Professional Documents
Culture Documents
RANA KABBANİ
Rana Kabbani 1958'de Şam'da doğdu. New York ve
Endonezya'da eğitim gördü. l977'de ABD'de
Washington, George Town Üniversitesi'nden mezun
oldu. Lübnan iç savaşının ilk yıllarında Beyrut'taki
Amerikan Üniversitesi'nde öğretim görevlisi idi.
1980'de Cambridge'de İngiliz Edebiyatı doktorası yaptı
ve Doktor oldu. Arapçadan İngilizceye Mahmud
Derviş'in şiirlerini çevirdi, 1986'da bu çeviriler
İngiltere'de yayınlandı. Halen İngiltere'de yaşıyor ve
yazıyor.
(■ '
\
Bağlam Yayınlan / 49
İnceleme - Araştırma / 21
BAĞLAM YAYINCILIK
Ankara Caddesi, 13/.1
34410 Cağaloğlu - İstanbul
Tel : 513 59 68
AVRUPA'NIN DOGU İMAJI
RANA KABBANİ
BAĞLAM
İÇİNDEKİLER
9
'eder.Güçlü bir ulustan olup, daha az güçlü toplumlann toprak
larında meraklan gidermek için yola çıkan bir gezgine pek çok
farklı uygarlıklarda rastlanabilir.1 Örneğin, Ispanya’dan Çin’e
uzanan bir alanda 7. ve 14. yüzyıllar arasında hüküm süren
, askerî ve politik güçlerden oluşan İslam dünyası, hükümet tem
silcisi ya da araştırmacı olarak politik anlamda yararlı birikim
lerini zenginleştirecek bilgi elde etmek üzere gezginler gönde
rirdi. Araplar güçlendikçe, literatürlerinde yer alan gezi kitap
larının sayısı da arttı.2Hem Arapların kendi topraklan, hem de
imparatorluklar dışında, onlar için ekonomik önem taşıyan
alanlarda, bu kitapları almaya eğilimli bir izleyici kesimi oluş
tu. Arapların ilk ciddi gezileri ticari amaçlarla yapılmış oldu
ğundan, ekonomi tarihi, Arap gezginlerin ve coğrafyacılann bü
yük ilgisini çekiyordu. Gezi yazılan, yönetilenler hakkında bilgi
verdiği için, imparatorlukla çok yakından ilgili etnolojik bir tez
/ yerine geçti.
Halifelik genişleyip, merkezi otoritenin gücü azaldıkça, da
ha etkili yönetebilme arzusu.ortaya çıktı.3Gezi yazılan, okuyu
cuyu memnun edebilmek uğruna, uzak ülkelerin durumlarını
abartan ya da uyduran gerçek dışı malzeme de içeriyordu. Gez
ginler, yolculuk ettikleri ülkelere ilişkin toplumsal bir imaj
oluşturabilmek için birbirlerinin tanıklığına dayanıyorlardı.
Örneğin Mesudî ve el-Sirafı’nin yaptıkları gibi4, yazılarında
birbirlerinden alıntı yaparak, güncelliğini yitirebilecek olan es
ki hikayelere taze kan verdiler. Böylece Îdrisî, 12.yüzyılda Gü
neydoğu Asya hakkında yazarken üçyüz yıllık malzeme kullan
mıştı. 5 Yazı yazan gezginlerin çoğunun, örneğin Ebu Zeyd el-
Sirafî gibi, denizcilerin ve tüccarlann hikayelerindeki bozulma
lardan söz etmekten kaçınacak şekilde giderek daha dikkatli
davranmalanna karşın6, vatandaşlannın çocukluktan beri din
leyerek yetiştikleri belli mitleri onaylamak zorunda kalıyorlar
dı.
Arap coğrafyacılarının ve gezginlerin tasvir ettiği mitsel
gerçeklerden biri de, Wag wag ile ilgili idi. Wag wag, farklı coğ-
10
rafi bölgelerle ilişkili oluyordu; genellikle de Japonya ile.
19.yüzyılda yazan Ibn Hurdadbih, burasını göze çarpan ölçüde'
zenginlikler ülkesi olarak görüyordu: - '
13
Bir toplumdaki marjinal ve güçsüz gruplara kötülük et
mek, günahkeçileri üretmenin her zaman çok uygun bir yönte
mi olmuştur. Ortaçağ Avrupası, örneğin Yahudileri bir dizi kar
maşık suçlarda kullandı: Kuyuları zehirlemek, kan için çocuk
ları öldürmek, kurbanları çarmıha germek ve hatta onları ye
mek gibi.15Benzer şekilde, kadınlar da şeytanla ilişki içinde gö
rülüyor ve kilisenin ve uygarlığın düşmanı oluyorlardı.16 Daha
da ileri gidilerek, cinsel açgözlülük, yamyamlık, kötü ruhlara
uyma ve genellikle inatçı ve kaprisli olmalan nedenleriyle ka
dınlara karşı yapılan 'cadı avlan'nı haklı çıkardılar.17
Uzak bir kültüre kötülükte bulunmak da Ortaçağ Avrupa-
sının bağnazlığına siper ettiği belirgin bir özellikti. Ve İslam
dünyasında, muazzam bir düşmanı olduğundan, bu rakip dev
letin etki gücünü görebilmek amacıyla bir polemik canlandırdı.
"Bu polemik, içerdiği düşmanlık ve fanatizm açısından kayda de
ğerdi. Burada İslam, Hıristiyanlığın yadsınması, Muhammed
ise bir sahtekar, kötü bir şehvet düşkünü ve şeytanla anlaşmış
bir anti-İsacı olarak geçiyordu. İslam dünyası Avrupa'ya karşı
id i18ve bu şüphe altında görülüyordu. Hıristiyan Avrupa, İslâ
mî Doğu ile kültürel, dini, askeri ve politik bir yüzleşme içine
girmişti ki, bu o andan itibaren, Doğu ve Batı arasındaki diyalo
gun doğasını belirleyecekti. Yeni Avrupa, artık hiçbir şekilde
bütünüyle 'kutsal savaşlar'ın kendisini içine sürüklediği uzlaş
mazlıktan ortaya çıkmayacaktı. İslami rakibine karşı kendini
haklı çıkarma isteği kolayca hakim olma kararlılığına dönüştü
ki bu, Napolyon'dan başlayarak emperyalistlerin psikolojik mo
tivasyonu olacaktı. Bu ruh ile 1920'de Fransız General Goura-
ud, Şam'a girdi: Hemen Selahaddin Eyyubî'nin türbesine yöne
lerek, (Selahaddin Eyyubî onları 3.Haçlı seferinde yenilgiye uğ
ratmıştı) şeytanca bir gülümsemeyle"Nous revoila, Saladin"*
diye haykırdı.19
Avrupa'nın Doğuyu kaleme alan anlatımlarında, Doğuyu
Batıdan farklılaştıran nitelikler ve onun 'diğeri' olmaktan ge-
___________ t ______________________________
14
len dönüşü olmayan durumu kasıtlı olarak vurgulanıyordu.
Buıllardan iki tanesi kayda değer. îlki, Doğunun bir şehvet ya
tağı olduğuna ilişkin ısrarlı iddiadır. İkincisi ise, atalarından
miras almış oldukları şiddet ile biçimlenmiş bir gerçeklik oldu-
ğudur. Bu konular, Ortaçağ düşüncesinde önem taşıyordu ve
günümüze kadar değişen düzeylerde zorlamalarla aktarılmaya
devam edilecekti. Fakat en kasıtlı söylem tarzlarına 19.yüzyıl-
da ulaştılar, çünkü bu tarihi kesit, Doğu ile Batı arasında yeni
bir karşılaşmaya sahne oldu: Emperyal bir karşılaşma. Şayet
Doğu halklarının tembel, aklını seksle bozmuş, vahşi ve kendini
idareden aciz oldukları söylenebilseydi, o zaman emperyalist ül
keye girip hükmetmekte kendini haklı bulurdu. Politik hakimi
yet ve ekonomik sömürü,tam hükmedici görünebilmek için me
denileştirme misyonunu (mission civilisatrice) bir kılıf gibi kul
lanıyordu. İmparatorun ideolojisi hiç de katı bir aşırı milliyetçi
lik sayılmazdı, aklı ustalıklı kullanmaya, bilim ve tarihin eksik
lerini tamamlayarak hizmete çalışıyordu. Âvrupalı sömürgeci
nin imajı her zaman şerefli olmalıydı: O sömürgeci değildi, ay
dınlatma için geliyordu. Sadece kâr peşinde değildi, bu talihsiz
insanları kendi yüksek düzeylerine çıkarmaya çalışaraik yaratı
cısına ve imparatoruna karşı görevini yerine getiriyordu. Bu,
bëyaz adamın yüküydü, tüm kıtaların boyun eğmesini onayla
yan saygın bir rahatsızlıktı.
19.yy.da İngiltere, çılgınca bir girişimle, ' fetihler' sürecinr
deki dünyayı tanıyabilmek için çok miktarda gezi-yolculuk ede
biyatı üretti. Gezginler hem izleyici, hem anlatıcı idiler, vatan
severce gezdiler. Finansman kaynaklan genellikle memur sını
fıydı, zira, üretimleri dünyanın imparatorlukça temsiline hiz
met ediyordu.
18.yy.da da belli alanda gezi literatürü üretilmişti, ancak
bunlar daha çok fıkra türünde bilgi yerebiliyordu. 18.yy. gezgi
ninin anlatabildiklerini, neo-klasik yaklaşım büyük ölçüde dik
te ettirdi.20 Otobiyografik anlatımdan ziyade tasvirsel anlatımı
inceledi. 'Kibirli gezginlikten sakınarak ( Steme'in Yorick’e öne
15
sürdüğü gibi), kendini anlatamadı, onun yerine görüntüleri,
manzarayı ayrmtıladı. William Comtyun Dr. Syntaxï gibi, Tenk-
li, pitoresk görüntüleri araştırdı, Alanı imparatorluğa yayılan
19.yy.^yaklaşımına ürettikleri ile rakip olmadı.
J-9.yy..gezgini, görüntü ve manzara ile, yalnızca ilerlemesi
ne bir fon oluşturduğu Ölçüde ilgilendi. O, yolculuğun yalnızca
anlatıcısı değil, kahramanı idi ve her fırsatta kendinden hoşnut
luğunu belirtti. Klasik duyumculuğun moi haïssable (nefret
edilecek ben)'ı, bireyler muhafazakâr bir tarzda yüceltilerek ve
övgücülüğe dönüşerek yenilenmişti. Gezgin, artık kutsaldı,
kahramandı ve Hıristiyan askeri idi; Gordon ve Lawrence'inki
gibi, onun ünü de mitsel orantılara çabucak dönüşebilirdi. Ger
çekten de, ona karşı çıkan herhangi bir girişim, haddini bilmez
lik olarak görülüp reddediliyordu: Wilfrid Scawen Blunt'm Gor-
don'a yönelik alèyhte eleştirisi vatandaşları tarafından hainlik
olarak görülmüştü. Herşey bir yana, gezginin mitsel kişiliği, ta
şıdıklarının bir toplamıydı: Tutkuları, inançları ve emperyalist
gezginler asrına uygun olarak, yüksek dozda bir ırksal kibir ile
bağlıydı, bu özellikler. Richard Burton bunlar arasında en ve
rimli olanlardan biriydi, tüm gezintilerinde sadık ve sağlamdı-
Ve erotik Doğuyu kesin iddialar sunarak en çok anlatan da o idi.
Burton için Doğu öncelikle kanundışı bir yerdi ve kadınları da
cinsel zevk sunan müsait kölelerdi, fakat Viktoryan (muhafaza
kar) mekanlarda uygunsuzlukları nedeni ile reddediliyorlar-
dı.Onun anlatımında cinsellik ve ırkçılık içiçe geçmişti, çünkü
kadınlar bu saygın, ataerkil Viktorya toplumunda ikincil grup
idiler, diğer ırklar da sömürge topraklarında yine ikincil sayılır
ken. Böylece, Doğu kadını iki katı alçaltılmış, küçük düşürül
müş oluyordu; Hem kadın, hem de Doğulu olarak. Baskılı bir dö
nemin ilk cinsel Örneklerini sundular ve bir tabunun hoşgörülen
ifadesi gibi gıpta edilirlerdi.
Kaldıkları ya da geçtikleri topraklar hakkında yazı yazan
Viktorya çağı kadınları dâ oldu 21, ama bu yazılar, özünde ataer
kil esaslar olabilirdi, çünkü, nihayetinde güç-otorite hiyerarşi
sine hizmet ediyordu. Bazılarının bü hiyerarşilere doğum ya da
evlilik yoluyla bağlı olmalarına rağmen, çeşitli baskılarla; pat-
riarşinin (patriğe ait ataerkil düzen) değerlerini dile getirmek
-zorunda bırakılıyorlardı. Böylelikle, Isabel Burton'un büyük
ciltleri, kocasının çalışmaları ile beslenmiş uyarlamalardı: Ko
cası 'centilmenler kulübü'nü yazmıştı; o da 'evin meleği'ni yaz
dı.
Viktorya döneminin gezi yazıları, henüz gelişmemiş, baş
langıç döneminde olan antropoloji ile çok bağlantılıydı. Sonra
ları antropoloji, kültürlerin ve ırkların düzeylerini saptayabil-
diyse de, başlangıçta daha çok, Avrupalıyı insan türleri arasın
da dorukta bir mükemmelliği olduğuna ikna ederek, onun ken
dine hayranlığına hizmet etmişti. Diğer ırklar ondan aşağı idi,
varoluşun geniş tablosunda. Aşağı oldukları için de hayvanlar
la ortak yönleri vardı, cinsel azgınlık bunlardan biriydi. Bu ya
zıda bir yerlinin bir hayvanla ne kadar sık karşılaştırıldığıma
dikkat etmek yerinde olur. Iago'nun Othello'ya 'barbar atı' şek
linde imada bulunuşu, Viktorya devri insanlarınınsöyledikleri
çok yüz kızartıcı lâkapların yanında yalnızca basit kalıyor.
Antropoljik yazının Özü, gezi anlatımı olduğu kadar da kur
gusaldır. Bu türlerde de 'diğerinin ırksal farklılığı körükleni
yordu. Örneğin, Rider Haggard'm klasiği, basımının ilk yılında
30.000 satan King Solömon's Mines (Kral Süleyman'ın Hâzine
leri) (1885) imparatorun idari hizmetine aday olan devlet okulu
çocuklarına okutulmuştu22 ve Anglo-Saksonlarıh üstünlüğünü
belirtirken ilkel insanın ilk ve de tüm kaba tiplerini tasvir etme-
. yi sürdürdü. Baden - PoweÜ’m izci çocuklarla ilgili yaklaşımım
da ilkel insanların kabul ayinlerine ilişkin antropolojik tasvir
lerden bir yığın uyarlama vardı (Fraser'in TTıe Golden Bough'ı-
nı dikkatle okumuştu).Edgar Rice Burrough'un Tarzan'ı, şu or
manlar kralı, aristokrat bir Anglo-Sakson idi; Viktoryanlar
yanlış sınıf ve ırkin kahramanlarına kalplerini vermezlerdi.
Bir kahraman olarak gezgin, her bakımdan diğer insanla
rın üstünde idi. O ormanları geçiyor, nehirleri aşıyor, vahşilerle
karşılaşıyor, yine de kendiliğini kaybetmiyordu. Böylece, uzun
dönemin sonunda, Stanley, vahşi Afrika’da Livingstone ile bu
luşarak ona, yazı odası dekorunun yapmacıklığı ile hitabetti.
Kibar konuşmasının, karanlık kıtanın beyaz adamı olarak, tıp
kı politik gücü gibi kaba çevreye yayılacağını düşünüyordu.
Doğudaki Avrupalılar ottun karakteri ve rolü bakımından
etkisinde kalmışlardı. O ise ülkesi dışında, ırksal engelleri aş-
' maktan hep ürktü, ülkesinde de sm ıf engellerini aşmaktan
korktuğu gibi. Sınıfsal yerini kaybetme korkusu ile Norman
Daniel’in işaret ettiği gibi, Batılılann Doğululardan doğuştan
farklı oldukları düşüncesine sarılmak zorundaydı; böylece, im
paratorluk miti bozulmaksızın korunmuş olacaktı.23
Kolonilerde kanundışı ve güçsüz oğulları için, bu tür
uyumsuzlar için hücreler yaptırılmıştı. (Clive1ye Burton kayda
değer örneklerdir). Bu tür adamlar, kolonilerde ayrılıklar için,
şahlanıp kendi vatanlarında hayal bile edilemeyecek şekilde
güç kullanabilirlerdi Böylece Doğu ile ilgili geleneksel fantezi
ye bir de Doğudaki gezginlerin fantezisi eklenmiş oldu. Kingla-
ke’in Eothen'de tasvir edilen ’Büyük Doğu Turu’ dikkate değer
önem taşır: Uşakları ile yol alan bir efendinin kibrini taşıyordu.
Doğu her zaman misafirperver bir ana gibiydi24; alçak ve değer
siz bir ana. Evet, Kinglake de Doğuyu öylesine aşağılık, kölece
görür ki, onu küçülten Avrupalılara saygı duyar:
18
ı
Gezginler genellikle, çarpıcı görüntülerini muhafaza etmek
için, sömürge dünyasında katı kuralların savunucusu ve kendi
ni yaratmış kahramanlar oldular.Yerlileri alçalttıkça, buna
karşıt olarak kendileri yükselmiş oluyorlardı. Burton'm'bir
Sindliyi tasviri bu tavrı çok iyi özetliyor:
19
mez. Sıklıkla, seçip yetkilendirerek, orada bir hayır yapar, bu
rada himayesine alır,vs. Böylece Avrupa kültürü, Doğunun çar
pık görünümleri ile çerçevelendi; sonunda egemen anlayış ve
mitolojileşen içgüdü galip gelmişti.
Bir yolculuk literatürünün yazılması kolonilerle ilişki anla
mına gelmez. İddiaya göre, öğrenmek için seyahat edilir, ama
gerçekte bu, o topraklar, kadınlar, halklar üzerinde bir güç de
nemesidir. Beylik bir yaklaşım da, Batının Doğuyu, Doğunun
kendisini tanıdığından daha iyi tanıdığıdır; bu, önceden belirle
nen, pek çok yolla Batılı gözlemciyi sınırlayan ve aldatan bir an
latımı getirir. Sanki gezginin düş gücü oldukça gerilere uzanan
ilmî (Batının) bir gelenekle ve Batının diğer kaynaklarıyla des
teklenmeliydi. Bu da, Batılı gezgini, asla kaçınamayacağı bir
takım antika metaforları ve modası geçmiş kavramları kullan
maya itiyordu. Chateaubriand, kutsal Kudüs yolculuğundan
önce"Kutsal Toprak'ınyaklaşık ikiyüz modern ilişkisi'ni oku
yarak kşndini hazırlamıştı; daha Fransa dışına adımını atma
dan yolculuğu yapmış sayılırdı. Bu edebî ve kültürel bağımlılık
Doğuyu edebi bir klişeye indirgiyordu. Chateaubriand Kudüs'e
vardığında kendisini Doğu geleneğinin şğır yükü altında bulur.
Miras alman dilin keskin sınırlamalarını hisseder:
Dile çok yüklenildiği ve dil aşırı zorlandığı zaman, tek çıkış yo
lu, figüratif dili, metafor ve hayallerin yerine geçirmektir. Doğu,
kendini dramatizeye ve farklılığa bir neden oluşturur; roman
tizmin ben-merkezci fantezilerinin oynanabileceği bir tiyatro
alanıdır. Düşgücüne sonsuz malzeme şımar. Batı için de sonsuz
bir potansiyeldir. Bu Batının 'kendisi' Doğuda pek çok yüze sa
20
hipti; Napolyon gibi güçlü, Kinglake gibi saldırgan milliyetçi,
Lane gibi bilgiç ve çalışkan ve Burton gibi korkunç bir insafsız,
ya da Gide gibi utanmazca ahlâksız olabilirdi. Doğu, Batıya tüm
bu zengin kişilikleri seçme şansı tanıyabilmek için, kendine sa
dık kalmak zorundadır, diğer bir tdeyişle, gerçekten Doğulu ola
rak kalmalıdır. Bu veri olan Doğululuğunu yitirirse, yararsız
olurdu, olması beklenenin bir taklidi olurdu. Gerçekten de (boş
bir tiyatro olmaktansa, Batılıların çıkarına uygun olarak) yerli
lerden kişilerinin oluşması, meselenin kendi içinde son derece iç
karartıcıydı. Klasik harabelerin idealize edilmiş görüntülerini
resmeden David Roberts, yanısıra, yaptıklarıyla o fevkalâde gö
rüntüleri darmadağın eden Araplardan iğrenerek, öfkesini şöy
le ifade ediyordu:
24
yordu. Orada Muhammed'in bedeni, suçlarının cezası olarak or
tadan ikiye ayrılacaktı.
Sarazenlerin portreleri kapsamında Ortaçağ İngiliz macera
romanları, din ve politikanın isteklerine boyun eğen ve hizmet
eden şövalyelik ideallerinin dile getirildiği temel propaganda
araçlarıydı. Dorothy Metlitzki'nin öne sürdüğü gibi, izleyiciye
kanıtlanmak istenen ideal, şsil bir aşk, ya da mükemmel şöval
yelik olmayıp, Hıristiyanlığın İslama karşı zaferidir.11 Bu ro
manlar, arzu edilen içeriklerde düzenleniyordu: Hıristiyan
kahraman tarafından öldürülen bir Sarazen devi, yenilen emir,
değiştirilen Sarazen ve daha da önemlisi, Hıristiyan şövalyeye
aşık olan Sarazen prensesi,12
Sir Bewis of Hanıpton adlı roman13 Hıristiyan şövalyeye
büyütenmişçesine aşık olan Sarazen prensesini anlatıyordu.
Şövalyesine kölece bir sadakat ile hizmet etmeye hazırdı. Pren-.
ses, kalıtımsal olarak şehvet dolu idi, şövalye onda çok büyük
arzular yaratıyordu. Müslüman prensesler davet edilmeden ya
tak odalarına girip, kendilerini reddedecek olan erdemli birine
vücutlarını sunan, Ortaçağın baştan çıkarma sahnelerinin kur
yapan kadınlarıydı.14 Bu ayartıcı kadınlar, Şövalyenin aşkı uğ
runa dinlerinden bile vazgeçebilirleri.15Josian, bir kez Sir Be-
wis kendisine sarılırsa, kendisinin de Hıristiyanlığı kucaklaya
cağına yemin ediyordu. Sir Bewis bunu misyonerce bir coşku ile
kabul etti ve böylece, Prenses dininden dönerek "iyi bir Sara
zen" oldu.
