You are on page 1of 59

Kültürel

Kimlik
KÜLTÜR
KİMLİK
Sosyal
Kişisel
Ötekilik
Çoğunluk
Azınlık
Kimlik nedir???
Kimlik türünü üçe ayırmak mümkündür.
Bunlar;
1. Kişisel kimlik (ben kimim?),
2. Psikososyal kimlik (biz kimiz?),
3. Ulusal/kültürel kimlik (bizler hangi
ulus/kültürden geliyoruz?

Kişilik ve kimlik birbirinden farklıdır.


 Kişilik bireysel, kimlik ise toplumsaldır.
 Kişilik bireye özgü manevi nitelikleri içerirken,
 kimlik toplumun ve toplumsal değerlerin etkileyiciliğiyle şekillenen, kişiliğin topluma
karşı takındığı bir yapıyı oluşturmaktadır.
 Kimlik, toplumsal, politik ve ekonomik baskılara göre şekillenen akışkan bir yapıdır
Birincil Kimlik
 Kişisel kimlik
 Toplumsal cinsiyet kimliği
 Kültürel Kimlik
 Etnik Kimlik

Bu kimliklerin formu kültürle birlikte şekil alır

İkincil Kimlikler değişkenlikler gösterir


 İlgi alanlarına ve yapmış olduğun aktivitelere göre şekil alır
 Meslek ve medeni durumun gibi
Kişisel Kimlik
• Her insanda vardır

• Toplumla girmiş olduğumuz diyaloglardan


etkilenir

• Deneyimlerimizden, geçmişimizden ve kişisel


özelliklerimizden etkilenir

• Aile «kim» olduğumuz sorusunda kilit rol


oynar

• Bizi «diğer» kimliklerden ayırır, farklılaştırır,


biricik kılar
Yaş
• Her kültürde farklı rol oynar

• Kollektivist toplumlarda
«yaşlılar» küçüklerden saygı
görür. Toplumsal rolleri
önemlidir

• Bireyselci toplumlarda
«yaşlılar» çok önemli rol
oynamaz. (Gudykunst & Kim, 2003)
Sosyal Sınıf
• Hepimiz toplumsal bir sınıfa
it olup, o sınıfla tanımlanırız

• Bireyin toplumdaki yeri, sınıf


ölçeği ile değerlendirilir

• Sosyal sınıf değerlendirilmesi


her kültürde farklılık gösterir

• Sosyal sınıfa üye olma


koşulları ise hemen hemen
her toplumda aynı özelliklere
sahiptir.
Din

• Kendimizi tanımada ve dünya görüşümüzün


şekillenmesinde kilit rol oynar

• Dini inanışlarımız evrendeki yerimizi bilmemize yol gösterir

• «kutsal akıl»la ilişki kurmamızı sağlar(Samovar & Porter, 2004)

• Ahlaki ve etik davranış ve inanışlarımızı şekillendirir


Kişisel Kimlik Bağlamları
• Kültürel ve sosyal kimliklerimizle
bağlantılıdır

• Kişisel kimliğimiz, kültürel kimliğimiz


aşağılandığında savunmaya geçer

• İnsanlar ulusları hor görüldüğünde


bir arada hareket eder

• Dil, kişisel kimlik inşaasında önemli


rol oynar
Toplumsal Cinsiyet ve Kimlik
• Bireyden etkilenir
• Toplumdan etkilenir
• Kadın ve
Güç….Beklentiler
• Toplumdaki roller
öğrenilir ya da öğrenilmez
• Farklı toplumlarda farklı
beklentiler oluşur
Sosyal Kimlik ve rollerde Farkındalık

• «bana arkadaşını göster, sana kim


olduğunu söyleyeyim»

• Etrafımızdaki insanlar ve üye


olduğumuz gruplar kim olduğumuzu
şekillendirir

• Sosyal Kimlik: başkalarının bizi nasıl


gördüğü

• Sosyal Roller: toplumun bizden


beklediği roller
Sosyal Kimlik

• Bağlantılı;
– Hayattaki rolümüzle:
öğrenci, öğretmen,
ebeveyn, kardeş
– Fiziksel görüntümüzle:
etnik, cinsiyet, yaş
– Üyeliklerimiz: dernekler,
kulüpler, siyasi partiler
Sosyal Kimlik
• Çocuklar önce kendilerini ailenin
bir üyesi olarak görürler

• Sosyal gruplarla etkileşime


geçtiğinde sosyal farkındalık
oluşmaya başlar

• Yaş ilerledikçe, üye olduğu


gruplar sosyal kimlik inşaasında
yer alır

• Grup üyelikleri kimlik


oluşumunda önemlidir(Lustig &
Koester, 2003)
Kültürel kimlik
o Kültürel kimlik bireyin kendisini millet, etnisite,
ırk, cinsiyet ve din gibi çeşitli kültürel
kategorilerden oluşan belirli bir grup ile
tanımlaması veya ona ait olduğunu hissetmesi
anlamına gelmektedir.
o Kültürel gelenekler; miras, dil, estetik, kurallar ve
örfler gibi kolektif bilginin paylaşılma sürecinde
oluşur ve devamlılığını sürdürür.
o Eskiden bilim insanları kültürel gruplarla
özdeşleşmenin mutlak ve değişmez olduğunu
varsayarken, günümüzde bunu zamansal ve
mekânsal değişkenlerle ilişkilendirmekte ve
bağlamsal olarak değerlendirmektedir.
o Kültürlerarası karşılaşmaların
arttığı küreselleşen dünyada
kültürel kimlik kavramı iletişim
pratikleri üzerinden yeniden
tanımlanmakta, müzakere
edilmekte, sürdürülmekte veya
sorgulanmaktadır.
Sosyal Kimlik

