You are on page 1of 290

Birinci

Baskıdan
Çeviri

Evrimsel
T ıb b ın
İlkeleri
Peter Gluckman, Alan Beedle,
& Mark Hanson

Editörler
Prof. Dr. Battal ÇIPLAK
Prof. Dr. Oğuz Kerim BAŞKURT
P a lm e YAYINCILIK Prof. Dr. Hilmi UYSAL
Evrimsel
Tıbbın İlkeleri
Birinci Baskıdan Çeviri

Peter Gluckman
Centre for H uman Evolution, A daptation an d D isease, Liggins Institute,
The University o f Auckland, N ew Z ealan d

Alan Beedle
Centre for Hum an Evolution, A daptation an d D isease, Liggins Institute,
The University o f Auckland, N ew Z ealan d

Mark Hanson
Institute o f D evelopm ental Sciences, University o f Southam pton, UK

Editörler

Prof. Dr. Battal ÇIPLAK


Akdeniz Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü

Prof. Dr. Oğuz Kerim BAŞKURT


Koç Üniversitesi, Tıp Fakültesi

Prof. Dr. Hilmi UYSAL


Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı

P a l m e Y a yin cilik
A N K A R A , 2012
PALME YAYINLARI : 689
Evrimsel Tıbbın İlkeleri - Birinci Baskıdan Çeviri
Yazarlar Peter Gluckman, Alan Beedle, Mark Hanson
TUrkçesi Battal ÇIPLAK , Oğuz Kerim BAŞKU RT, Hilmi UYSAL
Yayın Koordinatörü H. İbrahim Somyürek
Yayına H azırlama PALME Dizgi-Grafik Tasarım
IS B N 978-605-355-051-8
Yayına Sertifika N o 14142
Palme Yayıncılık © 2012
Baskı Özkan Matbaacılık
Basımevi Sertifika N o 10642

Kitabın Özgün Adı : PRINCIPLES OF EVOLUTIONARY MEDICINE, FIRST EDITION


Yazarlar : Peter Gluckman, Alan Beedle, and Mark Hanson
Yayıncı Firma : OXFORD PUBLISHING LIMITED of Great Clarendon Street Oxford OX2 6DP
Orijinal ISBN : 978-0-19-923638-1
Telifi : © Peter Gluckman, Alan Beedle, and Mark Hanson, 2009
PRINCIPLES OF EVOLUTIONARY MEDICINE, FIRST EDITION was originally
published in English in 2009, This translation is published by arrangement
with Oxford University Press.
Türkçe Basım : TURKISH language edition published by PALME YAYINCILIK, Copyright © 2012

All rights reserved. No part of this publication may be reproduced, stored in a retrieval system, or transmitted, in any
form or by any means, without the prior permission in writing of Oxford University Press, or as expressly permitted
by law, or under terms agreed with the appropriate reprographics rights organization. Enquiries concerning reproduc­
tion outside the scope of the above should be sent to the Rights Department, Oxford University Press, at the address
above

Bu kitabın Türkiye'deki her türlü yayın hakkı Palme Yayıncılık Ltd. Şti.'ne aittir, tüm hakları saklıdır. Kitabın tamamı ya
da bir kısmı 5846 sayılı yasanın hükümlerine göre, kitabı yayınlayan firmanın önceden izni olmadan elektronik, mekanik,
fotokopi ya da herhangi bir kayıt sistemiyle çoğaltılamaz, yayınlanamaz, depolanamaz.

© PA LM E
YAYIN, DAĞITIM, PAZARLAMA, İÇ VE DIŞ TİCARET LTD. ŞTİ.
Merkez: A. Adnan Saygun Cad. No: 10/A Sıhhiye-ANKARA
Tel: 0.312-433 37 57 • Fax: 0.312-433 52 72
www.palmeyayinevi.com e-mail: bilgi@palmeyayinevi.com
Ankara Şubesi : Olgunlar Sok. No: 4/5 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0.312 417 95 28 Faks: 0.312 419 69 64
İzmir Şubesi : Kazım Dirik Mah. Ankara Cad. No: 259/C Bornova/İZMİR Tel: 0.232 343 10 77 Faks: 0.232 343 10 78
İçindekiler

Önsöz xiii
Çeviri editörlerinden xvii

1 K IS IM 1 E V R İ M S E L B İY O L O J İ N İN E S A S L A R I

1 G iriş 3

1.1 Hastalık nedir? 4


1.2 Evrim nedir: temel ilkeler 8
1.2.1 Seçilim 10
1.2.2 Varyasyon ve kalıtım 10
1.2.3 Gelişim ve yaşam seyri 11
1.3 Zaman 13
1.4 Sınırlamalar 15
1.5 Yalnız değiliz! 16
1.6 Evrimsel argümanlar diğer biyolojik
perspektiflere nasıl uyar? 17
1.7 Evrim ve tıp 18
Anahtar noktalar 18
Ek okumalar 18

2 E v rim te o ris i 21

2.1 Giriş 21
2.2 Evrim teorisi neyi açıklar? 26
2.3 Evrim nasıl işler? 29
2.3.1 Varyasyon 30
2.3.1.1 Mutasyon 31
2.3.1.2 Rekombinasyon 31
2.3.1.3 Varyasyon üzerindeki sınırlamalar 32
2.3.2 Seçilim 34
2.3.2.1 Yapay seçilim 34
2.3.2.2 Doğal seçilim 34
2.3.2.3 Eşeysel seçilim 35

v
vi İÇİNDEKİLER

2.3.2Â Seçilim düzeyi 36


2.3.2.5 Seçilim birimi olarak genler 37
2.32.6 Genişletilmiş fenotip 38
2.3.3 Kalıtım 38
2.4 Tartışmalı konular ve uyumcu görüşün sınırlılığı 41
2.4.1 Evrim bir yöne sahip midir? 41
2.4.2 Seçilim rastgele değildir! 42
2.4.3 Tek evrimsel mekanizma seçilim midir? 43
2.4.4 Bir organizmanın her özelliği bir uyum mudur? 44
2.4.5 Türler nasıl evrimleşir? 45
2.4.6 Evrim ne kadar hızlıdır? 47
2.4.7 Uyum gücünü azaltır görünen özellikleri nasıl açıklarız? 48
2.5 Sonuç 48
Anahtar noktalar 49
Ek okumalar 49

3 V a ry a s y o n u n v e k a lıt ım ın m o le k ü le r te m e li 51

3.1 Giriş 51
3.2 İnsan genetik varyasyonunun moleküler temeli 52
3.2.1 Gen nedir? 52
3.2.2 Genomdaki dizi varyasyonunun bir nedeni olarak mutasyon 53
3.2.3 SNP'ler 53
3.2.4 Indeller 56
3.2.5 VNTR'ler 56
3.2.6 Hareketli elementler 56
3.2.7 Yapısal polimorfizm 57
3.3 Herhangi iki bireyin genomu ne kadar farklıdır? 57
3.3.1 Varyasyonun kaynağı olarak rekombinasyon 58
3.3.2 Haplotipler ve bağlantı 59
3.4 Varyasyonu etkileyen faktörler 60
3.4.1 Sürüklenme çeşitliliği nasıl etkiler? 60
3.4.2 Seçilimin moleküler etkileri 63
3.4.3 Seçilimin izleri 64
3.5 Genotipten fenotipe 64
3.6 Seçilim, neden monogenik hastalıkları populasyondan
elememiştir? 68
3.7 Yaygın hastalıklar için tek gen yoktur 70
3.8 Genetik olmayan kalıtım 71
3.9 Sonuç 74
Anahtar noktalar 74
Ek okumalar 75

4 E v rim v e g e liş im 77

4.1 Giriş 77
4.2 Gelişim: önceden mi belirlenmiştir yoksa plastisite gösterir mi? 79
İÇİNDEKİLER vii

4.3 Gelişim önemli midir? 80


4.4 Gelişimsel plastisite 83
4.5 Gelişim sırasında çevresel uyaranlara verilen yanıtlar 84
4.5.1 Gelişimsel bozulmalar 84
4.5.2 Gelişimde uyumsal yanıtlar 85
4.5.2.1 Anında uyum yanıtları: sonuçlarına
katlanmak 85
4.5.2.2 Öngörüse1uyum yanıtları 86
4.6 Epigenetik mekanizmalar 88
4.7 Nesillerarası etkiler 90
4.8 Öğrenme ve içgüdü 92
4.9 Yeniliğin evrimi 92
4.10 Sonuç 94
Anahtar noktalar 96
Ek okumalar 96

5 Yaşam öykülerinin evrimi 97

5.1 Giriş 97
5.2 Yaşam öyküsü teorisine genel bir bakış 98
5.2.1 Yaşam öykülerinde anahtar uzlaşılar 98
5.2.1.1 Döl sayısına karşı döl kalitesi 100
5.2.1.2 Erken veya geç evrede üremek 100
5.2.1.3 Olgunlukta yaşa karşı büyüklük 101
5.2.1.4 Döl verimine karşı ömür uzunluğu 101
5.2.2 İçsel ve dışsal mortalité 102
5.2.3 Dışsal mortalité ve menarş yaşı 104
5.2.4 Ömür uzunluğu ve yaşlanma 105
5.2.5 Evrimsel yaşlanma teorileri 106
5.3 Vücut büyüklüğü ve şekli 108
5.3.1 Allometri 109
5.3.2 Büyüme ve gelişmede varyasyon 109
5.4 İnsanlarda büyüme 112
5.4.1 Büyüme fazları 112
5.4.2 Puberte 114
5.5 İnsanda büyümeye özgü özelliklerin evrimsel analizi 116
5.5.1 Çocukluk fazı 117
5.5.2 Pubertal büyüme atağı 118
5.5.3 Üremede azalma ve menopoz 119
5.6 Sonuç: insan yaşam öyküsünü yorumlamak 120
Anahtar noktalar 121
Ek okumalar 121

6 İnsanın evrimi ve insan çeşitliliğinin kökeni 123

6.1 Giriş 123


6.2 Hominoid kladı 123
viit İÇİNDEKİLER

6.3 Hominin evrimi 124


6.3.1 Zaman çizelgesi ve türler 124
6.3.2 İki ayaklılık 127
6.3.3 Vücut büyüklüğü 128
6.3.4 Yüz, çene ve dişler 128
6.3.5 Sindirim sistemi 129
6.3.6 Çıplak maymun 129
6.3.7 Hominin beyni 129
6.3.8 Alet yapmak 134
6.3.9 Dil 135
6.3.10 Kültür ve toplum 137
6.3.11 Kültürel evrim 139
6.4 İnsanın yerel seçilim baskılarına uyumu 141
6.4.1 Hominin kökenleri ve göçler: tekrar Afrika'dan çıkış 141
6.4.2 Göçün neden olduğu varyasyon 143
6.4.3 Yaşam biçimlerindekideğişimden kaynaklanan varyasyonlar 144
6.5 İnsan halen evrimleşiyor mu? 144
6.6 insan çeşitliliğinin sosyal etkileri 146
6.7 Sonuç 147
Anahtar noktalar 147
Ek okumalar 147

7 Ü re m e 151

7.1 Giriş 151


7.2 Eşeyli üreme 152
7.3 Eşey neden evrimleşti? 152
7.4 Eşey belirleme 155
7.5 Üreme stratejileri 155
7.6 Eş seçimi 156
7.7 İnsanlarda eşeysel farklılıklar 160
7.8 Morbidité ve mortalitede eşeysel farklılıklar 161
7.9 İnsan üreme döngüsü 162
7.9.1 Puberte 162
7.9.2 Pubertenin zamanlaması 163
7.9.3 Neden menstruasyon? 166
7.9.4 Gebelik 166
7.9.5 Plasenta 167
7.9.6 Ana-fetüs etkileşimleri 168
7.9.7 Fetüs büyümesinin düzenlenmesi 170
7.9.8 Gelişimde çatışma 172
7.9.9 Emzirme ve doğum sonrası bakım 172
7.9.10 Menopoz 173
İÇİNDEKİLER ix

7.10 Sonuç: üreme ve evrim 175


Anahtar noktalar 176
Ek okumalar 177

8 Besinsel ve metabolik uyum 179

8.1 Giriş 179


8.2 Enerji depolama stratejileri 179
8.3 İnsan diyeti: bir evrimsel tarih 182
8.3.1 Tarım öncesi insanlar 182
8.3.1.7 İlk insanlarda beslenme niteliğine yönelik
anatomik kanıtlar 183
8.3.1.2 Modern toplayıcı populasyonlar:
bize ne öğretiyorlar? 184
8.3.2 Neolitik Devrim 186
8.3.3 Modern beslenmeye geçiş 187
8.3.4 Çok yemek fakat yetersiz beslenmek 188
8.4 Çevresel faktörlerdeki değişim hastalık riskini nasıl arttırabilir? 192
8.4.1 "Tutumlu" bir genotip mi? 192
8.4.1.1 Tutumlu genlerin araştırılması 192
8.4.1.2 Bolluk ve kıtlık var mıydı? 194
8.4.1.3 Tarım sonrası kıtlık tutumlu genleri
seçmiş midir? 194
8.5 Evrimsel yenilik günümüz metabolik hastalık ve
obezite örüntülerini açıklar mı? 197
8.6 Gelişimsel bir bakış açısı: kayıp halka mı? 198
8.6.1 Uyum sürecinin maladaptif sonuçları 201
8.6.2 Evrimsel yenilik kurgusunda gelişimsel plastisite 203
8.6.3 Diğer olası gelişim yolları 205
8.7 Sonuç 206
Anahtar noktalar 208
Ek okumalar 208

9 Savunma 211

9.1 Giriş 211


9.2 Yırtıcılık ve türdeş şiddeti 211
9.2.1 Stres 212
9.2.2 Stres yanıtlarında gelişimsel değişiklikler: uyumsal öngörü 213
9.3 Enfeksiyon ile baş etme 216
9.3.1 Komensaller 216
9.3.2 Patojenlerin ortaya çıkması 217
9.3.3 Virulans 218
9.3.4 Antibiyotik direnci 221
9.3.5 Mikrobiyota ve insan genomu 221
9.3.6 Doğal immünite 222
9.3.7 Uyumsal immünite 224
x İÇİNDEKİLER

9.3.8 Aşılama 226


9.3.9 İmmün sistemin hatalı düzenlenmesi 227
9.3.9.1 Otoimmün hastalık 227
9.3.9.2 Immünitenin gelişimsel düzenlenmesi 227
9.3.9.3 Allerjiler ve kronik iltihabi bozukluklar 227
9.4 Diğer tehditler 228
9.5 Yaralanma 229
9.6 Uyku ve onarım 230
9.7 Sonuç 230
Anahtar noktalar 231
Ek okumalar 231
Stres yanıtları 231
Savunma 231
Detoksifikasyon 231

10 Sosyal organizasyon ve davranış 233

10.1 Giriş 233


10.2 Kültür ve davranışın biyolojik belirleyicileri 233
10.3 İnsan beyninin ve davranışın evrimi 234
10.4 Sosyal davranışın evrimi 236
10.4.1 Fedakârlık 237
10.4.2 Bencillik ve bencil genler 239
10.4.3 Duygular: zihnin Darvvinci algoritmaları 242
10.4.4 Aşk, kıskançlık ve kalıtım 242
10.4.5 Grup davranışı ve ahlak 244
10.4.6 İnanç ve din 244
10.4.7 Öğrenme 245
10.5 Psikolojiye evrimsel bakış açıları 246
10.6 Evrimsel psikiyatri 248
10.6.1 Kişilik özellikleri ve bozuklukları 248
10.6.2 Duygudurum bozuklukları 249
10.6.2.1 Anksiyete 249
10.6.2.2 Fobiler 249
10.6.2.3 Depresyon ve bipolar bozukluk 250
10.6.3 Psikozlar 251
10.7 Sonuç 251
Anahtar noktalar 253
Ek okumalar 253

KISIM 3 SAĞLIK VE HASTALIK İÇİN EVRİMSEL ÇERÇEVE

11 Evrimsel ilkelerin tıp pratiğine uygulanması 257

11.1 Giriş 257


11.2 Evrimsel tıbbın temel ilkeleri 258
İÇİNDEKİLER xi

11.3 Evrim neden vücudumuzu hastalıklara karşı savunmasız bıraktı? 259


11.4 Hastalık riskini etkileyen ıraksak mekanizmaların
evrimsel sınıflaması 260
11.4.1 Yol 1: evrimsel olarak uyumsuz veya yeni çevre 260
11.4.2 Yol 2: yaşam öyküsüne ilişkin faktörler 263
11.4.3 Yol 3: aşırı ve kontrolsüz savunma mekanizmaları 264
11.4.4 Yol 4: evrimsel güçler savaşının kaybedilmesi 264
11.4.5 Yol 5: evrimsel sınırlamaların sonuçları 265
11.4.6 Yol 6: dengeleyici seçilim yoluyla zararlı bir
alelin sürdürülmesi 266
11.4.7 Yol 7: Eşeysel seçilim, rekabet
ve sonuçları 266
11.4.8 Yol 8: demografik tarihin getirdikleri 267
11.5 Kültürel evrim ve hastalık 268
11.6 Evrimsel perspektifler ve kanser 268
11.6.1 Evrimsel olarak yeni çevreler ve kanser 269
11.6.2 Yaşam öyküsü özellikleriyle ilişkiler 270
11.6.3 Kanser ve evrimsel güçler savaşı 271
11.6.4 Demografik tarihçe 271
11.7 Hastalığı evrimsel bakış açışından anlamak 272
11.7.1 Tıbbi öykü 272
11.7.2 Klinik bulguların ve semptomların evrimsel değerlendirmesi 272
11.8 Önleme ve tedavi 273
11.9 Tıpta evrimsel bakış açısının meydan okumaları 274
11.10 Sonuç 275
Anahtar noktalar 275
Ek okumalar 276

