You are on page 1of 29

Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

Sosyoloji Bölümü

Afet Sosyolojisi

TERÖRÜN REPERKÜSYONLARI VE REPERKÜSYON


OLARAK TERÖRÜN DEĞERLENDİRİLMESİ

Hazırlayan:
Hasan H. ÇELİK (2230345029)

4 Aralık 2023, Ankara


Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

İÇİNDEKİLER

Özet ……………………………………………………………………………………………. 4
Anahtar Kelimeler .…………………………………………………………………………….. 4
Giriş ……………………………………………………………………………………………. 5

1. Bölüm: TERÖRÜN TERMİNOLOJİK OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ ………… 5


1.1: Terör Nedir? …………………………………………………………………………….... 5
1.1.1: Kitlesel Terör …………………………………………………………………………… 7
1.1.2: Bireysel Terör …………………………………………………………………………... 7
1.1.3: Devlet Terörü …………………………………………………………………………… 8

2. Bölüm: TERÖRÜ OLUŞTURAN FAKTÖRLER ………………………………………... 10


2.1. Sosyal ve Ekonomik Faktörler ……………………………………………………………10
2.1.1. Sosyal Faktörler (Baskı ve Eşitsizlik) …………………………………………………..10
2.1.2.Ekonomik Yetersizlikler …………………………………………………………………10
2.1.3. Politik Yetersizlikler ……………………………………………………………………..11
2.2 İdealist ve Romantik Faktörler ……………………………………………………………11
2.2.1. Dini Faktörler …………………………………………………………………………….11
2.2.2. Devrimci- İdeolojik Faktörler …………………………………………………………...12
2.2.3. Irkçılık Faktörü …………………………………………………………………………..13

3. Bölüm: TERÖRÜN KISA TARİHÇESİ …………………………………………………...13


3.1. Sicariiler ……………………………………………………………………………………13
3.2. Haşhaşiler ………………………………………………………………………………….14
4. Bölüm: MODERN TERÖR …………………………………………………………………17
4.1: Ortadoğu'da Terör ………………………………………………………………………...17
4.1.1: ISIS …………………………………………………………………………………………….17
4.1.2: Hamas ………………………………………………………………………………………….19

4.2: İrlanda ve Birleşik Krallık ’da Terör ……………………………………………………20


4.2.1: I.R.A (Irish Republican Army) ………………………………………………………………20

4.3: Asya'da Terör …………………………………………………………………………….. 22


4.3.1: Al-Qaeda ………………………………………………………………………………………22
4.3.2: Taliban ………………………………………………………………………………………...23

4.4: Türkiye'de Terör ………………………………………………………………………… 23


4.4.1: P.K.K. (Partiya Karkerén Kurdistané) ……………………………………………………. 23

5. Bölüm: BİR BEŞERİ AFET OLARAK TERÖRÜN TOPLUMA VE YAPIYA


ETKİLERİ ……………………………………………………………………………………. 25

2
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

Sonuç ………………………………………………………………………………………… 26
Kaynakça ……………………………………………………………………………………. 28
Dijital Kaynaklar …………………………………………………………………………… 29

3
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

Özet
Terör, bir metot olarak tarihsel süreç içerisinde şiddet unsurlarının kullanımı ile düşman
bellenen kurum, yapı, birey vb. tüm unsurları yıkmaya, yıldırmaya ve elimine etmeye yönelik
eylemlerin bütünü olarak tanımlanır. Bu eylemlerin sonucunda ulaşılmak hedeflenen amaçların
gerçekleşmesi beklenir. Terör ortaya çıktığı süreç içerisinde birden çok faktörden beslenmiştir.
Bunlar kısaca; siyasi, dini, etnik ve sosyoekonomik faktörlerdir. Baskı ve yoksulluk terörün
güçlenmesindeki en büyük etkenler arasında yer alır. Tüm bu nedenlerin doğurduğu örgütler
aracılığı ile modern terör kitlesel alanda giderek büyümüştür. Tarihin ilk dönemlerinde dini ve
bireysel terör tipleri hakimiyetini sürdürürken Fransız İhtilali sonrası devlet terörü ve kitlesel terör
hızla artmıştır. Dini terör ve bireyse terör de konumu korumuş ve bilhassa çoğalmıştır. Terör
toplumda arttıkça etkileri de bu oranda artmış ve terörize edilen kurum, birey ve toplum için
birtakım problemlere kaynaklık etmiştir. Bu sorunların büyük bir bölümünü toplum arasında
ekonomi temelli anlaşmazlıklar oluşturmaktadır. Bu anlaşmazlıklar çoğunlukla yapının otorite
artışına ve meşruiyetini muhafaza etmesine sebep olurken terörün yarattığı, zorla ya da zorunlu
göç; istihdam sorunları, iş piyasasındaki gerileme ve iş şartlarının kötüleşmesi gibi sorunları
doğururken bölgeden göç edemeyen halkı da benzer sorunlar beklemektedir. Sonuç olarak terör,
birtakım sorunlar çerçevesinde geliştiği ölçüde savaştığı yapıda da aynı sorunları çıkararak yapı ile
baş etmeye çalışır.
Anahtar Kelimeler: Terör, Otorite, Meşruiyet, Yapı, Suikast, Yetersizlik, Toplumsal Sorunlar,
Ekonomik Sorunlar.
Abstract
Terrorism, as a method, is the use of violent elements throughout the historical process and
the attacks of institutions, structures, individuals, etc. That are considered enemies. It is defined as
the totality of actions aimed at destroying, intimidating and eliminating all elements. As a result of
these actions, the intended goals are expected to be achieved. Terrorism has been nourished by
multiple factors throughout its emergence. These are briefly; political, religious, ethnic and
socioeconomic factors. Oppression and poverty are among the biggest factors in strengthening
terrorism. Modern terrorism has gradually grown in the mass area through the organizations born
from all these reasons. While religious and individual terrorism types continued to dominate in the
early periods of history, state terrorism and mass terrorism increased rapidly after the French
Revolution. Religious terrorism and individual terrorism also maintained their position and
especially increased. As terrorism has increased in society, its effects have also increased and it has
caused some problems for the terrorized institution, individual and society. A large part of these
problems are caused by economic-based disagreements among society. While these disagreements
mostly cause the structure to increase its authority and maintain its legitimacy, forced or forced
migration caused by terrorism; While it creates problems such as employment problems, decline
in the labor market and worsening working conditions, similar problems await the people who
cannot migrate from the region. As a result, to the extent that terrorism develops within the
framework of certain problems, it tries to cope with the structure by creating the same problems in

4
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

the structure it fights against.


Key Words: Terror, Authority, Legitamacy, Structure, Assasination, Insufficiency, Social
Problems, Economical Problems.

Giriş
Terör, Ortadoğu başta olmak üzere günümüz dünyasının en büyük sorunları arasında yer
almaktadır. Bundan dolayı birçok terör tanımı ve algısı oluşmuştur. Bu çalışma kalıp yargılardan
ve ön yargılı, nesnel gerçekliğe dayanmayan, romantik ve dramatik bir anlayıştan ziyade terörü
tarihsel gelişim süreci çerçevesinde ele almayı hedeflemektedir. Çalışma sürecinde terörün neyi
ifade ettiği, nasıl oluştuğu ve nasıl büyüdüğü, bu sürecin yarattığı terör biçimleri ve uygulamaları
incelenecektir. Bunun yanı sıra çalışma bir sonuç olarak terörize olmuş toplumların, yapıların ve
bireylerin nasıl bir etki altına alındığını, bu etkilerin ne tür sonuçlara yol açtığını ve toplumda ne
tür yankılar uyandırdığı ele alınarak sonlanacaktır. Çalışma, metot olarak örneklemeyi ve
karşılaştırmaları tanımlamaların ana kaynağı olarak kullanmaktadır. Terörün toplumdaki
yankılarını analiz etmek için ise çeşitli belgesel ve gazetelerden yararlanılmıştır.

1. TERÖRÜN TERMİNOLOJİK OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ


1.1. Terör Nedir?
Terör, kelime kökü olarak Latince "Terrere" kelimesinden gelir. Terrere, ürpertmek,
yıldırmak, korkutmak ve titretmek anlamlarına gelir. Terör mutlak itaati sağlamak için devlet eli
ile ve de itaati yıkmak adına kitleler halinde kurumlara, topluluklara karşı yapılabilir. Bunun yanı
sıra bireysel isteklerin tatmini için tek bir kişinin kalkıştığı faaliyet sonucunda yaratılan kargaşa
durumu da terör olarak tanımlanabilir. Terör ilk olarak Dictionnaire de L'académie Française'in
1789 yılındaki yayınında bir rejim1 şekli olarak tanımlanmıştır (Chailand & Blin, 2007); Coşar,
2019; Townshend, 2002).
Terör bir olgudan öte metot olarak karşımıza çıkmaktadır. Savaş bir olgu olsa dahi metot
olarak içerisinde terörü barındırdığı örnekler sıklıkla karşımıza çıkmıştır. Savaşın amacı kitleler
üzerine ekstrem bir korku salmaktan ziyade, politik üstünlük elde etmek amacı güder. Çünkü savaş
temelinde bir şiddet ürünü olarak değil politika ürünü olarak ortaya çıkar. Savaşta, politik üstünlük
ve teritoryal alanlar üzerinde askeri bir tahakküm kurmak ve bölgesel bir ele geçirme faaliyetini
amaç olarak ortaya koyarken terör buna ekstrem korku, şiddet, şok ve tiksinti saçarak ilgi odağı

1
Bkz. Devlet Terörü, Jakobenler.

5
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

olmayı ekler. Terör her daim savaş olgusunun bir ögesi olmak durumundadır.2 Halkın güvenini
sekteye uğratmak, halkın duyacağı endişe sayesinde hükümete politik baskı kurmak ve mesajını bu
yol ile yaymak terörün ana konusudur. Terörün propaganda boyutuna ulaşmasına sağlayan tüm bu
etkenler en başında terörü canlı tutmak için girişilen kolay hedeflere yöneliktir. Bu yüzden terörizm
toplumun algısında sivillere saldırı çerçevesinde gelişmiştir. Lakin durum bundan çok başkadır.
Terör kolay hedefe yönelik eylemlerinde sivil, askeri, kamu kuruluş ve kişileri ayırt etmez. Terör
metotunun objektifi her zaman politik baskı kurmak, halkın kolluk kuvvetlerine güvenini
zedelemek ve de bunları tetikleyen şiddet, şok ve korku eylemleri ile psiko-sosyal bir savaşın
fitilini ateşlemektir (Townshend, 2002; Şimşek, 2016).
Terör kitlelerin korkularından ve politik anksiyetesinden beslenen bir metot olarak ezilen,
baskılanan veyahut ifade edilemeyen politik düsturların şiddet ile tezahüründen, son başvuru
noktasından çıkmıştır. Bu bakımdan terörü kontrol altına almanın tek yolu da toplumsal anksiyete
ve travmaları kontrol altına almaktır. En başında terör silahın politikaya davranması olduğu için
engeli de politikanın silaha davranması olacaktır (Davies, 2006). Buna karşılık terörün amacı da
meşruiyeti sağlamaktır. En başında meşruiyetin önündeki engel "demokratik" devlet algısının
korunmasıdır. Terör buna karşı önlemini terörize edilen devleti baskı, işgal vb. eylemlere giriştiği
suçlaması ile karşı karşıya bırakarak uluslararası kamuoyunda meşruiyet elde etmek amacı taşır.
Meşruiyet temelinde egemenliğin iradi değerlendirilmesi ile alakalı bir oluşa sahip olduğu için
terör, otoriter devletlerde meşru görülürken "demokratik" devletlerde gayrimeşru bir suç niteliği
taşır. Terör, egemenliğin güç zoru ile dayatılmasının ideolojik ve felsefi yönlerine indiği için
(Kongar, 2002, s. 74) en başında bir meşruiyet kavgasını doğurur. Bilakis 11 Eylül ile Hiroşima
arasındaki fark da meşruiyetin ideolojik çatışmasından ileri gelmektedir.
"’Birinin teröristi, bir diğerinin özgürlük savaşçısıdır.’ anlayışı kuşkusuz
zamanımızın bir klişesidir. Doğruculuk- ama ne kadar doğru? Bu terörün doğasını
anlamamız için bize yardımcı oluyor mu? Birçok yazar bu soruyu ellerinden çıkarırlar
ama biz bu bariz göreceliliğin sebebine ve terörün gerçekten bir özgürlük stratejisi
olup olamayacağına bakabiliriz.” (Townshend, 2002, s. 22)

“Terörizm -kısaca bir amacı gerçekleştirmek veya daha geniş bir grubu-
teröristlerin hedeflerini yerine getirmek amacıyla korkutarak, bir terör ortamı
yaratmak için adam öldürme, yaralama veya tehdit gibi araçların sistematik şekilde
kullanılmasıdır.” -Paul Wilkinson (Davies, 2006, s. 24)

“Terörizm, politik bir değişim için güç kullanmak veya güç kullanmakla tehdit
etmektir.” -Brian Jenkins (Davies, 2006, s. 24)

2
Oskar Dirlewenger ve tümeninin 2. Dünya Savaşı’nda Polonya halkına yaptıkları savaşın ögesi olarak teröre en net
örnek sayılabilir. Varşova’nın getto ayaklanmasını bastırmak ve halkı yeni isyanlardan vazgeçirmek adına
Dirlewenger, bölgede korkunç yağmalar, toplu tecavüzler ve katliamlar yaptı.

