Professional Documents
Culture Documents
Bizim Köy PDF
Bizim Köy PDF
.makal . · -1
�bizim köy �
BİZİM KÖY
DERİNLİK Y AYlNLARI
«TÜRK YAZARLARb : 8
DENEME - İNCELEME - BELGE - YORUM : 2
DERİNLİK YAYINLARI
Ankara Cad. Ankara Han No: 74/505
İSTANBUL
MAHMUT MAKAL
• • • •
BIZIM KOY
DENEME/BELGE
Mahmut Makal'ın Öteki Kitapları
Hayal ve Gerçek
Memleketin Sahipleri
Kuru Sevda
Köye Gidenler
Kalkınma Masalı
Ö telerin Havası
Yer Altında Bir Anadolu
Zulum Makinası
Kokmuş Bir Düzende
Açlık Pınan
Karanlığı Zorlayanlar
Bizim Köy ı 975
GEÇİM DERDi
Kışın hesabı
7
oturmaktan titrerler hep kış boyu. Çoğunun aya
ğında tek kat yamalı bir dondan başka bir şey
yoktur.
Tezeği yakan köylüye, «Gübreyi yakmak de
liliktir, tarlaya dök .. . » derler. Bu konu üzerin e
bilimsel ( ! ) makaleler çırpıştıranları da görürsü
nüz. A efendim, yakmaya tezek bulsak öpüp ba
şımıza koyacağız ! Hem köylü tezek yakmasın da
ne yaksın? Günahını mı? Odun, kömür yüzü gör
müşlüğü var mıdır nice köylerin, bir sorsanıza! . .
Çok kere tezek, saman saçak d a tükeniverir
kış ortası nda. İşte o zaman köyün hali duman
dır. Bu yıl öyle oldu.
Bir kış bastırdı, düşman başına . . . Havalar ha
açtı, ha açıyor, bahar yaklaştı, bir şey kalmadı,
dedikçe büsbütün azıttı . Tipi halinde uğuldaya
rak esen zehir gibi bir yel hiç kesilmedi.
Soba ve bu bölgenin bazı köylerinde olduğu
gibi, tandır yok. Yalnız ocak; toplan başına, islen
de islen. Önün kavurga kavursun, arkan harman
savursun. Kısaca, «Mart kapıdan baktınr, kazma
kü rek yaktınr, " atasözü tam yerini buldu.
Küçük bir kız, saçının içi saman külüyle baş
tanbaşa donanmış, durmadan yanıp sulanan göz
lerini, kara bakamadığından, elleriyle kapatıp
titreyerek, acele gidiyordu. Remzi onbaşıya: "Na
sıl, .. def gibi baktım. ·Bu nedir? .. diye soruyorum
sanarak: «Efendi» dedi, ·buna ireçber altunu der
ler. Gözünü seveyim, keşke olsa da bol bol yak
sak . . .•
8
kaldılar. Tezeği tükenen ocak yakamıyor. Çocuk
lar şiltenin altından çıkamıyorlar.
Devam edebilen 50-60 öğrencimiz var. Şubaf
ın başına kadar kimi zaman titreyerek, kimi za
man ısınarak ıkına sıkına geçinebUdik Gelgele
lim, Şubat olanca şirretliğiyle saldırınca dizleri
mizin bağı çözülü çözülüverdi. Bu kadar öğrenci
içerisinde yalnız bir ikisinin azıcık tezekieri kal
mış . (Öküzü ikiden fazla olan ağalarını. Bunlara
da her gün birer tane getirin desek, bakalım ana
babalan heye diyecekler mi? Hem iki gün sonra
onlar da çekecek iflas bayrağını.
Onun için : ·Yarın ölüyoruz, ne yapacağız?_,
gibilerden bir söz edecek olsam, çıt çıkmıyor. Sa
dece büküyorlar boyunlarını, «Ne gelir elimiz
den!" dercesine. Olsa canlarını esirgemezler.
ama vermeyince mabut . . . Evet ne yapsınlar . . .
Ama tek başına, amansız kışla savaşmak zorun
da olan ben ne yapayım?
Siz olsanız ne yapardınız bilmem ama, ben
şöyle yaptım:
·Bu da bir savaş sayılır, ölürsem şehit, kalır
sam gazi, " diye düşünerek bir neş'e, bir ümit, bir
gayret geldi bana. Bazan başım daralınca köy
odasına gider, anca beraber, kanca beraber baş
lardık, titreme oyununa. Elim yüzüm mosmor,
tüylerim diken diken, biraz ayakta dursam dizle
rimin bağı çözülü çözülüveriyor. Her akşam ya
tarken iyice sarıp sarmalanınm. ama üstümde
kiler bu soğuğa dayanır şeyler mi? Gündüz yine
neyse ne, insan gezinirken, bir işle uğraşırken
üşümeye fazla vakit bulamıyor. Ama gece old u
m u neuzubillah ! iliklerine işliyor soğuk adamın . . .
Daralınca kendi kendime bir felsefe kurarım:
9
·Ben artık çile çekmeye alıştım. derim, benim
gözümü hiç bir sıkıntı yıldırmaz. • Bu düşünceyle
içim ısındı mı, dışım için de fazla korkum kal
maz.
Bu arada nezle hiç eksik olmadı. Anamdan
nezleli doğmuşum gibi geldi bana. Soğuk algın
lığı da bir iki kere yere vurdu bizi. İ çimi yıprat
mamak için dişimi sıktım. Ümidin işe yaradığını
anladım. Ümit ateşiyle içimi ısıtmasam bir gün
bile ayakta duramazdım o soğuklarda. Karakışın
en acı günlerini yaşadığımız şubat ve mart bo
yunca bizim sobada yanan tezek yirmiyi geçme
di. Onu da ağalardan getirttik: yemek pişirmek
için. Tezeği tutuşturmak için defter, kitap korna
dık evde . . . Köylü, ocakta gömülü ateşi üfleyerek
tutuşturur. Biz de kibrit bulamadığımız zaman
aynı yola başvurduk ya, gazetenin çabuk pariat
mak için yine yararı dokunuyor. Ama sobanın
böyle bir iki saat yandığı zamanlarda bile içeri
nin dışandan farksız olduğunu söylemeye gerek
var mı? Hayır, çok kere dışansı içeriden sıcaktı.
Çocuklar dayanabilip de, paydos etmediğimiz
günler soluklanma zamanı gelsin de dışarı çıka
lım diye can atardık Ağzımız, yüzümüz söz söy
leyemeyecek kadar donmuşken dışan çıkınca ge
zindik mi ısınırdık.
Topraktan yeni çıkmış bir kertenkele gibi
ölü mü, diri mi farksız bir halde nisanı getirdik .
Gelelim ötekilere: Allah kışı vermiş, kış için ge
rekli olanları da kendiniz bulun demiş. Bulun
mazsa başa gelen çekilir. Gemisini kurtarabilen
çıkar karaya, kurtaramayan gider araya! Öyle
oldu, yaşlılar pek az fire ile çıktılar kıştan. Ama
çocuklar! Çocuklara oldu olanlar! Yeni doğan-
lO
lardan tutun da bir yaşındakilere kadar hiç kal
madı. Sağuğu fırsat bilen amansız çocuk hasta
lıkları silip süpürdü yavrucaklan. Ama bir de
köylüye sorun, soğuk mu aldı, yoksa Allahın em
riyle mi gittiler, diye !
Bizim köyden olan ve bu bölgede on üç köyün
sağlık koruyucusu bulunan bir arkadaş var. Ge
niş düşünür denebilir. Arada bir uğrar, konuşu
ruz. Birleşip hükümet doktorluğuna bir rapor
yazdık. «Köylerde bir hastalık olursa bildir, .. der
lermiş. Biz de bildirdik. Bizim rapor vardığı gün
doktor yerinde yokmuş . Kapıcı, "Yarın uğraı .. de
miş. Ama giden köylü orada bekçilik edecek de
ğil a, işini bitirip köye döndü. Zaten ayda yılda
bir çıkar ilçeye giden. Tam otuz beş gün sonra
yeniden yazdık ve ilk raporumuza ilgi gösterilme
diğİnden üzüntümüzü de belirttik. Bu kez yanıt
geldi: «Kış çok fazladır. Yollar kapalı olduğundan
kamyonu bulsak bile çıkamaz. Gelsek de yapıla
cak bir şey yoktur. Ama babalan çocukları sı
cak tutsunlar, yatakta istirahat ettirsinler, öksü
rüğü kesici ilaçlar kullansılar. Terletsinler. Gö
güslerine sıcak havlular koysunlar. İ yi gıdalarla,
sütle beslesinler. İ ki tane broşür gönderiyoruz.
Halka okuyun. Oradaki rejimiere göre hareket
ederlerse kısmen azalır ölüm . .. •
1 ı
den bulalım? Ders zamanı ben açıkl ad ım. Bizim
sağlık koruyucu arkadaş köy odasında halka
okumuş da ters laflarla karşılan mış:
«Akıl dail eğlence. Sanki toktor Allahın hik
metine karşı gelecek . . ...
.. veren Allah, alan Allah. Çok şükür buönkü
günümüze. Biz kaldık da neye yaradı. Ağşam
laradan işimiz gücümüz sövüp sayıp günaha gir
mek. Hiç olmazsa bunlar sabi sabi gidiyorlar.
Huri analannın yanına . .. ..
Kutsal tezek
12
Daha tez davranmaya can atarlar. Saç saça,
baş başa döğüştükleri de olur bölüşemediklerin
den. Avuç avuç pisliği yanındakinin yüzüne çar
pıverenler mi ararsınız !
Toplayıp getirdiklerini yoğurup duvara ya
pıştınrlar. Duvarda kuruduktan sonra kaldırıp
içeri yerleştirir, yenisini yapıştırırlar duvara.
Yaz günü köy sokaklarında gezebilmek bir
sorun. Tezeğin kokusundan geçtim, sivrisinek ve
övezler de doluyarlar tezeklere. Ağzına burnuna
dalmaları işten bile değil. İçine öteberi koymak
için bu tezekten yaptıklan petekieri (çörnlekleri>
de tavukların erişemeyeceği güvenilir yerlerde
kurutuyorlar.
Bir akşam üstü fasulye sulamadan dönüyor
dum Mencilis'ten. Tam sığınn köye dağılma vak
tine rastlamıştım. Birbirinin anasına babasına
ilenerek ineklerin ardından düşen pislikleri avuç
avuç topluyorlar. Kul Hasan'ın karısı derler, kır'
saçlı bir kadın var. Kollarını sıvamış, koca bir
pislik yuvadağını kucaklamış götürüyor tezek
yapmak için . . .
Laf olsun diye:
«Bre Mıcırlı nine, bu ne hal?· demiş bulun
dum.
Tozdan, beni göremiyordu ama sesimden ta
nıdı. Biraz önce kavga ettiklerinden canı burnun
daymış. Alay ettiğimi sanmış, bir kızdı, bir kızdı:
·Beni söyletma ağşamınan, git yanımdan!
Eğlence sırası dail . . . Senin keyfin kirt, tuzun ku
ru he! Alem kazanır, galem, yir. Bizim yerimizde
olsan sen de devşirirsin gopa gopa!•
Onun hali benim içimi yakıyor, benim sözüm:
onun içini . . .
13
Kibrit
14
Beslenme
15
şeylerdir. Bu aylarda kabak ve pancar yemegı
evlerde öğle akşam yenilen şeydir. Çünkü, baş
yiyeceğimiz olan bulgur pilavı da yazın bulun
maz. Kış sofrasının temel yemeği olan bulgur
harman kalktıktan sonra fazlaca kaynatılır.
Ama balıara kadar zor dayanır. Ekmek bile bu
lunmaz o sıralarda çok evlerde. Üç ay ekinin ye
tişmesini bekle. Kadın kız işi yoksa ot toplasın,
kaynat kaynat ye.
Her evde bir tencere kaynar ya fıkır fıkır,
dert olsa gerek bu kaynayan . Her yüzde gösterir
etkisini. Süzülür mü süzülür yüzler, uzar mı uzar
dert! er.
Gerçi bulgurun yanında fasulye, patates, ba
gı olan bazılarında azıcık pekmez bulunabilir
darlık sattırmazsa, ama topu topu beş on evde
bulunur bu lüks nimetler. Çoğunluk ya kupkuru
yavan ekmekle, ya da biraz soğanı, turşuyu ka
tık ederek gününü gün eder. Bulguru bile zor bu
lur. Sık dişini, verme canını!
Fatoş adlı bir kadın, iki çocuğuyla birlikte
tek göz evinde oturur. Güzün, şalak, kabak gibi
şeylerin de kökü tükendiğinden, baharın otlar
bitene kadar kuru ekmekten başka bir şey yüzü
görmez bu aile. Evlerinde bir eski un çuvalı ile
bir eski hasır, birkaç çuldan başka bir eşya da
yol{tur. Fatoş'la çocuklan kış yaz hasır üstünde,
çullara sarınıp yatarlar.
Davar gibi yağ verecek hayvanlar pek kıt ol
duğundan bulgur pilavını, o da kokusunu sindi
recek kadar, ancak beş on ev yağlı yiyebilir. Öte
kiler sade suya haşlarlar.
Söz açıldı mı uzar gider. Yüzüroüzün kanı,
gözümüzün feri uçar gider.
16
Ticaret
17
·Billiller (hindiye bizim köylü bülü der) iyi
ce zayıfladı, yürüyemez oldular. Şaban (çoban)
beş altısını vurup öldürdü aklına estikçe. Bi güzel
pişirip yedik. Bir ka.nmız o oldu. Keşke hepsini
yeseydik yolda. Bir de Şaban kalkmış, ·Emeğim
boşa gitti,• deyi söyleniyor. Ulan keşke bizim de
sade emeğimiz boşa gideydi. Ama ana paramız
da yanya indi. (Anlaşılan çobanla kar olursa or
tak, olmazsa bir şey alamayacak diye sözleşmiş
Ier) .
Şaban da atılıyor:
cYalan, yalan! Canı burnundan gelirken Ko
çasar'ın öte yanında birini de kendi öldürdü. Se
kiz kadannı da Ömerhacılı'da çaldırdık gece. Bi
rini de herifin biri aldı, •İlle benim dişi bir bü
lüm var, bir erkek eş verin,• diye parasız. Zaten
billülerin de heç hayın kalmadı yörüye yörüye:
Elli gün yol bu, şaka mı? Yüzlerine bile bakma
dılar Ankara'da. Olan bana oldu, haksız paksız
ağzımızı belledik ..
. •
18
Çobanın, ·Gök çatladı, yetmiş ikisinin ödü
patladı,• diye verdiği hesap biçimi.
•Goca Üsseyinen Tat Musa'nın Ankara'da
bülü sattığına döndürme ! · diye dillere bir de de
y-im armağan ettiler.
Toprak sorunu
19
gideciyik . . . Gayri o gün ayırt yakası , kim kime
ederse. Başımıza geleni çekeceyik. ..
cı:O gün köylüden ayrılmayacağına, Susuz'a
vanp da dara gelince kaçrnayacağına, dinine
imanına mı?·
Karşısındaki de gürleyerek, şöyle edeceğine,
böyle edeceğine dair söyleyip, evetçesine elini
basıyor.
Biz de, yemini biten gidip, başkası gelinceye
kadar oturuyoruz; Veli Çavuş'un sözü bitti mi
ayağa kalkıyoruz.
Sorunun ne olduğunu, yerni,ni niçin ettikle
rini herkes az çok bildiği halde, Veli Çavuş'un
durmadan aynı sözleri yinelernesi beni usandır
mıştı.
Ö tekileri iyice coşturuyordu her seferinde .
Bu sözleri cesurlukla ka.bullenenler, içeride
oturan ağaların takdirlerini kazanıyorlar, şüp
heli davranışlar ise, hem yeriliyor, hem de baskı
ile yemini ediyorl&rdı.
Ah! en küçük bir çıkar karşısında insanlan
on kilometre ötesindeki kardeşlerine düşman
eden cehalet, ve ah! bu Anadolu'nun ezelden be
ri çözümlenemeyen kanşık toprak sorunlan! ..
Arnbar
20
Buğday, çavdar, arpa gibi ürünün harman
kalktıktan sonra satilanı satılır, un olacak kada
n öğütülür, artanı da ( çok az} baharın ekilmek
ve herhangi bir dar gün için çıkarılıp satılmak
üzere ambara konur. Bazı köylerde ambar işi gö
ren bu kuyular sıvalıdır. Bizim köyde sadece top
rak. Altına üstüne saman döşenir, üstü kalınca
toprakla iyice çiğnenerek yerle bir edilir. Kuyu
ya konulan ürüne toprak karışır. Çıkannca bir
kaç kez eleyip çalkalamak gerekir.
Kışın seller yürüdü mü, yağmurdan koru
mak için, başta bir çuval parçası, elde kürek, ku
yusunun başındadır millet. Hemen bütün kış
günlerinde herkes kuyusunun nöbetçisidir. Gelir
ken, geçerken, aklına estikçe (zaten aklında baş
ka ne olacak!) yoklar durur. Gelen sele yol açar
lar. Kuyunun bulunduğu yer ada gibi ortada bı
rakılmaya çalışılır. Yine de çoğunun içine su ge
çer ve hayır bırakmaz üründe. Delikanlılann
dükkan borcunu, kumar borcun u ödemek için
kuyudakileri çaldıklan da olur. Ama her evde en
az bir köpek bulunduğundan fazla ileri gitmez
hırsızlık. Zaten köpek olsun olmasın içeride yata
nın kulağı kiriştedir.
Bir gün dehşetli yağmur yağıyordu. Herkes
yine kuyusunun başındaydı. Aklıma esti: Köy
odasına çıkayım, dedim. Yolun iki yanında kuyu
l arın başında millet. Canlan burunlannın ucuna
gelmiş. Dokunsan ya söver, ya vururlar. Sadık
ağanın kuyusu millemiş ve bu kalabalık ailenin
çoluğu çocuğu sıvamışlar paçalan. Baktım; yalı
nayak, yağmur altında, içeri çekiyorlar kuyuda
kileri. Saman, çamur ve buğday karmakanşık bir
halde, ıslanınca, tıpkı kurola kireçten yapılan
harç gibi bir şey olmuş. Sadık ağa:
21
.. iyice millemiş, .. diyor; ·Batarsa içeride bat
sm, perişan etti bizi evcek. ..
Hüseyin ağanın evindekiler d e paçayı sıvamış
lar. Yağmur altında aile halkından kimisi kuyu-'
dan çıkarıyor, kimisi içeri taşıyor. Ama onunki
millememiş. Komşusu Deli Çopur, küllük yapa
cağım buraya diye tutturmuş. Döğüşmüşler, kal
dınyormuş onun için Hüseyin ağa.
cHüseyin ağa, zarar çok mu?· diye sor
dum.
cKeşke yaş geçse de burada çürüseydi şu mü
barek, .. dedi. cŞuna bak, şu çocukların haline !
Bizi de perişan etti, şu nimeti de. Senin ağnaya
cağın: Deli Çopur, «Evimin yakını, ne arar se
nin ambar burada, ben küllük yapacağım bura
yı,.. diye tutturdu. Ş inci kaldırayım da irahmet
durunca şu yana kazacağım ambarı.•
Değirmen
22
zın zaten büsbütün kuruyup gider. Kışınsa do
nar. Güzün su boBaşınca artık ne öğütebilirlerse . .
.
23
başa çıkılmaz.
·Yahu,» dedim, ·Güzden gidip siz de Demir
ci'de öğütseydiniz ya ununuzu. »
· Öyle deme, efendi, biz bunu oradaki değir
mane inat yaptık. Şimdi oraya muhtaç olursak
gülerler halimize . . .
,.
Ekmek
24
ğın haddi hesabı olmadığı gibi, adı da ayyar diye
anılır ki, bir kadını küçük düşürmek için bun
dan kötü söz olmaz.
Ekmek yapılırken kadının gözlerinden yaşlar
şapır şapır damlar durmadan . Ocak habire tüter.
Üstleri başlan o yüzden is, kurum içindedir. Ce
hennem azabı nedir diye sorsalar, «Bu köyde ek
mek pişirmektir, ,. derim.
