You are on page 1of 14

Mitostan Doğa Felsefesi neden

Logosa… Antik Yunan’da doğdu?

Mitolojik düşünceden doğa felsefesine geçişin görünümleri şöyle sıralanabilir:


1) Doğanın mitolojiden arındırılması ya da doğanın belirli özelliklerinin, örneğin
tanrıların imgeleri olarak sunulmasından vazgeçilmesi; 2) felsefi düşüncede, insan
tarafından anlaşılır ilkeler tarafından yönetilen bir birlik olarak, düzen içinde bir
Kozmos vizyonunun ortaya çıkışı; 3) doğal fenomenlerin genel açıklamalarını
araştırma girişimi; 4) insanın dünyanın işleyişi üzerinde hiçbir etkisi olmayan bir
gözlemci olarak kabul edilmesi; 5) görüşlerin eleştirel bir biçimde tartışılması; 6)
kendi içinde uyumlu, tutarlı görüşler bulma arzusu. Bu düşünce biçiminin ilk kez Antik
Yunan’da ortaya çıkışının nedenini, toplumsal koşullarda aramak gerekir.
Rıfat Saltoğlu

M
Ö 6. yüzyıla kadar Babil, Mısır, İbrani ve erken dö- Bazı bilim ve felsefe tarihçileri, MÖ 6. yüzyılda
nem Yunanlıların mitolojik ya da dinsel evren ta- Ege bölgesinde yaşayan halkların, daha önceki çağ-
sarımları önemli bir farklılık göstermiyordu: Evren larda ve kendi dönemlerinde benzeri olmayan, ön-
bir midye biçiminde tasarlanıyor ve midyenin alt- ce Doğu/İslam düşüncesine sonra da Batı düşünce-
taki yarısı yeryüzünü üstteki yarısı gökyüzünü o- sine yön vermiş bir düşünme yöntemini -en basit
luşturuyordu. Yeryüzü her zaman devinimsizken tanımıyla doğadaki örüntüleri, yasaları ve düzenli-
gökteki cisimler mitolojik varlıklar tarafından de- likleri kavrama yeteneği anlamında bilimsel bilgi-
vindiriliyordu. Yeryüzünde hangi yöne gidilirse gi- yi- hangi nedenle başlattıklarına ilişkin tatmin edi-
dilsin sonunda daima denize ulaşılacağına inanılı- ci bir açıklama bulunamadığını iddia ederler. (bkz.
yordu. Etrafı sularla çevrili olan yeryüzü çoğu kez Whitfield, 2008: 84) Bazı tarihçiler de olası bir ya da
düz bir disk (kimi zaman kare) biçiminde tasarla- iki nedenden kısaca söz etmeyi yeterli bulurlar. Oy-
nıyordu. Yerin altında da “sonsuz karanlığın” hü- sa mitolojik dönemlerden başlayarak, bilimsel/felsefi
küm sürdüğü bir “ölüler evi”, “dönüşü olmayan ül- kavramlara ortam hazırlayan, yeni bir bilme biçimi-
ke” yani cehennem olduğu varsayılıyordu. Ancak nin oluşumunu mümkün kılan özgül siyasal koşul-
bu evren resmi MÖ 6. yüzyılda bazı Yunanlı düşü- ların doyurucu bir açıklaması yapılabilir. Ayrıca mi-
nürler tarafından sorgulanmaya başlanmış ve doğa- tostan felsefeye geçişin değişik görünümleri de bazı
ya ilişkin yeni bir düşünme biçimi belirmişti. toplumsal koşullarla doğrudan ilişkilendirilebilir.

2
Arkaik Yunan’ın evreni ve Mezopotamya’nın bilinen kozmo- meden’ (Theogonia, 132) baba tanrı
Geç arkaik çağlardan beri Yu- mitolojileriyle önemli benzerlikleri Uranos (gök) ile Pontos’u (deniz) ya-
nanlıların, birbirinden farklı bir- olan Theogonia esas olarak bir koz- ratır. Gaia’la Uranos’un birleşmesin-
çok kozmo-mitoloji geleneğiyle mogoni olmasına rağmen, ilkel de ol- den Okeanos (yerin çevresini saran
tanışmış oldukları ve bu arkaik ge- sa, evrenin yapısına dair bir tasarım(2) anaforlu ırmak) doğar. Uranos’un to-
leneklerle birçok ortak yön barın- içerir. humundan ise aşk ve güzellik tanrı-
dırdıkları söylenebilir. Bu açıdan Theogonia’daki ilk tanrılar kuşa- çası Aphrodite oluşur; böylece gök-
Yunanlıların en eski evren tasarımı ğını doğal güçlerden ayırmak müm- lerden yağan yağmur doğada yaşamın
bu arkaik dünya resminin bir modi- kün değildir. Her şeyden önce tan- sürgün vermesine neden olur.
fikasyonudur. Arkaik dünya resmi rıların ve insanların öykülerinin Daha sonra evrenin örgütlenme-
Yunanlılarda ilk kez Homeros’un, sahneleneceği fiziksel bir sahnenin sinin yeni bir aşamasına geçilir. Bir
Theognis’in ya da Pindaros’un eser- kurgulanması, dekorun oluşturul- gece, Uranos Gaia’nın üzerine o-
lerinde görülür. Bu eserlerde “gök”, ması gerekiyordu. Yapıtın başından nunla birleşmek üzere uzandığında,
direklerle desteklenen pirinç ya da ilk “kral” tanrıları temsil Uranos’un cinsel organı bir tırpan
demir bir kubbe olarak betim- eden titanların sahne- vuruşuyla kesilir: “Bu şiddet edimi-
lenmiştir. Homeros’un des- ye çıkmalarına ka- nin kesin kozmik sonuçları olacak-
tanlarında evrenle ilgili dar olan bölüm tır. Göğü yerden kesinkes uzaklaştı-
görüşler çok azdır. Yunan- Theogonia’nın rıp kozmosun yapısının çatısı olarak
lıların geleneksel evren kozmogonik onu dünyanın doruğuna yerleştirir.”
tasarımı en sistematik katmanını oluş- (Bonnefoy, 2000: 616) Uranos’un
biçimde Hesiodos’un turur. gücünü kaybetmesinden ve Zeus’un
Theogonia’sında bulu- Theogonia’nın insanların ve tanrıların kralı olması-
nur: kozmogonik kat- nın ardından evren üç kardeş tanrı
“Biraz ikincil, kıyı- manında Kita- tarafından paylaşılır: Zeus (gök), Po-
da kalmış ya da parça bı Mukaddes’in ak- seidon (deniz) ve Hades (ölüler ülke-
bölük bu gele- sine, yaratıcı bir si). Böylece “Zeus’un hükümdarlığı
neklerle karşı- Tanrı yoktur, ama altında örgütlenmiş tanrısal toplu-
laştırıldığın- ‘Khaos’un ilk duru- luk olarak kozmos, biçimine ve kesin
da Hesiodos’un mu vardır. Hesiodos’un dengesine” (Bonnefoy, 2000: 611) u-
Theogonia şiiri, Hesiodos’un Antik dönemden Theogonia’sına göre, na- laşmış olur. Dünya tiyatrosu nihayet
kalma bronz büstü.
bize aktarıldığı ek- sıl oluştuğu belirtilmeden, her türden oyuncunun sahneye çık-
siksiz ve dizgesel biçimiyle asal ta- sırasıyla dört kozmik öğe, yani Kha- ması için hazır hale getirilmiştir.
nıklık olarak, Yunanlıların mitik os (boşluk, açıklık), Gaia (yer, top- Bu sahnede en gizemli öğe gök-
düşüncesi ile kozmogoni alanına rak), Tartaros (yeraltı dünyası) ve E- yüzüdür. Bu şiirinde Hesiodos, gö-
kılavuzluk eden yönelimlerini kav- ros (aşk, arzu) ortaya çıkar. Khaos, ğü, düz yeryüzü üzerinde bir kub-
ramamızı sağlayan baş belge olarak Gaia ve Eros yaratılışı önceleyen, ev- belenme olarak gösterir: “Toprak
belirir.” (Bonnefoy, 2000: 612) renin örgütlenme sürecini başlatan (Gaia) bir varlık yarattı kendine eşit:
Şiire Theogonia adının verilmesi bir iktidar üçlemesidir. Khaos’tan iki Dört bir yanını saran Uranos, yıldızlı
tanrılara duyulan saygının bir işareti- karanlık ilkesi oluşur: Khaos’un kı- Gök’ü” (Theogonia, 126-127). Göğü
dir. Şair kendi öznel görüşlerini değil zı Nyx yerdeki geceyi, oğlu Erebos taşıyan titan Atlas ise Mısır kozmo-
“hakikat”i dile getirdiğini belirtir. He- ise yeraltındaki karanlığını simgeler. mitolojisinde göğün yere düşmesinin
siodos Helikon dağının eteklerinde Erebos’la Nyx’in birleşmesinden ışıklı önüne geçen Shu’nunkine benzer bir
koyunlarını güderken, Muselerin(1) e- varlıklar olan Ether (esir) ve Hemera rol oynar: “Atlas zorlu bir baskı al-
siniyle “hakikat” ona açınlanmış, “ol- (gün, gündüz) doğar. Gaia Khaos’tan tında kaldı: Dünyanın bittiği bir yer-
muş ile olacak” kendisine öğretilmiş- çıkar çıkmaz ‘kimseyle sevişip birleş- lerde / Güzel sesli Akşam perilerinin
tir. Eski Ahit’in Yaratılış’ıyla yaklaşık
aynı döneme tarihlenen Hesiodos’un
Theogonia’sı evrenin ve tanrıların na-
sıl varlığa geldiğinin Yunan versiyo-
nu (ya da modifikasyonu) gibidir.
Kitabı Mukaddes’in “sınırsız, özgür-
ce isteyen, evren düzeninden önce
gelen” tanrısından farklı olarak Yu-
nan tanrıları “evrenin görünümle-
riydiler.” (Campbell, 1995: 154)
Dolayısıyla Hesiodos’un ilk tanrıla-
rı açıklaması, aynı zamanda, fizik-
sel dünyanın ana bileşenlerinin na-
sıl yaratıldığının açıklamasıdır. Mısır