6
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

1.1.1. Kitlesel Terör


Kitlesel terör, en başında belli bir kitlenin birleşmesinden doğarak ortaya çıkmaktadır.
Kitleyi birleştiren amaç bireysel değildir, topluma ait bir ihtiyacın tatmin isteğinin dışa vurumudur.
İstek bir kitlenin genel isteğidir ve bu yüzden terör eylemlerini yapan örgüt halkın belli
kesimlerince meşruiyet kazanır. Terörü tanımlarken bahsettiğimiz gibi terörün amacı da meşruiyet
kazanmaktır. Bunun en iyi yolu toplumdaki bir kitleyi örgüte çekmek ve sempati kazanmaktır.
Çünkü otorite ve meşruiyetin kaynağı toplumdan başkası değildir. Kitlesel Terör, Lenin'in devrim
için ortaya attığı ve inandığı bir stratejiydi. Lenin devrimin gerçekleşmesi adına terörü bir
enstrüman ya da bir standart aygıt olarak görmüyordu. Lakin monarşi ve kapitalizmi parçalamak
adına Jakoben-tipi "kitlesel" bir terörü de gerekli görüyordu. Lenin bir terör eğilim olacaksa dahi
bunun küçük gruplar veya bireysel hazırlıklar etrafında gelişmesinin yetersiz kalacağını
düşünüyordu. Bu yüzden de eğer terör efektif bir şekilde uygulanacaksa kitleler halinde
uygulanmalıydı. Böylece devrimin düşmanlarına en ağır darbe vurulabilirdi. Bu uygulama
dönemin sloganlarında; "İşçi sınıfı devrim karşıtlarını kitlesel terör kullarak ezsin!", "Kitlesel
terörün uygulanışında hiçbir zayıflık ve tereddüt kabul edilmeyecek." sözleri ile savunuluyordu.
Seneler sonra "kızıl terör" olarak anılan bu eylemlerin esas dayanağı "kitlesel terör"den başkası
değildi (C & B, 2007, s. 197-205). Bu bakımdan örgütleşmiş, belli bir amaç etrafında belirgin bir
şema çizmiş kitlelerin yaptığı korkutma ve şiddet temelli amacına ulaşma çabaları kitlesel terörün
neticeleridir.
1.1.2. Bireysel Terör
Bireysel terör, bir kavram olarak çok kabul görmese dahi ifade ettiği anlam bakımından çok
kez uygulanmıştır. Bir kavram olarak incelemek gerekirse burada toplumsal bir amaç olabilse de
talep toplum otoritesinden değil bireysel davranıştan ileri gelmektedir. Çoğunlukla "school-
shooting" kavramı ile örneklenen bu olguda psiko-patolojik durumlar gözümüze çarpmaktadır.
Çoğunlukla obsesyonlar, zorbalığa karşı geliştirilen tepki biçimleri, toplum-dışı bırakılma,
depresyon, kariyerde başarısızlık, içerisinde bulunan çevrenin iktisadi ve sosyal durumları gibi
etkenlerle oluşur ve intikam duygusu gibi motivasyonlar ile eyleme geçilir. Buna binaen bu
değişken risk faktörleri de kümülatiftir ve geçmişte deneyimlenen bu durum ve olayların artışı ile
şiddete eğilim artışı da doğru orantılı bir korelasyon içerisindedir (GAO, 2020).
Bir örnekleme olarak Columbine Lisesi saldırısına (20 Nisan 1999) göz atalım, bu saldırıda
Eric Harris (18) ve Dylan Klebold (17) adlı iki öğrenci binlerce kişiyi öldürmeyi amaçladılar lakin
ne bütçeleri ne de organizasyonları buna yetmedi. İkili 13 kişinin hayatını kaybettiği ve 24 kişinin
yaralandığı bu saldırıdan hemen sonra kütüphanede intihar ettiler. Olayın arkaplanı incelendiği
zaman gözümüze çarpan detaylarda ikilinin ciddi psikolojik sorunlara sahip olduğunu ve bunların
derinliklerinde ise küçümsenme ve buna karşı geliştirilen bir intikam duygusunun yattığını
görüyoruz. İkilinin ayrımı ise çok belirgindi, Harris, kendini tanrı gibi görürken; Klebold çok daha
depresif ve intihara meyilli bir karaktere sahipti. ABD Gizli Servisi ve Eğitim Bakanlığının yaptığı
araştırmaya göre ise bu profiller çoğunlukla saldırgan tipleri ile uyuşuyordu (Toppo: USA
TODAY, 2009). Günün sonunda ikili, intikam motivasyonu ile giriştikleri terör eylemini "bireysel"

7
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

sorunların bir tezahürü olarak gerçekleştirdi ve toplumsal bir amaç da gütmeyerek yalnızca kendi
intikam arzularını tatmin etmek adına öğrencilere dehşet saçtı. Bu bağlamda bir değerlendirme ile
bireysel terör için, toplumsal bilinçten doğmamış olup bireysel arzuyu tatmin etmek adına yapılan
fiziksel-psikolojik şiddet eylemlerinin tümünü kapsar diyebiliriz.
Bir başka örnek olarak politik üstünlük hırsı ile yapılan eylemler de tarihten örnekler ile
buna girebilir. Bir ülkenin yönetimi konusundaki ayrılık, dini mezhep ayrılıkları da bu kategoriye
girebilmektedir. Çünkü eylemin kökü bireysel bir otorite kurma hırsından ileri gelmektedir.
Örneğin; M.Ö. 44 yılında Sezar’a yapılan suikast, politik üstünlük hırsının bir ürünüydü.
Ve yine İslam dünyasında Hz. Ali’ye yapılan suikast (661) de bir dini otorite hırsının ürünüydü
(Kongar, 2002, s. 77-78).

1.1.3. Devlet Terörü


Devlet terörü, İktidarın elinde bulundurduğu gücü kullanarak bu gücü korumak adına halkı
baskılamasının şiddete varan biçimleri şeklinde değelendirilebilir. Devlet teröründe çoğunlukla
ideolojik baskının ortaya koyduğu iktidar kavgaları sebep olur. Devlete karşı terör otoriteyi
kırmaya çalışırken devlet terörü otoriteyi kurmaya çalışır. İki karşıt terör biçiminin ortak noktası
olarak eldeki aparatların "verimli" bir şekilde karşı tarafı yıldırma ve dahi yok etme vasıtalarıyla
kullanılmasıdır. Yıldırma ve yok etmeye varan eylemler muhalif gruplara karşı elverişli tüm
imkanlar aracılığı ile yapılabilir (Şimşek, 2016, s. 324). Devlet terörü iktidarını koruduğu vakit
sembolik eylemlerden kaçınmaz. Karşı terörün ya da terörize edilen ideolojik grubun sembollerine
de savaş açar. Buna bir örnek vermek gerekirse Bolşeviklerin Çar ailesini katletmesi ve de
Jakobenlerin kral ve eşini giyotine vurması, açıkça devlet teröründeki sembolizme örnek teşkil eder
(C & B, 2007, s. 203-204)
Jakobenler, Fransız İhtilali'nin (1789) halkçı kanadında bulunuyordu. Halkın en büyük
düşmanını aristokrasi, kraliyet ve soyluluk olarak gören bu grup, Cumhuriyetçi ideolojinin en katı
savunucularıydı. Devlet terörünün en açık ve modern uygulanışı, sistemleştirilişi burada karşımıza
çıkıyor. Terör Dönemi'nde (1793-1794) iktidarını korumaya çalışan bu grup; karşı devrim, iç
düşmanlık ve vatan hainliği suçlamaları ile binlerce insanı idam ve hapis cezalarına çarptırdı.
Jakobenlerin nihai hedefi cumhuriyeti geri dönülemez bir şekilde savunmak ve bu yolda karşı
devrimcileri yıldırmaktı. Onlar karşı devrimcileri ve cumhuriyet karşıtlarını canavar, vahşi
yaratıklar, akbaba, sülük vb. etiketlerle anıyorlardı. Bu "canavarların" kökünü kazımak için de
devlet terörünü kullandılar. Sloganları ise "Tiranlığa karşı özgürlük!" idi (Townshend, 2002).
Jakobenlerin önde gelen üyelerinden Robespierre:
"Barış zamanında halk hükümetinin dayanağı erdem ise, devrimde hem erdem
hem de terördür; terörsüz erdem güçsüzdür, erdemsiz terör kıyıcıdır. Terör işini çabuk
gören, sert ve bükülmez adaletten başka bir şey değildir, bu yüzden erdemin bir

8
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

türevidir... Devrim hükümeti, zorbaların üzerine özgürlüğün despotizmidir."


(Robespierre, 2016, s. 65)

Sözleri ile terörün bir metot olarak meşruiyetini ele alıyor. Bu bakımdan devlet terörü de tıpkı
terörün kendisi gibi meşruiyetini şiddet ve korku otoritesi ile hissettirmeye çalışmaktan başka bir
şey yapmamaktadır.
Yine benzer bir devlet terörü örneği Stalin'in kadro tasfiyeleri sırasında gerçeklemişti.
Stalin, köylülüğü bitirmek ve ülkenin sanayisini genişletmek adına "zorla kolektifleştirme"
girişimlerinde bulundu. Bunun için devletin aparatlarını kullanarak metot olarak terörü benimsedi
ve adım adım yapılan tasfiyelerde köylüsünden, parti üyesine, askerinden mareşaline kadar
milyonlarca kişi ya öldürüldü ya da gulaglara atıldı. Yaptığınız bir hatadan dolayı gecenin bir vakti
evinizden alınıp bir daha görülmemek üzere ortadan kaldırılabilirdiniz. İşte yapılan tasfiye ve terör
eylemlerinin tek amacı da halkı bu psikolojinin baskısı altına almak ve onları korkuları ile kontrol
etmekti. Stalin'in geliştirdiği terör mekanizması o kadar ustacaydı ki terörün mimarı olmasına
rağmen halk yine de teröre karşı korunmanın tek yolu olarak yine onu görüyordu (C & B, 2007).
"Bütün totaliter rejimler arasında Sovyetler Birliği'ninki (1929-1953), devlet
terörünün, en mükemmel şekilde, vücut bulmuş hali idi. Daha önce başka hiçbir polis
devleti bu kadar sistematik şekilde terör faaliyetleri yapmamıştı." (Chailand & Blin, s.
207)

Kısaca devlet terörü, ideolojik bir aktivitenin tesiri olarak karşı devrim vb. oluşumlar
yaratıp bunlara karşı kullanılan radikal bir tutumun eseridir. İkili çatışma ögelerinin merkezinde
manipülatif bir algı ile hem teröre karşı sığınak hem de teröristin kendisi olarak yer alır. Devlet
terörü, halkın travmatize edilmesi, güdümlenmesini, kutuplaştırılarak zayıflatılmasını yöntem
edinir. Jakobenler ve Bolşeviklerde gördüğümüz bu terör metotunda meşruiyetin kaynağı
ideolojinin ve devletin "kutsaliyetidir". Buna binaen Max Weber de modern devletin istikrarını
gücün ve şiddetin meşruiyetindeki üstünlüğü olduğunu iddia ederek modern devletin kaynağını
şiddete dayandırmıştı (Miller, 2013). Bu bakımdan modern devletin yani ulus devletin ortaya çıkışı
dahi şiddet meşruiyetini ortaya koyan Fransız İhtililali'nin katı devrimcilerine, Terör Dönemi'nin
mimarı olan Jakobenlere dayanmaktadır.
"Her devlet güce ya da zor kullanmaya dayanır." -Trotsky, 1918 (Weber,
2022, s. 6)

"Kuşkusuz şiddet ya da zor kesinlikle devletin olağan ya da biricik araçları


değildir ancak zor kullanma devlete özgü bir araçtır... Fiziksel güç kullanma hakkının
yalnızca devletin izin verdiği ölçüde başka kurumlara ya da bireylere verilmesi şimdiye
özgüdür. Devlet, şiddet kullanma hakkının biricik kaynağı sayılır." (Weber, 2022, s. 6-
7)

2. TERÖRÜ OLUŞTURAN FAKTÖRLER


2.1. Sosyal ve Ekonomik Faktörler

9
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

Bu başlıkta inceleyeceğimiz faktörler bir sürecin oluşumu olarak varlığını toplum içindeki
fertlere hissettirirler. Politik, ekonomik ve toplumsal olayların yansıması olan bu faktörler birbirleri
ile korelasyon içerisinde bulunur ve birbirleri üstünde belirleyici kuvvete sahiptir. Örneğin:
Eşitsizlik; iktisadi yetersizlikten, sömürüden, baskıdan ve düzenleyici bir mekanizmanın
eksikliğinden kaynaklanabilmektedir. Aynı zamanda iktisadi yetersizlik eşitsizliğe de yol açabilir.
Bu faktörler birbirleri ile kurdukları bağlardan dolayı bir kurum bozulmaya uğradığında arkasından
diğer kurumlarda da sorunlar baş gösterecektir. Lakin ikinci başlıktaki (4.2.) faktörlere nazaran bu
faktörler daha erişilebilir talepler sunmaktadır. Çoğunlukla hukuki reformlar, İktisadi düzenlemeler
ve politik atılımlar bu taleplere yeteri karşılığı vererek durumu çözebilmekte, çözemese dahi
durumu terör boyutundan uzaklaştırarak barışçıl eğilimlere güdümleyebilmektedir. Aynı zamanda
bu faktörler ikinci başlıktaki faktörlerin kökenlerinde de bulunabilmektedir. Taleplere karşılık
verilmediği taktirde tatmin edilemeyen ihtiyaçlar amaca yönelik eğilimi radikalleştirebilmektedir.
Bu faktörleri sıralayacak olursak: 1. Sosyal Yetersizlikler (Baskı, Sömürü, Eşitsizlikler), 2.
Ekonomik yetersizlikler ve 3. Politik Yetersizlikler.

