You are on page 1of 74

'

'�- -- -.-�

' t .Jr
_>-- '.
'
ÇATIŞAN KÜLTÜRLER
KEŞİFLER ÇAGINDA HIRİSTİYANLAR,
MÜSLÜMANLAR, YAHUDİLER
Türkiye
Ekonomik ve Toplumsal T:ırih V:ıkfı
Yayınıdır

Yıldız Sarayı Arabacılar Dairesi


Barbaros Bulvarı
80700 Beşiktaş/İst:ınbul
Tel: (0212) 227 37 33 Faks: (0212) 227 37 32
-

Özgün adı
Cultures inConjlict
Christians) Muslirns and Jı:ws) i11 the Agc of Dı'scoNry

Kapak Foto ğrafı


Piri Reis H aritası, 151 3

Yayıma Hazırlayan
Hamdi Can Tuncer

Kitap Tasarımı
H:ıluk Tunçar

Baskı
Numune Matbaacılık
(0212) 629 02 02
© 1995 Oxford Un.iversity Press
Bütün hakhrı saklıdır . Bu kitabın hiçbir bölü m ü, ses kaydı, fotokopi ,
ya da herhangi bir bilgi depolarn:ı sistemi dahil elektronik ya da mekanik hiçbir
biçimde yayımcının izni ol madan yayımlanamaz, kitaptan alıntı yapıl amaz.

Birinci Basım: Kasım 1996


İkinci Basım: Kasım 1 997

ISBN 975 - 333-0 5 3 -7


BERNARD LEWIS

ÇATIŞA� KÜLTÜRLER
KEŞİFLER ÇAGINDA HIRİSTİYANLAR,
MÜSLÜMANLAR, YAHUDİLER

Çeviren
Nurettin Elhüseyni

TARİH VAKFI YURT YAYINLARI 42


Bernard Lewis) Princeton Üniversitesi Yakındoğu Araştırmaları
Biilü mü)nde Cleveland E. Dodge profesiiriidür. Kitaplarından bazıları:
The Shaping of the Modern Middle East, Islam and the West, Race and
Slavery in the Middle East, The Muslim Discovery of Europe,
The Emergence of Modern Turkey.
ÖN SÖZ

B u kitap Mayıs l 993 'te Madison'daki Wisconsin Üniversitesi'nde ve­


rilen Merle Curtie Konferanslan'na dayanmaktadır. Bu konferanslarımın
teması 1 49 2 'nin çeşitli yıldönümleri ve 1 49 2 'nin farklı yerlerde, farklı in­
san gruplarınca algılanmasında ve anılmasında görülen keskin karşıtlıklar­
dı . Amacım başta İber Yarımadası'ndaki M üslüman iktidarının son ileri
karakolu Gırnata 'nın ( Graneda ) H ıristiyanlarca fethedilmesi ve birkaç ay
sonra İspanya'nın her yanındaki Yah udilerin ülke dışına sürülmesi olmak
üzere aynı yıl içinde meydana gelen başka bazı olaylara dikkat çekmek,
görünüşte birbirinden farklı olan bu olayların nasıl birbiriyle bağlantılı ol­
duğunu göstermek ve bunu yaparken de ü ç süreci , yani fetih , ülkeden çı­
karma ve keşif süreçlerini uluslararası, dinlerarası ve h atta denebilirse kıta­
lararası tarihin oluşturduğu daha geniş bir çerçeve içine oturtmaktı .
Avrupa'nın batı ucunu geri almaya ve yeniden fethetm eye yönelik
uzun mücadelenin tamamlandığının işareti olan Hıristiyanlann Gırnata'yı
ele geçirmes i, Avrupa'nın büyük karşı saldırısına da zemin hazırladı . De­
rin bir anlamda bu karşı saldırının başlangıç noktası İspanyol ve Portekiz
denizcilerinin seyahatleriydi .
1492 'ye gelindiğinde İber Yarımadası 'nın her yanında Hıristiyan yö­
netimi hüküm sürmekteydi; ama Yahudiler ve çok daha büyük sayıdaki
Müslümanlar olmak üzere geride Hıristiyan o lmayan birçok insan kalmış­
tı . İspanya'nın ve birkaç yıl sonra da Portekiz 'i n Hıristiyan hükümdarları,
yeniden fetih ve karşı saldırı sürecinin zorunlu bir parçası olarak bunları
tasfiye etme işini yerine getirdi . İ ki azınlıktan daha küçüğü ve daha zayıfı
Yahudilerin kovulması atılan ilk adım oldu . Daha büyük çapta, daha kar­
maşık ve daha tehlikeli bir iş olan Müslümanların ülkeden atılması ise bi­
raz daha uzun bir zaman aldı .
Avrupa'nın yayılması her iki u çta aynı anda meydana geldi ve her iki­
si nde de yüzyıllar boyunca sürmüş Müslüman egemenliğini ortadan kal-
dırma çabasıyla başladı . Doğuda Ruslar u zun bir mücadelenin sonunda,
tarihçilerinin deyişiyle "Tatar boyunduruğu"ndan kurtulmayı başardı . Ba­
tıda Hıristiyanlar sekiz yüzyıl önce kurulmuş olan Mağribi egemenliğine
ve hatta zaman içinde Mağribi varlığına son verdiler. Avrupa'nın hem do­
ğusunda hem de batısında yeniden dirilen Hıristiyanlar bu mücadeleyi
düşman kampın içl erine taşıdılar . D oğuda Ruslar Tatarları önlerine kata­
rak Tatar topraklarına girdiler, Orta ve Kuzey Asya üzerinde bir egemen­
lik kurdular. Batıda daha sonra öteki denizci halkların da i zlediği İspan­
yollar ve Portekizliler, kovaladıkları Mağribilerin peşinde Afrika ve As­
ya'ya yöneldiler ve neredeyse tesadüfen Amerika'yı " keşfedip " sömürge­
l eştirdiler.
B u kitabın metnini hazırlarken , hepsi 1 992 yılı içinde olmak üzere,
Washington D. C . 'de Amerikan Mirası Vakfi'ndaki B radley Konferan ­
sı 'nda, Tel Aviv Üniversitesi 'nde Kalman Lassner Konferansı 'nda, New
York H alk Kütü phanesi' ndeki genel bir konferansta, Cenova ve İstan­
bul ' daki kutlama komitelerinin himayesinde verilen konuk katılımcı kon­
feranslarında kullanmış olduğum malzemelerden yararlandım. B ütün bu
toplantılarda ev sahipliği yapanlara ve sorularıyla düşün celerimi keskinleş­
tirmemi , bunların ifade biçimini durulaştırmamı sağlayan dinleyicilere te-
Pi şekkür borçluyum .
[İngilizce baskıdaki] görsel malzemelerin bulundukları yerleri belirle­
meme ve bunları edinmeme yardım ettikleri için İstanbul Üniversite ­
si'nden Profesör Nurhan Atasoy ve Amsterdam' daki Yahudi Tarih Müze­
si'nden Mariella B euker'e, kitabımın yazma metnini hazırlamadaki çok
değerli katkılarından dolayı Prin ceton Ü niversitesi'nden Jane B au n ve
D avid Marmer'e , yayının çeşitli aşamalarındaki yardım ve tavsiyelerinden
dolayı Oxford University Press'ten Nancy Lane ve Irene Pavitt'e teşekkür
etmek de zevkle yerine getirdiğim bir ödevdir.

Bernard Lewis
Princeton) Şubat 1994
İÇİNDEKİLER

BİRiNCİ BÖLÜM
FETİH / 1

İKİNCİ BÖLÜM
ÜLKEDEN ÇIKARILMA /18

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

KEŞİF/ 39

DİZİN/ 56
BİRİNCİ BÖLÜM

FETİH

A merikalıların ve Avrupalıların büyük bölümü, ayrıca tarihi Amerikalı


ya da Avrupalı öğretmenlerden ya da ders kitaplarından öğrenmiş başka
birçok kimse için, 1492 daha çok Kolomb'un Amerik.a'yı keşfottiği yıl
olarak anılmaya değerdi. Bazı ülkelerde ve bazı toplulukLır arasında ayrn
yıl meydana gelmiş başka olaylar da kutlandı ya da anıldı. Ama bu tür an­
ma törenlerine ilgi gösterenlerin bile kesinlikle katılacağı bir nokta, pek
de uzak olmayan bir tarihe değin, söz konusu yıla sıkışmış olaylar arasın­
da Amerika 'nın keşfinin dünya tarihinde ve insanlık tarihinde ötekileri
çok geride bırakan en önemli dönüm noktası sayıldığıdır. Bu dönüm
noktasının beş yüzüncü yılı l 992'nin yaklaşmasıyla birlikte Kolomb'un
doğduğu yer olan Cenova'da, onun denize açıldığı yer olan İspanya'da ve
;}det olduğu üzere modern tarihleri onun karaya ayak basmasıyla başlatı­
lan bütün Amerika topraklarında özenli hazırlıkLır yapıldı.
Gelgelelim keşfi kutlama hazırlıkları ilerlerken, tasarlanan şenliklerin
temeline bütünüyle kuşku düşüren aykırı sesler duyuldu. Yapılan açıkla­
malara göre fetih sözcüğü hem yanıltıcı hem de küçültücüydü. Ne de ol­
sa Batı Yarıküresi beyaz adamın gelip fetih ve sömürüye girişmesinden
önce yerinde duruyordu; beyaz adamın gelişi çeşitli eski uygarlıkları yıkar­
ken, pek de yeni bir uygarlığın yaratılmasını getirmiş sayılamazdı. Ameri­
go Vespucci adlı bir haritacının Atlas Okyanusu 'nun karşı yakasındaki
toprakların, Avrupalıların sandığı gibi Asya değil, bambaşka bir yer oldu­
ğu yolunda önemli bir keşifte bulunmasından ve bu keşiften dolayı birinci
adını biraz da çarpıtılmış biçimde Batı Yarık.üresi'nin haritasının üzerine
bulayarak ödüllendirilmesinden çok önce gelişmiş olan bir kıta için Aıne­
rik.a terimini kullanmak. yakışıksızdı. Kutlamaya gelince, bunun bir kutla-
ma vesilesi değil, olsa olsa mağdurlar açısından bir matem ve herhangi bir
biçimde suçun failleriyle özdeşleştirilebilecek kimseler açısından bir piş­
manlık ve dövünme vesilesi olduğu tam bir açıklıkla dile getirildi.
Olayın geçmişte ve gelecekte kahramanı olması icap eden Kolomb'un
kendisi bile tarihsel bakımdan gözden geçirilmekten kurtulamadı: Kişili­
ğinin ve güdülerinin yeniden değerlendirilmesi sonunda k�ırşımıza zaman
zaman Hun önderi Attila, Cengiz Han ve Adolf Hitler'in en az hoşa gi­
debilecek özelliklerinin ve belki de lezzet katsın diye Al Capone'dan bir
tutamın katıldığı bir bileşim olarak çıkmakta. Böylece 15. yüzyıldan baş­
layarak neredeyse bütün dünyayı Avrupa uygarlığının yörüngesine sokan
ve Avrupa devletlerinin yönetimine ya da en azından nüfuzuna maruz bı­
rakan Batı Avrupa yayılmasının gerçek bir temsilcisi gibi görülmekte.
Modern düşünceye aşinalığı olanlar Batı Avrupa'nın bu yayılmasında
özel bir ahlaki kusur bulunduğunu bileceklerdir; Moğolların, Hunların,
Osmanlıların, Arapların ve Azteklcrin giriştiği daha önceki görece masum
istilalarda bulunmayan bir niteliktir bu -hatta aynı dönemde Moskova
prensleri de bu şekilde yayılmışlar, malum kaderleri onları denizden ışıltılı
denize, yani Baltık'tan Pasifık'e geçirmişti. Tam da bu noktada, Avru­
pa'nın modern çağdaki yayılmasının her iki uçta gerçekleştiğini hatırla-
2 mak yararlı olabilir. Birbirleriyle çekişen Batılı ülkeler denizleri aşıp Ame­
rika, Afrika, Güney ve Güneydoğu Asya'ya yönelirken, Ruslar da rakipler
yerine yardımcılar eşliğinde bozkırları aşıp Karadeniz, Hazar Denizi, Orta
Asya ve Çin sınırlarına dayandılar.
İlerleyen Avrupalılar bazı yerlerde sahipsiz saydıkları ve bu şekilde mu­
amele ettikleri, daha doğru bir deyişle büyük ölçüde göçebe halkların ya­
şadığı seyrek nüfuslu topraklara ulaştılar. Avrupalılar, fetih, koloni kurma
ve iskana açma yoluyla, Kuzey Amerika'da İngilizce ve Fransızca konuşan
toplumları, Sibirya olar;:ık bilinen Kuzey Asya'da bir Rus toplumu yarat­
mayı başardılar. Fransızlar Kuzey Afrika'da, Hollandalılar ve İngilizler
Güney Afrika'da benzer girişimlerde bulundularsa da, aynı sonucu elde
edemediler.
Avrupalılar öteki yerlerde, var olan uygarlıklarla karşılaşıp çatışmaya
girdiler. Bunlardan, ikisi Batı Yarıküre'de üçü Doğu Yanküre'de olmak
üzere, beşi büyük çapta ve önemdeydi. Doğudakiler, elbette, Çin, Hin­
distan ve İslamiyet'in oluşturduğu büyük uygarlıklardı. Kendi yayılma ve
nüfuz alanlarıyla bu üç uygarlık neredeyse Asya'nın tamamını ve Afri­
ka'nın büyük bir bölümünü kaplamaktaydı. Olayların gelişim seyri içinde
her üçü de yayılmacı ve fetihçi Avrupa'nın yıkıcı etkisine maruz kaldı.
Avrupalı kaşiflerin, tüccarların, misyonerlerin ve başka kişilerin Asya ve
Afrika'yı "keşfctmesi"ni sağlayan öbür koşut süreçlerde olduğu gibi, Ame-
rika'nın keşfinde de her zam an önemli bir fetih unsuru vardı. Kolomb'un
açtığı yolu izleyen İspanyollara ve ötekilere çağdaşlarınca doğru bir nite­
lendirmeyle conquistadores, yani yeni bir dünyanın fatihleri adı verildi. Ne
Amerib'nın keşfi y le başlayan ne de onunla biten bu fetih Kolomb'un de­
nize açılmasından yüzyıllar önc e başlamış olan ve onun başarısından sonra
da yüzyıllar boyunca süren daha geniş çaplı bir sürecin parçasıydı. Aslında
aynı yıla, yani 1492 'ye bu türden bir fetihle, Gırnata'nın ele geçirilmesiyle
girilmişti . Bu yılın 2 Ocak gününde, Katolik hükümdarlar A.ragonlu Fer­
nando ile Kastilyalı Isabel'in birleşik orduları İspanya'daki Müslüman ikti­
darın son kalesi olan Gırnata kentine daha önce varılan teslim anlaşması
uyarınca girdiler ve böylece İ ber Yarımadası'na egemen olmak için Hıristi­
yanlık ile İslamiyet arasında sekiz yüzyıldan beri süren mücadelenin son
Hıristiyan zaferini kazandılar. Bu, İspanyol Hıristiyanlar için bir annus mi­
rabilis (şaşırtıcı olaylar yılı ) olan l 492 'nin başlıca üç olayından ilkiydi. Bu
olmadan, ne ikincisi ne de üçüncüsü mümkün olabilirdi .
Avrupa ile İslamiyet arasındaki karşılaşma her iki taraf açısından da
Hindistan ve Çin 'le koşut karşılaşmalardan köklü biçimde farklıydı . 1 5 .
yüzyılın Avrupalıları bu iki ülke hakkında çok az şey biliyorlardı . Ellerin­
de, Eski Yunan ve Rom a dönemlerinden kalan ve ufalanmaya yüz tutan
birkaç bilgi kırıntısı ile zaman z aman gezginlerin, papazların ve tüccarla- .?

rın dönüşlerinde getirdikleri h aberler vardı; özellikle bir arada oldukların-


da insanlık tarihinin en güçlü dürtüleri sayılabilecek olan inanç ve hırsın
zorlayıcı itkisiyle bu uzak diyarlarda serüvenlere girişen söz konusu kim-
seler gördüklerine ve işittiklerine dayanan garip hikayelerle geri dönüyor-
lardı. Ama sonuçta bildikleri çok azdı. Çin ve Hindistan bu uzak yerler-
den gelen belirli mallarla bağlantılı adlardan öte pek bir anlam taşımıyor-
du. Gerçek bilgiler, geçmişteki alışverişlerin dökümü ve dolayısıyla yerle-
şik tutumlar yoktu . Avrupalıların Hindistan ve Çin 'e ilişkin sınırlı bilgile-
rinin yanında, Hintliler ve Çinliler Avrupa hakkında çok daha az şey bili­
yorlardı; çünkü çok daha az gezgin Batıya yönelik serüvenlere atılıyor ve
dönüşte Do ğuya çok daha az bilgi getiriyord u . Ve h aliyle Avrupa ile
Amerika halkları arasında - belki de mutluluk verici- toplu bir karşılıklı ce-
halet söz konusuydu .
Avrupa ile İslamiyet arasındaki ilişkilerin, dolayısıyla algılayış ve tu­
tumların tarihi ise çok farklıydı. Avrupalılar ve Müslümanlar birbirleri
hakkında epey şey biliyorlardı; dahası bunların bir bölümü de doğruydu .
İslamiyet ile Eskidünya'nın öteki iki uygarlığı arasında önemli, daha doğ­
rusu can alıcı bir fark da vardır. Çin bir yer, Hindistan bir yer, İslamiyet
ise bir dindir. Çin ve Doğu Asya, Hindistan ve Güneydoğu Asya ve bura­
da bunlara ekleyebileceğimiz Kolomb-öncesi Amerika uygarlıkları çok ile-
ri v e çok gelişkin düzeye varmış olabilir; ama bunlar esas olarak bölgesel
uygarlıklardı ve öyle kaldılar. Hemen yakındaki komşu yörelere yöneli k
doğal bir yayılma ve n ü fu z etme süreci dışında, bunlar tek bir yerle, belir­
lenebilir bir alanla, tek bir kültürle ve hatta tek bir ı rkla sın ırlı ydı.
Etnik temelde tanımlanmış ve coğrafi temelde sınırlanmış bu uygarlıkla­
rın tersine, İslam, inançları, kendini algılayış biçimi ve emelleri bakımından
ilke olarak evrenseldi. Müslüman kimse kendinin Allah'ın son vahyinin ta­
lihli taşıyıcısı olduğuna inanıyor ve Allah'ın hakikatini gerekirse "cihad"
yoluna başvurarak insanoğlunun öteki kesimlerine götürmeyi k en d i si için
bir ödev ve bir ayrıcalık olarak görüyordu. İ sl ami yet bu yönüyle Asya, Afri­
ka ve Amerika'nın öteki uygarlıklarından keskin biçimde ayrılıyor, bum.
karşılık başından itibaren kendine özgü bir ayrıcalık ve misyon duygusunun
esiniyle hareket etmiş Hıristiyanlığı andırıyordu. Ortaçağın sonuna değin
Müslümanlar özlemlerini pratikte hayata geçirme konusunda Hıristiyanlara
oranla oldukça ileri bir noktaya varmışLırdı. Hıristiyanlık ise evrenselci he­
def ve iddialarına karşın temelde Avrupa dini olarak kalmıştı; giriştiği kutsal
savaşlar, yani Haçlı Seferleri bile Hıristiyan topraklarını savunmaya ya da
geri almaya yönelikti. Avrupa dışındaki tek istisna olan Etiyopya'daki Hıris­
tiyan krallık uzaktaydı ve hakkında az şey biliniyordu; Hıristiyan kimlik an-
.ı Lıyışı üzerinde hemen hiç etkisi yoktu. Aynı durum Güneydoğu Asya'da
Müslüman yönetimi altında yJ.şayw Hıristiyan azınlıklar için de büyük öl­
çüde geçerliydi. Pratik açıdan, Hinduizmin Hintli olması gibi, Hıristiyanlık
da Avrupalıydı; bir başka deyişle, dünyanın bir parçasının -göreli olarak ko­
nuşursak ep eyc e küçük sayılabilecek bir parçasının- diniydi. Bu parçanın
bütün sakinleri aynı ırk ve kültürden gelmekteydiler ve çoğu birbiriyle iliş­
kili sınırlı sayıdaki etnik gruba mensuptular.
İslam uygarlığı ise tam tersine, üç farklı kıtada birçok farklı ırk ve kül ­
türden gelm e i nsa nları kucaklaması bakı m ın dan evrensel obrak n itelen ­
dirile bilecek ilk örnekti . U zu n b i r d ö n e m boyu n ca İ spa nya ve Gü ney
İtalya'da, Rusya bozkı rları nd a ve Balkan Yarımadası ' nda varlığını sürdür­
müş olması bakı mından Avrupalı bir özelliği vard ı . Asyalı ve aynı zaman­
da Afri kalı oluşu apaçık ortadaydı . B eyaz, siyah, esmer v e sar ı tenli i nsan ­
ları kapsıyordu . Egem en olduğu topraklar Avrupa' nın güneyinden Afri­
ka' n ın ortasına ve Asya içlerine ve ni hay e t Hindistan ve Çin sını rlarını n
ötesine uzanıyordu. Hz. Muhammed' in 7 . yüzyılda Arabistan' da pey­
gamber olmasından ve iz l e yici ler in i n Akdeniz d ü n y asın a doğru yayılma­
sından beri İslamiyet , Hıristiyanlık aleminin komşusu , raki bi ve çoğu za­
man düşmanıydı .
Hem Müslü manlık hem de Hı ristiyanlı ktan önce ortaya çıkan ve ev­
renselci emeller taşıyan daha es ki bir misyonerlik dini vardı. Ama B u di z m
denen bu din, misyonerlik şevkini çoktan yitirmiş, Doğu ve Güneydoğu
Asya'yla sınırlı bölgesel bir din haline gelmişti.
Avrupa tarihçilerinin ortaçağ ol::ırak adlandırdığı yüzyıllarda ayakta ka­
labilmiş iki misyonerlik dini olan Hıristiyanlık ve İslamiyet, haklı olarak,
birbirini başlıca rakip olarak gö rdü. Misyonerleri ve tüccarları dünyanın
her tarafına gitmeye yönelten iki zorlayıcı dürtü olan inanç \'e hırsa daha
önce değinmiştim. Müslümanlıkla karşı brşıya kalan ortaçağ Hıristiyan
A\Tupa'sında belki bunların ikisinden de daha zorlayıcı olan üçüncü bir
dürtü vardı: korku.
K.ıbaca bin yıl boyunca, yani Müslü m a n orduların 7. yüzyıl başların­
da Doğu A kd c ni z ' d e ki Hıristiyan topraklarına yönelik ilk saldırısından
Türk ordularının 1683'te iki n ci ve son kez Viy.ına surları ö n ünden geri
çekilmesine değin gcs·en sürede Hı risti ya nl ı k al emi İsl a m iyetin sürekli ve
yakın tehdidi altında raşadı. İlk İslami yayılma büyük ölçüde Hıristiyan­
Iarın z a r arına geli�ti: Suri ye , Fifütiıı, Mısır ve Kuzey Afrika bü t ün ü yle
Hıristiyan ülkelerdi; bunL.ır halifelerin yönetinli altına girmeden önce
Hıristiyan Ro m a İmpa r atorl uğu 'mın eyaletleriydi p da başka. Hıristiyaıı
hükürndarbra bağlıydı. Bu süreçte toprakları fetihçi İsbm ordularının
eline geçerken, halkları da fatihlerin S::t\'aşçı dininin safinda yer aldı. Müs-
lüman ilerleyişi yalnız bir kez değil, üç kez AYrupa iç k r in e kadar sürdü. s

Avrupa'ya yönelik Müslüman yayılmasının birinci dalgası 8. yü zyılın ilk


yıllarında başladı ve bir süre için İsp;ınya, Portekiz, Güney İ taly a ve hatta
Fransa'nın bazı kesimlerini gircbbı içine aldı. Batı Avrupa topraklarındaki
son Müslüman devletin yenilgiye uğratılıp yok edildiği 1492 'ye değin de
etkisi sürdü. İkinci dalga ise Rusy:ı ve Doğu Avrupa'nın büyük bölümü
üzerinde egemenlik kurmuş obn Altınordu Moğollannın İsbnı dinini
kabul etmesi ve Moskova ile öteki Rus prensliklerini Müslüman bir efen-
dinin hükümdarlığını tanımak zorunda bırakmasıyla Doğu Avrupa'yı
vurdu. Bu durum Hıristiyanbrın bir yeniden fetih hareketine girişmesine
ve Müslümanl:ışrnış Tatarl:ırın Rusya'dan çekilmesine yol açan uzun ve
amansız bir mücadeleyle son bu l du. Üçüncü dalganın başını çeken Sel­
çuklu ve ardından Osmanlı Türkleri, Bizans İmp<ıratorluğu'nd<rn Anado-
lu'yu aldıktan sonra A nu p a ' ya geçtiler ve Balbn Yarımadası'ncb kudretli
bir impar:ıtorluk kurdular. Bu ilerleme sürecinde Türk ordubrı Konstan­
tinopolis'i ele g(\.irir ve Vi ya na y ı iki kez kuşatır1..en, Berbtri korsanların
'

gemileri denizdeki cilMdı Britanya Adaları 'na ve hatta bir keresinde İz­
landa'ya kadar taşıdılar. İki din ve iki uygarlık arasındaki i lişkil erde ger-
çek dönüm noktası, İkinci Viyana kuşatması ve yenilgi�'e uğray:rn Os­
nunlı kuvvetlerinin geri çekilmesi oldu.
Avrupa'ya yönelik bin yıllık M ü s l üman tehdidi, <1sk e ri \'C dini olmak
üzere iki yönlü, yani fethe ve din değiştirtmeye dönük bir tehditti. İran'ın
batısı ve Arap Yarımadası ile Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika'da İslamiyeti
i lk olarak benimseyenlerin büyük çoğunluğu Hıristiyanlı ktan dönmüş
olanlardı . Bu din değiştirme süreci Müslüman yönetimi altındaki Sicilya ve
İspanya topraklarında sürdü. Ortaçağda Hıristiyan Avrupalı bilginler rakip
dini anlamak için büyük çabalar gösterdiler; bu nun amacı rakip dini çürüt­
mek ve böylece kendi cem aatlerini korumaktı. Büyük ölçüde Hıristiyan
cemaatlerin ve önderlerinin Müslüman yönetimi altında gördüğü hoşgörü
sayesinde de bu ç abaların da temelde başarıl ı oldular; bununla b irlikte
önemli sayıda insan kendi fatihlerinin inancını gerçekten benimsedi .
Avrupalıların İslamiyete ve karşılaştı kları Müslüman halklara , Mağri­
bilere ve Serazenlere, Tatarlara ve Türklere ilişkin değerlendirm elerinde
yaygın bir korku duygu su vardır. Şiirde ve polemiklerde, tarihte ve ede­
biyatta söylenenler güçlü ve yayılmacı bir İslam dünyasının kuşatması ve
tehdidi altında bulunan bir Hıristiyan Avrupa' nın, bir bakıma doğuda,
güneyde ve güneydoğu da Müslü man devletin sın ırlarıyla tanımlanmış ve
sınırlanmış bir Avrupa ' n ın duyarlı lığını yansıtmak.tadır. Avrupa'ya ilişkin
ortaçağ Müslüman pe rspektifi ise edebiyata yansıyan biçi miyle çok farklı­
dır. Müsl ümanların yazılarındaki nadir ve oldukça kibirl i değinmel ere ba-
6 karak bir yargıya varmak gerekirse, onları n gözünde B atı Avrupa daha
çok Orta Asya ve Afri ka'nın Victoria döneminin İ ngilizlerine göründ ü­
ğüne b e n ze r b ir ko n u m taşımış o l m al ıdır . 1 Müslüma nlara göre İ sla-