3
karşısında / Dimdik durup ayakta tu- “Dünyayı dört yandan çevreleyen dız grubunu fark etmiş olsalar da, bu
tuyor göğü / Başı ve yorulmaz kolları bir halka ırmak imgesi, yatay düz- dönemde, çağdaşları Mısırlılar ya da
üstünde.” (Theogonia, 517-519) Aris- lemde işlemez yalnızca: Yatay düz- Mezopotamyalılar gibi astronomi ve
toteles de bu mitolojik nosyonu an- lemde güneş ile yıldızların her gün, matematikle meşgul olmadıkları bi-
ma gereği duymuştur: “Bunun için batarken yeni baştan dalmak üze- linmektedir. Bu dönemde Yunanlı-
çok eskilerin söylencelerine de kulak re Okeanos’tan sıyrılıp yükseldiği lar büyülü bir toplumsal yasa ve tö-
asmamak gerekiyor. Dediklerine gö- görülür. İlksel sulardaki bu günlük re çemberi içinde yaşıyor ama doğal
re o, Atlas diye birinin desteğine ge- yıkanma, onlara hep yenilenen bir dünyanın kendisi onlara herhangi bir
rek duyuyormuş!” (Gökyüzü Üzeri- gençlik ve dinçlik sağlar.” (Bonne- yasadan yoksun görünüyordu. Doğa-
ne, 284a19). Yer ve göğün ayrışması foy, 2000: 612) yı yöneten gücün tanrıların kaprisleri
ve göğün aşağı düşme tehlikesi tema- Başka bir anlatımla Theogonia’nın olduğu düşünülüyordu. Yine bu dö-
sı eski Yunanlıların evren tasarımla- kozmolojisi şöyle özetlenebilir: nemde bilgi, toplumsal olarak siyasi
rında önemli bir yer tutar. (bkz. Co- Hesiodos’a göre Yeryüzü, evrenin iki iktidarı elinde bulunduranların ya da
uprie, 2011: 14. ve 15. Bölüm) yarımküre içinde kalan düzlemidir. onu temsil edenlerin elindeydi. Baş-
Diğer bir anlatımla Hesiodos’un Yer (elbette, düzdür) bir nehir ya da ka bir deyişle bilgi Yunan’da iktidara
dünya resminde Gök eski büyük çan okyanus tarafından çevrilidir ve ye- bağlı çalışan memurların, kâtiplerin,
gibi yeryüzünü kaplayan katı bir to- rin üstünde yarımküresel gök vardır, muhasebecilerin ve astrologların bil-
noz/kubbe olarak tarif edilmekteydi. gündüz aydınlık gece karanlık olan gisiydi. Arkaik Yunan’da bilginin
Yeryüzü ise Herakles’in sütunlarının bir aralık tarafından Yer’den ayrılmış- toplumsal statüsü iktidarın uygulan-
kuzeyinden başlayan ve Doğu, Gü- tır; Yer’in altında karanlık, kasvetli ve masına sıkı sıkıya bağlıydı.
ney ve Batı yönünde akarak Kuzey’e hükümdarının adıyla anılan bölge
tekrar gelen Okeanos nehri ile çevri- (Tartaros) bulunur; bu bölge göğe si- Doğa felsefesi:
li düz bir dairesel diskti. Yer ve Gök metrik bir yeraltı dünyasıdır. neden Yunanlılar?
bir Ether bölgesi ile ayrılıyordu; bu Ancak Hesiodos, evrenin sanıldı- Antik Yunan’da dünyayı anlama
bölgede bulunan güneş, ay ve yıl- ğından çok daha büyük olduğu ko- isteği doğa felsefesinden önce mi-
dızlar, Doğu’da Okeanos’un bir kı- nusunda okurlarını uyarır. Gök’ten tolojik imgeler tarafından karşılan-
yısından yükseliyor, çan şeklindeki Yer’e, Yer’den Tartaros’a uzaklığının sa da MÖ 6. yüzyılın başlarından i-
Göğün altında yol alıyor ve Batı’da bir tür “düşünce deneyi” ile ölçümü tibaren bir inanca sahip olmanın
Okeanos’un içine tekrar dalıyordu. bunu gösterecektir: dünyayı anlamada yeterli olamaya-
Mitolojik anlatıma göre Güneş tanrı “Bir örs gökten düşse dokuz gün cağı, dahası inancın kendisinin doğ-
Helios her sabah, doğuda, Okeanos dokuz gece rulanması gerektiği düşünülmeye
ırmağının bir noktasından çıkıyor, Ancak onuncu günü varabilirdi başlandı. İyonyalı doğa filozofları
göksel bir arabayla bütün gök yayı- yeryüzüne Thales (MÖ 624-546), Anaksimand-
nı geçtikten sonra Okeanos’un karşı Ve tunç bir örs düşse yeryüzünden ros (MÖ 610-547) ve Anaksimenes
tarafına iniyordu. Geceleri ise, ertesi ancak (MÖ 585-525) bu koşullara uygun
sabah tekrar doğmak üzere, bir ka- Dokuz gün dokuz gece sonra va- yeni bir düşünme tarzı geliştirdiler.
deh veya kayıkla, doğduğu yere ge- rabilir Tartaros’a.” (İşler ve Günler, Düşüncede ortaya çıkan bu “mutas-
ri dönüyordu. Ay tanrıçası Selene de 722–725) yon” mevcut koşullar açısından ger-
tıpkı Helios gibi bir arabayla gökyü- Hesiodos’un İşler ve Günler’i ise çek bir devrimdi. Aslında Yunanlılar
zünde dolaşıyordu. esas olarak çiftçilik ve denizcilikle arasında dindarlık çok güçlüydü. Bu
Homeros’un Helenistik dönem boyunca
ilgili kurallardan söz eden bir me- nedenle felsefeci olmayan çoğunluk
idealize edilmiş bir betimlemesi. tindir. Şiirin bir bölümü kimi gök açısından doğa olaylarının rasyonel
(British Museum) cisimlerinin adlarını içeren bir çiftçi açıklaması rahatsız edici bir girişim
takvimidir: sayılıyordu. Bütün zorluklarına kar-
“Ekini biç, görünce gökte şın Antik Yunan’da rasyonel/eleştirel
Pleiad yıldızlarını, Atlas kızlarını. düşünce, bilim ve felsefenin gelişi-
Görünmez oldukları zaman da ek mini yüzyıllar boyunca belirleyecek
toprağını. bir geleneğe dönüşmeyi başarmıştır.
O yıldızlar kaybolur kırk gün kırk Avrupamerkezci tarih anlayışı ya
gece. da oryantalist (şarkiyatçı) yaklaşıma
Ama yılın çarkı durmaz döner, göre insanlığın genel gelişim çizgi-
Ve insanlar bilemeye başlayınca o- sinden ayrılmış Batı uygarlığının te-
raklarını mellerinden biri olan Yunan-Roma
Gözükürler yeniden gökte.” (İşler uygarlığı, Yakındoğulu komşulardan
ve Günler, 383–387) hiçbir dış “etki” almadan, adeta mu-
Görüldüğü gibi Yunanlıların en cizevi bir biçimde, kendi kendine o-
eski evren kavrayışı diğer kültürlerin luşmuştur. “Yunan mucizesi” olarak
arkaik dünya resminden çok fark- ifade edilen bu tarafgir yaklaşım Çin
lı değildir. Yunanlıların, birçok yıl- dili uzmanı Martin Bernal’in Black

4
Athena: The Afroasiatic Roots of Clas-
sical Civilization(3) adlı eserinde et-
kili bir şekilde eleştirilmiştir. Ne var
ki büyük tartışmalara yol açan bu e-
ser Antik Yunan’ın doğuya, özellik-
le de Mısır’a olan borcunu abartmış
ve Yunan kültüründe içerilen Doğu-
lu özelliklere yönelik arayışında faz-
la ileri gitmişti. Yerleşik bir yargıya
karşı çıkarken benzer bir yargının
tuzağına düşmüştü. Bu yerleşik yar-
gı bir kültürün özü gereği diğerine
borçlu ya da ondan üstün oluşudur:
“Kısacası Bernal, gayet şarkiyatçı Helikon dağında Hesiodos’a ilham veren Muselerin dansı. (Bertel Thorvaldsen - 1807).
bir nitelik arzeden Yakındoğu algısı- Bu yaygın görüşün tam zıttı görüşler çıkmasına olanak sağlayan ya da teş-
nın tuzağından kaçmaya çalışırken, de ileri sürülmüştür. Antik Yunan’da vik eden en önemli dış etken Yunan-
sözcüğün Edward Said tarafından felsefenin Yakındoğulu komşulardan lıların diğer ve kendilerinden daha
etkin olarak kullanıma sokulan sö- hiçbir dış etki almadan, “mucizevi” eski uygarlıklarla ilişkisidir.
mürgecilik sonrası anlamıyla, bir ne- bir biçimde oluştuğu görüşüne karşıt “Yunan’da ilk felsefi-bilimsel ça-
vi ‘tersinden şarkiyatçılık’a düştü. Ne olarak Babil, Sümer ya da Mısır’ın ki- lışmaların Batı Anadolu’nun zen-
Bernal’in ırkçı olarak gördüğü klasik mi “bilimsel” başarılarına dayanarak gin ve müreffeh liman şehirlerin-
filologların hepsi ırkçıydı, ne de bi- felsefenin de bu uygarlıklarda başla- de, örneğin Milet’te, Efes’te, Teos’ta,
zim ‘Yunan mucizesi’nin yerine ‘Mı- dığı yolunda görüşler mevcuttur. Bu Klazomenai’de, Samos ve Kos adala-
sır mucizesi’ koymak gibi bir isteği- bağlamda Platon’un Yunanca konu- rında başlaması bir tesadüf değildir.
miz vardı.” (López-Ruiz, 2012: 18) şan bir Musa olduğu bile söylenmiş- Bu şehirler hem Doğu’dan, karadan
O halde “ex oriente lux” (“ışık tir. Her iki yaklaşımın da tarafgir ve gelen kervan ve ticaret yollarının so-
doğudan gelir”) deyişi de tersinden indirgemeci olduğu açıktır. Oysa pek nunda bulunuyor, hem de deniz ti-
şarkiyatçılığın bir mottosuna dönüş- çok şey gibi felsefenin doğuşu da öz- caretinin ana merkezlerini oluştu-
türülebilir. Kuşkusuz bin yıldan faz- gün yönleri olan Yunan uygarlığının ruyordu. Ticari ilişkilerde ise sadece
la süren yakın etkileşim, tek yönlü diğer uygarlıklarla girdiği çok yönlü malların değiş tokuş edilmediği, ay-
bir süreç olamaz. Yunan ve Yakındo- etkileşimi çerçevesinde açıklanabi- nı zamanda fikirler, buluşların da
ğu kültürleri arasındaki etkileşimin, lir. Öte yandan “mucize”, “deha” ya bir yandan diğerine geçtiği bilin-
matematiksel bir denklik varsayma- da “aptallık” gibi terimler gerçekten mektedir.” (Arslan, 2006: 60)
dan, Doğudan Batıya olduğu kadar işe yarar bir açıklama sunmazlar. Ga- Öyle anlaşılıyor ki Yunanlılar ma-
Batıdan Doğuya doğru bir akışı içer- lileo, Newton ya da Einstein’ın bu- tematik, astronomi gibi bilimler-
diği kabul edilmelidir. Bununla bir- luşlarını deha oldukları için yapa- de Doğu uygarlıklarına neler borç-
likte yazarların sürecin sadece bir bildiklerini söylemek aynı dönemde lu olduklarının bütünüyle farkında
yönünü, yani Doğunun Batıya olan diğerlerinin aptal olduğunu söyle- olmuşlardır. Bununla birlikte Yu-
etkisini konu edindiği bir gerçektir. mek kadar anlamsızdır. Her ne ka- nanlıların Doğu’ya olan borçları “bi-
Daha önemlisi “Doğu” ve “Batı” ayı- dar bilim tarihinin emekleme evre- limsel” konularla sınırlı değildir:
rımının yapay bir ayrım olduğunu sinde bu türden “açıklamalar”a sıkça “Bu önemli ‘alışverişlere’ Yunan-
görmektir: “Belki de bu doğrusal ek- rastlansa da, bilimin sorunlarını kav- lıların Lidya’dan parayı, Mısır’dan
seni hepten bir yana bırakarak, böl- ramış bilim tarihçilerinin yaptığı gi- papirüsü, Fenike’den alfabeyi almış
gede her yöne deveran eden insanlar bi, belli bir buluşun neden ve nasıl oldukları gerçeğini eklersek, Yu-
ve fikirler bağlamında düşünmeli- o kişi tarafından yapılabildiği tarih nanlıların Doğu’ya olan borçlarının
yiz.” (López-Ruiz, 2012: 48) araştırmasıyla hemen hemen her za- büyüklüğünü hesaplayabiliriz. Bü-
Son yirmi otuz yıldır kimi klasik man gösterilebilir. Bu türden tarih- yük Doğu uygarlıklarıyla ilişkisi so-
filologların in medio virtus (“erdem sel araştırmalar “kâşifin keşfettiğini nucunda elde ettiği bütün bu bilgi,
orta yolu bulmaktır”) anlayışıyla keşfetmiş” olduğunu söylemekle ay- buluş ve görüşlerin Yunanlıya dün-
Doğuya ya da Batıya bir öz yükle- nı anlama gelen totolojik bir dâhilik yayı tanıma, bilme, dolayısıyla eski
meden, antik Yunan’ın şekillenme- açıklamasından çok daha yararlıdır. tasavvurlarından şüphe etme, onları
sinde Eski Yakındoğu uygarlıkları- Bir toplumda “deha”lar mucizevi bir soruşturma ve yerlerine bu yeni bil-
nın önemli rolünü hesaba katan bir biçimde ortaya çıkmazlar; diğer öz- gi ve birikimine uygun bir tasavvur
yaklaşımı benimsedikleri görülmek- neler gibi onlar da belirli toplumsal oluşturma yönünde büyük bir atılım
tedir. Bu yaklaşımın dengeli olduğu ve kültürel koşulların ürünüdürler. sağlamış olduğu şüphesizdir.” (Ars-
kadar gerçekçi de olduğu açıktır. Antik Yunan’da felsefeyi ortaya çıka- lan, 2006: 61)
Antik Yunan’da felsefe çok sayıda ran koşulları iç ve dış etkenler olarak Dış etkenler ve alışverişler tüm ö-
dehanın mucizevi bir biçimde ortaya sınıflandırmak açıklayıcı olacaktır. nemlerine karşın tek başlarına felse-
çıkmasının bir ürünü gibi görünür. Antik Yunan’da felsefenin ortaya fenin neden Antik Yunan’da başlamış