The Soıudone ofBabylone 16 romanında, Floripas, şövalye
ye olan aşkı yüzünden babasının sarayına hapsedilen ve dinini
terkeden, yakınlarını aldatan Sarazen prensesidir. Dadısı
Maragounde, onun şövalyeye yardım etme isteğini reddedince,
Floripas onu pencereden iterek denize düşmesine yol açar. O,
yalnızca hain değil, aynı zamanda bir cani ve şehvet düşkünü
dür. Babasını kendi sarayında etkisiz kılmaları için şövalyelere
yardım etmeden önce, Burgonya dükünü saray odasında, onun
cesurca isteksizliğine rağmen baştan çıkarır. Bu içerik, bu ro-
mana özgü olmayıp, Hıristiyan şövalyelerin bir Sarazen kralını,
onun karısı ya da kızının yardımıyla yenilgiye uğrattıkları şu
standart sahnelerin tipik bir Örneğidir. Bu çerçeveye göre, ö-
nemli olan düşmanın askeri zaferi olmayıp, Sultanın ya da emi-
rin, kendi hısımlarının düşmanlığı ve hainliği ile alçâltılması-
dır.17
Müslüman prenses, hain, uçarı ve bencil olarak tanıtılır
ken, romanlardaki Hıristiyan kadın kahramanlar, kendilerini
feda eden, erdemli tiplerdir. The King of Tars18 adlı romanda ,
bir Hıristiyan prenses halkını parçalanmaktan kurtarmak için,
kara ve putperest olarak tanımlanalı bir Sarazen kralı ile ev
lenmeye boyun eğer. Sakat bir çocuğa sahip olmanın üzüntüsü
ne boğulduklarında, annenin çocuğu vaftiz etmesine izin verilir.
Vaftizden sonra, hemen çok güzel ve kusursuz bir çocuk oluve
rir. Kral o kadar çok sevinir ki, aynı işlemin kendisi için de ya
pılmasını rica eder ve böylece o da değişir ve beyazlaşır.
Flöris and Blaurıcheflur 19 adlı romanda haremağası tara
fından korunan bir hâremin, en eski tasvirlerinden biri vardır.
Ayrıca, Sultâna güzel dişi köleler bulan tüccarlar da anlatıl
maktadır. Evet, Doğu, şehvet ticâretinin yapıldığı, cinsel ihti
rasların tepeden tırnağa tatmin edildiği ve bu yüzden revaçta
olan ülke idi.
Şehvetli Doğu düşüncesini savunabilmek için Batı, Ku-
ran'dan'bir Cennet fikri geliştirdi. Buna göre müslümanlar yal
nızca günlük yaşamda iffetsiz olmakla kalmayıp, Hıristiyan
Cennetinin nehirler, bahçeler, süt ve bal vaadetmesini de kü
çümseyerek, şehvetin sonsuz tatminini onaylayan bir cennet
sezmekteydiler. İslam cennetinin şehvet hazları nosyonu, onu
küçük düşürmek amacıyla, Hıristiyân cennetinin melek gibi
toplumu ile keskin bir biçimde çeliştirilmekteydi. Hıristiyahlar,
ahlaki atçıdan ince ve saftılar, manevi bir cennet özlemi içindey
diler. Müslümanlarsa bayağı ve kaba ruhlu idiler ve bedensel,
yani dünyevi olmayan bir mutluluk canlandıramazlardı. /
Böylece hem Batının özsaygısını garantileyen, hem de dün-
26 . ' ..
\
•yaya Batı değerlerinin izdüşümünü ulaştıran bir dizi orijinal
tipleme oluşturulmuştu. İslamın Ortaçağ görüntüsü, kasıtlı ha
talarla dolu idi ve yüksek düzeyde mit çılgınlığı içeriyordu. Bu
tür "'biz- onlar' şeklindeki ayırımcı Avrupa yaklaşımı, kurgusal
ya da gerçek gezginlerce - Alexander 20, Mandeville 21, Marco Po
lo 22, Ödoric 23- destekleniyordu.
Rönesans İngilteresi Ortaçağlardan -şimdi Avrupalılann
Osmanlıya duydukları korkuya dönüşen- Sarazenlerden kork
mayı miras aldığı kadar, Doğunun özgün görüntüsünü de almış
tı. Klasik kaynaklara ( Çiçero ve Horace’a) dayanarak Doğu zen
ginliğinin inanılmaz görüntüsünü yeniden canlandırdı. Hür-
müz, Ophir* ve Halep, giderek ticaretin yönlendirdiği bir mille- y
tin mitolojisindeki büyük zenginliklerle anlamdaş oluyorlardı.
1583'teki 24>ilk deneyimli ticarî sefer olan Suriye seferinden,
böylesi bir olayın önemini yansıtarak, 20 yıl sonra Mncbeth' de
söz ediliyordu: /
28
Sultanın sarayının mimari görüntülerini anlatan gezgin
ler, hikâyelerinin daha müthiş ve efsanevi olması için bazı ay
rıntılar eklemekten kendilerini alamazlardı. Sir George Court-
hope, 17. yüzyıl ortalarındaki yazılarında, İstanbul'daki saray
topraklarının boş bahçelerini zaten hazır olan prenses, harem
ağası ve çıplak cariye tiplemeleri ile doldurdu. Billurdan küçük
bir gölü uzaktan izleyecek, Sultanı onun kenânnda hayal etti ve
hisleri okşayan oyunlar üretti:
31
Evet Mısır'a...
Yapıyorsam da bu evliliği
Huzurum için,
Doğudadır benim gönlüm . 33
32
Antonius'un vücudunda mücadele içinde olan bu dürtüler, an
cak herşeyin yok olduğu ve tutkudan daha güçlü bir oluş olan
ölüm ile çözülür, ama yine de tutkudan pek de güçlü sayılmaz,
çünkü Kleopatra'yı öperek ölür. Bu ölümle, Antonius’un mezi
yetlerinin kendi meziyetleri olduğunu iddia eden Doğu-Batı çe
lişmesi de Son bulur.
Antonius için Doğu yeni Zevklerin bir karışımıydı: Tanta
nalı törenler, parfüm ve tütsü kokulan, güneşte ışıldayan lüks
kumaşlar ve herşeyin üstünde de kadın- kraliçe, aşk nesnesi,
sevgili ve despot işte, Batılı bakışı ile yaratılan Doğu böyle
idi. Gerek mitolojik, gerekse de teolojik yazılarda karşılaştıkla
rı baştan çıkaran Doğu kadım tiplemelerinden sonra, Avrupa
Doğudan bir çeşit seksüel beklenti anlayışı aldı. Virjil'in Di-
do'su, Eneas'ı yatağına tıpkı Kleopatra'mn Antonius'u çağırdığı
gibi çağırıyordu. Kahramanın gözüyle öncelikle bir aşk objesi
olarak algılanıyor, soylu endamının yalnızca seksi arzularına
katkısı oluyordu.Eneas'ı diğer ayartıcı kadınların geleneksel
tarzı ile alıkoydu ve Eneas gidebilecek kadar gücünü topladığı
anda da yok oldu. Hırslı ve bağışlamayan bir kadın olarak an
cak vahşice önlemlere başvurabilirdi ve alevlerin kendisini tü
ketmesini bekledi. Medea da vahşi idi, içindeki aşın tutkular,
kendisini Atinalıdan, araçtan ayırmasına yol açtı. O farklı idi,
'diğeri' idi. Doğulu, barbar idi. Cezbeder ve defeder, nefret
ederdi.
Yemenli Belkıs, Kral Süleyman'ın en tutkulu sözlerle hita-
bettiği Arap güzeli idi.Cinsel anlatımların egzotik ve mücevher
ler içindeki tipi idi. Salome'un güzelliği ve onun günahkârlığı
birbirinden aynlamazdı. Dans edişi, tahrik ettiği kadar korku-
turdu.Rönesans resminde ironik bir değer taşıdı ve daha sonra
da 19.yy.da resim edebiyat ve müziğe girdi.
Doğulu kadın Batının düşlerini yanıtlayabilen bir eser idi.
Çok geçmeden bu düşler; Doğulu kadının bulanık ve gecelere
özgü varlığıyla, Batılının arzuladığı kadar derin olarak canlan-
dmldı. 1704'de doğulu şehvet düşkünlüğüne ilişkin yeni bir tip
leme ilgi topluyordu. Avrupa’da fırtınalar estirery ’Şehrazad'.
'ÂRABIAN NIGHTS'/1001 GECE MASALLARI*
36
du. Ancak ilk darbede kafasını uçuramadığmdan ikinci
kez vurmak zorunda kaldı. Hatta, ikinci kerede de tama
men kesemedi, kafa birkaç deri parçasıyla asılı duruyordu.
Vücut bu halde meydana serili bırakıldıM
38
dığını' özellikle vurguluyordu.52Yayınlandıkları anda başarı ka
zanınca Galland, bir bilim adamının yaralanmış öz-saygısıyla
bu yeni elde edilmiş üne kara mizah duygulan içinde yaklaşır
ken, gururunun okşandığını da hissediyordu. Arkadaşı Cuper’a
Les Mille et urıe nuits için şöyle yazmıştı:
39
Hikâyelerin çerçevesi temelinde, Şahzaman, erkek kardeşinin
karısını kölesi ile yatarken yakaylayınca, Galland'ın kibar mah
cubiyeti tutar;
40
hep kaldı. Çünkü, Avrupa Doğudan acımasız ekonomik çıkarlar
umuyordu ve 18.yüzyılın sonlan, oraya emperyalizmi buyur
edecekti.Böylelikle, ’inandırabilmek' hedefi ile Doğu pazarları
na girebilmek arasındaki bağlantı birbirine bitişikti.
Les Mille et une nuits'in etkileyiciliği, bir çok Avrupalmın
gerçek Doğu ile hikâyelerdeki Doğuyu karıştırmasına yol aç
mıştı. Örneğin, Lady Mary Montagu, kendisini İngiliz elçisinin
karısı olarak, hemen kenannda bulduğu Doğu toplumunun bu
kitaptaki tasvirlerinin gerçek olduğuna inanıyordu. Sempatik
bir naiflikle bu hikayelerin, bu ülkenin bir yazan tarafından bu
radaki yaşam tarzını gerçek olarak yansıtarak yazıldığım yaz
mıştı. 60Bu itiraf Leila Ahmet'e göre, hikayelerdeki gerçek fizik
sel objelerin sayısız tasvirlerine bağlı olarak kısmen doğru idi.
61 Böylelikle Avrupalı okuyucunun zaten hassas olan hayâl
dünyasında "Gerçekdışılığm ortasında tuhaf bir gerçeklik anla
yışı" oluşturmuştu.62 Göbineau, bu etkiler altında seyahat ede
rek, "Asya'da atılan her adımla, bu yeryüzü parçasının krali
yetleri. üzerine en doğru, en gerçek, en eksiksiz kitabın 1001 Gece
Masallan olduğu anlaşılır......63
İngiltere'de 1001 Gece Masalları'nm halk tarafından tanı
narak ünlenmesi olgusu İngilizlerin, özellikle de Avrupalılann
temel çalışmalarını etkileyen edebî bir olay oldu.Hikâyelerdeki
Doğu, şair ve romancılar için,ahlaki görüşleri ve romantizmin
çerçevesini sağlayan bir mecaz oldu.Friedrich Schlegel, roman
tik hareketin Doğunun edebi olanaklarına övgülerini şöyle der
lemişti:
41
ce renkli bir şekilde algıladılar.®Doğu onlara bir dizi puslu h a
yal oluşturdu, kahramanlarının gezinebileceği, bulanık bir ka
ra parçası görüntüsü yarattı. Şhelley’in kahramanları ( örneğin
Alastor'da ve The Revolt of İslam 'da) harabeleri gezer, Nil va
disinde yolculuk yapar, İran ve Arabistan'dan geçer, Himalaya-
lara tırmanır, Kaşmir'deki en ıssız vadiye ulaşırdı, başlıca ro
mantik şiirlerin de böylece ana temasını tasvir edebilirler, yani
gezi temasını. 66 Keats bu arzuyu aşağıdaki mısralarda dile ge
tiriyor ( J.H.Reynolds'a Sone)
Onu çeken edebî bir Doğu değil, kafa dinlemeye müsait bir or
tam,hayalî bir Doğu idi. "Benim düşlerim, artık ülkemde bula
madığım hazzı bulabilmek için başka ülkelerde dolaşıyor" 76di
ye yazıyordu. Romantiklerin en yücesi olan ve Kuzeydeki ana
vatanının sınırlamalarına karşı bir etki ifade eden Doğuya kar
şı hassastı:
44
leşti. Bu tür geceleri şöyle yazıyordu: -
45
rinin hırslı bir okuyucusu idi.82 1813'de arkadaşı Thomas Moo-
re'a yazısında, ona Doğu şiiri açısından gerekli besini sağlaya
cağını düşündüğünden, Castellan'ın Moeurs, usages, costum.es
des Ottonıans (1812) adlı kitabını tavsiye ediyordu. Byron Moo-
re'ü böyle bir şiir yazmaya özellikle teşvik ediyordu, çünkü dö
nemin edebî ikliminde ilgi göreceğine inanıyordu:
1
Doğu ile bağlantı kurarak, kahin Stael,. bana bunun tek şi
irsel yöntem olduğunu söyledi. Kuzey, Güney ve Batı, hepsi
tükendiler, ama Doğu farklı. ...Bu şekilde, bu yaptığım yal
nızca senin içindeki boşluğun sesi olabiliyorsa bile ve bu şe
kilde başarma yardımcı olursa, bu da kamuoyunun Doğu-
lulaştığını gösterecek ve Senin yolunu açacaktır. 83
46
re ateşe tapınan bir îranlıyı:
51
Gece Masalları uyarlaması, gerçeğe duyulan bu büyük arzuya
hitabediyordu. Geniş notlar ekleyerek» hikâyeleri tarihsel ve
sosyolojik bir çerçeveye oturtmak için bilinçli bir çaba göster
mişti. Hikâyelerin değerini, karakterleri, davranışları ve Arap
gelenek -göreneklerini tanımlamadaki doğruluğa've eksiksizli-
ğe bağlıyordu.3
Lane, bu tür şeyleri tasvir eden kişi olarak çoktan ün kazan
mıştı. Mamıers and Custöms ofthe Modern Egyptians (1836)
adlı çalışması, müslümanlann nasıl davranıp yaşadıkları ko
nusunda yegâne kaynaktı. (Bu arada, The Thousand and One
Nights (1001 Gece Masalları) adlı çevirisini de 1841’de yayın-
latmıştı.)iBü çalışma hem eski, hem de çağdaş Mısır hakkında
araştırıcı bir çalışma olarak düşünülmüş olan bir bölüme ait La-
ne'in notlarından geliştirilmişti. (Geriye kalan,yalnızca bir
müsveddesidir.4) Bununla birlikte, yararlı bilginin yaygınlık
kazanması için Lane'e modem Mısırla ilgili "Bilgi sağlayan ki
taplık" başlıklı bir dizi hazırlama önerisi yapılınca, başlangıçta
ki plânı değişen Lane, 1834‘de geçici olarak ev tutmak ve notla
rını çoğaltmak üzere Mısır'a döndü. Modern Egyptians kitabı
nın önsözüne şöyle yazdı:
52
haşhaş ve afyonu, yılan oynatan sihirbazları, sokak dansçıları
nı,batıl inançlarla ve şehvet düşkünlüğünden kaynaklanan tu
haf olaylarla bir arada geniş olarak yazdı.Ne var ki, yazdıkları,
tasvir ettiği malzeme ile keskin bir çelişki yaratarak, kandırıcı
bir kuruluk meydana getirdi. Bu da yazısının bilimsel bir metne
benzemesine yol açtı ve okuyucularında bir tür güvensizlik
oluştu.
Lane'in zihnini açık şekilde en çok meşgul eden sorun, ger
çeğe sadık kalma gereği idi. Kanıtlarını tüm inandırıcılığı ile
sunmak istiyordu. Bu nedenle, doğrudan doğruya kendisinin
şahit olmadığı bir olayı anlatırken, çok güvenilir bir kaynağa
dayandığı konusunda izleyicilerinin tereddütsüz olmasını sağ
lıyordu. Örneğin, çok maharetli bir Mısır sihirbazmın marifet-
lerini anlatırken, "Bunları kısmen kendi deneyimime, kısmen
de saygın kimselerin otoritesine dayanan bilgilerimle aktarıyo
rum" diyordu. 6Lane, çok geçmeden bu 'saygın kimselerin ken
di Ingiliz meslektaşları olduğunu da açıklıyordu. Onların otori
tesinden şüphe edilemezdi çünkü, şüphe uyandıran kanıtlama
lar konusunda ülkelerinin gücü, onları her zaman korumaktay
dı. Lane'in sihirbazlığa ilk kez ilgi duyması, bir vatandaşı saye
sinde şöyle başlamıştı: "Bu ülkeye gelişimden birkaç gün sonra,
sihirbazlık konusunda konsolosumuz Mr.Salt'ın bana ilettiği
bir olay üzerine çok müthiş merak duydum."7 Doğudaki Avru-
palılar, birlikte yarattıkları Doğu imajının kalıcılığını sağla
mak için birbirlerinin ellerindeki kanıtlara dayanmaktaydılar.
Lane'in kitabının klasikleşmesfnin nedeni, özellikle bu kitabın
Ingilizlere, Mısır gibi gelenekselliği çok eskiye dayanan bir ülke
hakkında, hiç bozulmayan ve değişmeyen bir düşünce yöntemi
ile bilgi vermesiydi. Örneğin, James Aldridge, Avrupalıların
birbirlerini bu tip destekleyici ilişkilerine dayanarak> Lane'in
kitabını Mısır'daki yaşamla ilgili en ayrıntılı ve gerçekçi İngiliz
ce Hikâye olarak nitelemişti.8 Gerçekten de kitabın İngilizcede
yazılmış olması, onun en 'ayrıntılı ve gerçekçi' olmasını sağla
mışta - İngilizce olması, yalnızca linguistik bir özellik olmayıp,
/
53
kitaba kültürel ve politik bir anlam da kazandırıyordu. Lane'in
kitabı, Doğuyu kavramlaştırma yolunda, onu 'diğerlerine' ben
zer bilgiye dönüştürme yolunda önemli bir katkı idi. Ona finan-
sal destek sağlayan toplum, bunu, kendi yüksek hedeflerim ger
çekleştiriyor diye yapmıştı: O, bu hedeflerimi gerçekleştirilme
sinde yeterliği olan biriydi, 'yararlı bilgi'yi yaygınlaştıran biri.
Lane, ülkesine ve vatandaşlarına çok şey içeren, bir Mısır resim
sunmuştu. Batının tüketeceği ve taraf tutan Batının renklen
dirdiği bir Mısır resmiydi bu.
Lane, kitabında Batı kaynaklı geleneksel sıfat ve lakaplar
dan çok sayıda kullanmıştı. Yerlileri üşengeç, batıl inançlı, zevk
düşkünü ve din fanatikleri olarak değerlendirmekteydi,Bu ko
şullarda hikâyenin yapısı hayli aldatıcı oluyordu.Kitap, duygu
sal olmadığı, yanılmazlığı, alanında uzman olduğu, geniş kap
samlı yaklaştığı iddiasındaydı. Oysa, kuru, cansız, skolastik bir
havası vardı.
Daha yakından incelenecek olursa, bu kitap yazarının ken
disini kurnazca merkezi kahraman ve ana otorite yaptığı, tas
vir ettiği dünyayı hayalliyor, kurguluyordu. Belirli ayrıntıların
çoğaltılıp, diğerlerinin dikkatle ve titizlikle hikâyeden çıkarıl
dığı bir görüntü yaratıyordu. Lane'in kuru ve ruhsuz tarzı, 'bi
limsel çalışma' yanılgısını güçlendiriyor ve Ingiliz-Doğu, etkile
şim alanının sımr çizgisini çiziyordu. Suskun bir erdemlilik id
diası, Lane'in okuyucularına sunduğu hikâyelere damgasını
basmıştı; sıklıkla Doğuda geçen bir davranış tânzim tasvir eder
ken, sadece ve sadece böyle bir anda hikâyesini késecekti. Bilgili
bir Avrupalının yazamayacağı ya da saygın bir Avrüpalının
okuyamayacağı uygunsuz bir şey olduğundan, tabii ki. İnsaflı
ve vicdanlı bir ahlak anlayışı ile açıkladıkları bu kesintiler, as
lında yazının hisleri okşayan doğasma ilâveler yapılmasına hiz
met etmekteydi; Doğu acayip deneylerle dolu idi ve bunların ba
zıları, dile getirilmek için bile çok erotik ve vahşi idiler.Böylece
ayrıntılarının büyük çoğunluğu ile, gizli tehlikeleri ve zevkleri
ile, haremin suskun görüntüsü yeniden okuyucunun gözü
54
önündedir.Para,ile kiralanmış daıisçı kızların tasviri, görüntü
lerden yalnızca biridir:
56
Modern Mısırlıların bilimi bu şekilde algılamasını, meselâ
uzun bir batıl itikat hikâyesini bilimsel bir metnin takip et
meşini günümüz okuyucusu hayretle karşılamamalı, biraz
müsamaha göstermelidir.19
57
Hıristiyan merhametliliği adına, Mısırlıların her tür ah
laki ve entellektüel eksikliklerine göz yumalım ve onları
düzeltmek için de elimizden gelen herşeyi yapalım .23
I
60
gezgin bir hayat sürerken, bir gün annesi onu ve küçük erkek
kardeşini bir pastanenin vitrini önünde durdurarak, onlara vit
rindeki elmalı kekleri gösterirken, bir yandan da insanın nefsi
ne - iradesine hakim olabilmesi konusunda bir söylev çekmeye
başladı. Ancak bu, büyük oğlana çok fazla gelmişti; o anda camı
kırdı, kekleri aldı ve annesini endişe ve şaşkınlık içinde bıraka
rak, zevkle yokuş aşağı koştu. Zavallı kadm bir de zararı öde
mek zorunda kalmıştı.
