You are on page 1of 185

i

T.C.
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI
İSLAM TARİHİ BİLİM DALI

KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN’IN HAYATINDAKİ ÜÇ


KADIN: HAFSA VALİDE SULTAN, HÜRREM SULTAN,
MİHRİMAH SULTAN

Hazırlayan
Dudu Şirin OLUK

Danışman
Prof. Dr. Şefaettin SEVERCAN

(Yüksek Lisans Tezi)

Haziran 2013
KAYSERİ
ii

T.C.
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI
İSLAM TARİHİ BİLİM DALI

KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN’IN HAYATINDAKİ ÜÇ


KADIN: HAFSA VALİDE SULTAN, HÜRREM SULTAN,
MİHRİMAH SULTAN
(Yüksek Lisans Tezi)

Hazırlayan
Dudu Şirin OLUK

Danışman
Prof. Dr. Şefaettin SEVERCAN

Haziran 2013
KAYSERİ
i

BİLİMSEL ETİĞE UYGUNLUK

Bu çalışmadaki tüm bilgilerin, akademik ve etik kurallara uygun bir şekilde elde
edildiğini beyan ederim. Aynı zamanda bu kural ve davranışların gerektirdiği gibi, bu
çalışmanın özünde olmayan tüm materyal ve sonuçları tam olarak aktardığımı ve
referans gösterdiğimi belirtirim.

Adı Soyadı:

İmza:
ii

YÖNERGEYE UYGUNLUK SAYFASI

Kanunî Sultan Süleyman’ın Hayatındaki Üç Kadın: Hafsa Valide Sultan, Hürrem


Sultan, Mihrimah Sultan adlı Yüksek Lisans tezi, Erciyes Üniversitesi Lisansüstü Tez
Önerisi ve Tez Yazma Yönergesi’ne uygun olarak hazırlanmıştır.

Tezi Hazırlayan Danışman

Dudu Şirin OLUK Prof. Dr. Şefaettin SEVERCAN

İslam Tarihi ve Sanatları ABD Başkanı

Prof. Dr. Sebahattin SAMUR


iv

ÖNSÖZ

İslam Tarihi, Hz. Âdem’den günümüze kadar geniş bir yelpazeyi içine alır. Bu
yelpazenin küçük bir bölümü gibi gözüken ancak bizi ilgilendirmesi açısından önemi
büyük olan Osmanlı Tarihi alanında tez hazırlamak, benim için ufkumu genişleten,
bakış açımı farklılaştıran ve bilmediğim pek çok şeyi öğreten bir çalışma olmuştur.

Hafsa Sultan’ın ismini Manisa’daki Mesir Macunu Şenliklerinden, Hürrem


Sultan’ın ismini pek de hoş olmayan şöhretinden, Mihrimah Sultan’ın ismini ise
yaptırdığı camilerden duymuş biri olarak başladığım araştırmamda onlar ve yaşadıkları
dönemle ilgili pek çok detaylı bilgiye ulaştım. Dönemin tarihçilerinden bu yana yazıla
gelmiş pek çok eser olduğu muhakkaktır. Tezimizde yepyeni bilgilere ulaşmış veya
bilinmedik şeyleri ortaya koymuş değiliz. Ancak konu başlığımız altında, var olan
bilgileri bir araya getirip onları belli bir düzen ve objektif bir bakış açısı içinde
aktarmaya çalıştık.

Tezimde çalıştığım hanım sultanların dışında onların çevrelerinde bulunan ve


yaşanan olaylara etkisi olan diğer kişilere de -Kanunî Sultan Süleyman, İbrahim Paşa,
Rüstem Paşa gibi- yer verdim. Olayların yaşandığı dönem hakkında da bilgiler sunmaya
çalıştım.

Osmanlı İmparatorluğunun ihtişamının zirvesinde olduğu bir dönemi ve bu


döneme, hatta daha sonrasına damgasını vuran, kişileri iki kapak arasında toplamak, çok
zor bir deneyimdi. Yazacak çok şey olması fakat pek çok eserde birbirine yakın konular
dışında fazla malumat bulunmaması, yazılacakların tasnifini güçleştirmiştir.

Planladığımdan uzun süren bir araştırma ve yazma dönemi geçirdiğim bu


tezimin, alanında faydalı bir çalışma olmasını dilerim. Tüm bu çalışmalarım sırasında
beni yönlendiren, bilgileriyle ve tecrübeleriyle destek veren, kıymetleri zamanını
araştırmamı okumak ve değerlendirmek için sarf eden sayın hocam Prof. Dr. Şefaettin
Severcan Beyefendi’ye teşekkürlerimi sunarım.

Ayrıca tezimi bitiremeyeceğimi düşündüğüm anlarda manevi destekleriyle bana


güç veren, başta annem ve babam olmak üzere sevgili eşime ve kızlarıma teşekkür
ederim.

Dudu Şirin OLUK


v

KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN’IN HAYATINDAKİ ÜÇ KADIN: HAFSA


VALİDE SULTAN, HÜRREM SULTAN, MİHRİMAH SULTAN

Dudu Şirin OLUK

Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü

İslam Tarihi Bilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi, Haziran 2013

Danışman: Prof. Dr. Şefaettin SEVERCAN

ÖZET

Kanunî Sultan Süleyman’ın 46 yıl süren saltanatı, Osmanlı İmparatorluğu’nun


en parlak, en güçlü ve en fazla belgelendirilmiş dönemini teşkil etmektedir.

Muhteşem Süleyman’ın hayatında önemli yeri olan Hanım Sultanları, tarihin


verileri ışığında tanımaya çalıştığımız tezimizde, dönemin olaylarını ve Hanım
Sultanların bu olaylardaki yerini inceledik. Ayrıca bu olayların merkezinde yer alan ve
en yakın dairede bulunan diğer önemli kişilerle, dönemin yaşantısını da kısaca
tanıtmaya çalıştık. Sultanların evlenme biçimleri ve Harem hakkında kısa bilgiler
verdik.

Harem ve orada bulunan hanımların yaşantıları hakkında, milli ve dini


geleneklerden ötürü fazla bir bilgi bulunmamaktadır. Oryantalistlerin bu konuda
yazdıkları da genellikle art niyet, söylenti ve hayal gücünün ürünüdür. Bu sebeple
Hanım Sultanlarla ilgili malumatı, kendi vakfiyelerinden, Saray kayıtlarından ve
mektuplarından yola çıkarak ortaya koymaya çalıştık.

Tezimizi dört bölümde ele aldık. Birinci bölümde Osmanlı’da Harem Hayatını,
ikinci bölümde Kanunî Sultan Süleyman’ı, üçüncü bölümde Hafsa Valide, Hürrem ve
Mihrimah Hanım Sultanları, dördüncü bölümde ise bunların yazmış olduğu mektupları
inceledik.

Anahtar Sözcükler: Kanunî Sultan Süleyman, Hafsa Valide Sultan, Hürrem


Sultan, Mihrimah Sultan, Harem, Mektuplar
vi

THE THREE LADIES IN THE LIFE OF SULEIMAN THE MAGNIFICENT:


HAFSA VALIDE SULTAN, HURREM SULTAN, MIHRIMAH SULTAN

Dudu Şirin OLUK

Erciyes University, Instıtute of Social Sciences

History of Islam Science Branch

Master’s Thesis, June 2013

Advisor: Prof. Dr. Şefaettin SEVERCAN

ABSTRACT

Suleiman the Magnificent’s 46 years of reign had been the brightest, the most
powerful, the best certified and registrated period of the Ottoman Empire.

In this study we have tried to recognize the Lady Sultans in the light of historical
documents, we had a closer look to the events of the period and tried to undertstand the
roles of the Lady Sultans in this period. Also, we have tried to identfy the statesmen at
the center of these events and give some informations about them and the general life in
Ottaman Palace in this period. In this context, we have given some informations about
marrige forms of sultans and Harem life.

Unfourtunately, there is not much more imformation about Harem and the ladies
living there because of the national and religious traditions. What orientalists wrote
about Harem is generally based on prejudices, wantonness, rumors and figment of
imagination. Therefore, we have tried to gather as much information as possible about
Lady Sultans from their own statutes, the palace’s documents and their letters.

The thesis is divided into four parts. In the first part we shortly examined the life in
Ottoman Harem. In the second part we summarized as much as possible the life of
Suleiman the Magnificent and in the third part we gave some detailed information about
three lady sultans, Hafsa Valide Sultan, Hurrem Sultan and Mihrimah Sultan. The
fourth part is about the letters.

Key Words: Suleiman the Magnificent, Hafsa Valide Sultan, Hurrem Sultan,
Mihrimah Sultan, Harem, Letters
vii

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİĞE UYGUNLUK............................................................................... i


YÖNERGEYE UYGUNLUK SAYFASI.................................................................... ii
ONAY:........................................................................................................................iii
ÖNSÖZ....................................................................................................................... iv
ÖZET .......................................................................................................................... v
ABSTRACT ............................................................................................................... vi
İÇİNDEKİLER......................................................................................................... vii
KISALTMALAR ........................................................................................................ x
GİRİŞ .......................................................................................................................... 1

I. BÖLÜM
OSMANLI’DA SARAY VE KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN
1.1. Osmanlı İmparatorluğu’nda Padişahların Aile Yaşantıları: Harem.......................... 3
1.2. Osmanlı İmparatorluğu’nda Harem’in Tarihi Süreci............................................... 4
1.3. Osmanlı Padişahlarının Evlilikleri.......................................................................... 6
1.3.1. Fatih Devrine Kadar Osmanlı Padişahlarının Eşleri ve Evlenmeleri..................... 6
1.3.2. Fatih Sultan Mehmed Döneminden Sonra Padişahların Evlenmeleri.................... 8
1.4. Harem’de Yaşayanlar ve Görevliler ....................................................................... 9
1.4.1. Valide Sultanlık ................................................................................................ 11
1.4.2. Padişahların Eşleri, Kadın Efendiler .................................................................. 12
1.4.3. Hizmetkârlar, Cariyeler ..................................................................................... 12
1.4.4. Harem’in Diğer Sakinleri .................................................................................. 14
1.5.Topkapı Sarayı’ndaki Resmi Merasimler, Günlük Hayat ve Eğlenceler ................. 15
1.6. Kanunî Dönemindeki Şenlikler ............................................................................ 20
1.7. Topkapı Sarayı’nın Mimarisi................................................................................ 21

II. BÖLÜM
KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN
2.1. Kanunî Sultan Süleyman’ın Doğumu ve Çocukluk Yılları.................................... 24
2.2. Kanunî Sultan Süleyman’ın Fiziki Özellikleri ...................................................... 26
2.3. Kanunî Sultan Süleyman’ın Kişilik Özellikleri..................................................... 26
viii

2.4. Kanunî Sultan Süleyman’ın Şehzadeliği ve Tahta Geçmesi .................................. 30


2.5. Kanunî Sultan Süleyman’ın Tahta Çıkışı.............................................................. 31
2.6. Kanunî Sultan Süleyman’ın Ölümü ve Defni........................................................ 39

III. BÖLÜM
KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN’IN HAYATINDAKİ KADINLAR VE KANUNÎ
ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
3.1. ANNESİ: HAFSA VALİDE SULTAN ................................................................ 40
3.1. Hafsa Valide Sultan’ın Hayırseverliği .................................................................. 45
3.2. Hafsa Valide Sultan’ın, oğlu Sultan Süleyman Üzerindeki Etkileri....................... 46
3.2.1. Yetişme Dönemindeki Etkileri .......................................................................... 46
3.2.2. Padişahlığı Sırasındaki Etkileri.......................................................................... 47
3.2. EŞİ: HASEKİ HÜRREM SULTAN ..................................................................... 47
3.2.1. Hürrem Sultan’ın Hayrat ve Hasenatı ................................................................ 59
3.2.2. Hürrem Sultan’ın Kanunî’nin Aldığı Kararlara Etkileri ..................................... 61
3.2.2.1. Hürrem Sultan’ın, Kanunî Sultan Süleyman İle Nikâhlanması ........................ 62
3.2.2. Hürrem Sultan’ın İbrahim Paşa Olayındaki Etkisi ............................................. 64
3.2.2.1. İbrahim Paşa .................................................................................................. 64
3.2.2.2. İbrahim Paşa’nın Gözden Düşmesi ve İdamı .................................................. 73
3.2.3. Hürrem Sultan’ın Rüstem Paşa ile İlgili Konularda Kanunî’ye Etkileri.............. 75
3.2.3.1. Rüstem Paşa ................................................................................................... 75
3.2.3.2. Rüstem Paşa’nın Yükselişi ve Devlet Yönetimindeki Kararlarında Hürrem
Sultan’ın Etkileri......................................................................................................... 77
3.3.4. Şehzadeler Olayında Hürrem Sultan’ın Kanunî Üzerindeki Tesirleri ................. 82
3.3.4.1. Osmanlı İmparatorluğu’nda Veraset Sistemi................................................... 82
3.3.4.2. Taht Mücadelesinin Kanunî Dönemindeki Durumu ........................................ 86
3.3.4.2.1. Kanunî Sultan Süleyman’ın Çocukları ......................................................... 87
32.3.4.2.2. Şehzade Mehmed (1521-1543) .................................................................. 89
3.3.4.2.3. Şehzade Mustafa (1515-1553) ..................................................................... 90
3.3.4.2.3.1. Şehzade Mustafa’nın Annesi Mahidevran Kadın....................................... 91
3.3.4.2.3.2. Şehzade Mustafa’nın Çocukluğu ve Gençliği............................................ 92
3.3.4.2.3.3. Şehzade Mustafa’nın Katli........................................................................ 94
3.4.4.2.4. Şehzade Cihangir....................................................................................... 100
ix

3.4.4.2.5. Şehzade Bayezid ....................................................................................... 103


3.4.4.2.5.1. Şehzade Bayezid’in İran’a Kaçması ve Öldürülmesi............................... 110
3.4.4.2.6. Şehzade Selim ........................................................................................... 112
3.3. KIZI: MİHRİMAH SULTAN ............................................................................ 113
3. 3.1. Mihrimah Sultan’ın Bıraktığı Hayır Eserleri................................................... 118
3.3.2. Mihrimah Sultan’ın Kanunî Sultan Süleyman Dönemindeki Kararlara Etkileri 119

IV. BÖLÜM
ZAMANIN TANIKLARI MEKTUPLAR
4.1. Valide Hafsa Sultan’ın Mektupları ..................................................................... 121
4.2. Hürrem Sultan’ın Mektupları ............................................................................. 124
4.3. Mihrimah Sultan’ın Mektupları .......................................................................... 153
SONUÇ.................................................................................................................... 159
BİBLİYOGRAFYA ................................................................................................ 161
ÖZ GEÇMİŞ ........................................................................................................... 173
x

KISALTMALAR

Bkz. : Bakınız

c. : Cilt

Çev. : Çeviren

H. : Hicri

Haz. : Hazırlayan

İSAM : İslam Araştırmaları Merkezi

M. : Miladi

MEB : Milli Eğitim Bakanlığı

Nr. : Numara

s. : Sayfa

SBE : Sosyal Bilimler Enstitüsü

T.D.V.İ.A. : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

T.S.M.K. : Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi

TOEM : Tarihî Osmanî Encümeni Mecmuası

TTK : Türk Tarih Kurumu

t.y. : Yayın tarihi yok

Vr. : Varak

vd. : Ve devamı

Vsk. : Vesika

y.y. : Yayın yılı yok


1

GİRİŞ

Tez konusu olarak, Osmanlı’nın en zirvede olduğu dönem ve bu döneme ve de


tarihe damgasını vurmuş olan Kanunî Sultan Süleyman’ı incelemeye karar
verdiğimizde; onun hükümdarlık, komutanlık, kanun yapıcılık gibi yönlerini değil, evlat
olma, baba olma, eş olma ve eşlerinden etkilenme gibi özelliklerini ele almak istedik.
Konuyla ilgili yapılmış tezleri araştırdığımızda bu yönünü inceleyen bir çalışmaya
rastlayamadık.
Bir kişinin hayatını etkileyen insanlar, genellikle onun en yakın
çevresindekilerdir. Bir insan cihana hükmetse de, doğduğunda bebek olarak annesinin
kucağına verilir. Annesi onun hayatının şekillenmesinde önemli bir yere sahiptir. Eğitim
döneminde hocaları, lalaları, onu hükümdar olmaya hazırlar. Evlendikten sonra eşinin
ve çocuklarının etkisi devreye girer.
Tarihçilerimizin, Kanunî Sultan Süleyman’la ilgili kaleme aldıkları pek çok
eser vardır. Aslında neredeyse yazılmadık bir şey bırakılmamıştır. Araştırmamızda
yazılmayan tarihi gerçekleri bulmak gibi bir iddia içinde olmadık. Onun yerine, Yavuz
gibi bir babanın evladı olarak yetişmiş, Osmanlı’nın zirvesinde, yetmiş iki yıllık bir
hayat yaşamış, adını tarihe silinmeyecek şekilde kazımış bir sultanın, aile yaşantısından
bir kesiti ve bunun devlet yönetimine yansımasını ortaya koymaya çalıştık.
Tez çalışmamız için başvurduğumuzda, televizyonlarda vizyona giren bir dizi
vasıtasıyla, Kanunî Sultan Süleyman’ın özel hayatı ülke gündeminde değildi.
Tarihçilerin hatta sokaktaki vatandaşın hararetli tartışmalar yaptıkları, herkesin bu
konuda bir şeyler bildiğini iddia ettiği bir dönemde çalışma yapmak bizim için hem
avantaj hem de dezavantaj olmuştur. Avantaj olması, bu döneme ve hareme ait yazılmış
kitapların sayısının son zamanlarda hızla artmasındandır. Dezavantaj olması ise popüler
2

kültürün etkisi ile pek çok kişinin meraklı birer tarihçi olarak ortaya çıkması ve farklı
alanlarda ortaya çıkan eserlerin gerçeklerle ilgisinin bulunmamasındandır. 1
Kanunî; çok büyük bir padişah olması hasebiyle Batı âleminde Le Manifigue
(Muhteşem) ve Grand (Büyük) unvanıyla anılırken, Divan Edebiyatındaki mahlası ile
Muhibbî; on üç tane büyük gazâya fiilen iştirâk etmiş olmasından dolayı Gâzî ve diğer
Osmanlı Padişahlarına dendiği gibi bazen de Süleyman Şah diye anılmıştır.2 Onun hangi
özelliği ele alınırsa alınsın hakikaten büyüktür.
Annesi Hafsa Sultan, Kanunî’nin yetişmesinde ve Harem’in idarecisi olarak
sarayda, Hürrem Sultan çocuklarının annesi ve nikâhlı eşi olarak uzun yıllar yanında,
Mihrimah Sultan ise tek kız evladı ve gözbebeği olarak Sultan Süleyman’ın hayatında
önemli bir yer edinmiş, Kanunî’nin saygısını ve sevgisini kazanmış şahsiyetlerdir.
Çevresindeki bu hanım sultanların bazen kendi aralarındaki konularda bazen de
imparatorluğu ilgilendiren konularda etkilerinin bulunması sadece kendi başarıları
olarak algılanmamalıdır. Eğer Kanunî onlara böyle bir açık kapı bırakmasaydı,
isimlerini bile bilmediğimiz kadınlar olarak kalırlardı. Sultan Süleyman’ın onlara değer
vermesi sonucunda, fikirlerine başvurulmuş, istek ve arzuları yerine getirilmiştir.
Kanunî Sultan Süleyman’ın ömrünü ciltlerle eser yazılacak kadar dolu dolu
geçmiştir. Doğu’ya ve Batı’ya yaptığı seferler ve tahtta kaldığı kırk altı yıl göz önüne
alındığında hayatının tamamını burada zikretmemiz mümkün değildir. Biz Kanunî’nin
hayatından kısa kesitler aktararak onun eğitimi, şahsiyeti, yaşantısı ve eserleriyle ilgili
genel bir malumat vereceğiz. Tezimizin konusu gereği siyasi ve askeri tarihi değil
çevresindeki hanımların onun yetişmesinde ve devlet idaresinde üzerinde nasıl bir etki
bıraktığını ele alacağız. Bunu yaparken elbette tarihsel akış içinde ve gerektiğinde
olaylarla kişileri bir ölçüde ele alacağız.

1
Son zamanlarda yayınlanan Kanunî dönemi ile ilgili eserlere birkaç örnek verecek olursak: Ahmet
Akgündüz, Sarayda Harem, Hayat Yayınları, İstanbul 2011; Can Alpgüvenç, Hayırda Yarışan Hanım
Sultanlar, Kaynak Yayınları, İzmir 2010; Demet Altınyeleklioğlu, Moskof Cariye Hürrem ve Cariyenin
kızı Mihrimah, Alfa Yayınevi, İstanbul 2010; Erhan Afyoncu, Kanunî ve Pargalı İbrahim Paşa, Venedik
Elçilerinin Raporlarına Göre, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2012; Erhan Afyoncu, Kanunî ve Şehzade
Mustafa, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2012; Yavuz Bahadıroğlu, Kanunî Sultan Süleyman, Nesil
Yayınları, İstanbul 2011; Ali Kemal Meram, Padişah Anaları ve 600 Yıl Bizi Yöneten Devşirmeler, Güz
Yayınları, İstanbul 2011; Harold Lamb, Muhteşem Süleyman Kanunî, İlgi Yayınları, İstanbul 2010;
Nazım Tektaş, Pargalı İbrahim (Muhteşem Süleyman’ın Muhteşem Veziri), Çatı Yayınları, İstanbul
2011, Nazım Tektaş, Kanunî (Muhteşem Yüzyıl’ın Mimarı Sultan Süleyman), Çatı Yayınları, İstanbul
2011; Muammer Yılmaz, Kanunî’nin Gözyaşları, Selis Kitapları, İstanbul 2010.
2
Ahmet Akgündüz ve Said Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1999,
www.scribd.com/doc/16521236/Bilinmeyen-Osmanli, (08.06.2011), s.148.
3

I. BÖLÜM

OSMANLI’DA SARAY VE KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN

1. OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA SARAY

1.1. Osmanlı İmparatorluğu’nda Padişahların Aile Yaşantıları: Harem

Harem kelime olarak; Akkadca “örtmek, gizlemek, başkalarından esirgemek,


ayırmak, tecrit etmek” manalarındaki haramu(m) kelimesi, Arapça’da “haram olan,
korunan, gizli, kutsal, mukaddes ve muhterem olan şey veya yer” anlamına gelir. 3

Harem kavram anlamı olarak ise; ev, konak ve saraylarda genellikle iç


avluya bakacak şekilde planlanan, kadınların, yabancı erkeklerle karşılaşmadan günlük
hayatlarını sürdürdükleri bölümlere denir.4 Harem, İslamî yaşantı ve geleneklere göre
düzenlenmiş büyük ya da küçük hemen her evde kadınlara ait bölüm olarak yer alırdı.
Köy evlerinden saraylara kadar her yerde rastlanan bu bölümlerde, kadınların rahat
hareket etmeleri amaçlanmıştı.

Osmanlıların evlerinde haremlik ve selamlık adı verilen iki bölüm bulunur;


haremlik denen kısma yabancı erkekler giremezdi. Selamlık ise eve gelen erkek
misafirlere ayrılmış bölümdü. İster mütevazi bir evde olsun ister sultanın sarayında, özel
hayatın korunması bu kurumun asıl amacını oluşturur.5 Harem-i Hümâyun’un6 yapısı
da bir evin haremlik bölümü gibidir ancak daha büyük ve kapsamlıdır. Aslında sarayda
ve köşklerdeki harem, erkekler tarafından değil kadınlar tarafından yönetilen kendine
mahsus kuralları ve dünyası olan bir kurumdur. İçinde barındırdığı her bireyin görevinin

3
Şemseddin Sami, “Harem” maddesi, Kamus-ı Türkî, İkdam Matbaası, İstanbul 1318, s. 545; Mehmet
Kanar, “Harem” maddesi, Arapça Türkçe Sözlük, Say Yayınları, İstanbul 2009, s.741.
4
Deniz Esemenli, “Harem”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1997, c.16, s. 132.
5
Murat Kocaaslan, “Osmanlı Sarayı’nın Mahremi: Topkapı Sarayı Haremi’nin Sınır ve Yasakları”,
Hacettepe Üniversitesi, Sanat Tarihi Bölümü, Edebiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 2011, c. 28, sayı 2, s.
99.
6
Harem-i Hümâyun: Padişah sarayında kadınlar dairesi.( Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe
Ansiklopedik Sözlük, Aydın Kitabevi, Ankara 1999, s. 329)
4

belli olduğu, çalışanların statüsünün, yaşına, aldığı eğitime, kabiliyetine göre


belirlendiği bir hiyerarşi içerir.7

Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı veya Yıldız Sarayı denilince genel olarak
insanların aklına padişahların evi ve daha çok da eğlence mekânı gelmektedir. Lakin bu
binalar, imparatorluğun idare edildiği, sefer kararlarının alındığı, Divan toplantılarının
yapıldığı, elçilerin kabul edildiği ve daha pek çok işlevin yerine getirildiği çok amaçlı
devlet kurumlarıdır. Bugün Çankaya Köşkü denilince, sadece Cumhurbaşkanı’nın evi
aklımıza gelmez. Çünkü Çankaya Köşkü aynı zamanda devlet işlerinin yürütüldüğü bir
mekândır. İşte saraylar da böyledir. 8

Topkapı Sarayı da Osmanlı Sultanlarının ikametgâhı, devletin yönetim ve


eğitim merkezidir.9 Burası Divan-ı Hümayun’un10 toplanma yeri, devletin hazinesinin,
darphanesinin ve arşivlerinin bulunduğu yerdir. İmparatorluğun en yüksek öğrenim
kurumu olan Enderun da sarayda bulunurdu. Osmanlı İmparatorluğunun kalbi, beyni ve
her anlamdaki tek merkezi burasıydı.

1.2. Osmanlı İmparatorluğu’nda Harem’in Tarihi Süreci

Osmanlılar, Beylik Döneminden çıkıp devlet halini alınca ilk başkentleri Bursa
olmuştur. İlk Osmanlı sarayı Bursa’dadır. Sonrakilere göre oldukça mütevazıdır.
Başkentin Edirne’ye taşınması ile burada güzel ve büyük saraylar yapılmıştır.
İstanbul’un fethinden önce, Edirne’deki sarayın haremiyle ilgili elde fazla bilgi
bulunmadığı gibi fetihten hemen sonra bugünkü adıyla Beyazıt semtinde inşa edilen
Eski Saray’ın haremi hakkında da fazla bir şey bilinmemektedir.11

İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed, Bayezid’de bir saray


yaptırmış, sarayın inşası bitince, harem Edirne’den buraya taşınmıştır. 12 Daha sonra bu
saray beğenilmeyerek Yeni Saray inşa edilmiştir. 13 Bu muhteşem saray tarihe Topkapı

7
Kocaaslan, s. 99.
8
Ahmet Akgündüz ve Said Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1999, s.
319; Ahmet Akgündüz, Sarayda Harem, Hayat Yayınları, İstanbul 2011, s.105.
9
http://www.topkapisarayi.gov.tr (23.01.2012)
10
Divan-ı Hümayun: Önemli devlet işlerinin görüşüldüğü ve karara bağlandığı yüksek merci. Dîvân-ı
Hümâyûn, bugünkü Bakanlar Kuruluna benzetilebilir.
11
Esemenli, s. 135.
12
Akgündüz, Sarayda Harem, s. 107: (Bir adı Saray-ı Atik veya Saray-ı Atik-i Mâmure idi.)
13
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi II, s. 519 (Uzunçarşılı’nın dipnotu: Osmanlı vesikalarında ilk saraya,
Saray-ı Atik veya Eski Saray ve sonraki saraya da Saray-ı Cedid-î Âmire veya Yeni Saray denilirdi. Daha
5

Sarayı olarak geçmiştir.14 1460-1478 tarihleri arasında yaptırılmış olan ve zaman


içerisinde bazı ilavelerin yapıldığı Topkapı Sarayı’nda, Osmanlı Padişahları ve Saray
halkı XIX. yüzyılın ortalarına kadar ikamet etmiştir.15 Yapılan bütün saraylarda
hanımlara ait bölüm bulunmasına rağmen harem kelimesi, terim olarak genellikle
Topkapı Sarayı’ndaki hanımların kaldığı bölüm için kullanılır.

Önceleri padişahların aileleri, Eski Saray olarak bilinen Fatih’in yaptırdığı ilk
sarayda kalırken, Yeni Saray’da idari işler yürütülmekteydi. Ancak yaklaşık 1550’lerde
Eski Saray’da yangın çıkmasıyla harem Topkapı Sarayı’na taşındı. Hürrem Sultan’ın,
bu yangını fırsat bilerek, haremi Topkapı Sarayı’na taşımaya Kanunî’yi ikna ettiği
söylenir.

Harem’in tamamı ise Topkapı’ya 1585 yılında nakledildi. 16 Eski Saray ise
Harem’de yeni padişahın tahta çıkması gibi sebeplerle statüsünü kaybeden kadınlara
tahsis edildi. Haremle ilgili olarak elimizdeki kaynaklarda, padişahların Topkapı
Sarayı’ndan zaman zaman Eski Saray’a gidip buradaki harem mensuplarını ziyaret
ettikleri öğrenilmektedir. XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren saray haremiyle ilgili
bilgiler kısmen çoğalmakta ve bu dönemin kroniklerinde de saray hayatı hakkında bazı
ayrıntılara rastlanmaktadır.17

Kanunî Devrinde, Topkapı’ya taşınan Harem, Hanım Sultanlar için siyasi bir
genişlemeye dolayısıyla da zamanla “Kadınlar Saltanatına” giden yolun açılmasına
neden olmuştu.18 Özellikle Kanunî Sultan Süleyman’ın hasekisi Hürrem Sultan ve kızı
Mihrimah Sultan’la başlayan, Valide Nurbânû Sultan ve Valide Safiye Sultan’la devam

sonraları Yeni Saray’a Topkapı Sarayı denilmiştir.) İlber Ortaylı’nın Mekânlar ve Olaylarıyla Topkapı
Sarayı adlı eserinde de; “Yeni Saray’a Fatih’in verdiği isim Saray-ı Cedid’dir. Bunun dışında saray,
Saray-ı Âmire, Südd-i Saadet, Der-i Devlet gibi isimler de almıştır. Saraya Topkapı isminin verilmesi çok
sonra olmuştur.” şeklinde yazılıdır. (Daha ayrıntılı bilgi için bkz: İlber Ortaylı, Mekânlar ve Olaylarıyla
Topkapı Sarayı, Bank Asya Kültür Hizmetleri No:5, İstanbul 2007, s. 20)
14
Anthony Dolphin Alderson, Bütün Yönleriyle Osmanlı Hanedanı (Çev. Şefaettin Severcan), Özgün
adı: The Structure of Ottoman Dynasty, Yayına hazırlayan: Mustafa Armağan, Erkam Yayıncılık, s.131.
15
http://www.topkapisarayi.gov.tr (23.01.2012)
16
Akgündüz bu tarihle ilgili olarak Sarayda Harem adlı eserinde s. 108’de şöyle yazmaktadır: Bazı
tarihçiler tarafından 1541 yılı ve bazıları tarafından da 1550 yılı olarak ifade edilmiştir.
17
Esemenli, s. 135.
18
Alderson, s.131.
6

eden entrikalar ve bazı harem mensuplarının iktisadî ve içtimaî faaliyetleri bu kurumdan


sık sık bahsedilmesine yol açmıştır.19

Harem denilince uzun bir tarihi süreç akla gelmelidir, bu süreç içinde sürekli
bir değişim yaşanmıştır. Haremde yaşanan değişiklikler çok farklı açılardan ele
alınabilir. Bunların başında padişahların evlenmeleri ve aile yaşantıları gelir.

1.3. Osmanlı Padişahlarının Evlilikleri

Osmanlı Hanedanı’nda evlilik modeli de zaman içerisinde değişim


göstermiştir. Bu değişimi dört farklı dönemde, beş farklı evlilik çeşidi şeklinde
sınıflandırabiliriz. Bu dönemler “İlk Dönem” (1280-1451), “Geçiş Dönemi” (1451-
1520), “Orta Dönem” (1520-1870) ve “Son Dönem”dir (1870-1924). Evlilik şekilleri de
şunlardır: Birincisi; Hıristiyan veya Müslüman, fethedilen ülke halkının kadınlarıyla
yapılan evliliktir. İkincisi; ülkelerinde idareci olan Hıristiyan ailelerin kadınlarıyla
ittifakı güçlendirmek için yapılan evlilikler. Üçüncüsü; yine ittifakı güçlendirmek için
Müslüman idarecilerin kadınları veya erkekleriyle yapılan evlilikler. Dördüncüsü;
Osmanlı soyunun erkek ve kadınlarıyla olan evlilikler. Beşincisi; genellikle menşeleri
bilinmeyen ve çeşitli cariyelerle yapılan evliliklerdir.20

İstanbul’un fethedilip payitahtın buraya taşınmasıyla padişahların evlilikleri


büyük ölçüde değiştiği için bu bölüm iki başlık altında ele alınacaktır:

1.3.1. Fatih Devrine Kadar Osmanlı Padişahlarının Eşleri ve Evlenmeleri

Osmanlı Devleti’ni kuruluşundan Fatih dönemine kadar, bulundukları yerin


meşhur ailelerinin, Anadolu beylerinin, Bizans imparatorlarının, Sırp ve Bulgar
21
krallarının kızlarıyla nikâh akdi yaparak evlenmişlerdir; Orhan Gazi, I. Murad gibi.
Bu evlenmeler hissi olmanın yanında ağırlıklı olarak siyasi idi. Kurulduğu dönemde
siyasi ilişkilerde akrabalık yoluyla kuvvetlenmeye ve miras yoluyla toprak elde etmeye
ihtiyacı olan Osmanlılarda zaman içinde bu tür evlilikler ortadan kaybolmuştur.

Osman Gazi, Şeyh Edebalı’nın kızı Bâlâ Hatun ve Anadolu Selçuklu Veziri
Ömer Abdülaziz Bey’in kızı Mâl Hatun ile evlenmişti. Orhan Gazi, Yarhisar
19
Esemenli, s. 135.
20
Alderson, s.139-140.
21
Münir Atalar, “Osmanlı Padişahları”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c: 24 sayı: 1,
Ankara 1981, s. 430
7

Tekfuru’nun kızı Nilüfer Hatun, Bizans İmparatoru’nun kızı Asporça Hatun, Bizans
İmparatoru’nun kızı Theodora Hatun ile evlenmiştir. Yıldırım Bayezid Germiyanoğlu
Devlet Şah Hatun’la; Çelebi Mehmed, Dulkadiroğlu Mehmed Beyin kızı Emine
Hatun’la; Sultan II. Murad, Dulkadiroğlu Alime Hatun’la evlenmiştir.
İsfendiyaroğulları’ndan kız alarak Trabzon Rum İmparatorluğu ve Akkoyunlu Devleti
ile, Germiyanoğulları’ndan kız alarak Karaman Beyliği ile Osmanlı Devleti arasındaki
ilişkileri sağlamlaştırmışlardır. 22

Osmanlı padişahları, evlendikleri gayrimüslim kadınları Müslüman olmaları


için ve isimlerini değiştirmeleri için zorlamamışlardır. Bu hanımların büyük bir
çoğunluğu Müslüman olmuş pek çoğu da isimlerini değiştirmişlerdir. Orhan Bey’in
hanımı Theodora Hatun ve Asporça Hatun, I. Murad’ın hanımı Bulgaristan Kralı’nın
kızı Marya Thamara Hatun bunlara örnektir. Bunlar Müslüman olmuş ancak isimlerini
değiştirmemişlerdir. Sonraki dönemlerde cariyelerin yanında nikahlı eşleri olmuşsa da
23
bunların sayısı oldukça azdır. II. Bayezid’in eşi, Karamanoğlu Nasuh Bey’in kızı
Hüsnüşah Hatun; Kanunî’nin eşi Hürrem Sultan; Genç Osman’ın eşi, Şeyhülislam Esad
Efendi’nin kızı Âkile Hanım; I. İbrahim’in nikahlı eşi Hüma Şah Sultan (Telli Haseki);
Sultan Abdülmecid’in Mısırlı eşi Bezmiârâ Sultan.24

Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş dönemlerinde, padişahların kızlarına


Anadolu Selçukluları'nda olduğu gibi Hatun denilmekteydi. Osman Gazi’nin kızı Fatma
Hatun, I. Murad’ın kızı Nefise Hatun gibi. İsmi bilinmeyen bazı sultanlara da Devlet
Hatun gibi terimler kullanılmıştır. Fatih Sultan Mehmed döneminden sonra Sultan
ünvanı kullanılmaya başlanmıştır. Fatih’in kızı Gevher Sultan, Yavuz’un kızları Beyhan
Sultan, Hatice Sultan, Şah Sultan gibi.

İmparatorluğun kurulduğu ve yükseldiği dönemlerde padişah eşlerine, kızlarına


ve saraydaki cariyelere daha çok Arapça isimler verilirken zaman geçtikçe Farsça
isimler verildiği de görülmektedir. Şehzadelerde Sultan unvanı, ismin önüne geldiği
halde, kızlarda isimden sonra gelirdi. Sultan Mustafa ve Mihrimah Sultan gibi. Osmanlı

22
Akgündüz, Sarayda Harem, s.181.
23
Akgündüz, Sarayda Harem, s.182.
24
Akgündüz, Sarayda Harem, s.189, Atalar, s. 439, 442.
8

padişahlarının (Halife Abdülmecid II. de dahil) toplam olarak 265'i erkek, 245'i kız
olmak üzere 510 çocukları olmuştur.25

Osmanlılardaki beyliklerden evlenme adeti padişah kızları için de geçerliydi.


Padişahlar kızlarını genellikle Anadolu Beylerine, onların oğullarına veya kendi maiyeti
olan beylere verirlerdi. Nitekim I. Murad'ın kızı Melek Hatun, Karamanoğlu Alaaddin
Bey'le; Çelebi Mehmed'in kızı Selçuk Hatun, Candaroğlu Kasım Bey'le; Fatih'in kızı
Gevherhan Sultan, Akkoyunlu Uzun Hasan'ın oğlu Uğurlu Mehmed Bey'le; II.
Bayezid'in kızı Aynışah Sultan ise Uğurlu Mehmed'in oğlu Göde Ahmed Bey'le
evlenmişlerdir. Ancak Osmanlılar Anadolu birliğini temin edince, etrafta kızlarını
verecek hanedan kalmadığından, sultanları vezirler, kaptan paşalar ve büyük devlet
adamlarıyla evlendirmeye başladılar.

1.3.2. Fatih Sultan Mehmed Döneminden Sonra Padişahların Evlenmeleri

Fatih Sultan Mehmed Han’dan sonra Osmanlı İmparatorluğu büyümüş ve artık


beyliklerden ve çevresindeki krallıklardan kız alarak siyasi ilişkilerini sıcak tutmaya
ihtiyacı kalmamıştır. Ayrıca hanedan ailesi, bir aileden kız alarak ülkede yüksek bir
sınıfın oluşmasını, akrabalık yoluyla bir kısım insanların devlet işlerine karışmalarını
önlemek için küçük yaşta Saray’a gelmiş, Saray adabına uygun bir şekilde yetiştirilmiş,
ailesi ve ülkesiyle ilişkisi kalmamış cariyeleri tercih etmiştir.

Padişahlar isterlerse cariyelerine veya hür kadınlara nikâh kıymışlar; isterlerse


de cariyeleriyle evlilik hayatı yaşamışlardır. İslam dinine göre cariye, kadın köle
demektir ve sahibi olan erkek isterse aile hayatı yaşayabilir. 26 Ancak bu durumda olan
cariyeler haremdeki kadınların yüzde onuna ulaşmaz. Cariyelerin büyük bir kısmı
Saray’ın günlük işlerini yürütmekle görevli hizmetçiler konumundadır.

Padişahların sarayda bulunan cariyelerle evlenme düzeni, Fatih Sultan Mehmet


ile başlamış, hanedanın yıkılmasına kadar devam etmiştir. Padişahların, bu şekilde eş

25
Osmanlı Devletinde tahta geçen şehzadelerin anneleri ile ilgili Münir Atalar, Osmanlı Padişahları adlı
yazısında; “Osmanlı padişahlarının Osman Gazi'den Kanunî'ye dek hepsinin anneleri ve birinci kadın
efendileri Anadolu Türkmen kızları idi. Bunlar Hatun adı ile anılmışlardır. Anası ve babası Türk
olmayanları Kanunî'ye dek tahta çıkarmamışlardır. Bu göreneği Kanunî, Hürrem Sultan'ı sevmesi
yüzünden bozmuştur. Kanunî'den Ahmed I.'e dek padişah kadınları Hristiyan cariyelerinden idi. Bunlara
Sultan unvanı verildi. Ahmed I.'den sonra padişahlar Müslüman Gürcü kızları almağa başladılar.”
demektedir. Ancak Orhan Gazinin ve arkasından gelen diğer padişahları pek çoğunun eşlerini
Hıristiyanlardan seçtikleri bilinmektedir.(Atalar, s. 426)
26
Ahzab Suresi 50,52. ayet, Nisa Suresi 4. ayet, Mü’minun Suresi 6. ayet.
9

edinmelerinde şeriatın hükümlerine uyularak nikâh yapılmamıştı. Çünkü şeriat


hükümlerine göre, cariye savaş esiri olması dolayısıyla, padişahın malı idi.

Bu tarihten sonra padişahların evlenirken nikâh ve düğün yapmamaları


geleneği de kurulmuş oldu. Osmanlı İmparatorluğunun sonuna kadar bu geleneğe
uymayan birkaç padişah görülmüştür. Bunlardan biri de Kanunî Sultan Süleyman’dır.27
1520’den sonra sadece üç resmi nikâhlı evlilik yapılmıştır.28

1.4. Harem’de Yaşayanlar ve Görevliler

Harem hayatı, Osmanlı sarayında kuruluştan itibaren mevcut olmakla birlikte


teşkilatlandırılması Fatih Sultan Mehmed zamanında gerçekleşmiş ve bu teşkilat, devlet
yapısındaki genel eğilime uygun biçimde devşirme sistemiyle geliştirilmiştir. Burada en
alt kademe olan cariyelikten son mertebe olan ustalığa (hasekilik ve valide sultanlık
hariç) yükselme, birçok bakımdan Enderun teşkilatındaki terfi sistemine benzemektedir.
Enderun, padişah, saray ve devlet hizmetinde bulunacak erkeklerin, harem ise
kadınların yetiştirilmesi için bir eğitim kurumu idi. 29

Osmanlı Devletinde saray teşkilâtı üç kısımdan meydana gelmekteydi: Bîrûn


adı verilen dış kısım, Enderûn adı verilen iç kısım ve Harem-i Hümâyûn. Sarayın
oturum planı, merasimleri, mekânları bu teşkilat yapısına göre düzenlenmiştir. Topkapı
Sarayı; Bâb-ı Hümâyun, Bâbü’s-Selam ve Bâbü’s-Saade adlı üç ana kapı, dört avlu,
Harem, Hasbahçe (Gülhâne) ve bahçelerden oluşmaktadır.

Sarayın Birûn adı verilen kısmı, Bâbü’s-Saade denilen padişahın özel


ikametgâhının dışındaki teşkilâtıdır. Sarayın Birûn teşkilâtının işleri çeşitli olduğundan,
her birinin memurları da ayrı ayrı sınıflardandı. Burada görevli olan ilmiye sınıfı ile
Birûn Ağaları denen ağalar, Saray’ın Harem ve Enderûn kısmının haricindeki yerlerde
ve dairelerde bulunup, vazifelerini yaparlar ve akşamları evlerine giderlerdi. Birûn
teşkilâtına ait bütün tayinler Sadrazam tarafından yapılırdı.

Enderûn; sarayın yüksek dereceli devlet memuru yetiştiren bir mektep ve


terbiye yeridir. Küçük yaşta devşirme olarak alınan çocuklar, saraya alınmadan sivil

27
Uluçay, Harem II., s. 39-40.
28
Alderson, s.154; Akgündüz, Sarayda Harem, s.189: (Genç Osman, I. İbrahim, Sultan Abdülmecid).
29
Esemenli, s. 135.
10

Müslüman Türk ailelerin yanında büyük bir itina ile yetiştirilerek, terbiye edilirdi. Dini
bilgileri ve Türkçeyi öğrenirler daha sonra Saray’a alınırlar, burada da mükemmel bir
tahsil gördükten sonra, sıraları gelince liyakat ve kabiliyetlerine göre çeşitli devlet
hizmetlerine tayin edilirlerdi. Sarayda her koğuşun ve sınıfın fertlerinin kaydına
mahsus defterler olup, bunların saray terbiyesi üzere yetişmeleri için her koğuşta lala
tabir edilen hocalar vardı. Topkapı Sarayı, hem devletin en yüksek idare organı hem de
en iyi idarecilerini yetiştiren bir müessese idi.

Harem-i Hümâyûn; Padişahın annesinin, eşlerinin, çocuklarının, cariyelerin,


harem ağalarının ve muhasiplerinin ve daha pek çok hizmetlinin oturduğu yerdi.
Yerleşim olarak valide sultanın dairesi, şehzadeler mektebi, padişahın yatak odası,
cariyelerin yetiştiği dershaneler ayrıca mutfak, hamam gibi bölümleri vardı.

Kanunî Sultan Süleyman zamanında sarayın her türlü ihtişamı en üstün


seviyeye gelmişti. Bu devrede sarayın güvenliği ve Enderun denilen iç sarayın hizmeti
için bekçi, bostancı, baltacı, kapıcı, saray ağası, peyk, solak, mehter, seyis, şahinci,
çakırcı, tirendaz olarak Topkapı Sarayında her zaman birkaç bin kişi bulunurdu.
Teşrifata dâhil olmayan terziler, müneccimler, eczacılar, kâtipler, cüceler, dilsizler,
ulaklar, aşçılar, yamaklar ve saray erkânının şahıslarına mensup birçok uşaklar, ağalar,
köleler pek tabidir ki bu yekûna dâhil değildir. Bunların hepsi padişah mutfağından
çıkan tabla tabla nefis yemeklerden yer ve vazifelerini saati, dakikasında yerine
getirirlerdi. Sarayda nizamsız, teşrifatsız, geleneksiz hiçbir şey olmazdı. Kurulmuş
nizamın mükemmeliyeti sayesinde bazen o koca saray içinde bir tek nefes alan yokmuş
gibi hiçbir ses işitilmezdi. 30

Kanunî devrinde, Edirne sarayı teşkilat ve teşrifat itibariyle tamamıyla Topkapı


Sarayına benzetilmişti. Orada da harem dairesi, kapıcılar mahfeli, kilerciler,
hazinedarlar koğuşu, has oda, arz odası, alayköşkü v.s. vardı ve teşrifat kanunları burada
da tatbik ediliyordu.31

30
Ali Seydi Bey, Teşrifat ve Teşkilatımız, Baskıya hazırlayan: Niyazi Ahmet Banoğlu (Teşrifat ve
Teşkilat-ı Kadîmemiz), Kervan Kitapçılık, Tercüman 1001 Temel Eser:17, İstanbul, Tarihi yok, s 23.
31
Ali Seydi Bey, s 24.
11

Haremde, hanedan ailesinin yaşayışını düzenleyen çok muazzam bir teşrifat,


(protokol) vardı. Osmanlı İmparatorluğu’nda Saray yaşantısında, Harem’in en yüksek
makamı Valide Sultanlıktır. Daha sonra Kadınefendi veya Hasekiler gelirler.

1.4.1. Valide Sultanlık

Osmanlıcada Sedef-i Dürr-i Hilafet veya Mehd-i Ulya-yı Saltanat32 olarak da


kullanılan Valide Sultan terimi, Osmanlı padişahlarının saltanatları sırasında hayatta
olan annelerine verilen isimdir. Padişah tahta çıktığında annelerine bu unvanla birlikte
büyük bir siyasi güç ve yüksek miktarda gelir de tahsis edilirdi. Valide sultanlık, oğlu
hüküm sürdüğü müddetçe taşınabilen bir unvandır.33 Bazı padişahların anneleri onlar
tahta çıkmadan ölmüş ve kadınefendi olarak anılmış; ancak oğulları padişah olunca
sultan unvanı derhal kendilerine verilmiştir.34

Valide sultanlar sarayın harem bölümünün dairesinden sorumlu olur emrinde


pek çok görevliler bulunurdu. Haremin günlük işlerinin düzen içinde yürütülmesini
sağlarlardı. Siyasi işlerden ziyade hayır işleri ile uğraşırlardı. Kendilerine tahsis edilen
gelirin büyük bir kısmını cami, imaret, aşevi, hamam, hastane gibi eserlere
harcamışlardır.

Osmanlılar kuruluş dönemlerinde, Selçuklularda olduğu gibi padişah


kadınlarına ve kızlarına Hatun diyorlardı. Bu ifade XVI. yüzyıla dek kullanıldı, bundan
sonra daha çok Kadın ve Kadın Efendi terimleri kullanıldı. Osmanlı tarihinde Sultan adı
ile anılan ilk kadın Yavuz Sultan Selim’in eşi, Kanunî Sultan Süleyman’ın annesi Hafsa
Sultan'dır.

Bu tarihten sonra, padişah annelerine Valide Sultan denilmiştir. Topkapı


Sarayı’ndaki ilk Valide Sultan’ın da Hafsa Sultan olduğu bazı kaynaklarda yazmaktadır.
Müslüman memleketlerinde olduğu gibi Sultan’ın annesine, Mehd-i Ulyâ-yı Saltanat
tabiri de kullanılmış olup Valide Sultanlar da hükümdara “arslanım” diye hitap
etmişlerdir.35

32
Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilatı, T.T.K. Yayınları, Ankara 1998, s. 154.
33
Arzu Sezer, “Bezm-i Âlem Valide Sultan”, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih
Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir 2005, s.1.
34
Uluçay, Harem II, s.60.
35
Akgündüz, Sarayda Harem, s.178.
12

Valide Sultanlar, oğullarından büyük bir saygı ve hürmet görmüş, kendilerine


Harem’in en güzel daireleri tahsis edilmiş, ayrıca başmaklık adıyla haslar ve
darphaneden de maaş verilmiştir. Bir padişah vefat ettiği zaman eğer varsa annesi ve
zevceleri Topkapı Sarayından Eski Saray’a götürülür ve Eski Saray’da bulunan yeni
padişahın annesi muayyen bir merasimle ve alayla Topkapı Sarayı’na getirilirdi. Buna
Valide Alayı denirdi. 36

1.4.2. Padişahların Eşleri, Kadın Efendiler

Osmanlı Padişahlarının bazen nikâhla bazen de nikâh akdi yapmadan beraber


oldukları kadınlara Kadınefendi denirdi. Saraydaki cariyelerin içinden seçilen bu
hanımlar eğer çocuk doğururlarsa statüleri farklı olurdu. Doğurduğu çocuk erkek olursa
İmparatorluğa şehzade verdikleri için çoğu azad edilirdi. Nikâh ile evlenildiğinde İslam
fıkhı gereği dört eşten fazlası alınmazdı. Padişahın ilk kadınına Baş Kadın Efendi
denilirdi. Yeni bir Kadın Efendi alındığında ona bir oda tahsis edilir, yeni elbiseler
ısmarlanır, saray adetleri öğretilirdi. 37

1.4.3. Hizmetkârlar, Cariyeler

Harem denilince insanların en çok üzerinde konuştukları konu cariyeler


meselesidir. İslam Tarihinde cariye, kadın köle demektir. Genel olarak savaşlarda alınan
esirlerdir. Bunlar ya doğrudan savaş sırasında esir alınır veya padişaha hediye olarak
gönderilir ya da ihtiyaca göre satın alınırdı. 38 Cariyelerle ilgili bilgiler çoğunlukla kayıt
altına alınmıştır. Bunların büyük bir kısmı Topkapı Sarayı arşivinde bulunmaktadır.

Saraya alınan cariyeler İslam adabına uygun bir biçimde yetiştirilmiştir.


Kendilerine okuma yazma, dinî bilgiler öğretilmiş, yeteneklerine göre musiki, biçki
dikiş, nakış dersleri verilmiştir. Ayrıca sofra hizmetleri, görgü kuralları gibi konularda
da eğitilen cariyeler, acemilik denilen bu ilk dönemden sonra ilerleme gösterirlerse
kalfa, usta seviyesine kadar yükselirlerdi. Haremde yüzlerce cariye olmakla birlikte
bunların büyük bir kısmı hizmetçi statüsündeydi. Padişah cariyelerin içinden sadece
birkaç tanesiyle ilgilenir, diğerlerini bilmezdi.

36
Akgündüz, Sarayda Harem, s.178.
37
Akgündüz, Sarayda Harem, s.175-177.
38
Bir dönem ihtiyaç dolayısıyla İstanbul Gümrük Emini’ne cariye satın alması için yetki verilmiştir.
13

Topkapı Sarayı için; “Hanedan ailesi üyeleri için harem bir ikametgâhtı. Sultan
ailesinin hizmetkârları için ise bir eğitim kurumu idi.”39 diye tarif yapılabilir. Harem’e
alınan genç kızlar sadece padişaha uygun cariyeler sağlamak amacıyla değil, aynı
zamanda askerî ve idarî hiyerarşinin tepesine yakın erkekler için uygun eş sağlama
amacıyla eğitilmişlerdir. Nasıl ki Enderun, devlet işlerinde padişaha hizmet verecek
erkekleri yetiştiriyorsa; Harem de genç kızları devletin yüksek rütbeli görevlilerine eş
olacak bilgi, görgü ve terbiye ile yetiştirmiştir.40

Harem hususunda yapılan araştırmalar, Osmanlı uygulamasının, yukarıda da


belirtildiği gibi, genel olarak İslam hukukunun belirlediği sınırlar içinde cereyan ettiğini
göstermektedir. Nitekim haremde hizmetçi statüsünde bulunan cariyelerin, büyük
çoğunluğu teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Padişahın evlilik hayatı yaşadığı cariyelerle,
padişahın evlendiği hür hanımlar arasında herhangi bir hukuki fark bulunmadığı ortaya
çıkmıştır.

Harem’de de tüm kurumlarda olduğu gibi, cariyeler, kabiliyet ve zekâlarıyla


kendini gösterip yükselmek için çaba sarf etmiş, başarılı olanlar kalfalığa yükselmiş ve
valide sultan, kadınefendi veya ikballerin odasına gönderilmiştir. Saltanat değişikliğinde
ise kalfaların önde gelenleri Eski Saray’a gönderilmiş ve oradan evlendirilmişlerdir.

Padişah’ın odasına aldığı cariye artık gözde olarak bilinirdi. Uzun süre
gözdeliği devam ederse ikbal veya hasodalık rütbesine yükselir, eğer ikbal, sultana bir
erkek çocuk verirse Haseki Sultan, kız çocuk verirse Haseki Kadın diye anılırdı. En
kıdemli dört Haseki bir grup oluşturur, padişahın en büyük oğlunun annesi Baş Haseki
Sultan olur ve idareyi sağlardı. Bununla beraber Valide Sultan hepsinin üstünde bir
idareciliğe sahipti. 41 Sultanın ölümü ile haremin sosyal yapısı bozulurdu. Hala sağ ise,
Valide Sultan, Padişahın tüm Hasekileri ve evlenmemiş kızları Eski Saraya nakledilirdi.

Cariyeleri dört grupta toplamak mümkündür: Acemiler, Cariyeler, Kalfalar


(Şakirdler), Ustalar (Gedikli Cariyeler)42 Bunlar piramidal bir yapıda tanzim
edilmişti. En altta saraya yeni alınan acemiler bulunurdu. Elemelerden sonra sanatta ve

39
Leslie Pierce, Harem-i Hümayun, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1996, s. 16-17.
40
Pierce, s. 16-17.
41
Alderson, s.131-133.
42
Akgündüz, Sarayda Harem, s.162.
14

güzellikte en yetenekli olanlar gedikli sınıfına kadar yükselirdi. Cariyeler, en yüksek


mertebe olarak ustalığa da ulaşabilirdi. Ustalar haremdeki en yetkili görevlilerdi.

Padişahın hususi hizmetini gören, kendisinin seçtiği görevlilere Haz(i)nedar


denirdi. Sayıları zaman zaman değişiklik göstermiştir. Mesela: II. Abdülhamid’in 20
haznedarı varken Sultan Reşad’ın 17 haznedarı vardır. 43 Haznedarların başına
Haznedar Usta veya Baş Haznedar denmektedir. Hazinelerin anahtarları Haznedar
Usta’da bulunur, Sultanın yanına teklifsizce girebilir ve Sarayda yapılan törenlerde
önemli görevler üstlenirlerdi. Haznedar ustadan bazen valide sultan ve hasekiler bile
fikir alırlardı. 44

Sarayda Kethüdâ Kadın, Çeşniyâr Usta, Câmeyuş (çamaşırcı) Usta, İbriktâr


Usta, Kahveci Usta, Kilerci Usta, Kutucu Usta, Külhâncı Usta, Kâtibe Usta gibi birçok
görevli bulunmaktaydı.

Haremdeki kadın sayısı, diğer ülkelerden farklı sebeplerle hediye olarak


gönderilen veya savaş sırasında alınan esirler yüzünden artma eğilimine girmekteydi.
Alderson, burası kalabalık dönemlerinde iki binin üzerinde kadın sayısına ulaşmış
olmalıdır, diye yazar.45 Bu sayı çokluk ifade etmek için kullanılmış olabilir. Çünkü
Topkapı Sarayının fiziki yapısına bakıldığında bu rakamın abartılı olduğu
görülmektedir. İlk dönemlerde 50-60 kişi olan Haremdeki kadın sayısının III. Murad
döneminde 450’e yükseldiği ifadesi, sayı olarak daha makuldür.46

1.4.4. Harem’in Diğer Sakinleri

Harem’de bulunanları, hizmetliler ve Harem’in sakinleri olmak üzere iki


guruba ayırabiliriz. Görevlilerden en yetkilisi Harem Ağası’dır. Harem’deki hadım
ağaları arasında dereceler ve görevlendirmeler vardı. Bunların Kızlar Ağası, Valide
Ağası, Şehzadeler Ağası, Büyük Oda Ağası, Küçük Oda Ağası gibi isimleri vardı. En
önemli görevleri haremi korumak, haremdeki cariyelerin ve diğer görevlilerin terfileri
ve cezalandırılmaları ile ilgili konuları düzene koyup, padişahı bilgilendirmek,
evlenirken sultanlara vekillik yapmaktı. Saray’da ahlaka ve düzene o kadar önem

43
Akgündüz, Sarayda Harem, s.172.
44
Esemenli, s. 136.
45
Alderson, s.131-133
46
Akgündüz, Sarayda Harem, s.151.
15

verilirdi ki adaba aykırı giyinenleri uyarmak, kadınların kılık kıyafetlerine dikkat etmek,
çarşıya veya dışarı çıkacaklarsa kadınlara eşlik etmek ve saraya dışarıdan -aileler hariç-
işçi, satıcı vesairenin girmesine engel olmak gibi pek çok konuda vazifeli idiler.47
Harem’de çeşitli iş ve sorumlulukları yerine getiren daha yüzlerce görevli
bulunmaktaydı.

Harem’de ayrıca belli bir yaşına kadar şehzadeler, ak hadım ağaları, kara
hadım ağaları gibi çok az sayıda erkek bulunurdu. Padişahın kız evlatları, gelinleri gibi
aile fertleri de bulunmaktaydı.

Saray’ın önemli simalarından biri de Dâye Hatun’lardır. Sultan ve şehzadelere


süt verdikleri için, dâyeler el üstünde tutulurdu. Çocukları da sultanların ve şehzadelerin
sütkardeşleri sayılırdı. Dadı ve sütninelerden başka kimse yetiştirilen sultanı kucağına
alamaz ve sevemezdi. Sultanların eğitilmesinde ve büyütülmesinde büyük rolleri vardı.

Kanunî Sultan Süleyman dâyesine büyük saygı göstermiştir. Bu kadın da


hükümdarın kendisine temlik ettiği arazi ile İstanbul’da 1530 da Mahmud Paşa
yakınlarındaki Dâye Hatun Camiini yaptırmıştır.48

1.5.Topkapı Sarayı’ndaki Resmi Merasimler, Günlük Hayat ve Eğlenceler

Resmi törenler: Cülus merasimi, Cenaze merasimi, Kılıç Kuşanma merasimi,


Elçi kabulü, Sefere çıkış, Divanı hümayun toplantıları

Dini törenler: Bayram töreni, Surre-i Hümayun, Hırka-i Saadeti ziyaret,


Mevlid, Cuma namazı

Toplumsal törenler: Sünnet töreni (Sur-i Hümayun), Evlenme töreni, Doğum


törenleri, Bed’i Besmele49

Bu merasimlere birkaç örnek vererek konuya ışık tutacak olursak:

47
Esemenli, s.136; Uluçay, Harem II, s.120
48
Uluçay, Harem II, s.139.
49
Ayrıntılı bilgi için bkz: Ebru Baykal, “Osmanlılarda Törenler”, Trakya Üniversitesi SBE Tarih
Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Ekim 2008
16

Cülus Törenleri: Saray’daki en önemli merasim şüphesiz hükümdarın tahta


oturma töreni anlamına gelen cülus törenleridir. Osmanlı İmparatorluğu’nda bir
şehzadenin tahta oturması, onun meşruiyetinin delilidir.

Cülus töreninde, müstakbel padişah arz odasında veya Saray’ın üçüncü kapısı
olan Babü’s-Saade’nin önünde, kendine biat edilmesi için otururdu. Bu merasimde ileri
gelenlerin tamamı padişahın kaftanının eteğini öper ve sadakat yemini ederlerdi. 50 Bunu
takiben Divan resmi olarak toplanır, yeni atamalar ilan edilir ve bahşişler dağıtılırdı.
Aynı zamanda yeni padişahın ismini, unvanını ve tahta geçiş tarihini taşıyan yeni
paraların basımı için emirler verilirdi.

Beş ila on beş gün sonra padişah, Haliç’te bulunan Halîd bin Zeyd Ebu Eyyub
el-Ensari’nin türbesine gider, orada Avrupalıların taç giyme törenlerine tekabül eden
“Kılıç Kuşanma” merasimi yapılırdı. Padişah genellikle Eyüb İskelesine kayıkla gider
ve İstanbul caddelerinden atla dönerdi. 51

Doğum ve Düğün Şenlikleri: Osmanlı sarayındaki şenliklere doğum ve düğün


merasimleri en güzel örneklerdir.

Osmanlı hükümdarlarının birinin erkek veya kız evladı dünyaya


geldiğinde buna mahsus bazı adetler ve merasim yapılırdı. İlk olarak Kızlar
Ağasının oda Balası, doğumu Silahdar Ağaya bildirir ve o da müjdelik olarak
ona bir bohça içinde bazı eşya hediye ederdi. Silahdar Ağanın doğumu
resmen ilanı üzerine padişahın çocuğu erkekse her koğuşta beşer, kız ise üçer
kurban kesildiği gibi, yine çocuk erkek ise yedi gün beşer, kız ise de beş gün
üçer top atılır, doğum ertesi gün de padişahın yazısıyla resmen Bâb-ı Âlî’ye
bildirilirdi.52

Hazine kethüdası53 tarafından Darphane’de yaptırılan gümüş kabartmalı beşik


özel merasimle Harem’e gönderilir, beşiği yapanlara ve getirenlere çocuğun annesi
çeşitli bahşişler verirdi. Beşiğin Darphane’den çıkarılıp Harem dairesine gönderilmesine
kadar yapılan törenlere “Beşik Alayı” denilirdi. Bu alay için her tarafta şenlikler yapılır,

50
En azından III Ahmed ve III. Selim, haleflerine büyük bir nezaket göstermeyi kabul ettiler ve onlara
saygı gösteren ilk padişahlar olurlar. Mihrimah Sultan’da kardeşi II Selim’i dostça karşılayan ilk kişi
oldu.
51
Alderson, s.80.
52
Ali Seydi Bey, s. 39.
53
Hazine kethüdası; Osmanlı devletinde sarayın Enderun dairesindeki hazinede bulunan değerli eşyanın
korunması ve yönetimi ile görevli kimse.
17

çarşılara, sokaklara avizeler, kandiller asılır, yeniçeri ve saray ağaları koğuşlarında


çalgılar çalınır, hokkabazlar oynatılırdı. 54

Padişah kızları olan sultanlar dünyaya geldiklerinde, onlara saray mensuplarına


bağlanan para anlamına gelen tâyinat bağlanırdı. Evlendirildiklerinde ise kendilerine
gerekirse saray, konak veya köşk gibi bir yer tahsis edilirdi. Osmanlılarda XVI. yüzyılın
ortalarına kadar Hanım Sultanlar eşlerinin görevi İstanbul dışında ise, eşleriyle birlikte
giderlerdi. Bu adet muhtemelen Mihrimah Sultan’ın Rüstem Paşa ile olan evliliğiyle
ortadan kalkmıştır. 55

Padişahlar, kızlarına veya kardeşlerine, çiftlikler, mukataalar temlik eder;


sultanların rahat ve zengin yaşamalarını sağlarlardı. Bu sultanlar dul kaldığında ya da
eşleri uzak bir yere gönderildiğinde Saray’dan görevlendirilen kethüdalar onların
ihtiyaçlarını temin ederdi. Öldüklerinde malları hazineye devredilirdi. Eğer borçlu iseler
borçlarını da hazine öderdi. 56

Sarayda şehzadelerin sünnet düğünleri, sultanların evlendirilmeleri de büyük


şenliklerle kutlanırdı. 1529 senesinde Viyana’nın ilk kuşatılışının dönüşünde Kanunî
evlatları, Şehzade Mustafa, Mehmed ve Selim’in sünnet düğünlerini yaptırmıştı.
Dönemin şanına layık bir şekilde yapılmış, halk bütün eğlencelere katılmış, askerler ve
halk bahşiş almışlardı. Kanunî, düğünün ihtişamı ve debdebesinden gururlanarak
Damad Sadrazam İbrahim Paşa’ya: “Senin düğünün mü parlak oldu, yoksa benimki
mi?” diye sormuştur.

Padişahın maksadı, 1529’da İbrahim Paşa’nın evlendiği Hatice Sultan


dolayısıyla yapılan evlenme düğünü ile bu sünnet düğünü arasındaki farkı anlamaktı.

İbrahim Paşa, kayınbiraderine pek zarif bir karşılıkta bulundu. “Elbette


kulunuzun düğünü parlak olmuştur. Çünkü o düğünde davetli olarak Sultan-ı Cihan ve
Halife-i Bûlent-âsitan teşrife rağbet buyurmuştu. Bu düğünde davetli olarak o
mertebede büyük bir zat göremiyorum.”57

54
Ali Seydi Bey, s. 40.
55
Uluçay, Harem II, s.114.
56
Uluçay, Harem II, s.115.
57
Ali Seydi Bey, s. 42-43.
18

Rüstem Paşa’nın Mihrimah Sultan’la, Sokullu Mehmed Paşa’nın İsmihan


Sultan’la yapılan evlenme düğünleri de ihtişamlıydı. Hele mihr-i muaccellerinin58
miktarı devlet erkânından sunulan hediyelerin kıymeti ve değeri akla hayret verecek
derecede idi. 59

Elçi Kabulü: Osmanlı İmparatorluğu’nda elçilerin saraya kabulü gösterişli


merasimlerle yapılırdı. Bu gösterişin başlıca sebepleri arasında; karşıdaki devlete güçlü,
dirayetli ve ihtişamlı gözükmek; bu sayede onları etkilemek, psikolojik baskı altına
almak sayılabilirdi. 60

Kanunî Sultan Süleyman’ın 46 yıllık saltanatı süresinde dünyanın her


tarafından çeşitli maksat ve görevlerle İstanbul’a birçok sefir geldiği halde pek azı
huzurda ayakta durma şerefine nail olabilmiş, diğerleri sadrazamlarla
görüşebilmişlerdir.61

Padişaha gelen elçilerin ve ona sığınanların kabulüyle ilgili bir örneğini Peçevi
Tarihi’nden nakledelim:

“Yıl 954 (1547-1548). Durağı yüce padişah hazretleri Edirne’de


kimi kez gezinti ve avlanma ile kimi kez de cennet benzeri sarayında âlemin
kutbu gibi oturmakla vakit geçirirken Şah Tahmasp’ın küçük kardeşi Elkas
Mirza memleketini bırakarak İstanbul’a geldi. Elkas Mirza Şirvan eyaleti
valisi idi. Fakat kimi davranışları sapkın şahın isteklerine aykırı düştüğünden,
üzerine asker göndermeye karar verdi. Elkas Mirza bunu duyduğu zaman
Şirvan valiliğini bırakıp, kendi kafasında olan birkaç kişi ile bir süre başıboş
dolaşıp ne yapacağını şaşırmış bir halde iken, kaderi onu Kıpçak çölleri
üzerinden Kırım’a attı ve buradan bir gemi ile Karadeniz Boğazına geldi.
Durumu öğrenen Padişah Hazretleri onun güzel bir saraya yerleştirilmesini,
yiyecek ve içeceğinde eksiklik gösterilmemesini ferman buyurdu. Kendileri
de devlet ve ikbal ile Edirne’den kalkıp başkentine doğru yola çıktı.