12 Kapanış: evrim, tıp ve toplum 277

12.1 Toplum ve evrim 277


12.2 Din ve evrim 279
12.3 Sosyal Darvvinizm, ojenive politik düşünce 279
12.4 Araştırmaların yönü 281
12.5 Homo sapiens'irt geleceği 281
Ek okumalar 282
Sözlük 283
İndeks 287
ÇEVİRİ KURULU
Editörler
Prof. Dr. Battal ÇIPLAK
Akdeniz Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü

Prof. Dr. Oğuz Kerim BAŞKURT


Koç Üniversitesi, Tıp Fakültesi

Prof. Dr. Hilmi UYSAL


Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı

KISIM 1EVRİMSEL BİYOLOJİNİN ESASLARI KISIM 2 EVRİMSEL PERSPEKTİFTEN İNSAN


Bölüm 1- Giriş HASTALIKLARININ ANLAŞILMASI
Prof. Dr. Bayram YILDIZ Bölüm 7- Üreme

Balıkesir Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü Prof. Dr. H. Hüseyin BAŞIBÜYÜK
Cumhuriyet Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü

Bölüm 2- Evrim Teorisi


Prof. Dr. İslam GÜNDÜZ Bölüm 8- Besinsel ve metabolik uyum

Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Prof. Dr. Bahriye Uğur YAVUZER
Bölümü Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı

Bölüm 3-Varyasyonun ve kalıtımın moleküler temeli Bölüm 9- Savunma


Prof. Dr. İbrahim KESER Prof. Dr. Burhan SAVAŞ
Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji ve Genetik Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı
Anabilim Dalı

Bölüm 10- Sosyal organizasyon ve davranış


Bölüm 4- Evrim ve gelişim Prof. Dr.Taha KARAMAN
Doç. Dr. Süphan KARAYTUĞ Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilim Dalı
Mersin Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü)

KISIM 3 SAĞLIK VE HASTALIK İÇİN EVRİMSEL ÇERÇEVE


Bölüm 5-Yaşam öykülerinin evrimi Bölüm 11- Evrimsel ilkelerin tıp pratiğine uygulanması
Prof. Dr. Battal ÇIPLAK Prof. Dr. 0. Kerim BAŞKURT
Akdeniz Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü Koç Üniversitesi, Tıp Fakültesi

Bölüm 6- insanın evrimi ve insan çeşitliliğinin kökeni Bölüm 12- Kapanış: evrim, tıp ve toplum
Prof. Dr. Hilmi UYSAL Prof. Dr. H. Hüseyin BAŞIBÜYÜK
Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı Cumhuriyet Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü

xii
Önsöz

Evrim bilimi tüm biyolojinin temel "organize edici pren­ ren kursiyer ve uygulamacılar, biyomedikal bilimciler ve
sibi" olarak görülebilir. Biyolojik ve biyomedikal bilimler insan sağlığı ile ilgilenen antropologlara böyle bir araç
yalnızca bir evrimsel araç kiti ile, tam olarak entegre edi­ kiti sunduğunu umuyoruz.
lebilirler. Evrimsel biyoloji, birim faktör (gen) kalıtımının Her ne kadar kabulü ve modern biyoloji ile bütünleş­
keşfi ve moleküler ve gelişim bilimleri ile birlikte, hem bir mesi tartışmasız olmamış ve uzun bir süre almışsa da,
organizmanın fonksiyonu, hem de fiziksel, sosyal ve bi- evrimsel biyoloji 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır.Türlerin de­
yotik çevresi ile ilişkisi hakkındaki anlayışımızın temelini ğişmez olmadığı görüşü Avrupa'da 18. Yüzyılın sonların­
oluşturur. Böylece, insan biyolojisi, sağlık ve hastalığın da önemli bir düşünce ekolü olarak ortaya çıkmış ise de,
etkin şekilde kavranması evrimsel ilkeleri bilmeyi ve bun­ Charles Darwin ve Alfred Rüssel Wallace'in 1858'de, birbi­
ların hem birey hem de populasyon düzeyinde biyolojik rinden bağımsız olarak doğal seçilimi tanımlayıp böylece
ve biyomedikal süreçleri nasıl şekillendirdiğini anlamayı türlerin zaman içinde nasıl değiştiği ve yeni türlerin nasıl
gerektirir. Her ne kadar bu gereklilik diğer biyolojik bilim­ ortaya çıktığına bir açıklama getirmelerine kadar, evrim
lerde iyi bir şekilde anlaşılmış ise de, tıp evrimsel biyolojiyi bilimi kesin olarak yerleşmemiştir. Ancak, kalıtımın do­
temel ve birleştirici bir ilke olarak tanımada yavaş kalmış­ ğası anlaşılana kadar bu bilim daha fazla gelişememiştir.
tır. Ancak, bakteriyel evrim, genomik ve epigenomik gibi Gregor Mendel 19. Yüzyılın sonlarında birim faktör halin­
alanlardaki gelişmeler, evrimsel düşüncenin modern tıp de kalıtımın doğasını fark etmiş, fakat bu buluşun öne­
bilimine katacağı çok şey olduğu anlamına gelir. mi büyük oranda göz ardı edilmiştir. Evrimsel süreçlerin
Randolph Nesse ve George VVilliams tarafından yazılan nasıl işlediği, Mendel'in bulgularının yeniden-keşfi, kalı­
çığır açıcı “Neden Hastalanırız: Yeni Bilim Dalı Darwinci Tıp tımda çekirdeğin rolünün belirlenmesi ve genlerin kim­
"isimli kitabın 1994'te yayınlanmasını takiben bu konuya yasal temeli olan kromozomal DNA'nın tanımlanmasına
adanmış kitapların listesi kabarmıştır. Ancak, bu kitabın kadar tam olarak anlaşılamamıştır. Son olarak evrimsel
yazarları tıp okurları için evrimsel biyolojinin temel ilkele­ süreçlerin biyokimyasal düzeyde anlaşılmasını sağlayan
rini ortaya koyan ve tıp ve halk sağlığında bunlardan nasıl ise 1953'te DNA'nın yapısının açıklanmasıdır. Sonrasın­
yararlanılacağına odaklanan bir ders kitabının olmadığını da moleküler ve gelişim biyolojisindeki bilgi patlaması
düşünmüşlerdir. Sağlıkla ilgili meslek mensuplarının çoğu evrim bilimi ile şekillenmiş hem de evrim bilimini şekil­
bu ilkelerle formal olarak ya hiç, ya da çok az karşılaşmış­ lendirmiştir.
lardır: bu kitap bu eksikliğe çözüm olmayı amaçlamak­ Evrimsel biyolojinin çok sayıda boyutu ve birçok alt di­
tadır. Bu kitabın, insan koşullarını şekillendiren süreçleri siplini vardır. Birçok soruyu yanıtlar: türler nasıl oluşmuş­
daha iyi anlamak için evrimsel biyolojiyi kullanma ihtiyacı tur; soy hatları çevrelerine nasıl tepki verir ve nasıl uyum
olan hekimler, tıp öğrencileri, sağlık alanında eğitim gö­ sağlar ve böylece nasıl çevrelerine uymak üzere "tasarlan­

xiii
xiv ÖNSÖZ

mış" gibi görünmek için evrimleşirler; çevresel etmenler aşan güçlüklerle karşılaşıldığında sonuçta hastalık görül­
nasıl tek genotipten bir fenotip dağılımının gelişimini in- meye başlar.
düklerler; hatta aynı üst taksona ait olsalar bile farklı türler Tıp öğreniminin büyük bir kısmı hastalığa yol açan do­
neden oldukça farklı fiziksel, üreme ve sosyal özelliklere laysız yolakların anlaşılmasına odaklanır: bunlar"yakınsak
sahiptirler; neden türler kendilerine özgü yaşam öyküsü nedenler" adı verilen durumlardır. Bu yaklaşımla, hiper­
özelliklerine sahiptirler; ve benzer başka birçok soru. Bu tansiyon periferik damar direncindeki değişimler ya da
sorulara verilen yanıtlar, özellikle anatomi ve fizyolojileri, börek hastalıklarına sekonder olarak ortaya çıkan renin-
yaşam seyrindeki karakteristikleri, çevresel zorluk veya angiotensin sistemindeki değişimler nedeniyle ortaya
fırsatlara yanıt vermeleri anlamında, bir türün belirli bir çıkar; orak hücreli anemi hemogloblin genindeki bir mu-
özelliğinin kökenini ve o türün bireyleri arasında görülen tasyon nedeniyle oluşur; apandisitis bir bağırsak diverti-
fenotipik varyasyon dağılımını anlamamızı sağlar. Dola­ kulumundaki inflamasyon nedeniyle oluşur; ve serebral
yısıyla evrimsel biyoloji bireysel varyasyonun temeli ve palsi zor bir doğum sırasındaki asfiksi nedeniyle oluşur.
önemi ile oldukça ilgilidir. Pek çok tıbbi tedaviyi ortaya çıkaran bu yakınsak neden
İnsanlar, diğer tüm canlı organizmalar gibi, herkesin anlayışıdır: depresyonu tedavi etmek için serotonin geri-
aynı hastalığa yakalanmaması gerçeği de dahil, birey­ alım inhibitörleri, bakteriyal pnömoniyi tedavi etmek için
sel özelliklere sahiptirler. Bu varyasyon kısmen evrimsel antibiyotikler, tıkalı koroner arterlerde kan akımını iyileş­
geçmişimizle tanımlanır ve diğer taraftan bu varyasyon tirmek için anjioplasti veya sezaryen operasyonu. Ancak
olmadan evrim olamaz. Gerçekten, bireysel varyasyonun göreceğimiz gibi, herbir durumda daha geniş bir boyut
önemini anlamak Darvvin'in en önemli katkılarından bi­ vardır.
riydi. Dolayısıyla, insan biyolojisini ve tıbbı tam olarak Yakınsak açıklamalar, belirli semptomların nasıl oluştu­
anlamak için evrimsel ilkeler ve bunların kendi türümüze ğunu ortaya koyar ve müdahale için mantıksal bir yakla­
nasıl uygulayacağı hakkında anlayışa sahip olmalıyız. şım temeli sağlar, fakat değerli olan bir sorgulama düzeyi
Tıp çoğunlukla hastalık nedenini anlamaya odaklan­ daha vardır. Bu düzey, neden belirli septomların ortaya
mıştır, bu nedenle hastalığın nasıl önleneceği ve ortaya çıktığı, neden bazı bireylerin diğerlerinden daha fazla risk
çıktığında nasıl müdahale edileceği konusunda bilgi üre­ taşıdığı, neden bazı durumlara sağlıklı bir şekilde uyum
tir. Tıbbi düşünce, normal veya sağlıklı ve anormal veya sağlayamadığımız, neden apandisit gibi iltihaplanan bir
patolojik olarak, ikiye ayrılma eğilimindedir. Ancak, bu organımız olduğu veya neden doğduğumuz günün ya­
kitabın açıkça ortaya koyacağı gibi, böylesi değerlendir­ şamımızın o ana kadarki en tehlikeli günü olduğu gibi
meler duruma bağlıdır: bir bağlamda başarılı bir uyum sorularla ilgilidir. Sorgulamanın bu evrimsel düzeyi sağlık
olan durum o koşullar İçin normal iken, başka koşullar ve hastalığın ıraksak nedenlerinin peşindedir. Bu şekilde,
için yüksek derecede anormal olabilir. evrimsel atalarımız yaprak yiyici oldukları ve selüloz te­
Neyin sağlık ve neyin hastalık olarak tanımlanacağı, melli besinleri sindirmeye yardımcı olmak için büyük bir
evrimsel bir perspektiften bakıldığında potansiyel bir çekuma sahip oldukları için bir apandisitise yakalandığı­
hastaya ilişkin yararlı, yeni bakış açıları sağlar. Varyasyon mızı keşfederiz; artık bu geniş sindirim organına ihtiyacı­
biyolojinin önemli bir unsurudur ve çevresel bir tehdite mız yoktur, ancak apandisit iltihaplanabilen bir evrimsel
karşı bireysel riski belirler: bu çevresel tehdit sıtma gibi kalıntı olarak kalmıştır. Bu ıraksak perspektif sağlık profes­
bir parazit, nikotin gibi bir çevresel toksin veya fazla kalori yonellerine hastaları ile ilgili daha iyi bir anlayış sağlar ve
alımı gibi yaşam tarzına ilişkin olabilir. Bu kitap bireysel böylesi olguların tedavisini geliştirmelidir. Birçok durum­
riskin evrimsel geçmişimiz tarafından nasıl belirlendiğini da evrimsel perspektif, önlemede hangi yaklaşımın daha
ve bu geçmişin bize birçok zorluğun üstesinden gelme ümit verici olduğunu ve belirli tedavilerin işlemesinin
kapasitesi sağlarken, bir taraftan da bu kapasiteyi nasıl daha olası olduğunu daha İyi anlamayı sağlar.
sınırlandırdığını açıklamaktadır. Uyumsal kapasitemizi
ÖNSÖZ xv

Şimdi insanlar, atalarımızın çoğunun yaşadığı ve için­ insan tıbbına uygulanmasında gerekli değildir. Bu neden­
de evrimleştiklerinden çok farklı, karmaşık çevrelerde ya­ le bu konular, eğitimde veya uygulamadaki klinisyenler
şamaktadırlar. Bu uyumsuzluk sağlığımızı tehdit edebilir. için hazırlanan bu kitapta göz ardı edilmiştir. Evrimsel
Biyolojimizden veya biyolojik geçmişimizden kaçamayız. biyoloji kitaplarının çoğu diğer türlere odaklanır ve mi­
Evrimsel süreçler bir nesilden diğerine genetik bilgi akta­ nimal derecede insana değinir. Aksine, karşılaştırmalı bir
rımını ön plana çıkarmak üzere işler ve evrimsel başarı bir yaklaşım gerekmedikçe, anahtar evrimsel ilkeleri göster­
soy hattında genlerin gelecek nesillere başarılı bir şekil­ mek için sadece insan biyolojisine ilişkin örnekleri kullan­
de aktarımı ile ilgilidir. Dolayısıyla evrim süreçleri, bir soy maya çalıştık.
hattı içerisinde üreme başarısı oluşturan şeyin ne oldu­ Kitap üç kısım halinde sunulmuştur. Birinci kısımda,
ğuna, uyum gücü olarak adlandırılan kavrama, odaklanır. evrimsel biyolojinin temel ilkelerini detaylandırıyoruz:
Ancak, uyum gücünün uzun ömür veya sağlıkla ilişkili ol­ biyolojik evrimin ne olduğu, seçilim süreçleri ile nasıl iş­
ması gerekli değildir. Uyum gücü, daha kısa yaşam süresi lediği, evrimin genomumuza nasıl yansıdığı, genotip ve
gibi başka bedeller yaratsa da, üreme başarısını garantiye fenotip arasındaki ilişki, gelişimsel ve evrimsel süreçlerin
alan uzlaşılar içerir. Evrimsel biyoloji, bir organizmanın nasıl etkileştiği, insan yaşam tarihi karakteristiklerini ne­
uyum gücünü optimize etmek için biyolojisinin bir bile­ yin belirlediği ve türümüzün evriminin doktorların hasta
şenini diğerleri ile nasıl uzlaştırdığını değerlendiren bir muayene odaları veya hastane servislerinde görülme­
bilim dalıdır. Günümüz insanlarının çoğu uzun bir yaşam ye başlayan özelliklerimize nasıl yol açtığı. Türümüzün
sürdüklerinden ve tıp giderek yaşam kalitesini daha faz­ önemli bir evrimleşmiş özelliği guruplar halinde yaşıyor
la geliştirmeye odaklandığından, sağlık profesyonelleri olmasıdır ve sosyal çevremiz ile teknoloji geliştirme ve
böylesi evrimsel değerlendirmelerce dayatılan sınırlama­ uygulama kapasitemiz evrimimizin önemli bileşenleridir.
ları göz ardı edemezler. Dolayısıyla, kültürel evrimimizi dikkate almaksızın biyo­
Bu nedenle evrimsel tıp, evrimsel bilgiyi, normal veya lojik evrimimizi tartışmak olası değildir ve bunu kitabın
anormal insan biyolojisinin anlaşılmasına uygulayan, git­ birinci kısmında yapıyoruz.
tikçe gelişen ve merkezi bir disiplindir. Evrimsel tıp sağlık Kitabın ikinci kısımda, dört açıklayıcı eksen kullanarak
ve hastalığın nasıl oluştuğunun bütüncül algılanması için bu ilkelerin bir insan hastalığının anlaşılmasına nasıl uy­
gerekli olan bir temel bilimdir. Hem bireysel sağlık, hem gulanabileceğini tanımlıyoruz: insan üremesi; beslenme
de halk sağlığında uygulamaları vardır. Fizyoloji, anatomi, ve metabolizma; biyolojik savunma sistemleri; ve insan
biyokimya, patoloji, moleküler biyoloji, populasyon sağlı­ davranışı. Evrimsel yaklaşımların insan koşullarına pratik­
ğı ve davranış bilimleri gibi diğer temel bilimlerdeki anla­ te nasıl uygulanabileceğinin altını çizebilmek üzere, bu
yışlara kattığı çok şey vardır. Gerçekten, evrimsel biyoloji sistemlerin yeterince detaylı aydınlatılabilmesi amacıy­
anlayışı olmaksızın bu birincil disiplinlerin tam olarak an­ la tartışmayı bu şekilde sınırladık. Bu kitap, kapsamlı bir
laşılması olası değildir. tıp kitabı olmak amacında değildir -böylesi birçok kitap
Geniş anlamda alınırsa evrimsel biyoloji, biyomedikal vardır- fakat okuyuculara klinik tıpta genel olarak uygu­
bilimlerin canlı bir alanıdır. Evrimsel bilginin bazı yönle­ lanabilecek yeni bir anlayış sunan ve tıp biliminin diğer
ri evrimsel tıbbın çekirdek ilkelerini anlamada esas veya alanlarına bilgi sağlayan bir kitap olması amaçlandı.
merkezi önemde değildir. Örneğin, makroevrim konusu Kitabın üçüncü kısmında, insan sağlığı ve hastalığını
-türleşme ve biyolojik çeşitliliği ilişkilendiren süreç- tıp anlamada sistematik bir evrimsel çerçeve sağlamak için
perspektifinin merkezi değildir. Evrimsel biyolojinin çoğu, bu değişik demetleri sentez ediyoruz. Bir hekime başvu­
örneğin seçilim veya sürüklenme konularının tanımlan­ ran herbir bireyin önemli üç öyküsünün olduğunu öne
masında olduğu gibi, sayısal yaklaşımlar içerir; bunlar da sürüyoruz: hastalığın öyküsü; kişinin gelişimsel öykü­
tıp okurları için gerekli değildir. Seçici süreçlerin dinamik­ sü; ve evrimsel öyküsü. Bu üç öykünün tümü bir bireyin
lerinin ayrıntılarının çoğu tekniktir ve evrimsel süreçlerin hangi yollarla çevresine yanıt verdiğinin kapsamlı bir
xvi ÖNSÖZ