5
olduğunu açıklamakta yetersiz kalır. le açıklarken, bu terimlerle açıkla- Yunanlılar yepyeni bir konu ve
Başka bir deyişle söz konusu etkile- dıkları dünyayı “doğal dünya” ola- düşünme tarzı geliştirdiklerinin bü-
ri yepyeni bir kültürel ürüne (felse- rak nitelemişler ve “doğa” kavramını tünüyle farkında oldukları için bu
feye) dönüştürecek iç etkenleri dik- keşfetmişlerdir. İlk filozofların düşün- düşünme yöntemine önce “logos”
kate almadan yapılacak bir açıklama celerini yönelttikleri “doğa” (phusis– sonra da “felsefe” adını vermişler-
doyurucu olmayacaktır. Unutmamak φύσις) terimi Milet kökenlidir. Bu dir. Antik Yunan egemenliğinde-
gerekir ki Antik Yunan’da doğan şey sözcük ilk kez Anaksimandros’un ki İyonya’da (bugünkü Türkiye) bir
farklı kültürel öğelerin basit bir bi- ve Ksenophanes’in yapıtlarının ad- kent olan Milet’te yaşayan Thales’le
leşimi değil, oldukça özgün bir şey- larında görünür. Yunan filozofları (MÖ 624-546) başlatılan doğal dün-
dir. İlk uygarlıkların hiçbiri, Yunan- “phusis”e, köken anlamına bağlı ka- yayı doğal terimlerle açıklama ça-
lılar gibi evrenin teorik modellerini larak 1) serpilip büyüme ve gelişme bası, insanlık tarihinde bir dönüm
ortaya koyamamış, eş deyişle antro- süreci ya da genesis anlamında; 2) noktasıdır. Bu dönemde başlayan
pomorfik olmayan, soyut, mekanik kendisinden şeylerin yapıldığı ya da doğa felsefesi tarihsel bir kesintiye
ya da natüralist evren modelleri ge- çatıldığı fiziksel ana-madde, arkhe uğramadan sürmüş ve modern Batı
liştirmemiştir. Bu kültürlerde, doğal anlamında ve 3) bir tür içsel organi- bilimine yol açmıştır.
dünya soyut olarak ele alınmamış ve zasyon ya da düzenleniş ilkesi, şey- Doğa felsefesinin, matematik ve
bilimin bir başka simgesi olan teo- lerin yapısı anlamında felsefelerinde astronomi bilgileriyle öne çıkan Ya-
ri ortaya çıkmamıştır. “Matematik ve yer vermişlerdir. kındoğu uygarlıklarında değil de
astronomi, ilk uygarlıklarda bağımsız “Genellikle basitçe ‘doğa’ olarak Antik Yunan’da ortaya çıkmasının
olarak ve yinelenerek ortaya çıkmış, çevrilen phusis, bizim düşündüğü- nedeni onun özgün siyasal sistemi
ancak, doğa felsefesi yalnızca Yunan- müz doğa dünyasının çok daha faz- gibi görünmektedir. Mısır, Babil ya
lılarla başlamıştır.” (McClellan III ve lasını kapsıyordu. Düzenli evren da Pers gibi halkları üzerinde güçlü
Dorn, 2008: 66) yerküre ve insanlardan oluşuyor- egemenlik kurmuş tanrısal hüküm-
Antikçağda Yunanlılar dışındaki du. Phusis’i incelemek, hem siyase- darlardan farklı olarak Yunanlılar
uygarlıklar doğal dünyayı bilim diliy- ti hem de bitkileri, ruhu ve yıldızları Atina, Sparta, Korint gibi birbirin-
le değil, mitolojik bir dille açıklamış- incelemekti. Yunanlar akışkan ve sı- den bağımsız kentlerde yaşamaktay-
tır. Başka bir deyişle doğal dünyayı nırsız bir entelektüel manzarada ya- dılar. Onların kendine özgü siyasal
doğal dünyanın terimleriyle açıklama şıyorlardı; denizlerle göğün bileşimi sistemleri önemli ölçüde coğrafi et-
başarısı göstermiş ilk uygarlık, bilin- üzerine spekülasyonlar, ayrımsız o- menler tarafından biçimlendirilmiş-
diği kadarıyla Antik Yunanlılardır. larak siyasal felsefeyle karışıyordu.” ti. Antik Yunan’da MÖ 6. yüzyıldan
Onlar doğal dünyayı doğal terimler- (Bauer, 2016: 22) itibaren oligarşi ya da tiranlık yerini
yavaş yavaş demokratik yönetim bi-
Esra Miniş’in çizimiyle Arkaik Yunan’ın mitolojik evreni. En sistematik ifadesini Hesiodos’un çimlerine bırakmıştır:
Theogonia’sında bulduğumuz bu dünya resmi Yakındoğu’nun evren tasarımlarından
çok farklı değildir. Tanrıların mekânı Olympos, insanların yaşadığı Gaia ve ölü “Bunun -tüm Yunan kentlerin-
ruhların bulunduğu Hades, hiyerarşik olarak örgütlenmiş evrenin ana kısımlarıdır. Esra de görülen- bir sonucu, siyaset bil-
Miniş’in çizimiyle Arkaik Yunan’ın mitolojik evreni. En sistematik ifadesini Hesiodos’un gisi olan, eleştirel, devlet sistemine
Theogonia’sında bulduğumuz bu dünya resmi Yakındoğu’nun evren tasarımlarından
çok farklı değildir. Tanrıların mekânı Olympos, insanların yaşadığı Gaia ve ölü ruhların örneğine rastlanmamış ölçüde katıl-
bulunduğu Hades, hiyerarşik olarak örgütlenmiş evrenin ana kısımlarıdır. maya alışkın bir nüfustu. Siyasetteki
gelişmelerden, yasaların ve adaletin
doğası ile bunlarla ilgili düşünceler-
le ilgilenen bir felsefe de doğuyor-
du.” (Henry, 2016: 4)
Doğa felsefesinin ortaya çıkışını
Yunan “polis”lerinde gelişen bu si-
yasal sistem ile Yakındoğu’nun tan-
rısal hükümdarlarının saraylarında
biriken kültürel zenginliğin Milet
kentinde karşılaşmasının bir sonucu
olarak görmek gerekir. Antik kay-
naklarda Thales’in Bâbil’e ve pira-
mitlerin boyunu ölçtüğü Mısır’a se-
yahate gittiğinden söz edilmesini bu
bağlamda yorumlamak gerekir.
Doğa felsefesiyle demokrasinin
aynı dönemde ve aynı yerde doğ-
ması rastlantı değildir. Cornelius
Castoriadis’e göre felsefenin doğu-
şuyla demokrasinin doğuşu çakış-
maz, birlikte bir anlam ifade ederler.

