You are on page 1of 27

REENKARNASYON VE BİLİMSELLiK

Arkadaşlar! Geçmişi bilenenin çok çok ötelerine giden reenkarnasyon inancının


olmadığı hiç bir yer yoktur Dünya yüzünde. Bu konuda binlerce dilde binlerce kitap
yazılmıştır. Ayrıca konunun dinle, dille, ırkla, mezheple, siyasetle, politikayla da hiçbir
alakası yoktur. Aşağıda sizlere zaman zaman içinde vereceğim pasajlarla Türkiye’de
araştırılmış bilimsel olaylara değineceğim. Kitap 1966 yılında basılmış araştırmacı
Reşat Bayer’e aittir ve bu kişi konunun Dünyadaki en büyük araştırmacı profesörlerinin
Türkiye’deki yardımcılığını yapmıştır. Konu hakkında inancınız olabilir veya
olmayabilir. Ancak lütfen eleştirilerinize dinsel temalar getirmeyiniz. Silinecektir.
Şimdiden bildireyim çünkü amacım tarafsızlık ilkesini bozmamaktır.
Para-Psikoloji YÖNÜNDEN REENKARNASYON ETÜDLERİ
Reşat Bayer - ÖZGÜ YAYINEVİ 1965
ADANA VAKALARI DOLAYISIYLE SORULAN BÎR SUAL:
Gerek Adana ve çevresinde tanıştığımız entelektüeller gerekse İstanbul’da bu mevzua
alâka duyanlar ve Prof. K. N. Banerjee ve Prof. Ian Stevenson tarafından sık sık maruz
kaldığımız bir sual var ki aynı sorunun cevabına okuyucuların da ihtiyaç duyacaklarını
-bildiğimizden evvela bu soruyu ele alıyoruz.
Deniliyor ki: Araplar ve Türkler aynı dine sahip olmalarına, hatta Adana ve ç evresinin
müşterek sakinleri bulunmalarına rağmen neden eski hayatını hatırlama vakaları
sadece Arap asıllı vatandaşlarımız arasında zuhur ediyor da Türk asıllı vatandaşlar
arsında hiç bir tek vakaya bile tesadüf edilmiyor? Bilhassa Prof. Ian Stevenson bu
noktayı çok merak etmiş ve eyer bu inanca Kuran, Kerim'in yukarda sözü geçen
ayetleri, ima ve işaretleri sebep oluyorsa Türkler de aynı kitaba sahip olduklarından
onların da aynı inancı taşımalarının lâzım gelip gelmeyeceğini sormuştur. Yukarda
belirttiğimiz gibi Alevi Arapların Kuran Kerim'in mevzuu bahis ayetleri dolayısıyla mı bu
inanca varmış olduklarını bilmiyoruz. Eğer sözü geçen ayetler bu inancın doğuşuna
müessir olmuş ise Türklerin aynı neticeye varmamalarının bir bakıma tabii görülmesi
icap eder. Kuran Kerim Türklerin de mukaddes kitabı olmasına rağmen, malûm olduğu
üzere Arapça lisanıyla yazılmış olup 'Türkçe tercümelerine 50-60 sene evveline kadar
tesadüf olunmazdı. Bırakın ki Arapça Kuram Kerim'i tam manasıyla okuyup
anlayabilmek her Arap’ın altından kalkacağı bir iş de değildir. Bu izahtan sonra mezkûr
sual zaruri olarak şu şekli almaktadır:
— Ne için eski hayatı hatırlama vakaları sadece Reenkarnasyon inancına sahip
muhitlerde zuhur eder de neden başka muhit ve memlekette görülmez?
Kanaatimizce bu sual cevabını da kendi içinde taşır: Bir Reenkernesyon
consepsiyonuna sahip olmayan hatta bu inancı hiç duymamış, işitmemiş muhitlerde;
hemen hemen ekseriya çocuklarda görülen bu iddialar değerlendirilemediği için sönüp
kaybolmağa mahkûmdur. Farz edin ki küçük bir çocuk yeni konuşmağa başladığı
senelerde ve müteakip bir müddet süresince mütemadiyen kendi ismi olmayan bir ismi
tekrar etsin ve evvelce sahip olduğu bazı oyuncak ve eşyalardan bahsetsin. Eyer ana
ve baba Reincarnation veya benzeri bir inancın mevcudiyetini hiç işitmemiş ise
küçüğün bu sözlerini çocukça gevezelik gibi telakki edip üzerinde durmayacakları
tabiidir. Böylece de eski bir hayatın izlerini taşıması pek muhtemel olan bu hatıra ve
intibalar sönmeğe hatta çocuk tarafından da unutulmağa mahkûm bırakılacaktır.
Hâlbuki Reinearnation conception'u içinde yetişmiş insanların, çocukları tarafından
yapılan bu gibi iddialar derhal değerlendirilme imkânına sahiptir ve çocukların iddiaları
hemen nazarı itibara alınarak verecekleri tafsilât ana ve babanın dikkat nazarından
kaçmamaktadır.
Bazı Spiritüalist araştırıcılar, gayeleri sadece okuyucuları iddialarına inandırmak
olduğundan ve bu alanda hayranların tereddüde düşmelerine asla gönülleri razı
olmadığından vakaların meydana geldiği muhitlerde, Adana da olduğu gibi, esasen
yerleşmiş umumi bir Reincarnation inancının bulunduğunu saklamak, gizlemek hatta
inkâr etmek yoluna sapmışlardır. Hâlbuki vakaların meydana çıktığı muhitlerde
Reincarnation inancının esasen yayılmış bulunması, izah ettiğimiz gibi pek tabiidir. Bu
itibarla bu yerlerde bir Reincarnation inancının mevcudiyeti vakalar aleyhine bir delil
teşkil edemeyeceği gibi doğruluklarına da halel getirmeyeceği meydandadır. Ne yazık
ki, işaret ettiğimiz gibi, bu izahı yapamayan bazı Spiritüalistler her zaman olduğu gibi
bu işte de hakikatleri cehilleri dolayısıyla saklamak yolunu seçmişlerdir. Bırakın ki bir
muhitte Reincanation inancının esasen bulunması orada doğacak bütün vakaların
tamamen uydurma olduğunu isbat etse bile bu hakikati okuyuculardan saklamak acaba
neye yarayacaktır. ?
Diğer taraftan, Reincarnation inancı olmayan yerlerde hiç bir vakaya tesadüf
edilmemiştir ve edilemez diye kati bir kaide koymaya da imkân göremiyoruz. Nitekim
doğruluklarının tetkik edilmesine artık imkân kalmamış birçok vakaların bu gibi yerlerde
de pek âlâ meydana geldiğini eski Spiritüalizm klasiklerinden anlıyoruz. Neticeyi kelâm
olarak şunu söyleyebiliriz: Bizce eski hayatların hatırlanması vakalarının nispeti,
dünyanın neresi mevzu bahsolursa olsun değişsiniz. Ancak Reincartion inancına sahip
olan çevrelerde bu vakalar, böyle bir inancı olmayan yerlere nispeten daha çok
değerlendirilerek vakaların ziyanına meydan verilmez. Mesele ancak bundan ibarettir.
Birçok dostumuzu tatmin etmiş bulunan bu izahımızın okuyucular tarafından da makul
karşılanacağını ümit ederiz.
SADECE ÖLDÜRÜLENLERİN TEKRAR DÜNYAYA GELEBİLECEĞİ İNANCI:
Adana ve çevresindeki vakaların ve Reincarnation inancının diğer bir özelliği daha
mevcuttur ki bu da bize yine başka bir sualin tekrar tekrar yöneltilmesine yol açmıştır.
Hemen hemen umumiyet itibariyle Adana ve çevresindeki Arap asıllı vatandaşlarımız
sadece katledilerek hayatları inkıta uğrayan insanların tekrar dünyaya geldiğine ve
böylece yarım kalan mevcut ömürlerinin tamamlandığına inanırlar. Hakikaten de
araştırma ve tetkikatını yaptığımız bütün vakalar da bir iki istisna ile bu inanca uygun
düşmüş ve mevzuu bahsedilen evvelki hayatların daima bir öldürülme ile sona erdiği
görülmüştür. Bu vaka kahramanları ve şahitleri ile aynı mevzu üzerinde yaptığımız
soruşturmalar esnasında şöyle bir sual sormak ihtiyacını duymuştuk; o sırada
caddeden gecen bir otomobili göstererek:
— Su geçen araba altında kalsam ve ölsem; tekrar dünyaya gelir miyim yoksa gelmez
miyim?
Bu sualimiz üzerine etrafımızdaki grup birçok kısımlara ayrıldı ve hararetli
münakaşalara şahit olduk. Bazıları: Bir şahıs tarafından öldürülmediğimiz cihetle tekrar
dünyaya gelemeyeceğimiz inancında ısrar ederken diğer bir grup da ömrümüz böylece
yanda kalmış olacağından tamamlamak üzere gelebileceğimizi iddia ediyordu. Başka
bir grup ise: Dünyadaki ömürlerini sadece iyilikle geçirmiş olanların da mükâfaten
tekrar dünyaya gönderileceği iddiasını ileri sürüyordu, ilk nazarda sahiplerinin intellect
durumlarını gösteren bu muhtelif inançlar Tenasüh nazariyesinden üstün fakat Bedri
Ruhselman ekolüne mensup Spiritüalistlerin Reincarnation görüşünden çok geri bir
conception ile karşı karşıya kalındığını açıkça gösteriyordu.
Bu vaziyet gerek Adana da gerekse İstanbul da entelektüel dostlarımız tarafından bize
altından kolayca kalkamayacağınız bir sualin sorulmasına yol açıyordu:
— Adana’da tahkikat ve tetkikatını yaptığınız Reincarnation vakaları kahramanlarının
daima evvelki hayatlarının bir öldürülme ile sona ermiş bulunmasını makul karşılıyor
musunuz? Bu hali nasıl izah edersiniz? İtiraf edelim ki uzun müddet bu hususu kendi
kendimize dahi ikna edici bir şekilde izah edebilmekten aciz kaldık. Filhakika
Reincarnation'un sadece hayatları katledilmekle sona erenlere münhasır telakki
edilmesinin en ufak lojik bir tarafı olmadığı gibi bu görüş tekâmül nazariyesine de hiç
uygun düşmüyordu. Diğer taraftan ömürlerini iyilikle geçirenlerin de mükâfaten tekrar
dünyaya gelebileceği iddiasının keza tutulur tarafı olmadığı gibi, bu iddiaların her ikisi
de İlâhi adalet realitesiyle hiç bağdaşmıyordu. Biz ancak istisnasız ve bütün varlıklara
şamil ve tamamen tekâmül görüşüne uygun geliş gidişleri anlayabilir ve izah
edebilirdik. İlâhi adaletin tecellisi bizce ancak böyle tezahür edebilirdi. Velhasıl bu
müşkül durumun izahını yapamamak bizi üzüyor ve tesadüf ettiğimiz vakaların sıhhatli
olup olmadığı hususundaki şüphe ve titizliğimizi günden güne arttırıyordu. Çok şükür
ki yine Adana’daki bir vaka şahidi, ifadesi alındığı sırada bizi bu müşkül durumdan
kurtarmış oldu. Diğerleri gibi kültürlü bir şahıs olmamasına rağmen bu adam inancını
şu sözlerle ifade ediyordu:
— Herkes tekrar dünyaya gelir fakat sadece öldürülmüş olanlar eski hayatlarını
hatırlarlar. Tabii bir ölümle ölenler ise hatırlayamaz. Çok basit olan bu ufacık cevap
birçok müşkülleri hallediyordu ve Arap asıllı vatandaşlarımızın ilk nazarda mantıksız
gibi görülen inançlarına kati, mantıki ve makul bir yön vermiş oluyordu ki bu da
tamamen ileri bir Reincarnation conceptionuna uygun düşüyordu. Filhakika cahil
denilebilecek bir durumda olan. Bu adamın elimize verdiği bu pusuladan sonra her izah
aydınlığa kavuşmuş oluyordu: Bir başkası tarafından öldürülmenin insan ruhu üzerinde
bırakacağı dehşet, derin ve kolayca silinmez tesir ve tepkilerin müteakip bir hayata
taşınması kadar makul bir iş olamaz. .
Diğer taraftan Spiritüalizm klasiklerini dolduran bütün mümasil vakalar yeniden tetkik
edilecek olursa bu vaka kahramanlarının da sonraki hayatlarına, biç katil hikâyesi
getirmemiş olsalar bile ruhları üzerinde derin tesir bırakacak ve izleri kolayca
silinemeyecek hatıralar ve intibalar nakletmiş oldukları görülür.
Hayatlarını rahat döşeklerinde ve vasati bir ömür süresi yaşadıktan sonra sona
erdirenler için bu intikalin: gayri tabii bir tarafı olmadığından, hatta ileri yaslarda.
beklenir olduğundan, müteakip hayatlara kadar taşınacak tesirli ve dehşetli cihetleri
olmaması çok daha makuldür.
Bu izahlardan sonra görülüyor ki kısa ve üstünkörü bir tahkikat araştırıcıları çok eksik
ve yanlış kanaatlere vardırabileceği gibi onları karakterlerine göre ya herkesi al-
datmağa yöneltecek yahut da bütün vakaların sahte ve uydurma olduğunu iddia
etmeğe sevk edecektir ki her iki şekil de şayanı teessüftür.
Filhakika dünyanın her tarafında şimdiye kadar zuhur ederek Spiritüalizm mevzuu
içinde mütalaa edilen bundan sonra da artık Parapsikoloji ilmi sahası içinde etüd
edilecek olan fenomenlere isimleri karışan şahısların maalesef ekserisi şöhret
kazanmak, herkese kendinden bahsettirmek, alâka celbetmek ve menfaat peşinde
koşmak gibi muhtelif insani zaaflar dolayısıyla yalana tevessül etmiş, sahtekârlık irtikâp
etmiş velhasıl türlü düzme seanslar, gösteriler ve çok ince hileli tecrübeler ile
gayelerine ulaşmış ve arkalarından da toir sürü çömez sürüklemişlerdir. Bu hile ve
sahtekârlık sanatı bilhassa Avrupa ve Amerika da o kadar ileri gitmiştir ki evvelki
«Spiritüalizm Kritikleri» isimli kitabımızda da bir nebze bahsetmiş olduğumuz bu gibi
sahtekâr ve hilekârların uydurma seanslarında ihtiyaç duyacakları hile aletlerini,
fosforlu maskelerini, yine fosforlu çeşitli el ayak gibi suni uzuvları imal eden atölyeler,
fabrikalar kurulmuş ve böylece küçük bir sanayi kolu bile teşekkül etmiştir.