şekilde anlaşılması için gereklidir. Bireysel riskin evrimsel Evrimsel kavramlar biyoloji dışında yanlış ve uygun
süreçlerle etkilenebileceği yolları, sağlık profesyonelinin olmayan şekilde, özellikle politik içerikte, uygulanmıştır.
önündeki hastanın durumu hakkındaki düşüncesinin bir Bu durumlarda, uygun olmayan bir biçimde, evrimsel bi­
parçası olması gereken yolları ayrıntılandırıyoruz. limlerin metaforik bir anlayışı (veya daha sık olarak yanlış
Evrimsel biyoloji, ekolojik bilimlerle yakın bir ilişkiye anlayışı) uygulanmıştır. Bir taraftan anarşistler ve diğer
sahiptir ve insan ekolojik bağlamda da anlaşılmalıdır. Her­ taraftan faşistler evrimi kendi politik ideolojilerine göre
hangi bir çevrede, sosyal çevremiz de dahil, yaşamımızın uyarlamışlardır. Bu tür suistimaller bugün halen devam
nasıl seyrettiğinin değerlendirilmesi evrimsel biyolojinin ettiğinden, sağlık profesyonelleri bunlarla karşılaşacak­
anlaşılması ile oldukça gelişmiştir. Diğer taraftan, böylesi lardır. Kitabın son bölümünde özet olarak bu konuları
bir anlayış etkin halk sağlığı stratejilerinin geliştirmesine tartışacağız.
büyük katkılar sağlayabilir. Yazarların her biri, evrimsel biyoloji ve tıp alanlarında
Evrimsel biyoloji bir bilim olarak, her zaman daha ge­ uzun bir araştırma geçmişine sahiptir. Ancak hiç birimiz,
niş entelektüel ve felsefi kaygılarla, zor ve karmaşık bir bunların tüm yönlerinde uzman değildir: bu çok kapsamlı
ilişki içinde olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Ör­ bir konudur. Anlayışımıza ve dolayısıyla bu kitaba doğru­
neğin, bazılarınca kendi özgün inanç sistemleri ile çelişki dan veya dolaylı olarak katkıda bulunan birçok meslek­
içinde imiş gibi görülmektedir. Darvvln'in varsayımları ilk taşımıza minnettarız. Özellikle kitap için kritik olan bir
olarak ileri sürüldüğünde, ondokuzuncu yüzyılın başla­ kişi Dr Chris Kuzawa'dir (Northwestern University of Chi­
rında Britanya'da doğal dünyaya ilişkin baskın kurumsal cago, İL, USA). Chris, özellikle Bölüm 5 ve 8'in ilk taslak­
açıklamalar olan, doğal teoloji ve bir aktif yaratılış düşün­ larına büyük katkılarda bulunmuştur. Ne yazık ki, başka
celeri ile açıkça çelişmekteydi. Oysa, günümüzde bilim in­ sorumluluklar, hem bizim hem de kendisinin planladığı,
sanlarının çoğunluğu evrimsel biyolojinin kişisel inançları daha büyük bir rolü oynamayı engellemiştir. Bölümleri
ile çelişkili görülmesi için bir neden olmadığını düşünür­ okuyan, eleştiri veya önerilerde bulunan ve konuyu bizim
ler ve en inançlı otoriteler kendi inanç sistemleri ile evrim uzmanlığımızın ötesine taşıyan meslektaşlarımıza da te­
bilimi arasında bir çelişki bulmazlar. Evrim bilimi, modern şekkür etmeliyiz. Bunlar Profesör Sir Patrick Bateson FRS
astronomi gibi, sağlam ve olgun bir bilimdir ve evrim bili­ (Cambridge), Professor Peter Ellison (Harvard), Professor
mi olmadan insan biyolojisi tam olarak anlaşılamaz. Biyo­ Eva Jablonka (Tel Aviv), Professor Hamish Spencer (Dune­
loji ve evrimsel bilimlerin kavramsal çerçeveleri tartışma din), Professor Randolph Nesse (Michigan), Professor Paul
götürmez, fakat bireylere veya belirli inanç grupları için Rainey (Massey), Professor Russell Gray (Auckland), Pro­
ifade ettiği şey çok farklıdır ve birçok yönüyle ilişkisiz ko­ fessor Wayne Cutfi eld (Auckland), Professor Murray Mitc­
nulardır. Pek çok hasta ve gerçekten pek çok doktor içten hell (Auckland) ve Professor Des Gorman (Auckland). Dr
inançlıdır ve bu kitap onların inançlarına meydan okuma­ Cinda Cupido (Auckland), DrTatjana Buklijas (Auckland),
ya kalkışmamaktadır. Bu kitap daha çok, bir tıbbi bakım Dr Felicia Low (Auckland) ve Ms Amanda Calhoun (Yale)'a
ve halk sağlığı sorumluğuna sahip kişilere, diğer temel araştırmada yardımlarından dolayı teşekkür ediyoruz.
ve uygulamalı tıbbi bilimlerin tümleştirilmesi için gerekli
olan, biyoloji biliminin temel ilkelerini vermeyi istemek­ Peter Gluckman
tedir. Bu olmaksızın tıp, Galen'in İkinci yüzyıldaki yanlış Alan Beedle
anatomik öğretiminin aşılmasından sonra olabilenden Mark Hanson

daha fazla gelişemez. Ekim 2008


Çeviri editörlerinden

UNESCO, düşünce tarihine katkısına atfen, 2009 yılını Dar­ Konu herkesi ilgilendirse de, asıl olarak tıp eğitimcilerine
win yılı olarak ilan etmişti. Bir yılın Darvvin'e atfedilmesi ve hekim adaylarına ulaşmak hedeflenmiş ve yayınlanmış
kendi başına düşünce tarihinde bir dönüm noktası olarak bir dizi eser arasından bu amaca hizmet edeceği kanısına
işlev görmüştür; biyolojinin düzenleyici ilkesi olan evrimin varılan “Principles o f Evolutionary Medicine" isimli kitabın
tüm canlı bilimlerinde işlevselliğinin kavranması ve bilgi Türkçeye kazandırılmasına karar verdik. Bu kitabın seçil­
üretiminin itici gücü haline gelmiş olması. Canlı bilimleri­ mesinde başka nedenler de vardı. Birincisi, kitap 2009
nin diğer alanları için olduğu gibi, insan biyolojisinin ve yılında yayınlandığından en yeni bilgilerin ışığında hazır­
dolayısıyla tıbbın bunun dışında kalması düşünülemez. lanmıştır. İkincisi, kitap arı bir bilimsel yaklaşımla, alanda­
Kalmamıştır da! Ancak, evrim yaklaşımının biyolojideki ki polemiklerle ilgilenmeden kurgulanmıştır. Üçüncüsü
kapsayıcılığı, 1980'li yıllardan sonra belirgin olmak üzere, ve de en önemlisi, kitapta temel evrimsel yaklaşım, yön­
yirminci yüzyıl boyunca iyi bir şekilde anlaşılmış olmasına tem ve bilgiler doğrudan tıbbi örneklerle ustaca ilişkilen-
karşın, tıp ve ziraat gibi temel bilimler dışındaki alanlarda dirilerek sunulmuştur. Her ne kadar bilimsel bir eser olsa
işlevselliğinin kavranması sadece bu sürecin geç dönem­ da, kitabın edebi eser tadında bir dille yazıldığını da not
lerine denk gelmiştir. Bu nedenle 1990'lı yıllarla birlikte etmek gerekir.
evrimsel tıp alanında yayın sayısı artmaya başlamış ve bu Türkçede bu kapsamda ilk metin olmanın hem sıkın­
çalışmalarla birlikte evrimsel yaklaşımlar tıbbi bilimleri tıları hem de sorumlulukları vardı. Sıkıntı ve sorumluluk
yeni bir evreye taşımıştır. Çünkü, "evrimsel biyoloji molekül özellikle terminoloji ve alana özgü dil konusunda orta­
düzeyinden toplum düzeyine kadar olan kavrayışımızı bü­ ya çıktı. Tıp alanına büyük hacimde yeni bir terminoloji
tünleştirir, ıraksak biyolojik süreçlerin, tıbbın büyük bölümü­ kümesi eklenmesi, olasılıkla tıp kökenli okuyucuların en
nün ilgilendiği biyoloji olan yakınsak biyolojiyi nasıl yönlen­ fazla dikkatini çeken konu olacaktır. Okuyucuların, editör­
dirdiğini anlamamız için bir temel sağlar (sayfa 277)." lerin de fikir birliğine varmada güçlük çektiği (halen de
Ülkemizde toplum ve hatta sağlık profesyonellerinin varamadıkları) terimler olduğunu bilmelerini isteriz. An­
çoğu henüz bu perspektiften uzaktır. Ancak, halk sağlı­ cak, yakın zamanda aynı yayın evi tarafından yayınlanmış
ğından klinik uygulamalara kadar, her aşamada evrimsel bir evrim kitabının (Evrimsel Analiz) bulunması bir avantaj
bilginin ne kadar işlevsel araçlar sunduğunun bilincinde­ olarak düşünülmüş ve temel bilim yönüyle öncelikle bu
yiz. Bu nedenlerle evrimsel tıbbın doğrudan veya dolaylı kitaptaki terminoloji esas alınmıştır. Kitabın tıp kökenli
olarakciddi sosyal ve ekonomikaçılımları olabileceğini de editörleri, tıbbi terminoloji için azami bir titizlik göstere­
tahmin edebiliyoruz. Konunun öneminin bilincinde olan rek, yerleşik terminolojiyi yansıtmaya çalışmışlardır. Bu
bir ekip olarak, bu alana katkı sunmayı amaçladık. Bir çe­ konuda okuyuculardan gelecek her türlü eleştiri ve öneri
viri kitap ile evrimsel tıp için beklenilenlerin gerçekleşe­ bizim için değerli olacak ve sonraki baskılar için ışık tuta­
ceğini düşünmek bir ham hayalden başka bir şey değildir. caktır.

XVII
xviii ÇEVİRİ EDİTÖRLERİNDEN

Palme Yayıncılık, yayınladığı bilim kitapları ile ül­


kemizde öncü bir rol üstlenmiştir. Yayın evi Müdürü Sn.
İlhan BUDAK'ın böylesi girişimlerde ticari kaygıları her
zaman ikinci plana atmasını takdir ediyoruz. Ayrıca, bu
çeviri sırasında metinleri okuyan, önerilerde bulunan ve
heyecanımızın sönmeden sürmesini sağlayan sevgili öğ­
rencilerimize teşekkür ederiz. Bu kitap özellikle öğrenci­
lerimiz içindir.

Çeviri Editörleri
Battal ÇIPLAK
Oğuz Kerim BAŞKURT
Hilmi UYSAL
Mart 2012, Antalya
Kısım 1

Evrimsel biyolojinin
esasları
BÖLÜM 1

Giriş

Gelişmiş toplumlarda son 250 yılda, halk sağlığındaki ve resel süreçlerin yaşlanmasından kaynaklanan yetersizlik­
hastalıkların biyolojisinin anlaşılmasındaki gelişmelerle lerle giderek daha sık karşılaşmaktayız. Dolayısıyla bu­
birlikte büyük teknolojik değişimlerin ve buna eşlik eden, gün, populasyonun tümünde ileri yaşlarda sağlıklı olma
yaşamın değerinin giderek artmasını sağlayan toplumsal beklentisi tıbba hakim olurken, bu beklenti türümüzü
gelişmelerin sonucu olarak, beklenen ömür uzunluğu şekillendiren evrimsel süreçlerle büyük ölçüde çelişir. Bu
çarpıcı bir şekilde artmıştır. Devrim öncesi Fransa'da bek­ kitap, bu süreçlerin altında yatan temel ilkeleri ve bu çe­
lenen ömür uzunluğu, Prehistorik dönemden (özellikle lişki bağlamında kaç hastalık durumunun anlaşılabileceği
Paleolitik, Tablo 1.1'e bakınız) pek farklı olmayan şekilde, hakkındadır. Hastalarımızın öncelikli ilgisi ömür uzunluğu
yaklaşık 30 yıldı -oysa günümüzde 80 yıl kadardır. Beslen­ ve sağlık iken, daha sonra tartışılacağı gibi, bunların hiç­
me, enfeksiyonların kontrolü ve tedavisi, travma bakımı, biri evrimsel süreçlerin yönlendiricisi değildir.
analık ve neonatal bakım alanındaki gelişmeler, Paleolitik Kısaca belirtilirse, bir türün evrimi (m akroevrim ) ve bir
öncülerimizin kısa ömürlü olmasına yol açan birçok dışsal tür içindeki evrimsel değişimler (m ikroevrim ), çevresine
ölüm nedenini ortadan kaldırmıştır. Bu nedenler bizim uyumlu bir organizma üretmek üzere işler; bu uyum bir
bugün prematür ölüm olarak adlandırdığımız ve çok uzak birey için uzun ya da konforlu bir yaşamdan çok, bireyin
olmayan atalarımızda görülen ölümlere de büyük oran­ genlerinin başarılı bir şekilde ardışık nesillere aktarılması
da katkıda bulunmuşlardır (Şekil 1.1). Ancak daha uzun ile tanımlanır. Bugün gezegendeki tüm organizmaların,
yaşadığımızdan, daha önce önemsiz olan hastalıklar çok ataları başarıyla ürediği için burada oldukları bir gerçektir.
daha önemli hale gelmiştir; kardiyovasküler hastalıklar Bunu yapamayan soy hatları ise bugün yoktur. Evrimsel
gibi birçok hastalık, öncülerimizin çoğunun ölmüş olduk­ biyolojinin temeli olan uyum gücünün özü budur. Evrim,
ları orta yaşta ortaya çıkıyordu. Mental bozukluk gibi di­ populasyonun herbir üyesinin uyum gücünü belirli bir
ğer hastalıklar, şehirleşmenin getirdiği çok daha karmaşık çevreye uyarlayan, populasyonda zamana bağlı değişim
sosyal yapılarda yaşama baskısının sonucu daha yaygın sürecidir. Dolayısıyla, Homo sapiens büyük oranda türü­
hale gelmişlerdir. müzün ilk kez ortaya çıktığı bölge olan Doğu Afrika'nın
Bunların yanında, bir organizma olarak isteklerimiz ortamında uyum gücünü en üst düzeye çıkaran uyum­
değişti: tıbbi bakımdaki gelişmeler, bilgiye ulaşmadaki larla evrimleşmiştir. Bir insan için biyolojik uyum gücü, az
ilerlemeler ve bireysel yetkinleşme ömür uzunluğuna ve sayıda yavrunun başarılı bir şekilde büyümesi, üremesi
yaşam kalitesine odaklanmayı sağladı. Çağdaş tıp, hasta­ ve kendi yavruları üreme yeteneği kazanana kadar onları
ların 90'lı yaşlarda da iyi yaşama beklentisini ve yaşamı desteklemesi şeklinde bir strateji ile kazanılmıştır, hala da
süresince ihtiyacı olduğunda yaşam kalitesini koruma is­ böyledir. Soy hattımız üzerindeki evrimsel baskılar, bunu
teğiyle daha fazla karşılaşmaya başladı. Dışsal etmenlerce sağlamak üzere işlemiştir: yaşam seyrinde üreme dönemi
değil, dejeneratif hastalıklarda görüldüğü gibi, içsel hüc­ sonrasında sağlığı veya döllerin erişkin yaşama ulaşması-

3
4 GİRİŞ

Table 1.1 Günümüzden önce bin yıllarla gösterilen (BYÖ) insan ve jeolojik zaman cetveli. İnsan
zaman cetveli tanımlamaları bölgeden bölgeye değişir..