Bu sonradan uydurulmuş sahte hikayecik, Burton'm her
otoriteye karşı çıkmayı emreden vahşice yapısının,1dışardan
empoze edilen her kuralı çiğnemeye yönelen bir kişilik isyanı7
nın altını çiziyordu. Zorla Oxford’a gönderildiği zaman, ailevi
otoriteye meydan okuma eğilimi, akademik öğretmenlerine yö
neldi. Üniversitede'bulunduğu süre içinde sürekli isyankar
davrandı.Sosyal davranış kurallarma uyum gösteremediği gibi,
mevcut ders programını küçümsediğini de gizlemiyordu. Sonra
dan üstlerine bu küçümseme duygularını nasıl belli ettiğini an
latmıştı. Klasiklere ilişkin bilimsel araştırma için burs almaya
çalışırken, 'Greek' sözcüğünü Modern Greklerin söylediği gibi
telaffuz etmeyi tercih etti; Oxford Üniversitesinde algılandığı
tarzda değil tabii ki... Bu durum sınav hazırlayanların oldukça
canını sıkmıştı. Böylece bursu halinden memnun başka bir ada
ya verdiler. Bu olay; toplumsal ilişkilerin incelikleri ile uğraşa
bilmekte yetersiz kalan Burton’ın kariyerinin önüne çıkan ilk
ama hiç bir şekilde sonuncu olmayan engellerdendi.
Burton’m Arapça öğrenme isteğinin ilk kaynağı da bu mey
dan okuma ve farklı olma arzusu idi. O dönemde Oxford’da
Arapça öğretimi için bir düzenleme yoktu. Burton, kendisine bir
hoca bulunana kadar yaygara koparma niyetinde idi. Daha son
raları Burton, bu dilin anavatanına uzun sürecek bir gezi yap
mak üzerinde düşünmeye başladı. Zaten Oxford’da da bu tür bir
çalışma, Burton’m kendisi için onun anavatanını kurmak ola
caktı; bu dilin araştırması için rekabet eden hiç kimse yoktu, hiç
kimse onun kutsallığını tehdit etmeyecekti.
61
Bununla birlikte Oxford'un sınırlamaları, Burton’m yapı
sında biri için çok yıpratıcı olduğunu kısa sürede gösterdi. Bur
ton, akademik kariyerin tüm ümitlerini ardında bırakarak Ox-
ford'dan öfke ile çıktığında yeterince kuraldışı olmayı başarT
mıştı zaten.
Bu terkediş, Hindistan ve ordu içindi. Dar görüşlü Qx-
ford'da ne kadar huzursuz idiyse, bu sömürge topraklarında da
kendini o kadar rahat hissediyordu. Kathryn Tidrick bu sömür-
gesel kimliği şöyle dile getiriyor: ■
63
tatmin etmişti. Tüm bü hilekârlık karşısında onun duygusal
tepkisizliği, yegâne savunmasıydı. Evet, AvrupalInın onu köle
leştirecek gücü vardı, ama ona kendini sevdiremezdi.
Burton'm Doğu kadınlarına ilişkin görüşleri yıllardan son
ra bile derinlik kazanamadı. Düşünceleri her zaman Hindis
tan'da benimsediği efendi-köle ilişkilerinin etkisinde kaldı. Ka
dın her zaman köle ve cinsel obje idi.Belli gereksinimler için var
dı. Ama hiç bir zaman gerçek bir eşin yerini tutamazdı. Görü
nürdeki sosyal davranışlarında anarşistçe olmasına rağmen,
Burton'm kadın konusundaki görüşleri çağının bakış açısından
ileri gidemedi. Kadınlar ya fuhuş için yaratılmış seksi varlıklar
dı, ya da cinselliğe hiç bulaşmamış, erkeğine bakan yuva arka
daşı idiler.
Burton için 1001 Gece M asallarının çekiciliği, kadınlar,
aşk ve sınıf gibi temel konularda, bu kitabın, onun kendi düşün
celerini desteklemesinden kaynaklanıyordu. 1001 Gece Masal
larındaki hikâyeler müstehcen bir eğlence uman erkek izleyici
topluluğuna aktarılıyordu. Şon derece kaba bir tarzda, dinleye
cek olan cahil erkeklerin önyargılarım harekete geçirecek şekil
de yazılmışlardı. Budala bir dinleyici için arzulan sonsuza kam
çılayan tasvirlerle doluydular. Herşeyin üstünde, kendilerinin
de bir örneğini ürettikleri, baskıcı ataerkil toplumlarda kadını
vesayet altında tutmanın yaygın bir tarzını yansıtmaktalardı.
1001 Gece M asallarındaki kadın tasvirleri iki klâsik kate
goriye ayrılabilir: İlk kategori en geniş olanıdır; geleneksel an
lamda dişilere yakıştırılan tüm kusur ve ayıplan bünyesinde
taşıyan olumsuz tiplemeyi öngörmektedir. Her kültürde geçer-
lidir. Kadınlar büyücüdür, şeytandır, muhabbet tellalıdır, cadı
dır. Maymun iştahlı, vefasız ve iffetsizdirler. Çok bencildirler,
arzularını akla hayale gelmeyecek en vicdansızca yollarla ger-
çekleştirebilirler. Gerçekten de, hikâyeler şehvet düşkünü ve
ahlaksız sayısız kadın örnekleri ile başlamaktadır.Şu hikaye
deki genel çerçeve, geri kalan tüm hikâyelerin niteliğini ortaya
koyuyor: Şahzaman, daha sırtını döner dönmez, kraliçe onu ka
64
ra kölelerinden biriyle aldatır. Bu şoku heniiz atlatamadan, er
kek kardeşine de kraliçe eşinin yokluğunda aynı şeyi yaptığını
öğrenir. Sadakatsiz eşlerinden intikamlarını aldıktan sonra iki
kral yanlarına paylaşacakları bir kadın alarak bir seyahate çı
karlar. Kadın, her ikisiyle de sırayla birlikte olur ve ikisinden de
birer hükümdar yüzüğü alarak, elde ettiği erkeklerden aldığı
hediye kolleksiyonuna ekler. Sonra da onlara, esiri olduğu kıs
kanç ifriti nasıl yenilgiye uğrattığını içeren hikayesini anlatma
ya başlar:
.65
ğim, vücudum vücudunun hiçbir yerine dokunmayacak. Si
zi aşağılık ikiyüzlüler! Sizi çatlaklar! Sizin kirli zevklerini
zi tatmin edeceğiz ha! Asalak karı! Kokuşmuşlar! Alçak be
yazların en alçağı! 39
66,
7
67
bir siyah görmüştüm.Bu, siyah. ırkın ve Afrika hayvanları
nın karakteristik bir özelliğidir, örneğin atlânn. Zavallı
Araplar ve hayvanlan, Avrupa ortalamasının da altında-
lar. Mısırlılann tam bir Asyalı olmayıp, kısmen beyazlaş
mış siyahlar olduğunun en iyi kanıtı da budur. Benim za
manımda, namuslu ve şerefli hiç bir müslüman Hintli, ka
dınlarını, günahların çekici kışkırtmalarına kapılıp da
Zanzibar'a götürmezdi.42
68
Mısırlı kadınlar uygar uluslara dahil olduklarım iddia eden
bütün kadınlar arasında,duygusal bakımdan en ikiyüzlü
karaktere sahip olanlardır. Özgürlüğü kötüye kullanırlar
ve çoğu kilit altında tutulmadıkça güvenilir değillerdir.En
uyanık ve dikkatli kocaların bile karşı koyamadığı ileri de
recede kurnazca dalavereler çevirme yeteneğine sahip ol
duklarına inanılıp. 1001 Gece'deki kadınların ikiyüzlülük
lerine ilişkin hikâyeler, günümüzün modernmetropolü Mı
sır'da hiç de az rastlanmayan olayları anlatır.45
71
geleneklerin ve alışkanlıkların uzun boylu araştırılması
fırsatına da sayemde kavuşmuştur. Benim notlanma La-
ne'inkileri [Arabian SocietyiArap Toplumu) vs. gibi daha
önce sözü edilenler] ekleyen bir öğrenci, müslüman Doğu
hakkında yaşamının yansını Doğu topraklarında geçirmiş,
Avrupalılann dahi bilebileceğinden daha fazla şey öğrene
cektir. 52
72
pan Fred Hankey’in çabaları ile zenginleştirilmişti. Hankey,
kendi taşkınca zevkine göre oluşturulmuş kolleksiyonunun mi
mari sayılırdı.56 1862'de Paris’te Goncourt kardeşler onunla
karşılaştıklarında Edmond, güncesine şuaları not etmişti:
76
isteklerdi. Bu tür edebiyat güçlü bir ırkçılığı körüklemekle kal
mayıp, çok derin bir kadın düşmanlığını kışkırtmaktaydı. Do
ğunun kadınları, sonsuza dek küçümseme duygularını provoke
edecek olan objelerdi: Burton'm bir tasvirinde daha izleyelim:
Bir keresinde bir Şirazlıya partneri çok güçlü bir şekilde sı
kıştırıcı kaslarını büzerse, içeri girmenin nasıl mümkün
olacağını sordum. Gülümsedi ve "Ah biz îranlılar bu soruna
karşı bir numara biliriz; kuyruksokumüna çok keskin bir
çadır kazığı dayayıp, kaslarını gevşetene kadar dürteriz"
dedi.69
77
zümona kanıtıdır, İzleyen pasajdaki homoseksüellik konusun
da olduğu gibi, Doğudaki cinsel görüntülere paralel klasikler
bulur:
78
vanca duygular yok olmaz. Bu nötr adamların hepsi de kan
larıyla türlü şekillerde ilişkiler deneyerek onları cinsel or
gazma ulaştırırlar. Bir hadımın karısı, pek de acınacak
durumda değildi; en kritik anda kocasına bir yastık ısırttı
ğım, yoksa onun memelerini ya da yanaklannı morartaca
ğını söylüyordu.72
VAHŞİ BEDEN ı .
79
Antropoloji, sonunda ırk ve kültür düzeylerini araştırmaya
yönelmişti (Örneğin, The Goldetı Bough'da farklı kültürleri
karşılaştırarak ortak yanlarmı bulmaya çalışmışlardı). 19.yüz-
yılda antropoloji öncelikle hiyerarşik ırk sınıflandırmasında bir
sistemdi.. Böylelikle imparatorluğun fonksiyonlarına tamamen
bağlı idi. Koloniler bölgesinde, başlangıç için dürtüsel bir disip
lin idi. Tarihi boyunca da Avrupalılarca, Avrupalı izleyiciler için
yürütülen ve Batının hakimiyetindeki Avrupa harici uluslar
hakkında bir araştırmaVe analiz oldu.75 Bu, ürünlerin kolonisel
sınıflanmasıydı, imparatorluk mallarının değişime sunulma
sıydı. Özellikle kara derili olan yabancılara karşı ayrımcılık Ba
tıda eski bir olgu idi, ırkçı ideoloji ise 19.yüzyılın ürünüydü. 'Va-1
roluşun Yüce Zinciri' şeklindeki Ortaçağ kavramı, ırk sınıflan
dırması için esas alınıyordu. İnsan ırklarının, tüm sosyal ve si
yasal eşitlik yönündeki gelişimi dışlayan bir tabakalaşma oldu
ğuna inanılırdı. Bu görüşleri özellikle yayan Viktorya taraftar
larına göre, Anglo-Sakşon ırkı, içlerinde en gelişmiş olanıydı,
insanlık hiyerarşisinin en tepesinde idi ve bu nedenle ırkların
efendisi idi, mükemmel bir efendi. '
Erken dönem antropologları, bir ırkın gelişim düzeyini o ır
ka ait kafatası iskeletlerinin kronolojik ölçümü ile belirliyorlar
dı. Kafataslarının şekli ve büyüklüğü insanların değerini ele ve
riyordu. Bu görüşün etkili savunucularından biri de James
Cowles Prichard ve onun ilk kitabı Researches into the Physical
History of Mankind (1813) idi. Prichard'm ikinci ve daha ünlü
kitabı, The Naturel History of Man (1843) insan ahlakı hakkın-
daki etnolojik tartışmalara gezi notlarından (özellikle Chatea-
ubriand'ın Description de l ’Egypte notlarından) eklemeler yap
mıştı. Prichard'm zenci kafatasları ürerinde yaptığı kronolojik
ölçümler, onun bu ırka duyduğu şiddetli (aşağılamaya kanıt sağ-
* layacaktı: Kara insanların beyinleri beyazlannkinden daha az
gelişmişti, karalar daha baştan ilkelliğe mahkum idiler. Burton
da Prichard'm görüşlerinden hiç şüphesiz ki, kendi ırkçı duygu
larına benzediği için çok etkilenmişti. The Natural History of
80
• %
Man kitabını, Tanganika'daki seferinde yanına alacak kadar
onunla ilgili düşünceler içindeydi. Prichard gibi, Burton da be
yazları karalardan üstün görüyordu, zenciler en aşağı ırk idi.
'Anti-köle komitesi'nin diz çökmüş kara adam amblemine ’’Dört
ayaklan üstünde dursalar daha doğru olur" yorumunu yapıyor
du.76
Burton, çağının 'vahşi insan' (Avrupa dışı tüm halklara
kullanılan bir terim idi) görüşünü paylamıyordu. Vahşiler, içgü
düsel, cinsel tutkularla yönetilen, beyaz ırkta evrimleşmiş olan
niteliklere sahip olmayan yaratıklardı. Kendisinden, başka bir
cins olacak kadar uzaktılar.Burton, Afrikalı ve Arap insan ve
hayvanları aynı kefeye koyarak, "gerçekten de, yerliler daha
çok hayvana benziyorlar" diyordu. Doğal çevreye olan mekanik
ve irrasyonel tepkileri de bunu gösteriyordu.77 Bu mekaniklik,
Avrupalı için son derece merak uyandmcı olduğundan, Avrupa-
lı bu farklılığı gözlemledi ve tüm fiziksel ve ruhsal özelliklerini
kaydetti. Burton dâ işte bu ruh ile kara erkeklerin penislerini
ölçmeye ve onların az gelişmiş beyinleri olduğu teorisini geliş
tirmeye giriştiı Gerçekten de, antropoloji ve tıpta, zenci ırkın
genital gelişmesine büyük bir ilgi vardı. Tabii bu, zenci ırkın
doymak bilmez cinsel haz duyguları olduğuna, dolayısıyla da
yarı bilinçsiz yaratıklar olduğuna kadar genişletiliyordu. Vik-
torya devri ırkçı teorisyenlerine göre, bu kara insanlar, bilinçte
uyanış, henüz olgunlaşmamış bir zeka ve ahlâki ve zihinsel ge
lişme sürecinde idiler.78
1001 Gece Masalları hikâyelerini, ırkçı açıdan kendi ta
raflarında hisseden AvrupalIların bu hikâyelerden nasıl bu ka
dar içtenlikle hoşlandıklarına hiç şaşmıyoruz. Ve anlatılanlar
yabancı bir toprak ve halklardan söz ettiğinden; açıkça ırkçılık
gösterisi yapmaktan suçluluk duymuyorlardı. (Aynı Viktorya
yanlısı kişiler, zencileri hayvanlardan biraz üstün görürken an-
ti-köleci harekete üye idiler.) Muhafazakârlar hem siyahlar,
hem de diğer azınlıklar hakkındaki kaba güldürülerden hoşlâ-
nırlardı; bu adi ırkçılığın eninde sonunda kendi uygar kültürle-
rihin meyvesi olduğunu bir an bile hissetmeden.
Kadın düşmanlığı ile ilgili anlatılar da Viktorya dönemi dü
şüncesine çok uygun idi. Yine, aynı anlayışla, nasıl olsa anlatı
lan bu aşağılık kadınlar yabancı kadınlar diye düşünüyorlardı.
Bu kadınlar ruhsuz birer bedene indirgeniyorlardı. Burton'ın
yaklaşımı da böyle idi:
82
tacak denli kapalı ve örtülü bir dil içeriyordu .TAe Perfumed,
Garden çevirisinin önsözünde Şeyh Nefzawi'nin (yazar) sevici
lik, homoseksüellik ve diğer şeylerden söz etmeyi atladığından
şikayet etmekteydi:
84
3 Solon'un Haremi
1829'da Victor Hugo,'Les Orientales'adh şiirinin önsözünde,
Doğunun çekiciliğinden şöyle söz ediyordu:
85
foruna düşsel bir hareme girer gibi giriyor ve anlatılmaz Özlem
lerle dolüyordu.Bu yüzyıl, kadınların rolünü kesin çizgilerle be
lirlemişti: Atıl orta sınıfın 'eş' olan kadınları, seksi bakımdan
uyuşuk, ev işlerinin cinsiyetsı'zleştirdiği bir hizmetçi ve bir fahi
şe idiler. Öyleyse Viktorya dëvri kadınlarının kaderi üç türlü
idi, aynı köleliğin üç yönü vardı. Bu kadın tipini oluşturmaya ça
lışan ekonomik faktörler, farklı bir kadm tipine duyulacak arzu
yu yaratmaya da çabalıyordu - eş, hizmetçi ve fahişe olarak ken
dine yüklenenlerden bağımsız bir tip. Bu yeni görüntü, erkeğin
tüm gereksinimlerini yanıtlayabilen bir melek olmalıydı, aynı
anda da bir lahışe ve,bir dert ortağı, bir şırdaş olurken. Arzulan
olpaalıydı, bir yandan ince, narin davranışlı kalırken öbür yanda
cinsel aşınlıklara yatkın olmalıydı-
Böyle bir kadm fantam sine yönelik Raphaël öncesi arayışla-
n, Jane Burden'la en yüksek noktaya erişti. Alternatif bir étho-
sun cisimleşmiş şekli olan Jane Burdan şöyle tasvir ediliyordu:
"Şahane giysileri içinde odaya girdiğinde, en az iki mètre boyun
da görünüyordu ve yarattığı izlenim, Luxor’daki bir Mısır meza
rından çıkıp gelmişçesine bir görüntü idi."3 Jane Burdan'ın gü
zelliği, 'yabancı olma' boyutunu içinde'banndırmaktaydı. Başka
bir dünyadan gelmiş gibiydi, faiklı bir uygarlığın, belki bir 'Mı
sır Mezarı'nın uzantısıydı. Siyah, gür saçları, kara kaşları ve
kirpikleri, egzotik kadife giysileri gibi bedenim saran o gizemli
havası biraraya gelerek sıradışı bir cazibe yaratıyordu. Konuş
mazdı, 'diğeri' idi, bedeninden 'diğeri' olan bir erotizm sızmak
taydı. .
Doğunun erotizmi gizemli vé vahşet ile karışıktı. Doğu ka
dını, ilkel bir tanrıça gibi mucizevi oluşumlara bağlı idi. Kleo-
patra'nın ölmesi için daha ortada bir sebep yokken, büyü ve ze
hirli reçetelere ilişkin bilgisi vardı. Şehrazad bıçak sırlındadır,
onun hikayesi bu bıçağın keskin kenarını yenmek zorundadır,
onun hikayesini bu denli çekici kılan da bu bıçağın gölgesidir.
Salome'un dansı, seksi ve ölümcüldür. Güzelliği karanlık un
surlarla bağlantılıdır ve Vaftizci Yahya'nın sözlerine yansıma
yan bir bozulmanın suç ortağıdır. Yaptığı dans, taşkınlık uyan
dırır ve kötülüğün azad edilmesine yol açar. Oskar WiÎde’ın yo
rumuna göre Salome'un Vaftizci Yahya (Jokanoon)’nın kafası
için duyduğu öldürme arzusu , ki bu arzunun bir yüzü de ona
duyduğu cinsel tutkudur, Doğu cinselliğinin hain ve ikiyüzlü
doğasının göstergesidir. Salome kan için dans eder ve kesik başı
çılgın bir hayvani uyanışla Öper:
Görkemli tavanlar
derin aynalar
Doğulu ihtişam
herşey orada konuşacaktı
gizlilikle ruha
onun yumuşak anadilini
92
Doğu hâyalleri"2i ile kuşatarak, tüm ilgisini Doğu üzerinde yo
ğunlaştırmasına yol açmıştı. Gautier, Maxime du Camp'a bu il
gisi hakkında,-' "Küçük Asya özlemiyle öldüğümü hissediyo
rum" diye yazmıştı.22 Bu, Doğu tarzı eşyalara, giysilere duyu
lan açık bir ilgiydi. Qaütier, İstanbul'u ziyaretinde, kendisine
eşlik eden Türk hostesin giysilerini tam bir züppe gözüyle, süs
lemelerin ince noktalarına kadar şöyle tasvir etmekteydi:
m
ki kara adam, bağlı ve onların insafına kalmış savunmasız be
yaz bir yaşlı adama eziyet etmekten zevk alıyorlardı.Bu tarzı
kullanan ressamlar siyahlarla beyazlan eşit görmezlerdi. Biri
mutlaka diğerinin insafına kalırdı, her ikisi de 'Oryantal' kate
gorisine düştüklerinde bile. Bu anlayış, kadın ve erkeklerin tas
virlerinde de ileride göreceğimiz gibi, etkili olacaktır.
Doğulu erkek kadın bedenini ticari olarak kullandığı gerek-
> çesiyle, iki katı kötü, haydutça gösteriliyordu. Kadınları esir
. ediyor, köleleştiriyor, ticari mal haline getiriyor, onların insan
olmalarına yönelik hiçbir hoşgörü göstermiyorlardı. Kimisi ka
dınları bağlayarak köle pazarlarında satıyordu. Avrupalılar
özellikle de İngilizler, bu vahşi adamları tebessümle karşılıyor
lardı. Zira, bu, onlara bir kez daha bu vahşileri yönetmek için
doğmuş olduklarım hatırlatıyordu. Mark Girouard'm da söyle
diği gibi, emperyalizmin kaynaklan ile Viktorya devri centil
menler yasası kaynakları o denli içiçe geçmişti ki, çoğu zaman
fark ayırdedilemez olmuştu ve İmparatorluğun gidişini etkile
mekteydi.31
Oryantal resminde , köle pazarlan başlıca konulardan,bi
riydi. Edwin Long’un 'The Babylonian Slave Market' (Babil'in
Köle Pazarı) adlı tablosu, 1875'te Londara'daki sergide satışa çı
karıldığında, rekor bir fiyatla alınmıştı. John Faed'in (1857)
'Bedowin exchanging a slave for armoür' (Bedevi'nin Köleyi Si
lahla Değişimi)adlı tablosunda (Tab.6), bir bedevi hemen he
men tamamen çıplak bir köle kızı kılıç satılan bir dükkâna getir- 1
miştir. Kızın açık göğüsleri, bedevinin dökümlü kumaş giysile
riyle tam bir çelişki içindedir. Bedeninin aynntılan hem tüccar,
hem da izleyici tarafından incelenmek üzere oradadır. Kaderim
belirleyecek olan yanıtı beklerken, tüccarın yüzüne dokunaklı
bir ifade ile bakmaktadır. Bir zırh karşılığında satılacaktır. Ta
mamen çaresiz, çıplak, bağımlıdır, dişi ve köledir.