ADANA VAKALARI LEHİNE KAYDEDİLEBİLECEK HUSUSLAR


Mezkûr sahtekârlık ve hilenin yalnız seans medyumlarına münhasır olmadığını,
Spiritüalizmin bütün branşlarında da bol bol mevcut olduğunu belirtirken şimdiki
mevzuumuz olan Reincarnation bahsinde yine aynı tip kişilere her zaman tesadüf
olunduğuna işaret etmek isteriz. Evvelki hayatında Napolyon, bir Roma imparatoru,
(meşhur bir Osmanlı Sultanı, meşhur bir şair, bir kıral, bir mucit, bir âlim ve saire
olduğunu ısrarla söyleyen ve böylece hali hazırdaki zavallı ve belirsiz durumuna hor
bakanların alâkasını celbetmek ve onlar nezdinde itibar kazanmak hülyasıyla çırpman
biçarelere dünyanın her tarafında rast gelinmektedir. Bu gibiler arasında asla evvelki
hayatında bir hırsız, bir dolandırıcı olduğunu ve hatta basit ve namuskâr bir bakkal, bir
eskici gibi esnaflık yaptığını söyleyenlere bile hemen hemen tesadüf edilmez. Bu gibi
zavallı şahısların övünme ihtiyaçlarının bu garip tezahürlerine bakarak, sadece şöhret
sahibi ve büyük makam işgal etmiş kimselerin tekrar dünyaya geldiği kanaatine varmak
gibi gülünç bir sonunca erişmek bile icap eder.
Bu son paragraflarda bu hususlardan bahsetmemize sebep: Adana ve çevresinde
tahkik ve tetkik ettiğimiz vaka kahramanlarının hiç birinin çok şükür ki evvelki
hayatlarını böyle yüksek bir geçmişe bağlamamış olmalarıdır. Filhakika vaka
kahramanlarından meselâ biri halen bir bakkal oğlu iken eski hayatında bahçıvan
olduğunu diğer biri halen bir berber çırağı iken eski hayatında kunduracı olduğunu,
yine 65-70 yaşlarında bir ihtiyar eski hayatında bir zenci olup bir harp sırasında bir
mızrakla öldürülmüş olduğunu ve yine bugün 20 yaşlarında bir genç ise eskiden çiftçi
olup atını Seyhan nehrinde yıkarken hayvaniyle beraber boğulduğunu iddia et-
mektedirler. Biz bu mütevazı eski hayat iddialarını Adana vakaları lehine kaydetmekten
kendimizi alamıyorsak da hiç bir zaman bu hali Reincarnation un bir realite olduğunu
isbat yolunda yeterli bir delil olarak arzetmek niyetinde değiliz.
Adana ve çevresinde zuhur eden ve bu kitapta ele alarak arzedeceğimiz mühim
vakalar ve diğerleri ve yine artık tahkik ve tetkike, şahitlerin dağılmış bulunması ve
eksik malzeme dolayısıyla imkân kalmayan ve bu sebeple sadece not etmekle
yetinmek mecburiyetinde kaldığımız vaka hikâyeleri pek çoktur. Meydana çıkışları ise
oldukça eski tarihlere kadar uzayıp gitmektedir. Bilhassa Adana ve Mersinin (bazı eski
ve ihtiyarlamış yerlileri öyle vakalar anlattılar ki bunların içinde, yukarda da
söylediğimiz gibi tahkiklerine imkân kalmamış olmasına rağmen, mevzularımızda bizi
yöneltici olanlarına her zaman tesadüf edilmiştir.

DÜŞÜNDÜRÜCÜ NOKTALAR
Mersinde bir bakkal olan damadının dükkânında arasıra yardım edip vakit geçiren 80lik
bir ihtiyar küçükken eski hayatını tamamen hatırladığını fakat ana ve babasına bundan
her bahsedişinde azarlanıp dövüldüğünü ve bu sebeple eski hayatında yaşadığı köye
hiç götürülmediğini fakat kendisi büyüdükten sonra oraya gittiği zaman her şeyi ve her
yeri tanıdığını heyecanla anlatmaktadır. Bizi asıl bu hikâyenin arkasına ilâve ettiği şu
malûmat alâkadar etmiştir:
— Zamanımızda böyle eski hayatını anlatmağa çalışan çocuklara çok şiddetle mani
olunur, doğulur ve hatta bu sözleri unutmaları için çocukların ağızlarına acı maddeler
dökülür ve ağızlarına tükürülürdü. Her ne kadar çocukların iddialarını unutmaları için
ittihaz edilen bu garip tedbirler manasız ve hatta iğrenç ise de, o zaman çocukların bu
gibi hikâyeleri uydurmalarının hiç de teşvik görmemiş olduğunu göstermesi
bakımından büyük ehemmiyet arzetmektedir. Diğer taraftan eski hayatları hatırlama
vakalarının oldukça çok olduğunu ve bu sebeple büyüklerin bunlara karşı, gülünç ve
iğrenç de olsa, tedbir almak zaruretini duymuş olmaları Reincarnation araştırıcıları için
yine üstünde durulmağa değer bir keyfiyettir.
Adana ve çevresindeki vakaların, bilhassa Türk Spiritüalist ve daha doğrusu Türk
Reincarnationist dostlarımızın bir az da yadırgayacakları diğer bir hususiyetinden
bahsedeceğiz.

EVVELKİ HAYATLARDAN YENİ BEDENLERE NAKLEDİLEN ÖLDÜRÜCÜ DARBE


İZLERİ
Tetkik ve tahkikatım yaptığımız vakaların hemen hemen bütün (kahramanları evvelki
sahifelerde de işaret ve izah etmiş bulunduğumuz gibi eski hayatlarını öldürülerek terk
etmiş bulunmaları dolayısıyla bu seferki hayatlarının tezahür vasıtası olan bedenlerinin
aynı kısımlarında öldürücü bıçak, sopa darbelerinin veya tabanca kurşunu izlerinin
bulunduğunu iddia etmekte ve bu izleri de hemen soyunarak göstermektedirler.
Bütün vaka kahramanlarında umumi olan bu hâl evvelâ yadırganmaktadır. Zira
Spiritüalizm klasiklerine geçen Reincarnation hikâyelerinde Fransızcada : «Signe de
naissance» ve İngilizcede de «Birth mark» diye ifade edilen bu işaretlerden
bahsolunanlarına pek nadir tesadüf edilmektedir. Adana ve çevresinde ise bu halin
hemen hemen umumi diyecek kadar yaygın oluşu evvelâ bir tereddüde sebep olmakta
ise de kahramanların evvelki hayatlarını daima öldürülerek terketmiş olmaları bu
işaretlerin mevcudiyetinin daha makul ve mümkün görülmesine vesiyle olmaktadır.
Reincarnation hikâyeleri ile dolu klasik kitaplarda: böyle, evvelki bedenin ölümüne
sebep olan yara izlerini yeni bedenine taşıyıp nakletmiş kahramanlara çok nadir olarak
tesadüf edilir. Buna mukabil aynı kitaplarda her iki bedeni arasında çehre itibariyle veya
her hangi bir fiziki benzeyiş kurmuş birçok vaka 'kahramanını bol bol tesbit edebiliriz.
Bilhassa 'klasik eserlerde muayyen bir şarkı veya nağmeyi terennüm eden yahut aynı
itiyatlara sahip olan, aynı şeylerden korkan kahramanlar ekseriyeti teşkil eder.
Ruha müteallik meyil ve istidatları ve bu meyanda mühim bir hatırası olabilecek bir
nağme veya şarkıyı müteakip hayata kadar saklayıp getirebilmelerinin izahının
yapılabilmesi daha kolayca mümkün ise de, mezara çürüyüp toprak olmağa terkedilen
bedenin benzerliğinin veya üzerindeki her hangi bir izin yeni hayattaki bedene nak-
ledilmesinin izahı daha muğlâk bir vaziyet arzetmektedir.
Evvelki sahifelerde ismi geçen Hintli Prof. H. N. Banerjee ile bu hususta yaptığımız
uzun mübahase ve muhabere sonunda Hindistan’da halen tesbit edilmekte olan
Reincarnation vakaları kahramanlarında da bu darbe işaretlerinin Adana ve
çevresindekiler kadar umumi ve yaygın olduğu ve başka memleketlerde de halen böyle
vakalara tesadüf edildiği öğrenilmiştir.
Elbette ki bu işaretlerin nasıl yeni hayatlardaki bedenlere nakledildiğinin, ilimin ic ap
ettirdiği isbatlı bir şekilde izahını, henüz müşahedeleri toplama safhasında olan
Parapsikoloji ilminden beklemek için vakit çok erken ise de, bugün için makul fakat
kabataslak bir tahmin yapabilmek imkânsız değildir: Bizce katledilme keyfiyeti nasıl ruh
üzerinde unutulmaz tesirler bırakıyor ve bu tesirler dolayısıyla yeni hayatlarda eskilerin
hatırlanması mümkün oluyorsa ölüme sebep olan darbelerin de aynı şekilde ruh
üzerinde büyük dehşet ve tepkiler bırakacağı muhakkaktır. Uzun müddet bu tesir ve
dehşet? Muhafaza eden ruh henüz bunlardan kurtulma fırsat ve zamanını bulamadan
tekrar dünyaya gelmesi icap edince kendini birinci derecede işgal eden ve adeta
concentre olduğu öldürülme vakasının bütün izlerini gayri ihtiyari yeni 'bedenine
naklettiği söylenebilir. Esasen bu kanaati isbat eden ve Ruh-Beden münasebetlerini
izah eden birçok tecrübe mevcuttur. Biz bunlardan sadece bir adedini zikretmekle
yetinelim:
Bir Doktor, kolundaki ağrı dolayısıyla tedavi edilmek üzere kendisine müracaat eden
hastasına: Koluna tesirli bir yakı sardığını ve 24 saat zarfında ağrının tamamen
geçeceğini fakat yakı tesiriyle kolunda yanıklar ve tahrişler olacağını söylüyor.
Filhakika ertesi gün hasta, ağrıdan eser kalmadığını memnuniyetle söyleyerek geliyor.
Sargı açılınca Doktorun peşinen söylemiş olduğu gibi kolda fiske fiske yanıklar
müşahede ediliyor. Hâlbuki doktor hastanın koluna sadece suda ıslattığı alelade bir
bez parçası sarmıştır. Burada Doktorun telkini ve hastanın ona inancı ağrıyı geçirmiş,
üstelik ruhta hâsıl olan bu inanç bedene tesir ederek onu yakmıştır. Bu ve buna mü-
masil yapılmış müteaddit tecrübeler nazarı itibara alınır ve tetkik edilirse dünyaya
gelmek üzere bulunan ruhların da yeni bedenlerini taşımakta oldukları inançlara uygun
bir şekilde ve ihtiyaçlarına göre inşa edecekleri ve bu meyanda tesirinden
kurtulamadıkları ve evvelce ölümlerine sebep olan darbelerin izlerini de gayrı ihtiyari
bir şekilde yeni bedenlerine kaydedebilecekleri imkânsız mütalaa olunamaz.
Üstelik Adana ve çevresinde tesadüf edilen vakaların hemen hemen hepsinde her iki
hayat arasında geçen müddetin çok 'kısa hatta yok denilecek kadar olduğu tesbit
edilmiştir. Bu hale göre ruhların, evvelce ölümlerine sebep olan katil vakalarının, bıçak
darbesi ve sairenin dehşet ve tesirinden kurtulmalarına zaman kalmadan tekrar
dünyaya döndükleri nazarı itibara alınırsa mezkûr tahminimiz ve nazariye bir az daha
desteklenmiş olur. Diğer taraftan Adana ve çevresinde eski hayatını anlatanların en
fazla hatırladıkları ve üzerinde durarak en fazla tafsilât verebildikleri kısımların
öldürülmeleri sahnelerine müteallik olması yine aynı bakımdan üzerinde durmağa
değer bir keyfiyettir.