Edebiyatta v e bi l i msel ça l ı ş m a l arda i fade edi l d i ğ i b i ç i m i yle, ortaçağ Avrupa ' s ı nın
İs l ami yeti ve Müsl ümanl arı a lg ı l ay ı ş b i ç i m l eri konusunda o l dukça gen i ş b i r l i teratü r
vard ı r. Örneğ i n bkz. R . W. Southern, Western Views o f Is/om i n the Middle Ages,
Cambri dge, Massachusetts, 1962; Aldobrandi no Ma l vezz i , L'lslamismo e la culture
europeo, Floransa, 1956; Narman Dan i e l , Is/om and the West: The Making of an
lmoge, Edinburg h , 1960; E kkehort Rotter, Abendland und Sarazenen, Berl i n , 1986;
Kenneth M. Setton, Western Hostility to Is/om and Prophecies of Turkish Doom,
Ph i l ade l ph i a , 1992. Mü s l ü m a nların modernçoğ ö n cesi nde H ı rist i y a n Avrupo'ya
i l i ş k i n a l g ı l ay ı ş l arı i se çok daha az i l g i görmüştür. B i zans'a i l i ş k i n bazı Arap görüş­
l eri için bkz. A . A . Vo s i l iev, Byzance et fes A rabes, H. Grego i re , M . Conord ve M.
N a l l i no' nun gözden geç i rd i ğ i ve gen i ş l etti ğ i bask ı , 3 c., B rükse l , 1935-68, Arapça
met i n l eri n çeviri leri ve bunl ara i li ş k i n değerl endi rme lerle b i r l i kte; Ahmed Shbou l , A l­
Mas'Odl and His World: A Muslim Humonist and His lnterest in Non-Muslims,
Londra, 1979. İ k i n c i kitabın a l t ı ncı böl ü m ü nde (s . 227-84) önem l i b i r Arap tari hçi n i n
ü l kes i , başkent i , h a l k ı , tari h i , k ü ltürü v e o dönemdek i durumu bak ı m ı ndan B izans
İ m po roto r l u ğ u ' n u n a s ı l a k t a rd ı ğ ı i n c e l e n mekted i r . Sh bou l 9 . y ü zy ı l da n ö n ce k i
Müslüman yazarl arın genelde çok a z i l gi gösterdiği B at ı Avrupo'yo ya l n ı zca b i rkaç
sayfa (s. 189-93) ayırm ı şt ı r. H açl ı Seferleri s ı ra s ı nda tarafların b i rb i rlerini a l g ı l ayış l a rı
konusunda bkz. Ben j o m i n Z . Kedor, Crusade and Mission: European Approoches
Toward the Muslims, Pri nceton, 1984; C l oude Cohen, Orient et Occident au temps
des Croisades, Po r i s , 1993; A m i n Maa l ouf, The Crusades Through A rab Eyes,
miyetin kuzeybatı sınırının ötesindeki topraklar, kirli ve pis alışkanlıklara
sahip , çok düşük bir kültür düzeyinde , yerine ye nisi geldiği için aşıl mış
bir dine inanan ve Tanrı ' nı n mukadder kıldığı kölelik kurumu aracılığıyla
asgari bir uygarlık düzeyine çıkarılabilecek kendi insanları dışında çok az
değerli mal sunabil en egzoti k ve pitoresk kabilelerin yaşadığı ücra, vahşi
ve el değmemiş bir böl geydi.
E n koyu cehalet içindeki Avrupa'nın içlerine gitme tehlikesini göze
alan ve geride yolculukl arı nın hikayesini bırakan az sayıda korkusuz kaşif
vardı , ama göründüğü kadarıyla onların aktardıklarının etkisi çok sınırlıy­
dı. Müslümanbr B izans İm parJ.torluğu' ndan haberdardı: Eski Yunanlıla­
rın ve çok daha az düzeyde ol mak üzere B izans'taki Hıristiyan Yunanlıla­
rın uygarlığını biliyor ve bun a saygı gösteriyorlardı; ama ortaçağda İslam
toprakları n a göre maddi v e manevi açıdan karşı laştırılamayacak kadar dü­
şü k bir uygarlık düzeyi nde bulunan Orta v e Batı Avrupa'ya saygı duymu­
yorlardı ve zaten bunun i çin herhangi bir neden de yoktu. Bununla bir­
likte İslam dünyası bu halkların İslam dünyasının Asya ve Afrika'daki öte ­
ki bazı komşuları gibi düpedüz barbar olmadığının farkındaydı. Onlar ra­
kip bir di nin izl ey icileriydi; rakip bir siyasal sistemleri , bütün insanlığa ev­
rensel bir mesaj getirmeye ve evrensel bir huku ku dayatmaya dönük rakip
bir iddiaları vardı. 7
Dünya, Müslüman inancının ve hukukunun hüküm sürdüğü darü'l ­
İslam ve bunların var olmadığı darü ' l -harp olmak üzere ikiye ayrılmıştı;
i kisi arasındaki sürekli savaş hali ancak ateşkesl erle kesintiye uğrayabil irdi
ve bu durum Allah'ın kelamının bütün insan lığa götürül mesine değin sü­
recekti . Müslüman yazarların çoğuna göre, önce Bizans ve ardından Av­
rupa Hı ristiyan alemi başlıca darü'l -harp bölgesiydi .
İslamiyet ve H ıristiyan ilemi arası nda kaçınılmaz olarak büyük ve sü­
regiden bir düşmanlık vardı; ama bu durum , şu sıralarda moda olan kav­
raml ar doğrultusunda, yanlış algılamanı n ve yanlış anlamanın sonucu de­
ğildi . Tam tersine iki taraf birbirini çok iyi anlıyordu; bu anlama her ikisi­
nin öteki temas ları ndaki, yani Asya' nın ve daha sonra Kol o mb-öncesi
Amerika' ııın daha uzak uygarlıklı k.larını anlayabilme düzeylerinden çok
daha yüksekti . Paylaşılan, daha doğrusu çekişme konusu olan bir misyon
ve etki alanın ı n yanı sıra , İslarniyet'in ve H ıristiyan aleminin birlikte sahip
çıktığı büyük bir miras vardı ve bu miras da ortak kaynaklara dayanıyor­
du: Eski Yunan bilim ve felsefesi , Roma huku ku ve devlet yönetimi, Ya-

Londra, 1984; E m m anue l Si van, L 'Is/om e t la Croisade: ldeologie e t propagonde


dans /es reactions musulmones oux Croisodes, Par i s , 1968. Müs l ü man l arın Avrupa
hakk ında ne l er b i l d i k l eri ve düşündü k l er i konusunda bir ince l eme i ç i n bkz. Bernard
Lew i s , The Muslim Oiscovery of Europe, New York, 1982.
huda'nın etik tektanrıcıl ı ğı ve bütün bunların ötesinde derin kökler sal­
mış olan antik Ortadoğu kültürleri . Akdeniz çevresi ndeki Hıristiyanlar ve
Müslümanlar hem mecazi, hem de gerçek anlamda ortak bir dil bulabi­
lirlerdi . Bi rbirl eriyle i l etişim ku rabilir ve ;ınb.şamasalar da tartışabilirlerci i ;
h e r iki taraf d a birbi rlerinin dil l erinden çev i r i ya p a b i l irdi, zaten yapıyor­
lardı da. Oysa bütün bunlar, bir yanda Hıristiyan ya da M ü sl ü m anların
öte yanda H i nt ya da Çin uygarlığı temsi lcilerinin bulund uğu bir il işkide
zor ve belki de olanaksızdı .
Tarafların birbirlerini kafi r l i k l e suç l a d ı kl arı doğrud ur� a ma h unu y0 p ­
makla temeldeki benzerliklerin i , hatta akrabalıkl arını açı��1 \'tınt )'urlardı .
Her i ki taraf da evrensel ve nihai doğrulara, T a n r ı ' n ı n s o ı ı s( ) 1 L i 1 1 e sah i p
olduğunu iddia ediyor v e bunları dünyanın öteki k e s i m l e r i n e götürmeyi
kendileri için bir ödev olarak görüyorlard ı . İ la h i takdi r i n ö n g ö r dü ğ ü bu
i ş i yeri n e geti rme karşıl ığında cen nette kalıcı ve n i h a i ö d ü l e ubşıruyı bek­
liyorlardı; bu arada bu dünyada da bazı geçici maddi k,uşılıkl ara l ay ı k gö ­
rülebilirl e rdi . O nlardan ayrı bir yola sapanlar ben zer bi ç i m de hem bn
dünyad;ı, hem de öteki dünyada cezalarını çekecekl erdi . Kıyamete, ahret­
te ki ceza ve ödüle ilişki n Hıristiyan ve İslam düşün celeri tıpatıp aynı ol­
mamakla birlikte, temelde benzerdi . Cennetleri ö n e m l i ölçüde farklıydı,
s J.ma cehennemleri büyü k ölçüde aynıydı . B ütün bu nlar bir Hindu , bir
Budist ya da bir Konfüçyüsçü açısından anlamsız görülecek şeyle rdi .
Hemen hemen bütün modern tarih anlatımlarında, antik.çağdan orta­
çağa ve oradan da modern çağa giden genel kabul görmüş bir dönemleş­
tirme, bir ardışıklık vardır. "Antikçağ " , Kitab-ı Mukaddes'te sözü edilen
ülke ve halkların tari hiyle başlar, Yunan ve Roma dünyasmda doruğuna
çıkar ve Roma İmparatorluğu 'nun batı daki gerileyişi ve çöküşüyle sona
erer. "Modern " çağ yeniden dirilen ve yayılma içine giren AHupa'nın ye­
ni bir çağı açtığı ve zamanla bütün dünyayı kucaklayacak yeni bir uygarlı­
ğm temelini attığı 1 5 . yüzyıl sonlarında başlayan dönemi b e l i rt i r . Bu en­
gin ve canlı i k i uygarlı k arası nda, ortaçağ Avrupa'sı bir halterin bağl antı
demiri gibi bir işlev görür .
Ama ortaçağ A\'rup.ı 'sı a nt i k dünyayı modern d ün yay�ı b ağLrpn tek yol
deği ldi . Asl ı nda İ s l a m uygarlığı en p a r l a k döne m i n d e k i gücüyl e , p a yl a ş ıl
­

m ı ş b i r a n ti ki teden böl ü n m üş bir modernli ğe d o ğru pcldLı d a h a umut ve­


rici bir geçiş olcuak görü l e b i l i r . Ortaçağ Hıri s t i ya n l ı ğı i l e or tac;ağ İsl a m ı
ar<ı s ı ndaki b i r karşı l aştı rm a , İslam dünyasının a n t i k u y g ır l ı k t an modern uy­
,

garlığa ge�·mek için yetk i n yol u sunduğunu kesi n l i kl e g ö s t e re c e kt i r İslam


.

dü nyası varlıklı ve gen işti ; birçok d e ğiş i k halkı ve büyuk b i r kay ıuk zengin­
liğini b .:ınndıran uçsuz b u c aksız bir al a n ı kapl ıyor d u . B a tı H ı ristiyan alemi
gi bi , o da Helen uygarl ı ğın ı n mirasııu sahir ç ı k ı y o r d u ; ama b i l i m ve fe lse -
fesini daha büyük bir mah aretle değerlen diriyordu2 ve öteki uygarlıklarla
bağları ve ke ndi yaratıcı girişim leri aracılığıyla bu mirası büyük ölçüde zen­
gi n leştirmişti . Yal nızca iki örnek vermek gerekirse , Çin'den kağıdın ve ar­
dından ktığıt yapım tekniğinin getiril mesi ile Hindistan 'dan basamaklı sayı
siste minin ve sıfırın alın ması büyük bir bilimsel ve edebi rönesansa giden
yolu ha.zı riadı; üstelik rönesans teriminin alışılagelmiş bi çimde yakıştırıldığı
Avrupa 'd aki akı mdan yü zyıllar önce . Buna karşılık Hı ristiyan Avrupa, kay­
nakları bakı m dan yoksu ldu; bakış açısı sınırlı ve yereldi; her bakımdan ol­
masa bile çoğu bakım dan İslamiyetin ul aştığı d üzeylerin çok gerisindeydi .
B aşka farklılıklar da vardı : Ortaçağ Avrupa'sı yaln ızca alan bakı m ın dan
küçük değildi , bakış açısı da dardı . Öteki di n l er bir yana, kendi dininin
çeşitli bi çimlerim.� karşı bile belirgin bir biçi mde hoşgörüsüzdü . Oysa İs­
lam dünyası bil eşi miyle çeşitliliğe, karakteriyle çoğulculuğa sahipti . Müs­
l ümanlar kendi i çl erinde ibadet ve hatta inan ç bakı mın dan önemli farklı­
l ıkbra hoşgöıiiylc bakmaya yatkındı ; onayladıkları öteki dinlere toplu mda
belirli bir yer vermeye de razıydı . 3 B u duru m m odern çağda bazen yanlış
bir biçi mde eşitl ik gibi sunul muştur. E l be tte eşitlik söz konusu değildi ve
bir ortaçağ toplumunda böyle bir eşitlik düşüncesi saçma bir anakronizm­
dir . Akdeniz'in her i ki yakasında da inana nların inanmayanlara eşit haklar
tanıması herhalde bir meziyet olarak değil, bir görev i h mali olarak görü- 9

lürdü . Bununb birl ikte İslam toplu m u gerçekten de hoşgörü bahşetmek-


te ve öteki din lerden insanlarla bir arada yaşamaya rıza göstermekteydi; az
sayıdaki klsıtlamaları ve ehliyetsizlik durum l arını kabul etme karşılığında,
bu insanlar dinlerinin gerekleri ni serbestçe yerine getirme ve kendi içişle-
rini serbestçe yürütme hakkından yararl an abiliyorlard ı . H ıristiyan alemin-
de ise H ıristiyanların sonunda kimsen i n ki mseye karışmaması zamanının
geldiği kanısın a varmalarını sağlayan Din Savaşları 'na değin bu hoşgörüye
gerçekten denk düşecek bir a nlayış yoktur . Müslümanların İber Yarıma-
dası 'nın bir bölümünü yönettiği sekiz yüzyıl içinde H ıristiyanlar ve hatta
Yahudiler varlıklarını korudular ve ü stelik gelişme olanağı buldular. Hıris­
tiyanların Yarımadayı yeniden fethinin hem Yahudiler hem Müslümanlar
açısınd;ın getirdiği sonuçlar ise çok iyi bilinmektedir.

2 Mü s l ü m a n l a r ı n k l a s i k a n t i kçağ a i l i ş k i n b i l g i l eri i ç i n bkz. F ra n z Rosenth a l , Das


Fart/eben der A ntike im Is/om, Zürih, 1965, İ ng i l i zce çev i r i , Classical Heritage in
Is/om, Berkel ey, 1975.
3 İ s l a m i hoşgörü i ç i n bkz. R u d i Poret, "Tol eronz und l nto l eronz i m l s l a m " , Saeculum,
2 1 ( l 976), s. 344-65; Froncesco Gobri e l i , " La tol l era nza ne l i ' l s l a m " , La Cultura, l O
( 1972), s. 257-66, y. b . , Gabri e l i , Arabeschi e studi islamici, Nopo l i , 1973, s. 25-36;
Adel Khoury, Toleranz im Is/om, M ü n i h , 1980; Bernard Lew i s , The Jews of Is/om,
Pri nceton, 1984, s. 3-66.
Avrupa'nın açık bir biçimde daha büyük bir çeşitlilik gösterdiği tek
yön dildi . Güneybatı Asya ve Kuzey Afrika 'nın her yan ında tek bir dil , ya­
ni Arapça din v e hukukun, ticaret ve kültürün, devle t yöneti mi ve bilimin
ihtiyaçlarını karşılıyordu . Yerel konuşma dillerinin ülkeden ülkeye olağa­
nüstü bir çeşitlilik göstermesine karşın , Arap dünyasında ve daha sınırlı
ölçüde olmak ü zere bütün İslam dünyasında standart bir yazılı Arapça
hem günlük, hem de bilimsel i letişim aracı işlevini görüyordu . İran gibi
uzak bir ülkede bile, 14 . yüzyılın büyük Acem tarihçisi Reşi deddin o dö­
nemde Frankların yirmi beş ayrı dil konuştuğunu ve bunlar arası nda hiç
kimsenin bir ötekinin dilini anlamadığını hayretle belirtiyordu .4
Yine de bütün bunlara karşın , "izlenmeyen yol" B atı rotası deği l , İs­
lam rotasıydı . 1 5 . yüzyıl sonlarına gelindiğinde hem Hıristiyan hem de
İslam dünyasında belirli temel değişiklikler meydana gelmeye başlamıştı;
bunlar zamanla birinin yükselip zafere ulaşması nı, ötekinin gerileyip ye­
ni lgiye uğramasını sağladı . Aral arındaki mücadele uzun ve amansız oldu;
sonucun belirgin hale gelmesi ve iki tarafça da teslim edilmesi için yüzyıl­
ların geçmesi gerekti . B atı 'nın yü kselişi geniş biçimde incelenirken , İslami
gücün sönüşü bilim çevrel erinden çok az ciddi ilgi görmüştür; bu :.\Şama­
da da söz konusü değişikl iklerl e bağlantılı olgu ları sıralamaktan ve bu ol-
rn gulann nedenleri , sonuçl arı y :.l d a sadece b elirtileri gibi, yerlerinin d e , ta­
mamen geçici bir değerlendirmesinden fazla bir şey yapılamaz .
İki taraf arası nda gittikçe artan eşitsizliğin açık h ale geldiği ilk nokta
elbette savaş gücü ve daha ö ze l b ir düzeyde silah donanımıydı . İsla ­
miyet'in ilk zamanlarında Müslüman orduları h er şeyi önlerine katarak
Asya üzerinden Hindistan ve Çin'e, Afrika ve Fas üzerinden ta Avrupa iç­
l erine ok gibi firladılar. Müslümanların daha fazla ileriye gitmesi ni önle-·
yen şey düşmanlarının direnişinden çok, kendi siste mlerinde ve özellikle
de çok yayılmış ulaşı m hatlarında gittikçe artan sıkıntıl ardı . Silah dona­
nımları hasımlarınınki kadar iyiydi ve hatta bazı durumlarda yenilikçiydi;
sözgelimi Ortadoğu 'd a bolca bulunan petrolün, patl ayı cı karışımlarında
kullanılması yeni bir olguydu . Uygun biçimde tasarlan mış kaplara konan
bu p atlayıcılar hem deniz savaşl arında, hem de kuşatmalarda top güll esi
işlevini görmekteydi . Müslümanların vücut zırhları ve kuşatma araçları
belki Hıristiyanlarınki kadar iyi değildi, ama bunları hızla öğrendiler.
Müslüman fetihlerini harekete geçiren gaza anlayışı, B izans Hıristiyan
aleminin bütünüyle yabancı olduğu bir şey değildi . İmparator Herak..l e ios
( 6 10-64 1) Sasanilere karşı giriştiği mücadeleyi Hıristiyanların bir kutsal

4 Reş i dedd i n , Histoire des Froncs, çev. ve ed. K. John, Lei den, 1 95 1 , özg ü n met i n s.

l l , çev i ri s . 24.
savaşı gibi göstermekteydi ; Suriye'nin kuzey kesimini Müslümanlardan ge­
ri alan N ikeforos Fokas'ın ( 9 6 3 -969 ) Müslüman cihadının gücünü kavra­
dığı ve Hıristiyanlıkta da buna denk bir şeyin olmasını arzuladığı aktarılır.
Ama daha sık olarak B izanslı yazarlar böyle bir savaştan söz ederken bunu
anlamayan ve hoş bulmayan bir tavır sergilemekte ve savunucularını dinsel
sadakatten çok talan arzusuyla harekete geçmiş kişiler olarak görmektedir.
Bir Hıristiyan kutsal savaşı fikri gecikmeli de olsa Batı Hıristiyan aleminde
daha olumlu bir yankı uyandırdı . Roma ve Ostia'ya karşı 846 'da girişilen
bir Arap baskınının ardından Fransa'da bir sinod toplandı ve Hz. İsa'nın
düşmanlarına karşı savaşmak üzere Fransızların önderliği nde birleşik bir
Hıristiyan ordusu oluşturmaları için Hıristiyan aleminin krallarına yönelik
bir çağrı kararı alındı. Papa IV. Leon, belki de Müslüman düşüncelerin et­
kisiyle, böyle bir savaşta ölecek olan herkese cennet vaadinde bulundu .
B i rkaç onyıl sonra Papa VIII. Johannes ( 8 7 2 - 8 82 ), piskoposların bir baş­
vurusu na cevap verirken, Tanrı'nın Kutsal Küisesi'ni, Hıristiyan devlet ve
dinini savunma uğruna çarpışanlara ve contra paganos atq u e infideles stre­
nıte dimicantes (putperestlere ve kafirlere karşı zahmetli mücadele ) sırasın­
da ölenlere günahlarını bağışlama sözünü verdi . 5
B atıda bile Hıristiyan alemini savunmaya dönük kutsal savaş çağrısına
tepki yavaş gelişti ve bir süre sonuçlar belirsiz kaldı. Kesin değişim 1 1 . 11

yü zyılın ikinci yarısında başladı . N ormanlar 1 06 1 ' de Messina 'yı e l e geçir-


di ve ardından Hıristiyan alemi adına Sicilya'nın fethine koyuldu. VI . Al­
fonso 'nun 1 08 5 ' te Tuleyde 'yi ( Toledo ) almasıyla, İ ber Yarımadası' nda
Hıristiyanları yeniden fetih hareketi iyice yoluna girdi. B azı gerilemeler-
den sonra atılım yeniden başladı ve Las Navas de Tolosa'nın 1 2 1 2'deki
büyük zaferiyle yarımadadaki Müslüman gücün belkemiği kırıldı . Geride
kalan birkaç yerel Müslüman devleti de ilerleyen Hıristiyanlar karşısında
teker teker yenik düştü . Gırnata alt edilen son devlet oldu . Doğu Avru-
pa'da benzer bir gelişme çizgisi izleyen yeniden fetih h areketinde, Mos-
kova prensi Dimitri D onskoy 1 38 0'de Kulikovo Çarpışması'nda Tatarlara
karşı büyük bir zafer kazandı . İspanya'da olduğu gibi bunu uzun ve zorlu
bir mücadele izledi; "Büyük" lakabıyla anılan III . İvan 1 4 8 0'de Moskova

5 J a cq ues-Pa u l M i gne (ed . ) , Patrologiae cursus completus, series latina, c. 1 26, sütun
8 1 6; a ktaran Marius Canard, " La Guerre sa i nte dans l e monde i s l am i que et dans le
monde chret ien", Revue Africaine, Cezay i r , 1 936, s . 605-23. Ayrıca bkz. Anouor
H atem, Les Poesies epiques des Croisades, Paris, 1 932, s . 36-40. M ü s l ü ma n l a r ı n ve
H ı r i s t i ya n l a r ı n kutsal savaş ve şeh i t l i k a n l a y ı ş l a r ı n a i l i ş k i n b i r değerlen d i rme ve
karşı l aştırm a i ç i n bkz. A l brecht Noth, Heiliger Krieg und Heiliger Kampf in Is/om
und Christentum: Beitröge zur Vorgeschichte und Geschichte der Kreuzzüge, Bonn,
1 966.
üzerine son Tatar yürüyüşünü püskürttü ve böylece sonunda "Tatar bo­
yunduruğu"na son verdi .
Recon q u ista ( yeniden fetih ) sırasmda elde edilen başarıların sınırları
vardı . Şimdilerde sık sık saldırgan emperyalizme dönük bir erken Batı se­
rüveni olarak yorumlanan Haçlı Seferleri , daha doğru bir yaklaşımla döne ­
min koşulları içinde, esin kaynağını aynı güdülerden alan ve aynı düşmana
yönelen recon q u ista'nın bir parçası olarak görülebilir. Her şeye karşın Hı­
ristiyanlık, Ortadoğu 'da Avrupa'nın güney kesimine göre daha eskiydi ve
daha derin köklere sahipti . Cihada karşı çok gecikmiş bir Hıristiyan tepkisi
olan Haçlı Seferleri kutsal savaşla kaybedilenleri yine kutsal savaşla geri al­
maya yönelik bir girişimdi . Hıristiyanlar açısından Bizans imparatorlarının
7 . yüzyılda Müsl üman halifelere kaptırdığı Hıristiyan Kutsal Toprakla­
rı' ndan daha önemli ne olabilirdi ? Recon q uista İberya ve Rusya' da başarıya
ulaştı; Doğu Akdeniz'de ise Türklerin yeni ve yükselen gücü karşısında et­
kisiz kalarak başarısızlığa uğradı . Bir zamanların Yunan ve Hıristiyan top ­
rağı Anadolu 'yu zaten yutmuş olan İslamiyetin bu yeni savunuc uları çok
geçmeden Avnıpa'ya karşı üçüncü büyük saldırıya girişeceklerdi.
Bütün bunlara ve öteki Türk başarı larına karşı n, Hıristiyan aleminin
lehine olan eşitsizlik gittikçe daha da büyüdü . Hıristiyan zaferleri büyük
12 ölçüde üstün silah donanımı ve teknolojil eri i le bunları destekleyen daha
güçlü ekonomilere dayanmaktaydı . Uzakdoğu'da icat edilen barut, anla­
şıldığı kadarıyla burada esas olarak havai fişek gösterileri için kullanılmak­
taydı. Ortadoğu'yu atlayarak getirildiği Avrupa'da ise yeni ve ölümcül bir
amaca, ateşli silahlara uyarlandı . Bu silahlar başkalarıyla giriştikleri savaş­
larda Avrupalılara muazzam ve çoğu kez belirleyici bir avantaj sağladı; en
açık biçimiyle Yenidünya'da ortaya çıkan bu avantaj , gittikçe artan bir
çapta Eskidünya'nın uygarlıklarıyla ve hatta İslam i mparatorluklarıyla kar­
şı karşıya gelişlerde de geçerliydi .
B azı Müslüman devletler ateşli silahları reddetme ya da bunlardan çok
az yararlanma yoluna gittiler.6 Ö rneğin , Mısır'daki bir zamanların güçlü
Memluk Sultanlığı yiğitliğe yakışmayan bu silahları hor gören bir tavırla
karşıladı ve kullanım alanını toplumsal bakımdan düşük konumlu unsur­
ların asker yazıldığı küçük birimlerle sınırladı . Memlukların hem güney­
den gelen Portekizlilere hem de kuzeyden gelen Osmanlılara karşı koya­
maması şaşırtıcı değildi . Osmanlıların Mısır'ı fethetm esinden sonraki dö­
nemi yazan Mısırlı tarihçi İbn Zünbül , bu konudaki Memluk tavrını çok

6 Bu soruna i l i ş k i n öncü b i r yapıt o l arak bkz . David Aya l a n , Gunpowder and Firearms
in the Mamluk Kingdom: A Challenge to o Medieval Society, Londra, 1 956, 1 978.

İ s l a m dünyas ı nda ateş l i si l a h l a r ı n tari h i ne i l i şk i n genel bir i nceleme için bkz. f/2,
"Barud".
iyi dile getırı r . Aktardığına göre, tutsak bir Memluk e miri karşı karşıya
geldiği Osmanlı padişahı S elim'e şunları söyler:
D ü nyanın her tarafı n dan d e r m e ç a t m a bir o r d u kurmuşs u n : H ı ri s tiyanl ar,
Ru mlar ve ötekiler. Beraberinde de Avru p :ı H ı ristiyanlarının savaş meydanında
Müslü man ordularının karşısına çıkma gücünü bulamadıkları bir sırada ustaca
geliştirdikleri şu icadı ge tirmişsin. Bir kadın b u tüfek denen şeyi ateşleye bilirse
bir alay adamı durdurabilir. Eğer bu silahı kull anmayı seçmiş olsaydık, si z bu
işte önüm üze geçemezdini z . Ama b i z Peygamber E fendi m i z H z . M u h a ın­
med'in sünnetini , Allah yolunda kılıç ve mı zrakla cihada gitmeyi bir tarafa at­
mayan insanları z . ( . . . ) Yazıklar olsun sana: Allah'ın birliğine ve Hz. Muham­
med'in peygamberli ğine şehadet edenleri ateşli silahlarla nasıl vurabiliyorsun??

Müslüman devletler arasında tüfek atışı ve topçuluktan tam ve etkili


biçimde yararlanan yalnı zca Osmanlılardı . Ama İbn Zünbül'ün işaret etti ­
ği gibi, onlar bile Batı teknoloj isine bağı m lıydı ve topçu birliklerinin do­
natım ve yönetimini, gittikçe artan bir ölçüde, Batılı dönmelere ve paralı
askerlere bırakmışlardı .
Batı aynı zamanda denizlerde gittikçe güçlenen bir üstünlüğe sahipti .
Batı Avrupa gemileri Atlantik suların da seyret mek üzere inşa edilm işti ; bu
bakım dan Müslümanların Akdeniz, Kız ıldeniz ve Hint Okyanusu için in­
13
şa ettikleri gemilere oranla daha büyük ve daha sağlamdı . Manevra yete­
neği daha yüksek olan Avrupa gemileri daha uzak m esafelere gidebilmek­
te ve hepsinden önemlisi çok daha ağır teçhizatı taşıyabilmekteydi . Bir İs­
panyol kalyonu ya da bir Portekiz carrack'ı Müslüm an devletlerin sahip
olduğu teknelerin herhangi birini gerek yük taşımacılığında gerekse deni z
savaşını yürütm ede kolayca geçebilecek durum dayd ı . Müslüman tekneleri
hız ve m anevra bakımından da kuzeyin daha fırtınalı denizleri için inşa
edilmiş gemilerin gerisindeydi . Dönemin Osmanlı tarihçilerinden Selaniki
Mustafa 1 5 9 3 'te yeni bir sefiri getiren bir İngiliz gemisinin varışıyla uya­
nan izlenimin canlı bir tablosunu çizmektedir:
Ve gemisi gibi turfe numune gemi herkis İstanbul l i manına gelmemişdi . Üç
bin yedi yüz mil deryadan sefer ider ve seksen üç p are hernan top kullanur
sa'ir yarakdan gayri ateş- efşan hey'et-i hari ciyyesi şekl - i hınzir i di , u c u b e - i dev­
ran i di , görülmiş değildi ki sebt olundı . 8

7 Aktaran A y a l an, a.g. e. , s. 94-95.


8 Sel an i kl Mustafa Efend i , Tarih-i Selônikl, haz. Mehmet İ pş i rl i , İ stanbu l , 1 989, c. l, s.

3 3 4 . [ İ s ta nb u l l i m a n ı n a ş i m d i ye k a d a r b u n u n k a d a r g a r i p b i r g e m i g i rm em i şt i .
Denizde 3 . 700 fersahı a ş ı p g e l m i şt i ; d i ğer s i l a h l a rdan başka 83 topu va rd ı . Ateş l i
s i l a h l a r ı n ı n d ı ş b i ç i m i b i r d o m u z a b e n z i y o rd u . E ş i e m s a l i n e g ö ı ü l m ü ş n e d e
k aydedi l m i ş b i r devran harikasıyd ı .]
İslam dünyasının da Atlas O kyanusu 'na kıyısı vardı. İnsan Faslıların
neden açık deni zlere çıkmadığına ve Amerika'yı keşfetmediğine şaşıyor.
B unun besbelli bir nedeni söz konusu kıyı şeri dinde, Avrupa denizciliği­
nin ve gemiciliğinin gelişmesini kolaylaştıran - hatta gerektiren- liman ve
haliçlerin bulunmayışıydı . B ir başka cevap belki de Faslıların sahip olduk­
ları denizlerde büyük ölçüde kendi başlarına oluşlarıydı; bu durum onları
birbirlerine karşı ardı arkası kesilmeyen savaşlarda denizcilik becerilerini
bileme fırsatını bulan İspanyollar ve Portekizlilerden, Fransızlar, Hollan­
dalılar ve İngilizlerden ayıran bir husustu . Başka bazı bakımlardan olduğu
gibi, bu bakımdan da Avrupa' nın birlikten yoksunluğunun uzun vadede
bir avantaj olduğu görülecekti .
B atı Avrupa'nın teknoloj ide daha ileri ve gelişkin bir düzeyde oluşu si­
lah donanımıyla sınırlı değildi, iktisadi üretim alanma da uzanmaktaydı.
B unun güzel bir örneği , ilk zamanlarda ve uzun bir süre boyunca enerji
üretiminde insan ya da hayvana dayalı kas gücü dışındaki tek araç olan
değirmenden yararlanmad ır. İlkel yeldeğirmenleri ve sudeğirmenleri de
dahil olmak üzere değirmenler büyük, gözle görülebilir ve sabittir. Giz­
lenmeleri, görünüm bakımından değiştirilmeleri ya da taşın maları kolay
değildir. Dolayısıyla geç mişin vergi toplayıcıları için olduğu kadar, çalış­
14
malarını vergi kayıtlarına dayandıran günümüzün tarihçi leri için de keyifli
bir kaynak s ayıl ı rl ar . Princeton ' da n meslektaşım Charles Issawi ' n i n ,
Domesday Book i l e Osmanlı sicilleri arasında yaptığı b i r karşılaştırma, Nor­
man yönetimi altındaki İngiltere'de, Kanuni Sultan Süleyman dönemin­
deki merkezi Osmanlı topraklarına göre daha fazla değirmen bulunduğu
yolundaki şaşırtıcı gerçeği ortaya koymaktadır. 9
Ç ok büyük b i r önem taşıyan b i r başka teknoloj ik yenilik matbaaydı .
B arut gibi bu da Doğu Asya kökenliydi ve İ ran 'daki bir İ lhanlı hükü mda­
rının kısa süreli ve felaketle sonuçlanan bir kağıt para basma denemesi ı o
dışında, aynı şekilde O rtadoğu 'yu atlayarak Avrupa'ya geçmişti . Anado­
lu'ya l 492 'de vardıklarında beraberlerinde matbaayı da getiren İspanyol
Yahudi sığınmacılara, padişah fermanı uyarınca Arap harfl eriyle baskı yap ­
mama koşuluyla, başkentte ve başka kentlerde kitap basma izni verildi .
D aha sonra Hıristiyan azınlıklar için de benzer fermanlar çıkarıld ı . Os­
manlı topraklarında 1 8 . yüzyıla değin İbrani, Yunan , Ermeni, Süryan i ve
zaman zaman Latin harfleriyle kitap lar basılırken , Türkl erin ve bütün