Padişah İstanbul’a girdiği sırada Elkas Mirza da gezintiye


götürülmüş bulunuyordu. Şehzade önünden her geçip giden özengi ağasını

58
Mihr-i Muaccel: İslam hukukuna göre erkeğin evlenirken, güvence olarak kadına ödediği altın, mal
veya para.
59
Ali Seydi Bey, s. 66.
60
Ömer Düzbakar, “XV-XVIII. Yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nde Elçilik Geleneği ve Elçi İaşelerinin
Karşılanmasında Bursa’nın Yeri”, Uludağ Üniversitesi Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı 2,
2009.
61
Ali Seydi Bey, s. 139.
19

söz gelişi arabacı ve topçu ağalarının, Osmanlı töreleri gereğince adamları ile
süsler içinde geçtiklerini gördükçe “Padişah bu mudur?” diye ayağa kalkıp
saygı ile selam verir olurdu. Daha sonra yeniçeri ağasını, ahırbeylerini ve
arkasından büyük vezirleri gördükçe dehşet ve hayreti büsbütün arttı. Hele
saadetli padişah hazretleri bütün görkemi ile geçerken aklı başından gitmiş
şaşkına dönmüştü.”62

Peçevi, Elkas Mirza Bey’in birkaç gün sonra padişahın huzuruna kabul
edildiğini, bu sırada -daha iyisinin düşünülemeyeceği- mükemmel bir ziyafet
hazırlandığını ve Mirza Bey’in Padişah’ın eteğini öperek şereflendiklerini yazmaktadır.
Padişahın ona zengin hediyeler verdiğini anlattıktan sonra şöyle devam etmektedir.

“Bundan sonra padişah yine şölenler düzenleyip konukları


ağırlamaları için vezir ve vekillerine emirler verdi. İlk önce Sadrazam
Rüstem Paşa’nın ikramları ve teşrifatı, anlatılmakla bitmez. Bu arada saadetli
padişahın eşi ve şehzadelerin annesi olan sultan tarafından gönderilen birçok
bez giysiler, sırmalı elbiseler, döşek ve yastıklar, kadınlara has sırma
işlemeleri ve sırma püsküllü yorgan ve çarşaf gibi eşyanın on bin altından
fazla değerde olduğunu rahmetli Ali Efendi güvenilir kaynaklara dayanarak
tarihinde yazmıştır.”63

Burada yazılanlar da gösteriyor ki Osmanlı, dış ülkelere karşı ihtişamını en üst


düzeyde göstermiş; elçi ve misafirlerine karşısındaki gücün ne kadar büyük olduğu her
fırsatta vurgulamıştır. Hürrem Sultan’ın devlet işlerine olan yakın ilgisi de burada tespit
edilmesi gereken bir diğer konu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ayrıca Saray’da, doğum, nişan, düğün, cülus töreni gibi merasimlerin dışında
Cuma Selamlığı denen Cuma namazına gitme, Surre Alayları, Hırka-i Saadet ziyareti,
Ramazan ayı, kandil geceleri, bayram tebrikleri gibi vesilelerle merasimler ve ziyafetler
tertip edilirdi. 64

Osmanlı padişahlarının hepsi de şehzadeliklerinden itibaren sıkı bir İslam


terbiyesi almışlar, namazlarına ve diğer dini görevlerine çok önem vermişlerdir. Bu
sebepledir ki geçen yüzyıl başına kadar sabah namazlarını saray camiinde saray

62
http://www.archive.org ( 02.06.2013 Peçevi Tarihi Osmanlıca Metin, s.366-367), Peçevi İbrahim
Efendi, Peçevi Tarihi I, Haz: Prof. Dr. Bekir Sıtkı Baykal, Kültür Bakanlığı Yayınları: 467, Ankara 1992,
s.191-192.
63
Peçevi, 192.
64
Akgündüz, Sarayda Harem, s.217-221.
20

mensupları ile birlikte kılmışlardır. Ayrıca yeni tahta çıkan padişahın kendinden önceki
Sultan’ın cenazesine katılması, başka kimselerin cenazesine katılmaması da
adettendir.65

Harem’deki günlük hayat disiplinli ve sakin bir şekilde geçmekteydi. Herkes


görevi ne ise onu bilir ve en iyi şekilde yerine getirmeye çalışırdı.

Haremde Eğlenceler: Bunun dışında özel günlerde düzenlenen merasimler ve


seviyeli bir şekilde yapılan eğlenceler Harem’in neşe kaynağıydı. Harem’deki
eğlenceleri üç maddede toplamak mümkündür:

1.Geziler: Mesire yerlerine yapılan gezilerde, hanımlar geziye çıkmadan evvel


çadırlar gönderilir ve mahremiyete riayet edilirdi. Gezileri Baş ve İkinci Kâtibe
düzenlerdi.

2. Musiki Ziyafetleri: Ud, keman, ney, tambur ve çalpare gibi musiki aletleriyle
saz ve hanende takımları kurulmuş ve Harem’de Musiki ziyafetleri verilmiştir. Klasik
Türk Sanat Müziğinin, Türk Tasavvuf Müziğinin eşsiz örnekleri icra edilmiştir. Sazende
kalfalar Meşkhâne’de hocalardan dersler alarak yetişirlerdi.

3. Oyunlar ve Eğlenceler: Meddah, Karagöz, Orta Oyunu gibi gösterilerin


yanında Saray halkı Bekiz, Kös ve Sürme gibi oyunlar da oynarlardı. 66

1.6. Kanunî Dönemindeki Şenlikler

Kanunî zamanında sünnet, evlenme, zaferler ve çeşitli sebeplerle pek çok


kutlama merasimleri düzenlenmiştir. Bunların içinde en ihtişamlı sayılanlar şunlardır:

1515’te Şehzade Mustafa’nın doğumu vesilesiyle yapılan şenlik, 1524’te


Padişah’ın kız kardeşinin Sadrazam İbrahim Paşa ile evlenmesi vesilesiyle yapılan
şenlik, 1530’da Padişah’ın dört şehzadesinin sünneti vesilesiyle yapılan şenlik, 1539’da
Şehzadeler Bayezid ve Cihangir’in sünnetleri vesilesiyle yapılan şenlik, 1562’de
Kanunî’nin üç torunundan Esmahan Sultan’ın vezir Mehmet Sokullu ile ikincisinin

65
Ali Seydi Bey, s. 157-160.
66
Akgündüz, Sarayda Harem, s.214-217.
21

Kaptan-ı Derya Piyale Paşa ile diğerinin de Yeniçeri Ağası Abdülkerim ile evlenmeleri
vesilesiyle yapılan şenlik. 67

1.7. Topkapı Sarayı’nın Mimarisi

Kanunî, Topkapı’da yaşadığı ve Harem başlığı altında Topkapı Sarayı Haremi


hakkında geniş bilgi verildiği için, bu Sarayın mimari yapısı da kısaca aktarılacaktır.
Yeni Saray, Bîrûn, Enderun ve Harem olmak üzere başlıca üç kısımdan ibarettir.68
Topkapı Sarayı iç içe geçmiş avlulardan ve köşklerden oluşmuştur. Sarayın birinci
avlusuna Bab-ı Hümayun’dan (İmparatorluk kapısı) girilir. Birinci avluda saray
fırınları, darphane, muhafız alayı, odun depoları ve aşağıdaki düzlüklerde özel sebze
bahçeleri yer alırdı.

İkinci kapı olan Bab-üs Selam (selam kapısı) orta kapıdır. İkinci avlu, devlet
ve hükümetin yönetim merkezidir. Resmi işi olanlar, özel ödeme günlerinde maaşlarını
alan yeniçeri temsilcileri burada kabul edilirdi. Elçi kabulleri ve devlet törenleri de bu
avluda yapılırdı. Binlerce kişinin katıldığı törenlerde, tam bir düzen ve sessizlik hüküm
sürerdi.

Bab-üs Saade (saadet kapısı) denilen kapıdan ise padişahın özel avlusuna
geçilir. Enderun, Taht Odası, Hazine Dairesi ve Divan-ı Hümayun gibi bölümler
bulunur.

Kutsal Emanetler bölümü bu kısımda yer alırdı. Sultanlar elçi kabullerini Taht
Odasında yapar, yüksek devlet memurları ile de burada görüşürlerdi. Giriş karşısındaki
taht odası hizmetkârları, güvenlik nedenleri ile sağır ve dilsiz kimselerden seçilirdi.
Sultanın çeşitli, değişik hizmetlerini gören rütbeli hizmetliler aynı zamanda saray
okulunun ileri gelenleriydi.69

III. Murad’ın, 1578 yılında, Topkapı Sarayı’nın ilk harem dairesini, Mimar
Sinan’a yaptırdığını da söyleyenler mevcuttur.70

67
Ayrıca bkz: Derya Ocak, “XVI. yüzyıl Osmanlı Şenliklerinin Siyasal Boyutları ve Gündelik Hayata
Etkileri”, Ankara Üniversitesi SBE Yeniçağ Tarihi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2006.
68
Bu kısımlarla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: Akgündüz, Sarayda Harem, s. 109-154.
69
http://www.turkcebilgi.com/ansiklopedi (20.10.2011)
70
Uluçay, Harem II, s. 2’de (Dipnot: Babinger’in II. Mehmed’den naklen sad.79; Penzer ise Harem’in
Eski Saray’dan Topkapı’ya naklini 1541 olarak kabul eder (The Harem 175), Harem Süleyman zamanına
22

Haremde 15. ve 16. yüzyıllardan yapılmış bölümler olmakla birlikte, zamanla


yeni eklerle özgün durumlarını yitirmişlerdir. Örneğin III. Murad Köşkü ve Topkapı
Sarayı mutfakları Sinan yapısıdır. 71

Harem Dairesi, 16. yüzyıldan 19. yüzyıl başlarına kadar çeşitli dönemlerin
mimari üslup özelliklerini yansıtması sebebiyle mimarlık tarihi açısından son derece
önemli bir komplekstir. Günümüze ulaşabilen İslam saraylarındaki benzerleri arasında
bu açıdan öne çıkan Topkapı Sarayı Harem Dairesi, Saraydaki ikinci avlunun içinde ve
arka bahçelerinin üzerine kurulmuş, yüzyıllar içinde genişlemiştir. Daire, Saray’daki
selamlıktan ve yönetim işlevlerinin gerçekleştiği diğer avlulardan yüksek duvarlarla
ayrılarak özenle gizlenmiştir. Harem'de üç yüzden fazla oda, dokuz hamam, iki cami,
bir hastane, koğuşlar ve çamaşırlık vardır. Harem, günümüze ulaşan son biçimini, uzun
bir zamana yayılan tadilatlar ve ilaveler sonucu almıştır. Harem'in genel yapısı, birbiri
ardına sıralanan avlulardan oluşur. Bu avlular ile ayrılan kapı girişleri sonrasında
koğuşlar, odalar, köşk ve hizmet binaları yer almaktadır.”72

kadar Eski Saray’da kaldı. Kanunî Sultan Süleyman yeni ilaveler yaparak Harem’i Topkapı Sarayına
getirtti. Evliya’dan naklen, Kadınlar dairesinin Kanunî zamanında yapıldığını ileri sürer. In Days
Janissaries; 102-104)
71
Hasan Ali Yaşar, Dünyaya Yön Veren Osmanlı Sultanları-Kanunî Sultan Süleyman, Yasin Yayınevi,
İstanbul 2002, s.353.
72
www.topkapisarayi.gov.tr (08.11.2011)
23

2. BÖLÜM

2. KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN

Sultan Süleyman, Doğu’ya ve Batı’ya yaptığı görkemli on üç seferle padişahlar


arasında bir rekor sahibidir ve sefer sırasında eceliyle ölen tek Osmanlı padişahıdır.73
Bu kadar sefer ve zafere imza atmasına rağmen Kanunî’nin özellikleri sıralansa,
hayırseverliği, adaleti, devlet adamlığı, kurduğu müesseseleri ve hatta şairliği
seferlerinin önüne geçer. 74

Osmanlı Devleti, XVI. yüzyıla damgasını vuran dünya devleti olurken Kanunî
Devri de, Osmanlı uygarlığının sanat, bilim ve edebiyat alanlarında en parlak
dönemlerinden birisi olmuştur.75

Adını taşıyan Süleymaniye Külliyesi başta olmak üzere kendisinin, eşi Hürrem
Sultan’ın, damadı Rüstem Paşa’nın, kızı Mihrimah Sultan’ın, vezirlerinin Mimar
Sinan’a yaptırdıkları eserler İstanbul’a ve diğer pek çok Osmanlı kentlerine yepyeni
silüetler kazandırmıştır. 76

Kanunî’yi “Düş gücünü pratik yetenekleriyle birleştiren, eylemle kültür ve


zarafeti bir arada yürüten, kısaca, içine doğduğu Rönesans havasına tam uyan bir
hükümdar olmuştur.”77 şeklinde tanımlayanlar olduğu gibi, farklı özelliklerini dile
getirerek tanımlayanlar da vardır:

“Yalnız fetih ve seferlerini anlatmak bile bir milletin başını


döndürmeye yetebilir. Öbür yandan Divan edebiyatının en fazla gazel yazan
şairi unvanını açık farkla elinde bulunduruyor. Süleymaniye’sinden Moğlova
Kemeri’ne kadar yüzlerce eseri coğrafyamıza gülümsüyor. Çağının en şık

73
Necdet Sakaoğlu, Bu Mülkün Sultanları - 6 Osmanlı Padişahı, Oğlak Bilimsel Kitaplar, İstanbul 1999,
s. 142.
74
Akgündüz ve Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, s. 148.
75
İsa Şevik, “Şah Tahmasb (1524-1576) ile Osmanlı Sarayı Arasında Teati Edilen Mektupları İçeren
“Münşe’ât-i ‘Atik”in Edisyon Kritiği ve Değerlendirilmesi”, Dokuz Eylül Üniversitesi, SBE, İslam Tarihi
ve Sanatları Anabilim Dalı, İslam Tarihi Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İzmir 2008, s.44.
76
Sakaoğlu, s.142.
77
Oral Sander, Siyasi Tarih ( İlkçağlardan 1918’e), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 2007, s.67.
24

giyinenlerinden, yani Osmanlı modasının başını çekenlerinden biri.


Mücevherlere merakı had safhada. Ama aynı zamanda yetiştirip yeryüzüne
saldığı müthiş takımın, Bâki’nin deyişiyle demir kuşaklı cihan
78
pehlivanlarının arkasındaki teknik direktör olarak da takdire şayan.”

2.1. Kanunî Sultan Süleyman’ın Doğumu ve Çocukluk Yılları

Osmanlı padişahları içerisinde en şanslı olarak tahta çıkan kişi Kanunî Sultan
Süleyman’dır. Tek erkek çocuk olduğu için kardeşleriyle mücadele etmek zorunda
kalmadan, babasının kısa sürede oldukça zenginleştirdiği dev imparatorluğun başına
geçmiştir. 79

Yavuz Sultan Selim’in beş oğlu dünyaya gelmişti. 80 Ancak Şehzade Orhan,
Şehzade Musa, Şehzade Korkut, Şehzade Salih küçük yaşlarda vefat ettiği81 için Kanunî
tek şehzadeydi. 82 Yavuz’un kızlarının isimleri ise şöyle geçmektedir; Beyhan Sultan,
Hatice (Hanım) Sultan, Hafsa Sultan, Fatma Sultan, Yenihan Sultan, Şah Sultan,
Şehzade Hatun.83 Yavuz’un evlatlarıyla ilgili başka kaynakta ise kızlarını isimleri şöyle
verilmiştir: Şah Huban Sultan (Lütfi Paşanın eşi), Hatice Sultan (İbrahim Paşanın eşi),
Hafsa Hanım Sultan (İskender Paşazade Mustafa Paşanın eşi), Fatma Sultan (Kara
Ahmed Paşanın eşi)84

Kanunî Sultan Süleyman, bir rivayete göre, 6 Kasım 1494 yılında bir başka
rivayete göre ise 27 Nisan 1495’te85 Hafsa Sultan’dan86 Trabzon’da dünyaya geldi.

Şehzade Selim’in yeni doğan bu erkek evladına isim koymak için eskiden beri
devam eden bir geleneğe başvurduğu ve Kur’an-ı Kerim’den tefe’ül87 açtığı söylenir.

78
Mustafa Armağan, Osmanlı’nın Mahrem Tarihi -Bilinmeyen Yönleriyle Osmanlı Padişahları-, Timaş
Yayınları, İstanbul 2008, s. 69.
79
Erhan Afyoncu, Muhteşem Süleyman -Kanunî Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan-, Yeditepe Yayınevi,
İstanbul 2011, s.17.
80
Yılmaz Öztuna’nın Kanunî Sultan Süleyman adlı eserinde (Kültür Bakanlığı Yayınları:1049, Ankara
1989, s.2) “Yavuz Selim’in 6 kızı, fakat tek oğlu, Sultan Süleyman oldu. 3 şehzadesi daha oldu ise de,
bunlar küçük yaşlarda öldüler…” yazılıdır
81
Bazı kaynaklarda Sultan Selim’in bu çocukları küçük yaşta boğdurttuğu yazmakta ise de bunun doğru
olduğu kanaatinde değiliz.
82
Afyoncu, Muhteşem Süleyman, s.18.
83
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi II, , Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1975, s.307.
84
M. Çağatay Uluçay, Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları, Tarih Dünyası Mecmuası Yayınlarından 2,
Şaka Matbaası, İstanbul, 1950 s.9.
85
Erhan Afyoncu, Muhteşem Süleyman isimli eserinde doğum tarihi 6 Kasım 1494 olarak geçer. Ahmet
Akgündüz, Münir Atalar gibi bazı tarihçiler de Afyoncu ile aynı tarihi vermektedir. Yılmaz Öztuna,
Kanunî Sultan Süleyman adlı eserinde 27 Nisan 1495 tarihini verir.(bkz: s.2), André Clot, Muhteşem
Süleyman adlı eserinde doğum tarihini 6 Kasım 1495 şeklinde yazmıştır(bkz: s.33)
86
André Clot, Muhteşem Süleyman adlı eserinde annesinin Çerkez asıllı ve Kırım Hanının kızı olduğunu,
isminin Hafize Hatun olduğunu yazar.(s.34)
25

Açılan sayfada “İnnehu min Süleyman…”88 ayetinin denk geldiği ve bu ayetten yola
çıkarak evladına Süleyman ismini verdiği anlatılır. Bu isim sanki Süleyman
Peygamberin zenginliğini ve ihtişamlı hayatını da Kanunî’ye sağlamıştır.89

Şehzade Süleyman için sütanne gerekmiş ve zamanın Trabzon Müftüsü Ömer


Efendinin aynı zamanlarda doğan oğlu Yahya ile Şehzade sütkardeş olmuştur. Eğitim
hayatlarının bir kısmında da bir arada bulunan sütkardeşlerden Yahya Efendi
büyüdüğünde maneviyat dünyasının sultanı olmuş, kendisine ağabey diye hitabeden
Kanunî, sık sık onu ziyaret etmiş fikir danışmıştır.

Yavuz Sultan Selim, sert mizaçlı bir insan olmasından dolayı oğlunu, hakiki
sevgisinin sert disiplini altında yetiştirmişti. Annesi Ayşe Hafsa Hatun ise oğluna aşırı
sevgiyle bağlanmış ve Sultan Süleyman’ın gönül yapısını oluşturmuştu. Bu duruma
bakılarak şu yorumda bulunabilir; Sultan Süleyman, iç dünyasının manevi
büyüklüğünü, halkına karşı olan adalet ve merhamet duygusunu annesine borçludur.90

Şehzade Süleyman’ın eğitimi ile ilgili farklı bilgilere rastlanmaktadır. Bunlardan


biri; ilk eğitimini babaannesi Gülbahar Hatun ve annesi Hafsa Hatun’dan almıştır.
Sonrasında yedi-sekiz yaşlarına geldiği zaman İstanbul’a gitmiş ve Hayreddin
Efendi’den din, tarih, fen ve edebiyat dersleri almıştır. Osmanlı geleneklerine uyularak
kuyumculuk mesleğini öğrenmesi için bir hoca tutulmuştur.91 Uzunçarşılı bu konuda
“Çocukluğunun bir bölümü dedesi II. Bayezid’in sarayında geçtiği için iyi bir öğrenim
görmüştü. Birçok değerli âlimden ders aldı, bu arada özellikle Kastamonulu Hayreddin
Efendi’nin dizi dibinde yetişti. İslami ilimlerin yanında savaş sanatları, yabancı dillerin
yanında kuyumculuk sanatı gibi farklı alanlarda ilim tahsil etmiştir.”92demektedir.

Diğer bir bilgi ise; onun eğitim hayatının tamamını Trabzon’da geçirdiği
yönündedir. “Süleyman’ın çocukluğu Trabzon’da geçti. Çocukluk yıllarını sütkardeşi

87
Tefe’ül: Türk Dil Kurumunun sözlüğüne göre; 1-Fal açma, fala bakma, 2-Uğur sayma, hayra yorma,
anlamlarına gelen bu kelime, meselâ: Bir kitabı rast gele açarak ilk tevafuk eden yeri okuyup ona dikkat
ederek onu uğurlu saymak ve oradan bir anlam çıkarmak, şeklinde uygulanmıştır.
http://www.tdksozluk.com (01.08.2011)
88
Neml Suresi, 39. Ayet.
89
Hüseyin Tekinoğlu, Muhteşem Süleyman Yönetim ve Liderlik Sırları, Kum Saati Yayınları, İstanbul
2005, s.26; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi II, s.307.
90
Tekinoğlu, s.26.
91
Tekinoğlu, s.26.
92
Yılmaz Öztuna, Kanunî Sultan Süleyman, Kültür Bakanlığı Yayınları: 1049, Ankara 1989, s.2-3.
26

Yahya Efendi ile birlikte Trabzon’da geçirdi. Burada bir taraftan eğitimini alırken bir
taraftan da Konstantin isimli bir Rum’dan kuyumculuk öğrendi.”93

2.2. Kanunî Sultan Süleyman’ın Fiziki Özellikleri

Kanunî Sultan Süleyman kaynaklarda orta boylu, sarışın, kumral sakallı, mavi
gözlü, geniş omuzlu, güçlü kuvvetli bir insan olarak tasvir edilir. 94 Sakalını kısa keser,
uzun ve gür bıyıkları bunun üzerine inermiş. Yalnız rengi biraz solgunmuş, bu sebeple
sağlıklı görünmek için yüzüne pudra sürermiş. Bacağında tedavi kabul etmeyen ve
kendisini rahatsız eden bir kangren vardı. 95 Bunun yanında onun görünüşü ile ilgili
farklı rivayetler de yapılmıştır.

Kanunî Sultan Süleyman’ın fiziksel özelliklerini dönemin tarihçilerinden Peçevi


ise şöyle tasvir etmiştir;

“Mübarek niteliklerine gelince: Yüzü yuvarlak, ela gözlü, açık kaşlı,


doğan burunlu-ki bu, filozoflara göre ileri görüşlülük ve akıllılık belirtisidir-,
mert sözlü, yassı bağırlı, inci taneleri gibi seyrek dişli, boyu ölçülü ve
uyumlu, boynu gümüş sürahi biçiminde uzunca ve zarif, giysisi ve sarığı,
kılık ve endamı güzel, yaptıkları ve söyledikleri beğenilir ve nazik idi.”96

Lamartine’e ise Kanunî’yi tanımlarken, “Çehresi tam bir hükümdara uygun


nitelikteydi. Kırım Hanı’nın kızı olan annesinin sakinliği sayesinde ılımlı hale gelen
babasının canlılığını taşıyordu. Yüz hatlarının düzgün oluşu onu genç, yüz ifadesinin
ağırlığı ise daha olgun gösteriyordu.”97 demektedir.

2.3. Kanunî Sultan Süleyman’ın Kişilik Özellikleri

Kanunî Sultan Süleyman, hem büyük bir asker, hem kudretli bir idareci ve hem
de eşine ender rastlanır bir devlet teşkilâtçısı idi. Bu dehasını, Fatih zamanında

93
Afyoncu, Muhteşem Süleyman, s.15.
94
Ancak onun eşkâli hakkında çok farklı rivayetler de bulunmaktadır. Mesela; Solak-zâde Tarihi, cilt 2, s.
111’de “Müdevver ve uzun yüzlü, siyah kirpikli, ela gözlü, doğan burunlu, merd ve merdane sözlü, yassı
yağrınlı (sırtlı), arslan heybetli, uzun boylu, dürr-i yekta gibi seyrek dişli, vekar ve aheste yürüyüşlü…
vekar sahibi padişah idi..”; Vasfi Mahir Kocatürk, Osmanlı Padişahları, Edebiyat Yayınevi, 6. Baskı,
Ankara 1968, s.167’de “uzun boylu, kara kaşlı, ela gözlü, esmer tenli, kartal burunlu, seyrek dişli, uzunca
yüzlüydü”; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. II, s.419’da “yuvarlak yüzlü, ela gözlü, kaşlarının arası biraz
açık, doğan burunlu, uzunca boy ve boyunlu ve seyrek sakallı idi”; aynı tasvir için bkz. Yaşar Yücel ve
Ali Sevim, Osmanlı Klasik Döneminin Üç Padişahı: Fatih, Yavuz, Kanunî, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara 1991, s.213.
95
Armağan, Bilinmeyen Yönleriyle Osmanlı Padişahları, s.70.
96
Peçevi, c.I, s.2.
97
Alphonse de Lamartine, Osmanlı Tarihi I, (Çev. Serhat Bayram), Haz: Tarihi ve Edebi Eserler
Komisyonu, Sabah Gazetesi Yayınları, İstanbul 1991, s.395.
27

hazırlanan teşkilât kanunlarını geliştirerek ve kısmen de değiştirerek gösterdi.


Denilebilir ki, Osmanlı’nın siyasi, kültürel, sosyal, iktisadi, adlî ve kısaca her çeşit
yapılanması, Kanunî devrinde zirvesine yükseldiği gibi, devletin merkezî ve taşra
teşkilâtı da bu dönemde zirveye yükselmiştir. Bunu, hazırlattığı kanunnamelerde de
görmek mümkündür.98

Kanunî’nin hafızası çok kuvvetliydi. Gördüğü bir kişiyi veya duyduğu bir şeyi
hemen hafızasına alırdı. Bu konuyla ilgili ilginç bir anekdot anlatılır. Tekinoğlu’nun
kitabından aktaralım:

“Kanunî döneminde bir şair, yazdığı şiirlerini pek beğenirmiş ve


sultana okumak istermiş. Konu Kanunî’ye iletilince, şairlere değer veren
Kanunî, onu hemen saraya davet etmiş. Sultan’ın huzurunda vezirler ve başka
sanatçılar bulunuyormuş. Huzura çıkan şair heyecanlı ve bir o kadar da titrek
sesiyle yeni yazmış olduğu şiiri okumuş ve bitirmiş. Sultan’ın yüzüne
bakmış. Kanunî’de herhangi bir değişim yok. Sultan sonra hiç tereddüt
etmeden “Ben bu şiiri biliyorum” demiş. “Aman efendim nasıl olur, ben bu
şiiri yeni yazdım ve ilk defa burada okuyorum” demiş şair. Kanunî Sultan
Süleyman: “İstersen bir de ben okuyayım” demiş. “Siz bilirsiniz Sultanım.”
diyen şair biraz da korku ve tereddüt içindeymiş. Kanunî gerçekten de şiiri
hiç teklemeden okumuş. Şair şaşkınlık içindeyken vezirlerden Hasan Can,
“Sultanım, bu şiiri ben de biliyorum, müsaade ederseniz ben de okuyayım”
demiş ve o da hiç teklemeden okumuş.

Orada bulunan dokuz vezir de şiiri bildiklerini ve müsaade edilirse


okuyabileceklerini sultana iletmişler. Destur aldıktan sonra onlar da hiç
teklemeden okumuşlar. Ne yapacağını şaşıran şair, “Sultanım, inanın bu şiiri
ben yeni yazdım, ilk kez burada okudum” diye kendini savunmaya çalışmış.

Kanunî, oldukça şaşıran ve korkan şairi daha fazla üzmeden,


konuya açıklık getirmiş. Kanunî’nin duyduğu şeyi, ilk defada ezberleyebilme
yeteneğinin olduğunu, vezirlerinden Hasan Can’ın ve diğerlerinin de sırayla
duyduklarını ezberleyebildiklerini öğrenen şair oldukça rahatlamış.”99

Döneminde ilim adamlarına çok değer veren Kanunî, onları korur ve onları
yanından eksik etmezdi. Hoca Sadettin; “Padişahlık tahtı cennet mekân Sultan
Süleyman’a kaldığında, Zenbilli Ali Efendi’nin (Âli-yi Cemalî), gündeliğine elli akçe

98
Akgündüz ve Öztürk, s. 151.
99
Tekinoğlu, s.16.
28

daha ekledi. Böylece ücretini günde 200 akçeye yükseltti.”100 diyerek ilim adamlarının
durumuna örnek verir. Sultan Süleyman, âlimlerin, şairlerin sohbetlerinden büyük haz
duyardı. Her gittiği yerde bilginleri yanına çağırır, onları memnun ederdi. Bağdat’a
girdiğinde Fuzuli’yi iltifatlarına mazhar ettiğini biliyoruz.
Kanunî’nin, Şah Tahmasb’a gönderdiği mektupları, Kemalpaşazade kaleme
almıştır.101 Bu noktada, Kanunî’nin bir Osmanlı hanedanlık tarihi yazması için
1550’lerde ilk kez bir şehnameci ataması oldukça önemli ve dikkat çekicidir. Bu göreve
atanan Arifî, Firdevsî’nin ünlü eseri Şahname’nin nazmıyla Şahnâme-i Al-i Osman
adını verdiği beş ciltlik Osmanlı tarihini 1558 yılında tamamlamıştır; “Süleymannâme”,
bu eserin beşinci cildidir.102
Önceki Osmanlı Kanunnameleri’ni ve kendi devrinin lüzumlu kanunlarını
“Kanunnâme-i Âl-i Osman” adı altında İslam Hukuku Kaideleri dâhilinde toplattırıp
düzenlettiren Sultan Süleyman’a, Kanunî denilmiştir.103
Sultan Süleyman, içten bir mümin olarak merhamet ve hoşgörü doluydu.104
Gücü ve yetkiyi elinde bulundurmasına rağmen son derece merhametliydi. Bu konuyla
ilgili bir misal verirsek;
“Rodos ele geçirildikten sonra St. Jean Şövalyelerinin lideri
Kanunî Sultan Süleyman’ın huzuruna kabul edilmişti. Lider, kendisinin
huzurunda diz çökünce Kanunî elinden tutup kaldırmış ve “Cenab-ı Kadir-i
Mutlak” adını anarak selamladığı lidere Türk fetihlerinin gayesini şu veciz
cümlelerle özetlemiştir. “Biz servet ve dünya malı için savaşmayız. İla-yı şan
ve şeref ve tevsi-ü keyd-i saltanat kastiyledir ki, cihad ederiz. Padişah-ı
Osmaniyan içre, fazl u ihsana misal-i sermedi olmak dileriz.” Kanunî bu yaşlı
şövalyeye merhamet etmiş ve kendisine bir görev verileceğini bildirmişti.
Şövalye bu teklifi yaşlılığını bahane ederek geri çevirmişti. Şövalye huzurdan
ayrılırken kanunî adamın perişan haline acımış ve etrafındakilere “Düşman
da olsa bu kafiri yerinden, yurdundan ettiğim için üzülmüyor değilim.”
demişti.105

100
Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevarih, (Haz. İsmet Parmaksızoğlu), Kültür Bakanlığı Yayınları-301,
Ankara 1999, c.5, s.221.
101
Metin Kunt ve Hüseyin Gazi Yurdaydın, Türk Tarihi-2 Osmanlı Devleti 1300-1600, (Yayın
Yönetmeni: Sina Aksin), Milliyet Yayınları-İstanbul 1990, s.35.
102
Filiz Adıgüzel Toprak, “Arifî’nin Süleymanname’sindeki Minyatürlerde Saltanata İlişkin Simgeler”
Dokuz Eylül Üniversitesi Geleneksel Türk El Sanatları Anasanat Dalı Yüksek Lisans Tezi, İzmir 2007,
s.vii.
103
Şevik, s.44.
104
Oral Sander, Siyasi Tarih ( İlkçağlardan 1918’e), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 2007, s.67.
105
Tekinoğlu, s.48-49.
29

Kanunî Sultan Süleyman’ın kıyafete ve süslenmeye pek ziyade önem verdiğini


tarihçiler ittifakla beyan ediyorlar. Peçevi İbrahim Efendi Kanunî hakkında “Zaman-ı
saadet iktiranlarında sürh mücevveze106 giymek müteayyin oldu.” dedikten sonra şu
cümleyi de ilave ediyor: “Hatta evâhir-i saltanatlarında sarıkçı dükkanları peyda oldu.
Ana değin herkes kendi mücevvezesin bildiği gibi sarardı.”107
Hükümdar, babası ve dedesinin aksine şık, süslü ve haşmetli giyinmeyi
severdi. Seraser108 ve diba109 giyer, üstünde çok fazla zenginlik ve ziynet eşyası
bulunurdu. Değişik değişik çakşırlar110 giydiği için Yavuz onu sarayda “çakşırlı” diye
çağırırdı. Hatta bir seferinde yine ihtişamlı elbiseler içinde görünce oğluna takılmış ve
“Anana giyecek bir şey bırakmamışsın” diye alay etmiştir.111
Kanunî Sultan Süleyman’ın, babası Yavuz Sultan Selim gibi kuyumculuğa
meraklı olduğu ve İtalyan kuyumculuk sanatının örneklerini tanıyacak ve uygulayacak
kadar ustalığı bulunduğu kaydedilmektedir. Ayrıca Venedikli bir kuyumcunun Kanunî
için 4 yakut, 4 elmas, sayısız inci, çok iri bir zümrüt ve bir turkuazla bezenmiş bir tür
altın taç yaptığı ancak taç giyme adeti Osmanlılarda olmadığı için bunun bir tür teşhir
ve prestij unsuru kabul edilmesi gerektiği nitekim bir elçiyi kabulünde tacın başında
değil, yanı başındaki bir koltuğun üzerinde durduğu bildirilmektedir.112
Kanunî Sultan Süleyman’ın edebi yönü ise bir kaynakta şu şekilde verilmiştir:
“Kimi araştırmacıların hoşuna gitmese de113, Farsça şiirleri de bir
divan teşkil edecek kadar çoktur ve yayınlanmıştır.114 Muhibbî’nin
Divanı’nın bir özelliği de, 875 gazellik bir kısmının II. Mahmud’un kızı
Âdile Sultan tarafından 1899 yılında “ceddine hürmeten” bastırılmış
olmasıdır.115 Merhum edebiyat tarihçimiz Âmil Çelebioğlu’na göre Kanunî,
padişah olmasaydı bile şair olarak edebiyat tarihimiz içinde yer alması
gereken isimlerden biri olurdu.”116
Konunun uzmanları arasında ortak olarak kabul gören hususlardan birisi,
Kanunî’nin şiir alanında, komutanlığı ve yöneticiliği kadar iddialı bir padişah

106
Sürh mücevveze: Padişahların başlarına taktıkları kırmızı kavuk, başlık.
107
Hoca Sadettin Efendi, c. I, s. 67; Peçevi, c. I, s. 3; Ali Seydi Bey, s.88.
108
Seraser: Baştan başa, bütün, hep mecmuan, külliyen.
109
Diba: Altın ve gümüş işlemeli bir tür ipek kumaş.
110
Çakşır: 1.Paça bölümü diz üstünde veya diz altında kalan bir tür erkek şalvarı (TDK sözlük
http://www.tdk.org.tr 15.03.2011).
111
Armağan, Bilinmeyen Yönleriyle Osmanlı Padişahları, s.71-72.
112
Andre Clot, Muhteşem Süleyman, (Çev. Turhan Ilgaz), Milliyet Yayınları, İstanbul 1994, s.109.
113
Mesela: İsmail Hami Danişmend, “Kanunî kimdir?”, Türk Yurdu, Cilt: 5, Sayı:8, Ağustos 1996, s.12.
114
Ayrıntılı bilgi için bkz: Coşkun Ak, Muhibbî’nin Farsça Divanı, Bursa 1995.
115
Reşad Ekrem Koçu, Âşık ve Şair Padişahlar, Tarih Dünyası Özel Sayı, İstanbul 1950, s.14.
116
Armağan, Bilinmeyen Yönleriyle Osmanlı Padişahları, s.72.
30

olduğudur. Muhibbî mahlasını veya vezin gereği nadiren de olsa Muhib, Sultan
Süleyman, Meftûnî, Âcizî mahlaslarını kullandığı hacimli Divanında tam 2.779 adet
gazel bulunmaktadır ki, Divan şairleri arasında en fazla gazel yazmış olan Zâtî’nin bile
ulaştığı gazel sayısı ancak 1.825 adette kalmaktadır. Kanunî böylece Divan edebiyatının
gazel rekorunu elinde bulundurmaktadır.117
Kanunî’nin, ayrıca hat sanatında da usta olduğu ve güzel yazı yazdığı bazı
yerlerde ifade edilir. 118 Bazı hatt-ı hümayunlarını bu yazı ile yazdığı görülmektedir. 119
Aynı zamanda seramik meraklısıydı, Hind elçisinin hediyesi olarak Çin’in
mavi-beyaz adı verilen pek çok zarif porselen tabakları ve kapları, saraya girmiş ve
bugün dahi hayranlık uyandıran Topkapı Sarayı’nın en değerli çini koleksiyonunun
esasını oluşturmuştur.120
En başta padişahların birer mesleği olduğundan söz etmiştik. Nitekim
kaynaklarımızda Kanunî’nin kavaf (haffâf), yani kundura imalatçısı olduğuna dair de
bir kayıt mevcuttur.121 Ancak onun iyi bir mücevher sanatkârı olduğuna dair daha çok
bilgi vardır.
2.4. Kanunî Sultan Süleyman’ın Şehzadeliği ve Tahta Geçmesi

O dönemin âdeti olarak 14 yaşına geldiğinde 1509’da Şebinkarahisar sancağına


gönderildi. Birkaç ay sonra Yavuz, tek oğlu Süleyman için, babası İkinci Sultan
Bayezid’den Bolu Sancak Beyliğini istedi ve aldı. Veliaht Şehzade olan Sultan Ahmed
(Yavuz’un ağabeyi), yeğeninin Bolu’ya tayinine kızdı. Bu sırada kendisi Amasya-Tokat
sancak beyi idi. “Bu oğlan (Şehzade Süleyman) benim yolum üzerinde n’eyler?” diye
itiraz etti. Sultan Ahmed’in gönderdiği birlik Bolu’ya geldi. 14 yaşındaki Şehzâde
Süleyman’ı babasının yanına Trabzon’a gönderdi. Yavuz ağabeyine bu davranışından
dolayı, babası Sultan Bâyezîd’e de, torunun haklarını korumadığı için kızmıştı.
Bunun üzerine Sultan Bâyezid, torunu Şehzâde Süleyman’ı, Kırım’da Kefe
Sancak Beyliğine tayin etti (6 Ağustos 1509). Şehzâde Süleyman, yanında annesi ve

117
Vildan Serdaroğlu, Sosyal Hayat Işığında Zâtî Divanı, İSAM Yayınları, İstanbul 2006, s.49; Mustafa
İsen, “Osmanlı Hanedanının Şairlik Yönü”, Türkiye Günlüğü, sayı:58, Kasım-Aralık, 1999, s.86; Ali
Fuat Bilkan, “Osmanlı Hanedanının Sanat Tarihçesi”, Akademik Araştırmalar Dergisi, sayı 4-5, 2000,
s.337.
118
İsa Kayaalp, Sultan Ahmed Divanının Tahlili, İstanbul 1999, Kitabevi Yayınları, s. 61; Bektaşoğlu,
s.291
119
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c.III, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1998, s. 560;
Armağan, Bilinmeyen Yönleriyle Osmanlı Padişahları, s.73
120
Armağan, Bilinmeyen Yönleriyle Osmanlı Padişahları, s.74.
121
Armağan, Bilinmeyen Yönleriyle Osmanlı Padişahları, s.75.
31

kalabalık maiyeti, Trabzon’dan gemiye bindi. Kırım’a gelip sancağını teslim aldı. Kefe
sancağı, İkinci Bâyezîd’in oğullarından ve Yavuz’un küçük kardeşi Şehzade
Mehmed’in Kırım’da ölmesi üzerine açılmıştı. Kırım Hanı Mengli Giray, Yavuz’un
kayınpederi olduğu için, Şehzâde Süleyman’ın Kırım’a tayinini hazırladığı
anlaşılmaktadır. Şehzâde, Kefe’de 24 Nisan 1512’ye kadar yaklaşık 2 yıl, 8 ay
kalmıştır. Bu 3 yıla yakın müddet içinde, yalnız Osmanlı Devleti için değil, Yakın Doğu
politikası için de birinci derecede önemli gelişmeler olmuştur.122
Annesi Hafsa Sultan, Osmanlı geleneklerine göre oğlu ile birlikte sancağa
çıkmış ve daha sonraki hayatını oğlu ile birlikte geçirmiştir. Bütün hayatını Validesiyle
geçiren Sultan’ın ondan etkilenmesi son derece tabiidir. Bilindiği gibi İslam kültüründe
de ana-babaya saygı ve hürmet esastır. İyi bir terbiye ve eğitim alan Şehzade de
annesine olan düşkünlüğünü ömrü boyunca sürdürmüştür.
Yavuz Sultan Selim mücadeleler sonucu tahta geçince Şehzade Süleyman, tek
oğul olarak veliaht oldu. Bu sırada 17 yaşındaydı. Yanında annesi ve kalabalık bir saray
erkanıyla birlikte Saruhan’a (Manisa) gelen Şehzade burada, 8 yıl 4ay 28 gün kalmıştır.
Babasının seferleri sırasında onun yerine Kaim-i Makam-ı Saltanat’lık ettiği
dönemlerde Edirne’de bulunmuş, babası seferden dönünce o da sancağına dönmüştür.
Bu gelişmeler diğer pek çok kaynakta da Öztuna’nın verdiği şekilde geçmektedir.123
Şehzade Süleyman’ın nerelerde sancakbeyliği yaptığı bazı kaynaklarda şöyle
verilmiştir; 1508’de Şebinkarahisar Sancakbeyliği, oradan Bolu Sancağı, 1509’da da
Kefe Sancakbeyliği. 1512’de Yavuz Sultan Selim padişah olunca İstanbul’a gelmiş;
babasıyla amcaları arasındaki taht varisliği savaşımı boyunca “Kaim-i Makam-ı
Saltanat” sanını taşıyarak İstanbul’da ve Edirne’de oturmuştur. 1513’te Saruhan
(Manisa) Sancakbeyliğine gitmiştir. 124

2.5. Kanunî Sultan Süleyman’ın Tahta Çıkışı

Kanunî Sultan Süleyman, Manisa sancakbeyi iken, hanedanın tek varisi olarak,
herhangi bir mücadele ve oyuna ihtiyaç duymadan zamanını geçiriyordu. Babası tahta
geçeli sekiz sene olmuşken vefat edince Dersaadet’in yolu kendisine erken vakitte
açıldı. Lütfi Paşa, Şehzade Süleyman’ın, Osmanlı tahtına geçişinden bahsederken

122
Öztuna, s.2-3.
123
Öztuna, s.4, Afyoncu, s.15.
124
Sakaoğlu, s.143; Afyoncu, s.15.
32

“Süleyman, savaş ve mücadele olmadan geçip tahta oturdu. Selim, bu dünyanın


zahmetini çekip dikenlerini temizleyip ortalığı gülistanlık bir hale getirdikten sonra
göçüp gitti. Süleyman da zahmet çekmeden o bağ, bostan ve gülistanın meyve ile
güllerini zahmetsiz bir şekilde devşirdi.”125 diye yazmıştır.
Şehzade için, “Zamanından önce elde edilmiş hükümdarlığın sağladığı heybet
ile gençliğin verdiği zarafet ve alçakgönüllülüğün yüz hatlarında okunduğu”
söylenmektedir.126 Şehzade’nin, babasının ölüm haberini aldığında Kemalpaşazade’nin
yazdığı gibi “ Ol zaman, Saruhan diyarında daru’l-mülk-i Mağnisa civârında Boz
Tâğ’a yaylağa çıkub, hayme vü otağile ol sâhat-ı râhat-fezâda ve ol makam-ı dil-küşâda
ârâm idüb turdı.”127 yani Manisa civarındaki Boz Dağ’da bulunuyordu.
Nişancı, Sultan Selim’in ölümünün on gün kadar gizlendiğini şöyle anlatır:
“…vüzerayı sahib-i saray on gün mikdarı meyyitini izhar itmeyüp divanlar idüp
sancaklar virdiler. Sultan Süleyman Han, Manisa’dan İstanbul’a gelüp andan meyyitini
İstanbul’a götürdiler.”128
Şehzade Süleyman, babasının ölüm haberini aldığında sekiz günde İstanbul’a
gelmişti. İstanbul’a gidişi ve tahta çıkışı bazı kaynaklarda şöyle nakledilmiştir;
“Merak içinde, yığınlarla halk, genç padişahı alkışlıyordu. Onun
saltanatı en yaver talih kanatları altında açılmıyor muydu? Türklerin indinde
kendine mahsus bir uğuru olan on rakamı129 Süleyman’ın ömründe hiç
şaşmadan hakim oluyordu: Hicretin onuncu asrının başlangıcında doğmuş,
Âl-i Osman”ın onuncu sultanı, yani tam rakamının kemalini veren, yine
kendisi oluyordu.”130
Üsküdar’a geldiğinde buradan 30 Eylül 1520’de Topkapı Sarayı’na geçti.
Şehzade Süleyman öğleden sonra tahta oturarak, Osmanlı İmparatorluğunun onuncu
padişahı oldu.131
Yurdaydın, Kanunî’nin tahta çıkış tarihi ile ilgili şu bilgiyi verir:

125
Tekinoğlu, s.30.
126
Lamartine, s.395.
127
Şefaettin Severcan, Kemal Paşa-zâde Tevarih-i Âl-i Osman X. Defter, Türk Tarih Kurumu, Ankara
1996, s. 20.
128
Mehmet Yastı, “Nişancı Mehmed Paşa Tevârîh-i Âl-i Osman (1b-120a) Metin- Dil Özellikleri-
Sözlük” Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Türk Dili
Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Konya 2005, 102a, s.128.
129
Enis Behiç Koryürek çevirisinde dipnot olarak; “Bizde 3, 7, 9, 40 rakamlarına hususi bir mahiyet
verildiği malum ise de 10 rakamının uğurlu sayıldığını ben duymadım.” (Fairfax Downey, Kanunî Sultan
Süleyman, (Çev: Ênis Behiç Koryürek), Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1950, s.11).
130
Tekinoğlu, s.31.
131
Sakaoğlu, s.143.
33

“Bostan’a göre Şehzade Süleyman, 18 Şevval 926 / 1 Ekim 1520


tarihinde cülus etmiştir.132 Bostan’ın farklı nüshalarında değişiklikler var; 18
Şevval Yekşenbih (Pazar) veya 18 Şevval Şenbih (Cumartesi) günü cülus
ettiğini ifade etmektedir. 18 Şevval 926 günü tarihi, 1 Ekim 1520 Pazartesi
gününe rastlamaktadır.”133
Sultan Süleyman’ın tahta çıktığı günü 30 Eylül 1520134 (17 Şevval 926)135
Pazar günü olarak kabul edebiliriz. İstanbul’a gelerek 26136 yaşında hükümdar olduğu
zaman saltanatta kendisine rakip olacak kardeşleri bulunmadığından herhangi bir sıkıntı
ile karşılaşmamıştır. 137 1520 (H. 926) yılında ve 26 yaşında Osmanlı tahtına geçen
Kanunî, 1566 (H. 974) tarihine kadar yani 46 sene Padişahlık yapmıştır138 Kanunî’nin
kırk altı yıllık saltanatında Avrupa’da pek çok kral ve kraliçe değişmiştir. 139
Sultan Süleyman cülus töreninin ardından, ertesi gün matem giysilerini giyip
Edirnekapı’ya giderek babasının cenazesini karşıladı. Fatih Camiinde kılınan namazdan
sonra, babası Yavuz Sultan Selim Han defnedildi. Sultan Süleyman, babasının
gömüldüğü Mirza Sarayı denen yere bir türbe ve imaret yapılmasını, temelleri atılmış
bulunan caminin tamamlanmasını, Yenibahçe’de de bir medrese inşasını emretti.140
Sultan Süleyman tahta çıktığı zaman babası Sultan Selim Han için pek çok
sadakalar dağıttı. Bu durum Mehmed Efendi’nin İbtihâcü’t-Tevârih adlı eserinde şöyle
anlatılmıştır:

132
Bkz. Süleymanname, varak 3b,TSMK, Revan nüshası nu. 1283.
133
Hüseyin Gazi Yurdaydın, Kanunî’nin Cülusu ve İlk Seferleri, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Yayınları, T.T.K. Basımevi, Ankara 1961, s.3 (Yurdaydın bu tarihi verirken eserinin 4. Sayfasında detaylı
olarak tarihçilerin yazdıklarını açıklar: “Matrakçı Süleymanname, 8b, TSMK, Revan 1286 nüshasında 18-
Şevval olarak göstermektedir. Kemal paşa-zade, Tevarih-i Âl-i Osman,X. Millet Kütüphanesi, Ali Emiri
Kısmı, T 28’de kayıtlı nüshasının 48. Sayfasında 17 -Şevval Yeymül-ahad yani 30 Eylül Pazar olarak
kaydedilmiştir. Böylece görülmektedir ki Kemal Paşa-zade ve Âli tarafından kaydedilmiş olan ve takvim
hesabına da uygun bulunan “17 Şevval 926, Yevmül-ahad (Yekşenbih)/ 30-Eylül-1520 Pazar gününü
Kanunî’nin cülus tarihi olarak kabul etmek lazımdır”.
134
Bu tarih Mehmed Efendi’nin İbtihâcü’t-Tevârih adlı eserinde de bu şekilde verilmiştir. Pazar gününe
denk geldiği yazılıdır.
135
İslam Tarihi Kültür ve Medeniyeti, Yayın Yönetmeni: Dr. İsmail Kıllıoğlu, Hikmet Yayınları, İstanbul
1997, s.331; www.ttk.org.tr/ (15.03.2012) Tarih Çevirme Kılavuzu
136
Lamartine “Kanunî’nin tahta çıktığında 22 yaşında olduğunu yazmıştır.” Lamartine, Osmanlı Tarihi I,
s.395.
137
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi II, s.307; Sakaoğlu, s.143.
138
Akgündüz ve Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, s.148.
139
Dimitri Kandemir, Osmanlı İmparatorluğunun Yükseliş ve Çöküş Tarihi (1), Çağ Pazarlama A.Ş.
1998, İçişleri Bakanlığı Kayıt No: 10149, Kitaptan Sayfa 251-252 [Dipnot bilgisi: Kanunî Sultan
Süleyman zamanında Avrupa’da çağdaş olan hükümdarlar: Almanya’da: V. Karl (1519-1558), I.
Ferdinand (1558-1563); İngiltere’de: VI: Edward (1546-1553), Mary (1553-1558), Elizabeth (1558-
1602); Fransa’da: I. François (1525-1547), II. Henri (1547-1559), II François (1559-1560), IX. Charles
(1506-1574)]
140
Sakaoğlu, s.143.
34

“O kadar çok ihsanlarda bulunuldu ki memlekette dilenci kalmadı;


keseleri para ile doldu. Öyle ki sipâhi ve silâhdar bölüklerine beşer akçe
terakki ve kurabâ zümresine dörder ve ulûfecilere üçer akçe terakki ile
cümlesine biner akçe bahşiş ve yeniçeri taifesine üçer bin akçe in’âmla üçer
akçe terakki ihsânı ile tekmil-i rüsûm-ı nevâziş buyuruldı”141
Yıllarca eşi Yavuz’dan ayrı, oğlu Süleyman’ın yanında sancak sancak dolaşan
Valide, Şehzade’si padişah olmak için İstanbul’a gidince bir müddet Manisa’da
kalmıştır. Ardından Hafsa Sultan, oğluna bir mektup göndermiş ve kendisini en kısa
zamanda yanına aldırmasını istemiştir.142 Mektubunun bir yerinde “Benim âfitâb-ı
devletim! Mercûdur ki saadetli bâşın için bu gurbetten, bu firkatten halâs edip serir-i
saltanata cülûs ettikde âcilen bu muhliseyi rü’yet-i cemâlin ile müşerref ve mütena’im
edesin ki ömr-i cihan sensiz haramdır.”yazmaktadır. Kanunî de Validesini kısa sürede
İstanbul’a aldırmıştır.

Kanunî Döneminin savaşlarını ve siyasi tarihini anlatırken, İnalcık; “1520’de


Süleyman tahta çıktığı zaman İslam âleminde kazanılmış yeni durumu korumak için,
ataları gibi gaza alanında büyük başarılar göstermeli idi.”143 diyerek durumu ortaya
koyar.
Kanunî’nin tahta çıktıktan sonraki ilk icraatları ise Mehmed Efendi’nin
İbtihâcü’t-Tevârih adlı eserinde şöyle anlatılmıştır:
“Gelibolu Valisi Kaptan Cafer Ağa, halkın malını mülkünü
ellerinden zorla almış ve kan dökerek onlara zulmetmişti. Haksız olarak
aldığı mallar eksiksiz olarak kendisinden alınarak sahiplerine iade edildi ve
kendisi de idam edildi. Bunu gören diğer emir ve valilerin içleri korkuyla
doldu. Zalimler yaptıkları zulümlerden dolayı perişan oldular. Mazlumlar,
zayıflar ve fakirler sürurla doldu…”144

Yavuz Sultan Selim Han (1512-1520) zamanında Osmanlı Devletinin doğu


hudutları emniyete alınmıştı. Bu sebeple Kanunî Sultan Süleyman Han, doğudan emin
olarak ilk seferlerini Avrupa üzerine yaptı. Macar Kralı II. Layoş’un, Kutsal Roma
Cermen İmparatoru Şarlken’e güvenerek, Osmanlı elçisine düşmanca davranması
üzerine, Orta Avrupa’nın kilidi sayılan ve önceki devirlerde üç defa kuşatılıp

141
Kapanşahin, s.31(İbtihâcü’t-Tevârih, v.43a).
142
Bu mektuba tezimizin Zamanın Tanıkları Mektuplar bölümünde değinilecektir.
143
Halil İnalcık, Devlet-i ‘Aliyye, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2009, s. 150.
144
Kapanşahin, s.31,(İbtihâcü’t-Tevârih, v.43a).
35

alınamayan, Belgrat üzerine sefere çıktı. 18 Mayıs 1521’de İstanbul’dan hareket eden
Kanunî Sultan Süleyman Han, 29 Ağustos’a kadar şehrin çevresindeki kaleleri
fethettirdi. 29 Ağustos 1521 (H. 25 Ramazan 927)’de Belgrat Kalesi de teslim
alınarak, 30 Ağustos Cuma günü, şehrin en büyük kilisesi camiye çevrilip, Cuma
namazı kılındı. Belgrat’ın imarı için hazineden büyük yardımlar yapıldı. 145
Rodos Adası, Osmanlı Devletine karşı Papalık başta olmak üzere, Hıristiyan
devletler ve asilerle devamlı münasebette bulunan, Osmanlı deniz ticaretine ve
Müslümanların hacca gitmelerine engel olan, Haçlı şövalyelerinin idaresinde idi.
Anadolu sahillerine baskın düzenleyen korsanların da barınağı durumundaydı. Bütün bu
sebepler üzerine 700 gemiden meydana gelen Osmanlı donanması, önce İkinci Vezir
Mustafa Paşa kumandasında Rodos’a gönderildi.
Sultan Süleyman ise 16 Haziran 1522 tarihinde İstanbul’dan Kapıkulu ve
Tımarlı sipahileriyle karadan yola çıktı. 28 Temmuz’da Marmaris’ten Rodos’a geçen
Sultan, kalenin teslimini şövalyelerden istedi. Antlaşma ile Rodos’un teslimi kabul
edilmeyince 29 Temmuz’da muharebe başladı. Osmanlı topçu ve lağımcısının
çalışmalarıyla Rodos’un bütün istihkâmları, Türklerin eline geçince, başşövalye
antlaşma ile adayı Osmanlılara teslim etti. Rodos Kalesi, Aralık 1522 sonunda
bütünüyle Türk hakimiyetine geçen Rodos adasındaki üç bin kadar Müslüman esir
kurtarıldı. 146
Padişahlığının ilk yılları için şunları nakledilmektedir;
“Ocak 1523’te İstanbul’a dönen padişah, Selim döneminden beri
vezir-i azam olan Piri Mehmed Paşa’yı Haziran ayında emekliye ayırarak,
Pargalı bir Rum olan “Nedim-i yârı, mahrem-i esrarı” Hasodabaşı Frenk
İbrahim Ağa’yı vezirlik rütbesiyle vezir-i azam atadı. Süleyman’a Manisa
valiliğinden beri arkadaş ve sırdaşlık eden İbrahim Paşa’nın bu beklenmedik
yükselişi, dedikodu ve eleştiri konusu oldu.” 147
Gelenek uyarınca vezir-i azam olması gereken İkinci Vezir Ahmed Paşa ise
vali olarak gönderildiği Mısır’da Ocak 1524’te isyan ederek bağımsızlığını duyurmuştu.
Bu ayaklanmanın bastırıldığı, Ahmed Paşa’nın kesik başının İstanbul’a gönderildiği
günlerde başkent, tarihin en görkemli düğünlerinden birine tanık olmuştur. 22 Mayıs
1524’te başlayan ve 5 Haziran’a kadar süren bu düğünde İbrahim Paşa, Sultan

145
Peçevi, c. I, s. 53-55.
146
Peçevi, c. I, s. 56-57, Sakaoğlu, s. 146.
147
Sakaoğlu, s. 146.
36

Süleyman’ın kızkardeşi Hatice Sultanla evlenmiş düğün devam ederken Şehzade


Selim’in dünyaya gelmesi coşkuyu daha da artırmıştır.
Veziriazam İbrahim Paşa düğününden sonra gerekli hazırlıkları yaparak
donanmayla Mısır’a hareket etti. Sultan Süleyman ise kışı geçirmek ve avlanmak için
Edirne’ye gitti. Mart 1525’te İstanbul’a dönen Padişah Kâğıthane ve Terkos taraflarında
avlanırken yeniçeriler kentte ayaklanma başlattılar. 25 Mart günü Vezir Ayas Mehmed
Paşa’nın, Defterdar Abdüsselam Çelebi’nin konaklarını, bazı devlet ricalinin evlerini,
gümrük ambarlarını ve İbrahim Paşa’nın sarayını yağmaladılar. Sultan Süleyman çok
sert önlemler aldırtarak ayaklanmayı bastırdı. 148 Mısır’ı düzene koyan İbrahim Paşa’nın
6 Eylül günü İstanbul’a dönüşü görkemli olmuştur.149
Mohaç Seferi; Macar Kralı II. Layoş’un; Şarlken ile akrabalık kurup, Osmanlı
Devletine karşı İran Safevi Devleti ve Sultan Süleyman Hanın hâkimiyetindeki Eflak ve
Boğdan beylikleriyle ittifak kurması, Papalığın Haçlı ruhu ile Hıristiyanları kışkırtması
ve esir Fransız Kralı için annesinin, Osmanlı Sultanından yardım istemesi üzerine tertip
edilmiştir. 23 Nisan 1526’da İstanbul’dan hareket eden Kanunî, Macar Kralı II.
Layoş’un ordusu ile Tuna kıyısındaki Mohaç düzlüğünde 29 Ağustos 1526’da ikindi
vakti muharebeye başlamış ve meydan muharebesi birkaç saat içinde Macar ordusunun
yenilmesiyle sonuçlanmıştır. Macaristan Krallığının başşehri Budin (Budapeşte) dahil
Macaristan, Erdel (Transilvanya) Türklerin hakimiyetine geçmiştir.150
Mohaç Zaferi’nden sonra Osmanlı padişahının, Budin muhafazasına ahalinin
de arzusuyla tayin ettiği, Erdel Voyvodası Zapolya’ya karşı, Viyana Arşidükü
Ferdinand, Macar kralı olmak için harekete geçmişti. Ferdinand 1527’de Macaristan’a
girip Zapolya’yı mağlup ederek, Budin’i işgal etti. Macaristan’daki hudut hadiseleri ve
Zapolya’ya yardımda bulunmak üzere Sultan Süleyman Han, 10 Mayıs 1529’da
Avusturya Seferine çıktı. Ferdinand’ın işgalindeki Budin, 8 Eylül 1529’da teslim
alındı. Zapolya 14 Eylül’de Osmanlıya sadık kalmak şartıyla Kral Yanoş ünvanıyla
Macar tahtına geçirilmiştir. Osmanlı Ordusu 22 Eylülde Avusturya’ya girdi ve 25
Eylül’de Viyana önlerine geldi. Viyana’nın teslimini isteyen Sultan Süleyman Han,
teklifin kabul edilmemesi üzerine; 27 Eylül 1529’da şehri kuşattı. Mevsim ve şartların
elverişsiz olması üzerine Osmanlı padişahı, ordusuyla 16 Ekim 1529’da Viyana’dan
Budin’e hareket etmiştir. 21 günlük bir kuşatmanın ardından muvaffak olamayarak geri

148
Sakaoğlu, s. 146.
149
Peçevi, s.64-66; Y.Yücel ve A.Sevim, s.159-161.
150
Peçevi, c. I, s. 66-76; Sakaoğlu, s. 147.
37

döndü.151 Bu sonuçsuz kuşatmanın ardından İstanbul’a dönen Kanunî, dört şehzadesinin


sünneti için görkemli bir şenlik tertip ettirmiştir. Bu şenlikteki asıl amacın, ordunun
güvenini tazelemek ve zafer kazanılmadan dönülen seferin etkilerini silmek olduğu
söylenmektedir.152
Sultan Süleyman, Batı’daki gelişmeler üzerine Nisan 1532’de, Ferdinand’dan
çok, Alman İmparatoru Şarlken’e “haddini bildirmek”, ordusunun ve kendisinin
“yüceliği”ni tüm Avrupa’ya bir kez daha ispat etmek amacıyla; Osmanlı tarihçilerinin
Alaman Seferi olarak adlandırdığı bu sefere çıkmıştır.153
Kanunî, Avrupa sınırlarımızı, Eğri ve Estergon Kalelerine kadar Macarisan’ı,
Eflak ve Boğdan Beyliklerini, Kırım Hanlığından Lehistan’a kadar uzanan geniş stepleri
içine alacak şekilde büyütmüştür. Avusturya Devleti ve Venedik Cumhuriyeti vergi
ödemek zorunda bırakılmıştır. Avrupa kıtasında at koşturan Sultan Süleyman, haklı bir
üne kavuşmuş ve önünde krallar dize gelmiştir. Şarlken onunla karşılaşmamak için kıyı
kıyı kaçmış, Fransa Kralı Fransuva kendisine yardım etmesi için yalvarmış, İspanya ve
Venedik dostluk tekliflerinde bulunmuşlardır. Boğdan seferinin ardından da Şehzade
Bayezid ve Şehzade Cihangir’in sünnetleri ve Mihrimah Sultan’ın düğünü (1539)
vesilesiyle on beş gün süren şenlikler yapılmıştır.154
Kanunî, batıda Hıristiyan Avrupa devletleri ile mücadele ederken, İran’daki Şii
Safevi Devleti de, Mukaddes Roma-Cermen Devletiyle Osmanlılara karşı ittifak
kurmuşlardı. Doğu Anadolu’da sınırlara saldırıp, Sünni ahaliye zulmediyor, Safevi
ajanları Osmanlı ülkesinde faaliyet gösterip, Celaliler vasıtasıyla iç isyanlar çıkarmak
istiyorlardı. Şah Tahmasb’ın bu düşmanca davranışları yüzünden Sultan Süleyman Han,
harekete geçti. 27 Ekim 1533’te Veziriazam İbrahim Paşa'yı İstanbul’dan doğuya
gönderen Sultan’ın kendisi de, baharda sefere çıktı.
11 Haziran 1534’te İstanbul’dan hareket eden Kanunî Sultan Süleyman Han,
20 Temmuzda Konya’ya geldi. Konya’da Mevlana Celaleddin Rumi’nin türbesini
ziyaret edip, Kayseri-Sivas-Erzincan yoluyla 27 Eylülde Tebriz’e girdi. 24 Kasım
1534’te Bağdat’a giren Osmanlı ordusunun ardından, Azamiyye’de İmam-ı Azam’ın
kabrini ziyaret edip, büyük bir türbe yapılmasını emrettikten sonra, Kanunî Sultan
Süleyman Han, 30 Kasımda şehre girdi. Bağdat’ta ahalinin, âlimlerin, kumandanların ve
151
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c.II, s.329-330.
152
Metin And, Kırk Gün Kırk Gece, Taç Yayınları, İstanbul 1959, s.16.
153
Özlem Kumrular, “İspanyol Kaynakları Işığında Kanunî’nin Alaman Seferi I: Türk Geliyor”, Tarih
ve Toplum Dergisi, cilt 36, Sayı 216, Aralık 2001, s.27.
154
Ocak, s. 64.
38

devlet adamlarının bulunduğu bir sırada şükür ifadesi olan dini merasim yapılarak,
ihsanlarda bulunuldu.
1534-1535 kışını Bağdat’ta geçiren Sultan, Şah Tahmasb’ın Van istikametinde
olduğu haberi üzerine, harekete geçti. 1 Temmuz 1535’te Tebriz’e gelen Osmanlı
Sultanı, devamlı kaçan Şah Tahmasb Safevi’yi takib için İran içerisine girildiyse de
karşı çıkan olmadı. Avrupa devletlerinde ve Safevilerden elçi heyetlerini kabul eden,
Sultan Süleyman Han, dönüşünde de Mevlana Muhammed Şems-i Tebrizi’nin makamı
dahil mübarek beldeleri ziyaret ederek Tebriz-Diyarbekir-Antakya-Adana-Konya
yoluyla 8 Ocak 1536’da İstanbul’a geldi.
Irak-ı Arab ve Irak-ı Acem fethedildiği için “İki Irak seferi” manasında
Irakeyn Seferi adı verilen bu hareketin neticesinde, bölgedeki Şii Safevi hakimiyeti
sona erdirilip, Bağdat dahil Basra, Osmanlı ülkesine katıldı. 155
Sultan Süleyman onüç sefere katılmış ve savaş meydanlarında ordusunun
başında senelerini geçirmiştir. Hayatı seferler ve zaferlerle dolu olan Kanunî’nin
dönemindeki siyasi ve askeri tarihi, fetihlerinin listesini, İsmail Hami Danişmend'in
"İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi"ne göre vererek bitirelim:
1- Belgrad Seferi: 18 Mayıs 1521-19 Ekim 1521 (5 ay 1 gün)
2- Rodos Seferi: 16 Haziran 1522-29 Ocak 1523 (7 ay 13 gün)
3- Mohaç Seferi: 23 Nisan 1526-13 Kasım 1526 (6 ay 20 gün)
4- Viyana Seferi: 10 Mayıs 1529-Varış 16 Aralık 1529 (7 ay 6 gün)
5- Alaman Seferi: 25 Nisan 1532-21 Kasım 1532 (6 ay 26 gün)
6- Irakeyn Seferi: 11 Haziran 1534-8 Ocak 1536 (1 yıl 6ay 27 gün)
7- İtalya (Pulya) Seferi: 17 Mayıs 1537-22 Kasım 1537 (6 ay 5 gün)
8- Boğdan Seferi: Hareket 8 Temmuz 1538-27 Kasım 1538 (4 ay 19 gün)
9- Budin Seferi: 20 Haziran 1541-27 Kasım 1542 ( 5 ay 7 gün)
10- Estergon Seferi: 23 Nisan 1543-16 Kasım 1543 (6 ay 23 gün)
11- İkinci İran Seferi: 29 Mart 1548-11 Aralık 1550 (1 yıl 8 ay 12 gün)
12- Nahçıvan Seferi: 28 Ağustos 1553-31 Temmuz 1555 (1 yıl 11 ay 3 gün)
13- Zigetvar Seferi: 1 Mayıs 1566-7 Eylül 1566 (4 ay 6 gün)

Toplam: 10 yıl 2 ay 15 gün

155
Peçevi, c.I, s. 128-139.
39

2.6. Kanunî Sultan Süleyman’ın Ölümü ve Defni

Avusturya’daki gelişmeler üzerine, Sadrazam Semiz Ahmed Paşa’nın


vefatından sonra veziriazam olan Sokullu Mehmed Paşa’nın da savaşa taraftar olması
sebebiyle Kanunî harp ilan etmiştir. Sultan Süleyman ihtiyarlığı yüzünden on üç
seneden beri sefere çıkmamaktaydı. Şehzadelerinin ölümleri ve Hürrem Sultan’ın vefatı
da onu yorgun düşürmüştü.156
Sultan Süleyman’ın senelerdir bacaklarında bulunan rahatsızlıktan muzdarip
olduğu Hürrem Sultan’ın mektuplarından da anlaşılmaktadır. Hemen hemen bütün
kaynaklarda Sultan Süleyman’ın nikris (gut veya damla) ve artrit hastalıklarından
muzdarip olduğunu yazmaktadır. Bu rahatsızlık zaman zaman şiddetli ağrılar şeklinde
gelen ve ayaklarda açık yaralara sebep olabilen bir seyir takip ettiğinden dolayı Kanunî,
1553-1554 Nahcivan Seferi’nde yolun bir kısmını bir tahtırevanla gidebilmişti.
Ölümüne de nikris hastalığının komplikasyonlarının sebep olduğu bilinmektedir.157
Sefer için 1 Mayıs 1566’da yola çıkan Kanunî ihtişamlı bir törenle, bir daha
göremeyeceği İstanbul’dan ayrılmıştı. 5 Ağustos günü Padişah ve ordu Zigetvar’a
ulaşmıştı. 90.000 asker ve 300 topun bulunduğu orduya son kez atına binerek hücum
emrini veren Kanunî, 5 Eylül’ü 6 Eylül’e bağlayan gece hayata gözlerini yummuş,
Padişah’ın ölümü devam eden savaş sebebiyle askerlerden gizlemişti. 158
Tahtın tek varis olarak II. Selim kalmıştı, kardeşler arasında bir problem
çıkması durumu söz konusu değildi ancak seferde olan orduda disiplinsizlik olmaması
ve herhangi bir isyan çıkmaması için padişahın ölümü duyurulmamıştı. Hatta öldüğünün
anlaşılmaması için 8 Eylül günü Divan toplanmış, zafer yazıları padişah tarafından
gönderiliyormuş gibi eyaletlere gönderilmişti.
Şehzade Selim, Manisa’dan yola çıkmış Belgrad yakınlarında Başvezirle
buluşunca Padişah’ın öldüğü duyurulmuştu. Kanunî de seferlerinde şeyhler
bulundurmuştur. Son seferi olan Zigetvar seferinde ünlü Nureddin-zade Şeyh
Muslihiddin de bulunmuş ve cenazesini, İstanbul’a o getirmiştir.