6
İkisi de, özerk (autonomous) olanın ni olduğunu düşünmüşlerdir.” (Cas- anlamlarının yeni toplumsal gereksi-
somut ifadeleridir. Başka bir deyiş- toriadis, 1993: 75) nimleri karşılayacak biçimde dönüş-
le ikisinin de ortak özelliği mevcut Mısır ve Mezopotamya’nın yük- meleri ile doğaya yansıtılmaları he-
kurumların ve otoritelerin sorgulan- sek otoritelerinin -firavun, impara- men hemen eşzamanlıdır. Bir felsefe
ması, doğru ve adaletin her türlü dış tor vb- ağzından çıkan söz, yasa o- terimi olarak kullanılmaya başlama-
kaynağının reddedilmesi anlamında larak kabul edilmekteydi. Diğer bir dan önce dikē terimi aristokratik bir
özerkliğin kabulüdür. Castoriadis’e ifadeyle bu halklar demokratik an- sınıf bilincine uygun biçimde anla-
göre felsefenin konusu “varlık ne- lamda yasa kavramını tanımıyor- şılmaktaydı. Bu bağlamda dikē sınıflı
dir?”, “varlığın anlamı nedir?” ya da lardı. Yunan’da her özgür yurttaş toplum yapısının dayattığı sınırların
“neden hiçlik yerine, bir şeyler var- devlet yönetiminde bir biçimde rol ihlâlini ve bu ihlâl karşılığında öde-
dır?” gibi sorular değildir. Bütün bu aldığı için “soyut fakat kendine öz- necek tazminat bedelini belirleyen
sorular, yaderk (heteronomous) bir gü bir yapısı olan yasa kavramı”nı bir anlama sahipti. Aristokratik sınıf
toplumda sorulması olanaksız olan tanımaya başlamıştı. Daha açık bir bilincinin çöküşüyle birlikte sitenin
daha temel sorular yanında ikincil- deyişle, yurttaşlar yasaları bir zorba- tüm yurttaşlara aynı şekilde uygu-
dir. Asıl soru “Varlık, phusis, polis, nın keyfi kaprisleri olarak değil top- lanabilen bir şey olarak anlaşılmaya
adalet, vb. ve kendi öz düşüncem lumun doğasının temel bir özelliği başlandı. Yeniden tanımlanan dikē’nin
hakkında ne düşünmeliyim?” soru- olarak görmeyi öğreniyorlardı. Ya- geçerli olacağı sınırlar da artık yazılı
sudur. (Castoriadis, 1993: 79–80) salara o kadar önem veriliyordu ki yasa (nomos) tarafından belirleniyor-
Demokratik bir siyasal yapının iş- yasalar olmadan toplumun kendi- du. Diğer bir deyişle adalete uygun o-
leyişiyle felsefenin işleyişi arasında ni oluşturamayacağı ve işlevini ye- lan söz artık nomos’a uygun olan söz-
görülen benzerlikler çarpıcıdır: En i- rine getiremeyeceği düşünülüyordu. dü. Daha sonra kullanıma girmiş olan
yi kararlar “grup içi tartışma” yoluyla John Henry’nin belirttiği gibi: kozmos (kosmos-κόσμος) sözcüğü de
alınır, en iyi öneriye önerilerin “ka- “Toplumun işleyiş biçimine bu toplumsal kökenlidir. Kozmos “dü-
mu önünde eleştirmesi” ile ulaşılır ve eleştirel bakış ve bu işleyişin sür- zen içinde evren” anlamını kazanma-
ortak sonuca argümantasyon (kanıt dürülmesinde yasaların rolü, doğa dan önce, başlangıçta bir ordunun di-
göstererek tartışma) yoluyla gidilir. araştırmalarına taşınmış gibidir. An- siplinini, sonra da bir devletin düzenli
Bu varsayımlar eski olanın, egemen tik Yunan felsefesinde biricik olan, yapısını ifade etmek için kullanılmak-
olanın ya da geleneksel olanın otori- doğa yasaları kavramıdır: Dünya sis- taydı. (Burnet, 2013: 14)
tesine meydan okur. Carlo Rovelli’nin temi, birbiriyle bağlantısız şeylerin Antik Yunan’da adli söylem
belirttiği gibi “ustası Thales’i açık a- bir araya toplanmasından değil, bir doğrudan doğruya siyasi bir söy-
çık eleştiren Anaksimandros’un tek evrenden, her şeyin davranışına e- lem olarak görülüyordu. Adil olanı
yaptığı, Milet’in agora’sında zaten uy- gemen olan doğa yasalarına göre iş- (dikaion-δίκαιον) bilen kişiler, aynı
gulanagelen bir toplumsal pratiği bu leyen, iyi yönetilen bir şehir devlet zamanda şeylerin (dünyanın) düze-
kez bilgi alanına aktarmak olmuş- gibi düzenli bir sistemden oluşuyor- nini de bilen kişilerdi. Şeylerin dü-
tur.” (Rovelli, 2014: 118) du. Bu doğa yasalarının dünyanın zenini bilenler de insanlar ve siteler
Felsefe ve demokrasi arasındaki yapısına özgü olduğu düşünülüyor- için en iyisinin ve en adaletlisinin
bağı yaşayan filozoflarla, ölmüş fi- du.” (Henry, 2016: 4-5) ne olduğunu bilenlerdi. Dolayısıy-
lozofların -onları ayıran yüzyıllara İlk filozofların doğadaki düzenlili- la şeylerin düzeni ile sitenin düzeni
rağmen- tartışabilmeleri olgusunda ği ifade etmek için adalet (dikē-δίκη), örtüşüyordu. İlkel siteden gelişmiş
da görebiliriz. Bütün büyük filozof- adaletsizlik (adikia-ἀδικία), yasa ya da klasik siteye geçişte ortaya çı-
lar kendinden önce gelenlerle “dü- (nómos-νόμος) ve kozmos (kosmos- kan bu dönüşümler bilimsel, felsefi
şüncenin tarih-ötesi agorasında” a- κόσμος) gibi toplumsal kökenli te- ve sanatsal düşünceye olanak sağla-
çık açık tartışmış, onları eleştirmiş rimleri kullanmış olmaları bu görü- yan söz’ün anlamını da belirgin bir
ya da yadsımışlardır. şü desteklemektedir. Bu terimlerin biçimde dönüştürmüştür:
“Haklı olarak, kamuya ait ve Antik Yunan tanrıları.
zamanın ötesinde bir tarihsel-
toplumsal uzama, düşüncenin tarih-
ötesi agorasına ait olduklarını ve
diğer filozofları kamu önünde eleş-
tirmelerinin, tam da bu alanın içinde
ne otorite, ne vahiy, ne genel sekre-
terler, ne Führer, ne yazgı ne de var-
lık bulunmayan bir özgürlük uzamı
olarak, farklı doxa’ların karşı karşıya
geldiği ve herkesin, zararına kendi
başlarına katlanma koşuluyla, hem-
fikir olmadığı şeyleri söyleyebileceği
bir uzam olarak ayakta kalabilmesi-
nin ve genişletilmesinin temel etke-

7
“Söz, artık ritüel bir sözcük, kesin da daha ilkel bir yargılama biçiminin kuk gereği herhangi bir yetkiye sa-
bir formül değil, ama açık bir çekiş- (adli-öncesinin) yanı sıra yeni bir yar- hip olması değil, bir şey görmüş ya
me, bir tartışma, bir argümandır. O gı, usul ve hüküm türünün (adli ola- da duymuş olması, olaya şahit ol-
kendisine sunulan iki taraf arasın- nın) belirmesi vardır. Adli-öncesi dö- muş olması, olay esnasında orada
da elini kaldırarak son kararını veren nemde hakikat bir yeminle sağlansa bulunmuş olmasıdır. Ve kişinin şa-
bir yargıç gibi, bir kamunun varlığı- da söylenen bir şey değil, kendisine hit olmadığı olaylar doğrudan tanık-
nı önceden varsayarak seslenir. İki maruz kaldığımız, bize saldırabilecek lığın dışında kalır. Algı ilişkisi ha-
konuşmadan daha ikna edici olanın ya da bizi dize getirebilecek güce sa- kikatin adli sözcelenişini tesis eder.
gücünü ölçen bütünüyle insani bir hip özerk bir kuvvettir. Diğer bir de- Bu sözceleme işlemini mümkün kı-
seçimdir bu ve konuşmacılardan biri- yişle arkaik adli pratikte hakikate da- lan odur. Tanıklık, görme deneyimi-
nin, rakibi üzerindeki zaferini güven- ir söz, şeylerin mevcut gerçekliğini nin etrafında örgütlenir.” (Foucault,
ce altına alır.” (Vernant, 1982: 50) anlamakla ilgili değil, gelecekteki te- 2012: 72–73)
Antik Yunan sitelerinde felsefe- olojik bir olayla ilgilidir: Arkaik hukukla klasik çağda or-
nin koşullarını hazırlayan diğer bir “Kesin olan tek bir şey vardır: taya çıkan hakikat kavramları karşı-
gelişmenin de hukuk kurumunun Tanrılar cezalandırmaya karar vere- laştırıldığında şu dört temel farklılı-
geçirdiği dönüşüm olduğu söylene- cekleri zaman, onların şimşeklerin- ğı görmek mümkün olur: 1) Arkaik
bilir. Antik Yunan’da hukukun, din- den kaçmak mümkün olmayacaktır. hukukta hakikate beddua biçimi al-
den bağımsızlaşarak özerk ve se- O halde yemin, kişiyi günün birin- tında yaklaşılırken klasik hukukta
küler bir alana taşınması yeni bir de patlayıverecek olan bir hakikatin hakikat söylenir ve bu bir saptama
düşünme biçimine yol açmış görün- görünmez krallığına sokmaz. Bunun biçimini alır. 2) Arkaik hukukta ha-
mektedir. Hukuk alanındaki başla- yerine, kavgayı, mücadelenin risk- kikat bir tarafın diğerine doğru fır-
yan dönüşüm, diğer bilgi alanları leriyle mukayese kabul etmeyecek lattığı bir meydan okumayken klasik
için de bir model oluşturmuş ve da- risklerin söz konusu olduğu ve in- hukukta hakikat üçüncü kişi konu-
ha sonraki Yunan ve Batı düşüncesi- san bakışının kavrayamayacağı yasa- munda bulunan bir tanık tarafından
ni belirlemiştir. lara tabi olan bir bölgeye doğru kay- söylenir. 3) Arkaik hukukta hakikat
Bilme İstenci Üzerine Dersler’de dırır.” (Foucault, 2012: 77) iki rakipten birinin payıyken klasik
“hakikatin ortaya çıktığı ortamı, iş- Adli-dönemde beliren hakikat kav- hukukta hakikat hakemlik ederek
levini, dağılımını ve biçimini gös- ramı bugün de kullandığımız doğru ayrım yaratır. 4) Arkaik hukukta
termek için” adli söylemi analiz e- söz anlamına gelir ve daha klasik Yu- hakikat kararı veren öğe konumun-
den Michel Foucault’ya göre Antik nan döneminde yerleşmeye başlamış- dayken, klasik hukukta hakikat yar-
Yunan’da adli pratiklerde yaşanan dö- tır. Adli-dönemde hakikat her şeyden gıcın kararının bir öğesine dönüşür.
nüşümler günümüze kadar gelen bir önce tanıklığın sözüdür. Artık haki- (bkz. Foucault, 2012: 78)
bilme biçimi ortaya çıkarmıştır. Bu kat gelecekteki teolojik ve belirsiz bir Hukuktaki bu değişim Hesiodos’la
süreçte “Yunan geleneğinden miras olayı değil gözümüzün önünde olup başlamış, 6. ve 5. yüzyılın “felse-
alınmış olan hakikat-meydan okuma biten şeyleri ifade etmeye başlar. Ha- fi” metinlerinde devam etmiştir. Ar-
ve Doğu’nun İyonya üzerinden ak- kikatin işlevi söz konusu olayları açı- kaik hukuktaki bir çelişki bu süreci
tarmış olduğu bilme-iktidar belli bir ğa çıkarmaktır. Tanığın sözü mevcu- hızlandırmış gibidir. Hakikati ora-
hakikat-bilmeye uyum sağlayarak” diyetin yerine geçer: ya çıkaran yeminin doğru ya da ya-
birlikte dönüşmüşlerdir. (Foucault, “Bir kişinin hakikatin sözceleyici- lan olma ihtimali her zaman vardır.
2012: 130) Dönüşümün kaynağın- si olmasının sebebi, doğa ya da hu- Daha sonraları Platon’un Yasalar ad-
Antik Yunan dünyasında ticari ilişkilerde sadece malların değil, aynı zamanda fikirlerin ve
lı eserinde açıkça belirteceği gibi “i-
buluşların da değiş tokuş edildiği bilinmektedir. ki yeminden birinin yalan olması ge-
rekir”. Bu nedenle bir kanıt olarak
kabul edilmesi pek akla uygun de-
ğildir. Probleme ilk işaret edenlerden
biri Hesiodos’tur: “Hâk güçlünün o-
lacak yalnız, vicdan kalmayacak. Kö-
tü insan saldıracak iyi insana, yalana
dolana kaçıp, antlarını çiğneyecek-
ler.” (İşler ve Günler, 192–194)
Bir doğa felsefesi terimi o-
larak dikē’nin ilk kullanımı,
Anaksimandros’un günümüze dek
gelebilen tek fragmentinde görülür.
Bu fragmente göre, doğal olarak kar-
şıt güçler olan öğelerin birbirlerine
bedel ödemeleri gerekir: “Şeyler ne-
lerden meydana gelmişlerse zorun-
lu olarak yok olup onlara dönerler;