9 C h a r l es l s s o w i , " Tec h n o l o g y , E ne r g y , o n d C i v i l i zo t i o n : S o m e H i sto r i c o l O b ­


s e r v a t i o n s " , lntern a t i o n a l Jo urn a l o f M iddle Eas tern Studies, 2 3 ( 199 1 ) , s .
28 1-89.
1 0 Kari J ahn, " Dos i ron i sc he Pa piergel d " , Archiv Orient61ni, 10 ( 1938) , s. 308-40.
Müslüman reayanın kullandığı harflerle hiç kitap basılmadı . l l Gerek Do­
ğudan ilk gelişinde, gerekse B atıdan yeniden aktarılışında matbaanın bu
şekilde iki ke z ve kesin reddedilmesi , birkaç yüzyıl sonra kağıdın istekle ve
etkili b i r biçimde kabul görmesiyle karşılaştırıldığında büsbütün dikkat
çekicidir.
Topçuluk ve matbaa gittikçe arayı açan eşitsizliğin en çarpıcı yönlerin­
den yalnızca i kisidir. Bunların İslam ülkelerindeki gecikmeli, gönülsüz ve
uzun süre verimsiz benimsenişinin tam tersin e Batıda hızla gelişmesi ve
kullanılması m uhakkak ki, en azından kısmen , daha derin toplumsal ve
kültürel nedenlerin sonucu olmalıdır . Söz konusu nedenlerin incelen mesi
ise ancak yeni başlamış bulunuyor.
B öyle bir neden şimdiden belirtilmiş bulunuyor: Ortaçağ sonlarında
Müslüman devletlerde olağan hale gelmiş olan kul toplumunun değişime
ayak uyduramaması. Kul toplu muna sıkı sı kıya bağlı olan bir özellik, ka­
d ın ların ayrım cılığa maru z kalmasın ı ve ikinci planda tutulmasını öngören
bir toplumsal düzend i . Bu konuda daha yakın bir kaynaktan aktarma ya­
pacağı m . Türkiye Cumhuriyeti 'nin kurucusu Kemal Atatürk 1 92 3 'teki
bir söyleYinde şöyle diyordu : " B ir heyet-i içtimaiye, cinsinden yalnız biri­
nin icabat-ı asriyeyi iktisap etmesiyle iktifa ederse o heyet-i içtimaiye yarı-
dan fazla zaaf içinde kalır. " 1 2 H ıristiyan Avrupa'nın kadın l arı herhangi J .'ı

tü rden bir eşitliği elde etmek.ten çok u zaktı, ama çokeşliliğin ya da yasa-
larla tanınmış cariycliğin baskısı altında değildi . Onların yararlandığı sınır-
lı düzeydeki özgü rlük ve katılım bile , Batı ülkelerini gezen -ve hepsi de
erkek olan- bir dizi M üslüman ziyaretçiyi sarsıp uyandırmaya hiçbir za-
m an yetnı edi . 1 3 B atı uygarl ığı kadınların varlığından dolayı zengindi ;
Müsl üman uygarlığı ise onların yoklu ğuyla daha yoksuldu .
Birkaç başka yıl dönümü de iki topl u m arasındaki eşitsizliğin bazı farklı
yönlerini ortaya koyabilir. 1 49 2 aynı zamanda Lorenzo de' Medici 'nin

11 M ü s l ü m a n dünyasında matbaac ı l ığ ı n tarihi i ç i n bkz. f/2, "Matba ' a " . E rken dönem
İ br a n i matbaa c ı l ı ğ ı i ç i n bkz. A. Frei m a n n , Über hebröische lnkunoblen, Lei pzi g ,
1 902; A . M . H aberma n n , Toldot ha-Sefer ho- lvri, Kudüs, 1 945.
12 Kema l Atatürk'ün 31 Ocak 1 923'te İ z m i r'de verd i ğ i söy l ev, A totürk'ün Söylev ve
Demeçleri il, Ankara , 1 952, s. 84. Atatürk başta 30 Ağustos l 926'da K astamonu'da
v e rd i ğ i söy l evde ( o. g . e. , s . 2 1 9) o l m a k ü z e re b a ş k a vesi l e l e r l e de aynı temay ı
i ş l em i ş t i r .
l 3 M ü s l ü m a n l a r ı n B at ı l ı k ad ı n l a r ı a l g ı l ay ı ş b i ç i m l e r i üzeri n e b k z . L ew i s , Muslim
Oiscovery, s. 28 1 , 286-9 3 . Çağdaş A ra p edeb i yat ı nd a B at ı l ı k ad ı n portre s i i ç i n
Rotraud W i e l a ndt, Dos Bild der Europöer i n der modernen orobischen Erzöhl- und
Theoterliterotur, Beyrut, 1 980, öze l l i k l e s. 489-553; ve a . y . , " F actors Determ i n i ng
the Pi cture of the E u ropean Woman i n Modern Ara b i c F i ct i o n " , Tarih: Popers in
Neor Eostern Studies, 2 ( 1 992), s. 1 7-40.
öldüğü yıldı . Rönesans döneminin ilk örnek hükümdarı olan bu kişi yeni
kültür ve bilimin himaye altına alınmasında, yeni tarz ticareti n yürütülme­
sinde önemli rol oynamış ve - bununla biraz ilgili bir özellik olarak- Avru­
pa devletlerinin daha sonraki yayılmasında büyük bir yer tutan Batının ye­
ni dış politika zanaatına öncülük etmişti .
İspanyol hümanist Antonio de Ne brij a'nın bir Avrupa yerel konuşma
dilini kararlı ve standart bir yapıya kavuşturmaya ve bir edebi dile dönüş­
türmeye yönelik ilk girişim olan Gra m m!ıtica castellanıı adlı yapıtının ya­
yımlan ması da aynı yıla rastladı . O zamana değin Lati n Avrupası Ye Arap
dünyasındaki durum kabaca birbirine benziyordu ; her i kisi de günlük ha­
yatta kendi yerel dillerini konuşurken , hem resmi yazı şmalarda hem de
edebi yazılarda yapay bir dili - bi r i ortaçağ Latincesi n i , öbürü klasi k
dönem sonrası Arapçasını - kullanıyordu . Fransı z tarihçi Bernard Vincent,
Kastilya lehçesinin standart İspanyolca olarak ben imsen mesinin İspanyol ­
Amerikan uygarlı ğının ortaya çıkmasına ve olgunlaşmasına büyü k katkıda
bulunduğunu i l eri sü rmekte l 4 ve Aragonlu bilgi n Gonza l o G arda de
Santa Maria'nın şu di kkate değer sözlerini aktarmaktadır:
Kraliyet i ktidarı bugün Kastilya'da olduğu i ç i n , bizi yöneten seçki n kral v e
kraliçe Kastilya diyarını kendi devletlerinin temeli v e merkezi yapma yol unu
ı rı seçtiği için , b u kitabı Kastilya lehçesinde yazmaya karar verdi m ; çünkü dil
bütün öteki şeylerden daha fazla iktidara eşlik eder . l S

B aşka kaynaklar da bir bakıma benzer gerekçelere dayanarak, yerel


konuşma dillerinin bir tarafa bırakıl m ası nın ve bütün yazılı bel gelerde
klasik Arapçanın bir biçiminin kullanılmasının Arap ülkelerindeki kültürel
ilerlemenin önünde bir engel olduğunu belirtmektedir.
İslamiyet kendi rönesansını 1 O. ve 1 1 . yü zyıllarda, antik çağ biliminin
yeniden canlanmasıyla ve yeni bilim anlayışının yaratı lıp yayı l m asıyla
yaşadı . Avrupa'ya özgü Rönesans, İsl a m topraklarında hemen h i çbir etki
yaratmadı ve Türk tarih ç i Adnan Adıvar ' ı n sözleri yl e , " bi l i msel akım
ilahi yat ve fıkhın setl eri ne çarpıp dağıldı . " 1 6 İslam dünyası 1 5 . ve 1 6 .
yüzyıllarda Rönesans'ın yüzünü görmediği gibi bir Reform hareketi de
yaşamadı .
Bununla birlikte İslamiyet olağanüstü gücünü korudu ve Akdeniz'in
her i ki ucunda Avrupa 'ya karşı koymaya devam etti . Türkl erin 1 4 5 3 'te
Konstantinopolis'i ele geçirmesi Doğu Hıristiyan alem ine mahvedici bir
darbe indi rdi ve B at ı için büyük bir tehdit yarattı . 1 47 8 'e gelindiğinde

14 Bernard Vi ncent, 1 492: L 'Anne odmiroble, Pari s , 1 99 1 , s . 72-78.


15 o.g.e., s . 78 .
1 6 A. Adnan [Adı var], La Science chez fes Turcs ottomons, Paris, 1 939, s. 57.
Yunan, Arnanıt, Romen ve Güney Slav t o p r a k l a rı Türklerin yönetimin­
deydi ve Türk akmcı gü ç le ri Ven edik'in dış mahallelerine kadar ul aş mı ş t ı .

Türkler l 480'de Otranto\u alarak İtalya'da bir dayanak noktası elde et­
tiler. İspanyolların Gırnata'yı fethetmesi büyük bir zaferdi ve Avrupa'nın
güneybatısının kurtarıl masında bel irl eyic i bir rol oynadı. Ne var ki Hıristi­
yan alemi ile İslamiyet arasındaki daha geniş cepheleşmede kesin bir so­
nuç getirmedi . Av r u p a n ı n güneydoğusunda M üslü man tehdidi sürdü v e
'

hatta daha da büyüdü; ancak i ki yü zyıl sonra, Türklerin Viyana ön l e r in­


den son geri çe k i l i şi yle or t a d an ka l kt ı
.

Bu aracb İ s panya d aki Katolik hükümdarl ar, Müslümanlara karşı ka­


'

zJndıklan zaferden kısa bir süre sonra dikkatlerini bir başka düşmana, ya­
ni Yahudilere çevirdiler. Siyasette ve savaşta Ya h udil er i n önemsiz bir gücü
vardı. Hatta t i car e t v e kültür a l an l a r ı n d a yararlı olmaları da mümkündü .
Ama di nsel açıdan en yakın ve en duyarl ı tehdidi oluşturan bir u nsur
olarak görül düler.

17
!KİNCİ B Ö LÜM

ÜLKEDEN ÇIKARILMA

D uyarlı bir Venedik yurttaşı 1 3 N isan 1 602'dc, Fondaco dci Turc­


hi'nin sürekli hizmet vermek üzere kurulması önerisine karşı ç ı kan bir di­
lekçeyl e cumhuriyet yönetimine başvurdu . Kenti ziyaret eden Türk tüc­
carlara yiyecek ve barınak sağlayan bu kurum , dilekçe sah i bine göre bir
18 dizi nedenden dolayı sakıncalı ve tehlikeliydi . Tek bir yerde çok sayıda
Türk'ün varlığı kaçınılmaz olarak bir caminin i nşasını v e ı\!hıhammcd'e
tapınılmasını getirecekti . (Anbşılan dilekçe sahi bi İ sla miy e t hcıkkında çok.
az şey biliyordu. ) Bu durum halihazmh Yahudi ve Protestan Alman varlı­
ğını n yol açtığından daha büyük bir skandal olacaktı . Bir kere, Türklerin
sefih davranışları ahlak bozucu bi r e tki yarata caktı . Ayrıcı, çok daha
önemlisi Fondaco Türklerin siyasal tasarıları nı kolaylaştıracaktı . B öylelikle
"tek bir padişahın yol gösterdiği v e büyük bir deniz gücüyle donanmış"
Türkler, ''bir reis ya da hükümdardan yoksun " ve " dünyanın ayaklar altı­
na aldı ğı" Yahudilere oranla Venedik'e çok daha fazla zarar verebilirdi . l
Müslümanlar ile heretikler arasmda bağlantı kurmak alı�ılmadık bir şey
değildi. Ortaçağ Batı dünyasında yaygın olan bir hikô.ye daha da ileri gi­
derek, Muhaınıned ' i , papalık seç· i ıni ı ıd c bir tarafa itilmesine çok içerleye ­
rek Arabistan'a giden ve orada rakip bir dini başlatan dönme bir kardinal
olarak göstcriyordu. 2 Hatta bu tür saçın::ı fantezi lerin ötesinde , Prot.est;ııı -

Paol o Preto, Venezio e i Turchi, F l oransa, 1 975, s. 1 32 .


2 Ortaçoğda ve modern çağda B at ı n ı n H z . Muhammed ' i nos ı ! gördüğüne i l i ş k i n bkz.
E/2, "Muhammad"; bu maddede gen i ş çap l ı yol gösteri c i bi b l i yografik b i l g i veri l m ek­
ted i r . Daha eski l iteratür a ç ı s ı ndan başvuru l m a s ı gereken k l a s i k bir çal ı şm a : A l es­
sandro d' Ancona, " La l eggenda di Maometto in Occi dente", Giornole storico del/o
letteroturo itoliono, 1 3 ( 1 899), s. 1 99-28 1 .
lara yönelik Katolik polemikleri bazen İslamiyeti erken bir Reform hare­
keti gibi sunuyor, suretlerden hoşlan mama, Teslis ve lvfariolatry ( Mer­
yem ' e tapma) öğretilerini reddetme gibi ortak yönlerini ve başka bir dü­
zeyde de padişah ile Protestan hükümdarlar arasındaki danışıklı dövüş id­
dialarını ileri sürüyordu. Ama Müsiümanlarla Yahudileri kilise ve din düş­
manları olarak göstermek çok daha eski ve çok daha yaygındır; bu anlayı­
şın kökleri en azından Birinci Haçlı Seferi dönemine kadar inmektedir. 3
Karanlık Çağ denen dönemde Hıristiyan Avrupa'daki Yahudiler ol­
dukça ileri bir hoşgörüden yararlanmışlardı . Yahudilerin sıkıntıları Haçlı
askerlerinin Kutsal Topraklar'da kifiricrk çarpışmaya koyulması ve işe ön­
c e içerideki kafirl erden başlamanın uygun olacağı nı düşün mesiyle ortaya

çıktı . Dönemin bir İbrani tarihçisi durumu şu sözlerle anlatıyordu :


Artık yola çıkma zamanı geldi . Yahu dilerin oturd uğu kentl erden g e ç e r ke n bir­
birierine şöyle deruler: " K 1k şi mdi, kafi r m ab ed i n i arayıp bulmak ve İşrn;:ıelo­
ğullarından inti kam ı m ı zı almak için uzun bir yola koyul uyoruz; oysa b ur ada
tam da içimizde atalan O ' n u haksız yere katledip çarmıha germiş Yahudiler
bulun uyor. İ nubınımızı önce onlardan alalım, İsrail adının bi r daha hiç hatır­
lanmamasını sağlamak üzere ülkelerimi zde o nların kök ü n ü kazıyal ı m ya da
onlara kendi din imi zi kab ul etti rel i m . "4

1 1 . yüzyıl sonlarından başlayarak Oıtı ve B atı Avrupa'daki birçok Ya- JY

hudi cemaati d i n değiştirme y a d a ölme, daha doğrusu onların bakış açı-


sıyla dinden çıkma (irtidad) ya da din uğruna şehit olma arasında bir se-
çim yapma durumuyla karşı karşıya bırakıldı . Çoğu kez bu feveranları kış-
kırtan da bizzat inananları yeni b i r Haçlı seferine çıkmaya çağıran kişiler
ya da yetkili makamlardı . B unlar arası nda heretikleri ve Yahudileri sindir-
mede dikkate değer başarı Lır kazanmakla birlikte, insanları Haçlı Seferleri
için harekete geçirmede çok daha az başarılı olan 1 5 . yüzyılın Fransisken
vaizi ve Engizisyon yargıcı J oao de Capistrano gibi meşhur şahsiyetl er de
vardı . D aha sonra azizler listesine alın an Joao'ırnn adı hala Kaliforniya ha­
ritasını süslemektedir.

3 Daha l l . yüzy ı l baş l arı nda Fransız tari hçi Adhemar de Chaba nnes, Fatı m i ha l i fes i el­
Hôki m ' i n emri üzeri ne Kudüs 'tek i Kutsal Kabir K i l i sesi ' n i n yıkı lmas ı n ı n soru m l u l uğunu
Yahud i l ere yı kar ve Batı l ı Yahudi l eri n Doğuya H ı ristiyanları suçlayıcı mektup l a r gön­
derd i ğ i n i ve Doğu l u Serazenlere karşı Batı l ı l ardan o l uşan bir ordu göndermeye hazır­
l an d ı kları yönünde uya r ı l a rda bul unduğunu öne sürer. Bkz. Adhemar de Chobonnes,
Chronican A quitonicum et Froncicum 1 37, aktaran H atem, Les Poesies epiques, s. 43.
A l lan H arri s Cutler ve Helen E l mquist Cutler' ı n The Jew As Ally of the Muslim: Medi­
evol Roots of An ti-Semitism, Notre Dome, 1 986 adi ı yapıtı nda yer alon ve anti -semi­
tizm i n temeldeki nedenini bu sanal i l i şkiye bağl ayan iddia abartı l ı görünmekted i r.
4 Sh lomo E i d e l berg, çev . ve ed. , The )ews ond the Crusodes: The Hebrew Chronicles
of the First ond Second Crusodes, Mad i son, l 977, s. 22.
D insel duyarl ılığın e n üst düzeye çı ktığı , H ı ristiyan alemi n in gerek
içeride gerekse dışarıda bölünme , heretiklik ve inançsızlığın oluşturduğu
üç yönlü bir tehdit altında göründüğü o günlerde, daha önce aykırı gö­
rüşlere karşı gösterilmiş olan ve her zaman nazik bir dengeye dayanan
hoşgörü iyice azalarak yok denecek bir düzeye kadar indi . Özellikl e Hıris­
tiyanlık adı na geri al ınmış olan yeni topraklard a Yahudiler ve M üslüman­
l ar, güçlükle kazanı lmış olan Hıristiyan birliği ve bağımsızlığı için sürekli
bir tehdit olarak görülmekteydi . B atı Avrupa'da Yahudiler ile Mağribiler,
D oğu Avrupa'da da Yahudiler ile Tü rkJ er polemik yazıbrınd:ı, vaazlarda
ve hatta yerel biri m lerin , kralların ve papaların yasal düzenlemelerinde ge­
nel likle Hıristiyan aleminin düşmanları olarak birlikte anılmaktaydı . Onla­
rın gündelik alışkan lıkları bile s:mki bu algılayışı doğrular gibiydi . 1 670
gibi geç bi r tarihte, Akdeniz' deki bir gemide görevli olan ve zamanını bir
günce tutup kötü şiirler yazarak geçiren bir İngiliz askeri vaizi bn ç ağrışı­
mın bir yönünü şöyle yansıtmaktaydı :
Tanrı m Kral Charlcs ' ı , York D l.ikü'nü
Ve kraliyet ailesini
Dom u z eti yemeyen Yah udi ve Tü rklerden sen koru ;
G üzel Efen di m i z kur tar beni .
20
B u ortamda ateşli kuruntul arın bazen fesada dönük tertipler görmeye
yönelmesi şaşırtıcı değildir: M üslü manlar zaman zaman Yahudi aj anı , da­
ha sıklıkla olmak üzere Yahudiler de Müslüman ajanı, gizli görevlisi ya da
en azından sempatizanı sayılmaktaydı . 1 8 77- 8 8 arası gibi geç bir dönem ­
de, Disraeli'nin izlediği Türk yanlısı politikanın Liberal muhalifleri bu sa­
va sarılmaktaydı . Parlamento' daki Li beral üyelerden biri ve yazar T. P .
O 'Connor'a göre, "on u n [ Disraeli'nin] Türkiye sorununa ( . . . ) genel ba­
kışını belirleyen, bir Yahu di olarak Türklerin hısım olması ve yine bir Ya­
hudi olarak kendini Türklerle ortak davaya baş koymak zorunda hisset­
mesi"ydi. Seçkin bir tarihçi v e Oxford öğretim üyesi olan E. A. Freeman
daha da ileri gitmekteydi: "Avrupa genelinde basını n en sıkı Türk taraftan
olan kesim i büyük ölçüde Yahudilerin elindedir. Çok küçük bir istisna
grubu dışında, Yahudiler her yerde Türk dostudur. " Liberal Parti'nin li­
deri Gladstone bile Argyll Dükü'yle bir sohbetinde şu belirlemede bulun­
maktaydı: "Dizzy'nin gizli Yahu diliğinin bu politikalarla bir ilişkisinin ol­
duğu yolunda güçlü kuşkularım var. " :i Victoria dönemi İ ngiliz li beralleri ­
nin bile bu doğrultuda düşünüp konuşabildiği göz önüne alınırsa, hoşgö-

5 Bu kon u l arda bkz. Bernard Lew i s , "The Pro- l s l a m i c Jews", Judoism, 1 7 ( 1 968), s .
39 1 -404; ayn ı y azı n ı n gözden g e ç i r i i m i ş yen i bask ı s ı , a . y . , Is/om i n His tory, 2. b . ,
Chi cago, 1 993, s . 1 37-5 1 .
rünün daha az oldıığu zaman ve mekanl arda başka kimselerin çok daha
yoğun kuşkular beslemesine ve Yahudile re karşı harekete geçmeye yatkın
olmasına pek şaşmamak gerekir .
Y e n i birleşmiş olan İspanya'nın Katolik hükümdarları , Ocak 1 492 ' de
Gırn:ıta zaferinden sonra kendilerini iki tehlikeyle karşı karşıya buldul ar.
Bunlardan biri siyasal v e askeri nitelikteydi : Bir M üslüman karşı saldırısı
tehlikesi . Akdeniz 'in öteki ucunda, kırk yıl kadar önce Konstantinopolis'i
ele geçirdikten sonra muzaffer bir tavra giren yeni v e kudretli bir Müslü­
man imparatorl uğu hem ordu , hem de deniz gücünü batıya doğru geniş­
l etiyord u . Mağri bilerin 1 5 78 'de Ü ç Kral Çarpışması'nda Porteki zlileri
ezici bir yenilgiye u ğratmalannın da gösterdiği gibi , yalnı zca birkaç mil
ötedeki Kuzey Afrika'da hala zorlu M üslüman kuvvetl eri vardı . M üslü­
manların olası bir geri dön üşüne karşı savunmaya ve belki ö n c e davran­
n1ay�1 dönük tedbirler al mak gerektiği açıktı .
Ö teki tehlike dinsel nitelikteyd i . B u bakımdan İslamiyet artık tehlikeli
bir düşman olarak görülmemekteydi . İ lahiyat çerçevesindeki bir hesapla­
mada, deyi m yerindeyse, İslamiyete aldırış edilmeyebi lirdi. Hıristiyanlığın
yeryüzüne inişinden sonra geldiği için, Hıristi yan anlayışına göre zorunlu
olarak asılsızdı ve heretik bir akım ya da bir sapma olarak bertaraf edilebi-
lirdi . Hatta H ıristiyan esk:ıtology:ısı için de Vahiy Kitabı 'nda sözü edilen 21

"şeytan" kapsamın da ele alınabilirdi . Müslüman i lerleyişi sırasında dön-


meler arasında çok güçlü olan İslamiyetin çekiciliği , geri çekilmeleriyle
birlikte zayıflamaya yüz tutmuştu . Osmanlıların olağanüstü zaferleri bile,
halifelerin daha önceki zaferlerinde olduğu gibi fethedilen topraklarda
çok s ayıda insanı İslamiyetin kesi n l i kl e Allah ' ın hakiki dini olduğuna
inandıramamaktaydı.
Buna karşılık Yahudilerin farklı bir durumu vardı . Siyasal ve askeri açı­
dan güçleri önemsizdi . Venedikli dilekçe sahibinin işaret ettiği gibi , onlar
öndersiz ve ayaklar altın da çiğnenen bir halktı ; isteseler bile herhangi bir
zarar verebilecek güç leri yoktu . Ama Yahudiliğin z ı mnen H ı ristiyanlık
için oluşturduğu dinsel tehdit başka bir konuydu . Hıristiyanlıktan sonra
değil , önce geldiği için heretik bir akım ya da bir sapma olarak savuşturul­
ması mümkün değildi . Adını Eski Alıit olarak değiştirerek İbranice Kitab-ı
Mııkaddes'i beni mseyen Hıristiyanl ar, buna vahyi tamamlamak ve Tan­
rı'nın Yahudi lere vermiş olduğu sözleri yerine getirmek üzere İsa'nın na­
sıl geldiğini açıklayan bir Yeni Ahit eklemişlerdi . B u mantığa göre, yeni
indirilen dini hoş karşı layıp benimseyen ve Tanrı 'nın seçtiği yeni lütuf sa­
hibi olarak Hıristiyan kilisesiyle kimliklerini birleştiren ilk kişilerin Yahudi­
ler olması gerekird i .
B irçok Yahudi gerçekten de b u görüşü benimsedi v e sonradan Hıristi-
yan alemine dönüşen c emaatin çekirdeğini olu ştur d u . Ama ötekil erin ıs­
rarla Hıristiyanlığı reddetmesi ve Yahudiliğin ayrı bir din o larak varlığını
sürdürmesi , birçok Hıristiyan tarafindan inançları n ı n ana ilkelerine karşı
çıkma olarak görülmekteydi . Müslüm anl arı n tersin e Yah udiler Eski Ahit'i
bil memekl e ya da Tercih ve Vaat'ten habersiz olmakla suçl anamazdı . Do­
l ayısıyla bu kitap l ara ve öğretilere ilişkin H ıristiyan yorumunu kabul et­
meye yan aşmamaları , en duyarlı olduğu bir alan da H ı ristiyanl ı ğ a meydan
okumayd ı .
Zorla Hıristiyanl aş tırılan ve yeni inanca göre yeti ştirilen ç o k sayıda Ya­
hu dinin yine de gi zlice eski inançbrı n ı koru m ada ve bunu , doğarken vaf­
tiz edilen ve Hıristiyan ol arak eğitil en çocuklarına ve torun l arın a aktarma­
da diretmesi, b n meydan okumayı ve üstü örtülü h akareti daha inciti ci h a­
le getirmekteydi . Yahudileri ülkeden çıkarmanın gerekçel erinden bi ri , bo­
yun eğmeyen ve din değiştirm eyen Yahudi lerin süregelen varlığının b askı
altın da vaftiz olmayı kabul edenlerin gerçe kten yeni dine dönmesini kös ­
tekl emesi ve süre kl i ayakta kal an bir dinden ç ıkma tehlikesi yaratmasıydı .
Yahudileri n en azından kilise otoritesi için yarattığı bir başka ve uzun
vadede d a h a sinsi b i r t e h d i t vard ı . Bu teh didi doğru bir biçimde belirl e ­
y e n Aziz Joao d e Capistra n o , A l rn::ı nya ' d a ve Viyana' da verdiği \'aaz lardan
22 bazı ları nda Yahudilerin Hıristiyanlar arasında yaymaya ç alıştığı "aldatı c ı "
b i r görüşten söz ediyordu : "Yahudiler h erkesin k e n d i inancına g ö r e gü­
n ahlardan ku rtulup mağfirete erebileceğini söylüyo r, oysa bu o lanaksız­
dır. " 6 Bir kere , Azi z Joao de Capistrano 'nun belirttiği şey Yah u di le re ya
da inan ç l a r ı n a yö n e l i k bir iftira de ğ i l d i . Haham öğretis i n e göre, On
Emir'in Musa'ya bildi ri lmesinden ön c e , Nuh ' a indirilen ve bütün insanlık
için bağlayıcı o lan yedi emir vardı . 7 B un lardan dinsel olarak nitelen diril e ­
bilecek ilk i kisi t e k b i r Tanrı ' y a inanmayı e mreder ve ç oktanrıcılık ile oy­
m a putları yJ.saklar . Cinayet, h ırsızl ık, zina, h ayvanlara eziyet v e benzeri
şeyleri yasakl ayan öteki emirl e r gerçek adal eti tanı m l ayan bir tür doğal
hukuk yasasını oluşturur. Çok iyi bilinen bir haham darb - ı mesel ine göre,
b ütün halklar arasındaki dürüst i n sanların cennette bir payı vardır. Aziz
J oao de C apistrano v e ona benzer öteki kişiler i ç in , kendi anlayışları n a
öylesin e yakın olan İslamiyetin zafer tutkusunu anlamak v e on u n l a , uy-