Ekmeği gündelik yapmak iyi olur ya, ben bu
ranın değil de öteki köylerin yasasına uyuyorum
zorunlu. Unumuz Gani Çavuş'un evindedir. On
beş yirmi günde bir onlar yapar ekmeği. Bizi m
ekmek de her gün onlara ayrı bir sıkıntı olmasın
diye katlanıyoruz, bu duruma. Yeni yapıldığı
gün, beş altı tanesini yerim taze taze. Ondan son
ra kuruyup da olur mu sana bir taş parçası ! Ye
mekten bir saat önce iki yanından adamakıllı
ıslatacaksın; sonra sofra bezine saracaksın, ora
da yumuşadıktan sonra katıayıp yiyeceksin. Bir
kere bayatladı mı, artık kamım iyice acıkma
dıkça yanaşınam ekmeğin yanına. Günde iki üç
tanesini zor bitiririm. Her keresinde yanın şinik
unu ekmek ediyorlar benim için: Aşağı yukan
otuz kırk ekmek oluyor. Birinde elli günden faz
la sürdü, tükenmedi. Yeniden yapılması için ha
ber göndermediğimden, Gani Çavuş merak et
miş, geldi.
·Senin yerinde ben olsam çoktan ölürdüm,•
dedi. ·Buna ekmek yemek mi derler ! . . •
• Yiyemiyorum, n e yapayım?•
·Be herif! Ekmeğin sertliğini bahane ediyor
sun, kendini ekmeğe vermiyorsun da . . . Şu kitap
larda ne var, bilmem. Adam olana bir kitap ye
ter de artar bile. Sen yığmışsın babarn önüne!
25
Kendini onlara verdiğinin yarısı kadar da ekme
ğe versen, bak nasıl yersin.•
cYok be çavuş, kitaptan falan değil. Biz de
köylüyüz ya, anam nasıl yapardı bilmem, daha
yufka olurdu da ondan mı, bunlar pek sert geli
yor bana.•
•Korkma o kadar, senin kann, bağırsak de
diğin şey kul yapısı da eskiyecek mi? Allahın
elinden çıktı o.•
Şu inanca vardım ki, köy sağlığının yoluna
girmesi için ilkin bir fınn gerek her köye.
Ben bu fırın işini düşünürken Gani Çavuş'
un kardeşi ona da kulp buldu:
cŞehir ekmeğinin bir saat yattığı kannda bu
beş saat yatar. Öyle olmasa ekmek dayanır mıy
dı bize?•
26
Harman zamanı da, döveni aynı biçimde
sürerler.
İşi yolunda olan bazılan, eşek koşanlara
«dinsiz• diyorlar. Oysa, bunlar namazın vaktini
şaşırmazlar. Eşek koşmasın da kendini mi koş
sun, neylesin?
En sürekli eşek koşanlar, Hacı Ahmet'in
oğullandır. Bunlann bir güdük eşekleri vardı.
1936'da alınmıştı. 1946'ya kadar tam on yıl çifte,
harmana sürdüler bu eşeği . Bir yanında da kapı
dan yetme ufak bir öküz . . . Bu eşeğin on yıl da
yanışma bütün köylü şaştı kaldı.
Şimdi Hacı Ahmet'in oğullan ayrıldılar. Biri
si çoban oldu. Öbürü aynı biçimde çiftçilik yap
makta. Ama şimdi güdük eşeğin yerinde başkası
var.
Bu gidişin ilk nedeni, yokluk, •Ot bitmeyen
bozkırlar. . •
Bir neden de; bundan daha başka türlü ya
şayışa heves edilmemesi. Daha doğrusu , •en iyi
gün bugün .. kanısı.
Makineden geçtik
27
lüyor kimi, «Kayseri mektebinde oldum candar
ma.» Ben de söylüyorum kendi kendime . . .
Çocuklar ders aralarında tutturuyorlar bir
şarkı, .;çiğdem der ki ben alayım .. Unutuyor in
»
28
diği gibi ayakları demir gibi. Kesekmiş, taşmış
dikenmiş vız geliyor ona. Omuzu sökülüyor za
vallının tapan çekeceğim diye. Derken inek yo
ruldu; İsa çıkardı boyunduruktan hayvanı. Eşek
tek başına kaldı. ·Eşek yarolmadı mı? ... diyorum
çocuklara. «Öğretmenim, dediler, daha on inek
yorar o. İsa'yı bile yorar, kendini koşacaktı çifte
isa biz olmasak Utanıyor bizden .. » Gerçekten
.
29
Yolda gelirken başladı bizim çocuklar:
· Öğretmenim, Demirci de böyle sürer_ Sen
nan da böyle sürer- Topal Musa da . . . •
Davar besleme
30
Bir de davar gütrnenin yolunu yardamını bilrnek
gerek.
Kışın cPoyraz İni.. denilen yerdeki inierde
kalır sürüler. Çabanlara ekmek ve bulgur gider,
orada pişirip yerler. Davar sahipleri her sabah,
otu olan ot, samanı olan bir torba sarnan götürür
inlere. Davarlar balıara çıkanlmaya çalışılır
böylelikle. Yine de güzünki davann yansı bile
çıkmaz bahara. Kuzular doğunca da orada ernzi
rilir. Köyde hiç kimse kalmadan, kan, kız, çoluk,
çocuk kuzu ernzirrneye giderler her gün öğleyin.
İkindi üzeri de dönülür. Arkada köy ıpıssız kalır
ken yol kalabalıktır. Bu kalabalığın kuzu ernzir
rneye gidenlerden oluştuğunu unutuyor da insan
irkiliveriyor kimi zaman.
Bir pazar günü ben de katıldım kalabalığa.
Bizim ağalarla birlikte gittik kuzu ernzirrneye.
«Bir sigara içimi yer,» diye bin kere söylediler.
Belki birer paket içtiler varıncaya kadar. Bir bu
çuk saatte varabiidik Sürüler daha gelmediğin
den cpin» leri gezdik. «Pin» diye, körpe kuzulan
içine doldurup hanndırmak için yere kazılan,
ağzı kapalı kuyulara diyorlar. Herkesin bir pini
var. Kuzuları emzirdikten sonra içine doldurup
ağzını da kapıyor. Ertesi günü aynı saate kadar.
Ölenler de oluyor. Dereler koyun leşleriyle dolu.
Ölenlerin yapağısını yolup bırakıvermişler dere
ye. Mısmıl olanlar eve getirilip yenir. Derenin
yüzünde güneşten kızarmış leşler birer davul
biçiminde. Dünyada ne de çok kuş varmış. Her çe
şidinden birikmiş bu leşlerin başına.
«Mehmet Çavuş," dedim. «Bu ne? ..
«Allahın emri ! »
Susadık, kuyunun başına vardık. Amanın! ..
31
Allahın yarattığı kaç türlü pis böcek varsa hepsi
içinde. Bir kadın süt çingilini getirdi; birkaç er
kek uçkurlarını çıkarıp birbirine ekleyip çingile
bağlayarak suyu çektiler ama ne su: neuzübil
lah ! İçmesem olmayacak. «Ölümümüz herkesle
birlikte bu sudan olsun . . . deyip içtik çaresiz.
•
32
«Dağın başında ne olacak bende? Altı aydır
buralardayım. Bir şey gördüğüm, duyduğum
yok. Halimden de mi bilmiyonuz.,.
Bağnnı açtı. Gömleği muşamba gibiydi. Göğ
sünün kılları zift gibi kapkara bir kirle sıvan
mış .
«Çamaşırın hiç yıkanmaz mı?" dedim.
«Ne diyon? Çamaşır kim, yıkanmak kim,
biz kim. »
Ekin tarlası
33
Taramak istesem tarak batmaz. Akşam serinli
ginde de çimento gibi donar. Çorabımla panta
lonumun paçalarına dolan pıtrak dikenlerini an
cak yanm saatte ayıklayarak güneş inerken ben
de düşerim yola. Ne yalan söyleyeyim, yolda
rastladıklarımdan utanınm bu dönüşte . Onlar
senden hallice mi diyeceksiniz; değil, değil ama,
neyleyim, olmuyor işte. İnsanlıktan çıkmış bu
halden utanmamak gelmiyor elimden. Su nere
den bulacaksın ki, tarlada temizlenesin.
Yine de hora geçmez gördüğümüz iş. Yakış
tıramazlar bana bu işi. İki ufak çocukla tek başı
na didinirken bile babam : .. sen gayn efendi ga
yıtına geçtin, biziynen sürtme, .. der. «Biz iyi kö
tü, iki gün evvel, iki gün sonra becellerik.•
Yolda falanca ağaya rastlarım. «Bre Marnı
defendi oğlum," diye ayıplar cafendilik başka,
ireçperlik başka. Babanı görüp de söyleyemedim.
seni götürmesin deyi . . . Geçen gün Kavas'ın kül
lüğünün başında oturuyorduk, haber virdiler de
ekin biçtiğini, hepimiz kızdık babana, ağlam ya
şıtlannın yanında küçük düşürüyor deyi . . . "
Ama asıl, .. Efendilik kim, o kim, yüz yıl okusa
yine yakıştıramaz kendine,» gibilerden yan bak
mıyarlar mı, yüreğime işliyor.
Okuldan yeni çıktığım zaman söyledikleri
sözü unutmadım: cOkumuşleyin ya vali ol, ya kay
makam. Sen de bizimneo köy yerinde süründük
ten kelli ne haynnı görecen."
Harman
34
ki boşluğa dökülür. Harman burda sürülür. Har
manlar hep bir arada döküldüğü için toztoprak
birbirine karışır. İş ki yel essin.
Harman yerleri köyün kuzey tarafında. Tı
naz savurmak için yel gerekli olduğundan böyle
gelmiş, böyle gidiyor . Geçen yıl Toprak Mahsul
leri Ofisince köylüye öğüt vermek için bastınlıp
dağıtılan Ekin adlı gazetede, •Harmanlan ku
zeye dökrnek tehlikelidir. Çünkü, rüzgardan ta
raf olduğundan yangın ihtimali fazladır,• diye
bir düşüneeye rastlarnıştım. Bizim köylülere aç
tığım zaman onlar da açtılar ağızlarını, yumdu
lar gözlerini:
.. osandık bu yımırtalardan . . . Hep cılık çıkı
yor.•
Bizim köyde bir söz daha var: "Yığın yerini
ben de tarif ederim, ekini işleyen olsa . . . ,. Bu sö
zü hatırladım da gülrnekten kendimi alarnadırn.
Sap kağnısı akşamdan hareket eder, sap ge
tirmek için; özellikle uzak olan tarlalara. Tam kap
lumbağa yürüyüşüyle ağır ağır sabaha karşı tarla
ya varır. Sap yüklendikten sonra da kuşlukta ya
da az sonra harman yerine döner. Akşama ka
dar bir sefer daha yapar.
Kağnı ve kağnıya koşacak "öküz herkeste pek
bulunmaz. Onun için hayırsız bir öküzü ya da
eşeği bulunanlar sap çekebilecek öküzü, kağnısı
olanlarla keşik ( ortak > olurlar. Keşik olmak için:
yalvarıp yüz suyu döktüğü konu komşusu buna
yanaşmazsa işte o zaman hali haraptır köylünün .
lbiğini yere dikip kötü kötü düşünür gayri . . .
Döğen işi sorun değildir pek. Döğene herkes
eşRk koşar zaten. Bir parça çulun içine çavdar
35
.s_apı doldurup hamut yapıp boynuna taktı mı eşe
ği.n,_haydi boyunduruğa .
Asıl sorun sapı harman Y.erine indirebilmek.
Çok _ş4kı1r sapı tarlanın yüzün,.de kalmış olan yok
bu yıl. Öküzü kağnısı olmayanlar da türlü hizmet
vaadleriyle �o:ı;ıu_komşusuna çektirmişler sapla
nnı.
Bu yıl biz de komşumuz Duran'la keşik ol
duk. Dıı.rsı,n ;penim ilkokul arkadaşımdır. Babası
öldüktep ,sonr� evin işleri ona kaldı. Kağnısı ol
madığ_mdan o @_bizden rica etti.
P.uran'la babam akşamdan sonra kağnıyı ko
şup sapa gidiyorlar. Ben de sabahlan erkenden
onları!l .Mus��Ja il� _b����- İsmet'i alıp eşeklerle
birlikte harmana gidiyorum. Ortalıkta çeç, yani
saptan ayrılmış ür:ün va,_rs_a. harmanda yattığı
i�In1
mız oluyor!_be�l�IIJ.e}<; r ·� .
37
sanki ben , «Neden ağlamıyorsun?" diye sonnu
şum gibi atıldı:
Öküzün ağzından akıyor seller,
Otursan ağiasan divane derler.
Emmi'nin şairliği de vardı bayağı. Habib Ka
raaslan'la kaşık mı değişti nedir. Ama bu cefalar
içinde o uyaklar öyle yan yana gelir ki kendili
ğinden. Yal nız ilhamlarını nankör topraktan
alan bu cefakeş şaircikler billür kadehten
«Aşkın şarabı» yerine bulaşıklı Kara çanaktan
hayatın zelırini içmişlerdir. Sürdürdü :
Öküz hastalandı, zelbe gırıldı
Acılan can ·evime derildL
Duran uyandı:
«Geç gahrık, sür, " dedi. ··Emmi'yi heç görme
din mi be herif. Her günkü Emmi işte. Sen de
onun tesellemelerine mi havassın . . .
•
Çekip gittik.
Gelelim bize: Ben anadutla uzattım demetle
ri, Duran yerleştirdi üzerine. Tam urganı sarmak
için asıldığımız sırada arkaya oturdu kağnı, sap
lar yere yayıldı. İkincisinde de düzgün koyama
mış olacak yine aktı. Sapın hiç hayrı kalmadı.
Taneler büsbütün yere döküldü. Deviririz diye
korkudan o tırmığı aldı, ben anadutu, iki tarafın
dan yapışarak getirdik ya, bizde de hayır kalma
dı. Yolda Emmi bekliyordu hala . Köyden zelbe
gelecekmiş.
Babam
38
gelme vakti yaklaşınca Behice ile Duran'ın anası
azıklan getirirler. Yemekierin üstlerini örtmele�
rini bir türlü öğretemedim. Harmanın bir kıyısı
na koyarlar. Sap kağnısı geldikten sonra eşekleri
döğenden, öküzleri kağnıdan salarak çayın kıyı
sında hayvan yatağına süreriz dinlenmeleri . için.
Biz de kağnının gölgesinde çökeriz kabak çana
ğının başına.
Harman yerinin her yanında durmadan tı
naz savruluyor. Ardımız önümüz toz. Elimiz, yü
zümüz, ağzımız, burnumuz hep sıvalı saman to
zuyla. Bari karnımıza giden biraz temiz olsa !
Nerede? Yemeğin de üst tabakası saman ve toz
dan bir kaymak tutmuştur. Dururken üstünü ka
pasalar bile sofrada açar açmaz aynı duruma ge
leceği de belli ya neyse . . .
Ne z�man temizlikten söz açacak olsam huy
la:1ır babam:
.. İstanbul 'da büyüdü sanasın bizim beyefen
di! Ulan senin mayan bu tozdan yapılmış!"
Duran da arkadaşlık gereği, ya da gerçekten
öyle düşündüğü için benden yana yontar.
Bir gün kabak yemeye oturduk. Üstünde yo
gurt var kabağın. Ama toz tabakası yoğurdu
bastırmış, kapkara etmiş .
.. Baba," dedim, ·Benim bildiğim yoğurt apak
olur, bu kara yoğurt neden yapılır ki?,.
Zaten parlamaya hazır; küplere bindi:
« Ulan,,. dedi, .. i reçper dediğin adam, senede
bir kağnı toz yer! Toz yutmasa işi rasgelmez. Sen
gurban olamadın mı bu toza? Gözünü seviyim o
tozun. Sen de ağnarsın daha dünyayı, hele ıcık
daha dur !•
39
Anam
40
döküyor ve bize komşu tarlalardan su getirtiyor
çok kere.
Ayaklannın tabanı paramparça. Ayağına iyi
kötü bir pabuç aldık. •Onu kim sürükleyecek, "
diyor.
Bana gelince
41
Alınyazımızın çarkı yaşamımızı öğüterek bin yıl
önceki gibi dönüyor, dönüyor.
Ah bu durumu anlatacak güç olsa kalemim
de! Sanatçılarımız nerede? Onların gözleri gör
ıneli bu sahneleri. .. Sel gibi akan terlerden ne şa
heserler meydana gelirdi.
Yakup Kadri «Yaban .. da köy gerçeğine şöy
le bir dakunacak olmuştu, kıyametler koptu,
Türk köyüne iftira etti, diye. Türk köyünü hala
«Çoban kaval çalar anın hayatı şairanedir» di
zesindeki havayla düşünenler bu memleketi ta
nımıyorlar, onun gerçekleriyle hallü hamur ol
madıkça köyü bildiğimizi iddiadan, onun adına
avukatlık etmekten vazgeçelim bari.
Deli Kezhan
42
ka ancak uğrayabildi ötekiler yolarken arpayı.
On kileye durduğunu da ondan öğrendim.
cMamıt ağa," dedi, "Beş kilesine para aldım,
Veysel 'e yolladım. Beş kile de bana yeter gayri,
ne olacak ! "
Sonra yine işine eğildi.
Çorbalık
43
ağaç parçası geriyor yerlerine. Öküzler usludur
ama inek ne yapıp yapıp ipini koparıyor. Saman
lığa geçince de ne bulursa yiyor. Bir şey bula
mazsa kınp geçiriyar oradaki petekleri, çömlek
leri.
Yüreğimin bir köşesini de bu bozuk düzen
yakıyor. ·Bu işleri sen düzelteceksin. Köyü kal
kındırmaya kendi evinden başla. Bunu da yapa
mazsan ne anladım ben senin okumuşluğun dan,»
diyorum kendi kendime. Gerçi her şeyi bir dere
ce düzeltmeye çalışıyorum ama yine de şöyle ya
nıtlıyorum içimden: <<Ne yapayım, önce bir yapı
ister, onun için de para ! ·
Geçen akşam yemek yerken içerde takırtılar
oldu. Çırayı alarak alııra koştu anam. Az sonra
ağlamaklı sesi gelmeye başladı:
«Gıranı giresice de mundar çatlayasıca. Mos
gof malı, gavur ineği . . . Biyilki senede elimi böğ
rümde goydun ! Bulgur mulgur gitti. Al şinci de
çarbalığın hesabını gördün . Ben naapiym de ne
relere gidiyim? Bıktım bu ineğin elinden, iliallah
dedim. Canım çıksa da gurtulsam ...
Kaşıkları atıp kalktık babamla. Vardık ki
ineğin karnı davul gibi şişmiş. Çarbalık peteği
ni kırmış, yerle bir etmiş . Zaten iki ölçek kadar
mış çorbalık. Yediğini yemiş, yemediği de saman
lığın tabanındaki pisliğe karışmış. Üzerine inek
de pislemiş. Anam da oturmuş yere dökülenleri
toplamaya çalışıyor. Bir ağaç parçası alarak ine
ğe vurmaya koyuldu babam da . . .
Harman kalkıp da çarbalık falan yapmaya
iki ay var. Hoş kuraklık öylesine ki barınanın da
kalkacağı şüpheli bu yıl. Komşulardan ödünç bu
lalım desek yok. Bizim her günkü beslenmemiz
44
ise bulgura ve çorbalığa dayanıyor. Akşam bul
gur pilavı, sabah çorba . . .
Biraz şaşaladıktan sonra anam gidip kalburu
getirdi. Güya pisliği eleyip içindeki çarbalığı ayı
racak. «Ana, yok, olmaz, dedimse de aldırmadı,
ayırdı. Ayırdı ama yine pislik.
cGel ana, ölürsek de aç ölelim,• diyerek ko
lundan tutup getirdim eve. Hala dizlerine vurup
döğünüyor:
«Mosgof malı ! Olanca umudumu da yerinen
yeksen etti. De, ben ne pişireyim yarın da önünü
ze ne goyayım? ..