8
çünkü onlar birbirlerine zamanın macıyla okullar kurmaları bunun bir
düzenleyişine göre adaletsizlikleri- örneğidir.
nin cezasını ve kefaretini öderler.” “Bilgiye bilimsel yaklaşımın kö-
(Rovelli, 2014: 91-92; Kranz, 1984: keni olarak görülen doğa felsefesini
32) Burada açıkça dile gelen düşün- ilk geliştirenler bu filozoflardı; ya da
ceye göre doğal dünya rastlantılar en azından bunlar arasında öne çı-
tarafından değil, zorunluluk tara- kanlardı. Örneğin, Thales’in bir yasa
fından, yani yasa tarafından yönetil- koyucu, bir siyasi lider, aynı zaman-
mektedir. Biraz değişik biçimde He- da da bir doğa felsefecisi olduğu bi-
rakleitos da (MÖ 535-480), “Helios linir. Anaksimandros’un, Apollonis
[Güneş] ölçüleri aşmayacaktır: yok- kolonisinin yasaları ile anayasasının
sa Erinyler, adalet tanrıçasının yar- oluşturulmasına yardımcı olduğu;
dımcıları, bunu fark eder ve cezalan- Elealı Parmenides’in (MÖ yakl. 480)
dırırlardı” demiştir. (Foucault, 2012: ise kentin yasalarını yazdığı söylen-
111; Henry, 2016: 5; Kranz, 1984: miştir.” (Henry, 2016: 6)
65) Herakleitos Anaksimandros’dan Önce toplumsal sonra da doğal
farklı olarak doğal şeyler arasında- dünyanın kendi terimleri içinde an-
ki kavgayı tazminatı gerektiren bir laşılması için başlatılan soruşturma-
adaletsizlik türü olarak değil şeyle- nın sonuçlarından biri kavramların
rin normal düzeni (yani var oluşun tanımlanması, yeniden tanımlanma- Milet’te yaşayan Thales’le (MÖ 624-546)
gerçekliği olan karşıtların gerilimi) sı ve giderek yeni kavramların yara- başlatılan doğal dünyayı doğal terimlerle
olarak görse de evrene “yasalar”ın tılmasıdır. Bu da yeni bir soru sorma açıklama çabası, insanlık tarihinde bir
dönüm noktasıdır.
egemen olduğunu ve bu nedenle tarzının ortaya çıkması demektir. Da-
Güneş’in de kendisi için ayrılan yola ha önce mitolojik düşünme içinde topluluğa da mensup değildir, ne
bağlı kalacağını anlatmak ister gibi- “… nasıl?”lı sorular sormaya alışkın vaizdir ne de eğitmen. Büyük tapı-
dir. Bu söylem modern bilimin gü- olan insan zihni bundan böyle “... naklarda, kurban hizmetlileri ve ta-
nümüzde kullandığı dilin aynısıdır. nedir?”li sorular sormaya da başlar. pınak köleleri, bekçi ve haznedarlar-
Bugün hâlâ cansız nesnelerin devi- dan oluşan kalabalık bir topluluğa
nim yasalarına “boyun eğmesinden” Ruhban sınıfının zayıflığı hükmeder. Kişisel saygınlık dışında
söz ediyoruz. Anaksimandros’un ve Antik Yunan’da dinsel bir dog- herhangi bir hiyerarşi yoktu.” (Frie-
Herakleitos’un felsefesinde ilk kı- matizmin olmayışı da felsefi düşün- dell, 1999: 80)
mıltılarını fark ettiğimiz evrensel cenin oluşması ve yayılması için uy- Daha sonra Ksenophanes’in söy-
yasa kavramı daha sonra Platon’un gun bir zemin yaratmıştır. Antik lediği gibi “Tanrılar insanlara her şe-
Devlet, Timaios ve Yasalar adlı yapıt- Yunan’da hiçbir zaman Hindistan ya yi en başta vahiy etmemişlerdi, daha
larında ve Aristoteles felsefesinde ise da Mısır’daki gibi güçlü bir rahipler iyiyi onlar kendileri, zamanla, araş-
olanca yoğunluğuyla karşımıza çıka- sınıfı olmamıştır. Ayrıca monoteist tıra araştıra buluyorlar”dı. (aktaran
caktır: “Anaksimandros’un asıl öne- dinlerden farklı olarak, ortak inanç- Guthrie, 2011: 406-7) Aslında Antik
mi, tüm olup bitenlere, yani toplam lara ve geleneksel öğretilere dayanan Yunan’da mitolojik inançlar dışında
evrensel sürece egemen, ona içkin Yunan dinlerinde peygamber, Mesih, bir dinin varlığı da tartışmalı bir ko-
olan yasallık kavramını, yani evren- gerçeğin yazılı olduğu kutsal bir ki- nudur. Mitoloji dinin önemli bir ya-
sel yasa kavramını ilk defa insan dü- tap, dogma, vahiy, kurtuluş ya da ö- nını, yani yaradılışla ilgili bölümünü
şüncesinin kapsamına almış olması- lümsüzlük vaadi gibi şeyler de yoktu. oluştursa da bunun ötesinde, Antik
dır.” (Capelle, 1994: 65) Bu nedenle sık sık Antik Yunan’da Yunan’da “bir mutlakta temellenen,
Antik Yunan’ın önde gelen düşü- özgür bilimin gelişimini baskı altı- yapılması ve yapılmaması gereken-
nürleri doğayı doğanın yasalarıyla yö- na alabilecek cinsten güçlü bir din a- leri gösteren, belli ritüeller içeren
netilen bir evren olarak görüyorlardı. damları sınıfı olmadığı söylenir. bir din(4) anlayışı” bulunmaz. (Frie-
Ayrıca bu düşüncelerini yaygınlaştır- “Yunanistan’da gerçek bir ruhban dell, 1999: 81) Dini otoriteye dayalı
mak için Yunan coğrafyasında okul- sınıfı yoktu. Rahip tapınağa hizmet bir ahlakın yokluğu da uygulamalı-
lar kurmuşlardı. Demokrasiye olan eder, inananların kurban işlerini yü- pratik felsefeyi insanların tinsel ve
eğilim, inandırıcı söz söyleyebilen, rütür, tapınak gelirlerini idare eder etik boşluğunu doldurmaya yönelt-
hitabeti güçlü kişilere gereksinim ya- ve tanrıların iradesini yorumlar. Sı- miştir.
ratmıştı. Antik Yunan’ın toplumsal radan bir devlet memurudur ya da Antik Yunan’da gelişen toplumsal
ve siyasi yapısı filozoflara, o güne ka- belli başlı teknik bilgilere sahip olan ve siyasal yapı ile bilimsel düşünce-
dar hiçbir toplumun sağlamadığı ka- yahut sahip olduğunu iddia eden ö- nin doğuşu arasındaki paralellikleri
dar görev ve sorumluluk yüklemiş ve zel bir çalışandır, herhangi bir kut- üç noktada özetlemek mümkündür:
bu da onlara oldukça geniş bir hare- sallığı da yoktur. Çok çok, tiyatro- Sekülerlik, keşfedilmesi gereken ya-
ket alanı sağlamıştı. Filozofların, söz da gözde bir yere oturtulur ve halk salar ve tartışılması gereken fikirler.
sanatı ya da mantıklı tartışma yoluy- meclisinde saygı görür. ‘Görünmez Ancak bu böyle sürüp gitmeyecek-
la insanları ikna sanatında eğitmek a- kiliseye’ ya da herhangi bir yüksek tir. “Bir süre sonra, Roma İmpara-