SÖZÜ\ GEÇEN DARBE İZLERİ HAKKINDA DOKTORLARIN MÜTALAALARI


Adana’ya yalnız olarak yaptığımız ziyaretler sırasında bazı kahramanların vücutlarında
taşıdığı ve eski hayatlarında ölümlerine sebep olan darbe izleri olduğunu iddia ettikleri
işaretleri, bir kaç Doktora tababet yönünden tetkik ettirmek fırsatını bulduk. Bu
işaretlerin bedende hâsıl olması sebeplerinin hepsinin bir izahının yapılabildiğini
gördük. Meselâ: Evvelki hayatında başına bir demirle vurularak öldürülen bir adam
olduğunu iddia eden bir çocuğun başında ufak bir madeni para büyüklüğünde saçsız
boşluklar vardı ki bunların o darbe izleri olduğu ileri sürülüyordu. Doktor ise bunların
sinirli ve ürkek karakterli insanlarda görüldüğünün izahını yapıyor ve teknik ismini
veriyordu. Diğer bir çocuğun göbeğinde mevcut ufak bir ceviz büyüklüğündeki bir şişin
evvelki hayatta ölüme sebep olan bir kurşun yarası olduğu iddia edilirken Doktor buna
bir nevi göbek fıtığı teşhisini koyuyordu. Bu alanda bir salâhiyetimiz olmadığı cihetle
tarafımızdan ilâve edilecek bir cihet olamaz. Ancak aynı zamanda bir tabip Doktor olan
Amerikalı Prof. Ian Stevenson Adanalı Doktorların mütalaalarını sadece bir tabip
gözüyle aşağı yukarı doğrulamış olmakla beraber bu teşhislerin katiyet ifade
edemeyeceğini ve işaretlerin pek âlâ doğuştan mevcut olup eski hayattaki darbe izleri
olarak ta nazarı tetkike alınabileceğini söylüyordu.
Adana ve çevresindekiler gibi ruh üzerinde kalmış derin tesirler dolayısıyla eski
hayatları hatırlama mevzuuna gelince bu vakalar da hiç bir zaman tenkit ve ta
aruzlardan masun farzedilemez. Yine şöhret ve menfaat gibi sebeplerle uydurma
oldukları söylenebilir. Hakikaten de dünyanın her tarafında olduğu gibi Adana çevre-
sinde tahkikatını yaptığımız birçok vakanın da uydurma olduğunu, şöhret için veya
özenti duyularak yaratıldığını görmüş bulunuyoruz. Bu sebeple bu vakalar elbette ki
kitabımızda yer bulmayacaktır.
Aşağıda kaydedeceğimiz Adana vakalarına gelince bunlar mümkün mertebe kuvvetle
Reincarnation u kabule sevkedici nitelikte olanlardan ibarettir. Bunların içinde
hakikaten üzerlerinde çok durmağa değer vakalar vardır ve belki de dünyada şimdiye
kadar tesbit edilebilenlerin en mühimlerini teşkil ederler. Ancak bunlar da ilmin aradığı
yüzde yüz bir katiyet ifade etmeyeceklerdir.
Bu vakalar ve dünyada olmuş diğer vakalar içinde yüzde yüz katiyet ifade edenlerin
tespiti, yukarda da belirttiğimiz gibi, bulunacak yeni ilmi usullerle gelecekte elbette ki
mümkün olacaktır.
Abit Süzülmüş İSMAİL ALTINKILIÇ
Bu vaka bütün şöhretine, iğ ve hatta dış matbuata bile yayılmış bulunmasına rağmen
kanaatimizce hiç de Reincarnationu kabule sevkedici bir nitelik arzetmemektedir. Bu
itibarla kitabımızda yer alışı sadece bu şöhreti dolayısıyladır. Adana ve çevresinde
evvelki hayatlarını hatırlayanlar mevzuu ile alâkadar olmuş okuyucularımızın hemen
hemen hepsinin sadece bu vakayı duyduklarını biliyoruz. Bu itibarla bu vaka hakkında
menfi kanaatimize rağmen okuyuculara malûmat vermekten sarfınazar edemedik.
Bu vaka 1962 senesinin ortalarına doğru «Sansasyonel» havadis yetiştirmek
arzusunda bulunan bazı gazete muhabirlerinin delaletiyle matbuata mübalağa ile inti-
kal etmiş ve böylece İstanbul un alâkalı Spiritüalist çevrelerinde üzerinde durulmasına
vesiyle olmuştur.
Maalesef gazete muhabirlerinden de gayretkeş Spiritüalistler dünyanın her yerinde
olduğu gibi bizde de hiç eksik olmadığından bu vaka aşağıda göreceğiniz bütün çürük
taraflarına ve Adana’da çok daha ehemmiyet arzedenleri bulunmasına rağmen tellenip
pullanıp umumi efkâra yutturulmuştur.
Bir günlük çok sathi bir tetkikatla ve tek bir mülakatla yetinilerek bu hale getirilen İsmail
Altınkılıç vakası böylece bütün dünyaya yayılmıştır.
Ancak kâinatta her hadise diğer bir hadiseye yol açtığından bu mübalağa ve
gayretkeşliklerin de hayırlı neticelere vesiyle olduğunu kabul etmemiz lâzım gelir.
Filhakika İsmail Altınkılıç vakası böylece hariçte Parapsikoloji ile ilgilenen bazı
profesörlerin memleketimize gelmesine vesiyle olmuş ve Adana’da asıl mühim diğer
Reincarnation olaylarının tetkikine yol açmış ve nihayet bu kitabımızın yazılmasına da
amil olmuştur. Okuyucularımız tarafından kitabımızın tetkiki ve onların da kendi görüş-
lerine göre faaliyetleri, kâinattaki zincirleme hadiselerin devamını sağlayacaktır.
Belirttiğimiz gibi İsmail Altınkılıç vakası ilk duyulan ve dünyaya akseden vaka olması
itibariyle üzerinde fazla durulmasına ve inceden inceye tetkik edilmesine yol açmıştır.
Adana’ya her gidişimizde İsmail ile alâkadar olunmuş ve 1962 den bu yana, bu satırları
yazdığımız anlara kadar bu alâka devam ettirilmiş ve çocuğun bu devre zarfındaki
ahvali yakinen takip edilerek gerek Hindistan gerekse Amerika’ya ve bazı diğer
memleketlere uzun raporların yazılmasına vesile olmuştur.
VAK’A HAKKINDA İLK DUYULANİDDİALAR
Her şeyden evvel kısaca hadisenin başlangıcına rucu ile vaki iddiaları gözden
geçirmek, işin bidayetini bilini-yenler veya gazetelerde okudukları halde unutanlar için
faideli olacaktır. Bu iddiaları şöylece hülâsa etmek mümkündür:
Adananın Mıdık diye isimlendirilen semtinde bakkallık-kasaplık yapan Mehmet
Altınkılıç’ın 4-5 yaşlarındaki oğlu İsmail Altınkılıç yine aynı semtte 4-5 sene evvel karı-
larından biri ve iki çocuğu ile katledilen Abit Süzülmüş namında bir şahsın ruhunu
taşıdığını yani Abit Süzülmüş olduğunu iddia ediyor. 50 küsur yağında iken başına
balta vurulmak suretiyle öldürülmüş Abit Süzülmüş ün hayatta 3 evlâdı daha var. Keza
Hadise ismindeki birinci karısı da hayattadır. Vakaya el koyduğumuz zaman devam
etmekte olan başlıca iddialara göre İsmail Altınkılıç isminin Abit olduğunda ısrar ediyor
ve evlâtları Gülseren, Hükmet ve Zeki’yi her zaman görmek istiyor ve onların evine
götürülmesi için çırpınıyor... Oraya yani eski evine yaklaşınca heyecanlanıyor ve
bilhassa başına balta vurulmak suretiyle öldürüldüğü ahıra girince heyecanı fevkalâde
artıyor. Çocuklarına hiç bir zaman eli boş gitmek istemiyor. Gazoz, şeker ve et gibi
hediyeler götürmek istiyor. Hatta bir gün arkasına büyük bir kalabalık takarak tek
başına hiç bilmediği Abit Süzülmüş ün kabristandaki mezarını buluyor ve : — İşte beni
buraya gömdüler, diye gösteriyor, iddiaların daha birçok teferruatı yar fakat başlıcalar
bunlar.
İSMAİL İLE İLK KARŞILAŞMAMIZ
Adana’ya Amerika hesabına Hintli Profesör H. N. Banerjee ile ilk seyahatimizde
bilgimiz bunlardan ibaretti. Bu ilk ziyarette gördüklerimiz ve müşahedelerimiz kısaca
şöyle telhis edilebilir:
Mıdık ta Mehmet Altınkılıç in evine Hintli Profesör ve büyük bir gazeteci topluluğu ile
gidildi. Burası hem evi hem de aynı zamanda bakkal-kasaplık yaptığı dükkânı olacaktı.
Ancak ortada dükkâna 'benzer bir yer görülmüyordu. Bir bahçe içinde, üstü saz ve
otlarla örtülü ve etrafı tamamen açık bir yer. Bu yerin sokağa yakın bir noktasında
tezgâh makamında kullanılacak bir raf, bir tahta duruyordu. Fakat ortada satılacak her
hangi bir bakkallık malzemesi bulunmadığı gibi etten de eser yoktu. Görüldüğüne göre
çok fakir bir kişiydi bu Mehmet Altınkılıç.
Oradan buradan tedarik edilen bir kaç iskemleye buyur edildik. Ekseriyet ayakta kaldı.
Mesele, yani sebebi ziyaretimiz anlatıldı. Fakat hemen hemen bir düzineye yakın evlât
sahibi Mehmet Altınkılıç, oğlu ve vaka kahramanı İsmail’i bize göstermeği bir türlü
kabul etmiyordu. Bu merasim için 500 lira verilmesinde ısrar ediyor ve evvelki
gelenlerin kendisini aldattıklarını ve para vadettikleri halde vermediklerini söylüyor ve
aldatılmış obuanın bütün hıncını bizden çıkarmak istiyordu. Nihayet 1GO liraya sulh
olundu. Amerika hesabına verilen bu paradan sonra hava hemen değişti, Mehmet
Altınkılıç’la dost olundu. Geçen yarım saate yakın zaman zarfında saklanan çocuk
nihayet meydana çıkarıldı, İsmail hiç Türkçe bilmiyor sadece Arapça konuşuyordu, o
da konuşturulabilirse. Zira hikâyenin devamından da anlaşılacağı gibi İsmail ile o gün
akşama kadar beraber olmamıza rağmen söylediği sözler dört, beş kelimeyi
geçmemiştir. Babası Mehmet Altınkılıç Türkçe biliyor ve hikâyeyi -anlatıyordu. Türkçeyi
sadece anlayıp Arapça cevap verebilen annesinin ifadesi de tercüman vasıtasıyla
alındı. Diğer vaka şahitlerinin ifadesi de kısmen Türkçe kısmen Arapça olarak temin
edildi. Herkesin bir ağızdan ve herkesten evvel konuşmak istediği bu toplulukta çekilen
müşkülâtı okuyucuların takdirine bırakıyoruz.
Bu ifadeler arasında az çok mübayenet ve teferruatta bazı değişiklikler elmasına
rağmen umumi olarak bir mutabakat var denilebilirdi.