6 Johannes Hofer, .Johannes Kopistron: Ein Leben im Kampf um die Reform der Kirsc­
he, c. 2, H e i d e l berg, 1 964, s . 1 55 . Karş. H . H . ben-Sosson, ed . , A History of the Je­
wish People, Combri dge, Moss . , 1 976 , s. 580.
7 N uh'un e m i rleri i ç i n bkz. M idrash Bereshit Rabba, Nooh, 34.8, İ n g i l i zce çev i r i , H .
F reedmon v e Mourice S i mon, The M idrash Rabboh: Genesis, c . l , Londro, 1 977, s .
272.
gun biçimde, yani savaş alanın da kavgaya tutuşmak kolaydı. Silahsız Ya­
hudi komşu ları n ın dinse l göreceliği farklı bir meydan okumaydı ve farklı
bir karşılığı zorunlu kılmaktaydı .
Gırnata'daki zaferlerinden \'e İspanyol krall ıklarının birleşmesinden
sonra, Katolik hükümdarlar siyasal ve askeri birliği sağlamışlardı . Ama
dinsel birliği sağbmış değillerdi ; çünkü yönetimleri altındaki topraklarda
hala çok sayıda Yahudi ve daha da çok sayıda Müslüman vardı . Kuşku yok
ki, ideoloj ik olduğu kadar, geçerli pratik n edenlerle, dikkatlerini önce H ı ­
ristiyan öğretileri için en tehdit edici ve Hıristiyan iktidarı i ç i n en kolay alt
edilebilir olan Yahudilere çevirdiler.
Yahudilerin , yani ''şu öndersiz ve ayaklar altına alınmış halk"ın ülkeden
çıkarılması görece güvenli ve kol aydı . Bu hareket aynı zamanda daha sonra
girişilen \'e daha büyük çaplı , daha zorlu ve kapsam b akım ın dan dah:ı.
önemli olan M üslüın anl arı ülkeden atma işi için yararlı bir tecrübe sağladı .
Yahudilerin Ülkeden Çıkarılma Fermanı 3 1 Mart 1 492 'de Gırnata'da
imzal anıp duyuruldu ve 29 Nisan'da yürürlüğe kondu . B ütün Yahudiler
3 1 Teınmuz'a değin ya Yaftiz olmayı bbul edecek ya da krallıktan ayrıla­
caktı .
Yahudilerin 1 492'de Fernando ve Isabel'in fermam uyarınca İspan-
ya'dan çıkarılması , bu tür eyl emlerin en iyi bilineni olmakla birlikte hiçbir 23
biçimde ilk örneği değildi . 1 3 . yüzyıl sonlarında ve 1 4 . yüzyıl başlarında
Yahudiler yine krallık fermanlarıyla Napoli, İ ngiltere ve Fransa krallıkla­
rından , ayrıca birçok kent \'e prenslikten kovulmuşlardı . İspanya son ör-
nek de olmadı. Yal nızca birkaç yıl sonra, 1 49 6 ' da Portekiz Yah udileri ve
ayrıca onlar arası nda kısa süreli ve aldatıcı bir sığınak bulan tahminen
l 0 0 . 000 dolayındaki İspanyol Yahudisi çok daha sert bir sınırdışı etme
eylemine maruz kaldılar.
B öylesine ıstı rap verici seçene klerle karşı karşıya kalınca , çok sayıda İs­
panyol ve Portekiz Yahudisi kendisine dayatılan inancı dışarıya karşı kabul
etme ve özel yaşamda reddetme tutumlarını birleştirerek, sorunlarına ra­
hat olmayan ve tehlikeli bir çözüm buldu . Dön meler resmi olarak co n v er ­
sos ya da nıtevos cristian os ( yeni Hı ristiyanl ar) olarak anılıyordu ; gayriresmi
olarak ise çoğu n l u kla viejos cristian os ( eski Hıristiyanlar) tarafından m a r ­
mnos olarak nitelendiril iyordu . Asıl anlamı "dom uz" olan ve mecazi ba­
kıından "domuzca karaktere ve huylara sahip bir kişi"yi ifade eden İspan ­
yolca nıarra n o sözcüğü, zaman içinde özellikle gizlice Yahudi ibadetini
sürdürdüğünden kuşku duyulan yeni Hıristiyanlar için kullanılır hale gel­
di . Bu anlamda marranizm, yani gizlice bir inanca bağlı kalırken görünüş­
te başka bir inancı kabul etme, hiçbir biçimde İ b er Yarımadası 'yla sını rlı
d eğildir; başka zaman ve mekanlarda birçok benzer örneği vardır. Ama
önemli bir istisna dışında hiçbir yerde, derece ve etki bakımından İspanya
ve Portekiz 'deki gizli Yahudil erin düzeyine ulaşmamıştır .8
1 492 'nin ilk yı ldönümü olayı olan Gırnata ' nı n ele geçirilmesi, İ span­
yol ulusu ve Hıristiyan kilisesi için büyük bir zafer olarak hala müIT1i ncc
kutlanmaktadır. 1492 'nin beş yüzüncü yılına giren ikinci olay, yani Yahu­
dilerin kovulması en azından açıkça kutbnmadı ,9 ama uygun bir h ;.wada
anıldı . Bununla birlikte 1992 'de en azından bir yerde, İstanbu l ' da, yalnız
anmayla �retinilmeyip kutlama töreni de düze nlendi; haliyle bu kutlama
Yahudilerin İspanya'dan ayrıl masıyla değil, Türkiye'ye varmasıyla i lgil iydi .
İspanya ve Portekiz sü rgünleri arasında öte kileri çok geride bı rakan en
büyük grup burada kalıcı sığınak ve yeni yurtlar bul muştu . 1 992 yılı bir­
çok anına törenine sahne oldu; bunları beş yüz yıl önce yeni yurtlarına
varanların torunları , onlara kucak açmış olanların toru nları n ın desteği \'e
işbirliğiyle düzenledi .
İspanya ve Portekiz'den kaçan Yahudiler birçok ü l keye gittiler: Fransa,
Holland,t ve daha sonraları İ ngiltere . Bir başka ülke de , İspanya v e Porte­
kiz'dcki Katolik baskılarından kaçan bir grup mültecini n , garip bir cil \'ey­
le, papalığa bağlı kilise devletlerinde barınak bulduğu İtaly:ı'ydı . Bu Ya­
hudiler, m cı rm n o kökenlerini belirtme nin, özgürlüklerini ve hatta hayat-
.!.-1 !arını tehlikeye sokabileceği Venedik'te, doğudan gelenler için kul lanılan
" Levantini " ni n karşıtı ol arak batıdan gelen anlamın daki " Ponenti n i ''
adıyla anıldı . İspanya'dan kovul mayı i z l eyen yı llarda Kuzey ve Güney
Aınerika'daki Avrupa kolonilerinde yeni yurtlar edinen ve yeni hayatlar
kuran bazı Yahudiler bile çıktı . Batılı mülteciler ve onların soyundan ge­
lenler arasında seçkin şahsiyetler vardı . Ama ötekilerden çok daha k:ılabJ.­
lık olan en önemli gru p İslam ülkelerine, özellikle de Osmanlı İ mparator-

8 Morrono lara i l i ş k i n gen i ş b i r l i teratür vard ı r. İspanya'daki ve İspanyol İ m paratorlu­


'

ğ u ' ndaki akı betlerine i l i ş k i n genel b i r i nceleme i ç i n bkz. Anton io Dom inguez Ort i z,
Los judeoconversos en Espofıo y A merico, Madri d , 1 97 8 . İ s p anyo'da " k a n saf l ı ­
ğ ı "n ı n araşt ı r ı l ması üzer i ne bkz. Al bert S i c roff, Les Controverses des stotuts de "Pu­
rete de song" en Espogne du XVe ou XVl!e siecle, Pari s , 1 960 Osma n l ı yöneti m i n­
deki Kudü s'te yen i den d i n değ i şt i rm i ş b i r İ ber morronosu n u n yaşad ı ğ ı m a nevi o l ay­
l a ra i l i ş k i n d i kk ate değer b i r i nceleme i ç i n bkz. Mi nno Rozen, Jewish ldentity ond
Society in the Seventeenth Century: Reflections on the Life ond Work o f Rofoel Mor­
dekhoi Molki, Tübi ngen, 1 992. Ş i i leri n d i nsel d ü ş ü nceler i n i g i z l eme ôdeti i ç i n bkz.
f/2, "T aklya" .
9 Venezuela'da l 985'te veri l en ve son u ncusu E k i m l 992'de olmak üzere " D i nsel Otu­
ruml ar" d i z i s i ni başl atan b i r konferan s , ü l keden ç ı karı l m ay ı , fi i len k u t l a m a s a da,
u l usal birl i ğ i sağ l amak i çi n zorun l u önlemler o l arak E ng i z i syon' l a b i r l i kte h ak l ı gös­
termekte ve dol ayı sıyla ehven-i şer saymaktadır. Bkz. Jorge Ol avarria, Conmemoro­
ci6n del descubrimento de Americo, Caracas, 1 985, özel l i kle s 1 3, 1 6- 1 8 . Bu konfe­
ransa di kkati m i çekti ğ i i ç i n Netanel Lorch'a teşekkür borç l uy u m .
luğu' n u n Avrupa, Asya ve daha sonraları Afri ka'daki geniş topraklarına
gideni erdi . ı O
Yahudilerin bir İslam ülkesini tercih etmelerinin özel bir nedeni vardı .
B irçok Yahudi, daha sonraki bir tarihte göç edip yeniden Yahu diliğe dön­
mek için uygun bir fırsatı kollamak üzere İspanya ve Portekiz'deki yurtla­
rında kalıp vafti z olmayı kabu l etmişti . Herhangi bir Hıristiyan ülkesinde,
hatta en hoşgörülü olanlarda bile, bu biçi mde dinden çıkmak ölüm ceza­
sını gerektirebilirdi . İslam ülkelerinde de Müslümanlıktan çıkma idamla
cezalandırılıyord u , ama Hıristiyanlıktan cayıp Yahudiliğe geçmek kayıtsız­
l ıkla karşılanan bir konuydu . Her ne olu rsa olsun Müslüman fıkıh alimleri
çoğu zaman zor a dayalı din değiştirmenin geçerli olmadığı ve dolayısıyla,
böylesi bir din değiştirmeden vazgeçmenin dinden çıkma suçu oluştur­
madığı gö rü ş ü n ü s�wunm aktaydı . 1 1 Bu bakımdan Yahudi marrano'Iarın
eski inançlarına yeniden dönmek için H ıristiyan bir ortam yerine Müslü­
man bir ortamı t e rcih etmelerinde açı k bir çıkarları vardı . Bu farklılığın
gaddarca bir örnekle ortaya çıktığı bir olay, 1 5 5 5 - 1 5 5 6 ' da papalığa bağlı
devletlerden Ancon :ı ' da açıkça bu tarzda yJ.ş:ıyan bir grup Portekizli Ya­
h u dini n , m a rra n o olmakl a suçbnması ve dinden çıkma suçuyla yargılan­
masıy d ı . Soru şturma sırasında itirafta bulu narak yeminle Yahudilikten
vazgeçenler, kalyonlarda ömür boyu kürek cezasına çarptırılarak ödüllen- 2s
dirildi . Geriye kalan yirmi dört erkek ve bir kadın devlet yetkililerine tes-
lim edildi ve ardından boğularak yakıldı . Osmanlı padişahının sert diplo-
matik m üdahalesi bile serbest bırakılmabrını sağlayamadı . 1 2

1 0 Gen i ş kapsam l ı b i r araşt ı rma i çi n bkz. The Sephardi Heritage: Essays on the History
and Cultural Contribution of the Jews of Spain and Portugal, c. 1 : The Jews in Spain
and Portugal Before and A fter the Expulsion of 1 492, ed. R. D. B a rnett, Londra,
1 97 1 ; c . 2 : The Western Sephardim, ed . R. D . Barnett ve W . M . Schwab, Grendon,
Northants 1 989.
11 K u rtuba'da (Cordovo) doğu p genç l i k y ı l l ar ı n ı o rada ve Fos'to geçi ren büyük Yahudi
i l a h i yatçı ve hek i m Mai mon i des ' i n ( İ bn Meymun) yaşad ı k l arı bu konuda çok i y i b i l i ­
nen b i r örnekt i r . B i r kaynağa göre, mutaass ı p Muvah h i d yönet i m i a l t ı nda d ı şa r ı ya
karşı İ s l a m d i n i n i beni msemek zorunda ka l ı r, oma i l k fı rsatta a i lesiyle bi rl i kte daha
hoşgörü l ü bir orta m ı n o l duğu M ı s ı r' o kaçar. Orada Yahudi l i ğe döner ve Kahi re' deki
bir Yahudi cemaati n i n baş ı n a geçer. Bir gün Fos'tan gel m i ş bir Müs l ü m a n ziyaretç i
onu 1 on ı d ı ğ ı n ı i d d i a eder, onu İ s l a mdan dönmekle suçl ar ve i ş l ed i ğ i a ğ ı r suçtan do­
l ayı hukukun gördüğü en yüksek cezaya çarpt ı rı l ma s ı n ı i ster. M ı s ı rl ı kadı sözü ed i l en
din deği şti rme eylem i n i n gönü l l ü o l madı ğ ı i ç i n geçerl i say ı l amayacağı ve bu neden­
l e d ı nden ç ı k m a suçu n u n o l uş m ad ı ğ ı kararı n a varı r. Moi moni des kendi d i n i ne göre
i badet etmede serbest b ı rak ı l ı r ve mes l eğ i ne yen i den döner. Bu h i kôyeyi 1 3 . yüzyı l ı n
b i r M ı s ı r ô l i m i hek i m l erin tari h i y l e i l g i l i k i t a b ı nda a n l at ı r . Bkz. l b n o l -Q i ftl Ta'rikh al­
Hukamô, ed. J . L i ppert, Lei pzi g , 1 903, s. 3 1 7- 1 9 .
1 2 Bkz. Atti l i o N i l ono, Storia degli ebrei in ltalia, Torino, 1 963, s. 250-52; k i tapta daha
ön cek i kayn a k l a r ve araşt ı rm a l ar bel i rti l mektedir.
Osmanlı topraklarına yerleşen Yahudiler, İspanya ve Portekiz'den ka­
ç anların en büyük grubuydu ve sayıca ötekilerden çok daha fazlaydı . Ayrı­
ca öbür Avrupa ülkelerinden gelme Yahudiler ile bölünme yanlısı olmaları
ya da heretiklik nedeniyle uğradıkları baskılardan kurtulmaya çalışan Hı­
ristiyanlar da dahil olmak ü zere, Avrupa'dan Türkiye 'ye kaçmış birçok
mülteci grubu arasında da en büyük grup olarak öne çıkmaktaydı . Öte
yandan Türk yetki lilerinin Yahudilerin gelişine i zin vermekle kalmayıp ,
bunu özendirdiğini ve hatta desteklediğini gösteren ciddi veriler vardır.
1 5 . ve 1 6. yüzyıllarda böyle bir politikanın izlenmesi bir açıklamayı ge­
rektirmektedir .
İspanya'dan kovul manın henüz belleklerde taze olduğu v e hala kaygı
uyandırdığı l 5 2 3 'te, Eliyahu Kapsali adlı bir Yahudi tarihçi tuttuğu bir
güncede şunları yazıyordu:
Osmanlı hükümdarı S ul tan B ayezid, İspanya kralının Yahudi lere yaptığı bütün
kötülükleri duyup onların bir sığınak aradıkl arını öğrenince, hallerine acıdı .
B unun üzerine ülkesinin h er tarafı na özel görevliler göndererek, kendisi ne
bağlı kentlerdeki valilerin Yahudileri almama ya da sürme yoluna gitmemeleri,
tersine onlara kucak açmaları gerektiğini duyurdu ve b u emrini yazılı hale ge­
tirdi . Ve böylece ülkesinin her tarafın daki bütün insanlar Yahudileri iyi karşıla-
26 yıp gece ve gündüz korudu. Yah udilere kötü davranıl madı ve hiçbir zarar ve­
rilmedi . İspanya'dan kovulan binlerce ve onbinlerce kişi Osmanlı topraklarına
vardı ve ülke onlarla doldu . Ardından Osmanlı topraklarındaki Yahudi cema­
atleri sayısız b üyük hayır işleri yaptılar ve tutsakları fidye verip kurtarmak için
su gibi para akıttılar. 1 3

Alıntının sonunda sözü edilen kişiler, korsanlarca yakalanan ya d a yol-·


culuk için bindikleri gemilerin kaptanları ya da mürettebatı tarafından sırf

1 3 E l i yahu Capsa l i , Seder Eliyah ZOtô, c. l , ed . Aryeh Shmuelevitz, K ud ü s , 1 975, s .


2 1 8- 1 9; b a z ı bö l ü m l er i n y e r a l d ı ğ ı daha e s k i b i r baskı , M . Lattes, D e vita et scriptis
Eliae Kapsalii, Padova, 1 869, s. 1 2- 1 3 . Kapsa l i ve eserl eri hakkk ı nda, bkz. Moritz
Stei nschnei der, Die Geschichtsliteratur der )uden, F rankfu rt, 1 905, s. 9 3-94. Yahudi
kaynakl arı nda H ı ri stiyan Avru pa'da bask ı l arı n uyguland ı ğ ı bir s ı rada Osman l ı İm­
paratorl uğ u ' n u n bir s ı ğ ı na k s u n m a s ı na i l i şki n daha b i rçok ş ükran i fadesi vard ı r .
B u n l ardan b i ri o l a n Edi rne mektu bunun 1 5 . yüzy ı l b a ş l a r ı nda, yani İ spanya'dan n i ­
h a i kov u l madan önce, ama bask ı l a r ı n b i r hayl i i l er l ed i ğ i b i r s ı rada yazı l d ı ğ ı a n l aş ı l ­
m aktad ı r. Kend i s i n i A l m a nya'da doğm u ş o l a n ve Edi rne'de yaşayan Fransız köken l i
b i r Yahudi o l a rak tan ı tan yazar, Avru pa'd a Yahud i l eri n çekt i ğ i ezi yet leri v e Osman­
lı ü l kesi ndeki hoşgörüyü ve huzu r l u o rta m ı dok unak l ı bir d i l le anlatır. Bir yüzy ı l ı aş­
kın b i r süre sonra Samuel U sque a d ı nda bir Portek i z l i Yahud i , ü n l ü kita b ı The Con­
solation for the Tribulations of lsrae/'de d i nda ş l a r ı n a hem i l ahi hem de i n sani ba­
k ı m l arda n tese l l i l er verir. İ k i nci tür tese l l i kaynak l arı oras ı nda "en fazla di kkat çeke­
ni yüce Türk iye"d i r . B u konul arda bkz. Lew i s , Jews of Is/om, s. 135-36.
fidye için tutulan çok sayıda Yahudidir. Aktarılan metnin bir bölümü
doğrudan Kitab-ı Mukaddes'in içindeki Ezra Kitabı'ndan ( 1 : 1 ) yapılmış
bir alıntıdır. B urada Eski Ahit'in adil ve iyiliksever yabancı hükümdar pa­
radigması olarak sunduğu Pers kralı Kyros'un Yahudi halkına mağfiret ve
himaye getirişi anlatılmaktadır.
Kapsali ne bir İspanyol Yahudisiydi ne de Osmanlı tebaasındandı . Gi­
rit'teki eski Yahudi cemaatinin bir mensubuydu; dil ve kültür bakımın­
dan Yunan kim liğine sahipti v e siyasal bağlılık bakım ından Venedik
Cumhuriyeti' nin tebaasıydı . Tarih u zmanı olma gibi bir iddiası yoktu ;
tersine birçok yönden anlaşıldığı kadarıyla oldukça basit ve cahil bir in­
sandı . H epimizin bildiği gibi , tarihçiler bil gilerini genellikle öteki tarihçi­
lere dayandırırlar. Kapsali ise bu yola başvurmamıştı . Kitabında da açıkla­
dığı gibi, etrafta dolaşarak insanlara olaylar h akkındaki haberleri sormuş­
tu . "Adamızdaki limanlara dünyanın her tarafından birçok tüccar ve ge­
mici gelir ve onlarla konuşarak olup bitenleri öğrenmek mümkündür"
demektedir. 1 4 Bu durum Kapsali'nin anlatımına, özel bir anlam kazan­
dırmaktadır . D önemin tarihçilerinden çoğunun tersine, bize aktardıkları ,
olayların aşağı yukarı resmi bir anlatımından çok, Akdeniz limanlarında
dolaşan söylentilerin bir özetidir. Bu bakı mdan bize kesin olarak gerçek-
te olup bitenlerin bir yansımasını değil, dönemin olaylarının, en çok ilgili 21

olan çevrelerde nasıl algılandığının ve ne tür duygular uyandırdığının bir


yansımasını sunmaktadır. M uhakkak ki, bu da en azından aynı ölçüde
önemlidir.
Dikkati çeken bir nokta, Kapsali'nin özellikle H ıristiyan alemindeki
Yahudiler arasında görülen olağanüstü bir traj edi duygusunu yansıtması­
dır; bunlar Hıristiyan aleminin dünyadaki gücünün gözle görülür biçim­
de artmasıyla birlikte kendilerini daha çok tehlike altında hissetmekteydi .
Bir çare, bir sığınak, gidilecek bir yer bulma gereği vardı ve sonunda o
yer bulunmuştu .
Kapsali Yahudilere gösterilen sıcak karşılamayı merhamet duygusuna,
bir başka deyişle padişahın onlara acımasına bağlamaktadır . Sunduğu tab­
lonun oldukça efsane niteliği taşıdığı açıktır; Sultan Bayezid'in özel bir il­
gi duyduğunu ya da bu tür kaygılarla hareket ettiğini gösteren hiçbir veri
yoktur . Ama böylesi durumlarda çoğu kez olduğu gibi, dönemin popüler
bir imaj ı gerçek bir tarihsel doğruyu yansıtır; üstelik b u olayda Kapsa­
li 'nin algılayışı daha derinlikli öteki yazarlarca da doğrulanmaktadır .
Merhamet soylu b i r duygudur v e belirli olaylarda bireysel hareketleri
açıklamada yeterli olabilir. Ama birbirini izleyen hükümdar ve yönetici

14 Copso l i , a.g. e., c. 1 , s . 7- 1 5.


kuşaklarınca uzun bir dönem boyunca izlenen bir devlet politikasını açık­
lamada yetersi z kalır. Tarihçini n , insani merhametin yerine olmasa bile,
en azından buna ek olarak başka açıklamalar araması kaçınıl mazdır. İn -
sanlık tarihini araştırırken merhamet duygusunun belirlediği önemli dev­
let politikaları bulmak zor ve belki de olanaksızdır; dahası böyle bir belir­
leme, söz konusu dönemin koşulları açısından pek akla yakın görünme­
mektedir. Bir cevap bulabileceğimiz yer Yahudi kaynakları değil , daha çok
Türk kaynakları, özellikle de belgeleridi r.
Birkaç yıl önce Budapeşte 'ye yaptığım kısa süreli ziyaret sırasında, otel
idaresinin nazik bir tavırla odama koymuş o lduğu turistlere yönelik yazılı
kaynakları okumaya dalmıştım . B u kaynaklar arasındaki küçük bir broşür­
de, otelin ön kapısından dışarıya çıkıp sağa doğru iki yüz metre kadar yü­
rüdüğümde bir sinagoğun yıkıntılarını ve bazı İbranice yazıtlar bulacağım
bildiriliyordu . Bu talimata uyarak oraya gitti ği mde bir sinagog olması pek
mu htemel bazı yıkıntılar ve İ branice olduğu kuşku götürmez bazı yazıtlar
gördüm . B uda kalesine kazınmış olan bu İbranice yazıtların garip tarafı ,
kullanı lan İbranice alfabenin ve yazı stilinin Orta Avrupa'daki Eşkenazi
Yahudilerine değil de, Osmanlı toprakl arındaki Sefarad Yahudil erine ait
ol masıydı . İnsanın aklına ister istemez Osmanl ı Sefarad Yahudilerinin 1 7 .
28 yüzyılda Buda'da ne işlerinin olduğu sorusu geliyordu .
Dönemin Orta Avrupa tarihi bu soruya verilebilecek cevabın ana hat­
ları nı , Türk arşivlerindeki belgeler de ayrıntıl arını sunmaktadır. Türkler
1 6 . yüzyıl başlarında Macaristan ' ın bir bölümünü fethedip bir idare oluş­
turduklarında, kendi Yahudilerini b eraberlerinde getirdiler ve Macar Ya­
hudilerine de öteki Osmanlı topraklarına gitme çağrısında bulundular.
Daha sonra 1 68 6 'da Macaristan 'dan ayrı lırken, kendi Yahudilerini geri
götürdüler. Macaristan' dan çekil menin ardından Yahudilerin korunması ­
na, güvenlik içinde ayrılmalarının sağlanmasına ve Osmanlı toprakları nda­
ki uygun yerlere yeniden yerleştirilmesine ilişkin padişah fermanlarının ka­
yı dan vardır.
B aşka kaynaklara dayalı bulgularla birlikte ele alındığında, Türk arşiv­
leri ndeki belgeler bu olayın gerçekleştiği koşull arı ve nedenlerini ortaya
koymaktadır. Bunu, yaşadığım bir başka ki şisel tecrübeyle anlatmaya çal ı ­
şayı m . Kırk yılı aşkın bir süre önce Osmanlı arşivleri ne i l k k e z dald ığım
sıralarda, padişah emirlerinin yer aldığı sicil defterlerini gözden geçirir­
ken , Kutsal Topraklar'daki Safed'in sancakbeyine hitaben yazılmış ve 8
Ekim 1 5 7 6 tarihli bir belgeye rastladı m . Belgeye göre padişah "Safed ka ­
sabası ve çevresinden bin Y ahudinin kaydedilmesini ve Kı brıs'taki Mago­
sa şe hrine gönderil mesini " emretmişti . Val iye, bu emri alır almaz " z e n ­
g i n ve hali vakti yerinde b i n Yahudiyi kaydetme, bunları mal v e eşyal arı y -
la birlikte, münasip bir muhafaza refakatinde bahsedilen şehre gönder­
me" talimatı veriliyord u .
Safed'den Şam'a giden y o l ü zerindeki Mansure ve Kuneytra'nın kadı ­
larına hitaben yazılmış olan 27 Ağustos 1 5 77 tarihli bir başka e mirde, pa­
dişahın emrettiği bir işi yerine getirmek için Kıbrıs'a götürülmekte olan
"Safed'in zengin ve varlıklı Yahudilerinden seçilmiş 500 Yahudi ailesi" nin
nakli üzerinde duruluyordu . Kıbrıs beylerbeyine yazılmış aynı tarihli bir
başka emirde, " adanın hayrına olan" bu işler bildiriliyor ve "her seferinde
emrindeki kalyonl ardan birini gön derme, onları adaya getirme ve müna­
sip bir şehre iskan etme" talimatı veriliyordu. B u olayda Kutsal Toprak­
lar'ı bırakıp Kıbrıs'a gitmeyi hiç iste meyen Yahudiler, fi k ir değiştirmeleri
için Osmanlı yetkililerini ikna etmeyi başardılar. Safed kadısına yazılan 2 3
Mayıs 1 5 78 tarihli bir padişahlık emri bunun nedenini açıklamaktadır. Sa­
kd 'deki Yahudilerin ödediği yıllık cizyenin tutarı 1 . 5 00 altın sikkeyi bul ­
makta ve özel vergileri de tamamen padişah hazinesine gitmekteydi . B u
Yahudiler Kudüs'teki Kubbetü's- Sahra v e el-Haram ü ' l - İ brahi mi'l- Halil
Carnii 'ne bağışl an mış bir vakıf malı olan bir han için her yıl 400 altın
ödemekteydi . Kentin gümrük idaresi Yahudilerden yılda 1 0 .000 altının
üzerinde bir gelir elde etmekteydi . .Kıbrıs'a nakledilmeleri halinde, devlet
varidatı bütün bu paralan kaybedecekti . Belgede bu durum şöyle anlatılı - 29

yordu : " Safe d kasabası harap olman ın eşiğine gelecektir. Şam hazinesi
büyü k kayba uğrayacaktır. ( . . . ) Evleri metruk kalacak, hiçbir alıcı çıkma­
yacaktır. Gayrimenkul malları bedavaya gidecektir. ( . . . ) Mühim bir zarar
ve hasar ortaya çıkacaktır. " Dolayısıyla Yahudileri Kıbrıs'a nakletme emri
iptal edilmekteydi : "Mevcut yerlerinde yaşayacak ve işlerine devam ede­
ceklerdir. Bahsedilen konuda rahatsız o lmalarına izin veril meyecektir . "
Ertesi yıl Kıbrıs beylerbeyine gönderilen bir emir, onun kendi adına
Yahudilerini hala istediğini ortaya koymaktaydı . Selanik'ten Safed' e gider­
ken Kıbrıs'ta duran bir grup Yahu diyi alıkoyduğunu bildiren beylerbeyi ,
bunları tutup Kıbrıs'a yerleştirmek için i zin verilmesi ricasın da bulunmak­
taydı . İstenen izin verildi . 1 5
Osmanlıların 1 5 7 1 'de Kıbrıs'ı Venediklilerden almasını izleyen yıllara
ait bu emirler, aynı kalıpta yazılmış bu türden emirlerin bir parçasıdır.
D efterlerde, ekin yetiştirmek ve hayvan gütmek ü zere Kıbrıs'a köylülerin

1 5 Bu be l ge l er i ç i n bkz. Bernard Lew i s , Notes ond Documents from the Turk ish Archi­
ves: A Contribution to the History of Jews in the Ottomon Empire, Kudüs, 1 952, s .
2 8 - 3 4 , y . b . , o . y . , Studies i n Clossical o n d Ottomon Is/om (7th- l 6 th Centuries),
Londra , 1 976; öncek i emi rleri n i pta l i i ç i n bkz. Uriel H eyd, Ottomon Documents on
Polestine, 1552- 1 6 15, Oxford, 1 960, s . 1 67-68. Yeni den i skôna i l i ş k i n bu ve diğer
benzer emi rler i çi n bkz. Lew i s , Jews o f Is/om, s . 1 2 1 -25.
ve göçerlerin gönderilmesi için padişahça Anadolu'nun çeşitli eyaletlerin­
deki beylerbeylerine gönderi lmiş benzer nitelikte ve aynı döneme ait
emirler bulunmaktadır . Bütü n bunlar güvenilir unsurları -mümkün olan
durumlarda çağrı, olmazsa zor yoluyla- yeni fethedilmiş topraklara nak­
letme yönündeki genel Osmanlı politikasının bir parçasıydı . Buda'daki İs­
panyol Yahudilerinin işlevi de Kıbrıs'taki Safed Yahudilerinin ve yeni ele
geçirilmiş kentlere gönderilen ötekilerin gördüğü işlevle aynıydı : Osmanlı
beylerbeyinin ekonomik açıdan etkin ve siyasal açıdan güvenilir bir unsu­
ra dayanmasını sağlamak.
Tebaa nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Hıristiyanların tersine, Ya­
hudiler açısından Bizans'ın yitirilmiş ihtişamına yönelik bir özlem, şu ya
da bu biçimde Osmanlı boyunduruğundan " kurtulma" arzusu söz kon u­
su değildi . Yahudilerin birçoğu , belki de büyük bölümü Hıristiyan ülke­
lerden gelme mültecilerdi. Aslında Osmanlı padişahlarının yönetimi altın­
daki birçok farklı etnik ve dinsel grup arasında, yalnız Yahudiler bu yöne­
timi gönüllü benimsemişlerdi .
Avrupa Yahudilerinin Osmanlı topraklarına göçü 1 49 2 'de başlamadığı
gibi , bu göçün tek kaynağı da İspanya değildi. Birçok Yahudi , h aklı ve
açık nedenlerle İspanyol yönetimi altındaki İtalyan topraklarından kaçtı .
30 İtalya'nın başka kesimlerinden ve hatta Orta Avrupa'dan gelen Yahudiler
de vardı. Ama 1 6 . yüzyıla ait Osmanlı mali kayıtlarında sıralanan cemaat­
lerin büyük çoğunluğu İspanyol kentlerinin ve illerinin adlarını taşımakta­
dır . Yahudilerin beraberlerinde getirdiği İspanyol dili günümüze değin
varl ığını sürdürmüş ve garip bir paradoksla birçok kentte İspanyol sür­
günlerinin gelişinden önce var olan ve Yunanca konuşan yerli Bizans Ya­
hudilerince bile benimsenmiştir.
Ren bölgesindeki kıyımların Haçlı Seferleri için bir prova olduğu doğ­
ruysa, Yahudileri İspanya'dan kovmanın da Müslümanları ülkeden atma
açısından benzer bir işlev gördüğü söylenebilir.
Yüzyıllarca süren yeniden fetih savaşları sırasında, yani İspanya'nın Hı­
ristiyan ve Müslüman devletçikler arasında bölünmüş olduğu dönemde
Hıristiyan hükümdarlar genelde Müslüman emirler kadar ve bazı durum­
larda onlardan daha fazla hoşgörülüydü . Bunlar yönetimleri altında bulu­
nan Müslümanlara ve Yahudilere, serbestçe ibadet etme karşılığında haraç
ya da cizye ödemeye dayanan " zimme" l 6 koşulları çerçevesinde Müslü­
man emirlerce tanınan statüye benzer biçimde , koruyucu ama tabi kılıcı
bir statü vermeye yatkın bir tutum i çi ndeyd i . Aslında ortaçağ İspan-

