.Bach’ın da çok sık kullandığı bir tür olan Fanteziler,
besteciye form kurallarına bağlı kalmadan eser yaratma özgürlüğü verdiği için, yaratıcılıklarını
maksimum düzeye ulaştıran bir alandı. Büyük bir doğaçlama ustası olan Mozart, bu konudaki
hünerini, opera yazmadaki büyük yatkınlığı ve yeteneğiyle beraber kullanarak, bugün çok değerli
kabul edilen Fantezi’lerini bestelemiştir.
Ablası Nannerl ve müzisyen arkadaşları Cannabich gibi isimlerle beraber çalınmak üzere
yazılmış olan dört el ve iki piyano için sonatlar ve çeşitli parçalar, bu alandaki repertuvarın çok
değerli eserleri olarak günümüzde sıklıkla çalınmaktadır.
Sonatlar:
Çeşitli Parçalar:
77
Andante üzerine 5 Varyasyon KV 501 Dört el için (1786)
Adagio f-moll/ fa minör ve Allegro F-Dur/Fa Majör Org için KV 594 (1790) (Dört el versiyonu da
mevcut)
Org parçası f-moll/ fa minör KV 608 (1791) (Dört el için uyarlama)
Piyano Konçertoları
1773-79’da yazdığı altı konçerto, “Salzburg Konçertoları” olarak kabul edilir. Özellikle ilk üç
konçerto galant tarzdadır. Mozart’ın halkın beğenisine ve anlama düzeyine göre yazdığı bu
konçertolar zarif eserlerdir. İleriki konçertolarında ulaşacağı trajik ve derin anlatım burada mevcut
değildir.
1782-83’te bestelediği üç konçerto, Viyana’ya taşınıp “serbest çalışan müzisyen” olarak yaşamaya
başladığı ilk yılların ürünüdür. Bu yıllarda Viyanalılar’ın sevgisini ve ilgisini kazanmaya çalışan
Mozart, bu konçertoları onların zevkine ve anlayışlarına göre bestelemiştir.
1784 yılında altı konçerto besteleyen Mozart’ın bu ve 1785’te bestelediği üç ve 1786’da bestelediği
üç konçerto; yani toplamda on iki adet olan bu konçertoları bir grup olarak düşünülür. Bu
konçertolarda, önceki konçertolarına göre daha incelikli bir form anlayışı ve derinleşmiş düşünsel
özelliğin gelişmiş olduğu söylenebilir. Yapı daha karmaşık ve cesurdur; daha önce fazla gelişmemiş
olan solo ve orkestra arasındaki ilişki yakınlaşmış ve çeşitlenmiştir; orkestrasyon daha
78
zenginleşmiştir. Bu konçertolar duygusal açıdan önceki konçertolarından farklıdır; her bir
konçertonun ayrı bir kişiliği vardır ve temaların dramatik ve bireysel karakteri önem kazanmıştır.
Bestecinin öznel dünyasını anlatan psikolojik derinliğe sahip pasajlar burada müziğe yoğun anlam
katar.
Ayrıca;
Piyanolu Oda Müziği Eserleri olarak da, Piyano ve Keman için 30 adet Sonat; 7 adet Piyano Trio,
2 Piyano Quartet, Üflemeliler ve Piyano için 1 kentet bestelemiştir.
Doğum tarihi kesin olarak bilinmeyen Ludwig van Beethoven 1770’te Almanya’nın Bonn
kentinde doğdu (17 Aralık 1770’de vaftiz edildiği için, pek çok uzman doğum gününü 16 Aralık
kabul etmektedir). Dedesinin ismi de Ludwig van Beethoven’dı ve yetenekli bir müzisyen ve insan
ilişkilerinde usta birisi olarak, Bonn Sarayı’nın Kapellmeister yani Müzik Yöneticisi idi. Babası
Johannes van Beethoven ise başarısız bir müzisyen olarak, saray korosunda şarkı söylese de, alkolik
ve dengesiz bir insandı. Oğlunun ikinci bir Mozart olacağı hayalini kuruyor ve Ludwig’i zorluyor ve
baskı altında tutuyordu. Ludwig van Beethoven babasının ısrarıyla Bonn’daki saray orgcusu
Christian Gottlop Neefe’nin öğrencisi oldu. Bilgili ve yetenekli bir besteci olan Neefe’den, klavyeli
79
çalgılar çalma ve temel kompozisyon eğitimini aldı. Neefe’nin şehir dışında bulunduğu zamanlarda,
saraydaki orgculuk görevini üstleniyordu. 1789 yılında felsefe ve edebiyat dersleri almak üzere Bonn
Üniversitesi’ne kaydoldu. O tarihlerde bünyesinde çok önemli eğitmenleri barındıran kurumun
özgürlükçü ortamı, farklı fikirlerin tartışılmasına olanak tanıyordu. Beethoven bu yıllarda Avrupa’da
yayılmaya başlamış olan devrimci düşünceler ya da ünlü düşünür Kant’ın felsefesi gibi, onun zihin
dünyasını şekillendirecek pek çok şeyi öğrenmişti.