ABİT SÜZÜLMÜŞ VE KATLEDİLMESİHİKAYESİ


Dört, beş sene evvel yine Adananın «Bahçe» tesmiye edilen semtinde Abit Süzülmüş
isminde bir şahıs iki kan-.31 ve beş çocuğu ile yaşamaktadır. (Bu Bahçe denilen yer
İsmail’in şimdi bulunduğu Mıdık a ancak bir kaç kilometre mesafede olup aynı şose
üzerindedir.) Abit Süzülmüş bahçe işleri ile geçimini sağlayan ve o civar halkına göre
varlıklı telakki edilen, topraktan yapılmış iki evi olan bir şahıstır. Bahçesinde isçiler
çalıştırmaktadır. Bir gün kendisinden iş istemeye Ramazan ve Bilal isminde iki kişi
müracaat eder. Abit bunları işe kabul eder. Bir sabah bunlar Abit’i ahıra çağırırlar : —
Gel, bak öküzün topallıyor, derler. Abit ahıra girer, yere çıkılmış bir kazığa bağlı olan
öküzün ayağını tetkik etmek üzere eğilir. İşte o sırada bu iki adam Abidin, başına bir
demirle vurmak suretiyle öldürürler. O sırada meydana çıkan iki çocuğunun da işini
"bitirirler. Bazı ifadelere göre Abit Süzülmüş bağına vurulunca feryat eder. Bunu duyan
ikinci karısı Şehide telâşla ahıra koşar ve böylece katiller tarafından o da öldürülür,
ifadelerin ekseriyeti ise Abit in başına demiri yiyince feryat edemeden öldüğü
yolundadır. Bu itibarla ikinci karısı Şehide kocası Abit'in gecikmesinden endişelenerek
odasından çıkar ve katillerle karşılaşır ve onlara kocasının nerede olduğunu sorar.
Aldığı : — Kahveye gitti. Cevabından tatmin olmaz ve katillerin hallerinden
şüphelenerek : — Abide ne yaptınız? Diye direnince katillerde Şehidinin boynundaki
gerdanlığı koparıp alırlar ve onu da orada öldürürler. Muhakemeleri sonunda
katillerden biri asılarak idam edilir diğeri de hapishanede ölür.
Hülâsa olarak hikâye bundan ibarettir. Bu katil vakasından sonra dünyaya geldiği
bildirilen İsmail’in bu hikâyeyi çok küçük yaşlarda iken bir gün "kendisine ısrarla
anlattığını babası Mehmet Altınkılıç ifade etmekte karısı ve diğer şahitler de bu ifadeye
iştirak etmektedirler.
Ancak, yukarıya dercettiğimiz hikâyenin İsmail’in anlatışına mı istinat ettirildiği yoksa
Mıdık a çok yakın bir semt olan «Bahçe de cereyan etmiş olan ve herkesçe duyul muş
katil vakasının hikâyesinin mi yapıldığı tesbit edilememiştir ve maalesef buna imkân
da olmayacaktır. Bu hikâyeyi çocuğun, daha bu katil vakasının türlü şekilde nakillerini,
dedikodularını duymadan yani her evde konuşulan bu hadiseye ait kulak dolgunluğu
edinmeden anlatmış, olduğu kabul edildiği takdirde vaka derhal büyük bir ehemmiyet
kazanabilirdi. Nitekim ısrarla ve birçok defa sorguya çektiğimiz İsmail’in ana ve babası
ve diğer şahitler bu hikâyeyi İsmail’in ağzından dinlediklerini beyan etmektedirler. Bu
beyanlara ne dereceye kadar istinat etmek lâzım geleceğini okuyucularımızın
yazılarımızın devamından çıkaracaklarını biliyoruz.
İSMAÎLİN, ABİT SÜZÜLMÜŞÜN EVİNE GÖTÜRÜLÜŞÜ VE ORADAKİ BİGÂNELİĞİ
Bu tereddütle dolu haleti ruhiye içinde ve hikâyenin başında verdiğimiz iddiaları bilerek
çocuğu otomobilimize aldık ve Abit Süzülmüşün ikinci karısı ve iki çocuğu ile
öldürüldüğü evine müteveccihen yola çıktık. Maksadımız İsmail’in öldürüldüğü evdeki
karısı ve çocuklarına, karsı takınacağı tavırları bizzat görmek ve başına vurularak
öldürüldüğü, ahırda iddia olunan, heyecan ve titremelerini bilfiil tesbit etmekti. Yukarda
da belirttiğimiz gibi çocuk bilhassa yabancılar arasında çok çekingen ve hemen hemen
hiç konuşmaz olduğundan yanımızda daima bulundurduğumuz şeker, bonbon ve
kestanelerden verdik. Gocuk büyük bir sevinçle yemeğe başladı. Bilhassa çocuklar için
çok cazip olan bu yiyecekleri istediği kadar bulamadığı halinden anlaşılıyor ve bu da
bize üzüntü vesilesi oluyordu. Bir taraftan çocuğu konuşturmağa çalışıyorduk. Böylece
bir bahçe içinde bulunan Abit Süzülmüşün evine varıldı. Belirtmiş olduğumuz gibi
çocuğun bu eve yaklaşınca heyecanlandığı iddia olunmuştu. Hâlbuki yaklaşmak değil
araba evin önünde durmuş olmasına ve arabadan inmemize rağmen İsmail’de her
hangi bir fevkalâdelik asla görünmüyordu. O elindeki şekerin yapışmış olan kâğıdını
çıkarmakla meşguldü. Etraftaki Kalabalığın:
— Hadi, koşsana, çocukların seni bekliyor yollu birçok ikaz hatta icbarlarına rağmen
tamamen bigâne duruyor ve elindeki şeker ve kestaneleri yemekle meşgul oluyordu.
İlk evvelâ karşımıza İsmail’in eski hayatındaki kızı olduğu iddia olunan Hikmet isminde
10-12 yaşlarında bir kız çıktı. Kız 20 metre kadar ilerden, bahçe içinden bize doğru
geliyordu.
— İşte kızın Hikmet, koşsana, sarılsana, elindeki şekeri versene... Gibi vakanın
sıhhatini isbat etmeğe teşne kalabalık bir gurubun, yardım, ısrar ve icbarına ve hatta
netice almayınca hiddetine rağmen, bizim zavallı İsmail elindeki son şekeri kimseye
vermemek için büyük bir azim ve sebat gösteriyor ve onu avucunun içinde sun sıkı
tutuyordu. Bizim çocuğu rahat bırakmaları için yaptığımız müdahaleden de
faydalanarak nihayet kendi yedi.
Bu hâl karşısında, İsmail’in eski evine yaklaştığı zaman heyecanlandığı, sarartıp
solduğu, çocuklarını her zaman görmek istediği ve onlara her zaman hediyeler götür-
mek için ısrar ettiği yolundaki iddiaların tamamen birer hikâyeden ibaret olduğu
anlaşılıyordu.
ABÎT SÜZÜLMÜŞÜN BAŞINA VURULARAK ÖLDÜRÜLDÜĞÜ AHIRDA İSMAİLİN
TAVIRLARI
Gelelim çocuğun başına bir demirle vurularak öldürüldüğü ahırdaki davranışlarına:
Maalesef İsmail bütün iddialara aykırı olarak, ahıra girdiği zaman da en ufak bir
heyecan göstermedi ve etrafın - Nerde öldürüldün? Nerde başına vurdular? Burada
vurmadılar mı? diyerek, elleriyle çocuğun göstermesi lâzım, gelen yeri işaret
etmelerine rağmen bizim İsmail hiç aldırış etmiyor, bu sefer de son kestanesini
soymakla meşgul oluyordu. Nihayet o kadar ısrar ettiler ki ve:
— Burada vurmadılar mı? Sualini o kadar tekrar tekrar ve hiddetle sordular ki çocuk
da nihayet eliyle aynı, onların gösterdiği yeri işaret edip bu baskıdan kurtulma yolunu
seçti. İşte o zaman etrafımızı saran bütün gazete muhabirlerinin flaşları harekete geçti.
Bu an da böylece bütün Türkiye ve dünya basınına yayılmış oldu.
GAZETELERİN UYDURMASI:
Muhterem okuyucular, bir fikir ne kadar güzel ve doğru olursa olsun şifahen söylendiği,
beyan olunduğu zaman tesiri pek cüzi olur da, aynı fikir bir gazete, mecmua veya
kitapta basılı olursa nedense çok ehemmiyet kazanır. Matbaanın keşfinden bu yana
bunca zaman geçmiş olmasına rağmen insanların matbu fikirlere aslından ve bu fi-
kirlerin niteliğinden çok fazla kıymet vermeleri elan bir kompleks olmakta devam
etmektedir ve maalesef de edecektir. Allah bu hastalıktan insanlığı bir an evvel kurtar-
sın temennisinde bulunmaktan başka elden bir şey gelmez.
İşte bu hastalığın, bu basılmış yazı kompleksinin tesiri altında bulunan biz insanlar,
ancak gazetelerde gördüğümüz ve gazeteler delâleti ile öğrenebildiğimiz hadiselere
ekseriya kapılıverir ve hakikat olduklarına inanıveririz. Hâlbuki maalesef bunların en
azından. % 60 dan fazlası yalan, uydurma veya mübalağadan ibarettir. Bu yöndeki
kanaatimizi İsmail Altınkılıç vakası bir kere daha hatırlatmış ve perçinlenmiş oluyordu.
Bilhassa ki bir kaç gün sonra İstanbul’a avdetimizde sözü geçen resimlerle süslü
gazete sütunlarını okuyunca hayretten ağzımız bir karış açık kalmıştı. Vaka öyle hayali
fantezilerle süslenmişti ki hani nerde ise ve vakanın tahkikatını yapanlardan olmasa
idik İsmail’in eski hayatındaki evinde yaptıklarını okurken bizim de gözümüz
yaşaracaktı.
Bize, bir hakiki Reincarnation olayı karşısında olmadığımızı açıkça gösteren teferruat
çoktur. Ancak biz, başlıcalarını arzetmekle yetiniyoruz. Meselâ bütün iddiaların aksine
İsmail, Abit Süzülmüşün çocuklarına hiç de bir yakınlık göstermemiş ve onlara her
hangi bir çocuk kargısında imiş gibi davranmıştır.
İSMAİLİN DOĞUM TARİHİ
Diğer taraftan tahkikat sırasında daima peşimizde bulunan büyük kalabalıktan bir grup,
Abit Süzülmüşün katli anında, Mehmet Altınkılıç’ın karısının İsmail’e aylık hamile
bulunduğunu iddia etmiştir ki bu iddia eğer hakikat ise, bizim conceptionumuza
nazaran, derhal bir Reincarnation hadisesinin vukuu düşüncesinden bizi
uzaklaştırmağa kâfidir. Ancak İsmaillin anası ve babası bu iddiayı şiddetle
reddetmektedirler. Filhakika dürüstlükleri ve samimi oldukları kabul edildiği takdirde
elbette ki mezkûr iddiayı ret veya kabule en çok İsmaillin anası ve babası yetkilidir.
Her ne kadar Türk Spiritüalistleri ruhun bedene girişini, daha doğru tabirle bedenle
alâka kesbedişini ilkah anı olarak kabul ederlerse de, bu düşünce pek makul olmasına
rağmen, dünyadaki bütün Reincarnationistlerle kabul edilmiş umumi bir görüş değildir.
Filhakika gerek Hintli gerekse bil ahıra Amerikalı Profesörle bu nokta üzerinde
yaptığımız görüşmelerde:
— Daha hiç bir şey bilmiyoruz. cevabı alınmıştır ki, ilmi yönden pek makuldür.
Diğer taraftan evvelki bahislerde üzerinde durduğumuz gibi, Adana ve çevresinde yeni
doğan çocukların nüfus teskeresi asla doğuş tarihlerini kati olarak ifade etmemektedir.
Muhtelif sebep ve düşünceler tesiri altında kalınarak bu vesikalar arzu edildiği
tarihlerde ve çocukların yaşlarını yine arzuya göre gösterir bir şekilde çıkarılmaktadır.
Bu sebeple Adana’yı müteakip ziyaretlerimiz sırasında nüfus dairelerinde ve Emniyet
müdürlükleri kayıtlarında yaptığımız uzun araştırmalarda Abit Süzülmüşün öldürülme
tarihi kati olarak tesbit edilmiş ise de İsmail’in doğum tarihi, pek tabii, çıkarılamamıştır.
İsmail Altınkılıç vakasının hikâyesini yaparken bütün menfi düşüncelerimize rağmen
tamamen tarafsız davranmak kaygusu ile vaka lehinde müşahede ettiğimiz tek bir
noktayı da dercetmeden geçemezdik:
V'AKA LEHİNE KAYDOLUNABİLECEK; TEK NOKTA
İsmail eski, yani hayatta kalan karısı Hatice ile karşılaştığı sırada her ne kadar yine
gözle görülür bir heyecan göstermedi ise de bugün ninesi yerinde olan Hatice -çocuğu
kucağına aldığı zaman her ikisinin de gözlerinin yaşlandığı tesbit edildi. Yani gerek
kadının gerekse İsmail’ingözlerinden bir kaç damla yaş geldiği görülüyordu.
Her ne kadar bu göz yağları derhal eski ve müşterek her hayatın kati ispatı olarak ele
alınamaz ve bu yaşlara, hadisenin yarattığı atmosfer ve alışılmamış bir
kalabalığın tesiri yönünden, birçok psikolojik sebepler ileri sürülebilirse de ne de olsa
üzerinde etüd etmeğe değer görülebilir.
Gazete muhabirleri ve kalabalık, muhtelif resimler çekmek ve vakayı dev aynasında
büyütmek için ellerinden geleniyapmak hususunda bir nevi yarışa girmişler iken biz
mezkûr gözyaşları üzerinde durarak bir kenarda kalmış bulunan Hatice ye yaklaşarak
tercüman vasıtasıyla: İsmail’inmaktul kocası Abit Süzülmüş olduğuna kanaat getirecek
ve sadece kendilerince malûm bir vaka, bir söz ya bir eşya hatırlatıp hatırlatmadığını
velhasıl İsmail’in kocası Abit olduğuna inanıp inanmadığını sorduk. Aldığımız cevap ne
yazık ki tatminkâr olmadı : — Vallahi bilmem, Baksana herkes öyle soyuyor, iki elim
yanıma gelecek, ne bileyim, her halde Abit olacak...
İşte muhterem okuyucular İsmail Altınkılıç vakasının gerek dünyaca duyulmuş olması
gerekse hariçten gelenlerin bilhassa sadece bu vaka dolayısıyla ta uzak diyarlardan
Türkiye’ye kadar gelişi göze almış olmaları, üzerinde çok durulmasına vesiyle olduğu
gibi bazı istismarcıların da şöhret budalalıklarını kamçılamağa yol açmış ve esaslı hiç
bir tetkikleri olmadan bol bol çene çalmalarını sağlamıştır. En geniş imkânlara sahip
olmamıza rağmen bu zaaflardan uzak kaldığımız için Ulu Tanrıya şükrediyoruz.
Hintli dostumuzla ilk tahkikatı müteakip muhtelit fasılalarla yalnız olarak ve Amerikalı
Prof. Ian Stevenson ile tekrar yaptığımız tetkikat süresince alınan neticeleri ve bunların
hikâyesini yine böyle kısaca okuyucularımıza, sunmak icap ederse yazacaklarımız bu
kitabın cürümünü çok aşıp ayrı bir kitabı kaleme almağı icap ettirecek kadar geniştir.
Hâl böyle olunca Adana’yı diğer ziyaretlerimi^, sırasında lehte veya aleyhte elde edilen
noktaları kısaca sıralamakla yetineceğiz.
İSMAİLİN DONDURMACI ÎLE KARŞILAŞMASI
Adana’ya ilk ziyaretimizden1 evvel gazetelerden öğrenilmiş iddiaların başlıcalarını
kaydetmiştik. Bu iddialar meyanında bir de dondurmacı hikâyesi mevcuttur. Bir
dondurmacı hikâyesi yalan yanlış bir soruşturma ile gazetelere şu şekilde intikal
ettirilmiştir. Kısaca:
Bir gün İsmail evinin önünde oynarken oradan geçen bir dondurmacıya koşarak ondan
dondurma istemiş. Bu alış veriş konuşmaları sıralarında dondurmacıya: eskiden sebze
sattığını ve bu sebzeleri de kendi bahçesinden, (Yani Abit Süzülmüşün bahçesinden)
satın aldığını ve öldüğü zaman kendisine borçlu kaldığını söylemiş ve neye meslek
değiştirdiğini sormuş.
Halbuki bizim müteakip soruşturmalarımızda gerek aralanıp bulunan dondurmacı Reşit
Tatlıcıdan gerekse Is-mailin babası Mehmet Altınkılıç’tan dinlenen ve teyp bantlarında
tesbit edilen dondurmacı hikâyesi bambaşka mahiyettedir:
Her ne kadar dondurmacı Reşit Tatlıcı ve Mehmet Altınkılıç’ın bu hikâyelerinde İsmail
tarafından dondurmacının tanınması ve İsmaillin de bilmukabele Abit Süzülmüş diye
kabul edilmesi varsa da, evvelce sebze satışı ve bundan mütevellit borçtan kimse
haberdar değildir.
Reşit Tatlıcının oğlu Ali Tatlıcı da babası gibi dondurmacıdır ve o da İsmail tarafından
tanınmıştır. İsmail bu tanıma sırasında Ali'nin kendi yanında (Yani Abit Süzülmüş ün
yanında) çalıştığını iddia etmiştir.
Şahitlere göre Ali, Abit Süzülmüşün yanında çalışmış ise de, sebze satmamış olup Abit
Süzülmüşe borçlu da kalmamıştır.
Filhakika bu izahata lüzum yoksa da vakaların bizden evvel gidenler tarafından ne
kadar üstün körü tetkik edildiğini ve gazetelere ne kadar yalan yanlış intikal ettiğini
göstermek için kaydediyoruz,
ABİT SÜZÜLMÜŞÜN ALACAKLARI
Diğer taraftan İsmail daha ilk konuştuğu günlerde Abit Süzülmüş olarak öldürüldüğü
gün kimlerden alacaklı kaldığını saymıştır. Biz isimleri verilen bu borçluları teker teker
bularak mülakat yaptık. Hakikaten bir istisna ile hepsi bu borçları itiraf ettiler. Esasen
borçlular Abit Süzülmüşün katilinden sonra hayatta kalan karısı ve çocuklarına bu
borçları ödemişler. Ancak bazı rivayetlere nazaran Mehmet Altınkılıç’ın İsmail’i
kucağına alarak Abit Süzülmüşe borçlu kalan ve borcu ödemeyen kimselere
giderek : \
— İşte bu çocuk Abit Süzülmüştür. Bunu herkes biliyor, diyip ve fakirliğini ileri sürerek
Abit e olan borçları kendi tahsil etmek istemiş, hatta ısrarı kavgaya kadar büyütmüştür.
Muhterem okuyucular herkesin bir birini tanıdığı ufak bir çevrede vefat eden bir adamın
kimlere borçlu ve kimlere alacaklı kaldığı pek âlâ bilinebileceğinden İsmail’in Abit
Süzülmüş olarak kendine borçlu olanları bir bir saymasına pek de ihtiyaç ve lüzum
gömüyoruz. Hele İs-mailin babası bu alacakları tahsile teşne olursa.
İSMAİL ALTINKILICIN DOĞUMUNDANEVVEL GÖRÜLEN RÜYA
Altınkılıç’lara yani Mıdık semtine giden şose üzerinde Tanrıseven ailesi oturmaktadır.
Bu evin kadını ve Mahmut Tanrıseven'in karısı Fatma Tanrıseven İsmail’in do-
ğumundan bir ay kadar evvel bir rüya görür. Rüyada:
Maktul Abit Süzülmüş, Mehmet Altınkılıç’ın evinde oturmakta, ve onunla
konuşmaktadır. Bu sırada sokaktan geçen üç oduncu:
— Abit, Abit diye seslenerek Abit Süzülmüşü dışarıya,
yanlarına çağırırlar. Abit ise.:
— Ben artık burada kalacağım, gelmeyeceğim, diye cevap verir. Bu rüyayı gören
Fatma Tanrıseven uyanınca koca sına, Altınkılıçların çocuk bekleyip beklemediklerini
sorar ve gördüğü rüyayı anlatır. Bunun üzerine kocası Mehmet Altınkılıçlara giderek
karısının hamile olup olmadığını sorar. Aldığı : — Evet cevabı üzerine : — Öyle ise,