İnsan zaman cetveli Jeolojik devre

Devir BYÖ

P a le o litik A lt 2 5 0 0 -1 0 0 /2 0 0 P liy o s e n (5 3 0 0 - 1 8 0 0 B Y Ö ) v e P le is to s e n (1 8 0 0 - 1 0 B Y Ö )
O rta 3 0 0 -3 0
Ü st 5 0 -1 0
M e z o litik 1 0-6 H o lo s e n (1 0 B Y Ö - g ü n ü m ü z )
N e o litik 1 0-4
B ro n z ç a ğ ı 5 3 - 2 .4
D e m ir ç a ğ ı 3 3 - 1 .6

nı sağlamak için gerekenden fazla bir yaşam süresini des­ bir süreçle kendi çevrelerini bizzat kendileri oluşturarak,
tekleyen evrimsel güçler ya yoktur ya da çok azdır. onu nispeten kararlı hale getirebilirler: örneğin, termit­
Bu kitabın tamamında çevre terimi sık kullanıldığın­ lerin toprak yığını ile sıcaklık kontrolü ya da kunduzların
dan burada bir tanım vermek uygun olacaktır. Evrim ve baraj inşa etmeleri gibi. İnsan türü, ateş ve giyinmeden
gelişim biyologları çevre kavramını, küresel ısınma ya da şehir tasarlamaya kadar uzanan, teknoloji kullanımı ile
biyoçeşitliliğin tehdidi ile ilişkilendirdiklerinden, yaygın muhteşem bir niş oluşturucudur ve bu kitabın pek çok ye­
popüler kullanımından daha geniş bir anlamda kullanırlar. rinde tanımlandığı gibi, bu yeteneğimizin sağlığımız İçin
Biz bir organizmanın çevresini iklim, besin temini, kendi hem olumlu hem de olumsuz sonuçları vardır.
türünün bireyleri ile işbirliği ya da rekabetten kaynakla­
nan sosyal yapı, avlanma, parazitlik ya da enfeksiyon gibi
başka türlerden kaynaklanan tüm dış koşulların ve uya­ 1.1 Hastalık nedir?
rıların toplamı olarak tanımlıyoruz. Eğer çevre olumsuz
yönde değişirse, nesiller bir bedel ödeyerek bununla başa Çağdaş tıp sağlık kavramlarına odaklanırken, evrimsel
çıkabilirler, yok olabilirler, bireyler yeni çevrelerine uyum biyoloji optimal uyum gücü belirleyicilerine odaklanır.
sağlayabilirler, ya da (eğer hareketli iseler) daha uygun bir Önemli olarak, uyum gücü sadece belirli bir çevre için ta­
çevreye göç ederler. Bazı türler, niş oluşturm a adı verilen nımlanabilir. Bir kutup ayısı Arktik kuşak için tasarlanmış

Solunum
enfeksiyonu

Şekil 1.1 ABD'de ölüm nedenleri


yirminci yüzyılda değişti. Verilen ABD
Halk Sağlığı Servisi, Yaşam İstatistik
Raporları
HASTALIK NEDİR? 5

bir fizyoloji ile evrimleşmiştir ve ılıman kuşak için uygun ma yetersizliği genellikle metabolik bir bozukluk (erişkin
bir fizyolojiye sahip değildir. Bu sağlık ve uyum gücü hiploktazya, adult hypolactasia) olarak tanımlanır. Oysa
arasındaki kavramsal fark, insanın şartlarını anlamada, evrimsel bakış açısıyla bu kişinin laktozu sindirememesi
normalliği ve hastalık sürecini tanımlamada kritik öneme normaldir ve bunu Dünya populasyonunun %70'i ile pay­
sahiptir. laşmaktadır. Bu durum sadece uyum gösterdiği çevreden
Karın ağrısı, şişkinliği ve ishali olan genç bir insanı dü­ farklı bir çevrede yaşadığından ortaya çıkmıştır.
şünün. Bu insan, geçmişinde bu semptomlar bulunma­ Parantez içinde söylemek gerekirse, nadir olarak lak­
yan, yeni bir Güney Doğu Asya göçmeni olsun. Hasta, dün taz geninin ifade edilen dizisinde mutasyonlar olabilir ve
iş arkadaşları ile yemek yerken iki bardak süt içtiğini, bu bu bebeklerin analarının sütünü bile sindirememesi an­
durumun kendisi için olağan bir durum olmadığını belirt­ lamına gelir. Böylesi doğuştan laktaz yetersizliği, acil yak­
mektedir. Ancak, arkadaşları (ki bunlar Avrupa kökenlidir) laşım ve laktaz içermeyen besin desteği gerektiren ciddi
etkilenmemiştir. Normal bir yiyecek bu genç adamı niçin bir bozukluktur. İnsan veya başka kaynaklı sütün bebek
hasta etmiştir? beslenmesinin tek kaynağı olduğu geçmiş dönemlerde
Birçok hayvanın sütü gibi inek sütü de bir disakkarit 'kalıtsal laktaz yetersizliği' ölümcül bir durum olurdu ve
olan laktozca zengindir. İnsan sindirim kanalında şeker bu nedenle de nadir bir otozomal resesif mutasyon du­
taşıyıcıları, bağırsak duvarından parçalanmamış laktozu rum olarak kalmıştır.
geçiremezler, ancak bebekler laktozu sindirebilirler. Çün­ Buradan çıkarılacak birçok ders vardır. Birincisi, bir bi­
kü laktozu kolayca absorbe edilebilen glukoz ve galakto- reyin sağlık durumunu anlamamız, o bireyin evrimsel kö­
za parçalayan laktaz enzimleri vardır. Sütten kesildikten keni ve şimdi dünyada yaşadığı yer ile nasıl etkileştiği ko­
sonra insanların çoğunda laktaz sentezlenmez. Ancak, nusundaki bilgilerimize bağlı olabilir. Çevresi ile uyumlu
hayvancılık geçmişi olan (çoğunlukla kuzey Avrupa kö­ ya da uyumsuz bir organizma ile ilgili bu bakış açısı hem
kenli) insan populasyonlarında laktaz geninin promotor evrimsel biyolojinin hem de evrimsel tıbbın temelidir. Bu
bölgesinde oldukça yaygın bir mutasyon vardır. Bu mu- durumda uyumsuzluk -zamansal ve yapısal kısıtlamalar
tasyon, sindirim kanalında ömür boyu bu enzimin salgı­ nedeniyle uyumda başarısızlık- hastalığa yol açabilir.
lanmasına neden olur. Bu da onlara yaşam süresince süt Buradan çıkarılacak ikinci ders daha geniştir: hastalığı
tüketme olanağı verir. Asya kökenli bu genç adam, bu tanımlamak her zaman kolay değildir. Hastalığa, travma
kalıcı mutasyonu taşımamaktadır ve bu nedenle oniki- ya da enfeksiyon gibi dışsal bir etmen neden olabilir, an­
parmak bağırsağında laktaz sentezlenmez. Süt içtikten cak bireyin fizyolojisi ile içinde yaşadığı çevre arasındaki
sonraki rahatsızlıklara, emilmeyen laktozun ozmotik uyumsuzluk da hastalığa neden olabilir. Bireyin evrimsel
yükü ve bağırsak bakterilerinin laktozu fermente etmesi geçmişi fizyolojisini etkiler. Dolayısıyla gerçekten, inek
sonucu çıkan gaz neden olmaktadır. Moleküler ayrıntılar sütünün olmadığı bir çevrede, sağlık ve uyum gücü bağ­
bir tarafa, genç adamın semptomları genetik kökeni ile lamında sonuçları olmayan, erişkinde laktaz kalıcılığına
- tarihsel olarak sütten kesildikten sonra süt tüketiminin neden olan bir tek nükleotid polimerfizmi taşımadıkla­
bilinmediği ve laktaz devamlılığının ender olduğu bir rında İnsanların çoğunun bir hastalığa sahip olduğunu
populasyondan olan- sütün kolayca elde edilebildiği ve söyleyebilir miyiz? Bunun yerine kuzey Avrupa kökenli
yaygın olarak tüketildiği yeni çevresi arasındaki uyum ­ insanlarda görülen, insan türü için tipik olmayan laktaz
suzluktan kaynaklanmaktadır. Arkadaşları rahatlıkla süt kalıcılığını anormal durum olarak etiketleyip ve sonra
tüketebilir, çünkü laktaz devamlılığını sağlayan alelleri, sı­ duruma-duyarlı anormal ve kötü-sağlık ayrımını tanımla­
ğır yetiştiren atalarından kalıtım yoluyla almışlardır. Sütü malı mıyız?
absorbe etme yeteneği beslenmede bir avantaj olduğu Çıkarılacak üçüncü ders, yeni bir çevrenin insan sağlığı
ve bireylerin büyüme, yaşama ve daha başarılı üremesini üzerindeki etkisi ve çeşitli çevresel koşullarla başa çıkma
sağladığı için mutant formlar atalarında en yaygın aleller kapasitemizin büyük ölçüde evrimsel geçmişimiz tarafın­
haline gelmiştir. Bu örnek, bu kitaptaki amacın özüdür. dan belirlendiği ile ilişkilidir. Süt kullanımı Asya soy hat­
Çünkü Batı'da tıbbi ders kitaplarında laktozu absorbla- ları için yeni bir çevreyi temsil etmektedir ve dolayısıyla
6 GİRİŞ

Kutu 1.1 Süt içmenin genetiği

Kuzey Avrupa kökenli yetişkin insanların çoğu için, çoğunda 2-5 yaşlarında laktaz kaybolur. Bağırsaklar­
süt normal diyetlerinin bir parçasıdır. Ancak Dünya da laktaz olmaksızın, besinlerdeki laktoz absorbe
populasyonlarının çoğunluğunda, süt içmek hoş edilemez ve hem bağırsak içine suyun çekilmesine
olmayan bazı sindirim septomlarının başlangıcı neden olan ozmotik aktivite, hem de bağırsak bak­
olabilir. Bunun nedeni, yetişkin insanlann çoğunun terilerinin şekeri parçalaması sonucu gaz üretimi,
sütün ana bileşenlerinden biri olan laktoz disakka- şişkinlik ve kramplarla sindirim rahatsızlıklarına
ritini sindirememeleridir. Aslında laktozu sindire- neden olur.
meme insan için normal ve atasal durum olmasına Halen dünya populasyonunun küçük bir kısmı
karşın, Dünya Sağlık Örgütü, ’laktoz toleranssızlı­ yetişkin iken laktaz salgılamayı sürdürür ve taze süt
ğını’ bir metabolik bozukluk olarak sınıflandırmak­ içebilirler: bunlar ‘laktazı sürdürenlerdir”. Bu yete­
tadır. nek genetik olarak aktarılabilen dominant bir özel­
Tüm genç memeliler beslenmelerinin erken evre­ liktir ve genel olarak bir populasyonda laktaz sente­
lerinde, laktoz disakkaritince zengin olan ana sütüne zinin devamlılığı, populasyonun sığırı evcilleştirme
bağımlıdırlar. Yavrular ince bağırsaklarında, laktozu tarihi ile korelasyon gösterir. Her ne kadar enzimden
kolayca absorbe edilebilen şekerler olan glikoz ve yoksun olanlar da süt ürünleri kullanabilirler ise de
galaktoza parçalayan, laktaz enzimi bulunduğundan - laktoz tüketen bakterilerin üremesi desteklenerek
laktozu tölere edebilirler. Ancak, sütten kesildikten süt ekşimesi ya da peynir yapımı gibi süreçlerle sü­
sonra laktaz enziminin salgılanması büyük oranda tün laktoz miktarı azaltılabilir - taze sütü sindire­
durur: çoğu hayvan sütten kesildikten sonra hiçbir bilen bireyler laktozdan ilave enerji elde edebilirler.
zaman bu derece fazla miktarda laktoz ile tekrar kar­ Dolayısıyla, laktaz salgılama devamlılığının büyük
şılaşmayacaklardır; öyleyse neden kaynakları enzimi bedellerinin olmaması durumunda, sığır evcilleştir­
salgılamak için harcasınlar? insan populasyonlarının menin geliştiği kültürlerde erişkinde laktaz salgıla-

%96 %82
Avrupa kökenli Amerikalılar %81-98
%12
Hispanik Amerikalılar %48 %85-95
%88 %63 % 0-10
Afrika kökenli Amerikalılar %23-30
Yerli Amerikalılar %Q-5 %35-85 %59 %12 %10
Asya kökenli Amerikalılar %0-5 %21

%17 %75

%1
%1 %83

%11
Avrupa kökenli AvustralyalIlar %90-95
Yerli AvustralyalIlar %15

Şekil 1.2 Laktaz direncinin Dünya dağılımı


HASTALIK NEDİR? 7

manın sürdürülmesi yönünde kuvvetli bir seçilim rın C-13910-»T geni taşımamaları dikkat çekicidir.
baskısı olacağını görmek güç değildir (Şekil 1.2). Ancak bunun yerine laktaz geni sonrasındaki dü­
Kuzey Avrupa kökenli populasyonlarda laktaz zenleyici bölgede birçok genetik değişiklik taşırlar
devamlılığının genetik temeli, bir kontrol elemanın­ ve bu değişikliklerin en yaygını laktaz devamlılığı
daki tek nükleotid polimorfizmine (C-13910-»T) ile sıkı ilişkili olan G-14010-»C alelidir. Bu alel son
kadar izlenmiştir; T aleli laktaz devamlılığı ile ilişki­ 3.000-7.000 yılda Kenya ve Tanzanya populasyon-
lidir (Şekil 1. 2). Modern populasyonlarda bu alelin larında bugünkü yüksek frekansa ulaşmıştır. Bu da
yaşı ile ilgili hesaplamalar günümüzden 10.500 yıl insan genomunda yakın zamanda yaşanmış kuv­
önceye işaret etmekte ve bu da kabaca günümüzden vetli pozitif seçilimin örneklerinden biridir. Doğu
8.000-9.000 yıl önce evcil sığırın Avrupa’da yetişti­ Afrika’da G-14010-»C alelinin, Avrupalılarda bu­
rilmeye başlandığı zamana denk düşmektedir. Ayrı­ lunan C -13910—»T aleline göre daha sonra ortaya
ca, Neolitik ve Mezolitik dönem kalıntılarından elde çıkmış olması, bu bölgelerde evcilleştirilmiş sığırın
edilen kanıtlar bu tarihlerden önce Avrupa’da bu ale­ yaygınlaşma zamanına ilişkin arkeolojik kanıtlarla
lin yaygın olmadığına işaret etmektedir. Bu kanıtlar, da uyumludur. Olasılıkla, deve sütünün tüketimi
sütçülüğün alel frekansının yüksek olduğu populas­ ile ilişkili olarak, Arap populasyonlarmda bir başka
yonlarda geliştiği şeklindeki hipotez yerine, alel le­ laktaz sürekliliği aleli ortaya çıkmıştır. Laktaz sü­
hine işleyen seçilimin sütçülüğün gelişimden sonra rekliliğinin bu bağımsız kökenleri konvergent evrim
olduğunu düşündürmektedir. örnekleridir ve burada doğal seçilim benzer seçilim
Dünyanın tek sığır yetiştiricileri Avrupalılar de­ baskılarından dolayı, farklı populasyonlarda işlevsel
ğildir ve laktaz devamlılığı gösteren Doğu Afrikalı özelliklerde benzer sonuçlar üretir.
göçmen populasyonlar da vardır. Bu populasyonla-

AsyalIlar bununla başa çıkacak bir kapasiteyle evrimleş- Çıkarılacak dördüncü ders, insanların yaşadığı çevre­
memlşlerdir. lerin değişmez olmadığı ve çevresel değişikliklerin çoğu­
Genel olarak fizyolojik sistemler, bir derece çevresel nun bizzat insanların faaliyetlerinden kaynaklandığıdır.
varyasyon varlığında homeostasisi korumak üzere tasar­ Genç adamın süt içtikten sonra ortaya çıkan rahatsızlığı,
lanmışlardır, ancak bu kapasitenin sınırı vardır; sınır aşıl­ insan faaliyetlerinden kaynaklanan iki çevresel değişik­
dığında hastalık oluşabilir. Bir soy hattının evrimsel tari­ likle ilişkilendirilebilir. Birincisi, tarihsel olarak sığırın ev­
hinde maruz kaldığı çevrelerin çeşitliliği, uyum sağlama cilleştirilmesi ve buna eşlik eden belirli populasyonlarda
çeşitliliğini de etkileyecektir ve insan sağlığı homeostatik erişkin diyetinin bir bileşeni olarak inek sütünün yaygın
kapasitemizin ötesindeki marjinal çevrelerde yaşamaktan kullanılması ile ortaya çıkan laktaz devamlılığı için seçilim
etkilenir. Örneğin iyot, metabolizma ve beyin gelişimi için baskısıdır. İkincisi, son zamanlarda, büyük oranda göçleri
önemli olduğundan, iyot eksikliği olan yerlerde insanlar teşvik eden ve kültürleri ve evrimsel arka planı farklı olan
yaşayamaz. Himalaya eteklerindeki Şerpa populasyonu bireylerin karışmasını sağlayan sosyal ve teknolojik deği­
sürekli olarak İyot eksikliği koşullarında yaşar ve bu hem şikliklerdir.
gelişimsel bozukluğa (zayıf beyin gelişiminden dolayı Sosyal çevredeki diğer bir değişim. Bölüm 10'da ayrın­
kavrama bozukluğu) hem de yeterli tiroid hormonu sen­ tılı olarak anlatılan, sosyal ağın artan genişliğidir. Paleoli-
tezini sürdürme çabası nedeniyle tiroid bezinin büyüme­ tik zamanda atalarımız küçük ve izole sosyal gruplar ha­
si, yani guatr şeklinde görülen telafi edici bir plastisiteye linde yaşadığı için, bir bireyin yaşamı süresince 150 kadar
neden olur. başka insanla etkileşmiş olabileceği düşünülmektedir.
8 GİRİŞ