Beethoven, 1792 yılında Viyana’ya taşındı. Haydn’dan, bestecinin Londra’ya gideceği 1794
yılına dek dersler aldı. Bu sayede tonaliteyi kullanmanın inceliklerini, sonat biçiminin doğasını,
kısacası Klasik Dönem müzik dilinin en önemli bilgilerini öğrenmiş oldu.41 Haydn’ın Viyana’yı terk
etmesinin ardından, dönemin ünlü bestecisi ve Viyana’daki St.Stephan Katedrali müzik yöneticisi
olan Albrechtsberger’den dersler aldı. Ayrıca Antonio Salieri’den vokal bestecilik üzerine dersler de
almıştır.
Bonn’dayken evlerinin devamlı ziyaretçisi olduğu von Breuning ailesi ve Kont Waldstein,
Prens Lichnowsky, Kont Razumovski, Prens Lobkowitz, Arşidük Rudolph, Prens Kinsky, Prens
Galitzin gibi soylular, Beethoven’ın hayat boyu destekçisi oldular. Dostlukları, yardımları ve
referansları aracılığıyla onun başka soylu ve güçlü kimselerle, sanatçılarla ve dönemin ileri
gelenleriyle tanışmasına yardım ederek Beethoven’ın hayatında ve kariyerinde önemli rol
oynamışlardır.
Bestecinin yaşamının son yıllarını sağır olarak geçirmesine neden olan, duyma problemleri ve
kulaklarıyla ilgili ilk sıkıntıları çok erken yaşlarında başlamıştır. 29 Haziran 1801’de dostu Franz
Wegeler’e yazdığı bir mektup, bestecinin sağırlığının başlangıcını anlatmaktadır:
“…Kötü giden sağlığım kıskanç bir iblis gibi yoluma taş koyuyor, şöyle ki: Kulaklarım üç yıldan beri
giderek zayıflıyor…Kulaklarım gece gündüz [hala] uğulduyor. Yaşamımın çekilmez bir hale
geldiğini söyleyebilirim. İki yıldır insanlara sağır olduğumu söyleyemediğim için her türlü
toplantıdan uzak durmaya çalışıyorum… Sana sağırlığım konusunda fikir verebilmek için şunu
söyleyeyim; oyuncuların neler söylediklerini anlayabilmek için sahneye çok yakın oturmam
gerekiyor. Biraz uzaktaysam çalgıların ya da şarkıcıların tiz seslerini duyamıyorum. Konuşurken
farklı olabiliyor. Bazen insanlar sıkıntı yaşadığımın farkına varmıyorlar. Yavaş konuşulduğunda
genellikle duymuyorum. Sesleri duysam bile sözcükleri seçemiyorum; hele insanlar bağırdıklarında
dayanılmaz oluyor. Daha neler göreceğimi Tanrı bilir… Yaratıldığıma da, beni yaratana da lanet
okuyorum… Mümkün olsa kaderi yenmek isterdim ama öyle bir an geliyor ki, kendimi dünyadaki en
güçsüz yaratık gibi hissediyorum…”42
1 Temmuz 1801’de dostu Carl Amenda’ya yazdığı mektubunda da, sağırlığıyla ve kaderine
isyanıyla ilgili şunları yazmıştır:
“…Keşke kulaklarımda hiçbir sorun olmasaydı, nasıl mutlu olur, hemen senin yanına koşardım. Ama
şimdi her şeyden geri durmak zorundayım, en güzel yıllarım geçip gidecek, yeteneğimin ve gücümün
yapmamı emrettiklerini yerine getiremiyorum. Kaderime tevekküle boyun eğmeliyim. Her şeye
41
Aydın Büke, Beethoven, 82.
42
A.g.k. 132-133.
80
katlanmaya kararlıyım ama nasıl?... Duymamla ilgili sorunu büyük bir sır olarak saklamanı ve hiç
kimseyle paylaşmamanı rica ediyorum.”43
Beethoven’ın git gide yitirdiği duyma yetisi, onu büyük umutsuzluğa sürüklemekteydi.