Kooperatif
45
yıtlı varlıkianna bakacak olursanız her birini
milyoner sanırsınız. Fazla para koparabilmek
için fazla mal göz çıkarmaz sanısıyla bol ke
seden atıp tutmuşlar; öküzler, inekler, atlar, man
dalar. Tarla desen kaç dönüm istersen. Hatta hiç
çiftçi olmayanlar bile borç koparabilmek için bir
sürü mal yazdırmışlardır. 1cracılar, hacze gelin
ce bütün o defterde sayılıp dökülen maliann ye
rinde yeller estiğini görerek elleri böğürlerinde
kalıyorlar.
Kooperatifin biri de bizim köyde. El'aman
diyorlar ama yine borçlanınaktan vazgeçemiyor
lar. Oradan alıp oraya yatırmakla geçiyor za
man. Gereksinimierin başında öküz almak geli
yor. Bir çift öküz 600 liraya. Üç taksitte ödeni
yor. Daha sen ikinci taksiti ödemeden bir de ba
kıyorsun, öküz sizlere ömür! Ot olmadığından
doğudan gelen bu hayvanlar burada yaşayamı
yorlar. İşin yoksa bir tane daha al, borcun bir
kat daha katmerlensin.
Geçen yıl 600 liraya bir çift öküz de babam
ayırdı celepçinin sürüsünden. Kooperatiften 300
lira alıp 200'ünü birinci taksite yatırdı. Geıi ka
lan 100 lirayı da başka gereksinimlerine harcadı.
Güz geldi . Kooperatif para ister, celebin ikinci
taksiti de geldi çattı. Biz zaten günümüzü zor
gün ediyoruz. Elde avuçta bir şey yok. Aldı mı
bizi bir düşünce !
·Baba, ne edelim? ..
cNebliym, oğlum."
Baktım ki olacak gibi değil . Paralı diye adı
çıkan birkaç ağaya yüz suyu döküp faizle 300 li
ra denkleştirerek koopartife yatırdım. Bu kez ko
operatiften daha fazlasını almak gerek. Çünkü
46
hem celebi, hem bu yeni borçları, hem de öteki
gereksinimleri saysan bu kadar daha olur.
Haslı Ali'den Veli'ye, Veli'den Ali'ye derken
400 lira borcun altına girdik biz. Babam soluğu
nu aladursun faiz de işler bir yandan. Biz böyley�
ken hiç para bulamayıp da icraya verilenler ha
limize gıpta ediyorlar:
·Buldu, buluşturdu, yatırdı baba ! Bizim gibi
şaşınp kalmadı ya !»
Ah keşke olsa da hepinizi kurtarsam.
Öküzlere bir hastalık gelmesi olasılığı da hiç
aklımızdan çıkmıyor.
·Baba, öyle bir kaza olursa ne ederiz ki?"
·Oğlum, o zaman başka çare yok, boyundu
roğun bir yanına sen goşul, bir yanına da ben.
İsmet de <küçük kardeşim > tutağa yapışsın.
Ölürsek de öyle ölelim. Böyle süıiinmekten öyle
ölmesi hayırlı .....
Beterin beteri
47
ağzı köpürür işin zorundan, bir yandan karın
lan da doymuyor; soluyup duruyorlar. Azıktaki
yavan ekmeğin yansını onlara veriyorum ama
ne çıkar bundan. En çok sürdüğüm gün yirmi
adımlık yer sürebildim. Beş adıma kadar düştü
ğüm günler oldu. Kendi yorgunluğuma bakma
yacağım ama öküzlerin halini gördükçe içimden
kan gidiyor. İ ki ayda topu topu on beş dönüm ka
dar yer sürebilmişiz.
Bu işle uğraşırken yine salıverdim kendimi.
Üstüme başıma bakamaz oldum. Elimi yüzümü
soğuk suyla çalpalayıveriyordum. Pislik içinde
yüzüyoruz ya aldırdığım yok. Asıl üzüldüğüm
şey okuyup yazmaya vakit bulamamak. Hep böy
leyimdir; okuyup yazamadım mı ölü gibi bir uyu
şukluk çöker içime. Okuyunca cana gelirim. Bir
kitabı tam on altı gün cebimde taşıdım, kendimi
toplayıp bir sahife olsun okuyamadım. Sonunda
bir gün çiftten dönünce bu can sıkıntısıyla yattım.
Bir ter yürüdü benden. Soluk alamıyorum. İki
gömleği bir saatte belki on kere değiştirdim ter
den. Her derdi unutarak benim başıma biriktiler
bu kez de. Bir iki koca kan getirip ovalattılar.
Ben çırpınıyorum, anam babam başucumda ağlı
yorlar, komşular da gelip çevremi sarmışlar.
Akşam olunca, iki kaıık çorba içtim. Biraz son7
ra uyuyuvermişim. «Gayri uyudu .. diye sevinmiş
ler. Komşular dağılmış. Bir aralık kulağırnın di
binde bir ses duyup gözlerimi açtım. Anam baş
ucuma oturmuş: «Mamıt, Mamıt, Mamıt, uyan
hele yavrum, .. diyor.
Öyle teriemişim ki . . . O kafaını açmaya çalı
şıyor.
cNe var, söyle ana, terim soğumasın.•
48
uYavrum, terin sırası değil, öküz ölüyor.•
Bu sözü işitince kendimden geçtim.
«Babam uyandırmaya go:rguyom. Şinci bayı
lır ne eder."
Naapalım, nöürelim diye dizlerini döğüyor.
Yaşlar da bir yandan gözünden yastığa damlı
yor:
«Ahırdan tıkırtı gelmeye başladı. Çırayı yak
tım baktım ki uzanmış çabalıyor yavrum, gonur
öküz. Ayaklarını diremiş, küt küt vuruyor. Cal-ı
dınp galdırıp başını da yere çalıyor. Ölüyor . . . Ö l
dü şinciye; yavrum, gak hele. Nidelim ki Yarab
bi !..·
Beterin beteri varmış meğer! Çift sürerken
çektiğim sıkıntılan bir anda unutuverdim. Bu da
mı gelecekti başımıza ! Okuyamadığım için üzü
len ben miydim? Öküz sağ kalsaydı da keşke
okumasaydım. Dünya gözümde karardı. Ne ya
pacağımı şaşırdım. Neden sonra titreye titreye
doğruldum. Emektar paltoyu sırtıma alarak sal
lana sallana yürüdüm ahıra. Anam koluma gir
di. Babamla çocuklar mışıl mışıl uyuyorlardı.
Uzatmış ayaklarını boylu boyunca yatıyor
öküz. Eşi olan sarı öküz de yanında dolanıyor,
gözlerini akıtarak eşine bakıyor. Öküzler bağlı
olurdu ama anam çözmüş ikisini de. Böğrün.).
den dürttüm, kaldırmak istedim ama fayda et
medi. Beyni m · zonkluyor, nerdeyse yere yıkılaca
ğı m. Öküz mü daha ağır hasta, beni mi kestire
miyorum.
Babamı çağırdık Dayımı, teyzemi, dedemi,
komşulan hep çağırıp uyandırmış anam. Alıırın
içi ana baba günü. Herkes sapsarı.
Terim soğuduktan sonra kulaklarım uğulda-
49
maya başladı. Beni kolumda tutarak zorla geti
rip yatırdılar.
Düşünmeyi durduracak bir çare gereksinimini
hiç bir zaman bu kadar duymamıştım. Sanki ba
şımı mengeneye kıstırmışlar da sıkıyorlar. . . Has
ta vücudumun üstüne dünyayı yüklemişler: al
tında eziliyorum. ·Keşke bugünü görmeden ben
gitsem," diye sızianıyorum içimden. Bir yandan
da: •Çare var mı? .. Bu çileyi çekeceksin, bu ko
şulllar içinde eriyip gideceksin, dayan Mahmut,
dayan. » diye kendi kendimi avutmaya çalışıyo
rum.
50
anam gözleri yaşararaktan. Onlar da ağiaşarak
dışarı koştular, öküzün yanına, çınlçıplak.
.. öküz nasıl?" diye sordum anama.
«Nebliym yavrum, sendeleyerek ıcık ayakta
duruyor. Dayın .. geçer inşallah, acı ot yimiştir,
gorgulacak bir hastalığı yok,, diyor.
Biraz ferahladım. Sarı Öküz İ smet'in, bu has
ta olanı da Nevriye'nin öküzüymüş. Çocuklar ev
deki mallan bölüşürler kendi aralannda akılla
rınca. Nevriye dışarda avaz avaz ağlarken İ smet.
gelip yattı. Ah çilekeş kardeşim benim !
«Ağa, benim öküz hastalanmamış,• dedi.
SeviDiyor hastalanan öküzün Nevriye'ninki
oluşuna. Bir bakıma iyi, bari o teselli bulsun böy
lece.
Ortalık aydınlandıktan sonra sanmsaklı yo
ğurt falan akıttılar öküzün ağzından. Ayakta
duracak kadar canıandı ama yine halsiz.
Sevinç
51
Gece anam yine uyandırdı beni: ocEşşemiz
gunnadı (doğurdu) . Sıpası gancık,• diye muştu
ladı.
Zaten hayli zamandır gözlerdik. Bugün ya
rın bekliyorduk, ama başımızın telaşından eşeği
unutmuştuk. Hiç gözlemezken değuruvermiş ge
celeyin . Anam bu kez babamla çocuklan benden
önce uyandırmış. Hepsi ahırdalar. Kalkıp ben de
gittim yanlanna. Eşek, kulaklannı dikmiş, sıpa
sını yalıyor .
Anam anlatıyor:
«Gece yansı birkaç kere hıçkırdı eşek. Kalk
tım, geldiydim, çırayı alıp da . . . Kirinin ayakları
çıkmış. Ben de çektim çıkardım."
Gözlerimiz çıra gibi yanıyordu, sevinçten.
Öküz de bir parça iyileşmişti. Dün geeeki kede
rin yerini şimdi büyük bir sevinç almıştı.
<<Bu kiriyi de Behice'ye veriyorum, • dedi ba
bam. Sonra anama döndü:
«Avrat, eşşeğe bari para verdirmeyecek Al
lah, sağ olursa kiri. Anası gocayana kadar ye
tişir, büyür. O zaman da bu gunnar."
Eşek yaladıktan sonra sıpanın kulaklannı
çöttük (dik dursun diye, gelenektir) . Babam bur
nuna üfürdü ve kulağına seslendi: «Kirr! Anan
dan arkaya galma !.. Seni canavar yir! .. < Bu da
gelenektirJ
Sonra:
· Gel gız, bi de sen çağır da cesur olsun,,. de
di anama.
Bir de anam seslendi. Bu sırada çocuklar da
tutturdular. .. tııa biz de çağıracağız ! ,. diye. Bire!"
de onlar çağırdılar. Benim afal afal, hayretle
seyredişime kızdı babam. İ stermiş ki ben de ço-
52
cuklar gibi sevinçten kabıma sığamayayım ve sı
panın kulağına seslenmek arzusunu göstereyim.
·Ben adamı gözünden bilirim,• diyordu. • İ l
çocuklan gibi mal canlısı değilsin. Her şeye sü
zer bakar. Şöyle içimize ganş da ne yapıyorsak
onu yap: Geriden seyretmeynen mal mal olsa ! . . ..
Bir de ben seslendim kulağına çaresiz.
Ahırdan çıkarken çocuklan bir türlü ayıra
madık sıpanın yanından. Başka yolu kalmayın
ca babamla ben çıktık. Anam çocuklarla ahırda
etti sabahı.
Daha ben kalkmadan , muştulamaya koşmuş
dışan çocuklar; dayılanna falan.
«Ali dayı, eşşamız gunnadı gece, gancık hem
de ! ,
O d a cevap verdi:
.. Ağzını (ilk süt) sağın yeğenim, gayri işin iz
yürür, eşşanız gancık gunnadıysa . . . ..
Bu da bir köy
53
ileri sürdüler. Yirmi dakika uzaktaki Nebili kö
yünden getiriyorlar suyu. Köylerinde ne kuyu,
ne çeşme, ne de akan bir damla su vardır . . . İ kin
ci nedeni de şöyle anlattı bana üye Naci: «Efen
di, belli, yokluk herkesin başında bir şiy: sıcak
yemek yemeyi yemeyi ne olacak ! Şalak kemir
meynen gann dayurmanın sonu önsürektir.. " On
bir çocuk yatmakta boğmacadan. Bir tanesi dok
tora götürmüş ve iğne almış: ama, fayda etmeyip
çocuk ölmüş, onun için doktora gitmeyi akıl eden
hiç yok. Hem akıl etsen bile götürecek durumda
değilsin. Şöyle bir baktım: Kimsenin yüzünde
kan adına bir şey arama . . . Köşede otururken iki
çocuk geldi yanımıza, birisi topaJ , birisinin gözle
ri trahomlu.
Evleri gezerken : «Götürmeye götürmezik a,
götürünce de fayda etmeyor ! " deyip, şunu da ek
liyorlar: «Şu yatan çocuklan da ölüden say, ölü
gayıtına geçir Mamıdefendi; bunnar gakıp da
adam mı olacaklar? . . .
,.
54
tınbaş'ı gösterdiler, iki öküzü, bir ineği, dokuz
koyunu, üç tavuğu var. Hemen ekledi: «Bu yıl on
ları da keserim, boşa yazma efendi ! »
Toprağına ve kaldırdığı ürüne gelince:
<<Ah gardaşım Mamıdefendi, hep o topraksız
lık deyil mi? O deyil mi belimizi büken? Ben ken
di nefsime beş gardaş biraradayım. Elli dönüm
ekinimiz var topu. Kırk kile toom ekdik. Elli
dönüm ekinden on üç kile buğday geçti elimize.
CB izim köye nazaran bunların hiç bitmemiş . . . }
On altı baş horantayım (nüfus } . Ac nöreceyik !
Paraynan zaara almaynan başa çıkılır mı? Be
nimkisi de ıcık safsata mı ne? Sanki paramız var
gibi konuşuyom biliyon mu?"
Bu arada, oturanlar arasında yelrenlik çoğal
dı. Herkes <<saman, diyor da bir daha demiyor
du. ,,saman ! Saman ! . . olmazsa keserik hayvanla
rı. Zaten acıkınca onnarı yatırıp kesrnekten gay
rı çaremiz ne?"
Nuri ağa sürdürdü : ,,saman derdi cilis bela
Mamıdefendi ya ! . . Öküzleri satınayınca iderneye
cek Üç-beş kere bazara sürdüm bi şey verme
yorlar. Senin üç yüz liralık malına getirip otuz
l i ra veriyor haydı haydı ! . .
« İ şte böyle, bizim işler batgın ki , batgın . . .
Öküzlere el para vermeyince nidelim? Onnarı
kesip ev horantasma yidirmeli. Çocukları filan
da toprağa yidirmek ilazım gelecek ellem . . . Ne
ideJim gardaşlık şaştık ! Herifin biri öyle demiş
vahtın birinde: 'Köprü altında sandık - Baştan
ayağa yandık . . . '»
«Peki, on üç kile buğdaydan gayri bir gelirin
yok mu?" dedim.
«Başka gelirim mi? Heç yok valla. Yalnız on
55
kuruş buldum geçen hafta pazardan gelirken.
Elimizi Allaha açıyok. Bu yıl tüm öldük, dedim a.
Bi saçım saptan eline geçen on üç kileden ne·
olur? Allah bi gapı açarsa açar. Uzaktaki zengin
gulunun birine merhamet verir de bizi sebeplen
d.irirse bilmem ! Yonsam nidecamızı bilmiyok. Di
şimizi sıka sıka ölümü gözleyeciyik. Ölüm gurta
nr ölüm. Ölünce de nasıl olsa birisi sürüyüp, üle
şimizi evden çıkarıp atar şuraya . . . ..
Nuri ağanın acı acı ve kısık kısık söyledikleri
ni ivedi ivedi ben not ederken yanımızdakiler de
bize ve birbirlerine bakarak, başlaoyla onaylı
yariardı söylenenleri. Nuri ağa ise, on gün din
lesen sözü biteceğe benzemiyordu. Köstebek deli
ği gibi, her bastığın yerden su çıkıyordu: içi dolu
idi: .. Bekçiye, mıhtara filan bir şey veremezik
gayn. Vakat, üstbaş işin içine sıÇıyor. Evdekile
rin üstüne başına yenisini deyil de eskilere ya
malik alayım desen iki yüz liraynan gapanmaz.
İ şin bu yanını heç düşünmüyom bile. Guru ek
meği bulurlarsa cannanna minnet. Göbeklerini
sallasınnar gezsinler ya . . . ..
·Daha ! .. dedim.
·Bu kadar yetme mi; daha söyleyim mi?" de-
di.
Kolum da yorulmuştu.
« Biraz da şu komşulada konuşalım," dedim .
• İ şte böyle bizim hallar,.. dediler hepsi.
Osman ağa diyorlar birisi:
• Valla billa on kile arpa galdırdım, tohomu
gayıp ettim. Buğday heç bitmedi. Arpayı da ek
mesek yandıydık. Amma bunu nidiyim? Yem mi
'
yapıyım, yiyim mi, ekiyim mi?»
•Vay deli del i ! » dedi Deko. Osman ağa ya-
56
bancı imiş. Ona bakarak: •Vay deli, daha bir de
yem bekliyo. Elleem denk sizin köylülerin iki başı.
Kes ! Kes gocalama öküzleri de yidir çocuklara ! »
·Ulan Deko ! Dediğin doğru, öküzleri kessek
de olur amma, yakacak da yok; tandırda ne ya
kacıyık, dedi öteki.
Hırslarımız biraz yatışmıştı. Artık ağırdan
konuşmaya başladık:
«Yavu ı .. dedi Nuri ağa. ·Geçen yıl; bu yıl
ölennerde ne var! .. Bundan sekiz on yıl önce bi
zim eve bi gıran girdi, tam on tane mevta çıktı.
Allah seni inandırsın . . .
"
Mem o:
·O vakıtlar hep öyle oldu oğlum ! Anam ağ
nadırdı irahmetlik de: 303'ün gıtlığında tek bi şi
nik arpa geçmiş ellerine; tam iki ay yağsız tuzsuz
un başılı bişirmişler, avuç avuç. O yıl elli kişi
gırılmış açlıktan bu köyde ! »
«Başka deyil de, tam aşkıyalığın sırası ki, ya
ni! Geçmeli şu yola, "İn eşşekten usulcacık gu
zum ! " demeli. ·Cebinde, heybede ne varsa yiye
lim."
B u sözü söyleyen de, Veli idi. Bana dönerek
de: ..Efendi guzum, burda denenneri can can
yazıyon a, derterde galmasın; hökümet babaya
sal da ne diyecese di sin halımıza . , . " dedi.
57
<<Güle güle, gusur bizde, gidin Allah selamet
versin,• dediler.
Ayrılarak, akşam köye geldik Celal 'le . . .
Tohumluk
58
Hepsi:
a:Orda alır, orda satar, harcar gelirik," diyor
lardı.
Kentte aldığı tohumluğu satınarnayı yağle
yen birkaç kişi de harçlık sorununu düşünüyor
lardı:
e Ya evdeki paklanın (fasulye) bir ölçeğini
götürüp harçlık yapmalı; ya aldığımızın bi kile
sini satıp harcamah, başka çare yok, • diyorlar
dı.
Muhtar:
.. Gonşular ne olur, ne olmaz, belki bi iki gün
beklemek icap eder,• dedi. «Ekmeği neyin ıcık
cannı alın. Orda kepaze olmıyalım. Kimse gafa
kadini unuduyum demesin sakın.•
Gece herkes eşeğine binerek yolcu olacak ve
udayraların açılma sulannda· kentte buluna
caktı. B u karardan sonra dağıldılar. . . Muhtar,
üyeler ve ben kaldık odada.
Veli çavuş:
.. şinci gine gafasına not eder a, varsın etsin
Mamıdefendi, • diyerek açtı ağzını:
«Bizim iki kağnı saman var Mamıdefendi , "
dedi. «Altı baş mal güççük, büyük . Evde d e şöyle
bi dirhem yakacak yok. .. Nideceyik bilmem. Ulan
arkadaşlar: böyle senede her şey aksi olur zaten:
Allahın takdiri mi ne: bugün davar sağım yeri n e
getdiydim demin, ganlann hep gannılan göde
ulan, hepisi gunnacı babalı boynuma."
