Professional Documents
Culture Documents
Serhat KÜÇÜK
ESKİÇAĞ’DA BİLİM
İnsanlığın tarihinde bilinen en eski çağ, Eskitaş(Yontma taş) çağı olarak adlandırılır.
İnsanın görünmeye başladığı dördüncü zaman başlarında, ılıman olan iklim, kuzeyden
gelen buzullar nedeniyle değişti. Güç koşullar altında yaşamak zorunda kalan
insanoğlunun elinde araç olarak yalnızca yontulmuş taşı vardı; ancak zaman içinde
biriken gözlemlerinden yararlanarak taşa çeşitli biçimler verdi; avladığı hayvanların
derisinden giysi, kemiğinden alet yaptı; etiyle beslendi. Ateşi keşfettikten sonra
doğaya egemen olmaya başlayan insan, çevresini gözlemleyerek elde ettiği bilgiler
üzerinde düşünmeye başladı ve düşündüklerini başkalarına aktardı, yani dili buldu.
Cilalı taş çağında, insanlar taştan yapmış oldukları araçları cilalamaya başladılar.
Balta, keser, ok ve yay gibi yeni aletler eskilerine eklendi. Bu dönemde tarım ve
hayvancılık gelişti ve yavaş yavaş göçebelikten yerleşik yaşama geçildi. Artık insanlar
hayvan derilerini örtünmek yerine, yünden dokunmuş giysiler giyiyorlardı.
İnsanlar gündelik yaşamlarında kullanmış oldukları mutfak gereçlerini topraktan
üretiyorlardı; daha sonra, bakır ve demir gibi madenleri çıkarıp kullanmayı öğrendiler.
Bu madenlerden süs eşyaları yaptıkları gibi, çeşitli aletler ve silahlar da ürettiler.
Maden çağında; Nil, Dicle, Fırat, İndus ve Sarı Irmak kıyılarında toplumlar
şekillenmeye başladı; yazıya da ilk kez bu bölgede rastlandı. Şu halde, uygarlıkların
tarih sahnesine çıkmaya başladığı bölgeler, tarıma elverişli büyük nehirlerin
kenarlarıydı. Bu uygarlıklar içinde ilk akla gelenler arasında: Çin, Hint, Mısır ve
Mezopotamya uygarlıkları sayılabilir. Buna Orta Asya’yı da ekleyebiliriz.
ÇİN’DE BİLİM
1960’lara kadar Çin Bilimi hakkında Batı’da çok az şey bilinmekteydi. Astronomi
tarihçilerinin bu konuda bazı fikirlerinin bulunmasına, Çin botaniği, tıbbı, fiziği ve
mühendisliği hakkında elde birtakım bilgiler mevcut olmasına rağmen, genel olarak
Çin Bilimi yeteri kadar takdir görmemekteydi. Meselenin esas sebebi dil engeliydi.
Çok yakın zamana kadar Çince bilen Batılıların büyük kısmı doğa bilimleri konusunda
öğrenim görmemişti. Ancak şimdi dünyanın farklı yerlerindeki bu iki vasfa da sahip
bilim adamlarının sayısının artmasıyla bu durum değişmektedir.
Erken dönem Çin bilimini inceleyen tarihçiler, başka toplumların biliminin
incelenmesinde mevcut olmayan bir avantajla karşılaşmışlardır. Bu avantaj Çincenin
yazılış şeklinden kaynaklanmaktadır. Nesneleri temsil etmek için kullandıkları
ideografları hala kullanmakta olan yazılı Çin dili, ilk dönemlerden beri fazla
değişmeden kalmıştır.
Bununla beraber, alfabeye dayalı yazının fazla gelişmemiş olması, Çin bilimine
baktığımızda aklımızda tutmamız gereken bir şeye işaret eder; bu da, doğal aleme
getirilen açıklamanın Batı kültüründen oldukça farklı bir kültürde yapılmış olduğudur.
Bu kültür, uzun zaman, Batı’dan bir dereceye kadar uzak kalmış ve hemen hemen
kendi başına gelişmiş bir kültürdür. Muhakkak ki, Marco Polo’nun 13.yy’deki
ziyaretinden çok önce ve çok sonra temaslar olmuştu; ancak bu temaslar sık değildir
ve Çinliler bazı dönemlerde yabancılara hiç de cesaret vermemiştir.
Bilim Tarihi Ders Notları Öğr. Gör. Dr. Serhat KÜÇÜK
Çin tıbbı, evren, doğa ve insan arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğu anlayışına dayanır.