Dinlenmesini tavsiye eden doktorları dinleyerek gittiği Heiligenstadt’tan kardeşlerine yazdığı
mektubu bugün Heiligenstadt Vasiyetnamesi diye anılmaktadır. 6 Ekim 1802 tarihli bu
vasiyetname/mektubu okumak, bestecinin hayatındaki bu en büyük açmazı anlamamıza yardımcı
olacaktır:
“…coşkulu ve heyecan dolu bir mizaca sahip ve tabii eğlenceye meraklı biri olmama rağmen, kendi
köşeme çekilip yaşamımı tek başıma sürdürmek zorunda kaldım. Tüm bunlara rağmen, ara sıra
kendimi dışarı atmak istediğimde de, kulaklarım iyi duymadığı için öyle büyük bir hezimete uğradım
ki, yaşadığım deneyimin üzüntüsü iki kat daha kötü oldu. Ama insanlara daha yüksek sesle
konuşmalarını, bağırmalarını söyleyemezdim ki, nasıl söylerdim onlara sağır olduğumu ve nasıl
söylerdim başkalarına kıyasla bende çok daha kusursuz olması gereken bir duyumun
zayıfladığını…insanların arasına karışıp teselli bulma, hoş sohbetler etme ve fikir alışverişinde
bulunma şansım yok; sürgündeymişim gibi yaşamak zorundayım artık, ne zaman insanlara
yaklaşacak olsam, durumumu fark eden olur, böyle bir tehlikeyle karşı karşıya kalırım diye içimi bir
korku kaplıyor…zaman zaman toplum içine karışma arzusuna kaptırıyorum kendimi; ama yanımda
oturan biri uzaktan gelen bir flüt sesini duyarken benim duymamam nasıl da küçük düşürücü bir
durum; ya da birisi çobanın şarkısını dinlerken benim bunu duyamamam; bu tür olaylar beni büyük
bir çaresizliğin içine sürüklüyor; çok az kaldı, böyle giderse yaşamıma kendim son vereceğim… Beni
bundan alıkoyan tek bir şey varsa o da sanattır, üretmem gerektiğini hissettiğim her şeyi üretinceye
değin bu dünyadan ayrılabilmem imkansız geliyor bana ve işte böylesine sefil –ama gerçekten sefil-
bir hayatı sürdürmeye çalışıyorum; bedenim o kadar duyarlı ve hassas ki, herhangi ani bir
değişiklik, çok iyiyken birden çok kötü olmasına neden olabiliyor durumumun… Sabır: Benim
rehberim bu olmalıymış, öyle zaten, umarım bu kararlılığım böyle devam eder… Tanrı’m, yukarıdan
bakıp ruhumun derinliklerini görüyorsun, biliyorsun, görüyorsun orada insan sevgisi ve iyilik
duygusunun yattığını… Çocuklarınıza erdemli olmayı öğretin, mutlu olmanın kaynağı yalnızca
budur, para değil; deneyimlerime dayanarak söylüyorum, böyle bir sefalet içinde beni ayakta tutan
yalnızca budur, bir de intihar edip yaşamıma son vermemi engelleyen sanatımdır. Hoşça kalın ve
birbirinizi sevin…”44
43
A.g.k. 134-135.
44
A.g.k. s.142-143.
45
A.g.k.s.165.
81
etmişti. Beethoven da bu teklifi kabul ederek Viyana’dan ayrılmaya karar vermişti. Ancak,
Viyana’da çevresindeki sanatsever soylular, yaşayan en büyük Alman bestecisi olarak gördükleri
Beethoven’ın Viyana’yı terk etmemesi için bir çözüm ürettiler. Prens Lobkowitz, Prens Kinsky ve
Arşidük Rudolph, her yıl Beethoven’a ödenmek üzere toplamda 4000 gulden olan bir maaş ödemeyi
teklif ettiler. Beethoven da bu teklifi kabul ederek 1809 yılında bir anlaşma imzalamış ve böylece
Viyana’da kalmıştır. (Ancak Prens Kinsky’nin 1812’de, Prens Lichnowsky’nin 1814’te ölümüyle bu
anlaşma kısa süre sonra geçerliğini yitirmiştir.)