Üye Hüseyin ağa:
.. veli çavuş ! Dünyanın böyle olduğunu bilse
ler ardan çıkmazlar o çocuklar, ne çare çıktıktan
sonra ağnarlar kaç köşeydiğini dünyanın , ,. dedi.
Sadece söz söylemiş olmak için :
59
·Bu ne kadar bezginlik yahu ! Şimdi kuyula
nnızı açsak yüz kile zahire çıkar herbirinizden,"
dedim.
·Alla h aşgına Mamıdefendi, el desin, sen de
me böyle,• dedi Veli çavuş, •Şu köyde yok mu şu
köyde: üç kileynen, iki kileynen ·harman galdır
dım· diye ağiayı ağiayı gakanlar çok. En ireçbe
rim diyen zenginimiz Şaban ağa, ya on kile kal
dırdı, ya yirmi kile, fazla deyil . . .•
Yiyip içtiklerini sormak aklıma esti. Biliyo
rum ki, şu güz mevsimi başlangıcında karpuz
ekmekten başka bir şey yemediler.
·Yavan ekmek nemize yetmiyor, " dedi . yine
Veli Çavuş. Sonra gayet içten ve acıklı: «Senin
geçim dediğin bi sırdır bre Mamıdefendi; kimse
bilmez kimin neler yiyip, neler çektiğini. Defte
re galeme gelmez bu. Gelse de okuyan ne ağna
yacak? Gelip beniminen bi gaç gece yatıp gakma
lı da bellemeli: Veli Çavuş nasıl geçiniyormuş . .
. »
dedi.
İ ki gün sonra geldi tohum almaya gidenler:
Yalnız dört kişi köye getirdi aldıklan üç kile < ıos
kilo) tohumu. Gerisi, satmış ve en önemli, sıkı
gereksinimleri için harcayıp gelmişler. «Höküme
te borcum olsun, gözünü seveyim," diyorlar.
KÖY YAŞAMINDAN
SAHNELER
Dünya turu gibi
63
de hayli uzaklaştım. Geri dönmek güç. uDeh,
çüş ! » diye dürte dürte gitmekten başka çare
yok.
Dıbıl dıbıl yürüdü önümde eşek. Ben de uy
durdum ona adımlanmı; ağır-aksak gidiyoruz.
Saat dokuza geldi, ortalık iyice ısındı. Hasan
dağının üstünden bir uçak göründü. Adana'dan
Ankara'ya gidiyor. Benim erişeceğim yer olan
Ekecik dağını iki dakikada aşıp savuştu gitti.
Eşekle ben, arada sırada dinlenmek koşuluy
la, bu yürüyüşle yolumuza gidiyoruz. Yolun üç
te birini zor gitmiştik, ikindi oldu . Eşeğe kızdım
fayda etmedi, önüne düşüp yulanndan çektim,
ardına geçip imballadım, boşuna ! Bir bezginlik
çöktü içime.
Uçak ikindi üstü geri dönüp yine üstüroüz
den geçti. Onun gidişiyle dönüşü arasında aldığı
mız yol ölçüise iki kilometre çıkmazdı. O Anka
ra'ya gitmiş, geliyordu.
Akşam oldu, yatsı oldu, gece yansı oldu . . .
Eşek önde ben arkada hep yoldayız. Kulaklarım
çın çın ötüyor. Eşeğin gözüne konup kalkan si
neklerden başka canlı bir yaratığa rastlamadım
yol boyunca. Bereket ay ışığı var.
Uzatmayalım .. Ne hasta eşekte can kaldı, ne
bende. Dizielim tutuldu. Nasıl yürüdüğümün
farkında bile değildim. Dilim damağıma yapış
mıştı. Heybeden çıkanp bir lokma ekmek yeme
yi canım çekmiyordu. Sallana sallana, bitkin ha
limizle yine yürüdük. Sabah horozlann sesi du
yulurken köye yaklaştım. Okul yolun ağzındadır.
Köy biraz daha ötede kalır. Eşek okulun önüne
kendini attığı gibi uzandı yere. Ben de uzandım
duvann dibine . Bu sırada şafak atmış, ortalık
64
. aydınlanmıştı. Gözlerimi açamıyordum. Şaşkına
dönmüştüm uykusuzluktan ve yorgunluktan.
Azıcık dinlendikten sonra kalkıp heybedeki
arpadan birazını eşeğe verdim. Yattığı yerde ye
di ve canı geldi. Ayağa kaldırarak bizim komşu
nun alıırma sürerken güneş doğmuştu. Bizim
komşu:
.. iyi gelmişsin, Mamıdefendi, gece erken mi
çıktın köyden? .. diyordu.
Eşeğe on beş gün hizmet ettim burada. Son
ra babam geldi, onunla geri gönderdim. Eşeğin
önceki ve şu son halini görüp de arada hastalan
dığı zamanı bilmediği için ben anlatınca gül
· dü:
«Bi gece, bi gündüzde Ankara'ya giderim
ben o eşşeğinen. Sen eşek sürmesini unutmuş
sun da ondan. Ne düşünüyordun kim bilir yolda,
·
eşek sürmüyordun da . . . ..
Gazel
65
Çayın suyuna yaz mevsiminde ilgi gösteril
meyişinin tek nedeni, suyun ılımasıdır. Yoksa
köyün bütün pisliği orada yıkanmış, bir sürü at,
manda onun içinde yayılırmış, çörlü çöplü, bula
nık akarmış kimin umurunda! Şifa niyetine içer
ler de içerler.
Köy evi
Tandır
66
gibi bir delik, adına "külle" derler, duvarın altın
dan tandırın tabanına gelir. Tandır yanmak için
havayı buradan alır. Tandınn işi bitince deliğin
dış taraftaki ağzına, çul çaput tıkanır ki, hava
gelip içerideki ateşi soğutmasın.
«Ana, bu çok zahmetli, hem de pis iş. Bir so-
ba alsak . »
«O d a neymiş?»
Şöyle şöyle, diye anlatıyorum. Kavnyor.
Öyle şey yaramaz bize. Tandıra yan yerine
kadar gömülmeyince olmaz ki . . . »
Kaynak
Kürsü
67
lim milim gibi şeylerle örtülür. Kış günü çoluk
çocuk başına üşüşüp akşama kadar oradan ayrıl
mazlar. Hele bir lwcakarı da korkulu masalların
ucundan tutuverirse, çocuklar korkularından
başlarını kürsünün altına sokarlar.
Akşam yatarken bütün yataklar tandırın
kıyılarına yapılır, ayaklar tandıra gelir. Dört ya
nına dört döşek mi serilmiştir; en aşağı sekiz kişi
vardır dört döşekte. Çocuklar üçer, dörder yatar
lar kalabalık evlerde. Bu, tandırda on altı ayak
birleşiyor demektir.
Pencere
Aydınlık
68
köhne bir aracı diye anımsanır. Ama köylerimiz
den çoğuna bu lamba, uygarlığın bir verisi olarak
daha ginniş değildir.
Bizim isli evin, zift gibi elime sıvaşan tezek
ve çıra isieriyle badanalanmış uygun bir yerine
bir ağaç çivi çakıp ilk olarak lambayı taktığım
gün, en büyük yengiyi sağladıktan sonra koltuk
l arı kabaran bir kumandana dönmüştüm.
Çocuklar şaşınnıştı.
« Ana gız ! Bak, bak karnından yanıyor, bizim
şu çıra gibi ü lüğünden yanmıyor, " diyorlardı.
Ben yanlarından aynyım ya şimdi, artık o
lambayı yakmıyorlar.
«Neden yakmazsınız baba, ana?» diyorum.
· Yazın tatilde eve dönünce kendin yak lam
bayı. Şinciki devirde ona gaz mı yeter?- Hem bir
düşse bin parça olur, nemize lazım ! . . "
Diye karşılık veriyorlar.
Paranın yeri
69
Bu hikaye, bizim çocukları anımsattı. Geçen
de soruyordum çocuğa:
.. çocuğum, kaç gündür bir kalem alamadın?�
« Öğretmenim, babam yabana gitti; anam da
paranın yerini bilmiyor. Dün akşam ahırdaki de
likleri hep aradık, bulamadık. ..
Istam pa
Köyün saati
70
oraya bakar durur. Sonra güneş o ccbel • e geld i
mi, ezan okunur . . .
İ kindi de, köyün alt yanından Uçeye giden
« ulu yol ,. un batısındaki «sivri» tepenin gölgesi
yola inince . . .
Akşam, güneş batıp da battığı yer kızarır
keri.
Yatsı tahminidir. Sabaha kadar yolu var.
«Ne kadar geç kılınırsa, o kadar iyidir, " derler.
Sabaha gelince; onu da tanyerine göre ayar
Iayıp okuyor hoca.
Diyeceksiniz ki: «Kışın güneş buluta girdiği
::; C: n lerd8 m ısıl bi) iyorlar? . . . "
Kap - kacak
71
Pisliğin, her türl üsüne katlanıyorum ya, bir
gün canıma tak dedi de sofraya oturmadım: Ba
bam kalkmış, yemek yediğimiz sahanla eşeği su
Iamış testideki suyu tüketmecesine hem de. Ya
zının yüzünde, ekin tarlasında aç susuz kalakal
dık . . .
Eller
Cenneti ala
72
şukluğu yavaş yavaş geçer, sıcağı emdikçe cana
gelir, çıkarlar duvarın dibine, serili seriliverirler.
Ama buraları aynı zamanda abdest bozma yeri
olduğundan, bir de kokar mı pis pis !
Fes bir yana, yemeni bir yana. Yatarlar bir
birinin dizine. Hiç usanmazlar akşamlaradek, bit
ayıklarlar. Çatlat ha çatla t ! "Korkmayın, tüketi
riz kökünü diye ! ,.
Başlan kokar mı, karmakanşık saçlan kıp
kızıl kesilir mi kanla. Pannak tırnaklan benzer
mi ezilmiş serçe başına . . . Ayaklar, eller sanki
kapkara birer taş parçası. Yüzlerindeki kiı;n do
nu güneşte çözülür de kara kara terler akar şa
kaklarından .
Muhtarla geçiyorduk. Acele kalkıştılar, fes-
lerini filan yerleştiriverdiler başlarına.
·Yahu muhtar, ne yapıyor böyle bunlar. "
«Bitleniyorlar, gaynm. Bahar geldi d e . . . ..
(
Temizlik sorunu
73
d a basmak için tahta desen mumla arasan ilaç
için bir tane bulamazsın köyde. Çaresiz, o pisliğe
yalınayak basarak yıkanacaksın.
Ya elbiseleri nereye koymalı? Bu da sorun
dur hani. Düşüne clüşüne, bir çare buldum: Kapı
n m arkasında birer birer soyunup elbiseleri İ s
mail' e teslim ediyorum. O, ahırla samanlığın ara
l ığinda bir yere kirlen meyecek şekilde bırakı
yor : Sonra yere bir kazık çakıp iç çamaşır
larımla havluyu da ü stüne iliştiriyorum . İ şim
bitince çağırıyorum İ smail'i < Gani Çavuş'un ye
ğenidirl , elbiseleri birer birer alıp binbir zah
metle giyiniyorum.
Yıkanıyorum dersem, inanmayan sakın . Sa
dece kirimi kabartıyorum . Evde soba yok. Bir tes
ti suyu ocağa oturtuyorlar. Bilmem kaç saatte bi
raz ılıyor. İ şte onunla yıkanacaksın elinden ge
lirse eğer.
İ şte böylece buz gib i ahırda biraz ıslandıktan
sonra çabucak çıkıyorum . Nasıl çıkmazsın? Sen
ılık suyu dökünürken saman damdan da buz gibi
sular sızar üstüne. Şu hayvanlar nasıl ölmüyor
lar diye şaşıyorum burada.
Hadi ben böyle yıkanıyorum. Ya ötekiler?
Bir anket yapıyorum. Birinci sınıf öğrencileri
benden sıkılmazlar. Elli öğrenci me soruyoru m :
.. Evi soğuk olanlar parmak kaldırsınlar ! "
Hepsi.
Evlerinde yıkanma yeri olanı sordum. Yalnız
bir çocuk çıktı. O da günlerinin yansı ilçede ge
çen hali vakti yerinde birinin oğl u . . . Evlerinde
bir o:gusulhane" varmış. Yani, duvann dibinde
su dökünmek için girecek bir soğuk delik . . .
74
Helalar üstüne
Ayaklar
75
yak. Kışın bile karda çamurda suya böyle gi
derler.
Kızlar hep yalınayaktır ama, başlannda ta
şıyama::,racaklan kadar ağır fesler, yazmalar,
püsküller, pullar, incik hancuklar doludur.
Bu ayaklar, yazın da ekin tarlasına, çift sür
meye giden, çatıayıp taş kesilen ayaklardır. Kir
den gözükmezler.
Ceyhun Atuf Kansu, bir köyde kadınların
hep bel ağnlı olmalarının nedenini anyordu . Eğer
o köyde de böyle yalınayak geziyorlarsa nedeni
belki de budur.
Bir düş
76
varsın da kendi e vindekilere sıra gelsin diye uy
durmuştur o sözü.»
Ya şu posta
77
mektubu. Ya ben gelip aramasaydım. Mektup
belki postahanenin bir onarım, ya da taşınma
işinde meydana çıkardı ama, acaba kaç yıl son
ra?
«Neden böyle bekletiyorsunuz?, diye sora
cak olduğum dağıtıcı, çıkıştı:
•İşimiz kalmadı da senin mektubunla mı uğ
raşacağız...
Adlar
78
Ailesine soruyorum. Onlar da aynı karşılığı
veriyorlar.
«Hassik mi yazalım şimdi?»
·Dedesinin adını koydular, efendim. Hassik
ağanın torunu . ..
Sonradan araştırınca öğrendim ki, köyde ne
kadar Hassik varsa, Hasan Hüseyin'in bozulmuş
biçimiymiş. Hasan Hüseyin diye yalnız derterde
yazılı, köylü, Hassik'i adının doğrusu sanıyor.
Çiınli köye gittim. Gece hayli yağmur yağd.ı
ğından, okulun önündeki çukurlarda su gölekle
ri var. Ben orada gezinirken, çocuğun hi.risi yere
uzandı ve yarı çamurlu suyu içmeğe başladı. Öğ
retmen böyle pis suları içmeyi yasak etmiş ola
cak ki:
«Horruk su içiyor, vanp eretmene diyiıi m ! ..
Diye içeri koştu çocuğun biri.
Öğretmen arkadaşa, defterde de böyle mi ya
zılı olduğunu sordum.
«Bu köyün nüfus defteri falan yoktur,, dedi.
.. çocukların adları da bu, babalannın da: Hor
ruk, Şaplak, Köşköş, Çullu, Moroğlan. ·Babalan
da öyle. Ayran, Tönbe, Bıyık, İ balı, Fosur, Ga
muk . . . "
Muhtar
79
maz. Mühür kimdeyse keramet ondadır. Çok
köylerde, askerlikte çatpat okuyup yazma öğren
miş, geniş görüşlü kimseler bulunduğu halde, çok
kere m uhtarlar cahiller arasından seçilir. Muh
tar oldun mu, ağalık biraz daha büyür, fakir fı
karanın boynu, biraz daha incelir. «Dört gün bi
zim ekini biç de, gelecek yıl seni kır bekçisi tuta
yım, " falan diyerek her işini masrafsızca yaptır
manın yolunu bulur.
«Köyde okumuş, akl ı başında adamlar var,
niçin ehlini seçmezsiniz?,. derseniz, «Ne yaparsın
efendi. Köye gelen giden olur. Muhtar fıkaradan
olursa onları nasıl ağırlar, nasıl ikram eder? ..
derler.
Geçenlerde yurdumuzu gezen İ ngiliz tarihçi
si Toynbee'nin, köylerimizle kentlerimiz arasın
da uçurum bulunduğunu söylemesi üzerine, açı
lan anketi yanıtlayan bir öğretmen: .. Köyleri kal
kındırmak için köy muhtarlannın en aşağı or
taokul çıkışlı olması gerek. Yoksa muhtar dana
çobanı oldukça bütün yapılanlar boştur, .. demiş.
Bunu bizim muhtara okudum.
«Doğru söylemiş herifcinin oğlu, ,. dedi. «Bi
zim neden habarımız var ki: Mıkdar mısın, mık
danm, oldu bitti ! Katip bazı ganunu okur da ba
n a annadır. Başımı sallanm, bir şey annadım sa
nır beni."
Anketi yanıtlayan öğretmen haklı olmalı:
"Baş kalkmayınca kıç kalkmaz,,. diye bir söz
var bizde. Köyün başı muhtar değil mi?
Kavga döğüş
80
kişme ve döğüşmelerin nedenini ararsanız, bir
fındık kabuğunu doldurmadığını görürsünüz.
Oysa en küçük bir ağız kavgasının bile sonunda
bıçak, tabanca, çekilmesi, kafa göz patıatılması
olağan hallerdendir. Arkasından da kim bilir kaç
kuşak sürecek olan bir kan davası. «Filanca za
man senin emmin benim dayıma şöyle etmiş, böy
le etmiş, gor muyum onun öcünü sende . . . " Bir
şeye aklı ermeyen çocuklar bile en küçük y� şın
dan bu türlü telkinler taltında büyürler. Yan tut
malar, hasımlar arasında sık sık cinayetler çıkma
s ı sürüp gitmektedir.
Efendim . «Deli Mehmet, i nişanlıyorlar. Ar
kadaşları, « İ lla kuyruğunu doğrult," diye tuttu
rup helva şöleni istiyorlar, peşini bırakmıyorlar .
... şimdi olmaz, hele bir sırası gelsin de . . · " falan
diye atlatmaya çalışıyorsa da, ol muyor. Arkası
kesilmeyen alaylara, takılmalara katlarramayan
Mehmet, usturayı kaptığı gibi Molla Hasan'ın
oğlu Ahmet ' i n boynuna daldırıyor. Bir gürültü,
bir kıyamet . . . Sonra davadan vazgeçilmesi için
bir yandakiler para ödüyor, öbür yandakiler de
bir kulp takıp kaza süsü vererek hastanenin yo
lunu tutuyor.
Bir başkası: Kundalı'nın köpeğiyle Ak Recep'
i n köpeği boğuşmaya başlıyor. Baktım, kaşla göz
arasında kızılca kıyamet koptu. Ağıza alınmaya
cak küfürlerin bini bir para . . . Zaten döğüşün ta
d ı da buradadır: Kim d aha fazla, daha sunturlu
küfür ederse mertlik onda kalır. Sövdükçe çileden
çıkarıyorlar birbirlerini. Bağırmaktan iki yanda
kilerin de sesleri kısıldı. Bütün köylü birikmiş,
kavgayı kızıştınyorlar. Derken bıçaklar, taban
-calar görünmekte gecikmedi. Karıların, çocukla-
81
rın taşlan vızır vızır işliyor. Kavgacıları ayırmak
bahanesiyle ortaya atılanlar da arada punduna
getirip sağa sola yapıştırıyorlar.
Ak Recep 'in Hasan tabaneaya davranıyor.
Kundalı da çekiyor kamayı, ver yansın ediyorlar
ortalığa . . . Yaralananların sayısı belirsiz . . .
82
yı, onlar da yan tutup taşlarla girişmesinler mi
birbirlerine?
Sonuç? Kel Hasan'ın oğlu ümitsiz
durumda
hastaneyi, vuran da hapishaneyi boyladı. İ ş b u
kadarla kapansa yine iyi. Artık iki yandakiler
den, ne zaman, nerede kim kimi denk getirebilir
se elinden geleni komaz ardına.
Vurulan çocuğun babasına:
«Hasan ağa, neden oldu bu iş?» diye sor
dum.
«Efendi yavrum," dedi. «Esasını sorarsan
sandık mandık bahane. Herkes garnındaki üzüm
eşkisini çıkarmak için öküzün altında dana arı
yor? . . . ..