156
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c.II, s.409.
157
Armağan, Bilinmeyen Yönleriyle Osmanlı Padişahları, s.76; Metin Kunt, “Sultan Süleyman ve
Nikris”, Haz: Özlem Kumrular, Kitap Yayınevi, İstanbul 2007, s. 93-99.
158
Colt, 160-162.
40

III. BÖLÜM

KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN’IN HAYATINDAKİ KADINLAR VE KANUNÎ


ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

3.1. ANNESİ: HAFSA VALİDE SULTAN

Osmanlı Sarayında yaşamış pek çok Valide Sultan gibi, Hafsa Sultan’ın hayatı
hakkında da fazla bilgi yoktur. 1534’te elli altı yaşında vefat ettiği bilindiği için doğum
tarihi 1478-1479 olarak tahmin edilmektedir. Belgelerde adının Ayşe Hafsa bin
Abdülmuin, yani baba adının Abdülmuin, Abdülhay veya Abdurrahman şeklinde kayıtlı
olması cariye olarak saraya girdiğini göstermektedir.159

Manisa’da yaptırdığı Sultaniye Külliyesi’nin 1522 tarihli vakfiyesinde “Hafsa


bin Abdülmuin”160 olarak geçmesi sebebiyle Uluçay da onun cariye olduğunu
savunur.161 Yine Uluçay aynı kitabeye dayanarak; Hafsa Sultan’ın kesin olarak
devşirme olduğunu yazmıştır. 162 İlber Ortaylı, Hafsa Sultan’ın şeceresinin son yıllarda
tartışıldığını, ancak hanedandaki en son mavi kanlı prenses olarak tanımlar.163

159
Ali Haydar Bayat, “Hafsa Sultan”, T.D.V.İ.A., c.15, İstanbul 1997, s.122; Can Alpgüvenç, Hayırda
Yarışan Hanım Sultanlar, Kaynak Yayınları, İzmir 2010, s.35.
160
Osmanlı İmparatorluğu’nda Saraya alınan cariyelerin kayıtları tutulurken babalarının isimleri
Abdullah, Abdurrahman, Abdulmuin gibi Allah’ın kulu anlamına gelen kelimelerden seçilirdi. Bunun
birkaç sebebi vardı. Cariyeler küçük yaştaki savaş esirleri olduğundan babalarının ismi gerçekten
bilinmiyordu. Bir diğer sebep sonradan Müslüman oldukları için muhtemelen babalarının adı farklı
dinlere ait isimlerdi. Kayıtlarda Müslüman ismi kullanılması onların İslamiyeti seçmesinden
kaynaklanmaktadır. Bir de eğer nereden geldiği ve ailesi tam olarak kayıt altına alınsaydı padişahlara eş
ve anne olan bu cariyelerin akrabaları saltanatta hak iddia edebilirdi. Kâmil Kepecioğlu da vesikalarda
babasının isminin Abdullah, Abdurrahman ve Abdülmennan olarak geçmesinden hareketle
Mâhidevran’ın bir cariye olduğu kanaatine varmıştır. (Kâmil Kepecioğlu, “Mahidevrân Sultan’ın Azaplı
Günleri”, Vakıflar Dergisi, II, Ankara 1942, s. 404, 406.)
161
Çağatay Uluçay, Padişahın Kadınları ve Kızları, Ankara 1985, s.30.
162
Çağatay Uluçay, “ Kanunî Sultan Süleyman ve ailesi ile ilgili bazı notlar ve vesikalar” Kanunî
Armğanı, Ankara 1970, s.231.
163
Ortaylı, Mekânlar ve Olaylarıyla Topkapı Sarayı, s.196.
41

Bazı tarihçiler, onun Kırım Hanı Mengli Giray’ın kızı olduğunu yazarlar.
Vakfiyesinde adı “Hafsa binti Abdülmuin” yazdığı için, bu durum onun, Çerkez cariye
olduğu düşüncesine güç kazandırmaktadır.

Yavuz’un, Kırım Hânı Mengli Giray Hanın kızı Ayşe Hanımla evlendiğini
belirten eserler; bu prensesten 1494’e doğru Gevherhân Sultan adlı kızı doğduğunu
kaydeder.164 Downey; “Süleyman’ın annesi, güzel Hafsa Hatun, Selim’in bakışı altında
titrememiş olan, Allah’ın bir tek kulu olma şöhretine malikti. Şüphesiz ki o bir Çerkes
veya bir Gürcü kızıydı, zira güzellikleri gönül kapan, mahmur gözlü Kafkas kadınları,
ekseriya Şehinşah sarayında Gözde oluyorlardı yahut belki de Kırım Hanları
sülalesinden bir Tatar kızıydı.”demektedirler.165

Şehzade Yavuz Selim’in eşlerinden birinin isminin Ayşe Hafsa Hatun olduğu
ve bu eşinden sırasıyla Sultan Süleyman, Hadice Sultan (1496?-1582), Hafsa Sultan
(1500?-1538), Fatma Sultan (ö.1556) adlı çocuklarının olduğu, bazı kaynaklarda
mevcuttur. Şah Sultan denen Devlet-Şâhi Sultan’ın (ö.1572) ve Beyhan Sultan’ın
(ö.1558) annesini ise bilinmediği yazılıdır.166

1485’te Mengli Giray’ın kızının Yavuz Sultan Selim Han’la evlendiği, adı
Ayşe olarak kayıtlara geçen bu hanımından başka Yavuz’un üç eşi daha olduğu167 yazsa
da kaynağın güvenililiği konusu net değildir.

Haremin En Seçkin Gözdesi olarak nitelendirilen Hafsa Sultan’la ilgili;

“Hafsa Sultan –ihtimaldir ki- 1488-89 yılları civarında, Tatar


akıncılarının Ukrayna ya da Polonya içlerine yaptığı akınlarda esir alınarak,
Osmanlı’nın zeki ve kalıba sığmaz şehzadesi Selim’in, Trabzon sarayındaki
haremine takdim edilmişti. Ayşe Hafsa adı verilen bu güzel cariye, saraydaki
tecrübeli hocaların nezaretinde, kısa zamanda eğitilerek, Şehzade Selim’in
haremine layık bir seviyeye getirildi. Aradan beş yıl geçti. Küçük Hafsa
büyüdü, serpildi, güzelleşti. Öyle ki güzelliğiyle harem halkının gözlerini
kamaştırıyor; zekası, kabiliyeti ve ağırbaşlılığıyla bütün dikkatleri üzerinde
topluyordu. 6 Kasım 1494 hem Şehzade Selim’in hem de Hafsa Sultan’ın en

164
Öztuna, Kanunî Sultan Süleyman, s.1.
165
Downey, s.7.
166
Öztuna, Kanunî Sultan Süleyman, s.1.
167
http://www.kirimdernegi.org (25.12.2011) (TÜMKA Kırım Derneği Dergisi, Eylül-Ekim 2005, sayı 35,
s.17)
42

saadetli günü oldu. O gün, yıllar sonra Batı’nın “Muhteşem Süleyman” diye
tavsif edeceği, Şehzade Süleyman dünyaya gelmişti. Bu mutlu olay, 24
yaşındaki Selim’in, 16 yaşındaki genç zevcesi Ayşe Hafsa’ya olan sevgisini
bir kat daha arttırmıştı.”168

Yavuz Sultan Selim, ünlü,

“Şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan,


Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek”169 mısralarını Hafsa Sultan için yazdığı
ve Hafsa Sultan’ın çok güzel bir hanım olduğu söylenmektedir.

Yavuz Sultan Selim’in, zeki, kuvvetli ve yakışıklı olduğu ve haremine birçok


kadının girdiği; fakat bunların arasından yalnız Hafsa Sultan’ın zekası, güzelliği ve
Kanunî gibi bir evlat sahibi olması dolayısıyla tarihe mal olduğu açıktır.170

Hafsa Sultan, 1493 yılından Şehzade Süleyman’ın Kefe Sancakbeyliğine tayin


edildiği 5 Temmuz 1509 tarihine kadar on altı yıl, Trabzon sarayında, eşi Şehzade
Selim’le birlikte yaşamıştır. Kırım’da üç yıl kalan Valide, Şehzade Selim’in tahta
çıkması üzerine, Şehzade Süleyman’ın Saruhan Sancakbeyliğine atanmasıyla beraber
oğluyla birlikte Manisa’ya gelmiştir.171

I. Selim’in Validesi Gülbahar Sultan, tahta çıkışından yedi sene evvel M. 1505-
1506 yılında (H. 911) Trabzon’da vefat etmişti. 172 Kanunî’nin yetişmesinde emeği olan
Gülbahar Sultan, oğlunun padişahlığını görememişti.

Valide Sultanlarla ilgili tarih kaynaklarında fazla malumat bulunmadığını daha


önce belirtmiştik. Hafsa Sultan’ın hayatından söz eden bir kaynaktan konuyla ilgili
kısmı aktaracak olursak;

“II. Bayezid padişah olduktan sonra oğullarını birer sancağa tayin


etti. Bu arada Yavuz’a Trabzon verildi. Yavuz ve Hafsa Sultan burada çok
tatlı ve renkli günler yaşadılar. Hafsa Sultan da diğer şehzade kadınları gibi
kocasının padişah olması için Tanrı’ya dua ediyor, hayaller kuruyordu.

168
Alpgüvenç, Hayırda Yarışan Hanım Sultanlar, s.37.
169
“Aslanlar bile benim pençemin kahrından helak olurken; Beni bir ceylan gözlüye esir etti felek”
170
Uluçay, Harem I, s. 75.
171
Alpgüvenç, Hayırda Yarışan Hanım Sultanlar, s.41.
172
Peçevi, c. I, s.455; Ahmet Refik Altınay, Kadınlar Saltanatı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Ankara
2005, s.18.
43

Nihayet o gün geldi çattı. Yavuz Sultan Selim 1511 yılında, tahtı ele
geçirmek için Trabzon’dan Kefe’ye gitti. Burada malum olan mücadelesine
girişti; babasını tahttan indirdi, kardeşlerini öldürdü, Osmanlı tahtının biricik
hakimi oldu. Artık Hafsa Sultan’ın hayalinde yaşayan günler gelmişti. Kocası
Osmanlı İmparatorluğunun başına geçmiş, yurdu rakiplerinden temizlemişti.
Hafsa Sultan şimdi İstanbul’da bir şehzade karısı olarak değil,
İmparatorluğun kaderini elinde tutan bir hükümdarın baş hasekisi olarak
yaşayacaktı. Rüyaları ve hayalleri ne kadar tatlı idi.” 173

Hafsa Sultan’ın, yukarıda da anlatıldığı gibi, İstanbul’a Padişah’ın Baş


Hasekisi olarak gitme istekleri gerçekleşmemiş; Yavuz Sultan Selim kısa süren
hükümdarlığı sırasında savaş meydanlarında iken o oğlunun yanında Şehzade Annesi
olarak sancaklara gitmiştir. 1511 yılından sonra eşi Yavuz’dan uzakta yaşamıştır. 174

Topkapı Sarayı arşivlerinde yazılanlara göre;

“Gerçi şehzadeler mücadelesinden kocasının galip çıktığına


memnun olmuştu. Eğer o, Ahmed’e yenilmiş olsaydı kocasını da sevgili oğlu
Süleyman’ı da kaybedeceğini çok iyi biliyordu. Fakat bu düşünce ve mantık
hiçbir zaman onu, Yavuz’a ulaşmak duygusundan alıkoyamıyordu. Bu yüzden
Yavuz Sultan Selim’e mektuplar yazıyor; sevgisini, çektiği çileleri, ayrılığa
dayanamadığını yana yakıla anlatıyordu.175

Hafsa Sultan’ın, bu konuyla ilgili Yavuz’a yazdığı mektup da arşivlerde


kayıtlıdır. Bu mektuplarına rağmen Yavuz’un aileye, saraya hatta tahta ayıracak vakti
olmamıştır. Cepheden cepheye koşan büyük kumandan sekiz yıllık hükümdarlığında
imparatorluk sınırlarını iki buçuk kat genişletmişti. Eşinden ümidi kesen Hafsa Sultan
da tüm ilgisini oğlu Şehzade Süleyman’a yönlendirmişti. 176

Yavuz Sultan Selim 22 Eylül 1520 günü yine bir sefer hazırlığında iken Çorlu
yakınlarında hayata veda edince, hanedanın tek varisi olan Şehzade yirmi altı yaşında
İstanbul’a gelerek tahta geçti.

173
Uluçay, Harem I, s. 75-76.
174
Alpgüvenç, Hayırda Yarışan Hanım Sultanlar, s.43.
175
Uluçay, Harem I, s. 76
176
Alpgüvenç, Hayırda Yarışan Hanım Sultanlar, s. 44-45; Mektubun metni için bkz. tezimizin Zamanın
Tanıkları Mektuplar bölümü
44

Oğlu tahta cülus etmek için İstanbul’a giden Hafsa Sultan, Manisa’dan
evladına mektup gönderdi ve durumunu arz etti.

“Ayrılık ateşiyle, hasret denizinde boğulmuş şu çaresizden


sorulsa şöyle derim: Varlığımın neticesi, gözlerimin nuru, canımın içi ve
hayatımın sermayesi olan senden ayrılalı asla ferah ve saadet içinde
değilim. Değerine paha biçilmez aziz ömrümün artık hiçbir kıymeti
kalmamıştır! Gül bahçesinden veya saadet bostanından yahut öz
vatanından ayrı düştüğü için ağlayıp inleyen bülbül gibi feryat ediyor,
inliyorum… Şimdi bütün dünyam karmakarışık…

Ey devletimin güneşi! Senden saadetli başın için hem rica


ediyor, hem ümit ediyorum ki; beni bu gurbetten, bu ayrılık ateşinden
kurtar! Saltanat tahtına oturduğunda, acilen, bu samimi, bu içten dostunu
da varlığınla sevindir. Güzel yüzüne yeniden kavuşmak, onu tekrar
görmekle şereflendir, böyle nimetlendir. Şunu bilesiniz ki sensiz geçen
günlerim bana haramdır.”177

Hafsa Sultan belki Yavuz’a yazdığı mektubu ile istediğini elde edememişti.
Ama oğluna yazdığı mektubu, onun isteklerine kavuşmasına vesile olmuştu. Kanunî
tahta geçmesinin ardından annesini İstanbul’a saraya aldırmış ve Valide Sultan olarak
kendisine tayinat bağlanmıştı. Şimdi Sarayın idaresi Hafsa Valide Sultan’dan
soruluyordu. Eşine yazdığı mektupların altına “Zaife-i Nahife Cariyeniz” diye imza
atan Hafsa Sultan, artık oğluna yazdığı mektupları “El-Mütevekkil alel-Allah Valide-i
Sultan Süleyman Şah” diye ihtişamlı bir şekilde imzalıyordu. Devlet defterlerinde
unvanı “Hazret-i Hatun-ı Muazzama-i Cihan, Valide-i Hazreti Hullide Mülkehu”
şeklinde yazılıyordu.

Hafsa Sultan’ın kudreti hakkında bir yabancı yazar şöyle demektedir;


“Şehinşah-ı Cihan (Cihanın Şahlar Şahı), sayısız kölelerle dolu bir sarayın kayıtsız
şartsız hakimiydi. Yalnız annesi Hafsa Hatun’un yani Valide Sultanın, karşısında
saraydaki herkes tam bir itaate mecbur idi.”178

Sultan Süleyman tahta çıkınca sevgili annesini de İstanbul’a getirtip hareminin


başına getirmişti. Hafsa Sultan, Mehd-i ulya-yı saltanat olmuş, kocası zamanında

177
Alpgüvenç, Hayırda Yarışan Hanım Sultanlar, s. 47; Mektubun metni için bkz. tezimizin Zamanın
Tanıkları Mektuplar bölümü.
178
Downey, s.28.
45

erişemediği ikbal mevkiine geçmişti. Trabzon’da ve Manisa’da bir şehzade yanında


yaşamıştı. Hafsa Sultan artık ülkelere, iklimlere hükmeden bir İmparatorun sarayını
kumanda etmeye başlamıştı. Sarayda kendisine herkesin hürmet ettiği Valide Sultan’ın
bu saltanatı, ölüm tarihi olan 1534 yılına kadar devam etmiştir.179

Güzelliği kadar üstün kişiliği ve hayırseverliğiyle de tanınan Valide Sultan,


kendi döneminde saray entrikacılarına fırsat bırakmadı. Öldüğünde, Sultan Selim Camii
haziresinde, kocası Yavuz’un yanındaki kendi türbesine gömüldü.

19 Mart 1534’te (H. 4 Ramazan 940)180 annesini kaybeden Süleyman, 15


Haziran 1534’te Üsküdar ordugâhından, Irakeyn Seferi için hareket etti. Van,
Bağdad, Tebriz kentlerinin fethiyle sonuçlanan bu uzun sefer, bir buçuk yıl sürdü.181

3.1. Hafsa Valide Sultan’ın Hayırseverliği

Hayırseverliği ile tanınan ve bıraktığı eserler günümüze kadar oluşan Valide


Sultan, oğlunun Şehzadelik yaptığı Saruhan Sancağında bir külliye yaptırmıştır. 1513’te
cami, medrese, sıbyan mektebi, imaret, hankâh, darü’ş-şifa ve hamamdan meydana
gelen büyük bir külliyenin inşasına başlamıştı. Sultaniye Külliyesi adıyla bilinen
yapıların bir bölümü on yıl içinde tamamlandı. Hamam ve darü’ş-şifa, Valide Sultan’ın
vefatından sonra Kanunî tarafından tamamlanmıştır.182

Külliyesinin, medrese, hamam ve darüşşifadan oluşan bölümü Cumhuriyet


döneminde Vakıflar Genel Müdürlüğünce onarılmıştır. Hafsa Sultan’ın tasvirine
uyularak, Ressam Muammer Sayguner tarafından yapılan portresi, Türkiye’de ilk tıp
tarihi müzesi kavramında açılan Darüşşifası’ndaki şeref köşesine özel bir törenle
yerleştirilmiştir.(26 Nisan 1969)

Osmanlı İmparatorluğunu sağlam temeller üzerine oturtan vakıf teşkilatının


örneklerinden olan Sultaniye Külliyesi, Manisa’nın sosyal ve ekonomik tarihinde
önemli bir yere sahiptir. Hafsa Sultan, Manisa’ya ve Türk sanatına, Sultaniye Cami gibi

179
Uluçay, Haremden Mektuplar I, s. 78.
180
Peçevi, s. 127.
181
Necdet Sakaoğlu, Bu Mülkün Sultanları 6 Osmanlı Padişahı, Oğlak Bilimsel Kitaplar, İstanbul 1999,
s.151.
182
Alpgüvenç, Hayırda Yarışan Hanım Sultanlar, s. 49.
46

bir şaheseri hediye etmekle yetinmemiş, camiye cemaat toplamak için Ali Bey Bahçesi
denilen arsadan yirmi evlik yer ayırarak, ev yapmak isteyen kimselere icar yöntemi ve
cüz’i para ile satmayı şart koşmuştu. Kanunî de bu parseller üzerinde ev yapanları
Tekâlif-i Divâniye ve Avârız-ı Sultaniye’den (olağanüstü hallerde özellikle savaş
sebebiyle alınan geçici vergi) muaf tutmuştu. Bu sebeple o arsaya kısa zamanda bir
mahalle kurulmuştur.183 Valide Sultan yaptırdığı bu külliyeye muazzam bir gelir
kaynağı da bağışlamıştır.184

3.2. Hafsa Valide Sultan’ın, oğlu Sultan Süleyman Üzerindeki Etkileri

3.2.1. Yetişme Dönemindeki Etkileri

Bir evladın büyümesinde ve yetişmesinde annesinin payının ne kadar büyük


olduğu hususunda kimsenin kuşkusu yoktur. Bu evlat, bir padişah evladı ve aynı
zamanda bir padişah adayı olsa da bu böyledir. Hafsa Sultan, kayınvalidesi Gülbahar
Hatun’la beraber oğlunun yetişmesi için ne gerekiyorsa yapmıştır. Yavuz gibi sert
mizaçlı bir babanın evladı olan Süleyman, kendisine düşkün bir annenin yoğun ilgi ve
alakasıyla yetişmiştir. Sultan Süleyman, iç dünyasının manevi büyüklüğünü, halkına
karşı olan adalet ve merhamet duygusunu annesine borçludur.185

Dönemin geleneklerine göre Osmanlı şehzadelerinin bir sanat dalı ile


uğraşması adettendi. Şehzade Süleyman’a da kuyumculuk sanatını öğrenmesi için
dönemin önemli kuyumcularından bir hoca tutulmuştu. Fakat Şehzade Süleyman daha
çok tarih ve savaş sanatlarına ilgi duyuyordu. Kuyumculuk öğreten hocasıyla arasında
geçtiği söylenen hadise hayli enteresandır:

“Kuyumculuğu dikkate almayan, öğrenmekte gevşek davranan


Süleyman’a ustası bir gün: “Bu sanata ilgisizliğin bu şekilde devam ederse
seni falakaya yatırmak zorunda kalacağım” diye kızdı. Ancak bu tehdit hiçbir
işe yaramadı. Süleyman’ın ilgisizliği devam edince durum, annesi Ayşe
Hafsa Hatun’a iletildi. Hafsa Hatun oğlunun iyi yetişmesi için, hocası ile
arasına girmek istemiyordu. Ancak hocasına ileri gitmemek şartı ile ceza

183
Uluçay, “ Kanunî Sultan Süleyman ve ailesi ile ilgili bazı notlar ve vesikalar”, s.231.
184
Ayrıntılı bilgi için bkz: Alpgüvenç, Hayırda Yarışan Hanım Sultanlar, s. 57; A. Haydar Bayat,
“Manisa Hafsa Sultan Külliyesi ve Darü’ş-şifası”, Türk Kültürü, c. XVI, Ankara 1978, s.597.
185
Tekinoğlu, s.26.
47

uygulayabileceğini bildirdi. Sonuçta Süleyman ayaklarına sopa ile vurularak


uyarıldı.”186

3.2.2. Padişahlığı Sırasındaki Etkileri

Hafsa Sultan, zor durumda olanlar ve çevresinde bulunanların ihtiyaçlarıyla da


yakından ilgilenmiştir. Kanunî’ye yazdığı mektuplarda bu durum anlaşılmaktadır. Bir
örnek verirsek; Memlûklerden olup Yavuz tarafından Yûnus Paşa yerine Mısır valisi
tayin olunan Hayr-Bey veya Hayır-Bey Rodos kuşatması sırasında (1522) ölünce, karısı
Hafsa Sultan’dan yardım rica etmiş, Valide de oğluna yazdığı mektupta durumu anlatıp
gerekenin yapılmasını istemiştir.187

Bir başka hadisede de; Yavuz’un Kardeşi Şehzade Alemşah’ın188 ölümünden


sonra annesi Gülruh Kadın, yetim kalan kızlarına bakmış; fakat o da ölünce bakacak
kimseleri kalmadığından ekmeğe muhtaç vaziyete düşmüşlerdir. Bu durumu işiten
Hafsa Sultan, oğluna bir mektup yazmış, Alemşah’ın yetim kızlarına yardım etmesini
rica etmiştir. Bu mektuptan Şehzade Alemşah’ın, Ayşe Sultan ve Fatma Sultan isimli
kızları olduğu, henüz evlenmemiş oldukları anlaşılıyor.189

Hafsa Sultan’ın isteklerini yerine getirdiği anlaşılan Padişah, annesinin devletin


işlerine de müdahale etmesine müsaade etmiş, bu kültürlü ve tecrübeli hanımın
bilgilerinden istifade etmiştir. Kendisi de annesine bilgi vermek amacıyla mektuplar
yazmıştır, bunlara örnek Mohaç zaferinin ardından yazdığıdır. Ordunun yürüyüşünden,
İbrahim Paşa’nın başarısına kadar pek çok şeyi ayrıntısıyla mektubunda yazmıştır. 190

3.2. EŞİ: HASEKİ HÜRREM SULTAN

Hürrem Sultan, Osmanlı tarihinin belki de pek çok padişahından daha fazla
tanınan şahsiyetidir. İsmi anıldığında bazı kimselerin aklına ilk gelen, onun hırsı,

186
Tekinoğlu, s.27; http://www.ttk.org.tr/ ( 29.01.2012)
187
Ayrıntılı bilgi ve mektubun metni için bkz. tezimizin Zamanın Tanıkları Mektuplar bölümü.
188
Şehzade Alemşah: (d.? - ö. 1502-03) II. Bayezid'ın oğlu, Yavuz Sultan Selim'in kardeşidir. II. Sultan
Bayezid ve Gülruh Kamer Sultan'ın oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Kimi tarihçilere göre 1502 kimilerine
göre 1503 yılında vefat etmiştir. Şehzade Alemşah, Muradiye Cem Sultan Türbesi gömülmüştür.
189
Uluçay, Harem’den Mektuplar, s. 79-80.
190
Clot, s. 61.
48

dalavereleri, padişaha her dediğini yaptırması olurken; bazı kimselerin aklına ise
evlatlarının selameti için uğraşan bir anne ve onun günümüze kadar ayakta kalmış hayır
eserleri gelmektedir.

Hürrem Sultan aslında tarihin tozlu sayfaları arasında değil dünyanın gözdesi
İstanbul’un en bilinen semtinde ve bu semte adını veren külliyesinde yaşayan bir
şahsiyettir. Adına sadece Kanunî’nin değil daha pek çok şairin şiir yazdığı, hikayelere,
romanlara, tiyatro ve opera gibi sahne sanatlarına konu olmuş yaşayan bir tarihtir.191
Kimi zaman tarihçiler tarafından neredeyse vatan haini ilan edilecek kadar eleştirilen bu
cariye, hiç şüphesiz kendisinden daha uzun yıllar söz ettirecektir. Zekasının mı
güzelliğinin mi kendisini cihan hükümdarının gönül sultanı yaptığı, tam netlik
kazanmamıştır. Ancak net olarak bilinen, Osmanlı Hanedanının geleneklerine ters
düşen bir şekilde Padişahın kendisine nikâh kıymasıdır.

Hürrem Sultan anlatılırken genellikle şairane ifadeler tercih edilmiştir.


Onlardan birinde de; “Hürrem Sultan’dan önce yirmi dokuz kadın boy verdi Osmanlı
Hareminde. Şu bir gerçek ki, geçmiş kadınların hepsi birden var güçleriyle ortaya çıkıp
bağırsalar Hürrem Sultan’ın fısıltısını bastıramazlar.” denilmektedir. 192

Hürrem Sultan’ın toplumsal zihinde çok iyi bir insan olarak anılmadığı
ortadadır. Onu fettan, işvebaz, cilvebaz, entrikacı bir kadın olarak tanımlayanlar
olmuştur. Hatta ona; “Cihan padişahını avucunun içine almış, ona büyü yaptırmış, her
istediğini yaptıran Rus cadısı Rokselan” diyenler, Osmanlı hareminde, Kadınlar
Saltanatı gibi kötü bir geleneği başlattığını da iddia ederler.193

Hürrem Sultan’ın bir cariye olduğu belgelerde geçmektedir. Fakat memleketi


ve soyu hakkında farklı bilgiler vardır. Onun hayatıyla ilgili bildiğimiz pek çok bilgi
kesin kaynaklara dayanan bilgiler değildir. İslam Ansiklopedisi’nde onunla ilgili,
“Kanunî Sultan Süleyman’ın gözde zevcesidir. Avrupalı tarihçilerce Roxelan namı ile

191
Turhan Tan, Hürrem Sultan, Cumhuriyet Basımevi, İstanbul, 1973; Viorica Stircea, Kanunî Sultan
Süleyman’ın Gözdesi Hürrem Sultan, (Çev. Selim Mehmet), Roman Dizisi:22, Milliyet Yayınları,
İstanbul, 1972; Feridun Fazıl Tülbentçi, Hürrem Sultan, Tarihi Roman, İnkılap ve Aka Kitabevleri,
İstanbul, 2. Baskı, 1978; Louis Gardel, Sevenlerin Şafağı, (Çev.Ümit Moran Altan), Can Yayınları, 2.
Baskı, 1998; Oytun Turfanda ve Nevit Kodallı, Hürrem Sultan Bale, 2 Perde, Devlet Opera ve Balesi
Genel Müdürlüğü Yayınları 1976-1977 Sezonu, No:4 (Bu balenin tamamen Türk olan ilk bale olduğu
vurgulanır.)
192
Ertuğrul Burak, Cariyeler Saltanatı, Çatı yayıncılık, İstanbul 2010, s.19.
193
Burak, s.47.
49

maruf olduğu gibi yine garp eserlerinde Rossa, Roza, Rosanne ve Rvzine olarak da
kaydedilmektedir.”denmektedir. Bu suretle tesmiyesine aslının Rus olması, muasır
Venedik balyosları, Avusturya elçileri ve İtalyan seyyahları tarafından da la Rossa (Rus)
diye tanıtılmış bulunması sebep olarak gösterilmektedir. Bu hususta ilk malumat
verenlerden Pietro Bragadino, 1526’da onun Rus olduğunu bildirdiği gibi, 1534’te diğer
bir Venedik elçisi de (Daniello Ludovici) şehzadelerin annesinin Rus aslından geldiğini
kaydetmiştir.

Onun hakkında Leh, İtalyan hatta Roxelane adında bir Fransız olduğuna dair
muhtelif rivayetler vardır. Bunlardan birine göre; Hürrem Sultan, Galiçya’daki Lipa
nehri üzerindeki Robatyn kasabasındandır ve fakir bir papazın kızıdır. Muhtemelen
Yavuz Sultan Selim devrinde Kırım Türklerinin Dnester nehri, Ukrayna veya
Galiçya’ya yaptıkları bir akın esnasında esir alınmış ve bu suretle Osmanlı sarayına
gelmiştir.194 Konuyla ilgili pek çok kaynakta da Galiçya veya Ukrayna taraflarından esir
alındığı ve Osmanlı sarayına satıldığı yahut hediye edildiği kabul edilmiştir; benzer
ifadelere rastlanan bazı eserler dipnotta verilmiştir. 195

Hürrem Sultan’la ilgili, Yılmaz Öztuna ve Zuhuri Danışman ortak ifadelerinde,


adının Aleksandra Lisovska olup, Ukraynalı ve İslav ırkından geldiği, Lehistan
Krallığı’nın Rutenya vilayetine bağlı, Dinyester Nehri üzerinde, Halicz ile Lwow
(Lemberg) arasındaki Rohatyn Kasabasında doğduğu ve esir alınana kadar burada
yaşadığı kayıtlıdır. Burada Zuhuri Danışman, Hürrem Sultan’ın babasının Piskopos

194
Cahit, Baltacı, “Hürrem Sultan”, T.D.V.İ.A., c. 18, İçişleri Bakanlığı Demirbaşı No: 25326, İçişleri
Bakanlığı Kütüphanesi, Kayıt No. 170.751, İstanbul 1998, s. 593.
195
Şemseddin Sami, “Hürrem”, Kamusu’l-â’l’am: Dictionnagire Universel d’Histoire et de Géographie,
III, Mihran Matbaası, İstanbul, 1308, s. 2035; J. Von Hammer, Devlet-i Osmaniye Tarihi, (Çev. Mehmet
Atâ), Selânik Matbaası, İstanbul, 1330, c.V, s.323; Ahmet Refik Altınay, Kadınlar Saltanatı (699-1027),
Geçmiş Asırlarda Osmanlı Hayatı, (Kütüphane-i Askerî – İbrahim Hilmi), 3. Baskı, 1332, s. 51; Tayyip
Gökbilgin, “Hürrem Sultan”, Cumhuriyet Ansiklopedisi, İstanbul, 1970, c. VI, s. 1704, M. Çağatay
Uluçay, “Ülkeler Fatihi Kanunî’nin Kalbini Fetheden Hürrem Sultan”, Tarihte Güzel Kadınlar: Tarih
Dünyası Mecmuası, Tarihi Eserler Serisi No: 3, t.y., s. 75-79; Fairfox Downey, Muhteşem Süleyman,
(Çev. Ali Kemali Aksüt), Halk Basımevi, İstanbul, 1936, s.71; Fairfox Downey, Kanunî Sultan
Süleyman: Solmon le magnifique, (Çev. Enis Behiç Koryürek), Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1950,
s.85; Enver Behram Şapolyo, Osmanlı Sultanları Tarihi, Rafet Zaimler Yayınevi, İstanbul, 1961, s. 162-
172; Nejat R. Uçtum, “Hürrem ve Mihrimah Sultanların Polonya Kralı II. Zigismund’a Yazdıkları
Mektuplar” Belleten, XLIV, 176 (Ekim 1980)den ayrı basım, s. 697-704; İsmail Hakkı Uzunçarşılı,
Osmanlı Tarihi (İstanbul’un Fethinden Kanunî Sultan Süleyman’ın Ölümüne Kadar), c. 2, Türk Tarih
Kurumu Yayınları XIII. Dizi, s.16b3 (4. Baskı, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1983, s.401), Pars Tuğlacı,
Osmanlı Saray Kadınları, Türkiye’de Kadın: The Ottoman Palace Women, Cem Yayınevi, İstanbul,
1985,s. 188-189,191, 302-306; Meral Altındal, Osmanlı’da Harem, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul,
1993, s. 111-116, 139-140, 260-264; Ali Kemal Meram, Padişah Anaları, Toplumsal Dönüşüm
Yayınları, İstanbul, 1997, s. 201-212,213-233.
50

olduğundan bahsederken, Yılmaz Öztuna bundan farklı olarak sadece rahip olduğunu
kaydetmiştir. Ayrıca bu iki yazar diğer kaynaklarda geçtiği gibi Hürrem Sultan’ın
1504’te değil 1506’da doğduğunun sanıldığını, 9 yaşlarında iken Kırım Türkleri
tarafından esir edilerek, birkaç yıl Kırım Sarayında tahsil ve terbiye gördüğünü, Kırım
Hanı tarafından 1520’de Kanunî’ye takdim edildiğini ve Kanunî’den 11 yaş küçük
olduğunu ifade etmişlerdir. 196 Fakat bu yazarlar bu bilgilerin nereden alındığını gösteren
bir kaynak adı vermemişlerdir.

Hürrem Sultan’ın adı ve milliyeti ile ilgili olarak yukarıda anlatılanlara benzer
ifadeleri başka tarihçiler de kullanmıştır. Bir kısmı da Hürrem Sultan’ın bir akın
esnasında esir alınarak 14-17 yaşlarında cariye olarak Osmanlı Sarayına girdiğini veya
Veziriazam Makbul İbrahim Paşa tarafından Kanunî’ye takdim edildiğini ifade
etmiştir.197 Bunlara ilaveten Uluçay’ın belirttiği önemli bir nokta da; “Hürrem Sultan’ın,
b harflerini p şeklinde telaffuz edip, yazdığı ve bu durumun milliyetinin tayini için
çalışan filologlara yardımcı olabileceği” bilgisidir.198

Saraydaki ilk hayatı meçhul olan bu cariyeye belki de daima şen ve


mütebessim olmasından dolayı Hürrem adı verilmiştir. Ya da Âli’nin tespit ettiği gibi
Hürrem Şah denilmiştir.199 İslam-Türk terbiyesi ile yetişen sonra da cazibesi ve zekası
sayesinde Sultan Süleyman’ın gözdesi olan Hürrem’i, bazı kaynaklar güzel değil fakat
şirin diye tanımlamıştır.200

İlber Ortaylı, Osmanlı Hanedanının büyükannesi olarak nitelendirilen Ukrayna


asıllı Hürrem Sultan’a, Avrupalıların Roksolana dediği, zeki ve güzel bir kız olduğu,

196
Yılmaz Öztuna, Başlangıcından Zamanımıza Kadar Türkiye Tarihi, Hayat Kitapları 37, Tarih Serisi I,
VI, Hayat Yayınları, İstanbul 1965, s. 182; Yılmaz Öztuna, Kanunî Sultan Süleyman, Kültür bakanlığı
Yayınları; 1049 Türk Büyükleri Dizisi; 117, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1989,s. 9; Zuhuri Danışman,
Osmanlı İmparatorluğu Tarihi c. VII; İkinci Kısım Birinci Süleyman (Kanunî Süleyman), Yeni Matbaa,
İstanbul 1965, s. 39,114.
197
Alpgüvenç, İki Hanım Sultan, s.17; Uluçay, Padişahın Kadınları ve Kızları, s.34; Uluçay, Osmanlı
Sultanlarına Aşk Mektupları, s.11; Alderson, Bütün Yönleriyle Osmanlı Hanedanı, s.154.
198
M. Çağatay Uluçay, Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları, Tarih Dünyası Mecmuası Yayınlarından 2,
Şaka Matbaası, İstanbul, 1950 s.9; M. Çağatay Uluçay, Haremden Mektuplar I, Vakit Matbaası, İstanbul,
1956, s.80; M. Çağatay Uluçay, Padişahın Kadınları ve Kızları, TTK Yayınları VII. Dizi, sayı 63, TTK
Yayınları, Ankara, 1980, s. 34.
199
Mustafa b. Ahmed Âli, Künhü’l-ahbâr (basılmamış kısım), Halet Efendi 598, 128b.
200
Baltacı, s. 593; Tayyip Gökbilgin, MEB İslam Ansiklopedisi, c.V, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul
1987, s. 593.
51

çocukları tahta çıkmadan vefat ettiği halde sevgili eşi Kanunî Sultan Süleyman
tarafından kendisine, Sultan unvanı verildiğini yazmaktadır.201

Hürrem Sultan’dan söz eden bir başka kaynakta da;

“Osmanlıların “Altın Devri” olarak adlandırılan Kanunî devrinde,


Haseki Hürrem Sultan, Padişahın gözdesi, olağanüstü zeki bir yaratık,
şefkatli ve hatta bu yönden egoist denecek bir ana, kanlı politik olaylara
karıştığı söylenen bir kişi, Osmanlı egemenliğine kadın hakimiyetini,
saltanatını getirmiş, hiçbir şeyden çekinmez bir kadın olarak karşımıza çıkar.
Nasıl yorumlanırsa yorumlansın, yabancı ülkelerde bile, kadın
hükümranlığını bayrağını elinde tutan ilk kadınlardan birisi olduğuna şüphe
yoktur.”202

Mekkî onu anlatırken; Hasekinin Rus asıllı olduğunu, Kanunî’nin halası


Hançerli Sultan’ın203 cariyesi iken, şehzadeliği sırasında, halası tarafından Süleyman’a
takdim edildiğini ifade eder. Daha sonra çok beğenilip, yüksek mevki ve söz sahibi
olarak, işlerin idaresini eline aldığını, Hürrem Sultan’ın Selim, Bayezid, Mehmet,
Cihangir, Hanım (Mihrimah) Sultan adlı beş çocuğunun olduğunu yazmaktadır. Hayatta
olduğu süre içinde evlatları arasında hiçbir düşmanlık ve anlaşmazlık çıkmadığını
vurgulayan Mekkî; fakat ölümü ile aile bağlarının çözülüp, kardeşler arasında fitneler
zuhur ettiğini yazmaktadır.204

201
Ortaylı, Mekânlar ve Olaylarıyla Topkapı Sarayı, s.197.
202
Nimet Taşkıran, Hasekinin Kitabı: İstanbul Haseki Külliyesi Cami-Medrese-İmaret-Sübyan Mektebi-
Darüş-şifa ve Yeni Haseki Hastanesi, Haseki Hastanesini Kalkındırma Derneği Yayınları, no:6, Yenilik
Basımevi, İstanbul, 1972, s. 14; (Bu konuda Taşkıran’ın araştırmalarında ulaştığı ve güvenilir iki kaynak
olarak belirttiği yazarlar ve eserleri de şunlardır: Kanunî Devrinde Avusturya elçisi olan Augier (veya
Ogier) Busbecq’in (1522-1592) “Türk Mektupları” ( “Busbecq”, Türk Ansiklopedisi, İstanbul, 1956, c.
VIII, s.472; Danişment, c. II, s. 63, 295, 296, 298, 328) ve Kutbeddin Muhammed b. Muhammed el-
Mekkî en-Nehrevânî’nin (1511-1582?) “Fevâidü’s-seniyye fi’l-rıhleti’l medeniye ve’-rumiyye” (Bu eser
Beyazıt Devlet Kütüphanesi Veliyüddin Efendi 2440, Süleymaniye Kütüphanesi Mikrofilm Arşivinde
1840 numarada kayıtlıdır) adlı eserlerdir. Mekkî’nin eserinin, konumuzu ilgilendiren kısımları 107b’den
itibaren başlamaktadır. Burada, Medine Emiri Piri Efendi’nin görevden alınması için, Mekke Şerifi Hasan
b. Ebi Nemî tarafından Mekkî’nin 965/1558’de elçilikle İstanbul’a gönderilmesiyle başlayan seyahati
sonucunda buraya geldikten sonra, İstanbul’da özellikle Hürrem Sultan’la ilgili müşahede ettiği olaylara
dair tuttuğu notlarıdır.)
203
Kaynaklarda; Sultan II. Bayezid’in oğlu Şehzade Mahmud’un kerimesi Fatma Hanım Sultan olup,
Hançerli Sultan denildiği ve 939/1533’te vefat edip, Eyüp’te medfun olduğu kayıtlıdır. Bkz. Mehmed
Süreyya, Sicill-i Osmanî I, Matbaa-i Âmire, İstanbul, 1308, s.59; Uluçay, Padişah Kadınları ve Kızları, s.
26/not.2.
204
Kutbeddin Muhammed b. Muhammed el-Mekkî en-Nehrevânî’nin, “Fevâidü’s-seniyye fi’l-
rıhleti’l medeniye ve’-rumiyye”, Beyazıt Devlet Kütüphanesi Veliyüddin Efendi 2440, Süleymaniye
Kütüphanesi Mikrofilm Arşivinde 1840 numarada, s. 107b.
52

Pek çok kaynakta Hürrem Sultan’ın güzel olmadığı ancak sempatik ve cazip
olduğu kayıtlıdır. Beyaz tenli, kalkık burunlu, bakışları manalı, vücudu düzgün ve
orantılı, sarışın veya kızıla yakın saçlı olduğu ve yüzünde tebessümün eksik olmadığı
kayıtlıdır. Hürrem Sultan’ın fiziki görünümünü hakkında bu yorumların yapılmasını
sağlayan onun portreleri ve onu tasvir eden bazı eserlerdir. Bize ulaşan bu resimlerin ve
tasvirlerin ne derece aslına uygun olduğu ise tartışma konusudur. Nimet Taşkıran
eserinde, ona atfedilen bazı portreler bulunduğunu ama bunların birbirinden farklı
olduğunu, bir kısmının ise kime ait olduğunun bilinmediğini yazmıştır. 205

Ahmet Refik, makalesinde, Hürrem Sultan’ın en güzel ve sevimli tasvirinin,


Viyana’da Arşidük Ferdinand’ın koleksiyonunda mevcut bir tablo olduğunu
söylemektedir.206 Leslie Peirce ise Hürrem Sultan’ı “Genç ama güzel değil, fakat zarif
ve şirin” diye tanıtarak, Kanunî’nin bütün sevgisini bu cariyede topladığını, ona
bağlılığını korumak için Harem’deki hemen hemen seçilebilir tüm cariyeleri bakireyken
evlendirdiğini yazar. Onun uğruna eski gelenekleri göz ardı ettiğinden bahisle,
Hürrem’in, Harem protokolünü kendi lehine kullanma yeteneğinden ve daha kariyerinin
çok başlarında iken isteklerini dayatacak kadar Padişah’ın gözünde kendisini güvende
hissettiğinden bahseder. Kanunî’nin onunla ilişkisini korumak için protokolü esnetmeye
razı olduğunu ve ona derinden bağlılığını bildirir. 207

Hürrem Sultan’ın yüzünün nasıl olduğunu, fiziki yapısının yukarıda verilen


bilgilere uyup uymadığını, kesin olarak gösterecek en önemli delilin, zamanında yapılan
portreleri olduğunu ancak devrinin geleneklerine göre, Hürrem Sultan’ın bir ressamın
karşısına geçip poz vermesinin mümkün olmadığını yazan bazı kaynaklara göre, eldeki
Hürrem portrelerinin hiçbiri gerçek olmayıp, kendisine yakıştırılmış resimlerdir.208

Clement Alzonne, 1936’da Fransızca olarak telif ettiği “Istanbul Illustirations


en Couleurs de Zenker” isimli eserinde Hürrem Sultan’ın fiziki özelliklerini şöyle
tanımlar:

“İri mavi gözleri, uzun örgüleri olan bir sarışındı. Vücudunun


beyazlık ve parlaklığı dikkati çekecek bir güzellikteydi. Dönemin kendisine

205
Taşkıran, s.14.
206
Ahmet Refik (Altınay), “Hürrem Sultan’ın Son Seneleri”, Yeni Mecmua 32 (14 Şubat 1918), s. 109.
207
Leslie P. Peirce, Harem-i Hümayun, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2002, s.77-80.
208
Alpgüvenç, İki Hanım Sultan, s.18.
53

yaklaşma şansı bulan bir seyyahı, ağzında sürekli bir tebessümün gezdiğini,
biraz kalkık bir buruna sahip olduğunu, dudaklarında devamlı olarak, alaycı
bir ifadenin gizlendiğini söylemektedir.”209

İtalyan seyyahı Pietro Bragadino, 1526’da görme saadetine eriştiği Hürrem’in


Rus olduğunu söylemekte, onu, “güzel değil, ama şirin” olarak vasıflandırmaktadır.210

Lamartine ise, onun güzelliğini anlatırken olağanüstü bir güzelliğe sahip


olduğunu yazmaktadır ve Valide Sultan’ın haremağalarına satılan Hürrem’in,
Fransa’nın güney kıyılarında dünyaya geldiğini ve Tunus’lu korsanlar tarafından
kaçırıldığını ileri sürmektedir. Ancak Roxalane’ın tarihini yazan çağdaş Osmanlı,
Yunan ve İtalyan tarihçiler, köle kadının Rus olduğunu belirtmişler ve hakkında şunları
yazmışlardır:

“O çağda sık sık olduğu gibi bu köle Kazaklar tarafından


Lehistan’dan kaçırılıp Ruslara satılmıştır. Rus köle tacirleri de, Roxalane’ı
Karadenizli Rum köle tacirlerine satmışlardır. Pontus İmparatorluğu’ndan da
Rus kölesi olarak gelmiştir. Bu yüzden de daima Rus Sultan Hanım diye
anılmıştır.”211

Zeki, haris, kıskanç bir kadın olduğu; mütevazi ve sakin duruşu sayesinde fark
edilmeden planlar yapan ve bunları zamanı geldiğinde uyguladığı yazılmaktadır. Fakat
edebî, ince ruhlu bir söz üstadına ömür boyunca eşlik edebilecek kadar kabiliyetli ve iyi
yetişmiş olduğu da muhakkaktır. Haremle ilgili malumatların yeterli olmamasına
rağmen, asırlar sonra sevgi ve hürmet dolu bu aile yaşantısını gözler önüne seren en
önemli deliller ise Muhibbî ve onun sevgili eşinin birbirlerine yazmış olduğu mektuplar
ve şiirlerdir. Bu mektuplara ve şiirlere bilahare değinilecektir.

Hürrem Sultan’ın saraya geldiğinde oldukça hırçın ve asabi olduğunu yazan


Ahmet Refik, Kanunî ile Hürrem’in karşılaşmalarını şöyle tasvir etmiştir:

“Bir gün asabiyeti büsbütün artmış, tahammül edilmeyecek bir


hale gelmişti (926/1520). Nihayet bu huysuzluktan Sultan Süleyman haberdar
edilince, huzura çağırılmış, Kanunî’yi mest edici tavırlarıyla şikayetlerde
bulunup, o günden itibaren Hürrem Sultan sarayın en güzide ve en sevimli

209
Taşkıran, s.15.
210
Can Alpgüvenç, İki Hanım Sultan, Kaynak Yayınları, İstanbul 2011, s.18.
211
Alphonse De Lamartine, Osmanlı Tarihi I, çev: Serhat Bayram, Sabah Yayınları, İstanbul 1991,
s.433.
54

siması olarak cazibesiyle, tavırlarıyla Sultan Süleyman’ın gönlüne ilelebet


hakim olmuştur.”212

Zuhuri Danışman, 213 Yılmaz Öztuna214 ve Enver Behnan Şapolyo 215’da bu


konuda benzer ifadeler kullanmıştır. Fairfax Downey’in “Kanunî Sultan Süleyman” adlı
eserinin Enis Behiç Koryürek ve Ali Kemali tarafından yapılan iki ayrı çevirisinde,
Hürrem Sultan ile Kanunî’nin karşılaşmaları efsanevi bir şekilde şöyle anlatılmaktadır.

“Hiçbir şark güzeline ilgi duymayan Kanunî, ufak tefek ve füsunlu


bir vücudu, güzellikten ziyade teşhir edici canlılığı, uzun kirpiklerle
gölgelenmiş kara gözleri, batan güneşin ateşleri altında kıpkızıl altına
benzeyen, sarı lepiska iki kalın saç örgüsü, kıvılcımlı ve alaycı bakışları olan
narin bir omuz üzerine çevresini (mendilini) bırakır…”216 denilmiştir.

Hürrem’in, haremde musiki, raks, şiir bilgisi ve tarih gibi konularda eğitim
aldığını yazan Lamartine, “Bilgili oluşu, çekiciliği kadar göze çarpıyordu.”diyerek, bilgi
ve görgüsünün ona üstünlük sağladığını yazmaktadır.217

Hürrem padişahın gözdesi olduğunda, Sultan’ın birinci gözdesi, Mustafa’nın


annesi Gülbahar Sultan veya Mahidevran Sultan’dı. 218 Pek çok tarihçinin Venedik
Balyosu Navagero’yu kaynak göstererek verdikleri bilgiye göre, Hürrem’le Şehzade
Mustafa’nın annesi arasında tartışmalar ve hatta kavgalar yaşanmıştır. Hatta bu konuda
bazı kavga sahneleri tasvir edilmektedir ki, sarayın gelenekleri ve orada yaşayanların
aldığı terbiye göz önünde bulundurulduğunda bunun saray muhitinden dışarıya aksetmiş
olan mübalağalı dedikodular olması çok mümkündür.

Tarih kitaplarında birbirine benzeyen şekillerde anlatılan bu olayı şöyle


özetleyebiliriz: İki haseki arasında oluşan bu kıskançlık ve rekabet bir gün kavgaya
dönüşmüş, Mahidevran, Hürrem’i ağır hakaretler ederek iyice dövmüş ve Hürrem’in
saçı başı dağılmış, yüzü gözü çizik içinde kalmış. Hatta bu olayı duyan Kanunî

212
Altınay, Kadınlar Saltanatı, s.49-50.
213
Danışman, Osmanlı Padişahları Serisi II, s.542-543; Danışman, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi VII,
s.39-114.
214
Öztuna, Başlangıcından Günümüze Türkiye Tarihi VI, s. 182.
215
Şapolyo, Osmanlı Sultanları Tarihi, s.162.
216
Downey, Muhteşem Süleyman, s.71; Downey, Kanunî Sultan Süleyman, s. 84-85.
217
Lamartine, Osmanlı Tarihi I, s.434.
218
Pek çok kaynakta Şehzade Mustafa’nın annesinin İsmi Mahidevran Hatun olarak verilmiştir.
Bazılarında ise Mahidevran Gülbahar Hatun şeklinde geçmektedir. Daha ayrıntılı bilgi için bkz: Uluçay,
Padişah Kadınları ve Kızları, s.35, Peirce, s, 72-120; Alpgüvenç, İki Hanım Sultan, s.36.
55

Hürrem’i yanına çağırmış ancak Hürrem “Benim bu halimle bakılacak yüzüm kalmadı,
gözlerinizi rahatsız etmek istemem” diyerek daveti reddetmiş, Hürrem’in yanına gelen
ve halini gören Sultan, kızarak Mahidevran’ı bir daha dönmemek üzere oğlu Şehzade
Mustafa’nın yanına Manisa’ya göndermiştir.219

Venedik balyosu (elçisi) Navagero’dan aldığı bilgilere dayanarak bazı konuları


aydınlatan Romen tarihçi Zinkeisen, olayı “Kanunî Sultan Süleyman’ın, Mahidevran
Sultan’ı Manisa’ya oğlu Şehzade Mustafa’nın yanına göndermesi, Harem’de böyle bir
220
olayın yaşandığını doğrular mahiyettedir.” diye yorumlarken; bu olay hakkında
diğer yazarlardan farklı olarak Leslie Peirce, Mahidevran Hatun’un saraydan
sürülmediğini, geleneklere uygun olarak sancağa çıkan oğlu Şehzade Mustafa’ya refakat
etmek için Manisa’ya gittiğini yazmıştır.221

Mahidevran Hatun’un Saray’dan ayrılışının sebebinin, Hafsa Valide Sultan’ın


vefatı olduğunu ifade eden bazı kaynaklar ise;

“Ölümüne kadar sarayda iki gelini arasında bir ahenk teminine


çalıştığı anlaşılan ve oğlunun üzerinde de büyük bir otoritesi bulunan Valide
Hafsa Sultan’ın vefatı (1533) Hürrem Sultan’ın Sultan Süleyman üzerindeki
nüfuzunu büsbütün arttırmış ve Gülbahar Sultan da (Mahidevran) ancak bu
hadiseden sonra Saraydan ayrılmıştır. Muahhar Venedik elçileri de bu
hususta aynı mütalaayı teyit etmektedir.”222 diye yazmaktadır.

Busbecq, Hürrem Sultan’ın büyü yapmak suretiyle Saray’da mevkiini tahkim


ettiğini ve padişahın kalbini ve mutlak sevgisini bu suretle kazandığını da
bildirmektedir. Hürrem Sultan’ın, Padişah’ın ilk saltanat yıllarından itibaren bütün
muhabbet ve aşkını kendi üzerinde toplaması, onun sakin ve mütevazi bir tabiata sahip
olması ve Padişah’ın karakterini iyi tanıyarak hareket etmesi sayesinde mümkün
olmuştur denilebilir. Hürrem’in, eşinin üzerinde mutlak bir hakimiyet ve nüfuz tesisine

219
Ayrıntılı bilgi için bkz: Akgündüz ve Öztürk, 700. Yılında Bilinmeyen Osmanlı, s.113, 115, 325;
Akgündüz, Osmanlı Haremi, s.309-310; Alpgüvenç, İki Hanım Sultan, s. 36; Altınay, Kadınlar Saltanatı,
s.51-52; Danışman, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi VII, s.40-114; Downey, Muhteşem Süleyman, s.72-73;
Downey, Kanunî Sultan Süleyman, s. 86-87; Öztuna, Başlangıcından Günümüze Türkiye Tarihi VI, s.
182-183; Şapolyo, Osmanlı Sultanları Tarihi, s.163-164; Uluçay, Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları,
s.14; Uluçay, Padişahın Kadınları ve Kızları, s.34-35.
220
Johann Wilhelm Zinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (1574-1623), c. 3, Çev: Nilüfer Epçeli,
Yeditepe Yayınları, İstanbul 2011, s. 59.
221
Leslie P. Peirce,, s.72-73.
222
el- Mekkî, 130a-133b.
56

muvaffak olduğu muhakkaktır. Bragidino, daha 1526’da Padişahın Şehzade


Mustafa’nın -o vakit henüz sarayda bulunan- annesi Gülbahar ile hiç meşgul olmadığını
ve bütün muhabbetini üç şehzadesinin annesine (Hürrem Sultan) verdiğini
bildirmektedir.223 Kanunî, daha sonra Hürrem Sultan’ı nikâhlamıştır. Padişahın nikâh ile
evlenmesi Saray geleneklerinde uzun zamandan beri uygulanmayan yöntemdi. 224

Topkapı Sarayı’nda bir gruplaşmadan söz eden kaynaklar, Mahidevran


Sultan’ın, Hafsa Valide Sultan, İbrahim Paşa, onun eşi Hatice Sultan’la beraber hareket
ettiğini bildirmektedir.225 Hürrem Sultan’ın ise kızı Mihrimah Sultan ve Damadı Rüstem
Paşa ile bir cephe oluşturduğu kaydedilmiştir.

Hürrem Sultan, sancağa çıkan şehzade ile gitme geleneğine uymamış ve


Kanunî’nin yanından ayrılmamıştır. İstanbul’da eşinin yanında olmasının kendisine
sağladığı avantajları, zekası ve kabiliyetleri sayesinde iyi değerlendirmiş ve Padişahın
danışmanı hatta sırdaşı olmuştur. Ayrıca, Harem’in, Eski Saray’dan, Yeni Saray’a
taşınması ve Valide Sultan’ın 1534 senesinde ölmesiyle birlikte Hürrem Sultan,
Saray’ın Padişah’tan sonraki tek hakimi olmuştur.226

Hürrem Sultan, Padişah seferde iken onun yerine Saray’daki düzeni muhafaza
etmiştir. Kanunî’ye düzenli olarak gönderdiği mektupları227 ile İstanbul ve Saray’daki
olaylardan, Padişah’ı haberdar etmiştir. Devlet adamları arasında geçenleri, İstanbul`da
olup biteni bir bir anlatmış, uzun süre Padişahın istihbarat müdürü gibi çalışmış ve çok
faydalı olmuştur.

Kültürlü bir hanım olduğu mektuplarından anlaşılan Hürrem Sultan’ın güzel


bir imlâsı vardır. Güzel ve içli şiirler yazmıştır. Hürrem Sultan’ın eşine yazdığı
mektuplar alaka ve muhabbetinin derecesini göstermektedir. Mohaç Meydan
Muharebesi sıralarında (1526) padişaha gönderdiği bir mektupta “Benim sultanım, can
ve gönülden sevgili şâhım ve rûh-i revânım” diye hitap ettiği padişaha “Ben cariyenizi
hâkden refi’…buyurdunuz” demekte ve hasretini uzun uzadıya ifade etmektedir.

223
Gökbilgin, MEB İslam Ansiklopedisi, s. 593.
224
Lamartine, Osmanlı Tarihi I, s.432.
225
Uluçay s.231-237, 255-257.
226
Peirce, s.81.
227
Bu konu daha sonra ayrıntısıyla Zamanın Tanıkları Mektuplar bölümünde ele alınacaktır.
57

Hürrem Sultan’ın İstanbul’a gelen elçilerle görüşmeler yaptığı da kaynaklarda


yer alır. İstanbul’a elçilik için gelen Kutbeddin Mekkî’nin notlarından anlaşıldığına göre
Mekkî;

“Hekimbaşı Şeyh Bedreddin Kaysunî ile karşılaşmasında,


Hekimbaşı ona, Haseki Sultan’a hediye getirip getirmediğini sorar. Mekkî,
Hürrem Sultan için hediyeler olduğunu ancak kızı Hanım Sultan’a (Mihrimah
Sultan) hediye olmadığından bahseder. Bunun üzerine Hekimbaşı, bu
hediyelerin Haseki ile Hanım Sultan arasında paylaştırılmasını uygun
gördüğünü söyler. Hekimbaşı’nın dediklerini tutan Mekkî, Mekke Şerifi’nin
gönderdiği ipekli, pamuklu kumaşlar, peşkirler v.b. gibi hediyeleri Haseki
Sultan’a takdim etmek için, ayın 18’inci Perşembe günü Eski Saray’a, oradan
da Haseki’nin kızı Rüstem Paşanın zevcesinin yanına gittiğini…”
söylemektedir.228

Ayrıca bu kayda göre Mekkî, Hürrem Sultan’ı Topkapı Sarayı’nda değil, Eski
Saray’da ziyaret etmiştir. Fakat bu notun başında “ayın 18. Perşembe günü” ifadesinden
başka, tarih gösteren bir ifade yoktur.229

Leslie P. Peirce’in araştırmalarına göre Hürrem Sultan ve çocuklarının


1530’ların sonunda Padişah’la birlikte Yeni Sarayda yaşadıkları anlaşılmaktadır. Yazar,
yeni Saraya taşınmanın Hürrem Sultan’ın evlenmesiyle ilgili olabileceğini belirtir.
1558’e gelindiğinde ise Hürrem Sultan’ın Eski Sarayda gözükmesinin, sağlığının bozuk
olması ve Eski Sarayda kadınlar için bir hastane bulunması sebebiyle ya da 1550’lerin
sonlarından kalan Harc-ı Hassa defterlerindeki kayıtlarda, Hürrem Sultan ile -bir kısmı
Yeni Saraya geçmiş- harem halkının tümünün, Eski Sarayda imiş gibi gösterilmesinden
kaynaklanmış olabileceğinden bahsedilir.230 Bu durumda Hürrem Sultan’ın Eski
Saraydan Topkapı Sarayına göç etmesiyle ilgili kayıtlardaki tarih ve bunların doğruluk
derecesi kesin gözükmemektedir.”231

228
el- Mekkî, 130a-133b.
229
Nimet Taşkıran, Hürrem Sultan’ın 943/1534’te Eski Sarayda oturduğunu kaydetmektedir. (Taşkıran,
s.21)
230
Peirce, s.83.
231
Özakbaş, s,362.
58

Hürrem Sultan, Kanunî’ye dört erkek ve bir kız olmak üzere beş evlat
vermiştir. Bunlar, Mehmed, 232 Mihrimah, Bayezid, Selim ve Cihangir’dir. Şehzadelerin
yetişmesinde ve onların taht için hazırlanmasında Hürrem Sultan’ın etkisi şüphesiz çok
büyük olmuştur.

Ailesini devamlı olarak kanatları altına almış, sağlığında evlatlarının yaptıkları


kabahatleri affettirmiş ve hayatlarını korumayı başarmıştı. Şehzadeler arasındaki
ilişkileri dengede tutmaya çalışmış, bunun için de kızı ve damadıyla işbirliği yapmıştır.
Bu birliktelik sayesinde devlet yönetiminde politik bir güç haline gelmiştir.

Hürrem Sultan, şehzadeleri sancağa gönderildiğinde onlarla birlikte sancağa


çıkmamıştı. Ancak çeşitli zamanlarda eşi, kızı, damadı ve oğullarıyla birlikte çeşitli
seyahatler yapmıştır. Padişahla birlikte Edirne’ye seyahatleri olmuş, şehzadeleri ziyaret
için Manisa, Bursa, Konya, Kütahya, Amasya gibi yerlere gitmiş buralarda bir müddet
kalıp dönmüştür. Oğulları Mehmed ve Selim’i görmek için birkaç defa Manisa’ya
gitmiş, bunlardan birinde 3 Nisan 1546’da Şehzade Cihangir’le Manisa’ya gelip, 5
Mayıs’a kadar kalmıştır. Şehzade Selim’i alıp İstanbul’a dönmüştür. 1544 yazında
Kanunî ile beraber kırk gün Bursa’da oturmuş, son kışını ise eşi Kanunî ile birlikte
Edirne’de geçirmiştir. 233

Hürrem Sultan ve Kanunî Sultan Süleyman birlikte gittikleri Edirne’den Nisan


ayında İstanbul’a dönmüşlerdi. 15 Nisan 1558 (26 Cemaziyelahir 965)234 Cuma günü
yaşı 58’den az -muhtemelen 55 civarında- olan Hürrem Sultan, sevgili eşinden sekiz yıl
önce vefat etmiştir.235 Hürrem Sultan’ın sıtma ve kulunç rahatsızlığından öldüğü Mekkî
gibi yazarlar tarafından söylenmektedir.

232
Ahmed Refik Altınay, burada diğer kaynaklardan farklı olarak, Şehzade Mehmed ile Şehzade
Mustafa’nın annelerinin gözden düşen, ilk haseki olduğunu kaydeder. Halbuki diğer kaynaklarda Şehzade
Mehmed, Hürrem Sultan’ın oğlu olarak geçer. (Altınay, Kadınlar Saltanatı, s. 62-64, 256)
233
Yılmaz Öztuna, Kanunî Sultan Süleyman, Kültür Bakanlığı Yayınları:1049, Türk Büyükleri
Dizisi:117, Ankara 1989, s. 9.
234
http://193.255.138.2/takvim.asp ( 18.06.2012)
235
Burak, s. 48.
59

Naaşı Şeyhülislam Ebu’s-Suud Efendi ve devlet ricalinin katıldığı büyük bir


merasimle Süleymaniye Camii avlusuna defnedilmiştir. Daha sonra Kanunî tarafından
mezarı üzerine türbesi yaptırılmıştır.236

3.2.1. Hürrem Sultan’ın Hayrat ve Hasenatı

Kanunî Sultan Süleyman’ın yani Doğu ve Batı tarihçilerinin ortak ifadeleriyle


cihanın en kudretli hükümdarının eşi olan Hürrem Sultan, Allah rızasını kazanmak ve
Peygamber Efendimizin tavsiyesini yerine getirmek için çaba sarfetmiştir. İstanbul’dan
Edirne’ye, Mescid-i Aksa’dan Mescid-i Haram’a kadar uzanan pek çok yerde hayır
eserleri yaptırmıştır. Kanunî de bu büyük tesislerin yaşaması için mülknâmeler vermiş,
değişik yerlerde köyler, mezralar temlik ederek, yaptırılan eserlerin masraflarının
karşılanmasına destek olmuştur.237

Doğduğunda milliyeti, dini her ne idiyse geride kalmış, o Müslüman olmuştu.


Devletin en zengin yıllarına denk gelen Hasekiliği maddi açısından ona büyük imkanlar
sağlıyordu. Bu sayede pek çok hayır eserleri yaptırdı. Son senelerini hastalıkla geçiren
Haseki’nin, hayra yönelişini ölümün yaklaşmasına bağlayanlar olsa da Haseki
Külliyesinin tarihinin 1539 olduğunu belirtmek yerinde olacaktır.

