Professional Documents
Culture Documents
• A A
IBN SINA
...... . . .
DOGUMUNUN BININCI YILI
..,
ARMAGANI
2. Baskı
Derleyen
\
ANKARA,2014
İBN SİNA VE "AL-~AL-FA)İL"
Prof. Dr. MÜBAHAT TÜRKER-KÜYEL
İslam Aleminde "al- 'Alf;l al-Fa 'al" (Hep Etkin Akıl) kavramı, Aristo-
telesteki Niis Apathes kavramının yepyeni içeriklerle bezenmiş ve yüklen-
miş bir şeklinden başka birşey değildir. Onun için İbn Sllıa' da "al- 'Alf;l al-
F a 'af' konusuna Aristoteles 'te akıl teorisiyle başlamak tabilleşiyor.
Aristoteles'in akıl teorisi üzerinde yapılan araştırmalar ve tartışmalar,
Theophrastos gibi yalınız onun zamanındaki en yakın öğrencileri ile İlk ve
Orta Çağ Şerhçileri arasında değil, Modem Çağlarda ve zamanımızda da
sürüp gitmiştir. Hatta, Leibniz'den bu yana 1, Aristoteles'in akıl teorisi üze-
rinde yapılan araştırmalar ve yayınlar varlıklarını kesintisiz olarak sürdür-
mektedir; öyle ki, Aristoteles incelemelerinin çokluğu, onun bibliyografya-
sına "Une mer oceane" gözüyle bakılmasına bile sebep olmuştur2. Bununla
birlikte, Aristoteles'in akıl teorisini kavrarken, onun kendi eserleri yanında,
bu incelemeler arasında, onun akıl terorisine ilişkin olanlardan başlıcalarını
hatırlamak3 ve yalnız bir kaçına baş vurmak da mümkün sayılabilir".
Aristoteles'in akıl teorisi, onun, bir yandan, Tabiat (Füzis) a dair olan
eserlerinde, öte yandan, bu eserlerden sonra gelen eserlerinde gözlenmek-
tedir. Aristoteles'in tabiat'a dair olan eserlerinden anlaşıldığına göre, can-
lılarda dişinin gördüğü iş, varlığa gelecek olan yeni canlının maddesini
sağlamaktır. Öyle ki bu maddede, varlığa gelecek olan canlının organlan
billaıwe olarak bulunmaktadır. Caiılıla.rda erkeğin gördüğü iş ise, meydana
gelecek olan yeni canlının '.~sfuet"ini, yani, "rfıh"unu sağlamaktır. "Beden
dişiden, rfıh erkekten gelir" (De Gener. Anim., II, 4, 738 b, 20-27). "Ger-
çekten tıpkı iyi bir kahya gibi, tabiatın, herhangi bir yaran olabilecek bir
1
Consideration Sur La Doctrine d'ıın Esprit Universel, 1702 Ed. P. Janet, II, 1866, 569-578.
2
Enriques et Santillana, Platon et Aristote, Paris, 1937, Herınann, S. 61.
3
Biehl, Brentano, Bullinger, Chaigııet, Elfes, Granger, Bobba, Duprat, Andres, Bakonev,Joyan,
Kurfess, Jaeger, Schottleander, Mugııier, Festugiere, De Corte, Mager, Spicer Wilpert,Grabmann,
De Solages, Moreau, Wiersma, Cantin, Giorgiotonio, Soleri, Mansion, Hamelin'in araştırmaları ilk
akla gelendir.
4
De Corte, Hamelin, Mugııier, Barbotin'in incelemelerine.
5
Hamelin, La T/ıeorie de l'İııtellect d'Apres Aristote, et ses Commeııtateıırs Viin Paris, 1953,
6
Sayılı, Mısırlılarda, 338.