Ah kültür!
Sigara
83
•Vücutça da çok iyiliğini gördük, " diyorlar.
• Önsürek falan tutmayer gayri. Göğsümüz saray
gibi.»
Bunlar arasında sığırtmaç Koca Mustafa var
ki, evinde ne bir eşya, ne de bir lokma yiyecek
bulabilirsin. Güttüğü ineklerin sahiplerinden her
sabah birer ekmek toplar. Sekiz tane de oğlu var.
Büyük oğullarından ikisi Haymana ovasında ço
banlık yapıyorlar. Sığırtmaç onların kazaneını
sigarasının dumanında savururdu. Gençliğin
den beri her gün iki paket! Dudakları, parmak
ları, yüzü sapsarı. Oysa ki, pehlivanı oymuş bu
çevrenin bir vakitler . . . Öyle iri kemikli ki. . .
i kı oğlunu da okula aldık zorla. Hafta geçer.
<.: �· geçer, çocukların eli defter, kalem görmez.
«Gitsin, gelsin . . . Vali olacak değil okuyup da . . . "
deyip geçiyor.
Sigarayı bıraktırmak için en çok onunla uğ
raştım. Sonunda bir gün iyice etkilenmiş olacak
ki, boya kutusu tabakayı içi dolu tütünle önüme
fırlattı ve kalkarak andiçti. Hemen ocağa atıp
yaktık tabakayı . Dört aydır deftersiz olan çocuk
lar deftere, onun göğsü de rahata kavuştu. Hatta
evde yedek duran dört paket tütünü getirdi de,
dükkfı.na birlikte gidip çocuklara defter kalem
gibi şeylerle değiştirdik.
Koca Mustafa:
«Eskiden ölü gibiydim, şinci çivi gibiyim; ne
re çaksan ora geçerim. »
84
Yarın için daha çok şeyler yapabileceğim ümidi
ni uyandırıyor bende.
Gördükçe, düşündükçe yüregım parçalanı
yor: Günlük yaşamımızda e n gerekli şeylerden,
iğneden, iplikten, kibritten falan bile yoksun bir
halde türlü sıkıntılara göğüs geriyoruz. Köyün
üç taş oturakla iki şeker sandığı kınğından baş
ka bir şey bulunmayan dükkanında dizi dizi rakı
şişeleri, paket paket sigaralar sıralanmıştır. Mil
l et bin gereksiniminden artırdığı parasını ne ya
zık ki, bu zehirlerden esirgemiyor.
Eller gider Mersin'e . . .
Kadının önemi
85
ra mın ı köy erkeği benimsemez. Yaş ilerledikçe
dişi de gözden düştü m ü, tamam . . .
Kadının gfzli yeri ağzıdır. Kadının ağzı başı
na örttüğü yemen inin ucuyla sarılıyor. Açsa aç
sa yemek yerken açabilir. Onu da erkekle yemez .
Bir ailenin erkekleri ayn, kadınları ayrı yerler
yemeği. Bundan başka sesi de gizlidir kadının.
Rasgele herkesle konuşamaz kadın. Hele genç
bir kız ya da gelin, kendinden büyük erkeğe, ka
dına, özellikle akrabaya el ve baş işaretiyle bile
meram anlatamaz. Yüzüne bakamaz. Eğer, dün
yada harcadığımız soluğun hesabını öbür dünya
da vereceğimiz, doğru ise, köy kadını mutludur,
kazançlıdır.
Kara Niyazi, düğün evinin önündeki kalaba
l ığın içinde kansını ağzı açık görünce hemen eYe
koşup bir balta sapı getiriyor. Kadın, farkında ol
madan açılan ağzını o gelinceye kadar kapattığı
halde, kadını kötürüm etti çıktı elalemin içinde.
İşin yoksa dert et kendine bu zulümleri !
«Ayıp değil mi?» dedim.
«Ne ayıbı, yavu, bana mı ayıp, ona mı? Eksi
ğise eksikliği n i bilsin , " dedi.
Bazan çocuğuna izin almak, hastalığın ı ha
ber vermek için yanı ma gelenler olur. Bütü n me
ramlarını el ve baş işaretleriyle anlatırlar. Bu ge
Ieneklerden habersiz biri görse, zavallıyı anadan
doğma dilsiz sanır.
Bir de saka! gözetmek geleneği var. Kadın
hangi yaşta olursa olsun, yedi yaşından yukarı
bütün erkeklerin sakalın ı gözetir. Yolda gider
ken iki yüz adım geride de olsan sen geçineeye
kadar bekler, yüklü olsun, boş olsun . . . Çünkü,
herkesin dilinin ucunda hazır duran bir söz var.
86
Hele yan ılıp da erkeği geçmeye görsün; beriki
hemen yapıştırır: «Makası amma da keskinmiş
be ! , Kadının gözü öylesine yılmıştır ki, bu sözü
i şitmekten . «Bi z ağır yürüyeceğiz, sen bekleme,
geç , •• desen bile geçmez. Ağır ağır arkadan yürür.
Tıpkı Hindistan 'daki Paryalar gibi.
Hüseyin dayımla karısı Uzun Anşa doktora
gidiyorlar i lçeye . Doktor soruyor: «Nen var, ne
ren ağrıyor?, Baş işaretlerinden başka bir kar
şılık alamıyor. Kocası anlatıyor sonra. Oradan
çıkınca, ''Kırk yılda bi şeere geldik. Avrada bi
halva yedireyim,,. diye öne düşüyor helvacı dük
kanına doğru yürüyecekler. Bir de dönüp ne
baksın, kadın yüzün ü duvara dön müş, ağız yüz
sarılı, korkusundan ve utancından titreyerek
b ekliyor. ''Gız, neye gelmen? .. demiş dayım . ''H e
anam herif, o kadar erkeğin sakalım nasıl kese
yim ·de geliyim? ..
·Çocuklar
87
Belki de hiç giymemişlerdir. Ayaz günlerde işle
rini bitirir bitirmez kaçarlar içeriye. Güneşli
günlerde biraz güneşlerler duvar dibinde.
Evin büyükleri de tıpkı çocuklar gibi duvar
dibine çömelirler •gereksinim,. durumunda. Son
ra kadınlar ocağın külünü getirip bu tümsekie
rin üstüne dökerler. Kapı ile pisliklerin arası iki
adım ya var ya yok. Kümesin kapısını da açtılar
mı, hemen üşüşüyor tavuklar ganimetin başı
na . . . Orasını deşip dağıtıp ku rsakların ı dolduru
yorlar. Pisliğin bir kısmı da bu sırada evin içine
yayılıyor. Süpürgeyle, kürekle bunları topladık·
l arını hiç görmedim . Tınaz gibi yığılıyor kapının
önüne babara kadar. Baharın sebze için kullan ı
yorlar. Bunların ü ç çocuğu var. İ yice yabanlaş
m ı şlar. Uğraşa uğraşa yanıma sokulmaya alıştır
dım bunları. Ama dillerini çözemedim bir türl ü .
Sonra sonra işaretle konuşurken bazı sözcükleri
söyler oldular.
Şeker vereceğimi işaretle bildirdim mi , he
men yanıma koşarlar. Her yanlan kir ve yağ
içinde. Birer santime yaklaşan tırnaklannı kes
tim, ellerini, yüzlerini, ayaklannı sabunla yıka
dım birkaç kere.
Bir gün babaları çekine çekine yanıma gel-
di:
.. sana bi ırcam var, efendi,» dedi. «Bu çocuk
Jan bura alıştırma. Govala
öte gitsinler . Şeker
.
meker verüp şımartma. Ahlakları bozulur; göz·
leri açılır. kötü olur. »
Pislik işini söyledim :
.. Ben beni bileli bu böyle," dedi. «Didiğiıı
doğru, biraz daha evden uzak olsa iyi emme. gel
gelelim efendi, emme'si var işte: hani hal halm
88
ölçüsü derler . Malum ya, ayakları tüm yalın ev
dekilerin, ayazda öte gidemiyorlar."
Ölenler kalanlar
89
Ö n ünde sofrabazi açık duruyor. Yanımdan
gidince ekmek koydurmuş yemek için . Bir de so-
ğan kırmış . .. ü ç lokma mı ne alabildi, gardaşım , "
diyor kadın . .. Nasibi b u gadarmış napalım . . . "
90
çöküp gider. Gelin olur olmaz yakayı hastalığın
pençesine kaptırır. Bir iki yıl yatalak olduktan
sonra ölenlere çok rastlanır. Böyleleri için: «Za
ten hastaydı, kocaya varınca hastalığı açığa vur
du,,. deyip geçerler.
Evlenmek, oğlan evi için bir yıkımdır. Hay
van satar gibi kızlar için bin l iradan kapı açılır,
beş aşagı beş yukarı pazarlık kesilir. Bu parayı
veremeyenlere «kokmuş" derler ve hiç bir kız ba
bası böyleleri nin yüzüne bakmaz. Bu sıfata yara
şır olmamak için de everecek oğlu olan aile bağa
za kadar borca batmayı da göze alarak hovarda
Iık ed i p istenen parayı vermekten sakınmaz.
Bunu yapamayanların erkekleri de bekar kalır
lar. Bir tanıdık aile var: Çınarlar. Dört kardeş bir
evde. Babaları öldü. Çift çubuk hak getire. Onun
bu n un kapısında çalışırlar. Bunların e n yaşlı iki
si evlidir. Küçükleri, biri otuz iki, öteki yirmi se
kiz yaŞlarında ve bekarlar. Kuruş üstüne kuruş
koyamadıkları için, evlenemiyorlar. En büyükle
rinin üç oğlu var. on dokuz, yirmi üç, yirmi altı
yaşlarında. Her kapıya başvurdularsa da, bu ai
lenin evlenecek çağa gelmiş, vakti çoktan geç
miş altı bekarı bir türlü kendilerine bir eş bula
madılar. Duruma bakılırsa evlenecekleri de yok.
Hatta bunların yoksulluk yüzünden evlene
meyişleri o kadar dile düşmüştür ki, köyele bir
ki rpi oyunu vardır. Bir kişi çula bürünerek kirpi
olur, söylenen türkü hoşuna giderse ellerini kal
dırır oynar. Hoşuna gitmezse pusar ve oynamaz.
Türkücü: uÇınarlar'dan dünür gelmiş - Alın mı,
kirpim, saran mı, kirpim?" deyince kirpi yerin
den kıpırdamaz.
B t:ı y le cvle n e meyenleri bir yana bırakalım
91
da, bir yolunu bulup başını bağlayanlara döne
lim: Oğlanı, ivmekten etekleri tutuşarak, daha
çocuk yaşta everıniştir anası babası. O da bilmez
kadının ve evlenmanin anlamını. Zayıflar, sara
np salar. Böylece adet yerini bulmuş olur. Ara
dan yıllar geçince oğlan, sevdiği bir kızı ya da
kadını ·kuma» getirir eve. Hoşuna gitmeyen eski
kansına da yol verir, olmazsa fazla mal göz çı
karmaz diye onu da yanında alıkor. Zaten resmi
nikah diye bir şey bilmezler. Hepsi de imam ni
kabı ile evlenmişlerdir. Ama ikinci bir kan geti
rebilenler ancak eli biraz para tutanlardır. Çok
luk, boğaz derdini düşünmekten daha başka is
teklerini gerçekleştirıneye olanak bulamaz ve
"kısmetim buymuş.. diye ilk karısının yanında
kocar.
Karısı ölen bir erkek için bile, yoksulsa, yeni
den evlenmek gerçekleşmeyecek bir düştür. Oy
sa, ölen erkek olursa ve kadın da henüz gençse,
boğazına kadar borca gömülmüş olan kız babası,
buna neredeyse sevinir ve hemen dul kızını ye
değine alarak -söz gelimi- pazara çıkar .
Evlenme yöntemlerindeki bu düzensizliği n
doğum azhğına neden olduğu kadar, ölü ınier i n
çoğalmasına d a yol açtığı bir gerçektir.
Bugün Demirci köyünde evli erkekler sayı
sınca dul erkek vardır. Bunlann çoğu 10-20 yıl
dan beri bekardırlar. Buna karşılık, babası evi n
d e değerine satılınayı bekleyen kız ve kadınian n
sayısı da az kabank değildir.
Ölümler, doğumlar
92
den araştırarak öğretmenlik ettiğim N urgöz kö
y ü ile doğduğum Demirci köyünün ölüm, doğum
istatistiğini geçen dört yıllık bir s üre için oluştur
dum. Aile başkanlarının adlarıyla birlikte bir bir
saptanmış durum, cetveller halinde el imizde
d ir. Bunları uzun boylu buraya geçirmektense,
sonuçları bildirmeyi daha uygun buluyorum:
Demirci köyünün 350 ailesinde dört yıl için
de 226 doğ·um olmuş, bu yıllar içinde doğan ço
cukların Bl'i ölmüştür. 145'i · yaşamaktadır. Aynı
süre içinde daha önceki doğumlulardan 53 kişi
de ölmüş, böylece 226 dağuma karşılık, 134 ölüm
olmuş, yani köy nüfusu dört yılda 92 kişi artmış
tır.
Ölen çocukların b üyük çoğunluğu doğdukla
rı yıl içinde ölmüşlerdir. Bunların bir kısmı do
ğum sırasında, bir kısmı da bakımsızlık yüzün
den doğumun ilk aylannda yitirilmektedir.
135 evli, 708 nüfuslu Nurgöz köyünün ise 97
evinde dört yılda doğan 163 çocuktan 67'si ölmüş,
96'sı sağ kalmıştır. Yin e bu süre içinde ölen yaş
lılar da 40'ı bulduğundan, 163 dağuma karşılık,
köyde 107 ölüm olmuş, dolayısıyla köy nüfusu
dört yılda 56 kişi artmıştır.
Dört yıllık bu devre içinde doğan çocuklar
da ölüm oranı, Demirci köyünde % 36, Nurgöz
köyünde % 4 1 'dir.
Görüldüğü gibi, oranlar hayli yüksektir.
Türk köylüsü doğurgandır. Bulaşık hastalıklan
olmayan (bizim köyler öyledir) yerlerde en kötü
yaşam koşulları içinde bile yine de artmak ola
nağını bulurlar. Ama b u artış çok daha hızlı ola
bilir. Bunun için de çocuk ölümlerini önlemenin
çaresi bulunmak gerektir.
93
K öyde çocuk bakımı bilgisi hemen hemen
yok gibidir. Zaten olsa bile yaşam koşulları, ge ·
çim zorluğu bu bilgiyi uygulama olanağından
köyl üyü yoksun kılıyor. Doğumun daha ilk gün
lerinde çocuk, mikrop alıp ölmemişse, besinsiz
J ikten zayıf düşüyor. Kışın soğukta iyi ısıtılama
dığından ya da duman ve havasızlıktan ölüyor.
Yazınsa, anasının çocuğuyla uğraşacak vakti
yoktur. Herkes gibi o da, sebze bakma, arpa yol
ma, ekin biçme, harman gibi bahardan başlayıp
güz sonunadek süren türlü çalışmalara katılarak
sabahtan akşama kadar didinınek zorundadır.
Ana, çocuğunu seleye koyarak sırtına vuruyor.
İş yerinde akşama kadar uğraşırken çocuk d a
Allahın kırında bir köşede ağlayıp duruyor. Ka
dın, ancak bir kere ayakta şöyle bi r emzirir. O
da sütü varsa. Çoğu anaların iyi beslenememele
ri yüzünden sütleri de gelmez. Ne yiyorlar ki süt
yapsın: Soğan ekmek, hıyar ekmek.
Yaz aylarında ölen çocukların onda dokuzu
nun ishalden gittiği sonucuna vardım. Bir çocuk
ishale tutuldu mu, ümidi kesiyorlar ve de gidi
yor.
Şu halde ölüınierin asıl nedeni yoksulluktur.
Çocuğunu saracak iki metre bez bile bulamayan,
ana sütü yerini alacak sağlığa uygun süt ve ma
maları edinmeyi aklına bile getirarneyecek olan
ana - babalar ne yapsınlar? Nasıl korusunlar ço
cuğu?
Biraz büyüse çocuk aç, çıplak da olsa doğa
nın güçlüklerine göğüs gerecek kadar kuvvetle
nebiliyor. İ lk yıllardaki büyük tehlikeyi atıatabi
lenler kocamadan ölmeyeceklerine bir dereceye
kadar güvenebilirler.
94
Bizim notlar
95
«Tamam böyle olmadı mı ya gonşular?" diye bas
tı kahkahayı Ali Çavuş. Eve gidince karısına:
..sen, beni gayri hor görme,• diye öğünmüş. «Be
nim adım ceridiyelere geçti, sen ne diyon . . . ..
Çinıli köyünde de okumuşlar bu yazıyı. Bizim
köylülerin onlara «hıyanet maksadıyla• ettikleri
gizli yemini acıklayan bu yazıyı öğretmen arka
daşımdan alıp onu tanık tutarak donatıyorlar bir
dilekçe •Sonunda şayet böyle bir olay daha olur
sa suçun kimde olduğu bilinsin . ..
·Bizimkilerin etekleri tufuşmuş. Beni çağır
dılar. «Nidecaak şimdi, köyün sırrını ele verme
nin sonu budur işte, efendi ! ·
Baktım işin sonu kötüye varacak. . . Siz me
rak etmeyin, şöyle olur, böyle yaparız, diye bir
söylev çektim. Ama havayı yatıştırıncaya kadar
göbeğim çatladı .
Efendim, bizim arkadaşlar Hacı Ahmet'in
Memiş'ine de duyurmuşlar: uSenin güdük eşeği
yazmış. Eşek koşar çifte demiş."
Yakalamış Memiş, babamı:
«Söyle oğluna, edebiyle otursun oturduğu
yerde. Bak bi, millet onu ne kadar sayıyor. Söy
lediğini bilmeli bi adam. Nesine gerek benim
eşek? Eşe� koşarım, kedi koşarım o benim bile
ceğim iş. Gapısına vanp ekmek istersem virme
sin.•
Babamı doldurmaya yetmiş bu söz:
«Sen adam olman, oğlum. Töbeler ki, olman.
Ben açık söyleyim . . Ulan, el kendisini büyütmeye
çalışır, sen de gider milletin aleyhinde uğraşın.•
Memiş gezdiği, yürüdüğü yerde atıyor artık
yüksek perdeden:
«Benim ölüzgarımınan harman savrulmaz.
96
Biliyon mu beni. Bana Hacı Ahmet'in oğlu dirler,
daha olmazsa çatını ayınveririm ben adamın. »
Memiş'i d e yatıştırmak için a z dil dökmedim.
Gelelim Badı Mıstak'a. Bu yıl harman kal
kar kalkmaz unu tükendi yine. Evde ekmek yok.
İki posta topladılar. Ama sekiz baş nüfusa ne
dayanır? sonunda, udört yıl sonra düğün yapmak
koşuluyla» on yaşındaki kızı Ayşe'yi yüz liraya
sattı . Belki balıara kadar yeter bu para.
Ona da duyurmuşlar. "Ulan Ismayıl, demiş
babama. Bre gardaşım, ben ilin içine çıkamayom,
o gitmiş bilmem nerelere ilaniyet vermiş ki, be
nim ekmeğim olmadığını. Bunnar eyilik getir
mez. Allah da, gayıl olmaz buna, gul da. N e der
bunı! okuyanlar yavu? Mamıdefendi heç sonunu
.düşünmeyor herhalde ı ..
Sonra eklemiş: «Geçen gün duyunca beyni
min kapağı attı valla. Doğru evinize varıp çata
cakdım. Ulan eşşoğlu eşşek diyecadım Mamıde
fendi'ye. Tükendiyse benim un ekmek tükendi.
Sana bok yemek düşer. Gine inneallahıma sab
rettim. Sahabmm hatırı üçün köpeğine taş at
ma demiş atalar. Sen olmasaydın Ismayıl, gomaz
dım ahdımı!..,.