2.1.1. Sosyal Yetersizlikler (Baskı ve Eşitsizlikler)


Baskı ve eşitsizlikler terör konseptinde çoğunlukla dini yönelimler ve etnik kimlikler
üzerinde kendini gösterir. Politik ve sosyal alanda kısıtlanan ve bunun zorluğu ile yaşamaya çalışan
bireyler, baskının belli bir raddeyi aşması sonucunda terörizme yönelirler. Halkın belli bir
bölümünü oluşturan dini veya etnik gruplar kendilerine yönelen bu eşitsizlik ve baskılara önce
protestolarla, sonra eylemlerle ve son olarak da terörle cevap verir. Terör örgütlerinin kendilerine
üye çekmesinde ve politik destek almasında da bu faktörler çok büyük önem taşır. Özellikle önceki
bölümlerde aktardığımız IRA (3.2.1.), HAMAS (3.1.2.) ve IŞİD (3.1.1.) gibi örgütler bu faktörden
çokça beslenmişlerdir. Baskının toplumsal boyuta ulaştığı durumlarda örgütler propagandalarla
destek kazanmaya çalışmakta ve çoğunlukla da kazanmaktadır. Örneğin; PKK (3.4.1)
cezaevlerinde yapılan muameleler etnik bir ayrımcılık olarak halka yansıtılarak manipülatif
haberler ile Güneydoğu halkını kendilerine çekmeyi başarmışlardır.

2.1.2. Ekonomik Yetersizlikler


Belli bir bölgede var olan ekonomik kaygılar yine terörün en büyük besin kaynaklarından
biridir. Özellikle IŞİD’in (3.1.1.) güçlenmesinde ve üye kazanmasında Sünnilere karşı yapılan
ayrımlarla beraber bölge halkının ekonomik olarak güçlükler çekmesi de önemli bir faktördür.
Özellikle Irak’ın işgali sonrasında ülkedeki ekonomik istikrarsızlık, Sünnileri IŞİD’e yöneltmiştir.
Özellikle birçok incelemede 2003 sonrası yaşanan krizlerin sonucu olan işsizliğin gençleri
örgütlere katılmaya teşvik ettiği de görülmektedir (Dağdeviren, 2021).
Aynı şekilde İstikrarsız bir ekonomiden daha öte, istikrarsızlaştırılmış ekonomilerde de
teröre yönelme durumu görülmektedir. Bu durumlarda baskı ve eşitsizlik faktörleri de kendini

10
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

gösterir. Yoksulluk ve fakirleşme insanın şiddete yönelmesinde çok büyük paya sahiptir (Pulat,
2019).

2.1.3. Politik Yetersizlikler


Politik yetersizlikler arasında hükümetin otoritesinin yetersizliği, belli bir siyasi grubun
politik ve ekonomik çıkarına hizmet edilmesi, devlet organlarının yozlaşması, siyasi fikir
ayrılıklarının çatışma ortamı yaratması gibi etkenler bulunur. Politik imkanların tıkandığı
noktalardan birisi bir ulusun kendi kaderini tayin etme hakkını kullanmak isteyerek o devlet
sınırları içerisinde yeni bir devlet oluşturmak istemesi olacaktır (Şimşek, 2016).

2.2. İdealist ve Romantik Faktörler


Bu faktörler, birinci başlıktaki (4.1.) faktörler tarafından güdümlenebilmekle beraber
birtakım aktif azınlıkların pasif çoğunluklara kurduğu üstünlük sonucunda da oluşabilmektedir.
Yani toplumun yaşadığı sorunların genişlemesi ile oluşabileceği gibi sorunları yaşayan bir grup
azınlığın aktif eylemleri ile de toplumda yayılabilir. Bu faktörlerin maddi ve toplumsal kaynakları
olsa dahi kaynaklardan doğan talepler mevcut hükümetin kararları ile tatmin edilemez veya
hafifletilemez. İlk başlıkta ele alınan faktörlerin şartlara karşı gelişmesine karşın bu faktörler
doğrudan yapıya karşı gelişmiştir. Amaç şartları değiştirmek değil yapıyı değiştirmek ve düzeni
yenilemektir. Bu faktörleri şöyle sıralayabiliriz: 1. Dini Faktörler, 2. Devrimci-İdeolojik Faktörler,
3. Milliyetçi ya da Irkçı Faktörler.

2.2.1. Dini Faktörler


Din, iç ve dış ilişkilerde tarihin her döneminde önemli bir olgu olmuştur. Toplumları
düzenlemede ve yasalar koymada eski toplumlar için oldukça gerekli görülmüş ve muhafaza
edilmiştir. Toplumlar arası ilişkilerde, savaşlarda ve hatta ticarette dahi kendini göstermiştir. Bu
bakımdan din, farklı dinden medeniyetler ile olan etkileşimlerde çatışmaların çıkmasında rol
oynamış ve belli örgütlerin doğmasına da yol açmıştır. Bu dini çatışmalar sebebi ile bölgede ahlaki
bir çatışma da kendini göstermiştir ve toplum içi uyum sarsılmıştır. Toplum içinde sarsılan bu
uyum ahlak yorumlamalarının ayrı çatışmasından ibaret sayılabilir (Pulat, 2019). Esasında din
toplumun normlarını meşrulaştıran bir olgu olarak kendini göstermektedir bu bakımdan bu fikir
ayrılıklarının farklı koşullar altındaki toplumlarda farklılaşması pek tabii olağandır. Toplumun
inandığı şey en başında toplumsal kuralların ve de bir bakıma toplumun kendisidir. Din bunu
kurumsallaştırmada meşru bir işlev görür. Bu işlevi ile din, adaletin ve ideal toplumun -ve onun
kurallarının- anayasası niteliği taşımayı vaat eder (Durkheim, 2005).
Dini teröre verilecek örnekler arasında Sicarii’ler (2.1.), Haşhaşiler (2.2.), IŞİD (3.1.1.) en
somut örnekler olabilir. Çünkü bu örgütlerin motivasyonu tamamen dinidir. Sicariiler dini reform

11
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

tarikatının takipçileri olarak, Haşhaşiler İsmaili tarikatının başı olan şeyhlerine itaat ederek, IŞİD
ise ayet, tefsir ve hadisleri takip ederek dini motivasyon kazanmışlardır. Birinci başlıkta söz
ettiğimiz gibi (4.1.) bu dini motivasyonlar başka maddi ve sosyal sebeplerden ötürü gelişmiş
olabilmekle beraber amaçları dini ağırlıktadır. Bundan dolayı da dini terör olarak tanımlamak daha
yüksek anlam kazanır. Örneğin 2.1. başlığında değerlendirdiğimiz Sicariiler baskı görmüş bir halk
vb. kimliklerinden ziyade dini kimlikleri ile meşruiyet sağlamaya çalışırlar. Chailand ve Blin’in
(2007) de üstünde durduğu bu kimlik konusu terörün türlerinin ayırt edilmesinde büyük yarar
sağlar. Dini terörün ayırt edilebilir yanlarından en barizi şüphesiz terör eyleminin dini otoritelerce
destekleniyor olmasıdır. Bu otorite; bir reform organizasyonu, bir şeyh, tarikat, ya da kutsal
kitapların ayetleri ile de desteklenebildiği ölçüde meşruiyetini arttırmış olur. Dini terörde
amaçlanan otorite alınan dini kaynakların yasalaşması ve kurumlaşmasıdır (C & B, 2007;
Townshend, 2002; Şimşek, 2016)
Günümüzde dini terörün motifleri arasında öne çıkarılmış kişiler (bkz. Jihadi John), insanı
derinden etkileyen marşlar (bkz. “For the Sake of Allah, Ummati Qad Laha Fajrun vb.) ve bunların
yanı sıra düzenledikleri operasyonların videoları vardır. Tüm bu motifler ile de toplumu derinden
etkileyerek korku salmayı hedeflerler. Modern iletişim teknolojilerinden önceki motiflere örnek
olarak ise Sicariilerin borç depolarını yakması ve çalışan kesimi safına çekmeye çalışması (2.1.),
İsmaili fedailerin suikast düzenledikten sonra kişinin başında bekleyip sloganlar ile Sabbah’ın
namını yayması (bkz. Lewis, 1995) bunlara örnek gösterilebilir.

2.2.2. Devrimci- İdeolojik Faktörler


Devrimci ya da ideolojik terör olarak tanımlanabilecek bu faktörler bütününün temsil ettiği
esas olgu değişimdir. Çoğunlukla kitlesel eylemlerde ve çatışmalarda yer bulan bu tür bir terör,
başta maddi sebepler ve toplumda hissedilen sosyal ve ekonomik değişimlerle oluşumunu
tamamlasa dahi bir önceki başlıkta (4.2.1.) ele aldığımız gibi radikalleşmiş ve seviye atlayarak
sistemde kesin bir değişim yaratma amacına yönelmiştir. İdeolojinin gelişmesiyle birlikte bir
sistem yıkım amacı güden bu terörün en açık örneği “Kitlesel Terör” başlığında (1.1.1.) verdiğimiz
1917 Ekim devrimidir. Ekim devriminin yanı sıra Devlet Terörü başlığında değindiğimiz
Jakobenler (1.1.3.) de devrimci terörün örneği olarak görülebilir.
Devrimci terörde meşruiyet, ideolojik değerlendirmeler sonucu yaratılmaktadır. En
basitinden sınıf çatışması kuramındaki devrim çağırısını takip eden Lenin gibi kişiler tarafından
terör bir ideolojiyi başa getirme aracı olarak kullanılmıştır. Devrimci terör, kendi meşruiyetini
sağlamada devletin meşruiyetini sorgulamayı bir teknik olarak kullanır (C & B, 2007; Townshend,
2002) ve ideolojik meşruiyetini de bu mukayeseden besler. PKK (3.4.1.) örneği bunun için en
uygun olanlardan biridir. Çünkü devletin yaptığı her türlü faaliyeti propaganda malzemesine
çevirerek özellikle doğu bölgesindeki insanlara “sizin kurtarıcınız biziz” diyerek onların
sempatisini kazanmayı bir strateji olarak belirledi.
Devrimci terörün motifleri arasında ise muhakkak bir kahraman figürü vardır. Bu kahraman

12
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

özenle halktan biri olarak seçilir ve halkın o kişi ile özdeşleşmesi, empati kurması beklenir. Burada
amaç, halka “biz de sizdeniz” mesajını vermektir. Aynı zamanda bu kahraman figürü üstün ahlaki
duyarlılığı olan bir kişi olarak gösterilecektir. Böylece halkın gözünde örgüt meşrulaşacak ve
devrim kolayca kendini tamamlayacaktır. Halkı etkilemenin ve devrime çekmenin en verimli
yolunun bu olduğunu düşünen Kropotkin bu fikri kuramlaştırmıştır (Townshend, 2002).

2.2.3. Irkçılık Faktörü


Irkçılık kökenli terörde göze çarpan en önemli etken; eylemi belirleyen başlıca şeyin,
gerçekleştiren kişi ya da örgütün de teröre maruz kalan kişi ya da kurumun, kültürel ya da etnik
aidiyeti olduğudur. Bu terör tipi amaç olarak bir ulus devlet kurmak, bölgedeki işgali durdurmak
ya da işgal etmek, azınlık haklarını elde etmek, etnik kimliklerini anayasaca tanıtmak gibi amaçlar
güdebilmektedir. PKK (3.4.1) (CIA tarafından “Kürtçü” başlığında da değerlendirilmiştir.),
ASALA, IRA (3.2.1.), ETA vb. örgütler bu kategorinin çağımızdaki önemli temsilcileridir
(Şimşek, 2016). Ek olarak Hamas’ı ele aldığımız başlıktaki (3.1.2) Yahudi terör örgütleri de bu
bağlamda değerlendirilebilir. En basitinden bölgeyi işgal etmek bakımından yaptıkları tüm
eylemlerin kökü “milliyetçilik” adı altında değerlendirilerek yapılmış eylemlerdir. Vadedilmiş
topraklar bakımından aynı zamanda dinci teröre de örnek gösterilebilir.