Eski Hint inanışında, Venüs 'ten, Güneş 'ten vahiyle alınarak Brahnlan 'ın
ağzından Sanskrit dilinde dökülen Vedalar ile onlara yapılan şerh mahiye-· .
tindeki Brahmanalar, ancak Brahman Kastı mensuplarına Tamı olabilme
tekniklerini gösterip öğretmektedirler. Öyleki, bu inanca göre, kurban, iba-
det ve bilgi yoluyla, insan, "Çerh benim hükmümdedur-ur" (Yunus) diye-
bilecek, Ay'a ve Güneş'e dokunabilecek hil.le, hatta, Tanrıları korkutabile-
cek, Tanrıların yerini alabilecek hale bile gelebilir. Bunu, biz, Brahmandan
. .
Brahmana yapılan uzun süreli bir eğitimden. sonra, Brahmanın yetişmiş
öğrencisinin "Aham Brahmasmi" (Ben Brahmanım) cümlesine, öğretme
nin "Tat twam asi" (Evet, sen O'sun) karŞılığında bulunmuş olmasından
anlamaktayız. Yerini Brahmanların alacakları bu Tanrı tarif edilemez. O,
"neti neti"dir, değillemelerden ibarettir. Bununla birlikte, O, ezeli, t<bedi,
mürid, alim, hakim, canlı, eşsiz, konuşan, isimleri ve cismi olan, evrenin ta
kendisinden ibaret olan varlıktır. İnsan, yani, "ruh (Pruşa) ise bilkuvve bilir.
O, bilfiil bilir hale geldiğinde artık, fiili ortadan kalkar. İnsan bilfiil bilerek,
başka deyimle, duyuları aşarak, O'nu görür, O'nunla ayniyetini, özdeşli
ğini anlar, duyularla algılanan evrenin, "Bu d\inya yildir, ya hayil.l" (Yı'.lnus)
tümcesinde olduğu gibi, artık bir hayal ("Maya"), gerçeğin ise söz konusu
olan ayniyetten başka bir şey olmadığını ta derinden kavrar, yaşar, kurtu-
lur, Moksa'ya varır, Nirvana ya erer. Eğer, insanın ruhu bu yolla acılardan
ve zevklerden arınıp tanrılara yakişan bir sükı'.lnet bulamaımşsa, dinginliğe
7
La 17ıeorie du Premier Moteur el I'Evolzıtioıı de la Pensee Aristoteliciemıe Vrin Paris 1930,
s. 59.
8
İbn Sina'da Ak! Külli için Bk. Burada, S. 899.
Ruhun "ateş gibi ve sıcak bir şey olduğu", canlıya hareketini verdiği
fikri Empedokles'ten gelen ''jlux (akı, akıntı) fikriyle birlikte Demokritos'ta
yaşayacaktır. Ona göre soluk alma ile hayat daima birlikte görülürler:
9
Abı1 Rida, Rasii 'il al-Kindi, S. 335, not 2. Fa /ıuıva nıavcudzm mii, nıalakatuıı mii "Tahsil",
"kesb", "imtiliih", "varlık hali", "bedeni rfıhi meleke", "maksı1d", "kazanç'', "varlık". Aristoteles'te
Nlıs Poietikos terimi geçmez. Bunu Afrodisyas'h kullanmıştır. Aristoteles buna-"Her şeyi hasıl
edebilen akıl" der.
12
Nuyens, L 'Evolııtioıı de la Psyclıologie d'Arisloıe, 1948, Paris. Barbotin, İndex.
13
Abu Rida neşri, 1950 Kabira, S. 178. Kindi'de Psikoloji konusunda bibliyografya için bak.
N. Rescher, al-Kindi An Amıotated Bibliography, 1964, Univ. Pittsburg S. 44. Fi'l-'Akl'm çeşitli
tarihlerde neşirleri yapılmıştır: al-Ahviini 1949, Abu Rida, 1950, Qumair, 1954, Mac Carty, 1964,
Jolivet, 1964, Radevi, 1954.