Kutu 1.2 Gelişim sürecinde iyot eksikliği

İyot, tiroid hormonları olan tiroksin (T4) ve 3,5,3’-tri- Avrupa’nın dağlık alanları, And dağları,
iyodotironinin (T3) sentezlenmesi için zorunlu olan Himalayalar ve Kongo gibi Dünyanın pek çok böl­
bir iz elementtir. Bu hormonlar embriyonik evreden gesi doğal olarak iyottan yoksundur ve bu da iyodun
itibaren beynin yeterli gelişmesi, çocukluk çağında az olduğu yerlerde yaşayan populasyonlarda doğal
büyüme ve gelişme için gereklidir. Postnatal iyot olarak iyot eksikliğinin yaygın olmasına neden olur.
eksikliği, genellikle dengeleyici guatr ile karakterize Yirminci yüzyılın başlarında iyotlu tuzun kullanıl­
olan hipotiroidizme neden olur. Uterus içi iyot eksik­ maya başlanması, gelişmiş ülkelerde çoğunlukla iyot
liği, beyin gelişimini geri dönüşümsüz şekilde bozabi­ eksikliğini gidermiştir. Çok daha yakınlarda, geliş­
lir: Bu durum kretinizm olarak adlandırılır. Yeni doğan mekte olan ülkelerdeki halk sağlığı girişimleri, 2000
bebeklerin iyot alması tamamen ananın iyot almasına yılı itibariyle dünya çapında ailelerin %70’nin iyotlu
bağlıdır. Orta derecede iyot eksikliğinin bile bilişsel tuz kullanmasını sağlamıştır. Bu oran 1990’lı yıllarda
yetenekler üzerinde bebrgin etkisi vardır. Okul çağın­ %20’nin altında idi. Buna göre yılda 130 milyon yeni
daki çocuklarda yapılan klinik deneyler, iyot eksikliği­ doğan bebekten 85 milyonunun öğrenme yeteneği
nin giderilmesinin bilişsel ve motor fonksiyonlar için bozukluğundan korunduğu tahmin edilmektedir.
yarark olduğunu açıkça göstermiştir.

Tarımın keşfi ve benimsenmesi (Bölüm 6 ve 8'e bakınız) içsel biyolojimizin her bileşeni ve düzeyine kadar, insan
insanları artan bir karmaşıklıkta ve yoğun bir sosyal etki­ vücudunun her düzeydeki 'tasarımını' belirlemiş olan de­
leşim içinde yaşamaya yöneltmiştir. Endüstri devrimini ta­ ğişik süreçlerle ilgilidir. Tasarım , evrimsel literatürde sık
kiben bu durum giderek daha karmaşık bir hale gelmiş ve kullanılan bir terimdir. Bu, bir türün özelliklerinin -ana­
bu karmaşıklık elbette modern teknoloji tarafından daha tomik, fizyolojik, biyokimyasal, olgunlaşma ve davranış­
da artırılmıştır. Nobel ödüllü ekonomist Robert Fogel, sal- içinde evrimleştiği değişik süreçlerle, populasyonun
son birkaç yüz yılda yaşanan, sağlık ve bilgi birikimindeki içinde yaşadığı çevrenin uyumunu tanımlamada mecazi
ilerlemelerin karşılıklı olarak birbirini etkilediğini öne sür­ anlamda kullanılan bir kavramdır. Evrimde tasarım kav­
müştür. Fogel, teknik değişim ve populasyon büyümesini ramı, bir tasarımcının varlığını ima etmez. Bu metaforun
hızlandıran bu süreci tekno-fizyolojik evrim olarak adlan­ kullanılması sadece süreçleri tanımlamayı kolaylaştırır,
dırmıştır (Şekil 1.3). Bununla birlikte Bolüm 10'da tartışa­ ancak bunun metafordan başka bir şey olmadığını daima
cağımız gibi, içinde evrimleşilen ve bugün çoğu insanın hatırlamalıyız.
içinde yaşadığı sosyal ortamlar arasındaki uyumsuzluğun Her ne kadaruyum , daranlamda uyum gücünü ilerlet­
mental sağlıkla ilişkili olduğuna dair giderek artan kanıt­ tiği gösterilebilen evrimleşmiş öğeye (ya da özelliklere)
lar vardır. Bu kitapta, uyum hızımızı ya da kapasitemizi işaret ediyorsa da, bir bireyin evrimleşmiş herbir özelliği
sınırladığı için patolojik sonuçlara yol açan hızlı çevresel sıklıkla uyum olarak tanımlanır. Yaygın olarak kullanılan
değişimlerin çok sayıda örneğini göreceğiz. ikinci bir metafor, bu uyumların işlevsel önemini tanım­
lamamızı sağlayan stratejidir. Bu kavramları Bölüm 2'de
daha detaylı olarak açıklayacağız.
1.2 Evrim nedir: temel ilkeler Evrimsel düşüncede kaçınılması gereken önemli bir
tuzak da, evrimsel bir süreci ya da evrimin kendisini bir
Evrimsel biyoloji esas olarak, bütün bir organizma ola­ yönelime ya da amaca sahipmiş gibi tanımlamadır. Tasa­
rak türümüzün diğer bireyleri ile nasıl etkileştiğimizden rım ve strateji metaforlarının tehlikelerinden biri üstün ya
EVRİM NEDİR: TEMEL İLKELER 9

Kişisel bilgisayarlar

Nükleer enerji

DNA'nın keşfi

Penisilin

Otomobilin keşfi

Telefon ve elektriğin
keşfi

Germ teorisi
Demiryolunun başlangıcı
Motorun keşfi
Endüstri Devriminin başlangıcı
2. Tarım Devriminin
başlangıcı

Zaman (yıl)

Şekil 1.3 İnsan çevresinde antropojenik değişimler (reproduced from Fogel, R.W. (2004) The Escape from Hunger and Premature
Death, 1700-2100: Europe, America and the Third World. Cambridge University Press'den izin alınarak üretilmiştir).

da basit türler hakkında konuşmanın bu tür düşünceleri ğunu ifade eden kademelilik düşüncesidir. İkinci kavram,
cesaretlendirebilmesidir. Bu yaklaşım bir tür teleolojidir. biyolojik türlerin değişmez olmadığı, aksine zamanla yeni
Teleolojik olan 'ekstremiteler yürümek için evrimleşmiştir' türlerin ortaya çıkabildiği, başka türlere evrimleşebildiği
saptaması ile evrimsel olan 'atasal yüzgeçlerle ilgili özellik­ ya da yok olabildiği, dolayısıyla jeolojide olduğu kadar
ler üzerinde işleyen ilerletici seçilim vardı ve karada etkin biyolojide de 'derin zamanın' kademeli bir değişim ortamı
hareket ile ilişkili uyumsal avantaj birikimsel seçici deği­ olduğudur. Her ne kadar makroevrim evrimsel biyolojinin
şimlere yol açtı ve bu ekstremitelerin şekillenmesi ile so­ büyük bir bileşeni olsa da, Homo ve şempanzenin son or­
nuçlandı'saptaması altındaki düşünsel süreçler arasında tak atasından bu yana hominoid soy hattının evrimsel tari­
büyük fark vardır. Ancak, ikinci saptamanın ne kadar zor hinin kısa bir özetinin ötesinde, bu kitabin ağırlıklı konula­
anlaşılır olduğu açıktır. Dolayısıyla özensiz olmak ve bir rından değildir (Bölüm 6). Charles Darwin, türlerin özelik­
süreç ya da bir yapının '..... için evrimleştiğini' söylemek lerinin zamanla değişebildiğim kabul etmiştir; böylesi tür
kolaydır. Her ne kadar bu kaçınılmaz bir ayartma olsa da içi değişimleri mikroevrim olarak adlandırıyoruz. Önemli
bunu yapmakla bir amaca işaret etmediğimizi bilmeliyiz. olarak, makroevrim ve mikroevrimin ayrı ayrı süreçler de­
On sekizinci yüzyılın sonlarında, iki temel kavramın ğil bir bütün olduğunu bilmektir. Bu nedenle klasik olarak
artan kabulü çağdaş evrim teorisinin başlangıcı olmuştur. evrim, 'bir organizma populasyonunda zaman içerisinde
Bu kavramlardan birincisi, gezegenin jeolojik özellikleri­ nesiller boyu değişim'olarak tanımlanır. Charles Darwin ile
nin 'derin zamanda' işleyen yavaş süreçlerin sonucu oldu­ rakibi ve mektuplaştığı Alfred Russel Wallace bu değişimi.
10 GİRİŞ

bir populasyonun özelliklerinin kalıtılabilir varyasyonları­ Darwin, seçilimi üreme başarısı olarak tanımlamış­
na etki eden seçilimin bir sonucu olduğunu kabul etmiş­ tır. Doğal seçilim, bunun gerçekleşme mekanizmasıdır,
lerdir. Evrimsel biyoloji çoğunlukla genetik kalıtıma odak­ ancak İnsanın kökeni ve eşeysel seçilim adlı ikinci büyük
lanır. Gerçekten, kalıtımın mekanizması olarak genlerin kitabında Darwin, ikinci bir mekanizma tanımlamıştır;
keşfi seçilimi biyolojik düşüncenin merkezine taşımıştır. bu da üreme başarısının hayatta kalmayı etkileyen özel­
Bununla beraber, kitabın ileriki bölümlerinde tartışacağı­ liklerle değil, daha çok eşeysel baskınlık ve eş seçimi ile
mız gibi, kalıtımın başka şekilleri de vardır ve bunlar evrim ilgili olduğudur. Bir türde çiftleşme şansı elde etmek için
bilimine giderek artan biçimde dahil edilmektedir. rekabet olduğunda (genellikle erkekler arasında) bireyler
eşeysel üstünlük için kavga edebilirler ve bu nedenle vü­
cut büyüklüğü ve gücü açısından eşeysel seçilim vardır.
1.2.1 Seçilim
Örneğin, erkek deniz fili dişisinden daha büyüktür. Başka
Seçilim, sahip olduğu belirli avantajlı özellikleri nedeniy­ türlerde, özellikle kuşlarda, dişi tarafından eş seçimi er­
le, bir bireyin populasyondaki diğerlerinden daha başarılı keğin dış görünüşüne bağlı olabilir ve bu, örneğin tavus
bir şekilde üremesini olası kılan süreçleri tanımlar. Seçilim, kuşunun kuyruğunda olduğu gibi, eşeysel dimorfizmin
kendi başına metaforik tehlikeleri olan bir kelimedir. Eğer evriminde aşırılıklara neden olabilir. Bu konuyu insan bi­
belirli bir özelliğin genetik olarak kalıtıfan bir bileşeni var­ yolojisinin evrimi ile ilgili olarak daha sonraki bölümlerde
sa, o zaman bu belirli özellik populasyonun gelecek ku­ tartışacağız.
şaklarında artacaktır. Darwin'ln yeni ufuklar açan katkısı,
seçilimin farkına varmasıdır. Darwin en ünlü kitabı olan,
1.2.2 Varyasyon ve kalıtım
Doğal seçilim yoluyla türlerin kökeni üzerine veya Yaşam
mücadelesinde kayırılmış ırkların korunması' (daha sonra­ Yukarıdaki tartışmanın anahtar noktaları değişim ve ka­
ki baskılarında Türlerin Kökeni olarak kısaltmıştır) başlıklı lıtımın ana temalarıdır. Değişim ve kalıtımın öneminin
eserini yapay seçilim üzerine bir tartışma ile tanıtmıştır. farkına varılması, Darwin'nin yeni ufuklar açan diğer bir
Yapay seçilim, istenilen bir özellik bakımından varyasyon katkısıdır. O zamana kadar biyologlar (ve doktorlar) yaşa­
gösteren bireylerin seçilerek çoğaltıldığı, bitki ve hayvan yan tüm organizmaları sınıflandırmakla uğraşmışlar, bu
üreticileri tarafından bilinen bir seçilim çeşididir. Seçilimin nedenle varyasyonlardan çok, bir tür için ortalama ola­
diğer şekilleri gibi yapay seçilim de mevcut, kalıtılabilir rak tanımlanan özellikleri belirlemek üzere benzerliklere
özellikler üzerinde işleyebilir. Henüz kalıtımın nasıl işledi­ yoğunlaşmışlardır. Darwin, ilgiyi bir tür içindeki bireysel
ğine dair yaygın olarak kabul gören bir teori olmamasına varyasyona yöneltmiştir. Darwin, ve de Wallace, diğer ilk
karşın, hayvanların üremesi ile ilgili gözlemleri Darwin'e evrimcilerin katkılarının en dikkate değer yönü, varyas­
bu süreç konusunda önemli bir anlayış kazandırmıştır yonun ve kalıtımın nasıl çalıştığı konusunda herhangi bir
(Darwin, Gregor Mendel'in çalışmalarını bilmiyordu: Aşa­ şey bilmeksizin gözlemlerini yapmış olmalarıdır.
ğıya ve Bölüm 2'ye bakınız). Türlerin Kökeninde Darwin, Genetiğin gelişmesine ve mutasyonların araştırılması­
doğada da seçilimin etkili olduğunu belirterek bilimde na götüren en önemli olgu birim faktör kalıtımının - özel­
en büyük entellektüel sıçramalardan birini yapmıştır. Dar­ liklerin ayrı birimler olarak kalıtıldığı fikri - keşfidir. Kalıtım
win, bir özellikteki doğal varyasyonun bir organizmanın bilimi yavaş ilerlemiştir. Çünkü kalıtımın ilkeleri Gregor
belirli bir çevrede hayatta kalması ve başarılı bir şekilde Mendel tarafından keşfedildikten sonra, 20. yüzyılın baş­
üremesini daha az ya da daha çok olası kıldığını fark etti. langıcında tekrar keşfedilene kadar, 20yıl ihmal edilmiştir.
Dolayısıyla, zamanla bu özelliğin populasyondaki sıklığı
Seçilimci biyologlarla genetikçi biyologlar arasında, bu iki
arttığından soy hattı belirli bir çevreye iyi uyum sağlaya­
alanı birleşik bir kavram haline getiren modern senteze
cak şekilde evrimleşir. Darwin yapay seçilimle benzerlik
kadar, şiddetli anlaşmazlıklar vardı (Bölüm 2'ye bakınız).
kurarak, bu süreci doğal seçilim olarak adlandırmıştır.
DNA'nın keşfi ve moleküler biyolojinin gücü, seçilim ve
Ancak yapay seçilim bir seçici etken (üretici) tarafından
genetiğin bu bütünleşmesine güç kazandırmıştır. Özellik­
belirlenen bir yönü varken, doğal seçilimin yönü yalnızca
le bu keşifler kalıtılabilir varyasyonların mekanizmalarını
seçici çevre tarafından belirlenir.
tanımlamaya yardımcı olmuş, ayrıca moleküler mimari
EVRİM NEDİR: TEMEL İLKELER 11