kızınız değil, bir oğlunuz olacak, der ve bunun da Abit Süzülmüş olacağını, rüyayı
anlatarak, ilâve eder.'
Her ne kadar bir ay sonra doğan çocuğun erkek oluşu rüyayı % 50 nispetinde teyit eder
mahiyette ise de Altınkılıçlara, Abit Süzülmüşün kendilerinden geleceğini peşinen
telkin etmiş olması bakmamdan hiç de vakanın, Reincarnation olarak kabul edilmesine
yarayacak bir nitelik, arzetmez. Altınkılıçların bu rüya tesiri altında kalarak çocukları
İsmail’e, doğuşundan itibaren Abit Süzülmüş gözüyle bakmalarına ve bu hususu da
aralarında bittabi konuşacaklarından çocuğun küçükten beri bu fikre alıştırılmasına yol
açmış olması kuvvetle muhtemeldir.
İSMAİLÎN MEKTEPTEKİ ÖĞRETMENÎ
İddialara göre çocuk : — İsmail, diye çağrılınca cevap vermemektedir. Bu iddianın
doğru olup olmadığını en ket’i bir şekilde bize bildirecek yerin Mektep ve öğretmeni
olacağını düşünerek Mıdık’taki ilk mektebe müracaat ettik. Gerek başöğretmen
gerekse İsmail’in sınıf hocası bizi büyük bir nezaketle karşıladılar ve yardımcı oldular.
Ziyaret sebebimizi daha söylemeden anladılar ve:
— Zaten bekliyorduk. Dediler. Başlıca sualimiz: Çocuğun İsmail ismiyle çağrılınca, bu
ismi nasıl karşıladığı oldu. Aldığımız cevap bizi şaşırttı:
— Efendim, Çocuğu İsmail diye çağırmamıza imkân yok, çünkü ismi Abit’tir, Çocuğun
mektebe kaydı için lâzımgelen nüfus teskeresinde ismi Abit diye kayıtlıdır dediler.
Filhakika, gerek mektebe mahfuz tutulan nüfus teskeresinde gerekse buna istinaden
okul ve sınıf defterlerinde yapılan kayıtların: Abit Altınkılıç ismi üzerine işlenmiş
olduğunu bizzat gözlerimizle gördük. Hâlbuki bazı araştırıcılar ve sözcüler Altınkılıç
ailesinin bu hadiseden ve oğullarının Abit Süzülmüş olmasından hiç memnun
kalmadıklarını cansiperane savunmuşlardır. Öyle olsa idi elbette ki Mehmet Altınkılıç
hiç bir mecburiyet yok iken evvelâ İsmail ismini verdikleri oğlunun nüfus teskeresini
çıkardığı zaman bu ismi Abit diye kaydettirmezdi. Bu şekildeki hareketi ise ancak
oğullarının bu yeni şahsiyetinden pek memnun kaldığını teyit eder.
ABİT SÜZÜLMÜŞÜN HAYATTA KALAN ÇOCUKLARI: GÜLSEREN, HİKMET, ZEKİ
İsmail Altınkılıç vakasının tahkikatı sırasında yüzlerce kişinin ve görgü şahidinin
ifadesine müracaat edilmiştir. Bütün bu ifadeleri dercetmeğe ebetteki imkân yoktur. Biz
sadece en belli başlı olanları ve bilhassa gerek Altınkılıç gerekse Süzülmüş aileleri
fertlerinin ifadelerine temas etmekle yetiniyoruz:
Gülseren, Abit Süzülmüşün hayatta kalan çocuklarının en büyüğüdür. İsmail’i maktul
babası Abit Süzülmüş olarak kabul etmek hususunda çok mütereddittir. Hatta
kanaatimize göre bu tereddüde sadece etraf ve civarın inanışı amil olmaktadır.
İfadesini aldığımız sırada, İsmail’i babası diye kabul etmesi için belirli bir sebep olmadı-
ğını ileri sürerek pek makul cevap vermiştir. Ancak Gülseren in böyle tereddüt
göstermesi etrafındakiler üzerinde memnuniyetsizlik uyandırdıkça Gülseren de
ifadesine onları memnun edecek bir yön vermektedir. Hatta işin bidayetinde Gülseren,
Abit Süzülmüş olduğu iddia edilen Ismail ve babası Mehmet Altınkılıç için:
— Mademki İsmail benim babam, Abit Süzülmüş tür, şu halde neden sadece alacaklı
kaldığı kimselerin isimlerini verir de borçlu kaldıklarını bildirmez? Sonra meselâ ben
babamla, öldürülmeden bir gün evvel bir yere gitmiştik. Nereye gittik ve o gün babamla
ne yaptık, neler konuştuk? Bunları da söylesin bakalım diyerek, tam açık fikirli bir
insanın hattıhareketini tutmuş ve fakat birçok ünlü Spiritüalistlerimiz gibi hemen bu
işlere inanıvermek saflığını göstermemiştir. Bittabi Gülseren’in bu talepleri yerine
getirilemediği gibi tereddütleri ve bilhassa bidayetteki inkârı hemen, gayretkeşler
tarafından başka şekilde tefsir edilerek: Gülseren’in kendilerine babalarından miras
kalan bahçe ve evlere Altınkılıçların sahip çıkarak ellerinden alınacağından korktuğu
ileri sürülmüştür. Hâlbuki Gülseren 50 küsur yaşında öldürülen babasının varlığına
küçük bir çocuğun, aynı ruhu taşıdığı iddiasıyla, sahip çıkmasına kanunların asla
müsait olmadığını sarahatle bilecek kadar açık fikirlidir. Halen evli, çocuk sahibi bir
kadındır ve o çevre için oldukça bir kıymet ifade eden ilk mektep tahsili de vardır.
Halen 15-16 yaşlarında olan, Abit Süzülmüşün hayatta kalan ikinci kızı Hikmet ve
Adana’da bir berber dükkânında çıraklık eden oğlu Zeki ise Gülseren’in tam tersine:
İsmail’in eski babaları Abit Süzülmüş olduğunu cansiperane müdafaa etmektedirler.
İsmail’in çok küçükken kendilerini ilk ziyaretinde her birini nasıl tanıyıp isimleriyle
çağırdığını ve boyunlarına sarıldığını birçok teferruatla anlatmaktadırlar. Ancak
Gülseren’e bu hususta sorulan suallere alınan cevaplardan: İsmail’in evlerine bu ilk
gelişinde babası Mehmet Altınkılıç tarafından getirildiği ve İsmail’e babası Mehmet
Altınkılıç’ın : — Bak, kızın Gülseren, Hikmet, işte oğlun Zeki... Gibi laflarla yardım
etmiş, yol göstermiş olduğu öğrenilmiştir. Bu gibi yardımların hatta teşviklerin, Adana’yı
ilk ziyaretimiz sırasında, İsmail’i Abit Süzülmüşün evine getirdiğimiz ve öldürüldüğü
ahıra soktuğumuz zaman nasıl yapıldığını, bir kaç sahife evvel hikâye ettiğimiz gibi
bizzat gördüğümüzden, Gülseren’in ifadesini daha şayanı kabul bulduk.
Hikmet ve Zekinin İsmail’i babaları diye kabul etmelerine amil olan haleti ruhiye ise
bizce: Bir Paranormal hadisenin kahramanları olarak, uzak diyarlardan gelen ecnebi
ve yabancılar ile böyle ehemmiyetle ve tezahüratla ve yaşıtlarının gözleri önünde
konuşmanın, o yaştaki çocuklara vereceği gururdan mütevellittir. Onlar da îs-mailin
eski babaları olmadığını iddia etseler vaka, daha doğrusu kendileri derhal
ehemmiyetlerini kaybedecekler ve birer kahraman ve herkesin mevzuu olmaktan çıka-
caklardır. Biz bu haleti nahiyeyi yalnız çocuklarda değil koskoca insanlarda ve
kalburüstü birçok Spiritüalist ve araştırıcılarda da mükerreren görmüş bulunuyoruz).
Sanki maksat ve gayelerimiz hakikatleri keşif yolunda ciddi bir ilerleme elde etmek
değildir de sadece şöhret kazanmak ve kendimizden bahsettirmektir. Her ne hâl ise,
biz yine mevzuumuza dönelim.
AKTAR DÜKKÂNI VE İSKEMLE
Adana’da Saydam caddesinde iki kardeş tarafından işletilen bir Aktar dükkânı vardır.
Abit Süzülmüş hayatında iken bu iki biraderle iyi dosttur. O caddeden her geçişinde o
dükkâna uğrar ve onlarla uzun uzadıya ahbaplık eder. Bu sohbetler bazen o kadar uzar
ki ekseriya civar bir kahveden bir iskemle getirtilerek Abit Süzülmüşün oturması temin
edilir. Bu iskemle o kadar çok alınır verilir ki nihayet dükkânda temelli kalır. Abit
Süzülmüş herkesçe çok sevildiği için her halde artık kahveci de iskemlesini geri
istemez ve Abit Süzülmüş de bu dükkâna her uğrayışında iskemlesini aradığından
buna: —Abidin iskemlesi— ismi verilir.
İddia olunduğuna göre Abit in katlinden sonra dünyaya gelen İsmail bir gün babası
Mehmet Altınkılıç’la bu caddeden geçerken birdenbire bu dükkâna koşarak girer ve
Attar biraderlere, isimleriyle, hitap ederek konuşur ve iskemlesini sorar ve o gün bu
gün her geçişinde dükkâna uğramayı ihmal etmez. Tıpkı eskiden olduğu gibi. Bu
iddialar muhtelif şahitler ve Attar biraderler tarafından teyit edilmektedir.
Bu vaka, tipi itibariyle o kadar güzel ve Reincarnation u düşündürücü bir nitelik arzeder
ki bizim gibi koyu Reincarnation ist olanları adeta sevindirir. Vakanın tahkikatını bizzat
yapmamış olsa idik ve şahitlerin haleti nahiyelerini az çok anlamamış ve bilhassa
Mehmet Altınkılıç’ın oğlunu teşviklerini ve ona adeta yol gösterir gibi yardımlarını bizzat
görmemiş olsa idik bahtiyar olacaktık. Ne yazık ki Mehmet Altınkılıç’ın oğlu ile ilk sefer
bu dükkânın önünden geçerken çocuğu bu dükkâna doğru sevk edip etmediğim
kestiremeyiz ve bu itibarla da bu güzel hikâyeyi tereddütle karşılamak mecburiyetinde
kalırız. Maalesef bu ince nokta daima İsmail ile babası arasında bir sır olarak kalacak
ve en ince bir tahkikat bile hakikati meydana çıkaramayacaktır.
ismallin ilk defa abit süzülmüş, olduğunu iddiası
Çocuk bu iddiayı ilk evvelâ babası Mehmet Altınkılıç’a yapmıştır. O sırada yanlarında
kimse yoktur. Bu itibarla soruşturmalarımız sadece Mehmet Altınkılıç üzerine teksif
edilmiştir. Bu soruşturmalar günlerce ve suallerin şekilleri mütemadiyen değiştirilerek
yenilenmiş olduğundan 15-16 adet 900 İngiliz ayağı boyunda (Longplay) teyp bandım
doldurmuştur. Bütün bu sual ve cevapları burada zikre lüzum ve imkân gömüyoruz.
Ancak bir kaç başlıcasına ve okuyucuya bir fikir verecek mahiyette olanları sual ve
cevap şeklinde kaydetmekte yetinerek İsmail Altınkılıç vakasını kapatacağız:
S — İsmail doğduğu zaman başında (evvelce iddia olunduğu gibi) bir iz (eski hayattan
kalma) taşıyor mu idi?
C — Efendim, doğduğu zaman başı yumuşak ve kemiksizdi ve hiç saçı yoktu. Bunun
için başını 60 gün pamuklar içinde saklamak mecburiyetinde kaldık, sadece ağzı burnu
dışarıda kalarak. Bu müddetten sonra başı kemiklendi ve saçı çıktı.
S — Vaktinden evvel mi doğmuştu?
C — Hayır.
S — Arkadaşlarına karşı daha büyük insanlar gibi mi davranıyor?
C — Hayır, yalnız omzunda daima bir havlu taşıyor. (Abit Süzülmüş hayatta iken, evde
olduğu zamanlar omzunda daima bir havlu taşımak âdeti imiş.) Not: Adana’yı
mükerreren ziyaretlerimizin hiç birinde çocuğu omzunda havlu ile görmedik.
S — Bütün hikâyeyi anlat bakalım.
C — Efendim, biz çok fakiriz. Bir akşam eve, işten çok yorgun olarak döndüm ve
kerevetin üzerine uzandım. İsmail yanımda oturuyordu, gelip üstüme, göğsüme çıkıp
oturdu. O zaman henüz daha yürümeğe bile başlamamıştı. Çok yorgun olduğumdan
onu göğsümden indirmek için:
— İsmail, yorgunum, üstümden in, git, dedim. O cevap verdi : — Hayır, ben İsmail
değilim, Abit im. (Biz burada Mehmet Altınkılıç’ın hikâyesini keserek:
S — O sıralarda İsmail kaç yaşında idi?
C — Bir buçuk yaşında kadardı ve onu Alan konuşturdu. (Dedi ve hikâyesine devam
etti Ben bu saçma lâflardan kızarak onu tekrar defetmeği denedim, faiat o Abit
olduğunu iddiada Israr ediyordu. Bunun üzerine ona bekâr olarak mı yoksa evli mi
öldüğünü sordum. O cevap verdi : — Baba benim iki karım vardı. (Tekrar müdahale
ederek sorduk
S — İki karım vardı mı dedi, yoksa iki karım var mı dedi?
C — İki karım var, dedi ve birinin isminin Hatice diğerinin de Şehide olduğunu söyledi
ve ben sordum:
— Oğlum senin çocukların var mı?
— Evet, baba, evet, Gülseren, Hikmet ve Zeki. (Tekrar müdahale ederek sorduk:
S — Bütün bunları aynı akşam mı söyledi?
C — Evet, hatta kimlerden alacaklı olduğunu da ilâve etti. Şaban, Abdürrezzak ve
Akkapı da birini daha söyledi ve: Ah, baba dedi biz fakiriz, keşke bu adamlar paralarımı
verseler, dedi.
Not: Bir buçuk yaşındaki bir çocuğun eski hayatını, hatırlaması kabul edilebilir. Ancak
bu yaşta fakrı zaruretten ve eski alacaklardan bahsetmesi ve bu alacakların, tahsili
temennisinde bulunmasına ne demeli? (Tekrar müdahale ederek sorduk
S — Katledilmesi hikâyesini ne zaman anlattı?
C — Aynı akşam, göğsümde oturduğu zaman. (Mehmet Altınkılıç’ kendiliğinden devam
etti) : — Ben Abit i tanırdım, fakat arkadaş değildik o Bahçede Bey mahallesinde
otururdu. İsmail’e sordum : — Oğlum, seni kim öldürdü, — Ramazan, (Burada Mehmet
Altınkılıç, İsmail’in anlattığı ve evvelce okuyucularımıza verdiğimiz katil hikâyesini
nakleder ve devam eder) : Hakikaten katilin ismi Ramazan idi ve İsmail Ramazanın
sonradan asıldığını, duyduğu zaman çok sevindi ve ellerini çırptı.
S — Ramazanı ne zaman astılar? C — Üç sene oluyor.
S — Sen Abit Süzülmüşün nasıl öldürüldüğünü İsmail anlatmadan evvel biliyor mu
idin?
C — Tabii, herkes biliyordu. (Doğru bir cevap, fakat herkes bildiğine göre gocuk bu
hikâyeyi duya duya öğrenmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Saniyen Mehmet Altınkılıç
büyük bir kalabalık önünde bilgisini inkâr edemez ve sualimize : (Hayır) cevabını vere-
mezdi.
S — İkinci defa ne diye evlenmiş?
C —Çünkü birinci karısı Hatice dünyaya çocuk getiremiyormuş. Sadece bir kere bir kız
dünyaya, getirmiş fakat kısa bir müddet sonra ölmüş ve Hatice de bir daha
doğuramamış. Bunun üzerine Abit tekrar evlenmiş.
S — İsmail karılarının güzelliğinden bahsediyor mu?
C — Evet efendim, ikinci karısı Şehide’nin çok güzel olduğunu söyler. (Halen 6-7
yağlarında olan İsmail’in bugün bile kadın güzelliğinden bahsedebileceği kolayca kabul
edilemez.) Abit Süzülmüşle beraber öldürülen karısının katledildiği sırada hamile
olduğu iddialar meyanında yer almış bulunduğundan:
S — İsmail karısı Şehide’nin öldürüldüğü zaman hamile olduğunu söylüyor mu?
C — Evet efendim, doğurmak üzere olduğunu söylüyor.
Not: Yine İsmail yaşında bir çocuğun bu bahislere temas etmesi beklenemez. Ancak
adli makamlar katillerin suçunu takdir dolayısıyla bu husus üzerinde durmuş
olduklarından burada bahsettik. Hatta muhakemenin cereyanı sırasında maktul kadın
Şehide’nin sonradan kabrini açtırmak lüzumu duyulmuştur. Bu mevzuda adli makamlar
nezdinde ve kabrin açılışında hazır bulunan resmi vazifelilerden bu nokta tarafımızdan
tahkik edilmiş ise de kâfi bir cevap elde edilememiştir.
S — İsmail ilk evvela gidişinde Abit Süzülmüşün evini kendi kendine mi buldu?
C — Evet efendim, kendi kendine buldu. Bir akşam oraya götürülmesi için çok ağladı
ve nihayet beni oraya alaca karanlıkta götürdü.
S — O zaman kaç yaşında idi? C — Üç.
S — Sen ve İsmail’den gayri yanınızda başkaları da var mı idi?
C — Hayır yalnız İsmail ve Ben. Abit Süzülmüşün iki evi vardı ve ben onu öteki evinde
öldürüldü sanıyordum, hâlbuki İsmail beni asıl öldürüldüğü diğer evine götürdü.
(Mehmet Altınkılıç sorulmadan bir noktaya daha temas etti) : — İki ay kadar evvel Abit
Süzülmüşün Annesi vefat etti. İsmail bu haberi duyunca çok ağladı ve o akşam yemek
yemeden yattı.
S — İsmail kaç yaşında konuşmağa başladı?
C — İlk defa gelip benim göğsüme oturduğu ve Abit olduğunu iddia ettiği akşam.
Not: Bu iddiaya bir mucize denmezse kabulüne imkân yoktur. O zamana kadar hiç
konuşmayan ve henüz yürümediği babası tarafından söylenen bir buçuk yaşında bir
çocuk bir akşam babasının göğsüne çıkıp oturuyor ve birden bire eski karılarından,
çocuklarından, alacaklı olduğu kimselerden bahsediyor ve nihayet fakrı zaruretten söz
açarak bu alacakların tahsili temennisinde bulunuyor. Diğer teferruat da caba.
3 - Muhterem okuyucular, evvelce de belirttiğimiz gibi daha yüzlerce sual sorulmuş ve
cevaplar alınmıştır. Bir Reincarnation hadisesinden tamamen uzak olduğumuzu aşikâr
olarak gösteren su 10 - 15 sini dahi kaydetmemize esasına bakılırsa hiç bir lüzum
yoktur. Ancak böyle hareket edişimiz bazı haklı gayelere istinat eder: Okuyuculara işin
esasını yani madalyonun ters tarafını göstererek her okudukları iddia ve hikâyelere,
yapılan bütün alâyişe, sütun sütun yazılara, ciddi tavırlı ve Spiritüalist geçinen kişilerin
Basın toplantısı yapmalarına, bol bol beyanat vermelerine kapılarak hemen
inanıvermelerinin sakatlığını göstermek...
4- Spiritüalist ve araştırıcılara bir ibret dersi vererek yalancının mumunun er geç
söneceğini ve yalanın nasıl olsa meydana çıkacağını bir kere daha hatırlatarak doğru
ve dürüst yola yönelmelerine yardım etmek.
Hakikatin aranması yolunda yalanla bir adımmesafe dahi katedilemiyeceğini belirtmek,
kendi kendimizive herkesi aldatmanın umumi efkârda inanç değil ancak
er geç ve maalesef körü körüne bir inkârı yaratacağınıanlatmağa çalışmak...
Bu gayelerimizin tahakkuku yolunda çok cüzi bir şekilde de mesafe almış olursak
kendimizi bahtiyar addederiz.
Şehide Süzülmüş