3. TERÖRÜN KISA TARİHÇESİ


3.1. Sicariiler
Gérard Chailand'ın ve Arnaud Blin'in (2007) aktardıklarına göre tarihi kayıtlarda geçen ilk
organize terör olayları Zealotlar yani reformist, özgürlüğüne fazlası ile düşkün yahudiler tarafından
Roma'ya karşı yapıldı. Filistin bölgesinin antik teröristleri yani Zealotlar hakkında ilk bulguları ise
birinci yüzyılda Josephus Flavius'un 93-94 yıllarında aktardığı "Yahudi Savaşı" hesaplarında
görüyoruz. Josephus Zealotları Sicarii yani Latince sicariusdan (hançerli adam) türemiş bir kelime
ile tarif ediyordu. İlk isyan olayları milattan önce 4 yıllarında ortaya çıktı ama asıl Zealotların
organize terör olayları 6 yılında kendini gösterdi. İlk olaylardan sonra Suriye'yi yöneten Varus iki
lejyon birliği göndererek 2.000 kadar Zealot'u çarmıha gerdi. Bu olaylar aynı zamanda devlet
terörünün de ortaya çıkışını beraberinde getirdi. Varus psikolojik olarak Zealotları yıldırıp bir
dahaki isyanların yaşanmasını da engellemeye çalışarak devlet terörünün doğurduğu şiddeti meşru
kılma aşamasına geçmişti. Buna karşın Zealotlar militan toplamak için alt sınıflara nüfuz etmeye
çalışıyordu.
Kayıtlara göre ise bu işe yaramıştı çünkü Zealotların militan alımlarının çoğunu işçi sınıfı
oluşturuyordu. Dini bir organizasyon olarak Zealotlar, bugün IŞİD'in yaptığı (diğer müslümanları
tekfir edip onlara da savaş açmaları) gibi diğer yahudilere de saldırıyordu. Terörü kullanarak hem
halklarını hem de devletlerini Roma'nın elinden almaya çalıştılar. Gerilla savaşı (şehirlerde dahil)
yaparak terör bazlı bir psikoloji yaratarak düşmanı yıldırmayı amaçladılar. Bugün dahi kullanılan

13
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

terör taktikleri sayesinde asırlarca aktif faaliyette bulundular. Takvimler milattan sonra 66'yı
gösterdiğinde Zealotlar birkaç politikacı ve din adamını öldürmüştü. Bunun yanı sıra binalara,
marketlere saldırdılar. En dikkat çekici olanı ise saldırılarda hedeflenen yerler arasında işçilerin
borç kayıtlarının bulunduğu depolar da bulunuyordu. Bunu yapmalarının başlıca sebebi işçi
sınıfının desteğini kazanmaktı. Silah olarak hançerleri kullandılar ve düşmanlarını kalabalık içinde
ve marketlerde boğazını keserek (bkz. Davies, 2006, s. 40) öldürmek sureti ile yaptılar. Sadakatleri
konusunda ise dokümanlar Roma askerleri tarafından yakalanan yüzlerce isyancının bir sürü
işkenceye rağmen diğer Zealotlara dair bilgi vermediğini gösteriyor. Tapınakların yıkılmasından
sonra ise takvimler 70'i gösterdiğinde Eleazar Ben Yair önderliğindeki Zealotlar Masada kalesini
3 yıl boyunca savundu, sonrasında ise Romalıların eline düşmek yerine kendilerini oracıkta
öldürmeyi seçtiler (s. 55-58).
Bölgede Roma'nın kurduğu yaklaşık 62 yıllık hakimiyet sonrasında 132 civarlarında
Yahudiler Bar Kokhba İsyanı'nı çıkararak Roma'ya karşı çıktılar. Bu olaylar sonrası Roma
İmparatoru Adrian, yarım milyon kadar yahudiyi öldürdü. Fakat bu onun için yeterli değildi.
Judea'yı ortadan kaldırmak ve tarihe gömmek adına Kudüs'te Yahudilere ait olan her şeyi harabeye
çevirdi. Sonrasında ise Yahudiler tarihlerini oluşturan ve asırlarca sürecek olan sürgün hayatına
başladı. Uzun yıllar sonra ise bölge İslamiyet'e kapı açtı ve Müslümanların kontrolüne geçti
(Davies, 2006). Bundan seneler sonra Orta çağ’da Ortadoğu'yu korkuya boğacak olan Haşişiler
(günümüz adı ile Haşhaşiler) doğacaktı.
3.2. Haşhaşiler
Haşhaşiler (Haşişiler); İsmailî mezhebine bağlı, Suriye, Irak, İran ve de genel olarak
Ortadoğu bölgesinde casusluk ve suikast faaliyetleri yapmış, günümüz literatürüne ise haşhaşi
olarak geçmiştir. İsmaililik mezhebi, cafer es Sadık'ın (ö. 765) büyük oğlu İsmail'in takipçilerinden
oluşur. İsmail, mirastan mahrum bırakılmıştı ve Şiiler, onun küçük kardeşi Musa Kazım'ı yedinci
imam olarak tanımıştı. Bu yüzden İsmaililer gizlice teşkilatlanma konusunda ustalaşmış ve uzun
süre gizli kalmışlardı. İsmaililer şeyhlerine bağlı ve onun hikmetini sorgulamayan müritlerden
oluşuyordu. Haşhaşilerin suikastçilerinin canlarını feda etmek pahasına yaptığı terör eylemleri ve
psikolojik baskıların altında da şüphesiz bu yatıyordu. Bu bakımdan Şiilerdeki "imam sevdası" da
çok belirgin şekilde bu mezhepte kendini gösteriyordu. Onlara göre imamlar Allah'ın ilhamına
mazhar olmuşlardı ve yanılma ihtimalleri yoktu. İsmaililer bu yüzden imamları bilgi ve otoritenin
hâkimi, en başında dinsizlerin göremediği derin gerçekleri gören ve mutlak itaati hakeden zümre
olarak görüyordu. Mezhebin dışındaki kişileri çeken, Hasan Sabbah'ın da fedai toplamasında öncül
olan şey de buydu: Gizli, kimsenin bilmediği o bilgiye erişen birisinin kontrolü altında olmak. İşte
bu onlara çekici geliyordu (Lewis, 1995; C & B, 2007).
Doğuşundan sonra uzun bir süre boyunca (yaklaşık bir buçuk asır) sessizliğini koruyan
İsmaililer, 9. yüzyılın getirdiği sosyo-ekonomik değişimlerin ardından İslam alemi de kurtuluşun
bir yolu olarak yeni fikirler aradı. En başında çiftçilerin ve halkın genel yoksulluğu, bununla
beraber gelen göç dalgaları büyük huzursuzluğa sebep olmuştu. İşte bu aşamalardan sonra
İsmaililer fikirlerini yayma şansı bulmuştu. Böylece ilk ortaya çıkışları Fâtımîler ile 909 yılında

14
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

olmuştu. Kökenlerini Hz. Muhammed'in kızı olan Fatıma'ya dayandıran bu devlet gücünü de
buradan alıyordu. Çünkü İsmaililer için en mühim şey, şeyhin tanınırlığı ve otoritesi idi. En
ihtişamlı zamanında Fas, Cezayir, Libya, Malta, Sicilya, Sardinya, Korsika, Tunus, Mısır, Filistin,
Lübnan, Ürdün ve Suriye bölgelerinde hakimiyet sürdü. Sekizinci halife el-Muntansır'ın 1094
yılındaki ölümü sonrası İsmaililer büyük bir bölünme yaşadı. Bu bölünmenin sebebi en başında
İsmaili mezhebinin otorite aşkına dayanıyordu. Yönetim, dini hiyerarşi ve ordu arasındaki ayrımlar
yeni halifenin seçiminde şaibelere yol açtı. Uzun süre devam eden iç bölünmeler sonucunda
Fatımiler son halifenin ölümüyle 1171 yılında varlığını sonlandırdı. Bölgeye akın eden Türkler titiz
bir şekilde kontrolü ele aldılar. Bu Mısır'ın yeniden Sünniliğe dönmesinde en önemli adım oldu.
Bundan böyle İsmaililiğin yaşaması için yeni davet, yeni bir metot gerekiyordu. İşte Haşhaşilerin
doğuşu da böyle başladı. Terör, ortadoğuda tekrar doğuyordu (Lewis, 1995). Tüm bunların mimarı,
ihtilalci ve büyük bir manipülatör olan Hasan Sabbah'tan başkası değildi.
Sabbah (?-1124), İran'ın Kum şehrinde doğdu. Bilginin her türlüsüne genç yaşta ilgi
duymaya başlayan bu zatın doğum tarihi hakkında kesin bilgi olmasa da 11. yüzyıl ortaları olduğu
tahmin ediliyor. Kendisi bir din adamı olmak istiyordu ve bunun için de bir akıl hocası lazımdı. Bu
ihtiyacını Emire Zerrab karşıladı ve ona bir süre akıl hocalığı yaptı. Tabi bu sırada çıkan tartışmalar
ve aşağılanmalar sonrasında birbirlerinden iyice soğudular ve nihayetinde ayrıldılar. Ayrılık devam
ederken Hasan, İsmaili kaynakları okumaya ve gerçek imana (kendi deyimiyle) ulaşmaya
başlamıştı. Ama ağır bir hastalığı vardı ve bu İsmaili olmasını engelliyordu. Hastalığı son bulduğu
vakit ise vakit kaybetmeden yeni bir İsmaili üstad aramaya başlamıştı. Fatımi halifesine biat etti ve
1072 yılında Abdülmelik ibn Attaş'ın huzruna kabul edildi ve onu mezhebin merkezine, Kahire'ye
yönlendirdi. 1078 yılında Kahire'ye ulaştı ve Kahire ve İskenderiye'de toplam üç yıl ikamet etti.
Ordu komutanı Bedrü'l Cemali ile arasında yaşanan anlaşmazlıklardan sonra hapsedildi ve daha
sonra da sürgün edildi. Uzun süren bir yer arayışından sonra ele geçirilemez olarak gördüğü
"Alamut Kalesi"ni seçmişti. Tabi bu arayış sırasında adam toplamayı da ihmal etmemişti. Kaleyi
almaya hazırlandığı sırada adamlarını kaleye yakın köylere gönderdi. Sonrasında kaleye bir başka
Dai (misyoner tipi bir davetçi, mezhebi yaymada görevlendirilmiş fedai) gönderdi. Kale sakinlerini
kandırdı ve bir şekilde adamlarıyla beraber içeriye sızdı. 1090 senesinde ise kale sahibi engel
olamayacağını anlayarak 3.000 dinara kaleyi Hasan Sabbah'a vermek zorunda kaldı. Bu saatten
sonra Sabbah ölene kadar kalede "dindar" bir hayat yaşadı ve inzivaya çekildi. Artık yeni bir sürece
girilmişti. İsmaili tarikatın her şeyi hazırdı ve sadece planlara, metotlara ihtiyaçları vardı.
Fedailerin ilk kurbanı Nizamülmülk olacaktı ama bundan önce Sünniler ile olan fikir çatışmaları
gelecekti. Sünni ağırlıklı bir Türk devleti olan Selçuklulara gözdağı vermek için vezir
Nizamülmülk'e karşı bir suikast planı hazırladılar. Plana göre Sufi kılığındaki bir fedai, kabul
salonundan çıkıp harimine gitmekte olan Nizamülmülk'ü hançeri ile öldürecekti. Öyle de oldu,
bundan sonra Ortadoğu'da devlet yetkilisinin yaşamı güvence altında değildi (Lewis, 1995; C & B,
2007).
Haşhaşiler metot olarak terörü kullanıyorlardı. Ama bu terör günümüzdeki göstere göstere
korku saçmaktan çok farklıydı. Onlar yüksek mertebedeki kişileri hedef seçiyor ve gizlice ortadan
kaldırıp sonrasında fedailer kimliklerini açığa çıkarıyorlardı ki zaten sonrasında oracıkta

15
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

öl(dür)üyorlardı zira yaptıkları görevin kutsaliyeti yüzünden ölmeleri gerekiyordu. Fedailer tıpkı
Zealotların kullandığı gibi hançer kullanıyorlardı -hatta ölmek pahasına tercih edilen görevlerde
reisleri onlara özel bir hançer dahi veriyordu-, aralarından geçen yaklaşık on bir yüzyıllık farka
rağmen teknikte benzerlikler açıkça kendini gösteriyordu. Haşhaşiler için öldürülen kişi hali
hazırda ölmesi gereken bir tirandı, despottu. İdeolojik bir meşruiyet tıpkı günümüz terör
örgütlerinde olduğu gibi eylemlerinde hakimdi. Sabbah'ın ortaya attığı bu teşkilatlanmanın
arkasında şüphesiz on binlerce belki de yüz binlerce askeri olan bir imparatorun dahi tek bir fedai
tarafından öldürülebilecek olmasının kutsal gücü vardı. Bunu gücün ardında çok iyi yetiştirilmiş,
gizlilikte ustalaşmış ve insan öldürmek için tek bir emir bekleyen fedailer vardı. Haşaşilerin
düşman saydıkları şey esasında Sünni düzenin kendisiydi. Bu düzene hizmet edenleri ise kurbanları
seçmişlerdi. Sünni düzenin yöneticilerini terörize edebilirlerse Sünni düzeni yıkabileceklerine
inanıyorlardı ve bu konuda çok istikrarlıydılar. Bu istikrarlı teşkilatlanma onları modern teröre
kadar uzanan zamanın en ikonik terör örgütü yapıyordu. Yaptıkları eylemler ve suikastlerle
jeostratejik olarak tüm Ortadoğu'yu korkuya boğdular. Öyle bir korku ki hükümdarlardan haraç,
vergi dahi alıyorlardı. Çünkü halihazırda düşmanı olan bir devlete, onlar ikinci bir düşman
kesiliyorlardı. Bir orduyu yenemeseler dahi ordunun hatta devletin başındaki kişiyi nasıl
yeneceklerini çok iyi biliyorlardı. Birçok sarayda Sabbah'ın adamları suikast için emir bekler
durumdaydı. Bu korku dönemin tüm politikasını elinde oynatacak kadar güçlüydü. Bu bakımdan
politik korku ve şiddeti kullanma ve mesajlarını iletme yöntemleriyle Haşhaşiler, modern terörün
de zeminini hazırladılar (Lewis, 1995; C & B, 2007).
“Her terörist organizasyonun kendine özgü yönleri olmasına karşın bazı ortak
noktaları da paylaştıkları görülür. Bunlar sadece dövüş teknikleri ile sınırlı da değildir.
(Bu bakımdan) Zealotlar ve Haşhaşilerin, 21. Yüzyılın terör organizasyonları ile olan
büyük orandaki benzerliğini de fark etmek zorundayız.”

(Gérard Chailand and Arnaud Blin, 2007, s. 78.)

“Hasan Sabbah, İslam saltanatlarının bu zayıflığını fark ederek siyasi dehasını


gösterdi. Ayrıca bu zayıflıktan terörizm yolu ile yararlanarak dikkat çekici idari ve
stratejik yeteneklerini ortaya koydu.”