9
torluğu, iktidarı tekrar bir kişinin ve MÖ 8. ve 7. yüzyılları kapsa- “Tıpkı hayalgücünün akla, anlatan
Hıristiyanlık da bilgiyi ruhban sını- yan felsefe öncesi dönemde doğa i- sözün kanıtlayıcı söze karşıt olması
fının tekeline teslim edecektir. İm- le tanrıların dünyası ve etki alanla- gibi, mit de logos’un karşıtıdır. Logos
paratorluk ile kilisenin ittifakı, te- rı henüz birbirinden ayrılmamıştı. ve mythos dilin iki yarısıdır, tinsel
okrasiyi yeniden tesis edecektir.” Doğa ve doğa olayları kişisel, tanrı- yaşamın aynı ölçüde temel iki işlevi-
(Rovelli, 2014: 119) sal varlıklar olarak, diğer tanrıların dir. Bir akıl yürütme olan logos ikna
birleşmesinden türeyen varlıklar o- etmeye çalışır; dinleyende bir yargıda
Mitostan Logosa larak düşünülüyordu. Homeros’un bulunma zorunluluğuna yol açar. Lo-
Yunanlılar tıpkı Mısırlılar gibi çok- dizelerinde dile gelen teologlara öz- gos, eğer akla yatkın ve ‘mantığa’ uy-
tanrılı bir inanca sahipti. Yunan poli- gü spekülasyonların başlıca konu- gunsa doğrudur; gizli bir kurnazlığın
teizminin kökeninde yatan şey canlı, su işte bu birbirine karışmış var- üzerini örtüyorsa (‘safsata’) yanlıştır.
ölümsüz ve yaratıcı doğa (phusis- lıklardı. Bu dönemden günümüze Ama ‘mit’in kendinden başka amacı
φύσις) düşüncesidir. Yunan dünya korunarak kalmış Yunan edebi- yoktur.” (Grimal, 2009: 9)
görüşü üzerinde doğalcılığın etkisi o yatının başyapıtlarından biri de Antik Yunan’da felsefe ile mito-
kadar güçlüydü ki ‘yaratma’ tanrılara Hesiodos’un Theogonia’sıdır. Ancak lojik düşünce birbirinden ayırılmış
ait bir özellik olarak düşünülmüyor- Homeros’un yapıtlarından farklı o- değildi. Felsefenin mitolojik ya da
du. O zamanlar tanrılar doğayı değil larak Hesiodos’un bu eseri sonraki dinsel düşünceyle rasyonel düşün-
doğa tanrıları yaratıyordu; evren, do- dönemlerde olağanüstü bir etki ya- ce arasında bir çatışmadan doğdu-
ğanın yarattığı tanrılarla doluydu. ratmıştır. Bütün bu düşünür-ozanlar ğu ama yine de felsefenin mitolojiy-
Antik Yunan’da doğa felsefesinin büyük ölçüde mitoslarla paralellik le ilişkisini kesmediği söylenebilir.
doğuşu, Aristoteles’in sonradan “ilk gösterse de kimi zaman geleneksel (bkz. Weber, 1993: 12) Böylece ras-
teologlar” olarak adlandırdığı Hesio- açıklamaların dışına çıkan görüşle- yonel düşüncenin mitolojik düşün-
dos gibi yarı ozan yarı düşünürlerin re yer vermişlerdir. Dionysos kültü, ceyle nasıl bir ilişkisi olduğu soru-
yaşadığı döneme rastlar. Filozoflarla Orpheusçu “Tanrıbilgisi” (Theosop- su belirir. Soruya verilen geleneksel
Hesiodos tipi teologları karşılaştıran hie) bunlardan ilk akla gelenlerdir. yanıtlardan biri bilimsel düşünce i-
Aristoteles filozofların katı ispat me- Bu görüşlerin bir süre sonra doğa le mitolojik düşünce arasında olum-
totlarını kullandıklarını, teologla- felsefesine giden yolu açtığı söylene- lu hiçbir ilişkiden söz edilemeyeceği
rın ise mitler aracılığıyla öğretenler bilir. (Jaeger, 2012: 19-23) yolundadır. Bunun tam karşısında
olduğunu söyler. Bu formülasyona Doğa felsefesini ortaya çıkaran yer alan yanıt ise felsefeyi mitostan
göre teologlar belli öğretiler hak- süreç Antik Yunan’da geleneksel mi- türetir. Örneğin John Burnet (2013:
kında bilgi vermeleri bakımından fi- toloji üzerinde düşünmeyle başla- 18) bilimin kökenini mitolojik dü-
lozoflara benzeseler de bunu mitsel mıştır. Tanrıların doğuşunu, tanrı şüncede aramanın son derece yanlış
bir biçim içinde yaparlar. Dolayısıy- soylarının ve kuşaklarının birbirle- olduğunu vurgularken, F. M. Corn-
la teologlar insan düşüncesinin ilkel rini izleyip gelişmelerini dile getir- ford ve Karl Popper soruyu rasyo-
mitolojik evresini temsil etseler de menin en eski örneği, Hesiodos’un nel düşüncenin dinsel düşünceden
bu çabaları önemsiz sayılamaz. Ni- Theogonia (Tanrıların Doğuşu) adlı kaynaklanmış olmasıyla açıkladılar.
tekim teologların yöneldiği sorunlar yapıtıdır. Bilindiği kadarıyla Hesio- Onlara göre Yunan biliminin köke-
daha sonra felsefe tarafından rasyo- dos bu konuda kendi adına söz alan ni mitolojik/dinsel düşünceye daya-
nel düzeyde tekrar ele alınarak Pla- ilk Yunan şairidir. Geleneksel mito- nıyordu. Cornford’a göre ilk Yunan
ton ve Aristoteles’te gördüğümüz te- loji üzerine düşünme mitosla logosu filozofları felsefi düşüncelerini kimi
olojiyi ortaya çıkarmıştır. karşı karşıya getirmiştir: dinsel düşünceler üzerinde çalışarak
geliştirmiş oldukları için bilimsel
Antikçağda felsefeye
düşünce dinsel düşüncenin seküler
ev sahipliği yapmış bir devamı gibiydi. Popper da geliş-
kentler. tirdiği bilim felsefesini düşünce tari-
hine uygulayarak bilimsel düşünceyi
mitosların sorgulanmasıyla ilişkilen-
dirmiştir. Popper için “mitosların
sorgulanması” mitosların bütünüy-
le reddedilmesi değil doğru kabul e-
dilen mitosların yanlışlanmaya çalı-
şılmasıdır. Ona göre bu sorgulama,
Yunan düşüncesinde ‘bilimsel’ dene-
bilecek yeni bir değerlendirme biçi-
mini ortaya çıkarmıştır. (bkz. Segal,
2012: 52)

Doğal teolojinin icadı


Felsefe tarihinde İyonyalı filo-

10
Hesiodos’un Theogonia’sının sık sık İlk doğa düşünürleri varlıklar hi-
felsefi olarak nitelenmesine de da- yerarşisinde en başa yerleştirdikle-
yanak oluşturmuştur. Bu yapıt ö- ri arkhe’yi(6) ‘tanrısal’ diye adlandır-
zünde tanrılarla ilgili tüm öyküleri makta ve ‘tanrısal olan’dan her şeyi
tek ve tutarlı, dolayısıyla düzenli ve kuşatan, her şeyi yöneten olarak söz
rasyonel bir sisteme indirgeme gi- etmekteydiler. (Jaeger, 2012: 232-3)
rişimidir. Ancak, tam da bu ne- “Tanrı” teriminin dinsel olmayan bu
denle, doğası gereği düzensiz kullanımı bir süre sonra erken Yu-
olan mitolojiye ölümcül bir nan felsefesinin ayırıcı niteliği ol-
darbe indirmiştir. Gerçek- muştur. Bu yeni anlamıyla “Tanrı”
te Hesiodos’un Theogonia’sı, kavramının felsefi bir işlev üstlendi-
daha sonra ortaya çıkan doğa ği söylenebilir. Felsefe tarihinde bu
filozoflarını etkileyecek birçok yeni işlev “felsefenin tanrısı”(7) ola-
felsefi öğe içeriyordu. Teogoni ve rak bilinir. Entelektüel planda di-
kozmogoniler aklın mitoloji için- nin tanrısından felsefenin tanrısına
de gelişmesini simgelerler; bu yapıt- geçilmesi mitolojik imgelere dayalı
lar bir bakıma mitolojik dünyayı akla sistemlerin de sonunu hazırlamıştır.
uydurma ve doğal/insani olayları yö- Bu bağlamda “felsefenin tanrısı”nın
nettiği düşünülen varlıkların kökeni- rasyonel düşüncenin kurucu öğesi
ni açıklama girişimidir. Bu nedenle olduğu ileri sürülebilir.
Eski Yunan’dan kalan bir kabartmada
söz konusu yapıtları, mitoloji ile fel- Antik Yunan felsefesinde teolo-
Anaksimandros. sefe arasında, bir “geçiş formu” ola- jinin ortaya çıkışı bu gelişmelerden
rak görmek gerekir. bağımsız değildir; tıpkı ‘Tanrı’ kav-
zoflar genellikle başarılı birer doğa Yunanlılar teolojik görüşlerini Ho- ramı gibi ‘Teoloji’ de Yunan düşün-
bilimcisi olarak ele alınırlar. Bu yo- meros ile Hesiodos’un eserlerinden cesinin özel bir ürünü olarak ortaya
rumun öne çıkmasında Aristoteles’in derlemişlerdir.(5) Rasyonel düşünce- çıkmıştır. Werner Jaeger’in (2012:
İyonyalı filozofları Antikçağ’daki nin gelişimi Yunan Tanrı anlayışı ü- 18) deyişiyle: “Teoloji, karakteris-
anlamıyla “phusikoi/doğa düşünür- zerinde de etkili olmuştur. Dinsel tik olarak Yunanlılara ait bir zihnî
leri” olarak adlandırmış olmasının anlamda “tanrılar” öncelikle bir ta- tutumdur ve esas olarak Yunan dü-
rolü vardır. Bununla birlikte bu fi- pınma nesnesini dile getirirler. “Tan- şünürlerinin logos’a(8) atfettikleri bü-
lozoflar modern anlamda ilk fizik- rı” sözcüğünün bu kullanımı Antik yük önemle ilgilidir, zira theologia
çiler değildi. İyonyalı filozoflar da- Yunan’da zamanla radikal bir değişi- sözcüğü Tanrı’ya ve tanrılara (theoi)
ha önceki mitolojik temsillerden me uğramıştır. Aslında sözcüğün an- logos aracılığıyla yaklaşmak anlamı-
önemli ölçüde farklılaşan bir dünya lamındaki ilk değişim felsefenin or- na gelir.” Böylece Hesiodos’un “the-
tasarımı geliştirmiş olsalar da mito- taya çıkışından öncedir. Homeros ogonia” ve “kosmogonia” kavramla-
lojiden felsefeye keskin bir geçiş ol- ve Hesiodos’un yapıtlarında “Tanrı” rı “logos” kazanarak “theologia” ve
duğu söylenemez. Gelişmekte olan sözcüğü ilk kez doğal olayların ya da “kosmologia”ya dönüşür. Dahası te-
rasyonalizm önünde sürekli gerile- insani tutkuların kişileştirilmiş nes- oloji felsefenin temel bir öğesi olur.
miş olan mitolojik öğelere, Sokrates nesini dile getirecek biçimde dönüş- Hem Platon’da hem de Aristoteles’te
sonrası felsefede bile rastlanır. Dola- meye başlar. Ancak Miletli ilk filo- felsefe en yüksek düzeyde teoloji o-
yısıyla mitolojinin nerede bittiğine zoflarla birlikte bu dönüşüm zorunlu larak karşımıza çıkar.(9) Bu doğal te-
ya da felsefenin nerede başladığına hale gelmiş ve ivedilik kazanmıştır: olojinin icadıdır. Yunan felsefesinin
karar vermek oldukça güçtür: Doğal nesnelerin kökenini doğrudan bir doğal teoloji geleneği oluşturma-
“Hesiodos’un Theogonia (….) ve yoğun bir biçimde araştıran ilk fi- sı ve bunu sürdürmesi, daha sonra
söylemi, felsefeninkinden daha zayıf lozofları geleneksel ve dinsel açıkla- Hıristiyanlığın doğaüstü teolojisine
bir soyutlama çabasını yansıtmıyor malar doyurmuyor, olası her çözüm, de bir temel hazırlamıştır. Böylece
değildir ama, başka bir düzlemde ve mitolojik varlıklar olan “tanrılar”ın doğal teolojinin varlığı, henüz Yu-
felsefeninkinden başka bir mantık gerçek doğasını tartışmaya açıyordu. nanca bilimsel eserlerin çevrilme-
uyarınca işler. O halde, alışageldiği- Bu gereksinimle, mitolojik bilinçte diği genel kültürel gerileme döne-
miz kategorilere yabancı bir düşün- yer alan “tanrılar”la ilgili tüm özel- minde bile, Ortaçağ Batı kültürü ile
cenin karşısındayız demektir: Hem likleri içine alan ve evrenin oluşum Antik Yunan arasındaki bağlantının
mitik hem de bilgiççe, hem şiirsel sürecinde doğal şeylerin özüne işaret sürekliliğini sağlamıştır.
hem de soyut, hem hikâyeleyici hem eden “tanrısal” kavramını geliştirdi-
de dizgesel, hem geleneksel hem de ler. Buradan dinsel tasarımlardakin- Problemden teoreme
kişiseldir. Hesiodos’un Tanrıların den farklı, yeni bir tanrı anlayışına u- Düşüncenin mitostan logosa ge-
Doğumu’nun Theogonia ilginçliği i- laşılmıştır. Birçok Yunan filozofunun çiş sürecinin belirgin bir yönü de bi-
le çetinliğini oluşturan da bu özgül kullanmış olduğu “Tanrı” sözcüğü limsel sorunlara yaklaşım biçiminde
yanlarıdır.” (Bonnefoy, 2000: 612) Milet doğa felsefesinde kazanmış ol- gözlenir. Miletli Thales ile başla-
Bu durum Thales’i önceleyen duğu bu yeni çağrışıma sahiptir. yan İyonya biliminin bu özelliği, el-