En ünlü köle pazarı tablolarından biri de Gerome'un 'Le
Marche d'Esclaves ' (Kölelerin Yürüyüşü) adlı (Tab. 7), kadın
çıplaklığını harem tablolanndan daha çarpıcı şekilde veren tab-
98
loşudur. Burada köleleri incelemek üzere bulunan bir adamdan
başka, satın almak için gelmiş olan bir grup adam daha vardır.
Yeşil giysili adam, çıplak kölenin ağzına kocaman elini sokmuş,
dişlerine bakmaktadır. Sağ tarafta hâlâ kızın peçesini elinde tu
tan köle sahibi vardır.-Kadın bir enkaz halindedir, ölü gibidir.
Sol geri fondaki köpek cesedi gibi, o da, yaşamın çok ucuz olduğu
Doğunun sıradan bir kurbanıdır. Sırada dört peçeli köle bekle
mektedir. Satın almak için gelmiş olanlar ve diğerleri dışında,
geri fonda koyu renk hakimdir. Pencereler, umutsuzluğun sem
bolü olarak karanlıklara açılmaktadır.
Batılılarm köle ticaretini ürkütücü bulmalarına karşın, bu
konudaki eserlere burjuva kamuoyunca gıpta edilmekteydi.
Tutsak edilmiş güzellik imgesi, ataerkil hükümdarlığa ve daha
çok da emperyalist zorbalığa uygundu. Hem Lane, hem de Ba
ker, kölelerini istedikleri gibi değiştirerek, sonra da onlarla ev
lenmişlerdi. Gerard de Nerval, kölesini azad etmek istediği za
man, kölesi şansını yitirmemesi için kendisini yeniden satması
için ona yalvarmıştı.32
Görüldüğü gibi Doğulu erkekler, genellikle çirkin ve iğrenç
tipler olurken, kadınlar güzel ve şehvetlidirler. Bu durum, kadı
na izleyicilerin bakışlarından ve zihninden kaçabilmesi için bir
fırsat yaratmaktadır: Şu ya da bu yolla, kaderinden kaçabilir.
Çünkü yerli erkek ondan daha aşağı görülmektedir. Bu yakla
şım, Avrupalımn duygu ve fantazilerini okşamaktadır ve kendi
ni romantik bir kahraman gibi hissetmektedir. Victor Hugo, ül
keyi terkeden Avrupalıya şu romantik sözleri döktüren Arap bir
kadını seslendiriyor:
99
Pierre Loti'nin Aziyade'si de yerli kadının beyaz adama
teslim oluşunıı anlatır: "O güçlü olduğu ve kadın da ona hizmet
etmeğe zorlandığı için değil, kadını kişisel özellikleri ile elde
eder ve içtenliği ile kendine bağlar." Hikayenin kahramanı, İn
giliz bir resmi görevli (Loti) ülkesine döneceği zaman Aziyade
tüm gücünü yitirmişti. Yataklara,düştü, derdine derman bula
madı ve Loti gittikten sonra da öldü. Loti Doğuya, geldiği zaman,
bu tutkular ülkesini öyle sevmişti ve duygularının tümü ile Do
ğunun tadına varmaktaydı (parfümler, yiyecek, uyuşturucu,
müzik, v s .) " Bu müziğin yırtıcı gürültüsü, nargilenin kokulu
dumanı ağır ağır sarhoşluğu getiriyordu. Bu doğulu sarhoşluk
geçmişin silinişi ve hayatın karanlık saatlerinin unutuluşuy
du,.34 ' ,
Avrupalılarm aziz saydıkları bu romantik bağımlılık, Do
ğulu kadının Batı erkeklerine olan bağımlılığının yalnızca yü
celtilmiş bir biçimiydi. Sonuçta tüm Doğulular kolonideki güç
dengesine bağımlıydılar; kadın ve genç delikanlılarsa, özellikle
böyleydiler. Sömürgesel dünyaya seks sembolleri olarak hizmet
verdiler. Viktorya devri düşüncesi kadın erotizmini kadın köle
liğinden ayırdedemediği için, 19.yüzyıl cinselliğinde, gücün ve
güçsüzlüğün tüm çelişkileri gizlenebildiği için, zenginlik ve
yoksulluğun, efendilik ve köleliğin çelişkileri gizlenebildiği için
sözkonusu kadınlar ve delikanlılar olayı öne çıkamazdı.
Batılı erkek, Doğulu kadına, onun toprakları üzerindeki
hakimiyeti ile sahip oluyordu. Kadın, onun zenginliği, askeri
gücü ve teknolojik gelişmişliği nedeniyle ona boyun eğmek zo
runda bırakılıyordu. Kadın, onun sömürgesel kazanmalarından
birisiydi, ama, kendi yorumuna göre, gönüllü olarak boyun eğ
mekteydi ve çekip gideceği zaman ardından gözyaşı dökecekti.
Ünlü Viktorya yanlısı Arthur J.Munby, Hannah Culwick adın
daki yoksul bir işçiyi, yaşantısının ayrıntılarını ve nasıl alçaltıl-
dığım anlatan bir günlük tutmaya zorlamıştı. Bileğine,‘deri bir
bilezik taktırarak, kendisine bağımlılığını teşhir ettiriyordu.
100
Bu, genelde böyledir.Yukarı sınıflar, kendilerinden aşağı sını
fın kadınlarım erotik nesneler olarak görürler. Bazı genelevler
de, müşteriler, faliişelerden hizmetçi gibi giyinmelerini isterler.
Yani kadın ekonomik açıdan ne kadar bağımlı ise, o kadar da
erotik olmaktadır.
Doğu resnjinde revaçta olan kadın pek de 'yabancı tipli' de
ğildi. Avrupa'nın güzellik normlarına uygun idi. Özellikle Çer-
kesler koyu tenli olmadıklarından egzotik görünümlüydüler.
Saçları açık renkti; tam Avrupalmm düşlediği, şehveti uyaran
kadınlardı. Gerard de Nerval,*bu güzellerden birisi ile karşılaş
masını şöyle anlatıyordu: '
102
idi. Şüphesiz ki, Londra'daki kızkardeşleri, onun sakallı, kes
kin kılıçlı bir Türk gibi giyinmiş halini düşündükçe, ürpermiş
lerdir .38Thackeray, Türk gibi yaşamanın diğer özelliklerini de
farketmişti:
104
4 Cesur Gezginler
Byron Farewell, Richard Burton'ın biyografisine "Kaşif, uy
gar bir insandır. Keşif ( araştırma, inceleme) ise, gelişmiş, entel-
lektüel bir kavramdır" sözleriyle başlıyordu.1Bu nedenle de bu
nun ilkel toplumlann bilmediği ve hele de kadınlar tarafından
anlaşılmayacak bir kavram olduğuriu öne sürüyordu. Bu göz
lem, özellikle de gezi yazıları için esasa ilişkin bazı niteliklerin
altını çizmektedir. Gezi yazıları, öncelikle Farewell’in uygarlık'
sözcüğünden çok daha ayrıntılı bir terim olan politika ile bağ
lantılıdır. İkinci olarak, Hester Stanhope ya da Gertrude Bell
gibi 'gelişmiş bir entellektüel kavram'ı idrak edecek yeterliliğe
sahip kadınlar tarafından kaleme alındığında bile, ataerkil
özelliğini korumaktadır.
Kaşif, gördüğü herşeyden etkilenir ve topladığı bilginin un
surlarını anlaşılır bir sıra içinde, sabırla seçip ayırarak birleşti
rir. Örneğin, insan benzeri bir figür karşısında, kendisinin ve
meslektaşlarının öne sürdüğü kargaşa içindçki tüm verileri
kaydeder ve bu adın diyelim ki, dinsel bir soyutlama gerektirdi
ğini belirlediği anda, gözlemlediği unsurlar önem kazanır ve
gerçek kimliğine kavuşur.
Kaşifin yansıması olan mitolöjik kurgudaki baş kahraman,
yolculuğunu genellikle salt coğrafi unsurlarda odaklayarak de
i
105
ğil, kültürel ve geleneksel anlamda destekleyerek tamamlar.
Bu şekilde başlatılan yolculuk, gezginin orjinal ortamına ya
bancı olan olayların deneyimlerine yönelir. Yolculuğun destan
sı olabilmesi için, gezginin kendi ülkesinin kültürel yargılan ile
o yabancı ülkeyi gözlemlemiş olması ve sonunda da kendi ahlaki
değerlerini değiştirmeksizin, kişiliği'de yeni sınamalarla güç
lenmiş olarak ülkesine dönmesi gereklidir. Bu anlamda Gulli
ver's 7Vaoe/s(Guliver'in Seyahatlerimin o tipik destansı yolcu
luğu'ironik bir tarzda, kahramanının farklı bir görüntü içinde
dönmesi ile, dönüştürülmüştür. Artık yabancıdır; eski çevresin
den kaçınmaktadır, kendi ailesinin kokusuna bile dayanama-
maktadır, yarı deli olmuştu. Yolculuk, ondan bir şeyler götür
müştü. Onu yenilgiye uğratmış, tamamen zararsızlaştırmıştı.
Batı literatüründeki Doğu gezginleri tam olarak bu des
tansı yolculuk' modeline uymaktadırlar. Örneğin Disraeli'nin
Tancred'inde aydınlanmak üzere Doğuya gitmeleri söz konu
sudur. Ancak yolculuk ilerledikçe, 'aydınlatıcı' olmaya başlar.
Kargaşa içindeki bu duygusal yaşama, kendi yetiştirilme tarzı
na ait sınırlamalar ve otoriter bir ahlakçılık ithal eder. Doğudan
dönüşünde olgunlaşmıştır, ama hiç değişmemiştir. Yabancıla
ra, kendi varlığında bir parçalanma olmaksızın katlanabildi.
19.yüzyıl İngilteresi, kurgusal Tancred'i üretmenin yanısı-
ra, yazılanndaki suretleri ile pek çok karakteristik özelliği pay
laşan gerçek gezginler de üretmiştir. Yolculukları, gerçek fizik
sel başlangıçtan çok önce başlaniıştı. Eğitimleri yoluyla ve genç
ken okudukları kitaplarla Doğuya yakıştırdıklan niteliklerin
çoğu ile önceden karşılaşmışlardı. Viktoryan gezginler, dünyayı
keşfetmek tutkusuna sahip olmalarına rağmen, kültürel üstün
lüklerinden yararlanmak konusunda pek de başanlı olamamış
lardı. William Hazlitt, 'On Going on a Journey'de bu zorluktan
söz etmekteydi:
106
bitmesinden sonrakinden çok daha büyük zevk veriyor. Ge
nel bir tartışma ya da başvurulabilecek bir kaynak olama
yacak kadar bizim alıştığımız ilişkilerden uzak ve sanki va
roluşun bir başka biçimi, ya da bir rüya gibi bizim günlük
yaşam tarzımıza eklenmiyor.2
107
Genellikle memurlar ve özellikle Royal Geqgraphiçal Soci
ety, The Last India Company ve The British Muséum; antika
lara duyulan tutku, kişisel arzulardan ulusal bir dürtü olmaya
dönüştüğünde, gezginlerin gidip gördükleri ülkeleri anlatabil
melerini teşvik ediyordu. Bu dâ bilgiden tad alman Viktorya ça
ğının genel olarak entellektüel .denetim isteğine uygurtdu.Böy-
lelikle Doğu; isteyenin alfabesini çözebileceği, sınırlarını bilebi
leceği, beri yandan olası her yoldan dizginleri tutabilecek olan
ve sömürge topluluğunun bir üyesi olarak, gezgin gözlemlerinin
sonuçta emperyalizmin mitlerini onamaya hizmet eden bir
medyum sayılmasıyla ve Batıdaki kamuoyuna akıl hocalığı
yapmasıyla özellikleri belirlenen bir yerdir.Gezi gözlemleri,
sonradan tek tek gezginler tarafından sürekli takviye edilebil
diği şekilde, çoğaltılmaya müsait bir tarzda yazılıyordu. Bu ge
lenek, kültürel tanımların biçimlenmesinde çok etkin olmuştu.
Doğuya sızma fikri, Viktorya dönemi İngiliz gezginleri çok
etkilemişti. Bir çoğuna göre, Doğulular gibi yaşamak, esrarları
çözebilmenin en iyi yoluydu. Örneğin, Lane, Müslüman yaşan
tısını yakından izleyebilmek için, Kahire'nin bir Arap bölgesin
de yaşamayı tercih ettiğini vurguluyordu.
Lane, İngilizliğini ele yerecek her şeyi, her yolu kullanarak, ye
ni giysilere, yeni görüşlere ve yeni bir isme uyum sağlayarak de
ğiştirmek istiyordu. Edward William Lane, eski beyëfèndi, ar
tık Mansur Efendi idi. Pek çok kılık değiştiren İngiliz gezgin, ad
larını da değiştirmişti: Burton, 'Buşir'li Mirza Abdullah' (bu adı
kendindeki değişikliklere göre değiştirdi) adını; Doughty, Halil
108
(çünkii Charles adına en yakın bu idi) adını almışlardı. Lawren
ce ise adını bedevilerin yanlış telaffuz ettiği şekilde Orens ola
rak değiştirmişti.
Kılık değiştirmek, değişen kişiye, sanki büyü yapmış gibi
bir ırktan diğerine geçmeyi sağlardı. İnsani değerlerde ve sosyal
statüde böyle bir düşüş, bir oyun gibi sürdürülmekte idi i£e de,
gerçekte, sert kuralların hüküm sürdüğü Viktorya toplumun-
da, önceden belirlenmiş hiyerarşide ciddi bir farklılaşma, insa
nı anında sürgüne götürürdü. Bir ırksal kategoriden diğerine
geçerek Avrupa giysilerini Oryantal kılıkla değiştirmek gezgin
lere hoşça vakit geçirtiyordu. Bununla birlikte, hiçbir Avrupalı,
Doğu dilini konuşarak,giysilerini kullanarak ve alışkanlıkları
nı edinerek gerçekten Doğulu olmayı istemezdi Ayrıca, Lane ve
Burton gibi, özel çıkarları olmadıkça hiçbir Avrupalı Doğu top-
lumlanhı Batı toplumlarına da tercih etmezdi. Bu yüzden de,
Bati ve Doğu, hiç buluşamayan iki üç olmayı sürdürdü: Ancak
çok yüzeysel bağlar kurulabilirdi.Kılık değiştirme, zenginler
,için boş zamanlarda oynanan bir oyundu. Zevksiz Viktoryan ha
yallere, erotik bir Doğu gezisi uygun düşüyordu ve gezginş, sır
larını çok sağlam koruyan dünyadan uzak bir yaşama derin ola
rak sızma fırsatını veriyordu. Tehlikeler, macera duygularıyla
içiçe yaşanıyordu. Burton m Mekke yolculuğu da böyle bir tehli
ke hayranlığı ile gerçekleşmişti. Hacca gitmeğe kalkmasını,
kendi itirafı ile, kılık değiştirmekteki ustalığını, risklere rağ
men, sonuna kadar sınamak şeklinde açıklıyordu. "Bir müslü-
man olarak görünebilip, hayatı pahasına da olsa Mekke'ye ula
şabilecek miydi?" İşte yolculuğun sırrı da buydu. Amacına ulaş
tığında nasıl gururlandığından söz ediyordu:
109
ti!Emin olun ki, ne ağlayarak perdeye satılanlar, ne de çar
pan yüreklerini tâşabastıranlar, uzaklardan , kuzeyden ge
len Hacı kadar derin duygulara kapılmamışlardır. Ama, ta
bii, şunu da yadsıyamam ki, onlarınki dinsel taşmanın yük
sek duyguları iken, benimki aşın gururdan dolayı kendin
den geçmekti. 5
111
Pasajda melankoli ve şüphe havası etkindi. Fakat bu tür duygu
lar Lawrence 'i inandırıcı olacak denli ikna edemiyordu. Gerçek-
,ten de, geçici bir süre için yaşamı paylaştığı esmer insanlardan
farklı olduğunu çok iyi biliyordu ve bunu şöyle dile getiriyordu:
"Bizimkinden çok açık şekilde farklı olan yüzlerini hoşgörebili-
yordum. Ama vücutlarının bizimkinden hiçbir farkının olmayışı
beni çileden çıkarıyor."13Lawrence'i çileden çıkaran bu duygu
lar, Guliver'in kendisine benzer bedenleri olduğu için Yahoolara
hissettiklerinin aynısı idi.
îngilizin kendisini üstün görmesi, onun yerlileri geliştirip
, aydınlatmasına engel oluyordu. Lawrence, kendi kaderlerini
kendi elleriyle yazamayacak olan bu insanlara liderlik yapmak
zorunda hissediyordu kendini:
. .112
Doğu yolculukları, İngiliz gezginlere, kullandıktan sonra
askıya alabilecekleri alternatif bir 'ben', bir kişilik sağlıyordu.
Yasaklanan ve sosyal zorunluluklardan kaçılabilecek bir yerdi.
E.W.Lane de Doğuya bu sınırlamalardan kaçmak için gitmişti
ve Douğhty'nin deyimiyle, kısa sürede "Doğuya çarpılmış, yol
dan çıkmıştı". Nargilesini dönüşte yanında götürmüş ve yemek
lerde bağdaş kurup sandalyelere oturarak ev sahiplerini şaşırt
mıştı. Doğü onun kariyeri olmuştu ve bir türlü emekli olamıyor
du. Burton da Trieste'deki donuk diplomatik kısır döngü için
den duygusal Özlemlere düşerek, çöllerin tadını anlatan mek
tuplar yazıyordu:
114
sime büyük bir ilgi duymaktaydı, Viktorya endüstrisinin ve
onun yeni para akımının hızla aşındırmakta olduğu köylülük ve
şövalyece yaşam tarzını, Arapların hala sürdürdüğünü düşü
nüyordu. Onlar asil, çömert, gururlu idiler ve tam takım giysile
ri ile atlarının üzerinde bir resim gibiydiler, w İlk yolculukların
dan birinde Fransız Kuzey Afrikasmda, Blunt, Araplarla Fran
sız sömürgeciler arasındaki çelişkiden büyük şaşkınlık duy
muştu:
115
men, askeri konuda Blunt, aynı objektifliği gösteremiyor, ora
daki İngiliz askeri varlığının gerekliliğinden söz ediyordu.25 Bu
fikrin yalnızca kişisel görüşü olduğunu da ekliyordu. 26
Kendi yurttaşlarının aksine Blunt, aşil bir din olarak İsla
ma sempati ve saygı duymaktaydı. The Future of İslam adlı ki
tabında şunları vurguluyordu:
116
inekteydiler. Dış Bürodaki beyefendiler, Blunt'ın plânını aynı
ilgi ile karşılamadılar. Blunt'ın stratejisinin yararını anlamala
rı bir kaç on yıl alabilirdi. BÖylece, plânlan sonucuna ulaşmak-
sızın, sadık öğrencisi 'Arabistan'lı Lawrence' tarafından yürü-
, tülecekti. "Arapların yeniden doğuş" planıyla ilgili naif görüşle
rinin emperyalist hedeflere hizmet edecek politik bir tuzağa
düşmesi, ateşli bir anti-emperyalist olarak ölen biri için hiç de
azımsanmayacak bir ironi olacaktı.
Blunt'ın Arabistan’da ulusal bir harekete ilişkin umutlan,
dönemin politik ortamı tarafından bozulunca ve Mısır gezisinde
despot hidiv Tevfîk'e karşı ayaklanmanın lideri olan Ahmed
Arabî ile karşılaşınca, kalemini Mısır milliyetçileri/için kullan
maya karar verdi. The Secret History of the English Occupati
on of Egypt adlı kitabında Arabî ile derinleşen ilişkisini anlatı
yordu. Kahire'den ayrıldığı sabah şöyle yazmıştı:
117
acı veren ve onu yıpratan kişisel bir yenilgiydi de.
Ne olursa olsun, bu, Blunt'ın kalemini son kez Mısır için
kullanmış olması anlamına gelmiyordu. Kısa süre sonra Atro-
cities of Justice under British Rule in Egypt adlı önemli kitabını
yayınlattı. Bu kitapta Lord Cromer'in iktidarı sırasında ülkede
işlenen cinayetler kapsanmıyordu. Blunt, şöyle yazmıştı:
118
Ingiliz, birinin de bölgesel İngiliz yetkililere yakın ilişkileri
ile tanınan bir Hıristiyan Mısırlı olduğu; tarafsız bir jüri ol
madığı açıktı.Muslüman Mısırlı, İngiliz grubun suçlu olduğu
nu söyleyince,İngiliz yargıç tarafından sertçe azarlandı: "Se
nin iddian hiçbir surette beni şaşırtmadı. Bütün Mısırlılar
aynıdır. Hiçbirine güvenilmez."34
İngiliz subaylarından bu işe karışan tuhaf isimli yüzbaşı
Pine Coffin yalancı şahitlik yaparak, grubundakilerin vahşi
domuzlar avladığını, bu domuzların herkesin malı öldüğünü
söyledi. Bu nedenle beraat etti. Diğer yanda, suçlanan Mısır
lılar kendilerine hiçbir şans tanınmadan hayvanlar gibi av
lanmışlardı. Hiçbir savunmaları yoktu, sonuç önceden plan
lanmıştı:
120
lemeler yapıldığını görmüştü. A Month at Constantinople adlı
kitabının ikinci baskısının önsözünde bundan söz etmişti:
121
Gerçekten de Smith'in 'güçlü' bir hıristiyan olduğu izlenimi
uyanmaktaydı. İslam için pek zamanı yoktu ve zaten bu haliyle
Ortaçağı aşamıyordu. "Türkler dinlerine ve Ruran'a sıkısıkıya
sanlmışlardır.Çünkü Muhammed yasalarını düzenleyen o
sahtekâr, peşinden geleceklere öyle bir yaltaklanmıştır ki, in
san doğası değişmediği sürece onların sadakatini garantilemiş
tir "44demekteydi. İlk Hıristiyan polemikleri, işte yine karşımız
daydı: Düzenbaz Muhammed ve ilkel duygulara hizmet eden bir
inanç: İslam.