• Kültürel bir gruba üyelik


sosyal kimliğimizi şekillendirir
• Gelenekleri, dili, dini ve
sosyal dinamikleri öğrenme
sonucu oluşur
Sosyal Roller

Bazı sosyal roller bize verilir: cinsiyet, yaş, sosyal statü gibi. Bazıları
da kazanılır: eğitim, iş ve evlilik gibi
Toplum, belli bir coğrafyada ihtiyaçlarını karşılamak için
ilişkiler kuran, birbirlerini etkileyen ortak bir
kültürü paylaşan insan birlikteliğidir.

TOPLUMSAL GRUP ÇEŞİTLERİ


1)      KATILIŞ BİÇİMİNE GÖRE GRUPLAR

a.       İrademizle Katıldığımız Grup : Bu gruplara girip çıkmada bireyin


kendi özgür iradesi söz konusudur.
Örneğin : Bir siyasi partiye girme, sendikaya üye olma gibi.
              
b.      İrademiz Dışında Katıldığımız Grup : Bireyin kendi iradesi dışında
katıldığı gruptur. Bireyin bu grupları seçme şansı veya özgürlüğü yoktur.
Örneğin : Aile, millet, akraba gibi
2)      KİŞİ SAYISINA GÖRE GRUPLAR

a.       Küçük Gruplar : Üye sayıları az, ilişkileri sıcak samimi ve yüz yüze olan
gruplardır.
Örneğin : Müzik toplulukları, köy grupları, arkadaş grupları gibi.

b.      Büyük Gruplar : Üye sayıları çok, ilişkileri resmi ve örgütlü olan gruplardır.
İlişkiler yüz yüze değildir ve çıkar hakimdir.
Örneğin : Şehir, millet gibi gruplar.

3)      TOPLUMSAL İLİŞKİYE GÖRE GRUPLAR

a.       Birincil Gruplar : Grubu oluşturan üyeler arasındaki ilişkiler dolaysız, samimi


ve yüz yüzedir. Bu gruplarda genellikle “biz” duygusu egemendir ve bu grupların
kişilik üstünde büyük etkisi vardır.
Örneğin : Aile, komşuluk, arkadaş grupları gibi.

b.      İkincil Gruplar : Üyeler arasındaki ilişkiler dolaylıdır. İlişkiler din, töre, örf ve
adetlere göre değil, yasa ve yönetmeliklere göredir.
Örneğin : Sendikalar, şirketler, siyasi parti grupları gibi.
4)      KURULUŞ ŞEKİLLERİNE GÖRE GRUPLAR

a.       Resmi Gruplar : Resmi kurallara göre oluşturulmuş gruplardır. Bu tür gruplarda


kanun ve yönetmelikler geçerlidir. Resmi gruplarda üyelerin sorumlulukları bellidir.
Üyeler, yetkili organlarca atanmıştır.
Örneğin : Belediyeler, okullar, hastaneler gibi.

b.      Resmi Olmayan Gruplar : Hiçbir resmiyete ihtiyaç duymayan gruplardır.


İnsanların kendileri arasındaki yakınlaşmadan meydana gelmiştir.
Örneğin : Arkadaş grupları, aile veya akraba grupları gibi.

5)      SÜRELERİNE GÖRE GRUPLAR

a.       Geçici Gruplar : Belli bir süre devam edip, daha sonra dağılan gruplardır.
Örneğin : Maç izlemeye giden kişiler, sinemaya giden bireyler gibi.

b.      Sürekli Gruplar : Bu grupların ömrü, gruba katılanların ömründen daha


uzundur.
Örneğin : Millet, aile, köy, şehir gibi gruplar.
Etnik Kimlik

• Etnik kimliğinize
göre
kategorileştirilir

• Kültürel, Sosyal,
Psikolojik,
Fiziksel
Sosyo-Kültürel Nereye Aitsiniz
????????
Nereye Ait Olduğunu Bilme
Toplumsal Cinsiyet Kimliği
Yaş Kimliği
Irk ve etnik Kimliği
Fiziksel Kimlik
Din Kimliği
Sınıf Kimliği
Ulus Kimliği
Coğrafi Kimlik
Kişisel Kimlik
Know yourself
1. It is important for me to identify 6. I often feel lost concerning
closely with the larger Turkish my cultural membership
culture 7. The overall Turkish culture is
2. I do not feel a sense of belonging an important reflection of
at all to the larger Turkish culture who I am
3. I usually go by the values of the 8. I feel anxious thinking about
overall Turkish culture cultural membership issues