1 6 Z i mme i ç i n b k z . f/2, " Dh i mma"; bu m addede kaynak l a r v e a raşt ı rm a l a r be l i rti l mek­


ted ir.
ya'sında Yahudilerin Müslüman baskısından kaçarak Hıristiyan hoşgörü­
süne sığındığı olaylara rastlanıyordu . Ama bu alışılmış davranış kalıbı de­
ğildi .
Yahudiler açısın dan yeniden fetih başlangıçta, bir efendinin yerine di­
ğerinin geçmesinden öte bir anlam taşımıyordu . Müslümanlar açısından
bu değişim daha zordu, çünkü egemen konumdan bağımlı konuma ge ­
çiş anlamııu geliyordu. Çok sayıda Müslüman yeni statüyü kabul etmeye
ve Hıristiyan yönetimi altın da hayatını sürdürmeye razıydı . Bu duruma
boyun eğenl er İspanyolcada, kökeni Arapça müdeccen ya da ehlü )d-decn
sözcüklerine dayanan mudejarl 7 adıyla anılıyordu . Normalde "vahşi hay­
vanat" ı n karşıtı ol arak "uysal ya da evcil hayvanat" anlamına gelen bu
sözcüğü n , fethedilen yurtlarını gönüllü olarak terk eden ya da yurtları
henüz fethedilme miş olan M üslümanlar tarafından kullanılma biçimi,
Hıristiyan yöneti mi altında kalanl arı b elirtmeye yönelik bir aşağılama i fa­
desi taşıyordu .
Ama sözcük, aşağılaman ın ötesinde şeyler içeriyordu . R econ qu ista ha­
reketinin güç kazanmasıyla. birlikt e , Müslüman fıkıhçılar Müslümanlar
için gayri müslim yönetimi altında kalmanın caiz olup olmadığını , bir baş ­
k a deyişle Peygamber'in Mekke'den Medine 'ye hicretini ö rn e k alarak,
Müslüman bir yönetimin başu olduğu ve şeriatın hüküm sürdüğü bir 31

başka ülkeye gitmenin gerekip gerekmediğini tartışmaya başladılar. Kuzey


Afrika ve İspanya Müslü manlarının büyük çoğunlukla bağlı olduğu Mali-
ki mezhebinin alimleri arasında ağır basan görüş, böyle bir durumda i nsa-
nın yurdundan ayrılmasının gerektiği yönündeydi . 1 8
Kadı ve Kurtuba Camii 'nin imamı olan ünlü İbn Rüşd -kendisiyle aynı
adı taşıyan , çok daha büyük şöhrete kavuşan ve Avrupa'da Averroes olarak
bilinen filozofun dedesi- hicret, yani kafirlerin yönetimde olduğu yerden
göç etme yükümlülüğ ü nün her zaman geçerli olduğu ve bir Müslümanın
inançsı zların yönetiminde olan bir yerde kalmaması , buradan ayrılıp bir
İslam ülkesine gitmesi gerektiği görüşüne vardı . Tıpkı Mekke 'ye ancak
Müslümanlarca ele geçirilmesinden sonra dönmelerine i zin verilen Pey-

17 M udejal l or için bkz. L . P. H a rvey, lslamic Spain, 1250- 1 500, C h i cago, 1 990; E/2,
"Mudej ar".
18 B u konuda bkz. F ri ez Mei er, " Ü ber d i e umschrittene Pfl i cht des Mus l i ms, bei n i cht­
musl i m i scher Besetzu ng, sei nes Landes au szuwandern " , Der lslam, 6 8 ( 1 99 1 ), s. 65-
86; Bernard Lew i s, " Leg al and H i storical Reflections on the Pos i t i o n of Mus l i m Po­
pu l ations U nder Non-Mus l i m Rule", )ournal of the lnstitute of Muslim Minority A f­
fairs, 1 3 ( 1 992), s. 1 - 1 6, y. b . , o. y . , lslam and the West, N ew York, 1 993, s. 43-57;
A. L . Udovitch, "Mus l i m s and J ews in the World of Freder i c i l : Boundaries and Com­
m u n i cations", Princeton Papers in Near Eastern Studies, 2 ( 1 993), s. 83- 1 04.
gamber'in yakın çevresi gi bi, bu şekilde göç edenlere de İslamiyetin yeni­
den egemen konuma gelmesiyle kendi yurtlarına dönme izni verilecekti .
Daha sonra yaşamış Faslı bir fikı hçı olan Ahmed el-Venşerisi daha da
ileriye gitti . Hıristiyan fatihlerin adil ve hoşgörülü olması durumunda b­
lınıp kalınamayacağı yolunda bütünüyle varsayıma dayal ı bir soruyu orta­
ya atarak, buna " hayır" cevabını verdi: Buna göre Müslümanlar yine de
yurtlarından ayrılmalıydı ; ç ünkü ancak Müslüman yönetimi altında gerçek
bir İslami yaşamı sürdürebilirlerdi ve hoşgörülü bir kafir rej imi al tında
dinden çıkma tehlikesi çok daha büyüktü . ı 9
Aslında Hıristiyan hoşgörüsü yeniden fethin tamamlanmasıyl a birl ikte
bitti . Son adım olan Gırnat:ı'nın feth inin saldırıyla değil, müzakereye da­
yalı bir teslimle gerçekleşmesi bakı mından, değişim çok daha çarpıcıydı .
Bu teslim anlaşması , Gırnata emirine ve soyl ul arına can güvenliği sağlıyor,
ayrı ca Müslü manların kendi evl erini ve mall arını ell erinde tutmaları nı ,
serbestçe ibadet etmelerini, İslam hukukunca öngörülmüş olanlar dışında
herhangi bir vergiden muaf tutulmaL ırını ve kendi yasalarına göre kendi
yargıçları tarafından yargı lanma hakkına sahip olmabnnı güvence al tına
almak amacıyla muzaffer Katolik hükü mdarlarca verilen bir di zi taahh ü dü
içeriyordu . Anlaşmada, önemli hususlar olarak, şunbr da belirtiliyordu:
32
İster büyük y a d a küçük ister erkek y a da kadın ols u n ( . . . ) Berberi ülkesine )'a
da uygun görecekleri başka benzer yerlere gidip yaşamak isteyen Mağri biler
gayrimenkul, menkul ya da günlük eşya niteliğindeki malları n ı diledikleri bi­
çimde ve diledi kleri kimselere satabilirler; bu tür mallar n e satıcılardan n e de
alıcılardan el koyma yoluyla alınmayacaktır.

Anlaşmanın başka bir dizi hükmü "Mağribiler"in aileleri ve "ateşli si­


lahlar dışında olmak üzere her türden malları "yla birli kte ayrılma "hak­
kı "nı güvence altına alıyordu . 20
Bu aşamada M üslümanların ülkeden kovulması söz konusu değil di .
Tersine Gırnata teslim anlaşmasında, ayrı ca daha önceki bazı benzer bel ­
gelerde M üslümanların gönüllü ayrı lması için ortaya konan ayrıntılı ve
lehte koşullar, fatihlerin tercihini ve nihai niyetini belirli bir açıklıkla gös ­
termektedir. Anlaşmanın neredeyse hemen ardın dan , üst sınıflara mensup
çok sayıda insan Kuzey Afi.-ika'nın yolunu tuttu .
Ü n l ü T o l e d o Başp i s k o p o s u F r J. n c i sc o J i m e n e z d e C i s n e ro s ' u n
1 49 8 'de gelişiyle birlikte bir politika değişikliği ortaya çı ktı v e Müslü-

19 A b u ' l - A bbôs A h m od i bn Yohyô o l -Wonsh orlsl, "Asnô o l -motô j i r fi boy ô n ohkôm


mon g ho l obo 'olô wotoni h i o l - N osôrô wa-l om yuhôj i r" , ed . , H u soyn Mu'nis, Revisto
del lnstituto Egipcio de Estudios lsldmicos en Modrid, 5 ( 1 957), s. 1 29-9 1 .
20 1 49 l 'deki tesl i m a n l aşması i ç i n bkz. Horvey , o.g. e., s. 3 1 4-2 1 .
manlar kendilerini din d eğ i şti r m e ya da ülkeden ay rı l m a y ön ü n d e gi ttik ç e
a r t a n b ir b a sk ı y l a ka rşı k a rş ıya buldular. B u b a skı l ar, ülkede kalmış M üslü ­
man ları 1 4 Ara l ı k 1 499 'da a ç ı k isyana yöneltti v e b u i sya n ancak 1 5 0 l ' de
silahlı güç kullanılarak bastırılabildi . Sindirmenin ardından gittikçe artan
sayıda Müslüman, din değiştirme ya d a göç etme yol u n u seçti ; Şubat
1 5 02 'de artık Gırnata�nın da i ç i n d e yer aldığı Kastilya Krallığı'nda yaşa­
yan Müsl ü ma n ahali on y ı l önce Yahudilerin ö n ü n e k o n m uş tercihle karşı
k arş ıy a bıra kıldı : Vaftiz, s ü rgü n ya da ölüm .
İ z le y e n y ı l l ard a bu tercih Navarre, Aragon v e Valencia ile İspanya' nı n
öteki k esi m l eri n d e k i M ü sl ü m an l ara da d ayat ı l d ı . Ayrılanlar mallarının b ü ­
yü k b öl ü m ü n den vazge ç meye zorl a n dı ; ka l a n l a r çoğu k e z haklı olarak eski
dinlerini gizl i ce sürd ü rd ü kleri ve Müslüman d evl e t le r le gizli işbirliği yap­
t ı kları yön ü nde ku şk u l a r�1 h eckf oldu . B u i ki n c i k esim , gizli Yah u di mar­
m n os ki tlesi n i n M ü s l i i m a n l a r �uasın d a ki ka rş ı l ığ ı o l arak n1 o riscos2 I a dı y l a
anı l dı . K�l.ğı t ü z eri nde H ı rist i y a n olan h er i ki g rup da Engi zisyon ' u n yargı
ye t ki s i kaps�rnıındaydı ve b u anlamda özel i l g i ye mazhar oldu.
Kr.:ıl i ye t ve k i lise yetki l i l e ri i l e morisco' l a r w öte k il e r arasındaki sürtüş­
m e 1 6 . yüzyd b oy un c a s ü rdü . Her zaman k u ş k uy l a bakı la n ınoriscv' l a r ço­
ğu kez ayrı mcı yas a l d ü z e n l emelere ve vergi l ere maru z kaldı; bu uygula-
malarda o n l a rı hal i mudejaı gibi e l e alan fii l i bir d:ınan ı ş güd ü l d ü . Şöyle 33
ya da böyle gönü l l ü s a yı l a b i l e c e k göçlerle sayılarınm gittikçe azal ın::ısına
k ar şın , mo risco'Iar n ü fusun önemli b i r lus m ı nı o l u ştu r m aya devam e tti ve
y a k ı n mal a rı bazen açı k ayaklanma biçiminde patlak v e rd i . İspan y o l p i s ko ­

p o s l a rının l 608 - 1 609 ' daki bir toplantısında morisco'ların toptan dinden
ç ı kmış kiş i l e r o larak nuh kum edilmesi yolundaki bir başvurn reddedil d i
ve b u n u n ye ri n e gerçekten din değişti rmelerini s a ğ l am ay a yönelik y e n i b i r
ç a b ay a g i ri şi l m esi ı s r a rl a s avu n u l du .
B uım n l::ı birli kte l 6 0 9 ' d a düşman y a b an c ı devletlerle gi zli bir terti be
g i ri ş t i kl e ri gibi gö s te rm e l ik bir g e re k ç eyl e , bütün mo risco'brı ü l keden çı­
karma yo l u n da b i r ka rar a lı n dı . Kovma işlemi 1 6 1 4'te tam::ım l andı . O s ı ra­
larda m o risco n üfu su 320 .000 dolayında, y an i t o p l a m n üfus u n yü z d e 3 'ü

21 M oris co ' l a r , öze l l i k l e de ü l keden ç ı karı l m a l a r ı n a i l i ş k i n bel ge l er i ç i n bkz. Mercedes


Garcia Aren o l , Les moriscos, Modri d, 1 975, s . 25 1 -55; Anto n i o Domfnguez Ort i z ve
Bernard V i n cent, Historia de fos moriscos; vida y tragedia de una minoria, Madrid,
1 978; Andrew C . Hess, "The Moriscos: A n Ottoman F i fth Co l um n in Si xteenth-Cen­
tury Spa i n " , American His torical Review, 74 ( 1 968), s . 1 -25; E/2, "Mori sco". C i s ne­
ros i ç i n ayr ı ca bkz. H arvey, a. g . e . , s. 329-3 3 4 . İ s pa nya Müs l ü m a n l a r ı n ı n ve moris­
co' l a r ı n Kuzey Afri k a'ya varması ve yeniden i s k ô n ed i l mesi i ç i n bkz. J . D. Latham ,
"Towards o Study o f Andal u s i a n l m m i g ration and l t s Pl ace i n Tunusian H i story",
Cahiers d e Tunisie, 5 ( 1 957), s. 203-52; L atham, "The 'Anda l us' i n North Afri ca",
E/2, c . l , s. 496-97.
düzeyindeydi. Morisco'ların çoğu Kuzey Afrika'ya geçti; bazıları d a deniz
yoluyla ya da Avrupa üzerinden kara yoluyla Osmanlı topraklarına gitti .
Yahudiler ile Müsl ü manların kovulması ve ardından marra no'lar ile
morisco'l arın sindirilip ülkeden atılması bile bunların yarattığı düşünülen
tehdide ilişkin İspanyol endişelerini yatıştıramadı . Yahudi ya da Müslü­
man etkisini açığa çıkarıp önüne geçmek, herhangi bir biçimde Yahud i ya
da Müslüman kanı taşıyanları ortaya çıkarıp ayıkbrnak ve böylece İsp an­
yol devletini, kilisesini ve toplumunu kirlenmekten korumak ü zere, yasa­
ma, soruşturma ve yürütme düzeyinde dört başı mamur bir aygıt oluştu­
ruldu . 2 2
Endişeler yüzyıllar boyunca sürdü ve zaman zaman yeni dış tehlikeler­
l e daha da güçlendi . E tnik ve dinsel farklılıkl ara karşı daha aldırışsı z bir
tutumu olan Büyük B ritanya'nın l 704 'te ele geçirdiği Cebelitarık'a az sa­
yıda "Yahudi ve Mağribi"nin geldiği yolundaki haberler İ spanya'da )'eni
bir telaşa yol açtı . İspanya hükümeti 1 7 1 3 'teki Utrccht Antlaşması uya­
rınca Cebelitarık üzerindeki egemenliğini B ritanya'ya bıraktı, ama ısrarl ı
bir tutumb şu önemli şarta yer verilmesini sağladı :
Katoli k Kral 'ın ricası ü z e ri n e , M aj este B ri tanya Kra l i ç esi h a n gi gerek<;eyle
ol ursa olsun Yahudilere ve Mağri bilere söz kon usu C e b elitarık kasa bası nda
3-J
oturma ya da ev kurma i z ni verilmeyeceğini onaylar ve kabul eder.

Önceleri bu şart yerine getirilmeye çalışıldı ama sonra, bu taahhüde


uyulmadı, uymamak için bir gedik arandı. Daha 1 72 1 'de söz konusu şart
dolaylı olarak çiğnendi. Aynı yıl İ ngiltere ve Fas arasında i mzalanan ant­
l aşmanın VII . maddesinde İngilizlerin Fas'ta seyahat etme ve ticaret yap­
ma h akları ortaya konuyor ve şu hüküm ekleniyord u :
İ mparatorun Te baası d a B üyük B ri t anya Kralı 'nın Domi nyonları 'nda aynı usul
ve m uameleyi göreceklerdir.

Tarafların 1 729'da imzaladığı ek anlaşmada bu husus açıkça belirtili-


yordu:
Fas İ mp aratoru ' n un tebaası obn b ütün Mağri bikre ve Yahudilere otuz gün
boyu nca Cebel i tank Kenti'nde ya da Minorca Acl a s ı ' nda serbestçe dolaşma,
satııı alm a ve satma izni verilecektir; b unlar her iki )'erde de ikamet edemeye­
cek, ama b uralardan mallarıyla birlikte ayrılabil ecek ve sözü edil en Fas İ ınpa­
ratoru'nun Doıninyonlan' nın herhangi bir kesi m i n e engel ya da tecavüze uğ­
ramaksızın gi debileceklerdir .

22 K apsam l ı b i r değerl end i rme i ç i n bkz. Sicroff, o. g.e.; ayrıca bkz. S . W . Baron, A Social
and Religious History of the Jews, c . 1 3, 2. b . , New York, 1 969, s. 84-9 1 . K ı s a b i r an­
l at ı m için bkz. Bernard Lew i s , Semites ond An ti-Semites, New York, l 986, s . 82-84.
B u sınırlama bil e çok geçmeden bir yana bırakı l dı . Lon dra' daki İspan­
yol büyükel ç isinin 18. yüzyı l da ki sürekli p rotestolarına karşın , çoğu İs­
panyol kökenli büyük bölümü F aslı Yahudiler, zamanl a Cebelitarık'taki
sivil nüfusun dörtte ü ç ü i l e üçte biri arasındaki bir kesimi oluşturacak sa­
yıya u l aştı . 2 3
G e r e k Müslü m an gerekse Y a h u d i sürgünler Ara p ç a ve İ b ranice adla­
rıyla, yani Endülüs ve S efarad o l arak h atırladı kları yitiril miş yurtları i ç i n
kuşaklar b oyunca m a t e m tu tmay a d e v a m e ttiler. E n d ü l ü s k ö k e n l i Müs­
lüman aileler Kuzey Afrika' d a yüzyıllar b oyu nca, İspanya'daki geçmişle­
rine i l işkin nıa ğrur a n ı l an taşıyan ve kolayca ayırt edilebilen b i r toplu m ­
sal g r u p o l arak kaldı l a r . S o n u n d a k a ç ın ı l m a z o l arak Müs l ü m a n a h a l i
i çinde eridiler, a m a yitirmişl i k duygusu c a n l ı kaldı . M o d e rn ç ağın olduk­
ç a yakı n bir zamanına değin t u tsaklar dışında İspanya'yı göre bilen b e l ki
de te k Müslümanlar olan Fas büyük.el çi leri n i n rap orbrı , E n dü l üs' ü n yi ­
tirilmiş i htişamına duyu l a n n ostalj iyi yansıtır; bu rap orlarda bir yer adı­
nın geçtiği h emen her seferde "Allah çarçabuk İslam ' a geri kazandırsm"
duası e kl e nir.
Yahudi sürg ün ler de sığınak buldukları ü l kelerde din daşlarıyla zaman
içinde kaynaştı lar; ama Ku zey Afrika' da berbericos ve D oğuda da griegos
dedikleri Yah u di lerle bu kaynaşma ancak geri lim \'e kavgalardan sonra 3S

gerçekleşti . Kuzey Afrika'da İspanyol Yahudileri zamanla yerli Kuzey Af-


rika Yahudileri tarafından benimsendiler. Türkiye ve B al kanlar'da ise sayı-
ca daha kalabalık ve daha iyi e ğ i ti m l i olan İspanyol Yahudileri , B i zans dö­
neminden kalan ve Yunanca konuşan yerli Yahu dilere ken di d i l lerini ve
kültürlerini kabul ettirdiler.24

23 Bkz. M . Benady , "The Settl ement of J ews in G i bro l ta r, 1 704- 1 783", Tronsoctions of
the Jewish Historicol Society o f Englond, 26 ( 1 979) , s. 87- 1 1 O; Benady, "The J ew i s h
Comm u n i ty a f Gi braltar", Sephordi Heritoge' ı n i ç i nde, c . 2: Western Sephordim, ed .
B arnett ve Schwab, s. 1 44-79; S i r Joshua H assan, The Treoty of Utrecht and the
Jews of Gibraltor, Londra, 1 970; A. B. M. Serfaty, The )ews of Gibraltar Under Bri­
tish Rule, Cebe l itarı k, 1 93 3 . 1. L6pez de Aya l a , (Historia de Gibraltor, Mad ri d, 1 792)
ad l ı yapıtında İ ng i l tere'yi antlaşmayı çi ğnemekle s u ç l a r (s. 3 22).
24 Kuzey Afri ka'daki İber a s ı l l ı Y a h u d i s ü rg ü n leri n özü msenmesi kon u s u n da bkz. H .
Z . (J. W . ) H i rschberg, A History o f the Jews i n North A frica, c . 1 , Leiden, 1 974, s .
362-446; Doğ u 'daki Y a h u d i sürgün ler i ç i n bkz. M i nna Rozen , Akdeniz Yo llannda:
On A ltmcı Yüzyı ldan On Sekizinci Yüzyt!a Değin İspanyol Yahudilerin Oiasporası
(İbra n i ce), Te l A v i v , 1 99 3 , özel l i k l e l . b ö l ü m; Mark A l an E pste i n , The Ottoman Je­
wish Communities and Their Role in the Fifteenth and Sixteenth Centuries, Frei­
burg, 1 980; Lew i s, Jews of Is/om, 3 . bölüm; Aryeh Shmue lev itz, The Jews o f the Ot­
toman Empire in the Late Fifteenth and the Sixteenth Centuries, Leiden, 1 984. Dö­
nem i n Yahudi ve Türk belgeleri n i n değerl i b i r der leme s i n i s u n a n b i r kaynak: H a i m
Gerber, 1 6. ve 1 7. Yüzyı llarda Osmanlı İmparatorluğu 'ndaki Yahudilerin Ekonomik
Osmanlı Sefarad Yahudi toplu munun en büyük iki merkezi olan İstan­
bul ve Selanik'e, imparatorluk politikasının bir gereği olarak, Osmanlı yet­
kilileri tarafından çok sayıda yerli ve yabancı Yahudi yerleştirilmişti . İstan­
bul 'un 1 45 3 'te alınmasından sonra padişah, imparatorluğu n yeni başken­
tinin imarı ve iskanı işine koyuldu . Yahudiler onun bu planında önemli bir
rol oynadı . Yeni den inşa çerçevesinde çeşitli Osmanlı eyaletlerinden çok
sayıda Yahudi, zorla yen i başkente nakledildi . Bu Yahudiler sayıca yeterli
olmadığı i çin, dışarıdan gelen mülteciler özellikl e hoş karşılandı .
Selanik'teki du rum çok daha ç arpıcıydı . Ken tin 1 4 30 'da alın masından
sonraki i lk yıllara ait defterler, nüfusun büyük ölçüde Rumlardan oluştu­
ğunu, ayrıca küçük, ama gittikçe artan bir Türk top l u luğu ile yin e küçük
ve gittikçe azalan bir Katolik topluluğunun bu lund uğunu göstermekte­
dir. 1 478 gibi geç bir tarihe ait bir hane sicil defterinden kent te hiç Yahu­
di olmadığı anlaşılmaktadır. Yaklaşık yarım yüzyıl sonra, Kanuni Sultan
Süleyman dönemine ait tari hsiz bir defterde ise en az yirmi Yahudi cema­
ati yer almaktadır. l 7. yüzyıl başlarına gelindiğinde Yahudi cemaatlerinin
sayısı yirmi beşe çıkmıştı . Bu dönemde Sclani k'in toplam nüfusu için de
Yahudiler artık belirgin bir çoğu nluğa ulaşmış durumdaydı . Selanik 2 0 .
yüzyıl başlarına kadar Yahudi ağı rlıkl ı bir kent olarak kaldı.
3ô Selanik, dört yüzyılı aşan bir süre boyunca Osmanlı Avrupa'sının eko-
nomi, Sefarad Yabudiligininse kültür merkezi old u . Bu merkezi yaratanbr,
din değiştirme ve sürgün tercihleriyle karşı brşıya bldıkbrında sürgünü
seçmiş olanlardı . 20. yüzyılda Üçüncü Reich orduları Yunanistan 'ı ele geçi­
rip işgal ettiklerinde, bu toplulu ğun uzak torunlarına böyle bir seçenek su­
nulmadı ve çok küçük bir kesi m dişında hepsi N azi Alrnanya'sındaki ölüm
kamplarında can verdi . Kuşku yok ki l 5 . yüZ)'ılın Katolik İsp<1 11ya'sını n
sunduğu tercihlerin tanınmasından memn u n olacaklardı .

ve Toplumsal Yaşamı ( İ bra n ice), K u d ü s , 1 982. Sonraki dönemlerde Osman l ı top ­


rak l ar ı ndaki Seforad Yah ud i leri n i n d u ru m u i ç i n b k z . A r o n Rodri gue, e d . , Ottoman
and Turkish Jewry: Community and Leadership, B l oomi ngton, 1 992; Av i gdor Levy,
The Sephardim in the Ottoman Empire, P r i nceton , 1 99 2; Stonfo rd J. Show, The
)ews of the Ottoman Empire and the Turk ish Republic, N ew York, 1 992; W o l ter E .
Wei ker, Ottomans, Turks, a n d t h e Jewish Polity: A History of the Jews o f Turkey,
New York, 1 992; E sther Benbosso ve Aron R odrigue, Juifs des bafkans: Espaces ju­
deo-iberiques Xf Ve.xxe siecles, Par i s , 1 99 1 . Bazı Türk yaza r l a r ı n Osma n l ı İ m para­
tor l u ğ u ' ndaki Yahud i ler i n ve ötek i gayri m ü s l i m lerin kon u muna ve ro l lerine i l iş k i n
a n l ay ı ş l arı i ç i n bkz. A l i İ hsan Bağ ı ş , Osmanlı Ticaretinde Gayrimüslim ler: Kapitü­
lasyonlar-Beratlı Tüccarlar, A vrupa ve Hayriye Tüccarları ( 1 750- 1 839), Ank ara,
1 983; Gülnihôl Bozkurt, A lman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin lşığı A l­
tında Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu ( 1 839- 1 9 1 4), Ankara,
1 989.
İspanya'da Yahudilik ile İ s l a m iy etin yok edilmesinden sonr a , h e r iki
t o p l u lu k t an da g e çm işte ki başarıların ve acıların a nı l a r ı nı korumaya çalışan
bazı kimseler çıktı . Fransa, İtalya ve Türkiye' deki Yahudi tari h çi l er, İspan ­
ya ve Porteki z ' i n , tek o l m asa da, ağırlı klı bir yer tuttuğu şehit menkıbeleri
y a zdı l a r . B aşka Yah u di bilgi n l er o rt a ça ğ İ s p an y a 's ın d a yaşamış birçok bü­
yük Yahudi şairine ve filozofuna ait yazıl arı komdular ve zamanı geldiğin­
de b a stı l a r 1 7 . y üzy ıl da Kuzey Afrikalı bir Jvlüsl üman alim ve edebiyatçı
.

olan Ahmed ibn Muhammed e l M e k keri k e nd i n i M ü s l ü m a n İ s p a n y a 'y ı


-

incelemeye adadı ve tarihi ile e de b i ya t ı n a i l işkin a nı tsal b i r yapıt o r t aya


ko y d u 2 5
.

Ama z a m a nl a bu anılar bile s o l nıJya ruz ruttu \'e u n u tu l u p gitti , u k i


1 9 . yü zy ıl başları n da Batı Avru p a ' eh Rom a nt i k a kı m ı n canlanmasını n or­
taç:ığ: İsp anya' sın a yön e l ik yeni bir i l gi�·i u p n dırnusı n a değin . Bıı i l gi za­
manb, hem Yahudi l eri hem de lvl lislünunları bpsa� an bir niteli k k a z a n ­
d ı . A ç ı l a n bu y e n i d ö n e m d e Vi ctor H ugo 'mm l 8 3 0'da sah n e l e n e n Her ­
n a n i adlı oyu n u ve T h c o p h i l c Gauti e r' n i n 1 8 4 5 'tc ya�'ımlan<rn Voya._qe en
Esprıgne adlı ya pıtı Paris'te modayı beli rledi; \Vashingron Irv i n g i n iki ki­ '

tabı , Thc ConqH est of Gmn cdrı \'e Tcıles of the A llm mbm İ n g i l i z c e konuşu ­
lan dünyada ç o k geniş bir okur ilgisi gördü . Luis V i a rdot a d l ı bir F r a n s ı z
1 8 3 3 ' te Essa i sur Fhisto irc des A rcıbes et dcs lvfores d )Espcıgne ad l ı ya p ı t ın ı .; ı

y ay ı m l a d ı . Bunu birkaç yıl sonra d ö n e mi n önde gel e n Türk aydınları ndan


bi r i n i n T ü r kç e ç e v i r i s i i z l e d i v e l'vl ü s l ü m a n D o ğ u ' d a d a İ s p a n y o l
M üslü m a n l ı ğına i liş!G n yen i bir k ü l t baş ladı . 2 6 Lo n d ra ' d a El ias Hai m Lin-

25 Mekkeri , Mü s l ü ma n İ spanya' n ı n tari h i ne ve edeb i yatına i l i şk i n Nefhü 't- Tib m in gus­


nü 'l-Endelüs ü 'r- Rafib (E ndi.:ı l ü s 'ün Taze D a l ı ndan Güzel Rayi h a l ar) baş l ı k l ı ba ş l ı ca
yapıt ı n ı l 629'da K a h i re'de yazd ı . Uzun y ı l l a r u nutu l muş o l arak k a l an yapıt, İ span­
yol b i l g i n Don Pascua l de Gayango s ' u n 1 840'ta, M ü s l üman İ spanyo'n ı n tari h i n i ele
alan birinci b ö l ümden uya r l anm ı ş bir İ ng i l i zce versiyonu yay ı m l aması y l a gün ı ş ı ğ ı na
ç ı kt ı . Bu bö l ü m ü n Arapça metni i l k kez 1 855-6 1 arası nda Leiden'de Ho l l anda l ı Re­
i n h a r t D o z y , F r a n s ı z G u s t a v e D u g o r , A l m a n L u d o l f �< r e h l ve İ n g i l i z W i l l i a m
Wright'tan o l uşan b i r uzm a n l a r ekibi nce yay ı m l and ı . E k s i k s i z Arapça met n i n yer a l ­
d ı ğ ı k i tap 1 862'de M ı s ı r'da ç ı ktı ve d a h a son r a l a r ı bi rçok bask ı s ı yapı l d ı .
26 Mü s l ü ma n l a r a ra s ı nda İ s panya l s l arn ı na yöne l i k ı ! g i n i n yen i den can l a n ma s ı konu­
su nda bkz. Hemi Peres, L 'Espagne v u e par fes voyogeurs m u s u lrnons ele 1 6 1 O 6
1 930, Par i s , 1 93 7; Lew i s , " The C u l t of S pa i n and t he Turk i sh Romant i c s " , Is/om in
f-fistory, s. 1 29-33; F ran s ı zc a o l arak yay ı m l a n m ı ş i l k h a l i , Erudes d'orientolisme de­
diees 6 la rnemoire de L e vi-Provençal, c. 2, P a r i s , 1 962, s. 1 85-90. Aynı k i tapta
A z i z A hmod' ı n " l s l o m d ' E s pogne et i nde m us u l mane moderne" ba ş l ı k l ı önem l i b i r
i ncelemesi de y e r a l makt a d ı r ( s . 2 , s . 46 l 70). İ s pa nyo l Arap uzm a n l a r ı n ı n katk ı l a r ı
i ç i n b k z . Manzanores de C i rre , Arabistas espafıolas del siglo XIX, Mod rid, 1 972;
V i ctor Mora les Lezcano, A fr iconismo y orientolismo espofıof en el siglo XIX, Mad­
r i d , 1 98 8 .
do adlı bir Sefarad Yahudisi 1 8 46'da History of]eıvs in Spain and Portu­
gal adlı yapıtını yayımladı . B enj amin Disraeli 'nin kuzenlerinden biri olan
Lindo, Müslüman İspanya' da Yahudilerin rolü ve yeri konusunda kendi­
sinden daha ünlü kuzeninin romanlarına yansıyan Sefarad gururunu ve
efsanevi bakış açısını belirgin biçimde etkiledi .
Yahudiler ve Müslümanlar İspanya' dan sürgün olarak ayrıldılar ve sığı­
nacak bir yer bulmak üzere çoğunlukla güneye ve doğuya gittiler. Ama
aynı sıralarda , yeni Hıristiyanların yanı sıra birçok eski Hıristiyan da İs­
panya'dan ayrıldı ve mülteciler değil , fatihler, sömürgeciler ve neredeyse
kazara, yeni bir dünyanın kaşifleri olarak doğu yerine batıya yöneldi.