Bâtılı bir okuyucuyu eğlendiren bir takım geleneksel bek
lentiler bile Smith’de benzerlik taşımıyordu. Topkapı Sarayı
onu 'oryantal* açıdan pek etkileyememişti.45Düşsel cariyeler,
Sultanın gözdeleri, Batı bilgisinde geçen Şehrazadlar ortalıkta
görünmüyörlardı.Bunların yerine Smith tekdüzelik ve çirkinlik
görmüştü. Türk kadınları hakkında şunları söylüyordu:
122
Bir ay sonra,Smith* İstanbul'u duygusuzca ve tüm yanılgılarıy
la terkediyordu.Havlayan köpeklerini, tahtakurulannı, pasif
ve basit kadınlarını, gülünç dervişlerini ve ihtişamsız Topkapı
Sarayını ardında bırakıyordu. Smith'in eğlendiren bir üslubu
vardı, kendini öven diğer daha az gerçekçi gezginler gibi değildi.
Pek çok yurttaşı gibi saldırgan da değildi, ancak, kendini izleyi
cilerine hazırcevap ve iğneleyici bir yapıda tanıtmaktan da
memnun oluyordu. Anlatımı da kendi adı kadar gösterişsizdi.
Dpğu hakkmdaki İngiliz gezi yazılarının çoğunluğu ile de,
önemsenebilecek pek az şey paylaşıyordu.
HAC YOLUNDA
\
123
kitabı anımsatıyordu. Bedevi yerleşim bölgelerinden birinde
evli ve çocuksuz bir kadın gördüğünde Sarah'a benzetiyor, bede
vi tenlerinin koyuluğu ve yeminler "Soylu Jonah'dan, David'le
sözleşmesinde duyduğumuz sözler'ı48aklına getiriyordu.
Doughty'nin Arabistan yolculuğuna çıkma kararı ilk kez,
kutsal önem taşıdıklarını sandığı Medain-i Salih* harabelerin
deki yazıtları çözme isteği ile zihninde uyanmıştı. Arabia De
serta' nın ikinci baskısının önsözünde, kutsal kitapla ilgili araş
tırma için duyduğu büyük ilginin, onlan ziyaret etme tehlikesi
ni göze almasına yol açmış olduğunu belirtiyordu. Bu yolculuğa
çıkmasındaki daha genel dini nedenleri şöyle âçıklıyordu:
124
Muhammed'in görüşleri bugün insanlığın yüzde onunun
temel inancıdır.Bu dil denen şey dönmeseydi, dünya nice
olurdu. İnsanlığın çoğunluğunu donatan usu zayıf bir din
bile, bu adaletsiz dünyanın tarihinde önemli bir güçtür.Ya
şam ve ölüm için milyonlarca insanı birleştirebilen her bağ
tehlikelidir! İslam ve Yahudilçrin genel refahı çok büyük
gizli sırlar gibidir, yalnızca kendileriyle ve tüm yüreği gü
nahkâr olmayanlarla arkadaşlıkları vardık ve amansızdır
lar .Ama, İslam öncesi Kabe'deki putperestlik inanç,olgun
Mawmetry'nin kısa, sürede yeniden çürümemesi içindi.50
125
Ne onlarla ilişkiye girerek, ne şerefli bir yaşam gerçeği için
de iyi hizmetler sunarak en alt düzeyde bile sempatilerini
kazanamayacağımız ve kanı bozuk dinlerinin bunakça düş
künlüğünü kökleştirme günahım taşıdığımız bu kasvetli
zalim ve fanatik Bedevilerin şeytanca kötülüklerine gizli
bir ürküntü içinde şaşkınlık duymaktayım?52
126
yolculuğunu da kutsal yazılar stili ile aktaracaktaydı. Anlatımı
na epik öğeler katmak istiyordu.Linguistik parlaklığını kaybet
tiğini düşündüğü İngilizceyi tazeleme görevini de önüne koy
muştu. Önsöz sayfalarında, okuyucularına kutsal Spencer ve
saypdeğer Chaucer'den ilham almış bir disiplin olarak kendini
tanıtmaktaydı.54Ancak bu aşırı iradi tavrı, çok resmi ve arkaik
bir sözcük dağarcığı seçmesine ve deve üstünde sıkıcı ve rahat
sızca yapılan bir geziye benzeyen anlatım üretmesine yol aç
maktaydı. 1
Doughty'nin İngilizcesi, 'ironik' denecek kadar yabançı idi.
Bununla birlikte, geleneksel Dogu gözlemcileri tarafından ar
kaik toplumlara uygun bir arkaik dil olarak da değerlendiril
mişti. Örneğin, eleştirmen A.J.Arberry, Doughty'nin gergin, si
nirli ve pederşahi anlatımının Arapça düşünen bir zihnin etkin
liğine ihanet ettiğini öne sürmüştü.55 Arkaik İngilizcenin Arap
ça düşünen bir zihne neden ihanet ettiği pek açık olmamakla be
raber,^Arabia Deserta okunduğunda, Doughty'nin böylesine
ağır arkaizme dönmesinin, yalnızca çökelti ve tortuları süzgeç
ten geçirebilmeyi başarmasıyla sonuçlandığı ortadadır. Kullan
dığı dil, tasvir ettiği insanları, okullarına yabancılaştıran bir
araç olmuştur. Onları, ortak istekleri ve özlemleri olan çağdaş
varlıklar olarak artık anımsanamayacaklan sahte bir evvel za
mana sürgün ediyordu.Aşağıda, onun, iş yapan kadınlarla , ko-
yun güden çocuklara ilişkin suni bir tasvirini bulacaksınız:
127
Bu genç ye kumral kadın, bir aziz gibi giyinmişti; ince belin
de parlak kızıl renkte bir kuşak vardı: Toprakta yalınayak
yürüyordu ve dimdik, güvenli duruşuyla dişi geyiklerin gü
zelliğini çağrıştırıyordu. 57
1
Doughty, Arapça taklidi ile sık sık İngilizcede yeni sözcükler tü
retirdi. Ya da Arapça deyişler kullanır, bazen de cümleciklerin
Arapçalarını İngilizceye çevirerek aynı etkiyi uyandırmaya ça
lışırdı.
Bir dört yol ağzında iki çapkınla karşılaştık. "Ha!" dedi biri
si, Ali'ye, bu yabancı bir Nasrâni'dir" dedi ve bana dönerek,
züppeler, "sabahlar hayrolsun, hoca" dediler. "Ben hoca de
ğil, İngilizim; sizinle tanışıyor muyuz " diye yanıtladım.
"Geçen gece Boreyda'dan geldiğinizi duyduk: Ali, sen onun
la değil miydin?" Konuğuna Nasrâni adı kullanılan adam
iyice şaşırmıştı, "Zamil'e" diye yanıtladı. "Zâmil henüz yok,
sen benim eve Nasrâni'yi kahve içmeye getir.5»
128
şöyle yazıyordu:
131
Bu titreşen Bedeviler betimlemesi ile ne anlatıldığı oldukça be
lirsizdir. Belki de Lawrence'm bastırılmış arzularının bilinçal-
tmdaki yansımasıdır. Andre Gide gibi, onun Kuzey Afrika'da
hizmetleri için Ödeme yaptığı Tunuslu balıkçı çocuklarda bul
duğu 'seksüel özgürlüğü' Doğuda arıyordu. Lawrence'in Daho-
um'a olan aşkı onu çok derinden etkilemişti, Seven Pillarst of
Wisdom ı ona adadığı söylenmektedir. Şiir şöyledir:
132
surdu (Lavvrence'm da çölde cesur oluşu gibi) dayanıklılığı ölçen
korkunç sınamalara ve cinsel saldırı ile oluşacak fiziksel yarala
ra ve ruhsal aşağılanmaya, hatta hapse atılmaya bile dayanabi
lirdi. Zaten İngilizler, hem ruhsal, hem fiziksel olarak Doğulu
lardan üstündüler. Ancak, bu tür mitoloji ki, emperyalist bakış'
açısında bir zorunluluk idi, yalnızca onlan yaratanların ezilmiş
benliklerini mitleştirebiliyordu. Lavvrence'm çalkantılı ve kar
gaşalı yolculuğunun anlatımı, belgesel anlamda çok az tarihsel
geçerliliği varsa da, Batılının Doğudaki üstünlük hayallerine
bir örnek daha ekliyordu.
5 inananlar Arasında
Bilinen olgulardan, evrende ’diğeri’ olana doğru bir kez baş
layan yolculuk, her zaman için şüpheli unsurlar kapsamakta
dır. Gezgin, yeni görüntülerin umuduyla, onların bilinmeyen
özelliklerine yaklaştıkça artan bir endişe ile ilerler, istisnalar,
dışlamalar, zıtlıklar, çelişkilerdir aradığı1,ama şunu da bilir ki,
bu tür farklılıklarla karşılaşırsa, onlar tarafından teslim alına
bilir. Yolculuğu sürdürebilmek ve bunları aşabilmek için bir
yöntem bulmalıdır: Bir kente daha gitmeden önce, mevcut en
kolay yöntemle karmaşaları ve pisliği göğüslemeye, her an bu
tılsıma başvurmaya hazırlanır. Genellikle, eğer korkuyorsa, ya
da (erken dönem Avrupalı Doğu gezginleri gibi) taraf tutuyorsa,
kendi yaptıklarından ya da meslektaşlarının yarattıklarından
başka hiç bir şeyi geçtiği yerlerde göremeyecektir. Bu, daha çok
uç bir durum teşkil etmektedir. Gezginin eğilimi, aslında daha
güç anlaşılabilir, çağdaş gezi literatüründe de gözlemlenebile
ceği gibi.
Yolculuğun anlatımı, izleyicinin dinlediği yazarın konuştu-
rulmasıyla dolaylı ve ikincil kalmaktadır. Bilinmeyenin anlatı
mı sırasında kendine yaklaşır ve genelde kendinden uzaklaşır.
Yolculuğu kaydetmekten çok daha sadıkça gezgini betimler.
135
Sembolik çıkış kaynağından okuyucuyu uzaklaştırır ve sonra
tekrar ona geri götürür.
İtaİo Calvino'nun geniş hükümranlığının ayrıntılarını dü
şünen Kubilay Han'ı anlatan Marko Polo'su, şunu farkeder:
136
Çağdaş gezi yazıları incelemesine başlarken, 19.yüzyıl ve
20.yüzyıl arasında bir köprü kıiran bir gezginin yazılarını ince
lemek yararlı olacaktır. Bu, Arabian Sandsadlı kitabı, Burton,
Doughty, Lawrence geleneğini sürdüren Wilfrid Thesiger'dir.
Evet, tam bu gelenek içinde ülkesi tarafından takdir edilmek
teydi; çalışmalarına' Burton Nişanı' ödülü verilmişti, bunu ve
ren Kraliyet Asya Derneği idi. Ayrıca, Kraliyet Merkezi Asya
Derneği'nden de 'ArabistanlI Lawrence Nişanı' ödülünü almış
tı.'
Thesiger, Arabistan gezisi sırasında yazmaya niyeti olma
dığını, yolculuk dönüşünden bir on yıl sonra başkalarının teşvi
ki ile bu konuda kitap yazdığını iddia etmekteydi.4 Çalışması,
bedeviler arasında yaşadığı kişisel anılarını ve bir kamu hizme
tini kapsadığı için pek değerli sayılmazdı. Makinalaşmanın sal
dırısı ve maddi zenginliğin büyümesi ile dağılmakta olan Ara
bistan'ın ayrıntılarını kaydetmişti, Maddi iyileşme ahlaki bo
zulma getirdi; yeniler eskilere saygı duymuyuordu.Boy1ece, hep
arkaik olan asil Arabistan, bu kalıcı özelliği sayesinde İngilizler
tarafından çok sevilen Arabistan, kayboluyor, yozlaşıyordu:
137
savunabilirdi. Kimi zaman'asil bir vahşi' 7olan Araplar, onla-
ı n n ortamında bir resimdi sanki. Dünya hareket ederken o
statikti.. Bütün bozucu etkilerden annmıştı.Onu Batılılara
sevdiren, sembolik bir kahraman olarak gösteren bir annmış-
lıktı bü. Disraeli, Tancred adlı romanında, Arapların ırksal
tecrit edilmişliklerinin ürünü olarak gördüğü arkaik meziyet
lerini övmekteydi" Irkın zayıflaması, çöllerde yaşayıp kanla
rını bozmadıkça kaçınılmazdır" diye yazmaktaydı.8 Bu algıla
ma, okuyucuya Disraeli'nin ırksal görüşü hakkında bir şeyler
anlatabilse de, Araplar hakkında çok az şey ifade etmektedir.
Çünkü onlar, gezginlerin her birinin özlemlerini dile getirme
leri, istedikleri şeyi ifade etmeleri için kullanılmışlardı. Eğer
arınmış ırk istiyorsa, Araplar öyle idi. Eğer istediği şövalyelik
(cesaret, cömertlik) ise, Araplar öyle idi. Diğer dinlerden nef
ret etme sorunu varsa, Araplar dini ilkelere karşı olan düşün
celeri temsil eden kötülük dolu fanatiklerdi. (Bunu Doughty
de öne sürüyordu). îngilizler sofuluğu ve sofu yaşam sürenle
ri takdir ettiklerine göre, bedevileri de kendini dünyşevi
. zevklerden uzak tutmak olan Püriten ahlakının sembolü ola
rak görmekteydiler. Bu özelliklerinin korunması ve değişme
lerine yol açmayacak koşullarda kalmaları gerekli görünüyor
du. Çünkü, koşullar değişirse, sembol de değişme tehlikesi
içine düşerdi; Ingilizleri korkutan ve Thesiger'in dolu dolu
anlatmaya çalıştığı da buydu.
Thesiger'in nesiri, özellikle de önsözü Doughty ve Law-
rence'm tarzı ile süslenmiştir. Arabistan hakkında îngilizler
açısından önem taşıyan konuların hepsi burada ortaya çık
mıştı: insafsız ülke, huzursuz yaşam, eskiliğine ait çok az
özelliği kalmış bir eski yer ve en önemlisi de gezgini derinden
etkileyen bir tecrübe:
138
ılımlı hiç bir ülke ondan üstün olamaz.9
139
\
Bir Arap gibi, ilk kez giyindiğim için müthiş sıkıldım. Göm-*
leğim yepyeni, beyaz ve düzgündü; bedevilerin soluk giysi
leri arasında hemen dikkati çekiyordu.Hepsi ufak tefek
. adamlardı, bense uzun boyumla kendimin bir fener kadar
göze çarptığımı, onlardan çok farklı olduğumu hissediyor
dum.14
140
Onların arasına girebilen ve onlann saygısını, iyi davranış
larıyla, cömertliğiyle ve kararlılığıyla kazanabilen ilk Av-
rupalıydı.*0nu hep iyi bir gezi arkadaşı olarak anımsadılar.
Ondan 16 yıl sonra aynı kimseleri ziyaret ettiğimde, Tho
mas ile aynı soydan geliyorum diye beni çok iyi karşıladılar.
Onunla savaş sırasında Kahire'de yalnızca iki,k e z karşılaş
tım ve bir kaç dakika görüşebildim. Ölmeden önce, bana ne
ler kazandırdığını anlatabilmek için, onu bir kez daha gör
meyi istedim.15
141
ge bozan duygusal etkiler yapmamıştı. Thesiger, Araplarla bü-
tünleşemeyeceğinin farkındaydı, ama aralarında din ve ırk gibi
bölücü etkenlerden çok daha güçlü bir bağ geliştiğini de sezmek
teydi. Thesiger'in bu duygularını anlatan pasaj, Lawrence için
tartışma dışıydı.
142
duydukları endişeyi, kendi kabile üyeleri tarafından sayılmak
ve takdir edilmek için duydukları isteği betimliyordu. Bu arzu,
bazı zamanlar Batılı gözlemciyi eğlendiren tiyatrovari drama
tik bir davranışa dönüşebiliyordu. Thesiger, Glubb’un anlattığı
bir olayı şöyle aktarıyordu:
İ43
Thesiger, Doğu kadınlarının çekiciliğine karşı ilgisiz olma
makla beraber, Lawrence ve Gide gibi, Doğulu genç çocukların
cazibesine karşı hassastı:
Daha bir çok, 19.yüzyıla çağrışım yapan pasaj vardır. Genç deli
kanlının güzelliğine ilişkii) notlar, bir Viktoryan okuyucuya çok
iyi gelirdi. Çocuk, klasik ve geleneksel bir güzellik anlayışının
içine yerleştirilmişti. Helenistik ilgi, salt fiziksel cazibe öğeleri
ni tasfiye ederek, onu çok daha ender ve değerli bir düzeye yük
seltir. (Aynı şekilde, Oscar Wilde da Alfred Douglas'a olan aşkı
nı, daha ilerde kendisine karşı kullanılarak mahvına neden
olan mektupta, homoseksüel aşkın Yunan geleneği ile karşılaş1
tırmıştı.) Thesiger, çocuğa olan herhangi bir duygusunu saf bir
edebî çekiciliğe yüceltmektedir. Okuyucuya çarpıcı görünecek
uyumlu bir mecaz bulabilmek için, zihni, Yunan mitolojisine
sıçramıştır.
Çocuk, bir kız bedenini andıran bir bedene sahipti: İki yanlı
bir duyumculuk uyandırır.Aynı anda hem erkek, hem de kızdır,
bir dişinin inceliğine ve bir erkeğin gücüne sahiptir. Thesiger
çök geçmeden bu tipin kabiledeki en iyi avcı olduğunu gösterir.
144
Burton ve Doughty gibi, Thesiger de, Araplar arasında bir
tıp adamı gibi davranırdı. The Marsh Arabs adlı kitabında The
siger, geçtiği kamplardaki küçük Arap çocukları sünnet ederek,
yerlilere doktorluk yapma geleneğini en uç noktasına vardır-
mıştt. Ve böyle bir fantaziyi zenginleştirmek için de doktorluk
yaptığı çocukların fotoğraflarını okuyucularına sunmuştu. 21
Bunları gördükçe, bu tür belgelerin Oryantal resim sanatı-
na nasıl yansımadığına şaşırmamak elde değil. Zira, gezi konu
lu ürünlerin belgesel saçmalıkları sinir tanımadığı gibi, değiş
mezlerdi de.
-Gezi yazıları geleneğine örnek olarak tanıtacağım Canetti
ve Naipaul, bu geleneğin daha dolaylı örnekleri olmakla bera
ber, uygun örneklerdendir. Doğumsal olarak geleneğin dışında
dırlar, ama eğitimleri ve sonradan edindikleri kültürle ona sıkı
ca bağlanmışlardır. Bundan, gezi anlatımlarının ve yazılarının,
gezginin kişisel bakışından daha çok almış olduğu eğitime, özel
nedenlerle kutsallaştırdığı mitlere ve içinde yer aldığı politik ve
sosyal yapılara dayandığını çıkartabiliriz.
Elias Canetti'nin The Voices of Marrakesh'i , Fas kentine
yolculuğunu, ya da daha ziyade, bu deneyimindeki maceraları
nı anlatmaktadır. Bunca çok çeşitli ve şaşırtıcı imajlarla dolu
yolculuklar arasında Çanetti'ninki ilk ve önde gelenidir. Oku
yucuya Flaubert tarzında, Doğunun 'canlı tablosunu' sumûak-
tadır. Marakeş hakkındaki bir dizi esrarlı imaj dışında hiç bir
derin inceleme yoktu. Canetti'nin Doğusu, 19.yüzyıl betimle
melerinde görülmeyen bir sevecenlikle ele alınmış olmasına
rağmen, klasik anlamda statiktir. Yeni ülkenin görüntüsünü
anlamanın tek anahtarıymış gibi her tür geleneksel konudan
yararlanılmıştır.
Canetti'nin Fas'ı, 19.yüzyıl terimleri içinde egzotiktir, bar
barcadır,çekicidir, çünkü açık ve net olarak tanımlanamaz ve
bu yüzden de, günlük yaşamın tekdüzeliğine çare olarak 'esrar
lı' görüntüler sunar. Segalen'in egzotiklik üzerine denemesi
şöyle idi:
145
Mümkün olan en genel halinde Exo önekinin tanımı.Gün-
delik, güncel bilincimizin olgularının tümünün dışında o-
lan; bizim alışılagelmiş '.zihinsel renkliliğimiz' olmayan
herşey. 22
Canetti'nin y olculuğu, dış gerçek ile yalnızca zayıf bağları olan
garip ve korkulu herşeye ulaşmak idi. Canetti, anlatımına deve
lerden (Doğunun geleneksel sembolik hayvanı ve Batının da <sn
çok ilgisini çeken hayvan) söz ederek başlar. "Develere üç kez te
sadüf ettim, her üçü de çok trajik bir şekilde sonlandı“23 demek
tedir. Bu cümle, Canetti'nin, yine trajik çağrışımlar yapacak
olan Doğunun tümü ile karşılaşmasını da özetlemektedir.Deve-
lerle il^ karşılaşması, deve pazarında olmuştaÇığlıklar içinde,
kudurmuş ve topal bir deveyi, mezbahaya sürüklüyorlardı. Ora
yı terkettikten sonra da bu görüntü onu etkilemeye devam et
mişti ve yazısının tekrar eden motiflerinden biri olmuştu:
146
Okuyucunun sempatisi, hiç şüphesiz başka duygulara dönüş.-
müştü. Deve, insanlıkdışı davranışın kurbanıdır ve kendini
Faslılardan kurtaramamaktadır. Bu insanlar acımasızdırlar,
bu acımasızlıkları, onların başlıca özelliği olan bir iç mekaniz
madır. Vahşi ve kabadır; deve ise özgürlük mücadelesi verirken
insanca boyutları simgeler. Bu, despot doğunun geleneksel dı
şavurumudur. Despot Doğuya, acı çeken hayvanlar da , kan da
vız gelir. İşte, bir yüzyıl önce Richard Burton'm sözleri:
147
Hiç kıpırdamamıştı, ama artık aynı hayvan değildi. Çünkü
arka bacaklarının arasında ileriye ve aşağı doğru sallanan
bir şey vardı. Adamın zavallıya dün gece kullandığı sopa
dan çok daha kalındı.29
148
larla da karşılaşmamış mıydım? Bol tükürük, şüphesiz ki
burada rol oynuyordu, ve o, bu farklılığı ile diğer dilenciler
den ayrılmaktaydı?31
*
149
Canetti, çok suskun bir tavuğa rastlamış olmalı, eğer bu tavuk
satışı hikayesini gerçek kabul edeceksek. Ancak, görmeye çalış
tığı sessizlik, Avrupa'nın görmek istediği Doğunun temel özelli
ğidir, yapısıdır. Toplumun kapalılığı ve önem taşıyan her tür gö
rünümünün gizliliği ile ilgilidir. Canetti, pazarda sergilenen
mallan incelerken yalnızca meraklı bakışlanndan kaçan, gö
rünmeyen ayrıntıları yakalama eğilimindeydi:
152
sellik, yiyecekler, tüm nesneler ve ailevi gelenekler üzerinde
varlık bulan bir ülke idi. Ama, okyanus ötesinin aşılması sıra
sında dönüşüme uğramıştı: Gerçek Uttar Pradesh kireçlenerek
taşlaşmıştı ve dinsellikten arta kalandı, yalnızca -Trinidad on
ları tamamen teslim almıştı. Böylete, ilk kez Hindistan’a gider
ken, Naipaul hiçbir bağlılık duymamıştı. Farklılığını hissede
rek geri dönmüştü. 'Raj'm İngiliz yazarları gibi o da kendisini
Hindistan'da olan, fakat farklı bir dünyâya ait biri gibi hisseder.