Çinli düşünürler, evrenin sürekli bir oluşum içinde olduğuna inanırlar; onlara göre, bu
sürekli devinim daima bir başlangıca dönüşü içerir. Evrensel sistemin bir parçası olan
insan, ikilem gösteren yin ve yang ilkesinin (iyilik ve kötülük, hastalık ve sağlık gibi)
etkisi altındadır. Geleneksel Çin tıbbının tedavi şekillerinden olan masaj ve
akupunktur yöntemleri günümüzde de kullanılmaktadır.
HİNT’TE BİLİM
Hint biliminin, diğer bir ifadeyle İslamiyet’in Hindistan’a Moğol sülalesi ile 16.yy’de
girişinden önce Hindistan’da gelişen bilimin, tarihi henüz yeterince araştırılmamıştır.
Ancak konu bünyesinde zorluklarla doludur. Tarihlendirmede ve yazılı kaynakların
temininde ciddi sorunlar vardır. Çok şeyin karanlık olduğu bir sahada, diğer
medeniyetlerle yapılan kültür ve bilim alışverişi veya fikirlerin bağımsız gelişmeleri
gibi konularda sorulacak sorulara cevap vermek bir hayli zordur.
Hindistan'daki bilimsel etkinliklerin başlangıcını M.Ö. 5000'lere kadar geriye
götürmek mümkündür; ancak bilim gibi düzenli bir bilgi topluluğunun oluşumu için
yaklaşık M.Ö. 2500'leri beklemek gerekmiştir. Erken dönemlere ilişkin bilgileri Vedik
metinlerden ve nispeten daha geç tarihli olan Siddhantalardan edinmek olanaklıdır.
Hindistan'da kullanılan sayı sistemi, on tabanlı (yani desimal) olup, erken tarihlerden
itibaren konumsal rakamlandırma yönteminin benimsendiği görülmektedir. Sıfırı ilk
defa Hintli matematikçiler kullanmıştır. Sayı sistemindeki bu erken tarihli gelişme,
aritmetiğin gelişim hızını büyük ölçüde etkilemiştir.
Daha sonra Pythagorasçılara mal edilecek olan Pythagoras Teoremi'nin çözümü ile
ilgili erken çözüm örneklerine Hintlilerin geometrik metinlerinde rastlamak
mümkündür.
Cebir alanında birinci ve ikinci derece denklem çözümleriyle ilgilenmişler ve
trigonometri alanında ise, sinüs ve kosinüs fonksiyonlarını kullanmışlardır.
Daha sonra Hintlilerin aritmetik, cebir ve trigonometri konusundaki bilgileri Sanskrit
dilinden Arapça'ya yapılan çeviriler yoluyla İslâm Dünyası'na aktarılacak ve buradaki
bilimsel uyanışta önemli bir rol oynayacaktır; on ikinci yüzyıldan itibaren Arapça'dan
Latince'ye yapılan çeviriler sonucunda ise, Hıristiyan Dünyası bu bilgilerle
tanışacaktır.
Hintlilerin evreni Yer merkezlidir ve astronomiden söz eden metinlerde Ay ve
Güneş'in hareketleri ve tutulmaları, Yer, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn'ün
hareketleri, Yer ve Güneş'in birbirlerine uzaklıkları hakkında ayrıntılı bilgiler
verilmiştir. M. S. beşinci ve on ikinci yüzyıllar arasında konuyla ilgili yapmış
oldukları çalışmalarda ise, trigonometrik oranları da dikkate almak suretiyle, Güneş-
Yer, Ay-Yer uzaklıklarını, Güneş, Ay ve diğer gezegenlerin konumlarını ve dolanım
periyotlarını hesaplamaya çalışmışlar ve bunlarla ilgili sayısal değerleri içeren eserler
bırakmışlardır. Bunlardan Aryabhata adındaki bir astronom ilk defa Yer'in kendi
etrafındaki hareketinden söz etmiştir.
Hint tıbbı, başlangıcından itibaren Hint felsefesi ve kozmolojisiyle iç içe gelişmiştir.