(Bernard Lewis, 1995, s. 113.)

“Özellikle niyet konusunda Zealotlar, Roma yönetimine karşı bir Yahudi


ayaklanmasını kışkırtmayı hedeflediler. Bu nedenle de mesihsel umut ile siyasi
terörizmi harmanladılar.” (Charles Townshend, 2002, s. 70.)

4. MODERN TERÖR
Modern terörün oluşumu en başında modern devleti gerektirdi. Modern devletin oluşumu
şiddetin tekele alınması ile doğdu ve senelerce böyle devam etti. Modern politika şiddeti

16
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

yatıştırmak adına kolluk kuvvetlerini şiddet ile yetkilendirdi. Baskı legal bir hal alarak devletin
tekeline düştü. Bu tekelleşme en başında meşruiyetin sorgulanmasına yol açtı ve ilk kitlesel
başkaldırılar buradan doğdu. Eskiden terör sadece suikast ve tehdide dayalı iken modern zamanın
terörü nüfus fazlası ile feda edilebilecek canı da beraberinde getirdi. Modern gerillalar, Zeolatlar
ve Haşhaşilerin eğitimli fedaileri gibi feda edilmekten kaçınılan (bkz. Lewis, 1995; C & B, 2007)
aşırı eğitimli kişilerden oluşmuyordu. Zira modern terörün en spesifik özelliği de buydu. Çünkü
eğitimi kolay olan yeni silahlar ile savaşan gerillaları sahaya sürmek çok daha kolaydı. Bu
bakımdan modern terör, teröristlerin devlet ordusuna karşı da savaşacak kapasiteye ulaşmasını
sağladı. Modern terörü, eskinin teröründen ayırırken de bu argümanlardan yola çıkacağız.
Kitlesel terörün bir türevi olan modern terörde karşımıza çıkan en önemli olgu: Bir kitlenin
devlet ile savaşabilecek güce erişmesidir. Nihayetinde modern terör eskinin teröründen ayrılırken
karşılıklı çatışmaya girebilme kabiliyeti ile ayrılır. Bu ayrımla beraber terör tekniklerine düzensiz
savaş, meskûn mahal vb. gibi kavramlar eklenmiştir. Günümüzde terör örgütleri bu taktiklerden
beslenirken bunların yanı sıra pre-modern silahları da envanterlerinde bulundururlar. Günümüzün
terör örgütleri pusu, tuzak gibi teknikleri taarruz ve karşılıklı çarpışma ile birleştirerek haşhaşiler
ve zealotlardan aldıkları kadim teknikleri modern savaş sistemleri ile harmanlarlar. Bu
harmanlanan yeni gerilla taktiklerini ise düşmanlarına şok etkisi vermekte kullanırlar.
Beklenmedik bir vakitte büründükleri sessizlikten, silah ve patlayıcı gürültüleri ile çıkan gerillalar
düşmanı dehşete düşürmeyi başardıkları oranda başarı elde etmiş olurlar (bkz. 7 Ekim 2023, Aksa
Tufanı Harekâtı). Bu yüzden etkili bir metot olan terör; Ortadoğu, Asya, Afrika, Avrupa ve
Amerika kıtalarında dahi aktif şekilde kullanılmıştır. Terörün kullanımı coğrafya, iklim, bölgenin
savaş kültürü gibi etkenlerden dolayı değişken bir nitelik taşıdığı için bölgelere göre terör
örgütlerinin dini ve ideolojik yapıları da değişkenlik göstermektedir. Bu yüzden incelemenin
ilerleyen safhaları Ortadoğu’dan başlayarak terör örgütlerini bölgelere göre ayırarak; kuruluş
öykülerini, nedenlerini ve bölgedeki eylemlerini inceleyeceğiz.

4.1. Ortadoğuda Terör


4.1.1 ISIS (The Islamic State, Irak ve Şam İslam Devleti)
Örgütün temelleri Afganistan’da Ebu Musab el-Zerkavi tarafından atılmıştır. Zerkavi, ilk
yıllarında Afganistan’da kendi başına hareket etse de sonraları bin Ladin’in bünyesine katılmış ve
Irak El Kaide’sinin başına geçmiştir. 2006 yılına gelindiğinde örgüt bölgedeki Sünni aşiretlerle bir
araya getirerek Mücahit Şura Konseyi adını almış ancak Irak El Kaide’sinin yerine kurulan Irak
İslam Devleti kadar destek görmediği için dağılmıştır. Zerkavi’nin ölümünden sonra örgütün
liderliği Ebu Hamza el-Muhacir’in eline geçmiştir. Burada ilk olarak Irak İslam Devleti olarak
karşımıza çıkmaktadır. Irak İslam Devleti, Al-Qaeda’nın Nusra (Suriye) Cephesinin Ebubekir el-
Bağdadi tarafından birleştirilme girişimleri ile ortaya çıkmıştır. Bu olaylar sonrası Al-Qaeda ile
bağı kopma noktasına varmıştır (Ateş-Çiftçi, 2017).
IŞİD (İlk yıllarında IİD), 2001 yılında yaşanan 11 Eylül olaylarından sonra yaşanan

17
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

olayların birikmesi ile ortaya çıkmış ve destek kazanmıştır. 2001’de Afganistan’ın ve 2003’te
Irak’ın işgalinden sonra Amerika’ya karşı yapılan direnişler ile bu gibi örgütler (bkz. Taliban)
halkın desteğini toplamıştır. Irak işgalinden sonra Sünnilere karşı yapılan ayrımcılık bölge halkının
öfkesini hat safhaya çıkarmış ve bu öfke herhangi bir Amerika karşıtı oluşumu desteklemeye yeter
görülmüştür. IŞİD ise bu otorite eksiğinde Sünnilerin temsilcisi olarak görülmüştür. Özellikle
2003-2013 arası dönemde yaşanan olayların da topluma yansıması ile bölgede yoğun bir otoriteye
sahip olmuştur. ABD bunlarla savaşmak adına Sahva Hareketi ve diğer Sünni aşiretler gibi Sünni
oluşumları maddi açıdan destekleyerek silah bırakmalarını sağlamıştır lakin bu yalnızca sadece
belli bir dönem IŞİD’in işlerini zorlaştırmıştır. ABD’nin bölgeden ayrılmasından sonra IŞİD
bölgede terörü tekel haline getirmiş ve ABD’nin girişimlerini kendi çıkarına kullanmıştır. Bunun
en önemli sebeplerinden birisi ise ABD bölgeden çekildiği vakit yerel hükümet maddi desteği
sürdürmediğinden, halk yoksulluk ve istikrarsızlık ile karşı karşıya kalmıştır. Bu gibi örgütlerde de
zira büyümenin kaynağı çoğunlukla bir düzen ve kaynak eksiğidir. İnsanlar iktisadi yetersizlik ile
boğuşurken bu gibi terör örgütleri onlara “kol kanat gerer” özellikle bölge halkı ile yapılan
röportajlarda dahi sağlık hizmetleri konusunda Irak’lılar Irak’ın yetersizliği ve IŞİD’in desteğinden
bahsetmektedir. Bu nedenle de iktisadi yetersizlik (Türkiye’de Güneydoğu bölgesinde olduğu
gibi.) örgütlere sempatiyi arttıran bir nitelik taşır. Bu faktörlerden dolayı 2012 yılında IŞİD gücünü
yeniden toparlama evresine girmiştir. Bu süreçte 2012 ve 2013 yılları arası yapılan hapishane
baskınlarından sonra militan sayısını arttırması etkili olmuştur. Özellikle Irak ordusunun IŞİD’e
karşı olan yetersizliği de halkın huzursuzluğuna sebep olmuştur (Dağdeviren, 2021). Örneğin;
Musul harekâtı sırasında bir askerin IŞİD’e karşı olan operasyon esnasında “Saddam zamanında
daha güvenliydik” tarzında söylemlerde bulunması ve otoriteye özlem duyması (bkz. Endevr,
2023). Bu bakımdan bu olay dahi bize terör gibi bir olayın destek kazanmasında ve teröre karşı
verilen mücadelede de ortak noktanın bir otorite boşluğu olduğunu gösteriyor. Zira IŞİD’in ortaya
çıkışı da bir otorite boşluğunun eseriydi.
Takvimler 2014’ü gösterdiğinde IŞİD, Musul’a yaptığı dört günlük operasyonda bu otorite
ve güvenlik boşluğunu adeta kanıtlamıştı. Irak ordusu dört gün sonunda mağlup olmuştu ve IŞİD’in
devletleşme sürecini hızlandıracak olan Musul’u teslim etmişti. Bölge halkını kendine bağlamakta
El-Qaeda’dan farklı bir strateji izleyen IŞİD şehri bölge halkına, kendilerine biat etme şartıyla,
devretmişti ve militanlarını yalnız sınır korumak için kullanmıştı. Bunu yaparken yoksulluğun
sorumlularını da infaz ederek halkın gözüne girmeyi başarmışlardı. Amerika IŞİD’in başarısı
karşısında tekrar müdahale kararı alarak 2016 yılında IŞİD’e karşı Musul harekâtını koordine etti
ancak yaklaşık bir yılın sonrasında başarıya ulaşarak 2017 yılında geri aldı. 2017’nin Ekim ayında
başkent Rakka ve 2019’da Deyr Ez-Zor bölgesi geri alındı ve IŞİD’in bölgedeki hakimiyeti yoğun
uğraşlar sonucunda kırıldı (Dağdeviren, 2021).
4.1.2. Hamas
Hamas, kuruluşunun öncesinde yaşanan birçok olaydan ileri gelmiştir. En başında 132
yılında sürülmüş oldukları bölgede tekrar hâkim olmak isteyen Siyonistler başta politik ve finansal
operasyonlar ile Osmanlı devletinden bu bölgeleri almak istemiştir. Kabul görmeyen bu teklifler

18
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

sonrası Siyonistler bekleme süreci içerisine girmiştir. 1945 sonrası 2. Dünya Savaşı’nın bitimi ile
bölgeden sürülmüş ve bölgede toplama kamplarından sağ çıkmış Yahudilere BM, başta ABD
olmak üzere, toprak arayışına girmiştir. Bu toprak arayışı öncesi Filistin bölgesinde azınlık olan
yahudiler çeşitli eylemlere girişmişlerdir. Yahudi direnişi adına bölgede çeşitli Yahudi örgütler
kurulmuştur. Başta Hagana kurulmuş ve 1920 yılında aktif olmuştur. 20’li ve 30’lu yılların
direnişini örgütlemiştir. Özellikle kuruluş faktörlerinin başında Arap isyanları vardır. Yahudilerin
Sesi adlı direniş radyosunun denetleme görevini de üstlenmiştir. Örgüt sonrasında, İsrail ordusuna
(IZL) dönüşmüştür (1948). Hagana’nın pasif davrandığı düşüncesi ile 1931 yılında bazı örgüt
üyeleri örgütten ayırılarak Irgun Zeva’i Leumi’yi (IZL, Ulusal Askeri Örgüt) kurdular. Katı
ulusalcı ve dini kimliğe sahiplerdi. Son olarak Lohamel Herut Israel (LHI, İsrail’in Özgürlüğü için
Savaşanlar) ise 1940 yılında IZL’nin İngilizler ile olan ilişkilerinden ötürü oradan ayrılarak yeni
bir örgüt kurulması ile oluşmuştur. Katı İngiliz düşmanı ve Siyonist olan bu örgüt içlerindeki en
acımasız örgüt sayılabilir çünkü bu örgütün kuruluşu Politik Siyonizm’in işlevsiz olduğu düşüncesi
ile salt bir terör örgütü olarak yani Siyonizm’i şiddet yolu ile gerçekleştirmeyi hedeflemektedir
(Boran, 2006).
Bu örgütler bölgede özellikle İngiliz askerleri ve yerli halk olan Filistinliler için tehdit
niteliği taşıyordu. Özellikle 30’lu yıllarda düzensiz Yahudi göçüne karşı Araplar isyan ettiğinde
Hagana aktifliğini de arttırarak kamplara saldırılarda bulunuyordu. 1937’de bu operasyonlara IZL
de dahil oldu. IZL 1937’de 3 hafta içinde bombalı saldırılar ile 77 Arap’ı öldürdü. 1937-1939 yılları
arasında yüzden fazla Arap’ı da idam ettiler (Davies, 2006). Buna karşın İngilizler savaş sonrası
kaçak göçleri engellemek ve bölgeyi kontrol altına almak adına göçleri tespit etmek adına bölgeye
gelen gemileri radarlar ile izlediler. Buna karşın örgütler eylemlerini yalnız bölge halkına karşı
değil, İngilizlere karşı da arttırdılar. Özellikle Kral Davut Oteli’nin havaya uçurulması (96 ölü, 45
yaralı) ve 1946 yılında düzenlenene silahlı saldırılar (10 Polis ve 7 askerin öldürülmesi, 10
köprünün tahrip edilmesi, Hayfa’da radar istasyonunun havaya uçurulması, Demiryollarının tahrip
edilmesi ve 6 İngiliz subayın kaçırılması) bunu açıkça gösteriyor. Bunun dışında bölge halkına
karşı da eylemlerinin şiddetini arttıran Irgun militanları 1948 yılında Deir Yassin kampını basarak
çoğu kadın ve çocuklardan oluşan 250 Filistinliyi katlettiler. İlerleyen yıllarda 500 kişiden oluşan
bir komando birliği ile 1953 yılında Kibya’da bir köyü basarak 67 kişiyi katledip 75 kişiyi
yaraladılar bu esnada iki köy de ateşe verildi. Senelerce süren katliam ve terörün sonunda 1988’de
Filistinli köylerinin sayısı 475’ten 90’a indi. Bunun yanı sıra en başında yüzölçümünün yüzde
yedisini (7) bile elinde bulundurmayan Yahudiler, taksim zamanı geldiğinde toprakların yüzde elli
altısını (56) aldılar. Bu yüzde, Arap-İsrail savaşları sonrası giderek İsrail lehine artmaya başladı ve
bugün de devam ediyor (Boran, 2006; Davies, 2006).
İşte Hamas’ın kökleri bu koşullarda atıldı. İlk taşı atan M.Ö. 1000 yılında Filistinlileri zorla
bölgeden atan Yahudiler idi. Yaklaşık 2900 yıl sonra bölgeye tekrar geldiklerinde Filistin halkını
tekrar bölgeden atarak 132 yılında kovulmalarının intikamını almak istediler. Buna karşı bölge
halkı ayaklanmaktan başka bir şey yapamazdı. 1920’lerde Müslüman Kardeşler olarak bir örgüt
inşa edildi. İlerleyen dönemlerde örgüt şekil değiştirerek 1978 yılında İslami Direniş Hareketi adını
aldı. Bu örgütün kuruluş amacı Filistin halkının sosyal ve hukuki ihtiyaçlarını savunmaktı. 1964’te