Naipaulün, Kipling'in Hindistan ile ilgili yazılarını anlayışı
yüksek ve doğruluğu açısından benzersiz bulması sırf tesadüf
değildi. Kendini içinde bulduğu yabancılaşmış Hindistan'ı, um- -
duğu kadar doğru ve özenli betimlemişti:
Hint mirası olan son söz hariç, hepsi Kipling'de vardı. Hin
distan'a gitmeğe pek gerek kalmamıştı. Ondan daha dürüst
ve özenli bir yazar olamazdı; kendini ve toplumunu daha iyi
hiç kimse açıklayamazdı.44
156
Bir çocuk, yol üstünde çamurlar içine çökmüş oturuyordu;
tüysüz ve pembe derisi görünen bir köpek, dışkılamak için
dürmüştü. Çocuk büyükçe kamı ile ayağa kalktı; köpek bir
şey yiyordu. Tapmağın dışında, erotik süslemelerle dekore
edilmiş iki tahta Hint mabudu heykeli vardı: Cinsel ilişkide
birbirine geçmiş çiftler; tutkusuzca ve suni..55
158
şılaştığı o, Batıyı ve Batının maddî nimetlerini çılgınca redde
den (Naipaul bunu hem anlayamıyor, hem de afîedemiyordu)
müslümanlar, duygularına ve öfkelerine kapılmaktalardı:
160
ğunun gelişmesine korku engel olmuştur. Korku, yalnızca çev
resini saran kaos olmayıp, bu kaosun ona geri getirebileceği,
kendi kolonisel geçmişine ait acılardı. Bu nedenle, gezdiği yer
lerdeki dünyayı bütün gücü ile reddetmişti. Bir kez bu dünya
dan kurtulmuşken, yeniden ona kapılmak korkunç olurdu. An
cak gördüklerini olumsuzlayarak Doğuya yolculuğunu tamam
layabilirdi ve Doğuyu bir karanlıklar ülkesine indirgemek zo
rundaydı. Bu korku, önyargılara, düşmanca görüşlere yol açıp,
bakış açısını daraltıyor ve daha görmeden o ülkelere yabancı
laştırıyordu. Yolculuktan hiç değişmeksizin dönmüştü, belki de
değişmezliklerin en kötüsüydü bu.
>
*
161
SONUÇLAR/
Dışardaki Masumlar
Kalmak için Moğollara ait yerleri kiralayan gezginler, çadı
ra benzeyen yapıların plastikten olduğunu, hayvan derisin
den olmadığını farketmişlerdi. Bazıları, onların çok fazla
batılaştıklanndan şikayetçiydiler. Miami'den tatil için ge
len birisi, 'ben ne kadar Moğolsam, onlar da o kadar Moğol"
demişti.
'Tatil Anıları’
Newsweek (7 Haziran 1982)
163
Kendilerine bu kadar benzeyen birine sempati duyamazlardı.
Üstelik de gerçek egzotik barbarlıkla ilgisi yoktu.1 Böylece Citi
zen of the World Avrupa salonlarını soğuk ve ruhsuz bırakmış
tı. 'Tekrar bekleriz,bile demediler, çünkü /serseri bir budala de
ğil, mantıklı bir yaratıktım"2 diye yazıyordu mektubunda.
Avrupalılar birbirine zıt uçlara savrulup duruyorlardı. Do
ğu, ya yeterince 'oryantal' değildi, ya da aşın 'oryantal' idi. Yol
culuk, ya hayalkırıklığma uğratıyordu, çünkü Jıerşey çoktan
Batı etkisi ile dönüşmüş oluyprdu, ya da sanki çok olumsuz gö
rünebilmek için, acınacak kadar Batının etkisinden sıynlmış
oluyordu. Aynı gezgin, bu aşırı uçlardaki duyguların hepsini
birden yaşayabilirdi. Napolyon Mısır'ın daha da egzotik olması
nı isterdi ve onu Batı tipi, kaba bir uygarlığa ( hem de ne çatal bı
çağı ne de soylulan olan) bir ülkeye dönüştüren, o yetersiz eg
zotizmi küçümsemekteydi.
Osmanh tehdidi azalarak, geriye yalnızca bir güvensizlik
ortamı kaldığında, hıristiyan Batı ile müslüman Doğu arasın
daki düşmanlık da gerilemişti. Ancak, bu değişikliğin sağladığı
politik tavırdan sonra Doğunun edebi anlamda uydurulanlarla
kullanımı son buldu; Doğu Batının düşlerindeki yerini ve değe
rini artık yitirmişti. Doğu, Batılı güçlerin hakimiyetine daha
v fazla girdikçe, daha açık olarak düşlerden, edebiyattan,. resim
den ve modadan çekildi. lOOlGece Masalları, Avrupa'da Türk-
lerin yenilgisi ile eş zamanda tanındı. Osmanhlann Avrupa'nın
istikran için ciddi bir tehdit olmaktan çıktıklan zamana da
Türk Rondlarımn Avrupa müziğine dahil olması rastladı. Na-
polyon'un Mısır'ı zaptından Sonra da Batıda sarıklar, modası
başlamıştı. 19.yüzyılda, tavırlarda gözle görülür bir değişiklik
söz konusuydu; bilisiz bir korkunun yerini tanıdık olana duyu
lan küçümseme almıştı.
Bu yeni tavır, sosyal ve kültürel tanımlamanın oluşumun
da çok etkindi. Oryantal ideoloji içinden çıkılmaz surette Batı
hegemonyâsma bağlandı, henüz telkin edici ya da aşağılayıcı
yöntemlerle empoze edilmiyordu. Seçici bir geleneğe ait inanç-
ların ince ve özenli sistemiydi, daha çok. Yine de güçlü bir sis
temdi, bir çok pratik ve doğrudan deneyimi yaşanmış süreçlerle
bağlantısı vardı:Din, aile, kurumlar ve dil. Batı Doğuyu yönete
bilmek için planlar yapma çabasmdaydı.
Oryantalist çalışmalar, Avrupa'nın denetimi altında tuta
cağı halklarla ilişkilerini derinleştirebilmesi amacıyla, 'East
India Company'nm ğörevlisi olan Sir William Jones tarafından
resmi olarak başlatıldı.Avrupa, Doğuyu soğukkanlılıkla ve dik
katle incelemenin üstesinden gelemeyebilirdi ve İngiltere, diin-
yanııî önde gelen güçlü ülkesi olarak öncülüğü kabul etti.
Tek tek gezginlerin gördüklerini incelemeleri ve kendi va
tandaşlarına onu betimleyebilmeleri, İmparatorluk onayı ile
sonlanan bir yükümlülüktü. Aslında gerçek, Doğuya ilişkin
sonradan uydurulanlarla içiçe geçmişti. Önyargı mirasının
ağırlığı altında, Doğu belli yasalarla açıklanmıştı ve değişmez
di. Daha ileri bir algılamaya zaten izin verilmemişti. 1895’te
Curzon, Morier'in Hajji Baba adlı eserinin, "Değişmeyen in-
1 sanların değişmeyen karakterlerinin" dürüst bir betimlemesi
olduğunu yazmaktaydı.3
Doğu hakkında peşin peşin benimsenmiş olan mecazlara
karşı çıkan nadir gezginler bile, bunların yarattığı anlamlar
dan kaçamamışlardı. Daha önce de gördüğümüz Albert Smith,
Doğu yazılarındaki abartmalarla alay etmesine rağmen, so
nunda önyargılara o da kendini kaptırmıştı. Doğu gezi yazıları
nın tarzını hicvetmeye çalışan Mark Twain bile ancak, kitapta
ki peşin yargılan onaylamakla kalmıştı. Doğunun her görünü-.
münü yeniden romantikleştirmek istediyse de, aksine, bunu
kötü niyetlice, sempati duymaksızın ve insanca yaklaşmaksızın
kaba bir mizahla yapmıştır. Ona göre, Doğuda kirli, çirkin, tem
bel, aptal ve sıkıcı insanlar vardı. Yolculuğunu anlattığı The
Innocent Abroad (1869) adlı kitabında Doğuyu küçümseyerek
kendi konumunun üstünlüğünü vurgulamaya çalışıyordu.
Doğu hakkmdaki Avrupa gezi yazılannm çoğunluğunun
güçlü bir taraf tutmanın ve uydurmaların etkisi altında kalmış
olması, büyük bir talihsizlikti. Yazıla*, hiç şüphesiz ki dünyaya
ilişkin bilginin genişletilmesi amacmı taşıyordu ama, bü yalnız
ca kolonici görüşlere hizmet eden lekelenmiş bir bilgi oldu. Hat
ta bugün bile, koloni çağının bitmesine karşın, bu lekeli bilgi,.ol-1
dukça belirgin biçimlerde hâlâ bizimle birliktedir. Diğer halkla
rı, ırkları ve dinleri anlatırken, artık daha az önyargılı olmak bir
zorunluluktu. Bunu yapabilmenin bir yolu da, miras aldığımız
verileri, -ister askerden, ister bilimadamından, isterse de gez
ginden sağlanmış olsun- sürekli sorgulamaktır. Farklılıkları
mızı ortaya koyacak olan bu nosyonları sorgularken, belki de,
giderek daha da karmaşıklaşan dünyamızda, sempati ve çaba
ile, insan olarak ne denli benzerliklerimiz olduğu anlayışına
ulaşabiliriz.
166
NOTLAR VE REFERANSLAR
Giriş .
1. Doğulu iki gezginin Avrupa'ya ilişkin gözlemlerini ülkelerine yaz
dıkları, "Letters persanes" (Paris, 1721) adlı Usbek ve Rica’nın mek
tuplarını derleyen Montesquieu'nun eserinde olduğu gibi, parodi ama-
cı ile bu anlayışın tersine çevrilmesi de mümkündür.
2. Nicholas Ziadeh, Al-Jughrafıya w a lR a h a la t 'ind al'Arab (Beyrut,
1962) s. 10-15
3. Regis Blachere ye Henıi Dramann, E xtraits des Principaux Geog-
raphes Arabes du Moyen Age (Paris,1957), s. 11
4. G.R.Tibbetts, A Study o f the Arabic T e x t, M aterial on South-East
Asia (Londra, 1979), sf. 2
5. Ibid., s. yin,
6. Blacheere and Darmann, Geographes Ai-abes, s. 95
7. The Book o f the Marvehi o f India, İngilizce çevirisi Peter Quennel ta
rafından (Londra, 1928) s. 164
8. Ibid., s. 165
9. Tibbettes, South-East Asia, s. 176
10. Antonio Pigafetta, Magellan's Voyage (A N arrative Account o f the
First Navigation), RA.Skelton tarafindan İngilizceye Çevrildi. (Lond
ra, 1969) s.85 v
11. W.Arens, The M an-Eating Myth: Anthropology and Anthropop
hagy (New York, 1979), s.49
12. Louise K.Bamett, The Ignoble Savage : American Literary Racism
, 1790-1890 (Connecticut, 1975) s.5 '
13. Theodore Roosevelt, The Winning o f the West (New York, 1896) s.90
14. James Fennimore Cooper, The Last o f the Mohicans (Londra, 1826;
3 cilt) Cilt 1, s. 134-5
15. Arens, The M an-Eating M yth, s.95
16. Women and Colonization: Anthropological Perspectives, Mona Eti
enne ve Eleanor Leacock (ed.) (New York, 1980) s.175
17. Bu konuda tüm çalışmalar için bkz. Allen MacFarlane, Witchcraft
in Tudor a n d Stu art England (Londra, 1970)
18. V.G.Kiernan, 'The Lords o f Human Kind: European A ttitu des to
w ards the Outside World in the Im perial Age (Londra, 1969) s.6
19. 22 Temmuz 1920 de, Maysalun savaşından sonra.
20. Charles Batten, Pleasurable Instruction: Form and Convention in
Eighteenth Century Travel Literature (Berkeley. 1978) s.15
21. Hester Stanhope, Jane Digby, Isabel Burton, Lucie Duff Gordon;
167
Emily Eden, Amelia Edwards, Mary Kingsley, Gertrude Bell ve Freya
Stark da aralarmdaydı.
22. Brian V. Street, The Savage in Literature (Londra, 1975) s. 13
23. Norman Daniel, Islam, Europe and Empire (Edinburgh, 1966) s.53
24. Alexander Kinglake, Eothen (Londra, 1898) s.64
25. Kinglake, Eothen, s.126
26. Ibid., s.215
27. Richard F .Burton, Sindh and the Races th at inhabit the Valley of
the Indus (Londra, 1851; 1973) s.284 >
28. Kiernan, The Lords o f Human Kind, ş. 316
29. Edward W.Said, Orientalism (Londra, 1978), içinden çıkılmaz şe
kilde emperyalist bakış açısına bağlı olan Doğunun katalogunu hazır
lamada yöntem olarak, Profesör Said'in sunduğu Oryantalizm tanım-*
laması için kendisine teşekkür borçluyum.
30. François -Rene de Chateaubriand, Itinéraire de Paris a Jerusalem
(Paris, 1811) s. 128 .
31.James Ballantine, The Life o f D avid Roberts, R.A., Compiled from
his Journals and Other Sources 'deri alıntılanarak (Edinburgh, 1866)
s. 104-5
1 İffetsizSarazenler
1. Bkz. F.M.Donner, The E arly Islamic Conquests (Princeton, 1981)
2. J.B. Friedman, The Monstrous Races in Medieval A rt and Thought
(Cambridge, Mass., 1981) s.65
3. Ibid. s.67
4. Normal} Daniel, Islam and the Wes* : The Making o f an Image (Edin
burgh, 1960) s.270
5. Ibid., s.102
6. Ibid., s. 270
7. R.W. Southern, Western Views o f Islam in the M iddle Ages (Camb
ridge, Mass., 1980) s.30
8. Ibid. s.31
9. Bu hikayeleştirme üzerine bir çahşma için bkz. S.Tonguç, The Sara
cens in the M iddle English Charlemagne Romances (Londra, 1958) ve
B.White, S aracen s a n d C rusaders: From F act to A llegory
(Londra, 1969)
10. Aynı anlamda, Amerika'nın bu öncü romanları Kızılderilileri,
beyaz-adamm kahramanlıklarını anlatmada bir fırsat olarak kul-
landılar; Barnett, The Ignoble Savage.
11. Dorothee Metlitzki, TheM atter ofAraby in M edieval England
168
(New Haven, 1977) s. 160
12.1bid., s.161
13. Bevis o f H am pton, Caius Koleji Kütüphanesinde, MS 175, Camb
ridge; L.A. Hibbard (ed.) S ir Bevis o f Hampton (Londra, 1911)
14. Metlitzki, The Matter of Araby, s. 168
15. M.D. Taseer, India and the N ear East in English Literature from
the E arliest Times to 1924 (Cambridge doktora tezi 1936)s.51
16. The Sowdone o f Babylone, kollektif bir hazırlama (Londra, 1854)
17. Metlitzki, The M atter o f Araby, s. 175
18. The King of Tars, MS Bodley 3938. J.Ritson (ed.) Ancient English
Metrical Romances (Londra, 1802)
19. Floris and Blauncheflur, MS Gg. 4. 27 (II), Cambridge Üniversite
si Kütüphanesi, A.B. Taylor (ed.) (Oxford, 1927)
20. Bkz. P.Meyer, Alexandre le Grand dans la Litterature du Moyen
Age (Paris, 1886); ve G.Cary, The M edieval Alexander (Cambridge,
1956)
21. M.C.Seymour (ed.) The Travels o f S ir John M andeville (Oxford,
1968)
22. H.Cordier (ed.) The Book of Ser Marco Polo etc. (Londra,22. H.Cor-
dier (ed.) The Book o f Ser Marco Polo etc. (Londra, 1920)
23. H.Cordier (ed.) Les Voyages en A sk au XTVe Siecle du Bienheureux
Frere Odoric de Pordenone (Paris, 1891)
24. Bkz. A.C. Wood, History of the Levant Company (Londra, 1964); ve
Sir William Foster, England's Quest for Eastern Trade (Londra, 1933)
25. Shakespeare, Macbeth, I, iii, 73-9
26.Thomas Dallam, Diary (1599-1600) o f a Voyage to Constantinople,
Early Voyages and Travels in the Levant'm içinde, (Londra, 1893), s.
74-5
27. Alain Grosrichard, Structure du serail (Paris, 1979) s. 155
28. Sir Geprge Courthope, Memoirs (1616-1685), yayma hazırlayan
S.C. Lomas (londra, 1907) s. 123
29. Norman Daniel, Islam, Europe and Em pire (Edinburgh, 1966)
s.18
30. Charles Robson, Newes from Aleppo (Londra, 1628)
31. Bkz. E.Jones, Othello's Countrymen: The African in English Re
naissance D ram a (Londra, 1965), ve bkz. S.C. Chew, 'Moslems on the
London Stage', The Crescent and the R o s e I s la m and England during
the Renaissance (New York, 1937) s.469-538
32. Antony and Cleopatra, ii, 121-2
33. Ibid.,li, iii, 39-42
34. Ibid., iv, viii, 25-30.36. Mohamed Abdel-Halim, Antoine Galland:
169
Sa vie et son oeuvre (Paris, 1964) s. 299
35. Arabian Nights'ı bir İngiliz eseri, dahası genél olarak Batı edebi
yatına aitbir olgu olarak gördüğüm için, İngiltere'de daha muteber bir
terim olan 'Arabian Nights'ı kullanacağım. Arabian Nights'm tarihi
nin daha ayrıntılı bir incelemesi için, Suheir al- Qalamawi, A lfL aila
wa Laila (Kahire, 1959)
36. Mohamed Abdel-Halim, Antoine Galland: Sa vie et son oeuvre (Pa
ris, 1964)s.299
37 .Cleomades, ÿa dâ Le Chavel de Fııst, 13 .yy. sonlarına ait, Kral,,
Âdenet tarafından yazılmış olan, çeşitli maceralar ağı içinden, kahra
manlarını tahta bir atm taşıdığı uzuıi vei fantastik bir romandır.
38. Ortaçağlara ait, oryantal kaynaklara ilişkin veriler taşıyan ve
Özellikle de AlfLaila wa Laila'ya ait veriler sağlayabilecek olan bir aşk
romanıdır. Daha ayrıntılı bir inceleme için bkz. Katherine T. Butler, A
History of French Literatüre (Londra, 1923; 2 cilt), cilt 1, s. 3İ-3
39. P.Rajna, Le Fon t i dell'Örlando Furioso (Floransa, 1900) s.436-55
40. Maurice Bouisson, Le Secret de Sheherezade: les so urces folklori
ques des contes arabo-persans (Paris, 1961) s.227
41. Antoine Galland, Journal (1672-3), yayına hazırlayan Charles
Schefer (Paris, 1881; 2 cilt), cilt 1, s.56-7
42.Bu çevirilerin bir listesi için bkz. Abdel-Halim, Antoine Galland, s.
476-8
43. d'Herbelot'un bilgelik tutkusunu, şu eserlerinin başlıklarından da
tahmin etmek mümkixn:Bibliotheques Orientale ou Dictionnaire Uni-
versal, contenant generalment tout ce qui regarde la connaissance des
Peuples d e ’l Orient. Leurs Histoires et Traditions (veritable ou fabule
uses.) Leurs religions, sectes et politiques, Leurs gouvernement, loix,
coutumes, Moeurs, Guerres, les Révolutions de leurs Empires; Leurs
Sciences et leurs Arts, Theologie, Mythologie, Magie, Physique, Mora
le, Medecine, Mathématiques, Histoire naturelle, Chronologie, Géog
raphie, Observations Astronomiques, Grammaire, et RethoriqUe. Les
Vies et Actions Remarquables de leurs saints, docteurs, philosophes,
Historiens, Poetes, Capitaines de tous ceux qui se sont rendu illustres
parmis ewé, pa r leur Vertu, ou p a r leur Savoir; Desjugments critiques,
et des extraits de tous leurs ouvrages. De leurs Traites, Traductions,
Commentaires, Abrégés, Recueils de Fables, de Sentencês, De Maxi
mes, de Proverbes, de Contes, de bons Mots de tous leurs Livres écrits en
Arabe, en Persan, ou en Turc, sur toutes formes de Science, d'Arts, et de
Professions, Antoine Gallandin önsözü ile (Paris, 1697; 2 cilt)
44. Galland, Journal, cilt 1, s.41-2
45. Jean Chardin, Voyage de Monsieur le Chevalier Chardin en Perse
170
et Auters Lieux de l'Orient (Amsterdam, 1686; 2 cilt), cilt 2, s. 279
46. Galland, Journal, cilt 2, s. 19
47. Chardin, Voyage, cilt 1, s'. 44 '
48. Ibid., cilt 2, s.17
49. Ibid., cilt 2, s.280
50. Richard Burton, The Book o f the Thousand N ights an d a N ight
(Londra, 1884-6; 17 cilt), 'Terminal Essay’, cilt 7, s. 238
51. Chardin, Voyage, cilt 2, s.281
52. Abdel-h^lim, Antoine Galland, s. 108 1
53. Ibid., s.259
54. Ibid., s. 193
55. Antoine Galland, Les M illes et une nuits (Ilk baskı, Paris 1704;
1979 ikinci baskı, 2 cilt), cilt 1, s.46
56. Ibid., cilt 1, s.3
57. Abdel-halim, Antoine G alland, s. 153
58. Henri Baudet, Paradise on Earth: Some Thoughts on European
Images of Non-European Man (New Haven, 1965) s. 38-41
59. Peygamberi iktidar tesis ve suistimal eden biri olarak gösterdiği
La Fanatisme oil M ahom et (Paris, 1743) oyununda görüldüğü gibi
Voltaire'inki inatçı bir Ortaçağ tutumudur. Islamı çılgınca hegemon
yaya, şiddetle karşı olduğu kiliseye ve topyekün dine saldırmak için
kullanıyordu.