4. I feel very confused about my 9. I am Turkish. Period.

membership in the larger Turkish 10. I feel like I live on the

society borderline of the larger

5. I feel very comfortable identifying Turkish society

with the larger Turkish society


Toplumsal hareket ya da sosyal hareket;
sosyal bilimlerde, farklı düzenleme
biçimlerini içeren, farklı harekete geçirme ve
davranış stratejileriyle toplumsal değişimi
hızlandırmak, engellemek veya tersine
çevirmek için uğraşan ortak bir rol oynayıcı
olarak görülmektedir. Toplumsal hareketler,
en genel tanımıyla, ortak amaç için bir araya
gelen insanların kolektif eylemleridir.
Toplumsal hareket analizleri, siyaset
bilimciler, sosyologlar, tarihçiler tarafından
yapılabilmektedir.
Hangi gruplarla ilişki içindesiniz? NEDEN?
Generation Alpha,
1. They hate the sharing economy.
2. They are very mobile, except when they're
stationary. 
11. They trade binge-watching for cringe-
3. They don't care about privacy.  watching.

4. They don't play by the rules. 12. They live in the moment. 
5. They break free of any boundaries. 
13. They're constantly changing.
6. Full-fat, organic dairy is in.

7. Carbs are in, too.


8. They eschew organized religion.
9. They are reinventing wearables. 
10. What's better than touchscreens?
Tastescreens. 
Kimlik bir süreç olarak, bir anlatı olarak, bir
söylem olarak daima öteki’nin konumundan
anlatılır. /  Stuart Hall
 Kimlik oluşumu çocukluğun ilk yıllarında başlar ve aşamalı bir  şekilde bir ömür boyu
devam eder.
 Öncelikle aile içi etkileşimlerle  şekillenen kimlik, kendine güven, özsaygı
değerlilik duygularıyla olumlu ya da olumsuz bir biçimde gelişmeye başlar.
 Ben kimim?” sorusunun dayanağı olan “ben”in tanınması ve tanımlanması, kimliğin
sosyal psikolojik temeline işaret eder.
 Buna, kişinin varlığıyla ilgili tüm anlamları (değerleri) içine alan öznel bir duygu
olarak “kişisel kimlik” diyebiliriz (Güleç, 1992:14).
 Psikolojide kimlik kavramı ise, “benlik” olarak tanımlanmaktadır.
 Benlik kavramı bireyin “kim olduğunu” tarif eder ve bireyin diğerleriyle ilişkisi
içinde  şekil alırken, ötekilerin davranışlarımıza verdiği geri bildirimler ve onlarla
olan ilişkilerimiz doğrultusunda biçimlenmektedir (Bilgin, 2001:156).  
 Dünyayı 'bizler' ve 'ötekiler' diye ikiye ayırarak ötekileri aşağılama, küçümseme ve
yok saymaya çalışmanın kökeni eski Yunan'a kadar dayanır.
 Eski Yunanlı'lar  kendileri gibi konuşmayanları, onların konuşmalarını «ba ba» gibi
koyun melemesine benzettikleri için, onlara Barbar ismini takarak farklı olanlara
karşı ayrımcılığın tarihteki başlatıcıları olmuşlardır.
 Demokrasinin ilk uygulayıcıları olarak günümüz medeniyetlerine bile kaynaklık
eden bu demokratik  şehir devletlerinin, böylesi ayrımcılığı başlatan topluluklar
olması, garip bir çelişki oluşturuyor görünse de, aslında kavramı çözümlememizde
yararlı ipuçları sağlamaktadır.
 O günden bu yana, farklı toplulukları onların dillerinden, dinlerinden, yasama
biçimlerinden, kültürlerinden, fiziksel görünümlerinden ya da derilerinin renginden
yola çıkarak 'ötekiler' olarak tanımlamak ve yeri geldiğinde onları günah keçisi ilan
edip düşmanlaştırmak kökleşmiş  ve kurumsallaşmıştır. (Nurullah Özbey,
“Ötekileştirmenin Kökenleri”)
 Eski Roma, Yunan ve Mısır medeniyetleri köleci toplumlar olarak bilinir.
 Ötekilere karşı yürütülen savaşlarda elde edilen altın eşya gibi ganimetlerin
yanı sıra, kadın ve erkekler de savaş kazanımı olarak esir edilir ve bu esirler
yeni savaşları finanse edecek zenginliklerin yaratılması için kullanılırdı.
 'Ötekileştirme' bu dönemde ırka değil savaşta bir şekilde öbür tarafta yer
almaya dayanıyordu.
 insan ilişkilerine şekil verme çabası sürecinde yaratılan ilahi güç, zenginlik gibi