Babam yine köpürmüş geldi:
«Gövdeyin haynnı görme, başka bişiycaaz
. demem e mi ! Baba bulundurmuş Allah . . . Oğlun
deli neynesin malı, oğlun akıllı gine neynesin
malı . . . Deli evlat gahn çekmekden zor bi şey
yokmuş gonşular: iliallah dedim gayri . . Beri bak
oğlum: İ nsan gapı gonşusunun sımnı açığa vu
rur mu?•
Bir hayli de Mıstık'a dil döktüm. Biraz yatış-
tı:
97
«Seni çok severim, gine hoşlanırım; sen en
dar zamanda bana iki paket tütün almış adam
sın. Ama ıcık. kendini gollasan yaı ..
Hangi birisini sayayım? Notlarda ele aldığım
her konu için bir kez öldürseler, şimdiye kadar
elli kez ölürdüm. İlçede birisi «bit konusu..nu
muhtara açıklayarak okumuş, sonra da dergiyi
eline verip bana göndermiş,
Köy odasında çat..:pat akutmuşlar birisine.
Hepsinin tepesi atmış:
«Bizim öğretmen delirdi mi ne etti yavu?»
demişler. ..çocuk yapmaz yaptıklannı.»
Molla Mehmet: «Benim odaının bitlendiğin
den ona ne,, diye söylenmiş. Hüseyin ağa da:
«Benim paçamdaki bitten ne istiyor, .. diye öfke
lenmiş. «Biz şunun şurasında zor kıt geçinelim
diyok; o da gidip bizi ilezir ediyor ilalernin için
de ...
Gani Çavuş'u göndermişler, geldi. Şu sözleri
söylemeye memur etmişler:
« İyi, hoş . . . Allah irazı olsun, her huyunu çok
beğeniyok Prnara giden ganya gıza da yan bak
tığı yok. Guru mektebin içinde evliya gibi geçi
nip gidiyor; biz olsak çatlardık. Bi de bu huydan
vazgeçse . . ...
Bizim evde hele hiç dirlik yok bu yüzden.
Anamla, babamla pençeleşmediğimiz dakika ol
muyor. Gülüp geçeyim diyorum. «Bize gülüyor,
bizi hor görüyor, ,. diye kızıyarlar bu kez. Bizim
köyde birkaç tane öğretmen arkadaş var. Onlar
da fit sokmadan geri durmuyorlar hiç. Bir tanesi
gelmiş anaını kışkırtmış: «Atike niİle, tandırınızı
yazmış Mahmut, ocağınızı yazmış. Pencerenizi,
evinizi, hep yazmış.»
98
'
Anam başlıyor ilenıneye bu kez de :
«Allah illere evlat vermiş, bana da gara gara
daş vermiş. Seni bana vereceğille kenefe bi fazla
gideydim keşke . Köylü de ilezir oldu senin yü
zünden, biz de ...
Derdini anlatamazsın. Gülüp geçsen olmu
yor. Bu yoksulluklanndan utanmanın onlara
düşmediğini ne bilsinler . . . Bir fasıldır gidiyor.
·
99
Hasılı, bir tek Gani Çavuş çıktı içlerinde hal
den anlayan. Yanlış anladıklannı, bu yazılarda
ereğin, kendilerinin yani köylülerin çıkannı kol
lamak olduğunu her zaman ve her yerde dilinin
döndüğü kadar köylüye anlatmaya çalıştığı gibi,
bana da: cBoş vir, efendi, bildiğinden şaşma. Sen
de bizim için uğraşıyon, • diye teselli veriyor.
100
İ N A N I Ş L A R
Afyon
103
O satıcı adaının uyumunu tutturup okudum
mu, alıyorum hayır dualarını. Alaniann çoğu,
okuması olmayan takımından. Yine de asmışlar
bir köşeye. « İ çinde Allahın, Peygamberin adı var.
Evin bereketi kaçmaz, .. diyorlar.
Bizim Demirci köyünde muhtarın odasına
girdim. Bir karışıklık, bir patırtı gürültüdür gi
diyor. Yıkacaklar adayı neredeyse . Hepsinin bir
şikayeti var, ne söven belli, ne sayan. Ben içeri
girince muhtar:
«Durun, .. diye bağırdı. «Mamıdefendi, şu
karşıdakini oku da bi, dinnesin ağalar. ..
Gürültü kesildi. Ben d e makamla okudum.
Bir de baktım ki, deminki öfke ve hırstan hiç
eser kalmamıştı. Lokma hırka davalan unutul
_
Benim cinler
104
şık bir halde. Kaç kere şöyle bir düzene koyayım
evi dedimse, anamla bozuştuk. Baktım ertesi gün
yine her şey eski haline dönmüş.
Evde yalnız kalsan bile yine okuma yazınay
la uğraşamazsın . Ortalığın kanşık.lığından geç
tim, kapıyı açmasam karanlık, açsan tavuklar
hemen içeri doluyor. Tavuk kovalamaktan başka
bir işe bakabilirsen bak.
105
de yazacak bir şey olsa. Masa, sandalye gibi şey
ler ne gezer buralarda!
Bir aralık iki taş getirdim dışardan. Karşılık
lı diktim; bir tahta bularak ikisinin üstüne oturt
tum. Oldu sana bir masa. Daha iyisini aramaya
cağım, ama iki gün içinde babam kaldınp atmış
dışan, «Ne edeceğini şaşırdı gayn bizim oğlan ! ..
diyerek.
İ ki kötü bavul var. Onlan üstüste koyarak
masa yerine kullanmak istedim. Altıma da bir
yastık aldım oturmak için. Birkaç gün de böyle
geçti; bu da sökmedi. Hem çok sıkıntılı oldu.
Son çare olarak -şu satırlan öyle yazıyo
rum- çulun üstüne bağdaş kurup oturuyorum.
Büktüğüm dizlerimin üstüne bir kitap alıp onun
üstünde yazıyorum.
Bunlar da kabul üm, yeter ki . . .
Babam, bir gece damdaki delikten bakıp da
geç vakit hala ışık altında oturduğumu görünce
huylanmış. «Cinler yatırmıyor, ,. diye hemen koş
muş Kaleınci Hoca'ya muska yazdırmaya, benim
için. Hoca ne düşündüyse düşünmüş, vermemiş
muskayı. Öğretmen olduğumdan çekinmiş ola
cak. Bu kez de babam ona içerlemiş:
cAlerne yazar, bize yazmağa geldi mi zirnin
ağnsı dutar deyyusu n ! Sanki bizimki para de
ğil! .. •
Keramet
106
bir Şeyh Murat Hoca var. Bir de baktık Murat
Hoca'nın şam göklere çıkarılıyor: Efendim, er
mişmiş, meleklerle görüşürmüş falan . . . İ şin aslı
nı araştırdık Meğerse cerre çıkan bir hoca, bu
nun evine konuk olmuş. Murat Hoca, sobayı dal
durduktan sonra yolcuya dönmüş: «Hoca, çıkar
bakalım kibriti, .. buyunnuş. Rasıantı olacak, on
da da kibrit varmış; çıkarıp venniş. Odada baş
kaları da bulunduğundan, şaşıp sormuşlar Mu·
rat Hoca'ya:
«Ne bildin kibrit olduğunu misafirde ! ..
«Yatıp kalkıp Allah diyoruz be, onu da mı
bilmeyeceğiz? .. demiş.
İ şte kerameti ortaya çıkaran olay bu . . .
İçten - dıştan
107
menin arasından onlan seyredecekler. Allahın
verdiği canı Allahtan esirgeyenleri . . ... der.
Kör talas
Öyle ya
108
başlama, aniadın mı? Bura sıcak olur da, ora se
rin mi olur? Ulan oranın Allahı ayn mı? ..
Ocaklar
109
dolayısıyla hasta da tükenıniyor . . . Öyle öyle ge
çip ve geçinip gidiyorlar.
Şeyh salgını
1 10
lah onlan sınamaktaymış. ·Bakalım, bu hayırlı
yola çıktınız; korkacak mısınız, yılacak mısınız,
yılmayacak mısınız?.• diyormuş sanılannca...
On üç kişiydiler. Hepsi tarikatta. Bizim de
yişle hepsi eşık,. . En küçüğü on dokuz yaşında;
tam hafız . . .
Geldikleri yer, Amarat ve Yeşilova köyleri . . .
Bizim köye beş saat çekermiş yaya.
O gece on dört kişi bir odada yattık. Biz za
ten kalanderin kalanderi olduk. Gel de olma is
tersen! Odaya altı yatak sığdırdık Ben de alt ta
rafta, tahtalının üzerine çektim yatağımı.
Az ·dinlendiler, kalktılar. Birisi iki demir aldı
eline, birbirine vurup ses çıkarıyor. Adına çapa
na mı, ne diyorlar. Birisi de kudüm aldı. Hafız da
veryansın etti:
Tarikat konusu
lll
öğüt vermek hakkını bunlara verdi. Bizim köye
•Şıh Çavuşu• adıyla Veli Hoca'nın Hacı Hüse
yin verildi. Hacı Efendi, Boyalı köyünde Şık Mur
taza Hoca'yla değeyde bulunuyor. O da doğru
dan doğruya Mehmet Efendi ile. Yani Murtaza
Hoca'yı bölge başkanı yapmış. O da her köye ya
da birkaç köye bir çavuş atamış.
112
«Allah hu,
Pilav su,
Allah hay!
Kahve çay!
-deyip zikretmekle iş bitmez. Kalbinizi düzeltin
önce. Köy köy kıç sallayıp gezeceğinize çiftirrizi
çubuğunuzu düzeltin . Bak bakalım Allah kimi
severmiş ...
Ö teki telkirrlerin yanında bu sözlerin fazla
bir etkisi olmuyor, gülüp geçiyorlar. Bu tarikata
girenlerden sormuştum. Hacı Efendi neler söyle
yip kandırıyor diye. Aşağı yukarı hep şu yanıtı
aldım:
«Şık efendinin dediğini tutanın, gittiği yol
dan gidenin bi milyon günahı olsa yine cennete
gider. Eski günahları silinir, sonrakiler de gayıta
geçmez..,
11 3
«Kur'an'ı da, ayeti de, Allahı da; her şeyi in··
kar ediyor...
Kabak tadı
1 14
çıkarıp gösterirler. Muhtar bir konuşma yapar
komşularla. Ya komşular kendileri getirir zahi
reyi, ya da o köyün şıklanndan birkaç kişi eşek
Iere heybe atarak köyü dolaşıp toplarlar fakir
fıkaradan. Vermeyen de bulunmaz hani. Meh
met Efendi'nin adını duyan, bir şeyi olmasa, ağ
zındaki lokmayı çıkanp vermeye hazırdır. Köy
odasında bekleyen toplayıcılann önüne yığılan
sadaka köyde zengince birisine satılarak paraya
çevrilir, bu parayı keselerine dolduran goygoy
cular başka bir köye yolcu olurlar.
Bir önceki toplayıcılar, ·Mehmet Efendi 'nin
bin lira kadar borcu var, .. diye davranışiarına
gerekçe göstermeye, halkın ilgisini çekmeye ça
lışmışlardı. Üç gün içinde bin liradan fazla par::ı.
toplandı. Gözüne girdin mi, millet dağlan düz
eder vallah . . . Bu cömertlikten köyün, köylünün
kalkınması için yararlanmayı bir bilsek. Sadece
birtakım vurguncuların ceplerini doldurmaya ya
rıyor, bu cömertlik.
·Mehmet Efendi mademki ermişmiş, neden
dua edip borcundan kurtulmuyor?" diye sorma
ya kalksan, karşılık hazır:
•Aman gı, nasıl dilin vanp da söyleyen. Ga
vur olun. Allahtan kork. Daş ider Allah seni.
Hemen rnalüm olmuştur şık efendiye dediklerin.•
Nerede ne söylense ona ulaşıyor. Bir kez böy
le omuzları yüklü bir şık kümesi Çekiçler köyü
ne giderken yorulmuşlar. Armağan olarak koca
koca kabaklar götüren iki tanesi düşünmüşler:
«Kabağın turlanda zamanı amma, şık efendi şin
ciyedek kaç tanesini yimiştir. Ayıp hem. Kabak
tan da hediye mi olur?,. Ve kabakları atıp yürü
müşler.
115
Şeyh efendi onları gorunce ilk sözü: .. Hani
kabaklar, niye attınız yolda?.. olmuş. Haber uçu
rulmuş daha önce kendisine . . .
Neyse, dönüp dolaşıp geldiler. Yine ekmek
falan yiyememişler utançlarından: .. Aman ın, sa
kın ha, çıt dese duyuyor.»
Bir korku sardı mı artık milleti ! Sanki her
konuşulanı duvarın deliğinden dinliyor şeyh
efendi.
Köy odası tıklım tıklım doluydu şeyhlerle.
Gani Çavuş'a:
«Ne dersin bu kabak işine?.. dedim.
«Ne deyim, oturup ağlayım... Bu lafların da,
bu milleti soyup sağana çevirenlerin de köküne
kibrit suyu. Ben canımdan bezdikçe bunlar iyice
kabak tadı virdiler gayrı. Ne devri bu yahu? Er
diysen çekil, göğe çık haşahuzurdan ı .. dedi.
Saman
116
geliyor söz. «Ula, efendi babanın samanı tüken
miş de biz ölü müyük?» diyen dağılıyor çil yav
rusu gibi. Bari kendi samanlan pek mi bol diye
ceksiniz? Ne gezer? Kış altı ay saman ağıdı ağ
ladı bütün köylü. Efendi babanın hayvanlan sa
n ırım fıstık gibidirler. Bunlarınkiler ise birer is
kelet !
15 Nisan . . . Öyle bir gün ki, yağmur hiç ek
silmedi iki gündür. Bizim okulun içi göl oldu. Ben
gölün bir yanına oturdu m. Eşyalar su içinde. Şık
lardan birisi geldi:
"Varsa bi kilo şeker vir ödünç; belki sende
bulunur. Şık babanın oraya gidiyok, elimizde
bulunsun.»
«Böyle günde işiniz mi kalmadı?" diye sora
cak oldum.
«Dışarda yüklü hayvanlar bekl iyorlar, arka
daşlar var, " diyerek çıktı.
Arkasından çıktım . Bir de ne göreyiın. On
sekiz tane eşeğe otuz altı tane çuval çatmışlar.
«Nedir bu yüktekiler?"
,, saman. Efendi, bizim şık babanın samanı
tükenmiş. Süpürdük, samanl ıkların dibini götü
rüyok . . . ..
.. i yi ama, her gün samanıınız tükendi, diye
sızlanıp duruyordunuz. Şimdi ne yapacaksınız?,
«Bize de Allah kerimdir. Şık babayı gurtara
lım da, biz nasıl olsa oluruk. Şurda yaz geli
yor ...
Gittiler. Ertesi gün de başkaları götürdü.
Çevre köylüler de geçiyor bizim köyden. Saman
yüklemişler. Hep oraya gidiyorlar.
Yani bütün bu bölge köylerinde saman ad ı
n a bir şey kalmadı. Sonradan götürenlere:
117
Yeter artık· diyorum. ·Giden saman üç kö
•
Çile
118
.diyorlar. Ama yine saklı. Halk cuma narnazına
başlayacağı sırada, kimseden habersiz, bir kara
peçeye bürünerek bir iki kişinin eşliğinde götü
rülüyorlar. Arkada namazını acele bitirip halk ar
kasını dönmeden gen kaçırılıyorlar.
Çileden sağ salim çıkmaları için bütün köy
ler halkı dua ediyorlar.
Bu yıl da çilenin son günü sabırsızlıkla bek
lendi. Sonra gelip çattı o gün. Gödeler köyü bize
yakındır. Eşeğine binen sürdü bizim köyden de.
Hatip efendi çileden çıkarıldı. İki yüz kişilik bir
ağırlayıcı kalabalıkla, peçeler, örtüler içinde köy
oedasına götürüldü. «Hatibin yuzunu gören cen
netlik olacak .. düşüncesi, bir sevinç dalgası ha
linde dolaştı yüzlerde.
Hep birden bağrışıyorlardı:
.. Gurbanı olduğum Hatip ! Aç yüzünü de öl
meden çabuk görelim. Ellerini öptükten sonra öl
sek de aramazık.·
Hafız
1 19
nişindeki özenmişliğe hayran olurken, bir yan
dan da kendi halimden utandım. Ben bizim kö·
yün insanianna tamamen uymuşum. Yüzüm bu
yaşta çizik çizik, traşım kaç günlük; gözlerim
kan çanağı. Pantalonumun her yanı elimle vur
duğum yamalarla dolu. Yalvarıp yakanp yi nni
sekiz lira borca aldığım palto, ceketin yırtıkla
rını gizliyor, ama onun da iler tutar yanı kal
mamış.
Odanın içinde çıt yok. Bütün gözler yeni ge
lene çevrildi. Elleri tutmaz olmuş. İ ki delikanlı
kalkıp yardı m ettiler. Şapkasını çırptılar. Çıka ·
rıp paltesu n u çırptılar. Ayağını çözdüler. Geçip
oturdu ya, hala bilmiyoruz neyin nesi olduğunu !
«Hoş gel di n. Nerel isin? N e reden gelip nereye
gidiyorsun ağa . . . Sormak ayıp olmasın,, diyerek
Gani Çavuş dağıttı durgunluğu. Yolcu asık bir
suratla ağır ağır söylemeye başladı:
«Bendeniz Kırşehir'liyim. Kayseri'de Haf!z
Mektebinde okuyordum. Şimdi bitirdim. Memle
ketime gidiyorum. Konya'da bir tane derin hoca
varmış dediler. Ondan ders alıp biraz daha büyü
yecekti m . Bu kış kıyamette Kayseri'den oraya
geçtim, o da sizlere ömür göçmüş. Orada harçi ı
ğım tükendi, pederle de aramız açık. Üç senedir
ne bir mektubunu aldım, ne de para gönderdi .
Konya'nın en işlek camisinin hocasını buldum.
Vaziyeti anlattım. O da alim bir adammış. Beni
camiye götürdü. Bir Kur'an okudum; cemaat hep
ten dudağını yaladı. <Bu sırada bizim odanın ce
maati de dudaklarını ısırdı, bakışlar keskinleşti;
hafız çocuk gözlerde büyüdü de büyüdü.l Sonra
bana seksen lira biriktirdiler. Altmış lirasıyla b u
paltoyu yaptırdım. Kaldı yirmi lira harçlık Sen
120
bununla memleketi bulamazsın. Şuradan Aksa
ra'ya geç; seni köyden köye uçururlar, mernle
keti bulursun, diye salıverdiler. Oraya gidince
Çekiçierli Mehmet Efendi'yi bul, dediler. Gelince
evini aradım, buldum. CBaş şeyhin ilçede de bir
evi vardır. > Bir gün konuğu oldum. Ulu caminin
hacası da ziyansız hocaymış. Elli altmış lira da
oradan topladık. Dün Mehmet Efendi iki kişi
kattı yanıma; aşağıdaki köye geldim, Çimli'ye.
Efendi babanın hepinize sehimı var, işte şu kağı
dı da o yazdı. (Çıkardı) Çimli'den de iki kişi kö
yün altına kadar beni getirdiler, sonra döndüler.
Çimli köyünün bir öğretmeni var. Çatıağın biri.
«Virmeyi n ! " dedi. Odada bir gürültü çıkardı.
Şıklannan bozuştular. Sonra dışarıya kavaladı
lar gitti. Zaten bu eşşeoğlu eşşeklerden n e hayır
gelir. Sizin köyde yoktur inşallah öğretmen? .. "
121
türk devrimlerinin öncüsüsün sen bu köyde. Öğ
retmen ordusuna uzatılan bu dili koparmak sana
düşer. ..
A m a gel gör ki , tek adam bu kadar kuvvet
karşısında ne yapabilir? Zaten en büyük düşün
cem buydu: Nasıl savaşmalı bu kara kuvvetle?
Hangi dilden anlar bunlar? Düşünüyordum ama,
bir çıkar yol bulaınıyordum. Kendi kendimi yi
yordum sade. O hala anlatıyordu:
«Akşam Çimli'de Kur'an okudum biraz. Sa
baha kadar da zikir yaptık. O köyde şık olmayan
kalmamış. Sizin burası nasıl bilmem? ..