60. Mary Wortley Montagu, The Complete Letters (Oxford, 1763; 2
cilt) cilt 1, s. 385 '
61. Leila Ahmed, E dw ard W. Lane (Londra, 1978) s. 130
62. Martha Pike Conant, The Oriental Tale in England in the Eighte
enth Century (New York,1908) s.5
63. G.Audisio, La Vie de Haroun al-Raschid (Paris, 1930) s. 74’den
alıntılayarak.
64. Burton Feldman ve Robert Richardson, The Rise of Modem Mytho
logy (Bloomington, 1972) s.313’den alıntılayarak.
65. Ernest Bernbaum, Guide through the Rom antic Movement (New
York, 1949) s. 11
66. Bernard Blackstone, The Lost Travellers: A Romantic Theme with
Variations (Londra, 1962) s. 26
67 Chateaubriand, Memoires d'otretombe (Paris, 1817; 1949; 2 cilt),
cilt.,1, s. 218
68. Alexander Pope, Correspondence (Oxford, 1956; 5 cilt) cilt 1, s. 368
69. Ibid., s. 369
70. Oliver Goldsmith, Citizen of the World (Londra, 1762) s. 138-9
71. îlk yazılışı Fransızca, 1782. William Beckford, Vathek: The Eng
17İ
lish Translation by Sam uel Henley f1,783) and the Lausanne and P a
ris Editions (1784). Tekrar baskı 3 cilt halinde (New York, 1972)
72. Bu kitaplar Vathek'in Henley'e ait İngilizce versiyonunda
Beckford'un kaynaklan olarak belirtilmiştir. -
73. J.W.Oliver, The Life o f William Beckford (Londra, 1932),s. 101
74. Bu.konuda tüm çalışmalar için bkz. Conant, The Oriental Tale.
75. Oliver, The Life o f W illiam Beckford, s. 23
76. L.Melville, Life and Letters of W illiam Beckford (Londra, 1910)
s.82
77.Oliver, The Life o f W illiam Beckford, s.66
78. Bu olayın etkileyici bir tasviri için, bkz. Bernard d'Astorg, Les No
ces Orientales (Paris, 1980) s. 149-52 '
79. Oliver, The Life o f W illiam Beckford, s. 128
80. Ibid., s.285
81. Ibid., s. 287
82. Blackstone, Lost Travellers, s. İ81
83. Byron, Letters and Journals, yayma haz. Leslie A. Marchand
(Londra, 1980; 12 cilt), cilt 3, s. 101
84.Victor Jacquemont, Letters from India; describing a Joum ay d u
ring th? years 1828-1831 (Londra, 1835; 2 cilt), cilt 1,
s.360
85. Thomas Moore, Poetical Works (new York, 1854) s. 424
86. Ibid., s.210
87. Mario Praz, The Rom antic Agony (Londra, 1970) s. 11
88. J: B. Beer, Coleridge the Visionary (Londra, 1959) s. 63
89. Ibid., s. 221
90. Geoffrey Yarlott, Coleridge and the Abyssinian M aid (Londra,
1967) s. 151
91. Beer, Coleridge the Visionary (Londra, 1959) s. 63
92. Coleridge, Collected Letters, E.Griggs tarafindan yayına hazırlan
dı. (Oxford, 1956; 2 cilt) cilt 1, s. 347
93. Ibid.
2 Bahane Edilen Metin
1. Richard Hole.¿Remarks on the A rabian N ights' Entertainm ent
(Londra, 1797) s. 10
2. Henry Torrens, THe Book of the 1001 Nights (Londra, 1838; 2cilt)
cilt 1, s. iii
3. Edward W. Lane, The Thousand and One Nights (Londra, 1839-41;
3 cilt), cilt 3, s. 686
4. Bu, Bodleian Kütüphanesindedir: The Draft o f the Description of
Egypt, MS Eng. misc. d. 234
5. Edward W. Lane, Manners and Customs of the Modem Egyptians
(Londra, 1836; 1963) s, iii
6. Ibid., s. 267'
7. Ibid.
8. James Aldridge, Cairo (Londra, 1969) s. 12
9. Lane, Modem Egyptians, s. 379
10. Ibid., s. 385
11. Edward Said, Orientalism, s. 103
12. Modem Egyptians, s. 257
13. Ibid., s. 295-6
14. Ibid., s. 305
15. Ibid. s. 304
16. Ibid., s.’222 ,
17. Ibid., s. 228
18. Joseph Pitts, A Faithful Account o f the Religion and theManners
of the Mahometans (1704) (Londra, 1738) s. 46-7
19. Modem Egyptians, s. 221
20. Ibid.
21. Ibid.
22. Sözlük ya da çevirileri.
23. Lord Cromer, Modern Egypt (Londra, 1908; 2 cilt) cilt 2, s. 538
24. Ibid., s. 567
25. Lane, The Thousand an d One N ights, cilt 1, s. 26, n .ll
26. Ibid., cilt 1, s. 213, n,12 i
27. Ibid., cilt 1, s. 231, n.54
28. Ibid., cilt 1, s. 30-1
29. Said, Orientalism, S. 162
30. Ibid., s. 164 \
31. Ibid., s. 164
32. Robert Hay'e 30 Ocak 1832 tarihli mektup. Ahmed'den alıntıla
yan, Edward W. Lane, s. 39
33. Muhsin Jassim Ali, Scheherazade in England (Washington, 1981)
s. 93-4
34. Kathryn Tidrick, Heart-Beguiling A raby (Cambridge, 1981) s. 66
35. Richard Burton, Selected Papers on Anthropology, Travel and
Exploration (Londra, 1924) s. 22
36. Fawn Brodie'den alıntılayarak, The Devil Drives (Londra, 1967) s.
5 9
37. Ibid. s. 60
38. Richard Burton, The Book o f the Thousand N ights and a Night
173
(Londra, 1885-8; 17 cilt) cilt 1, s. 13
39. Ibid., cilt 1, s. 71-2
40. Ibid-, cilt 1, s. 287
41. Lisa Jardine, S till H arping on Daughters (Londra, 1983) s. 169
42. Burton, Thousand Nights, cilt 1, s. 6
43. Ibid., cilt 10, s. 236
44. Ibid., cilt l, s. 212
45. Lane, Modern Egyptians, s. 296
46. Ibid.
47. Lillian Faderman, Surpassing the Love of Man (New York, 1981) s.
148-50
48. Burton, Thousand N ights, cilt 2, s. 234
49. Ibid., tilt 2, s. 234
50. Ibid., cilt 4, s. 234-5 -, '■ t ,
51. Richard Burton, Personal N arrative o f a Pilgrimage toAl-M adi-
nah and Meccah (Londra, 1855-6; 2 cilt) cilt 1, s. 9
52. Burton, Thousand N ights, cilt 1, s. xvii
53. Thomas Assad, Three Victorian Travellers (Londra, 1964) s.
54 . Richard Burton'm Richard Monckton Milnes'a mektupları Wren
Kütüphanesinde bulunmaktadır. Tirinity College, Cambridge.
55. 26 Nisan 1862 tarihli mektupta.
56. A.Pope-Hennessey, Monckton Milnes: The Flight o f Youth (Lond
ra, 1963) s. 67-9 ,
57. Edmond ve Jules de Goncourt, Journal: Mémoires de la vie Littéra
ire (Paris, 1878; tekrar baskı 1956; 4 cilt) cilt 1, s. 1053
58. tbid.
59. Ibid. s. 1056-7 ,
60. Dahomey'in 31 Mayıs 1863 tarihli mektubundan.
61. Letters o f A. C. Swinburne to Richard monckton Milnes ( and other
correspondents) (Londra, 1915) s. 124
62. Ibid., s. 238 .
63. Burton'den Monckton Milnes'e 15 Haziren 1875'te Trieste'den..
64. Burton, Thousand Nights, cilt 10, s. 234
65. Ibid., s.238
66. Thousand Nights, cilt 1, s. 191
67. Burton, Thousand Nights, cilt 4, s. 227
68. E.Hellerstein, L.Hume ve K.M. Offen (ed. ) Victorian Women
(Londra, 1981) s. 125
69. Burton,«Thousand Nights, cilt 10, s. 235
70. Ibid., s. 233
71. Thousand Nights, cilt 1, s. 125
174
72. Ibid., s. 234
73. Richard Burton, Z anzibar (Londra, 1872; 2 cilt) cilt 1, s. 184
74. Dr. È.W. Cushing'in kelimeleri, B. Ehrenreich ve D. English,
Complains and Disorders'daii alıntılanarak. (Londra, 1974) s. 35
75. Talal Asad, Anthropology and the Colonial Encounter {Londra,
1973), s. 13-15
76. Richard Burton, A M ission to GeMe, K ing o f D a h om ey (Londro,
1864; 2 cilt) cilt 2, s. 198
77. George Stocking, Race, Culture and Evolution (New York 1968) s.
126
78. John Haller, Outcats from Evolution (Urbana, 1971) s. 51
79. Burton, Thousand Nights, c. 8, s. 86
80. Burton, The Perfumed Garden (Londra, ,1886) s.6
81. Byron Farwell'den alıntılayarak, Burton (New York, 1963) s. 399
82. Bu eklerin detaylı bir analizi için bkz.Yassin Şalhani, Richard
Burton (Saint Andrews Üniv Doktora tezi, 1978) s. 245-9
3 Solon'u» Haremi
1. Victor Hugo, Odes et Ballades, et Les Orientales (Paris, 1940) s. 403
2. Leile Ahmed'den alıntılayarak, E d w a rd W. L a n e, s. 1
3. Bernard Shaw’in tasviri, Andrea Rose, Pre -Raphaelite Portra-
tis’den alıntılanarak (Londra, 1981) s.9
4. Oscar Wilde, Collected Works, (Londra, 1980), s. 429 <
5. Salome'un farklı görüntüleri üzerine bir inceleme için bkz. Mârio
Praz, The Romantic Agony, bölüm 5
6. Gustave Flaubert, Oeuvres completes (Paris, 1951; 2 cilt) c.2, s. 675
7. Avrupa edebiyatında dansın seksi anlamlan olmasına rağmen,
danstaki erkek, bir izleyiciden öte, aktif bir katılımcıdır, (bkz. Mada
me Bovary, Anna Karenina, Tess of the P'Urbevilles)
8. Norman Bryson, Word and Image: French P ainting o f the Ancien
Regime (Cambridge, 1981) s. 92
9. Jacques Bosquet, Les themes du Reve las Littérature Romantique
(Paris, 1964) s. 504
10. Claude Pichois, Baudelaire: Etudes et Témoignages (Neuchatel,
1974) s. 20
11. Tamara Bassim, La femme dans Toeuvré de Baudelaire (Neucha
tel, 1974) s.20
12. Bosquet, Les themes, s. 498
13. Raymond Schwab, La REnaissance Orientale (Paris, 1950) s. 439
14. Flaubert, Oeuvres completes, c.l, s. 85
15. Edmond ve Jules de Goncourt, Mémoires de la vie littéraire, c.2,\S.
175
156 '
16. Jeanne Bern, Désir et Savoir dans l'oeuvre de Flaubert (Neucha-
tel, 1979) s. 96
17. Flaubert, Oeuvres completes, c.l,s. 85 *
18. Ibid., c.l, s.81
19. Ibid., c.2, s. 691
20. Goncourt,.Mémoires, c. 2, s. 21-2
21. V.G.Kiernan, The Lords o f Human Kind, s. 131
22. Bernard Delvaille’den alıntılayarak, Theophile Gautier (Paris,
1968) s. 65
23. La Presse'de bir màkale, 29 Eylül 1851. Delveille, s. 60
24. Oryantalist ressamlar tarzları popülerleştikçe daha da organize
oldular. Topluluklarından bazıları Société des Peintres Orientalistes
Français ve Société des Peintres Algériens et Orientalistes'i de kap-
sar.
25. La Presse'de bir makale, 19 Mart 1845, Delvàille, Theophile Gau
tier, s. 93 •
26. Revue des Deux Mondes'de bir makale, 1 Temmuz 1848. Delvàille,
Theophile Gautier, s. 18
27. Phillipe Jullian’in alıntıladığı şekliyle, Les Orientalistes (Paris,
1977) s. 72
28. Ibid., s. 73
29. Wilde, Collected Works, s. 425
30. Jullian, Les Orientalistes (Paris, 1977) s. 40
31. Mark Girouard, The Return to Camelot: Chivalry and the English
Gentleman (Londra, 1981) s. 225
32. Gerard de Nerval, Oeuvres completes (Paris, 1961; 2 cilt) c.2, s. 173
33. Hugo, Odes et Ballades, s. 488
34. Pierre Loti, Aziyade (Paris, 1879) s. 56
36. William Maikepeace Thackeray, Notes o f a Journey from Com hill
to Grand Cairo (Londra, 1845) s. 278-9
37. Edward Lear, Later Letters o f E dw ard Lear, yayına hazırlayan
Lady Strachey (Londra, 1911) s. 91
38. Thackeray, Notes of a Journay, s. 207
39. Ibid., s. 209
4 Cesur Gezginler
1. Byron Farewell, Burton (New York, 1963) s.2
2. William Hazlitt, Table Talk (Londra, 1821; 1960) s. 189
3. Ibid., s. 188
4. Lane, Manners and Customs o f the Modern Egyptians, s. xxv
5. Burton, Personal N arrative o f a Pilgrim age to Al-M adihah an d .
Meccah, c.l, ş. 114 '
6. Peter Brent, Far Arabia: Explores of the Myth (Londra, 1977) s. 178
7. James Silk Buckingham, Travels in Palestine (Londra, 1821) s. xix
8. Ahmed, E.W. Lane, s. 95
9. Burton, Pilgrimage, c.l, s.114
10. T.E. Lawrence, Secret Dispatches from Arabia (Londra, 1939) s. 27
11. T.E. Lawrence, Seven P illars o f Wisdom: A Trium ph (Londra,
1935; 1965) s. 29
12. Ibid., s.30
13. Ibid., s. 176
14. Ibid., s. 23
15. Ibid., s.28
16. Burton, Thousand Nights, c.l,s:l ‘
17. Burtori’dan Monckton Milnes’e Trieste'den 15 Haziren 1875 tarihli
mektup. Wren Kütüphanesi, Trinity College. Cambridge
18. Isabel Burton tarafından alıntilandığı şekliyle, The Life bfC apt.
S ir Richard Burton (Londra, 1893; 2 cilt) c.II, s.442
19.Bluntlar at yetiştiriyorlardı, melez olarak ürettikleri Crabbet Stud
atı, safkan Arap atlarının iyi bir örneğiydi.
20. Wilfrid Scawen Blunt, Secret History of the English Occupation o
kgypt (Being a Personal N arrative of Events) (Londra, 1895)
21. Blunt Ideas about India (Londra, 1885) s. 21
22. Ibid., s. 47
'23. Ibid., s. 3-5
24. Ibid., s. 161
25. s. 167
26. Ibid. s. 168
27. Blunt, Secret History, s. 92
28. Lady Anne Blunt, Bedouin Tribes of. the Euphrates (New York,
1879) s. 228 Wilfred Blunt bu kitabın önsözünü, dip notlarım ve 23-28.
bölülnlerini yazmıştır.
29. Blunt, The Future o f Islam, s. 44 1
30. Blunt, Secret History, s. 156
31. Blunt, Atrocities o f Justice under British Rule in E gypt (Londra,
1906) S. 4 ‘
32. Ibid., s.49
33. Ibid., s. 38
34. Ibid., s. 41
35. Ibid.
36. Ibid., s. 55-6
177
37. Ibid., a. 15
38. Ibid., s. 14-15
39. Ibid., s. 22 ’
40. Albert Smith, A Month a t Constantinople (Londra, 1850) s. viii
41. Ibid., s.99
42. Ibid., s.lOO
43. Ibid., s. 108
44. Ibid., s.54
45. Ibid., s. 97-8
46. Ibid., s.51
47. Ibid., s. 106
48. Charles Doughty, Travels in Arabia Deserta (Londra, 1888; 1936;
2 cilt) c.l, s.125
49. Doughty, Arabia Deserta. Üçüncü baskıya önsöz. '
50. Arabia Deserta, c.l, s. 142
51. Norman Daniel, Islam, Europe and, Empire (Edinburgh, 1966) s.
246
52. Arabia Deserta, c.l, s.551
53. Arabia Deserta, C.2, s.66
54. Arabia Deserta, c.l, s.vii
55. A.J.Arberry, British O rientalists (J/mdra, 1943) s.22
56. Arabia Deserta, c.l,s.443
57. Ibid., s.318
58. A rabia Deserta, c.2,s. 338
59. Arabia Deserta, c.l, s.95 i
60. T.E.Lawrence, Arabia Deserta için önsöz, c.l,s.xxix
61. Ibid., s. xxix-xxx
62. Ibid., s. xxxv ' *
63. Arabia Deserta, c.2, s. 539
64. Lawrence, Seven Pillars, s. 36 . ,
65. Ibid., s.41
66. Ibid., s.24
67. The Letters o f T.E.Lawrence, Yayma haz. David Garnett (Londra,
1938) s. 291
68. Lawrence, Seven Pillars, s,2
69. Seven Pillars, ....70.
71.Desmond Stewart'in mükemmel bir T.E. Lawrence biyografisinde
kanıtladığı gibi.
72. Lawrence'in biyografilerini yazan tüm yazarların birleştikler
nokta, kendisi tarafından da itiraf edilen ve açıklanan mazoşizmiydi.
178
I
5 İnananlar Arasında
1. Italo Calvino, Invisible Cities (New York, 1974) s.69
2. Ibid., s. 28 ~
3. Ibid., s.86
4. Wilfried Thesiger, Arabian Sands (Londra, 1959; 1979) s .ll
5. Ibid., s .ll
6. Ibid., s.12
7. Terim, Tidrick'e aittir. Heart-Beguiling Araby, s.5
8. Benjamin Disraeli, Tancred (Londra, 1847; 2 cilt) cilt 1, s. 150
9. Thesiger, Arabian Sands, s. 15 .
10. Ibid., S.37
11. Ibid., s. 35
12. Ibid., S.31
13. Ibid., s.39
14. Ibid., s. 50
15. Ibid., s.53
16. Ibid., s. 139 ,
17. Ibid., s. 135
18. Ibid., s. 170
19. Ibid., s.206
20. Ibid., s. 188
21. Wilfrid Thesiger, The Marsh Arabs (Londra, 1964; 1980) s. 105-7,
36-7
22. Victor Segalen, E ssai sur l'Exotisme (Pşris, 1978) s. 20
23. Elias Canetti, The Voices o f Marrakesh (Londra, 1982) s.9
24. Ibid., s.10-11
25. Ibid., s.5 '
26. Richard Burton, Sindh and Races that Inhabit the Valley o f the In
dus (Londra, 1851; 1973), s .ll
27. Canetti, Voices of M arrakesh, s.88
28. Ibid., s.88
29. Ibid., s.89-90
30. Ibid., s.83 •
31. Ibid,, s.27-8
32. Ibid., s.44
33. Ibid., s.20
34. Ibid., «.81-2 ,
35. Ibid., s.56
36. Ibid., s.67-8
37. Ibid., s.34
38. Ibid., s.35
179
39. Ibid., s.36
40. Ibid., s.41-2
41. Ibid., s.100 42. Ibid., s.101-2
43. Ibid., s. 103
44. V.S.Naipaul, An Area o f Darkness (Londra, 1964; 1981) s. 191
45. Ibid., s. 190
46. Ibid., s.lO
47. Ibid., s.12
48. Ibid., s.214
49. Ibid., s.188
50. Gandi'nin son zamanlarda Batı medyasında ( örneğin, Gandhi fil
mi) rağbette olmasının, bu, Hıristiyan nitelikleriyle çok yaktın ilgisi
vardır. Şiddet yanlısı değildir, kutsaldır, affetmeyi bilir, iç dünyasının
isyankâr olmasına karşın; Avrupa'nın höşgöreceği, öfkesini denetle
yebilen türden bir 'yerli'dir. Daha anarşik ve şiddet yanlısı bir Hint li
dere ne sempatik yaklaşırlardı, ne de ticari bir medya unsuru olabilir
di. Aynı tarzda, Martin Luther King de Amerikan medyası tarafından
siyah politik sembol haline getirilmişti, çünkü şiddete karşı idi ve
Gandi gibi affedici idi. Yine de popüler düşsellik yönünden asimilasyo
nu Gandi'ninki denli tam olmamıştı: Daha yeni bir politik olgu idi ve
bir kaç adım atmıştı. Bunlar, Batı tapınağındaki kabul gören yerliler
arasındaki konumuna ilişkin iki nokta idi.