Viyana’da bulunduğu sürede birlikte sıklıkla vakit geçirdiği Bettina Brentano (Arnim),
Beethoven’ı anlattığı 8 Haziran 1810 tarihli mektubunda, besteciyi şöyle tasvir etmiştir:
“…Sanatıyla tıpkı bir kral gibi gurur duyuyor. Dünyevi olan her şeyi küçümser bir havada. Kendini
hiçbir şeye bağlamak istemiyor, bakışlarını kalabalıkla birlikteyken doğanın gizemine yöneltiyor.
Sözcüklere hakim olamayıp müzikle konuştuğu için bu son derece doğal.”46
Beethoven, 19 Temmuz 1812 günü Teplitz’te, büyük hayranlık duyduğu Alman yazar Goethe
ile tanıştı. Goethe, bu tanışmalarının ardından, karısına yazdığı mektupta Beethoven’dan şu sözlerle
bahsetmiştir: “Şimdiye değin kendisine böylesine hakim, enerjik, samimi bir sanatçı görmedim. Onun
dünyaya karşı tutumunun ne denli ayrı olması gerektiğini iyi anlıyorum.” 20 ve 21 temmuzda
günlüğüne düştüğü notlarda ise, Beethoven’ın piyano çalışının mükemmel olduğunu yazmıştır.
Beethoven ise Goethe’yle ilgili düşüncelerini şöyle belirtmiştir: “Goethe saray havasından çok haz
alıyor; hem de bir şaire yakışandan fazla. Bir ulusun başöğretmenleri olması gereken şairler, bu
cazibenin hatırı için geri kalan her şeyi unuturlarken, virtüözlerin saçmalıklarına niye gülünsün?” 47
Beethoven’ın dünya görüşünü daha iyi anlayabilmek için, Ağustos 1812 tarihli Bettina von
Arnim’e yazdığı mektubundan alıntı yapmak yararlı olacaktır:
“Krallar ve prensler, bazılarını seçkin meclis üyesi ve profesör yapıp madalya ve unvan
dağıtabilirler; fakat ruhları bu dünyanın hengamesi üzerinde yükselen dâhiler yaratamazlar…
Müzisyen aynı zamanda şairdir, o da güzel gözler sayesinde, yüce ruhların ona daha güzel görevler
yükleyebileceği parlak bir dünyaya göçebilir… duygusallık sadece kadınlara yaraşır (kusura
bakmayın), müzik insanın ruhunda alevlere neden olmalı!... hayattaki en güzel şey, tüm
düşüncelerimizi kavrayan ve fikirlerimizi sakınmadan söyleyebileceğimiz ışıltılı bir başka ruhun
duyacağı yakınlıktır. Bir şey gibi görünmek isteyen, bir şey olmalıdır. Dünya bizi onaylamalı, her
zaman adaletsiz olmamalı; fakat bu benim için o kadar önemli değil, daha yüce amaçlarım var…”48
Hayatı boyunca aralarında Eleonore von Breuning, Josephine Brunsvik, Guilietta Guicciardi,
Therese Malfatti, Antonie Brentano, Bettina (Brentano) von Arnim’in de yer aldığı pek çok kadına
aşık olmuş olan Beethoven; ya aşkına karşılık bulamamış, ya sağlık sorunlarından ötürü bu gönül
ilişkilerinden kendisini uzak tutmak zorunda kalmış, ancak en sıklıkla yaşadığı “sınıf farkı”
sorunundan ötürü, beraber olmayı arzuladığı kadınlardan ayrı kalmıştır. Kendisi soylu olmayan
Beethoven’ın, soylu bir kadınla evlenmesi o dönemde ne yazık ki mümkün değildi. 1813 yılında, bir
kadınla evlenip mutlu bir yuva sahibi olmaya dair kurduğu tüm düşlerinin yerle bir olduğunu, 13
46
A.g.k. s.219.
47
A.g.k. s.245
48
A.g.k. s.249
82
mayısta günlüğüne yazdıklarından anlamaktayız. Bu tarihten itibaren Beethoven, bir kadın ile
beraber mutlu bir geleceği olabileceği düşüncesinden tamamen vaz geçmiş; hayatının kalan zamanını
git gide artan derin bir yalnızlık ve umutsuzluk içinde geçirmiştir.
“Bir kahramanlıktan vaz geçip böylece kalmak. Sıklıkla kendimi içinde hayal ettiğim miskin hayattan
ne kadar farklı. Bu berbat koşullar ev bark sahibi olmamı engelliyor fakat özlemimi bastırmıyor.