ÇEVRİYE BAYRI

Bu vakanın, birinci (Abit Süzülmüş - İsmail Altınkılıç) vakasıyla çok yakın bir alâkası
vardır. Çevriye Bayrı, İsmail ile aynı yaşta görünen küçük bir kız çocuğudur. Çok şükür
ki bu vakayı, gazeteciler eline düşmemiş olması dolayısıyla olduğu gibi görmek ve
tetkik etmek imkânı bulunmuştur. Vakanın (Abit - İsmail) olayı ile alâkası ise,
Cevriye’nin: Abit Süzülmüş ile beraber öldürülen karısı: Şehide Süzülmüş olduğunu
iddia etmesindedir. Bu vaka üzerinde de günlerce durulmuş, birçok şahit dinlenmiş ve
yine kitap teşkil edecek kadar yazılar yazılmıştır. Her ne kadar bu vakada da
Reincarnation u ima edecek kadar açık deliller ve isbatlar bulunamamış ise de (Abit -
İsmail) vakası gibi uydurma olduğunu sarahatle gösteren hallere de tesadüf
edilmemiştir. Bu itibarla üzerinde durulabilir. Biz okuyucuları fazla sıkmamak gayesiyle
fazla teferruata girmeyeceğiz. Esasen bu iki ilgili vakanın katil sahnesi ve hikâyeleri
müşterek olduğundan aynı şeyleri baştan anlatmamıza lüzum olmayacaktır.
VAKANIN HİKÂYESİ:
Çevriye Bayrı 5-6 yaşlarında güzelce bir kız çocuğudur. Hemen hemen hiç Türkçe
bilmez. Esasen yabancılar önünde konuşmaz. Çok küçüklüğünden beri daimi baş ağ-
rılarından şikâyetçidir. Doğduğu zaman başında bazı yara izleri ile doğmuş ise de
sonradan bu izler kaybolmuştur. Uykuları daima kâbusludur. İlk konuşmağa başladığı
sıralarda daima içinde (Z) sedası taşıyan (Azu) gibi manasız sözler söylemeğe
çalışmış, kâbusları içinde de bu sözleri daima tekrar etmiştir. Sonradan (Z) sedalı
sözler sarahat kesbederek «Ramazan» ismi ortaya çıkmış ve Ramazanın kendisini
nasıl kocasından ve çocuklarından sonra başına demirle vurarak öldürdüğüne
müteallik, bildiğimiz hikâyeyi anlatmıştır. Elan uykularında : — Ramazan geliyor,
feryadıyla uyanmakta ve annesine sokulup sığınmaktadır. İsmail gibi o da hayatta
kalan çocuklarını görmek ister ve isimlerini sıralar.
ÇEVRİYE BAYRI ÎLE İLE KARŞILAŞMAMIZ
Bu karşılaşma yine aynı atmosferler içinde, yani büyük, gürültücü ve meraklı mahalle
halkı kalabalığı arasında yine fakir bir kulübe önünde olmuştur. Dar bir kulübenin
methali önünde Çevriye Bayrı annesi Cemile Bayrı’nın kucağında başından rahatsız
olarak yatmaktadır. Alnına ıslak, beyaz bir bez konmuştur. Bu devamlı baş ağrıları
evvelki hayatında başına demirle vurularak öldürülmüş olmasına bağlanmakta ve buna
inanılmaktadır. Bu yakıştırmanın ne dereceye kadar doğru olacağı sorulursa, "biz de :
— Henüz hiç bir iddiada bulunulamaz, şeklinde cevap vermeği en makul bir hareket
sayarız.
ÇEVRİYE BAYRI NIN EVVELKÎ HAYATINDAN TANIDIĞI ŞAHİTLER
l — Nadire Mirel, kocası ve çocukları ile katledilmiş olan Şehide Süzülmüşün terzisidir.
Bir gün terzi Nadire Mirel diğer iki kadınla birlikte Çevriye Bayrı’nın evine gelirler.
Çocuğun Şehide olduğunu iddia ettiğini duymuşlardır. Cevriye’nin annesi kızına bu üç
hanımdan hangisinin kendi terzisi olduğunu sorar. Çevriye de hiç tereddütsüz Nadire
Mirel’i gösterir. Diğer iki kadını çocuk tanımaz. Zaten bu iki kadın da Şehide
Süzülmüşle hayatında iken hiç karşılaşmamışlardır.
Bu iddia Cevriye’nin annesi Cemile Bayrı tarafından, yapılmıştır. Bunun üzerine
tarafımızdan ayrıca aranılıp bulunan terzi Nadire Mirel de hikâyeyi aynen naklederek
vakayı teyit etmiştir.
2 — Güllü Deniz (Zahluti), Abit Süzülmüşlere elli
metre mesafede oturan bir komşu kadındır. Soyadları Deniz olmasına rağmen (Zahluti
teyze) lakabıyla bilinmektedir. Bu kadıncağız, Şehide’nin tekrar dünyaya geldiği
rivayetlerini duyunca bir gün Bayrı’lara, Şehide Süzülmüş olduğunu iddia eden çocuğu
görmeğe gider. Evvelce bu aile ile hiç bir münasebeti ve ahbaplığı yoktur. Bayrılar
kendisinin geleceğini ve çocuğu göreceğini bilmemektedirler. Çevriye, Güllü Denizi
görünce ilk evvelâ utangaç bir tavır takınır. Bunun üzerine kadın : — Ben kimim? Diye
sorunca : — Zahluti teyze, diye cevap verir-Bu sıralarda Çevriye 5 yaşlarındadır.
Bu iddia da evvelâ Cevriye7nin annesi tarafından yapılmış ve bilâhare Zahluti teyze
tarafından teyit edilmiştir.
2 — Sade Demirci (Hırşi), Bu kadıncağız da öldürülen Şehide’nin çok samimi dostudur.
Bir gün bir kebapçıda sokağa sırtı dönük bir vaziyette yemek yemektedir ve omzuna
bir el dokunduğunu hisseder. Dönünce karşısında Cevriye’yi görür. Bu çocuğu evvelce
hiç görmemiştir.
Kadın : — Ne istiyorsun kızım, sen kimsin? Diye sorunca, Çevriye : — Ben Şehide
Süzülmüşüm, senin ismin de Sade’dir, diye cevap verir ve kendini tanıtır. Çevriye bu
konuşma sırasında : — Sana gönderdiğim parayı aldın mı? Sualini sorar ve Sade de
bunu tasdik eder. Çevriye bu kadını kebapçıda sırtı dönük yemek yerken tanımış ve:
— Bak Sade içerde yemek yiyor, diye annesinin elinden kurtularak kebapçıya
dalmıştır.
Sadenin bu ana kadar Cevriye’nin annesi Cemile Bayan ile sadece göz aşinalığı vardır
ve evvelce hiç konuşmamışlardır.
Sadenin akli muvazenesinin bir az bozuk olduğu hâl harekât ve konuşmalarından
istihraç edilmektedir. Esasen kendi aile efradı da bu fikirdedir. Ancak Çevriye ile ilk
karşılaşması hikâyesini herkes teyit etmektedir.
Bu vakanın Cemile Bayrı ile Sade Demirci (Hırşi) tarafından anlatılmasında bir az
ayrılık vardır. Cemile Barı, Çocuğun sokaktan elini bırakıp içeri girdiğini ve Sade yi
bulduğunu iddia etmekte ise de, Sade Demirci, Çevriye ile annesinin esasen
kebapçıda oturduklarını anlatmıştır. Netice itibariyle çocuğun Sade’yi tanıdığı
noktasında ifade birliği mevcuttur. Diğer taraftan Cemile Bayrı kızı ardından kebapçıya
girmiş ve bir iskemleye oturmuş ve böylece de Sade zaten dükkânda oldukları
zehabına kapılmış olabilir. Esasen Sade’nin akli muvazenesinin bo-
zukluğu nazarı itibara alınırsa böyle bir mübayenete müsamaha ile bakmak mümkün
olabilir.
Bu karşılaşma sıralarında Çevriye 5 yaşlarındadır.
4 — Fehime (Öldürülen Şehide Süzülmüşün kız kardeşi), Bu kadıncağız da diğerleri
gibi kız kardeşinin tekrar dünyaya geldiği rivayetlerini duyunca evvelce tanımadığı
Cemile Bayrı’nın evine giderek Cevriye’yi görmüş ve derhal kız tarafından tanınmıştır.
İlk evvelâ Fehime bu çocuğun öldürülen kardeşi Şehide Süzülmüş olacağını kabul
etmek istememiş ve bunu anlamak için çocuğa bir takım şaşırtıcı sualler sormuştur. Bu
meyanda:
— Mademki sen benim kız kardeşimsin, ne diye evvelki hayatında ben hastalandığım
ve hastanede yattığım sırada beni yoklamağa gelmedin? Diye sitem etmiştir. Kız ise:
- Nasıl gelmedim, hem de çocuklarımla beraber,
arabaya binerek geldim. Cevabını vermiştir ki bu iddiayı
Fehime kabul etmiş ve sualini bilhassa böyle ters sorduğunu ilâve etmiştir. (Fehime’nin
bu deneme şekli bizim her iddiayı kabul edivermeye amade olan birçok
Spiritüalistimize ibret olmalıdır.)