38
U ÇÜNCÜ BÖLÜM

KEŞİF

Y eniden fethin epey mesafe aldığı, ama henüz tamamlanmadığı 1 3 .


yüzyıl sonlarında, İslamiyete karşı Hıristiyan savaşının başlıca kuramcıla­
rından R..ı.mon Llu ll , İspanya'yı geri alma girişimi sonuca ulaştığında Ce­
bel itarı k B oğazı'nı geçerek, savaşı karşı yakaya taşımanın gerekeceğini be­
lirtmekteydi . 1 Bu görüşü savunan bir tek o değildi . Yalnız ulusal toprakla-
rı kurtarma sırası nda değil, bu hedefe ulaştıktan sonra da İspanyol ve Por- 39
tek.izli hükümdar v e komutanların birçoğu besbelli ki benzer anlayış ve
tutkulardan esinlendi . Moskova'yı Tatar yönetiminden kurtardıktan sonra
devrik efendilerini Tatar topraklarına kadar izleyen Moskova prenslerinin
kafasından da benzer düşüncelerin geçtiği muhakkaktı .
B ütün bu politikaların esin kaynağı, ayn ı temel varsayımdı : Müslü ­
manları İberya ve Rusya' dan sürmekle büyük bir çarpışma kazanmışlardı;
ama bu, savaşı kazanmış olmak demek değildi ve H ıristiyanlık ile İslami­
yet arasındaki uzayıp giden mücadele daha geniş bir çapta sürmekteydi .
Hem İspanyollara hem de Portekizlilere göre, yaptıkları şey, aynı düşma­
na karşı aynı mücadeleyi sürdürmekti ; bu bakımdan Seylan ve Filipinler
gibi uzak yerlerde karşılaştıkları Müslümanlara da Mağribi adını takmala­
rı olağandı .
Gibbon'un "büyük tartışma" olarak adlan dırdığı bu yeni evrenin, el­
bette , uygulamaya daha dönük bir başka yönü de vardı . Kolomb'un deni­
ze açılmasından birkaç yıl sonra Hindistan'a varan Porteki zli kaşif Vasco
da Gama , buraya " Hıristiyanlar ve baharat aramak üzere" geldiğini belir­
tirken, keşif yolculukları n ın bu ikili yönünü mükemmelen ifade etmektey­
di. Bu girişim, bir yandan küresel boyutlardaki bir din savaşında atılmış

Aktaran David Abu l afi o , Spain and 1 492, Londro, 1 992, s. 69.
stratej ik bir adım, öte yandan aracıyı ortadan kaldı rıp doğrudan üreticire
varmaya yönelik ticari bir manevraydı .
B i r bakıma, hem İslam dünyasmdan h e m de Hıristiyan aleminden ön­
ceye uzanan bir çatışma söz konusuydu . Romalılar v e Pcrslerin Doğu \'C
B atmın i ki rakip imparatorlu ğu olduğu , Pers topraklarının Roma'nm Do­
ğuya giden yolları üzerinde bulunduğu gün l erde Roın a l ı h r, i peğin kayna­
ğı olan Çin'le, sert taht a l ı kerestelerin kaynağı olan H indistan 'b \ ' C b�·llu ­
ratın kaynağı olan Güneydoğu Asya'yla doğnıdan ticaı i b�ığbr k.urmay:ı
çalıştılar. Bu amaçla her iki imparatorluğun sın ır ç i z g i l er i n i n fü c <., i ndc ka­
lan daha dıştaki iki y o l u araştırmaya yöneldiler; kuzeyde A.. ,·ı ;le,, ; ;1 buzL ı·\ı.­
rın a , gün eyde de Ar;ıbistan Yarımadası'nın içlerine yônclik scni\c n k rc
yollandılar. Roma'nın ardıllarınm H ıristiyanlaşması ve Doğudaki i rn p ara
t or l uğu n İslamlaşması bu antik rekabete, dinsel, dola) ısıyla, yeni askeri \'C
stratejik boyut lar kattı .
Avrupa' nın her iki ucundaki yeniden fetih harekctkrinin gal ipleri açı ­
sından , geri çekilmekte olan düşmanlarını i zlemek i ç i n sağl a m ve pratik
nedenler vardı. Onların yeniden toparlanmasını önleme \'e bir karşı saldı­
rının önüne geçme gibi beli rgin bir taktik zorunluluk vardı . Ortaçağın
d oruk döneminden beri doğudan ve güneyden Avrnpa'yı sıkıştı ran Müs-
-ıo lünıan kıskacını kırma yönünde gittikçe güçlenen bir arzu vardı . B ütün
bunların ötesinde Müslüman gücünün doğu ve güney sınırbrı nm dışm­
dalc.i uzak topraklarda dindaşlar, ticaret ortakları ve belki de müttefikler
bularak İslam dünyasını arkadan kuşatma gibi çok daha iddialı ve hiç de
yeni olmayan bir hedef vardı .
Müslümanlara karşı ikinci bir c e ph e açm aya i l i şki n s ü rekli görü l en rüya ,
Avru pa ' da or t a ç a ğ b oyu n c a h e m devl e t adam l a rı n ın h e m de yazarları n ak­
l ın dan h i ç çıkmadı . Bu rüyanın i fadesini b u l duğ u al a n l ard a n b i ri Moğo l l ar­
la, Etiyo p ya l ı l a r l a ve h atta Şii İ ra nlılarla i l i ş kil er ge l i ştirm eye yö n e l i k g i ri ­
şi mlerdi . Bir b a ş k a alan ise g ü n ü n b i rinde Müslü m :rn d ü ş m a n ı nihai v c n i l ­
giye uğr a tm a k ü ze re kuvvetl eri ni Avru p a 'yL ı b i rl eştireceğine i nanılan v e çe ­
şi tli yerle rde bu lu n d u ğu s öyl en e n Doğunun yüce H ı ri � ti y a n kralı Vaftizci
Yahya'ya2 i l i ş ki n çok yön l ü dsaneydi . Vafti zci Yahy,ı ' d a n ilk k e z söz eden
B ;ıtılı kaynak, a n l a şı ld ı ğı k a d arıyl a AJ man d i n t ari h ç i s i ve Freisi n g Piskopo ­
su Otto'n u n bu k on u da k i yazı sıdır. Lüb n a n ' daki Bvblos (ya da Cnb eyl ) pis­
koposuyla 1 1 4 5 'te İtalya ' n ı n V i te r b o ke n ti nd e b u l u şnığunu b e l i rten Otto,
piskoposun k e n di si n e başka şey l e r i n yanı s ı ra şu n l a rı a n l a t tığı nı a k tarı r :
Çok u zak o l m a yan b i r d ö n e m d e , Pers ü l k e si \ ' C E r m e nis tan ' t n ö r csin d e ki
U zakdo ğ u ' da [ i11 e:1.:tremo Oriente] yaşayan \'C N asturi ol nukla b i rl i kte b ü rün

2 C. F. Beck i ng h a m , The A chievements of Prester John, Londra , 1 966.


balkı gi bi bir Hı ristiyan olan Johannes adında bir kral \'e rahip, Pers ve Med
h ükü mdarları na karşı ( . . . ) savaş açtı ( . . . ) ve krallıklarının başkentine salclırclı .
Son unda -halkının kendisini anageldiği adla- vafti zci Johannes zafere ulaştı ve
P ersleri h u nhar bir katliamla kaçmak zorunda bıraktı . 3

Piskopos Otto'nun Lübnanlı meslektaşına dayanarak anlattığına göre ,


bu zaferden sonra Johannes ( Yahya) " Kudüs'ün yardımına koşmuş" , ama
ordusunu Dicle Irmağı 'ndan geçiremediği için kuzeye yönelmiş ve orada
ordusuyla birlikte son derece soğuk bir h avayla karşılaşınca yurduna dön­
mek zorunda kal mıştı .
Modern tarihçiler bu garip hikayenin gerçek bir olayı yansıttığı konu­
s unda görüş bi rliği içindedir. Söz konusu olay Eylül 1 1 4 1 ' de Semer­
kand ' ın doğusunda Katvan ' da yapıları ve B üyük Selçuklu Sultanı Sen -
cer'in, Moğollarb akraba bir Doğu Asya halkı olan Karahitaylar karşısında
ezici bir yenilgiye uğramasıy la sonuçlanan çarpışmadır. Bozkır halklarının
çoğu gibi Karahit:ıylar da dinsel konularda hoşgörülü ve hatta kayıtsızdı;
onların hi mayesi altında İ ç Asya'daki Nastu ri Hıristiyan kilisesi yeni bir
canlanma sürecine girdi ve misyonerlik çalışmalarını büyük çapta yayma
olanağını buldu .
Otto' nun Doğudan gelecek herhangi bir kurtuluş umudunu taşıma­
-41
yan te mkinli tutumuna karşın , H ıristiyan olmasa bile Hıristiyan kiliseleri ­
ne koruma sağlayan ve cesaret veren yeni bir devlet karşısında Müslüman ­
ların büyük bir yenilgi aldığım. i lişkin h aberler Avrupa'da heyecan ve
umut uyandırmakta gecikmedi . Sonraki yüzyılda Moğol ordularının bü­
yük fetihlere giriştiğine ve Bağdat'taki halifeliği yıktığına ilişkin haberlerin
gelmesiyle, bu heyecan ve beklentiler daha da arttı. B unun nedeni yalnız­
ca, Moğollar arasında - bölü nme yanlısı olmakla birlikte hala Hıristiyan
olan- Nasturilerin bulunması değildi ; bunlardan bazıları M oğol devletin­
de emi r verme kademesindeki mevkil ere fii len ulaşmışlardı . Moğolların
Şam'ı e le geçirmesinden sonra Mart 1 2 60 'ta yaşanan dramatik b i r olayla,
üç Hıristiyan prensin fethedilmiş Müslü man kentinin sokakl arında yan ya­
na at sürmesiyle sözü edilen u mutlar bir an için gerçekleşmiş gibi görün­
dü : B u kişiler Türk kökenli bir Nasturi Hıristiyan olan Moğol komutanı
Kitbuga Noyon, Frank Haçlı kuvvetlerinin başında yer alan Antiokheia
( Antaky a ) prensi VI . B o h emond ve onun Ki li kya ' da yeni kuru l m u ş
Frank-Ermeni krallığını yöneten kayınpederi Hethoum' du .

3 Otta von F rei s i ng, Ottonis episcopi Frisingensis chronico, sive historio de duobus
civitotibus, ed . Adolf H ofmei ster, H anover- Lei pz i g , 1 9 1 2, 7. k i tap, 3 3 . böl ü m , s .
36 3-67, çev . Beck i ngham, a. g . e. , s . 4 . Kolomb'un y o l cu l uk l arı n ı n H aç l ı ruhuna dö­
nük a rk a p l a n ı konusunda bkz. Abbas H a md a n i , "Co l umbus and the Recovery of J e­
rusa l em " , Journal of the American Oriental Society, 99 ( l 979), s. 39-48.
Ama kısa bir süre sonra bu umutlar kırı ldı . Müslümanlar Şam'ı geri al ­
dı: B ohemond papa tarafından afaroz edildi ve Şam'ın yerli H ıristiyan
ahalisi kısa süren hülyanın bedelini ödedi . Moğollara gelince : Din değiş­
tirmelerini sağlamaya çalışan Hıristiyan vaizlerin ve onları kendi safl a rına
ç e k meye ç a l ı ş a n H ı r i st i y an d i p l o m a t l a r ı n b ü t ü n ç a b a l ar ı n a karşı n
Müslümanlığı seçtiler. Moğolların, fethetmiş oldukları bölgenin egemen
inancını benimsemel eri Hıristiyanların umutl arına ağır bir darbe indirdi
ve Müslüman hasımlarına yeni ve bir güç ve zindelik kazandırdı .
Yine d e b u durum umudu v e arayışı sona erdirmedi . 1 5 . yüzyıla ge­
lindiğinde bile , i kinci cepheyi açacak bir müttefik bulmaya yönelik giri ­
şimler hala sürüyordu; ama bu kez hedef Asya yerine Afri ka 'ydı . Gerek
Arap gerekse Avrupa kaynakl arında Avrupa ve Etiyopya arasında ortak
bir eylem amacına dönük görüş alışverişlerine ilişkin pek açıklayıcı olma­
yan kısa değinmelere zaman zaman rastlanmaktadır . Tek haberleşme hat­
tının Müslüm anların elindeki topraklardan geçmesi n edeniyle, bu ilişkiler
zorunlu olarak gizli yürütülmekteydi . M ısırlı tarihçiler, Etiyopya ile çeşit­
li " Frenk" hükümdarları arasın da aracılık yapmakla ve " Müslümanları alt
edip İslamiyete son vermek ü zere" iki tarafı n girişeceği birl eşik bir saldı­
rıyı örgütlemeye çalışmakla suçlanan İranlı bir tüccarın 1 4 2 8 'de yakalan-
42 masıı1a, yargılanmasına ve idam edilmesine ilişkin garip bir hikayeyi anla­
tırlar. 4 Haliyle bu çabalar hiçbir sonuç vermedi, anu İslamiyeti arkadan
kuşatmaya ve ikinci bir cephe açmaya yönelik büyük tasarı , sözde Haçlı
askerleri, kaşifler ve her iki rolü birleştirmeye çalışanlar için bir esin kay­
nağı olmaya devam etti .
Vasco da Gama' nın, hedeflerini açıklarken baharatı Hıristiyanbrdan
sonra belirtmesi şaşırtıcı değildi . Başkaları bu sırayı tersine çevirebilir ve
baharatı daha büyük bir kategorinin simgesi sayabilirdi . Elbette önemli
iktisadi güdüler söz konusuydu . Avrupa'nı n değerli madenleri tükenme­
ye yüz tutmuştu ; Afrika'nın ü nlü altınına, Sahra'yı boydan boya geçen
altın kervanlarına yönelik büyük bir ilgi vardı . Müslüman Ortadoğu' dan
ithal edilen bir başka mala, şekere duyulan iştah gittikçe kabarmak.taydı .
Şekerin Atlantik adalarında, Kanarya ve Asor adalarında yetiştirilmesi At­
lantik keşiflerinde önemli bir aşamaydı. Ve tabii ki Ortadoğulu aracıların
ve vergi toplayıcılarının aşırı talepleri karşısında Avrupalı tüccarlar ve tü­
keticiler arasındaki tahammülsüzlük tırmanmakta; Güney ve G üneydoğu

4 Otto von F reisi ng, Ottonis episcopi Frisingensis chronica, sive historia de duabus
civitatibus, ed. Adolf H ofmei ster, H a nover-Leipzig, 1 9 1 2, 7. k i tap, 3 3 . bö l ü m, s .
363-67, çev . Becki ngham, a.g. e., s . 4. Kolomb'un yol c u l u k l a rı n ı n H a ç l ı ru huna dö­
nük a rka p l a n ı konusunda bkz. Abbas H amdan i , "Co l umbus and the Recovery of J e­
rus a l em", Journal of the American Oriental Society, 99 ( 1 979), s. 39-48 .
Asya' nın çok gıpta edilen baharatını n kaynağına doğrudan ulaşma arzusu
gittikçe artmaktaydı .
B u geniş tarihsel çerçeve içinde, 1 5 . yüzyıldaki Avrupa yayılmasının
köklerini anlamak daha kolaydır. Yurtlarını Müslüman yönetiminden kur­
tarmış olan İspanyol ve Porteki zlilerin, sırf bir daha geri gelmelerini önle­
mek için bile olsa, eski yöneticilerini Cebelitarık B oğazı'nın öteki yakasın­
da kovalamaları doğal b i r şeydi . Aynı şekilde, Moskova üzerindeki Tatar
boyunduruğunu çıkarıp atmış olan muzaffer Ruslar da doğal ve kaçınıl­
maz olarak Tatarları daha önceki fetihlerde ele geçirdikleri asıl merkezle ­
rine doğru izlediler. U z u n ve amansız b i r kutsal savaşın ardından gelen
zafer anında, yenilgiye uğramış olan düşmanı i zlemekte olan muzaffer or­
dunun ilerleyişi, hayali topraklar arasındaki kuramsal sınırlara ulaşıldığı gi­
bi bir gerekçeyle keyfi ol arak durdurulmaz. Gerek Ruslar gerek İberyalılar
açısından Avrnpa bir Hıristiyan alemiydi ve sınırları güneyde olduğu gibi
doğuda da İslam dünyasına dayanmaktaydı . Ve doğal olarak iki rakip ev­
rensel din ve uygarlık arasındaki bu sınırlar coğrafi bakımdan sabit değil­
di; -her iki tarafin ortak kanısına göre- doğru inancın kesin zaferine varıl­
masına değin, kavganın gelişim seyrine göre sınırlarda oynamalar olacaktı .
Müslümanların savunduğu ve Avrupa'ya taşıdığı görüş de böyleydi; elbet-
te bu inanışın geçmişi , birbirini izleyen saldırı ve karşı saldırı, cihad ve 43
Haçlı Seferleri , fetih ve yeniden fetih biçimindeki u zun olaylar dizisini
başlattıkları 7. yüzyıla değin iniyordu ve keşifler çağında bile Tuna kıyıla­
rındaki Türk ordularında hala ifadesini buluyordu .
H ayali topraklar demekle kastettiğim şey, tabii ki Avrnpa, Asya ve Af­
rika , yani antik geleneğe göre Eskidünya'nın bölünmüş olduğu üç kıtadır.
B u konuda Plinius'un Na turalis Historia ( Doğa Tarihi) adlı yapıtında
açık ve basit bir betimleme yer almaktadır:
Yeryüzünün oluşturduğu dairenin tümü Avrupa, Asya ve Afrik a olarak üç kıs­
ma ayrılmıştır. B aşlangıç noktası batıda, Cebeli tank Boğazı ' ndadır; burada At­
las Okyanusu yarılarak iç denize doğru yayılır. Okyanustan içeriye girildi ğinde
sağda Afrika, solda Avrupa ve ikisinin arasında da Asya yer alır; sınırlar ise Don
ve Nil ırmaklarıdır. 5

5 P l i n i us, Natura/is Historia, 3 . 1 .2-5. B a t ı d ü nyas ı nd a " H a c ı H a l ife" o l a ra k b i l i nen


1 7. yüzy ı l Osman l ı ô l i m i Kôtip Çel e b i , Avrupa kayn a k l arı ndan a l ı nd ı ğ ı besbe l l i ve
b i raz daha fark l ı bir vers i yo n u vermekte ve şunu eklemekted i r: "(. .. ) Akde n i z i le Ku l ­
züm Den i z i ' n i n a y ı rd ı ğ ı H a beş ve M ı s ı r topra ğ ı na lfri k i ye ve Yen i d ü nya'ya Amerika
derler." ( Tuh fetü 'l-Kibar fi Esfori'/ Bihar, h az. Orhan Şa i k Gökyay, İ sta n b u l , 1 973, s .
7). Aynı söz l eri n o l dukça ge l i ş i gü ze l b i r İ ng i l i zce çev i r i s i i ç i n b k z . H a j i Kha l i fe h ,
The History o f The Moritime Wars o f the Turks, ç e v . J a m e s M itchel 1 , Londra, 1 83 1 ,
s . 4 . M i tc he l l ' i n çev i r i s i l 729'da İ stan bu l 'd a yay ı m l anan i lk baskıya dayanmakta-
Bu betimlemenin, dünyası, Akdeniz, Akdeniz'in kıyı şeritleri ve hin ­
terlandıyla sınırlı olan bir toplumdan geldiği açıktır. Roma bilim ve felse­
fesinin büyük bölümü için söz konusu olduğu gibi , bu görüşün de kayna­
ğı, birçoğu hala mevcut olan Eski Yunan yazılarıdır. Bu yazılarda güney­
deki kıta Afrika değil, Libya'dır; öteki iki kıtanın adı aynıdır. Çeşitli bi­
çimlerde yazılan Libya adı, hem Eski Mısır hem de İbranice Kitab-ı Mu ­
kaddes metinlerinde bulunmakta ve Mısır'ın batısına düşen bir halkı ve
bölgeyi belirttiği anlaşılmaktadır. Güneydeki kıtanın adı olarak kullanı ldı­
ğı kaynaklar, bilindiği kadarıyla yalnız Yunan metinleridir.
Her üç adın (Avrupa, Asya ve Afrika) geçtiği bütün antik metinler is­
tisnasız Latin ya da Yunan, yani Avrupa kökenlidir. Asya ve Afrika'nın an ­
tik uygarlıklarından günümüze ulaşan ve hatırı sayılır bir sayıya ulaşan ya­
zılı kaynaklarda, şimdiye değin bu adların geçtiği tek bir değinme yoktur.
Bu durum, 9-ayandığı bilgiler -en azından kısmen- Fenike keşifleri nden
alınmış olsa bile, üç kıtalı bir dünya coğrafyasının bir Yunan kavramı ol­
duğunu doğrular gibidir. Avrupa, Eski Yunanların -ve daha sonraları La­
tinler ile ötekilerin- anayurtları olarak adlandırdıkları yerdi. Asya ve Afri ­
ka, komşularının toprakları olarak nitelendirdikleri yerlerdi ; ama komşula­
rı buraları böyle adlandırmıyordu . Avrupa kavramının kendisi de , birbirini
44
izleyen Helenizm, Romalılık ve Hıristiyanlık evrelerinde kendini tanımla­
mayla ortaya çıkmıştı . Asya ve Afrika " öteki " kavramının adlandırmalarıy­
dı, " barbar" ve "putperest" gibi etnik, kültürel ve dinsel adlandırmaların
coğrafi düzeyde ifade edilmiş karşılıklarıydı . B arbarlar, haliyle, kendilerine
barbar demiyorlardı; putperestler de Hıristiyanlığı benimsemelerine ve
kendilerini böyle görmek üzere eğitilmelerine değin kendileri için bu ya­
kıştırmayı kullanmıyorlardı . Bu çerçeveden bakıldığında Asya, basitçe Av­
rupa olmayan Doğu, Afrika ya da Libya da Avrupa olmayan Güney anla­
mına gelmekteydi . Aralarında Aristoteles'in de olduğu bazı antikçağ filo­
zofları bir adım daha ileri giderek, Avrupa'yı özgürlük, bağımsızlık ve hu­
kuk düzeniyle , komşularını ise keyfi titanlık ve kölece boyun eğmeyle öz­
deşleştirdiler. Bu görüş Avrupa Birliği 'nin konseylerinde zaman zaman ha­
la dile getirilmektedir.
Asya ve Afrika sakinlerinin bu anlayışı paylaşmadığını belirtmeye gerek
yok. Eldeki verilerin gösterdiği kadarıyla, Kolomb öncesi Arnerika sakin ­
lerinin Amerikalı olduklarının farkında olmamaları gibi, onlar da Asyalı ve
Afrikalı oldukl arından habersizd i . B öyle bir sınıflandırmanın varlığından,

d ı r. Türk iye'de bas ı l m ı ş i k i nc i Tü rkçe k itap olan b u y a p ıtta b i rçok d i zg i hatası var­
d ı r; b u n l a r ı n b i r bö l ü m ü i k i yüzü aşk ı n d izgi hata s ı n ı n b u l u nduğu b i r ekte s ı ra l an­
m a ktad ır.
Avrupalılar bunu onlara getirdiğinde -ve belirli zaman ve mekanlar içinde
dayattığında- haberdar oldular.
Bu yüzden , birçok ulus ve dile ayrılmış olsa da, Avrupa'nın tutarlı bir
bütün, -yani kültürü , değerleri, dini , kuru mlan, bilimi, güzel sanatları ve
hatta müziğiyle gerçek bir toplum- olması ve en azından yakın döneme
değin , bir ırktan gelen insanları barındırması , buna karşılık Afrika'nın ve
çok daha belirgin olmak üzere Asya'nın , olağanüstü bir çeşitlilik göster­
mesi şaşırtıcı değildir. Avrupa'da, Sicilyalılarla İsveçliler, Polonyalılarla
Portekizliler arasındaki farklılıklar uzaktan bakıldığında büyükmüş gibi
görünebilir; ama Hindistan 'la Japonya, İran 'la Çin ve Mısır'la Zimbabve
arasındaki farklılıklarla karşılaştırıldığında önemsizdir. Avrupa kendi başı­
na Avrupa oldu . Amerika'yı da Avrupa keşfetti ve bir bakıma .yarattı; çün­
kü Kuzey Kutbu ' n dan Antartika'ya kadar B atı Yarıküresi'ndeki bütün
devlet biçimleri bir Avrupa modeline göre kurulmuştur ve kendilerini bir
Avrupa diliyle ifade ederler. Asya ve Afrika ise Avrupa tarafından keşfedil­
miş y a d a yaratılmış değildir. Avrupa bunları i cat etmiştir; Avrupalı olma­
yan birçok çevrenin sonuçta Avrupa merkezli bir dünya tasviri olan bu
görüşü benimsemesi ve kendilerini Avrupal ıların onlara dayattığı kimliğe
göre tanımlaması , Avrupa merkezciliğe karşı bir isyan dalgasının yükseldi-
ği günümüzde olağanüstü bir ironidir. 45
Tarihsel , kültürel ve hatta ırki bakı mdan Avrupa ile doğu ve güney
komşul arı arasında gerçek bir engel ya da aynın çizgisi yoktu ; aslında As­
va ve Afrika'nın Yunanlılar ve Romalılar tarafından bilinen ve adlandırılan
bu kesimleri iki kıranın daha u zak bölgelerine göre Avrupa'yla çok daha
fa zla ortak yana sahipti . Akdeniz her dönemde Sahra'ya ya da İran' ın ku­
zey ve doğu sın ırlarını belirleyen dağ ve bozkırlara oranla bir engel olma
özelliğini çok daha az taşımıştı . Hindistan ve Çin 'in büyük dinleriyle kar­
şı laştırıldığında, İsl amiyet ve Hıristiyanlık ikiz evlatlardır ve aynı ataların
soyundan gelmektedir. Asya' nın güney ve doğu, Afrika'nın orta ve güney
kesi mlerindeki ırklarla karşılaştırıldığında, Akdeniz'in bütün kıyılarındaki
halklar çok açık biçimde ortak bir mirası paylaşırlar. Doğrusu Avrupa'nın
uç noktalarının hiçbirinde beyaz ile beyaz olmayan arasında belirgin bir
ırki ayrım çizgisinden çok, bir derecelenme dizisi, örneğin kuzeyden gü­
neye inildikçe açık tenden koyu, esmer, bronz ve kara tenlere doğru bir
geçiş söz konusudur.
Eski Yunanlılara göre Asya, başlangıçta, batı kıyısı Avrupa sayılan Ege
Denızi 'nin doğu kıyısı anlamına gel mekteyd i . Daha sonra ufu kları nın
önüne daha geniş ve daha uzak bir Asya açılınca, bu bölgeyi Perslerin,
Hintlilerin ve Çinlil erin daha uzakta kalan topraklarından ayırmak üzere
" Küçük Asya" olarak adlandırdılar. H emen hemen aynı şekilde Doğu So-
runu kavramına kaynaklık eden, bildiğimi z Doğu terimi , Uzakdoğu de­
nen bir bölgenin sorunları B atının ilgisini çekmeye başlayınca önce Yakın­
doğu 'ya ve ardından Ort adoğu'ya dönüştü .
Roma ve Bizans yönetimleri altında Asya, bir eyaletin adıydı . İslami
fetihlere kadar kullanılmaya devam etti ve daha sonra yerel düzeyde unu­
tulup gitti . Ne Suriye'yi fetheden Araplar ne de Küçük Asya'yı fetheden
Türkler bu adı koruma yoluna gitti .
Romalılara göre Afrika, Akdeniz'in karşılarına düşen güney kıyısının
adıydı . Burası Roma'nın kudretini ve hatta kısa bir süre için varlığını ciddi
biçimde tehdit eden tek düşman devletin yurduydu . Bu tehlikeyi en kes­
kin ve en açık biçimde sezmiş Romalı olan Scipio'ya Africanııs (Afrikalı)
lakabının verilmesinin nedeni Afrika asıllı olması deği l , burayı fethetmiş
olmasıydı. Roma İmparatorluğu döneminde Afrika, kabaca, bugünkü Tu­
nus ile Cezayir'in doğu ve Libya'nın batı kesimlerine denk düşen bir in1-
paratorluk eyaleti haline geldi. Asya'nın tersine Afrika adı, 7. ve 8 . yüzyıl­
lardaki Arap fethinden sonra da sürdü ve aynı yöreyi belirtmeye yönelik
coğrafi ve kısa bir süre için idari bir ifade biçimi olarak yeni efendilerce de
korundu . Bu ad Mısır ve Fas'ı , ayrıca Arapçada "siyahların toprakları" an­
lamında B iladü's-Sudan olarak anılan güneydeki ülkeleri kapsamıyordu .
46 B aşlangıçta Atlas Okyanusu'ndan Kızıldeniz'e ve Hint Okyanusu'na ka­
dar uzanmak üzere Sahra'nın altında kalan bütün bölgeler için kullanılan
Biladü's-Sudan adı , modern ç ağla birlikte Kuzeydoğu Afrika' daki iki ül­
keyle sınırlı bir anlam kazanmıştır. Nil Sudanı'ndaki yerel konuşma dilin­
de, esmer tenli olan kuzeyliler kırmızı tenli , siyah tenli güneyliler ise mavi
tenli olarak anılmaktadır.
Peki , o halde Müslümanlar dünyayı nasıl ayırmaktaydı? Bunu, biri coğ­
rafi öbürü aynı anda dini ve siyasi olmak üzere iki yoldan yapmaktaydılar.
Arapça, Farsça, Türkçe ve öteki İslam dillerinde yazılmış coğrafy::ı literatürü
dünyayı ayırmada "iklim "leri esas almaktaydı .6 Ama klasik Müslüman ya ­
zarlar, modern çağda bizim yaptığımız gibi, bu ayrımlara ırki , kültürel ve
hatta tarihsel özel likler yükl eme hatası nı işlemerne kteydi . Onların "i k­
lim"leri bütünüyle coğrafi niteliktedir ve herhangi bir biçimde dini, kü ltü­
rel , etnik ya da siyasal çağrışımlar taşı numaktadır . Müslümanlara göre ,
dünyada önemli ve etkili olan ayrım çizgisi İslamiyetin hüküm sürd ü ğü
topraklar ile henüz bu safa katılmamış ol an yerler arasındaydı . Asya ve Afri -