Arşivlerimiz ışığında yapılan çalışmalarda görüyoruz ki Hürrem Sultan, tarihin


hayırseverliği ile kaydettiği ender kadınlardan biri durumundadır. Mekke, Kudüs,
Rodos ve İstanbul Haseki Külliyeleri buna en güzel örnektir.238

İstanbul Aksaray’da Haseki Camisi ve Külliyesi (1539), Mekke ve Medine’de


birer imaret, Meriç nehri üzerindeki Cisrimustafapaşa’da kervansaray, imaret ve cami
yaptırmıştır. Edirne’ye su getirterek kentin çeşitli yerlerindeki çeşmelerden akıttırmıştır.
Bunlar Ahmet Refik’in, “Türk mimarları” adlı eserinde yazdığı su yollarıdır. Edirne’de
bulunan suyolları 1539’da Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Edirne’nin Küçükdöllük
köyündeki bu kemerler hala ayaktadır. İslam Ansiklopedisine göre, Uzunköprü’de de,
Haseki Sultan adını taşıyan cami ve kervansaray inşa ettirmiştir.

236
Nehrevânî, Kutbeddin Muhammed b. Alâeddin el- Mekkî, 138a; Rüstem Paşa, Rüstem Paşa Tarihi
(Tevârih-i Âl-i Osman), İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, t.y., 2438, 286b, 287a; Hammer, c. VI, s. 65-
66; Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmanî, İstanbul, Matbaa-i Âmire 1308-1311, c. I, s. 32.
237
Özakbaş, 371; Ayrıca ayrıntılı bilgi için bkz: Feridun Ahmed Bey, Mecmua-i Münşeâtü’s-selâtin, c. 2
(İstanbul) Takvimhane-i Âmire 1274-1275.
238
Talha Uğurluel’in Dilinden, http://www.talhaugurluel.com , (23.01.2012)
60

Solakzade, Hürrem Sultan adına yapılan hayır eserleri hakkında şu bilgileri


vermektedir; Avrat Pazarı yakınında cami, medrese, muallimhane, imaret; Bağdat’ta
İmam-ı Azam ve Abdülkadir Geylanî hazretlerinin türbelerinin tamir edilmesi ve yanına
cami, imaret inşası; Konya’da Mevlâna Hazretlerinin ruhu için iki minareli bir cami,
mezar-ı Mevlâna’da bir mescit; Kudüs’te Kubbetü’s-Sahra’nın içinin ve dışının tezyin
edilmesi; İstanbul’da Kırkçeşme Kemerleri’nin yaptırılması bunun yanında yüzden fazla
yerde çeşme…239 Hürrem Sultan’ın bıraktığı hayır eserleri farklı kaynaklarda da çeşitli
şekillerde verilmiştir. 240

Hürrem Sultan’ın ilk ve en önemli hayratlarından biri, İstanbul’da kendi adı ile
anılan semtte yaptırdığı Haseki Küllyesidir. Bu külliyenin camisi 1538, medresesi 1539,
imareti 1540, darüşşifası 1550 tarihinde tamamlanmıştır. Yalnız Müslüman çocukları
için vakfedilmiş, dini eğitimin şart koşulduğu sıbyan okulunun bulunması da Hürrem
Sultan’ın İslam dinine olan bağlılığının delili olara gösterilebilir. Bu külliyenin en
önemli yapılarından biri bugün de hizmet veren Darüşşifa’dır; 1550 tarihinde
tamamlanmış olup, Haseki Hastanesinin de nüvesidir.241

Vakıflarının her birinin pek çok gelir kaynakları vardı. Hanlar, hamamlar,
köyler, çarşılar, fırınlar, dükkanlar bu gelir kaynaklarından sayılabilir. 242 Ahmet Refik’e
göre Hürrem Sultan muazzam abideler yaptıracak bir servete sahip olup, bu serveti
ticaret yoluyla artırmıştır. Süveyş ile Cidde arasında işleyen birçok vakıf gemileri
bulunan Sultan, bu gemilerin gelirini de yine vakıflarında harcamıştır. 243

Son zamanlarda bilhassa Hürrem ve Mihrimah Sultanla ilgili araştırmalara


dayalı kitaplar yayınlayan Can Alpgüvenç, Nimet Taşkıran’ın eserinden konuyla ilgili
şu alıntıyı yapmıştır.244

“1540 (h. 947) tarihinde 36 yaşında olgun bir kadın olan Hürrem
Sultan’ın aynı tarihli vakfiyesinde; İlahi kudret karşısında insanın

239
Solakzade, Mehmed Hemdemi Çelebi, s. 587.
240
Peçevi, s. 298-300; Âli, Gelibolulu Mustafa, 124a; Atâi, Nev’izâde Atâullah (Atâi), Şakaik-ı
Nu’maniye ve Zeyilleri: Hadaiku’l-Hfî Tekmileti’ş-Şakaik, Haz: Abdülkadir Özcan, Çağrı Yayınları,
İstanbul 1989, c. II, s. 101,102,168; Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, çev: Mehmed
Zıllioğlu, Türkçeleştiren: Zuhuri Danışman (2 Baskı), Danışman Yayınevi, İstanbul 1971, c. I, 165, 168,
170, c.II, 19, 22, 23, 25, 30.
241
Özakbaş, s. 374.
242
Özakbaş, s. 378.
243
Ahmet Refik Altınay, Hürrem Sultan’ın Son Seneleri, Yeni Mecmua, 32( İstanbul 1918), s. 33.
244
Alpgüvenç, İki Hanım Sultan, s.46.
61

durumundan söz edilmiş, zamanın bir kaplumbağanın başparmağından daha


kısa olduğu ve göz açıp kapayıncaya kadar geçtiği söylenmiştir. Vakfiyede,
“İyilik ve nimet yağmurlarını bütün ahali üzerine yağdırmış nimet sofraları
bütün ufuklara yayılmıştır. Nimetin gerdanlıkları birer tak halinde boyunları
sarmıştır. Uzak veya yakın, memleketin her tarafındaki kimselerden, onun
coşkun nimetleri ve iyilik denizinden içmeyen az bulunur. Onun bereketli
yağmurundan faydalanmayan yok gibidir.”denilmiştir. Hürrem Sultan, parlak
nimetlerinin yoksul ve kimsesizler üzerinde kıyamete kadar devam etmesini
ister. “Onun ihsan yağmuru, dileyenlerden asla eksik olmasın, kimse onun
nimetlerinden mahrum kalmasın, onun cömertliğinde eli boş dönmesin, ihsan
ve yardımları ardı arkası kesilmeyen bereket yağmurları gibi halk üzerine
sürekli yağsın.”diye dua edilmiştir.”245

Kanunî sevgili eşi Hürrem Sultan’ın vefatıyla çok üzülmüştü. Onun ruhu için
hayırlar yapmıştır. Mekke ve Medine ulemasına dağıtılmak Mısır hazinesinden 3000
altın verilmesini, 1560-1561 (H. 968)’de Mısır Beylerbeyine yazdığı bir hükümle
emretmiştir.246
Hürrem Sultan için Süleymaniye Camii bahçesinde, kesme taştan, tek kubbeli,
sekizgen planlı, klasik Türk mimarisine uygun zarif bir türbe yaptıran Kanunî, eşine
olan sevgisini burada da ortaya koymuştur.247

3.2.2. Hürrem Sultan’ın Kanunî’nin Aldığı Kararlara Etkileri

Hürrem Sultan’ın, Kanunî ile aralarında geçenleri elbette dışarıdaki insanların


bilmesi imkânsızdır. Fakat günümüze kadar ulaşan mektuplar ve şiirler ikisinin
arasındaki sevgi ve muhabbeti gözler önüne serdiği gibi, Hürrem Sultan’ın devlet
işlerinin idaresindeki rolünü de ortaya koymaktadır. Aslında Kanunî’nin yokluğunda
yabancı devlet başkanları ile elçi göndererek haberleşmesi Hürrem Sultan’ın bu konuda
etkinliği ve yetkinliği hakkında da bilgi vermektedir. Cihan Padişahının kararlarında
Hürrem Sultan’ın etkilerini birkaç başlık altında inceleyebiliriz.

245
Taşkıran, s.42-43.
246
Gökbilgin, MEB İslam Ansiklopedisi, s.596.
247
Türbe hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz: Behçet Ünsal, “İstanbul Türbeleri Üzerinde Stil
Araştırması” Vakıflar Dergisi-16, Ankara 1982, s. 82-83; Doğan Kuban, “Türbelerde” Dünden Bugüne
İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994, c.VII, s.100-101.
62

3.2.2.1. Hürrem Sultan’ın, Kanunî Sultan Süleyman İle Nikâhlanması

Osmanlı sultanlarının cariyelerle aile hayatı yaşama olayı, Fatih Sultan


Mehmed zamanında başlamış ve Osmanlı Devleti yıkılıncaya kadar devam etmiştir. Bu
usuldeki beraberliklerde şeriat hükümlerine uyularak nikâh yapılmamıştır. Çünkü cariye
daha önce de açıkladığımız gibi kadın köle demektir. Zamanla bu şekildeki birliktelik
sarayda gelenek halini almıştır. Bununla birlikte bazı padişahlar geleneği bozmuşlar ve
nikâhlı eş almışlardır. 1520’den sonra sarayda üç nikâh kıyılmıştır. 248 Kanunî Sultan
Süleyman, Hürrem Sultan’la nikâh yaparak evlenen ve bu geleneği bozan ilk padişah
olmuştur.249

Kanunî’nin Hürrem Sultan’la nikâhlanması ve düğün olayına Batılı yazarların


daha fazla yer verdiğini, Osmanlı kaynaklarında ise fazla bahsedilmediğini görüyoruz.
Bununla beraber Âli, eseri “Künhü’l-Ahbâr”da Hürrem Sultan’dan bahisle, “taht-ı
nikâh-ı padişahide” ifadesini kullanmış ve bu hadisenin doğruluğunu ve önemini
belirtmiştir. 250 Taşkıran, bu evlenme olayını, Hürrem Sultan’ın ilk devrimci hareketi
olarak kabul eder.251 Gökbilgin de makalesinde bu olayın önemine işaret eder.252 Peirce,
Kanunî’nin gelenekleri çiğneyerek Hürrem Sultan’la evlenmesini, yapılan düğün
töreninin ihtişamını anlatırken, düğün tarihinin kesin belli olmamakla beraber Haziran
1534’de (veya daha önce) gerçekleşmiş olabileceğini belirtmiştir. Bu evliliği “geçmiş
gelenekten radikal bir kopuş ve gerçekten de benzersiz bir olaydı…” diye tanımladıktan
sonra Hürrem Sultan’ın tek kadın olarak, sürekli yükselişini ve halkın buna tepkisini
anlatmaktadır.253 Akgündüz, “Hürrem Sultan ümm-i veled (çocuk annesi) olduktan
sonra nikâh akdi ile onun haremine giren kadınlardandır” demekte, ancak cariye
statüsünün ise devam ettiğini ifade etmektedir.254

Osmanlı’da yıllardır süren bir geleneğin değiştirilmesinin bütün başarısını


Hürrem Sultan’a bağlamak doğru değildir. Çünkü Kanunî evlenmeyi istemeseydi onu

248
Alderson, Bütün Yönleriyle Osmanlı Hanedanı, s.154.
249
Ayrıntılı bilgi için bkz: Akgündüz, Osmanlı’da Harem s.302-308; Uluçay, Harem II, s.39-41.
250
Âli Mustafa b. Ahmed, s.128b.
251
Taşkıran, s.17.
252
Gökbilgin, MEB İslam Ansiklopedisi, s.593.
253
Pierce, s.81-84.
254
Akgündüz, Osmanlı’da Harem, s. 128,163, 263, 303, 307.
63

bu nikâha zorlayan bir durum söz konusu olmazdı. O, Hürrem Sultan’ı layık gördüğü
mevkiye çıkarmış, meşru zevcesi yapmıştır.255

Düğün olayı ise kaynakların bazısında şöyle nakledilmektedir. Avusturya elçisi


Busbeq’in ifadesine göre; Hürrem Sultan, ilk çocuğu Şehzade Mehmed’i dünyaya
getirip hürriyetine kavuştuktan sonra; Kanunî’den ayrılmak istemiş, onu çok seven
Kanunî ise bırakmak istememişti. Bu fırsatı değerlendirmesini iyi bilen Hürrem
Sultan’da Kanunî ile beraber olabilmek için meşru zevcesi olmayı şart koşmuş, Kanunî
de ona olan derin sevgisi ve muhabbeti yüzünden, Osmanlı Sultanlarının geleneklerine
aykırı olmasına rağmen, cihaz256 vererek nikâh yapmıştı. Ayrıca Busbeq, Hürrem
Sultan’ın Kanunî’ye büyüler yaparak onu, etkisi altında tuttuğunu, bu suretle aşkını
devam ettirdiğini ve mevkiini koruduğunu da kitabında ifade etmiştir.

Bu konuda dönemin Osmanlı tarihçileri detaylara pek girmezken Busbeq


şunları nakletmiştir: “Bu hafta İstanbul’da sultanların tarihinde katiyen görülmemiş
olağan üstü bir olay meydana geldi. Padişah Sultan Süleyman, Rus asıllı Roxalana adlı
cariyesini imparatoriçe olarak aldı, şehirde büyük eğlenceler yapıldı. Sarayda yapılan
emsalsiz düğünü, eğlenceleri tasvir etmek tasavvurun üzerindedir.”257

Yazar, bir genel geçit resminin yapıldığını, geceleyin bütün sokakların


aydınlatıldığını, çalgılar ve eğlencelerin tertip edildiğini, her tarafa salıncaklar
kurulduğunu, büyük yarışmalar yapıldığını, Hürrem Sultan ve Saray kadınlarının
eğlenceleri kendileri için özel yapılan yerden izlediklerini de eklemiştir. “Yarışmaya
Müslüman ve Hıristiyan şövalyeler katıldılar. Cambazlar, hokkabazlar, bir sürü vahşi
hayvanlar ve başları sanki semaya değecekmiş gibi uzun boyunlu zürafalar türlü
gösteriler yaptılar.”şeklinde ayrıntılar vererek düğünü anlatmıştır.258

André Clot, bu konuda Hürrem Sultan’ın Eski Saray’da çıkan yangından


faydalanarak Yeni Saray’a yerleştiğini daha sonra da fırsatını bulunca kendisine nikâh
yaptırdığını yazmaktadır. “Roxelane zaferini sağlayan başarıya ulaştı. Süleyman

255
Özakbaş, s. 359.
256
Cihaz:Türkler arasında meşru bir izdivaç alameti sayılmaktadır, çeyiz.
257
Busbeq, Türk Mektupları, 142-149
258
Busbeq, Türk Mektupları, 142-149
64

onunla evlendi. Sultanın maiyeti bu evliliği o kadar benimsememiştir ki, hiç bir Osmanlı
vakanüvisi bu olayın sözünü etmez.”259 diyerek olayı anlatmıştır.

Clot’un kitabında yer verdiği düğün tasviri ise Ceneviz Saint-George Bankası
kayıtlarından alınmıştır:

“Bu hafta sultanların geçmişinde kesinlikle bir başka örneği


bulunmayan, çok olağanüstü bir olay cereyan etti, bu kentte. Ulu Hükümdar
Süleyman, imparatoriçe olarak Roxelane adında Rus kökenli bir kadınla
evlendi ve büyük şenlikler yapıldı. Düğün töreni Saray’da oldu ve şenlikler,
şimdiye kadar görülmedik bir ölçüdeydi. Halkın da katıldığı bir dini tören
yapıldı, armağanlar verildi. Gece belli başlı sokaklar çok hoş bir şekilde
aydınlatılmıştı ve her yerde konserler verilip şenlikler düzenleniyordu.
Binalar çiçeklerle süslenmişti. Roxelane ve Sultan’ın maiyeti, At
Meydanı’nda kurulan kürsüden sipahilerin yarışmalarını ve vahşi hayvanlarla
boyunları göğe değecek kadar uzun zürafaların geçişlerini izlediler... Bu
evlilik üzerinde çok şey konuşuluyorsa da kimse ne anlama geldiğini
bilmiyor.”260

3.2.2. Hürrem Sultan’ın İbrahim Paşa Olayındaki Etkisi

3.2.2.1. İbrahim Paşa

Tarih kaynaklarında, Frenk, Pargalı, Damad, Makbul ve Maktul gibi önadlarla


anılan Kanunî’nin doğancıbaşısı, nedimi, hasodabaşısı261, iç şahinciler ağası262, veziri,
seraskeri İbrahim Paşa’nın hayatını ve ölümünü kısaca tezimizde zikredeceğiz. Çünkü
Hürrem Sultan’ın Kanunî üzerindeki etkileri sayılırken, İbrahim Paşa’nın öldürülmesine
sebep olduğu şeklinde pek çok rivayetle karşılaşırız.

Osmanlı İmparatorluğu’nun üç kıtaya hükmettiği, aynı zamanda bu üç kıtadan


insanların da sarayda yetişip Osmanlı’ya hükmettiği bir dönemde Devlet-i âliyeyi idare

259
Clot, s. 68.
260
Clot, s. 69 (Alıntı için bkz: Georges Young, Constantinople, Payot Yayınevi, Paris 1934)
261
Alpgüvenç, İki Hanım Sultan, s.22’de Hasodabaşı hakkında şu bilgi vardır: “Enderun’un birinci ve en
önemli kurumu olan Has Oda’nın (Enderun) üst düzey idarecisine verilen isimdir. Padişahın dört
mühründen biri hasodabaşıda bulunurdu. Padişah nereye giderse onunla gider, merasimlerde sultanın
elbisesini giydirirdi. Protokolde vezaret rütbesine denk kabul edilirdi.”
262
Ahmet Refik Altınay, Osmanlı Kumandanları, Timaş Yayınları, İstanbul 2005, s.61.
65

etmiş ve zekasıyla, kabiliyetleriyle padişahın ve dahi tarihçilerin takdirini kazanmış bir


sadrazamdı.

İbrahim Paşa’nın, korsanlar tarafından kaçırılarak köle edildiği öyküsüne


hemen her kaynakta rastlanmaktaysa da, aslının Rum, İtalyan (Frenk) veya Arnavut
olduğu konusunda düşünce ayrılıkları vardır.

İbrahim Paşa’nın hangi milletten olduğu bazı kaynaklarda da biraz alaycı bir
üslupla nakledilmiştir;

“Osmanlı membâlarında ‘Frenk İbrahim Paşa’, ‘Makbûl İbrahim


Paşa’ ve uzun bir ikbal devresinden sonra müstahak olduğu âkıbetten dolayı
da ‘Maktûl İbrahim Paşa’ gibi isimlerle anılan bu muhteşem serseri menşe
itibariyle[...] Parga kasabasındandır[....]bazı muahhar membâlarda da
babasının Parga’da tavattun etmiş Ciniviz, yani Cenovalı bir İtalyan
olduğundan bahsedilmektedir: fakat bu Frenklik rivayetine mukabil Rumluk
ve Hırvatlık rivayetleri de vardır: Meselâ Hammer’e nazaran İbrahim Paşa
Rum’dur. Her halde İbrahim Paşa’nın milliyeti pek karışık bir meseledir.”263

Konuyla ilgili bir başka kaynakta, Korfu Adası’nın karşısında Adriyatik


kıyısındaki Parga’da 1493’te doğmuştu. Bir akın sırasında esir alınıp, devletin ileri
gelenlerinden biri tarafından o sıralarda Kefe’de bulunan Süleyman’a armağan
edilmişti. Bir başka rivayette ise Manisa’da dul bir kadına satılmış; İbrahim, burada iyi
bir eğitim almış, İtalyanca, Farsça ve Türkçeyi anadili olan Yunanca kadar iyi
konuşuyor ve okuyup yazıyordu.264

İslam Ansiklopedisi’nin 1949’daki basımında Prof. Tayyib Gökbilgin, birkaç


farklı senaryo ortaya koyar. Bunlardan birisi; Yunanistan sınırları içindeki Parga
yakınlarında bir köyde doğduğu, bir balıkçının oğlu olduğu ve altı yaşlarında Türk
korsanlar tarafından kaçırıldığıdır. Daha sonra Manisa civarında dul bir kadına köle

263
İsmail Hâmi Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 2, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1971, s,
97; Esma Tezcan, “Pargalı İbrahim Paşa Çevresindeki Edebi Yaşam”, Bilkent Üniversitesi, Ekonomi ve
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Edebiyatı Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2004, s.11.
264
Clot, s.50; ayrıca bkz: Lamartine, s. 407; Hammer, c.I, s. 462, Alpgüvenç, İki Hanım Sultan, s.22.
66

olarak satıldığı anlatılır. Lâtifî’nin, İbrahim Paşa ile ilgili yazdığı Enîsü’l-fusahâ265
isimli risalesinde bu yazılanlar doğrulanmaktadır.

Olayın devamı ise şöyle anlatılmıştır; Şehzade Süleyman, Manisa Sancakbeyi


iken çıktığı bir av gezisi veya kır gezisinde kemençe sesi duymuş, kimin çaldığını
merak etmiş ve kendisine İbrahim’i getirip tanıştırmışlar.

Downey, İbrahim Paşa’nın, Şehzade Süleyman tarafından İskender Paşa’dan


hediye olarak alındığını, dedesi II Bayezid’in hususi izni ile birlikte İstanbul’da eğitim
aldıklarını; Süleyman hükümdar olunca İbrahim’in de Doğancıbaşı olduğunu ancak
Kanunî’nin onu hep bir kardeş olarak gördüğünü yazmıştır. 266

II. Bayezid devrinde, Bosna Beylerbeyi İskender Paşa tarafından, bir akın
esnasında ele geçirilmiş, istidat ve kabiliyeti görülerek, o sırada Kefe Sancakbeyliğinde
bulunan Şehzade Süleyman’a hediye edilmiş ve onunla beraber büyümüştür, şeklinde
anlatımlar da mevcuttur.267

Tanışmalarını; “Kanunî, şehzadeliği zamanında Manisa’da pek genç bir


sancakbeyi iken bir akşam sokakları dolaşıyordu. Bir evin önünden geçerken nefis bir
keman sesi işitti. Bu bir dul kadının evinden yükseliyordu.”268şeklinde tasvir edenler de
mevcuttur. Şehzade bu evde tanıştığı köleyi sık sık saraya davet edince İbrahim’i
yetiştiren dul kadın onu azad etmiş ve böylelikle İbrahim, Şehzade’nin maiyetine
girmiştir. 269

Hatta Şehzade Süleyman, kısa zamanda İbrahim’i o kadar çok sevmiştir ki,
annesi Hafsa Sultan ve o zamanki hasekisi Mahidevran kadınla oturdukları zaman
İbrahim’i de meclislerine çağırmıştır. İbrahim’de bu ailenin ferdi imiş gibi onlarla
konuşmuş, kemaniyle, sohbetleriyle Şehzade Süleyman’ın ailesini eğlendirmiştir. Bu

265
Lâtîfî, Enisü’l- Fusaha ve Evsaf-ı İbrahim Paşa, (Haz. Ahmet Sevgi), Selçuk Üniversitesi Yayınları,
Konya 1986.
266
Downey, Kanunî Sultan Süleyman, s. 55.
267
Tayyip Gökbilgin, “İbrâhîm Paşa, Pargalı, Frenk, Makbûl, Maktûl”, MEB İslâm Ansiklopedisi, y.y.,
1949, s. 908-915; Feridun Emecen, “İbrahim Paşa”, T.D.V.İ.A., c. 21, İstanbul 2000, s. 333-335.
268
Çağatay Uluçay, Osmanlı Saraylarında Harem Hayatının İçyüzü, İnkılap Kitabevi (İstanbul Tan
Matbaası), İstanbul 1959, s. 97.
269
Tezcan, s.10.
67

yüzden Hafsa Sultan ve Haseki Mahidevran, İbrahim’i yakından tanımışlar, İbrahim de


onlara saygı ve hürmette kusur etmemiştir.270

Şehzade Süleyman daha sonraları eğlencelerinde, av gezintilerinde ve


sofrasında İbrahim’i yanından ayırmamış ve tahta geçtiğinde de genel teamüllerin dışına
çıkarak onu Sadrazam yapmıştır.

Şehzade ile İbrahim’in aynı yaşta oldukları ve İbrahim’in Enderun’a alındığı,


sık sık padişahla görüştüğü, padişahın verdiği görevleri hakkıyla yerine getirip
padişahın gözüne girdiği şeklinde yorumlar bulunsa da Manisa Sarayındayken Şehzade
ile tanışmış olduğuna dair bilgi daha doğru olmalıdır.

Jenkins, İbrahim Paşa’nın kökenini ve ailesini asla unutmadığını, 1527 yılında,


kendisini İstanbul’da ziyaret eden babasını, daha sonra annesi ve kardeşleri ile birlikte
yanına aldırttığını belirtmektedir. Iorga’nın Geschichte des Osmanische Reich adlı
eserini referans gösteren Gökbilgin, İbrahim’in “Osmanlı kaynaklarınca da İstanbul
sûrlarının efsanevi bânisi Yanko b. Madyan nesline mensup” gösterildiğine dair bir
bilgiden söz etmektedir. Osmanzâde Tâ’ib Ahmed’in Hadikat-ül Vüzerâ adlı eserinde,
İbrahim Paşa’ya rivayet olunan bu kökeni onaylamaktadır. Osmanzâde Tâ’ib, İbrahim
Paşa’nın “Efrencîyyü’l-asl” (Frenk asıllı) olduğunu söyledikten sonra, “Silsile-i nesebi
şehr-i İstambol’un sûr-i kadimine bânî olan Yanko ibni Mâdyân’a vâbeste olmak üzere
meşhûr olmuş idi” demektedir. İbrahim Paşa’nın, Hristiyanlığı yeniden yükselteceğine
inanılan efsanevi bir nesle ait sayılması, bir devşirme olan İbrahim’in Veziriazam
oluşunu ve gücünü –en azından gayrimüslim teba ve Batı’lı muhatapları karşısında-
geçerli kılacak bir unsur olarak düşünülmüş olmalıdır.271

1523 Haziran’ında272 Sadrazam olan İbrahim Paşa, on bir ay sonra Kanunî’nin


kız kardeşi Hatice Sultan’la evlenip saraya damat olmuştur.273 İbrahim Paşa, orta boylu,
esmer tenli, oval çehreli idi. 274 28 yaşındaki Hasodabaşının geleneklere aykırı şekilde,

270
Uluçay, Osmanlı Saraylarında Harem Hayatının İçyüzü, s. 97.
271
Tezcan, s. 11.
272
Hammer, c.I, s. 462.
273
Uluçay, Osmanlı Saraylarında Harem Hayatının İçyüzü, s.97.
274
Hammer, c.I, s. 509.
68

bütün vezirler atlanarak sadarete getirilmesi, saray mensupları arasında hoş


karşılanmamıştı. 275

Üstün özelliklere sahip pek çok ilim adamının yetiştiği, liyakatlı olanların
zamanla üst mevkilere getirildiği bir dönemde, İbrahim Paşa’nın, sadece zeka ve
kabiliyetlerinin hızla yükselmesinde yeterli olmayacağı açıktır. Kanunî’nin kendisine
olan hususi sevgisi onun yükselişinin en önemli unsurudur.

1524 yılında Kanunî, Atmeydanı’nda bir saray inşa ettirmiş ve İbrahim Paşa’ya
hediye etmiştir.276 Kız kardeşi Hatice Sultan’la İbrahim Paşa o zamana kadar
görülmemiş bir törenle evlenmişlerdir.277 22 Mayıs 1524’te At Meydanına mükellef
çadırlar ve padişah için bir taht kuruldu ve eğlenceler günlerce sürdü. İslam
Ansiklopedisi ve birtakım diğer kaynaklarda, düğünün tarifi oldukça sade ve yorumsuz
kalmaktadır. Mesela Prof. Tayyib Gökbilgin’in metninde bu düğün, hiç tasvir
edilmemekte, “İbrahim Paşa, [...] Kanûnî’nin hemşiresi ve Yavuz’un kızı Hatice sultan
ile evlendi. Bu münasebetle Atmeydanı’nda İbrahim Paşa Sarayı’nda 15 gün süren
muhteşem bir düğün yapıldı” demekle yetinmektedir. Lamartine ise düğünü anlatırken
Görkemli Bir Düğün Töreni şeklinde başlık atmıştır.278

Danişmend ve Hammer’in metinlerinde detaylarıyla verilen düğün ile ilgili


bilgilerin, Gelibolulu Âlî, Celâlzâde ve Peçevî’den alındığı bilinmektedir. Bu sırada
Kanunî Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Selim’in dünyaya gelmesi (28 Mayıs) düğün
sevincini daha da artırmıştır.279

Kanunî Sultan Süleyman’ın bu teveccühleri sayesinde, Vezir-i Azam olan


İbrahim Paşa on üç yıl boyunca Devlet-i Âliye’yi idare etmişti. Kanunî’nin kendisine
tam bir güven duyması sayesinde İbrahim Paşa’ya, bazı kararları Padişah’a danışmadan

275
Deniz Özer, “Hürrem Sultan’ın Gazabına Uğrayan Bir Sadrazam”,Türk Dünyası Tarih Dergisi,
İstanbul 1988, sayı 24, s.29
276
Uluçay, Osmanlı Saraylarında Harem Hayatının İçyüzü, s.96.
277
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, bu konuda Belleten c. XXIX, s.114 (Nisan 1965’den ayrıbasım) TTK
Basımevi, Ankara 1965, c.29, s. 355-361’de şöyle der: “ Kanunî Sultan Süleyman’ın Vezir-i Azamı,
Makbul ve Maktul İbrahim Paşa Padişah Damadı Değildi.”başlıklı yazısına göre, İbrahim Paşa saraya
damat değildi. Hanımının ismi Muhsine idi ve bir oğlunun adı Mehmet idi. Uzunçarşılı, İbrahim Paşa’nın
en yakını Nişancı Celâl-zade Mustafa Çelebi’nin yazdıklarından ve İbrahim’in Muhsine Hanımla –eşiyle-
olan mektuplarından bu sonucu çıkarmıştır. Bazı kaynaklarda ise Muhsine Hanım’ın İbrahim Paşa’nın
sevgilisi olduğu ve bunun sarayda duyulmasının Paşa’nın ölüm sebeplerinden olduğu yazılıdır.
278
Lamartine, s.409.
279
Hammer, c.I, s. 466.
69

alma yetkisi dahi verilmişti ki bu durum Osmanlı geleneğinde o zamana kadar


görülmemişti. 280 İbrahim Paşa’nın arkadaşlarına (diğer vezirlere) üstünlüğü, onun
gençliği, terbiyesi en önemlisi de padişahın ondan esirgemediği dostluğudur ki bu
dostluk her türlü rekabeti imkansız kılmıştır.281 İsmail Hâmi Danişmend ise, İbrahim
Paşa’nın Kanunî Sultan Süleyman’la olan yakınlığının nedenini doğrudan
irdelememektedir. Danişmend, İbrahim Paşa’nın bu hızla yükselişini onun ilmi
özelliklerine değil, kurnaz zekâsına, entrikacı oluşuna ve dalkavukluğuna
bağlamaktadır.

Hatice Sultan ve İbrahim Paşa’nın düğünleriyle ilgili olarak kaynaklarda,


Kanunî’nin bu düğüne katılmasının ayrıcalığından söz edilmektedir. Bu düğünün ve
daha önce Kanunî’nin çocukları için yapmış olduğu sünnet düğününün kıyaslanmasına
dair Sultan ve veziri arasında geçen bir konuşma anlatıla gelmiştir. “Padişah’ın sorusu
üzerine İbrahim Paşa; “Benim düğünüm gibi bir düğün şimdiye kadar olmamış ve
olmayacaktır” yanıtını vermiştir. Padişah, bu yanıt karşısında şaşırarak, nedenini
sorduğunda, İbrahim Paşa “Sizin düğününüzde benim düğünümdeki kadar büyük bir
davetli yoktur: Benim düğünüm, zamanımızın Süleyman’ı olan Mekke ve Medine
Padişahı’nın huzuruyla müşerref olmuştur” demiştir.282 Bu cevap Kanunî’nin hoşuna
gitmiştir.

1526 tarihinde, Veziriazam ve aynı zamanda Anadolu Beylerbeyi olan İbrahim


Paşa, Petervaradin’in fethiyle görevlendirilmiş, Rumeli Beylerbeyi unvanını da geçici
olarak almış ve başarılı olmuştur. Osmanlı’nın Mohaç Meydanı’ndaki zaferinden sonra,
Budin’e ilerlenmiş ve burası da alınmıştır.

Budin Kalesi’nin alınması sonucundaki gelişmeler, Paşa için farklı neticeler


doğurmuştur. Bir yandan İbrahim Paşa’nın siyasal yetkileri gittikçe artmış, öte yandan
kimi eylem ve kararları nedeniyle saygınlığı sarsılmıştır. Macar Kralı II. Layoş,
Mohaç’ta tahtına bir mirasçı bırakmadan öldüğünden, krallık sahipsiz kalmış ve Budin
üzerine yürüyen Kanûnî’ye kentin anahtarı teslim edilmiştir.

280
Clot, s.52.
281
Hammer, c.I, s. 476.
282
Lamartine, s. 421; Hammer, s. 500; Tekinoğlu, s. 52; Alpgüvenç, s. 25.
70

Buradan elde edilen ganimetler ise, İstanbul’a götürülmüştür. Bu ganimetlerin


en önemlileri, Yanko Hunyad’ın oğlu Kral Mathias Korvin’in kütüphanesi, Ayasofya
mihrabının iki tarafına konulan tunç şamdanlar ve yine tunçtan Herkül, Apollon ve
Diana heykelleridir. İbrahim Paşa, bunları Atmeydanı’nda bulunan sarayının önüne
koydurtmuştur. İbrahim Paşa’nın İslam geleneğine aykırı olan bu insan figürlerini
sarayının önüne diktirtmesi, halkın gözünde Paşa’nın saygınlığını ve güvenilirliğini
sarsmıştır. Hatta Frenk İbrahim veya Gavur İbrahim lakapları, Paşa’ya bu
yaptıklarından dolayı verilmiştir. İbrahim Paşa’nın söz konusu heykelleri sergilemesi
üzerine, Figânî, meşhur bir Acem beyitinden esinlenerek, İbrahim Paşa’nın kendisini
idam ettirmesine neden olacak ünlü beytini söylemiştir:

“Dü İbrahim âmed bedeyr-i cihan,

Yeki put-şiken şüd, yeki put-nişan”283

Bu beyit günümüz Türkçesine şu şekilde çevrilebilir; “İki İbrahim geldi


dünyaya; biri putları yıktı, diğeri ise putları dikti.” Burada gönderme yapılan
İbrahim’lerden biri, Hz. İbrahim Peygamber, diğeri de Pargalı İbrahim Paşa’dır.
Heykellerin İstanbul’a getirilişi ve saray önüne yerleştirilmeleri hemen her kaynakta
aynı biçimde sunulmaktadır. Peçevi; “İslâm ülkesinde görülmemiş acaip ve tuhaf
şeyler” olarak betimlenen eşyaların arasında bulunan söz konusu heykellerin
Atmeydanı’na dikiliş nedenlerini, kendince yorumlamıştır. 284

Kanunî Sultan Süleyman’ın İbrahim Paşa’ya verdiği değer, başta Gökbilgin’in


makalesi285 ve Hammer Tarihi286 olmak üzere daha pek çok kaynakta söz edilen bir
olayla ispatlanmaktadır. Hatice Sultan’la evliliğinden dört ay sonra, Mısır’da patlak
veren huzursuzlukları bastırmak üzere, Paşa buraya gönderilmiştir. İbrahim Paşa
Mısır’a gitmek üzere yola çıktığında, Kanunî, Veziriazamını İstanbul yakınındaki
adalara kadar uğurlamıştır. Bir padişahın vezirini bu şekilde uğurlaması tarihte
gösterilen en büyük iltifatlardan kabul edilir. İbrahim Paşa, Mısır’daki düzeni sağlarken,
Kanunî’nin buyruğu üzere, İstanbul’a geri döndüğünde karşılanışı da en az uğurlanışı
kadar görkemli olmuştur.

283
Peçevi, c.I, s. 59.
284
Tezcan, s.17-18.
285
Gökbilgin, MEB İslam Ansiklopedisi, s. 908-915.
286
Hammer, c.I, s.467.
71

Danişmend, İbrahim Paşa’nın İstanbul’daki vezirler ve bazı askerî kıtalar


tarafından dört günlük yoldan karşılandığını ve “Padişahın sevgili Veziriazamına
murassâ takımları iki yüz bin duka altun değerinde güzel bir arap atı gönderdiği”
rivayetini aktarmaktadır.287 Hammer, bu olayı bir rivayet değil, aksine bir gerçek olarak
vurgulamaktadır. Aynı zamanda Danişmend’in belirtmediği bir bilgi daha sunmaktadır.
Buna göre, İbrahim Paşa, Mısır dönüşü padişahın kendisine verdiği armağana karşılık,
padişaha, aynı değere sahip bir serpuş takdim etmiştir. Osmanlı görenekleri açısından
padişahın bir armağanına, İbrahim Paşa’nın aynı değerde bir armağan sunması oldukça
dikkat çekicidir. Paşa’nın, Sultan Süleyman’ın sevgi ve ilgisine ne derece mazhar
olduğu anlaşılmaktadır. 288

Bütün bu iltifatlar karşısında İbrahim Paşa, hakkında yazılmış kasideler ve


methiyelerle ve etrafına toplanan dalkavukların tesiri altında kalarak kendisini
neredeyse hanedanın ortağı sanmaya başlamıştı. Herkes ona Makbul İbrahim Paşa
diyordu. Esirlikten geldiğini unutmuş, kibir ve gurur içerisinde, koca Osmanlı
İmparatorluğunu kendisi idare ediyor sanıyordu.289

Uzunçarşılı da, “İbrahim Paşa’nın Geniş Salahiyetleri” başlığı altında şunları


yazar:

“İbrahim Paşa, veziriazam olduktan on bir ay sonra padişahın


hemşiresi kendisine nikâhlanarak Atmeydanı’nda sonradan İbrahim Paşa
Sarayı denilen sarayda düğünleri yapıldı, itibarı kat kat arttı, bu sırada yaşı
otuz kadardı; yüksek zeka ve ihatası sebebiyle az zamanda devlet işlerini
kavradı. Mısır’daki icraatı, Anadolu’daki Alevi isyanlarına karşı olan
tedbirleri; Avrupa seferlerindeki muvaffakiyetleri, siyasi müzakerelerdeki
(bazı şımarıkça hareketleri istisna edilecek olursa) muvaffakiyetleri ve devlet
işlerini kavramış olması kendisinin iyi bir hükümet reisi olduğunu
göstermektedir.”290

Kanunî Sultan Süleyman, Veziriazam İbrahim Paşa’ya yılda üç milyon akçe


(altmış bin duka) tahsisat ile seraskerlik, yani açılacak seferin başkumandanlığı
görevini, Divan toplantısı sırasında tevdi etti. Bu berat, nişancı Celalzâde tarafından

287
Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c.II, s.98.
288
Hammer, s. 469; Tezcan, s.15.
289
Uluçay, Osmanlı Saraylarında Harem Hayatının İçyüzü, s. 98.
290
Uzunçarşılı, s. 356.
72

padişahın huzurunda kaleme alınmıştır. Bu beratta, Paşa’ya her türlü terfi ve tenzil
yetkisini, tımar ve ulufelerin dağıtılması, seferde her kararının yerine getirilmesi ve
gereken saygının gösterilmesi yazılıydı.

Olaylar gelişerek devam ederken Vezir-i azam İbrahim Paşa kendisine


gösterilen bu geniş salahiyeti su-i istimal etmeye başlamıştı. Irakeyn seferinde
bulunurken Olama Hanı’nın291 teşvikiyle kendisinin serasker unvanına bir de
“Sultan” sıfatını ilave etti ve “Serasker Sultan”292 tabiri yazıldı. 293 Defterdar
İskender Çelebi’nin bu unvanı men etmesi üzerine Veziriazam İbrahim Paşa
defterdara gücenmiş ve daha sonra defterdar asılmıştı.

Sadrazam (Makbul) İbrahim Paşa’nın karakterini göstermesi bakımından


1533’de Avusturya elçileriyle yaptığı görüşmelerinde söylediği ve tarihi kaynaklarda
yer alan şu sözleri önemlidir:294

“Bu büyük devleti idare eden benim, her ne yaparsam yapılmış


olarak kalır, zira bütün kudret benim elimdedir; memuriyetleri ben veririm,
verdiğim verilmiş, reddettiğim reddedilmiştir. Büyük padişah bir şey ihsan
etmek istediği yahut ihsan ettiği zaman bile eğer ben onun kararını tasdik
etmeyecek olursam, olmamış gibi kalır; çünkü her şey, harb, sulh, servet ve
kuvvet benim elimdedir.”295

Bu olaya başka kaynaklardan da bakacak olursak; Paşa, Avusturya


Arşidükası Ferdinand’ın elçileri geldiği zaman296 onlara şöyle demişti:

“Benim yaptığım yaptıktır; bir seyisi paşa yapabilirim. Efendimin


malumatı olmadan istediğim gibi memleketler, krallıklar verebilirim, onun
verdiği şey benim tensibime makrun olmazsa iradesi esersiz kalır, bilakis ben
emrettiğim halde o tensib etmezse benim emirlerim icra olunur, onunki değil,
sulh ve harb benim elimdedir; devlet hazinesi benim emrim altındadır.
Metbuum benden daha mükellef elbise içinde değildir. Benim servetim daima

291
Olama Han veya Ulama Han: (1492 Antalya - 1552, Eğri, Macaristan), Teke’de dünyaya gelmiştir.
Şahkulu isyanına katıldığı için İran’a kaçmış orada yükselerek Han unvanıyla Azerbeycan valisi
olmuştur. Şah Tahmasb’la anlaşmazlığa düşüp Kanunî’ye sığınmıştır. Bostânın Süleyman-nâme adlı
eserinde kendisinden söz edilmektedir. (Ayrıntılı bilgi için bkz: http://remzikilic.com 12.04.2012 Prof.
Dr. Remzi Kılıç, Kanunî Sultan Süleyman ve Diyarbakır)
292
Bu beratın sureti Tabakatü’l-Memâlik’te aynen vardır. s. 583; Tekinoğlu, s.126.
293
Celâl-zâde Mustafa Çelebi, Tabakâtü’l-Memâlik, v. 220b-222a; Uzunçarşılı, s. 357.
294
Tekinoğlu, s.51.
295
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi II, s.51.
296
Hammer, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, c. I, s. 509’da tarihi, 27 Mayıs olarak verir.
73

el dokunmamış olarak kalır, çünkü o benim hep masraflarımı verir.


Krallıkları, memleketleri, hazineleri bana tevdi olunmuştur. Bunları istediğim
gibi idare ve sarf edebilirim. Gençliğimden beri padişah ile beraber yaşadım,
onun doğduğu hafta doğmuşum.”297

İbrahim Paşa bu kadar mevkiyi ve yetkiyi elinde bulundururken bir yandan


da Avusturya ile barış anlaşmaları sırasında Batı dünyası üzerinde de söz sahibi
olmuştur. Kral Ferdinand, Kanunî’ye baba, İbrahim Paşa’ya da kardeş sıfatıyla
boyun eğdiğini bildirmiştir. Avusturya elçileri Jerôme de Zara ve Cornelius-
Dupplicius Schepper, Kral Ferdinand’ın, “Osmanlı Devleti meclislerinde, ağabeyi
olarak kabullendiği İbrahim Paşa’nın kendisini temsil etmesi” ricasını iletmişlerdi.
Hıristiyan âleminin büyük bir kısmının lider olarak kabul ettiği Ferdinand’ın
durumu, Hammer’in ifadesiyle Batılı bir kralın Osmanlı vezirinin seviyesine inmesi
olarak kabul edilmiştir.298

İbrahim Paşa’nın yetki ve salahiyetler karşısında şımarmasını kendini


padişaha denk görmesini anlatmamızın sebebi, öldürülmesinin müsebbibi olarak
Hürrem Sultan’ın görülmesidir. Sanki sadece Hürrem’in entrikaları sonucu tamamen
masum bir insan katledilmiş, Padişah çok büyük bir devlet adamını ve arkadaşını
Hürrem Sultan’ın fitnesiyle öldürtmüş gibi gösterilmektedir.

3.2.2.2. İbrahim Paşa’nın Gözden Düşmesi ve İdamı299

Clot, “İbrahim’in Trajedisi”ni anlatırken; hükümdarın kardeşi olan Hatice


Sultan’ın da İbrahim hakkında iyi şeyler düşünmediğini bunun da sebebinin,
kendisine Mehmet Şah isminde bir erkek evlat vermiş olmasına rağmen İbrahim
Paşa’nın Muhsine adında bir başka kadını eş olarak alması olduğunu yazar. Ortalıkta
dolaşan söylentilerin Kanunî’yi etkilemediğini, lakin Paşa’nın ilk zamanlardaki
alçakgönüllü tavrından eser kalmayıp kibir ve kendini bilmezlik içinde olmasının
sonunu hazırladığını kaydeder.300

Sultan Süleyman, bir köleye değer vermiş, o zamana kadar görülmemiş


biçimde ona makam ve mevki vermiş, hatta bu köleyi ailesinin içine almış ve kız

297
Uluçay, Osmanlı Sarayında Harem Hayatının İçyüzü, s.98; Lamartine, s. 427.
298
Hammer, c.I, s.511.
299
Hammer, c.I, s.520.
300
Clot, s. 90.
74

kardeşi ile evlendirmişti. Paşa ise yukarıdaki olaylarda da anlattığımız gibi bu


lütufların sarhoşluğu içinde elindekileri kimin verdiğini ve geldiği yeri unutmuştu.
Hatta Osmanlı İmparatorluğu’nda sadece padişaha has olan unvanları bile
kullanmaya kalkmıştı.

Serasker Sultan unvanını kullanması veya Defterdar İskender Paşa’yı haksız


yere idam ettirmesi veya Hatice Sultan’ı Muhsine isminde bir hanımla aldatması
veya bilmediğimiz daha başka hadiseler; hangisinin bardağı taşıran son damla
olduğunu bilemeyiz. Ama bildiğimiz tek şey var ki o da Paşa’nın cezalandırılması
düşüncesinin, Kanunî’nin aklına yerleşmiş olmasıdır.

İbrahim Paşa, Bağdad seferinden İstanbul’a döndükten iki buçuk ay sonra


ara sıra davet edildiği gibi Ramazan’ın 22. gecesi, 15 Mart 1536301 saraya davet
edilmişti. İftar yemeğinin ardından saraydaki dairesinde uyumaya çekilen
Veziriazam İbrahim Paşa, Cellâd Ali ve yanındakiler tarafından paşayı
boğdurulmuştur.302

Farklı kaynaklarda detaylı anlatımlara da rastlanmaktadır. İlginç detayların


bulunduğu bu olayı şöyle nakledebiliriz; Sadrazam, Dîvan toplantısından çıktıktan
sonra Harem Dairesine geçerek Kanunî Sultan Süleyman ile yemek yemeyi adet
haline getirmişti. Bazı zamanlar geceyi de sarayda geçirirdi. 15 Mart 1536 gününün
akşamı padişah ile hiç kaygı duymadan yemek yiyen İbrahim Paşa, gece sarayda
uyudu. Kanunî ile gözdeleri arasında daha önceden kararlaştırılmış olan işaret
verildiğinde, Harem’deki gizli idamları yerine getirmekle görevli dört dilsiz cellat
yatak odasının yanında, saklandıkları yerden çıkarak İbrahim Paşa’nın üzerine
atıldılar ve ilmiği boynuna geçirdiler. Genç ve güçlü devşirmenin dört dilsizle yaptığı
mücadele, bu saldırıya bir anlam verememesi kadar korkunç olmuştur.

Şiddetli kavganın bahçeden duyulduğu, cesedin üzerinde yara bere izleri


olduğu ve bir yüzyıl sonra bile odanın duvarlarında İbrahim Paşa’nın kanlı el
izlerinin olduğu söylenmektedir. İleri sürülen teorilere göre İbrahim Paşa’yı öldürten
Kanunî Sultan Süleyman, yalnızca kendisine karşı bir politik suikastı değil, Harem’e
kadar girebilmenin genç Sadrazam’a verdiği küstahlığın sonucu olarak tasarladığı

301
Clot, s. 89.
302
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi II, s.51 (Uzunçarşılı 5-6 Mart 1536 yazmıştır.)
75

bazı gizemli cinayetleri de önlemişti. Sonuçta Saray halkı, İbrahim Paşa’nın


cesedinin Harem’in kapısına atıldığını görmüştü.303

İbrahim Paşa hiçbir şey yapmamış olsa bile, yine de sonradan görmelerin
düştükleri hatayı işlemiş, yani kendisine sağlanan iyi niyeti kötüye kullanmaya
başlamıştı. Talihini kendisine verilen bir hak gibi görmeye başlamıştı. Efendisine çok
iyi hizmetlerde bulunmuştu. Fakat sonradan Padişah’ın adını kullanarak yalnız
kendisine hizmet etmeye başlamıştı. Sadece Osmanlı İmparatorluğunun değil dünya
siyasetinin de zirvesine çıkmış ancak bir gecede yok olup gitmişti. 304

Clot, İbrahim Paşa’nın öldürülüşünü masalsı bir tarzda anlatırken on üç sene


boyunca padişahın gölgesi gibi olan güçlü bir adamın hayatta kalmak için verdiği
mücadeleyi şöyle ifade eder:

“15 Mart 1536 sabahı İbrahim, Topkapı Sarayı’nda, Sultan’ınkine


hemen bitişik olan odasında cansız yatarken bulundu. Yırtılmış giysileri,
duvardaki kan izleri –ki yıllarca kalacaktır bu izler- kendini kahramanca
savunduğunu ve sarayın dilsiz bostancılarının ancak uzun bir mücadeleden
sonra kementlerini başvezirin boğazına geçirmeyi başarabildiklerini
kanıtlıyordu. Cesedi, Canfeda dervişlerinin tersanenin hemen arkasındaki
tekkelerine götürüldü.”305

Veziriazamın naşı, Galata’ya götürülerek orada bir tekkeye gömülmüştür. O


kadar sene hükümdarın en gözde arkadaşı olduktan sonra, öyle gözden düşmüştür ki
gömüldüğü yere bir türbe bile yapılmamıştır. Sadece başucuna dikilmiş bir ağaç. 306

3.2.3. Hürrem Sultan’ın Rüstem Paşa ile İlgili Konularda Kanunî’ye Etkileri

3.2.3.1. Rüstem Paşa

Rüstem Paşa, Kanunî Sultan Süleyman’ın biricik kızı Mihrimah Sultan’ın


eşidir. Tezimizde Rüstem Paşa ile ilgili bilgi verme nedenimiz, damat olarak
seçilmesinde ve sonrasında gelişen olaylarda Hürrem Sultan’ın etkin bir rol oynaması

303
Lamertine, s. 437.
304
Lamertine, s. 437.
305
Clot, s. 89.
306
Hammer, s.521.
76

sebebiyledir. Üçlü ittifak benzetmesi yapılan, Hürrem Sultan ve taifesi diye anılan ve
Şehzade Mustafa’nın katlinden, Selim’in Bayezid’le olan kavgalarına kadar pek çok
olayda adı geçen Paşa, aslında Osmanlı’ya rüşveti getiren adam diye de anılmaktadır.

Damat Rüstem Paşa (1500-1561) Kanunî Sultan Süleyman’ın saltanatı


döneminde 28 Kasım 1544 - 6 Ekim 1553 ve 29 Eylül 1555 - 10 Temmuz 1561 tarihleri
arasında iki sefer sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır. 307

Kaynakların çoğunda Rüstem Paşa’nın Hırvat asıllı olduğu yazılıdır. 1500’lü


yılların başında Saraybosna yakınlarında Butomir veya Sarajevsko Polje’nin batısındaki
bir köyde doğduğu ailesinin Opukoviç yahut Çigaliç adıyla anıldığı rivayet edilir.
Üsküdar Mihrimah Sultan haziresinde medfun akrabalarının mezar taşlarında aile adı
Çigaliç olarak kayıtlıdır. Hırvat, Boşnak, Sırp ve Arnavut olduğuna dair kayıtlar da
vardır. Venedik Balyosu Bernardo Navagero, onun Saraybosna yakınlarında küçük bir
köyde yaşayan bir Sırp köylüsüne domuz çobanlığı yapan bir kişinin oğlu olduğunu
yazmaktadır. 308 Babasının adı ise kayıtlarda Abdurrahman, Abdurrahim, Abdülhamid,
Abdülmuin ve Mustafa şeklinde geçer.309

Acemi Ocağı’na ne zaman alındığına dair kesin bilgi bulunmamakla birlikte


Rüstem Paşa’nın Bernardo Navagero’ya bizzat anlattığına göre haracını ödemeyen ilk
efendisi tarafından, haracın yerine köle olarak Sultan’ın Galata’daki sarayına teslim
edilmiş, burada kısa zamanda dikkatleri üzerine çekmiş ve iç oğlanı olarak saraya
getirilmiştir. 310

Kısa boylu olan Rüstem Paşa’nın kırmızı yüzündeki gözlerinde görülen ateşin,
aklının keskinliğini ve fevkalade azminin gücünü gösterdiğini ve tüm zevklerinde tutarlı
ve ölçülü olduğunu, mesela asla şarap içmediğini tarihi kayıtlarda görmekteyiz.
Olağanüstü hafızası sayesinde en zorlu işlerde bile başarı gösterdiğini, aslında huysuz,
karanlık ve itici bir kişiliği olan Paşa’nın gerektiğinde nezaket ve yumuşaklıkla insanları
kendisine çektiğini dönemin tarihçileri yazmaktadır311

307
http://www.tarihsayfasi.com (22.10.2011)
308
Zinkeisen, c. 3, s. 59.
309
Afyoncu,T.D.V.İ.A., s. 288.
310
Afyoncu,T.D.V.İ.A., s. 288.; Afyoncu, Muhteşem Süleyman, s. 85.
311
Zinkeisen, c. 3, s. 61.
77

3.2.3.2. Rüstem Paşa’nın Yükselişi ve Devlet Yönetimindeki Kararlarında Hürrem


Sultan’ın Etkileri

Rüstem Paşa’nın, acemi ocağında iken Kanunî’nin dikkatini çektiği olay ise
şöyle anlatılmaktadır: Bir gün Galata Sarayını denetlemeye gelen Sultan Süleyman’ın
elinde bulunan bir şey pencereden düşmüş. Oradakiler bunu almak için merdivenlere
yönelirken, Rüstem Paşa pencereden atlamış. Bu hareketiyle, gözü pek delikanlı,
Padişah’ın dikkatini çekmişti. 312

Enderun’da eğitim aldıktan sonra Saray’daki ağa sınıfına dahil olduğu313


yazılsa da ilk görevi veya görevleri hakkında kesin bilgi yoktur. Kaynaklarda Has
Oda’da yetiştikten sonra rikâb ağası olarak çıktığı kaydedilir.314 “Mohaç Seferine
silahdar sıfatıyla katıldığı bilinmektedir. Sefer dönüşünde Padişah İstanbul’a girmeden
bir gün önce 6 Safer 933’te (12 Kasm 1526) büyük mirâhurluğa315 tayin edildi. Daha
sonraki birkaç yıla ait kayıtlarda da büyük mirâhur olarak görünür.316

Rüstem Paşa’nın yükselişi Hürrem Sultan’ın kızı Mihrimah Sultan’la


evlendirmesiyle başlamış gibi algılanır ancak Kanunî onu, daha eğitimi sırasında
tanımış ve kendisini çeşitli görevler vererek yükseltmiştir. Kayıtlarda Rüstem Paşa’nın
yükselişinden rahatsız olan İbrahim Paşa’nın onu Anadolu’ya tayin ettiği yazılıdır.317
Rüstem Bey adlı bir kişinin Kefe Sancakbeyi olduğu daha sonra da Diyarbekir

312
Zinkeisen, c. 3, s. 59.
313
Afyoncu, Muhteşem Süleyman, s.86.
314
Âlî Mustafa Efendi, Künhü’l-ahbar, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, tarih yok, nr. 5959, v.340a
315
Mirahor: Sarayda atların bakımı ve yönetimiyle ilgili olan kimse.
316
Afyoncu,T.D.V.İ.A., s. 288.
317
İslam Ansiklopedisinde: “1533’te İstanbul’da bulunan Daniello Ludovisi, Veziri azam Makbul
İbrahim Paşa’nın sultanın gözüne giren Rüstem’i Anadolu’da bir sancağa tayin ederek İstanbul’dan
uzaklaştırdığını söyler (Zinkeisen, III, 76-77). Nitekim Rebiülevvel 941’de (Eylül 1534) büyük
mirâhurlukta Mehmed adlı birinin görülmesi onun bu görevden ayrıldığına işaret etmektedir (BA, KK, nr.
1564, s.223) Rüstem Bey isimli bir kişi ise Rebîulâhir 942 (Ekim 1535) tarihli bir kayıtta Teke
Sancakbeyidir (BA, KK, nr. 1564, s. 223). Bu durumda onun büyük ihtimalle 1533’te Teke
sancakbeyliğine gönderildiği söylenilebilir. Rüstem Paşa’nın taşraya Diyarbekir beylerbeyi olarak çıktığı
belirtilmekle birlikte 933-942 (1527-1535) yıllarına ait kayıtlara göre Diyarbekir beylerbeyliğinde Hüsrev
Paşa, Yâkub Paşa, Süleyman Paşa ve Mehmed Paşa bulunmuştur. (BA, KK, nr. 1564, s. 185, 223, 226,
249; Bostan Çelebi, vr. 101b, 103a, 130b, 143b, 160a-b, 166a), Rüstem Paşa, Vezir-i azam İbrahim
Paşa’nın Ramazan 942’de (Mart 1536) katlinden sonra, onun yakınlarından Mehmed Paşa’nın
azledilmesiyle Dulkadir beyliğine getirilmiş, Karaman Beylerbeyi Lütfi Paşa’nın Rumeli Beylerbeyliğine
tayiniyle de Karaman Valisi olmuştur (a.g.e. vr. 161b-162a). Bunun hemen ardından Diyarbekir
Beylerbeyi Mehmed Paşa Anadolu Beylerbeyi olunca Diyarbekir beylerbeyliğine tayin edilmiştir (a.g.e.,
vr. 164a). Rüstem Paşa pek bilinmeyen ve kısa aralıklarla yapıldığı anlaşılan Dulkadır ve Karaman
beylerbeyliği görevlerine tayin edilmiş ancak fiilen valilik yapmamış olmalıdır.”şeklinde açıklanmıştır.
c.35, s.288.
78

Sancağına atandığı söylenmektedir. İbrahim Paşa’nın öldürülmesinden sonra kısa bir


süre Dulkadir Beyliğine ve Karaman Beyliğine getirilmiştir.

Rüstem Paşa Diyarbekir Beylerbeyi iken pek çok tarihi kaynakta anlatılan olay
vukuu bulmuştur:

“Rivayete göre Kanunî Sultan Süleyman, Hürrem Sultan’ın da


yönlendirmesiyle Enderun’dan tanıdığı Rüstem Paşa’yı kızı Mihrimah Sultan
ile evlendirmek istemiş, ancak muhalifleri bu evliliği önlemek için Rüstem
Paşa’nın cüzzamlı olduğu rivayetini yaymış, Kanunî de işin aslının öğrenmek
üzere tabiplerden Mehmed Bey’i Diyarbekir’e göndermiştir. Tabip paşanın
üzerinde bir bit (kehle) bulunca onun cüzamlı olmadığını anlamış ve padişaha
damat yapıldığına dair hatt-ı hümâyunu Rüstem Paşa’ya vermiştir. Rüstem
Paşa bu hadiseden dolayı “kehle-i ikbal” diye anılmıştır. Ancak büyük
ihtimalle bu rivayet doğru olmayıp daha sonraki siyasi çekişmelerin geç
tarihli kaynaklara bir yansımasından ibarettir.”318

Bu konudaki aşağıda yazılı olan beyit meşhurdur:

Olacak bir kişinin bahtı kavi tali (talihi) yar


Kehlesi (biti) dahi mahallinde anın işe yarar
Sultan Süleyman biricik kızı Mihrimah Sultan’la Rüstem Paşa’nın nikâhını,
şehzadelerin sünnet düğünleriyle birlikte yaptırmıştır. Bu sırada Rüstem Paşa yaklaşık
39, Mihrimah Sultan ise 17 yaşlarındaydı. Nikâhları 4 Aralık 1539’da (23 Receb)
kıyıldı.

Hürrem Sultan’ın, Rüstem Paşa’nın sadrazamlığa getirilmesi hususundaki


etkilerine gelince; Rüstem Paşa’nın Mihrimah Sultan’la evlenmesinden sonra sadrazam
olabilmesi için önce 1544 yılında Hadım Süleyman Paşa’nın görevinden alınmasını
sağlamış; II. Vezir Özdemir Paşa ve III. Vezir Hüsrev Paşa arasında laf getirip
götürtmek suretiyle bir husumet başlatmış ve nihayet Kanunî’nin önünde Divan
toplantısı sırasında aralarında tartışma yaşanınca Padişah da onları görevden almıştır.
Bu olaylardan sonra da veziriazamlığa Rüstem Paşa getirilmiştir. Hürrem Sultan’ın
damadını sadrazam yapabilmek için Mihrimah Sultan’la beraber, saraydaki vezirlerin
arasını açtığı iddia edilmiştir. Hatta bu hadise ile Osmanlı Sarayına kadın nüfuzu ve

318
Afyoncu,T.D.V.İ.A., s. 288; Peçevi, c.I, s. 17.
79

rüşvetin girdiği söylenir. Ahmet Refik’in Kadınlar Saltanatı adını verdiği bu devir,
böylece Hürrem Sultan ile başlamış olur.319

Rüstem Paşa, Mayıs 1541’de II. Vezirliğe getirilmiş, Padişahla Macaristan


seferlerine katılmıştır. 1544 yılında ise veziriazam olarak devletin kilit noktasına
yükselmiştir. Rüstem Paşa’nın bu ilk sadrazamlığı sırasında, Şehzade Mustafa’nın
aleyhinde faaliyetlerde bulunduğu bazı kaynaklarda geçmektedir. Onun mührünü gizlice
kazıttığı ve Mustafa’nın ağzından İran Şahı Tahmasb’a mektup yazdığı ve ondan gelen
cevabı da Padişah’a verilmek üzere ele geçirdiği kayıtlarda mevcuttur.320

Kanunî, Rüstem Paşa’yı ordunun başında İran Seferine gönderdiğinde ise


olaylar hızlanmıştır. Rüstem Paşa, Anadolu’ya geçince, Şehzade Mustafa’nın
taraftarlarının günden güne arttığını, Padişah’a karşı da “Artık kocaldı Dimetiko
Sarayı’na çekilsin ve kalan ömrünü ibadetle geçirsin.” şeklinde dedikodular yapıldığını
ve askerin de Mustafa’yı desteklediğini görmüş ve bunları saraya bildirmişti. O zamana
kadar oğluna karşı tavrını kesinleştirmeyen Sultan Süleyman, Hürrem Sultan’ın
telkinleriyle Mustafa’yı kendisi için bir tehdit olarak görmüştü.

“Vezir-i azam Rüstem Paşa kumandasıyla İran üzerine kuvvet


yollandı; fakat yolda yeniçeriler arasında Karaman Valisi Şehzade Mustafa
lehine söylenen bazı sözlerin duyulması üzerine Rüstem Paşa geri çağrılarak
1553 Ağustos sonlarında bizzat Padişah İran seferine çıktı ve kendi tahtına
göz diktiği söylenen büyük oğlu Mustafa’yı Konya Ereğlisi’nde boğdurdu ve
oradan Haleb’e geldi.” 321

Kanunî, İran seferine çıktığında tarih Ağustos ayının sonlarını gösteriyordu,


Haleb’e gelindiğinde ise kış olmuştu. Şehzade Mustafa’nın şehadetinde alakası olan
veziriazam Rüstem Paşa’nın yerine İkinci Vezir Kara Ahmed Paşa tayin edilmişti.

Hürrem Sultan, oğullarının tahta çıkması için Şehzade Mustafa’yı devre dışı
bırakmaya çalışırken en büyük desteği damadı Veziriazam Rüstem Paşa’dan görmüştür.
Rüstem Paşa’nın tertibiyle 1553’te İran seferi sırasında Konya Ereğlisi yakınlarındaki

319
Ahmed Refik (Altınay), Kadınlar Saltanatı (699-1027), s. 62-64, 256; Gökbilgin, s.594; Turan, MEB
İslam Ansiklopedisi, s.800-801; Yılmaz Öztuna, Başlangıcından Günümüze Türkiye Tarihi VI., s.186;
Zuhuri Danışman, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi VII, s.45; Zuhuri.Danışman, Osmanlı Padişahları
Serisi II, s.497-498; Murat Belge, “Rüstem ile Mihrimah” Tarih ve Toplum Dergisi, 37 (Ocak 1987),
s.29-37.
320
Afyoncu, Muhteşem Süleyman, s.101; Turan, s. 29 “Topkapı Arşivinde E. 5103 numarada bulunan bu
mektup Tayyib Gökbilgin tarafından yayımlanmıştır: “Rüstem Paşa Hakkındaki İthamlar”, İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, c.VIII, sayı 11-12, vsk. 4, s.38-43.
321
Uzunçarşılı, s.360-361.
80

Aktepe’de Şehzade Mustafa öldürülmüş; Şehzadenin öldürülmesi kamuoyunda ve asker


arasında büyük infiale yol açınca Rüstem Paşa veziriazamlıktan azledilmiştir. 322

Rüstem Paşa amacına ulaşmış ve kendi eşinin kardeşlerine saltanat yolunun


açılmasını sağlamıştı. Ancak Mustafa öldürülünce halkın arasında çıkan huzursuzluk ve
söylentiler yüzünden Padişah kendisini vezirlikten azletmişti. Paşa’ya daha ağır ceza
verilmesini ise Hürrem Sultan ve Mihrimah Sultan’ın ricaları engellemişti. Hürrem
Sultan bu konuda padişaha bir mektup yollamış ve Kanunî’den Rüstem Paşa’yı
korumasını istemişti:

“Benüm devletlüm, iki gözüm, yoluna kurban olduğum,


saadetüm Rüstem Paşa bendenüzdür. Nazar-ı şerifinizi (gözünüzü,
gözetiminizi) üzerinden diriğ etmeyesiz (esirgemeyiniz). Benüm
devletlüm, kimsenin sözüne amel etmeyesiz (uymayınız). Hele şol cariyen
Mihrimah’ın yüzü suyuna, benüm devletlüm, benüm padişahım, aziz
başınız için ben cariyen dahî hatırı içün olsun, saadetlü padişahım.”323

Rüstem Paşa, yaklaşık dokuz yıl boyunca sadrazamlık yaptıktan sonra


azledilmiş olsa da padişah damadı olmasından dolayı azametinden bir şey kaybetmemiş
hatta 1555’te İstanbul’a gelen Avusturya elçisi Busbecq, ilk olarak onunla görüşmüştür.