14
Abu Rida, Kindi' deki aklın bu dörtlü tasnifıni şöyle anlatmaktadır: Akıl, (İllet olan Birinci)
akıl ile İkinci Akıllar olarak ayrılır. İkinci Akıllar ise, 1. Bilkuvve Akıl, 2. Bilfiil Akıl, 3. Ziihir Akıl
olarak ayrılır (Bk. Fi'/- 'Ak/, 1950 Kabira, S. 317) Rasii 'iz al-Kindi al-Falsajiyya, 2. cilt, 13. Eser)
Oysa, Badavi, "İkinci"yi "Beyiini" olarak okumak ister Fi'n-Nafe, 1954, Kabira, S. 7.)
Kindi al-Kavi fi'n-Naft 'te (Abı1 Rida neşri, 270-280) "nefs"i, "basit, şerif, kemal sahibi,
azim uş-Şe'n, cevher-i Biiıi'nin cevherinde" olarak sunmuştur. Onun Tanrıya nisbeti Güneş ile
güneş ışığının biri birini nisbeti gibidir. Onun cevheri iliihidir. O, beden isteklerinde~ uzaklaşınca"
ruhani" olur. At binicisinin atı tutması gibi, o, atı idare eder. Bedenden uzaklaşınca, "ilm-i gayb"
Ona açıktır. Eğer, bu alemde Güneş ışığı olmasaydı, bu alem son derecede karanlık olurdu. Hakikat
iilemi"nı1r-u Bari"dir. Eğer, ruh bedenle meşgı11 edilirse, o, "Tanrıya benzeme imkiinı" bulamaz.
Platon'a göre, Hikmet, Kudret, Adi, Hayr, Cemili, Hakk ölümden sonra biiki. kalır. Nasıl "cilası
kaybolmuş ayna"da suretler görünmezse, ama cilalı aynada (yani beden tutkularından arınmış)
görünürse, işte tıpla bunun gibi temizlenen ruh, rüyasında da ifaze eden .gerçekleri görur. Bazı ruh-
lar bedenlerini terkedemezler, bazıları terkederler, bunlar arasında bazıları gittikçe yükselir, bazıları
yükselemez. Biirl'nin nı1r'una yaklaşanlar, orada "Siyaset ııl·iilem "e ilişkin olan şeyler göı;ürler.
Kindi'de, Tanrı'nın Güneş'e, rfıh'un Güneş ışıklar~a, bedenin ata, rfıh'un biniciye benzetil-
mesi veya bedenin cilasız aynaya, bedenden kurtulmuş iı1h'un cilalı aynaya benzetilmesi Yunan
öncesi (Yunanlılarda Pliitonda Pithagoras'ın etkisiyle, beden mağaraya, iyi İdeası Güneş'e, beden
iki atın çektiği arabaya, Aristoteles 'te, Ni"ıs Apatlıes Güneşe benzetilir) kültürlerde görülen çok yay-
gın bir benzetmedir. Tanrı Güneş, Yunan uygarlığında da unutulmamıştır. Var olanın kendisinin
farklı parlaklık derecelerinden oluşmuş nur'lar (Nı1r Heykelleri) olduğuna inanan görüşler kökle-
rini herhalde tii buralardan alıyor olmalıydılar.
15
Goichon, La Plıilosoplıie d'Avicenne et Son İnjlııence en Euıvpe Mediivale 1951, Les
Grands Tlıeses de la Plıilosoplıie d'Avicenne, S. 11, Maisonneuve, 1942.
16
Nagy, Die Plıilosoplıisclıe Ablıandlııııgen. Oysa, Gilson'a göre, Kindl'nin kaynağı, arap
çevirmenler tarafından değiştirilmiş olan Afrodisyaslı'nın Peri Psiike'si olmalıdır. Bk. Les Soıırces
Greco-Arabes de l'Aııgııstinisme Avicennisant, Arclıives, IV, 1929, ~-149.
17
Bilindiği üzere, Aristoteles'in De Anima'da kullandığı deyim, "Her şey olabilen
Alal"(Dıınamei Nıis) tur. "Hulikos Nıis'"terimi, Afrodisyalı'nın icad etmiş olduğu bir terimdir.