6 Ortaçağda Müsl ü m a n l a r ı n dünya coğrafyas ı na i l i şk i n görü ş ü i ç i n bkz. A ndre M i q u­


e l , La Geogrophie humoine du monde musulmon, 4 c . , Par i s , 1 967-88; l g nati i Y u l ya­
novi c Krockovski i , Arobskoyo Geograficeskoyo literoturo, lzbroniyye socineniyo' n ı n
4 . c i l d i , Moskova, 1 957, Arapça çev i r i s i Se l ah add i n Osman H a ş i m , Tarihü 'l-Ede­
bü 'l-Coğrôflü 'l-Arabl, 2 c . , Kahi re, 1 963, 1 965; Beyrut, 1 98 7 .
ka kıtalarındaki ilerleyişleri sırasında, Müslü manlar önemli bir askeri güçle
ve ciddi bir dinsel rakiple karşılaşmadılar. Avrupa'da ise bunların her ikisiy­
le karşı karşıya geldiler; dolayısıyla, cihadın, hem kuram hem uygulama ba­
kımın dan Hıristiyanlık alemiyle mücadelede temel ilgi alanının Avrupaya
ait çeşi tli sahalar olması şaşırtıcı değildir .
İ ki dinin birbirini algılayış biçiminde garip bir koşutluk görülmekte­
dir. Her ikisi de ötekini önemli bir rakip olarak görmekle birlikte, bunu
itiraf etmeye yanaşmamaktaydı . Hıristiyanlar düşmanlarından Müslüman­
br olarak söz etmek yerine, etnik terimleri kullanmayı yeğ tutmakta ve
onları Avrupa' nı n farklı kesimlerinde rv1ağribi ya da Serazen, Türk ya da
Tatar adlarıyla anmaktaydı . Aynı şeki lde Müslümanlar da Avrupa'nın sa­
kinlerinden ve hatta Avrupa'dan gelmiş olan Haçlı askerl erinden söz
ederke n , onl arı Rum, Frenk ya da Slav olarak adlandırmaktaydı . B ir tür
dinsel nitelendirmenin gerekli olduğu durumlarda, her ikisi de aynı teri ­
m i , " kafir" terimini kullanmaktaydı . Hem Hıristiyanlar hem de Müslü­
m a n l ar bu terimle aynı şeyi kastetmekteydi ; aralarındaki tek fark terimin
yönelik old uğu kesimdi .
Rönesans döneminin ve bunun sonucu obrak Yunan bilimine yönelik
ilgi n in yeniden canlan dığı yılların yazıl ı Avrup a kaynaklarında Avrupa ile
kardeşleri Asya ve Afrika, yeniden karşımıza çıkar. Yeniden keşfedilen an- 47
tikçağın klasik metinleri , Avru p a lılara yal nız geçmişe deği l , o dönemin
olaylarına yeni bir bakış açısı kazandırd ı . Antikçağda oldu ğu gibi, Yuna-
nistan bir kez daha Doğudaki büyük bir hükümdarın kalabalık orduların-
ca istila edilmekteydi . Yeni bilim anlayışının yepyeni perspektifi çerçeve-
sinde, bu durum artık temelde İslamiyet ile H ıristiyanlık alemi arasındaki
mücadelenin bir uzantısı olarak deği l , daha eski bir mücadelenin, Avru-
pa'nın ait özgür Ellas'ını bir Asya tiranma ve barbar sürülerine karşı sa­
vunma mücadelesinin yeniden ortaya çıkışı olarak görü l mekteydi. Ne ka-
dar i l gisiz olurs;ı olsun bu eşitleme, i z leyen uzun bir dönem boyunca Av­
ru palıl arın Doğu Akdeniz ' deki olaylara ilişkin anlayışlarını etkilemeye de-
vam etti . Afrika'dan benzer düzeyde bi r tehdidin gelmesi söz konusu de-
ğiidi ; ama burada da eski söz,cüğe antik metinlerden ve yakın dönemdeki
keşiflerden kaynaklanan yeni anlamlar verild i .
B i rbirine koşut süreçler içinde bilim adaml arının antikçağı, gezginle­
rin dünyayı ve h ü manistlerin kendi dil lerini keşfetmeleri ve dini otorite­
nin A\Tupa'nın düşünce tarzı üzerindeki pençesinin zayıflaması gibi geliş­
mcierin hepsi bir araya gelerek, kimliğin, başkalığın ve çelişkinin tanı m ·
!anmasında dinin artık t e k v e hatta asıl etken olmaktan çıktığı yeni bir
perspektifi teşvik etti . B i l gi düzeyinin yükselmesi, İslam dünyasını n dışın­
da kabn daha uzak kültür \'e toplumlarla ilişkil er kurulması ve belki de
bunlardan daha önemlisi , yerkürenin çevresının dolaşılması ve Eski Yu­
nanlıların, Kitab-ı Muk a ddes' in ve Kurcın'ın aynı ölçüde varlığından ha­
bersiz olduğu eski uygarlıklara sahip yeni bir dünyanın keşfedilmesi , za­
manla insanl arı dünyanın daha nesnel bir coğrafi sınıfbndırmasını yapma­
ya yöneltti . Dördüncü bir kıranın bulunması bilinen eski üç kı taya yeni
anlam ve geçerlilik kazandırdı .
Bir bakıma, Amerika'nın sahneye çıkması ve benimsenmesi , Asya ve
Afrika'nın kimliğini güvence altına alıp güçlendirdi ; çünkü bunlar da Av­
rupa'ya özgü kavramlardı . Avrupa'nı n , başta İslamiyet olmak üzere , ra­
kiplerine karşı zafere ulaşmasını ve buna bağlı olarak d;ı Avrupa'ya özgü
kavram ve kategorilerin evrensel kabul görmesini s:ığlayan şey, herşeyden
önce Avrupa'nın dünyayı keşfetmesinin bir parçası olarak Aınerika'nın
keşfe dil mesiydi . Başlangıçtaki belirli bir me rak duygusunun ardın dan ,
Müslümanların "Yenidünya" dedikl eri kıtaya ilgisi en alt dü zeye i n di .
( Dönemin Müsl üm;ın kaynaklarınd;ı A merika adı nadi ren geçmektedi r . )
Konu hakkındaki en dikkate değer belge, büyük Türk denizcisi Ye haritacı
Piri Reis'in 1 5 1 3 ' te hazırladığı haritadır . Bu harita Kolonıb'un kayıp h::t­
ritasından alınan ve anlaşıldığı kadarıyla, Osnunlı hizmetindeki bir İspan­
yol köleden sağlanan bilgileri içermektedir. Piri Reis'in 1 5 1 7 ' de Kah i -
..J8 re 'de Mısır fatihi Yavuz Sultan Selim'e sunduğu harita Topkapı Sara­
yı'nda saklandı ve 1 929 'da bir Alman bilim adamı fark edene değin unu ­
tulmuş olarak kaldı . 7 Amerika üzerine en eski ve uzun bir zaman boyun­
ca, tek İslam eseri, 1 6 . yüzyıl ortalarında B atı Hint Adaları'nı anlatmak
üzere Türkçe olarak kaleme alın an ve 1 729 ' da ilk Osmanlı-Türk matba­
asında basılan Tarih - i Hind-i Ga rb i ' dir. Kitabın adı bilinmeyen y :ızarı ,
Yenidünya'nın keşfini ve fethini bazı ayrıntıbr vererek aktarmakta, bitki
örtüsünü, hayvan varlığını ve insanlarını betimlemekte ve doğal olarak,
bu güzel toprakların zamanı geldiğinde İslam töreleriyle aydınl anacağı ve
Osmanlı ülkesine katılacağı umudunu ifade etınektedir . 8 1 7 . ve 1 8 . yüz­
yıllara ait yazıl ı Arapça ve Türkçe kaynaklar Avrupalı komşularının Ameri­
ka kolonilerinden bir parça haberdar olduklarını göstermektedir; 1 8 . yüz-

7 1 5 1 3 tari h l i Yenidünya haritası i ç i n bkz. Svat Soucek, " l s l a m i c Chart i ng i n the Me­
d i terranean " , ed . , J . B. H arley ve Dav i d Woodward, The History of Cartogrophy, bö l .
2 , c . 1 : Cortogrophy in the Troditional lslamic ond South Asion Societies, Chi cago,
1 992, s . 269-72; yazıda daha önceki araştı rma l a r d a i ncelenmekted i r. Yetk i n bir i r­
del eme i ç i n bkz. Andrew C. Hess, "Pi ri Reis and the Ottoman Response to t he Voya­
g e of D i scovery " , Terroe lncognitae, 6 ( 1 974), s. 1 9-37.
8 Bkz. Thomas D. Goodri ch, The Ottomon Turks ond the New World: A Study of "To­
rih-i Hind-i Garbi" ond Sixteenth Century Ottomon Americono, W iesbaden, 1 990; ve
Tarih-i Hindi-i Garbi veya Hodis-i Nev, İ stanbu l , 1 987.
yıl sonların dan kalm a ve d ü nyad a ki kadın L:ır üzerine yazılmış bir Türkçe
kitapta ye r l i Am e ri kan kadı n ı n a i l işkin h ay al ü rü n ü man z u m bir betimle­
m e bi l e yer a l m a ktadır. Musul l u bir Kel da n i H ı ristiyan papazın ı n 1 6 75 ve
1 68 3 aras ın da İspanyol Amerika ' sı n ı dolaştığı ve yaptığı yolcul ukların hi­
kayesini Arapça ol ara k kal e m e al dığı b i l i n m ektedir . 9
Azteklerin v e İnkal arı n toru n l arı n ın Ameri k a l ı kim li kl eri n i hangi aşa­
mada ve h an g i süreçler sonun da anlayıp beni msedi kl e rini b i l m iyoru m .
Asya ,.e Afri ka'da yaşanan aynı doğrultudaki süreçl eri n tarihi ise oldukça
kesin bir biçimde beli rlenebil i r . B u gelişmenin ö n ü Avrupa ege m enliğinin
ya da e n azından nüfuzunun ortaya ç ı k ı şıyla açı l dı; b ö y l e c e Asya lılar ve
Afrika l ı l a r , B a tı l ı kafir ve barbarların o z a mana değin küçümsenen dil l eri ­
ni çalış maya ve coğraf)rayı Avrupa' nın ders kitaplarından öğrenmeye baş ­
ladılar. Yü z le rce yıldan beri H ı rist i yan l ı k 3. l emine karşı İslamiyetin cephe
hattında bulunan Tü rkler, 1 9 . yü zyı l başlarında b a t ı sınırların ı n ötesinde­
ki ü l ke lerden Avrupa olarak deği l , F ren kl e ri n , H ı risti yanl a rı n ya da kafir­
lerin t o prakl a rı o l arak söz ediyorl ardı . Kı ta lara i l işkin sını fl andırma ve bu­
na eşlik eden terimler 1 9 . yüzyı lın birinci yarısında yavaş yavaş günlük ko­
n u şma diline girdi . « Edı fe " biçi minde yazı lan Avrup a a d ı , Yun anca ö z ­
g ü n kaynaklara dayal ı i l k A ra p ç .ı coğraf)ıa yapıtlarında şöyle kaçamakça b i r
görünmüş v e d a h a sonra çarçabuk ortadan kal kıp unutu l muşt u . l 9 . y ü z - -ı c;

yılda yeniden ort a )'a ç ı kan bu adın Arapça d a k i " Urubba " , Türkçedeki
" Av ru p a " ve Farsçadaki « Urupa" biçimi g ü n l ü k konuşmaya da geçti . Rus
Orta Asyası , Fransız Kuzey Afrikası, İ n gi l i z H indistan ı , H o l l anda Doğu
Hin t Adaları ve Afrika ' n ı n büyü k bölümü gibi doğrudan Avr u pa yöneti -
m i altında kalan ülkelerde , Avru p a nın ' coğrafi b i lgilerinin v e eğitiminin
etkisi daha doğrudan v e ar a c ı s ı z oldu.
E şyJ n ı n d ü z e n i n e i l i ş ki n Avru pa yaklaşı m ı n ı n benimsenmesi , d o ğal
olarak Asya ve Afr i ka ' ıı ın birer k ı ta o l arak kabulünü tanı n m asını gerek­
tird i . Yi ne de b u tanı ma en azından b i r süre için iki kı ranın Avrupa'yla
k.Jrş ı ! J ştırı l abilir varl ı klar o l arak kabul e d i l m esini getirmedi . Asyal ı l ı k an­
layışı a n c a k 19. y ü zyıl sonl arı n d a ortaya çı k tı v e 2 0 . y ü zyıl da bazen a nt i -

9 Met n i ortaya çı karan Lübna n l ı Cizvit b i l g i n A n t u n Rebbat daha sonra " Ri h l et evvel
sô' i h şarki i l ô Ameri ka" başl ı ğ ı y l a El-Maşnk'to ( E y l ü l-Ara l ı k 1 905) yayı m l ad ı . K ı sa
b i r a ç ı k l ama i ç i n bkz. Abe l o rdo Ched i ac, " Pri mer v i a j e de un ori enta l o la Ameri co",
America Espanola, 25 ( 1 940), s . 87-98 . İ sponya'do 1 779'da görev l i bir Fos büyükel­
çisi raporunda Müsl üman kaynakl arı nda Ameri kan Bağ ı ms ızl ı k Savaş ı 'y l a i l g i l i i l k
a n l at ı m olduğu kesi n l i k le söy l eneb i l ecek b i l g i l ere yer vermektedir. Bkz. Muhammed
i bn Osman el-Mı knôsl, El-İksir fi fik ôkü 'l-eslr, h az . Muhammed e l - F a s i , Robot, 1 965,
s . 97. D a ha sonra b i l g i l e r i n n as ı l artt ı ğ ı na i l i şk i n o l arak bkz. A m i Ayalan, "The
Arab D i scovery of Ameri co i n the N i neteenth Century", M iddle Eastern Studies, 20
( 1 984), s . 5 1 - 1 7 .
e m p eryal i z m i , bazen de rakip b i r Asya e m p eryali z m i n i deste k l er nite l ikte
o l m a k ü zere te meld e B at ı karş ı tı bir hareket ol arak gelişti . G örü ndüğü
kadarıyla karşılı kl ı bir rıza sonucunda , b u s iyasal bağlamdaki Asyalı teri ­
mi G ü n eydoğu Asya ' nı n M ü s l ü m a n halkların ı kapsaınaınaktaydı . 1v1ev­
cu t Amerikan kull anı m ı n d a terim i n b u öze l l i ği hala sürm e kted i r . Akdc­
n i z ' d e n Ümit B mn u ' n a kadar kıranın fa rklı din, dil, k ü l t ür ve ırkları nı
kucaklayan o rtak b i r Afri kalı ki m l i ğ i ise çok s o nrabrı ortaya <; ı ktı ve an­
c a k Avrupa yön e ti m i n i n sona e r mesi n d e n sonra gerçek anbmda ö n e m
kaza ndı . Eğer Afri kal ı l ı k anlayışı tutars a , Av nı p 2 nı erk c z l i ..:nene k;.HŞi
bu tarz bir i syan Afrika ' da Avru pa m erke z c i l i ğ i n n i l ı ai b i r nLri .rnbmına
g e l ecektir.
Av rupalı kaş i fl e rin Afrika ve Asya ç evres i n d e , ayrı c a Atlas O ky a ııu ­
s u ' n u aşıp h e r iki Ameri k a ' ya yaptıkl arı o kyanus yolcu l u kl arı tari h te i l k
k e z ol m ak üzere bütün kıtal arın y e n i bir birl iğini yarattı ; hepsi n i n birb i ­
riyle il işkiye girmesi ni sağl adı v e böylece gıda ürünl eri ,·c ticari m a l l arı n ,
bitki l erin ve evcil hayvanları n , b i lgi v e fi kirlerin kürese l düzeyde değişimi
için gere kli zemini hazırladı .
İşin ol umsuz b i r yanı da v ardı. Kıtabr aras ı n daki bu yeni u laşım hatl arı
D oğu v e B at ı yankürel e ri arasınd a hastal ı kl arı n karşı l ı kl ı taşın masını d a
so m ü m kü n h a l e getirdi . B u durum b a z e n y e n i teşhis ve tedavileri gerekti ­
ren öl d ürü c ü türden yeni hastal ıkların ortaya ç ı kmasına yol a ç tı . Söz ko­
n usu h astalı klar tıbbi ol duğu kadar toplumsal niteli kte de o l a b i l m e kteydi ;
örneğin hem Eskidünya ' da h e m de Ycn i d ü ny a ' d a var o l an sayısız ve )'ay­
gın köl elik kuru m l arı n a yeni bir kölelik çeşidi katı l d ı .
Köl el i k , ortaçağ Avru p a ' s ında bilinmesine rağmen p e k ö n e m l i bir o l gu
deği l d i ; Kol o m b ö n cesi Aınerib ' daki ya da lvlüslüman ve Müsl ü man o l -­
m ayan Afrika' daki. duru m l a karşılaştır ı l dı ğı nda Avnıpa ' n ın topl umsal yaşa­
m ın d aki yeri çok daha s ın ı rlıydı . B ü tün b u fa.rklı k ü l t ü r l e ri n bu l u ş ması ,
sömürge köleliği ol arak b i l i n e n yeni b i r kölel i k çeşid i n i d o ğ ur d u . Aın eri ­
ka'nın veri m l i toprakbrı h e m fi rsatlar h e m de çetin z orl u k l a r sunma kta)r­
dı . Avru pa'mn yaratıcı l ı ğı ve açgözlü l üğü , Afrika ile İslam d ü nyasın cbki
plantasyon sisteml erinden ve köle ticare t i n d e n ö ğrcn i l en l erc dayaıldrak
b u soruna bir çözü m bulun ması nı sağlad ı . Söm ü rge köl e l i ği \'e deniz yo­
luyla köle ticaret i , Atlas O ky a ır nsn ' n un dört kıyı s ı , yani B a t ı Avru p a , B at ı
Afri ka, Kuzey A fr i k a ve G ü n ey Ameri k a arasın d ak i ç apraz d e f�i ş i mlerde
ön e m l i bir etken haline geldi .
A m a kölel eri önce anayurtta , ardından s ö m ürgel erde v e s o n u n da b ü ­
tün dü nyada serbest bırakma kararını i l k veren de Avru pa oldu . B atı tek-­
ıı oloj isi köl e l i ği gereksiz hale getirirke n , B atı düşü ncesi de köleci anlayışa
karşı hoşgörüsü zdü . D a h a ö nc e kö l e l i ğ i n birçok çeşidi g örü l m üştü , ama
köleliğin kaldı rı lm as ı , zaman l a Eski dünya'nın köklü ve dallanıp budaklan ­
mış köle sistemlerini bile darmadağın eden tek bir b i ç i mdeydi .
Arn erika' n ı n keşfi, başka b i rçok bakımdan olduğu gibi , bu bakımdan
da iyi ve kötü yönleriyle insanlık tarih i n de b i r dönü m n oktası oldu; Avru ­
p a ' d a başl ayı p , Av ru p a l ı kaşi fl e r , fati h l e r , m i syonerler, s ö mürgecil e r ve
- ek l e m e k gerekirse- mülteci l e r ara c ı l ığıyla dü nyanın her yanı n a t aş ı n an
m o dernliğe geçiş sürec i n i n temel u n s urları arasında yer aldı . Aynı d ö n e m ­
de Gırn ata ' n ın a lın masının ç o k ötes i n e g i d e n bir kapsa m l a , u zun vadede
Avru p a ' n ı n düşmanları n a karşı zafe ri n i sağlad ı . Yenidüny a ' n ı n madenl e ri
Avrup a H ıristiyan alemi n e , dış ticareti n i , savaşları n ı ve bulu şlarını fin anse
e tmesi için gerekli altın ve gümüşü ve rdi . AITıeri lcı 'nın tarl a ve p l antas­
yonları yen i kaynaklar v e rnalbr getird i ve böylece Avru palı ların M üsl ü ­
man l arla ve ötekilerle e ş i t ve sonun d a daha ü s t ü n kon u mda tiGı ret yap­
m asın a ilk kez o lanak sağladı . Dahası , tari h i n ve kutsal m et i n lerin aynı öl­
ç ü de habers i z oldu ğu yabancı ü l k e v e hal klarla karşı l aş m a başlı başın a ,
d ü ş ü n s e l kal ıp l ar ı n kırı l masın a , insan kafası n ı n v e ru h unun ö zgürl eşmesi­
n e çok büyük katkıda bulun du . M ecaz e n , Ko lorn b ' u n da H ıristiya n l arı ,
b a haratı ve aynı zamanda Vafti zci Y ah ya 'yı aradığı söyl enebilir. S i mgesel
a n l a m da b un ların hepsi ni ve çok daha fazlasını bul duğu da eklen e bi l i r .
Öyleyse Avrupa halkları bu geniş ç aplı y ayı l maya n eden girişti v e n e - sı

d e n fetih , d i n değiştirtme ve sömürgel eştirme yoluyla Avru pa merkezli


bir dünya yaratmay a ç alıştı ? B u neden , bazı ları n ı n inandı ğı gibi , kökleri
derinde yatan , bel k i de kalıtsal b i r kötü l ü k, içe işl e m iş bir tür ahlaki kusur
muydu? Soruya veri lecek bir cevap yoktur, çünkü yanlış biçi mde yönelti l ­
mişti r . Avrupalılar öteki h a l kl arı a l t e tmeye , b oyu nduruk a l t ı n a al m aya v e
soymaya koyu l u rken , yal n ı zca k o m ş u l arı v e sel efleri tarafı ndan ön lerine
kon m u ş ö rneği i z l iyor ve asl ı n d a insanoğlunun ortak alışkanlı ğına uygu n
dav ranıyordu . Özellikle Afrika ve Asya ' daki komşu İslam topra kları na yö-
n e l i k saldırıları , bu alışka n l ı ğ ın açı k b i r örneğiyd i . İ l ginç o l an somlar ne-
den bu u ğraşa girdikleri deği l , neden başarılı oldukları ve b a ş a rı y a u l aştı k-

tan sonra neden sanki b i r günahmış gibi bu başarı larından pişmanlık duy ­
d u k l a rı d ı r . B a ş arı modern çağda, p i ş m a n l ı k ise y J. z d ı t a ri h i n t ü m ün d e
benze rs i zdi .
G i ri ş i m , ortak insanlık yap ı l anm n ; b,ışan ise , Awupa i l e çocukları nın
gelişti rdiği u yga.rlığı n ö zü nde \'ar o l a n , a m a ö t e k i l erde eksik ya da yetersiz
olan bazı özel nitelikl e ri n sonucu ydu . Kuşku yok ki Avrupalılar e rn peryal
ru h halinin temel u nsurları o Lrn ve çeşitli e rn p e ry al selefl e riyle p ayl aştıkla­
rı açgözlü l ü k , nhşet, kendi n i beğenmişli k ve misyon duygusun u n karışı ­
m ı bir anlayışa sahipt i . Ama h e m daha ö nceki fatihlerin hem de alt ettik­
l e r i \'C ard ı n d a n vüzüstü b ı raktı k brı t op i u m b r ı n i n c c l c nı c si nde yararlı
ol abilecek bir başka yönleri vardı . Kolomb'un keşif yolculuğunu gerek al­
kışlayan gerekse kınayan çevreler arasında, göründüğü kadarıyla, yargıları­
nı Amerika'nın tarihine değil, ortaya çıkışı son tahlilde Kolomb'a bağla­
nan Amerika B i rl eşik D evletleri'nin tarihine dayandıranlara rastlanmakta­
dır. Günümüzde bu kendini beğenmişlik, saçma da olsa makul bir nite lik
kazanmıştır.
İçinde bulunduğumuz yüzyılda, Avrupa uygarlığının görünümünde
önemli değişiklikler meydana gelmiştir . Avrupa değerlerine derin düş­
manlık besleyen liderlerin yönetimi ndeki Rusya, Avrupa sahnesinden çe­
kildi ve İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Doğu Avrupa'nın büyük bölü ­
münü de aynı y o l u i zlemeye zorladı . Şu anda bu ü lkeler sancılı v e sıkıntılı
bir süreç içinde geri dönmeye çalışmaktadır. Yıkıcı iki dünya savaşıyla za­
yıflayıp tükenen v e emperyal konumunu yitiren Batı Avrupa, kökleri ve
birçok değeri bakım ından Avrupai, ama başka bakı mlardan köklü biçi mde
farklı ve yeni bir uygarlığın doğmuş oldu ğ u Amcrika'ya teslim oldu ; bu
durum hemen hemen bütün önemli beşeri alanlarda insanlığa yeni bir li­
derlik bzandırdı . Avrupa kaynakl ı ve daha geniş çaplı bu uygarlığı ve
Arnerika'yı ''B atı "nın lideri olarJ.k nitelendirmek artık alışılagelmiş bir tu­
tumdur. Taşıdığı açık coğrafi belirlemenin dışında, bu terimin bi rbiriyle
s2 çakışan, ama bir bakıma farklı iki anlamı daha olagelmiştir. Bunlardan biri
Sovyetler B irliği'ne karşı ol uşturu lan ve Batının temel değerlerini çok az
paylaşmakla ya da hiç pJ.ylaşnumakla bi rlikte sırf stratejik gereklerden do­
l ayı Batıya bağlı bazı ülkelerin de yer aldığı bir askeri ittifaktı . Ötekisi ise
özgürlüğe, yasalara uymaya ve insan haklarına i lişkin belirli temel değerle­
ri paylaşan ve Sovyet karşıtı ittifak içinde yer almayJ. isteksiz tarafsızları da
kapsayan , aynı zihniyete sahip ülkelerin birbirlerinin hukuk ve adetlerini
tanımaları üzerine kurulu bir birlikti . Günümüzde Sovyetler Birliği 'nin
çökmesi ve Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle birlikte, yeni, dah a geniş ve
belki de daha büyük bir Avrupa ortaya çıkabilir . Artık askeri gereklerle ve
sınırlamalarla kuşatılmış olmayan B atı da çok Lfaha büyük başarılara göz
dikebilir. Ama şu an i çin , başta Kuzey Ameri ka olmak üzere , Avrupalı lar,
onların çocukları ve yandaşları arasında açgözlülük ve kendine güven üze­
rine kumlu ruh hali, yerini doymuşluk, suçluluk ve kuşku üzerine kurulu
bir rnh haline bırJ.kmış bulunuyor.
Kuşku iyi bir şeydir ve aslında Batı uygarlığının ana kaynakları ndan bi­
ridir. Öteki uygarlıklarda ve bizim uvgarlığımı zın ilk evrelerinde düşünce­
yi zincire vuran, hoşgörüyü zayıthtan ya da ortadan kaldıran \'e demokra­
si dediğimiz karşıtların işbirl iğini önleyen kesinlikleri sarsar. İnsanları so­
rular sormaya ve böylece buluşlara, yeni başarılara ve başka uygarlı ktmn ­
kiler d e dahil olmak üzere yeni bilgilere yöneltir. Modern anlamıyla suç-
l u luk - h u ku ki bir karar deği l , z i h insel bir duru m olarak- aşın dı rı c ı ve yıkı­
cıdır; aynı za manda bizim B atı uyga rlığının e n derin ve en karakteristik
kusuru olan kendi kendi m i z e b üyü k b i r kibirle müsamaha gösterm em izin
aşı rı b i r biçi m i d i r . D ü nyanın bütün kötü l üklerinden soru m l u olduğunu
öne sürmek, " beyaz adamın yü kü " nün yen i versiyonudur; aynı kendini
beğe nmişl i k ve saç m a bir yakl aşı mla bütün iyilikJ erin kayn ağı olduğunu
öne süren emperyal selefleri mizin tutumu kad ar kendi gururu muzu okşar
ve başkalarına karşı d a sözde bir alçakgönüllülük gösterisinde bulu nur .
Şi mdilerde ç okça duyduğumuz b i r sözc ü k , eğitim ve kültü rü müzün
özellikle Avrupa merkezli karakteri olara k tan ı mlanan yönü n ün sona er­
mesi ve yerini birçok kült üre dayanan b i r a n l ayışa b ırakması gerektiği dü ­
şüncesini ifade eden " ç ok.kültürl ü lü k " kavram ı d ı r . Çok.kü l türlülük düşün ­
cesi kendi başın a m ü kemmeldir v e Avrupa i l e B atının b ü y ü k geleneğine
b i rçok bakı m d an uymaktadır . M erak, i lgi ve saygı dolu b i r yaklaşım l a ya ­
bancı kültürleri i ncele meye i l k kez yön e l e n ve uzun yıl lar bu tutu m n tek
başın a s ü rdüren , ayrı ca tari he gömülü uygarl ı kl a rı açığa çıkararak ve unu­
t u l m uş metinleri çözerek yabancı kültürleri n tanın m asın a ve kendilerini
anlamasına büyü k b i r katkıda bul unan , herşeye rağmen, B atı dü nyasıydı .
H e r ne olursa o lsun , Avrup a uygarlığı h i ç b i r biçimde yalnız Avru pa'ya
özgü deği l di r . Tari hte bili nen bütün öteki kültürl e r gibi , başta M ısır'da S3

ve B e reketli H i l al ü l keleri n d e o rtaya ç ı kanlar olmak ü zere, kendisinden