Rüstem Paşa, Hürrem Sultan’la işbirliği yapması ve Şehzade Mustafa’nın


ölümünde rolü olması yüzünden dönemin tarihçilerinin eserlerinde ve şairlerin
beyitlerinde olumsuz olarak takdim edilmiştir. Ancak toplam 14,5 yıl süren iki
veziriazamlığı döneminde ıslahatçılığıyla devletin siyasi ve mali gelişmesinde katkısı
olduğu da kitaplarda kaydedilmiştir. 324

“Olumsuz yönlerine rağmen son derece başarılı, zeki ve uzak


görüşlü bir devlet adamıydı. Özellikle gayrimüslimlere ve yabancı devletlere
karşı çok sert biri olan Rüstem Paşa’yı Fransızlar “Korkunç yaratık”,
Almanlar “gaddar ve menfur” olarak tanımlar, Venedikliler de veziriazamdan
çok çekinirlerdi. Rüstem Paşa aldığı önlemlerle devlet hazinesine de büyük
gelirler sağlamıştı. Seyyahlar tarafından sarayın çiçeklerini bile satarak
hazineye para sağladığı anlatılır.”325

Paşa’nın devrindeki erbab-ı kalem tarafından sevilmemesi ve tenkid edilmesini


ayrıca, onun cimriliğine ve muktesitliğine bağlayanlar, Rüstem Paşa’nın bu sebeple
322
Afyoncu,T.D.V.İ.A., s. 289.
323
Turan, s. 29; Uluçay, Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları, s.43.
324
Afyoncu,T.D.V.İ.A., s. 290.
325
Afyoncu, Muhteşem Süleyman, s. 117.
81

büyük bir serveti olduğunu yazmaktadırlar. Bu anlatılan özelliklerine rağmen birçok


hayır eserleri ve câmiler bırakmıştır. Kendisi âlim, tarihçi, hârici siyasete vâkıf, askeri
yönü kuvvetli bir şahsiyettir.326

Koçi Bey, Risalesi’nde, Rüstem Paşa’nın mallarından söz ederken küçük


hükümetlerden birinin padişahına hazine olmaya yetecek kadar serveti olduğunu
kaydetmiştir.327 Eşi ve kayınvalidesi sayesinde devlet yönetiminde uzun bir süre kalmış;
Hırvat asıllı olan bu köle öldüğünde ise arkasında müthiş bir servet bırakmıştır. Tarih
kitaplarında serveti şöyle sıralanır:

“1700 köle, 2900 savaş atı, 1106 deve, 80.000 dülbent, 780.000
altın, 100 milyon akçe, 5000 kaftan, hil’at ve elbise, 2000 zırh, 1500 gümüşlü
tolga,130 çift altın üzengi, 760 mücevherle süslü kılıç, 1000 gümüşlü topuz,
32 çok değerli mücevher, Anadolu ve Rumeli’de 815 çiftlik, 76 su değirmeni,
130’u mücevherlerle ciltli yüzlerce Kur’an olup ve 5000 ciltten fazla
kitap…”328

Peçevi bunlara ilaveten, 500 altın işlemeli-600 gümüş işlemeli eğer, nakit ve
külçe altın para yaklaşık 1600 yük, Anadolu ve Rumeli’de 1000 çiftliği de saymıştır.
Ayrıca halı, kilim kap kacak gibi eşyanın hesabının tutulmadığını kaydetmiştir. Devlet
işlerine rüşvet sokan adamın, devşirme Rüstem Paşa olduğunu ve rüşvetle bir defa
makam sahibi olanların da bir daha azil yüzü görmediklerini yazmıştır. 329

Osmanlılardaki sosyo-ekonomik yapıyı anlatan bir eserde Rüstem Paşa’nın


devlet yönetimine rüşveti soktuğundan şöyle bahsedilmiştir:

“Avusturya elçisi “Busbecq330, ülkesi ile Türkiye arasında


imzalanacak barış anlaşması meselesinde veziriazam Rüstem Paşa’ya
şartlarını kabul ettirmek için rüşvet teklif etmiş, Paşa da bunu kabullenmiştir.
Elçinin yolladığı ilk 5000 dukaya memnun olan veziriazam, işin zor

326
Aksun, s. 304.
327
Koçi Bey, Koçi Bey Risalesi, sadeleştiren: Zuhuri Danışman, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları:
609, 1000 Temel Eser Dizisi: 115, Sevinç Matbaası, Ankara 1985, s. 89-90’nda “Üçüncü sebep budur ki:
hürmete değer kızları Mihrimah Sultanı, Rüstem Paşa’ya verip, vezir-i azam yaptı. Fevkalade gözde
olduğundan istediğine müsaade eyleyip, ataları zamanında fetholunmuş olan memleketlerden o kadar çok
köyleri mülk olarak verdi ki tavaif-i mülûkten (küçük küçük hükümetler) bir padişaha hazine olmaya
yeterdi. Onlar dahi bazı hayırlar yapıp, evladına vakfeylediler. Hala her sene o vakıflardan yüz yük kadar
akçe gelir. O çeşit sultanların vefatında, hasları miriye alınırken sonra gelenler de vakfetmeye başladılar.
Şeriata aykırı olarak, hazineye ait olan bu haslar, kayıp ve telef oldu. Sevap yapalım derken günaha
girdiler.”demektedir.
328
Afyoncu, s. 117.
329
Peçevi, c. I, s. 17-18.
330
Busbecq, Türkiye Mektupları, 1555-1562, İstanbul 1939, s.319.
82

olduğunu bildirmiş ve bu taksiti almamış, ancak iş bitince kabul edeceğini


belirterek kendisi için saklamasını söylemiştir”331

16. asrın sonlarına doğru Avusturya diplomatı olarak İstanbul’da bulunan


Gerlach, az hediye (rüşvet) veren yüksek devlet görevlilerini Sadrazamın derhal
azlettirdiğini böyle azledilenlerin daha büyük rüşvet vererek eski görevlerine
geldiklerini yazmıştır. 332 Farklı kaynaklarda Paşa’nın rüşvet konusunda dönemin
arşivlerinde ve kaynaklarında şikayetler bulunmaktadır.333 Devrin tarihçilerinin bu
suçlamalarının aslında o dönemde ortaya çıkan yeni bir makam vergisi türü olan câize334
sebebiyle olduğu kaynaklarda geçmektedir. Rüstem Paşa zamanında alınan vergiler
artmış ve onun hakkında bu iddiaların ortaya konulmasına sebep olmuştur.335

3.3.4. Şehzadeler Olayında Hürrem Sultan’ın Kanunî Üzerindeki Tesirleri

3.3.4.1. Osmanlı İmparatorluğu’nda Veraset Sistemi

Saltanat veraseti meselesini ciddi olarak Halil İnalcık ve Yılmaz Öztuna ele
almıştır. Halil İnalcık, 1950’lerde bu konuyla ilgili bir makale kaleme almış, Yılmaz
Öztuna ise Osmanlı veraset sistemini bilhassa Fransa’nınki ile mukayese etmiştir. 336
Osmanlı devletinde hükümdarların ölümü ile ortaya çıkan ve kardeş şehzadeler
arasında tahta çıkmak için başvurulan girişimler tarihçiler tarafından genel anlamı ile
“Taht Kavgaları”, “Tahta Mücadeleleri” veya “Saltanat Mücadeleleri” olarak
adlandırılmaktadır.337
Veraset meselesi ile ilgili çalışmasında Eroğlu bu konudaki görüşleri iki ana
başlık altında toplar;

“Birincisi, Türklerde ve dolayısıyla Osmanlı Devletinde, belirli


yasalarla sınırları çizilmemiş olsa bile, bir veraset geleneğinin bulunduğu ve
bu geleneğin hemen her Türk Devleti'ndeki uygulamalarda kendini

331
Necdet Sevinç, Osmanlılarda Sosyo-Ekonomik Yapı, Kutsun Yayınevi, İstanbul 1978, s. 226-227.
332
Ahmet Mumcu, Osmanlı Devletinde Rüşvet -Özellikle Adli Rüşvet-, Ankara 1969, s. 87; Sevinç, s.
226-227.
333
M. Tayyib Gökbilgin, “Rüstem Paşa Hakkındaki İthamlar”, Tarih Dergisi, c. VIII, sayı 11-12, 1956,
s.11-50.
334
Câize: Bir göreve tayin edilen kişilerin veziriazama ödedikleri paraya denir. Bu paralar resmi
defterlere kaydedilir, gizli alınıp verilmezdi. (İslam Ansiklopedisi, c. 35, s. 289)
335
İslam Ansiklopedisi, c. 35, s. 289.
336
İlber Ortaylı (10.01.2010 Milliyet)
337
Nettletton Fisher, "Osmanlı İmparatorluğu’nda İktidar Mücadelesi (1481-1503)" (çev. Necmi Ülker),
Tarih İncelemeleri Dergisi, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İzmir 2001, s. 205-219.
83

gösterdiğidir. İkincisi ise bunun aksine ne Osmanlı öncesi Türk


Devletleri'nde ne de Osmanlı Devletinde bir veraset geleneğinin olmadığıdır.
Ancak tartışma konusu olmayan gerçek, Osmanlı Devletinde hükümdar
olabilmek için herhangi bir hanedan üyesi olmaktan çok ölen hükümdarın
oğlu olma şartıdır.”338

Osmanlıların daha beylik döneminde, babası ölünce Osman Gazi’nin, amcası


Dündar Bey yerine tahta geçmesi bu geleneğin başlangıcı olmuştur. Birkaç kaynaktan
anlaşıldığına göre Ertuğrul'un ölümünden sonra aşiretin başına Ertuğrul'un oğlu
Osman'ın yerine, yaşlı olması dolayısıyla, Ertuğrul'un kardeşi Dündar'ın geçmesi
gerektiğini ileri süren görüşler vardır. 339 Ancak aşiret ileri gelenleri, büyük olmasına
rağmen, Dündar'ın değil, Ertuğrul'un oğlu olmasından dolayı Osman Beyin aşiretin
reisliğine getirilmesini uygun görmüşlerdi. 340 Böylece Türk devlet geleneğinde
kardeşlerin tahta çıkabilmesi hakkı sona ermiştir. Uzun yıllar padişahlık babadan oğla
geçmek suretiyle devam etmiştir. Ancak hangi oğlun tahta çıkacağı bir kurala
bağlanmamıştır.341

Osmanlı İmparatorluğu’nda tahta cülus etmek yegane meşruiyet sebebi idi. 342
Kökü Orta Asya Türk devletlerine kadar inen bu geleneğe göre, hanedandan birisi fiilen
tahtı ele geçirdiğinde artık onun meşruiyetinin nazarî ve hukukî bakımdan bir mesele
olmadığı kabul edilirdi. 343 Böylelikle tahta oturan Osmanlı hükümdarı, daha önce de
belirtildiği gibi, Padisâh-ı ruy-ı zemin zıllullah-i fi'l-arz anlayışına göre kutsal ve ulu
şahsiyet halini alıyordu.

Osmanlılarda hükümdarın ölümü ile başa geçecek olan şehzadeler arasındaki


mücadeleler çoğunlukla birinin tahta geçmesi ve diğer şehzadelerin yönetimde bulunan
kardeşine karşı faaliyetlerde bulunması sebebiyle meydana gelmiştir. Bu durumda, tahta

338
Haldun Eroğlu, “Osmanlılarda İktidarın Değişim Süreci Ve Meşruiyet Sorunu”, Ankara Üniversitesi
Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, 43, 2 (2003) 19-39, s.27.
339
İbn Kemâl, s. 65; Tayyip Gökbilgin, "Osman I", MEB İslam Ansiklopedisi, c. 9, MEB Yayınları,
İstanbul 1993, s. 434.
340
Aşıkpaşazâde, Aşıkpaşazade Tarihi, (haz. Nihal Atsız) MEB Yayınları, İstanbul 1992, s.15.
341
İbn Kemâl, Tevarih-i Al-i Osman, I. Defter, (haz. Şerafettin Turan), TTK Yayınları Ankara 1970, s.
65; Gökbilgin, MEB İslam Ansiklopedisi, c. 9, s. 434; Haldun Eroğlu, “Osmanlı İmparatorluğu’nda
Şehzadelik Kurumu (Klasik Dönem)”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış
Doktora Tezi), Ankara 2002, s.27.
342
Bu konu ile ilgili bkz: Zeynep Ertuğ Tarım, XVI. Yüzyıl Osmanlı Devletinde Cülus ve Cenaze
Törenleri, Kültür Bakanlığı, Yayınları, Ankara 1999; Eroğlu, s. 101-109.
343
Halil İnalcık,“Osmanlılarda Saltanat Veraseti Usulü ve Türk Hakimiyet Telakkisiyle İlgisi”, Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, c.14, no. 1, (Mart 1959), s.73.
84

cülus eden, meşru hükümdara karşı yürütülen faaliyetlerin taht kavgası, taht mücadelesi
saltanat mücadelesi veya iktidar mücadelesi olarak nitelendirilmemesi daha uygundur.
Bu girişimlerin hepsinin, hükümdarlığı resmileşen ve kişiliği kutsiyet kazanan yeni
hükümdara karşı bir isyan hareketi olduğu kabul edilmelidir. 344

Veraset konusunda yaygın kanaat, Osmanlı’da tahta kimin geçeceği işinin


layıkıyla halledilemediği yönündedir. Tahta kimin geçeceği meselesi kanunla veya
gelenekle net bir şekilde ortaya konmamıştı. Padişahın evlatlarından herhangi biri tahta
geçebiliyordu. Fakat diğer kardeşler de kendilerini tahta layık ve padişah namzedi
olarak gördüklerinden, mücadeleye girişmiş ve halk arasında çatışmalar çıkmıştır.
Şehzade Cem vakasında olduğu gibi bu yüzden ülke neredeyse iç savaşa sürüklenmiş,
meydan muharebeleri yaşanmıştı. Cem Sultan ve II. Bayezid arasındaki çatışmada,
Cem Sultan’ın İran’a, oradan da Rodos’a sığınması uzun yıllar imparatorluğun başını
ağrıtmıştı. 345

Osmanlı Devleti’nin ilk 150 yılında iktidar mücadelesi çeşitli şekillerde


olmuştur. Sonrasında bu karışıklığın önüne geçmek ve devletin bütünlüğünü sağlamak
amacıyla Fatih Sultan Mehmed’in meşhur Kardeş Katli Kanunnamesi gelmiştir. II.
Mehmed, tahta bir şehzade geçtikten sonra diğer kardeşlerin öldürülmesinin ülke içinde
çıkacak karışıklıklara engel olacağı düşüncesiyle, kardeş katli hukuku için meşhur
Kanunnâmesi’ni 346 resmen ilan etmiştir.”347

Bu uygulama sayesinde Osmanlı soy kütüğü takip edilebilmiştir. Bu vesileyle,


padişahların erkek evlatları olmalarından dolayı saltanata aday olan şehzadelerin,
çocuklarının ve ailelerinin ciddi şekilde sınırlanmasıyla soy aristokrasisinin doğmasına
mani olunmuştur.348 Saltanata geçen padişahın kendisi ve oğulları hariç, hükümdar

344
Eroğlu, s.26.
345
Ayrıntılı bilgi için bkz: Hüseyin Gazi Yurdaydın, “Matrakçı Nasuh” Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Yayınları, Ankara 1963, s.48; Hammer, s.323-332.
346
Bu kanunnamenin Türkçe metni (TOEM,1912, No: 14, Ek,27’den iktibasla) Uzunçarşılı, Saray
Teşkilatı, s. 45’de verilmektedir. “Her kimesneye evladımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizâm-ı
âlem içün katletmek münasiptir. Ekser ulema dahi tecviz itmişdir, ânınla âmil olalar.”
347
Alderson, s.58.
348
Barnette Miller, The Palace school of Muhammad the Conqueror, Harvard University Press, 1941,
s.74; “Soy aristokrasisinin yükselmesini önlemenin bir diğer metodu olarak da kurallar, idareci hanedan
üyelerini öldürmek veya kızlar kanalından gelen üyeleri mümkün olan en kısa zamanda normal halk
kitlesiyle aynı seviyeye indirmek üzere tasarlanmıştır. II. Mehmed’in meşhur Kardeş Katli
Kanunnamesi’nde bulunan bu tasarılara, hükümdar türbelerindeki acıklı pek çok sanduka şahitlik eder.
85

ailesinin izlerini -mümkün olan en kısa zamanda- ortadan kaldırmak için belki de etkili
yol olması sebebiyle kardeş katli, verasetteki temel politika olmuştur.349

Saltanat mücadelesi iki türlü olmuştur. Birincisi kardeşler arasında, ikincisi


baba-oğul arasında. Başa geçen kardeşine karşı isyan girişiminde bulunanların yanında
henüz hükümdar olan babaları hayatta iken, şehzadelerin, tahta geçmek için giriştikleri
faaliyetleri de aynı şekilde Devlet-i Âli’ye karşı yapılmış bir isyan hareketi olarak kabul
etmek gerekir. 350

Osmanlı İmparatorluğu’nda Kanunî Sultan Süleyman’dan sonra şehzadelerin


sancaklara gönderilmeleri olayı bitmiş, artık herkes sarayda ikamet etmeye başlamıştır;
17. yüzyıldan itibaren ise ailenin en kıdemli erkeği tahta çıkmıştır bu sebeple saltanata
genç ve güçlü adaylardan çok, ihtiyarlar geçmiştir. Bu kıdem usulüne Avrupa’da
“senioritas”(kıdem) denilmektedir. Diğer usule ise “ekber evlad” veya
“primogenituras”(en büyük çocuk) denilmektedir. 351

Sultan I. Ahmed 1603’te tahta çıktığında, çocuğu olmadığı için kardeşi


Şehzade Mustafa’yı öldürtmemiş, daha sonra oğlu olduğunda ise devlet adamları
kardeş katline izin vermemişler ve bu tarihten sonra iki yüzyıldır devam eden Kardeş
Katli sona ermiştir. Hanedanın bütün üyeleri Topkapı Sarayında yaşamışlar ve tahta
geçen, diğerlerini Kafes veya Şimşirlik denilen yerde yaşamaya mecbur ettiğinden,
adeta bir hapis hayatı sürmüşlerdir.

Hükümdar olan şehzadenin, kardeşlerini ve onların çocuklarını öldürtmemesi


elbette iyi bir gelişmedir ancak sancağa gitmeyen, saraydan dışarı çıkmayan, savaş
meydanının ne demek olduğunu bilmeyen sadece sarayda entrikalar içinde ömrünü
geçiren, bedenen de zayıf ve kuvvetsiz kalan şehzadelerin padişah olması koskoca
imparatorluğun da sonunu getirmiştir.

Bu taht mücadelelerinin bir başka yönü de Saraydaki arka planıdır. Padişahı


etkilemek ve yerini alacak kişinin kendi çıkarlarına uyan biri olmasını sağlamak

Ve yine II. Mehmed’in “Kızlarımdan gelen hanedan üyeleri beylerbeyi olarak atanmamalıdırlar. Bunlar
sadece sancakbeyi olarak atanabilirler.” şeklindeki Sancakbeyliği Kanunnamesi de bunun delilidir.”
349
Alderson s.59.
350
Eroğlu, s.27.
351
İlber Ortaylı (10.01.2010 Milliyet)
86

amacıyla, günden güne güçlenen bir kadınlar saltanatı, Payitahtta etkili olmaya
başlamıştır. 352

3.3.4.2. Taht Mücadelesinin Kanunî Dönemindeki Durumu353

Tezimizin bu kısmında, Kanunî Sultan Süleyman’ın evlatlarını Devlet-i Âl-i


Osmaniye’nin bekası için feda etmesini konu alacağız. Bu konunun tezimizle ilgili bir
başka tarafı da olayların yaşanmasına sebep olan kişilerin başında Hürrem Sultan’ın
adının zikredilmesidir. Hürrem Sultan ile onun safında yer alan kızı ve damadının
olaylara etkisini araştıracağız.

Kanunî Sultan Süleyman’ın yarım yüzyıla yaklaşan görkemli saltanatının son


yılları, birbirini izleyen taht kavgaları yüzünden gölgelenmiştir. Adaletli olmaya ve
yönetimi yasal kurallara dayandırmaya öncelik verdiği için Kanunî diye adlandırılan
yaşlı padişahın, devletin bekası için, tahtını korumak zorunda kalması ve bu uğurda iki
oğlunu öldürmekten çekinmemesi, ne adil bir hükümdar ne de bir baba olarak kolay
verilecek bir karar değildir. 354

Şehzade Mustafa ve Bayezid olaylarının basit birer ayaklanma olarak


görülmesi sorunun niteliğini ve kapsamını belirtmekten çok uzaktır. Olayların
toplumsal ve ekonomik nedenlerini göz ardı ederek genelde kişisel tutkuları ve iktidar
arayışlarını ön plana çıkaran Osmanlı tarih yazarlarına göre, Mustafa ve Bayezid
olaylarında başlıca etken, Saray ve çevresinin entrikalarıdır. Mustafa’nın
öldürülmesinde başrolü, Kanunî’den sonra tahta öz oğullarından birini geçirmeyi
planlayan Hürrem Sultan ile damadı Sadrazam Rüstem Paşa oynamışlardır. Şehzade

352
Şerafettin Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, Bilgi Yayınevi, Ankara 1997,
s.14.
353
Şehzadeler arasında yaşananlar detaylı bir şekilde pek çok eserde mevcuttur. Biz burada konunun ana
hatlarını verip asıl bu olaylarla Hanım Sultanların ilgisini inceleyeceğiz. Bu sebeple Şehzade Mustafa’nın
öldürülmesinde Hürrem’in Kanunî üzerindeki tesiri daha ön plana çıkmaktadır. Selim’le Bayezid’in
arasındaki olaylarda ablaları Mihrimah Sultan’ın ve eşi Rüstem Paşa’nın Padişaha olan etkisinden söz
etmek daha yerinde olur. Bayezid ve Selim arasında geçen olayları Mihrimah Sultan’ın Kanunî’nin
kararlarındaki etkisi başlığı altında incelenmesi gerekirken konu bütünlüğünü bozmamak için tüm
şehzadeleri aynı bölümde ele almayı uygun gördük.
354
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, s.10.
87

Bayezid’in ayaklanmasına ise, sadrazam olmaya çalışan Lala Mustafa Paşa’nın


entrikaları yol açmıştır.”355

3.3.4.2.1. Kanunî Sultan Süleyman’ın Çocukları

Kanunî Sultan Süleyman erkek evlada sahip olma bakımından şanslı bir
padişahtı. Ancak bu erkek evlatları, çocuk denecek yaşta ve daha sonra taht yüzünden
kaybetmesi, onun büyük acılar yaşamasının da nedeni olmuştur. Sultan Süleyman’ın
evlatlarının sayısı ve bunların hangi eşlerinden olduğu konusunda birkaç farklı görüş
vardır. 356 Eşleri ve çocuklarının isimlerini şu şekilde verebiliriz:

ZEVCELERİ: Hürrem Haseki Sultan, Mahidevran (Gülbahar Hatun olarak da


bilinir) Kadın, Gülfem Hatun, (Bazı kaynaklarda Fülane Hatun diye anılan) Abdullah
kızı ve Şehzade Mahmûd’un annesi.

EVLATLARI:

1-Şehzade Sultan Mahmûd Han (1512-1522)


2-Şehzade Sultan Mustafa Han (1515-1553)
3-Şehzade Murad (1519-1521)
4-Şehzade Sultan Mehmed Han (1521-1543)
5-Şehzade Abdullah (1522-1526)
6- Mihrimah Sultan (1522-1578)
7-Şehzade Sultan Selim Han II (1524-1574)
8-Şehzade Sultan Bayezid Han (1525-1561)
9- Fatma Sultan.
10- Raziye Sultan.
11-Şehzade Sultan Cihangir (1531-1553)

355
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, s.10.
356
Altınay, Kadınlar Saltanatı, s.41’de “Mustafa ve Mehmed’in valideleri Sultan Süleyman’ın ilk
hasekisiydi.”ifadesi bulunur.
88

12-Şehzade Orhan.357
Sultan Süleyman’ın şehzadelik yıllarında dünyaya gelen oğullarından Mahmud
ve Murad, babalarının hükümdarlığının ilk yıllarında hastalanarak vefat etmiştir. İki
yaşındaki Murad (19 Ekim) ile dokuz yaşında bulunan Mahmud358(29 Ekim) birbiri
arkasına 1521’de ölmüştü. Hatta Hammer, bu iki şehzadenin arasında Kanunî’nin
İstanbul’a gelişinden iki gün önce de bir kızının ölüm haberini aldığını yazar. Padişah
İstanbul’a geldikten dokuz gün sonra Mahmud’un çiçek hastalığından öldüğünü yazan
Hammer, bu çocukların Yavuz Sultan Selim’in türbesinin yanına gömüldüklerini
kaydeder.359

Lamartine, bu olayın sefer sırasında olduğunu yazmaktadır. Şehzade


Mahmud’un en büyük oğlu olduğunu, çocuklarından üçünün hastalanarak ölmelerinin
Kanunî Sultan Süleyman’ın hemen İstanbul’a dönmesini gerektirdiğini, Belgrad
zaferinin bu yasla gölgelenmiş olduğunu,360 oğullarından Abdullah’ın ise gene küçük
yaşta 1526’da öldüğünü361 yazmaktadır.

Yurdaydın ise konuyla ilgili olarak şu tespitte bulunmuştur; “Niş yakınlarına


vasıl olduğu zaman Sultan Süleyman, oğlu Şehzade Murad’ın ölüm haberini almış ve
son derece müteessir olmuştur.”

Bostan ve Kemalpaşazade’de ise Belgrad seferi sonunda İstanbul’a dönüldüğü


sırada Sultan Süleyman’ın iki yaşındaki oğlu Murad, İstanbul’a vasıl olduktan sonra da
dokuz yaşındaki oğlu Mahmud’un öldüğü yazılmaktadır.362

357
Lütfi Paşa, Tevârih-i Âl-i Osman, sh. 293-456; İbn-i Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman, X. Defter, s. 9-36,
197-201; Solakzade 431-575; Âli, Künh’ül-Ahbâr, Süleymaniye kütp. Es’ad Efendi, nr. 2162, vrk. 293/a-
455/b; Kantemir, c.I, s. 211-252; Ömer Faruk Yılmaz; Belgelerle Osmanlı Tarihi, Osmanlı Yayınları,
İstanbul 1998, c II, s.87-178; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. II, s. 306-527; Es’ad Efendi, Nişancı
Tarihi, , nr. 2362, vrk.120/b-143/a Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, (No: D. 5290; E. 3362; D. 2497);
Uluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları, 34-40; Yılmaz Öztuna, Devletler ve Hanedanlar, c. II, 158-
163; Ahmed Refik, Kadınlar Saltanatı, c. I, s.50, 89-90; Norman Mosley Penzer, The Harem, London
1936, s.174-175; Mihail Guboğlu, “Kanunî Sultan Süleyman’ın Boğdan Seferi ve Zaferi (1538M.-
945H.)”, Belleten, c. L, sayı 198 (1986), s.727-805; M. Tayyib Gökbilgin, “Kanunî Sultan Devri
Başlarında Rumeli Eyaleti Livaları, Şehir ve Kasabaları”, Belleten, c. XX, sayı 78 (1956), s. 247-294,
Akgündüz, Bilinmeyen Osmanlı, s.151.
358
Afyoncu, Muhteşem Süleyman, s. 28.
359
Hammer, s. 453.
360
Lamartine, s. 399.
361
Mufassal Osmanlı Tarihi, Heyet tarafından yazılmıştır, Şehir Matbaası, İstanbul 1958, İçişleri
Bakanlığı Kütüphanesi:6279 nolu Demirbaş D.171, c.II, s.1100.
362
Bostan, 26a, 28a, Revan, Kemal, Paşa-zade bu iki ölüm vak’asını ayrı bir başlık altında oldukça
teferruatlı anlatmıştır. c.X, 35a-37b, Selim Ağa Kütüphanesi nüshası
89

Matrakçı her iki şehzadenin ölüm haberinin Padişah’a fetih esnasında gelmiş
olduğunu yazar ki yanlıştır.”363 Mehmed Efendi’nin, İbtihacü’t-Tevârih adlı eseri
hakkında hazırlanan yüksek lisans tezinde bu olayla ilgili şu kayıt mevcuttur:

“Sultan, Semendire’ye gelince, ölen Eflak beyinin oğlu Mihal


oğlu Muhammed Beyi, babasının yerine Eflak emirliğine tayin etti. Burada
Şehzade Murat’ın vefatı haberi geldi. Sultan Süleyman oğlu Şehzade
Murad’ın ölümü üzerine çok üzüldü. Gönlü gam ile doldu. Üzüntüsünü
gidermek için, Filibe ile Edirne arasındaki Uzunca Ova’ya kadar avlanarak
geldi. 18 Zilkade 927 (21 Ekim 1521)de Pazar günü Silivri üzerinden
İstanbul’a geldi. Bu ayın sonlarında Şehzade Sultan Mahmud vefat etti…”364

Mufassal Osmanlı Tarihinde365 Sultan Süleyman’ın evlatlarını sayarken;


“Sultan Süleyman’ın Osmanlı tarihlerinde Hürrem Sultan ve ecnebi tarihlerinde
Rokzalan denilen diğer bir zevcesinden Selim, Bayezid, Mehmed ve Cihangir
isimlerinde dört çocuğu doğmuştu.” der, Turan ise Selim’den sonra Abdullah isminde
bir oğlunun doğduğunu ancak küçük yaşta öldüğünü yazar. 366

32.3.4.2.2. Şehzade Mehmed (1521-1543)367

Kanunî’nin daha çocuk yaşta ölen evlatlarından sonra hayatta kalan oğulları
içinde Mustafa’dan sonra yaşça ikinci sırayı alır. Mehmed Miladi 1520 ya da 1521
yılında doğmuştu. Padişahın gözdesi Hürrem Sultan’dan doğan erkek çocukların en
büyüğü olan Mehmed’i, Kanunî çok severdi. Mehmed’den daha büyük Şehzade
Mustafa olmasına rağmen onu İstanbul’a en yakın Şehzade sancağı olan Manisa’ya
tayin etmesi de bu sebeptendir. 368

Şehzade Mehmed Topkapı Sarayında yetişmiş, iyi bir eğitim almış, sanat ve
musikiye düşkün bir şehzade idi. Abisi Mustafa ile de çok iyi anlaşırdı.

363
Hüseyin Gazi Yurdaydın, Kanunî’nin Cülusu ve İlk Seferleri, TTK Basımevi, Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi yayınları, Ankara 1961, s.31.
364
Kapanşahin, s. 30, (İbtihacü’t-Tevârih, v.55a-84b).
365
Uzunçarşılı, s.401.
366
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, s.22.
367
Şehzadelerin ölüm tarihlerine göre sıralama yapılmıştır.
368
Mufassal Osmanlı Tarihi, s. 1100.
90

Kanunî, 1541 Macaristan seferinden döndükten sonra İstanbul’da yeni tayinler


yaptı, bu sırada Şehzade Mehmed’i 60 bin duka tahsisatla Manisa Sancağına, Selim’i
ise Konya’ya tayin etti.

Şehzade Mehmed, Manisa sancakbeyliğinde bulunduğu sırada 6 Kasım


1543’te (8 Şaban 950), geçirdiği suçiçeği hastalığından dolayı öldü. Kanunî Sultan
Süleyman o sene Macaristan seferinde kazanılan galibiyetten dolayı sevinçli iken
oğlunun ölümü ile derin bir kedere gömüldü.

Babası cenazesini Manisa’dan İstanbul’a aldırdı. Büyük bir cenaze merasimi


tertip edildi. Daimi hayrat olmak üzere Mimar Sinan’a Şehzade Camii ve külliyesi
yaptırıldı. Kanunî sevgili şehzadesi için yaptırdığı eserin kitabesine de ebced hesabı ile
ölüm tarihini düşürmüştür. “Şehzadeler güzidesi Sultan Mehmedim” 369

Şehzade Mehmed’in ölümüyle ilgili Tabakat’ül Memâlik’te Celalzade Mustafa


Çelebi şunları yazmaktadır:

“Mehmed Çelebi eşsiz bir insan, bilgisi, ahlakı pek yüksek bir
şehzade idi. İnsan onun olgunluğunu takdirde aciz kalır. Yüzüne bakılsa bir
güneş, bir nur topu sanılır. Mehmed Çelebi babasının sevgilisi ve gözbebeği
idi. Mehmed Çelebi 950 senesi Şaban’ının sekizinci Pazar gecesi tanrısına
kavuştu. Bu acı hadiseyi padişah duydu. Babalık şefkati onu Yusuf için
ağlayan Yakub’a benzetti. Lakin ağlamaktan fayda olmadığını bildiği için
Tanrının takdirine rıza göstermekle teselli bulduktan sonra cenazesini
Manisa’dan İstanbul’a aldırdı.”370

3.3.4.2.3. Şehzade Mustafa (1515-1553)

Kanunî Sultan Süleyman’ın, Hürrem Sultan’dan önceki zevcesi Mâhidevran


Hatun’dan (bazı kaynaklarda adı Gülbahar olarak geçer), Mustafa adında bir oğlu vardı.
Manisa’da Kanunî’nin şehzadeliği döneminde dünyaya gelmişti. Şehzade Mustafa’nın
hayatıyla ilgili bölüme geçmeden önce Kanunî’nin eşlerinden olan Mahidevran
Hatun’un hayatıyla ilgili bilgi verelim.

369
Mufassal Osmanlı Tarihi, s. 1104.
370
Mufassal Osmanlı Tarihi, s. 1104.
91

3.3.4.2.3.1. Şehzade Mustafa’nın Annesi Mahidevran Kadın371

Bazı kaynaklarda adı Bosfor veya Gülbahar şeklinde yazılı ise de doğru
olmadığı anlaşılmaktadır. 372 Bursa’da yaşadığı sıralarda yazılan vesikalarda “Sultan
Mustafa Valdesi” diye zikredilmekte, isminden bahsedilmemektedir. Fakat bugün
türbesinde mevcut sandukası üzerine konan levhada Abdullah kızı Mahidevran yazılı
olduğu gibi daha sonraki vesikalarda da bu adla zikredilmektedir.373 Çağdaş vesikalarda
baba adı Abdürrahman, Abdülmennan ve Abdullah olarak yazıldığına göre cariye
olması icabetmektedir.374

Kuvvetli bir ihtimalle Kanunî Sultan Süleyman’ın ilk eşidir. Hürrem Sultan’ın
Osmanlı haremine girmesine kadar iyi günler yaşamış, fakat Hürrem Sultan’ın çocukları
olunca, Mahidevran Hatun’la Hürrem Sultan arasında rekabet başlamıştır. Çağdaş
Venedik kaynaklarına göre bu çatışma kavgaya kadar varmış, günün birinde
Mahidevran Hatun, Hürrem Sultan’ı iyice dövmüş ve hırpalamıştır. Kanunî Sultan
Süleyman yaşananlara kızmış ve Mahidevran Hanım’dan soğumuş, yalnız Hürrem
Sultan ile ilgilenmiştir. Bu durum Kanunî’nin annesi Hafsa Sultan’ın ölümüne kadar
böyle sürmüştür. Mahidevran Hatun’u sevdiği anlaşılan Hafsa Sultan’ın ölümü üzerine
Mahidevran Harem’den Manisa Sancakbeyi oğlu Şehzade Mustafa’nın yanına sürülmüş
ve bu sürgün hayatı ölümüne kadar devam etmiştir.375

Mahidevran Hatun, oğlu Mustafa ile Manisa ve daha sonra Amasya’da


yaşamıştır. Mustafa’nın Konya Ereğlisi’nde 1553 (960) yılında öldürülmesi üzerine on
kadar adamı ile Amasya’dan Bursa’ya sürülmüştür. Kanunî gereken para yardımını
yapmadığından burada on seneye yakın çok sıkıntılı bir hayat yaşamıştır. Ev kirasını
dahi veremediği kayıtlarda vardır. Neticede hükümdara başvurmuş, borçları ödenmiş ve
kendisine tahsisat bağlanmıştır.

II. Selim’in de, Mahidevran Hatun’a yardım etiği, bazı temliklerde bulunduğu
belgelerden sezilmektedir. Selim’in 1564 (972) yılında Hisar’da yüz yirmi bin akçeye

371
Kanunî Sultan Süleyman’ın hayatına giren ve ona şehzade veren Mahidevran Hatun hakkında bu
bölümde kısaca bilgi verilecektir.
372
Busbecq, s, 42, 103; Miller 87.
373
1180 tarihli istida:”…Bursa’da meşrute mütevellisi olduğum Bursa’da vaki Mahidevran Hatun Sultan
Mustafa-i Cedid Türbe-i Şerifinin iradı kalil ve masrafı kesir olub….” Topkapı Sarayı Arşivi D. No:
5290.
374
Kamil Kepecioğlu, Tarihi Bilgiler, Vesikalar, Vakıflar Dergisi II., Ankara 1942, s.405-406; Busbecq,
Kırımlı olduğunu yazmaktadır. (Türk Mektupları 42).
375
Clot, s. 68.
92

bir konak aldığı, bu suretle Mahidevran Hatun’un kiralık evlerde yaşamaktan


kurtulduğu, sonradan bu evin bulunduğu sokağa Mahidevran adı verildiği bilinmektedir.
Nispeten rahata ve refaha kavuşan Mahidevran Hatun oğlunun mezarının üzerine bugün
“Mustafa-i Cedid Türbesi” adı verilen türbeyi yaptırmıştır. 376 Türbedeki vazifelilerden
imam, müezzin, katip, nazır, türbedar ve cüzhana (cüz okuyanlar) ayrıca, kurban
kesilmesi ve aşure pişirilmesi, türbenin tamiri ve ruhuna dua edilmesi için oturduğu
evini, iki değirmeni ve 100.000 dirhem gümüş akçesini vakfetmiştir. Mahidevran Hatun
1581 (988) yılında ölmüş ve oğlunun türbesine gömülmüştür.377

3.3.4.2.3.2. Şehzade Mustafa’nın Çocukluğu ve Gençliği

Şehzade Mustafa, babasının tahta çıkmasından dolayı beş yaşındayken


İstanbul’a gelmiştir. 378 Yakışıklılık ve yiğitliği ile dedesi Sultan Selim`e benzetilen
Mustafa, iyi tahsil görmüş olup ahlaki salâbeti, ciddiyeti, fazl ve kemali cihetiyle hem
yeniçeriler hem de münevver zümre tarafından seviliyordu. Büyük çocuk olması
sebebiyle, yaşı ve vaziyeti itibariyle hükümdarlığa namzetti. 379

Peçevi ise, “Şehzade Mustafa’nın yaşlarının 40’a dahil olduğunu, ilim ve


maarifde, cömertlikte, askerlikte şehzâdelerin hasedini çekecek kadar mümtaz bir
kabiliyet bulunduğunu askerin ekserisinin onu sevmekte adetâ kalb ve dil beraberliği
yaptığını” yazmaktadır. 380

Sanata ilgisi olan Şehzade aynı zamanda kendisi de şiir yazıyordu. Bazı
şiirlerinde kendi adını kullanırken bir kısmında da Muhlisi mahlasını tercih ediyordu.
Surûrî, Şikârî, Senâyi, Kara Fazlî, Zamânî gibi şairleri de yanında bulunduruyordu.381
Mustafa’nın kişiliği ve karakteri halk arasında da kendisine ilgi uyandırmıştı. İyi bir
öğrenim görmüştü, bilimi ve bilim adamlarını seviyordu. Yanındakilere iyi davranıyor,
onları koruyor, bol ihsan ve armağanlarda bulunuyordu.

376
Kepecioğlu, s.405-406.
377
Kepecioğlu, s. 406; Uluçay, Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları, s.11-12 vd.
378
Mustafa İsen, “Oğlunu Öldürten Sultan Süleyman’ı Şiirle Protesto; Bir Rus Cadısının Sözüne Uydun”,
NTV Dergi, Şubat Sayısı, s.68.
379
Uzunçarşılı, s.401.
380
Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, c.I, Ötüken Yayınları, İstanbul 1994, s. 314.
381
İsen, NTV Dergi, s. 70.
93

Amasya Şehzade Sarayının giderleri genel uygulama gereği merkezden


karşılanıyordu. Topkapı Sarayı arşivlerinde Şehzade Mustafa’nın aylığı382 başlığı
altında gönderilen para ve malzeme kayıtlıdır. Bu da Amasya Sarayı’nın harcamalarının
ne kadar çok olduğunu göstermektedir.

Şehzade Mustafa, 1530’da kardeşleri Selim ve Mehmed’le birlikte sünnet


edilmişti.383 Atmeydanı’nda düzenlenen sünnet töreni çeşitli etkinliklerle 18 gün
sürmüştü. Venedik Balyosu ile Fransa Kralı I. François’in elçisi de bu görkemli törene
davet edilmişti. 384 Bu törenin ihtişamı tarih kaynaklarında uzun uzadıya anlatılmıştır,
hatta Kanunî’nin, İbrahim Paşa’ya “Senin düğünün mü güzel, benimki mi?” diye
sorduğu rivayet edilen meşhur sualini bu düğün sırasında yöneltmiştir.

Kanunî’nin Manisa’da bulunduğu zamandan beri, Şehzade Mustafa, annesi


Mahidevran Hatun ve Hafsa Valide Sultan’la birlikte olan İbrahim Paşa, Mustafa’yı çok
seviyor ve onun tahta geçmesi için elinden geleni yapıyordu. 1533’te Hafsa Sultan’ın
vefatıyla, Saraydaki dengeler Hürrem Sultan lehine dönmüş, Mustafa ve Annesi,
Saruhan (Manisa) sancakbeyliğine gönderilmişti. Bir süre sonra Amasya’ya gönderilmiş
ve Saray’la neredeyse ilişkisi kalmamıştı.

Zaman ilerledikçe Şehzade’nin padişah olma hevesi ve arzusu artmıştı. Halk


da, ihtiyar padişahın yerine dedesine benzeyen Şehzâde Mustafa’nın geçmesini
istiyordu. Bilhassa Yeniçeri Ocağında Mustafa’ya karşı büyük bir sempati vardı.
Etrafındakiler onu, babasına karşı kışkırttılar. Şehzade, sağda solda “Ben padişah olsam
şöyle yaparım, böyle yaparım…” diye tedbirsizce konuşmaya başladı. Anadolu’ya
geçen Rüstem Paşa Aksaray’a geldiğinde Mustafa Âlî’nin ifadesine göre ordu içinde
bazı sözler açıktan söylenmeye başlamıştır. Asker arasında bazıları, Şehzade
Mustafa’ya bağlılıklarını ifade ederek “Vâlid-i macidin kocaldı. Hareket ü sefere tâkat
getürmekden kaldı. Anınçün Rüstem Paşa’yı Anadolu’ya serdâr etdi saldı. Müşârün-
ileyh paşa ise sana bed-hâhdır. Bu fırsatda leşkere gelüp, başını kesersen husûl-i
merâmına gevâhdır”385

382
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, s.30 (Topkapı Sarayı Arşivi, E. 7073)
383
Celâl-zâde, v. 153a-159b.
384
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, s.22.
385
Gelibolulu Mustafa Âlî, Kitâbü’t-Târîh-i Künhü’1-Ahbâr, İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi,
Türkçe Yazmalar Koleksiyonu, No: 5959, v. 292b-293a.
94

Bu hususlar Sultan Süleyman’a bildirildiği ve Şehzade Mustafa’nın saltanat


davasına kalktığı haber verildiği, hatta bir takım belgeler ibraz edildiği halde, Padişah
bunlara itibar etmediği ve Rüstem Paşa’nın telhislerinden386 sonra dahi “Haşâ ki
Mustafa Hânım bu küstahlığa cür’et ede ve benim hayatımda, böyle bir vaz-ı nâ-mâkûl
irtikab bûhtan ederler. Zinhâr bu sözcü bir daha lisana getirmeyin ve bu mâkûle
mesâviye vücûd vermeyin.” dediği bazı kaynaklarda kayıtlıdır.387

Anadolu’da özellikle çiftçi halkın ve tımarlı sipahilerin durumlarından


memnun olmaması, Osmanlı ordusunun asıl büyük bölümünü oluşturan tımarlı
sipahiler ve yeniçerilerin Şehzade Mustafa’nın tahta geçmesini istemeleri Şehzadenin
elim sonuna zemin hazırlamıştır. Onu desteklemelerinde Mustafa’nın “yaradılışındaki
yüksek nitelikler”, “halindeki sevimlilik” ve son derece “cömert” oluşunun etkisi
olmuştur.388

Künhü’l-ahbar’da, Âli’nin yazdıklarına göre ise, Kanunî, Hürrem ve Rüstem


Paşa’nın iltifat ve rağbetleri, Şehzade Bayezid’den yanaydı. Askerlerin çoğu ve ilmiye
sınıfının bir kısmı Mustafa’dan yana çaba gösteriyordu. Padişahın özel hizmetinde
bulunan saray ağaları henüz sancağa çıkarılmamış olan Cihangir’den yana eğilim
gösteriyorlardı. Tahta varis olacak şehzadelerin içinde Selim’in adı anılmıyordu, halk
onun adını bile bilmiyordu.389

Padişah, Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi olayı sırasında altmış yaşına


ulaşmıştı. 46 sene gibi çok uzun bir müddet tahtta kalmış olan Sultan Süleyman’ın,
1553 (H. 960) tarihinde hayatta kalan oğulları; Mustafa, Selim, Bayezid, Cihangir idi.
Bunlardan Mustafa otuz dokuz, Selim otuz, Bayezid yirmi sekiz ve Cihangir ise yirmi
üç yaşlarında idiler. 390

3.3.4.2.3.3. Şehzade Mustafa’nın Katli

Şehzadenin öldürülmesi olayı tarihi vesikalarda yazılı bulunan ve ayrıca


üzerine pek çok yorum yapılan bir konudur. Padişahı, hırslarına ve dedikodulara

386
Telhis: Özet, Osmanlılarda sadrazamların bir sorunu kendi düşünceleriyle birlikte özet olarak yazıp
padişaha sunduğu kağıt. (http://www.tdk.gov.tr 20.05.2012)
387
Aksun, s. 315.
388
Busbeq, s. 43.
389
Künhü’l-ahbar, 172.
390
Uzunçarşılı, s.401
95

yenilmiş zalim bir katil gibi görenler olduğu gibi; onun, devletin bekası için evladını
kendi elleriyle ölüme götürmüş acılı bir baba olduğunu düşünenler de çoktur.

O dönemde yeniçeriler arasında padişahın artık “kocaldığı” için tahttan


indirilmesi ve yerine Mustafa’nın geçirilmesi yönünde bir akım başlamıştır. Aradaki
fesatçılardan bir kısmı da bu amaca ulaşmada biricik engel olarak görülen Sadrazam
Rüstem Paşayı, ortadan kaldırma konusunda Mustafa’nın da olurunu almışlardır.
Rüstem Paşa’nın İran Seferi’ne hazırlık için Anadolu’da bulunmasından yararlanarak
öldürülmesinin uygun olacağını düşünmüşlerdi. Fakat bunu öğrenen Rüstem Paşa
durumu hemen padişaha bildirmiştir. Padişah, Sadrazamı geri çağırarak ordunun başına
kendisi geçmiş ve İran Şahı ile savaşmadan önce Mustafa’yı öldürterek tehlikeyi
ortadan kaldırmıştır. Şehzade’nin bu beklenmedik sonunda bazı tarihçilere göre Hürrem
Sultan ile Rüstem Paşa etkili bir rol oynamıştır. 391

Padişahın bu kararı almasında elbette ona ulaştırılan istihbaratın etkisi büyük


olmuştur. Bu istihbarî bilgilere bir de söylentiler eklenince, Şehzade isyan hareketi
içinde gibi gösterilmiştir. Ancak Şehzadenin asıl niyetinin de çok masum olmadığını
düşünmek yerinde olacaktır.

Uzunçarşılı, bu olayda Hürrem Sultan’ın etkisinden söz ederken Mustafa’nın


da durumunu şu şekilde açıklamıştır:

“Padişah, oğlunun kendisine karşı bir komplonun içinde olduğunu


düşünmeye başladı ve kendisini idam ettirdi. Buna padişahı, tahta kendi
çocuklarının geçmesini isteyen Hürrem Sultan’ın teşvik ettiği söylenir; hatta
Hürrem Sultan, bu idamın biricik müsebbibi olmakla suçlanır. Kanunî Sultan
Süleyman gibi hayatında hiç büyük hatâ yapmamış bir hükümdarın,
zevcesinin sözüyle böyle davranması düşünülemez. Mustafa, padişahın öz
oğludur. Onun kanından ve canındandır. Padişah elbette idamını haklı
görmüş ve infaz ettirmiştir. Hürrem Sultan, belki çok üzülmemiştir ama
bundan onu mesul tutmak doğru değildir. Mustafa, heyecanlı ve tedbirsiz
tavırlarıyla zaten padişahlığa uygun olmadığını göstermiştir. Yiğitlik tek
başına kâfi değildir. Sabır ve temkin daha mühimdir. Hem Kanunî, Hürrem

391
Uzunçarşılı, s.401; Âli, Künhü’l-ahbâr Vr.58a vd.; Peçevi, c.I, s.300; Küçük Nişancı, 245 vd.;
Müneccimbaşı III, 512; Hammer, VI, 37 vd.
96

Sultan’ın oğlu olup ayaklanan Şehzâde Bayezid’i de idam ettirmekte tereddüt


etmemiştir.”392

Aslında Hürrem Sultan’ın bu konuda boş durmadığı da bilinmektedir.


Kanunî’nin kendisine değer vermesi ve görüşlerine saygı duyması Hürrem’i, fikirlerini
hayata geçirmek hususunda cesaretlendirmiş olmalıdır. Ancak bu durumu doğal olarak
karşılamak gerekir. Çünkü oğlu padişah olan bir kadın, valide sultan oluyor ve
imparatorluğun en üst mevkisine ulaşıyor, saraya hükmediyordu.

Kanunî, seferlere çıktığında ona mektuplar yazan Hürrem Sultan önceleri


Mustafa’dan da bahsetmiş ve “canımın paresi” diye yazmıştır. 393 Hatta Mohaç Seferi
sırasında yazdığı tahmin edilen mektubunda, çocuklarının babalarına olan sevgilerini
anlatırken Mustafa’nın da adını anmıştır. Başka bir mektubunda “Benim Sultanım,
benim canım paresi Sultan Mustafa’ya selam gönderirseniz, benim kağıdımı (mektup)
da gönderesiz” diye yazmıştır.394 Ancak sonraları mektuplarında Mustafa’dan söz
etmemiştir.

Hürrem Sultan eğer Şehzade Mustafa’yı bertaraf edebilirse düşüneceği ikinci


mesele hangi oğlunun tahta geçeceği olacaktır. Ancak eğer Mustafa hayatta kalırsa ve
tahta geçerse erkek evlatlarının hepsini kaybedecektir. Bahadıroğlu’nun da dediği gibi;
“Hürrem Sultan’ın, öz oğlu Selim’i tahta geçirmek gibi özünde duygusallık (ana yüreği)
bulunan siyasal amacına ulaşmak için, Padişah’ın sevgi ve ilgisini kullanmaya
çalışması doğaldır. Çünkü Hürrem “anne”dir.”395

Hürrem Sultan, oğullarından Bayezid’i çok sevdiğinden onun hükümdar


olması için el altından faaliyete geçmişti. Padişah bu güzel kadın efendinin tesiri
altında bulunuyordu. Bayezid’i hükümdar yapmak için önde bulunan Şehzade
Mustafa’nın bertaraf edilmesi lazımdı; Veziriazam İbrahim Paşa Şehzade
Mustafa’nın hükümdarlığına taraftar olduğundan ilk fırsatta İbrahim Paşa
aleyhindeki cereyanlardan istifade ile onu ortadan kaldırmaya muvaffak oldu. 396

392
Uzunçarşılı, s. 402.
393
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, s.26.
394
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, s.27; Uluçay, Osmanlı Sultanlarına Aşk
Mektupları, s.33.
395
Yavuz Bahadıroğlu, “Erkek tarihçilerin astığı Valide Sultan: Hürrem”, (22 Şubat 2010 tarihli Vakit
gazetesindeki köşe yazısından)
396
Uzunçarşılı, s.402.
97

Âli’nin Kanunî’yi de katarak Hürrem’i ve Rüstem Paşa’yı, Bayezid yanlısı


göstermesine karşılık, çağdaş Venedik Balyoslarının Padişahı tarafsız fakat Hürrem ile
Rüstem’i Selim yanlısı diye anmaları ilk bakışta çelişkili iki gözlem gibi görünmektedir.
Ancak Hürrem ve Rüstem için öncelikli sorun, Mustafa’yı babasının yerine geçme
hakkından ve olanaklarından yoksun kılmak, ortadan kaldırmaktı. 397

Şehzade Mustafa, Osmanlı gelenekleri ve uygulamalarını elbette bilmekteydi.


Ve babasına karşı bir isyan içinde değildi. Fakat tahta geçebilmek için kendince
hesaplamalar yapmaktan geri durmuyordu. Bunu Erzurum Beylerbeyi Ayas Paşa’ya
gönderdiği mektuptan anlamak mümkündür. Her şeyden önce söz konusu mektuptan,
şehzadeler arasında bir veraset davasının başlamış olduğu anlaşılmaktadır. Mustafa
babasının yerine geçmeyi, ekber evlad olarak şeriata uygun bir hak (hakk-ı şer’i) saydığı
gibi, kendisini “ehliyet ve yetenek” bakımından veraset davası güden kardeşlerinden de
üstün görmektedir. Bununla birlikte -mektubunda yazdıklarına bakıldığında- babasını
tahttan indirmeyi değil, onun ölümünden sonra tahta çıkmayı düşünmektedir. O,
Kanunî’nin uzun süre yaşamasına duacı olmaktadır. Bununla birlikte, “bu kâşâne-i
fânide bir ferd beka ve bu dünya-yı denîde ömr-i giranmayeye tezâyüd ve irtika”
olmaması, yani bu fani dünyada sürekli olarak kalmak, bu aşağılık dünyada ağırlıklarla
dolu ömrü uzatmak olanağının bulunmaması nedeniyle, herkesin “ölüm kadehi”ni
içmesinin kaçınılmaz olduğunu ifade etmektedir. O gün gelip de babası ölünce “birkaç
gün süre” nasip olursa şer’an hakkı olan saltanata geçmeyi düşünmektedir. Ve bütün
bunları sağlamasına yardımcı olacak ahidnameyi Ayas Paşa’dan istemektedir.398

Şunu da belirtmek yerinde olur Şehzade bu mektuplardan başkalarına da


gönderip desteklerini almak ve gerektiğinde babası hayatta iken dedesi gibi tahtı ele
geçirmek de istemiş olabilir. Niyetinin ne olduğunu kesin olarak anlamak mümkün
değildir. Ancak Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa, onun yaptığı bu davranışları aleyhinde
kullanmış, Padişaha isyan hareketi gibi göstermişlerdi.

Şehzadelerin gönderildiği sancaklar onların padişah olma yolundaki talihlerini


de göstermekteydi. Mustafa sancağının değiştirilmesini ve payitahttan uzağa
gönderilmesini bu sebepten dolayı hoş karşılamamıştı. Manisa sancakbeyi olan Mustafa

397
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, s.25.
398
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, s.32.
98

Amasya’ya ve daha sonra Konya’ya nakledilmiş ve Hürrem Sultan’ın oğulları Selim


Manisa’ya ve Bayezid de Kütahya sancaklarına gönderilmişlerdi.

Şehzade Mustafa aleyhine dışarıdan yapılan tertibatta ise Damad Rüstem Paşa
mühim rol oynamış Mustafa’nın İran Şahı ile haberleştiğine dair sahte mektuplar
hazırlatmıştı. Kanunî bu sıralarda sefere çıkmayarak Erdel meselesinden dolayı
Macaristan taraflarına Vezir Kara Ahmed Paşayı ve doğu vilayetlerine taarruz eden Şah
Tahmasb’a karşı da Veziriazam olan damadı Rüstem Paşa’yı göndermiştir.399

Rüstem Paşa, İran üzerine hareketinden sonra Aksaray taraflarına gelince


yeniçerilerin Şehzade Mustafa’ya temayülleri olduğunu ve askerin ihtiyarlığı sebebiyle
sefere çıkamayan padişahı hal ile Dimetoka’da oturtup Mustafa’yı hükümdar ilan etmek
istedikleri şayiasının yayılmakta olduğunu görmüştü. Bunları bildirmek üzere sipahiler
ağası bulunan Kızıl Ahmedli’lerden Şemsi Ağa ( Meşhur Şemsi Ahmed Paşa) ile
Çavuşbaşıyı İstanbul’a yolladı ve Padişahın bizzat askerin başında sefere çıkmasını arz
ile Aksaray’dan ileri gitmeyerek emir bekledi. 400

Kanunî, Batı’daki seferleri vezirleriyle idare ettiği gibi, İranlıların Erzurum’a


ve Ahlat’a tecavüzleri üzerine de, Sadrazam Rüstem Paşa’yı Doğu’ya göndermişti.401
Rüstem Paşa’nın bildirdiklerinden sonra Sultan Süleyman onu çağırıp; 1553 senesinin
Ağustos ayı sonlarına doğru kendisi İran Seferine çıkmıştı. Bayezid’i Kütahya’dan
Edirne’ye gönderirken kendisi Anadolu’ya geçti. Yolda Şehzade Selim Bolvadin’e
kadar gelerek babasının elini öpmüştü. Kanunî buradan Konya’ya yöneldi. Ereğli’nin
Aktepe mevkisine gelince Şehzade Mustafa, yakına çadırını kurdurmuştu. Önce ileri
gelen devlet adamları Mustafa’nın çadırına gelerek el öptü ve hil’at giydi. Daha sonra
Şehzade, babasının elini öpmek için vezirlerle birlikte babasının çadırına yönelmişti.

Şehzadenin öldürülmesi olayını tasvir eden Uzunçarşılı;

“Vezirler selamlayıp önüne düşüp çadıra kadar getirdiler; çadıra


girdiği zaman babasını göremeyince şaşırdı; yedi dilsiz kendisini karşıladılar
ve hemen üzerine atılarak boğmak istediler, Şehzade Mustafa bunların
elinden kurtulup babasının yanına doğru kaçarken saray hademelerinden Zal

399
Uzunçarşılı, s.402.
400
Uzunçarşılı, s.402.
401
Aksun, s. 314.
99

Mahmud Ağa402 arkasından yetişip Şehzadeyi altına alıp boğdu. (1553).


Mustafa’nın boğulduğunu duyan yeniçeriler buna sebep olanların
cezalandırılmasını isteyerek ayak dirediklerinden Rüstem Paşa vezir-i
azamlıktan azlolunup ikinci vezir Kara Ahmed Paşa tayin edildi; fakat
yetişmiş olan bu şehzadenin ölümü uzun zaman tesirini muhafaza etti. Bu
katl hadisesi sebebiyle şair Taşlıcalı Yahya Bey403 çok acıklı bir mersiye
404
yazmıştır.”

Burada şunu da belirtmek yerinde olacaktır; Osmanlı İmparatorluğu’nda


Şehzade Mustafa’ya gelinceye kadar taht kavgalarında hayatlarını kaybeden şehzadeler
için yazılmış bir mersiyeye rastlanmaz. Ancak Şehzade Mustafa’ya on beş mersiye
yazılmış ve klasik şiir geleneğinde daha önce ölen hiçbir şehzadeye de bu sayıda bir
mersiye yazılmamıştır.405

Bazı tarihçilere göre ölüm fermanının sebebi sadece taht mücadelesi değildi.
Celalzade Mustafa, Kanunî’nin, çok mühim bir sebebi olmasa oğlunu bu şekilde
öldürmeyeceği noktasından hareket ederek, Mustafa’nın adamlarının reayaya zulmüne
göz yumduğu için olduğunu yazmıştır.406 O dönemde yaşayan Osmanlı müellifleri bu
hususta fazla malumat vermekten kaçınmışlardır.407

Bazı tarihçilere göre, Şehzade’nin bu beklenmedik sonunda esas rolleri Hürrem


Sultan ile Rüstem Paşa oynamıştır.408 Kanunî, Şehzade Mustafa’yı 26 Şevval 960 (5
Ekim 1553) yılında öldürtmüştür.409 Şunu da göz ardı etmememiz gerekir; eğer Şehzade
Mustafa -ki öldürüldüğünde otuz dokuz yaşında idi- “Babam kocadı, dedem Selim
Han’ın yaptığı gibi yapıp yerine geçme vakti geldi” şeklinde mektuplar yazmasaydı
belki Hürrem Sultan’ın çabaları boşa çıkacaktı.

402
Bu Mahmud Ağa, sonra vezir olup Eyüp’te cami ve medrese ve imareti bulunan damatlardan Zal
Mahmud Paşa’dır.
403
Taşlıcalı Yahya Bey, kendisini tanıyan müverrih Âlî’nin kaydına göre; Dukakin-zadelerden olup
kendisi ve babası yeniçerilikten yetişmişlerdir. Yahya Bey, Kapıkulu süvarisi ve sonra bazı vakıflara
mütevelli olmuştur.
404
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi II, s.403.
405
İsen, NTV dergi, s. 72.
406
Bkz: Tabakat, Ayasofya Kütüphanesi nüshası 3296, varak 346 vd.
407
Yurdaydın, Bostan’ın Süleymannamesi, s.144.
408
Âli, Künhü’l-ahbâr Vr.58a vd.; Peçevi, s. 300; Küçük Nişancı, s. 245 vd.; Müneccimbaşı, s. 512;
Hammer, VI, s. 23, s.37 vd.
409
Yurdaydın, s.144.
100

Şehzade Mustafa’nın cenazesinin İstanbul’a getirilmesine, ayrı bir türbe


yapılmasına ve hatta kardeşi Şehzade Mehmed’in türbesinin yanına defnedilmesine izin
vermemesi; Kanunî’nin oğluna olan öfkesini ve ihanet ettiğine olan inancını
göstermektedir.410

Şehzade Mustafa’nın ölümü üzerine yazılan Nisâyî Mersiyesi’nden bir kısmı


nakledelim;
Bir Urus câdusunun sözin kulağına koyup
Mekr ü âle aldanuban ol âcuzeye uyup
Bağ-ı ömrün hâsılı ol serv-i âzâda kıyup
Bî-terahhum şâh-ı âlem n’itdi Sultan Mustafa
Şâh-ı âlemsin velî halk tutdı senden nefreti
Kimsenûn kalmadı hergiz sana meyl-i şefkati
Bâis olan müftiye de irmesün hak rahmeti
Merhametsiz Şâh-ı âlem n’itdi Sultan Mustafa411
Mersiyede, bir Rus cadısının sözüne uyarak, günahsız Sultan Mustafa’ya kıyan,
Kanunî, merhametsiz ve vicdansız bir padişah olarak vasıflandırılmaktadır. Burada da
görüldüğü gibi Hürrem Sultan’ın şehzadenin ölümünden sorumlu olduğu inanışı
yaygındır

3.4.4.2.4. Şehzade Cihangir

Kanunî’nin Hürrem Sultan’dan doğan oğullarının en küçüğü olan Cihangir


1530 veya 1531 yılında doğmuştur. Lamartine, doğuştan fiziksel yetersizliklerinden
dolayı yürürken biraz aksadığını, bir omzunun diğerine göre daha düşük olması
nedeniyle kılıç kullanamadığını ve at binemediğini yazmaktadır. 412 Şehzade zamanını
sarayda geçirmekteydi. Vücut fakirliklerini ruh, kalp ve zeka zenginlikleri ile
dengeliyordu. Annesi ve babasının en sevdiği evladı olmasının yanında tahtta bir
iddiasının olmaması da onu tehdit olmaktan çıkarıyordu.413 Çok zarif, munis ve hassas

410
Daha ayrıntılı bilgi için bkz: Hakkı Önkal, “Şehzade Mustafa’nın Türbesinin Düşündürdükleri”, Ege
Üniversitesi, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, sayı II, İzmir 1997, s.115-123
411
İsen, NTV Dergi, s. 72; Nisâyî, hakkında fazla bir malumat yoktur. Ancak bu kadın şairin iki
mersiyesinde de ağır hakaret sayılabilecek bir üslup kullanması onun, Şehzade’ye yakın olduğunu
düşündürmektedir.
412
Lamartine, s.449.
413
Lamartine, s.450.
101

olup babası kendisini pek sevdiğinden yanından ayırmazdı. 414 Kanunî Şehzade
Mehmed’in ölümünden sonra Cihangir’e fazla düşkünlük göstermeye başlamıştır. Onun
için Cihangir sancağa çıkacak yaşa geldiği halde Padişah, yanından ayırmamıştır.

Padişahın en küçük oğlu Cihangir, hastalıklı bir çocuk olarak büyümüştü.


Hürrem’in Kanunî’ye yazdığı bir mektupta belirttiğine göre omzunda iyileşmeyen bir
yara vardı ve “Mamuloğlu’nun yakısı ile” tedavi ediliyordu. Bundan ötürü
sancakbeyliğine gönderilmemişti. Öte yandan Cihangir, ağabeyi Mustafa’ya düşkünlüğü
ile tanınıyordu.415

1539 sonbaharında, Kanunî Sultan Süleyman, Bayezid ve Cihangir’i sünnet


ettirmiş, büyük şenlikler yapılmıştır.11-26 Kasım tarihleri arasında iki hafta süren bu
düğünde Mihrimah Sultan ve Rüstem Paşa da evlendirilmişti. 416

Turan, “1550-1552 yıllarında İstanbul’da bulunan Venedik Balyosu Bernardo


Navagero, Cihangir’in saltanatta gözü bulunmadığını, hatta sık sık “Kim istiyorsa sizin
yerinize o geçsin, beni üzmeyecek, çünkü benden korkmayacak” diye babasına
düşüncesini açıklamaktadır. Devamla, Bayezid’in Selim’le arasının fazla hoş olmadığı
ve başka bir anneden olan ağabeyi Mustafa’yı yeğlediğini yazmaktadır.417

Sadrazam Rüstem Paşa ve Hürrem Sultan’ın meyli Şehzade Bâyezid'e;


Padişah, askerler, âlimler ve meşâyıhın meyli Şehzade Mustafa'ya; Harem halkının
meyli ise babasıyla Sarayda beraber oturan ve sancağa çıkmayan Şehzade Cihangir'e
yönelikti denilse de Şehzade’nin padişah olmaya hastalığının ve fiziki görünüşünün
yeterli olmadığı görüşü daha çok kabul edilmektedir.

Şehzade Cihangir ruhen, duygusal bir karakteri; fiziksel olarak da zayıf bir
yapıya sahip idi. Doğuştan kambur olarak dünyaya gelen Cihangir için babası, Cihan’ı
zapteden anlamına gelen Cihangir ismini vermişti. Cihangir de diğer kardeşleri gibi aruz
veznini ustaca kullanarak şiir yazma yeteneğine sahip idi.

Sarayda iyi bir eğitim alan Şehzade, babasının sohbet arkadaşı ve hatta sırdaşı
olmuştu. Kanunî, Şehzade Cihangir’i yanından ayırmıyordu. Sefere çıkarken bile onu da
414
Uzunçarşılı, s.404.
415
Uluçay, Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları, s.40; Turan, s.43.
416
Hammer, c.I, s. 542.
417
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, s.25.
102

götürüyor, sıkıntılarını paylaşıp dertleşiyordu. Şehzade Cihangir’i sadece anne babası


değil kardeşleri de çok severdi. Bilhassa üvey ağabeyi Mustafa ile araları çok iyiydi. 418

İran Seferine çıkan Kanunî’ye eşlik eden Şehzade, bu arada sevgili ağabeyi
Şehzade Mustafa’nın öldürülmesine şahit olunca çok üzüldü. 419 Cihangir büyük biraderi
Mustafa’nın ölümünden çok müteessir olup içlenerek vefat etmiştir. Şehzade Mustafa
hadisesinde orada bulunmuş ve bu feci akıbeti görerek nihayet Halep’te vefat etmiştir
(1553).420

Clot, “ Bu olaylardan -Mustafa’nın öldürülmesi- bir süre sonra Süleyman’ın


en sevgili şehzadesi olan Cihangir, iddialara göre Mustafa’nın kaba bir şekilde ortadan
kaldırılmasının verdiği acıya dayanamadığı için öldü.”421diye yazmaktadır.

Şehzadenin ölümü bir başka kaynakta da şu şekilde verilmiştir;

Kanunî Sultan Süleyman, Nahcivan seferine çıktığı zaman


Şehzade Cihangir de yanındaydı. İstanbul’dan ayrılırken Kütahya sancakbeyi
Şehzade Bayezid’i Rumeli’nin muhafazası için Edirne’ye göndermişti.
Cihangir ise babası ile yola devam ediyordu. Yalnız şehzade Mustafa’nın
ortada bir sebep yokken boğdurulması Cihangir’i çok üzmüş ve günden güne
erimeye başlamıştı. Kanunî 8 Kasım 1553’te Halep’e ulaşınca Şehzade
Selim’i Maraş’ta kışlamaya memur etti. Aradan birkaç gün geçince Cihangir
yatağa düştü. Uğraşmalara rağmen kurtarılamayarak 27 Kasım 1553’te
Halep’te vefat etti. 422

Öldüğünde 22-23 yaşlarında olan Şehzade Cihangir’in cenazesi, Halep’ten


İstanbul’a getirilerek Şehzade Camisinde bulunan ağabeyi Mehmed’in yanına
defnedildi. Daha sonra İstanbul’a dönen Kanunî sevgili oğlunun adına bir cami
yaptırdı. Halen bu cami ve içinde bulunduğu semt Cihangir olarak anılmaktadır.

418
Lamartine, s.450.
419
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, .s.43.
420
Uzunçarşılı, s.404.
421
Clot, s.142.
422
Mufassal Osmanlı Tarihi, s. 1111.
103

3.4.4.2.5. Şehzade Bayezid

Mustafa ve ardından Cihangir’in ölümlerinden sonra Sultan Süleyman’ın


hayatta Selim ve Bayezid isimlerinde iki oğlu kalmıştı ve ikisinin de validesi Hürrem
Sultan’dı. Bayezid 1526 (H. 932) da dünyaya gelmişti. Selim’den birkaç yaş küçüktü.