Bu terim Latinceye "İntellectus Materialis" olarak geçmiştir, Arapçaya, "' AIP Heyı1liin!"olarak
çevrilmiştir. Ama, Arapçada, genel olarak "al-' Ak! bilkuvva" yaygındır. "Münfail Akıl" tftbiri de
kullanılır. Terim, Fransızcada, "İntellect Hylique", "İntellect materielle" olarak kullanılır. Krş.
Badevi Rasii 'il S. 314. Nasıl duyulacak suretler münfail olana etki yaparlarsa, düşünülecek suretler
Yine Gilson'a göre (2) Afrodisyaslı'nın kendisi aklı üçe ayırır; Brehi-
er'nin Afrodisyaslı'nın aklı dörde ayırdığını söylemesi temelsizdir 19 : 1.
Heyulanl Akıl. Bu akıl bilkuvvedir, cismani değil sırf "istidat"dır, bir çeşit
"kabul kabiliyeti"dir. Arapça deyimiyle bir "mihnet" (metier, zenaat)e ben-
(Makulat) de "Heyı1lani Akıl" da iz bırakır. Duyumda fail olanbirtaraf da vardır. Bu, duyulan şeydir.
Bunun karşılığı olarak, akılda bir fail akıl, Aristoteles'in tabiriyle, bilindiği üzere, "her şeyi hasıl
eden taraf''tır. Bu deyim Poietikos Nıis olarak yerleşmiş, Arapçaya al-Ak/ al-Fail, Ak/ Bilfiil Latin-
ceye ise İııtelligeııtia Ageııs, Fransızcaya İııtellect en Acte olarak çevrilmiştir.
18 Abıi Rida, "to lıexistis"e "ke meleketıııı mii", "ke mevcıiduıı ına", "ke lıiiletıııı ınii", "ke
20
Gilson, Burada, Zeller'in Afrodisyalı'nın ilgili metinlerinde görülmeyen ama, bir kez zikre-
dilen "epiktetos" (mukteseb) un bu "adejJtus "un kaynağı olduğu, Arapların "Müstefiid"ı Afrodis-
yalı' dan aldığı düşüncesine karşı çıkmaktadır. Çünkü, "İntellectus Adeptus" terimi Afrodisyalı 'nın
metinlerinde bir kez değil, çok sık kullanmaktadır. Krş. Abiı Rida, Rasıi'il S. 324. "Adeptııs", o
yüzden, "epiktetos "un karşılığı değil, "tııraten "in karşılığıdır. "Adeptus", denen akıl "mufaraktır,
"Epiktetos"denen akıl "mufarak" değildir. "Epiktetos" bizim bilfiil olan aklımızdır.
21
Abu Rida, Rasiiil al-Kindi 1950, Dar al-Fikr, S. 317.
22
Badavi, S. 22.
Nasıl, İslil.m Aleminde, "al- 'Afsl al-Fa '{il" (Hep Etkin Akıl) kavramı,
Aristoteles'teki "Nus Apathes " (Etkin Akıl) kavramının yepyeni içerik-
lerle bezenmiş veya yüklenmiş bir şeklinden başka birşey olmadığı için,
İbn Sma'da "al- 'Ak! al-Fa 'dI" konusuna Aristoteles'te akıl teorisi ile baş
lamak tabii idi ise, ve, yine, nasıl, Çeviri Devri'nden sonra, felsefe konu-
sundaArapça yazmaya başlayan ilk kişi al- Kindi olduğu için, konuya, onun
akıl konusundaki görüşlerine yer vererek devam etmek de tabii idi ise, işte
tıpkı bunun gibi, şimdi, İslil.m Aleminde felsefenin hakiki kurucusu olan
Farabl'nin, akıl konusundaki fikirlerini serimlemek de o kadar tabiidir; ve,
biliyoruz ki İbn Sma, felsefe konusunda bildiklerini Farabi' den öğrenmiştir.