maddi gücün karşısında boyun eğmek durumunda kalmıştı.
 Buna karşılık ötekiler İsa'yı öldüren yahudiler, puta tapanlar, hıristiyan
gavurlar ya da kana susamış müslümanlar oluverdiler
 Haçlı seferlerine denk düşen dönemde ise kilisenin doktirini eski beyanlarda -old
testimoni'de- yazılıp çizilenlere rağmen, ötekilerle bizden olanlar arasında duvar örmeye,
yüzyıllar süren savaşları çıkarmaya yetebilmişti.
 Kuşkusuz savaşlar faklı dinler arasında olduğu kadar, aynı dine ait farklı mezhepler arasında
da gelişebildi.
 Bir Müslüman için, Hristiyan öteki olabiliyorken, Müslüman Sünni için bir Şii de ötekiydi ya
da Katolik için bir Protestan ya da Anglikan öteki, bir başka değişle bitmek bilmeyen
düşmanlığın ve savaşın nedeni olabiliyordu.
 Kuşkusuz bir Şii, Sünni, Katolik ya da Protestan olarak yaşayan sıradan insanlar için böylesi
bir ötekileşme kavramı hiç bir şey ifade etmiyor ve bir kazanım getirmiyorsa da, bu
kavramların arkasında duran kurumlar güç dengelerini kendi lehlerine döndürebilmek ve
var olan düzeni sürdürebilmek için, ilahi inançlara dayanan bir düşman yaratmak
zorundaydılar
 Bilimsel alanda, ticaret ve sanayide sağlanan gelişmeler sonucu yeni bir sınıfın yükselmesi,
kralların ve kilisenin ellerindeki iktidarı bu yeni yükselen sınıfa devretmek zorunda kalması,
bunun sonucunda aynı dil ve ırk temeline dayanan ulus devletlerin kurulması durumu pek
de fazla değiştirmedi.
 Afganistanlı'nın Avustralya kıtasına ayak basması, 'yabancı yaratıklar Avustralya'yı
istila edecek korkusunu doğurunca', 1901 yılında toplanan Federal Parlamentonun ilk
yasalarından birini, Asya'dan gelen göçmenlerin önüne geçebilmek için çıkarılan
göçmenlik yasası oluşturuldu.
 Yasayla getirilen İngilizce testini geçemeyen yeni gelenlerin, ülkeye girmesine ve
yerleşmesine izin verilmeyecekti.
 Yasa, Çin ve Japonya'dan gelenlerin ülkeye girmesini engellemişti engellemesine
ama, Asya'dan İngiliz sömürgeleri olan Afganistan, Bangledeş ya da Hindistan
gibi ülkelerden gelen insanların İngilizce testini geçmesini engelleyememiş,
üstelik İngilizce konuşmayan Avrupa ülkelerinden gelenlerin geri gönderilmesine
neden olmaya başlamıştı.
 Örneğin testi geçemeyen İtalyan'lar ülkelerine geri gönderiliyordu.
 Avustralya'ya daha erken ayak basanlar bu durumu değiştirmek için yasayı değiştirip,
testi tüm Avrupa dillerinde yapmaya başladılar.
 Böylelikle Yunanlı'nın, Fransız'ın geri gönderilmesi durumu ortadan kaldırılmıştı
 Öte yandan, ötekileştirme yalnızca gelişmiş toplumlarda gözlenen bir olgu
değildir.
 Aksine üçüncü dünya diye anılan ülkelerde ötekileştirmelerin en vahşi bir
şekilde yaşandığını kimse inkar edemez.
 Yaşanan sürekli ekonomik sorunlar nedeniyle bu ülkelerde iktidarı elinde
tutan siyasal ve askeri elit, kendi bileşenine, mezhebine, etnik kökenine,
yaşam biçimine uygun düşecek şekilde ötekiler, yani 'iç ve dış düşmanlar'
yaratmışlardır.
 Hatta dünyanın bu yarısındaki ötekileştirme, bir halkın dilini, kültürünü,
mezhebini tümden inkara ve yasaklamaya kadar gidebilmiş, sürdürülen en
kanlısından yok etme politikaları iç savaşlara yol açabilmiştir
Öteki tanınmayan, yabancı olandır. Toplum veya kişi ne
kadar yabancılaşırsa ötekilikte o kadar dehşet verici olur

 Ben’in kuvvetle içerimlediği ‘öteki’ algısı, etnik, dinsel farklılıklar, ekonomik‐sınıfsal

ayrımlar, aile geleneği, cinsiyet vb. konumlandırmalar kimliklerin şekillendirilmesinde

belirleyici rollere sahiptirler.” (milliyet, sınıf, cinsiyet, dini inançlar, meslekler). Milliyet,

sınıf, cinsiyet, meslek vs. birer sosyal kategorizasyondurlar.   Kendilerini aynı sosyal

grubun içine dahil edenler, ya da bunu paylaşan ve hissedenler, aynı sosyal kategori ile

belirlenmiş sosyal grubun üyesidirler.