Şehzade Bayezid fiziksel olarak Kanunî’ye benziyordu, ilim ve kültür


yönünden iyi yetişmişti. Fiziksel olarak annesine benzeyen423 Selim’e nispetle,
mütevazi, iyi ahlaklı, cevval ve cesurdu, iyi bir siyaset adamıydı. Bu özellikleri
sebebiyle maiyeti ve devlet erkanı tarafından da sevilen biriydi. Çok cömert olan ve
aynı zamanda kuvvetli bir muhit yapmak için fazla para sarf eden Şehzadeye tahsisatı
yetişmediğinde validesi Hürrem Sultan tarafından da yardım ediliyordu.424

Turan, taht mücadelelerini anlatırken hangi şehzadenin kimler tarafından


desteklendiğini ayrıntısı ile ele almıştır. Navagero’dan sonra balyosluğa atanan
Domenico Trevisano da aşağı yukarı kendinden önceki meslektaşının görüşlerini
paylaşarak Selim’in Hürrem ve Rüstem Paşa tarafından sevildiğini ve babasının
ölümünden sonra onların yardımı ile hazineyi ele geçirip para gücüyle yeniçerileri
kazanarak hükümdarlığının ilan edebileceğini öne sürmektedir.

Âlî’nin, Kanunî’yi de katarak Hürrem’i ve Rüstem’i, Bayezid yanlısı olarak


göstermesine karşılık çağdaş Venedik balyoslarının Padişahı tarafsız Hürrem ile
Rüstem’i Selim yanlısı diye anmaları ilk bakışta çelişkili iki gözlem gibi
görünmektedir.425 Afyoncu ise “Yeniçeriler ve annesi Hürrem Sultan, Kanunî’den sonra
tahtın en büyük varisi olarak onu görüyorlardı. Bayezid de kendisini ağabeyinden daha
üstün ve tahtın varisi olarak görüyordu.” demektedir. 426

Ayrıca Saray halkı tarafından sevilmesine karşılık Cihangir’in hastalıklı olduğu


için sancağa bile gönderilmediğini, Şehzade Selim’in de adının kimse tarafından
bilinmediğini yazan Turan, aynı zamanlarda Mustafa ve Bayezid’in ise arkasında güçlü
destekleri olduğunu nakleder. Mustafa’yı halkın, ulemanın ve askerin, Bayezid’i ise

423
Busbecq’ten naklen Hammer (Atabey Tercümesi, c.VI., s.581) ve Arthos Tomas Bayezid’in babasına
ve Selim’in anasına benzediklerini yazıyor ki (fasıl 49) Selim’e, Sarı Sultan Selim denilmesi bundandır.
424
Uzunçarşılı, s.405.
425
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, s. 25.
426
Afyoncu, Muhteşem Süleyman, s.122.
104

başta Kanunî ve Hürrem Sultan olmak üzere Mihrimah ve Rüstem Paşa’nın


desteklendiğini ifade eder.427

Şehzade Mustafa’nın ölümünden sonra Bayezid, kendisinin tahtın tek varisi


olarak kabul ediyordu. Hatta 1557 de Mekke Emiri tarafından İstanbul’a gönderilen
ve Kütahya taraflarından geçerken Şehzade ile görüşmüş olan Kudbüddin Mekkî,
Şehzadenin bu husustaki ümit ve arzusunu açıkça yazmıştır. Eğer validesi Hürrem
sağ olsaydı bu arzusuna nail olacağında da şüphe yoktur. Hürrem Sultan 1558
Şubat’ta (26 Cemaziyelâhir 965)428 vefatına kadar oğullarının birbiriyle iyi
geçinmelerini temin etmişti.429 Bir başka kaynakta ise konuyla ilgili şu kayıtlara
rastlamaktayız:

Süleyman’ın, özellikle Hürrem Sultan’ın entrikalarından dolayı


oğulları ile arasında sürekli rahatsızlıklar yaşanıyordu. Hürrem Sultan, gözde
oğlu Bayezid, kızı Mihrimah ve kızının eşi Vezir-i Âzam Rüstem Paşa
tarafından desteklenerek rakibi Mahîdevran’ın oğlu Mustafa’ya darbe indirip
öldürtmeyi başardı. Fakat kısa bir zaman sonra da kendisi öldü. Bu şiddetli
rekâbet, ana ve baba bir kardeş olan Bayezid ve II. Selim arasındaki
mücadeleyi patlattı. Selim babasının desteğini kazanmakta daha maharetli
çıktı.430

Dönemin Osmanlı Tarihini kaleme alan yazarlarının dışında Topkapı Sarayı


Arşivindeki bazı belgeler ve olayların çağdaş tanıkları olan Avusturya elçisi Busbeq ile
Venedik elçilerinin raporları, Mustafa’nın öldürülmesiyle sonuçlanan olayın içyüzü ve
Selim ve Bayezid arasındaki çatışma hakkında önemli ipuçları vermektedirler. XVII.
Yüzyılda tarihçi Peçevi İbrahim’den başlayarak günümüz tarihçilerine gelinceye değin
birkaçı dışında hemen bütün tarih yazarları ve yazarlarımız, Bayezid-Selim arasındaki
taht kavgasına ilişkin olarak Gelibolulu Âlî’nin Nâdiru’l-Mehârib ve Künhü’l-Ahbar
adlı yapıtlarında verdiği bilgileri aktarmakla yetinmişlerdir. Artık klasikleşmiş olan bu
anlatıma göre, Bayezid olayı basit bir veliahtlık mücadelesinden başka bir şey değildir.

427
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, s. 25.
428
Turan ölüm tarihini 16 Mart 1558 olarak verir.
429
Uzunçarşılı, s.405.
430
İsa Şevik tezinde bu konuda şunu yazar: Kaynaklardaki ifadelere göre; Kanunî, kendisinden sonra
büyük oğlu Selim’in padişah olmasını istediğinden, onu veliaht ilan etmişti. Bu durumda Bayezid, ya
kaderinin hazırladığı hazin sona boyun eğecek ya da annesinin desteği ve yardımıyla, tahtı elde edecekti.
Nitekim Şehzade Bayezid, ağabeyi tarafından öldürülmektense, taht için mücadele ederek şansını
denemek istiyordu. Bu yolda, Bayezid’in en büyük destekçileri de, annesi Hürrem Sultan ve eniştesi
Rüstem Paşa idi.”
105

Lala Mustafa Paşanın ve kendi etrafında bulunan bazı fesatçıların (müfsidlerin)


kışkırtmalarına kapılarak ağabeyi Selim’e ve babasına karşı ayaklanan Bayezid
yenilgiye uğradığında İran’a kaçmış, en sonunda hak ettiği cezaya çarptırılarak
katledilmiştir.431

İki şehzade arasındaki bu mücadele sırasında Rüstem Paşa ikinci defa vezir-i
azam olarak bulunuyordu. Hürrem Sultan’ın padişah üzerindeki etkileri neticesinde
1555 (H. 962) yılında katledilen Kara Mehmed Paşa’nın yerine Rüstem Paşa tekrar
veziriazam olmuştu. Hürrem Sultan’ın Valide Sultan olma hayali, Kanunî Sultan
Süleyman’dan önce ölünce gerçekleşemedi; üstelik vefatı iki kardeşi saltanat hırsıyla
432
birbirine düşürdü. Hürrem Sultan’ın ölümüyle Şehzade Bayezid, sadece annesini
değil aynı zamanda en güçlü koruyucusunu da kaybetmiş oldu.433

Şehzade Bayezid, Düzme Mustafa isyanı sırasında ağır hareket etmiş bu


yüzden de isyanın tertipçisi olarak algılanmıştı. 434 Bu davranışından dolayı babası
tarafından cezalandırılmak istenen Şehzadeyi yine annesi korumuş ve onun Kütahya
valiliğine gönderilmesini sağlamıştır. 435

Şehzade ağabeyi Selim’i kendisi için bir tehlike olarak görmediğinden,


Selim’in yanında bulunan Lalası Mustafa Paşa ile irtibata geçmişti. Ancak eskiden beri
kendisini teşvik eden Mustafa Paşa artık farklı planlar içindeydi. “ Lala Mustafa Paşa,
bazı şahsî menfaatleri yüzünden iki öz kardeşin arasını açmaya başlamış ve Şehzade
Bâyezid ile Şehzade Selim'in aralarına buz dağlarını sokmaya çalışmıştır.”436

Lala Mustafa Paşa’nın taraf değiştirmesinin bir sebebi olarak da, Bayezid’in
yanında olan Rüstem Paşa gösterilir. Şehzade Selim’in maiyetinde bulunan Lala
Mustafa Paşa’nın Rüstem Paşa ile arası iyi olmadığından şehzadeler vakası denilen
olayda, Selim’in tarafında olmuş ve onun saltanatını temin etmek için Selim’in izni

431
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Mücadelesi, s.10, Dipnotu: Nâdiru-l Mehârib, Bayezid
ile Selim’in sancaklarının değişmesi ile başlamakta ve Selim’in tahta çıkışı ile sona ermektedir. Ancak
Bayezid’in öldürülmesinden sonraki olaylara hiç değinilmemektedir. Âlî anlattıklarında yansız kaldığını
söylüyorsa da, kitabını sunduğu Selim’den bazı şeyler beklediğini, “mertebe yükselip murada erme”yi
umduğunu gizlememektedir.(vr. 25a)
432
Uzunçarşılı, s.406.
433
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, s. 56.
434
Ayrıntılı bilgi için bkz. Downey, s. 162; Ahmet Refik, Kadınlar Saltanatı, s.78; Turan, s.44-50;
Afyoncu, Muhteşem Süleyman, s. 121-122.
435
Afyoncu, Muhteşem Süleyman, s.123.
436
Akgündüz, Bilinmeyen Osmanlı, s.157.
106

ile Bayezid’ı kışkırtan mektuplar yazmış; aldığı cevapları Padişaha göndererek onu
asi göstermiştir.437

Rüstem Paşa, Lala Mustafa Paşa’nın, Bayezid’e yaptığı hileye vakıf olmuş
ancak Şehzade Mustafa hadisesinden dolayı sorumlu tutulduğu için Bayezid’e karşı
bir şey yapamadı. Çünkü Lala Mustafa Paşa, Padişah’a Rüstem Paşa’nın, Şehzade
Bayezid’i tahrik ettiğini bildirdiğinden dolayı; Sultan Süleyman damadının bu
olaylarla ilgili olan arzlarına kat’iyen itimad etmemekte idi. 438

Lala Mustafa Paşa, Bayezid’i cesaretlendirmek için, Şehzade Selim’in


sarhoşluğundan, devlet idaresindeki kabiliyetsizliğinden bahsedince, Bayezid,
Selim’e karşı mücadele etmek için cesaretlenmiş ve Selim’e bir mektup göndermiş
hatta mektubun yanına başörtüsü, peştamal ve yün eğirmek için kullanılan aletler
eklemiştir.

Bayezid, Selim’le aralarında oluşan rekabette çeşitli yollar uyguluyordu.


Bunlardan biri Bayezid’in kendisini daha inançlı göstermek için, şehzadelerin başlarına
taktıkları kırmızı mücevveze yerine yeşil mücevveze takmasıydı. 439 Selim’in sancağına
giden hububatı kestiği hatta Manisa’ya adamlar gönderip ağabeyini öldürtmeye çalıştığı
bile söylenmektedir.440

Bütün olup bitenleri kendi yorumlarıyla babasına ileten Selim’in yazdığı


mektuplardan rahatsız olan Kanunî, Bayezid’i uyaran mektup göndermiş ancak
olayların arkası kesilmemiştir. Bunun üzerine 1558 yılında Şehzade Bayezid
Kütahya'dan Amasya'ya ve Şehzade Selim ise Manisa'dan Konya'ya sancakbeyi olarak
tayin edilmişlerdir.441 (6 Eylül 1558/23 Zilkade 965).

Fakat Bayezid’in İstanbul’a yakın olan Kütahya’dan kaldırılması, şüphesini


uyandırmış ve gitmek istememiş, Selim ise derhal fermana itaat ederek Manisa’dan
ayrılmıştır. İki şehzade arasında bir çarpışma olmaması için Kanunî tarafından, Şehzade
Selim’e Vezir Sokullu Mehmed Paşa ve Bayezid’e Vezir Pertev Paşa gönderilerek her
437
Uzunçarşılı, s.406.
438
Uzunçarşılı, s.406.
439
Selim’in Kanunî’ye Mektubu, Topkapı Sarayı Arşivi, E. 6058/13 (ayrıca metin için bkz: Turan, s.176)
440
Ogier Ghiselin de Busbecq, Türk Mektupları, (Çev: Hüseyin Cahit Yalçın), İstanbul 1939, s.182;
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, s. 56.
441
Hammer ve Zinkeisen, Selim’in Manisa’dan Kütahya’ya; Bayezid’in Konya’dan Amasya’ya
gönderildiğini yazmaktadırlar. Ancak bu yanlıştır.
107

ikisine de nasihat edilmişti. Hatta padişah geçimsizlikte ısrar ederlerse saltanatı, kendi
kız kardeşinin oğlu olan (Mora sancak beyi) Osman-Şah Bey’e442 vereceğini oğullarına
bildirmişti. Osman Şah’ın validesi, Yavuz Sultan Selim’in kızı Hanım Sultan diye
maruf Hatice Sultan idi. 443

Şehzade Bayezid, babasına yazdığı mektuplarda Amasya’ya atanmasını bir


hakaret olarak gördüğünü söylerken bu kararın iptal edilmesini babasından talep
etmektedir. Selim’in yalan yere kendisine iftara attığını hatta benim üstüme geliyor diye
yalan yere haber gönderdiğini; Amasya’ya gönderilmesinin bu sebeplerle gücüne
gittiğini mektuplarında ısrarla anlatmıştır.444

Amasya’ya gitmemek için çok direnen Bayezid, babası katında kendisini


koruması, dileklerinin yerine getirilmesine yardımcı olması için kız kardeşi Mihrimah
Sultan’a da mektuplar yazmıştır. Durumdan haberdar olan Kanunî ise kızına, Bayezid’a
nasihat için mektuplar göndermesini söylemiş ve ondan gelen mektupları kendisine
bildirmesini, Selim’in yakınmalarına da cevap vermesini istemişti.

Bunun üzerine Mihrimah, Bayezid’e bir muhkem kağıt yazarak


denmedik söz bırakmamış ve iyilikle yeni sancağına gitmesini öğütlemiştir.
Bayezid’den gelen kâğıtları babasına gönderirken de ondan Bayezid’e
yazacağı mektupta çok katı davranmamasını, ılımlı sözlerle başlayıp giderek
sertleşen bir dil kullanmasını dilemişti: “Hemen saadetlü Sultanım, kağıdı
katı yavaşlık ile yazmıyasız, bir mikdar pekçe yazasız. Sultanım yavaşlık
ile yazın, âhirinde pekçe yazın. İnşallah emr-i şerifin tuta. Ben cariyene
gelen kâğıtları istemişsiz. Bana gelen kâğıtta nesne yokdur, yine evvelki
sözdür. Emr-i şerif üzre kâğıtları gönderdim.”445

Selim ise ablası Mihrimah Sultan’ın Bayezid’i desteklemesinden


şüpheleniyordu. Ancak Mihrimah erkek kardeşlerinin arasındaki anlaşmazlığın dışında
kaldığını babasına bir mektupla anlatıyordu:

442
Peçevi, c. I, s. 45’te “Karaosman Şah diye anılan Osman Paşa, Bosna Valiliğinde bulunmuş ve
Tırhala Valisi iken 1567-68’de ölmüştür.” diye yazmaktadır. (M. Süreyya, Sicill-i Osmani, c. III, s.415)
443
Şekayık zeyli Atâyi, s.241.
444
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, s.58 (Topkapı Sarayı Arşivi, E. 6572/2;
Topkapı Sarayı Arşivlerinde E. 6572’de kayıtlı Bayezid’in pek çok mektubu bulunmaktadır.)
445
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, s.60, bu mektubun metni Mihrimah Sultan’ın
Mektupları bölümünde yer almaktadır. (Topkapı Sarayı Arşivi nr. 5859.)
108

“Ben hak-i pâyun cariyen özrün kabul edüb küstahlığım af


buyurasız… Sultan Selim’in kağıdın okuduğumda aklım gideyazdı.
Demiş ki ben cariyen kağıt gönderdüm… Vallah, Allah hakkıyçün
haberim yokdur. Ben onlara kağıt göndermedüm, kızların gönderdi
diyor… Allah bilür, ol gün hâk-i pây-ı saadete arz ettiğim gibi olmuştur,
hiç haberim yokdur.”446

Şehzadelerin arasındaki bu mücadele sırasında pek çok mektuplar ve elçiler


gönderilmiş ve taraflar haklı olduklarını Padişah’a ispatlamak için uğraşmışlardır.
Hürrem Sultan’dan sonra Padişah’ın kararlarında etkisi olan kızı Mihrimah Sultan’dan
da bu sebeple yardım istemişlerdir.

Amasya’ya gitmemek için direnen Bayezid, mektuplarında babasını


merhametsizlikle itham edecek kadar ileri gitmiş, bu kararın durdurulması için elinden
geleni yapmıştır. Eşyasını taşımak için Anadolu ve Sivas beylerbeylerinden deve ve
katır istediğini; ancak beygir bulamadığını, babasının kendisine 300 beygir göndermesi
halinde hemen taşınacağını bile yazmıştır.447 Kanunî ise bir an evvel Bayezid’in,
Kütahya’dan çıkmasını, kış gelmeden Amasya’ya ulaşmasını istemekteydi. Hatta
kendisinin de kışı geçirmek için Edirne’ye gideceğini ancak onun Kütahya’dan yola
çıkmasını beklediğini bildiriyordu. Bütün bunlar Kanunî’nin artık oğluna güveninin
kalmadığını göstermektedir.

Bayezid pek çok yazışmadan ve babasına karşı pek çok hakaret dolu sözden
sonra 21 Aralık 1558’de Amasya’ya vardı. Peçevi’ye göre Amasya’ya giderken yolda
uğradığı yerlerden etrafına asker toplamaya başlamıştı. 448 Amasya’ya geldikten sonra da
Bayezid’in istekleri bitmemişti. Oğulları Osman ve Orhan’ı sünnet ettireceğini söyleyip
Padişah’tan pek çok istekte bulunmuştu. Kanunî, onun sancağına gitmesinden memnun
olup ihanet içinde olmadığını söylese de isteklerini yerine getirmemişti. Bayezid bu
durum üzerine yine babasını suçlayan, bu durumun garez hilesi olduğunu açık açık dile
getiren mektuplar yazmıştır.449

“Hemen bir garez hileniz vardır. Hem dirsiz, garez yok deyû. Merd
olan yalan söylemez! Haşa ki Sultanımdan yalan gele! Eğer istediklerimden

446
Uluçay, Osmanlı Sarayından Aşk Mektupları, s.47.
447
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, s.61. (Topkapı Sarayı Arşivi, E. 3924/8).
448
Peçevi, c.I, s. 385.
449
Turan, Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, s. 71.
109

eksik virirseniz, beni muradım üzre teselli etmezsiniz, vallah billah rızanız
üzre olmazam, sonra günah benden olmaz. Siz her nesneyi bilmezlikden
gelürsüz ammâ ki ilde söz çokdur.”450

Bu şekilde tehditkâr ifadeler kullanan Bayezid, sonunda yevmlü451 adı verilen


ordusuyla kardeşi Selim’in üzerine yürümüştü. Bunun üzerine Bayezid babasına karşı
asi ilan edilerek Sokullu Mehmed Paşa kumandasında bir kuvvet İstanbul’dan hareket
etti. Bayezid, Selim ile yaptığı Konya muharebesinde önce galip gelmiş ise de sonra
bozularak Amasya’ya kaçmıştır. İş işten geçtikten sonra Lala Mustafa Paşa’nın
kendisini aldattığına vakıf olup babasına affı için ricada bulunsa da bunlar da yolda Lala
Mustafa Paşa’nın eline geçerek imha edilmiştir.452

Bayezid, Konya Savaşı’ndan sonra suçunu affettirmek için çalışmış, fakat


babasına gönderdiği bir dizi mektuptan olumlu bir sonuç alamamıştı. Erzurum
Beylerbeyi Ayas Paşa’nın arabuluculuk düşüncesi de eyleme dönüşememişti. Bunun
için Bayezid babasından affını bir kez daha dilemek gereğini duymuş ve bu konuda
kendisine yardım etmesi için de Rüstem Paşa’ya yeniden başvurmuştu. Mektubunda,
kendisinin birçok kez babasına mektup gönderdiğine ve Ayas Paşa’nın arabuluculuk
girişimine değindikten sonra, “Cihan Padişahına karşı isyan ve muhalefet ve
memleketlerine zarar vermek” niyetinde olmadığını vurguluyor ve bundan önceki ve
şimdiki olaylarda salt “kişisel kızgınlık (tehevvür-i nefsani)”tan ötürü hata ettiğini öne
sürerek bütün kalbiyle tövbe ettiğini belirtiyordu. Bu nedenle Rüstem Paşa’dan affedilip
Amasya’ya sancağına dönebilmesi için padişah katında aracı olmasını rica ediyordu.
Ona göre böylece bu fitneye ve karışıklığa yol açan nedenler ortadan kalkacak,
cemiyet’ler dağılıp beyler ve askerler yerlerine dönecekler ve bütün reaya, Osmanlı
tebaası huzura ve sükuna kavuşacaklardı. 453

450
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, s.62 (Topkapı Sarayı Arşivi, E. 3924/13.)
451
Yevimli veya yevmli; gün anlamına gelen yevm kelimesinden türetilen gündelikçi anlamında bir
sözdür. Bayezid’in yaklaşık 10.000 kişiyi aşan yevmli askeri olmuştur. Bir rivayete göre de, Bayezid,
yevmlü adıyla birçok eşkiyayı yanına toplayıp onları kapıkulu, sekbân ve tüfekçiyan yazdırıp 20.000
civarında bir kuvvete ulaşmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz: Turan, s. 81-91.
452
Uzunçarşılı, s.406.
453
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, s. 111’de “Bayezid’in babasına yazdığı bu
son mektuplar arşivde bulunmamaktadır ancak onun Rüstem Paşa’ya yazdığı mektuptan bunların içeriği
anlaşılabilmektedir. Onun olduğu bilinen “Baba” redifli ünlü manzum afnamesi ile Kanunî’nin ona yanıt
olan “Oğul” uyaklı şiirinin bu döneme ait olduğu sanılmaktadır. Çünkü Bayezid, “Ayrılub bi’l-cümle
mal ü mülkden düşdüm ırak” dediğine göre, Danişmend’in belirttiği gibi (Kronoloji, II, 324), bu af
dileği onun Amasya’dan ayrıldıktan sonraki döneme ilişkin olmalıdır.”yazmaktadır.
110

Bu kadar yaşanan olaydan sonra bile, Bayezid hala gurur ve kibirle başını
eğmeden bu işten sıyrılmayı düşünmüş olmalı ki mektuplarında affedildiğinin belgesi
olarak bir “ahidname-i hümayun” gönderilmesini istemiştir. Bununla beraber Şehzade
olmasından dolayı bir sadrazam veya Erzurum Beylerbeyi Ayas Paşa’nın kendisine
refakat etmesinin uygun olacağını ve hatta bütün bunların kış gelmeden yerine
getirilmesi gerektiğini ifade etmişti.454

3.4.4.2.5.1. Şehzade Bayezid’in İran’a Kaçması ve Öldürülmesi

Kanunî’nin son dönemlerinde yaşadığı bir evlat acısı da Şehzade Bayezid ve


torunları sebebiyle olmuştur. Şehzade Bayezid, babasının dediklerini yapmamış, yaptığı
her hamlede biraz daha ölüme yaklaşmıştır. Turan, bu olayı şöyle anlatmıştır:

Beyazid, Rüstem Paşa ile birlikte Padişah üzerinde etki yapabilecek


başka yakınlarından da yardım dilemişti. Bu arada kızkardşi Mihrimah’a da
bir mektup göndermişti. “Canımdan yeğ sevgilü, saadetim karındaşım
Sultanım Bulam” diye başlayan mektubunda, Gürcüboğazı’nda bulunduğunu
ancak “Bu taraflara gelmekten yad (yabancı) vilayete gitmeyi”
düşünmediğini söylüyordu. Ağabeyi Selim’in büyük bir kuvvetle Amasya
üzerine yürümesi karşısında “kendi canı tedariki” için oradan ayrıldığını
belirten Bayezid, “Eğer Padişah hazretleri günahımı gerçekten affeder ve
yemin edip beni inandururlarsa vallah billah hergiz yabana gitmem”
diyordu. Yanına gönderilecek bir görevlinin önünde padişahın emirlerine
uyacağına dair söz verip Amasya Sancağına dönmeye hazır olduğunu da
açıklıyordu.455

Mektubunun sonunda da ablasından kendisine zulmedilmeyip günahının affı için


“Padişah hazretlerine muhkem(sağlam) yalvarmasını” diliyordu. Ayrıca Lalam Paşa
Hazretleri dediği Rüstem ve Ayşe Sultan’a selamlar gönderiyor ve oğullarının
halalarının ayağını öptüklerini bildiriyor ve mektubunu “bu hasret kıyamete kalmıya!”
diye bitiriyordu.456

454
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, s. 111.
455
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, s. 111.
456
Turan, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, s. 112. (Topkapı Sarayı Müzesi Aşivi, E.
6057).
111

Neticede babasını ikna etmeye muvaffak olamayan Bayezid dört oğlunu


yanına alıp457 haremini Amasya’da bırakarak bin kadar adamıyla İran’a gitmek üzere
yola çıkmış, arkasından takip edildiyse de yakalanamamıştır. Erzurum’a gelen
Bayezid ve adamlarını yakalaması emredilen Erzurum Beylerbeyi Ayas Paşa,
kendisine verilen emre uymamış, üstelik ona ihtiyacı olan şeyleri vermiştir. Bundan
dolayı da daha sonra idam edilmiştir.(13 Aralık 1559 - 13 Rebiulahir 967)”458
Bayezid, kendisini takip edenlerle Aras Nehri civarında bir muharebe yapıp onları
bozduktan sonra İran topraklarına girdi ve Revan Valisi Şahkulu Sultan’a iltica etti.

Şehzade Bâyezid, İran'ın başşehri Kazvin'e sığınmış ve asi hale gelmiştir.


Sultan Süleyman tarafından İran Şahı Tahmasb Han’a yazılan namede Bayezid’in
teslimi veya idam olunması ısrarla Şah’tan459 istenmiş ve üç defa heyet gidip
gelmişti. Padişah, Şah’a birçok para va’d ettiği gibi saltanat rakibinden kurtulan
Şehzade Selim de İran Şahı’na heyet ve hediyeler yolladı. 460

Sonunda Şah, bazı dedikoduların da etkisiyle asi oğlunu babası Kanunî'ye


teslim edince, 4 oğlu ile birlikte Şehzade Bayezid 1562 yılında idam edilmiştir. İdam
fetvasını veren ise, Şeyhülislâm Ebüssuud Efendi'dir ve bu fetvada bir aykırılık
bulunmamaktadır. Yani Şehzade Bâyezid'in katli tamamen devlete isyan suçundan
dolayıdır ve bağy suçunun cezasıdır.461 Alderson ise öldürülmeleriyle ilgili; “Netice de
Bayezid, ailesiyle birlikte İran’a kaçtı. Ama Şah Tahmasp 1561 yılında onları öldürerek
ölülerini göndermeğe razı edildi.”462demektedir.

Şehzade Bâyezid ile babasının karşılıklı olarak birbirine yazdıkları şu şiir,


meselenin künhünü anlatması açısından çok manidardır. Sadece birer dörtlüklerini
alıyoruz:

457
Şehzade Bayezid’in en büyüğü Orhan olmak üzere Osman, Mahmud ve Abdullah isimlerinde dört
oğlu olmuştu. Osman’la Mahmud’un anneleri birdi. Bayezid’in Mihrümah, Hatice, Ayşe, Hanzade
isimlerinde dört de kızı olup en büyükleri olan birincisi on bir yaşında idi.(bk. Kut-ı Mekkî
Seyahatnamesi). Bayezid, Bulam tabiriyle ablası Mihrimah Sultan’a kendi el yazısıyla olan mektubunda
Amasya’dan çıkarak Gürcüboğazı’na geldiğini ve afvi için delalet etmesini beyandan sonra Orhan,
Osman, Mahmud ve Abdullah’ı bile götürdüm demektedir.(Topkapı Sarayı Arşivi No: 6057)
458
Uzunçarşılı, , Osmanlı Tarihi II, s.406.
459
Şah, Bayezid’i teslim etmeyeceğine ve öldürmeyeceğine dair yemin etmiş olduğundan durum nazikti,
bu yemin işi için bir tevil çaresi bulundu.
460
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi II, s. 408.
461
Akgündüz ve Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, s.157.
462
Alderson s. 95.
112

Şehzade Bâyezid (Şâhî):


Ey serâser âleme Sultân Süleyman'ım baba
Tende canım canımın içinde canım baba
Bâyezid'ine kıyar mısın benim canım baba
Bî günahım Hak bilir devletlü Sultânım baba…

Kanunî (Muhibbî):
Ey demâdem mazhar-ı tuğyân-ı isyanım oğul
Takmayayım boynuna hergiz tavk-ı fermanım oğul
Ben kıyar mıydım sana ey Bâyezid Hânım oğul
Bî günahım deme bârî tevbe kıl canım oğul…463

3.4.4.2.6. Şehzade Selim

Selim 28 Mayıs 1524'de İstanbul'da doğdu. Babası Kanunî Sultan Süleyman,


annesi Hürrem Sultan'dır. Orta boylu, açık alınlı, mavi, gözlü, ince kaşlı ve sarışın bir
padişahtı. Şehzadeliğinde mükemmel bir tahsil ve terbiye ile yetiştirildi. Devlet
idaresini iyice öğrenmek için de Anadolu'nun çeşitli yerlerinde sancakbeyliği yaptı. Bu
sırada tahsiline devam ederek, ilim ve tecrübesini arttırdı.

Sarı Selim olarak da anılan II. Selim, Kütahya sancakbeyi iken aldığı, babası
Cihan padişahı Kanunî Sultan Süleyman'ın ölüm haberi üzerine İstanbul'a gelerek, 30
Eylül 1566 günü 42 yaşında iken tahta geçti. Sarı Selim daha önceki Osmanlı
Sultanlarına göre silik ve zayıf bir hükümdardı.

Babasının saltanatı sırasında diğer kardeşleri Şehzade Bayezid ve Şehzade


Mustafa'nın bertaraf edilmesiyle kolayca tahta geçen Sultan İkinci Selim, adını aldığı
dedesi Yavuz Sultan Selim ve babası Kanunî'ye göre oldukça zayıf bir idare

463
Solakzâde, 521-533; 545-566; Âli, Künh'ül-Ahbâr, Es'ad Efendi, nr. 2162, vrk.363/a vd.; Ahmed
Refik, "Konya Muharebesinden Sonra Şehzade Sultân Bayezid'in İran'a Firarı", TOEM, nr.36, sh. 705-
727; Ogier Ghiselin de Busbeq, Türkiyeyi Böyle Gördüm, (haz. Aysel Kurutluoğlu), Tercüman 1001
Temel Eser, İstanbul ty, sh.37-40; Uzunçarşılı, "Babasından Sonra Saltanatı Elde Etmek İçin Kardeşi
Selimle Çatışan Şehzade Bayezid'in Amasya'dan Babası Kanunî Sultân Süleyman'a Göndermiş Olduğu
Ariza", Belleten, c. XXIV, sayı 96(1960), sh. 597-600; Yılmaz, Belgelerle Osmanlı Tarihi, c. II, sh. 142-
146; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. II, sh. 401-408; Akman, Kardeş Katli, sh. 84-98; Peçevî, Tarih, sh.
300-305; 341-342; Mustafa İsen, Acıyı Bal Eylemek, Türk Edebiyatında Mersiye, Ankara 1993, sh. 125-
165.
113

sergilemiştir. Devrin büyük devlet adamları sayesinde Osmanlı Devleti ihtişamını


sürdürmüş, Sokullu Mehmed Paşa gibi dirayetli ve tecrübeli vezirler hükümeti ayakta
tutmuşlardır. Sultan İkinci Selim'in kendisi hiç sefere çıkmamış ve liyakatli olmayan
Ali Paşa'nın Kaptan-ı Deryalığında İnebahtı faciası yaşanmıştır. 8 yıl padişahlık
yaptıktan sonra 15 Aralık 1574 günü vefat etmiş, Ayasofya'ya defnedilmiştir. Sultan
İkinci Selim İstanbul'da ölen ilk Osmanlı Padişahıdır.

Sultan İkinci Selim'in tahta çıktığı ilk yıllarda, bazı siyasi çekişmeler yaşandı.
Sokullu Mehmet Paşa bu çekişmelerden galip olarak ayrıldı ve 15 yıl sadrazamlık
yaptı. Sadrazamlık yaptığı bu dönemde devlet yönetimine ağırlığını koydu.

Annesi Hürrem Sultan çok istemesine ve o kadar uğraşmasına rağmen kendi


evlatlarından birinin tahta çıktığını görememiş ve Valide Sultan olarak saltanat
sürememiştir. Ancak Mihrimah Sultan kardeşinin padişahlığı döneminde de nüfuzunu
muhafaza etmiş, adeta bir danışman gibi alınan kararlarda görüşlerini bildirmiştir.

3.3. KIZI: MİHRİMAH SULTAN

Cihan İmparatoru Kanunî Sultan Süleyman ve sevgili eşi Hürrem Sultan'ın tek
kızı464 ve 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun yönetiminde etkileri olmuş bir
hanım sultandır.

Kanunî’nin saltanatının ikinci yılında dünyaya geldiği kabul edilen (H. 928 –
M. ve babasının büyük sevgisine mazhar olan sultana iddialı bir isim verilmiştir. İsmi,
Mihrimâh, Mihrümah veya Mihrmah şeklinde yazmıştır. Farsça’da Mihr güneş, Mâh ay
manasına geldiğinden, ismin en uygun telaffuzu “güneş ve ay” anlamında Mihrümâh
olmalıdır. Ancak yaygın kullanılışı Mihrimah’tır. Hanım Sultan’a bu isim, muhtemelen
güzelliği dolayısıyla verilmiştir.465 Mihrimah Sultan, Avrupa’da “Camaria” adıyla
tanınmaktadır.466

464
Kanunî’nin kız evlatlarını Uluçay, Padişahın Kadınları ve Kızları kitabında, sayfa 38’de: “Alderson:
Kanunî’nin üç kızı olduğunu, bunlardan ikisinin adının bilinmediğini, birisinin Müezzin zade Ali Paşa ile
evlendiğini” yazmaktadır.; sayfa 39’da ise: “Raziye Sultan: Kanunî Sultan Süleyman’ın kızıdır. Yahya
Efendi türbesinde yatmaktadır. Sandukası önündeki levhada “Tasasız Raziye Sultan”ın, Kanunî Sultan
Süleyman’ın kerimesi ve Yahya Efendi Hazretlerinin manevi evladı olduğu yazılıdır.” diye yazmaktadır.
Diğer kaynaklardan bazılarında da Sultan Süleyman’ın, Mihrimah’tan başka kız evladının olduğu
yazılıdır. Ancak bir yaşına gelmeden öldüğü veya küçük yaşta öldüğü belirtilmektedir.
465
Alpgüvenç, İki Hanım Sultan, s. 110.
466
Alpgüvenç, İki Hanım Sultan, s. 111, Selmin Kangal, Savaş ve Barış, XV-XIX. Yüzyıl Osmanlı-
Lehistan Münasebetleri, Vakıflar Dergisi, Ankara 2006, Özel Sayı, s.110.
114

Mihrimah Sultan’la ilgili Uluçay’ın ifadeleri şöyledir:

Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte babasının tahta


çıkışının ilk yıllarında 928 H.’de (1522 M.) dünyaya geldiği tahmin
edilmektedir. Bazı kaynaklarda adı “Mihrmah, Mihrimah” şeklinde geçerse
de Osmanlı belgelerinde ve dönemin kroniklerindeki yazılış şeklinden
hareketle bu adın “Mihr ü Mah” olarak okunmasının daha doğru olacağı
anlaşılmaktadır. Bununla beraber literatürde “Mihrimah” yazılışı yaygınlık
kazanmıştır.467

Kanunî Sultan Süleyman’ın sekiz oğlu olmuş, üçü çocuk yaşta ölmüştü.
Rivayete göre Raziye ve Mihrimah isimli iki kızından da Mihrimah Sultan hayatta
kalmıştı. Babasının biricik kerimesi, annesinin saraydaki sırdaşı olan küçük Sultan,
Osmanlı’nın zirvede olduğu dönemde dünyaya gelmişti. Saraydaki cariyelere ve
devşirme çocuklara bile çok iyi bir eğitimin verildiği asırda, Hükümdarın biricik kızının
eğitimi de elbette en üst düzeyde olmuştur. “Kanunî Sultan Süleyman’ın hayatta kalan
tek kızı olması dolayısıyla babası tarafından çok sevilen Mihrimah Sultan annesinin
nezaretinde çok iyi bir biçimde yetişip eğitim gördü.”468

Mihrimah Sultan’ın iyi bir eğitim aldığı, mektuplarındaki seçkin usluptan


kolayca anlaşılmaktadır. Zeki, bilgili, güzel söyleyip yazan bir hanım olduğu ve
hareketlerinin, tarzının, davranışlarının annesine benzediği kayıtlarda vardır.469

Onun annesine benzediğini başka bir kaynakta da şu şekilde görmekteyiz:


“Mihrimah Sultan’ın mektuplarından, kültürlü, güzel konuşan ve yazan çekici bir
üslubu olan bir Sultan olduğu anlaşılıyor. Hareketleri, tekniği, üslubu aynen annesi
gibidir.”470

İmparatorluğun başına erkek evlatların geçmesi geleneği, padişahların kızlarına


ve kız kardeşlerine can kaygısı duymadan yaşama imkanı vermekteydi. Bu sayede
Osmanlı hanedanının nimetlerinden en iyi istifade edenler hanım sultanlardır diyebiliriz.
Sarayda üst düzeyde eğitim alır, kendilerine maaş bağlanır, evlenme çağına
geldiklerinde bir paşa veya vezirle evlendirilirlerdi. Ölüm korkusu olmadan, itibarları ve
büyük servetleriyle istedikleri gibi yaşar bolca hayır hasenatta bulunurlardı.

467
Uluçay, Padişahın Kadınları ve Kızları, s. 39.
468
Uluçay, Padişahın Kadınları ve Kızları, s. 38.
469
Alpgüvenç, İki Hanım Sultan, s. 110
470
Uluçay, Padişahın Kadınları ve Kızları, s. 39.
115

Mihrimah Sultan daha da özeldi. Annesi Sarayda sözü dinlenilen, Padişahın bir
dediğini iki etmediği nikâhlı eşiydi. Hürrem Sultan, -o zamanın adetlerinden olan-
kızının evlendikten sonra eşiyle birlikte eyalete gitmesini veya başka bir yere
taşınmasını bile istememiş, biricik kızını yanından ayırmamıştı. Evlenme çağına gelen
Mihrimah Sultan’ın, Diyarbekir Beylerbeyi Rüstem Paşa ile evlenmesi uygun
görülmüştür. Kanunî, Paşa’yı İstanbul’da eğitimi sırasında tanımış ve ona önemli
görevler vererek makamını yükseltmiştir. Rüstem Paşa’yı, Mihrimah Sultan’a
yakıştıramayanlar olmuştur. Yazılanlara göre, yaşça büyük olan ve yakışıklı olmayan
Paşa, bununla birlikte muktedir ve dirayetli bir askerdi.

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, damad adayı hakkında cüzzamlı olduğu
dedikoduları çıkarılmış, padişah da bunun doğruluğunu öğrenmek için Hassa
doktorlarından birini Diyarbekir'e göndermiştir. Doktor, Rüstem Paşa'nın üzerinde bit
tesbit etmiş, cüzzamlıda bit bulunmayacağı için onun cüzzamlı olmadığını bildirmiştir.
Ancak bu rivayetin doğru olmayıp daha sonraki siyasî çekişmelerin geç tarihli
kaynaklara bir yansımasından ibaret bulunduğu söylenmektedir.471 Rüstem Paşa’nın
cüzzamlı olduğu iddiaları ile üzerinde bit bulunması vakası pek çok kaynakta
geçmektedir. 472

Mihrimah Sultan ile Rüstem Paşa'nın düğünü 4 Aralık 1539’da (23 Receb
946), Şehzade Bayezid ve Cihangir'in sünnet düğünleriyle birlikte yapılmıştır.473
Mihrimah Sultan’a gelinceye kadar evlenen padişah kızları İstanbul dışına giderlerdi.
Ancak Kanunî ve Hürrem Sultan kızlarının yanlarından ayrılmasını istememişlerdi.
Mihrimah Sultan’dan sonra artık eşleri taşra görevine gitse bile sultanlar İstanbul’da
kalmışlardır.474

Mihrimah Sultan bundan sonra eşinin yükselmesine çalıştı, annesiyle birlikte


iktidar mücadelesinin en güçlü cephesini oluşturdu. Bu ekip Rüstem Paşa’nın
veziriazam olmasıyla daha da güçlendi. 475

Kanunî, Mihrimah Sultan’ın her isteğini yerine getirebilecek derecede ilgi ve


sevgi göstermiştir. Kızının babası üzerindeki tesirini çok iyi bilen Hürrem Sultan, bu

471
Mustafa Kaçar, “Mihrimah Sultan”, T.D.V.İ.A., c. 30, İstanbul 2005, s.39-40
472
Peçevi Tarihi, c. I, s. 22.
473
Kaçar, s.39-40; Altınay, Kadınlar Saltanatı, s.39-40.
474
Alpgüvenç, İki Hanım Sultan, s. 112
475
Kaçar, s.39
116

durumdan yararlanmış, mektuplarında bir isteğinin yerine getirilmesi için “Hele cariyen
Mihrimah’ın yüzü suyuna, benüm devletüm” diyerek, Padişahın kızına olan
duygularından faydalanmak istemiştir. Haseki’nin bu davranışı Kanunî’nin kızına karşı
beslediği şefkat ve muhabbetin bir delili kabul edilebilir.476

Rüstem Paşa’nın sadrazam olduktan sonra, 1553 yılında Şehzade Mustafa’nın


öldürülmesi olayında çoğu kesimler tarafından suçlu görülmüş ve Padişah tarafından
görevden alınmıştır. Mihrimah Sultan, eşinin azledildikten sonra idamını engellemek
için annesine başvurmuş, Hürrem Sultan da Halep’te bulunan Padişah’a bir mektup
yazarak damadının affını istemiştir. Hanım Sultanlar bu isteklerinde muvaffak olmuşlar
hatta aradan iki yıl geçince Rüstem Paşa’nın, Kara Ahmed Paşa’nın yerine yeniden
veziriazam olmasını bile sağlamışlardır. 477

Bazı kaynaklarda, Mihrimah Sultan’ın Şehzade Selim ile Şehzade Bayezid


arasındaki mücadele Bayezid’i tuttuğu, Bayezid İran’a sığınıp idam edilince de Topkapı
Sarayı’ndan ayrılarak Eski Saray’da oturmak zorunda kaldığını yazmaktadır. Böyleyken
bile babası üzerindeki nüfuzunu ölümüne kadar korumayı başardığını, II. Selim ve III.
Murat dönemlerinde de Sarayın ve Haremin en çok sözü dinlenen kadınlarının başında
yer aldığı 478 yazmaktadır. Onun saygınlığı ölünceye kadar devam etmiştir.

Ancak daha yaygın olan kanaat; annesinin ölümüne kadar Şehzade Bayezid’in
veliaht olması için çalışan Mihrimah Sultan’ın 1558’de (H.965) Hürrem Sultan’ın
ölümü üzerine sarayda nüfuzu daha da artmıştır. Kanunî Sultan Süleyman kızını
yanında tutarak her konuda onunla görüşmüştür. Mihrimah Sultan kocasıyla beraber
Şehzade Bayezid’i desteklemeyi sürdürmüş fakat Şehzade Bayezid’in kayıtsız tutumu
üzerine Şehzade Selim’in yanında yer almıştır.479 Bu tutumu Şehzade Selim’le arasının
bozulmasına sebep olmamıştır. Kardeşi Padişah olunca onu tebrik eden Mihrimah
Sultan, Selim’e tahta çıkınca acil ihtiyaçlar için 50.000 altın borç vermiştir.480

Mihrimah Sultan’ın, babası Kanunî'nin, dert ortağı olduğu görülmüştür. Rüstem


Paşa’nın 1561’de (H.968) ölümünün ardından bir daha evlenmeyen Sultan, babasından
sonra Osmanlı tahtına geçen kardeşi II. Selim ve onun oğlu III. Murad zamanında da
476
Alpgüvenç, İki Hanım Sultan, s. 110; Uluçay, Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları, s.66.
477
Kaçar, s.39; Uluçay, Padişahın Kadınları ve Kızları, s.39.
478
Büyük Larousse, c.16, s.8154.
479
Kaçar, c.30, s.39.
480
Tarih-i Selânikî, Matbaa-i Amire, İstanbul 1281, s.57.
117

pek saygı görmüş ve Hala Sultan diye anılmıştır. Eski Saray’da yaşamış ve kendisine
yüksek dereceden maaş bağlanmıştır. 481

Mihrimah Sultan’la ilgili detaylı denilebilecek bilgilere çok rastlanmaz. Ancak


tarih kitaplarında anlatılan bir olay Mihrimah Sultan ve saraydaki diğer hanımların
yaşantıları ve erkeklerin Haremle ilgili bilgi vermesinin ne kadar zor olduğunu
anlamamıza katkı sağlamaktadır.

1554 yılında, Mihrimah Sultan 33 yaşlarında iken ağır bir şekilde


rahatsızlanmış ve saraydaki hekimler çare bulamamış. Bunun üzerine
kayınbiraderi Kaptan-ı Derya Sinan Paşa, kölesi ve aynı zamanda bir doktor
olan Pedro’dan yardım istemiş. Hekim Mihrimah Sultan’ın odasına
girdiğinde sadece bir eli dışında bütün vücudu sırma işlemeli bir çarşafla
örtülü olan Hanım Sultan’la karşılaşmış. Hekimin diğer elini görmek istemesi
Rüstem Paşa’yı sinirlendirmiş. Hekim bir de dilini uzatmasını isteyince Paşa
odadan çıkarmak istemiş. Hekimin ısrarı üzerine Sultan denileni yapmış.
Hekim Sultan’a ilaç vermiş ve ardından Paşa ve Hekim Pedro odadan
ayrılmışlar.482

Rüstem Paşa ile evliliklerinden Ayşe, Hümâşah ve Osman adında üç çocukları


olmuştur.483 Bazı kaynaklarda Mihrimah Sultan ve Rüstem Paşa’nın çocuklarının sayısı
ve cinsiyetleri farklı verilmiştir. Mesela, Hümaşah Ayşe Hanım isminde bir kızı ve 20
ve 30 yaşlarında ölen iki oğlu olduğu484 ya da bir oğlu bir kızı olduğu şeklinde bilgiler
vardır. Hümaşah Sultan Sadrazam Semiz Ahmed Paşa ile evlenmiş ve Osman
(Müteferrika Osman Bey, Karahisar Sancağı Beyi), Mustafa Kilis Sancak Beyi),
Abdurrahman (Kapıcıbaşı Abdurrahman Bey) isimli üç çocukları olmuştur.485
Sultanzade lakabıyla tanınan Mehmed Paşa, Mihrimah Sultan’ın kızının soyundandır.

481
Kaçar, s.40.
482
Fuat Carım, Kanunî Devrinde, İstanbul, İstanbul 1964, s.34-36; Uluçay, Harem II, s.17; Alpgüvenç,
İki Hanım Sultan Hürrem ve Mihrimah, s. 132-133.
483
Kaçar, s.40
484
Nejat R. Uçtum, “Hürrem ve Mihrümah Sultanların Polonya Kralı II. Zigsmund’a Yazdıkları
Mektuplar”, Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi, Belleten 1980, Sayı 176, c. 44, s. 707 (Mehmed Süreyya,
Sicilli Osmanlı Tarihi, I, 83’den alınmıştır.); Afyoncu, T.D.V.;.A., s.290.
485
Uçtum, Hürrem ve Mihrümah Sultanların Polonya Kralı II. Zigsmund’a Yazdıkları Mektuplar, s. 707;
Zülfikar Cangüzel, “Mihrimah Sultan’ın Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde Bulunan Vakfiyelerinin
Değerlendirilmesi”, Ankara Üniversitesi, SBE, Tarih Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1989,
s.3.
118

Vefat tarihi hakkında net bir kayıt 486 olmasa da 21 Ocak 1571’de ölen Piyale
Paşa’dan birkaç gün sonra aniden rahatsızlanarak öldüğü ve yaşının da 56 civarında
olduğu tahmin edilmektedir. 487 Süleymaniye Camii’nin kıble tarafındaki haziresinde
babasının yanındaki türbesine defnedilmiştir.488

3. 3.1. Mihrimah Sultan’ın Bıraktığı Hayır Eserleri

Mihrimah Sultan için aşırı dindar ve zengindi tabiri kullanılmıştır. 16. Yüzyılın
en zengin kadını olduğunu yazanlar da vardır. 489Müneccimbaşı, kendisinden “âkıle ve
sâhibü-l hayrât olduğu için pederi tarafından çok sevildiğini” yazmaktadır.490 Gerçekten
de Sultan, İstanbul’dan Mekke-i Mükerreme’ye kadar pek çok yerde sosyal hayat için
lüzumlu eserler yaptırdığı gibi Surre Alayları ile Mekke ve Medine’deki ihtiyaç
sahiplerine verilmek üzere binlerce altını da nakit olarak göndermiştir.

Mihrimah Sultan’ın vakfiyeleri, Vakıflar Genel Müdürlüğünün arşivinde 635


numara ile kayıtlı vakfiye defterindedir. Bu defterde birbirini takip etmeyen bir sıra ile
yer almıştır. Mesela: İlk vakfiye defterin 1 ve 32. Sayfaları arasında birinci sıra
numarasıyla kayıtlı iken bir başkası, 62 ve 78. sayfalar arasında sekizinci sıra nuarası ile
kayıtlıdır. 491

Mihrimah Sultan, Mimar Sinan’a, Üsküdar'da iskele karşısında iki minareli bir
cami, çeşme, medrese, sıbyan mektebi ve kervansarayın yanı sıra (H. 954/M. 1547)
Edirnekapı'da tek minareli bir cami, bir çeşme, bir medrese, bir mihmansaray, 492 sıbyan
mektebi ve bir çifte hamamdan oluşan bir külliye inşa ettirmiştir (H. 973/ M. 1566).
Edirnekapı'daki hayratına su temin etmek için Zincirli suyu da denilen Mihrimah suyu
tesisini yaptırmıştı. Ayrıca bu vakıfların birer imareti bulunmaktadır. Mekke'de Ayn-ı
Zübeyde suyollarını tamir ettirmiş ve bu iş için 500.000 altın harcamıştır.

486
O sırada İstanbul’da bulunan Alman seyyahı Stephan Gerlach’a göre 25 Ocak 1578’dir. Kara
Çelebizade, Selaniki Tarihi’ne (s.57) dayanarak, tarihi Zilkade 948 (Şubat-Mart 1542) olarak
kaydetmiştir. Uçtum makalesinde, Gerlach’ın tarihini zikreder.
487
Alpgüvenç, İki Hanım Sultan Hürrem ve Mihrimah, s.147
488
İslam Ansiklopedisi, c.30, s.40; Alpgüvenç, s. 147
489
İbrahim Pazan, Padişah Anneleri Eserleriyle Valide Sultanlar, Bâbıâli Kültür Yayınevi, İstanbul 2007
(I. Baskı), s.67.
490
Aksun, c.I, s.374; Alpgüvenç, s.147
491
Cangüzel, s.4.
492
Mihmansaray: Misafirlerin ağırlandığı daire, misafirhâne.
119

Gerlach, Sultan’ın günlük gelirinin 2.000 duka olduğunu yazmaktadır.493


Mihrimah Sultan oldukça büyük bir servete sahipti. II Selim’in tahta çıkışında acil
ihtiyaçlar için ona 50.000 altın vermişti. 494 Babasını Malta seferine ikna edebilmek için
kadırgalar hazırlatmıştı. 495

Mihrimah Sultan’ın vakıflarına konu olan kurumlar, eğitim-öğretim


kurumlarından mektep ve medreseler, ibadet yeri olan mescid ve camilerdir. Bu
vakıfların devamını sağlamak için düzenli gelir getiren mülkler vakfedilmiştir. Bunlar
arasında köyler, dükkanlar, değirmenler, imalathaneler, ev ve odalar bulunmaktaydı. 95
köy, 1 mezra, 1 çayır, 1 arazi, Üsküdar’da 4 ev, 15 oda, 1 han, 2 fırın, 20 kadar çeşitli
dükkan, 2 mahzen, Edirnekapı’daki hayratı için 65 dükkan, 1 bakkal vakfedilmiştir.
Ayrıca 1 bozahane, 1 şemhane (mum imalathanesi), 2 debbağhane, 11 değirmen (8
tanesi Karasu deresi üzerinde, diğerleri farklı yerlerde), 2 kayık sayılabilir.496 Üzerine
akademik çalışmalar da yapılan günümüze bir kısmı ulaşan, bunca hayır eseri elbette
Hayırsever Mihrimah Sultan ünvanını hak ettirmiştir.

3.3.2. Mihrimah Sultan’ın Kanunî Sultan Süleyman Dönemindeki Kararlara


Etkileri

Mihrimah Sultan, Hünkâr’ın ve sevgili eşinin biricik kızları olarak sarayda


dünyaya gözlerini açmış, tek kız evlat olması dolayısıyla annesinin yardımcısı olmuştur.
Yetişirken, Osmanlı İmparatorluğunun içinde bulunduğu kültür ve medeniyet anlayışı
ile eğitim ve terbiyesini Sarayın sıkı disiplini içinde almıştı.
Annesi saraya 15-16 yaşlarında getirilen bir köle idi. Padişahın nikâhlı eşi
olmasına rağmen bulunduğu yeri muhafaza için devamlı mücadele içinde olmuştur.
Oysa Mihrimah Sultan, Cihan İmparatorunun kızı olarak babası tarafından pek kıymet
verilen bir konuma sahipti.
Büyüdükçe annesinin sırdaşı, babasının danışmanı olmuş, bir dediği iki
edilmemişti. Mihrimah Sultan, Sarayda doğup yetişmenin ve aldığı iyi eğitimin
neticesinde, annesinin yapmak istediği işlerde ona yardımcı olmuş, Rüstem Paşa ile
yaptığı evlilik sayesinde de günlük bürokrasinin ve işleyişin içinde yer almıştır. Şehzade

493
Zinkeisen, s. 64-65; Uçtum, Hürrem ve Mihrümah Sultanların Polonya Kralı II. Zigsmund’a
Yazdıkları Mektuplar, s. 707.
494
Kaçar, s. 40.
495
Uçtum, Hürrem ve Mihrümah Sultanların Polonya Kralı II. Zigsmund’a Yazdıkları Mektuplar, s. 706.
496
Cangüzel, s.36.
120

Mustafa’nın ölümü yüzünden gözden düşen kocası Rüstem Paşa’nın tekrar


sadrazamlığa getirtilmesinde de Sultan Süleyman’ın biricik kızı olmasının önemli bir
rolü olduğu açıktır.
Annesi Hürrem Sultan’ın ölümünün ardından, Mihrimah Sultan’ın Harem’de
daha fazla söz sahibi olduğu babasının kendisine gösterdiği ilgi ve muhabbetin sağladığı
nüfuzu da en iyi şekilde kullandığı görülmektedir.
Padişah oğulları arasındaki mücadelede onun arabuluculuğuna güvenmiş,
kardeşlerini ikna edici mektuplar yazmasını istemiştir. Mihrimah Sultan babasının
istekleri doğrultusunda Bayezid’e yaptığının yanlış olduğunu anlatan mektuplar yazmış
ve bunların cevaplarından da Sultan’ı haberdar etmiştir.497
Hatta kardeşleri arasında yaşanan mücadelelerde daha önceleri Bayezid’in
yanında yer alırken, daha sonra Selim’i desteklemesi bile Selim’in yanındaki itibarını
zedelememiştir.
Kuzey Afrika sahilleri ve Osmanlıların Akdeniz’deki ticaretinin güvenliğini
tehlikeye düşüren Malta Adası hakkında saraya gelen raporları göz önünde bulunduran
Mihrimah Sultan’ın, babasını Malta Seferine ikna etmeye çalıştığı pek çok tarih
kitabında yer almıştır. Hatta Kanunî’yi bu sefere teşvik etmek için kendi servetinden
tahsis ettiği altınlarla kadırgalar yaptırdığı bilinmektedir.498
Zikrettiğimiz örneklerden de anlaşıldığı kadarıyla, Mihrimah Sultan’ın,
babasının siyasi hatta askeri kararlarında bile etkisinin olduğunu anlaşılmaktadır.
Dindarlığı ve hayır işlerine servetini tahsis etmesi de ona ayrı bir hususiyet vermektedir.

497
Bu konu ile ilgili yazışmalar Zamanın Tanıkları Mektuplar bölümünde ayrıntısıyla verilmiştir.
498
Danişmend, c.II, s. 342; Alpgüvenç, İki Hanım Sultan Hürrem ve Mihrimah, s.137. Malta Seferi ile
ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: Halil İnalcık, Devlet-i ‘Aliyye, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul
2009, s.164
121

IV. BÖLÜM

ZAMANIN TANIKLARI MEKTUPLAR

Günümüzden yüzlerce yıl öncesinde yaşanan olayları, bizzat tarafların kendi


elleriyle kaleme aldıkları mektuplardan öğrenmek bizim için büyük bir şanstır. Bunu
göz önünde bulundurarak tezimizde Hafsa Sultan’ın, Hürrem Sultan’ın ve Mihrimah
Sultan’ın kendi ifadelerine yer vermeyi de uygun bulduk. Hatta Padişah, şehzadeler ve
sadrazamların mektupları da konunun anlaşılmasında bizlere yardımcı olacaktır.

Padişah kadın ve kızlarının yazdığı mektuplar, Fatih Sultan Mehmed dönemi


ile başlamış ve Sultan Abdülaziz dönemine kadar devam etmiştir. Bu mektuplara
baktığımızda padişah kızlarının, evlenip İstanbul’dan ayrılmaları, padişah hanımlarının
oğullarıyla birlikte sancağa çıkmaları ve padişahların sık sık seferlere çıkmaları
sebebiyle kaleme alındıkları görülmektedir.499

Bu mektuplardan bazılarında evlenip payitahttan ayrılan Hanım Sultanlar


bulundukları yerdeki durumdan İstanbul’u haberdar etmişlerdir. Hatta Yavuz’un kızı
Fatma Sultan eşinin olumsuz hal ve davranışlarını padişaha haber vermiş, gereğinin
yapılmasını babasından istemiştir.500 Hafsa Sultan’ın eşi Sultan Selim’e yazdığı hasret
dolu mektuplar, Hürrem Sultan’ın eşi seferdeyken Sultan Süleyman’a yazdığı
mektuplar, Mihrimah Sultan’ın kardeşlerine yazdığı mektuplar bizim için eşsiz bilgi
kaynaklarıdır.

4.1. Valide Hafsa Sultan’ın Mektupları

Bu bölüme Kanunî’nin annesinin babasına yazdığı mektuptan bir kısım ile


başlayacağız. Yavuz, padişah olduktan sonra Hafsa Sultan’ı, oğlu ile beraber sancağa
göndermiş ve Hafsa Sultan mektubunda bu durumdan şikâyetçi olmuştur.

499
Uluçay, Haremden Mektuplar I, s.5-6.
500
Uluçay, Haremden Mektuplar I, s.44-47.
122

Hafsa Sultan’ın Yavuz’a Yazdığı Mektup

“Ma’ruza-i nahife-i zarife budur ki, devletlû Padişah


Hazretlerinin eyyam-ı devletlerinde bî-hamd il-allah-i v’el-minne külliyen
cariyeleri riayet olmuşlardır. Ümmittir ki, bu zaife dahi sairleri gibi inayet-i
padişahiyle manzur buyurula. Şimdiye dek ümmid bu idi ki, Hüdavendigâr
-halledet hilâfetühü- Hazretleri serir-i saltanata geldiklerinden sonra bu
nahifeyi dahi hak-i pây-ı kimya-bahşlarına yüz sürmek ile müşerref ve
müstes’id olmak tasavvur olunur idi. Lâkin bu tebah tâlîinden ol şereften
mahrum olduk. Ümmittir ki, Padişah-ı âlem penâhın ayağı toprağından bu
cariye feramuş buyurulmayup inayet-i sultanî ile behremend ola!..”501

Yavuz’un padişahlığı döneminde İstanbul’a gidemeyen Hafsa Sultan, 1520’de


eşi ölüp oğlu tahta çıkınca ona bir mektup yazarak kendisini en kısa zamanda İstanbul’a
aldırması hususunu hatırlatmıştır.

Hafsa Sultan’ın tahta çıktığında oğluna yazdığı mektup

“Bu hadîka-yı nâr-ı firak ve garika-yı bahri iştiyak tarafından


isti’lâm buyurulursa, sen ömrüm hâsılı ve gözlerim nuru, dâhil-i ruhum ve
sermaye-i fütuhumdan ayrı olalı, ömr-i aziz-i bî-bedelden mahzuz ve
behremend olmayıp gülistan-ı saâdet ve bûstân-ı devletinden ayrı düşmüş
vebülbül-i nâlân ve andelib-i hezâristan gibi feryad-künan olup işimiz
teşviş olmuştur.

Benim âfitâb-ı devletim! Mercûdur ki saadetli bâşın için bu


gurbetten, bu firkatten halâs edip serir-i saltanata cülûs ettikde âcilen bu
muhliseyi rü’yet-i cemâlin ile müşerref ve mütena’im edesin ki ömr-i cihan
sensiz haramdır.”502

Valide Sultanın oğluna yazdığı diğer bir mektupta ise Yavuz’un Mısır Valisi
olarak tayin ettiği Hayr-Bey’in Rodos kuşatması sırasında öldüğü ve kızlarının yardıma
ihtiyacı olduğu anlatılmaktadır. Buradan anladığımız kadarıyla Valide Sultan, padişaha
ihtiyaç sahipleri bilgi veriyor ve gerekenin yapılmasını istiyor.

Hafsa Sultan’ın Kanunî’ye Gönderdiği Mektup

“Nur-ı didem ve sürur-ı sinem ciğer-köşem Beyciğezim. Hayr


Bey hatunu ben validene bir tazarruname gönderdi ki, ben cariyenizi
yanınıza alasız, zevcim olan bendeniz fevt oldu. Ol merhumu ve ma’fur
taht-ı turabda âsûde oldukça Hüda-yi bî-Rabb-il-âlemin sizlere ömr-i bi-

501
Uluçay, Haremden Mektuplar I, s. 77, (Topkapı Arşivi No. E. 10292)
502
Uluçay, Haremden Mektuplar I., s. 78
123

mennihi ve kerimihi öyle olsa ben cariyeniz bu memlekette yalnız kaldım.


Eğer ande ve eğer bunda sizlerden gayri destigirimiz evvel Allah andan
sonra sizler. Hayli tazarrular etmişler. Beni bu memlekette komıyasız
demiş. İmdi benim iki gözüm Beyciğezim. Eğer emrederseniz getirtelim.
Amma kim bunda getirirseniz anlara ulûfe ve me’kûlât gerektir. Nice kim
emrederseniz mektub-ı şerifinizi bize ilâm edesiz.”503

“Ümit ediyorum ki Sultan Hazretleri Osmanlı tahtına geldikten


sonra, bu zayıf, çaresiz kulunu da her şeye can veren ayağının toprağına
yüz sürmekle şereflendirecektir, böyle hayal ediyordum. Fakat kölenizin
karanlık talihinden olacak, maalesef bu şereften mahrum kaldım. Ümit
ediyorum ki bu köleniz, zayıf ve acizlerin sığınağı olan Sultanımın ayağının
toprağına yüz sürme imkânından uzak tutulmaz, unutulmaz ve bendeniz
Sultanımın lütfundan nasiplenirim. Kesin karar elbette Sultanımındır…

Süleymanşah’ın annesi aciz ve zayıf…”

Yine Hafsa Valide Sultan, oğluna yazdığı bir diğer mektupta, Gülruh Kadın’ın,
oğlu Alemşah’ın504 ölümünden sonra torunlarına baktığı ancak Gülruh Kadın’ın
ölümüyle birlikte zor durumda kalan çocukları için yardım istediği yazılıdır.

Hafsa Sultan’ın Kanunî’ye Gönderdiği Mektup

“Nur-ı didem ve sürur-ı sinem, ciğerköşem Beyciğezim Alemşah


validesi dâr-ı bekaya rihlet etti. İnna lillâh ve inna ileyhi râciun. Ol türabda
âsûde oldukça diraz ömürler erzanı kılıversin, âmin, yâ Muin. Benim
Beyciğezim; ol kızlar yetim kalub evvel ebeleri yanında yeyürüb (yiyip)
içerlerdi. Şimdi ebeleri fevt olub bize haber gönderdiler ki, bir mikdar
me’kûlât ettüresiz, tâ bir yana alıncıyadek yiyip içeriz. Ve ba’dehu daye
cariyeniz mübarek başmağınıza yüzün sürer, ümmittir ki, (bir kelime
okunamıyor) kabulde red etmiyesiz. Ve Hani Kadun mübarek eliniz (öper)
ümmiddir ki, kabulde vaki’ oluna

El-mütevekkil alel-Allah Valide-i Sultan Süleyman Şah”505

503
Uluçay; Haremden Mektuplar, s. 79 (Topkapı Arşivi No. E. 10292)
504
Şehzade Alemşah, II. Bayezid’in Gülruh Kadından olma oğludur. Yavuz Sultan Selim’in kardeşidir.
Valiliği sırasında Manisa’da vefat etmiştir.(M.1503-1504).(Cevdet Yakupoğlu, II.Bayezid’in Oğlu
Şehzade Mahmud’un Hayatı ve Faaliyetleri, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,
Cilt 6, Sayı 12, 2010, s. 319–339’den alınmıştır.)
505
Uluçay; Harem’den Mektuplar, s. 80 (Topkapı Sarayı Arşivi no E 10292).
124

4.2. Hürrem Sultan’ın Mektupları

Hürrem Sultan’ın Kanunî’ye yazdığı mektuplar yedi506 adet olarak kayıtlara


geçmiştir. Yazışmalarda dikkat çeken bir nokta vardır. Kanunî’nin eşine yani saraya
gönderdiği mektuplar elde bulunmadığı halde Hürrem Sultan’ın savaş meydanına
gönderdiği mektuplar arşivlerde mevcuttur.507 Sultan Süleyman’ın eşine ne kadar
kıymet verdiği savaş meydanlarında bile onun mektuplarını saklanmasından
anlaşılabilir.

Kanunî’nin eşine gönderdiği mektupları arşivde bulunamasa da Muhibbi


mahlasıyla yazdığı şiirlerinde Hürrem’e olan hislerini bulabiliriz.