Farabi 'Uyun al-Masa 'i/23 inde, ilkin, sisteminin çıkış noktası olarak,
insan zihninde bulunan "Tasavvurat"ı tahlil etmekle başlar. "Tasavvurlar'',
ya, yalındır, tek başınadır, ya da "tasdikli"dir, birden fazla tasavvurdan terkip
edilmişlerdir (önermeler). Yalın tasavvurlar, içerisinde kendilerinden daha
yalın olanlara indirgenemiyecek olanları, "Vucı1d", "Vucüb" ve "İmkan"
_ tasavvurlarıdır. Bu üç kavramdan temelde olan ana kavram "Vucı1d" (var-
lık) kavramıdır. "Vucüd'', ya "Vacib" olur, ya "Mumkin" olur. "Vucı1b"
ise, ya "kendiliğinden (Bizatihi)" olur, ya "başkası vasıtasıyla (Bigayrihi)"
olur. "Vucı1b" kendiliğinden olduğunda, "Vacib ul-Vucı1d Bizatihi", baş
kası aracılığıyla olduğunda "Vac~b ul-Vucı1d Bigayrihi" olur. "Vacib ul-
Vucı1d Bigayrihi", aslında, "Mumkin ul-Vucı1d Bizatihi"nin eşdeğeridir.
Çünkü, "Mümkin ul-Vucı1d Bizatihi" ve "Mumkin ul-Vucı1d Bigayrihi"
Mümkün'ün ayrıldığı iki ana guruptur24• Eğer varlıkta bir mümkün öbek
23 Mlle Goichon, İbn Sina 'nın felsefesini Varlık kavramından itibaren açıklarken, varlıktan
gayrı kavramları varlık kavramına yaslarken, sanki, vaktiyle Fiirabi'nin de, kendi felsefesini açık
lamak için uygulamış olduğu planı kullanıyormuş izlenimini vermektedir. Bu iZlenimin kaynağı,
şüphesiz, İbn Sina'nın Fiirabi'yi takip etmek gibi, yine Goichon'un sözlerinden ifade etmiş olduğu
gerçekten kaynaklanmaktadır.
24
Farabi'nin diğer eserlerinden, "Vacib ul-Vucfid Bigayrihi"nin yani mümkünün içerisinde
"Zarfui", "Münıkin 'ala'l-Ekser", "Mumkin 'ale't- Tesavi", "Münıkin Fi'n-Nedret'' "İttifak! (şey
ler) gibi imkanın gittikçe zayıfladığı dereceler de "Vucüd"lar kabul ettiğini anlıyoruz. Bk. Türkler,
Aristotels ve Fiiriibide, S. 15ı' v. d.
'Arti Ah! Madina Ftidzla'da da, Farabi ye göre, insan bedeninde "Reis"
kuvvetler, "Reis" organlar olduğunu öğreniyoruz25 • Kalp "bedenin reisi"dir.
Kalbe hiç bir organ kumanda edemez. Beyin kalpten sonra gelir, "İkinci
Reis"tir. Beyin, kalbin kumandasındadır. Kalp kendi evinde hizmet edene
· benzer. "Garizi hararet"in kaynağıdır. İbn Sina'da, insan ruhu, "Küçük
Halk Aleminin Garizesi"dir, nasıl ki Nübüvvet de "Büyük Halk Alemi-
nin Garizesi"dir. -Hararet oradan organlara yayılır, atardamarlarla beyine
gider, soğuk ve ıslak olan beyin bu harereti dengeler, böylece "hıfz" "tefek-
kür", "tahayyül" doğar. İnsanda "tevlid" kuvveti, maddeye, "foetüs"e sureti
verendir. Şöyle ki: "Sperma", "foetüs"te, "foetüs"ün hazırlamış olduğu
kana rastlar. "Sperma", "İnsan sfueti"ni-"insan akli bir cevher"dir ('Uyı1n)
kabul etsin diye, kana bir kuvvet verir bu kuvvetle kan harekete geçer; işte
bu hareket, bir insan sfueti hasıl oluncaya kadar devam eder. "Foetüs"teki
kan, insanın "madde"sidir, "sperma"ise "muharrik"-"Muharrik suret" -idir.