11
de edilen bilginin herhangi bir pra- labilir. Yunanca teori’nin (theōría– 2013: 25–26)
tik sorunu çözmesiyle değil, kendisi θεωρία) “bak(ın)ma, seyretme, Antik Yunan’da yapılan bilimsel
bakımından arzu edilir olmasıyla ta- derin düşünce, düşünce yaşamı” gi- çalışmaların farkı, bilimin felsefeyle
nımlanabilir. Parolası “bilmek için bi anlamları vardır. Antik Yunan’da birlikte ortaya çıkmış olmasıdır. Mı-
bilmek”tir. teori her zaman bu erken çağrışım- sır ve Mezopotamya’da büyük ölçü-
Yunanlıların matematikleri- larını korumuştur. Bu bağlamda de deney ve gözleme dayanan bilim,
ni Mısır’dan, astronomilerini ise θεωρητικὸς βίος ifadesi de “seyirci- Antik Yunan’da felsefe sayesinde teo-
Mezopotamya’dan aldıkları etkiy- nin yaşamı” anlamına gelmekteydi. rik bir temel kazanmıştır. Böylece bi-
le oluşturmaları kendi bilimlerini Benzer bir etimolojiye sahip Arapça limsel konularda yapılmış gözlemler
öncekilerden türettikleri anlamına nazariye de görüş, bakış anlamına ilk defa teorik bir çerçevede anlamlı
gelmez. Yunanlılar kendilerinden gelen nazar sözcüğünden 19. yüz- kılınmıştır. Bu gelişme, günümüzde
önceki bilimleri teorik niteliğe bü- yılda türetilmiştir. de geçerli bir bilim modelinin ilk kez
ründürerek sahiplenmişlerdir. Mau- Bu durum Yunan felsefesinin mito- ortaya çıkması demektir.
rice Cornford’un deyimiyle Mısırlı- lojik değil bilimsel bir karaktere sahip “Hiç kuşkusuz Yunan düşünce-
ların pratik bahçıvan-matematiğini olmasıyla yakından ilgilidir. Mısır ve sinin öncülerinin bilimsel önsavla-
bilimsel geometriye, Babil rahipleri- Mezopotamyalılar olguları gözlemle- rın doğası konusunda hiçbir açık
nin astroloji sanatını astronomi bili- me konusunda Yunanlılardan önem- düşünceleri yoktu, ve kendilerinin
mine dönüştürme başarısı Yunanlı- li ölçüde ileride olsalar da bu olguları enson olgusallık ile ilgilendikleri-
lara aittir. herhangi bir bilimsel amaç için göz- ni sanıyorlardı; ama güvenilir bir iç-
Anlatılana göre Miletli Thales lemlemedikleri açıktı. Onlar bilimsel güdü onları doğru yönteme yöneltti,
Doğuya yaptığı gezisinde, Mısırlı- amaçlara sahip olmadıkları için hiç- ve gerçekte daha başından işlemek-
ların arazi ölçümüyle ilgili bazı he- bir zaman mitolojik evren tasarımla- te olan şeyin ‘görüngüleri kurtarma/
saplama yöntemlerine sahip olduk- rını düzeltme gereği de duymamış- saving appearances’ çabası olduğunu
larını gözlemlemişti. Her yıl Nil lardır. Bununla birlikte Yunanlılar görebiliriz.” (Burnet, 2013: 28)
nehri taşıp arazilerin sınırlarını be- bu iyi gözlemlenmiş olgularda açık- Doğanın bu tarzda soruşturul-
lirsizleştirdiğinde tarlaların sınırları- lamaya dönüştürülebilecek bir şeyler ması doğanın kökeni ve yapısının
nı yeniden belirlemek gerekiyordu. görmüşler ve büyük bir merakla a- doğrudan bir bakışla kavranamaya-
Mısırlıların kullandığı yöntem te- raştırmaya koyulmuşlardır. Zamanın cağını, tersine, onu derinlemesine in-
melde dikdörtgen biçimindeki alan- parolası olan teori, felsefe ve araştır- celemeyi zorunlu kıldığını varsayar.
larla ilgiliydi. Thales ise bu yönte- ma (θεωρίη, φιλοσοφίη ve ἱστορίη) Doğanın doğru bilgisine erişmenin
mi özel pratik amacından soyutlayıp sözcükleri bu merakın derinliği ko- araçları gözlem ve düşüncedir. An-
farklı biçimlerdeki alanları hesapla- nusunda bir fikir vermektedir: tik Yunan’da gözlem kadar düşün-
mak üzere genelleştirmiş ve böylece “Bir İyonya felsefecisi yarım düzi- ce, yani teori de önem kazanır. Antik
geometri bilimini ortaya çıkarmış- ne geometrik önermeyi öğrenir öğ- Yunan’da teorinin kazandığı bu önem
tır. Cornford’un (2003: 14) deyişiyle renmez ve gök fenomenlerinin dön- Platon’un felsefesinde doruk nokta-
Yunanlılarla birlikte problem (yapı- gülerde yinelediğini işitir işitmez sına ulaşmıştır. Kilikyalı Simplicius
lacak şey) yerini teoreme (düşünü- doğada her yerde yasa arama işine (490-560) tarafından Platon’a atfedi-
lecek şeye) bırakmıştır. girişti ve hemen hemen ὕβρις/kibir len görüngüleri kurtarmak (sozein
Bu noktada teori sözcüğünün kö- denebilecek bir ataklıkla evrenin bir ta phainomena-σῴζειν τὰ φαινόμενα)
kenine vurgu yapmak açıklayıcı o- dizgesini kurmaya başladı.” (Burnet, deyişinin ortaya çıkışı teorik bilginin
Raffaello’nun ünlü “Atina Okulu” freski. bilimsel gerekliliğinin ilk kez Antik
Yunan’da anlaşıldığını açıkça göster-
mektedir. Gerçekten de görünümü
ya da görüngüleri kurtarmak olarak
adlandırılan gözlenebilir veriye iliş-
kin açıklayıcı teoriler ortaya koy-
mak, bir bakıma Platon felsefesinin
temel amacıydı:
“Sozein ta phainomena tümcesinin
ilk anlamının, tamı tamına, olguları
açıklamak, kurtarmak, yani altların-
da yatan gerçekliği açığa çıkarmak,
dolaysız verinin görünür düzensizli-
ği altındaki gerçek, düzenli, anlaşılır
bir birliği açığa çıkarmak olduğu ke-
sindir. Çok yaygın pozitivist yanlış
yorumun bize öğrettiği gibi, öngö-
rüye ulaşmak için olguları hesap yo-
luyla birbirine bağlamak söz konusu