Kutu 1.3 Benzerlikleri ya da farklılıkları arama

İnsanlar uzun zamandan beri canlıları görünüş, ya görüşüne göre, türler değişmez ve sabittir, ve her
davranış ya da habitat temelinde sınıflandırmışlar­ tür yaşamın ardışık basamaklarını doldurmak üzere
dır. Ancak şimdiki biyolojik tür anlayışımızı büyük ilahi bir güç tarafından yaratılmıştır.
ölçüde, 100 yıl arayla yaşamış iki bilim insanın çalış­ Charles Darwin’in her biyografisi, midyelerin tak-
malarına borçluyuz; on sekizinci yüzyılda yaşamış sonomisi üzerindeki 7 yıllık bir çalışmasına dayana­
olan İsveçli doğa bilimci Cari Linnaeus (1707-1778) rak, ne kadar itibar edilir bir biyolog olarak görülme­
ve on dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan İngiliz doğa si gerektiği hikayesini içerecektir. Bu çabalar, bir tür
bilimci Charles Darwin (1809-1882). içerisinde geniş bir varyasyon spektrumu olduğunu
Linnaeus 1758’de, o zamana kadar bilinen tüm ve bu tür varyasyonlann nerede ayrı bir türü gölgele­
bitki ve hayvan türlerini tanımlayan ve bunların sı­ diğine karar vermenin sıklıkla zor olduğunu Darwin’e
nıflandırma şemasını da içeren bir kitap olan Syste- öğretti. Bu tip varyasyonları anlamak, Darwin’in tür­
ma Nature adlı eserini yayınladı. Linnaeus’un sınıf­ lerin değişmez olmadığı yönünde gelişen fikirlerinin
landırma sistemi tür, cins, familya, takım, sınıf, şube kuvvetlenmesine ve yararlı varyasyonların seçici ola­
ve alemden oluşan bir hiyerarşiye sahipti. Linnaeus, rak korunmasının bir türün başka bir türe değişebil­
tür adları için iki kelimeden oluşan bir sistem (bi­ mesinin mekanizması olduğu görüşünün gelişmesi­
nomial sistem), örneğin Homo sapiens, kullanmış ve ne yardım etmiş olmalıdır.
sınıflandırmanın temel biriminin tür olduğunu dü­ Londra Linne Derneği, sadece doğayı öğrenmeye
şünmüştür. Her ne kadar Linnaeus, türlerin genel­ adanmış, Dünya’nın en eski derneğidir. Dernek is­
likle morfolojilerine göre (bir türün bireyleri başka mini Linnaeus’dan almıştır ve Linnaeus’un botanik
türlerin bireylerinden daha çok birbirlerine benzer­ (bitki), zoolojik (hayvan) ve kütüphane koleksiyon­
dirler) sınıflandırılmasını kabul etmişse de, bir tür larını sürdürme amacındadır. Darwin ve Wallace ta­
tanımının temelinin türün bireylerinin kendi arala­ rafından, doğal seçilim yolu ile evrim teorisinin ilk
rında üremesi ve yaşayabilen döller verme yeteneği kez önerildiği makale, 1 Temmuz 1858’de Linne Der­
olması gerektiğini de fark etmiştir. Linnaeus’un dün- neğinde yapılan bir toplantıda okunmuştur.

evrimin nasıl ilerlediğine dair güçlü kanıtlar sağlamıştır. 1.2.3 Gelişim ve yaşam seyri
Örneğin, türleşme bağlamında kullanıldığında, DNA'dan
Moleküler ve seçilimci düşüncelerin sentezine dahil edil­
elde edilen kanıtlar Darwin ve meslektaşlarının fosil ka­
mesi zor biyoloji alanlarından biri, gebelikten ergenliğe
nıtlarla konu edindiklerinin çok ötesine taşınmıştır. Bö­
kadar işleyen gelişimsel süreçlerin etkileridir. Gelişim,
lüm 3 ve 6'da, hem evrimi açıklama ve kanıtlamada hem
döllenmiş yumurtanın önceden programlanmış bir me­
de evrimsel geçmişi keşfetmede gen anlayışımızı nasıl
kanizmaya göre büyümesi ve bölünmesi ile sınırlı değildir.
kullanabileceğimizi gözden geçireceğiz. Ardışık evrimsel
Tek bir hücreden ergin bir insana farklılaşmanın karmaşık
araştırmalar, varyasyonların kökenini saptamak için, şu te­
yolları vardır. Yaşam seyrinin implantasyon öncesi emb­
mel ilkeler üzerine inşa edilmiştir; varyasyonun ne ölçüde
riyodan implante olmuş embriyoya, fetusa, yeni doğan
mutasyonla oluşturulduğu, genotip ve fenotip arasındaki
bebeğe, süt emen bebeğe, gençliğe ve olgunluğa kadar
bağlantı, şansın rolü, evrimin hızı, seçilimin çalıştığı düzey
farklı bileşenleri vardır. Son yıllarda, kendisi evrimleşmiş
ve kalıtımın şekli.
bir süreç seti olan gelişimsel plastisite anlayışımızı ev­
12 GİRİŞ

rimsel düşüncenin geri kalanı ile bütünleştiren önemli Evrimsel biyolojinin bir bileşeni, yaşam seyrindeki
gelişmeler olmuştur. farklı evrelerin nasıl evrimleştiği ve bu farklı evrelerin bir-
Organizmalar, yaşamlarının farklı evrelerinde farklı birleriyle nasıl ilişkili oldukları ile ilgilidir. Bir organizma­
biyolojik stratejilere sahiptirler. Bazı organizmaların çok nın yaşam seyri stratejisi, sonuçta üreme başarısını en üst
farklı formları vardır ve çok karmaşık yaşam seyirlerine düzeye çıkarmak için enerji kaynaklarını optimum kul­
sahip olabilirler. Örneğin, sıtmaya neden olan insan pa­ lanmaktır. Bu nedenle seçilim, amacı populasyonun ya­
razitlerinin (bir protozoon) ve şistosomiyazise neden olan şadığı ortamdaki uyum gücünü en üst düzeye çıkarmak
Schistosoma (bir yassı solucan), insan ya da omurgasız olan büyümeye, gelişim örüntüsüne, üreme yaklaşımına,
vektörlerinde (sıtma için sivrisinekler, yassı kurt için tatlı sosyal yapıya ve yaşlanma örüntüsüne yatırım gibi denge
su salyangozları) yaşıyor olmalarına bağlı olarak, birden bileşenleri üzerinde işler. Elde edilen enerjinin sınırlı ve
fazla formu vardır. Keza, insanların da yaşam seyrinde zamanın kısıtlı olduğu durumlarda u zlaşılar yapılmak zo­
farklı evreler vardır. Örneğin, implantasyon öncesi emb­ rundadır. Örneğin, üreme öncesinde av olma ya da hasta­
riyo, fetüs, sütten kesilmemiş bebeklik ve erişkin evrele­ lıktan ölme riski bazı uzlaşılan zorunlu hale getirir. Vücut
rinde beslenme süreçleri oldukça farklıdır. İnsan fetüsü büyüklüğünün kendisi mekanik, besin edinilebilirliği ya
plasenta yolu ile beslenir ve hem plasenta fizyolojisi hem da termoregülasyon nedeniyle sınırlandırılmıştır. Evrim­
de ananın gebeliğe uyumu, fetüsün beslenmesini en üst sel biyolojinin bu genel stratejiler ve uzlaşılarla ilgilenen
düzeye çıkaracak şekilde ayarlanır. Fetal sindirim kanalı kısmı yaşam öyküsü teorisi olarak bilinir. İnsanlar yaşam
aktive edilme zamanı olan doğuma kadar hareketsiz kalır, öyküsü özellikleri bakımından çok farklı karakteristiklere
doğum anında aktive edilir ve özel olarak ana sütünü sin­ sahiptirler ve bunlar tıbbi çıkarımları ile birlikte Bölüm
dirmeye, örneğin laktazı kullanarak laktozu sindirmeye 5'de tartışılmıştır.
uyarlanır. Sütten kesildikten sonra insan sindirim fizyolo­ Seçilim tam da fenotipin kalıtsal belirleyicileri ile çevre
jisi tekrar değişir. Laktaz aktivitesinin kaybedilmesi Dünya arasındaki etkileşim süreci olduğundan, gelişim tek bir
populasyonunun çoğunluğunun bir özelliği haline gelir.

Kutu 1.4 Parazitik yaşam döngüsü

Pek çok parazitin, hem serbest hem de bir ya da bir­ bir sivrisinek insanı ısırdığında yaşam döngüsü baş­
den fazla konakta parazit evreden oluşan, karmaşık lar. Parazitin, sivrisineğin tükürük bezindeki sporo-
bir yaşam döngüsü vardır. Böylesi karmaşık yaşam zoit formu, sivrisinek insanı ısırdığında, sivrisineğin
döngüleri parazitlerde niçin ve nasıl evrimleşmiştir? antikoagulan tükürüğü ile insana enjekte edilir. Spo-
Çok sayıda konak ya da ara konakta yaşama avantajı, rozoitler, kan dolaşımı ile karaciğere gider ve yerle­
dağılma ya da aktarılmayı garantiye almak kadar, şirler. Hepatositlerde çoğalır ve burada birkaç gün
bir konak türün yok olmasına karşı da bir güvenceyi kalırlar. Sonra tekrar kana geçerler ve kırmızı kan
kapsayabilir. Karmaşık yaşam döngüsü, olasılıkla hücrelerine girerler. Kırmızı kan hücrelerinde, ya
yeni bir konak edinilmesiyle evrimleşmiştir ve bu karaciğeri ve kırmızı kan hücrelerini tekrar enfekte
durum eski ve yeni konağın aynı çevreyi paylaşma­ edebilen merozoyitleri, ya da parazitin eşeyli üreme
larını gerektirir. Örneğin, yaklaşık 11.000 yıl önce, formu olan gametositleri oluştururlar. Eğer başka bir
Neolitik (tarımsal) çağda yerleşim yerlerinde insan sivrisinek enfekte insandan beslenirse, kanla alman
yoğunluğunun artması, malarya parazitinin önemli gametositler sivrisineğin bağırsağında birbirlerini
bir insan paraziti haline gelmesini sağlayan, insan ve döller ve bağırsak duvarında bir oosit gelişir. Oosit
sivrisinekler için ortak bir çevre yaratmıştır. çoklu bölünme ile çok sayıda sporozoit oluşturur.
Çeşitli türleri olan malarya paraziti Plasmodium Bu sporozoitler yaşam döngüsünü tamamlamak için
protozonu, konak olarak insanı ve vektör aracı ola­ sivrisineğin tükürük bezine taşınırlar.
rak da Anopheles cinsi sivrisinekleri kullanır. Enfekte
ZAMAN 13

yumurta hücresinin olgun bir organizmaya dönüşmesin­ homeostatik yanıtlar (örneğin, merkezi sinir ve endokrin
den ibaret içsel bir süreç değildir. Gelişen bir organizma, sistemler tarafından kontrol edilenler), süreleri saniyeler­
sonraki fenotipini etkileyen dışsal faktörlerin etkisi altın­ le saatler arasında değişmek üzere, çok hızlı ve yüksek
dadır (Bölüm 4'e bakınız). Böylesi etkilere duyarlılık, ge­ derecede geri dönüşümlüdürler. Bazı yanıtlar ise yapısal
lişim sürecinde çevresel uyaranların doğasına göre farklı değişiklikleri ya da homeostatik geribildirim sistemlerinin
evrelerde oluşan, belirli kritik pencerelerde artar. En pato­ ayar noktalarının uzun süreli olarak yeniden ayarlanma­
lojik düzeyde, gelişen embriyonun belirli ilaçlara maruz larını (rheostasis) içerir ve bunlar saatlerle yıllar arasında
kalması hücre replikasyonunu ve etkileşimini engelleye­ değişen işleyiş sürelerine sahiptirler. Uzun süreli fakat
bilir. Örneğin, plasentadan geçen ve folik asit metabo­ tüm yaşama etkileri olan bu yanıtların çoğu gelişimsel
lizmasıyla etkileşen bir anti kanser ilaç olan metotreksat, plastisite süreçleri ile yaşamın erken evrelerinde başlatılır.
özellikle gebeliğin oluşmasından kısa bir süre önce, ya da Ancak diğer yanıtlar bireysel ömür uzunluğunun dışına
gebeliğin ilk üç aylık evresinde verildiğinde ani düşükle­ taşar ve birçok nesil sonrasında genetik değişimle sonuç­
re (yüksek dozlarda) ve fetal bozukluklara (orta ve düşük lanan doğal seçilimi içerir (Şekil 1.4).
dozlarda) neden olabilir. Bu patolojik bir örnektir, ancak Kısa süreli (homeostatik) yanıtların bir örneği, sıcaklık
normal sınırlar içindeki çevresel varyasyon da fetal gelişi­ değişmelerine tepki olarak terleme ya da titremedir. Fizik­
mi etkileyebilir. Örneğin, gebelik sırasındaki şiddetli kıtlık, sel bir antrenman sonrasında kasların boyutunda ve kan
bebeğin küçük doğmasına neden olabilir ve Bölüm 8'de akımında görülen artışlarla kas lifi metabolizmasındaki
göreceğimiz gibi, gebelik dönemindeki açlık bebeğin değişiklikler, doku fonksiyonlarını ve organizasyonunu
tüm yaşamı boyunca sağlığını etkiler. etkileyen orta vadeli ve geridönüşümlü plastik yanıtlara
örnektir. Aktif ter bezlerinin gelişimi, gelişimsel plastisite-
nin bir örneğini temsil eder: ter bezleri doğumdan sonraki
1.3 Zaman birkaç hafta içinde sinirlerle donatırlar ve sinirlerin yoğun­
luğu, buna bağlı olarak da terleme kapasitesi ve uç sıcak­
Organizmalar bir dizi süreli güçlükle karşılaşırlar. Bu güç­ lıklara tolerans, doğan bebeğin sıcak ya da soğuk bir çev­
lükler, enerji temini ve üreme fırsatları için türiçi rekabet rede yetiştirilmesinden etkilenir. Sonuç erişkinlikte sıcak­
veya yırtıcı saldırısı (kendileri enerji elde etmeye yönel­ lık stresine tolerans kapasitesinde farklılıktır. Bir tür olarak
miş), ya da çevredeki değişimler gibi ani fiziksel güçlükleri ortaya çıktığımızTropikal Afrika'da kalanlardan köken alan
kapsar. Çevresel değişiklikler günlük sıcaklık dalgalanma­ insanların vücut şekilleri, genel olarak yüksek enlemlerin
ları gibi kısa süreli, mevsimsel besin elde edilebilirliği gibi çevrelerinde binlerce yıl yaşayanlardan köken alan insan-
orta vadeli olabilir ya da habitatların ya da tercih edilen larınkinden farklıdır. Burada bu soy hatlarının karşılaşmış
besin kaynaklarının kaybolmasına neden olan iklim deği­ oldukları oldukça farklı iklimlerde ısı düzenlenmesine yar­
şikliği gibi uzun vadeli olabilir. Organizmalar bu tehditle­ dımcı olacak şekilde, farklı vücut şekillerini desteklemiş
re karşı bir yanıt hiyerarşisi evrimleştirmişlerdir. Bazı klasik olan seçilim baskıları olasıdır (Bölüm 6'ya bakınız).

Seçilim

Gelişimsel plastisite

Dakikalar Saatler Günler Aylar Yıllar Nesiller Milenyumlar


Şekil 1.4 Farklı zaman ölçeklerinde verilen yanıtlar (Gluckman vd. Lancet 2009 (baskıda)'dan izinle alınmıştır).
14 GİRİŞ

Yanıtların zamansal olarak farklı sınıflarının diğer bir diliminde bronzlaşma gerçekleşir. Farklı enlemlerdeki gü­
örneği olarak, insan organlarının en geniş ve en duyar­ neş ışığı miktarlarına insan populasyonlarının uzun süreli
lı olanını, deriyi etkileyen yanıtlar hiyerarşisini düşünün. genetik uyumları, derideki melanin miktarı ve tipindeki
İğne batmasına, derideki ağrı reseptörleri aracılığıyla, değişikliklerin yol açtığı farklı ten renklerini oluşturmuş­
saniyeden daha kısa bir sürede geri çekme yanıtı veririz. tur. Yüksek enlemlerde yaşayan populasyonlarda daha
Dakikalardan saatlere kadar uzanan biraz daha uzun bir açık deri rengi için seçilim baskısının, daha az güneş ışığı
zaman ölçeğinde ultraviyole radyasyonunun etkisinde alan yerlerde D vitamini sentezini koruma ihtiyacından
kalma eritem, ağrı ve ödem ile karakterize güneş yanıkla­ kaynaklanması olasıdır. Ancak, buralara göç eden daha
rına neden olur. Bu aynı zamanda davranışsal bir sakınma koyu derili insanlarda, özellikle kadınların geleneksel ola­
tepkisini de uyarır: derimizi örteriz. Ultraviyole radyasyona rak tüm vücudu örtecek şekilde giyinmeleri halinde, D
karşı derinin duyarlılığı, derinin melanin içeriği ile belirle­ vitamini eksikliği ortaya çıkar. Kısa süreli yanıtların bireyin
nir. Açık tenli birçok insanda, orta süreli bir yanıtla derinin önceki gelişimsel deneyimi veya evrimsel geçmişi tarafın­
melanin içeriği melanositlerden salınımının artmasıyla dan değiştirilebildiğini bilmek önemlidir. Örneğin güneş
fazlalaşır ve böylece, günler ve haftalar süren bir zaman yanığına duyarlılık, geçmişte güneşin etkisinde kalma