Celis-i halvetim, varım, habîbim, mâh-ı tâbânım

Enîsim, mâhremim, varım, güzeller şâhı sultânım

Hayâtım, hâslım, ömrüm, şarâb-ı kevserim, adnim

Bahârım, behcetim, rûzum, nigârım, verd-i handânım

Neşâtım, işretim, bezmim, çerâğım, neyyirim, şem’im

Turunc u nâr u nârencim, benim şem’-i şebistânım

Nebâtım, şükkerim, gencim, cihân içinde bi-rencim

Azîzim, Yûsufum, varım, gönül mısrında key hânım

Stanbûlum, Karârâmanım, diyâr-ı millet-i Rûmum

Bedahşânım ve Kıpçağım ve Bağdâdım, Horasânım

Saçı karam, kaşı yâyım, özü pûr-fitne bîmârım

Ölürsem boynuna kanım, meded hey nâ-müselmânım

Kapında çünki meddâhım, seni medh ederim dâim

Yürek pür-gâm, gözüm pür-nem, Muhibbî’yim hoş-hâlim

506
Uluçay; Harem’den Mektuplar, s. 82’de kitabın yayınlanmasından sonra bir mektup daha bulunduğu
yazılıdır.
507
Hürrem Sultan’ın, Sultan Süleyman’a gönderdiği mektuplar Topkapı Sarayı arşivlerinde bulunmuş ve
günümüz Türkçesine çevrilmiştir. Hatta bu çalışma görsel açıdan da zenginleştirilmiş ve çeşitli yerlerde
sergilenmiştir. Biz de yapılan bu sadeleştirmeleri tezimizde kullanmayı uygun gördük. Orijinalleri
Topkapı Sarayı’nda bulunan Milli Arşiv’de mektuplar, arşiv uzmanları Şefik Kanyılmaz, Rıfat Varol,
Orhan Özdil, Eyüp Aşık, Mehmet Güneş, Mustafa Özbek tarafından aslına sadık kalınarak sadeleştirilmiş
ve 70x100 ebatında foto bloklara basılarak sergilenmiştir. Sergide Hürrem Sultan tarafından Sultan
Süleyman’a yazılan, çoğunluğu 1530-1545 yılları arasında kaleme alınmış 7 adet mektup ile Pargalı
İbrahim tarafından Hatice Sultan’a yazılan 10 adet kişisel mektup bulunmaktadır. Bunların yanı sıra
sergide I. Abdülhamid’in de bir mektubuna yer verilmiştir.
125

Hürrem Sultan, yazdığı mektuplarda kendisinden söz ederken zayıf, fakir cariye,
çirkin yüzlü gibi ifadeler kullanmış ve bu sayede alçakgönüllü olarak gözüküp
Kanunî’nin duygularına seslenmiştir. 508 Sultan Süleyman’a hitab ederken ise; Canım
paresi Sultanım, Sevgili Şâhım, Benim yüzü Yusuf’um, Latif nâzenin Sultanım, Benim
canı azizim diyerek sevgisini ve iltifatlarını sıralamıştır. Hürrem Sultan ayrıca
mektuplarında evlatlarının isimlerini zikrederek eşine olan hasretlerini dile getirmiştir.
“Mektubu şerifiniz okunduğunda bendeniz Mir Mehmed ve cariyeniz Mihrimah ağlarlar
ve firkat ederler. Onların ağlamaları beni deli kılmıştır…”509

Hürrem Sultan’ın konuşmasında aksan bozukluğu olduğu mektubundaki


kelimelerden anlaşılmaktadır. 510 Yine mektuplarda, güzel ve akıcı bir üslubunun olduğu
ve mektuplarını şiirlerle süslediği görülmektedir. Eşine yazdığı mektuplarda bilhassa
ayrılıktan ve bu yüzden çektiği ızdıraptan söz etmiştir. Satırlarını, savaş meydanındaki
eşini rahatlatmak, dinlendirmek için tatlı ifadelerle süslemiş ve aşağıda verilen
örnekteki gibi mektuplarına güzel beyitler de eklemiştir.

Ey sabâ sultanıma zar u perişan deyesin

Gül yüzünsüz işi bülbül gibi efgan deyesin

Firkatinde sanma der-i dile dermanın yeter;

Bulmadı anın kimse derdine derman deyesin,

Tiğ-ı derdinle yüreğimi delüb dest-i gam

Ney gibi firkatte hasta vü nalân deyesün.511

Haseki’nin yazdığı mektup tarzı, çocuklarına da etki etmiştir. Kızı Mihrimah


Sultan, oğlu Mehmed’in kızı Hümaşah, Mihrimah’ın kızı Ayşe Sultan da mektuplarında
benzer üslubu kullanmışlardır.

Hürrem Sultanın mektuplarını teker teker inceleyecek olursak ilk mektubunda;


eşine olan özlemini ve hasretini dile getirişi büyük yer tutar. Mektupta beyitler de
vardır. Mektubun sonuna doğru, Kanunî’nin bir sorusu üzerine cevap olduğu anlaşılan
satırlar bulunmaktadır. İbrahim Paşa’ya küs olduğu anlaşılan Hürrem Sultan, bu konuyu

508
Uluçay, Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları, Şaka Basımevi, İstanbul 1950, s.33
509
Mektup:1
510
Uluçay, Harem’den Mektuplar, s. 82.
511
Uluçay, Harem’den Mektuplar, s. 83. Mektup:2
126

gelince konuşuruz demektedir ve ardından Paşa’ya da selam göndermektedir. Sonuna


eklenilen notta da, Şehzade Mustafa’ya verilmesini istediği bir mektuptan söz
etmektedir.

Mektup: 1

“Canım Pâresi Sultanım,

Be-nâm ki çün nesîm-i subh-ı re’fet-efzâ tahiyyet ki çün visâl-i


şeker-lebân-ı dil-rübâ, du’âlar ki âlâz-ı uşşâk gibi pür-sûz, senâlar ki
kelimât-ı iştiyâk gibi âteş-efrûz, arzûlar ki melek-manzarlar geysûları gibi
bî-pâyân, ahlaslar ki servi-kaddler ruhsârı gibi nûr-ı safâyla münevver,
ihtisâslar ki lâle-hadler-i sünbülî gibi vefâ râyihâları ile mu’alla, da’vâl ki
çün mencûk-ı sancâk ser say-ı âsumân, senâhâyı ki çün gülbank-ı Allah
Allah-ı mücâhidân-ı makbûl-i hazret-i Pâdişâh-ı müste’ân, kavâfil-i Zühre-
i müsebbihân-ı âb-dar ve râhile-i âh-ı tâb-dâriyle tuhfe-i melik-i a’lâ ve
hediye-i mahfîl-i huld intimâ kılınduktan sonra zamîr-i münîr-i âlem-ârâya
ki cânib-i şerîfleri göynüklü gözlerüm nûr-ı sa’âdetüm sermayesi, vâkıf-ı
râz-ı nihânumdur. Gamlı gönlüm asâyişi, merhem-i dil-i mecrûhum ol ki
aşkı gönlümün tahtına sultândur. Müdâm ger sâ’âdet-i cihânum
bendesiyüm ben anın yüz bin sûziş-i sîne birle arz olunur ki; benüm nihâl-i
firdevs-i a’lâ Sultânum, bu bî-çâre kıbelinden zerre mikdâr tafahhus-ı
ahvâl buyurursanuz, ilâhi yâ Mu’în, inâyet dergâhındandır. Şol gün ki,
felek-i gaddâr-ı nâ-sazkâr ben derd-mende zulüm edüb, cânuma dürlü
dürlü hançer-i firkatler salub, bu benüm miskin gözüm yaşına bakmayub,
kıyâmet günün fikrine getirmeyüb, siz şükûfe-i cennet-i huld berrini
benden cüdâ düşürdüyse râhatum zahmete, şâhlığum gussaya, zindegânum
helâke yüz dutup, dün gün enîn-i nâle vü feryâdumdan ins ü cân pür-sûz
olub, ihtimâldir ki, giryeme muvâfakatı inâyet-i Yezdân mukârin alub, siz
ömr-i azîzümi gene bana müyesser kılub, bu kadar gurbetüme firkatüme
esirgemek ola, yâ Rabbe’l-âlemîn.

Benüm yüzü Yusûf’um, sözü kandüm, lâtif, nâzenin Sultânum,


Allah dergâhına yüzüm süpürge kılub, bir derecede niyâz ederüm ki; sizi
benden ömren ayırmak sözü harab olsun, belki gene tîz dîzâr-ı
mübarekenüzi göstere. İlâhî neccinâ mine’l-firâk. Ger midâd olsa denizler,
işbu ağaçlar kalem, bu firakın şerhini bunlar kaçan tahrir eder? Her kim
diler ki firkate düşenin halin bile, Sûre-i Yusûf okusın, ol ânı tamam tefsir
eder.
127

Benüm Sultânum, cânum nûr-ı melek ruhsârum, el-hâletü


hâzihi reşâhât-i kalem garâyib-i yâr u sehâr âsâr ve negkâmât-ı hâme-i
mu’ciz-nümâ regâib-nigâr, yani misâl ve hilâb-ı şerifü’l-makâl ki mûcib-i
âsayiş-i cân ve muktezâ-yı ârayiş-i revân çün menşûr-ı sübhânî ve tuğrâ-yı
âsumânî ufk-ı ikbâlden çün tâc-ı sa’âdet nüzûl ve iclâl gösterdi. Ser tâ
kadem ibâret-i mergûbla, ol günün rûşeni zâtın, selâmet-i zât-ı şerîf
haberlerin işitdümse Hakk bilür ki ol zaman bana nice gözükdi, gûya ki
mübarek ağzınızdan söz işitdüm. Ol ferimlerden gözüm pınarı, sinem
derdine çeng ü kânûn olub, yüzüm üzre revân oldı. Hakka çok dürlü
şükürler kılınub, ziyâde zâriler olundı ki, haşre [de]k bunun şükrânesine
iştigâl olunsa uhdesinden gelmek ihtimâli yokdur.

Okunduğunda gözüm yaşı akdı şâdiden

Meğer ki derd-i dilümden ana medet etdinüz

Pür eyleyüb sıdk-ı hâtırı cevâhir ile

Gönül hazînesini mahzen-i murâd etdinüz

Benüm gözüm nûru sultânum gece yoktur ki şerâr-ı nâr-ı


âhumdan, âlem-i âteş-nâk seher yoktur ki, gün yüzünüz şevkiyle feryâd-ı
nevhâmdan felekler çâk olmıya.

Beyt:

Rûzunu şeb gibi târik etti ey mâh-ı iştiyâk

Müşkil olur iftirâk ah iftirâk vâh iftirâk

Benüm sa’âdetüm, vaktihâ mecnûn-veş mir’at-ı sihr gibi envâr-ı


dîzârunuz safâsına râğıb. Gâh mişkât-ı kamer gibi ruhsâr-ı münevverünüz
safâsına tâlih olurum

Beyt:

Yıldırım düştü benüm ol mâh-ı rahşândan cüdâ

Zerreye olmaz bekâ hurşid-i rahşândan cüdâ

Ah kim hicr-i cânım müşkil imiş

Gamm-ı derd-i nigârum müşkil imiş

Benüm Sultânum, firkat sûzune kenâr yokdur. İmdi siz dahı bu


derd-mendi esirgeyük mektûb-ı şerîfinüzi bu cânibden çok
eğlendirmeyesüz. Bari anınla cânuma rahat hasıl ola. Benüm sultânum,
sormuşsuz ki, eger yazumı okumuş olsan dahı ziyâde hasretler yazardun.
128

İmdi benüm sultânum, bu kadar yeter, cânuma tesîr ziyâde oldı. Husûsâ
mektûb-ı şerînüz okundukda; bendenüz, Mîr Mehmed ve câriyenüz
Mihrimah, giryeler ve firkatler ederler. Anların giryeleri hod beni deli
kılmışdur. Heman güyâ ki arada matem vardur. Sabıkâ benüm sultân
bendenüz. Mir Mehmed ve câriyenüz, Mihrimâh ve Selim Han ve Abdullah
enva’i selâmlar edüb, gubâr-ı pâyinüze yüz sürerler. Ve ba’dehu paşaya
küstüğümden istifsâr buyurulmuş, inşâallahu Teâlâ mülâkat müyesser olur
ise ol işidilür. Hâliyâ biz dahı Paşa’ya selâmlar ederüz; kabul kılalar. Bâki
sa’âdet-i dâreyn mukarrer bâd.

El-fakîrü’l-hakîr

Câriyenüz Hurrem

Ve ba’dehu benüm Sultânum, benüm cânum pâresi, Sultân


Mustafa’ya selâm gönderirsenüz benüm kâğıdumu da gönderesüz, Hem
Siyavuş kulınuz mübârek hâk-i pâyinüze yüz sürer.” 512

“Canım Paresi Sultanım,

Öyle nam sahibi ki sabah rüzgarı gibi merhamet arttırıp saçar, öyle
selam ki, gönül kapan şeker dudaklıların kavuşması gibi, öyle dualar ki,
âşıkların avazı gibi yanık, öyle övgüler ki derunî arzuların ve kalbin
meyillerinin sözleri gibi ateşi şulelendirir, öyle arzular ki melek
görünüşlülerin giysileri gibi sonsuz, öyle kalb safiyetleri ki sanki safa nuruyla
nurlanmış selvi boyluların yanakları gibi, öyle mensup olmalar ve
bağlanmalar ki lale yanaklıların sümbül gibi vefa kokularıyla kokulanmış,
öyle yakarışlar ki başı göklere uzanan sancağın alemi gibi, öyle medihler ki,
kendisinden yardım istenen Allahu Teala hazretleri katında mücahidlerin
“Allah Allah” nidaları gibi makbul. Parlak tesbihler edici zühre kafileleri ve
hararet ve ışık verici ah yüklerini mülkün sahibi yüce Allah’ın armağanı ve
ebedi kalınacak yere ait hediyesi kıldıktan sonra cihanı süsleyen nurlu
kalbine hitaben derim ki; kendisi orada bulunmakla şereflenmiş olan yer
benim yanık gözlerim ve mutluluk ışığımın sermayesi, gizli sırlarımın
vâkıfıdır. Gamlı gönlümün yatıştırıcısı, yaralı kalbimin merhemi o kimsedir
ki; onun aşkı gönül tahtımın sultanıdır. Her ne kadar cihanın saadeti isem de,
onun da kölesiyim.

512
Uluçay, Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları, s. 36-40. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, Nr: E. 5662.
129

Yüzbin kere yanmış sine ile arz olunur ki; benim Firdevs
cennetinin goncası sultanım! Bu biçarenin bulunduğu taraftan zerre kadar işin
iç yüzünü araştıracak olursanız; “Ey Allah’ım! Ey yardım yetiştiren! İyilik ve
ihtimam sendendir” o gün ki; yakıp yıkan gaddar felek benim gibi bir dertliye
zulmedip, canıma türlü türlü ayrılık hançerleri saplayıp ve benim miskin
gözümün yaşına bakmayıp, kıyamet gününde hesabın sorulacağını
düşünmeyip, siz yüce ve ebedi cennetin goncasını benden ayrı düşürdüyse,
rahatım zahmete, şahlığım tasaya, hayatım mahva yüz tutup, gün be gün
feryadı figanımdan insan ve cinler yanıp tutuşmuş olup, ihtimaldir ki
gözyaşıma Allah’ın inayeti yetişip, hayatımı gene bana kavuşmayı mümkün
ve kolay kılıp, bu kadar ayrılığımdan, yabanda kalışımdan beni esirger. Ey
Alemlerin Rabbi!

Benim Yusuf yüzlüm, şeker sözlüm, latif, nâzenin sultanım, Allah


dergahına yüzüm süpürge kılıp, bir derecede niyaz ederim ki; sizi benden
ömren ayırmak sözü haram olsun, mübarek yüzünüzü yine tez zamanda bana
göstere. İlahi neccinâ mine’i-firak (bizi ayrılıktan kurtar). Eğer denizler
mürekkep, ağaçlar kalem olsa dahi bu ayrılığın açıklamasını yazabilirler mi?
Ayrılığa düşenin halini bilmek isteyenler, Sûre-i Yusuf okusun, ancak, o bu
hali tamamen tefsir eder.

Benim Sultanım, canım, melek yüzlüm, şu an mucizeler gösteren


benzersiz sözlerinizi aktaran yazılar elime ulaştı. Bu sayede, baştan sona hoş
ibarelerle selamet haberlerin aldığımda, Hakk bilir ki, o zaman gûya mübarek
ağzınızdan söz işittim gibi oldum. Sevincimden gözüm pınarı, sinemin
derdine saz ve söz olup, yüzüm üzre revan oldu. Hakk’a çok şükürler kılınup,
ziyâde dualar olundı ki, haşre kadar bunun şükranesine iştigal olunsa
üstesinden gelmek ihtimali yoktur.

Beyt:

Okunduğunda gözüm yaşı akdi şâdiden

Meğer ki derd-i dilümden ana meded etdinüz

Pür eyleyüb sıdk-ı hatırı cevahir ile

Gönül hazînesini mahzen-i murâd etdinüz.

Benim gözümün nüru Sultânım, gece yoktur ki ahlarımın ateşinden


bütün âlem yanmaya, seher yoktur ki gün yüzünüzün arzusuyla ağlama ve
feryatlarımdan felekler parçalanmaya.

Beyt:
130

Rûzumı şeb gibi târik etti ey mâh-ı iştiyak

Müşkil olur iftirâk ah iftirâk vah iftirâk

Benim sa'âdetim, vaktihâ mecnûn gibi mir'at-ı sihr gibi yüzünüzün


nurları safâsına râgıb. Gâh mişkât-ı kamer gibi ruhsâr-ı münevveriniz
safâsına tâlib olurum.

Beyt:

Yıldızum düştü benüm ol mah-ı rahşândan cüdâ

Zerreye olmaz bekâ hurşid-i rahşândan cüdâ

Ah kim hicr-i cânum müşkil imiş

Gamm-ı derd-i nigârum müşkil imiş.

Benim Sultanım, ayrılık ateşine sınır yoktur. Şimdi siz de bu derd-


mendi esirgeyip mektûb-ı şerifinizi bu tarafa göndermeyi geciktirmeyiniz.
Bari onunla cânıma rahat hâsıl ola. Benim Sultânım, "eğer yazımı okumuş
olsaydın daha çok hasretler yazardın" demişsiniz. Şimdi benim sultânım, bu
kadar yeter, cânıma tes’îr ziyâde oldu. Husûsâ mektûb-ı şerifiniz okundukda;
bendeniz Mîr Mehmed ve câriyeniz Mihrimâh, giryeler ve firkatler ederler.
Onların giryeleri beni deli etmiştir. Sanki ortada bir matem vardur. Ayrıca,
benim Sultânım, bendeniz Mîr Mehmed ve cariyeniz Mihrimâh ve Selim Han
ve Abdullah çok selâmlar edip, ayağınızın tozuna yüz sürerler. Ve ayrıca
Paşaya küslüğüm konusunda açıklama yapmamı istemişsiniz, inşâallahu
Teâlâ yüzyüze görüşme müyesser olur ise o zaman anlatırım. Şu an biz de
Paşa’ya selamlar ederiz, kabul kılalar. Bâki sa’âdet-i dâreyn mukarrer
olsun.513

El-fakirü’l-hâkir Cariyeniz Hürrem

Ayrıca benim Sultanım, benim canım paresi, Sultan Mustafa’ya


selam gönderirseniz benüm kağıdumı da gönderin. Hem Siyavuş kulunuz
mübarek hâk-i payinize yüz sürer.”

İkinci mektupta, Hürrem Sultan yine Kanunî’ye övgü dolu sözler ve beyitlerle
seslenmektedir. Mekke’den, Peygamberimizi rüyasında gören bir kişinin geldiğini ve
kendisinden, üzerinde ayetler ve dualar bulunan bir gömlek hazırlamasını ve bunu

513
1526 senesi yazılsa gerek. El yazısı değil.
131

Sultan’a giydirmesini istediğini anlattıktan sonra, bu gömleği hazırlattığını Şehristani’ye


ve Emre Koca’ya bunu kontrol ettirdiğini yazmıştır. Eşine, bu gömleği gönderdiğini ve
Allah Peygamber aşkına bunu giymesini tembihlemiştir.

Mektubun sonuna Gülfem Hatun’un yazdığı anlaşılan bir kısım da mevcuttur.


Saraydan haberler verilerek savaşın kasvetli havasını da dağıtmışlardır.

Mektup: 2

“Sultânum Pâdişâhum,

Şol du’âlar ki anın riyâzı rûy-ı âşık ve ma’şuk gibi işvedâr-ı


muhabbet-ezhâr esmâniyle pür hüsn-i cemâl ve şol senâlar ki anın beyazı
çeşm-i gamm-hâr gibi şarâb-ı şevk-engiz ile mâlâmâldır. Kâfile-i âh-ı
sehergâh-ı derd-mendân kûşe-i hasretde ve revâhile-i nâle-i sînegâr-ı
diyâr-ı firkat birle, sa’âdetüm yıldızı Sultânum huzûr-ı şerîfleri ithâf
kılındıktan sonra, peygûle-i mihnetde sergerdân ve zâviye-i hasretde bî-kes
ve bî-derman kalan bî-çâre cânibinden, ber-mûceb-i innellahu Teâlâ
hulukın azîm emvâc-ı lûtf-ı mütelâtim ve efvâc-ı telettuf-ı müterâkim olub,
kulzüm-i bî-pâyân-ı şâhâne ve deryâ-yı bî-kerân hüsrevânenüze hutûr
etdirüb, istifsâr-ı zerre-i derd-mendi ve istihbâr-ı şemme-i müstemnidi
buyurursanuz; benüm dü mekân gibi mahlûk-ı bi-emr-i hâlikü’l-ekvân içre
maksûd idüm. Ömrüm bahâr-ı dürri-i dere-i şehriyâri ve hâtır-nuvâz-ı
mergûb şânınuz; yani himâyet-i rüzgâr-ı sa’âdetinüzle alâ mâ-hüve’l-
murâd kıyas buyurula. Fe-emmâ bu dehr kılub kaydaka misâl cân-ı
miskinin garka vermek hezâr derdile kasdetmişdür ki şerhinde diller
sergerdân olub, kalemler dili mest olur. Hiç bu derde gönüller ve sîneler
takat getürmez. Fe-emmâ ol serv-i endâm musâhâbeti bu miskin gönle
hutûr itdirüb, teselli-i dil hâsıl olub, firkat içre kalmış enînlü ömür biraz
andan hayât-ı külli bulur.

Hakka çok türlü şükür ki gönlü âyine misal kılub, her an ve


lâhza hayâl-i şerîf ve kadd-i hümâyun ve kelâm-ı şeker-rîzunuzı ol âyine
içte bana nasîb kılub biraz cân verür.

El-fakirü’l-hakîr Bendenüz Mehmed

(Topkapı Sarayı Arşivi No: 5656)


132

Beyt:

Ey sabâ sultânuma zâr ü perişân diyesün

Gül yüzünsüz işi bülbül gibi efgân diyesün

Firkatinde sanma derd-i dile dermân diyesün

Tığ-ı derdiyle delüb yüreğimi dest-i gamm

Ney gibi firkatle hasta vü nalân diyesün

Benüm ömr-i azîzüm kendülercesin Hakk-celle celâlehu amme


nevâlehu-dergâhından temennâ-yi sâdık ve ümîd-i lâyık budur kim; bu
zâ’ifesinün şeb u rûz safâ-yı hâtır birle ve himmet-i bülendile olan
niyâzuma ve enîn-i hazînüme ve âh-ü zâruma ve sûziş-i sâzuma lûtfunden
merhamet kılub, gine ol âfitâb-ı rahşândan münevver cemâlinüzi ben derd-
mendine bir vechile mukadder ide kim ayruk bir dahı firkate yol olmayub,
gice ve gündüz ol mâhilâb-ı mutahhar diyâra karşı pervâne ve hayrân olub
şâdiler ola. Benüm sultânum, cân u gönülden sevgilü şâhum ve ruh-ı
revanum dünya ve ahiretde ümid-vârum, Hazret-i Hayy-i lâ-yemût zât-ı
şerîfinüzi cemi’ âlâmlardan ve unsûr-ı lâtifinüzi dükel-i eskâmlardan dûr
edüb kendü eltâf-ı mâ-lâ-nihâyetine ve habîbinün âb-ı rûy-ı hürmetine ve
evliyâlar haşmetlerine mukârin edüb, küffâr-ı hâk-sâr üzre tal’at-ı
meyûmunla ve râyât-ı hümâyûnla mansûr ve muzaffer kılu vire min yâ
Hayre’n-nâsirîn. Haliyâ benüm sultânum, hitâb-ı mustetâb-ı şâdümânî ve
kitâb-ı müşkin-i şerefşân-ı ruhâni birle ben câriyenüzi hâdken ref’itmekten
kasdın ki buyurduğınuz sa’at-ı hümâyûnda ve evkât-ı meymûnda gelüb
sa’âdet gösterdi ve ke-suhûfin mükerremetin merfu’atin mutahhara
olub,baş üzre taç kılub kudûm-ı mübârek için dürr-i cevâhir ve lâl-ı zevâhir
yerine kanlu göz yaşlarum îsâr ve nîsâr edüb, bu çeşm-i gamm-gînümüzi
pürnûr ve dil-i mâhzûnumu mesrûr kıldı. Benüm sa’âdetüm günü hemişe
dil-nüvâzlıklar ve hâtır-sâzlıklar kılmaktan hâli olunmıya ve ba’dehu
Mekktu’llah [Kabetu’llah]’dan bir azîz kimesne gelüb eyüldi; seyrümde
Server-i Kâinât-ı gördüm. Aleyhi’s-selâm mefâhir-i mevcudât buyurmuş ki;
bu esmâ ile merkum gönlün [gömlek] kali’ el de gazâda ben ana geydürem.
Ol kişi emre imtisâl gösterüb vasiyeti yerine getürdi, size isâl ederüm ki
şehristânı teftiş etdi akıbet, Emre Koca’ya götürdi. Emre Koca dahı bize
gönderdi. İşte size gönderdüm. Allahu Teâlâ aşkına ve Resulullah
hürmetine anı geymeyince olmıyasuz. Ve ba’dehu Mustafa bendenüz ve
Mîr Mehmed çâkerinüz ve Mihri-mâh câriyenüz ve Selim Han ve Abdullah
bendelerinüz hazretinüze senâlar edüb, mübârek başmağınuza yüz
sürerler. Ümiddir ki red olunmaya ve ba’dehu Gülfem câriyenüz hezârân
133

niyâz birle selâmlar edüb, mübarek başmağınuza yüz sürer. Bâki sa’âdet
dâreyn mukarrer bâd bi-Rabbi’l-ibâd.

El-Fakirü’l-hakîr

Câriyenüz Hurrem

Yan tarafında ise:

Ve ba’dehu ben Gülfem câriyenüze bir kutu kolanya birle altmış


tane filori göndermişsüz, gözlerim karardı, tîz ol bir kutı kolonyayı yedüm.
Gel gör kim hâlüm ne oldı. Andan konuk dahı evümizde bulundı. Ne
söyledigüm bilmezem, uzun gün uyukladum. Kimi burnuma fiske vurur
kimi mashara olur. Her yerde siz beni mashara itdünüz. İnşâallah
buluşduğumuzda söyleşirüz ve hem ben câriyenüze and virüb kadının
harçlığından sormışsuz. İmdi ben ana and virüb sordum, dimedi. Vardum
Envar’a sordum eyüldi ki beşyüz filori kaldı. Heman şöylece mülâhaza
buyur. Fe-emmâ bu sözden kadının haberi yokdur. Ve ba’dehu karındaşun
Paşa hazretlerine selâmlar iderüm ve Siyavüş, mübârek başmağınuza yüz
sürer, Hazret-i Sultânum.” 514

“Sultanım Padişahım;

Öyle dualar ki onun bahçeleri aşık ile ma’şuk çehreleri gibi işveli
nazlı, muhabbet çiçekleri değerinde tam ve kusursuz bir güzelliğe sahip… ve
öyle övgüler ki, şevk verici şarap ile dopdolu gam yükü taşıyan gözlerinin akı
gibi. Seher vaktinde dert çekenler ve ah u figan edenler kafilesi, hasret
köşesinde ve ayrılıkla derunu ah u enin yükü yüklenmiş olarak saadetimin
yıldızı sultanıma ithaf ettikten sonra, mihnet köşesinde şaşkın, hasret
köşesinde kimsesiz ve dermansız kalmış bu biçare tarafından “Allah-u Teâlâ
mutlaka azametli yaratıcıdır” kavli gereği, lütuf dalgaları ve nimet ve kerem
ihsanları olup; sonsuz bir padişahlık denizinin ve Hüsrev misali ucu bucağı
olmayan lutfunuzla sizin hatırınıza getirip, bu dert çeken hasretinizin halini,
zerre kadar araştırıp, çektiğim gamın kokusundan haber alma lutfunda
bulursanız; ben her iki cihan gibi alemi yaratan Hakk’ın yarattıkları arasında
aranıp tanınan biri idim. Ömrümün baharı olan gençliğim inciler dizen
padişahlığınız ve hatır gönül tedavisinde rağbet edilen şanınız; yani saadet
zamanı olan hamiyetperverliğiniz üzere kıyas buyurulsun. Amma bu asrı

514
Uluçay, Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları, s. 44-46. 1526 yılında yazıldığı tahmin edilmektedir.
(El yazısı değil.) Topkapı Sarayı Arşivi nr: E. 5426
134

kaydaka(?) gibi kılıp miskin canını boğmayı yüz dert ile kasdetmiştir ki;
açıklamasında diller şaşırıp, kalemlerin dili mest olur. Bu derde gönüller ve
sineler dayanamaz. O selvi boylunun sohbetini bu miskin gönüle hatırlatıp,
bu sayede gönül teselli edilip, ayrılıkta kalmış iniltili ömür ondan tam
manasıyla hayat bulur. Allah’a çok şükürler ki gönlümü ayna gibi kılıp, her
an ve her lahzada o şerefli hayal, o padişahın boyu posu ve şeker saçan
kelamınızı o aynanın içinde bana nasip kılıp biraz can verir.

Beyt:

Ey sabâ sultânuma zâr ü perişân diyesün

Gül yüzünsüz işi bülbül gibi efgân diyesün

Firkatinde sanma derd-i dile dermân diyesün

Tığ-ı derdiyle delüb yüreğimi dest-i gamm

Ney gibi firkatle hasta vünalân diyesün

Benim ömrü azizim, Hakk-celle celalehu amme nevalehu-


dergahından temenna-yi sadık ve ümid-i layık budur kim; bu zaifesinin gece
ve gündüz safay-ı hatır ile ve himmeti bülendile olan isteklerime ve hazin
inlemelerime ve yaşlı gözlerime ve gamlı gönlüme ve ağlama ve
sızlamalarıma ve yanışıma, lutfundan merhamet kılıp, gine ol parlak güneşten
daha parlak cemalinizi ben derd-mendine bir şekilde mukaddet ide ki, artık
bir daha ayrılığa yol olmayup, gece ve gündüz ol temiz, parlak diyara karşı
pervane ve hayran olup şadiler olayım, benim sultanım, canı gönülden sevgili
şahım ve ruhu revanım, dünya ve ahrette ümidvarım, Hazreti Hayy-ı lâ yemût
zatı şerifinizi cemi’ elemlerden ve unsuru latifinizi kötü hastalıklardan uzak
edip, kendi sonsuz lutfuna ve habibinin yüzü suyu hürmetine ve evliyalar
haşmetlerine yakın edip, yere batasıca kafirler üzere mensur ve muzaffer
kılsın. Min yâ Hayre’n-nâsirin (yardımcıların en hayırlısından) şu benim
sultanım, sevinçli hitap ve yazınız gelmek suretiyle ben cariyenizi topraktan
kaldırdınız. Yazınız tıpkı “suhufin mutahharatin merfu’atin mutahhara”515
(Yüksek tertemiz şerefli sayfalardaki) olub, baş üzre taç kılıp mübarek
ayağınıza inci ve kıymetli taşlar yerine kanlı gözyaşlarımı saçıp, bu gamlı
gözlerimizi pür-nur ve mahzun gönlümüzü mesrur kıldı. Benim saadetim, her
gün gönül okşamak ve hatır almaktan geri durmayınız.

Bundan başka Mekke’den rüyasında Hz. Peygamberi gördüğünü


söyleyen bir aziz kişi geldi. Aleyhisselam mefâhir-i mevcudat (mevcudatın
iftiharı) buyurmuş ki; bu isimler ile merkum (rakamlanmış, yazılmış) bir

515
Bu cümle Kur’an-ı Kerim’de Abese Suresi, 13-14. ayette geçmektedir
135

gömlek biç de ben ona gazada giydireyim. Ol kişi emre uyup vasiyeti yerine
getirdi. Bunu Şehristani teftiş etti; sonra Emre Koca’ya götürdü. Emre Koca
dahi bize gönderdi. Ben de size gönderdim. Allah-u Teala aşkına ve
Rasulullah hürmetine onu giymemezlik yapmayınız.

Ayrıca Mustafa bendeniz ve Mir Mehmed çakereniz (kulunuz,


köleniz) ve Mihrimah cariyeniz ve Selim Han ve Abdullah bendeleriniz
hazretinize senalar edip, mübarek başmağınıza yüz sürerler. Ümit edilir ki red
olunmaya ve bundan başka Gülfem cariyaniz binlerce duayla selamlar edip
mübarek başmağınıza yüz sürer. Baki saadeti dareyn mukarrer bad bi Rabbil-
ibad.

Fakir ve hakir cariyeniz Hürrem

Yan tarafında ise:

Ve bundan başka ben Gülfem cariyenize bir kutu kolonya bir de


altmış tane filori göndermişsiniz, gözlerim karardı, tez o bir kutu kolonyayı
dökündüm. Gel gör ki halim ne oldu. Aynı zamanda evde misafir de vardı.
Ne söylediğimi bilmeden, uzun süre uyukladım. Çevremdekilerin kimi
burnuma fiske vurur, kimi maskara olur. Her yerde siz beni maskara ettiniz.
İnşallah buluştuğumuzda söyleşiriz ve hem ben cariyenize and verip kadının
harçlığından sormuşsunuz. Şimdi ben ona and verip sordum, demedi. Vardım
Enver’e sordum dedi ki beş yüz filori kaldı. Arık gerisini siz mülahaza
buyurun. Fakat bu sözlerden kadının haberi yoktur. Ayrıca kardeşim Paşa
hazretlerine selam ederim ve Siyavuş, mübarek başmağınıza yüz sürer.
Hazret-i Sultanım.”

Üçüncü mektupta, bir buçuk aydır padişahtan haber gelmediği için üzülen
Hürrem Sultan, ızdırabını dile getirmiş, Sultan Süleyman’dan mektup geldiğinde ölü
bedene can gelir gibi tazelendiğini, mutlu olduğunu anlatmıştır. O, Padişahın kendisine
beş bin altın gönderdiğini, mübarek bıyığından bir tel gönderse bu hediyenin altından
daha kıymetli olacağını yazmıştır.

Mektup: 3

“Hazret-i Sultânum

Yüz yere koyub Hâk-i pây-i sa’âdet penâhınız pûs [bûs] etmeden
sonra, benüm devletüm güneşi ve sa’âdetüm sermâyesi Sultânum, eğer bu
firâkın odına yanmış, ciğeri kebâb, sinesi harâb, dîdesi pür-âb, gicesi
136

gündüzden farketmiyem, hasret deryasına gark bî-çâre aşkınız ile mübtelâ,


Ferhâd ve Mecnûn’dan beter şeydâ çâkerinüz tarafından sorarsanuz ne
kim Sultânumdan ayrıyım, bülbül gibi ah u feryâdum dinmeyüb, bir hâlüm
var ki, hicründen Hakk, kâfir olan bendelerine dahı vermesün.

Benüm devletüm, benüm Sultânum, husûsâ ki bir buçuk ay oldı,


ki Sultânum tarafından bir haber belürmedi, Hakk, a’lem-i alâmdır ki, bir
gûnâ râhatlık yüzün görmeyüb, gice subha dek, subhdan giceye dek bir
düzüye ağlayub, kendü hayatumdan el yuyub, cihân gözüme dar olub,
bilmem nidüb niyleyeceğüm zâr eyleyüb, nâlân u giryan gözüm kapular
gözler iken, ol Ferdü Rabbü’l-âlemîn, âleme rahmet iden Subhân-ı Yezdân,
cümle âleme inâyet-nazarın edüb, feth haberin ve müjde haberlerin yetişdi
ve işitdikde Hakk alîmdür ki, benüm Pâdişâhum, benüm Sultânum, ölmüş
idim taze can bağışladı. Hakk Teâlâ Hazretlerine bin bir şükürler ol Bâri
Teâlâ dergâhına kılınub şenlikler şâzumânlıklar kılındı. Bütün âlem
zulûmât içinden çıkub, Hakk’ın rahmet nûruna gark oldılar.
Elhamdülillah, minnet ol Hüdâya. Hemişe benüm sultânum, benüm
pâdişâhum, dünya ve ahret sultânı, mesnedüm, dünya bakdığum iki gözüm
nûrı sermayesi, Şâhım, Sultânum, gazalar edüb düşmenlerin hâk olub, yedi
iklim musahhar edesin. İns ü cin emrinüze mûti’ olub, her belâ ve
kazâlardan Hakk saklayub, her murâdun ki mübârek gönülden geçe,
müyesser ede. Mu’înin olan Hızır İlyas zâhirün olsun. Cümle evliyâlar
üzerinüzde hâzır ve nâzirûn ola. Cümle âlem sâye-i sa’âdetinüzde hoşça
geçüb sâz u hândân olalar. İnşaallâhu Teâlâ iki cihân selveri [serveri]
enbiyâ izzetine min yâ Râbbe’l-âlemin hemân ol Bâri Teâlâ Hazretlerinden
ümîdüm ve mâksudum oldur ki; tezcecik gelüb, mübârek dîdârın görüb,
yüzüm ayağınuz gubârına sürmek müyesser ve mukadder ide min, yâ
Mûcibe’s-sâ’ilîn.

Benüm Sultânum yerler gökler kâyım durdukça durasun.


Pâdişâhum, gine bu câriyenüz topraktan kaldırub, tezkire gönderüb,
Mâhmud Çelebi’den beş bin filori in’âm eylemüşsinüz. Bir günün bin,
yardımcun Allah olsun. Şimdilik, benüm Sultânum, bu ne zahmet idi?
Mübarek bıyığınuz kılı bana beş bin filoriden artukdur. Ol in’âm bize
cânumuzdan ziyâde minnetdür. Bir günün bin olsun.

Benüm Sultânûm, andan sonra şehir etrâfından sorarsanuz


şimdilik dahı hastalık vardır. İllâ kim evvelki gibi değildür. Bolay ki
sultânum gelince, Hakk inâyet edüb geçe gide. Âzizlerimüz cevâb eydürler
ki, hazân yaprağın dökünce geçe derler. Benüm Sultânum, tazarru ve
iltimâs ederim ki, tezce tezce mübârek kâğıdınuzı gönderesüz zirâ ki, billâhi
137

yalan degül, bir hafta iki hafta geçe, ulak gemliye âlem gulguleye gelür.
Dürlü dürlü sözler söylenür. Heman ben kendü nefsim için isterüm
sanmayınuz. Mîr Mehmed Hânuma, Selim Hânuma bir bir dualar ve
senalar edüb mübârek gözlerin öperüm ve ba’dehu Bâyezid bendenüz,
Cihâgir bendenüz, Mihrimâh câriyenüz hâk-i pâyinüze yüz sürerler.
Efendülerin ellerin öperler. Gülfem câriyenüz ve Dâye câriyenüz hâk-i pây-
i şerîfünüze yüzler sürerler, kabul oluna.” 516

“Hazret-i Sultanım;

Yüzümü yere koyup, mutluluk sığınağı ayağınızın toprağını


öptükten sonra, benim devletimin güneşi ve saadetimin sermayesi Sultanım,
eğer bu ayrılık ateşine yanmış, ciğeri kebap, sinesi harap, gözleri yaş dolu,
gecesi gündüzü belirsiz olan, hasret deryâsma gark biçâre, aşkınız ile
müptela, Ferhat ve Mecnun'dan beter şeydâ kölenizi sorarsanız; ne zamandır
ki, Sultanımdan ayrıyım, bülbül gibi ah u feryâdım dinmeyip, ayrılığınızdan
dolayı öyle bir halim var ki, Allâh, kâfir olan kullarına dahi vermesin.

Benim devletim, benim Sultanım, özellikle, bir buçuk ay olduğu


halde sizden bir haber gelmemesi yüzünden, Allah biliyor ki, hiçbir şekilde
rahatlık yüzü görmeyip, gece-gündüz ağlayıp, kendi hayatımdan el çekip,
cihân gözüme dar oldu. Ne yapacağımı bilmeden ağlayıp, gözyaşları
içerisinde gözüm kapıları gözler iken, ol ferdü rabbü'l-âlemîn, âleme rahmet
iden Subhân-ı Yezdân, cümle âleme inayet nazarın edip, fetih haberi ve
müjdeli haberlerin yetiştirdi. Ve bu haberi işitince Allah biliyor ki, benim
Padişahım, benim Sultanım, ölmüş idim taze can buldum. Hak Teâlâ
Hazreti'ne bin bin şükürler. Ol Bâri Teâlâ dergâhına kılınıp şenlikler
şâdumânlıklar kılındı. Bütün âlem karanlıklar içinden çıkıp Hakkın rahmet
nuruna gark oldular. Elhamdülillah, minnet ol Hüdâya. Benim Sultanım,
benim Padişahım, dünya ve ahiret sultanı, dayanağım, dünyaya bakdığım iki
gözümün nuru, Şâhım, Sultanım, gazalar yapıp düşmanların toprak olup,
memleketler alıp yedi iklimi ele geçiresin. lns ü cin emrinize muti' olup, her
belâ ve kazâlardan hak saklayıp, mübarek gönlünden geçen ne muradın varsa
Allah müyesser eylesin. Mu'înin olan Hızır llyas yardımcın olsun. Cümle
evliyâlar, enbiyâlar üzerinizde hazır ve nâzır olsun. Bütün âlem, sayenizde
hoşça geçinip sevinçli ve mutlu olsun, inşaallâhü Teâlâ iki cihan güneşi
serveri enbiya izzetine, min, ya rabbe'l-âlemîn. Hemen ol Bâri Teâlâ
Hazretlerinden ümidim ve maksudum odur ki; tezcecik gelip, mübârek

516
Uluçay, Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları, s. 50-52. El yazısı. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi No:
E-5038 (Irakeyn seferinde yazılması muhtemel)
138

yüzünü görüp, yüzüm ayağınız tozuna sürmek müyesser ve mukadder ede.


Ey muhtaçların yardımcısı.

Benim Sultanım, yerler gökler kayim durdukça durasın. Padişahım


yine bu cariyenizi topraktan kaldırıp, tezkire gönderip, Mahmud Çelebi’den
beş bin (altın) filori in’am eylemişsiniz. Bir günün bin, yardımcın Allah
olsun. Benim Sultanım, bu ne zahmet idi? Mübarek bıyığınızın kılı, bana beş
bin filoriden değil, yüz bin filoriden daha değerlidir. O hediye bize
canımızdan ziyade minnetdir. Bir günün bin olsun.

Benim Sultanım, şehir hakkında soracak olursanız; şimdilik henüz


hastalık devam etmektedir. Ancak evvelki gibi değildir. İnşallah Sultanım
gelince, Allah’ın inayetiyle de geçip gider. Azizlerimiz hazan yaprağı
dökülünce geçer derler. Benim Sultanım, sık sık mübarek mektubunuzu
gönderirsiniz diye tazarru ve iltimas ederim. Zira ki billah yalan değil, bir iki
hafta geçip de ulak gelmezse alem gulguleye gelir. Türlü türlü sözler
söylenir. Yoksa sadece kendi nefsim için istediğimi sanmaysınız.

Mir Mehmed Hânıma, Selim Hânıma bin bin dualar ve senalar


edip mübarek gözlerinden öperim ve bundan başka Bayezid kulunuz,
Cihangir kulunuz, Mihrimah cariyeniz, ayağınızın tozuna yüz sürerler.
Efendilerin ellerinden öperler. Gülfem cariyeniz ve Daye cariyeniz ayağınızın
tozuna yüzler sürerler, kabul oluna.”

Hürrem Sultan eşine yazdığı mektuplarda önceleri kendi çocukları ile birlikte
Şehzade Mustafa’dan da selamlar yazarken daha sonraları ondan söz etmemiştir. 1535
Irakeyn seferi esnasında, Sultan Süleyman’a yazdığı mektupta, Cihangir’i ismen
zikretmiş ve omzundaki rahatsızlıkla ilgili malumat vermiştir. Barbaros Hayrettin
Paşa’nın Tunus seferinden de Padişaha hayırlı haberler gönderdiği mektubunda
Sadrazam İbrahim Paşa’ya da selamını bildirmekte ise de517 seferden döndükten sonra,
İbrahim Paşanın iskat ve idamı için, padişah üzerindeki büyük tesir ve nüfuzunu
kullandığı muhakkak gibidir. 518

517
Topkapı Sarayı Arşivi nr. 6036
518
Bkz: Hammer, aynı eser s. 233; Ayrıca bkz: Chesneau, Jean; Le Voyage de Monsieur d’Aramon
(Ammabsedeur Pour Le Roy en Levant Paris 1887), Slatkine Reprints, Geneve, 1970
(http://books.google.com.tr/books 25.06.2012)
139

Mektup: 4

“ Sultânum Hazretleri,

Cânum pâresi Sultânum Hazretlerinin mübarek hâk-i pây-i


şereflerine bu çirkin yüzümü sü(r)mekten sonra benim cân-ı azizüm
devletüm sa’âdetüm sultânum çok şükür Hakk Teâlâya ki mübârek
mektûb-ı şerîfinüz gelüb gözlere nûr gönüllere sürûr hasıl kıldı. Hakk
Teâlâ kemalün pîr edüb, kıyamete dek seni benden ayırmayub bir dahı
mübârek dîzâr-ı şerîfinüze yüz sürmek nasîb ede. Benüm cânım pâresi,
benüm ömrümün hâsılı, devletlü Sultânum, mübârek mektûbınuzda
sıhhatinüz haberin anmışuz. Şükür Hakk Teâlâ’ya seni cemi’ hatalardan
saklasun. Eğer biz bî-çare za’îfe câriyenüz cânibinden istifsâr idersenüz
vallahi benüm cânum, ne gicem gicedür ve ne günüm gündür. Sizin gibi
Pâdişâhın sohbetinden ayrılam dahı benim halüm ne olsa gerekdür?
Vallahi ve tallahi firâkınuz âteşinde gice ve gündüz yanarum. Benüm
hâlüm, heman Hakk Teâlâ’dan ayruk kimse bilmez. Benüm cânum pâresi,
gözüm nûrı, iki cihanda ümîdüm, vallahi dünyada heman siz murâdumsız.
Benüm hâlüm ne dil ile takrîr olunur ne kalem ile tahrîr olunur.

Beyt:

Bir dahi görmek nasib ola mı âlemde seni

Eşigüne bâri bir gez yüzüm sürsem ganî

Korkarım unudasuz Devletlû sultanım

beni âh vâh el-firâk

Yalnız gün gibi seyran ile hırâşân eylerin

Hâk-i pây-i şâha varınca bu za’îfin kemteri

Abd unutulmıya hacetim budur

Kimseye kılma nazar devletlü Sultânum sakın

Yalnız gün gibi seyran ile hırâşân eylerin

Vay ne müşkil derd olurmuş pâdişâhın firkati

N’ola bu câriyeni oda yakmak imiş âdeti

Yakdı yandırdı beni bu nâr-ı hicrin mihneti

N’ola bu cariyeni oda yakmak imiş âdeti

Yalnız gün gibi seyran ile hıraşan eylerin

Ah benüm cânum pâresi devletlü Sultânum, hamâmdan ötürü bize


hayırlı haberler göndermişsiz, hüküm göndermişsiz vallâh şol kadar
140

sevindüm ki, heman Hakk Teâlâ bilûr. Allah u Teâlâ ve tekaddese ömrünü,
Devleti’ni ziyâde eylesün. Bir yerine bin versün. Benim Sultânum vallâh
billâh mübârek gönlünüze gelmesün ki, ben kulları tamam isterüm. Vallâh
siz bilürsiz benüm cânum razı olmaz, bir nesnecik murâdımca olmayınca.
Vallâh yalnız hemen mutbah harcına elli bin akçam gitti. Bakiyyesin
kendüme harçlığa alıkomadım. Andan sonra benüm cânum pâresi gözüm
nûrı, gönlüm sürûrı Sultânum, mübârek zikrünüz göndermişsiz. Vallâh
ziyâde şâz-ı azîm oldum. Hakk Teâlâ sizleri iki cihânda sevindirsün. Eğer
oğlancuklarun tarafından istifsâr eylersenüz; erenler himmetiyle eyü hoş,
heman mübârek başmağunuza yüz sürüb mübârek cemâlinüze
müştâklardır. Hakk Teâlâ nasib ede Cihangir’in omuzundan ötürü
sorarsanuz; Mamul-oğlu’nun yakısından konurdı, şimdi hele baş verdi,
inâyetullâh ile deşildi. Şimden sonra eyücedir. Heman hayır işletir duâdan
ferâmûş etmiyesiz. Eğer imam hocadan ötürü sorarsnız heman bir
meyyitdür, ne ölü ve ne diri, şöyle yatur. Şimdi boğazı işlenür iki (de) birde
solumaz, heman onun halin Allah’dan gayrı kimse bilmez. Elhamdülillâh
benüm Sultânum ötede Paşadan dahi hayır haberler işidilür. Hemişe hayır
haber işüdilsün. Kılıcınuz üstün olub düşmanlarınuz makhûr olsun. Bâki
vesselâm bi-Rabbi’l-ibâd.

Paşaya selâm iderüz. Dâyenüz dahı eyu hoş mübârek başmağınuza


yüz sürer.”519

“Sultanım Hazretleri;

Canım paresi Sultanım hazretlerinin mübarek ayak tozlarına bu


çirkin yüzümü sürdükten sonra, benim cân-ı azîzim, devletlim, saadetim,
sultanım, çok şükür Hakk Teâlâ'ya ki mübarek mektub-ı şerifiniz gelip
gözlere nur, gönüllere sevinç hasıl kıldı. Hakk Teâlâ kemalin pir edip,
kıyamete dek seni benden ayırmayıp, bir dahi mübarek dîzâr-ı şerifinize yüz
sürmek nasip ede. Benim canım paresi, benim ömrümün hâsılı, devletli
sultanım, mübarek mektubunuzda sıhhat haberinizi bildirmişsiniz. Şükür
Hakk Teâlâ'ya, seni cemi hatalardan saklasın. Eğer biz bîçâre zaife cariyenizi
sorarsanız, vallahi benim canım, ne gecem gecedir ve ne günüm gündür.
Sizin gibi padişahın sohbetinden ayrılanı, dahi benim halim ne olsa gerekdir?
Vallahi ve tallahi ayrılığınız ateşinde gece ve gündüz yananım. Benim halimi
Hakk Teâlâ'dan başka kimse bilmez. Benim canım paresi, gözüm nûru, iki
cihanda ümidim, vallahi dünyada sadece siz murâdımsınız. Benim halim ne
dil ile takrir olunur ne kalem ile tahrîr olunur.

519
Uluçay, Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları, s. 54-57. Topkapı Sarayı Arşivi nr. E-6056.
141

Beyt:

Bir dahi görmek nasib ola mı âlemde seni


Eşigüne bâri bir gez yüzüm sürsem ganî
Korkarım unudasuz Devletlû sultanım
beni âh vâh el-firâk
Yalnız gün gibi seyran ile hırâşân eylerin
Hâk-i pây-i şâha varınca bu za’îfin kemteri
Abd unutulmıya hacetim budur
Kimseye kılma nazar devletlü Sultânum sakın
Yalnız gün gibi seyran ile hırâşân eylerin
Vay ne müşkil derd olurmuş pâdişâhın firkati
N’ola bu câriyeni oda yakmak imiş âdeti
Yakdı yandırdı beni bu nâr-ı hicrin mihneti
N’ola bu cariyeni oda yakmak imiş âdeti
Yalnız gün gibi seyran ile hıraşan eylerin
Ah benim canım paresi devletli Sultanım, hamamdan ötürü bize
hayırlı haberler göndermişsiniz, hüküm göndermişsiniz, vallahi o kadar
sevindim ki, sadece Hakk Teala bilir. Allah-u Teala ve Tekaddes, ömrünü,
Devleti’ni ziyade eylesin. Bir yerine bin versin. Benim Sultanım, vallahi
billahi mübarek gönlünüze gelmesin ki, ben tamam isterim. Vallahi siz
bilirsiniz, benim canım razı olmaz, bir nesnecik muradınca olmayınca.
Vallahi yalnız mutfak masrafına elli bin akçem gitti. Kalanını kendüme
harçlığa alıkoymadım. Ondan sonra benim canım paresi, gözüm nuru,
gönlüm sururu Sultanım, mübarek zikriniz göndermişsiniz. Vallahi ziyade
sevindim. Hakk Teâlâ sizleri iki cihanda sevindirsin. Eğer oğlancıklarını
istifsar sorarsan, erenler himmetiyle iyi hoş, hemen mübarek başmağınıza yüz
sürüp mübarek cemalinize müştaklardır. Hakk Teala nasip ede. Cihangirin
omzundan ötürü sorarsanız; Mamul-oğlu’nun yakısından konurdu, şimdi hele
baş verdi, inayetullah ile deşildi. Şimdiden sonra iyicedir, duadan
unutmayasınız. Eğer imam hocadan ötürü sorarsanız, heman bir meyyittir, ne
ölü ne diri, öylece yatar. Şimdi boğazı işlenir, iki[de] bir de solumaz, onun
halini Allah’dan gayrı kimse bilmez. Elhamdülillah, benim Sultanım, ötede
Paşa’dan dahi hayır haberler işitilir. Her zaman hayır haber işitilsin. Kılıcınız
üstün olup düşmanlarınız kahrolsun. Baki vesselam bi-Rabbi’l-ibad.520

520
El yazısı.
142

Paşaya selam ederiz. Dayeniz dahi iyi hoş, mübarek başmağınıza


521
yüz sürer.

Beşinci mektupta, hacılarla, Padişah’a haber gönderdiğini ve onun nasıl


olduğunu merak ettiğini yazmaktadır.

Mektup: 5

“Hazreti Sultânum,

Yüz bin firâk hasretiyle selâmlar duâlar edüb mübârek dest-i


şerîfinüzi bûs etdikten sonra; benüm devletüm, sultânum, eğer bu
hasretinüz âteşine yanmış câriyenüz cânibinden zerre denlü istifsâr
buyurursanuz, Hakk’ın inâyetiyle, erenler himmetiyle eyu hoş selâmet üzre
olub, devâm-ı devletinüzle İznik yanında Dikilitaş yanında konub,
Mekke’den hacılar geldi, onlar ile hazretinüze kağıt gönderdüm. Heman
murâdum oldur ki, sizin sağlığunuz haberin bilüb şâz olmakdur. İmdi
benüm cânum pâresi, devletüm, sa’âdetüm mübârek mizâc-ı şerîfinüz
nicedür ve nice degül? Lütfunuzdan gâh be gâh bu câriyenüze ilâm
buyurasız zirâ ki, Hakk alîmdür ki firâkınuzdan yüreğim yanub, yakılub
pürhûn olmuştur. Gice ve gündüz Hakk Teâlâ dergâhından dilerüm ki,
yine mübârek cemâlinüzi görüb Hâk-i pâyinüze yüzüm sürmek nasib ola.
Ve hem Bayezid Han’a selâm edüb gözlerinden öperüm. Mihri-mâh,
Cihangir Şâh hâk-i pâyinüze yüzler sürerler. Câriyenüz Gülfem, hâk-ı
pâyinüze yüz sürer.” 522

“Hazreti Sultanım;

Yüz bin ayrılık hasretiyle selamlar dualar edüb mübarek elinizi bûs
ettikten sonra; benim devletim, sultanım, eğer bu hazretiniz ateşine yanmış
cariyeniz canibinden zerre denli sual ederseniz. Hakkın inayetiyle, erenler
himmetiyle iyi, hoş, selamet üzere olup, devam-ı Devleti’nizde İznik yanında
Dikilitaş yanında konup, Mekke’den hacılar geldi, onlar ile Hazretinize
mektup gönderdim. Hemen muradım odur ki, sizin sağlığınız haberin öğrenip
sevinmektir. Şimdi benim canım paresi devletim, saadetim, mübarek mizacı
şerifiniz nasıldır? Lütfunuzdan gah be gah bu cariyenize ilam buyurursanız;
zira Allah biliyor ki ayrılığınızdan yüreğim yanıp, yakılıp pürhûn olmuştur.
Gece ve gündüz Hakk Teâlâ dergahından dilerim ki, yine mübarek cemalinizi
görüp ayağınızın tozuna yüzümü sürmek nasip ola. Ve ayrıca Bayazid

521
Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi No: E-6056
522
Uluçay, Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları, s. 59-60. Topkapı Sarayı Arşivi nr. E 11480. (El yazısı)
143

Han’a523 selam edip gözlerinden öperim. Mihrimah, Cihangir Şah ayağınızın


tozuna yüzler sürerler. Cariyeniz Gülfem ayağınızın tozuna yüz sürerler.”

Bu mektubun metninde Hürrem Sultan, eşine övgüler dizmiş, ona olan hasretini
dile getirmiş, Padişah’a ve Cihangir’e selamlar göndermiştir. Mektubun farklı yerlerine
yazılan eklerle çeşitli konular yazılmıştır. Rüstem Paşa’nın cezalandırılmaması,
habercilerin gönderilmemesi gibi istekelerde bulunmuştur.

Hürrem Sultan, İbrahim Paşa’nın katlinden sonra siyasi işlere daha çok karışmış
ve padişahın en mahrem müşaviri olmuştur. 1537’de Avlonya seferi esnasında padişaha
gönderdiği mektupta,524 İstanbul civarındaki salgın hastalık hakkında malumat
verdikten sonra, vaziyetlerine dair haber gecikince, şehirde türlü şayialar çıktığını
bildirmekte ve “Bir hafta - iki hafta geçer ulak gelmiye; alem gulguleye gelür; dürlü
dürlü sözler söylenir” demekte ve “Hemen ben kendü nefsim için isterim sanmayasız”
diye de teminat vermektedir. Seferde padişahın yanında bulunan çocukları şehzade
Mehmed ve Selim’e dualar edip, gözlerinden öptüğünü söylediği bu mektubunda
Bâyezid, Cihangir ve Mihrimah Sultan ile Gülfem ve Dâye cariyeleri zikretmektedir.

Mektup: 6

“Cânumun pâresi sa’âdetlü Sultânum hazretlerine derûn-i


gönülden, envâ’ı bisyâr, cân u dilden sad hezârân hezâr bin dürlü hasret
iştiyâklariyle, bin bin duâlar ve senâlar edüb, yüzümü hâk-i pây-i şerîfe
sürüp, mübârek dest-i şerîfinüzi bûs ederüm. Benüm iki gözüm, yoluna
kurban olduğum devletlüm, Pâdişâhum, ümîddir ki, ben bî-çâre câriyenüzi
kabûl-ı müştâk-ı azîm buyurula. Benüm devletüm ve benüm sa’âdetüm
Sultânum, mübârek mizâc-ı şerîfinüz nicedir? Mübârek başınuzdan ve
cemi âzanuzdan olsun ve mübârek ayağınuzdan nicesiz? Şimdilik benüm
devletüm, benüm Sultânum tamam hüsn-i âfiyet üzresinüz. Benüm iki
gözüm devletüm, Pâdişâhum, Bârî Teâlâ hazretinden hâcetüm budur ki,
hazret-i Hakk vücud-ı şerîfini cemi hatalardan ve belâlardan saklayup,
hemşire hakkın hıfz-ı âmânında olup, ömri Nuh süresiz, İnşaallâh benüm
Pâdişâhum ve benüm cânum pâresi sa’âdetlü Pâdişâhum, gözümnûru,
gönlümün eğlencesi, benüm dünyalarca hasretüm, varum, Pâdişâhum,
eğer elem hasretiyle ciğeri kebâb ve gamm firkatiyle dîdesi seylâb olmuş bî-
çâre câriyen ahvâlinden yana Sultânum sual eder ise; Hakk bilür ki,

523
1541 veya 1549 senesinde yazılması muhtemel.
524
Topkapı Sarayı Arşivi nr. 5038
144

benüm sa’âdetüm, evkâtum, cümle melâl ile geçüb, hicrânından vücûdum


nâle oldu. Benüm devletüm, benüm Pâdişâhım, Allah bilür, ne diyem. Bir
mertebede güzel cemâlin göresim gelmiştir ki kabil degildür. Benüm
Sultânum, Allah bilür ki, gice-gündüz firâkın hasretin aduna yanub
yakılırum Hakk bilür ki, benim devletüm, bir dem bir an rahatlığum
yoktur. Mübârek ayağınuz türâbından ayru hâlüm diğer gûndür. Benüm
Pâdişahum, benüm devletüm, andan sonra Sultânum Cihangir Şâhımın
gözlerinden öperüm. Andan sonra benüm sa’âdetüm, Hanum, peyk dürlü
iştiyâk ile yüzler sürüb hâk-i pây-i şerîfinüzi öper, Hümâ Şâh Ayşeciğüm
dahı Peyk Kadun hâk-i pây-i şerîfinüze yüz sürerler; ümîddir ki kabul
oluna. Benüm devletüm, andan sonra Sultânum şehir ahvâlinden
sorulursa; bihamdilillâh emn ü âmân üzre olub, cân u dilden Sultânuma
du’âlar edüb, cemi’ âlem Sultânuma muştaklardır. Benüm devletüm, bâki
ne demek lâzım ve’s-selam.

Kemîne Câriyen

Sağ yanında:

Benüm devletlüm, benüm Sultânum şimdik şehirde bir


gulguledir ki, muştıcu gelür deyu. Cemi’ âlem şehir donanmasına hazır
dururlar. Heman iki üç gün kalmıştır ki, yakın; muştucu şehre gire, şehir
donanır deyu hazır dururlar. Bilmezüm, elin sözü müdür yoksa sahih
midir? Anı bilmedük. İmdi devletüm, benüm Sultânum, sahîh muştucu
gelirse ne aceb, benüm Sultânum siz hod devlet ile Haleb’de kışlarsız,
Andan sonra benüm Sultânum, Kızılbaşun oğlanı, avreti dutulmadı, arada
bir nesne yoktur. Şimdi ol yok, bu yok; muştucu geldigü hiç kimseye hoş
gelmez. Benüm Sultânum, eger benüm devletüm, ben câriyenden ötürü
gönderirsenüz, yakın Bayazid’e varan deyu, şimdi dahı gitmezüm.
Varmadan bile bîzârum. Tek Hakk Teâlâ bana mübârek cemâlini
göstersün. Benüm Pâdişâhum, benüm arzum pâdişâhumdur. Hüdâ nasib
ede İnşaallâh gönül hoşluklarıyla yüzüm hâk-i pâyi şerîfinüze sürmek.
Benüm Sultânum andan sonra benüm sa’adetlü Pâdişâhum, kimin
tedbiriyle olundu şimdi muştucu gelmek? Cemi’ âlem buna hayrân
olmuşdur ki, aceb Pâdişâh Hazreti Haleb’de kışlamak için mi muştucu
gönderir deyu bir gulguledür ki gider şehirde. İmdi Sultânum, eğer dersen
ben câriyen içün dilek iyledüm vaktin ile dedüm.

Sol üst tarafında:


145

İnşâallâh sultânum, Hazret-i Hakk ol mel’unı tezcecik nekbet-i


zevâl irişmiş ola. Hazret-i Hakk anı Karun gibi yerlere geçirüb helâk ide.
Allah aşkına olsun Pâdişâhum, eğer çıkdıysa elden ne gelür, eger
çıkmadıysa aziz başınuz göndermiyesiz şimdi. Şimdi dahı benüm
Pâdişâhum bir ulu azîz şöylece haber gönderdi ki, “Pâdişâh Hazretleri bu
yıl gitmese yeg idi. Çünkim gitti, hakkın emri böyle idi, men’ olmadı. Çeri
gitmekle, al davar gitmekile, çok çok belâsız kazasız savdı. Allahu Teâlâ
üzerinde illâkim Hakk’ın avn ü inâyetiyle şimden sonra nusret fırsat
Pâdişâhındur. Gâm gussa çekmesinler, her gussanın bir şâzisi olur.
İnşâallah şimden sonra şâzılıklar ola deyun” buyurdular. Benüm sultânum
şöylece bilesiz.

Arkasında:

Andan sonra benüm devletüm, iki gözüm, yoluna kurban


oluğum sa’âdetüm, bendenüz Rüstem Paşa bendenüzdür. Nazar-ı şerîfinüz
üzerinden diriğ etmiyesiz. Benüm devletüm, kimesnenin sözüne amel
etmiyesiz. Hele sol câriyen Mihri-mâh’ın yüzi suyuna, benüm devletüm,
benüm pâdişâhum, aziz başınuz içün ben câriyen dahı hatırı içün olsun
sa’âdetlü Pâdişâhım.” 525

“Canımın paresi saadetli Sultanım hazretlerine gönlümün içinden,


enva-ı bisyar, can u dilden sad hezeran hezar bin türlü hasret iştiyakleriyle,
bin bin dualar ve senalar edip, yüzümü ayağının tozuna sürüp, mübarek
elinizi öperim. Benim iki gözüm, yoluna kurban olduğum devletim,
Padişahım, ümittir ki, ben biçare cariyenizi kabul-ı müştak-ı azim buyrula.
Benim devletim ve benim saadetim, sultanım, mübarek mizacı şerifiniz
nicedir? Mübarek başınızdan ve bütün azanızdan olsun ve mübarek
ayağınızdan nicesiniz? Şimdilik benim devletim, benim sultanım tamam
hüsnü afiyet üzeresinizdir. Benim iki gözüm devletim, padişahım, Bâri Teâlâ
hazretlerinden isteğim budur ki, hazreti Hakk vucud u şerifini bütün
hatalardan ve belalardan saklayıp, her daim Hakk’ın hıfzı âmanında olup,
Nuh ömrü süresiniz inşallah. Benim Padişahım ve benim canım paresi
saadetli Padişahım, gözüm nuru, gönlümün eğlencesi, benim dünyalarca
hasretim, varım, Padişahım, eğer elem hasretiyle ciğeri kebap ve ayrılık
derdiyle gözleri sel olmuş biçare cariyenin halinden yana sultanım sual eder
ise; Hakk bilir ki, benim saadetim, vakitlerim tamamen sıkıntı ile geçip,
ayrılığından vücudum inler oldu. Benim devletim, benim Padişahım, Allah

525
Uluçay, Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları, s. 66-67. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi No: E 5038 (El
yazısı 1548 senesinde yazılmış olabilir.)
146

bilir, ne diyem bir mertebede güzel cemalin göresim gelmiştir ki anlatmak


mümkün değildir. Benim Sultanım, Allah bilir ki gece-gündüz ayrılığın,
hasretin ateşine yanıp yakılırım. Hakk bilir ki, benim devletim bir dem bir an
rahatlığım yoktur. Mübarek ayağınız toprağından ayrı halim iyi değildir.

Benim Padişahım, benim devletim, ayrıca Sultanım, Cihangir


Şahımın gözlerinden öperim. Ondan sonra benim saadetim, Hânım, pek türlü
iştiyak ile yüzler sürüp ayağınızın tozu şerifinizi öper, Hümâ Şah
Ayşeciğim526 dahi ayağınızın toprağı şerifinize yüz sürerler; ümiddir ki kabul
oluna. Banim devletim, bunlardan başka şehir ahvalinden sorulursa;
bihamdillah emn ü eman üzre olup, can u dilden Sultanıma dualar edip,
cümle alem Sultanıma müştaklardır. Benim devletlim, baki ne demek lazım
ves-selam.

Kemine Cariyen

Sağ yanında;

Benim devletlim, benim Sultanım şimdi şehirde muştucu geliyor


diye bir gürültü kopmuştur. Cümle alem şehir donanmasına hazır dururlar.
Hemen iki, üç gün kalmıştır ki, yakın muştucu şehre girer, şehir donanır diye
hazır dururlar. Bilmiyorum elin sözü müdür yoksa sahih midir? Onu
bilemedik. Şimdi devletim, benim Sultanım, sahih muştucu gelirse ne aceb.
Benim Sultanım, siz ise devlet ile Haleb’de kışlıyorsunuz. Ondan sonra
benim Sultanım, Kızılbaşın oğlanı, avreti tutulmadı, ortada henüz bir şey
yoktur. Şimdi o yok, bu yok; muştucunun gelmesi kimseye hoş gelmez.
Benim Sultanım, benim devletim, muştucuyu eğer ben cariyenden ötürü
gönderirseniz, Bayezid’e varayım diye, şimdi dahi gitmezim. Varmadan bile
bizarım. Tek Hakk Teala bana mübarek cemalini göstersin. Benim
Padişahım, benim arzum Padişahımdır. İnşallah gönül hoşluklarıyla yüzümü
ayağının tozu şeriflerinize sürmeyi Hüda nasip ede. Benim Sultanım ondan
sonra benim saadetli Padişahım, kimin tedbiriyle olundu şimdi muştucu
gelmek? Cümle alem bana hayran olmuştur ki, “aceb Padişah Hazretleri
Haleb’de kışlamak için mi muştucu gönderir” diye bir gürültüdür ki gider
şehirde. Şimdi Sultanım, eğer dersen ben cariyen için dilek eyledim vaktin ile
dedim.

526
Mihrimah Sultan’ın ve Rüstem Paşa’nın kızı.
147

Sol üst tarafında:

İnşallah Sultanım Hazreti Hakk o mel’unun tezcecik zevali erişmiş


ola. Hazreti Hakk onu Karun gibi yerlere geçirip helak ede. Allah aşkına
olsun Padişahım, eğer çıktıysa elden ne gelir, eğer çıkmadıysa aziz başınız
göndermiyesiz şimdi. Şimdi dahi benim Padişahım bir ulu aziz şöylece haber
gönderdi ki, “Padişah hazretleri bu yıl gitmese daha iyi idi, men’ olmadı.
Asker gitmekle, at davar gitmek ile çok fazla kaza bela olmadan savdı.
Hakk’ın avn ü inayetiyle şimdiden sonra nusret fırsat Padişahındır. Gam
gussa çekmesinler, her gussanın bir sevinci olur. İnşallah şimden sonra
şâzılıklar ola deyin” diye buyurdular. Benim sultanım böylece biliniz.