Onlara göre, canlı varlıklar evrenin küçük bir modelidir ve doğadaki diğer varlıklar
gibi, toprak, su, hava, ateş ve eterden meydana gelmiştir. M.Ö. üçüncü yüzyıldan
itibaren gelişen tıpla ilgili sistemler konuya yeni bakış açıları getirmiştir. Bunlardan
Yoga Okulu, sağlıklı olabilmek için beden disiplinin yanı sıra, zihin disiplinini de şart
koşarken, yine aynı dönemlerde ortaya atılan bir başka görüş, beden yapısının temelde
Bilim Tarihi Ders Notları Öğr. Gör. Dr. Serhat KÜÇÜK
Orta Asya Türk tarihi M.Ö. 8000'lere ve hattâ çok daha eskilere kadar
götürülmektedir. Arkeologlar tarafından bugün de sürdürülmekte olan kazılarda, taş
devrinden kalma çanak ve çömleklere, çakmak taşından ve taştan yapılmış topuz veya
kargı biçimindeki silahlara, buğday ve arpa yetiştirildiğine ilişkin izlere rastlanmıştır.
Daha sonra, demir kullanılıncaya kadar geçen süre içinde hayvanlar evcilleştirilmiş,
bakır ve kurşundan çeşitli eşyalar yapılmıştır. İlk defa alaşım olarak bronzu kullanan
Türklerdir
MISIR’DA BİLİM
Nil nehri civarında gelişen Mısır uygarlığı M.Ö. 2700 yıllarından itibaren matematik,
astronomi ve tıp konularındaki etkinliklerle parlamıştır. Mısırlılar matematiklerinde,
kullandıkları on tabanlı hiyeroglif rakamlarıyla, sayıları sembollerle ifade etme safhasına
ulaşmışlardır. Bu rakamlarla çeşitli matematik işlemlerini yapabilmişler ve cebir işlemlerine
çok benzeyen ve diğer uygarlıklarda da görülen "aha hesabı" adlı bir hesaplama yöntemi
geliştirmişlerdir.
MEZOPOTAMYA’DA BİLİM
Dicle ve Fırat deltası, Asya, Afrika ve Avrupa arasında köprü vazifesi gören bir kavşak bölge
olarak büyük bir uygarlığın gelişmesine çok elverişli bir yerdi. Burada gelişen Mezopotamya
uygarlığının başlangıcı M.Ö. 3000 yıllarından öncesine gider. Bu uygarlığı Sümerliler,
Akadlılar ve Babilliler ortaya koymuştur. Bilimsel faaliyetler olarak daha çok zaman ölçme,
Bilim Tarihi Ders Notları Öğr. Gör. Dr. Serhat KÜÇÜK
alan hesaplama, sulama kanallarını organize etme, değiş-tokuş gibi günlük yasamın
gereklerine uygulanan astronomi ve matematik bilgileri ile karşılaşılır.
Mezopotamyalılar cebirin kurucusudurlar. Gelişmiş bir rakam sistemine sahip olmaları cebir
konusunu da ilerletmelerine yol açmıştır. Birinci ve ikinci derece denklemlerini belirli gruplar
halinde sınıflamışlar ve her grup için ayrı çözüm formülleri vermişlerdir. Geometrileri analitik
idi. Yani, geometri problemlerinin çözümü genellikle cebir yoluyla ele alınmaktaydı. Thales
Teoremi'ni dik üçgenler için bulmuş, ve kullanmışlardır. Pythagoras Teoremi'ni de biliyor ve
kullanıyorlardı. Daireyi 360 dereceye bölen de Mezopotamyalılardır.
ANADOLU’DA BİLİM
Coğrafi konumu çeşitli bölgelerle bir köprü niteliğinde olan Anadolu yarımadasından ilk
uygarlıkların tarihi M.Ö. 8000'lere kadar götürülmekte olup, bu uygarlığın bugünkü Aksaray
ili civarında olduğu belirlenmektedir. Daha geç tarihli olanlar arasında ise Hitit, Urartu, Firig
ve Lidya uygarlıkları sayılabilir.
Van gölü civarında gelişen Urartu uygarlığında ise çivi yazısı ve resim yazısı kullanılmış,
yapmış oldukları kapların üzerine, onların hacimlerini yazmışlardır.
En önemli merkezleri Gordion ve Midas olan Frigya uygarlığının Fenike alfabesinin Batı'ya
yayılmasında önemli rolü olmuştur. Ayrıca, Kybele adı verilen ana tanrıça kültü de bu
uygarlıktan Yunanlılara geçmiştir. Bakır-kalay alaşımı olan tunçtan eşyalar yapmışlar, bazı
müzik aletlerini icat etmişler (simbal, flüt gibi), kilim dokumuşlardır. Kilim için kullandıkları
"tapetes" adı bugün Fransızcada "tapis" biçimini almıştır.
Batı Anadolu'daki Lidya uygarlığının en büyük başarısı ise parayı icat etmiş olmasıdır.
Böylece o dönemin ekonomik hayatında büyük gelişme sağlanmış, modern ekonominin
temelleri atılmıştır.