19
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

kurulan FKÖ’ye nazaran çok daha barışçıl bir örgüt olarak FKÖ’nün alternatifi idi. Hamas
kuruluşundan 1987’ye kadar pasif ve politik bir tavır ile sorunlara çözüm arıyordu. Lakin bölgedeki
İslamcı ideolojinin kuvvetleniyor olması onları da etkileyerek askeri bir kanat oluşturmaya itti.
Daha öncesinde birkaç farklı örgütlenme girişimleri olsa da aralarında en başarılı olanı şüphesiz
İzzeddin el Qassam Tugayları (1991 sonu, 1992 başı) oldu. Qassam’ın ortaya çıkmasıyla İsrail’e
karşı eylemler artışa geçmişti. Senelerce süren eylemlerde Qassam Tugaylarının en önemli
stratejisi bombalı saldırılardan oluşuyordu. Otobüslere, araçlara ve market girişlerine yerleştirilen
bu bombalar hem sivillerin kolluk kuvvetlerine olan güvenini zedeliyor hem de onları dehşete
düşüyordu. 1994-2002 arası bölgede süren yalnızca intihar saldırıları (96 kez düzenlenen
saldırıların 53 tanesi Hamas’ın adını taşıyordu.) toplamda 334 ölü ve 2700 yaralı ile sonuçlanmıştı
(C & B, 2007; Boran, 2006; Davies, 2006).
Günümüze uzanan süre boyunca böyle devam eden saldırılarda çok sayıda insan hayatını
kaybetti. Bunlardan en kanlıları 2008, 2014 ve 2021 olayları idi. Bu olaylardan bu yana bölgede
şiddet ve gerilim sürekli sürdürüldü ama ortam somut bir askeri çatışma alanına 7 Ekim 2023’te
Hamas’ın düzenlediği Aksa Tufanı Operasyonu ile dönüştü. Neredeyse yalnız bir ay içindeki sivil
can kaybı diğer üç olayın kat ve kat fazlası idi. Hamas, operasyonu paramotorlar ile bir festival
alanına baskın düzenleyerek başlattı. Sonucunda gelişen olaylarda İsrail halihazırda var olan şiddeti
arttırarak Gazze şeridine ağır bombardımanlar yapmaya başladı. Bu bombardımanlar sırasında
fosfor bombası dahi kullanarak alenen savaş suçu işlediler. Bu savaş suçları hastaneleri
bombalamaya kadar vardı ve sonucunda on bini aşkın kişi -çoğunluğu çocuk ve kadınlar- hayatını
kaybetti (AA, 2023). Bunun yanı sıra Hamas da yeni stratejiler (bkz. Gazze’nin dört bir yanına
gizledikleri tünelleri kullanmaları) ile geri dönüş yaptı ve birçok İsrail zırhlısını imha etti (Ebu
Ubeyde’nin açıklamalarına (23 Kasım) göre bu sayı 335). Bu olaylar yaşanırken İsrail yıllar boyu
yaptığı soykırımı bir etnik temizlik ve zorla yerinden etmeye çevirdi. Bölge halkını Güney’e sürdü
lakin Güney bölgeleri de bombalayarak işledikleri savaş suçlarına yenisi ekledi. Bunun dışında
bölgedeki su, gıda, elektrik ve yakıt erişimi durdurularak zaten kuşatılmış olan halk böylece ölüme
terk edildi (Reuters, 2023). Bu şekilde süregelen “savaş” adı altında meşrulaştırılmaya çalışılan
soykırım daha da şiddetli bir hal aldı. İşte Hamas hem dini yönü hem de direniş yönü ile bu
süreçlerde ortaya çıktı.

4.2. İrlanda ve Birleşik Krallık’da Terör


4.2.1 I.R.A. (Irish Republican Army, İrlanda Cumhuriyet Ordusu)
İrlanda Cumhuriyet Ordusu, uzun yıllar boyu süren İngiliz işgali ve sömürüsü sonrasında
1790 yıllarında İrlandalılar bu baskılara karşı şiddet içermeyen protestolara başladılar.
Protestoların işe yaramadığını fark eden İrlandalılar silahlı direniş yapma kararı vererek İrlanda
Cumhuriyet Ordusu’nu kurdu. Paramiliter bir organizasyon olan I.R.A. özellikle Kuzey İrlanda’da
ve Birleşik Krallıkta aktif faaliyet gösterdi. (Davies, 2006; Coogan, 2002). Bundan yıllar sonra
1913 yılında yine aynı isimde İrlanda Cumhuriyet Gönüllüleri kuruldu. Çok geçmeden 3 yıl sonra,

20
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

1916’da silahlı direniş başlatan gönüllüler, İrlanda Cumhuriyet Beyannamesi’ni ilan ettiler. Bu
beyanname İrlandalıların eşit haklarını savunan bir cumhuriyet kurma fikrini taşıyordu. Aynı
zamanda bu beyanname, IRA’nın kuruluşunun da belgesi niteliğindeydi. Sonrasında 1920’de IRA
silahlı bir direniş başlattı ve 1921 yılına gelindiğinde İrlanda’nın güneyine özgürlükler verildi ama
Kuzey İrlanda hala işgal altındaydı. Buna karşın halkın “istediğini alması” sonucu IRA’ya olan
destek de giderek azaldı ve örgüt etkisini kaybetti (Davies, 2006; Coogan, 2002; Hart, 2003).
Yıllar 1960’lara geldiğinde yine protestolar başlamıştı. Katolik İrlandalılar temel haklarını
aramak adına barışçıl eylemlere giriştiler. Örgüt bu arada ikiye bölündü; barışçıl ve politik çözüm
arayanlar ve de silahlı direnişin devam etmesini isteyenler. Buna karşın örgüt içinde PIRA
(Provisional-Geçici) adında bir askeri kol da ortaya çıktı. Bu askeri örgüt silahlı direnişe ve şiddet
eylemlerine çok geçmeden başlamıştı. Örgütün ana stratejisi, örgüt üyeleri tarafından önce
bombalanacak yerin haritasının çıkarılması ve sonrasında bu harita üzerinde bombalanacak
bölgenin planlanarak eyleme hazır hale getirilmesi idi. Örgüt çoğunlukla bombalı eylemlerle
kendini gösteriyordu. 1970’li yıllarda I.R.A. tarafından bombalı saldırılar gerçekleştirildi. Bu
eylemler sonrası İngiliz hükümeti şiddet ile örgütü bastırmaya çalıştı. Bu şiddet ile bastırma
çabaları “Kanlı Pazar” olarak anıldı ve devlet terörünün sıkı örnekleri arasına adını da kazıdı,
İngilizlerin bu hatası terör örgütüne olan bağlılığı da giderek arttırdı. Bu destek I.R.A. nın bombalı
saldırı sıklığının artmasına neden oldu ve şubat ayında Aldershot (1972) saldırıları ile hükümete
bir misilleme yapıldı. Old Bailey ve Whitehall’da (1973) yapılan saldırılarda çok sayıda kişi
yaralandı. Bunlara ek olarak örgüt 1974 yılının sonlarına doğru Birmingham’da iki barı
bombaladı. Can kayıpları ve sayısız yaralanmalarla sonuçlanan bu saldırılar, Londra’da 1974-75
yılları arası ticari ve sosyal yaşamı durma noktasına getirdi. Kraliyet ailesine karşı da suikastlar
düzenleyen PIRA 1979 yılında Earl Mountbatten’ın içinde bulunduğu teknenin tam ortasına 5
kiloluk bir plastik patlayıcı yerleştirdiler ve kıyıdan 200 metre açıldığında patlattılar. Saldırı,
Mountbatten’ın torunlarından biri ve iki kişinin daha ölümü ile sonuçlandı. Aynı gün (27 Ağustos)
PIRA, Kuzey İrlanda’da Warrenpoint bölgesinde İngiliz askerlerini taşıyan bir kamyonu da
bombaladı, saldırı, 18 askerin ölümü ile sonuçlandı (Coogan, 2002; Davies, 2006).
80’li yıllara gelindiğinde I.R.A. bombalı ve silahlı saldırılarına devam etti, burada
hedeflerine sivilleri de yerleştirdi ve Avrupa’nın bazı yerlerinde de faaliyet gösterdi. 90’lara
gelindiğinde uzlaşma çalışmaları başladı ve örgüt eylemlerinde durdurma noktasına geldi (Davies,
2006). 1994 yılında örgüt ateşkes imzaladı lakin 1996’da Londra’da yaptıkları bombalı eylem
sonrası ateşkes iptal oldu. 1997 yılında tekrar imzalanan ateşkes sonrası örgüt (PIRA) aktifliğini
sonlandırdı lakin feshedilmesi 2005 yılını bulacaktı. 2008’de ise tamamen silah bıraktılar.
Feshedildiği ve operasyonlarının son bulduğu uluslararası olarak duyurdular. Zaten örgüt 1998
yılında imzalanan “Güzel Cuma Anlaşması”ndan sonra operasyonel olarak aktifliğini durdurmuştu
ve barışçıl protestolar ile devam ediyordu. Bu antlaşmaya uymayan farklı bir grup ise yine kendini
RIRA (Real-Gerçek) olarak tanıtarak 1998’de Omagh’da bombalı saldırı düzenledi, saldırı 29
kişinin ölümü ve 200 kişinin yaralanması ile sonuçlandı. Bu örgüt de yine uzun süre dayanamayıp
1999’da ateşkes imzaladı (Dnes & Brownlow, 2017). Buna karşın tüm bu yeni oluşan I.R.A.
varyasyonları bize gösterdi ki, terörist grupların türevleri son bulsa da kendisi son bulmuyor. I.R.A.

21
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

eskisi kadar aktif olmasa da bugün dahi farklı fraksiyonlarda hayatına devam ediyor.

4.3. Asya'da Terör


Asya kıtası tarih boyunca birçok kültür ve medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Yaşanan iklim
değişiklikleri, savaşlar, sosyo-ekonomik koşullardaki değişimler gibi kitleler üzerinde geniş
etkileri olan olaylar ise kıta içerisinde sürekli bir göç halinin oluşmasına sebep olmuştur. Göçlerin
süreklilik gösterdiği Asya kıtası gibi geniş coğrafyalarda kültürler arasında çatışmaların yaşanması
ve terör örgütlerinin kurulması ise kaçınılmaz olmuştur.
Bir başka etken ise din-siyaset ilişkisi ve bu kapsamdaki radikal akımlardır. Özellikle
1970’li yıllar sonrasında Ortadoğu’da Batılılaşma, modernleşme, laikleşme ve bu bağlamdaki bilgi
edinme yollarına karşın bilginin dini kaynaklardan edinilmesini savunan görüşler etkili olmaya
başlamıştır (Pulat, 2019). Radikal akımlar, sosyo-ekonomik koşullardaki gerileme, savaşlar ve
bölgede durmak bilmeyen istikrarsızlık birlikte düşünüldüğünde bu bölgede terörün ortaya çıkması
hiç de şaşırtıcı değildir. Bu örgütlerden birkaçı aşağıda verilmiştir.

4.3.1. Al-Qaeda
Örgütün kurucusu ve en popüler ismi Usame bin Ladin’dir. Ladin, Suudi Arabistanlı
zengin, radikal bir aileden gelmektedir. Sovyetler birliğinin 1979-1989 yılları arasında yaptığı
işgali önlemek ve Müslümanlara silah, mühimmat vb. maddelerin desteğini vermek adına 1988
yılında El Kaide’yi kurmuştur. Örgütün ilk amacı bağımsızlık savaşında Sovyetlerden bölgeyi
temizlemekti. Dünyadaki “radikal İslamcı” akımın en başat temsilcilerindendir. Sovyetlerin
ülkeden çekilmesinden sonra örgüt güdümünü değiştirip ABD’ye yönelmiştir. Bunun yanı sıra
evrensel alanda da radikal İslamcı terör örgütlerini de desteklemiştir (Davies, 2003; CRS, 2022).
Şüphe yoktur ki örgütün en meşhur eylemi 11 Eylül saldırısıdır. Hatta bu hem ABD hem
de geri kalan ülkeler için bir dönüm noktası olmuştur. ABD bu olaydan sonra Afganistan ve
Ortadoğu’ya askeri faaliyetlerde bulunmuştur. Bir bakımdan yayılmacı politikalarına da bahane
arayışını bu eylem sonrasında karşılamıştır. ABD sadece bu saldırılar ile yetinmeyerek “terörist”
olarak tanımladığı her türlü örgüt ve kurumu destekleyenleri de yaptırımlar ile tehdit ederek
teröristlerle aynı kefeye koymuştur (Townshend, 2002). Sovyetlere karşı olan direnişin ardından
örgütün amacı değişime uğramıştır. Bu değişimle beraber Amerika’yı da kendilerine düşman
bellediler. Ülke içerisindeki politik ve teritoryal bağımsızlığı kazanmak adına yeni bir savaşa
giriştiler. Örgüt, 2011 yılında Usame b. Laden’in öldürülmesinden sonra savaş sırasında varlığını
yeteri kadar hissettiremeyerek hakimiyet savaşını Taliban’a devretti (Congressional Research Services,
2022).