Embriyonda ilk teşekkül eden kalptir. İnsan aklı ise "Maddede olan bir
_ hey 'et"tir.
25
Arıi, S. 28 v. d.
26
Bk. Ergin Anawati, Mahdevi Bibliyografyaları, Pearson İııdex İslamicıısları ve kutlamalar:
1937 (Türkiye), 1950 (Bağdat) 1952 (Cambiridge), 1953 (İstanbul) 1956, (Calcutta) 1958 (Tahran),
1958 (Mısır), 1972 (Madrid) SIEPM nin Kongrelerindeki İslfu:ıı Felsefesi seksiyonları.
Biz aşağıda İbn Sina'nın insan nefsi (veya ruhu) üzerindeki fikirlerini,
içine "al- 'Ak! al-Fa'ôl" görüşünü yerleştirmek amacı ile Şifa' 21 , İşarat2 8
Hayy İbn Yakzan 29 , 'Işk3°, Tayr31 ve Acviba32 sına dayanarak anlamaya çalı
şacağız, gerekli yerlerde ünlü İbn Sina, araştırıcısı Goichon'un fikirleriyle
karşılaştırmalar yapacağız ve Massigion, Corbin, Nasr, Khan, F. Rahman
adlarına ilişkin bibliyografyaya baş vuracağız. -
27
Madkour Başkanlığında Mısır yayını.
28
Goichon çevirisi.
29 Goichon çevirisi_
30
Ateş, İstanbul yayını.
31
Mehren yayını
32 Türker-Küyel yayını {ileyrfinfye Armağanda).
Ama II. böyle bir ilişkinin başka ilkelerden ileri gelmesi de müİnkÜn
değildir.Ruhun (veya nefsin) başka ilkelerden dolayı yok olması da müm-
kün değildir. Çünkü: 1. Ruhun içinde fesad bulma, yok olma kuvveti yok-
tur. "Fesad", "Beka"nın zıddı olup, bunlar, zat itibariyle, bedenden mufürak
olan nefiste içtima edemezler, aynı anda bulunamazlar. 2. Ruh mutlak ola-
rak basit bulunduğu için, kendisi madde ve sfuet olarak bölünemez. Yani,
nefis veya ruh, eğer, var ise, basit olduğu için, artık yok olmaz. 3. Beden
eğilimli olup da "Mufürak İlletler"den rühlara varlık verilince, ortada,
bedene uygun bir mizac bulunduğu anlaşdır. Bir bedende uygun bir mizaç
33
Gardet, La Pensee Religieııse D 'Avicemıe, 1951. Paris; Corbin, Avicenne et le Recit Vısion
naire, Teheran, 1952; S. H. Nasr, Tlıree Mııslim Sages.
İbnSinave''.Al-'AklAl-Fa'fil" 1 897
v. s. ortadan kalkar. Herkese göre bir hakikat söz konusu olur. Oysa ortada
rüya ve delilik, doğru algı, yanlış algı vardır, uyku ve uyanıklık, hastalık ve
sağlık vardır. 3. Eğer her şey akıyorsa, algı da akacaktır, öyle ki, algı hem
"bilgi" hem de "bilgi-değil"in özü olacaktır. Hem "öyle"nin, hem de "öyle-
değil"in özü olacaktır, Oysa bilgi duyuda değil, düşüncededir ve "özdeş'',
"benzer'', "benzemez", "var" "yok", "aynı'', "gayrı'', "bir", "çok" duyumla
gelmiyor, duyumdan gelmiyor; bunlar "ruh kuvveti" ile algılanıyor. Bilgi
"dır"lı, "değildir"li olandır, bir "doxa "dır (Sanıdır), oysa, yokluk sanılmaz,
eğer yokluk sanılıyorsa bu bir yanlışlık eseridir. 4. Yabancı bir dili algılıyo
ruz, ama anlamıyoruz 5. Bilgi hatırlanır. Eğer bilgi algı olsaydı göz kapalı
iken de görebilmeliydik. 6. İnsan bildiğini bilir, anladığını anlar, eğer bilgi
algı olsaydı, algının da algılanması gerekirdi. Eğer ölçü olan insan ("Panton
metron antropos")a tatbik edilseydi, bu ilke yanlış olurdu. 7. Özdeşlik ve
Çelişkisizlik İlkelerini de algılamıyoruz.