Tanrı’m ne olur bak şu mutsuz kulun B[eethoven]’a ve hayatının böyle sürmesine izin verme.”49
Hayatının son yıllarında günlüğüne yazdıklarında Tanrı’ya sık sık yakaran Beethoven şöyle
yazmıştır: “Hissettiğim ve kesinlikle algıladığım bir şey var: Hayat, iyiliğin egemenliği değil,
korkunç bir suçluluk duygusu.”50
1815’lerden başlayarak git gide daha çok geçerlik kazanan Biedermeier Dönemi anlayışına
kısaca değinmek de faydalı olacaktır. Bu anlayış, sanatın orta sınıfa hitaben yapılması, geniş
kitlelerin beğenisinin dikkate alınmasını savunuyordu. Beethoven ise 1820lerde bestelediği
eserlerinde, insanların beğenisinden ziyade, kendi zihninin yaratabileceği en orijinal eserleri
bestelemeyi amaçlıyordu. Bu dönemde git gide yaygınlık kazanan bu anlayış değişikliğine tümüyle
karşı olduğunu şu sözlerle ifade etmişti: “Herkesin dilinde, ‘vox populi vox dei’ [Halkın sesi,
Tanrı’nın sesidir] ifadesi var; ben hiçbir zaman buna inanmadım.”52
49
A.g.k. 260.
50
A.g.k. 291.
51
A.g.k. 295-296.
52
A.g.k. 304.
83
Beethoven’ın müzikleri genel hatlarıyla, üç dönemde incelenir. Farklı enstrümanlar için
bestelediği eserlerin içerikleri göz önünde bulundurulduğunda, farklı gruplamalar yapmak da
mümkündür. Yani bir dönemin başlangıç ve bitiş yılları açısından esnek olmakta fayda vardır. Tüm
eserlerine bütün olarak bakıldığında, Müzik Tarihi kitaplarında bu üç dönem, yıllarına göre
genellikle şu şekilde ayrılır:
1.dönem: 1790lar-1802
2.dönem: 1803-1815
3.dönem: 1816-1827
Ünlü piyanist ve orkestra şefi Hans von Bülow,53 Bach’ın İyi Düzenlenmiş Klavye eseri için
Kutsal Kitap’taki Eski Ahit, Beethoven’ın 32 Piyano Sonatı için ise Yeni Ahit benzetmesini
yapmıştır. Gerçekten de Beethoven’ın Piyano Sonatları kronolojik olarak incelendiğinde, Klasik
Dönem’in tüm karakteristiklerinin gözlemlendiği ilk dönem sonatlarından, orta ve son dönem
sonatlarıyla birlikte romantizme doğru evriliş aşama aşama gerçekleşir.
Gençlik dönemi (ilk 12 sonat): İlk dört sonatı “Haydn Sonatları” olarak bilinir. 5.sonat itibariyle
Beethoven kendi karakteristiğini oturtmaya başlamıştır.
53
Hans von Bülow (1830-1894) : Ünlü Alman piyanist ve orkestra şefi.
84
No.8: do minör/c-moll Sonat, op.13 "Pathétique" (1798)
Orta dönemi (13.-27.Sonatlar): Kendi stilini bulduğu bu döneminde doğadan çokça ilham aldığı
görülür. (örnek Fırtına, Av Sonatları). Bu döneminde müzik yazısı da, nesnelden öznele dönmüştür:
Yani besteci kendi duygu ve düşüncelerini eseriyle açıklar hale gelmiştir.
No. 13: Mi bemol Majör/Es-dur Sonat, op.27 No.1 'Sonata quasi una fantasia'
No. 14: do diyez minör/cis-moll Sonat, op.27 No.2 'Sonata quasi una fantasia' ("Moonlight")
“Ayışığı”
85
No.27: mi minör /e-moll Sonat, op.90 (1814)
Son dönemi: (son 5 sonat): Romantizmin kapısını aralayan, mistik özellikteki son sonatlarıdır.
Varyasyonları
Opus 39: Two Preludes through all twelve major keys (1789)
86
Opus 51: Two Rondos (1797)
No. 1: Rondo in C major
No. 2: Rondo in G major
WoO 55: Prelude in F minor (1803)
Opus 77: Fantasia in G minor (1809)
Opus 89: Polonaise in C major (1814)
Opus 129: Rondo a capriccio in G major ("Rage over a lost penny") (1795)
Piyanolu oda müziği eserleri olarak ise; Piyano ve keman için 10 adet sonatı; Viyolonsel-piyano
için 5 adet sonatı mevcuttur. 8 adet piyano trio (en ünlüleri op.11 Gassenhauer Trio, op.70 No.1
“Geister-Hayalet” Trio, op.97 “Arşidük” Trio) bestelemiştir.
87