22
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

4.3.2. Taliban
İdeal İslam toplumunu yaratmak amacıyla savaş sonrası Pakistan’dan dönen mülteci
gruplar tarafından 1994 yılında oluşturulmuştur, sonrasında Afganlar da örgüte yoğun ilgi
göstermiştir. İlk yıllarında örgüt, Sovyetler Birliği’ne karşı ABD tarafından desteklenmiş ve CIA
eliyle askeri ekipman sağlamış olmasının yanı sıra askeri eğitim de vermiştir. 11 Eylül sonrası
ABD’nin müdahaleleriyle örgüt zayıflasa da günümüze yaklaştığımızda örgütün güçlenerek
faaliyetlerini sürdürdüğünü görmekteyiz (Pulat, 2019). Savaşın başından günümüze kadar düzensiz
yer şekilleri ve sert iklim koşulları, bölgedeki ikmal olanaklarını daralttığı gibi sürdürülebilir bir
savaşı da olanaksız kılıyordu. Uzun yıllar sonrasında savaş, Amerika’nın ordusunu bölgeden
çekmesi ile sonuçlandı.
İktidarı ele alan Taliban, mutlak gücü elde edip ülkede geniş çaplı “reform” çalışmaları
yaptı. Bunların başında kadın hakları yok sayıldı. Eğitimden ve bireysel yaşamdan dışlandılar. Öyle
ki belli bir mesafeden sonra yanlarında erkek akrabaları ya da eşleri olmadan dolaşamayacak hale
getirildiler. Kadınların burka giymesi zorunlu hale getirildi, giymeyen kadınlara şiddet uygulamak
yasallaştı. “İslami” bir hayat sürmeleri gerektiği kanısı ile evlere kapatılıp iş hayatından mahrum
bırakıldılar. Ülke genelinde müzik yasaklandı, devlet memurlarının sakal ve bıyık uzatması zorunlu
kılındı, TV şovları, filmler ve basına kısıtlamalar getirildi, kolluk güçlerine keyfi arama ve
baskınlar yapma yetkileri verildi (Goldbaum & Zucchino, 2022). Bu re-reformlar, Emanullah Han
ve sonrasında yapılmak istenen tüm reformlara karşı, aşırı İslamcı dünya görüşünün ülkede hâkim
kılınması ile ülkenin dünya ile olan bağını kesti.

4.4. Türkiye'de Terör


4.4.1. PKK (Partiya Karkerén Kurdistané-Kürdistan İşçi Partisi)
PKK, 1978 yılında düzenlenen gizli bir toplantı sonucu kurulmuştur. Kuruluş ideolojisi
Marxist-Leninizm’dir. Kuruluş amacı “Kürdistan” bölgesi olarak tanımladıkları Türkiye’nin
Güneydoğusunu, Kuzey Irak ve Suriye’yi ve İran’ı kapsayan sınırlarda bağımsız bir devlet kurmak,
kendi deyimleri ile bu bölge(leri-yi) özgürleştirmektir. Genel olarak kullandıkları stratejiler her
türlü eylemi taşır. Bunların en önemlileri bombalı saldırılar ve gerilla savaşıdır. Örgüt özellikle
bölge halkına karşı sahte bir milliyetçilik sergileyerek onların ezilmiş taraf olduklarını söyleyerek
taraflarına çekmeye çalışır (DNI, 2022; Coşar, 2019).
Örgüt 1978’de kurulmasına rağmen ilk eylemini 1979 Temmuz’unda Milletvekili Celal
Bucak’a suikast girişiminde bulunarak gerçekleştirdi. Örgüt’ün hedefleri yalnız bununla da sınırlı
değildi. Aşırı milliyetçi (Kürtçüler dahil) gruplar ve dernekler, kolluk kuvvetleri, Aşiretler,
Doğu’daki önemli kişiler vb. her türlü kurum, kişi ve gruplar hedef halindeydi. Özellikle Örgüt
kırsal kesim eylemlerinde aşiretleri birbirine kırdırarak peşinde oldukları kişi ve grupları
etkisizleştiriyordu. Bu provakatif eylemlerden sonra bölgeye girip “sizi koruyacağız” bahanesi ile

23
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

bölgede kontrolü ele alıyorlardı. Şehirlerde ise eylemler daha kurumsaldı. Özellikle sendika ve
dernekler gibi yapılar hedef alınıyordu. İşletmelerde ise işletme sahibini tehdit edip zorla işçi
maaşlarını yükselttiriyor ve işçilere “maaşlarınızı biz yükselttik” diyerek onları saflarına
çekiyorlardı. Bu dahice taktik henüz 1. Yüzyılda Sicarii’ler tarafından da borç depoları yakılarak
yapılıyordu. Bu bakımdan işçi örgütleme konusunda PKK aynı ilkel taktiği izleyerek güçlenme
yoluna gitmişti. Bu güçlenme sonrası Öcalan’ın da Yurt dışına gitmesi ile Örgüt tanınırlığını
arttırdı. Özellikle 1980’de yapılan askeri darbedeki sıkı yönetim hükümeti kurmasından sonra terör
örgütü ülke içinden faaliyet yürütmekte zorlandığından dünyanın dört bir yanına dağılma kararı
aldılar. Aynı zamanda darbe sonrası cezaevleri de sıkı bir politika izledi ve işkence skandalları
yayıldı. Örgüt bunu da kendi lehine çevirdi ve cezaevi şartlarını bir propaganda malzemesi haline
getirdi. Bunun Örgüt için artısı ise meşruiyet kazanmada da uluslararası bir başarı sağlaması oldu.
Örgüt üyelerinin birçoğu bu tanınırlık sayesinde Filistin Kurtuluş Örgütü ve ASALA kamplarında
eğitim alma olanağı elde etti. Örgüt, üyelerine verdiği eğitimlerde ağırlıklı olarak karakol baskınları
ve düzensiz harp taktiklerini öğretiyordu. Bunun sonucunda birçok karakol baskınları (Buna karşı
Türkiye’nin biricik önlemi kontrgerilla örgütü olan Jitem idi.) ile karşı karşıya kalındı. Bunun yanı
sıra konvoylara düzenlenen ani saldırılar ve RPG (Rocket-propelled grenade) atışları ile bölgedeki
“sadık” köylere saldırı düzenleyerek ve de bölgede ikamet eden politikacılara saldırarak terör
eylemlerini destekliyorlardı. Bu süreçte Sadece 1978-2002 yılları arasında 35.000 kişi otobüslere,
köylere, karakollara, kurumlara ve meydanlara yapılan saldırılarda hayatını kaybetti. (CIA, 1985;
CIA, 1986; Coşar, 2019; Mango, 2005; Ersever, 1993).
PKK, 1999’da Öcalan’ın yakalanması sonrasında otorite olarak zayıflamıştır lakin buna
rağmen eylemlerine devam etmişlerdir. Bu eylemler özellikle 2017’de başlayan ve 2019 yılında
tam anlamı ile etkisi gösteren operasyonlar sonrası Kuzey Irak ve Suriye’ye çekilmek zorunda
kalmıştır ve yurt içi terör tehlikeleri TSK operasyonları ile hafifletilmiştir (Crisis, 2023). Buna
karşın Irak ve Suriye’de ortaya çıkan otorite boşluğu da terör örgütünün o bölgelere kaymasına
olanak sağlamıştır. Bu eylemlerden kayda değer olanları şunlardır:

• 25 Haziran 2006: Manavgat’ta Turistlerin bulunduğu bir siteye bomba döşendi ve patlama
sonucunda 4 kişi hayatını kaybederken 28 kişi yaralandı.

• 14 Temmuz 2011: Diyarbakır, Silvan’da TSK ile girilen çatışmalarda 13 TSK mensubu
hayatını kaybederken 7 Örgüt üyesi öldürüldü.

• 13 Mart 2016: Ankara, Güvenpark’ta yapılan saldırıda PKK, patlayıcı yüklü bir araç ile
otobüs durağına saldırı düzenledi ve 37 kişi hayatını kaybetti ve 125 kişi yaralandı.

• 10 Aralık 2016: İstanbul, Beşiktaş’ta bomba yüklü araç ve intihar bombası saldırısı sonucu
Vodafone Park stadının hemen dışında 44 kişi hayatını kaybetti ve 155 kişi yaralandı (DNI,
2022).

• 2015-2023 (Eylül) arasında düzenlenen saldırılarda ise toplam 614 sivil, 1443 güvenlik
gücü mensubu, 226 tanımlanamayan kişi hayatını kaybetti ve 4502 Örgüt üyesi etkisiz hale

24
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

getirildi (Crisis, 2023).

5. BİR BEŞERİ AFET OLARAK TERÖRÜN TOPLUMA VE YAPIYA ETKİLERİ


Nihayetinde terör, cinayet ve şiddet suçlarının en üst seviyesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Şiddet ve suç olaylarına göz gezdirdiğimiz vakit o anlık bölgedeki otorite eksikliğini açıkça
görebiliyoruz. Toplumların ihtiyaç duyduğu düzenin bir terör eylemi sonrası tahrip edilmesi
sonrası kendini çokça hissettiren bu eksiklik sonuç olarak yapının kuvvetini arttırmasına yol
açabilir. Örneğin; Endevr’ın yayınlamış olduğu belgeselde (2023) halkın teröre tepkisi ve terörden
çektikleri açıkça görülmektedir. Belgeselin 56. dakikasında muhabir ve askerin diyalogunda,
Muhabirin “Iraklılar ne zaman güvensiz hissetmeye başladı?” sorusunu asker “Saddam Hüseyin’in
düştüğü günden bu yana güvende hissetmedik.” diyerek yanıtlıyor. Burada açıkça toplumdaki bu
dengesizlik halinin yarattığı otorite ve düzen arzusunu görebiliyoruz. Bunun yanı sıra tüm bu
olayların, devletin istikrarını korumadaki gücünü arttırdığı da söylenebilir. Belgeselde görüldüğü
üzere bu terör durumu otoritenin yeniden inşasını ve kolluk kuvvetlerinin yetkilerini arttırmasını
da beraberinde getiriyor. Örneğin; Amerikan ordusunun Irak işgalinde bu kadar büyük savaş
suçlarını işleyip, sonrasında eve döndüklerinde hiçbir hesap sorulmadan hayatlarına devam
etmeleri bunun en açık göstergesidir. Tehlike kendi meşruiyetini yaratmada birçok etkenin çok
üstündedir. Bugün ülkelerin yasalarında meşru müdafaa gibi ceza indirimlerinin olmasının sebebi
de bundan ileri gelmektedir.
Foucault, suça olan eğilimin (yapı için) faydalı olması konusunda yaptığı tespitinde polisin
ve genel olarak kolluk güçlerinin varlığını ve meşruiyetini yalnız suça eğilim olgusuna
dayandırıyor. En başında insanın denetimini zorunlu kılan şey ve aynı zamanda polislere denetim
yetkisini veren şey bu suçların işlenme riskidir. Bu suç (ya da terör) olgusunun iktidara-yapıya
bahşetmiş olduğu otorite, devamlılığını ve meşruiyetini bu riskten alır (Foucault, 2015, s. 31).
Türkiye’de PKK vakası bunun en açık örneğidir. Bugün Türkiye’de polis ve askere karşı
yadsınamaz bir sevgi vardır. Halk tüm bu dış tehdit ve risklerin farkında olarak onlara saygı duyup
meşruiyetlerini tanırlar. Buna karşın terör ve diğer şiddet suçlarının yaygın olmadığı Norveç, İsveç
gibi ülkelerde polis ve ordu bizde olduğu kadar yüceltilmez.
Teröre maruz kalan halk için ise her şey “yapı” için gelişenler kadar olumlu olmamaktadır.
Halk bu durumda zorla yerinden edilir. Zorla yerinden edilen halk yeni gidecekleri yerde hayata
yeniden başlamak zorunda kalır ve gittikleri yerde konut ve istihdam krizi ile karşı karşıya kalırlar.
Bu, arz-talep ekonomisinde kira fiyatlarının artışına, işsizliğe ve enflasyon artışına da neden olur.
Bu ekonomik sorunların birleşimi toplumu rekabet haline sokarak toplumsal bağları da sekteye
uğratır. Göç etmek zorunda kalan topluluk hayatını idame ettirmek için ucuz işgücü rolünü almak
zorunda kalabilir ve niteliksiz işlerde çalıştırılmak sureti ile işgücü piyasasının işçilerin aleyhine
işlemesine neden olabilmektedir. Türkiye örneği açısından Suriye ve Afganistan göçü bunu
doğrular niteliktedir. Bunun dışında göç sonrası bölgede ayrımcılığa maruz kalma, sosyal hayata
uyum sağlayamama gibi durumlar da sıklıkla görülmektedir (Şanlıöz, 2016).