 Kimliğin temel bileşenlerinden biri olan aidiyet duygusu, «biz»in tanımlanmasında
ortak noktaları belirlerken, diğer yandan «biz»im dışımızdakileri den yani ötekileri
de belirler. Kimlik inşasında önemli bir yeri olan biz ve onlar ayrımı, bizden olan, aynı
ya da benzer olan olumlu özellikler, farklı olana da, olumsuzluklar atfedilmesiyle
yapılır.
 Bu tanımlamayla biz ve onlar –yani ötekiler‐ toplumsal yaşantımızda
konumlandırılmış  olurlar.
 Hall’e göre (1998:71); “Kişinin içindekine ait olan Öteki’dir. Kişinin durduğu yerden
bilebileceği yalnızca ötekidir.
 Ben, ötekinin bakışında yazılıdır.
 Ve bu, içerisi ve dışarısı arasındaki, ait olanlarla olmayanlar arasındaki,
tarihleri yazılı olanlarla bağımlı ve konuşulamayan bir tarihe sahip olanlar
arasındaki sınırları alaşağı eden bir anlayıştır.
 Söylemin bu ikiliği, ötekinin «ben»e bir gereksinimi, kimliğin ötekinin bakışındaki bu
yazılımı, kendi dillendirişini büyük ölçüde verili bir metnini menzili içinde bulur”
‘ben’ ancak ‘öteki’ ile var olabilirim. Çünkü ben, o olmayanım.
Bu durum hem bireysel hem de grupsal kimliklerde geçerlidir.
 Ötekilik veya farklılık, bir kişi ya da gruba atfedilen bir özelliklerdir.
 Jodelet, iç ve dış ötekilik kavramları ayrımı yapar ve bunları şöyle
ayırt eder: Dış veya dıştaki ötekilik; “belirli bir grubun kendi
ölçütlerine   (ulusal, toplulukla ilişkili veya teknik‐sosyal
gelişmenin bir aşaması) göre mekan veya zamanda, uzak ve hatta
‘egzotik’ bulunan halkları ve gruplarla ilgilidir.” Buna karşılık, iç
ötekilik “fiziksel veya bedensel bir fark (ten rengi, ırk, özürlülük,
cins vb.) adetler (yaşam tarzı, cinsellik biçimleri. vb) veya bir
gruba aidiyet (ulusal etnik, dinsel, topluluksal, vb) planındaki bir
farkı vurgulanmış, aynı bir sosyal veya kültürel grubun içinde ayırt
edilmiş ve bir rahatsızlık ya da tehdit kaynağı olarak görülebilen
gruplarla ilgilidir.
 Hall’e göre (1998:41); öteki ve biz
ilişkisi, birbirini tamamlayan bir
ilişkidir. Öteki’ni dışlarken, biz’i, biz’i
oluştururken de, öteki’ni
biçimlendiririz. Biz, kendisinin
nerede olduğunu, ne olduğunu bilir
ve geri kalan her şeyi, buna göre
konumlandırır. Kimlik gelişimi,
ötekilere uygun yanıtlar bulabilme
çabasına bağlıdır.

 “Bu yönüyle ‘öteki’, varlığıyla potansiyel bir tehdit ve çatışma


kaynağı olarak kolektif kimliğin kendini keşfetmesini sağlar”
(Bostancı, 1999:38).
Simone de Beauvoir’e göre Öteki varlığın
tümüdür. Ve öteki varlık olduğu için, ancak
kendinden beklenen şeyden başka bir şey
değildir; hayal kırıklığıdır, kendine varmayı da
var olanların tümüyle uzlaşmayı da
başaramayan varlığın umutlarının boşa
çıkmasıdır. 

Beauvoir, erkeğin özne ve mutlak olduğu yerde, kadın yalnızca erkeğin eksik
«öteki»si olduğunu savunur. modern feminizmin temellerini kurduğu eseri İkinci
Cins, her zaman erkeğe göre tanımlanması nedeniyle «öteki cinsiyet»i temsil eden
kadın hakkındadır
 «öteki» ilke olarak «biz»e  şu veya bu ölçüde ‘karşıt’ bir konumda olmak zorunda
olduğundan, «biz»in yüceltilmesi onun alçaltılmasını içermektedir’(Bilgin,
2007:179) diyebiliriz.   
 Dolayısıyla hem kendisi ile diğeri arasında bir farklılaşma içeren, hem de kendisiyle
ötekiler arasındaki özdeşleşmelerden hareketle inşa edilen kimlik, bireysellik
merkezinde bir zemin oluşturmuş olur. 

 Ötekilik merkez’e göredir.


 Merkez, kaygılarını, tereddütlerini ‘öteki’ vasıtasıyla İfade eder.
 Yani ‘öteki’ merkezî kimliğin kaygılarının, tereddütlerinin temsilcisidir.
 Bunlar bir yanıyla ‘özerk’tir ve ötekini belirler.
 Diğer yanı ile ‘merkezî’ olanla ilişkilidir ve onun kaygılarını ihtiva eder.