12
değil yalnızca; gerçekte, olguların a- mediklerinden düşünmenin başka lerin genel açıklamalarını araştırma
çıklanmasını sağlayan daha derin bir bir yolunun keşfedilmesi gerekmiştir. girişimi; 4) insanın dünyanın işleyi-
gerçekliğin ortaya çıkarılması söz İlk filozofların günlük dille düşünüp şi üzerinde hiçbir etkisi olmayan bir
konusu.” (Koyré, 1994: 80-81) yazmaları olağan olsa da zamanla bir gözlemci olarak kabul edilmesi; 5)
Antik Yunan’da çelişkili öğele- felsefe dilinin ortaya çıktığı görülür. görüşlerin eleştirel bir biçimde tartı-
rin (kölelik, demokrasi, hukuk) bir Mitolojik düşünceden rasyonel dü- şılması; 6) kendi içinde uyumlu, tu-
arada bulunması, teorik düşünme- şünceye geçiş bir yan ürün olarak tarlı görüşler bulma arzusu (bkz.
nin toplumsal temellerini atmış gö- günlük dili de dönüştürmüş ve felse- Heller, 2011: 5-6) Bu gelişmelerden
rünmektedir. Perry Anderson’ın ileri fe dilini ortaya çıkarmıştır: sonra yeni Yunan düşüncesinin iki
sürdüğü gibi köleci üretim biçiminin “Yunan mitolojisi neredeyse baş- temel özelliği dikkat çeker: Gerçeklik
Antik Yunan’da ulaştığı düzey tarihte tan sona bir metafor konusuydu. ve fenomenal dünya arasında bir ayı-
ilk kez el emeği ile zihinsel emek a- İnsanların bütünü ve onların evre- rım ve fenomenlerin değişkenliğinin
rasında daha önce görülmemiş derin- nin güçleri karşısındaki zayıflıkları altında yatan gizli bir kalıcılık ilkesi-
likte bir bölünmeye yol açmıştır. Bu hakkında konuşuyordu. Günlük dil- nin var olduğu yargısı.
bölünmeye paralel olarak bir yandan de mitler dinsel rolleriyle metaforik İlk doğa filozofları, geleneksel
kölelerle birlikte el emeği horlanır- anlamlar üstlenerek konuşuyordu. düşüncede iki büyük kırılmaya yol
ken, diğer yandan efendilerle birlik- O dile getirilemeyeni açığa vurmak açtılar. Öncelikle mitosa, dine, oto-
te zihinsel emek aşırı yüceltilmiştir. için simgeleri kullanıyordu. Eleşti- riteye ya da geleneğe değil kendi a-
Boş zamanı ve oldukça soyut zihin- rel düşünce zamanla kesin bir felsefi kıllarına dayanarak doğayı anlamaya
sel emeği gerektiren felsefenin gelişi- söylem dili geliştirdi. Felsefenin tek- çalıştılar. Bu, rasyonel düşüncenin
mi böyle bir sınıfsal bölünmenin be- nik dilinde artık simgelere yer yok- ortaya çıkışı demekti. Bunun dışın-
lirlediği koşullarla yakından ilgiliydi. tu, dil amaçlanan içeriği kesin bir da ve eşzamanlı olarak diğer insan-
(aktaran Yavuz, 2012: 106) biçimde dile getirmeliydi. Felsefenin lara akıllarını nasıl kullanacaklarını
Antik Yunan’da iyi yaşam için bir dili dinin dilinden açık bir biçimde öğrettiler. Bu doğa filozofları kendi
gereklilik olarak görülen boş zama- ayrıştı. Dinin dili konusunun doğa- düşüncelerini öğrencilerine dogma-
nın (scholē, ya da Latince otium) tek sı gereği metaforik kaldı.” (Heller, tik bir tarzda değil, tartışmayı, ikna
sahibi mülk sahibi insanlardı. Bu tür 2011: 6) etmeyi ve kanıtlamayı özendirecek
insanlarla az ya da çok mülksüz in- Mitolojik düşünceden doğa felse- bir biçimde aktardılar; onların ken-
sanlar arasındaki ayrım Aristoteles’in fesine geçişin en önemli görünümle- dileriyle mutlaka aynı düşüncede ol-
deyişiyle “özgürce ve ölçülü bir şekil- ri şöyle sıralanabilir: 1) doğanın mi- malarını beklemediler. İnsan aklının
de aylak bir yaşam sürmeyi” müm- tolojiden arındırılması ya da doğanın gücüne inanan ilk doğa filozofları
kün kılmaya yetecek kadar mülk belirli özelliklerinin, örneğin tanrı- böylece içinden onlarca kuşağın ge-
sahibi olmalarıydı. Aristoteles’in çağ- ların imgeleri olarak sunulmasından çeceği bir kapı açmış oldular.
daşı Heracleides Ponticus da Haz Ü- vazgeçilmesi; 2) felsefi düşüncede,
zerine adlı yapıtında, “zihni rahatlatıp insan tarafından anlaşılır ilkeler ta- DİPNOTLAR
güçlendiren hazzın ve lüksün özgür rafından yönetilen bir birlik olarak, 1) Museler Antik Yunanlılara göre şiir esinleyen tanrısal
insanların ayırt edici özelliği olduğu- düzen içinde bir Kozmos vizyonu- kadınlardır. İnsanların gösterdiği her türlü becerinin Tanrının
nu; öte yandan emeğin (to ponein) zi- nun ortaya çıkışı; 3) doğal fenomen- bir armağanı olduğu eski Yunanlıların temel kanılarından
hinleri daralmış (systellontai) kölele- biridir.
Platon (solda) ve Aristoteles.
re ve basit insanlara göre olduğunu”
öne sürmüştür. El emeğinin “vücudu
zayıflattığı” ve dolayısıyla aklı da za-
yıflattığı kanısı, Sokratesçi çevrelerde
oldukça yaygın bir görüş olmuştur.
Bu görüşün yoğunlaşmış biçimi ise
“el emeğinin zihni yozlaştıracağını”
söyleyen Platon’da bulunur. Çalışma
zorunluluğundan kurtulmuş bu in-
sanlar, neredeyse tüm Yunan sanatı-
nı, edebiyatını, bilimini ve felsefesi-
ni üretmiş olsalar da kelimenin tam
anlamıyla, başta köleleri olmak üzere
başka insanların üzerinden geçinen
parazitlerdi. (bkz. Ste Croix, 2014)

Sonuç
Özetlemek gerekirse mitolojik te-
melli yaklaşımlar dünyanın kökeni-
nin güvenilir bir açıklamasını vere-

13
2) Kozmogoni evrenin kökenin araştırılması, kozmoloji bir Öncesi Yunan Felsefesi, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi - Heller, Michael (2011) Philosophy in Science: An Historical
bütün olarak evrenin yapısının bir imgede özetlenmesidir. Yayınları. Introduction, Translated by Kenneth W. Kemp & Zuzanna
3) Martin Bernal’in dört cilt olarak planlanan bu eserinin - Bauer, Susan Wise (2016) Batı Biliminin Öyküsü - Maslanka Kieron, Heidelberg Dordrecht London New York:
ilk cildi Kara Atena: Eski Yunanistan Uydurmacası Nasıl İmal Aristoteles’in Yazılarından Büyük Patlama Kuramına, çev. Springer Publishing.
Edildi? 1785-1985 başlığı ile Kaynak Yayınları tarafından Mehmet Moralı, İstanbul: Alfa Yayınları. - Henry, John (2016) Bilimsel Düşüncenin Kısa Tarihi, çev.
Özcan Buze çevirisiyle yayınlanmıştır. - Bonnefoy, Yves (2000) Mitolojiler Sözlüğü, II. Cilt K-Z, yay. Ayşe Mine Şengel, Ankara: Akılçelen Kitaplar.
4) Antik Yunan’da din sözünün karşılığı olacak bir kavramın haz. Levent Yılmaz, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları. - Hesiodos (1977) Hesiodos Eseri ve Kaynakları, çev.
bulunmadığı dile getirilmektedir. - Burnet, John (2013) Erken Yunan Felsefesi, çev. Aziz Sabahattin Eyuboğlu ve Azra Erhat, Ankara: TTK.
5) Homeros’un eserlerinin Yunanlının yaşamına girmesi Yardımlı, İstanbul: İdea Yayınevi. - Jaeger, Werner (2012) İlk Yunan Filozoflarında Tanrı
7. yüzyılın sonlarına doğru gerçekleşmiştir. 6. yüzyıldan - Campbell, Joseph (1995) Batı Mitolojisi, çev. Kudret Düşüncesi, çev. Güneş Ayas, İstanbul: İthaki Yayınları.
itibaren devlet onun eserlerini şenliklerinde gezici ozanlara Emiroğlu, Ankara: İmge Kitabevi. - Koyré, Alexandre (1994) Yeniçağ Biliminin Doğuşu, çev.
okutturmaya başlamış, 5. yüzyıldan itibaren de çocukların - Capelle, Wilhelm (1994) Sokrates’ten Önce Felsefe (I. Cilt) Kurtuluş Dinçer, Ankara: Gündoğan Yayınları.
din ve tarih öğrendikleri bir kitap haline getirmiştir. (bkz. çev. Oğuz Özügül, İstanbul: Kabalcı Yayınevi. - Kranz, Walther (1984) Antik Felsefe, çev. Suad Y. Baydur,
Friedell, 1999: 64–65) - Castoriadis, Cornelius (1993) Dünyaya, İnsana ve Tabiata İstanbul: Sosyal Yayınlar.
6) Arkhe: Her şeyin kendisinden meydana geldiği ana Dair, çev. Hülya Tufan, İstanbul: İletişim Yayınları. - López-Ruiz, Carolina (2012) Tanrılar Doğduklarında, çev.
“madde”. - Cornford, F. MacDonald (2003) Sokrates’ten Önce ve Hamide Koyukan, İstanbul: İthaki Yayınları.
7) Örneğin Antik Yunan felsefesinde Aristoteles’in İlk Sonra, çev. Ufuk Can Akın, Ankara: Ayraç Yayınevi. - McClellan III, James E. ve Dorn, Harold (2008) Dünya
Devindirici’si ya da Platon’un Demiurgos’u bu işlevi başarıyla - Couprie, Dirk L. (2011) Heaven and Earth in Ancient Greek Tarihinde Bilim ve Teknoloji, çev. Haydar Yalçın, Ankara:
yerine getirir. “Felsefenin tanrısı” düşünce tarihinde uzun Cosmology, New York Dordrecht Heidelberg London: Springer Arkadaş Yayınevi.
süre varlığını korumuştur. Publishing. - Rovelli, Carlo (2014) Miletli Anaksimandros ya da Bilimsel
8) Konuşma, açıklama, akıl, tanım, anlama yetisi ve oran - Cömert, Bedrettin (1999) Mitoloji ve İkonografi, Ankara: Düşüncenin Doğuşu, çev. Doç. Dr. Atakan Altınörs, İstanbul:
gibi anlamları olan “logos” Herakleitos, Platon ve Philon gibi Ayraç Yayınevi. Bilge Kültür Sanat.
filozofların felsefelerinde merkezi bir rol oynar. - Denkel, Arda (1987) Demokritos/Aristoteles İlkçağda Doğa - Segal, Robert A. (2012) Mit, çev. Nursu Örge, Ankara: Dost
9) Theologia (teoloji) sözcüğü ilk kez Platon tarafından Felsefeleri, İstanbul: Kalamış Yayınları. Kitabevi Yayınları.
kullanılmıştır. Theologia’dan türeyen theologos (teolog), - Foucault, Michel (2012) Bilme İstenci Üzerine Dersler - Ste Croix, Geoffrey de (2014) Antik Yunan Dünyasında Sınıf
theologein (teolojiyle uğraşmak), theologikos (teolojik) Collège de France Dersleri (1970-1971), çev. Kerem Eksen, Mücadelesi, çev. Çağdaş Sümer, İstanbul: Yordam Kitap.
sözcükleri de Platon ve Aristoteles’in felsefe dilinde İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. - Vernant, Jean-Pierre (1982) The Beginnings of Greek
yaratılmıştır. - Friedell, Egon (1999) Antik Yunan’ın Kültür Tarihi, çev. Thought, New York: Cornell University Press.
Necati Aça, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları. - Weber, Alfred (1993) Felsefe Tarihi, çev. H. Vehbi Eralp,
KAYNAKLAR - Grimal, Pierre (2009) Yunan Mitolojisi, çev. Işık Ergüden, İstanbul: Sosyal Yayınları.
Ankara: Dost Kitabevi Yayınları. - Whitfield, Peter (2008) Batı Biliminde Dönüm Noktaları,
- Aristoteles (1997) Gökyüzü Üzerine, çev. Saffet Babür, - Guthrie, W. K. C. (2011) Yunan Felsefe Tarihi-I / Sokrates çev. Serdar Uslu, İstanbul: Küre Yayınları.
Ankara: Dost Kitabevi Yayınları. Öncesi İlk Filozoflar ve Pythagorasçılar, çev. Ergün Akça, - Yavuz, Hilmi (2012) Avrupa’nın Zihin Tarihi, İstanbul: Timaş
- Arslan, Ahmet (2006) İlkçağ Felsefe Tarihi-1 Sokrates İstanbul: Kabalcı Yayınevi. Yayınları.

14

You might also like