25
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

Zorla göçün dışında bölgede kalmak zorunda kalan halk ise terör yönetimine ayak
uydurmak zorundadır. Bölge halkı yönetimin ideolojisine aidiyet hissediyor ise bu halk için büyük
bir soruna yol açmaz. Buna karşın zıttı durumlar ise sosyal travmalarla dolu bir hayattan başka bir
şey sunmaz. The Wall Street Journal’ın Raqqa’da Yaşam belgeselinde (2014) IŞİD yönetiminin
bölge halkına neler yaşattığını gözler önüne koydu. Sokak sokak gezen ve her adımınızı takip eden
militanlar bölge halkına yapıp yapmayacağı her şeyi dikte ediyor, yediklerine içtiklerine karışıyor
sokakta alkollü içecekleri ve sigaraları ateşe veriyorlar. Vitrinlerden kadın iç çamaşırlarını -haram
olduğu gerekçesi ile- kaldırıyorlar, Pazarlarda cuma günü namaz saatinde satışı durdurup herkesi
zorla camilere yolluyorlar. Görüntülerde ve anlatımda görüldüğü üzere bölge halkı tümü ile kontrol
altına alınmış ve kurallara uymayan kişiler halkın gözü önünde, sokaklarda infaz ediliyor. İnfazlar
o kadar sık yaşanıyor ki, halk görüntülerde sanki çok normal bir olay yaşanıyormuşçasına sadece
görüntü kaydına alıp, infaz sonlandığında işlerine geri dönüyorlar. Bu getirileriyle terör; iktisadi,
sosyal ve politik alanda türlü olağan dışı durumlar yaratarak toplumları patolojik evrelere
sürüklüyorlar. Toplum içinde suçun normalleşmesine, şiddetin gündelikleşmesine yol açan terörün
toplum içinde duyarsızlaşmaya da yol açabilmektedir.
İki yönlü mukayese edildiğinde yani terör bölgeden göç etmek zorunda kalanlar ve bölgede
yaşamak zorunda kalanlar arasında ayrıldığında toplumsal olarak birbirinden farklı durumlar
ortaya çıkarmaktadır. Fakat yalnız teröre maruz kalan grupların psikolojisi ise aşağı yukarı aynıdır.
Huzursuzluk konusunda birisi yerinden edilmiştir ve yeni sosyal yapıya alışırken kültür şoklarına
maruz kalmaktadır. Diğeri ise bölgedeki yeni hakimiyete alışmakta zorlanmaktadır. İktisadi olarak
birisi göç ettiği bölgenin iş kültürüne, işgücü piyasasına uyum sağlamaya çalışmakta zorlanırken
diğeri ise yeni gelen terör yönetiminin oturmuş bir iktisadi program olmamasından ötürü yine
istihdam ve alım gücü sorunları ile karşılaşmaktadır.

Sonuç
Terör, bir amaca yönelik şiddet eyleminin organize edilmiş, planlı halidir. Terör yaygın
olarak örgütler aracılığı ile yapılsa dahi bireysel amaca hizmet eden eylem biçimleri de mevcuttur.
Terör metot olarak politik üstünlük kurma adına yapılan şiddet eylemlerinin bütününden
oluşmaktadır. Bunun için örgütler ya da bireyler çeşitli taktikler ile düşmanı yıldırmayı deneyebilir.
Terörün ortaya çıkışında birçok faktör rol alabilir ama başlıca faktörler baskıya, eşitsizliklere,
sömürüye, ekonomik krizlere ve düzensizliğe verilen tepkilerdir. Bu faktörler aynı zamanda diğer
terör türlerinin motivasyon kaynağı olma eğilimi de göstermektedir. IŞİD örneğinde görüleceği
üzere baskı ve yoksulluk IŞİD’in kısa sürede büyümesinde büyük bir kolaylık sağlamıştır.
Tarihsel ilerleyişinde terör ilk olarak Sicarii olarak adlandırılan reformist Yahudi grup
tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu grup ağırlıklı olarak suikast saldırıları ve önemli yapılara
yaptıkları saldırılar ile tanındılar ve halkın yoksul kesiminden militan grupları oluşturdular. Dini
terörün ilk örneğini oluşturdular. Sonrasında Haşhaşiler Ortadoğu’da çok farklı olmayan bir metot
ile yine suikast metotu ile düşmanlarını yıldırmaya çalıştılar. Sicariilerden farkları, İsmaili

26
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

mezhebinin tek bir şeyhe itaate bağlı olması ve mesajlarını yayma şekilleriydi. Modern anlamda
Terör 1789’da bir rejim şekli olarak adlandırılmıştır. Bu tarihte itibaren farklı coğrafyalar ve kültür
çevrelerinde terör örgütleri kuruldu ve kendilerine özgü yöntem ve fikirler ile yayılmayı
amaçladılar.
Modern terörün oluşumundan sonra Avrupa’da yapılan terör eylemleri ile Ortadoğu
bölgesindeki eylemler arasındaki bariz fark da kendini göstermeye başladı. Ortadoğu’da örgütler
doğrudan çatışmaya girme konusunda özellikle otoritenin eksikliğini avantajlarına kullanarak
Avrupa’daki terör örgütlerine nazaran çok daha rahat davranmaktadırlar. Buna nazaran Avrupa
örneğinde IRA örgütü bombalı saldırıları çok daha ağırlıklı şekilde önemli kişileri hedefleyerek
kullanmaktadırlar. Otorite ve asayişin sağlanma şeklinde coğrafya ve kültürün farkı da burada
ortaya çıkıyor. Gelişmiş ekonomiye sahip ülkeler, kolluk kuvvetlerini yetiştirme ve donatmada
daha büyük olanaklara sahip olduğundan otorite eksiğini engellemede zorluk çekmeyeceklerinden
iç teröre maruz kalma olasılıkları da düşmektedir. Buna karşın işgal, baskı, düzensizlik ve
ekonomik krizlerin hâkim olduğu bölgelerde terör kendini çabucak göstermektedir. Buna örnek
olarak Sovyet işgali sonrası El Kaide’nin oluşumu ve Hamas’ın oluşumu gösterilebilir.
Terör belli faktörlerden doğduğu gibi belli toplumsal durumları da beraberinde
getirmektedir. Terörün varlığı dış tehdit olarak yapının otorite meşruiyetini çok önemli bir paya
sahiptir çünkü suç olayları asayişin eylemlerindeki meşruiyeti tasdik etme niteliği taşır, güvenlik
kurumlarının varlığını nedensel bir mantığa oturtur. Bunun yanı sıra teröre maruz kalan halk zorla-
zorunlu göç eder ya da orada yaşamak zorunda kalır. Göç durumunda toplumda sosyal koşullara
uyum sağlamada zorluk çekme, ucuz iç gücü olma ya da iş bulamama ve evsiz kalma gibi risklerle
karşı karşıya kalır. Bölgede kalma durumunda ise terör yönetimine uyum sağlamada ortaya çıkan
zorluklar ve bu zorunluluğun getireceği travmalar o halk kitlesini suça sevk edebilir veya olaylara
karşı duyarsızlaştırabilir.
Bunun yanı sıra göç bölgesinde istihdam sıkıntıları doğabilir ve sonucunda iki yönlü bir
kargaşa ortaya çıkabilir. Günümüzde Suriye ve Afganistan’dan gelen göç dalgalarına verilen
tepkilerin sebebini çoğunlukla istihdam problemleri ve ucuz işçiliğe karşın iş piyasasının
zedelenmesi oluşturur.
Terör, başarı elde etmek adına tüm bu iç huzursuzlukları bir araç olarak kullanır ve terörü
önlemenin, yolunu kapamanın yolu da iç huzursuzluğu çözmekten geçer. Bu bakımdan terör,
başarısını; iç huzursuzluğu çözülemeyecek hale getirerek düşmanını yıldırmaya borçlu olacaktır.

Kaynakça
Ateş-Çiftçi, E. B. (2017). IŞİD: OLUŞUM, KURULUŞ VE DEVLETLEŞME SÜREÇLERİ. Lectio Socialis, 1
(1), 44-58. Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/lectio/issue/41445/500980

27
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

Blin, G. & Chailand A. (2007) The History of Terrorism From Antiquity to Al Qaeda. Çev. Edward Schneider,
Kathryn Pulver & Jesse Browner. London: Univercity Of California Press,

Boran, Y. (2006) Geçmişten Geleceğe Filistin Direniş Hareketi El-Fetih ve Hamas. İstanbul: Mephisto Kitabevi

CIA (1985): "The Kurdish Insurgency in Turkey"; CIA-RDP85T01058R000303280001-0

CIA (1986): "Terrorism Review"; CIA-RDP87T00685R000200400003-1

Coşar, G. (2019). PKK Terör Örgütü'nün kuruluşu, faaliyetleri ve Türkiye'nin mücadele politikaları (Master's
thesis, İstanbul Gelişim Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü).

Coogan, T. P. (2002) THE I.R.A. New York: Palgrave Macmillan Companies.

Dağdeviren, Z. (2021). "IŞİD'İN ORTAYA ÇIKMASINDA ETKİLİ OLAN KÜRESEL, YEREL


GELİŞMELER ve IŞİD'LE MÜCADELE STRATEJİSİ". Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,
31 (1), 301-316. DOI: 10.18069/firatsbed.833850

Davies, B. (2006) TERÖRİZM; Ortadoğu'da Şiddet Dünyada Terör. Çev. Pınar Bulut. İstanbul: Truva
Yayınları

DNES, A., & BROWNLOW, G. (2017). The formation of terrorist groups: An analysis of Irish republican
organizations. Journal of Institutional Economics, 13(3), 699-723. doi:10.1017/S1744137416000461

Durkheim, E. (2005). Dini Hayatın İlkel Biçimleri. Çev: Fuat Aydın. İstanbul: Ataç Yayınları.

Ersever, A. C. (1993) Kürtler, PKK ve Abdullah Öcalan (5. Basım) Ankara: Kiyap

Foucault, M. (2015). İktidarın Gözü (4. Baskı). Çev: Işık Ergüden. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Hart, P. (2003) The I.R.A at War 1916-1923. New York: Oxford Univercity Press.

Kongar, E. (2002) Küresel Terör ve Türkiye (5. Basım). İstanbul: Remzi Kitabevi.

Lewis, B. (1995) Orta çağ İslam Dünyasında Terörizm ve Siyaset. Çev. Doç. Dr. Ali Aktan. İstanbul: Sebil
Yayınevi.

Mango, A. (2005) Türkiye'nin Terörle Savaşı (2. Basım) Çev. Orhan Azizoğlu. İstanbul: Doğan Kitapçılık.

Miller, M. A. (2013) The Foundations Of Modern Terrorism; State, Society and The Dynamics Of Political
Violence. New York: Cambridge Univercity Press.

Nowicki, J. M. (2020). K-12 Education: Characteristics of School Shootings. Report to Congressional


Requesters. GAO-20-455. US Government Accountability Office.

Pulat, E. (2019). Soğuk savaş sonrası dönemde Orta Asya’da İslâm’ın siyasallaşması: Özbekistan örneği
(Doctoral dissertation, Bursa Uludag University (Turkey)).

Robespierre, M. (2016) Ayaklar Baş Olunca (2. Basım) Ankara: İlkeriş Yayınları.

ŞANLIÖZ, S. A. (2016). Dış Göç Olgusunun Düzensiz Göç Gerçeği: Karşılaşılan Etkilere
Ekonomik ve Sosyolojik Çözüm Önerileri. Sosyoekonomi, 24(30), 139-146.
https://doi.org/10.17233/se.2016.10.008
Şimşek, M. (2016). Terörizm: Kavramsal Bir Çalışma. Akademik Bakış Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler

28
Terörün Reperküsyonları ve Reperküsyon Olarak Terör

Dergisi, (54), 319-335.

Thomas, C., & Congressional Research Service. (2021). Al Qaeda: Background, Current Status, and US
Policy. IF11854. Congressional Research Service. https://fas.org/sgp/crs/terror/IF11854.pdf.

Townshend, C. (2002) Terrorism: A Very Short Introduction. New York: Oxford Univercity Press.

Weber, M. (2022) Meslek Olarak Siyaset (3. Baskı). Çev. Levent Özşar. Bursa: Biblos Kitabevi.

Dijital Kaynaklar
Anadolu Ajansı (AA) (2023). Gazze'de bir ayda öldürülenlerin sayısı Rusya-Ukrayna Savaşı'nın 20 ayını aştı
(aa.com.tr)

DNI (2022) PKK


(https://www.dni.gov/nctc/ftos/pkk_fto.html#:~:text=The%20group%20aims%20to%20gain,confedera
tion%20of%20semiautonomous%20Kurdish%20regions)

Endevr (2023) Inside the War on ISIS: Tales from the Frontline. (www.youtube.com/watch?v=tBVoG2EmDtI)

Goldbaum, C. & Zucchino, D. (2022) “Taliban Rewind the Clock: ‘A Woman Is a Helpless and Powerless
Creature”. New York Times. (https://www.nytimes.com/2022/08/12/world/asia/afghanistan-
taliban.html)

International Crisis Organization (2023). (Grafik ve Haritalarla Türkiye'deki PKK Çatışması | Crisis Group)

Reuters (2023). What is the humanitarian situation in besieged Gaza? | Reuters

The Wall Street Journal (2014). Life İnside the ISIS Home Base of Raqqa, Syria. (Life Inside the ISIS Home
Base of Raqqa, Syria- YouTube)

Toppo, G. (2009) “10 years later, the real story behind the columbine”. USA TODAY.
(https://web.archive.org/web/20120930082112/https://usatoday30.usatoday.com/news/nation/2009-04-
13-columbine-myths_N.htm)

29

You might also like