Kutu 1.5 D vitamini ve deri pigmentasyonu

D vitamini, kemik oluşumunda kritik bir madde­ daki düzeyi 40-50 nmol/L’den az) vardır. Koyu renk
dir ve eksikliği çocuklarda raşitizme, yaşlılarda ise derili insanların, aynı oranda D vitamini sentezi için
osteomalaziye neden olur. D vitamini, ultraviyole açık renkli insanlardan 10 kat daha fazla güneş ışığı­
ışığa maruz kaldıktan sonra deride sentezlenir ya da na maruz kalmaları gerekir ve sonuç olarak bu popu­
besinlerle alınabilir. Deri pigmentasyonu, koruyucu lasyonlarda yetersizlik yaygıdır. Örneğin, Amerika
krem ya da kapalı giyinme gibi ultraviyole frekans Birleşik Devletlerinde son yıllarda yapılan araştırma­
aralığında fotonları azaltacak herhangi bir etken D lar, hastalık sıklığının Afrika kökenli Amerikalılarda
vitamini sentezini azaltacak ve D vitamini eksikliği %52-76, İspanya kökenlilerde %18-50 ve Avrupa
ortaya çıkacaktır. Populasyonların kökeninin yer kökenlilerde % 8-31 olduğunu göstermiştir. Şaşırtıcı
aldığı enlem ve derinin yansıtma derecesi arasında olan D vitamini düzeyinin, İskandinav ülkelerinde en
doğrusal bir ilişki olacak şekilde, insanlarda deri yüksek, Güney Avrupa’da ise en düşük olmak üzere,
pigmentasyonunun coğrafik dağılımı öncelikle ult­ Avrupa’da enlem dereceleri ile paralellik gösterdiği­
raviyole radyasyonuna maruz kalma ile belirlenmek­ nin bulunmuş olmasıdır; bu durum kültürel (güneş­
tedir. Bu klinal kademelenmeye ilişkin açıklamalar, lenme ya da güneşten kaçınma), sosyo-ekonomik
genellikle fazla miktarda güneş ışığına maruz kalınan (tamamlayıcı vitamin kullanma) ve beslenme (en iyi
yerlerde deriye zarar veren ultraviyoleden korunmak D vitamini kaynağı olan balık tüketiminin yüksek ol­
için aşırı pigmentasyon lehine işleyen doğal seçilime ması) gibi faktörlerin sonucu olabilir.
ve güneşe daha az maruz kalman yerlerde D vitamini Avustralya ve Orta Doğu gibi güneşli ülkelerde bile,
sentezini artıran pigmentasyonu azaltma yönünde kültürel nedenlerle vücudunu tamamen örtecek
işleyen seçilimi dayanak alırlar. şekilde giyinen koyu tenli kadınlarda D vitamini
Yüksek enlem bölgelerinde (Britanya ve Kuzey yetersizliği %80 kadardır. Bu tip eğilimler bu top-
Amerika’nın büyük bir kısmı dahil) yılın önemli bir lumlarda raşitizmi yeniden ortaya çıkarabilir. Bu
bölümünde beyaz tenli insanlarda bile D vitamini sonuçlar güneşlenme ve D vitamini eklenmesi için
sentezini sağlayacak yeterli UV ışığı yoktur. Sonuç kılavuzların yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini
olarak bu bölgelerde yaşayan insanlarda yaygın D gösterir.
vitamini eksikliği (25-hidroksivitamin D’nin serum­
SINIRLAMALAR 15

(bronzlaşma) veya populasyonun kökeni (deri rengi) ile oluşmuş gözümüzün organizasyonel yapısı korunmuştur.
modifiye edilir. Süt tüketiminin etkilerine duyarlılık, ge­ Buna ek olarak, şimdiye kadarki tartışmamızın büyük öl­
lişim evresi (laktaz gelişim sırasında kaybedilir) ve atasal çüde çevrenin nitel yönlerine ilişkin olduğunu akılda tut­
beslenme tarihi tarafından belirlenir. Bu örnekler, bireyin malıyız. Ancak, sınırlamalar çevresel değişim hızı ile doğal
şimdiki hastalık durumunu anlamak için onun geçmişine seçilimin işleme hızı arasında bir uyumsuzluk olduğunda
ilişkin eksiksiz bilgilerin önemini vurgular. veya basitçe aşırı derecede bir çevresel değişim olduğun­
da da ortaya çıkabilir.
G enotip ve fenotip arasındaki bağlantının karmaşık­
1.4 Sınırlamalar lığı seçilimin işleyişine ilişkin her türlü kısıtlamayı berabe­
rinde getirir. Bölüm 3’te tartıştığımız gibi, tek genin tek
Evrim sınırsız değildir. Böylesi sın ırlam alar fiziksel süreç­
özellik ile ilişkili olduğu düşüncesi yanlış bir yönlenmedir.
lerin doğasından kaynaklanabilir, örneğin, olasılıkla bu
Tek-gen etkileri, mutasyon veya hastalığa neden olabilir,
gezegende insanların yaşayabilmesi açısından bir şans
fakat seçilim bileşik fenotipler üzerinde işler ve bu durum
olan böceklerin büyüklüğü yer çekimi, dış iskeletlerinin
nesiller arası değişimin hızı ve doğasında sınırlamalar ya­
mekaniği ve trakeal ağları boyunca oksijenin difüzyon
ratır. İnsanların bebek doğurmasını düşünün. Bölüm 7'de
mekanikleri tarafından sınırlandırılmıştır. Ya da evrimin
detaylı olarak tartışıldığı gibi, insan pelvisi diğer büyük
genellikle eklemeli bir şekilde işlemesi nedeniyle sınırla­
maymunlarınkine göre oldukça farklı bir şekle sahiptir.
malar ortaya çıkabilir. Örneğin, insan gözünün 'tasarımı'
Bu iki ayak üzerinde yürüme (bipedalism) nedeniyledir ve
zayıftır. Fakat yüzeysel olarak benzer, ancak optik olarak
etkin yürüme ve koşma mekanikleri, bağıl olarak dönmüş
üstün olan ahtapot gözünü verecek olan kademeli evrim,
kalça ve daha dar pelvis lehine seçilime yol açmıştır. An­
fonksiyonel olmayan ara formlar gerektireceğinden, öncü
cak, insanlar geniş bir beyin ile tanımlandıklarından, bir
formlarımızda işlevsel olan gözlerden modifikasyonla

Kutu 1.6 Klad nedir?

Bir klad, tümü ortak bir atasal türden türemiş bir


tür kümesi olarak tanımlanır. Kladistiğin uğraş
alanı, organizmaları evrimsel akrabalıklarına göre
gruplandırmaktır. Kladistik analizde genomik ana­
lizler, morfolojik analizlerin yerini almıştır. Kladistik
analizin amacı ortak atadan türlerin nasıl ayrıldı­
ğını ve yeni karakterlerin nasıl ortaya çıktığını ve
bazı karakterlerin nasıl kaybolduğunu saptamaktır.
İnsanın ve diğer büyük maymunların son ortak atası,
yaklaşık 15 milyon yıl önce yaşamıştır. Kladistik
analizler, evrimsel olarak orangutanın ilk ayrılan tür
olduğunu, bunu goril ve iki şempanze türünün izle­
diğini göstermiştir (Şekil 1.5)

Şekil 1.5 Homonid kladı, milyon yıl olarak ayrılma


zamanlarını göstermektedir.
16 GİRİŞ

uzlaşı zorunlu olmuştur. Dolayısıyla eğer doğum, diğer ilişkisidir. Av-avcı etkileşimlerinde birlikte evrim, hedef
büyük maymunlardaki gibi, doğum sırasında motor fonk­ türlerin onunla birlikte evrimleşen avcıya göre uyum
siyonların iyi gelişmiş olduğu bir nöronal olgulaşma evre­ gücü elde etmek için sürekli değiştiği bir evrimsel güçler
sinde olsaydı, baş pelvls açıklığından çıkamayacak kadar savaşına yol açabilir. Buna Lewis Cornel'in Alice Harikalar
büyük olurdu. Bu nedenle, diğer türler prekosyal, yani Diyarında adlı çocuk kitabında yer alan, aynı yerde kalmak
doğar doğmaz bir derecede bağımsız hareket etme yete­ için sürekli koşmak zorunda olan karakterden esinlenile­
neği olan yavru doğurma özelliğinde iken insanlar ikincil rek Kızıl Kraliçe etkisi denir.
olarak altrisyal özellikler geliştirmişlerdir ve doğumdan Biyolojimizi iyi ya da kötü yönde etkileyen organiz­
sonra uzun bir süre aşırı derecede anaya bağımlıdırlar. maların en büyük grubu, vücudumuzda yaşayan mikro­
İşte bu, hominin kladı evriminin erken dönemlerinde bi- organizmalardır. Enfeksiyon hastalıkları insanın evrimsel
pedalizmin gelişmesiyle ortaya çıkan, insan evriminin na­ tarihinde çok yakın zamanda, kitle halinde aşılama prog­
sıl süreceğine ilişkin bir sınırlama örneğidir (Bölüm 6'ya ramlarının ve antibiyotiklerin uygulanmaya başlanması­
bakınız). na kadar, ölümlerin en büyük nedeni idi ve bu tehdit hala
Soy hattının geçmişteki evriminden kaynaklanan, fiz­ bizimledir: Son birkaç on yıl, AIDS (kazanılmış immün
yolojik ve biyokimyasal süreçlerce dayatılan sınırlamalar yetmezlik sendromu) ve SARS (ciddi akut solunum send-
da vardır. Örneğin, insan fizyolojisi 5.000 metrenin üze­ romu) gibi yeni viral hastalıkların ve bir zamanlar yok edil­
rinde başarılı bir şekilde yaşayıp üreyemeyecek şekilde ve diğine inanılan tüberküloz gibi bakteriyel hastalıkların
9.000 metrenin üzerinde ise ek oksijen kaynağı olmadan şimdi öldürücü, birden fazla ilaca duyarlı çeşidinin ortaya
hiçbir şekilde yaşayamayacak şekilde evrimleşmiştir. Ak­ çıktığını görülmüştür. İnsanlarda ve diğer omurgalılarda,
sine, bir kaz türü (şerit başlı kaz) düzenli olarak Himalaya- mikroorganizmalardan kaynaklanan enfeksiyonlara di­
larda 10.000 metreye kadar göç eder. renç sağlayan uyumsal immun sistem evrimleşmiştir ve
Sınırlamalar ve eksaptasyonlar (bir işlev gören ancak antimikrobiyal fenotipimiz antibiyotik, antibakteriyel ve
başlangıçta bu işlevi görmek üzere seçilime uğramamış antiviral ilaçlar geliştirmesi için biyoteknolojinin kulla­
özellikler; örneğin orta kulağın üç küçük kemiği köken nılmasıyla genişlemiştir. Diğer taraftan patojenlerimiz de
olarak çeneli balıklarda çene mekanizmalarının bağlantı bu güçler savaşına dahil olmuş ve büyük populasyon ve
kemiği olarak evrimleşmişlerdir) ve "tarihsel rastlantılar" basit genomlarının sağladığı avantajı kullanarak immün
(örneğin yerkürede yaşamın neden D- değil de L-amino gözetimi aşmak ve antimikrobiyel ilaçlarımızı işlevsiz kıl­
asitler temelinde gerçekleştiği veya insan ve ahtapot gö­ mak için kullandıkları mekanizmaları hızla evrimleştirmiş-
zünün neden yüzeysel olarak benzer, ancak temel olarak lerdir. Bölüm 9'da tanımlandığı gibi bu rekabet bir sonuca
farklı mimarilere sahip olması gibi şansa bağlı olaylar) da ulaşamaz.
biçim ve fonksiyonumuzu belirlemede rol oynamışlardır. Elbette tüm mikroorganizmalar patojen değildir. Ma­
yalar ve laktobasiller gibi bazı mikroorganizmalar besin ve
içecek hazırlanmasında kullanılmakta, bazıları İse yabanıl
1.5 Yalnız değiliz! formlardan yapay seçilimle verimleri artırıldıktan sonra
endüstriyel işlemlerde kimyasal reaktörler olarak kullanıl­
İnsanlar diğer türlerden izole yaşamamaktadır. Burada iki maktadırlar. Başka mikroorganizmalar insanla, evcilleştiri­
türün, her ikisinin de evrimini etkileyen karşılıklı seçilim len hayvanlar arasındaki ilişkiden farklı olmayan bir karşı­
baskısı uygulamaları süreci olan b irlikte-evrim kavramı­ lıklı ilişki oluşturmuşlardır. İnsan sindirim sistemi florasını
nı tanımlamak yararlı olacaktır. Yukarıdaki laktaz hikayesi, oluşturan yüzlerce bakteri türü, yaşamları için durağan ve
bazı insanların sığırlarla birlikte yaşadığından beri nasıl korunmuş bir çevrede düzenli besin temini karşılığında,
evrimleştiğini göstermektedir. Süt ve et elde etmek için bazı besin bileşenlerinin sindirimi, vitaminlerin sentezi,
10.000 yıllık yapay seçilimden sonra, günümüzde üretilen patojenik mikroorganizmalara karşı koruma ve immün
Bos taurus, Neolitik insanları tarafından evcilleştirilen ya­ yanıtın ince ayarı gibi yararlı işler yaparlar. Bağırsak flora­
bani sığırdan çok farklıdır. Başka bir örnek, avları savunma sının kompozisyon ve aktivitesindeki bozuklukların sağlık
veya kaçma mekanizması geliştirirken avcılar da avın bu açısından sonuçları yeterince araştırılmamıştır.
yanıtının üstesinden gelecek yollar evrimleştirdiği av-avcı
EVRİMSEL ARGÜMANLAR DİĞER BİYOLOJİK PERSPEKTİFLERE NASIL UYAR? 17

1.6 Evrimsel argümanlar diğer 4. Olgu nasıl evrimleşmiştir? Olgunun evrimsel tarihi
biyolojik perspektiflere nedir? Diğer türlerde analog olgular var mıdır ve bu
nasıl uyar? türlerin insanla evrimsel akrabalıkları nedir? Seçilmiş
köken için kanıt nedir?
Evrimsel sorular (yani ıraksak nedenle ilgili sorular) biyo­ Bu sorular genellikle bu kitabın bütünündeki tartış­
lojik bir olguyla ilgili diğer perspektiflerden ayrı düşünüle­ maların arka planını oluşturur. Bu düşünceleri dikkate
mez ve düşünülmemelidir. Değerli bir yaklaşım, davranış almanın diğer bir yolu, iki düzeyde nedensellik düşün­
bilimci ve Nobel ödülü sahibi Niko Tinberger tarafından mektir. Bu düzeylerin birinde, biyolojik olgulara götüren
önerilmiştir.Tinberger, orijinal olarak bir davranışın köke­ moleküler, anatomik, fizyolojik ve patofizyolojik meka­
ni ve önemini sorgulamada kullanmış olduğu dört soru nizmalar yer alır: insülin direnci tip 2 diyabete neden olur,
önermiştir. Ancak aynı dört soru, herhangi bir biyolojik insan immün yetersizlik virüsü (HIV) AIDS'e neden olabilir,
olguya da uygulanabilir ve evrimsel analizin fizyoloji veya bir vertebral disk fıtıklaşması sırt ağrısına ve siyatik sinir
diğer temel bilimler kadar biyolojik düşüncelerin parçası zedelenmesine neden olur, kör bağırsak inflamasyonu
olması gerektiğini vurgular. Bu dört soru şunlardır. apandisite neden olur. Bunlara yakınsak nedenler denir.
Ancak başka bir açıklama düzeyi daha vardır. İnsanların
1. ilgilenilen olgunun altında yatan mekanizma nedir?
obezite ve insülin direnci geliştirmeye yatkın olmalarının
2. Bireyin yaşamı süresince olgu nasıl gelişir? Yani olgu­ nedeni nedir? İnsanlar HIV efeksiyonlarına niçin duyarlı-
nun ontogenisi nedir? dır? Bu kadar çok insanda niçin sırt ağrısı vardır? Enfeksi­
yon kapan yararsız bir organ olan kör bağırsağa niçin sa­
3. Olgunun işlevi nedir? Organizmanın gereksinimlerine
hibiz? Tüm bu sorular ıraksak nedenlerle ile ilgilidir: bu
nasıl hizmet eder?
soruların yanıtları evrimsel biyolojinin ilgi alanı içindedir
ve bu kitabın konularını oluşturur.