 Ancak günümüzde iletişim araçlarının gelişmesiyle bireyler, iletişimde


bulunduğu “ötekinin” biyolojik ve toplumsal varlığını, sesini,
görüntüsünü, cinsiyetini, kısaca bireysel tarihini dikkate almaksızın
iletişimde bulunabilmektedirler…
Zygmunt Bauman yabancıyı bir sosyal öteki olarak kavramsallaştırır ve
Yabancı, bilişsel mekânda “toplumsal olarak uzak fakat fiziksel olarak yakın”
olandır

 Woman is the other of man,


 animal is the other of human,
 stranger is the other of native,
 abnormality the other of norm,
 deviation the other of law-abiding,
 illness the other of health,
 insanity the other of reason,
 lay public the other of the expert,
 foreigner the other of state subject,
 enemy the other of friend
Sömürgecilik
genellikle bir devletin
başka ulusları, devletleri,
toplulukları, siyasal ve
ekonomik egemenliği
altına alarak yayılması veya
yayılmayı istemesi, 
Sömürgecilik
neden oluştu?
a) Büyük Devletlerin
Yayılmacı Politikası
b) Göç, Koloni ve Artan
Nüfusa Yeni Yerler Bulma
Düşüncesi
c) İnsan Gücünü İhtiyaç
d) Hammadde Sorunu
e) Jeopolitik Konum
f) Dini Yayma 
 Sömürgecilik 17. yüzyılda Fransa ve Hol­landa'nın,
18. yüzyılda Fransa ve İngiltere'nin, 19. yüzyılda
ise İngiltere'nin egemenli­ğinde sürdü.
 20. yüzyılın başında dünyanın önemli bir bölümü
Avrupa ülkelerinin arasın­da paylaştırılmıştı.
 II. Dünya Savaşı'ndan sonra sömürgelerin çoğu
siyasal bağımsızlığını kazandı.

 Ama başta ABD olmak üzere zengin ve güçlü ülkeler azgelişmiş ülkeleri ticari ilişkiler,
yatırımlar, askeri ve parasal yardımlarla kendi etki alan­ları içinde tutma siyaseti
gütmüşlerdir.
 Yüzyıllar süren sömürgecilik döneminde Avrupa'da sanayileşme yaygınlaşırken, sö­
mürgeler Avrupa'daki fabrikalara hammadde ve Avrupalılara ucuz tarımsal ürünler
sağla­mak zorunda bırakılmıştır.

 Böylece sömürge­lerin kendi sanayilerini kurmalarının engel­lenmesi, bugünkü gelişmiş-


azgelişmiş ülkeler ayrımının ortaya çıkmasında da önemli bir öğe olmuştur.
Post-kolonyal Eleştiri???
 Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve hemen on yıl
sonrasında 11 Eylül saldırılarının gerçekleşmesi ile
yeni bir şekil almaya başlayan dünyada, post-
kolonyalizm kuramını bir anlamda, bugün
dünyada yaşanan neo-kolonyalizm ya da yeni
sömürgecilik sürecine bir tepki olarak düşünmek
mümkündür

 çünkü günümüzdeki gelişmelere, eylemlere ve söylemlere yakından bakıldığında güçlü


olanlarının mevcut pozisyonlarını korumak ve daha da güçlenmek için güçsüzlere yönelik
“modern sömürgecilik” uyguladıkları görülmektedir. Bu yeni sömürgecilik dönemi daha
önceki dönemlerdekine nazaran, ekonomik, siyasî, felsefi, kültürel, toplumsal gibi pek çok
boyutu olan karmaşık bir süreci temsil etmektedir
Postkolonyalizm
 Postkolonyalizm, temel olarak sömürgeden kurtulan ulusların yaşadığı hızlı
kimlik ve kültür dönüşümündeki tehlikeyi ve fırsatları ortaya koymaya
çalışan bir teoridir.
 Bu akım, Batılı düşünürlerin, hümanistlerin ve bilim insanlarının dünyayı
algılama biçimlerinin daha üstün olduğuna ve Avrupa mantığının, ahlakının
ve hukukunun en gelişmiş formlara sahip olduğu görüşüne karşıdır
(Grovoqui, 2007: 231).

 Kurama göre Batı’nın kendisini bu denli gelişmiş olarak göstermesi hiç şüphesiz ki girişeceği yeni
sömürgecilik eylemlerine zemin hazırlamaktadır.
 Postkolonyalizm, yeryüzünde sömürgeleştirilememiş ya da neokolonyalizm sürecine maruz kalmamış
herhangi bir toprak parçasının bile kalmadığını ileri sürmektedir. Moore’a göre tüm insanlar tarihin
bir döneminde şekillendirilmişlerdir, göç etmişlerdir, yok olmuşlardır; ülkeler işgal etmişler ya da
kendi ülkeleri işgal edilmiştir. Pek çok nedene dayalı yer değiştirmeler ve benlik kayıpları/kazanımları
olmuştur. Bu yüzden tüm kültürlerde postkolonyal bir yapı vardır (Moore, 2006:22).
 Kurama göre, söylemler de oldukça güçlü bir kolonileştirme aracı görevi görmektedir.
Tamamen küresel bir dünyaya doğru gidildiği günümüzde, elektrikli haberleşme, küresel
boyutlu ticaret, ulaşımın gelişmesi, bilginin iletilebilirliği ve haberlerin hızlı yayılması
oldukça önemli gelişmelere yol açmaktadır ve bu tür örüntüler modern imparatorluklar
tarafından oluşturulup kendi çı- karları için kullanılmaktadırlar (Said, 1994:6).
Postkolonyalizm ne zaman başladı?