Arkasında:

Ondan sonra benim devletim, iki gözüm, yoluna kurban olduğum


saadetim, Rüstem Paşa bendenizdir. Gözünüzü üzerinden uzak tutmayınız.
Benim devletim, kimsenin sözüyle amel etmeyiniz. Hele cariyen
Mihrimah’ın yüzü suyuna, benim devletim, benim Padişahım, aziz başınız
için ben cariyen dahi hatırı için olsun saadetli Padişahım.”

Hürrem Sultan’ın 1548 senesinde İkinci İran Seferi sırasında yazdığı tahmin
edilen mektubunda, eşinin rahatsızlık haberini duyunca çok üzüldüğünü söylemektedir.
Ona olan hasretini dile getirirken kendisine tekrar bir haberci göndermesini ve
durumunu bildirmesini istemektedir. Padişahtan gelen mektupta, Selim’e verilecek bir
mektubun bulunduğunu söyleyen Hürrem Sultan, bunu ileteceğini yazmıştır. Kızının,
torununun, Gülfem Hatun’un selamlarını da eklemiştir.

Mektup: 7

“Yüz hâk-i ma’delet türâbına koyub Sultânum Hazretlerinin


hâk-i pây-i şerîflerine yüzler sürdükten sonra, benüm gözlerümün nûrı,
devletüm ve sa’âdetüm, mübarek mektûb-ı sa’âdet-nümânuz gelüb vusûl
buldu. Gözlerüme nurlar ve gönlüme sürûrlar hâsıl olundı. Bir günün bin
olub yardumcın Allah ola. Benüm Sûltanum, cânum pâresi mübârek
mektûb-ı şerîfinüzde buyurmuşsunuz ki, bir iki gün ayağum ağrıdı deyu,
Hakk bilür benüm Sultânum bir mertebede bî-huzûr olub ağladum, kâbil
degil Hakk Teâlâ Sultânum Hazretlerinin bir günün bin edüb hatalardan
bekliye. Benüm Sultânum, elhamdülillah, şimdilik eyüdür buyurulmuş,
benüm Sultânum elhamdülillah şükürler olsun Allah’a. Benüm Sultânum,
cânum pâresi Pâdişâhum, aceb ne sebeb oldı, benüm Sultânum, Allah
148

sversen güzel başcu(ğu)n olsun şimden sonra ev bulunur heman cihanda


sultânum eğlenmeyüb şimden sonra gelmeye himmet idesiz. Benüm
Sultânum, benüm cânum pâresi çak şol kadar mübarek ayağınuzdan bî-
huzur oldunuz ki, yürüyemedünüz. Benüm Sultânum, ah yoluna kurban
olayum, benüm Sultânum, şimdilik Allah’ı seversen güzel başınçün yine
bana bir âdem [ile] sıhhat ü selâmetinüzi bildürmesüne himmet edesüz.
Benüm Sultânum, Hakk bilür şol kadar tasalandum ki, heman Allah bilür,
benüm Sultânum, bu kâğıdı göndermişsiz ki, Selim Hanuma gönder deyü,
benüm Sultânum, kâğıdınuz gelmezden evvel bir kapucı gönderdim idi,
bizim Hacı Ali’ye, benüm Sultânum emrinüz üzerine yine gönderdi[m].
Benüm eğer bu firâkum âteşine köynüşmüş câriyen tarafından yana
sorarsanuz şimdilik Hakk inâyetiyle ve Sultânum hazretlerinin eyyâm-ı
devletinde hoş sıhhat üzre mülâhaza buyurula. Heman Hakk celle a’lâ
dergâhından dilerüm. Sultânum hazretlerinin bir günün bin edüb, yine
sa’âdetle gelüb, yüzüm hâk-i pây-i şerîfinüze sürmek müyesser ola. Âmin
yâ Mu’în. Hakk bilür benüm Sultânum iştiyâkın bir mertebe cânuma kâr
etdi ki, kalem birle tahrîre ve zebân ile ta’bire kâbil degül. Sultânumdan
ayru hâlümi Hakk’dan gayri kimse bilmez. Benüm Sultânum, cânum
pâresi Bayezid Hanuma ve Cihangir Şâhıma selâmlar ederüm. Mihrimâh
câriyenüz hezâr meskenet ile yüzler sürüb mübârek gubâr-ı şerîfinüz
bûseder ve Hüma Şâh ve Gülfem câriyenüz hâk-i pây-i şerîfinüze yüzler
sürer kabûl oluna.”527

“Yere kapanıp Sultanım hazretlerinin ayak tozuna yüzler


sürdükten sonra, benim gözlerimin nuru, devletim ve saadetim, mübarek
saadet veren mektubunuz gelip ulaştı. Gözlerime nurlar ve gönlüme sürurlar
hasıl olundu. Bir günün bin olup yardımcın Allah ola. Benim Sultanım canım
paresi mübarek mektubu şerifinizde “bir iki gün ayağım ağrıdı” diye
buyurmuşsunuz. Benim Sultanım, Allah biliyor, o derece huzursuz olup
ağladım ki, anlatması kabil değil. Hak Teala, Sultanım hazretlerinin bir
günün bin edip hatalardan koruya. Benim Sultanım elhamdülillah “şimdilik
eyüdür” buyurulmuş. Benim Sultanım elhamdülillah şükürler olsun Allah’a.
Benim Sultanım, canım paresi Padişahım acaba ne sebepten oldu? Benim
Sultanım, Allah’ı seversen güzel başcuğun olsun, şimdiden sonra ev bulunur,
heman cihanda sultanım sağ olsun. Benim iki gözüm Sultanım, eğlenmeyip
şimdiden sonra gelmeye himmet ediniz. Benim Sultanım, benim canım
paresi, demek ki mübarek ayağınızdan o kadar huzursuz oldunuz ki,
yürüyemediniz. Benim Sultanım, ah yoluna kurban olayım. Benim Sultanım,

527
Uluçay, Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları, s. 66-67. (El yazısı. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi nr.
K-5859. Bu mektubun 1548 tarihlerinde yazılması muhtemel.)
149

şimdilik Allah’ı seversen güzel başın için yine bana bir adamla sıhhat ve
selametinizi bildirmesine himmet ediniz. Benim Sultanım, Hakk bilir o kadar
tasalandım ki, heman Allah bilir. Benim Sultanım, bu kağıdı göndermişsiniz
ki, Selim Hânıma gönder diye. Benim Sultanım kağıdınız gelmeden evvel bir
kapıcı göndermiştim, bizim Hacı Ali’ye. Benim Sultanım, emriniz üzerine
yine göndereyim. Eğer bu ayrılık ateşine yanmış cariyen tarafından
sorarsanız; şimdilik Hakk’ın inayetiyle ve Sultanım Hazretlerinin eyyam-ı
devletinde hoş ve sıhhat üzre olduğumuz mülahaza buyrula. Heman Hakk
celle a’la dergahından dilerim. Sultanım Hazretlerinin bir gününü bin edip,
yine saadetle gelip, yüzümü ayağınızın mübarek tozuna sürmek müyesser ola.
Amin Yâ Mu’în. Hakk bilir benim Sultanım, iştiyakın öylesine canıma kar
etti ki, kalemle yazmaya ve dil ile anlatmaya imkan yok. Sultanımdan ayrı
halimi Hakk’dan gayrı kimse bilmez. Benim Sultanım, canım paresi Bayezid
Hânıma ve Cihangir Şâhıma selamlar ederim. Mihrimah cariyeniz binlerce
meskenet (fakirlik, yoksulluk) ile yüzler sürüp mübarek toprağınızı öperler ve
Hüma Şah ve Gülfem cariyeniz ayağınızın mübarek tozuna yüzler sürer,
kabul oluna.”

Hürrem Sultan, mektuplarında siyaset yapmaktan da geri kalmamıştır.528


Kanunî’ye döktüğü bu dillerden ve yaptığı bu dualardan sonra asıl konuya gelip
isteklerini dile getirmiştir. Onun yaptırmak istediği şeyleri Padişahın aklına nasıl
yerleştirdiği de mektuplarında kendini ele vermiştir. Bir mektubunda süslü kelimelerin
arasında İbrahim Paşa’dan söz ederek; “ …Amma Sultanım inşallah İbrahim Paşa’yı
çıkarmayasız devletim…”diyerek, rahatsızlığını ifade etmiştir.

Bu tarihten üç sene sonra, Şehzade Mustafa’nın Manisa’dan Amasya’ya yer


değiştirmesinde ve sonra buraya kendi oğlu Mehmed’in gönderilmesinde Hürrem
Sultan’ın tesiri olmuştur. Kızı Mihrimah’ın Rüstem Paşa ile evlendirilmesi, eski
Diyarbekir Beylerbeyinin vâsî selahiyet ile Divan-ı Hümayuna vezir, bilahere de Hâdım
Süleyman Paşa’nın azlinde yerine veziriazam olmasında rolü görülmüştür. Hürrem
Sultan, Padişahın veliahd yapmağı düşündüğü oğulları Manisa sancak beyi Şehzade
Mustafa’nın yerine, diğer üç oğlundan (Selim, Cihangir ve Bayezid) daha ziyade
Bayezid’i, babasına halef yapmağı düşündü. Evvela damadı Rüstem Paşanın mevkiini
tahkim etmek, Manisa ve Karaman Sancakbeyleri olan Şehzade Selim ve Bayezid’in
birer suretle kendilerini göstermelerini, halkın ve askerin teveccüh, muhabbet ve

528
Uluçay, Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları, s. 14
150

taraftarlıklarını kazanmalarını istemektedir.529 Bu konularla ilgili bazı ipuçlarını da


mektuplarda bulmak mümkündür.

Hürrem Sultan’a ait, Polonya Kralı II. Zygmunt August’a yazılan mektuplar ise
bu hayırkâr kadının kişiliğini, kudretini ve devlet işlerindeki maharetini gösteren
belgelerdir. 530 Mektubu Kanunî’nin ve Hürrem Sultan’ın özel ulağı olan Hasan Ağa
ulaştırmıştır. 1548 tarihinde yazılan ilk mektupta Kral’a tahta çıkmasından ötürü
tebrikler iletilmiştir. 531

Hürrem Sultan’ın yazdığı tebrik mektubu şöyledir:

“Kral Hazretlerine şöyle malum-u şerif ola ki pederunuz fevt


olduktan sonra padişah olduğunuz istima’ olundu. Mübarek olsun. Hazreti
Hak alim-ü allamdır ki, şad-ü handan olup kalbimize nur gönlümüze sürur
hasıl oldu. Emir Allah-u Teala’nındır. N’etmek gerek. El hükm-ü lillah ile
amil olasız ve badehu mektub-ı meveddet birle işbu bizum Hasan Ağa’yı
hak’i pay-ı şerifinize irsal olundu. Vusülü müyesser oldukta eltaf-ı ma-la-
nihayetinizden mercu ve muntazardır ki, mumaileyh mezkur bendenuz
huzur-u şerifinize her ne takrir ve tabir ederse bu canipten bilinip hüsn-i
itikad ile itimat buyurula. Baki ne demek lazımdır ki, sizlere mahfi olmaya.

El Zaifü’l-Fakire Haseki Sultan el-Hakire”532

Birinci mektubta günümüz ifadeleri ile şunlar anlatılmaktadır: Babasının


ölümünün ardından yeni Kralı tebrik ederek mektubuna başlamış, ölen kral için duyulan
üzüntü dile getirilerek ve emir Yaratıcı tarafından verildiğinden dolayı yapacak bir şey
olmadığı söylenmiştir. Mektubun Hasan Ağa ile gönderildiği ve oraya ulaştığında ne
anlatır ve açıklarsa güvenmesi ve inanması istenmektedir.533

Yazılanlardan anlaşıldığı kadarıyla yalnızca bir tebrik mektubu gönderilmemiş,


aynı zamanda Hasan Ağa tarafından sözlü açıklamalarda bulunulacağı bildirilmiştir. Bu

529
İslam Ansiklopedisi, s. 593
530
Nimet Taşkıran, Haseki Hürrem Sultanın Polonya Arşivindeki İki Mektubu Hakkında, Haseki Tıp
Bülteni, yıl 8, c. 8, sayı 4 ayrı baskı, (Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi, Kayıt no: 46906), s.337.
531
Taşkıran, Haseki Hürrem Sultanın Polonya Arşivindeki İki Mektubu Hakkında, s.338
532
Taşkıran, s.338; Mektup kısaca şöyle özetlenebilir: Babasının ölümünden dolayı üzüntülerini
aktarırken, tahta geçen kral için sevinçlerini bildiriyor ve Hasan Ağa yanlarına ulaştığında ne anlatır ve ne
açıklarsa, söylediklerine inanmalarını istiyor.
533
Taşkıran, Haseki Hürrem Sultanın Polonya Arşivindeki İki Mektubu Hakkında, s.338.
151

açıklamaların neler olduğu bilinmese de Hürrem Sultan’ın dış ilişkilerde de söz sahibi
olduğu ve Kanunî’nin bilgisi dahilinde yazışmalar yaptığı ortaya çıkmaktadır.

Kanunî, Kralın tahta çıktığı 1548 tarihinde, Bağdat seferindeydi ve kışlamak


için Halep’te bulunmaktaydı. Kralın ölüm haberi ve Hürrem Sultan’a gelen cevap
mektubu kendisine burada sunulmuştur. Sultan Süleyman da yeni Krala buradan bir
fetihname göndermiştir.

Türkiye'nin Varşova Büyükelçiliği'nde müsteşarlık görevinde bulunan Nejat


Uçtum ise konuyla ilgili şunları kaydetmiştir:

“Roxelan'ın (Hürrem'in) doğum yeri, o zaman bağlı bulunduğu


Leh devleti sınırları içinde olduğundan; Haseki, kendini Rus'tan ziyade
Polonyalı telâkki etmektedir. Hürrem Sultan'ın, II. Zygmund'la
yazışmalarında kullandığı ifadeler, Haseki'nin Osmanlı dış politikasında,
özellikle Cihan İmparatorluğu ile Polonya arasındaki ilişkilerde çok önemli
ve tesirli bir rol oynadığı kanaatine bizi sevk etmektedir… Bir yandan her iki
devletin çıkarları, öte yandan Hürrem'in oynadığı yapıcı rol, Osmanlı-
Lehistan münasebetlerinin mükemmel denilecek seviyede cereyan etmesine
zemin hazırlamıştır”534

Hürrem Sultan’ın ardından seferde olan Kanunî Süleyman ve kızı Mihrimah


Sultan da Kral II. Zygmund’a tebriklerini bildirmiştir. Bu tebrik mektubu şöyledir:

“Kral Hazretlerine mâlumu şerif ola ki atanuzun fevt haberi


istima olundu. Emr-i takdirin innâlillah ve innâ ileyhi râciûn ile âmil
olasız. Pâdişahlığınız mübârek bâd, âmin, bi-Rabbi’l-ibâd, istima oldukda
kalbimize behcet ve sürûr hasıl oldu ve Paşa ve Paşa Hazretlerinin
musahibi olan işbu rafî-i ruk’ai ubûdiyyet bizüm Hasan Ağa’yı mektûb-ı
muhabbet birle hâk-i pâyi şerifinize irsal olundu. Vüsûlu müyesser oldukda
eltâf-ı mâ-lâ nihâyenizden mercû ve muntazardır ki hâkipây-i şerifinize
vardıkda eğlendirmeyüb berû cânibe göndermesine himmet ve inayet
oluna. Bâki, hemişe ömr-i devlet kâim ve dâim bâd, bi-Rabb’il-ibâd.

535
Ez’afü’l-fakîre Hanım Sultan el-hakîre

534
Can Alpgüvenç, Hürrem Sultan’ın Lehistan Mektupları - Dış Siyasete Güç Kazandıran Haseki,
http:www.tefekkurdergisi.com sayı 46, Mayıs 2011 ( 17.09.2011)
535
Nejat R. Uçtum, Hürrem ve Mihrimah Sultanların Polonya Kralı II. Zigismund’a Yazdıkları
Mektuplar, Belleten, XLIV, 176, (Ekim 1980’den ayrı basım) s.713
152

Kral’ın cevabından sonra Hürrem Sultan bir mektup daha yazmış ve mektubun
yanında bazı hediyeler de göndermiştir. Hürrem Sultan’ın Polonya Kralına yazdığı
cevabî mektup ise şöyledir:

“Allah Kral Hazretlerinin ömrünü ziyade eylesün ve bir gününü


bin eylesün. Maruza-i fakire budur ki muhabbetnameniz gelüp vusul
buldukda şol kadar şad ve handan olup haz ettim ki kabili tabir değildir.
Mazmun-ı münifinde sıhhat ve selâmetiniz ayan ve bu mühibbe-i
muhlisinize olan iştiyak-ı muhabbetiniz ve Padişah-ı Alempenah
Hazretlerine olan meveddetiniz beyan olunmuş ki kabili tabir değildir.
Müstedam-ı ömr olup hemişe dilnüvaz olmaktan hâli olmayasız ve mektubu
şerifinizde olan muhabbetleri ve Hasan kulum takrir ettiğü dostlukları
cana minnet bilüp Padişah Hazretlerine arz ettikten sonra Padişah-ı
Alempenah Hazretleri, şol kadar hazzetmiş ki kabili tabir değildir. Etmiş ki
Koca Kral bizim ile iki kardeş gibi idi. İnşaallahurrahman bu kral ile ata
ile oğul gibi olalım demiş ve bu sürurdan hükmü şerif emr edüp kulum
Hasan’ı hâki payı şerifinize irsal eyledi ve Kral Hazretleri malum-ı şerif ola
ki Padişah yanında her ne husus için ki sizlerden fikr olunursa olkadar
sizleri hayırla zikretmeği cana minnet bilürüz. Bu dostluğa binaen mektub-
ı muhabbet tehi dest olmamağ içün iki çift don ve göğnek uçkuru ile ve altı
dane destimal ve bir dane el yüz makraması gönderildi. Bohçası ile mazur
buyurasız. Zira sizlere lâyık esvab gönderilmedi. İnşaallahurrahman
şimden geru kasd ile işledelüm. Baki, hemişe ömr-i devlet müstedam bad,
bi-Rabbi’l-ibad.

El-fakirü’l-hakire, Haseki Sultan”536

İkinci mektubun içeriği:

“Kralın Hürrem Sultan’a olan iştiyak ve muhabbeti ile Cihan


Padişahına olan sevgi ve bağlılığından duyulan memnunluk mektupta
belirtilmekte ve kulu Hasan’ın getirdiği haberlerin Padişah’a arz edildiği
bildirilmektedir. Bu durumdan Padişah’ın çok memnun olduğu, ölen Kralla
iki kardeş gibiydik, inşallah bu Kralla da ata oğul gibi oluruz dediği
nakledilmektedir. Padişah’ın yanında ne zaman isminiz zikrolunsa sizi o

536
Uçtum, Hürrem ve Mihrimah Sultanların Polonya Kralı II. Zigismund’a Yazdıkları Mektuplar, s.713;
Taşkıran, Haseki Hürrem Sultanın Polonya Arşivindeki İki Mektubu Hakkında, s. 340.
153

kadar hayırla yad etmeyi cana minnet biliriz, dedikten sonra gönderdiği
hediyelerden bahsetmektedir.”537

Hürrem Sultan’ın gönderdiği mektuplardan birincisine baktığımızda,


Kanunî’nin seferde olduğu bir döneme rastlaması nedeniyle kendi insiyatifi ile yazılmış
olduğu tahmin edilmektedir. Çünkü Kanunî, Kral II. Zigismund’a 1549 tarihinde
fetihname göndermiştir. Hürrem Sultan’ın bu tarihten bir sene önce kaleme aldığı
mektup, eşi seferdeyken dış ilişkiler de dahil olmak üzere devlet işlerinde kendi başına
kararlar alabildiğini düşündürmektedir.538

4.3. Mihrimah Sultan’ın Mektupları

Kanunî döneminin nüfuzlu hanım sultanlarının başında annesi Hafsa Sultan ve


eşi Hürrem Sultan gelmektedir. Bu sultanlar kadar kıymetli bir başka hanım ise
İmparatorun biricik kızı Mihrimah Sultan idi. Yine İbrahim Paşa’nın eşi Hatice Sultan,
Lütfi Paşa’nın eşi Şahı Huban Sultan da dönemin önde gelen hanım sultanlarındandır.
Hürrem Sultan’ın ölümü Kanunî’yi çok sarsmıştı. Padişahın tesellisi, hareketleri
ve sözleriyle annesine benzeyen kızı Mihrimah Sultan’dı. Çıkacağı seferlerde, yapacağı
işlerde kızının fikrini soran Padişah, oğullarından ve beylerbeylerinden gelen
mektupları da ona okutmuştur.539
Uluçay, Mihrimah Sultan’a ait mektuplardan yedi tanesinin önemli kısımlarını
yayınlamış ve bu mektuplarda Hürrem Sultan’ın politikasının ve üslubunun tesirlerini
ortaya koymuştur. Babasına yazdığı mektubunda şöyle yazılıdır:

“Yüz yere koyub sa’âdetlü Sultanum Hazretlerinin mübârek hâk-i


pây-i şeriflerine yüzler sürmekten sonra benüm devletlim ve sa’âdetim
penâhım, mesnedim, padişahum, sultanum hazretlerinin mübârek mizac-ı
şerifleri hemişe sıhhatte ve selâmette olub mübârek vücud-ı şerifiniz hak ve
hatalardan beklesün, hak suphanehu ve taalâ mübârek mizac-ı şerifinize
kuvvetler verüb sıhhatli günler müyesser ede. Benüm Padişâhum, Allah u
Teâlâ bir merhum validem Sultan hazretlerinin ruh-ı şeriflerinin rahmet
ile şâd edüb makamı cennet ola. Ve saâdetlü sultanum hazretlrinin Allah u
Teâlâ bir günün bin edüb saye-i saadetün biz bî-çârelerin üzerinden eksük
etmesün dünyada heman saâdetlü sultanum sağ olsun, sıhhat selâmet üzre

537
Taşkıran, Haseki Hürrem Sultanın Polonya Arşivindeki İki Mektubu Hakkında, s.338.
538
Uçtum, Hürrem ve Mihrimah Sultanların Polonya Kralı II. Zigismund’a Yazdıkları Mektuplar, s.715;
Taşkıran, Haseki Hürrem Sultanın Polonya Arşivindeki İki Mektubu Hakkında, s. 344.
539
Uluçay, Harem’den Mektuplar, s. 88.
154

olasız benüm panâhım, padişâhum ben bî-çârencariyen mübârek ayağınız


türâbına yüzler sürmek müyesser ola âmin. Benüm saâdetüm, penâhım,
pâdişâhum, mesnedim, Alllah u Teâlâ hayırlar verüb bir günün bin ola ve
bî-çâren câriyen mübârek hâk-i pây-i şerife yüzler sürer, nedemek lâzım.540

Mihrimah Sultan, eşi Rüstem Paşa ile birlikte annaesi Hürrem Sultan’ın
tarafında yer alarak Bayezid’in tahta geçmesi için çalışırken; annesinin ölümü ve
Bayezid’in hırçın tavırları yüzünden saf değiştirmişti. Esasen babası da Selim’i
destekliyordu. Bu hususu babasına yazdığı şu mektuptan anlamaktayız:

“Mübârek mektûb-ı sa’âdetde buyrulmuş; sana Selim Han’dan


gelen kâğıdı gönderdüm. Cevâbın göndermedin. Sa’âdetlü sultânum,
Pâdişâhum, ben hâk-i pâyün câriyen, özürün kabul edüb küstahlığum afv
buyurasız. Sultânum sağ olsun, sa’âdetlü Sultânumdan mektûb-ı sa’âdet
geldikde câriyen hâşâ hamâmda idüm, kâğıdı ağıdub yazmış idüm.
Sultânum hâk-ı pây-ı sa’âdete kâğıd yazmağa sonra akşam oldmağın
yazamadum. Dünyâda olur mı ermiyen sa’âdetlü Sultânuma cevâb
yazmıya. Vallahi sa’âdetlü sultânum. Sultân Selim’in kâğıdın okuduğumda
aklum gide yazdı. Demiş ki ben câriyen kağıd gönderdüm. Vallahi Allah
hakkıyçün, Resulullah hürmetiyçün, yevm-i mâhşerde şefâ’atdan mâhrum
kalayum, ni’met-i şerîfin hakkıyçün yokdur. Ben anlara kâğıd
göndermedüm, kızların gönderdi deyo[r]. Allah bilür sultânum, vallahi bu
gece teşvişten asla uyumadum, hem dünyâda olur mu ki sa’âdetlü
sultânum emr-i şerîfi olmayınca ben haber gönderem.. ben hâk-i pâyün ne
haddi, ne vücudu var. Benüm sa’âdetlü Sultânum, Allah hakkıyçün heman
ol gün hâk-i pây-i sa’âdete arz etdiğüm gibi olmışdur, hiç haberüm yokdur.
Sonra Hüma Şah’dan işitdüm ol hatun anda söylemiş…”

Kanunî Sultan Süleyman çok sevdiği kızı Mihrimah’a yaptığı işlerde ve


seferlerde danışmış, oğullarının arası açıldığında arabuluculuk görevini de yine kızına
vermiştir.541 Mihrimah Sultan, Bayezid’in mektubu hakkında fikirlerini soran Padişah’a
şöyle bilgi vermektedir:
“Benüm Sultânum, benüm Pâdişahum, Sultân Bayezid’in gelen
kâğıdların gönderilmiş, gördüm, buyurmuşsız, “Bunun kâğıdından ne
anladın” deyu. Sa’âdetlü Pâdişâhum ben bî-çâren dahı bilmezem, nesne
anlamadum. Heman inâyet-i Hakk erişüb, gönlüne rahmet bırağub,
Sulâtnum Hazretlerinin rızay-ı şerîflerin gözleyüb gide. Sultânum kim

540
Uluçay, Harem’den Mektuplar, s.88-89, (Topkapı Sarayı Arşivi nr. E. 9186)
541
Uluçay, Harem’den Mektuplar, s. 88.
155

bilür gider ola, bilmezem. Sultânum, etdiğinüz güzel yüzden gayri olmaz.
Allahu Teâlâ bir günün bin eylesün. Dâr kirasın virüb, kış harcın, arpa,
saman inâyet uyurdunuz. İnşallah aklın başına devşirüb gide. Benüm
Pâdişâhum. Allahü Teâlâ hayırlara vire. Emr-i şerîfün üzre bir muhkem
kâğıd dahi yazdum, denmedik söz komadum, inşâallah nasihat kabul ide,
iyilikler ile sancağa gide. Sultânum, sa’âdetlü Pâdişahum, heman yollayın,
Sultânum Hazretlerinin mektûb-ı şerîfile amel edüb emrinüz duta.
Sa’âdetlü Sultânum, vallâhi hayrân-ı sergerdânum, bilmezem ne
diyeceğüm… heman sa’âdetlü sultânum kâğıdı kati yavaşlık ile yazmıyasız,
bir mikdar pekçe yazasız, Sultânum yavaşlık ile dahı yazın, âhirinde pekçe
yazun. İnşâallah emr-i şerîfin duta. Ben câriyene gelen kâğıdları istemişsiz,
benüm Sultânum bana gelen kâğıda nesne yokdur, yine evvelki sözdür,
emr-i şerîf üzre kâğıdları gönderdüm…”542

Mektubun sadeleştirilmiş hali ise şu şekildedir:

“Benim Sultanım, benim Padişahım, Sultan Bayezid’den gelen


kağıdları göndermişsiniz, gördüm. “Bunun kağıdından ne anladın?” diye
buyurmuşsunuz. Saadetli Sultanım ben biçaren dahi bilmem, nesne
anlamadım. Hemen inayeti Hakk erişip, gönlüne rahmet bırakıp, Sultanım
Hazretlerinin rızay-ı şeriflerin gözleyip gide. Sultanım kim bilir belki gider,
bilmezem. Sultanım ettiğiniz güzel yüzden gayri olmaz. Allahu Teala bir
günün bin eylesin. Dâr kirasın verip, kış harcını, arpa saman inayet
buyurdunuz. İnşallah aklını başına devşirip gider. Benim Padişahım Allahu
Teala hayırlara versin. Emr-i şerifin üzre bir muhkem kağıd dahi yazdım,
denmedik söz komadım, inşallah nasihat kabul eder, iyiylikler ile sancağa
gider. Sultanım, saadetli Padişahım, hemen yollayın. Sultanım Hazretlerinin
mektub-u şerifi ile amel edip emriniz tutar. Saadetli Sultanım vallahi hayran-ı
sergerdanım, ne diyeceğimi bilmem… Hemen saadetli Sultanım kağıdı kati
yavaşlık ile yazmıyasınız, bir miktar sertçe yazasınız; Sultanım yumuşaklık
ile yazın, sonrasında sertçe yazın. İnşallah emr-i şerifin tutar. Ben cariyene
gelen kağıtları istemişsiniz, benim Sultanım bana gelen kağıda nesne yoktur.
Yine evvelki sözdür, emr-i şerifiniz üzre kağıdları gönderdim…” 543

Şehzade Bayezid, babasının emirlerini, ablasının tavsiyelerini ve kendisine


gönderilen elçileri dinlememiş hatta babasına küstahlığa varacak ifadeler yazmıştır.

542
Uluçay, Harem’den Mektuplar, s.89, (Topkapı Sarayı Arşivi No: E.5859)
543
Uluçay, Harem’den Mektuplar, s.88-89, (Topkapı Sarayı Arşivi No: E.5859)
156

Kanunî bu konuda da Mihrimah Sultan’a fikirlerini sormuş, o da şu cevabî mektubu


yazmıştır:

“… Sa’âdetlü sultânuma yamân satan ser-nigûn olub, dünyâ ve


âhiretde berhudâr olmıya, civân-merkola, işi rast gemliye, ne fikrederse
kendüsine uğraya. Hak Muhammed Mustafa, âmin. Benüm sa’âdetlü
Sultânum Alllah hakkı içün bu olmıyası, öyle hareket edeni neyleyüb
nideceğüm bilmezem. Hususâ sa’âdetlü sultânum hazretlerinin darılub, bî-
huzûr olduğunuza hâlüm heman Allah bilür, benüm Sa’âdetim, karıncanın
kanadıdur zevâli, inine üren itin nola hâli, benüm sa’âdetüm zevâli
gelmişdür. İnşâallahu Teâlâ, bir günün bin eylesün, hatalardan beklesün
sâye-i sa’âdetün müslümânlar üzerinden ve biz bî-çârelerin üzerinden
eksük etmesün. Benüm sa’âdetüm penâhım, Hakk rızâsıyçün olsun,
mübârek kalbi şerîfinüze çok dağdağa vermiyesiz. İnşâallah evliyalar
himmetiyle takdîre muvâfık gelmeyüb, cem’iyeti Hakk dağıda…”544

Mihrimah Sultan’ın günlük devlet işlerinde de söz sahibi olduğu, babasına


yazdığı bir diğer mektubundan anlaşılmaktadır:

“Kapu Ağası kulunuz haber gönderüb Kadîri Çelebi’nin evleri ki,


şimdi Molla Çelebi derler, bir müderrisin evidir, icazet versin satmasına
deyu. Sultanum sağ olsun, evler benüm değüldür, satması benüm icazetim
ile ola. Ol evler değil, oturduğum evler olsa saadetlü Sultânum emr-i
şerifiniz oldukda canım yoluna kurban. Bu evler Yeniçeri Ağasının
evlerine divar bir muttasıl evler olub bir yıldan ziyadedir ki, ben cariyene
düşüb bu evleri almak murad edünüb evlerine katmıya. Ben cariyen de
ânın içün bu Müderristen evleri istedik virmedi.

Ayrık bundan gayrı söz olmadı. Allah bilür şimdi saadetli


Sultânum isteye beni araya koya, ol icazet vermeyince vermezem diye,
Allah bilür ki, bu haberi işiddikde şöyle helak oldum. Ben hâk-i pâyinin ne
vücudu ola ki. Saadetlü Sultânum gamımdan nice olduğumu bilmezem.
Benüm kurban olduğum saadetli Pâdişahım bir nesne murad edince ben
cariyen manidir deyu, hâk-i pây-i şerife arz edeler, benim ne haddimdir ve
ne vücudum ola. Hulâsa hiç medhalim olmıya, ben câriyen de olsa. Canım
başım yoluna kurban olsun, kande kaldı ki benim Saadetim, hâk-i pâyi
şerifden niyazım budur ki, itimad olunmıya; Vallah tasamdan niceyim
bilmezem. Benim kurban olduğum Müderris sözüne itimad olunmıya.

544
Topkapı Sarayı Arşivi No: E.5859.
157

Benim Saadetim, Sultanım ol ki vâki olmuşdur, hâk-i pây-i saadete


arz olundu. Sultânım heman sağ olsun, benim bu fena dünyada
Sultânımdan maada ümidim, penâhım, mesnedim yokdur..”545

Mektupta Yeniçeri Ağasının evine bitişik bir evin satın alınması ve bu konuda
Mihrimah Sultan’ın aracı olduğundan bahsedilmektedir. Mihrimah Sultan ise babasına
yazdığı mektupta bunun doğru olmadığını anlatmaktadır.

Kanunî’nin biricik kızı Mihrimâh Sultân’dan babasına gönderilmiş yedi


mektûb vardır. Onun da çoğu Hürrem Sultanın ölümünden sonra yazılmıştır. Tıpkı
bunlar da annesi Hürrem Sultan’ın ki gibi: “Yüz yere koyub sa’âdetlü Sultânum
Hazretlerinin hâk-i pây-i şerîflerine yüz sürdükten sonra…” diye başlıyor, babasının
sihhatini soruyor, anasına rahmet diliyor, sonra da kendisinden bahsediyor. Mihrimâh
Sultânın imzası “El-fakîrü’l-hakîr câriyen Mihrimâh” şeklindedir. (No. E. 9186)546

Diğer bir mektûbunda şunlar yazılıdır:

“… Benüm sa’âdetlü Sultânum, Ayas Paşa göndermiş bir ademi


getirüb sa’âdetlü Sultânum Hazretlerinin mübârek hâk-i pây-i
sa’âdetlerine gönderdüm. Benüm Pâdişâhum, Allahü Teâlâ bir günün bin
eylesün. Sa’âdetlü Sultânuma yamân nazar eden sernigûn olsun, benüm
Pâdişâhum, berhüdâr olmasun. Sa’âdetüm; bu kâğıdı Erzurum’a vardığun
vakit, Ayas Paşa’ya göndermiş, sa’âdetlü Sultânumın kâğıdını Sultân
Selim’e vermişler, bunı âdemisi ile göndermiş. Sa’âdetüm, dünyada heman
sa’âdetlü Sultânum sağ olsun, bir günün bin olsun. Benüm sa’âdetlü
Sultânum yoluna kurban olduğum pâdişâhum, hatır-ı şerîfe gelmesün ki,
kâğıdları nesne için gönderildi. Resûlüllâh ruhiyçün heman sa’âdetlü
Sultânum Hazretlerinin malûm-ı şeriîfleri olsun. Zirâ ki, bir nesnem
yoktur ki, sa’âdetlü Sultânum Hazretlerinin mübârek ayakları türâbına
ma’lum olmıya…”547

Mihrimah Sultan, sadece babasına değil kardeşleri Selim ve Bayezid’e de


mektuplar yazmıştır. Hatta yukarıda da zikredildiği gibi Polonya Kralı II. Zigismund’a
bile mektup yazmıştır.

545
Uluçay, Harem’den Mektuplar, s.91, (Topkapı Sarayı Arşivi No: E.5859)
546
Uluçay, Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları, s. 68-69.
547
Topkapı Sarayı Arşivi No: E.5859.
158

Hafsa Valide Sultan’ın mektuplarında oğlunun kendisini İstanbul’a en kısa


zamanda aldırması için hatırlatmalar mevcut bulunmaktadır. Daha sonra yazdığı
mektuplarda ise ihtiyaç sahibi olan akrabalarının durumlarını bildirip gerekenin
yapılmasını istemektedir.

Hürrem Sultan mektuplarında Kanunî’ye olan sevgisini, onun ayrılığından


duyduğu özlemi dile getirmektedir. Ayrıca devlet işleriyle ilgili konuları, payitahttan
haberleri ve isteklerini de Padişah’a bildirmiştir.

Mihrimah Sultan da mektuplarında annesinin üslubunu muhafaza etmekle


beraber, genellikle devletin işleri ve kardeşlerinin arasındaki meselelerle ilgili
konulardan bahsetmektedir.
159

SONUÇ

Kanunî Sultan Süleyman’ın en yakınındaki Hanım Sultanları inceleyen bu


çalışmamızda, Hanım Sultanlar ve bilhassa Hürrem Sultan’la ilgili oluşan genel
kanatlerin doğruluk dercesini bulmaya ve onlar hakkında malumat vermeye çalıştık.

Sultan Süleyman, çoğu konuda karar alırken çevresinde bulunanlara danışmış ve


onların fikirlerinden faydalanmıştır. Bir kimsenin karar alırken çevresindekilerin fikrini
alması aslında son derece normaldir. Ancak bunu yapan bir padişah, fikirleri alınanlar,
yakınındaki hanımlar ve konu da devlet idaresi olunca sonuç kadınlar saltanatı olarak
nitelendirilmiştir.

Annesi Hafsa Sultan’ın, oğlu üzerinde başta yetişmesi olmak üzere çok önemli
bir tesire sahip olduğu inkâr edilemez. Oğlu sancağa çıkınca onunla birlikte gitmiş ve
oğlunun haremini ömrünün sonuna kadar idare etmiştir. Hafsa Sultan, hanedan ailesinin
yönetimi hususunda olduğu kadar, zor durumda kalan yakınlarına yardım etme gibi
konularda da Padişah’ın aldığı kararlarda etkili olmuştur.

Hürrem Sultan, Saray’a gelip Kanunî Sultan Süleyman’ın gözdesi olmayı


başardıktan sonra belki şansının belki de aklının sayesinde günden güne yerini
sağlamlaştırmış, Padişah’a verdiği evlatlarla Hasekiliğe yükselmiştir. Hükümdarı
kendisine nikâh kıymaya razı etmiş ve Valide Sultan’ın vefatının ardından Haremin ve
Kanunî Sultan Süleyman’ın gönlünün tek hakimi olarak pek çok ilklere imza atmıştır.
Padişah nikâh kıymak için önce Hürrem Sultan’ı azad etmiş sonra geleneklerin dışına
çıkarak nikâhlı eşi yapmıştır. Hürrem Sultan, şehzadeleriyle birlikte sancağa çıkmamış
eşinin yanından ömrü boyunca ayrılmamıştır. Devlet idaresi ile ilgili alınan kararlarda
tesiri olmuş hatta İbrahim Paşa, Şehzade Mustafa gibi kendisi ve evlatları için tehdit
oluşturan kişilerin ölümlerinde pay sahibi olduğu pek çok tarihçi tarafından kabul
edilmiştir. Ayrıca günümüze ulaşan mektuplarına baktığımızda diğer devletlerle olan
ilişkilerde de etkin bir rolü olduğu anlaşılmaktadır.
160

Mihrimah Sultan, babasının tek kız evladı olarak aldığı terbiye ve iyi eğitimle
tam bir Hanım Sultan olarak yetişmiş, büyüdüğünde annesinin en önemli desteği
olmuştur. Kanunî, kızının fikirlerine değer vermiş ve bilhassa Hürrem Sultan’ın
vefatından sonra kızı adeta onun danışmanı olmuştur. Mihrimah Sultan, Rüstem Paşa ile
evlendirilmiştir. Fakat padişah kızlarının evlenince, eşlerinin beylerbeyi olarak İstanbul
dışında görevlendirilmeleri geleneğine uyulmayarak, payitahtta kalmıştır. Rüstem Paşa
Diyarbekir Beylerbeyliğinden alınmış ve Kubbe Veziri olarak Sarayda
görevlendirilmiştir. Sonrasında Veziriazam olmuş ve iki dönem halinde 13 sene
sadrazamlık yapmıştır. Rüstem Paşa’nın da eşi Mihrimah Sultan ve kayınvalidesi
Hürrem Sultan’la birlikte hareket ettiği pek çok tarihçinin genel kanaatidir. Hatta
Hürrem Sultan’ın, Şehzade Mustafa’nın ölümünün ardından, görevinden alınan Rüstem
Paşa’nın cezalandırılmaması için Padişah’a mektup yazdığı bilinmektedir. Mihrimah
Sultan, Şehzade Selim ve Bayezid arasındaki mücadelede etkin bir rol oynamıştır.
Babasının isteği doğrultusunda kardeşleriyle yaptığı yazışmalar ve bu yazışmalarla ilgili
Padişah’a verdiği bilgiler günümüze kadar ulaşmıştır.

Sonuç olarak şunu diyebiliriz, kişiler söz konusu olduğunda kesin yargılarla iyi
veya kötü şeklinde hüküm vermek doğru olmaz. Hele bizden beş asır önce yaşamış
insanlar hakkında yargılayıcı bir tavır sergileyemeyiz. Sultan Süleyman evlat katiliydi,
Hürrem Sultan entrikacıydı, Rüstem Paşa rüşvetçi ve işbirlikçiydi gibi nitelemelerde
bulunmak, tarihe mal olmuş, hayır eserleriyle ismini bu güne kadar canlı tutmuş bu
kimselere haksızlık olduğu gibi bilimselliğe de uygun düşmez.
161

BİBLİYOGRAFYA

Kitaplar

Afyoncu, Erhan, Muhteşem Süleyman -Kanunî Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan-, Yeditepe
Yayınevi, İstanbul 2011.

Akgündüz Ahmet ve Said Öztürk, 700. Yılında Bilinmeyen Osmanlı, Osmanlı Araştırmaları
Vakfı, İstanbul 1999.

Akgündüz Ahmet, Sarayda Harem, Hayat Yayınları, İstanbul 2011.

Osmanlı’da Harem (İslam Hukukunda Kölelik Cariyelik Meselesi), Osmanlı


Araştırmaları Vakfı, İstanbul 2006. (I. Basım)

Aksun, Ziya Nur, Osmanlı Tarihi, c. I, Ötüken yayınları, İstanbul 1994.

Altınay, Ahmet Refik, Kadınlar Saltanatı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Ankara 2005.

Osmanlı Kumandanları, Timaş Yayınları, İstanbul 2005.

Ali Seydi Bey, Teşrifat ve Teşkilatımız, (Tahkik: Niyazi Ahmed Banoğlu),Tercüman


Gazetesi Kervan Kitapçılık, İstanbul, t.y.

Alderson, Anthony Dolphin, (Özgün adı: The Structure of Ottoman Dynasty), Bütün
Yönleriyle Osmanlı Hanedanı, Çev. Şefaettin Severcan, , Yayına hazırlayan: Mustafa
Armağan, Yeni Şafak Yayınları, İstanbul 1999.

Alpgüvenç, Can, Hayırda Yarışan Hanım Sultanlar, Kaynak Yayınları, İzmir 2010.

Altındal, Meral, Osmanlı’da Harem, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul 1993.

And, Metin, Kırk Gün Kırk Gece, Taç Yayınları, İstanbul 1959.

Armağan, Mustafa, Osmanlı’nın Mahrem Tarihi -Bilinmeyen Yönleriyle Osmanlı Padişahları-,


Timaş Yayınları, İstanbul 2008.

Aşıkpaşazâde, Aşıkpaşazade Tarihi, (Haz. Nihal Atsız) MEB Yayınları, İstanbul 1992.
162

Atâi, Nev’izâde Atâullah (Atâi), Şakaik-ı Nu’maniye ve Zeyilleri: Hadaiku’l-Hfî Tekmileti’ş-


Şakaik,c.II, (Haz. Abdülkadir Özcan), Çağrı Yayınları, İstanbul 1989.

Burak, Ertuğrul, Cariyeler Saltanatı, Çatı yayıncılık, İstanbul 2010.

Busbecq, Ogier Ghiselin De, Türkiyeyi Böyle Gördüm, (Haz. Aysel Kurutluoğlu), Tercüman
1001 Temel Eser, İstanbul t.y.

Türkiye Mektupları, 1555-1562, İstanbul 1939.

Carım, Fuat, Kanunî Devrinde, İstanbul, İstanbul 1964.

Celâl-zâde Mustafa Çelebi, Tabakâtü’l-Memâlik, Haz: Ayhan Yılmaz), Kariyer Yayıncılık,


İstanbul 2001.

Tabakâtü’l-Memâlik ve Derecâtü’l-Mesâlik, İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi,


Nadir Eserler Bölümü, No: 5997.

Clot, Andre, Muhteşem Süleyman, (Çev. Turhan Ilgaz), Milliyet Yayınları, İstanbul 1994.

Danışman, Zuhuri, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi c. VII; İkinci Kısım Birinci Süleyman
(Kanunî Süleyman), İstanbul, Zuhuri Danışman Yayınevi, Yeni Matbaa, 1965.

Osmanlı Padişahları Serisi II, Zuhuri Danışman Yayınevi, İstanbul 1971.

Danişmend, İsmail Hâmi, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi c.II, Türkiye Yayınevi, İstanbul
1971.

Downey, Fairfox, Muhteşem Süleyman, (Çev. Ali Kemali Aksüt), Halk Basımevi, İstanbul
1936.

Kanunî Sultan Süleyman: Solmon le magnifique, (Çev: Enis Behiç Koryürek), MEB
Yayınları, Ankara 1950.

El- Mekki, Kutbeddin Muhammed b. Muhammed el-Mekkî en-Nehrevânî (1511-1582?)


“Fevâidü’s-seniyye fi’l-rıhleti’l medeniye ve’-rumiyye”, Beyazıt Devlet Kütüphanesi
Veliyüddin Efendi 2440, Süleymaniye Kütüphanesi Mikrofilm Arşivi No: 1840
163

Eminoğlu, Kamil, “Osmanlılarda Vakıf Anlayışı”, Osmanlıda Kültürel Hayat, (Der. Fatih
Akçe), Işık Yayınları, İzmir 2006.

Es’ad Efendi, Nişancı Tarihi, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, (nr. D. 5290; E. 3362; D. 2497)

Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, çev: Mehmed Zıllioğlu, Türkçeleştiren: Zuhuri
Danışman (2 Baskı), Danışman Yayınevi, c. 1, İstanbul 1971.

Feridun Ahmed Bey, Mecmua-i Münşeâtü’s-selâtin, Takvimhane-i Âmire, c. 2, İstanbul 1274-


1275.

Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevarih, c. V, (Haz. İsmet Parmaksızoğlu), Kültür Bakanlığı


Yayınları: 301, Ankara 1999.

Gardel, Louis, Sevenlerin Şafağı, (Çev. Ümit Moran Altan), Can Yayınları, 2. Baskı, İstanbul
1998.

Hammer, J. Von, Devlet-i Osmaniye Tarihi, c. V, (Çev. Mehmet Atâ), Selânik Matbaası,
İstanbul 1330.

İbn Kemâl, Tevarih-i Al-i Osman, I. Defter, (Haz. Şerafettin Turan), TTK Yayınları, Ankara
1970.

İsen, Mustafa, Acıyı Bal Eylemek, Türk Edebiyatında Mersiye, Akçağ Yayınları, Ankara 1993.

Kandemir, Dimitri, Osmanlı İmparatorluğunun Yükseliş ve Çöküş Tarihi (1), Çağ Pazarlama
A.Ş. 1998, (İçişleri Bakanlığı Kayıt No: 10149).

Kocatürk, Vasfi Mahir, Osmanlı Padişahları, Edebiyat Yayınevi, 6. Baskı, Ankara 1968.

Koçi Bey, Koçi Bey Risalesi, (sadeleştiren. Zuhuri Danışman), Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları: 609, 1000 Temel Eser Dizisi:115, Sevinç Matbaası, Ankara 1985.

Kunt, Metin, “Sultan Süleyman ve Nikris”, (Haz. Özlem Kumrular), Kitap Yayınevi, İstanbul
2007.

Kunt, Metin ve Hüseyin Gazi Yurdaydın, Türk Tarihi-2 Osmanlı Devleti 1300-1600, (Yayın
Yönetmeni: Sina Aksin), Milliyet Yayınları, İstanbul 1990.
164

Küçük Nişancı, Târih-i Mehmed Paşa, İstanbul 1279.

Lamartine, Alphonse de, Osmanlı Tarihi I, (Çev. Serhat Bayram), Tarihi ve Edebi Eserler
Komisyonu, Sabah Gazetesi Yayınları. İstanbul 1991.

Lâtîfî, Enisü’l- Fusaha ve Evsaf-ı İbrahim Paşa, (Haz. Ahmet Sevgi), Selçuk Üniversitesi
Yayınları, Konya 1986.

Lütfi Paşa, Tevârih-i Âl-i Osman, Haz: Kayhan Atik, Kültür Bakanlığı Kültür Eserleri, Kültür
Bakanlığı Yayınları/2747, Ankara 2001.

Meram, Ali Kemal, Padişah Anaları, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 1997.

Merriman, Roger Bigelow, Suleiman the Magnificent, (1520-1566), Harvard University, 1944.

Miller, Barnette, The Palace school of Muhammad the Conqueror, Harvard University Press,
1941.

Mumcu, Ahmet, Osmanlı Devletinde Rüşvet (Özellikle Adli Rüşvet), Ankara Üniversitesi,
Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara 1969.

Mustafa b. Ahmed Âli, Künhü’l-ahbâr (basılmamış kısım), Halet Efendi 598.

Künh’ül-Ahbâr, Süleymaniye kütp. Es’ad Efendi, nr. 2162.

Künhü’l-ahbar, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, tarih yok, nr. 5959.

Müneccimbaşı, Sahâ'ifü'l-Ahbâr fî Vekâyi'il-A'sâr (Çev. İsmail Erünsal), Tercüman 1001


Temel Eser (tarihsiz).

Nişancı Es’ad Efendi, Nişancı Tarihi, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi.

Ortaylı İlber, Mekânlar ve Olaylarıyla Topkapı Sarayı, Bank Asya Kültür Hizmetleri No:5,
Kaynak Yayınları, İstanbul 2007.

Öztuna, Yılmaz, Başlangıcından Zamanımıza Kadar Türkiye Tarihi, Hayat Kitapları - 37, Tarih
Serisi I, VI, Hayat Yayınları, İstanbul 1965.

Devletler ve Hanedanlar, c. II, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 2005.


165

Kanunî Sultan Süleyman, Kültür Bakanlığı Yayınları: 1049, Ankara 1989.

Pazan, İbrahim, Padişah Anneleri- Eserleriyle Valide Sultanlar-, I. Baskı, Bâbıâli Kültür
Yayınevi, İstanbul 2007.

Peçevi, İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi, (Haz: Prof. Dr. Bekir Sıtkı Baykal), Kültür Bakanlığı
Yayınları (Adnan Ötüken Kütüphanesi Demirbaş no:238196), Ankara 1981.

Târih-i Peçevî, İstanbul 1283.

Peirce, Leslie P., Harem-i Hümayun, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2002.

Penzer, Norman Mosley, The Harem, Harrap, London 1936.

Rüstem Paşa, Rüstem Paşa Tarihi (Tevârih-i Âl-i Osman), İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi,
t.y.

Sakaoğlu, Necdet, Bu Mülkün Sultanları 6 Osmanlı Padişahı, Oğlak Bilimsel Kitaplar, İstanbul
1999.

Sander, Oral, Siyasi Tarih ( İlkçağlardan 1918’e), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 2007.

Selanikî, Tarih-i Selânikî, Matbaa-i Amire, İstanbul 1281.

Severcan, Şefaettin, Kemal Paşa-zâde Tevarih-i Âl-i Osman X. Defter, TTK, Ankara 1996.

Sevinç, Nedret, Osmanlılarda Sosyo-Ekonomik Yapı, Kutsun Yayınevi, İstanbul 1978.

Solakzade, Mehmed Hemdemi Çelebi, Solak-zâde Tarihi II, (Haz. Vahid Çabuk), Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara 1989.

Stircea, Viorica, Kanunî Sultan Süleyman’ın Gözdesi Hürrem Sultan, (Çev. Selim Mehmet),
Roman Dizisi:22, Milliyet Yayınları, İstanbul 1972.

Süreyya, Mehmed, Sicill-i Osmanî I, Matbaa-i Âmire, İstanbul 1308.

Şapolyo, Enver Behram, Osmanlı Sultanları Tarihi, Rafet Zaimler Yayınevi, İstanbul 1961.
166

Tan, Turhan, Hürrem Sultan, Cumhuriyet Basımevi, İstanbul 1973.

Tarım, Zeynep Ertuğ, XVI. Yüzyıl Osmanlı Devletinde Cülus ve Cenaze Törenleri, Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara 1999.

Taşkıran, Nimet, Hasekinin Kitabı: İstanbul Haseki Külliyesi Cami-Medrese-İmaret-Sübyan


Mektebi-Darüş-şifa ve Yeni Haseki Hastanesi, Haseki Hastanesini Kalkındırma Derneği
Yayınları, no:6, Yenilik Basımevi, İstanbul 1972.

Tekinoğlu, Hüseyin, Muhteşem Süleyman Yönetim ve Liderlik Sırları, Kum Saati Yayınları,
İstanbul 2005.

Tektaş, Nazım, Kanunî (Muhteşem Yüzyıl’ın Mimarı Sultan Süleyman), Çatı Yayınları, İstanbul
2011.

Pargalı İbrahim (Muhteşem Süleyman’ın Muhteşem Veziri), Çatı Yayınları, İstanbul


2011.

Tuğlacı, Pars, Osmanlı Saray Kadınları, Türkiye’de Kadın: The Ottoman Palace Women, Cem
Yayınevi, İstanbul 1985.

Turan, Şerafettin, Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, Bilgi yayınevi, Ankara
1997.

Tülbentçi, Feridun Fazıl, Hürrem Sultan, Tarihi Roman, İnkılap ve Aka Kitabevleri, 2. Baskı,
İstanbul 1978.

Uluçay, M. Çağatay, Haremden Mektuplar I, Vakit Matbaası, İstanbul 1956.

“Kanunî Sultan Süleyman ve Ailesi İle İlgili Bazı Notlar ve Vesikalar” Kanunî
Armağanı, Ankara 1970.

Padişahın Kadınları ve Kızları, VII. Dizi, sayı 63, TTK Yayınları, Ankara 1980.

Padişahın Kadınları ve Kızları, TTK Yayınları, Ankara 1985.

Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları, Tarih Dünyası Mecmuası Yayınlarından 2, Şaka


Matbaası, İstanbul 1950.
167

Osmanlı Saraylarında Harem Hayatının İçyüzü, İnkılap Kitabevi (İstanbul Tan


Matbaası), İstanbul 1959.

Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi (İstanbul’un Fethinden Kanunî Sultan Süleyman’ın
Ölümüne Kadar), XIII. Dizi, c.II, 4. Baskı, TTK Yayınları, Ankara 1983.

Osmanlı Tarihi II, TTK Basımevi, Ankara 1975.

Dünya Tarihi - Osmanlı Tarihi, XIII. Dizi Osmanlı Tarihi, c.II, Yirmiyedinci Bölüm
“Şehzadeler Vakası”, TTK Basımevi, Ankara 1975.

Yaşar, Hasan Ali, Dünyaya Yön Veren Osmanlı Sultanları-Kanunî Sultan Süleyman, Yasin
Yayınevi, İstanbul 2002.

Yılmaz, Ömer Faruk, Belgelerle Osmanlı Tarihi, c.II, Osmanlı Yayınları, İstanbul 1998.

Yılmaz, Muammer, Kanunî’nin Gözyaşları, Selis Kitapları, İstanbul 2010.

Yurdaydın, Hüseyin Gazi, Kanunî’nin Cülusu ve İlk Seferleri, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1961.

“Matrakçı Nasuh” Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1963.

Yücel, Yaşar ve Ali Sevim, Osmanlı Klasik Döneminin Üç Padişahı: Fatih, Yavuz, Kanunî,
Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1991.

Zıllioğlu, Mehmed, Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, c.I, (Türkçeleştiren: Zuhuri
Danışman) (2 Baskı), Danışman Yayınevi, İstanbul 1971.

Zinkeisen, Johann Wilhelm, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (1574-1623), (Çev: Nilüfer Epçeli,
Yeditepe Yayınları, İstanbul 2011.

Makaleler

Ahmet Refik (Altınay), “Hürrem Sultan’ın Son Seneleri”, Yeni Mecmua 32, (14 Şubat 1918) s.
109-111.
168

Atalar, Münir, “Osmanlı Padişahları”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c.


24 sayı. 1, Ankara 1981, s.425-459

Bahadıroğlu, Yavuz, “Erkek tarihçilerin astığı Valide Sultan: Hürrem”, (22 Şubat 2010 tarihli
Vakit gazetesindeki köşe yazısından)

Bayat, A. Haydar, “Manisa Hafsa Sultan Külliyesi ve Darü’ş-şifası”, Türk Kültürü, c. XVI,
Ankara 1978.

Bektaşoğlu, Mustafa, “Osmanlılarda Hat Sanatı”, Diyanet İlmi Dergi, c. 35, sayı 1, Ocak-Mart
1999.

Belge, Murat, “Rüstem ile Mihrimah”, Tarih ve Toplum Dergisi, sayı 37, Ocak 1987, s.29-37.

Bilkan, Ali Fuat, “Osmanlı Hanedanının Sanat Tarihçesi”, Akademik Araştırmalar Dergisi, sayı
4-5 Şubat-Temmuz 2000.

Düzbakar, Ömer, XV-XVIII. Yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nde Elçilik Geleneği ve Elçi


İaşelerinin Karşılanmasında Bursa’nın Yeri, Uludağ Üniversitesi Uluslararası Sosyal
Araştırmalar Dergisi, Sayı 2, 2009.

Eroğlu, Haldun, “Osmanlılarda İktidarın Değişim Süreci Ve Meşruiyet Sorunu”, Ankara


Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, 43, 2 (2003) 19-39.

Gökbilgin, M. Tayyib, “Kanunî Sultan Devri Başlarında Rumeli Eyaleti Livaları, Şehir ve
Kasabaları”, Belleten, c. XX, sayı 78, TTk Basımevi, Ankara 1956, s. 247-294.

“Rüstem Paşa Hakkındaki İthamlar”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih


Dergisi, c.VIII, sayı 11-12, vsk. 4.

“Kanunî Sultan Devri Başlarında Rumeli Eyaleti Livaları, Şehir ve Kasabaları”,


Belleten, c. XX, sayı 78 (1956), s. 247-294.

Guboğlu, Mihail, “Kanunî Sultan Süleyman’ın Boğdan Seferi ve Zaferi (1538M.-945H.)”,


Belleten, c.L, sayı 198 (1986), s.727-805.

İnalcık, Halil, "Osmanlılarda Saltanat Veraseti Usulü ve Türk Hakimiyet Telakkisiyle İlgisi",
Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, c. 14, No: 1, (Mart 1959), s. 73.
169

İsen, Mustafa, “Oğlunu Öldürten Sultan Süleyman’ı Şiirle Protesto; Bir Rus Cadısının Sözüne
Uydun”, NTV Dergi, Şubat Sayısı, s.26-30.

Kangal, Selmin, Savaş ve Barış, XV-XIX. Yüzyıl Osmanlı-Lehistan Münasebetleri, Vakıflar


Dergisi, Ankara 2006, Özel Sayı, s.110.

Kepecioğlu, Kamil, Kâmil Kepecioğlu, “Mahidevrân Sultan’ın Azaplı Günleri”, Vakıflar


Dergisi, II, Ankara 1942, s. 404, 406.

Tarihi Bilgiler, Vesikalar, Vakıflar Dergisi II, Ankara 1942.

Kocaaslan, Murat, “Osmanlı Sarayı’nın Mahremi: Topkapı Sarayı Haremi’nin Sınır ve


Yasakları”, Hacettepe Üniversitesi, Sanat Tarihi Bölümü, Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Ankara 2011, c. 28, sayı 2, s. 99.

Kumrular, Özlem, “İspanyol Kaynakları Işığında Kanunî’nin Alaman Seferi I: Türk Geliyor”,
Tarih ve Toplum, (Aralık-2001), Cilt 36, Sayı 216, s.27.

Önkal, Hakkı, “Şehzade Mustafa’nın Türbesinin Düşündürdükleri”, Ege Üniversitesi Türk


Dünyası İncelemeleri Dergisi, sayı II, İzmir 1997, s.115-123.

Özer, Deniz, “Hürrem Sultan’ın Gazabına Uğrayan Bir Sadrazam”,Türk Dünyası Tarih Dergisi,
İstanbul 1988, sayı 24, s.29.

Uçtum, Nejat R., “Hürrem ve Mihrümah Sultanların Polonya Kralı II. Zigsmund’a Yazdıkları
Mektuplar”, Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi, Belleten, 1980, Sayı 176, c. 44, s. 697-
715 (Mehmed Süreyya, Sicilli Osmanlı Tarihi I, 83’den alınmıştır.)

“Hürrem ve Mihrimah Sultanların Polonya Kralı II. Zigismund’a Yazdıkları Mektuplar”


Belleten, XLIV, 176 (Ekim 1980)den ayrı basım, s. 697-704.

Uluçay, M. Çağatay, “Ülkeler Fatihi Kanunî’nin Kalbini Fetheden Hürrem Sultan”, Tarihte
Güzel Kadınlar: Tarih Dünyası Mecmuası, Tarihi Eserler Serisi No: 3, t.y.

Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, “Kanunî Sultan Süleyman’ın Vezir-i Âzamı Makbul ve Maktul
İbrahim Paşa Padişah Damadı Değildi”, Belleten, c. XXIX, s.114 (Nisan 1965’den
ayrıbasım) TTK Basımevi, Ankara 1965, s. 355-361.
170

Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, “Babasından Sonra Saltanatı Elde Etmek İçin Kardeşi Selim’le
Çatışan Şehzâde Bayezit’in Amasya’da Babası Kanunî Sultan Süleyman’a Göndermiş
Olduğu Arizâ”, Belleten, c. XXIV, TTK Basımevi, Ankara 1960, s. 597-600.

Behçet Ünsal, “İstanbul Türbeleri Üzerinde Stil Araştırması” Vakıflar Dergisi-16, Ankara
1982, s. 82-83.

Ansiklopedi ve Sözlükler

Afyoncu, Erhan, “Rüstem Paşa”, T.D.V.İ.A., c. 35, İstanbul 2008.

Baltacı, Cahit, “Hürrem Sultan”, T.D.V.İ.A., c. 18, İstanbul 1998.

Bayat, A. Haydat, “Hafsa Sultan”, T.D.V.İ.A., c.15, İstanbul 1997.

Develioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Sözlük, Aydın Kitabevi, Ankara 1999.

Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Çağ Yayınları, c. 10, İstanbul.

Emecen, Feridun, “İbrahim Paşa”, T.D.V.İ.A., c. 21, İstanbul 2000.

Esemenli, Deniz, “Harem”, T.D.V.İ.A., c. 16, İstanbul 1997.

Gökbilgin, Tayyip, MEB İslam Ansiklopedisi, c. 5, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1987.

“Hürrem Sultan”, Cumhuriyet Ansiklopedisi, c. 6, İstanbul, 1970.

“İbrâhîm Paşa, Pargalı, Frenk, Makbûl, Maktûl”, MEB İslâm Ansiklopedisi, İstanbul
1949.

İslam Tarihi Kültür ve Medeniyeti, Yayın Yönetmeni: Dr. İsmail Kıllıoğlu, Hikmet Yayınları,
İstanbul 1997.

Kaçar, Mustafa, “Mihrimah Sultan”, T.D.V.İ.A., c. 30, İstanbul 2005.

Kanar, Mehmet, Arapça Türkçe Sözlük, “Harem”, Say Yayınları, İstanbul 2009.

Doğan Kuban, “Türbelerde” Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c. 7, İstanbul 1994.


171

Mufassal Osmanlı Tarihi, Heyet tarafından yazılmıştır, Şehir Matbaası, İçişleri Bakanlığı
Kütüphanesi:6279 nolu Demirbaş D.171, c.2, İstanbul 1958.

Şemseddin Sami “Hürrem”, Kamusu’l-â’l’am: Dictionnagire Universel d’Histoire et de


Géographie, III, Mihran Matbaası, İstanbul 1308.

Kamus-ı Türkî, “Harem” maddesi, İkdam Matbaası, İstanbul 1318.

Turan, Şerafettin, “Rüstem Paşa” MEB İslam Ansiklopedisi, c. 9, İstanbul,1960.

Tezler

Baykal Ebru, Osmanlılarda Törenler, Trakya Üniversitesi SBE Tarih Anabilim Dalı Yüksek
Lisans Tezi, Edirne 2008.

Eroğlu, Haldun, Osmanlı İmparatorluğu’nda Şehzadelik Kurumu, Ankara Üniversitesi SBE


Tarih (Genel Türk Tarihi) Anabilim Dalı, Ankara 2002. (Basılmamış Doktora Tezi)

Kapanşahin, Muhittin, Mehmed Efendi ve “İbtihâcü’t-Tevârih” Adlı Eserin Transkripsiyonu ve


Değerlendirilmesi, Erciyes Üniversitesi SBE Yüksek Lisans Tezi, Kayseri 1998.

Ocak, Derya, XVI. Yüzyıl Osmanlı Şenliklerinin Siyasal Boyutları ve Gündelik Hayata Etkileri,
Anakara Üniversitesi SBE, Yeniçağ Tarihi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara
2006.

Şevik, İsa, Şah Tahmasb (1524-1576) ile Osmanlı Sarayı Arasında Teati Edilen Mektupları
İçeren “Münşe’ât-i ‘Atik”in Edisyon Kritiği ve Değerlendirilmesi, Dokuz Eylül
Üniversitesi, SBE, İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı, İslam Tarihi Bilim Dalı,
Yüksek Lisans Tezi, İzmir 2008.

Tezcan, Esma, Pargalı İbrahim Paşa Çevresindeki Edebi Yaşam, Bilkent Üniversitesi,
Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Edebiyatı Yüksek Lisans Tezi, Ankara
2004.

Toprak, Filiz Adıgüzel, Arifî’nin Süleymanname’sindeki Minyatürlerde Saltanata İlişkin


Simgeler, Dokuz Eylül Üniversitesi Geleneksel Türk El Sanatları Anasanat Dalı Yüksek
Lisans Tezi, İzmir 2007.
172

Yastı, Mehmet, Nişancı Mehmed Paşa Tevârîh-i Âl-i Osman (1b-120a) Metin-Dil Özellikleri-
Sözlük, Selçuk Üniversitesi SBE, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Türk Dili Bilim
Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Konya 2005.

Zülfikar, Cangüzel, Mihrimah Sultan’ın Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde Bulunan


Vakfiyelerinin Değerlendirilmesi, Ankara Üniversitesi, SBE, Tarih Ana Bilim Dalı
Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1989.

İnternet

http://www.talhaugurluel.com, (23.01.2012) (İftira Romanlarına En Güzel Cevap Osmanlı


Kadınefendi Mimarisi)

http://archive.org , ( 02.06.2013 Peçevi Tarihi Osmanlıca Metin)

http://remzikilic.com (12.04.2012 Kanunî Sultan Süleyman ve Diyarbakır)

http://www.tarihimiz.net, Tarkan Suçıkar (18.02.2012)

http://www.tarihsayfasi.com, (12.02.2012)

http://www.tefekkurdergisi.com sayı 46, Mayıs 2011 (17.09.2011) (Can Alpgüvenç, Hürrem


Sultan’ın Lehistan Mektupları Dış Siyasete Güç Kazandıran Haseki)

http://www.topkapisarayi.gov.tr/ (23.01.2012)

http://www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/ (15.12.2011)

http://www.ttk.org.tr/ ( 29.01.2012)
173

ÖZ GEÇMİŞ

KİŞİSEL BİLGİLER

Adı, Soyadı: Dudu Şirin OLUK


Uyruğu: Türkiye (TC)
Doğum Tarihi ve Yeri: 12 Nisan 1972, Isparta-Yalvaç
Medeni Durumu: Evli
Tel: +90 312 394 76 10

Cep: 0505 488 59 99


Email: dudusoluk@hotmail.com
Yazışma Adresi: Ostim Serhat mah. 1300 sok. no:28/27
Yenimahalle / ANKARA

EĞİTİM

Derece Kurum Mezuniyet Tarihi


Yüksek Lisans E.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü 2013

Lisans E.Ü. İlahiyat Fakültesi 2009


Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği
Lise Isparta İmam-Hatip Lisesi 1989

İŞ DENEYİMİ

Yıl Kurum Görev


2010 – Halen MEB Namık Kemal Ortaokulu Öğretmen

YABANCI DİL

İngilizce, Arapça

You might also like