« Aynı, hafız efendi, aynı ! " diye karşılık ver
diler.
Şeytan tüyü mü vardı bu adamda, nedir an
lamadım ki, sabahtan beri yanımda tir ti r titre
yen, hangi derdinden söz edeceğini şaşıranlar
coşup kabarıverdiler. Sürdürdü hafız konuşma
sını:
«Salmayacaktı Çimli'ler ya, zor kurtuldum
ellerinden. Balıara kadar burada kal, köylere çı
kar, sana çok öteberi devşiririz, dediler. Kalma
yınca ben, beş altı kile buğday topladılar, satıp
parasını koydular koynuma. Benim asıl güvenim
bura. Sizin köy. Zaten Mehmet Efendi de öyle
söyledi. Haydin bakalım: Bekliyok. .. "
122
metinin hemen toplanmasını ve kendisini götüre
cek olanların şimdiden hazır olmalarını buyurdu.
«Sen heç merak bile itme . . . Valla sırtımızda
götürürük seni.•
Yaşının yirmi olduğunu söyleyen bu gence
bazı sorular sordum. Biraz da üzerine vardım.
Somurttu: Hayır, gülüp geçeceğim, ama soygun
culuğuna. ne demeli? Üstelik, bu topluma gerçek
ten hizmet edenlere de dil uzatıyor. Köylü hemen
ondan yana çıktı:
«Bırak efendi, bırak Allahaşkına. Daha sen
onun e!ine su dökemezsin. Sen oku dur, adam de
diğin böyle olur. ..
Daha buna benzer yenip yutulmaz ne sözler !
Zaten önemsenmiyorduk, bu kez büsbütün aşa
ğıladık. Aralarında bir kara çalı gibi durduğumu
seziyordum. uGak git diyok sana, gak git," diye
de kovdular. Akşam yakın olduğu için, camiye
gitmek üzere kall<mışlardı. Birlikte dışarı çıktık.
Koşarak geldi, Şık Cela.l, kolundan yakaladı ha
fızı:
«Sen buradan gitmesen iyi olur. Senin üçün
olduktan sonra her şeyin goleyini buluruk. Ço
cukları da teslim ederik sana. Köyüroüzün şere
fini yünsettiğin yeter. Çocukları sen alınca öğret
men de bildiği yere gitsin."
Hafızın haberini evden eve, odadan odaya
çoktan ulaştırdılar. o: Öğretmen ona da çattı yine, ..
diye eklerneyi de unutmamışlar. Köyde ne kadar
insan varsa yığılmıştı odanın önüne. Yine öpüşüp
kucaklaşmalar. Bizim çocuklan bile çabucak
benden soğutup bağlamışlar hafıza. Her zaman
her yerde bana selarn verip yanıma gelen çocuk
lar hafızın elini öptükleri gibi camiye kaçıyorlar,
123
şu tipide yuzume bakarak bir de dudak bükü
yorlar yani. İ çim sızladı. Tek başıma oracıkta öy
le kalakaldım.
Tipi yamandı, ama kim bakar tipiye. Benim
içim yanıyordu alev alev. Talip Apaydın'ın:
«Ne yapsın insan böyle olunca»
dizesini yineleyerek içimden ağlıyordum. Bu ka
dar büyük bir acı duymamıştım yaşamım boyun
ca. Kendimi tutamıyordum, neredeyse hıçkıra
hıçkıra ağlayacaktım . Onlar camiye, ben okula
doğru yürürken arkarndan söylendiklerini işiti
yordum:
« Öğretmen mi, eğitmen mi ne karın ağrısı
ise, atın şunları gitsinler be, karışmasınlar hacı
nın hocanın işine b i daha. Ula gariptir didik a
depemize çıkacak. Gelen misafiri ahizar-behizar
goyuyor. Şunu temizlen gitsin diyor kör şey
tan ! "
O akşam Gani Çavuş'la konuşacak ve odada
yatacaktım. Çünkü, soğuk canıma tak demişti .
Oturduğum yer dışarıdan besbeterdi. Yakacak
da yoktu hiç. Tipi sobanın içinden esiyordu . Hem
böyle bozuk havalarda çok garipserdim -garip
sedim de odaya çıkınca sanki teselli buldum
Gani Çavuş da içerlemişti onlara. Durumum u
çok iyi anlıyordu.
«Burada olmayacak, hangi birine söz anla
tacaksın bu zibidilerin, eve gidelim, " dedi.
Çoluk çocuk arasına da gidemezdim. Okula
dönmekten başka çare kalmamıştı.
Lambada gaz yoktu. Çömlekte yağ yoktu. Ce
bimde metelik yoktu. Birkaç tane kuru ekmek
vardı, onu da yemeğe adam yoktu.
Dışarda tipi, içerde tipi vardı. Karnım zil ça-·
1 24
lıyordu. Burnum akıyor, gözlerim akıyordu. İçim
öylesine dolmuştu ki, yıllarca aksa bitmeyecek
gözyaşım sanıyordum. Yatağa uzanmış, çırpma
çırpma ağlıyordum:
«Gidiyorduın karanlık kaderler içinde . . . .
125
O K UL V E O K U M A
Okulumuz
129
örtülmüş bir yerine geçtik. Bari ders araçları ta
mam mı? diyeceksiniz. Ne gezer. Pösteki üstünde
çömelip oturuyoruz. Oturma sıraları, kara tah ta
..
ne soz?. ..
Ama okulun açılmasıyla her iş bitti mi? Bir
de çocuk babalann ı çocuklannı okula gönderme
ye kandırmak gerek. Gönülleri olmadı mı, 4274
sayılı yasa onlara vız geliyor.
.. Efendi, sen de köylü imişsin, bizdenmişsin,
hani lafın içime işledi de ondan. Yoksa çocuğu
okutacan da ne olacak ki. Allah deld.iği boğazı
aç komaz. Babası nasıl ettiyse o da ider. Düşsün
iki öküzün ardına da sürsün çifti, işine baksın.»
•Askerlikte kendini kurtaracak kadar, ıcık da
mektubunu yazacak kadar öğrendi mi, gayrisi ha
ram bize.•
Allahtan, askerlikte yazı bilmernek gözlerini
korkutmuş, o da olmasa . . . Ama köyde, askerlikte
biraz harfleri söküp de çat-pat okuyaniann sayısı
on'a çıkmaz.
Biz, içimizdeki aşkla, daha ilk sınıftaki ço
cukları gazete okur ettik. Bu derdin devası, yir. e
b u dertli köyün koynundan çıkacak. Buna ima
nımız var.
Ya mahalle mcktebi
130
bah almaya gittiler; biz aldık geldik, onlar da
..
131
Hoca kalktı, hoş-beş, kaçesinin üzerine buyur etti
bizi. İçeride yetmiş seksen çocuk var. Pöstekilerin
üstünde gülüşüp itişiyor, bağrışıyorlar. İ ki kızın
kucağında canlı bebekler var. Bir yandan namaz
lık öğreniyor, bir yandan çocuklan avutuyorlar.
Kızları buraya yoll uyorlar da bize göndermiyor
lar. Topu topu dört kız kaydedebilmiştik. Onları
da yollamadılar.
Hacayı kırarnayıp oturduk. Hoş oturmamak
da olası değildi. Çünkü, kamışlar, örümcek ağ
ları sarkan tavan, insan boyundan alçaktı. Hoca,
yarım yamalak ezberlettiği süreleri bağıra bağı
ra okuttu. O, sözcük sözcük söylüyor, çocuklar
hep bir ağızdan yineliyorlardı.
1 32
Okul içinde kurulan çadır
133
bacaklanm. Bazan damlaların altına uzatıyorum.
Bereket versin elimde beş on kuruş varken
akıl etmiş de şu İspirto ocağını almışım. Su dök
meye çıkışiarım dışında beş geeemi böyle geçir
dim. Sobayı neyle yakacaksın? Boruyu pencere
den çıkarmıştım. Onun içinden de su ge liyor. İ s
pirto ocağında tencere kaynamaz ya. Çadır al
tında yumurta pişirmekten başka çare yoktu .
Ekmek, tuz, birkaç yumurta, dürüm yap, ye!
Çadırın altında bazan düşündüm, bazan uyu
dum. Çektiğim sıkıntılar anlatılacak gibi değild ir.
Köyden de uzakta bulunan bu viran okulun içi n ·
deki ş u halime bakıyorum da, böyle bir şeyin ba
şıma gelebileceğine -geldiği halde- inanam ı
yorum. Orhan Veli'nin ünlü şiirini değiştirip
kendi durumuma uygul uyorum :
1 34
inmiş yere. Hani eskiden İ sa Çavuş'un çocukları
-okuttuğu ahır . . .
Okullar okulu
135
Çağd aş mutfak
Salma
136
dık. Köy katibi, köy İhtiyar Kurulu ve ben, hacze
çıktık. Bütün evlerin varını, yoğunu toplayıp bir
araya getirsek borçlarının tutarını ya çıkarır, ya
çıkarmaz. 1944'te n bu yana borcunu ödeyen yok
gibi bir şey. En az borçlu olanınki otuz lirayı geçi
yor.
İlk vardığımız kapıyı, gozumuzun önünde
içeri kaçarak kilitlediler. Kuruldan bazısı kırma
ya yeltendiyse de, bırakıp geçtik. Bu arada bizi
görüp d u rum u sezenler kapıları kilitleyip içeri
saklanınayı ihmal etmemişler. Birkaç kişi de na
musuna yediremeyip kapısını açık bırakmış. Öde
mek için ertesi güne kadar zaman verilmesi için
yalvardılar. O gun topu topu bir m akbuz kesebil
dik. 1 94 4 bakiyesinden dört liral ık. Kapıları hep
kapalı bulduğumuz için, hiç bir eşya da haczede
medik. CEtsek n e işe yarayacak sanki? )
Köylünün üzerindeki bu eski borçlar topla
nabilse, birkaç okul yaptırır, ama köylüde borç
ödeyecek yetenek mi var?
Köy İhtiyar Kurulu çok sıkıştınldığından iŞi
her zamanki gibi savsaklamaya cesaret edemedi.
Bucağa yazarak haciz için j andarma k uvveti iste
d i . Jandarmalar geldi. Artık evlerde ne buldular
sa zorla haczettiler: Çul çaput, kap kacak, yorgan
kilim . . . Bu eşya bekçinin evine yığıldı . Şimdi sı
ralan bakır madeninden, döşemeyi çuldan çaput
tan yapmak düşüyor gayri . . .
Gazete
137
rurdu. Şimdi ilaç için bir tane bulamazsın. Tozdan
korumak için eşyalann üstüne örttüğüm birkaç
gazeteyi zor kurtanyorum ellerinden. Kesip sakla
mayı düşündüğüm bazı yazılar da gitti. Dergileri
bile çeke çeke alıyorlar elimden. Hele Varlık, Köy
Postası gibi büyük boydakilere ilgi fazla. Köy
Postası'nın bir tekini bile kurtarmak mümkün ol
madı.
Ne yaparlar bu gazeteleri diyeceksiniz? Oku
yup allame olacak değiller a. Pencerelere yapıştı
nrlar. Birbirinden gören damlıyor:
«Aman gazete, öğretmen efend i , çocuklar kı
rılacak soğuktan . ..
" Yahu, her zaman n e yapardınız siz?,.
..Efendi, çulunan, çaputunan dıkaruk her za
man . Şinc1 filanca yapıştımuş da biz de heves e t
tik, virir deyi . Hani birez kibar oluyor da ! "
Köylü kibarlıktan hoşlanmaz diye kim demiş?
Hele elini yetirsin .
Bunda d a Gani Çavuş önayak oldu. Odanın i k i
büyükçe penceresini büsbütün kağıtladı. Tutka ! ı
d a hamur.
Şimdi gelenler boş dönüyorlar. -Kıyıdan kö
şeden aman ," diyorlar a, o da tükendi.
«Cam alsanız olmaz mı?" diyorum.
« İ ş bir cama kaldıydı, öğretmen efendi. Ogl a
ıı ı bile yanına deftersiz yollayoruz . ..
Bir heves ki
1 38
ikinci sınıfına geçineeye kadar ders kitabından
başka türlü bir yayının (gazete, roman, dergi v.s . l
bulunduğundan haberim bile yoktu. Kapalı bir
kutu olan köyde dört beş sözcük ezberlemiştik.
O da, anlamına akıl erdiremeden. Örneğin, t.a
biat bilgisinde « kerpiç evler" diye bir şey oku
muştuk. Kerpiç diye bizim köyde kışın yakıl
mak için hazırlanan tezek kalıplanna derler.
Uzun zaman kerpiç evlerin bu tezeklerden yapıl
dığın ı sanırdım.
Nasıl oldu bilmiyorum, üçüncü sınıfta gazete
ve dergilere birden dadanıverdim. Ama ne dada
nış. Sonradan tiryakilik o dereceye vardı ki, etüt
saatlerinde bile dergi okumaktan ders kitaplarına
el süremez olmuştum. Her gazete, her dergi ve ki
tap sahifesinde peri masallarını andıran dünyalaı·
açılıyordu önümde. Benim o dapdaracık dünyam
genişliyor, genişliyordu. Ve ben yeni şeyler öğ
rendikçe öğren meye karşı duyduğum susuzl u k
artı yordu. Kafam yenice düşün meyi öğreniyord u .
Derken b i r iki derginin adreslerini öğrenip
abone olduk. Ay başlannı artık heyecanla gözet
l er olmuştum. Postayı gözlernek gi tgide bir has
tal ık hal ini aldı bende. Posta işlerini yöneten m u
temetle a z m ı bozuştuk? Adamın işi getirip götür
mek. Getirdiklerini idare odasına atardı. Müdü
rün de, iki ya da üç posta birikince aklına gelirse
nöbetçi öğretmene emir verirdi dağıtması için .
İçimi bir kurt yerdi böyle zamanlarda. Ne he
yecanlar, hatta bulıranlar geçirdiğimi kimse far
ketmezdi. Dergileri idare nöbetçisinden zorla al
dığım olurdu.
Pencereden gazetelerle dergileri sicimle sarıl ı
olarak tomar tomar e:ördükçe içimin yağı erirdi.
1 39
Camı kırıp almak bile geçerd i içimd e n .
Müdüre gidip derdimi aç a rd ım :
o:Sen derslerine çalışsana . . . Amma ad a m s ı n .
Nene gerek gazete senin? ..
Arkadaşlar da az gülmezlerdi hani halime.
Sonunda, son sınırta ders dışı �erhangi bir
şeyi okumak yasak edildi. Benim de az kalsın
yüreğime iniyordu.
Ama artık özgürlüğü mü kazanmaya çok bir
şey kalmamıştı. Büyük büyük düşler kurardım .
Şöyle işlek bir yere düşmüşüm . . . Her gün posta
geliyor . . . Her postadan bana kitaplar, gazeteler,
dergiler çıkıyor . . . Gel keyfim gee! !
Ama gel gör k i , evdeki hesap çarşıya uymad ! .
B i r ilçeye d üştük, demiryolu uğramaz, yol uğ
ramaz. Köy de ilçeye göre hayli sapa. Gayri pos
tayı bekle dur. Birkaç dergiye, gazeteye abone o l
du m . Dört beş sayıda bir tanesini eline geçireb i
l irsen aşkolsun. Her gün sorup soruşturarak i l çe
y e giden bir köylü bulacaksın. Bir mektup yaza
caksın, ilçede adres verdiğin yere. Şayet unut
mazsa getirecek. Unuttuğu ya da söylenen adresi
bulamadığı da çok olur.
Elim e en düzgün gelen Varlık'tır. Onun d a
e n erken aldığım sayısını ayın on altısında a l
dı m Çok kez ayın sonunu bulduğu olur.
.
140
Tevekkeli, Tarancı dememiş: «Bilmek yan
makmış büsbütün ! ..
Yaşam
141
görmedim. Aldığımı, cebime girmeye vakit kal
madan elimden devrediyorum.
Bir keresinde bir fotoğrafçı arkadaştan on li
ra ödünç almıştım. Ay tamam olmadan bir mek
tup geldi. « İ stanbul'a malzeme almaya gidiyorum,
acele gönder," diye. Davrandım, metelil\ yok. Bir
kişide o kadar para çıkmadığından, dört kişiden
yüz kızartıp on lirayı denkleştirerek gönderdim
ama, gönderineeye kadar anamdan emdiğim süt
burnumdan geldi,
Radyo ve okul
Din konusu
142
Ama, dinin birlik, dirlik, sevgi , saygı gibi insan
lan yaşamalarında ve ilişkilerinde doğruluğa, ol
gunluğa götürücü yanianna ilgi göstermezler.
uKalpte şükür, dilde zikir . . . " Örneğin, abctest te
rnizliktir, deriz. Oysa ki, burada adam abtest al ı
yor, elinin ayağının kiri şöyle bir ıslanıyor, sonra
yeniden ku ruyor. «Yahu, abctestten maksat temiz
lik!» derneye gör. «Gavur oldun işte," diye yap iş
tınverirler.
Bizim öğrenciler küçük yaştan camiye devarn
ederlerdi ya, din derslerinin söylentisi çıkınca
dağlar yol oldu.
Köyün yaşlılan, ileri gelenleri gelip:
«Öğrendilerse öğrendiler, yiter gayri, efendi
yavrurn, öğleninen, ikindinneyin uşaklan ıcık va
kitli dağıt da namazlan araya gitmesin." d iyorlar.
«Ne bilsin ufacık çocuklar ibadeti?» diyorum .
«Allah bilir, kabul eder. Bizlere asıl öte dünya
ilazırn. Şu seninkiler dünyalık At, eşşek . . . Zama
na okurnası . . . Hava! ..
Havadis
143
kaç kere postaya atmalan için mektup verdim.
Ezilmiş, büzülmüş, paçavra gibi geri getirdiler.
«Bilemedik, yerini bulamadık,.. diyorlar.
Bir keresinde siparişimiz gelebildL Köylüle
re hep haftada i k i kere v e gününden çok önce ç ı ·
kan Köroğlu tipi gazeteleri verdikleri için, bir ka
ğıda, ·Cumhuriyet diye yazıp satıcıya göstermesi
..
144
O kuyup:
«Rusların Amerika'dan geri kalmamak için
bir Doğu Avrupa Bloku kuracaklarını . . . " anlatı
yorum.
«Töbe, canım, geri çekilir mi? Her boyaya gi-
rer ocağı batasıca l Daha efendi . . . •
«Daha . . . Kaz dağında beş yolcu donmuş . . . •
145
ğiştiğini, o da raslantıyla Mart'ın sonunda öğre
nebiliyor.
Deli
146
taplannı okumayacan bundan gilli. İlalem Müslü
manlığa heves eder, namazlığını beller, Müslü
man olur, sen deli gibi inat edip gavurluğa hiz
met eden. Var da bi bak ne diyor elinoğlu sana.
Bi bakınada ağnarlar adamın ne olduğunu . . . ..
147
Din ders i ( .. l
148
"Varol , " dediler, « İyi okudun, iyi de ağnattın
amma elimize ne geçti? Allahırn ı n namazı şöyle
gıhnır bile demiyor bu kitap . . . ..
Yalnız bir mucize öykü sünü beğendiler!
Muhammed'in gittiği yerlerde kıtlığın bolluğa
çevrildiğini anlatan satırları.
« i manım demirkıratları Siz her dediğinizi
yaptırıyorsunuz. Bu sene din dersini goydurdular
mı, gelecek sene de kendileri çıkar başa. Esas öte
ki Müslüman yazısıyla beraber fesi getirirler gine.
Atarlar şu dinini . . . i n şapkasını falan . .
. »
Diye söyleniyorlar . . .
Görüyorsunuz ya, m uhalifler için ilerleme v e
tutunma yolu neymiş ! Zaten epey yararlandılar
bu yoldan. Din dersinden başkasını yasak ede
ceklerini de söylerlerse iktidarın yolunu bir ham
lede açmış olurlar kendilerine . . .
Tatilde öğrenciler
149
tüne geçiriyorlar. Asıl iş kılıklanyla gelseler daha
iyi olacak ya, ne aynmı var!