önce gelen k ü l t ü rlerin katkı ve etkileriyle zenginleşm iştir . G ü n ü m üzde
başka kültürleri n i n celenmesini değerl i ve önemli kılan birinci neden, on -
l arı kendi yaşam koşullarında tanımaksa, ikinci neden de ken d i kültü rü -
m ü z ü dah a derin ve daha gerçekçi b i r biçimde anla manın yol u n u n öteki
kültürleri incele me kten geç m esi di r . Öğrencileri m i zin , yakın komşularım ı -
zın dillerini bile öğren mede isteksi z d avrand ı ğ ı ve ke ndi dillerini kullan-
mada gittikçe artan güçlükler yaşadığı bir döne m d e , tuhaf ve zor dill e r
üzerinde çalışma ç ağrısı n da bulunmak donkişotvari b i r tutu m g i b i görü ­
n e b i l i r . Ama ben b i r Arap u z manı olarak, insan uygarlığın ı n en büyük
klasi k dilleri nden b i ri ve son derece zengin bir ede bi , dinse l , felsefi ve bi -
l i msel kültürün il etişim aracı o l an Ara pç anı n hakkını vermel iyi m .
B aşka kültürlerin idealize edilmiş v e bazen uydu rulmuş b i r versiyonu­
n u o rtaya koyu p , bunları B atın ın şeytana benzetil miş gülünç b i r takli diyle
karşı karşıya geti rdiği zaman , çokkültürl ü l ü k tüm kültü rler i ç i n teh l i ke l i
ve al çaltıcı h ale gelir. Elbette, uygarlığımızın bazı l arı ortak i n s a n yapımız­
dan bazıları özel ol arak bizden kaynaklanan birçok köklü kusu ru vardır.
B i ze yön eltilen i th a mların çoğu karşısında, i nsanlar olarak suçlu ol duğu ··
muzu kabul etmekten başka seçi mimiz yoktur . B atıya ait o l an bizler el­
bette küstahlık ve tahakkü mden , sal d ı rgan l ı k ve sömürüd e n , boyun eğ-
dirme ve köleleştirmeden, cinayet ve çapulculuktan dolayı suçluyuz; her
ne kadar hafi f letici bir neden olarak, bu şeyleri hoşgörülebilir kabul etme­
mizin üzerin den uzun bir zaman ve hatta bunları Tanrı'yı memnun edici
ve ilahi hukukun buyurduğu şeyler saymamızın üzerinden çok daha uzun
bir zaman geçtiğini ileri sürebilsek de .
Yeni tarih i 1 492 'de başlayan Yenidünya, 2 0 . yüzyıl ortalarına doğru
B atı uygarlığının tartışmasız lideri ve onu yıkmaya çalışan iç ve dış düş­
manlara karşı başlıca savunucusu konumunu kazandı . Bu liderliğinin ba­
zılarınca eleştirildiği , bazılarınca sorgulandığı, başka bazılarınca suçlanı p
reddedildiği günümüzde bile , h ala ciddi bir rakiple, tutarlı bir seçenekle
karşı karşıya deği l . Her gün "Kahrolsun Amerika" diye bağıranlar bile ,
böyle b i r istekleri olsa d a , b u amaca ulaşma gücünden kesinlikle yoksun­
dur. Onlar Amerika'yı yok edemezler, ama Amerikan toplumunda görü­
lebilen belirli yönelimlerin bu noktaya varması halinde , bir intihara yar­
dım edebilirler. Ve eğer böyle bir şey olursa, her durumda mirasa sahip
çıkanlar onlar değil başkaları olacaktır.
Peki , bu miras nedir \'e korunmaya ya da sahip çıkılmaya değer midir?
Bütün kültürlerin kendi kazanımları, kendi sanat ve müzikleri, felsefe
ve bilimleri, edebiyat ve yaşam tarzları , insanlığın ilerlemesine başka kat-
s-ı kılan vardır; bunların bilinmesinin bize yarar sağlayacağına ve yaşamımızı
zenginleştireceğine kuşku yoktur. B u sonsu z insan çeşitliliğini , onu ince­
leme ve ondan öğrenme gereğini fark etmek bel ki de Batının en yaratıcı
yeniliklerinden biridir. Çünkü başka kültürlere yönelik merak duygusunu
besleyen, onların dillerini öğrenme, adetleri ni araştırma, kazanımlarına
değer biçme ve saygı gösterme isteğini taşıyan yalnızca B atıdır. Tarihin
bilinen öteki büyük uygarlıklarının hepsi istisnasız olarak kendilerini tek
başına yeterli görmüş, kendileri dışında kalanları ve hatta kendi i çlerinde­
ki altkültürleri \'e düşük statülü kesimleri aşağı layıcı bir tavırla barbar, biz­
den olmayan, dokunulmaz, kafir, yabancı şeytan saymış ve hakarete dö­
nük daha teklifsiz, daha kaba terimlerle anmışlardır . B aşka uygarlıkların
dillerini öğrenme çabasını ancak fetih ve tahakkümün getirdiği baskı al­
tında göstermiş ve dünyanın o zamanki egemenlerinin fikir ve adetlerini
kendini savunma amacıyla anlamaya çalışmışlardır. Bir başka deyişle, efen ­
dileri olarak tanımak zorunda kal dıkları kişilerden bir şeyler öğrenmeleri,
onları ancak yönetici ve/veya öğretmen olarak gördüklerinde söz konusu
olabil ird i . " Öteki "ne yönelik kendiliğinden gelişen merakın ve onun
"öteki"liğine zorlama olmayan saygının kendine özgü bileşimi, Batılı ve
B atılılaşmış kültürlerin ayırt edici bir özelliği olmaya devam etmekte ve
bunu ne paylaşan ne de anlayabilen çevrelerce hala şaşkınlık ve kızgınlıkla
karşılanmaktadır.
B atı ya ait olan biz ler, savaşlara ve bas k ı lara i lişkin iç karartı cı sici l i m i z ­
den anbşıl ab i l eceği g i b i , bi z de n farklı o l an lara saygı gösterme konusunda
çoğu kez fe ci biçimde başarısı z l ı ğa u ğramışı z dı r . Ama bu saygı b i r i deal
olarak u l aş m aya çalı ştı ğımı z ve hem k e n d i i ç i m i zde uygul a m a hem de
başkalarına p ay verme açısından belirl i bir başarı e l de ettiği m i z b i r şeydir.
Vietna m ' d aıı kaçan ç o k sayı daki mültecin i n H o n g Ko ng'un kal abalı k ada­
sın a , yani b ü tü n D oğu Asya ' d a B at ı l ı b i r hükürn etin hala başta olduğu,
dolay ı s ıyla kamu yetkil i l e ri n i n kesi n l i k l e titiz bir inceleme yapacağı n a ve
i lgi gösterece ğine güYenebi lecekleri ve buna bağlı olarak ne kadar az da
olsa yardım u m u du taşıyabil ecekl e ri b i r yere yönel m el eri e lbette önemli
bir n o ktadır.
Emperya l i z m , cinsel �1yrı mcılık ve ırkçı l ı k B atıda ortaya ç ı kmış sözcük­
lerdir; bunun nedeni - ne yazık ki e\Ten sel n i te l i kte olan- bu kötülükleri
B at ı nı n türetm iş olması deği l , B atını n b irer kötü l ü k o l du klarını fark et­
m esi , o nları böyle adl andırı p mahkum etmesi ve - bü tünüyle boşa gitme­
y e n b i r çabay l a - etki l e r i n i zayıflatmak v e mağdurl a rına yardı m c ı o l mak
ü z e re güçlü b i r mücadele vermesi d i r . B ir deyişi kullanarak bel i rtmek ge­
reki rse, B atı kültürü gerçe kten <'yok olup gidece k"se, em peryal i z m , cinsel
ayrı m c ı l ı k ve ırkç ı l ı k d a onunb b i rl i kte yok olup gitmeyece ktir . B u işin
kurbanları n ı n , bun l arı suçlama özgürlüğü ve son a erdirme ç abası o l m ası S.'i

çok daha muhte meldi r .


B atı kültürü günün b i r i n d e gerçe kten yok olup gideb i l i r : O nu n savu­
nucusu olması g e reken l e rden b i rçoğu n u n i n a n ç e ksi kliği ve onu suçlayan­
l arı n ateşli kes k i n l i ği p e kaLl B at ı k ü l t ü rü n ü n y ı kı mı n a katı l a b il i r . Ama
eğer B atı k ül tü r ü yok olup gi derse, bütün kıtal ardaki erkekler ve kadın l ar
bunun sonucunda güçsüz düşecek ve tehl i keye girecektir.
DİZİN
Adh e rnar de Chabanncs 19 Atlas Okyan usu 1 , 1 3 - 1 4 , 4 3 , 46, 50
Adı var, Adnan 16 Attila ( H un ön deri ) 2
Afrika v i , 2 , 4 , 7 , 1 0 , 25, 4 2 - 4 3 , 45-5 1 ; Averroes ( İb n Rüşd ) 31
B atı 50 ; G üney 2 ; Kuzey 2, 5-6, 1 0 , Avrasya 40
2 1 , 32, 34-35, 50 ; - lı kimliği 50 Avrupa 4, 7, 1 0 , 1 2 , 1 4 , 1 6, 2 5 , 34,
Akdeniz 9, 1 3 , 1 6, 2 0 , 44-46, 50 ; l i - 4 1 - 4 3 , 45, 47-48 , 53; B a t ı 2, 1 3 -
manları 27 1 4, 1 9- 2 0 , 50 , 52 ; Doğu 5 , 1 1 ,
Alfonso VI ( kral ) 1 1 2 0, 52 ; egemenliği 49; ile İsla rnivet
Amerika vi , 1 -2 , 1 4, 4 3 , 48 , 50 -52 ; 3; merkezcili k 50 ; toplumsal yaşa­
56 Güney 2 4 , 50 ; Kuzey 2 , 2 4 , 52 ; mı 5 0 ; uygarlığı 2, 52 ; yayılması v,
-11111 keşfi v, 1 , 3, 1 5, 5 1 43
Amerika B i rl eşik Devletleri 52 Avrupalılar 3 , 52 ; v e M üsl ü manlar 3
Amerikan B ağımsı zlık Savaşı 49 Aztekler 2, 49
Anadolu 5, 1 2 , 1 4
Ancona 25 B ağdat 41
annus m ira bilis 3 baharat 39, 42, 51
Antakya bkz. Antiokheia B alkan Yarı m adası 4-5
An tar tika 45 B al kanlar 3 5
Antikçağ 47 Baltık 2
Antiokheia (Antakya ) 4 1 B atı Hint Adaları 48
Arabistan 4, 1 8 ; Yarı madası 6, 4 0 Batı kültürü 5 5 ; uygarl ı ğı 53-54
.Aragon 3 3 Batı yarıküre 1 -2
Arap dünyası 1 0, 1 6; ülkeleri 1 6 B ayezid II 26-27
Araplar 2 , 46 B erberı korsanlar 5; ülkesi 32
Aristoteles 44 berberiscos 3 5
Asor adaları 42 B ereketli Hilal ülkel eri 53
Asya vi , 1, 7, 1 0 , 25, 42 - 4 3 , 45-49, Biladü 's-·Südan 46
51 ; Doğu 3, 1 4, 55; G üney 2; G ü ­ B izans İ m p aratorl uğu 5- 7, 1 0, 46
neybatı 1 0 ; Güneydoğu 2 -4 , 40, B ohemond VI 4 1
50 ; -!ılık anlayışı 49 B udapeşte 28 , 3 0
Atatürk, Mustafa Kemal 1 5 B u dist 8
Atlantik adaları 42 B üyük B ri tanya 34
Byblos ( Cubeyl ) 40 E tiyopyalılar 40
Cebelitarık 34- 3 5 ; Boğazı 39, 43
Cen giz Han 2 Fas 1 0 , 34, 46
Ceno,·a 1 Faslılar 1 4
Cezayir 46 Fenike 44
cihad 4, 4 3 Fernando (Aragonl u ) 3, 2 3
cizye 2 9 fetih v , 2
con q u istadores 3 Filipinler 39
conversos ( nıtevos cristianos) 2 3 Filistin 5
Fondaco dei Turchi 1 8
Çin 2 -4 , 9- 1 0 , 4 0 , 4 5 ; uygarlığı 45 Cisneros, Francisco Jimenez de (Tole-
Çinliler 4 5 do B aşpiskoposu ) 32
çokkül türlülük 5 3 Fransa 5 , 1 1 , 2 4 , 37
Fransızlar 2 , 1 1 , 1 4
darü 'l-harp 7
F reeman , E . A . 2 0
darü' 1 - İslam 7
F renk 47
Dicle ırmağı 4 1
Din Savaşları 9
Gama, Vasco da 3 9 , 42
din değiştirme 1 9 , 2 5 ; süreci 6
Gautier, Thfophile 3 7
dinden çıkma 1 9
gaza anlayışı 1 O
Disraeli, B enjamin 2 0 , 3 8
Gırnata ( G raneda) 3, 1 1 , 1 7, 2 3 -24, S7
Doğu Akdeniz 5 -6, 1 2 , 47
32 - 3 3 , 5 1 ; -nın Hıristiyanlarca fet­
Doğu Yarıküre 2
Don Irmağı 43 hedilmesi v, 5 1
Donskoy, Dimi tri 1 1 Gibbon, Edward 39
Dozy, Rein hart 3 7 Girit 2 7
dönmeler 1 3 Gladstone 2 0
Dugar, Gustave 3 7 Grammtitica castellana ( Ne brija) 1 6

Dünya Savaşı I I 5 2 griegos 3 5

E dirne mektubu 2 6 Haçlı Seferleri 4 , 6 , 1 2 , 1 9, 3 0 , 43


Ege Denizi 4 5 el- Hakim ( Fatımi Halifesi) 1 9
Ellas 47 el-Haramü'l - İbrahimi'l-Halil Camii 29
Endülüs 3 5 Hazar D enizi 2
Engi zisyon 24, 3 3 Helen uygarlığı 8
Ermenistan 4 0 Helenizm 44
Eski Mısır 44 Herakl ei os ( 6 1 0 - 64 1 ) 1 0
Eski Yunan 4 5 ; bilimi 7; dönemi 3; fel - heretiklik 1 8 , 2 0 - 2 1 , 2 6
sefesi 7 ; yazıları 44 Hethoum (kral) 4 1
Eski Yunanlılar 48 Hıristiyan 42; alemi 1 1 - 1 2 , 1 6- 1 7, 2 2 ,
Eskidünya 3, 1 2 , 4 3 , 5 0 - 5 1 27, 4 0 , 4 3 , 4 7 , 4 9 , 5 1 ; anlayışı 2 1 ;
Eşkenazi Yahudileri 2 8 dünyası 1 0; fatihler 3 2 ; zaferleri 1 2
Etiyopya 4, 42 Hıristiyanlar vi, 4 , 9 , 2 1 , 3 0 , 47
Hıristiyanlık 3 - 5 , 1 2 , 2 0 , 2 2 Johannes VI II Papa ( 8 72 - 8 8 2 ) 1 1
Hindistan 2 -4 , 9 - 1 O , 3 9 - 4 0 , 4 5
Hindu 8 Kahire 4 8

Hindui zm 4 Kaliforniya 1 9

Hint O kyanusu 1 3 , 46 Kanarya Adaları 42

Hint uygarlığı 8 Kapsali, Eliyahu ( Yahudi tarihçi ) 2 6 - 2 7


Karadeniz 2
Hintliler 4 5
Kastilya 1 6 ; Krallığı 3 3
Bitler, Adol f 2
Katip Çel ebi 4 3
Hollanda 24
Katolik h ükümdarl ar 3 , 1 7 , 2 1 , 2 3 , 3 2
Hollandalılar 2, 1 4
Katvan 4 1
Hong Kong 5 5
keşifler çağı 4 3
H ugo, Victor 3 7
Kıbrıs 2 8 - 2 9
H unlar 2
Kızıldeniz 1 3 , 4 6
Kilikya 4 1
Irving, Washington 3 7
Kitrıb-ı Mııl?addes 8, 2 7 , 44, 4 8
Ki tbuga Noyon 4 1
İ ber Yarımadası v, 3, 9, 1 1 , 23
Kolomb 1 - 3 , 3 9 , 4 8 , 5 1 - 5 2
İ b erya 39
Kolomb öncesi Amerika 7 , 5 0 ; sakinle­
İ beryalılar 43
ri 44; uygarlıkları 3
İ bn Zünbül 1 2 - 1 3
Konfüçyüsçü 8
İ n gilizler 2 , 1 4
58 Konstantinopoli s 5 , 1 6 ; aynca bkz. İ s -
İngil tere 2 4 , 34
tanb ul
İ nkalar 49
Krehl, Ludolf 3 7
İ ran 6 , 1 0 , 14, 45
Kub betü's-Sahra 2 9
İranlılar 40
k u l topl umu 1 5
irtidad, bkz. dinden çıkma
Kulikovo Çarpışm ası 1 1
İsa ( H z . ) 1 1 , 2 1
Kuneytra 2 9
İsabel, Kastilyalı 3 , 2 3
Kura n 48
iskana açma 2 Kurtuba ( Cordova) 2 5 ; Camii 3 1
İslam dünyası 9 - 1 0 , 1 4 , 1 6, 47, 5 0 ; Kutsal Topraklar 2 8 - 2 9
orduları 5 ; toplu m u 9 ; uygarlığı 2 , Kuzey Kut b u 4 5
4, 8 Küçük Asya 4 5 -46
İspanya v, 1 , 3 - 6 , 1 1 , 2 1 , 2 3 - 2 6 , 3 0 , 37 Kyros Pers kralı 27
İspanyol krallıkları 2 3
İspanyollar vi, 3, 1 4 , 1 7 , 39 Leon IV ( Papa ) 1 1
İstanb ul 2 4 , 36 Levantini 2 4
İsveçliler 45 Libya 4 4 , 4 6
İ talya 2 4 , 3 0 , 3 7 ; Güney 4 - 5 Lindo, Elias Haim 3 7 - 3 8
İvan I I I 1 1 Llull, Rarnon 39
İ zlanda 5 Londra 3 5
Lübnan 4 0
Japonya 4 5
Joao de Capistrano ( Azi z ) 1 9 , 2 2 Macaristan 2 8
Magosa 2 8 Osrn anlıbr 2 , 1 2
M ağri biler vi , 6 , 2 0 - 2 1 , 3 2 , 4 7 ; -in Osti a 1 1
egemenliği 4 7 Otranto 1 7
M ai ın o n i d es ( İ b n Meym u n ) 2 5 O tto ( Freising Piskopos u ) 40-4 1
Maliki m e zh e b i 3 1
Mansure 2 9 Pasifik 2

mariolat1y ( lvkryem 'e tap ma ) 1 9 Persler 4 0 -4 1 , 4 5

marranos 2 3 -2 5 , 3 3 Pli n i us 4 3

Medi ci , Lorenzo d e ' 1 5 Polonyalılar 4 5

ı\frdine 3 1 Ponentini 24

M e kke 3 1
Porte k i z v, 5, 24 - 2 5 , 3 7
Porteki z l iler v i , 1 2 , 1 4 , 2 1 , 3 9 , 4 5
e l - Me kkeri , A h m e d i b n M u h a m m e d 3 7
Protesta n l a r 1 8
Memluk Sultanlı ğı 1 2
M essina 1 1
Re bbat, Antun 49
Mısır 5 , 1 2 , 4 5 -46, 5 3
Rcı:rmqıt ista bkz. ye ni d e n fetih
Mi norca A da sı 3 4
Reform 1 6
Moğoll a r 4 0 - 4 2 ; Al tınordu 5
Rcşidedd i n 1 O
moı'iscos 3 3
Roma 1 1 , 46; b i l i m i ve felsefesi 44;
Mosko\'a 5 , 3 9 , 4 3 ; prensl eri 2 , 3 9
dönemi 3 ; h u ku ku \'e devlet yö n e ­
nıud�jm"es 3 1 , 3 3
ti mı 7; İmparatorl uğu 8
Muhammed ( Hz . ) 4, 18
Rom alılar 4 0 , 45 -46 S<J
M usa ( Hz . ) 2 2
Rön esans 1 6 , 47
M us u l 49
Ru mlar 3 6
M uvah h i d 2 5
Rus p rensl i kleri 5
Müslüman v, 4 , 9 - 1 0, 1 7- 2 2 , 3 2 , 42-
Rusl ar v i , 4 3
4 3 , 4 7 ; orduları 1 0 ; tehdidi 5 , 1 7 ;
Rusya 5 , 1 2 , 3 9 , 5 2 ; bozkırları 4
- lann din de ğiştirmesi 3 3 ; - ların
d ü nyayı ayırması 46 S afed 2 8 -29
Nasturi 40; Hıri s tiyan kili sesi 4 1 Sahra 4 2 , 4 5
N avarre 4 3 S a n ta Maria, Go n z a l o G arda d e 1 6
N avas d e Tolosa, Las 1 1 S asaniler l O
Nikeforos Fobs ( 9 6 3 - 9 69 ) 1 1 Scipıo ( Afri kalı ) 46
Nil 4 3 Sefarad 2 8 , 3 5 - 3 6
N orınanlar 1 1 Selanik 2 9 , 3 6
Selanik1 M ustafa 1 3
O ' Co n n or, T. P . 2 0 Sel ç u k l u Tü rklerı 5
On Emir 22 Selim I ( Yav u z ) 1 3 , 48
O rta Asya 2 Sern erkand 4 1
Orta Avr u p a 1 9 , 2 8 , 3 0 Sencer ( sultan ) 4 1
ortaçağ 4 , 6, 4 0 ; Avrupa'sı 8 -9 Serazenl er 6 , 1 9 , 4 7
O rtadoğu 1 0 , 1 2 , 1 4 , 46 Seylan 3 9
Osmanlı İmp aratorluğu 24; top rakl arı Sibirya 2
34; Türkl eri 5; ülkesi 48 Sici lya 6, 11
S i cilyalılar 4 5 Vahiy Ki ta b ı 2 1
Slav 4 7 Val e n ci a 3 3
Sovyetl er B i rli ği 5 2 Ven edik 1 7- 1 8 , 2 4 ; Cumhuriyeti 2 7
S udan bkz . B i l a d ü 's-S Cı dan el-Venşerisi, Ah med 3 2
S u ri ye 5, 1 1 , 46 Vesp ucci, Amerigo l
S ü l eym a n I ( Kanu n i ) 1 4 , 3 6 Viardot, Luis 3 7
Victoria dönemi 6 , 2 0
Şam 2 9 , 4 1 -42
viejos cristianos 2 3
ş e k e r 42
Vietnam 5 5
Viterbo 40
Ta ı-ih - ı Himi-i Gaı·bi 48
Viyan a kuşatması 5
T a t ar 4 7 ; boyun duru ğu \'İ , 1 2 , 43;
yön e t i m i 39
Wri ght, \-\7ill i a m 3 7
Tatarlar \'i , 6 , 11, 43
Tesl i <> 1 9
Yah u da 7
Topkapı Sarayı 4 8
Y a h u di l e r v, 9, 1 7 - 2 5 , 2 7 , 2 9 - 3 0 ; İs­
T u n :ı. 4 3
panyol 2 3 , 27; Osmanlı toprak­
Tun Lıs 46
l arı n a yerl eşen 26; Porteki zli 2 3 ,
Türk 4 7 ; ord ul arı 4 3
2 5 ; - i n ülke dı şına çı karı lnusı v, 2 3;
T i i rkiye 2 4 , 3 5 , 3 7
:tyrıca b k z . Eşke ıı a zi , Sefrrad
Tür�cr 6 , 1 6 - 1 8 , 2 0 , 46, 49
Yah u d i l e rin Ül keden Ç ı k a rıl m a Fer­
(ı(}
lJsq u e, SJ.muel 26 m an ı 2 3

Ut re c h t Antlaşması 3 4 Yakı n doğu 4 6

U zakdoğu 1 2 , 4 0 , 4 6 yeni den fetih ( recon q u ista ) 1 1 - 1 2, 3 1 -


3 2 , 3 9 - 4 0 , 4 3 ; sa\'aşları 3 0

Üç Kral Çarpışması 2 1 Yenidünya 1 2 , 4 3 , 4 8 , 5 0 - 5 1 , 5 4

ü l keden ç ı karma ,., 2 1 Yunanistan 3 6 , 4 7

Ürni ı B u rn u 5 0 Yunanlılar 4 5

Vaftizci Yahya ( Jolmrnes) 4 0 -4 1 , 5 1 Zirn babve 4 5


TARİH VAI<FI YURT YAYINLARI

Abdülaziz Bey. Os1n rı n lı A det> Aierasim ve Tabirleri.

Sevgi Aktüre . A n adolu >da Bronz Ç ağı Kentleı'i.

Kern::ı.l An . Büyiih Mzibadele_, Türlziye )1e Zonmlıt Gö/ (1 923- 1 925) .

Z eki Arı kan . Tar ihin·ıiz ve Cti7nhıı ı·iyet, Muhittin Birgen (1 885-1 95 1 ) .

M u r a t B elge. İstan bu l Gezi Rehberi. 5 . B askı .

Kork ut Borata\', Ergun Türkc::ı.n ( E d . ) . Tüı,kiye 'de San ayilepn enin Yen i Boy Jt tla rı
ve Kitler. 3 . B askı .

Korkut Bo rat::ı.v. İsta n bul ve A ıuıdolu>rf.ırn Sın ıf Profilleri.

Peter B urk e . Tarıh ve Toplu ınsal Kura m .

Zeynep Çelik. Değı:,Sen İsta nbul.

Haldun Derin . Çtınbıya Özel Kale m i n i A nı msm-/mı ( 1 933-1 951).

S e l i m Deri ngil . Denge O_w ıı ıt , İb n ci Diinya SaPafı>nrf.a Türl� iye >n iıı Dı_�· Politikası.

Paul D urnont, François Georg:eon ( e d . ) Jı..fodernle.s me Sıiı-aindt- Osma n lı Krntlcı·i.

S uraiy:.ı F:.ıro q h i . Onn a nfı >da Ken tin· ve Kentliler. 2. B askı .

Suraiya F aroq h i . Hacıla r ve Su ltanla r.

S uraiya Faroq h i . Osrncınlı Kültü rü ve Gün delill Yarcı m .

Carter V. F in dley. Ka le m iyeden Miilkiyeye, Osma n lı A1e m u rla n nı n Toplumsal


Tarihi.

Cornell H. Fleischer. Ta rihç i Mustafa Ali, Biı· Osmanlı Aydı n ve Bıirohatı .

Gazi AJrn1 e d Muh tar Paşa . A n ı la r, Sergüzert-i Haya tı m >ın Cild - i Ev veli.

G ::ı. zi Ahmed M u h tar Paşa . A m la r> Sergiize,st-i Hayatım )ın Cild-i San isi.

Fran çois G eorgeo n . Tiirk Milliyetçiliğinin Kö'lm·ı leri YusufAhpı m. (1 876-1 935) .

Daniel Goffm an . İz ın ir ve Levan ten Diinya (1 550-1 650).

Ralp h S. Hatto x . Kahve ve Kahveh a n ele r> Bir Toplumsal İ,ce cejri n Yal<.ı ndoğu >dahi
Kö'lu nleri.

Sarkis S arraf Hovhannesya n . Payitrıh t İstanlnı hm Tlırih,cesi.

B ela Horvath . A n a dolu 1 91 3.

İ,sqal
,_ İstanbuFundaıt Fotojjmflar. Istan bul 1 91 9: Images rt >Occupation.

Clarenc e R. Johnson ( ed . ) . İsta nbul 1 920.


Kemal Kirişçi - G areth M. Winrow. Kiirt Soru n u: IOikeni ve Gelı/imi.

Çağlar Keyder. Dünya Ekon o m isi �cinde Türkiye (1 923-1 92 9). 2. B askı .
Çağlar Keyder, Eyüp Ö zveren , Donald Quataert ( e d . ) . Dojjıt Akdeniz )de Liman
Kentleri.

Hans-Peter Laqueur. Hiivd-Bah) İstan bul)da Osmanlı .Mezarlıkları ve Mezar


Ta1ları.

Melı med Süreyya B ey . Sicill-i Osmani

Hagop Mıntzuri . İstanbul A nıları (1 896-1 907) . 2. B askı .

İzzettin Ö n der, O ktar Türel , Nazı m Ekinci, Cem Somel . Tür!ziye )de Kamu Mali-
yesi) Finansal Yapı ve Politi!zalar.

Salih Ö zbaran . Ta rih Ta1'ih,ci ve Toplıım .

Şevket Pamuk. Osma nlı E!wn01nisinde Bağımlılıl?. v e Biiyiinıe (1 820-1 913) . 2 . Baskı .

Daniel Panzac . Osmanlı İmparatorlıtğıı )nda Veba 1 700-1 850.

Leslie P. Peirce. Hıırem -i Hiimayun) Osmanlı İmpamtorlu/ıu;nda Hiillümm nlık


ve Kadınlar.

An dre fuıymond. Osmanlı Do.neminde A rap Kentleri.

Amy Singer. Kadılar, Kullar; Kudüslü Kô�vlüler.

Yahya S. Tezel . Cumhu riyet Do.nemi n in İktisadi Tarihi (1 923-1 950) . 3 . B askı .

E h u d R. Toledano . Osmanlı Kô"Le Ticareti (1 840-1 890) .

Zafer Toprak. Milli İktisat-Milli Burjuvazi.

Zafer Toprak. İttihat-TeraHi ve Devle�cilik.

John Tos h . Tarihin Pefinde) Modern Tarih Çalıfmasında Hedefler) Yöntemler ve


Yen i Doğrultular.

Erol Tümertekin . İstanbul) İnsan ve Mek/ı n.

Sabri Yetki n . Ege ;de Eşkıyalar.

Elizabeth Zacharido u . Osmanlı Beyliği.

SEMPOZYUM/ATÖLYE Dİ Zİ Sİ
Osman Hamdi Bey ve Dô"n e m i.

Toplumsal Tarihte Çocıılı.

Eyüp Dün/Bugü n.

Tarih Öğretimi ve Ders Kitaptan.

You might also like