51. Naipaul, An Area of Darkness, s.73-4
52. Ibid., s.112
53. Ibid., s.123
54. Ibid., s.127
55. Ibid.. s.204
56. Ibid., s.213
57. Ibid., s.85
58. Ibid., s.105
59. V.S.Naipaul, Among the Believers: An Islamic Joum ey (Londra,
1981)s.8
60. Ibid., s.85 .
61. Ibid., s.228
62. Ibid., s.158-9
63. Naipaul, Among the Believers. s.269
64. Ibid., s.214
65. Ibid., s.295
66. Ibid., s.177
67. Ibid., s.177
68. Ibid., s.177
69. Ibid., s.177
180
Sonuç/D ışardaki Masumlar
1. Oliver Goldsmith, Citizen of the World
2. Ibid., s. 140
3. G.N. Curzon, Persia and the Persian question (Londra, 1892; 2 cilt)
cilt 1, s.ix
BİRİNCİL KAYNAKLAR
Beckford, William, Vathek (Londra, 1783)
Blunt, Wilfrid Scawen, Ideas about India
, Atrocities of Justice Under British Rule in Egypt (Londra, 1906)
, Secret History of the English Occupation ofÈgypt (Londra, 1907)
Bruce, James, Travels to DiscoveKthe Source of the Nile ( Edinburgh, 1790)
Buckingham, James, Silk Travels in Palestine (Londra, 1821)
Bruckhardt, J.L .,Travels in Arabia (Londra, 1829)
Burton, Richard Francis, Scinde; or the Unhappy Valley (Loiidra, 1851)
, Personal Narrative of a Pilgrimage to Al-Madinah and Meccah ( 2 cilt;
Londra, 1855-6)
¡First Footsteps in East Africa (Londra, 1856)
, A Mission to Gelele, King of Dahomey (Londra, 1864)
, 2kinzibar; City, Island and Coast (Londra, 1872)
, The Kasidah (Londra, 1882)
, A Plain and Literal Translation of the Arabian Nights'Entertaintments
(17 cilt; Londra, 1884-6) -
Burton, Richard F. ve F.F. Arbuthnot, The Kama Sutra ( Londra, 1883)
Burton, Richard F. ve Charles Tyrwhitt- Drake ,Unexplored Syria ( 2 cilt; lond-
ra, 1872)
Byron, Lord George Gordon, Letters and Journals , ed. L.A. Marchand (12 cilt;-*
Londra; 1980)
Byron Robert, The Road to Oxiana (Londra, 1937)
Calvino, Italo, Invisible Cities (New York, 1974)
Canetti, Elias, The Voices of Marrakesh (Londra, 1982)
Carlyle, Thomas, Hereos and Hero-Worship (Boston, 1840)
Chardin, Jean, Voyage de Monsieur le Chevalier Chardin en Perse et Autres Lie
ux de l'Orient ( 2 cilt; Amsterdam, 1686)
Chateaubriand, François- Rene de, Itinéraire de Paris a Jerusalem (Paris, 1811)
, Mémoires d’outretombe ’( 2 cilt; Paris, 1817)
Coleridge, Samuel Taylor, Collected Letters, ed. E.L.Griggs ( 2 cilt; Oxford,
1956)
, The Notebooks of Samuel Taylor Coleridge, ed. Kathleen Cobum ( 2 cilt;
Londra, 1957-62)
, Collected Works, ed.B.E.Rooke ( 2 cilt; Londra, 1969)
Cooper, James Fennimore, The Last of Mohicans ( 3 cilt, Londra, 1826)
Courthope, George, Memoirs (1616-1685), ed. S.C. Lomas (Londra, 1907)
Cromer, Lord Evelyn Baring, Modern Egypt (Londra, 1908)
Dallam, Thomas, Diary (1599-1600) of a Voyage to Constantinople, ed. J.T.Bent
(Londra, 1893)
Delacroix, Eugene, Oeuvres littéraires ( 2 cilt; Paris, 1923)
, Journal de Eugene Delacroix, ed. Andre Joubin ( 3 cilt; Paris, 1932)
D'Herbelot, Bartholomeo, Bibliothèque Orientale, Antoine Gallandi 2 cilt;
Paris 1697)
Disraeli, Benjamin, Tancrecl, or The New Crusade ( 2 cilt; Londra, 1847)
Doughty, Charles, Travels in Arabia Deserta (Londra, 1888)
Flaubert, Gustave, Oeuvres completes, ed. R. Dumesnil ( 2 cilt; Paris, 1954)
Fromentin, Eugene, tin Ete dans le Sahara (Paris, 1857)
. Voyage en Egypte, 1869 (Paris, 1935)
Galland, Antoine, Les Mille et une Nuits ( 12 cilt; Paris 1704-17)
, Journal (1672-1673), ed. Charles Schefer( 2 cilt; Paris,' 1881)
Gautier, Theophile, Voyages pittoresques en Algeria (Paris, 1845)
, Constantinople (Paris, 1856)
, Abecedaire du Salon de 1861, etc. (Paris, 1861)
, Les Dieux et Demi- Dieux cle la Peinture (Paris, 1864) .
Goldsmith, Oliver, Citizen o f the World (Londra, 1762)
Haggard, Rider, King Solomon's Mines (Londra, 1885)
Hazlitt, William, Table Talk (Londra, 1821)
Hogarth, David, The Penetration o f Arabia (Oxford, 1922)
Hole, Richard, Remarks on the Arabian Nights Entertainment (Londra, 1979)
Hugo, Victor, Odes et Ballades, et Les Orintales (Paris, 1829)
Jacqtiemont, Victor, Letters from India; describing a Journey during the years
1828-1831 ( 2 cilt; Londra, 1835) 1
Jones, William, Asiatic Miscellany ( 2 cilt; Londra, 1787)
Kinglake, Alexander, Eothen (Londra, 1844)
Lane, Edward William, Manners and Customs o f the Modern Egyptians (Lond
ra, 1836) ' '
, The Thousand Otie Nights ( 3 cilt; Londra, 1838-41)
, Selections from the Kur-an. (Londra, 1843)
, An Arabic - English Lexicon (Londra, 1863- 74)
Lawrence, T. E., Seven Pillars of Wisdom : A Triumph (Londra, 1935)
, The Letters ofT. E. Lawrence ed. David Garnett ( New York, 1939)
, Secret Dispatches from Arabia ( Londra, 1939)
Lear, Edward, Journals o f a Landscape Painter in Greece and Albania etc. ■
(Londra, 1851)
, Letters of Edward Leav ed. Lady Strachey (Londra, 1907)
, Later Letters of Edward Lear ed. Lady Strachey ( Londra, 1911)
Lewis, John Frederic, Lewis's Illustrations o f Constantinople, made.... in the ye
ars 1835-6 (Londra, 1837)
Loti, Pierre, Aziywde (Paris, 1879)
, , Roman d'un Spahi (Paris. 1881) ’
, Fantome d'Orient (Paris, 1892) ;
, Le Mariage de Loti (Paris, 1893)
, Vers Ispahan (Paris, 1904)
Mandeville, Sir John, Travels ed. M.C. Seymour ( Oxford, 1968)
Montagu, Mary Wortley, The Complete Letters ( 2 cilt; Oxford, 1763)
Montesguieu, Letters persones (Paris, 1721
Moore, Thomas, Poetical Works (New York, 1854)
Morier, James, The Adventures ofHajji Baba ó f Ispahan (Londra, 1914)
, The Adventures ofHajji Baba o f Ispahan in England (Londra, 1-925)
Naipaul, V S ., An Area of Darkness (Londra., 1964)
, India: A Wounded Civilization (Londra, 1977)
, Among the Believers : An Islamic Journey (londra, 1981)
Nefzawi, The Perfumed Garden ed. ve çev. Richard Burton ( Londra, 1886)
Nerval, Gerard de, Oeuvres completes ( 2 cilt; Paris, 1961)
Odoric, Les Voyages en Asia au XIV e Siede du, Bienheureux Frere Odoric de
PPordenone ed., H. Cordier (Paris, 1891)
Payne, John, The Book of the Thousand and One Nights ( 9 cilt; Londra, 1882-4)
Pigafetta, Antonio¡Magellan's Voyage (A Narrative Account of the First Naviga
tion) ed. ve çev. R.A. Skelton (Londra, 1969)
Pitts, Joseph, A Faith fid Account o f the Religion and Manners of the Mahome
tans (Londra, 1731)
Polo, Marca, The Book ofSer Marco Polo etc. ed. H. Cordier ( Londra, 1920)
Pope, Alexander, Correspoiulance ( 5 cilt; Oxford, 1956)
Prichard, James Cowles, Researches into the Physical History o f Mankind ( 5
cilt; Londra, 1826)
, The Natural History o f Man ( Londra, 1843)
Purchas, Purchas His Pilgrims ( Londra, 1625)
Roberts, David, The Holy Land, Syria, Idumea, Arabia, Egypt and Nubia{ 6 cilt;
Londra «1842-9)
Robson, Charles, Newes from Aleppo ( londra, 1628)
Scott, Walter, The Poetical Works o f Sir Walter Scott ( Londra, 1894)
, The Waverley Noveis (12 cilt)
Shakespeare, William, Complete Works, ed. J.D. Wilson (Londra, 1980)
Smith, Albert, A Month at Constantinople ( Londra, 1850)
Stanley, H.M ., Through the Dark Continent ( Londra, 1878)
, How I found Livingstone ( Londra, 1872)
Steme, Lawrence, A Sentimental. Journey ( Londra, 1768)
Swinburne, A.C., The Complete Works (Londrda, 1925)
Thacekeray, W.M., Notes of a Journay from Cornhill to Grand Cairo ( londra,
1848)
Thesiger, Wilfrid, Arabian Satids ( Londra, 1959)
, The Marsh Arabs ( Londra, 1964)
Thomas, Bertram, Arabia Felix ( Londra, 1932)
Torrens, Henry, The Book of the Thousand and One Nights ( londra; 1838)
Voltaire, Le Fanatisme ou Mahomet ( Paris, 1763)
Wilde, Oscar, Collected Works (Londra, 1980)
Wooley, Leonard, Dead Towns and Living Men ( Londra, 1920)
İKİNCİL KAYNAKLAR
Abdel-Halim, Mohammad, Antoine Galland, sa vie, et sbn oeuvre ( Paris, 1964)
Abdullah, Adel, The Arabian Nights in English Literature to 1900 ( Doktora te
zi, Cambridge Üniv. 1963)
Adams, Percy Traveller and Travel Liar (1600- 1800) ( Los Angeles, 1962)
Ahmed, Leila, Edward W. Lane( Londra, 1978)
Aldington, Richard, Lawrence o f Arabia :A Biographical Enquiry (londra,
1969) .
Aldridge, James, Cairo ( Londra, 1969)
Allen, Walter, Transatlantic Crossing ( Londra, 1971)
Annan, M.C., The Arabian Nights in English Literature to 1900 ( Doktora tezi
Northwestern Üniv. 1945)
Ariaerry, A J., British Orientalists (Londra, 1943)
AreharJM., India and British Portraiture, 1770-1825 (Londra, 1979) ,
Arens, ’W.,The Man -Eating Myth (Londra, 1979)
Asad, Talal, Anthropology and the Colonial Encounter ( Londra, 1973)
Assad, Thomas, Three Victorian Travellers ( Londra, 1964)
Ballantine, James, The Life of David Roberts, R.A. Compiled from his Journals
and Oiher Sources ( Edinburgh, 1866)
Barnett, Louise K., The Ignoble Savage: American Literary Racism, 1790-1890
(Connecticut, 1975)
Bassim, Tamara, La femme dans l'œuvre de Baudelaire (Neuchatel, 1974)
Batten, Charles, Pleasurable Instruction : Form and Convention in Eighteenth -
Century Travel Literature ( Berkeley, 1978)
Baudet, Henri, Paradise on Earth : Some Thoughts on European Images of Non-
European Man ( New Haven, 1965)
Bearce, G.D., British Attitudes towards India ( 1784-1858) ( Oxford, 1961)
Beer, j,P., Coleridge the Visionary (Londra, 1959)
Bern, Jeanne, Désir et Savoir dans l ’oeuvre de Flaubert (Neuchatel, 1979)
Benedite, Leonee, Theodore Chasseriau, sa vie et son oeuvre ( 2 cilt; Paris, 1932)
Bernbaum, Ernest, Guide through the Romantic Movement ( New York, 1949)
Blachere, Regis ve Henri Darmaun, Extraits des Principaux Geographes Arabes
du Moyen Age (Paris, 1957)
Blackstone, Bernard, Lost Travellers; A Romantic Theme with Variations <
Londra, 1962)
Bouisson, Maurice, Le Secret de Sheherazade: Les sources folkloriques des con
tes arabo-persans (Paris, 1961)
Bousquet, Jacques, Les themes du reve dans la littérature romantique ( Paris,
1964)
Brent, Peter, Far Arabia: Explores o f the Myth (Londra, 1977)
Brodie, Pawn, The Devil Drives (Londra, 1967)
Broughton, Henry, Lawrence o f Arabia: The Facts without the Fiction (Dorset,
1969)
Brownmiller, Susan, Against our Will: Men, Women and Rape (New York, 1975)
Bryson, Norman, Word and Image: French Painting of the Ancien Regime
(Cambridge, 1981) . >
Burton, Isabel, The Life of. Capt. Sir Richard Burton (Londra, 1983)
Butler, Katherine, A History o f French Literature ( 2 cilt; Londra, 1923)-
Cannon, Garland H., Oriental Jones: A Biography of Sir William Jones ( londra,
1964)
Carre, Jean-Marie, Voyageurs et écrivains framcis en Egypte ( Cairo, 1956)
Carrington, Dorothy, The Traveller’s Eye (Londra, 1947)
Cary, G.,TVie'Medieval Alexander (Cambridge, 1956)
Chamay, J.P., Les Contre-Orients (Paris, 1980)
Chaumelin, Marius, Decamps. Sa vie, son oeuvre, ses imitateurs (Marseille,
1861)
Chew, Samuel, The Crescent and the Rose (New York, 1937)
Chinard, G., L ’Amerique et lereve exotique (Paris, 1913)
Christinger, Raymond, Le Voyage dans l'imaginaire ( Paris, 1981)
Conant, Martha Pike, The Oriental Tale in England in the Eighteenth Century
(New York, 1908) *
Coulon,M., Les vraies letters de Rimbaud (Paris, 1930)
Cruse, Amy, The Englishman and His Bçoks in the Ninteenth Century (Londra,
1930) '
, The Victorians and Their Books (Londra,1935)
Daniel, Norman, Islam and the West: The Making o f an Image (Edinburgh,
1960)
D Astrog, Bernard, Les Noces Orintales (Paris, 1980)
Davis, Angela, Women, Race and Class (Londra, 1982)
Deardan, Seton, The Arabian Knight: A Study of Sir Richard Burton ( Londra,
1953)
Delamont, Sara ve Loma Dufflin (ed.) The Nineteeth- Century Woman ( Londra,
1978)
Delville, Bernard, Theophille Gautier ( Paris, 1968)
De Meester, Marie, Oriental Influences in the English'Literature of the Ninete
eth Century (Heidelberg, 1915)
Donner, P.M., The Early Islamic Conquests (Princeton, 1981)
Dworkin, Andrea, Pornography (Londra, 1982)
Eliseef, N., Themes et Motifs des Mille et une Nuits (Beyrut, 1949)
Etienne, Mona ve Eleanor Leacoçk (ed.) Women and Colonization: Anthropolo
gical Perspectives (New York, 1980)
Faderman, Lillian, Surpassing the Love of Men (New York, 1981)
Fairley, Barker, Charles M. Doughty: A Critical Study (Londra, 1927)
Farwell, Byron, Burton (New York, 1963)
Fedden, Robin, English Travellers in the Near East (Londra, 1958)
Feldman, Burton ve Robert Richardson, The Risa of Modem Mythology (Bloo
mington, 1972)
Finch, Edith, Wilfrid Scawen Blunt (Londra, 1938)
Foster, William, England's Quest for Eastern Trade (Londra, 1933)
Friedman, J. B., The Monstrous Races in Medieval Art and Thought (Cambrid
ge, Mass., 1981)
Froude, J.A., Thomas Carlyle ( 2 cilt; Londra, 1884)
Gail, Marzieh, Persia and the Victorians (Londra, 1951)
Gaury, Gerald de, Travelling Gent: The Life of Alexander Kinglake (1809-1891)
(Londra, 1972)-
Gerin, Winifred, Charlotte Bronte (Oxford, 1967)
Girouard, Mark, The Return to Camelot: Chivalry and the English Gentelman
(Londra, 1981)
Glen, Douglas, In the Steps of Lawrence of Arabia (Londra, 1941)
Goncourt, Edmond ve Jules de, Journal ( 4 cilt; Paris, 1878)
Graves, Robert, Lawrence and,the Arabs (Londra, 1927)
Grosrichard, Alain, Structure de serail ( Paris, 1979)
Haller, John, Outcats from Evolution (Urbana, 1971)
Hellerstein, E.-., Hume ve K.M.Offen (e'd.) Victorian Women (Londra, 1981)
Hering, Panny Field, Gerome, his Life and Works (Paris, 1911)
Hibbeit, Christopher, The Great Mutiny: India 1857 (Londra, 1978)
Hodgson, G., The Life of James Elroy Flecker ( Oxford, 1925)
Hyam, Ronald, Britain's Imperial Century (Londra, 1976)
Islam, Shamsul, Chronicles o f the Raj( Londra, 1979)
Jardine, Lisa, Still Harping on Daughters (Londra, 1983)
Jassim Ali, Muhsin, Scheherazade in England ( Washington, 1981)
Jullian, Philippe, Les Orientaliste? (Fribourg, 1977)
Kedourie, Elie, England and the Middle East (Londra, 1956)
, Islam in the Modern World (Londra, 1980)
Kieman, V.G., The Lords of Human Kind: European Attitudes towards the Out
side World in the Imperial Age ( Londra, 1969
Kimber, William, Edward Lear in Greece (Londra, 1965)
Kirkpatrick, B.J. (ed.) A Catalogue of the Library o f Sir Richard Burton (Lond
ra, 1978)
Kinghtley, Phillip ve Colin Simson,27ie Secret Lives o f Lawrence of Arabia _(
Londra, 1969)
Lacan, Jean, Les Sarrazim dans le haut Moyen-Age Français (Paris, 1965)
Lane-Poole, Stanley, The Story o f Cairo (Londra, 1902)
Lapauze, Henri, Ingres, sa vie et son oeuvre (Paris, 1911)
Lawrence, A.W. (ed.) T..E. Lawrence by his Friends (Londra, 1937)
Lemer, Michael, Pierre Loti (New York, 1974)
Lewis, Archibald, Naval Power and Trade in the Mediterranean (MS 500-1100)
(Princeton, 1951)
Le Yaounc, Colette, L'Orient dans la poesie anglaise de l'epoque romantique
(Paris, 1975) »
Lidell Hart, B.H., T.E. Lawrence in Arabia and After (Londra, 1934)
Longford, Elizabeth, A Pilgrimage o f Passion: The Life o f Wilfrid Scawen Blunt
(Londra, 1982)
Louca, Anwar, Voyageurs et écrivains egyptiens en France au 19ieme siecle (Pa
ris, 1970) '
Lowes, J.L., The Road o f our Disorder : The Life of T.E.Lawrence (Boston, 1976)
Marchand, Leslie, The Attenhaum: A Miror of Victorian CutoreX Chapel Hill,
1941)
Marcus, Stephen, The Other Victorians (Londra, 1966)
MacFarlane, Allen, Witchcraft in Tudor and Stuart England (Londra, 1970)
Melville, Lewis, Life and. Letters of William Beekford ofFonthill (Londra, 1910) .
Meiyon, Charles, Memoirs o f Lady Hester Stanhope (Londra, 1846)
Metlitzki, Dorothee, The Matter ofA rabyin Medieval England (hew Haven,
1977)
Meyer, P., Alexandre le Grand dans la littérature du Moyen Age (Paris, 1886)
Monroe, Elizabet, Philby o f Arabia (Londra, 1973)
Mousa, Suleiman, T. E. Lawrence: An Arab View (New York, 1966)
Muir, P. H ., English Children's Books (1600-1900) (Londra, 1956)
Nasir, Sari, The Arabs and the English (Londra, 1979)
Oliver, J. W., The Life of William Beckford (Londra, 1932)
Paden, W.D., Tennyson in Egypt (Kansas, 1942)
Penzer, Norman, An Annotated Bibliography of Sir Richard Burton (Londra,
1923)
Pichois, Claude, Baudelaire : Etudé et Témoignages (Neuchatel, 1967)
Pope- Hennessey, Mo?icZitora Milnes: The Flight of Youth (Londra, 1963)
Praz, Mario, The Romantic Agony (Londra, 1970)
Qalamawi, Suheir, A lf Laile wa Laila (Kahire, 1959)
Quennel, Peter, The Book o f the Marvels of India (Londra, 1928)
Rajna, P., Le Fonti dell'Orlando Furioso (Floransa, 1900)
Roosevelt, Theodore, Tfie Winning of the. West ( 2 cilt; New York, 1896)
Rose. Andrea, Pre- Raphaelite Portraits (Londra,1981)
Said, Edward W., Orientalism (londra, 1978)
Salhani, Yassin M-, Richard Burton: A Study of His Translations from the Ara
bic (Doktora tezi, St. Andrews Üniversitesi, 1978)
Satow, Michael ve Ray Desmond, Railways of the Raj (Londra, 1982)
Schwab, Raymond, La Renaissance Orientale (Paris, 1950)
Searight, Sarah, The British in the Middle East (Londra, 1979)
Smith, Byron Porter, Islam in English Literature (New York, 1939)
Southern, R. W., Western Views of Islam in the Middle Ages ( Cambridge, 1980)
Stoçkng, George, Race, Culture and Evolution (New York, 1968)
Taha Hussein, M., Le Romantisme Français et l'Islam (Beyrut, 1962)
Taseer, M. D., India and the Near East in English Literature from the Earliest
Times to 1924 (Doktora tezi, Cambridge Univ. 1936)
Thornton, A. P., Doctrines of Imperialism (Londra, 1965) >
Tibbetts, G. R., A Study of the Arabic Texts containing Material on South- East
Asia (Londra, 1979)
Tidrick, Kathryn, Heart-Beguiling Araby (Cambridge, 1981)
Tonguç, S., The Saracens in the Middle English Romances (Londra, 1958)
Waardenburg, Jean-Jacques, L ’Islam dans le Miroir de l'Occident (Paris, 1963)
White, B., Saracens and Crusaders (Londra, 1969)
Williams, Raymond, Marxism and Literature (Oxford, 1977)
Wood, A. C., History of the Levant Company (Londra, 1964)
Wright, Thomas, The Life o f John Payne (Londra, 1954)
Yarlott, Geoffrey, Coleridge and the Abyssinian Maid (Londra,' 1967)
Ziadeh, Nicholas,%l- Jughrafvya wal Rahalat 'ind al 'Arab (Beyrut, 1962)
DİZİN