Kışınki halleri bile kalmamış çocuklann. Ağız
burun birbirine kanşmış. Bütün yüz yanık ve
kavlak. Çoğunun rludaklan yalama olmuş.
Bu halleri yüzünden benden çok utanıyorlar.
Yine de gelip görüşmekten geri duramamışlar;
hoş değil mi?
•Çalışmak herkesin başında, ayıp değil. Ben
de çalışıyorum. Ne var bunda utanacak?· diyo
rum ama, pek kandıklarını sanmıyorum.
Sizlere ömür
ıso
duran öbür bölümlerin de önümüzdeki yağmur
lardan kurtulması pek umulmaz.
Hoca'nın cübbesini havalansın diye ipe ser
mişler. Derken şiddetli bir yel, estiği gibi cüb
beyi alıp götürmüş. Hoca, •Şükür Yarabbi ! · di
ye dua etmeye başlayınca, kansı: cAyol, niye dua
edersin?• diye sormuş. •A, hatun, ben de içinde
olsaydım, halim nice olurdu?· demiş. Bizimkisi
de o hesap. Ya duvar göçerken biz altında ol
saydık? Ucuz kurtulduğumuza şükredelim.
Peki ama, şimdi biz ne yapacağız Onanın de
sek kabul etmez. Temelden hayır yok. Yenisi? Bü
yük sorun !.. Hani Saik Faik'in bir hikayesi var.
Ben de onun gibi soruyorum: Gülsem olmuyor,
ağlasam olmuyor, dövünsem olmuyor. Söyleyin
a dostlar, ben ne yapayım?
Yemek sorunu
ısı
cuklara sıra ile sordum. Bu sabah yirmi bir kişi
hiç bir şey yemeden aç gelmiş, on kişi yavan ek
mek dürünüp yemiş. ll Ekim öğleden sonra: Otuz
bir kişi de hep karpuz şalağı ile ekmek yemiş.
Yirmi iki kişilik birinci sınıfla otuz bir kişilik
ikinci sınıfın toptan yoklaması, yani ikinci yokla
ma, 20 Ocak perşembe günü öğleden sonra: Dört
kişi yavan çorba, altı kişi bulgur pilavı , on altı ki
şi ekmek gevretip yemiş öğleyin. Dört kişi pilav
ısıtıp yemiş, beş kişi pekmez dürümü, ikisi evde
anasını bulamamış, aç gelmiş. Yedi tanesi, «Ne
yiyeceğim?» diye ağladıktan sonra yavan ekmek
yiyip gelmişler. On bir kişi soğan tuzlayıp dü
rünmüşler . . .
Bahar geldi, katıklar tükendi. Unlar bile tü
kendi. Gonca Derviş ta Şubat'ta aldı ardını da
daha o zamandan biraz un toplandı onun için.
Hemen herkesin yediği şimdi sabah cacıklı pilav,
öğleyin cacıklı dürüm , akşam cacık lı pilav. Unu
olmayan sadece cacık.
152
Bit öyküsü
153
Bazılan, tamam soyunup, babalannın ya da
kardeşlerinin içliğini v.s. giyinip geliyorlar. (Dış
giyim yok. İ çlikle don ana giyimi oluşturur . . . >
Giyinip geldiklerine bakıyorum: Biraz temiz. Yı
kanmış ve hiç giyilmemiş. Ama, gel gör ki, o da
bit dolu. Demek kökten kaynıyor ! . . .
İlaç v e pompa
154
Öğrencilerim ve konuklanm kaynar da ben
boş durur muyum hiç? Nem eksik benim? . .
Elbisemin içine akrep girmiş gibi kıvrandım
ve hemen soyundum. Meret bir çekirge yavrusu
gibi nasıl da büyümüş? ! . .
Hastalık sorunu
155
sa dağıtayım mı. Dağıtmak daha akla yatıyor ve
paydos ediyorum.
Köy odasına gidiyorum. "Yahu, ne yapacağız
böylelikle . . . " diyorum.
•İ yi etmişsin efendi, paydos ettiğine."
·Efendi, mefendi. Paydos ettim, iyi ettim ama,
her gün böyle yapmakla başa çıkılır mı; bir çare
sine bakalım," diyorum. «Sen bilirsin , nasıl bilir
sen öyle yap, geçen yılki gibi idare et de . . .
"
156
gün sarınıp sarmalandım. Ama yine aklırndaki
başıma geldi. Yani, gribe tutulup serdim postu
döşeğe . . .
Kimse yok, yalnızım. Derde derman için bir
şey arama. İ lçeyle de ilgi kesildi: Kar yağdı. Ne
giden var, ne gelen. İ laç olarak bir şişe geçti elirne
Sağlıkçı Celal'den. Üstünde, «Mitol• yazılı. Nezle
ilacı sözde. Onu çekiyorum. Akşamları bir ılıla
rnur kaynatıp içiyorum, külüstür sobaya da bir
tezek doldurup yatıyorurn tozun dumanın içine.
Ne varsa üzerime yığıyorurn. Kafayı gözü sarıya
rum. Bir türlü terleyerniyorurn. Nasıl terleyeyirn
ki, soba filan kaç para eder? . . Üstürn kar, taban
toprak, hava ayaz. Sözü çok uzatmak neye? .. İ ç
lerindeki su buz tuttuğu için topraktan yapılmış
testi ve ibrik çatlarnış gece . . . Artık yollar açılıp
ilçeye gidilir gelinir olunca sipariş ederiz . . .
Masallar
157
lar. Sesli okumaktan az çok dil damak yorulsa da,
onlann beğendiklerini, bir şeyler öğrendiklerini
gördükçe yorgunluğumu unutuyorum.
Geçen yıl okuduğumuz yazılar içinde en çok
Ali Dündar'ın «Çocukluğumuz,. adlı yazısı beğe
nilmişti, on kereden fazla okumuştuk. Dinlerken
ağzımıza gireceklerdi .
Bu yıl okuduklanmız içinde de, Orhan Veli'
nin manzum çevirdiği •Lafontaine Masallan» ho
şa gitti. Bir masalı belki elli kere okuduğumuz ol
du. Hele çevirisindeki güzellik, halk deyimlerinin
yerinde kullanılışı. lBağınyordu cıyak cıyak . . .
Koştu kabara kabara . . . Canına okuyacaktı dün
yanın . . . .. Çok beğenildL Sanki masallarda konu
nun her biri bizim köyün insanlarından birin
den çıkmış gibi hepsini birer kişiye yakıştırdı
lar .
.. o tilki de Cavit ağa gibiymiş hani . . . "
.. o karga aynı Saraç İ rfan 'a benzermiş . . . "
Dillere destan olanı da, öteden beri bu deyimi
herkes bildiği halde, buradaki söyleyiş güzelliğiy
le bir yenilik gösteren, «Doğuran Dağ" oldu. Daha
ilk okumamızda Gır Hasan'ın oğlu:
..Efendi, teşbihte hata olmaz, o dağın durumu
da tıpkı bizim durumumuza benzermiş,» demesin
mi.
c Ne ilgisi var ki, canım?» diyecek ol dum.
«Neye, nesi varmış, efendi,,. dedi. «Dağdan
şehir doğurmasını umuyor millet, gürültüsüne
bakarak, o ne doğuruyor görüyon mu? Biz el e
öyle değil miyik sanki? Sen n e kadar öteberi
okudun , hani şöyle edilecek, böyle ed ilecek di
yerek. Duydukça o işleri yapılacak sandık. Hani
bakıp gören, hani yapılan? Bir mektebimiz var,
158
yaptınlacak dediler. Bekledik, gelen giden olma
dı, biz yapalım dedik o da yıkıldı. Şurada senin
çektiğini biz biliriz. Sen de bizim halımızı biliyon.
Var mı, bundan kimsenin haban? Eveli mektep
ten hoşlanmadık; gıymetini bilmedik. Fakat, şinci
sen ağnattın, hep aklımız yattı. Gendirniz yapa
mayok. Hökümet yapsın canımız gurban. Sen
bakma o mektep yapılmasın diyenlere. Şaşkın
lıklanndan, kızgınlıklanndan. Yoksam onlar da
ölüp gidiyorlar mektep özleminden. Ama hani?
Ne çocuklarda bi hayır galdı, ne sende. Gaynm
biz neyse. Valla inanın olsun, kendimizi goyup
da seni dü�ünüyok. Berhüdar ol gine. Yapılacak
diyorlar, on sene, yirmi sene geçiyor. Laf olsun !
Gine o dağ bi sıçan doğurmuş. Ya bizimki, heç . . .»
Gölek örneği
1.59
«Püs.. adlı bir gülmece gazetesi çıkardım. Bir
gün sabahtan akşama kadar uğraşarak birkaç
sayı çoğalttım. Arkadaşlara birer tane yolladım .
Büyük kentlerde gazeteler çıkar, yurdun dört ya
nındaki abonelerine gönderirler ya. . . Söz gelişi,
biz de ona heves ettik. Gazetemizin yıllık abon e
si bir oruçtur. Biz de kendimiz çıkaralım, parasız
olarak, oruç karşılığında okuyalım, vakit geçire
lim, dedik. Başyazı şöyle başlıyordu: cı:Müjde: Öğ
retmenlerle ilgili yeni bir yasa tasarısı ! ,. Bundan
sonra bir arkadaş da, «Beyhude,. adlı bir gazete
çıkararak, uPüs» ü destekledi. Bütün bunlar, ka
rarsız bir kafanın, pasian mış bir ruhun kendisine
zoraki bir neşe verebilmek için bulabildiği çare
lerdir. Külebi gibi:
demek de zor.
160
Tepki
161
ilçeye götür diye bana verdi. Götürdüm, ilgili gö
revliye verdim. Açıp okudu. ·Amma da yapmışlar
ha,.. diye güldü. ·Elin karısına, kızına göz dik
menin sonu budur! .. diye söylendi.
»
162
O, karakola götürüldükten, bayram havası da
yatıştıktan sonra karıyı bir arabaya bindiriyorlar,
haydi ilçeye: ·Zorla evimi bastı, .. diye üade verdi
riyorlar. Bir sopa da karakolda öğretmene.
Kadın , kadın dedikleri elli beş yaşında, evin
de yalnız başına yaşayan kimsesiz bir acuze.
Kendimi tedavi edeceğim, yeniden elbise ala
cağım, mahkemeye gidip geleceğim diye iki yüz
lira kadar da borç etti bizim arkadaş. Şimdi şaş
kın, bitkin, umutsuz, bezgin, bir durumda, iki
davada mahkemeden mahkemeye mekik doku
yor.
Gerçi şimdi i$ anlaşıldı. Kadın: «Beni sıkı.ştır
dılardı, cebri bastı evimi, diye üade vermezsen se
ni bu köyde yaşatmazık, dediler. Onun için mec
bur oldum. Esasında benim öğretmennan dayvem
dalavam yok,• diyerek ilk ifadesinin yalan oldu
gunu açıkladı.
Ama iş işten geçti bir kere. Bir öğretmenin
hakkını aramak için kimse yardım etmiyor, uMüs
tahaktır, .. deyip çıkıveriyorlar işin içinden .
Ne yapsın şimdi bu çocuk? Bu karışık ve kötü
durumda kime koşsun, kimden yardım istesin?
Karşısındaki cahil ve azgın kitle ile nasıl savaş
sm? . .
Öğretmeniere hoş gözle bakmayan köylülerin
bu iftiradan sonra takınacaklan tavrı kestirebilir
siniz. Kentte de, bakkalı çakkalı, ·Zaten birader,
bunlardan hayır gelmez . . . .. diye kestirip atıyorlar.
Bu da başka türlüsü
1 63
vuş bir adam göndermiş bana. «Acele yetişin .
Hoca'nın başına bir iş geldi, .. diye. (Yunus Çavu ş
Göstük öğretmeni Kenan ' ı n ev sahibidirJ Kenan
bizim köylü ve teyzemin oğludur. 1946'da Enstitü
yü bitirince Göstük köyüne atandı. Yunus Ça
vuş'un odasında oturuyor. Başına bir iş gelmiş
demek ! Acaba nedir? Okullan bir hafta önce ta
til etmiştik.
Kalktım gittim . . . Köye varır varmaz sağdan
soldan aldığım haberlerle serseme döndüm. Has
bi ve Avni adında iki kişi, öğretmeni tutup suya
atmışlar. Adamakıllı ıslatmışlar, boğacaklarmış
ama, boğamamışlar. Çıkarıp Allah yarattı deme
den kafasını gözünü yarmışlar zavallının.
Kolu kırık, başı yanlmış, her yanı kan için
de . . . Hıçkıra hıçkıra yürümüş, ilçeye gitmiş .
.. Peki, nedeni?"
Efendim, Avni'nin yeğeni Halime'de gözü
varmış bizim "hoca» nın da, onun için yolunu
beklemişlerı Bu şaşkınlık içinde vardım. Yunus
Çavuş'un evine. Başima biriktiler. Anlattılar.
acındılar, ilendiler bu işi yapanlara . . .
Yunus Çavuş anlattı:
«Gonşu ! Gonşu! diye sesi geldi dışarıdan .
Ben çıkmaya kalmadı kapıdan girdi hoca. Aman
ne deyim sana, öldürmüşler hocayı . . . ·Beni öl
dürdüler gonşu, .. dedi. Topak taşın orada çevir
mişler, suyun başında. Suya atmışlar. Kurtul
muş. Bu kez de taşla girişmişler. Tabancasının
kabzasını kafasına vurmuş Avni. Hasılı, «Dur
mayacağım, yalnız bana biraz harçlık ver varsa,
doğru ilçeye şikayete gideceğim,• dedi. Ben de
dün iki batman soğan satmıştım da iki buçuk
liram vardı, onu verdim. Aldı gitti. Sana da ha-
164
ber ettim, bakalım ne diyecek . . . Baksın, görsün
diye . .. •
Toplantı
165
Bahannki toplantıda da beklerim ki, yıl için
de bize yararlı ve bizim duymadığımız olaylar
hakkında konuşulsun, yıl içindeki aksaklıklan
mız öne süıii l sün ve giderilme yollan aransın,
gösterilsin .
Oysa, hiç de öyle olmuyor. Örneğin , son top
lantıyı anlatayım:
Sıralara geçip oturduk. Müfettiş geldi ve
şunları söyledi:
«Bazı arkadaşlar, Kaymakamlığa istida ve
rip de izin almadan kazaya geliyorlar bir işleri
olduğunda. Bir daha böyle şey istemem.•
Aynı bunları ve bu kadarcık söyledi, çıkıp
gitti. Dilekçeyi ku şlarla göndermemizi salık ve
riyor olmalı.
Milli Eğitim Memuru da toplantı tutana
ğı nın birinci maddesini yazdı:
« İzinsiz . . . kaza.ya . . . inmek . . . hakkında . . . ..
Bir de ben söz aldım ve bizim okulların du·
rumunu anlatarak bu konuda ne düşünüldügü
nü sordum.
Memur:
"Yazarsın yazarsın o okul; dersin dersin o
okul . . . Yok işte ! Sizin okul için ne Bakan lık
bütçesinde, ne ilçe bütçesinde ödenek yok. Ne
söyleyip duruyorsun? Duvarın dibinde okut.
Okutmazsan köylünün yumurtasını ye, yat ar·
kaüstü . . .
"
1 66
MAS A L G İ B İ
Şim diki zamanda temizler hamamda, kirli ·
ler seyranda . . . kimi yücede, kim i i şkencede, ço
banlar sanh keçede, toklar neşedeyken; yokluk
muş, açl ıkmış herkesin belini büken . K iminin
bahtı kara kiminin akmış, çok söylemesi, dert
yanması yasakmış. Dilini yutmalı, sessizce
oruç tutmalıymış adam, yoksa başına yıkılınnış
dam .
Bir kambur felek vannış, ne söz d inlenniş,
ne ağıt ! Karalanmış n ice kağıt. Ama hiç kulak
a san olmamış. Tok açın halinden bilmez hesa
bı, yaslan mış da yaslanmış. Dert üstüne dert yı
ğılmış.
Kim ine kavun yedirmiş, kimıne kelek. Ki
min i n boynuna geçinniş bir çarpık elek. Elek
çiler ağladıkça gül müş felek . . . Söylemesi, dinle
mesi hoştur ya, gel bir de şu masala kulak ver,
neler olmuş neler . . . İ ster bir çare bulup güldür,
ister yine yüreğini tıka da öldür. Masal derler
bunun adına, kanlı yaşlar karışmıştır tadına.
Var d inle gayrı:
Bir köy öğretmeni varmış. Güzden biraz pa
ra geçmiş eline. Borcunun yansını ödemiş, bir
dem sürmeden çekilmiş köye. Bir torba bulgurla
bir çuval un atmış kenara. . . Geçinmiş bununla
bir ara. Kimi kimsesi yokmuş, canı cananı yok-
1 60
muş. B u adamın emınisi yokmuş, dayısı yokmuş.
·Medet !• diye başına üşüşüp de eli boş çevire
mediklerinin hesabı yokmuş ... Üç dört günde bir
pişirdiği yağsız pilav boğazından zor geçermiş.
Bulgurundan, unundan gayn varmış bir de ya
tağı ya; ne biberi varmış, ne yağı; bu nedenle bir
yanı aç, bir yanı tok, yese de bir, yemese de bir
miş. İçi üşür, dışı üşürmüş. Gece ağlar, gündüz
yüreğini dağlarmış. En çok, «Anam, anam , gari
bim,• türküsünü sever, geceleri yatağının içinde
titrerken fısıltı halinde söylermiş. Bir kitap buna
dermiş ki: .. sen bu köyü kalkındıracak tek
adamsın, burada onun için bekliyorsun... O der
miş ki, kitaba: .. Ben kendimi kalkınd ıramadım,
haJsizim, güşsüzüm. Bu güçsüz vücut bir köyü
nasıl kalkındırsın? Sen beni kalkındır, ben de
onu. Var benim de bir ereğim, bir düşüncem.
Ama kitap arkadaş, katip arkadaş, ne gelir be
nim elimden, zari zari ağlamaktan gayri. . . .. Böy
le dermiş ama, ümidin i kesmezmiş büsbütün.
Okuyup yazmaya, öğrenip öğretmeye yine de sa
vaşır d ururmuş. Zaten her teseliiyi okumakta
bulurmuş.
Yağsız bulgurdan usanır, yine döner d olaş ı r
ona kul olurmuş. Benzi solmuş, gözü yorulmuş.
özü çürümüş. On sekiz yaşındaymış ama, otuz
d ::r ;ı yukan görünürmüş.
Ceketi eski, paltosu yırtık. Kuru bir kemilde,
çıkmadık bir canı kalm ış artık. Bacaklan olmuş
birer kamış; saç sakal dersen uzamış da uzamış.
Her şeyin canına tak dediği bir gün , derken kap ı
da vurulmuş « tak ! .. demiş. Gelmiş bir müfettiş
seke seke . . . Müfettişe gelir bunlar şaka maka, o
usanmış çeke çeke.
1 70
Gelmiş efendim müfettiş, aramış iş. Arar el
bette, ama bunun, usu var erdemi var; yolu var
yardamı var . . . Hal ha tır sorup, nasılsın, nicesin de
meden, «Hani" demiş, ukooperatif kolu, disiplin
kolu, bilmem ne kolu?· Çocuklannı sorduğu ada
mın bakmaınış hadım olduğuna. Kupkuru dört
duvarda olur mu bunlar? Sanki olsa ne işe yarar?.
Ne ardına bakmış, ne önüne . . . Gitmiş kendi bildi
gine. Dayanmış rapora. Ne buyursa? «Havale
kursa ! ..
"
171
SAI{AL MAKAL
Yahut
AFERİM OGLUM AHMET
BU YOLDA DEVAM ET
mu hatırlamıyorum.
Ncıdir Nadi. ! Cumhuriyet)
DERİNLİK YAYlNLARI
«ÇOCUKLARA KİTAPLAR» :
4. Beyazıann Çocuklarına
Küçük Zenci Öykülerı - Öyküler 15 Lira
5. Kim Sevmez U�urböceklerinl - Roman 15 Lira
"100 Ura