“When third world intellectuals have

arrived in the first world academe” (Arif

Dirlik)
Postkolonyal Teorisyenler
Edward Said
 kolonyalizmi meşrulaştırmak için Avrupa’ya özgü bir girişim olduğuna (“Oryantalizm”
çalışmasının çeşitli yerlerinde yineleyerek) işaret eden Said, oryantalizmi, ana hatlarıyla
üç tanımını yaparak değerlendirir ve bu tanımlardan akademik olanı en kolay kabul
gören olduğunu, hala bazı üniversitelerde kullanılmakta olduğunun da altını çizer.

 İlki; Oryantalizm, Avrupa’ya komşu olan, Avrupa’nın en köklü ve zengin sömürgelerinin olduğu, Avrupa’nın
kolonyalist bir düşünceyle işgal edip üzerinde uzlaşmaya vardığı; Batı'nın karşıtı olarak “öteki”leştirdiği
yerdir.

 İkincisi; oryantalizmin söz konusu akademik tanımıydı: “İster özel, ister genel yönleriyle uğraşsın -
antropolog, sosyolog, tarihçi ya da filolog olması fark etmez- Şark hakkında yazan, ders veren ya da Şark’ı
araştıran kişi Şarkiyatçıdır, yaptığı iş Şarkiyatçılıktır.”

 Üçüncüsü ise; “Doğu”-“Batı” arasında ontolojik ve epistemolojik ayırıma dayalı bir düşünüş biçimi; Aşil'i,
Hugo'yu, Dante'yi ve Marx'ı içine alan; yazarlar, düşünürler, siyaset teorisyenleri, iktisatçılar ve
imparatorluk yöneticileri olan geniş bir yazarlar kitlesi: bir tür öğreti, yönetim biçimi, Batı’nın güçlü
olduğunu kabul ettirme, Doğu’yu yeniden şekillendirme ve yönetme biçimi olarak geniş bir yelpazede
tanımlar.

 Ayrıca Doğu, Avrupa'nın sadece belli bir coğrafyayı tanımlamak için icat ettiği bir kavram değil, aynı
zamanda, kendisinden olmayan herkesi "öteki"leştirmek için yürüklüğe koyduğu Batı icadıydı
Oryantalizm, Doğu'yu işaretleyerek Batı'yı (işaretlenmemiş) merkez haline getiren

bir "öteki”leştirme girişimidir

• Doğu hakkında “üretilen bilgi” ile Batı


sömürgeciliğinin derin ve karmaşık ilişkisini ortaya
çıkaran Said, bir anlamda, oryantalizmi savunan,
onu iyi bir şeymiş gibi gösteren görüş, kurum veya
devletlere karşı akademik bir tavır içerisindedir.

 Oryantalizmin temelinde, Doğu’nun/Doğulunun bilim ya


da düşünce üretme, kendini ifade etme, temsil etme,
yönetme, yapılandırma ve kendini gerçekleştirme
konularında yetersiz olduğu bu yüzden evrensel ölçütler
dâhilinde çok daha gelişmiş bir üst akıl olan Avrupa’nın
tüm bu sorunları çözebileceği konusunda enformasyon ve
paradigmalar üretiyordu.
Gayatri Chakravorty Spivak
 Batı “yerli”yi kaynak ve köken yaparak, kendi
oluşumunu ve köklerini siler. Spivak’a göre,
günümüzde post-kolonyal akademisyen veya aydın
tam da benzer biçimde işliyor olabilir
 Spivak için dünyalaştırma, sömürgeciliğin günlük
pratiği olarak okunmalıdır. Sömürgecinin kendini
sağlamlaması, özneliğini oluşturması, yerliyi kendi
toprağını Ötekinin mekanı gibi arzulamaya
zorlamasıyla olur. Sömürgeci, sanki daha önce
dünyalaşmamış, sanki önceden yazılmamış,
dünyalaştırılmamış, bakir bir toprakmış, orada
duruveren yeryüzüymüş gibi aldığı yerlilerin
dünyasını (yeniden) dünyalaştırmakta ve onları
yabancıyı efendi olarak evcilleştirmeye
zorlamaktadır.

Spivak’a göre, emperyalizmin ve emperyal öznenin temel aksiyomu, bakir toprak (veya
ellenmemiş doğa) aksiyomudur
Example of Orientalism
Homi K. Bhabha, melez kültürü, bir kuram ve sömürgecilik tasarımı olarak
geliştiren ve sorgulayan isimlerden birisi.

Homi K.Bhabha

 Bhabha bu tür karma kültürlerin yenilikçi


olduğunu vurgular.
 Bu kültürlerin ‘geç gelerek’ daha önceden var
olanı yeniden yorumlaması, kireçlenmiş
yapıları yıkması sürecini betimlemek için
Bhabha ‘çeviri’ sözcüğünü kullanır.