KERİM BAYRI VE GÖRDÜĞÜ RÜYA:


5 — Kerim Bayrı, Cevriye’nin babasıdır. Karısının bütün iddialarını teyit etmektedir.
Kızları Çevriye dünyaya geldikten sonra: hayatında sadece selâmlaştığı fakat arkadaş
olmadığı maktul Abit Süzülmüşü bir gece rüyasında görür. Abit Süzülmüş, Kerim Bayrı
ya:
— Sizde benim bir emanetim, bir hediyem var, ona iyi
bakasın... der ve kaybolur.
Bu rüya Kerim Bayrı tarafından ve kendisine evvelce anlatmış olduğu karısı tarafından
hikâye edilmekte ve Cevriye’nin, Şehide Süzülmüş olduğunu teyit eder mahiyette kabul
edilmektedir. Ancak biz, İsmail vakasında da olduğu gibi bu rüyayı, Cevriye’ye peşinen
ve daha kendi konuşmağa başlamadan, Şehide Süzülmüş nazariyle bakılmasına yol
açacağından, vakanın sıhhatini pek de teyit edici bulmamaktayız.
Kerim Bayrı’nın ifadesine göre kızı Çevriye Şehide Süzülmüş olarak katledildiği sırada,
hemen doğuracak durumda hamile olduğunu ve sonradan doğurduğunu söylemiştir.
Kerim Bayrı kabrin açıldığını ve anasının yanında bir de yeni doğmuş çocuk
bulunduğunu duymadığını ifade etmektedir.
Yine Kerim Bayrı ya göre Çevriye, Şehide Süzülmüş olarak öldürüldüğü gün evde
yenecek yemeğin cinsini söylemiştir. Şehide’nin ortağı Hatice Süzülmüş tarafından bu
ifade tasdik edilmiştir.
6 — Hatice Süzülmüş, okuyucularımızın pekiyi bildiği gibi, Abit Süzülmüşün birinci
karısı, bu suretle de Şehide Süzülmüşün ortağıdır. Yaptığı şahadet sırasında
Cevriye’nin kendisine getirildiği zaman : — Bak, işte ortağın, diye kendisinin çocuğa
gösterildiğini söylemekte, ancak isminin verilmediğini ilâve etmektedir. Çocuk ise
ortağının ismini : — Hatice, diye ifade etmiştir. Bu sıralarda Cevriye ancak üç yaşları
civarındadır.
7 — Gülseren’in ifadesi yine diğer şahitlerin ifadesinden farklıdır. Cevriye’nin annesi
Şehide olup olmadığı hususunda mütereddittir. Kati bir şey söyleyememektedir.
Cevriye’nin evlerine getirildiği zaman isimlerini Gülseren, Hikmet ve Zeki diye saydığını
hatırlamakta ise kalabalık arasından kimsenin çocuğa yardım edip etmediğini
hatırlayamadığını söylemektedir.
Muhterem okuyucular, bu hikâyenin başında işaret etmiş bulunduğumuz gibi ortada bir
Reincarnation un vuku bulduğunu açıkça gösteren deliller mevcut değilse de uydurma
olduğunu da gösterir işaretler pek yoktur. Bu itibarla vaka üzerinde durulmağa değer
kanaatindeyiz.
— 3 — Necip Budak
NECİP ÜNLÜTAŞKIRAN
Bu vakanın diğer ilk ikisiyle hiç bir alâkası yoktur. Esasen vaka kahramanının oturduğu
semt diğer vakaların cereyan ettiği yerlerden çok uzaktır. Adananın Kargı yaka tesmiye
olunan semtinde cereyan etmiştir. Adananın ortasından geçen Seyhan nehrinin öte
yanında kalan kısmına Kargı yaka ismi verilmiştir. Üstelik Necip Ünlütaşkıran ve ailesi
efradı ve kısmen Mersin de bulunan şahitler (İsmail Altınkılıç - Abit Süzülmüş) ve
(Şehide Süzülmüş-Cevriye Bayrı) vakalarından haberdar bile değildirler. Bu itibarla bir
özentiye kapıldıkları asla iddia olunamaz. Esasen bu vaka mezkûr diğer ikisinden daha
evvel ortaya çıkmıştır. Bu sözlerimizden de anlaşılacağı gibi bu olaya ilk ikisine
nazaran daha çok kıymet vermekteyiz.
Bu vakadan yine gazeteler yoluyla bilgimiz oldu. Burada, gazetelerde yapılan süslü
iddialarla hakikatleri mukayese ederek okuyucuların zamanını israf etmek istemiyoruz.
Esasen gazeteye düşen havadislerin hakikatlerden ne kadar uzak olduğunu birinci
vaka münasebetiyle okuyucuların tetkik nazarına sunarak maksadımıza ulaşmış
bulunuyoruz.
Bu vakanın hususiyeti, evvelki hayatında öldürülen ile bu kere dünyaya geldiğini iddia
eden kişilerin aynı şehir halkından olmaması ve her iki ailenin evvelce hiçbir birini
tanımamasıdır. Elan bile her iki aile arasında bir münasebet yoktur. Üstelik Necip
Ünlütaşkıran ailesinin bu işe pek ehemmiyet vermediğini ve üzerinde durmadığını da
tesbit etmiş bulunuyoruz. Oğullarının evvelce başka bir şehirde öldürülmüş bulunan
filan kişi olması onları hiç ilgilendirmemektedir. Hatta halen hikâyenin birçok
teferruatını da unutmuş durumda bulunuyorlar. Biz bu noktaları, ezcümle Necip
Ünlütaşkıranın evvelce başka bir şehirde öldürülen bir şahıs olduğunu iddiadan her
hangi bir manevi ve bilhassa maddi menfaat gözetilmemesini vakanın sıhhati lehine
noktalar olarak kaydetmekten kendimizi alamadık. Adana’ya birçok defa yapılan
ziyaretlere mevzu olan bu olayda bütün gördüklerimizi meze ve hülâsa ederek
sunuyoruz.
NECİP ÜNLÜTAŞKIRAN, ANNESİ CELİLE VE BABASI SÜLEYMAN
ÜNLÜTAŞKIRANIN ANLATTIKLARI:
Necip Ünlütaşkıranın halen ve takriben 14-15 yaşlarında olması lâzım gelir. Yine
alelusul çocuğun nüfus teskeresine güvenmek caiz değildir. Bu itibarla kati doğum
tarihi bilinemez. Necip, fakir bir ailenin çocuğu olmakla ilk gördüğümüz zaman üst baş
perişan ve yalın ayak gezen fakat çok sevimli ve güler yüzlü bir çocuktu. Halen
büyümüş ve Adananın yine karşı yakasında bir berber dükkânında çıraklık etmektedir.
Böylece artık kendisine az çok çeki düzen vermeğe başlamıştır.
Doğduğu zaman kendisine evvelâ Malik ismi verilir. Fakat daha bir iki günlük bebek
iken, annesi bebeğini rüyasında görür. Çocuk kendisine Necip isminin verilmesinde
ısrar eder. Fakat bunun sebebini izah etmez. Bu rüyanın ertesi günü çocuğun ismini
değiştirirler fakat yakın akrabaları arasında esasen Necip isimli bir çocuk olduğu ve
aynı isimde iki çocuğun uğursuzluk getireceği korkusuyla Malik ismini Necati olarak
değiştirirler. Necati büyümeğe başlar, konuşma zamanı gelince kendisinin evvelce
Mersin de öldürülen Necip Budak isminde biri olduğunu anlatmağa çabalar. Anne ve
babanın iddiasına göre bu ana kadar Mersinde katledilmiş bulunan Necip Budak tan
ve katlinden haberdar değildirler. Nihayet çocuk teferruatı anlatmağa başlar. Hikâye
şöyledir:
Kendisinin ismi Necip Budaktır. Mersinlidir. Karısı ve çocukları vardır. Karısının ve
çocuklarının isimlerini söylemektedir. Bilhassa en çok sevdiği oğlu Nejadı Mersinde
nasıl omzuna oturtarak gezdirdiğini hatırlamaktadır.
Bir gün Ahmet Renkli isminde biri ve bir iki başkasıyla içki içtikten sonra Ahmet
Renklinin evine giderler, Ahmet kendi evinde çay bulunmadığı için, Necip Budak a,
— Git, kendi evinden bize çay getir... Der. Ahmet in böyle emir verişi Necip in ağrına
gider ve — Ben sizin babanızın uşağı mıyım? Şeklinde cevap verir. Bu yüzden çıkan
ve büyüyen kavga, neticesinde de Ahmet Renkli, Necip Budak ı bir Tahra ile
(Bahçıvanların dal budak için kullandıkları kesici yeri kıvrık bir nevi bıçak) birçok
yerlerinden vurarak öldürür.
Hikâyenin Celile ve Süleyman Üstüntaşkıran tarafından ilk anlatılan versiyonu
hulasaten bu şekildedir. Çocuk Necati’nin de sorulan suallere verdiği cevaplardan aynı
şeyleri söylediği anlaşılmaktadır. Necati sorulan suallere cevap vermekte ise de uzun
uzadıya anlatmak hevesinde değildir. Derdini Türkçe olarak anlatabilmektedir.
Çocuğun ismi yukarıda da izah etmiş bulunduğumuz. gibi resmen yani nüfus
teskeresinde Necati ise de bu iddia ,, ve hikâyelerden sonra artık Necip diye
çağrılmağa başlanmıştır. Esasen halk Necip, Necati ve hatta Nejat ve Necat isimlerini
pek bir birinden tefrik etmemektedir. Biz de artık herkese uyarak bu bahis süresince
çocuktan Necip diye bahsedeceğiz.
Necip sorgumuz esnasında Ahmet Renkli tarafından öldürülüşünü anlatırken bu
hayata kadar taşıdığı bıçak izlerini göstermek için vücudunun muhtelif yerlerini de
açmaktadır. Bu izler kafasının arka kısmında ufak madeni para büyüklüğünde saçsız
boşluklar, sağ göz kapağın da bir yara izi, keza ağzının sol kenarında, göğsünde ve
midesinin üstünde çok ufak yara yerlerinden ibarettir. Bu izlerin çocukta doğuştan mı
bulunduğunun yoksa sonradan bu hayatta mı olduğunun kolayca kestirilmeyeceği
kanaatindeyiz.
Celile ve Süleyman Ünlütaşkıran tarafından anlatılan hikâyelerin nakline devam
edelim: Necip çocuklarını ve karısını özlediğini ısrarla söylemiş ve belirttiğimiz gibi
çocuğun bu ısrarının hakikaten Mersinde vuku bulmuş bir katil vakası ile ilgisi olduğunu
bilmeyen ana ve baba tarafından nazarı itibara alınmamıştır.
Ancak Celile’nin babası Mersine 8-9 kilometremesafedeki Karaduvar köyünde üçüncü
karısıyla oturmaktadır, Karaduvar köyü Petrol tasfiye hanesinin bulunduğu yerdir. Bir
gün büyük baba Karaduvardan, Adananın Karşı yakasına kızını ve damadını ziyarete
gelir. Çocuğun anlatılan iddialarına kulak asmazsa da ısrar üzerine Necibi beraberine
alıp Mersinin Karaduvar köyüne götürür. Çocuk eve girer 'girmez büyük babasının
üçüncü karısını görünce ona teyze diye koşarak kollarına atılır ve kendisinin öldürülen
Necip Budak olduğunu kabul ettirir. Çocuğun teyze diye kollarına atıldığı ihtiyar kadın
Necip Budağın hayatındaki Mersinli komşusu olup herkes tarafından (Teyze) diye
çağırılan ve sevilen bir kadındır.
Yine bir gün büyük baba Mersine gitmek üzeredir, otobüse bineceği sırada Necip
arkasından koşarak kendisini de götürmesi için büyük babasına yalvarır, ısrar eder.
(Okuyucularımız tarafından hikâyenin seyir tarzına dikkat olunursa çocuğun bütün
hikâye ve iddialarına rağmen "elan kendisine inanılmadığı kolayca görülecektir.
Nitekim büyük babası çocuğu ancak ısrar ve yalvarışlardan sonra Mersine götürmeği
kabul etmiştir.) Mersine varılınca ilk evvel Necip Budağın evine gidilir. Orada kapıyı
çamaşır yıkamakta olan Necip Budağın kendisinden büyük kız kardeşi açar. Necip ona
da kendisini tanıtır ve kabul ettirir. Sonra sokakta Necip Budağın annesine rast gelince
derhal tanır ve kollarına atılır. Kadın ilk evvelâ sasırsa da sonradan çocuğun, öldürülen
oğlu Necip Budak olduğunu kabul etmekte gecikmez. O sırada babasının karşıdan
geldiğini gören Necip, aynı şekilde ona da kendini tanıtır ve kabul ettirir. Hatta adamın
elindeki kırmızı teşbihin kendisinden ona kaldığını söyleyince bu hakikatin ifadesi de
ihtiyarın, çocuğu öldürülen oğlu Necip Budak diye kabul etmesini kolaylaştırır. Keza
çocuk, Necip Budağın karısı Zehra’yı da, kalabalık bir kadın topluluğu arasında
bulunmasına rağmen hemen tanır ve ona atılır ve hatta karısını yeniden evlenmiş
görünce bir nevi kızgınlık ve kıskançlık bile ifade eder. Keza Necip, evvelki
"hayatındaki çocuklarını da teker teker tanır bilhassa en sevdiği oğlu Necati sigara
içerken görünce bu halinden memnun kalmaz ve bir daha içmemesini tembih eder.
Sadece Necip Budak olarak öldürüldüğü sırada henüz doğmamış ve annesinin
karnında olan küçük kızını tanımaz.
Necibin Mersinde görünce tanıdığı ve kendisini tanıtarak Necip Budak diye kabul
ettirdiği birçok insanı daha mevcut olduğu gibi bir takım teferruat ta vardır.
Okuyucuların sıkılmaması için bunları da dercetmekden sarfı nazar ediyoruz. Velhasıl
necip’i tekrar Adana’ya evine döndürmek pek müşkül olur. Mersin’de eski karısı ve
çocukları yanında kalmak için ısrar eder.
Bugün halen Necip büyüdüğü ve berber çıraklığından az çok kazandığı için her fırsatta
habersiz Mersin’e kaçıp eski karısının yanına gitmektedir. Her seferinde şimdiki
annesinin Mersin’i kadar gidip çocuğu geri getirmesi dert olmuştur. Hatta bu yüzden
her iki aile arasında ufak tefek münakaşalar da olmaktadır.
Gerek Adana’nın Karşı yaka, Yamaçlı semtindeki şahitlerin, gerekse Mersin’dekilerin
ifadelerinde teferruat itibarıyla az çok farklılıklar görülmüş ise de umumiyet ve esas
itibariyle yukarıdaki iddiaların teyit edildiği tespit edilmiştir.
MERSİN’İN KARADUVAR KÖYÜNDE NECİPİN BÜYÜMBABASI VE KARŞI
YAPTIĞIMIZ MÜLAKAT VE ANLATTIKLARI
İsimleri Kamil Mart ve Fatma Mart olan bu karı kocanın anlattıklarına göre Necip
Mersin’de Necip Budak’ın bütün aile efradını teker teker bu şehre ilk gelişinde
tanımıştır. Ancak tanıdığı şahıslarla çocuğun nasıl ve nerelerde konuştuğu mevzuunda
ifadelerde bazı farklar görülmüştür. İşte büyükbabanın anlattıkları:
— Karaduvarda bir komşumuz var. Oğulları Mersinin Bahçe semtinde bir kızla