2. O halde diyoruz ki, varlıkların teker teker her birinde, kendi kema-
line-onun bu kemali öyle bir manadır ki, bu kemalle, o varlıkta o varlı
ğın hayrı hasıl olur-karşı yaratılıştan bir sevgi bulununca, bir şeye, o şey
her nerede olursa olsun, o şey nasıl olursa olsun, hayrını kazandıran mana-
sının ta kendisinin, bu şeyi, hayırdan istifade eden tarafından sevilen bir-
şey olarak kılması gerektiği açıklık kazanır. Bütün varlıklar arasında İllet-i
Üla'dan başka, bu duruma layık olan başka bir şey daha yoktur. Demek ki
İllet-i Üla her şey tarafından sevilendir. Şeylerin çoğunun bu durumu bilme-
leri kendilerinde yaratılıştan bulunan bir aşkın varlığına engel olmaz -nete-
kim, bu eşya kemiile erdiğinde, yaratılıştan gelen aşkın baki kalmamasının
da gerekmemesi gibi -. Hayr-i Evvel hiçbir varlıktan kendini zatı gereği
örtüp saklamaz. O zatı gereği tecellf eder. Eğer onun zatı bütün varlıkla
rın hepsine, zatı gereği, örtülü olsaydı ve, o varlıkların hepsine, zatı gereği
tecellf etmeseydi, o, bilinemezdi ve ona erişilemezdi. Eğer bu (durum), zatı
gereği, başkası sebebiyle olsaydı, O, zatı gereği, başkasının tesirini kabul
etmek durumunda olurdu; bu da aykırıdır. Bilakis, O'nun zatı, zatı gereği,
tecellfeder. O, ancak kimi zatlarda tecellfyi kabul'deki eksiklikten dolayı
örtü altında kalır. Aslında, ancak örtü altında bulunanlar için örtü vardır.
Oysa örtü kusurdur, zayıflıktır, eksikliktir.
4. Biri çıkıp diyebilir ki: Güneş ısıtır ve yakıp karartır, ama, suhı1net ve
karalık hiç de onun misdli değildir. Biz bu sanına şöyle söyleyerek. cevap
verebiliriz: Biz, bir müessirden müteessir.olanda meydana gelen her ese-
rin, bu müessirin içinde olduğunu, bu yüzden de müessirin müteessir içinde
bulunan bir misti! olduğunu söylemedik ki. Biz, müteessire yakın olan,
müteessirde bulunan müessirin tesirinin "kendisinde ve kendiliğinden hasıl
olmuş misti!" aracılığıyla olduğunu söyledik. Güneşte de durum böyledir.
Güneş yakın münfailinde kendi güneş misdlini-o misti! de ziyadır-ona koya-
rak, fiil yapar. Ziya onda hasıl olunca, suhı1net hasıl olur ve ondan münfail
olan başka bir münfaili, ona da yine kendi misti/ini-bu misti! de yine suhu-
nettir-koyarak ısıtır. O da, bu suhftnetin onda hasıl olmasıyla, ısınır ve kara-
rır. Bu da istikrd' ile varılmış bir sonuçtur. Bunun_kiilli burhdn ile varılan
bir sonuç olup olmadığını sormanın yeri burası değildir.
Oysa onların gayeleri, fiili kemallere varmaktır. İllet-i Üld ise mutlak,
fiill, bir kemal ile muttasıftır. Onların ancak gayedeki kemalleri bakımından
İllet-i Üld 'ya benzemeleri caizdir, yoksa istidat bakımından onların biribir-
lerine benzemeleri mümtenidir.