 Kültürler bir tür çeviri ya da alışveriş ve etkileşim yoluyla yaşamda kalabiliyor, farklı
kültürlerin ortaya çıkmasına ortam sağlayarak yenilenebiliyor.
 Bhabha’nın benzetmelerinde göçmenler ve onların çocukları olan iki kültürlüler, söz
konusu iki kültürün sınır bölgesinden hareket ederek iki tarafın da geleneklerini sorgular,
zorlar, eninde sonunda onları yıkar
• “ırk” ve “sınıf” kategorilerinin

bağlantılandırıldığı bir analizini, sömürgecilik Frantz


Fanon
karşıtı savaşımda ortodoks marksist

teorilerin yetersiz kaldığını göstermek

amacıyla sunuyor

• sömürgeleştirilenlerin yalnızca işgücü

elinden alınmışları ve bu işgüçleri

sömürülmüşleri değil, ayrıca öznelliği

değersizleştirilmişleri de kapsadığını

saptamaktadır. 
Kültürel Emperyalizm

 Anthony Giddens’ın ifadesiyle “ülkeler arasındaki sınırları aşan


toplumsal, politik ve ekonomik bağlar, her bir ülkede yaşayanların
kaderini önemli ölçüde etkilemektedir...
 Dünya üzerinde hiçbir ülkedeki yaşam, artık diğerlerinden bütünüyle
ayrılmış değildir”
 “Kültürel emperyalizm” tezi, genel bir ifade ile, medya ürünleri ve
hizmetlerinin gelişmiş sanayi ülkelerinden Üçüncü Dünya ülkelerine
doğru tek yönlü akışının, bu ülkelerin kültür ve değerlerinde bir
aşınma ve dönüşüme neden olduğu fikrini savunur.
 Bu görüşün savunucuları, küresel kültürel akıştaki dengesizliği,
“ekonomik ve sosyal alanlardaki mevcut olan baskınlık ve tabiyet
yapısının bir uzantısı olarak görürler (Banerjee 2002: 519).
 1970’li yıllarda Herbert Schiller tarafından tanımlanan “kültürel
emperyalizm” kavramı, kitle iletişiminin dünyadaki örgütlenme
ekseninin, temelde Amerikan kökenli olması ve haberlerin dengesiz
akışı gibi sorunlar etrafında tartışılmıştır 
 Kültürel emperyalizm tezi, daha genel anlamda bir modernizm ve modernleşme
eleştirisini de içerir.
 Dünyayı tek-tipleştiren, her yeri birbirine benzer hale getiren şey –aynı otoyollar,
arabalar, alış-veriş merkezleri, benzer binalar/evler…- modernleşmedir.
 Modernleşme süreci ve küresel kapitalizm en azından aynı ya da benzer tüketim
biçimlerini sunarak bir benzerliğe neden olmaktadır.
 Frankfurt Okulu, film, televizyon, popüler müzik, radyo, gazeteler ve magazin
dergilerinden oluşan eğlence sanayiini, “kültür sanayii” olarak adlandırır.
 Frankfurt Okulu yazarları “kültür sanayiinin, kolaycı ve bir-örnekleştirilmiş
ürünleriyle birlikte yaygınlaşmasının, bireylerin eleştirel ve bağımsız
düşünebilme yeteneklerini azalttığını ileri sürerler” 
Neo-Oryantalizm

 1990’lardan beri akademik ve entelektüel zeminlerde ele

alınmaktadır; ancak neo-oryantalizmin 11 Eylül saldırısı


sonrasında yükselişine şahit oluyoruz.
 Nitekim İkiz kuleler saldırısı sonrasında dönemin ABD

başkanı Bush’un teröre karşı savaşı, Haçlı Seferine


benzetmesi, dönemin İtalyan Başbakanı Berlusconi’nin de
medeniyetlerinin üstünlüğünün bilincine varılması
yönündeki demeçleri bu yükselişin en dikkat çekici siyasi
örnekleridir
NeoKolonyalizm-Yeni Sömürgecilik
 II. Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika’nın üstün yeni güç olarak ortaya çıkması ve
savaşın sonuçları itibariyle Avrupa’nın eski sömürgeleri üzerinde etkisini
yitirmesine yol açar.
 Böylece sanayileşmiş ülkeler ile bağımsızlıklarına yeni kavuşmuş ülkeler
arasındaki ekonomik eşitsizlikler yeni problemleri beraberinde getirdiğine işaret
eden Bulut, Batı ülkelerinin (yeni güç Amerika’nın) tutumun devam ettiğini şöyle
ifade eder:
 Yeni sömürgecilik denilen şey de işte bu şartlarda ortaya çıktı. Ekonomik
alanda yeni sömürgecilik, milli iktisadi programları için söz konusu ülkelerin
yeterli bağımsızlığa sahip olmamasıyla ve bölgelerini ilgilendiren uluslar arası
siyasi kararlara katılamayışlarıyla belirleniyordu.
 Gerçekten de, Üçüncü Dünya ülkelerindeki sanayi yatırımlarına genellikle
egemen ülkelerin hükümleri veya çok uluslu şirketler karar veriyordu. (Bulut,
2006: 90)

You might also like