nişanlandı. Bu kızın yanağında geçmeyen bir yarası varmış. Kızın babası bir gün
Karaduvara, müstakbel damadının evine gelir ve damadından bu yararın tedavisi için
yardımım ister. O da beni sağlık verir ve eğer Mersine gidip kıza bir nefes edersem
yaranın geçeceğini bildirir. Bunu benden istedikleri zaman ben de Necibi Adana’dan
Karaduvara getirmiş bulunuyordum. Çocuk, benim Mersine gideceğimi duyunca
kendisini de götürmem için yalvarmağa, ağlamağa başladı ve beni otobüse kadar takip
etti. Ben de dayanamayarak onu da yanıma aldım. Mersinde ben kızın yanağını
okurken kızın, babası, kimseye belli etmeden, gidip Necip Budağın Annesini getirmiş.
Kadın odaya girdiği sırada Necip çay içiyordu. Fakat eski anasını görünce derhal çayı
bırakıp gelen kadına doğru koştu ve:
— Anne, diye kollarına atıldı. Kadın ilk evvela kabul etmedi ise de sonradan anlaştılar.
Sonra Necip Budağın annesiyle beraber çocuğu alıp kendi evine götürdük. Orada
babasını da tanıdı ve kendisini tanıttı. Sonra Necip Budağın karısı Zehra ile de
karşılaştı. Zehra başka kadınlar arasında olmasına rağmen çocuk onu derhal ve
tereddütsüz ayırt ederek derhal tanıdı.
Büyük babanın anlattıkları bunlardan ibarettir. Bilhassa belirtmek isteriz ki: Necibi
Adana’dan alıp Karaduvara getiren, oradan da Mersine götüren büyük baba Kâmil Mat
(İsmail Altınkılıç’ın babası Mehmet Altınkılıç gibi) bu iddiaları doğrulamak ve bundan
da bir menfaat ummak durumundan çok uzak olduğu kanısını uyandırmıştır.
Bu konuşmalar sırasında Kâmil Martın karısı Fatma Mart da kendisini çocuğun nasıl
(Teyze) diye tanıdığını aynen Ünlütaşkıranlar ailesi gibi anlatmış ve Necip Budakların
evvelce Mersinde komşusu olduğunu teyit etmiştir.
NECİP BUDAĞIN KATİLİ: AHMETRENKLİNİN İFADESİ
Ahmet Renkli, 1920 doğumludur. Necip Budağı öldürdüğü sırada kunduracılık
yapmakta imiş. Halen Mersinin Bahçe semtinde bakkallık yapmaktadır. Necibi öl-
dürmesi dolayısıyla hüküm giymiş ve dokuz sene mevkufiyetten sonra bir umumu aftan
istifade ederek serbest kalmıştır. Halen hali vakti yerindedir. İşte hikâyesi:
— Bir pazar akşamı kunduralar için kösele kesip hazırladıktan sonra bir arkadaşla
birlikte kahveye gittik, o zamanlar kunduracı idim. Sonra da kebapçıya gittik, yedik ve
bir gişe şarap içtik. Mevsim yaz olduğu için ikinci şişe şarabı içmedik. Arkadaşlar tavla
oynamaya başladılar. Ben tavla oyununu sevmediğim için onları orada bırakarak yol
boyunca biraz yürüyeceğimi söyledim. Akşam yemeklerimi çarşıda bir aşçı veya
kebapçıda yemek âdetim idi. Fakat o akşam, nedense yemeği evde yemek ve böylece
de babamı memnun etmek istediğim için evin yolunu tuttum. Evime 200 metrekadar
yaklaştığım sırada Necip Budağı gördüm. Birisiyle konuşuyordu. Ona karşı evvelden
her hangi bir düşmanlığım olmadığı için selâm verdim. Bunun üzerine Necip Budak
arkadaşını-: — Git, diye savarak bana yaklaştı, kör kütük sarhoştu. Ben o zamanlar
delikanlı ve herkesin saydığı mağrur bir adamdım. Necip şöyle konuşmağa başladı:
Hey! Dur ulan dedi ve bir takım küfürler etti, tahkirler savurdu. (Çok kaba ve ağza
alınmayacak daha doğrusu kitaba yazılmayacak müstehcen küfürler) Fena halde
hiddetlendi isem de içimden gelen sese uyarak aldırmadan yürüdüm. Fakat o hem beni
arkamdan takip ediyor hem de küfürlerine devam ediyordu. Etraftan bu hali görenler
ve komşular benimle, korktuğumu zannederek, alay etmeğe başladılar. Komşuların bu
hali beni büsbütün çileden çıkardı. Necip Budak ta adeta adımlarımı takip etmekte
olduğundan, geri dönüp şöyle bağırdım:
— Nereye geliyorsun? O cevap verdi:
— Sizin eve, kahve içmeğe!
— Seninle arkadaş değiliz ki, neden benim evimde kahve içecekmişin? Fakat o beni
takip etmekte ve küfürlerinde ısrar etti ben tekrar dönüp:
— Git işine, defol, diye bağırdım.
— Gitmezsem sanki ne yapabilirsin? Diyip daha çok küfür etmeğe devam etti. Fakat
bunlar son sözleri oldu.
Cebimde ufak bir Singer makinesi çakısı vardı. Çakıyı
açtım ve ağzına doğru, kaşına doğru sapladım. Necip
Budak benim omuzlarıma yapıştı. Ben de onun omuz altlarına birçok darbe
yapıştırdım. Kolları iki yana düştü, ben de son darbeyi midesi altına vurarak yırttım. 17,
18 kere vurdum o da yere yıkıldı.
Katil Ahmet Renklinin bıçağını sapladığını söylediği yerler, aşağı yukarı Necip
Ünlütaşkıranın taşıdığı belli belirsiz bere ve yara izlerine bir istisna ile uymaktadır.
Çocuk başının arka kısmında da bir kaç iz göstermiştir. Ahmet Renkli ise başının arka
tarafına vurmadığını ifade etmektedir. Diğer taraftan Ünlütaşkıran ailesinin ve çocuğun
ifadesini ne dereceye kadar kabul veya şüphe ile karşılamak lâzım gelirse Ahmet
Renklinin ifadesini de aynı şekilde hatta bir az daha fazla tereddütle karşılamak icap
eder. Zira halen serbest bırakılmış ise de ilk tevkif edildiği zaman verdiği ifadeleri bugün
her hangi bir değişikliğe tabi tutmak istemediği anlaşılmaktadır. Elbette ki ilk tevkif
edildiği zaman suçunu hafifletecek bir şekilde konuşarak ifade vermiştir. Nitekim
öldürme vakasının bir kaç şahidi katilin kullandığı cerh aletinin ufak bir Singer cep
çakısı olmayıp, kunduracı bıçağı olduğunu söylemiştir. Ancak Ünlütaş-kıranlar ve
çocuk bu aletin bir tahra (Ağzı kıvrık bir budama bıçağı) olduğunu söylemişlerdi. Bu
ufak mübayenet mevcuttur. Katil vakası: 6 Mayıs 1951 Pazar günü vuku bulmuştur.
Necip Budak m karısı
Necip Budak'ın karısı ' Zehra Yağı —
ı> » oğlu Necat Budak - » 17.18
^ » » Abdürrahim Budak > 15
> » kızı Yasemin Budak > 22
> > » Münevver Budak > 12
2 » kardeşi Abdülkerim Budak > 35
» » annesi Huriye Budak » —
» > babası Ahmet Budak > 50
> > kız kardeşi Hüsniye Budak > 30
VE KOMŞULARI ÎLE DİĞER ŞAHİTLERİN İFADELERİ
Yukarda isimleri yazılı Budak ailesinin ve diğer birçok görgü şahidinin ve komşuların
ifadeleri uzun uzadıya alınmıştır. Bu ifadeler bir birine uygundur. Hepsi çocuk, Necip
Ünlütaşkıranın kendisini görünce nasıl tanıdığını, ismini söylediğini, boynuna
sarıldığını büyük teferruat ile anlatmaktadırlar. Öldürülme sahnesi de tıpkı katil Ahmet
Renkli gibi anlatılmaktadır. Necip Budağın, hayatında, her zaman sarhoş gezen bir
serseri kişi olduğu ilâve edilmekte ve öldürülmeği hak ettiği de herkes, bilhassa karısı
tarafından teyit edilmektedir. Hatta karısını da bir ara bacağından bıçaklamıştır.
Kadının bacağında filhakika bir bıçak yarası izinin bulunduğu, beraberimizde olan bir
hanım tarafından tetkik edilerek, tesbit edilmiştir.
Diğer taraftan Necip Budağın karısı Zehra, Çocuk Necip Ünlütaşkıranın kendisini yeni
kocasından, çok belirli bir şekilde kıskandığım anlatmakta ve böylece de evvelden
duyduklarımızı teyit etmektedir.
ADANA VE MERSİNDEKİ İFADELERİN UYGUNLUK VE AYKIRILIKLARI
Bu vaka hakkındaki sözlerimizi kısa kesmek düşüncesiyle Adana’da Ünlütaşkıranlar’ın
ve şahitlerin iddialarıyla Mersindeki Budak ailesinin ve şahitlerin ifadelerini
karşılaştırarak her iki grubun ifadeleri arasında görülen uygunluk ve aykırılıkları
dercetmek ve bir icmal yapmakla yetineceğiz.
UYGUN DÜŞEN NOKTALAR
l — Çocuğun Mersine ilk ziyaretinde karısı, çocukları, anası ve babasını tanıması ve
kendim tanıtması (sadece öldürüldüğü sırada henüz doğmamış bulunan kızı Münevver
Budağı tanımamıştır. )
2 — En sevdiği oğlu Nejat ı hayatında omzunda taşıyarak gezmelere götürmesi
3 — Karaduvardaki büyük babasının üçüncü karısı Fatma Martın hakikaten eskiden
Mersinde Budakların komşusu olup herkesçe (Teyze) diye tanınıp sevilmesi
4 — Çocuğun Adana’dan, fırsat buldukça habersiz
Kaçıp Mersine gelmesi
5 — Eski karısının yanında kalmaktan memnun olması ve onun yeniden evlenmiş
olmasına kızması ve belirli kıskançlık göstermesi.
6 — Mersindeki karısının evinde, ayna ve saire gibi bazı eşyayı tanıması
7 — Çocuğun eski oğlu Nejadı sigara içer görünce üzülmesi ve bir daha içmemesi için
tembihatta bulunması
8 — Çocuğun vücudunun muhtelif yerlerinde gösterdiği belli belirsiz izlerin, katil Ahmet
Renklinin bıçak sapladığı yerlere bir istisna ile uygun düşmesi.
UYGUN DÜŞMEYEN NOKTALAR
l — Öldürüleme sahnesi hikâyelerinin birbirine uymamamsı
.2 — Öldürülme sahnesine takaddüm eden ve içilmesi istenilen içkinin çay mı yoksa
kahve mi olduğunun kati olarak meydana çıkmaması Adana’dakiler ve çocuk çay
üzerinde ısrar ederlerken Mersindekiler kahve üzerinde durmuşlardır.)
3·— Çay veya kahveyi katil Ahmet Renklinin mi? yoksa öldürülen Necip Budağın mı
istediğinin, belli olmaması
4 — Necip Budak öldürülünce babasına hatıra olarak kalan teşbihin Adana’dakiler ve
çocuk tarafından kırmızı renkli olduğu söylenirken Mersinde büyük babanın elinde
görülen ve oğlundan kaldığını ifade ettiği teşbihin san renkte oluşu.
VAKA HAKKINDA SON DÜŞÜNCELER
Muhterem okuyucular bu elayı, hikâyenin, başında da belirttiğimiz gibi iki evvelkinden
daha çok kıymetli görmemize ve yukarda sıraladığımız uygun düşen noktalar
düşmeyenlere kıyasen daha ağır basmasına rağmen ilmen hakiki bir Reinearnation
olayı gibi telakki etmek elbette ki mümkün değildir. Okuyucular teslim ederler ki biz hiç
bir vakayı tellemek, pullamak ve süslemek suretiyle Reincarnation un delili gibi
göstermek niyetinde değiliz. Böyle yapabilmemiz için evvel emirde kendi kendimizi
aldatmamız lâzım gelir. Böylece birçok meslektaşımızın teamülü ve gidisine aykırı
hareketimiz takdir edilmese bile hiç olmazsa mazur görülecektir. Biz sadece vakanın
hakiki olup olmadığını gösterecek noktaları, her bir ciheti tutmadan, belirtmek ve
kanaatimizi izharla yetiniyoruz. Hikâyenin tetkikinde görüleceği gibi bir Reincarnation
olayını düşündürecek cihetler mevcut olduğu kadar aksini ima eden noktalar da
mevcuttur. Biz çalışırken sadece hakikat peşinde koştuk, çırpındık, hakiki bir
Reincarnation olayı yaratmağa gayret etmedik. Aksi takdirde buraya kadar yazdığımız
her üç vakayı da birer hakiki Reincarnation delil ve isbatları gibi göstermek ve bu
alanda kalem oynatmak bizim için çok daha kolay ve elverişli olurdu.
Tetkikat ve soruşturmalarımız neticesinde mümkün mertebe kati kanaatlere varmak
için birçok usuller düşünüp icat ederek tatbik sahasına koyduk. Meselâ: Biliyorduk ki
çocuk, Necip Ünlütaşkıran Mersine gittiği sırada hiç katil Ahmet Renkli ile
karşılamamıştır. Bu itibarla halk arasından (işçi, rençper, bahçıvan, kunduracı) gibi 15
kişinin fotoğraflarını çekip hazırladık. Bu resmilerin hiç biri katil Ahmet Renkliye ait
değildi. Maksadımız bu resimleri çocuğa gösterip hangisinin katil olduğunu
göstermesini istemekti. Eğer çocuk her hangi bir resmin Katil Ahmet Renkliye ait
olduğunu söylese idi bizde, bir az da haklı olarak çocuğun yalan söylediği kanaati
uyanacaktı. Fakat ne yazık ki çocuğa:
— Katili görürsen tanır mısın? Diye sorduğumuz zaman cevabı menfi oldu. Bu suretle
de bizim tertibimiz boşa gitti. Fakat netice itibariyle çocuğun — Katili tanımam, demesi
de bizim için mucibi memnuniyet olmuştur. Esasen katille maktulun olay esnasında
sarhoş oldukları ve evvelce de her hangi bir arkadaşlıkları olmadığı anlaşılmıştır. Bu
vaziyete göre Necibin evvelki hayatından bu hayatına öldürülmesi hatırasını taşıyıp
getirirken katilin çehresi hakkında bir hayal taşımamış olması pek de gayrı mümkün
görülemez. Çünkü öldürülme sırasında ruh üzerinde en bariz ve derin iz bırakacak olan
olay elbette ki ölümdür. Kimin tarafından öldürülmüş olmak ikinci derecede bir
ehemmiyet taşır.
Bu vaka hakkında sözümüzü bitirirken bir noktaya daha temas etmek istiyoruz: Gerek
Necip Budağın karısı Zehra ve oğlu Nejadı Mersinden alıp Adana’ya getirdiğimiz
sıralardaki karşılaşmalarında gerekse diğer yüzleştirmelerimizde çocuk, büyük ve
samimi bir memnuniyet izhar etmiş ve adeta gözünün içi gülerek onlara sokulmuştur.
Bu hali Adana’da kimseye ve hatta şimdiki ana ve babasına dahi göstermemektedir.
Ali Gufran Erkılç
21.06.2000 Antalya

You might also like