Kutu 1.7 Tinbergen’in dört sorusunu uygulama

Tinbergen’in soruları, sistematik tarz olarak pek çok Bu da kaçma tepkisine hazırlık olarak organizmanın
biyolojik olaya açıkça uygulanabilir. Korktuğumuzda ısı kaybetmesini sağlar (soru 3).
nasıl ve niçin terlediğimizi düşünün. Terlemenin ter Korkma ve kaçma yanıtının evrimi, predatörlerle
bezlerine ait sinirlerle düzenlendiğini ve mekanistik karşılaşma riski olan her tür için kilit öneme sahip­
ya da yakınsak nedenin sempatik sinir sisteminin tir. Her memelinin, genellikle sempatik sinir sistemi­
uyarılması olduğunu biliyoruz (soru 1). nin aktivasyonu ile birlikte olan bu tip kaçış yanıtı
Keza bebeklerin olgun bir termoregülasyon sis­ vardır (Bölüm 9’ bakınız). Başarılı bir kaçış yanıtı ısı
temine sahip olmadıklarını ve aslında ter bezlerinin kaybetme kapasitesi gerektirecektir. Homeotermik
doğumdan sonraki birkaç ay içinde sinirlerle do- türler ısılarını ayarlamak zorundadır ve keza meme­
natılıncaya kadar aktif olmadıklarını da biliyoruz. lilerin çoğu terleyerek ve/veya hızlı soluyarak ısı kay­
Ancak, korku ile terleme arasındaki refleks ilişkisi beder. Vücutlarında az tüy örtüsü bulunan insanlar
bağlamında, bebeğin tehdidi algılama kapasitesinin ısı kaybetmek için öncelikle terlerler. Böylece ter­
olgunlaşmasına da bağlı olmalıdır (soru 2). leme, termoregülatör bir sistem olarak evrimleşmiş,
Davranışın işlevinin kaçma tepkisinin parçası ola­ ancak daha sonra korku tepkisine de dahil edilmiş
rak uyumsal bir değere sahip olmuş olması olasıdır. olmalıdır (soru 4)
18 GİRİŞ

1.7 Evrim ve tıp bileşenlerini bu perspektifte yerine koymada, doktorlara


ya da sağlık profesyonellerine nasıl yardımcı olacağını
Modern biyoloji, birbiri ile ilişkili iki kavrama dayanır. Bi­ göreceğiz.
rincisi gen ve yapısının tanımlanması, İkincisi bütün ola­ Bir bireyin biyolojik (sağlık) durumunun şimdiki belir­
rak organizmanın evriminin açıklanmasıdır. Aralarındaki leyicilerinin - içinde yaşadıkları dünya (çevre), burada na­
yakın ilişkiye karşın, genetik ve evrimsel biyolojinin tama­ sıl yaşadıkları (davranışları) ve nasıl işlev gördükleri (fizyo­
men uyumlu oldukları ancak son yıllarda fark edilmiştir. lojisi)- tümü yakınsak nedenlerdir. Modern tıp büyük öl­
Yirminci yüzyılın ortalarında gerçekleşen bu farkındalık o çüde, bu yakınsak nedenlerle ve belirli bir fenotipin veya
kadar önemlidir ki. Modern Sentez olarak adlandırılmıştır. aslında bir hastanın yanıtının 'normal' olup olmadığını
Bu sentezin bakış açısı biyolojik bilimlerde çok iyi anla­ tanımlamakla ilgilenir. Bu kitap öncelikle akut patofizyo-
şılmış olmasına karşın, insan biyolojisi ve tıpla ilgisi yeni loji ya da stres veya enfeksiyon gibi çevresel uyaranlara
yeni fark edilmektedir. odaklanmak yerine, bireyin bunlara yanıtlarının nasıl ev-
Tıp biliminde, nispeten indirgemeci yaklaşım hakim rimleştiği, bu evrimin sağlık ve hastalık potansiyelini nasıl
olmuştur; yani tekil düzeylerdeki organizasyonlara (gen, etkilediği ve bu sorunların yönetilmesine ilişkin kararlar
hücre, doku) veya tekil organ sistemlerine ya da farklı di­ üzerinde duracaktır. Başka bir deyişle biz öncelikle ıraksak
siplinlere (fizyoloji, biyokimya, anatomi) birbirinden ba­ nedenlere ilgileniyoruz: evrim, nasıl belli bir özelliğin veya
ğımsızmış gibi yaklaşılmıştır. Bu yaklaşım her ne kadar bir özellik setinin kalıcılığını sağlamıştır? Bu, uyumun şimdiki
düzeyde gerekli ise de, tıp ya da hasta için uygun değildir. koşullarda yararlı olup olmadığı ve uyum limitlerinin aşı­
Tıbbi bakıma entegre bir bütüncül yaklaşımın optimal ol­ lıp aşılmadığı şeklindeki başka sorulara yol açar.
ması gibi, çok düzeyli bir yaklaşımda hastalıkların meka­
nizmasını ve etiyolojisini anlamamıza yardım eder.
Evrimsel bir bakış açısı, doktorların sağlık ve hastalığa
ANAHTAR N OKTALAR
ilişkin düşünce tarzını değiştirir. Bu bakış açısı yalnız araş­
tırma sorularını tanımlamaya yardım etmez, aynı zaman­ • Evrim, esas olarak seçilim yoluyla, organizma
da, herbir hastanın şimdiki sağlık durumunu anlamayı populasyonları arasındaki kalıtsal varyasyon
kolaşlaştıracak bir ilişki kurulmasını ve uygun halk sağlığı üzerinde işler.
yaklaşımlarının tasarlanmasını da sağlar. İnsan biyolog­ • Seçilim, sağlık ve yaşam süresini değil, uyum
ları ve antropoloji camiası, evrimsel ilkeleri araştırma ve gücünü (yaşam süresince üreme başarısını) en
öğretimlerinde temel bir bileşen olarak uygularlar, ancak yüksek düzeye çıkarmaya çalışır.
onlar normal İnsan durumlarının tanımlanmasına odak­ • Sağlık ve hastalık, bir bireyin şimdiki çevresi
lanmışlardır. Tıp, normallik ve anormallik, uyumun sınır­ bağlamında, evrimsel ve gelişimsel arka plan
ları ve hastalığın etolojlslnde yanlış uyumun etkileri gibi tarafından belirlenir.
kavramlarla İlişkili olarak, bu tarz düşüncenin önemini • Sağlık ve hastalık kavramları evrimsel bakış açısı
kavramada yavaş kalmıştır. tarafından değiştirilmiştir.
Tıpta öncelikle bireylerin şimdiki durumları ile ilgile­
niriz. Ancak bu durumu anlamak için bireylerin biyolo­
jilerini ve içinde yaşadıkları ortamı anlamak zorundayız.
Ekokumalar
Geleneksel olarak bir tıbbi öykü alınırken hastanın ve ilk
semptomun görülmesinden bu yana bulunduğu çev­
Check, E. (2006) Human evolution: how Africa learned to
renin öyküsüne odaklanılır. Ancak bu kitap öykünün,
love the cow. Nature 444,994-996.
gebelikten başlayarak ve hatta bunun ötesinde genetik Darwin, C.R. (1859) On the Origin of Species by Means of
ve kültürel kalıtımla aktarılabilen nesiller-arası etkilere Natural Selection, or the Preservation of Favoured Races in
kadar, bireyin gelişimini anlayacak şekilde genişletilmesi the Struggle for Life, 1st edn. John Murray, London.
gerektiğini vurgular. Evrimsel bir bakış açısı bu entegras­ Darwin, C.R. (1871) The Descent of Man, and Selection in
yonu sağlar: bu kitapta evrimsel perspektifin, yukarıda Relation to Sex. John Murray, London.
tanımlanan yaklaşımı geliştirmede ve insan biyolojisinin
EK OKUMALAR 19

Fogel, R.W. (2004) The Escape from Hunger and Premature Stearns, S.C. (1992) The Evolution of Life Histories. Oxford
Death, 1700-2100: Europe, America and the Third World. University Press, Oxford.
Cambridge University Press, Cambridge. Stearns, S.C. and Ebert, D. (2001) Evolution in health and
Gilbert, S.F. (2006) Developmental Biology. Sinauer Associates, disease: work in progress. Quarterly Review of Biology 76,
Sunderland, MA. 417-432.
Quammen, D. (2007) The Reluctant Mr. Darwin: an Intimate Tishkoff, S.A., Reed, F.A., Ranciaro, A. etal. (2007) Convergent
Portrait of Charles Darwin and the Making of his Theory of adaptation of human lactase persistence in Africa and
Evolution. WW Norton, New York. Eu rope. Nature Genetics 39,31 -40.
BÖLÜM 2

Evrim teorisi

2.1 Giriş herhangi bir türün, özellikle de Homo sop/ensln, deistik


olarak'özel yaratılışı'görüşüne ters düşer; ikinci olgu aynı
Bilimin hiçbir alanı evrimsel biyoloji kadar büyük hacim­ zamanda karmaşık organizmaların bilinçli bir şekilde ta­
de popüler ya da kutuplaşmış literatür üretmemiştir. Belki sarlandığı fikri ile de uyuşmaz. Evrimsel biyoloji, biyolojik
de en iyi karşılaştırma onaltıncı ve onyedinci yüz yıllarda karmaşıklığı ve işlev ile biyolojik yapı arasındaki uyumu
Copernicus ve Galileo'yi kuşatan tartışmalarla yapılabilir. açıklamak için çevre ve organizma arasındaki karşılıklı et­
Bu iki bilim insanı, dünyayı dinsel olarak tanımlanmış ev­ kileşimden başka hiçbir faktöre gereksinim duymaz.
renin merkezine yerleştiren bir inanç sistemini sorgula­ Bu nedenle inanç sistemleri ve evrimsel biyoloji ara­
dılar ve sonunda bu sistemi değiştirdiler. Benzer şekilde, sındaki bu fikir ayrılıklarına birçok tepkinin olması olasıdır.
bir zamanlar Batı inanç geleneğinin merkezini oluşturan, İlki, böyle bir tavrı objektif bir şekilde hükümsüz kılan çok
tanrısal bir gücün insanları özel bir organizma formu sayıdaki kanıta rağmen, evrimsel biyolojinin öfkeli bir şe­
olarak yarattığına ya da geçmiş dört milyar yıl boyunca kilde reddidir. İkincisi ise, genellikle evrimin işlediği doğal
veya günümüzde dünyada yaşayan milyonlarca canlı tü­ kanunların bir tanrı tarafından yaratıldığını önererek ya da
rün tasarımını ve makro-evrimini kontrol ettiğine inanma din ve doğaüstüne inanışla evrimsel biyolojide ifadesini
gereksinimi evrimsel biyoloji tarafından yavaş yavaş orta­ bulan bilimin, birbirlerine atıf yapabilmesi mümkün ol­
dan kaldırılmıştır. Bu ifadenin evrimsel biyoloji ve dinsel mayan farklı alanlar olduğunu söyleyerek, görünüşte bir­
inanç arasındaki herhangi bir uyuşmanın reddi (aşağıya birinden çok farklı olan bu bakış açıları arasında bir uzlaşı
bakınız) olarak yorumlanması gerekmez; ancak evrimsel aramaktır. Bunlar, Francis Collins (insan genom projesinin
biyoloji birçok insan için Tanrı algısında bir değişimi ha­ kurucularından biri) ve Stephen Jay Gould (etkin evrim
reketlendirmiş ve diğer insanlarda ise rasyonalist düşün­ biyoloğu ve bilim yazarı) gibi, evrim ve moleküler biyoloji
ceye doğru bir hareketi hızlandırmıştır. Birçok insan için alanında çalışan önemli bilim insanları tarafından benim­
dinsel inancın ruhun merkezinde yer ettiği düşünülürse, senen görüşlerdir. Üçüncü, görüş doğaüstü inanç ve dinin
görüş açısındaki bu tür temel değişimlerden kaynaklanan insan bilincinin ve sosyal karmaşıklığının evriminin sonucu
kavramsal meydan okumalar, dolayısıyla da bunların or­ ya da yan etkileri olduğunu, bu nedenle de insanoğlunun
taya çıkaracağı duygusal reaksiyonlar anlaşılabilir. kökenini açıklamada önemli bir geçerliliğinin olmadığı dü­
Evrimsel biyoloji özünde iki olgu seti için açıklamalar şüncesidir. Bu görüş felsefi bir yaklaşım olarak rasyonaliz­
sunar: birincisi tek bir atasal türden, soy hatları halinde min ortaya çıkmasında ana dayanak olmuştur. Bilimin tıp
çeşitlenen bir dizi türev türün nasıl ortaya çıktığıdır; İkin­ için öneminin reddi anlamına gelebilecek, bir türün tasarım
cisi organizmaların yaşadıkları çevredeki tehdit ve ola­ ve yaratılmasının tamamen tanrısal bir gücün kontrolunda
naklarla nasıl uyumlu hale geldikleridir. Bu iki açıklama da olduğu görüşünün reddi dışında, bu rakip dünya görüşleri

21
22 EVRİM TEORİSİ

ile ilgili olarak kişisel bir tavır almak evrimsel biyolojinin uy­ Evrimsel biyoloji, kapsaması gereken alanların, mole­
gulanması ve anlaşılması için gerekli değildir. külerden matematiğe kadar, çeşitliliği nedeniyle akade­
Darwin, yapmış olduğu keşiflerin felsefi olarak da geniş mik araştırmanın özellikle zor bir alanıdır ve büyük ölçü­
anlamlar taşıdığının farkındaydı ve bu durum onun bul­ de karşılaştırmalı yaklaşımlara dayanır. Evrimin öncelikli
gularını yayınlamasını birkaç on yıl ertelemesine neden olarak uzun sürede ortaya çıkan ve doğrudan gözlene-
olmuştur. Darwin türlerin yaşadıkları nişlerle uyum içinde meyen değişim ile ilgilendiği göz önüne alınırsa, zaman
olmaları için tanrısal bir güç tarafından tasarlandıkları gö­ boyutu belli zorluklar yaratır. Özellikle bakterilerden daha
rüşünün hâkim olduğu geleneksel doğal teoloji geleneğin­ karmaşık organizmalardaki evrimle ilgili olarak ampirik
den gelmekteydi. Her ne kadar Darwin başlangıçta bu fikre veriler elde etmek, nesil sürelerinin uzunluğu nedeniyle
bağlı idi ise de, bir saha araştırmacısı olarak HMS Beagle adlı zordur. İnsanın evrimi söz konusu olduğunda araştırma
gemiyle yaptığı beş yıllık dünya gezisinde edindiği tecrü­ yaklaşımları büyük oranda retrospektif (geriye dönük)
belerden sonra bu bağlılık sürmedi. Türlerin değişmez ol­ analizlerin yorumlanmasıyla sınırlıdır. Bu yaklaşımın do­
madığı fikri Darwin'den önce de önerilmişti ve aslında bu ğası gereği, sıklıkla sınırlı veri setlerine sahip olunabilir
yönde bir görüş öne süren kişi Darwin'in büyük babası olan ve yorum spekülatif unsurlar taşıyabilir. Bir diğer tehlike,
Erasmus Darwin'in kendisiydi. Darwin ve Wallace ise türlerin başka olasılıkların da olduğu ve bunların da göz önüne
değişimi ve dışardan herhangi bir yardım ya da tasarımcıya alınması gerektiği halde, bir özellik için sadece uyumsal
gerek göstermeyen uyumsal 'tasarımın'ortaya çıkması için bir açıklama ortaya koymaktır. Bu konu Altbölüm 2.4.4'te
gerekli mekanistik bir açıklama ortaya koymuşlardır. Evrim­ ayrıntılı olarak ele alınmaktadır. Yine de, bu zorluklara
sel biyoloji alanında daha sonraki gelişmeler bu kavramlar rağmen çok çeşitli türlerden elde edilen ampirik gözlem­
üzerine inşa edilmiş, detaylar sağlanmış, moleküler açıkla­ ler kümesi evrimsel tıbbın anlaşılması için çok sağlam te­
malar eklenmiş ve çok önemli miktarda deneysel kanıt or­ meller oluşturur. Dahası, soy hatlarının tarihinin belirlen­
taya çıkartılmıştır. Ancak biyolojinin herhangi bir alanında mesini sağlayan evrimdeki gelişmeler büyük ölçüde bu
olduğu gibi, elbette ki detaylar ve belli süreçlerin bağıl öne­ uygulama zorluklarının üstesinden gelmiştir.
mi üzerine bazı tartışmalar her zaman olacaktır.

Kutu 2.1 Evrimsel düşüncenin kökeni

Türlerin sabit olmayabileceği yönündeki modern müştür. Diğer önemli sımflandırmacı Georges-Louis
evrimsel düşünce onsekizinci yüzyıl sonlarında Leclerc, Comte de Buffon (1707-1788), insanın
ortaya çıkmıştır. Bu kavramlar tek başına değil, daha ilkel bir durumdan türemiş olduğunu ilk öne
Avrupa’da onyedinci ve onsekizinci yüzyıllarda sürenler arasında olması yönüyle çok daha fazla tar­
ortaya çıkan yeni felsefi düşünce ve doğa bilim­ tışmaya yol açmış bir kişidir. Buffon, aynı zamanda
leri akımları ile bağlantılı olarak şekillenmiştir. insan ve maymunların olası ortak atasını ima eder­
Onsekizinci yüzyıl biyologları, özellikle ilahi olarak cesine, organik evrimle ilişkili bazı muğlâk kavram­
yaratılan ve yönlendirilen doğal dünyayı tanımla­ lar önermiştir.
mak isteyen Cari Linnaeus (1707-1778)’unkine ben­ Tanınan ilk trans-mutasyonalistler Erasmus Dar­
zer sınıflandırma sistemlerinin gelişimi ile birlikte, win (1731-1802) ve Jean-Baptiste Lamarck (1744­
doğadaki düzeni görmeye başladılar. Cari Linnaeus 1819) idi. Bir doktor olan Erasmus Darwin, Charles
başlangıçta herbir türü, ayrı bir tasarım ve yaratıcılık Darwin in büyük babası idi. Erasmus Darwin yaşa­
eseri olarak değerlendirmiş, ancak daha sonra birçok dıklarının birikimi ile organizmaların daha yüksek
türün daha önce var olan türler arasındaki hibrit- bir düzeye doğru gelişebileceklerini öne sürdü. Ya­
leşmelerden meydana gelmiş olabileceğini öne sür- şamı en ilkel formlardan insana uzanan, sürekli bir
GİRİŞ 23

zincir olarak gördü ve bunları 1794 yılında Zoonomia etti. Lamarck’m fikirleri çeşitli biçimlerde varlığını
başlıklı bir ciltte yayınladı. Küçük fakat yoksul soylu­ korudu ve Darwin kazanılmış karakterlerin kalıtımı­
lar grubundan gelen Lamarck, sonradan zoolog olan nın evrimsel süreçlerde bazı roller oynayabileceğini
profesyonel bir botanikçi idi; Fransız Devrimi’nde kabul etti. Bazıları, derinlemesine düşünmeden, mo­
hayatta kalarak, Paris Doğa Tarihi Müzesinde bir dem anlamda gelişim görüşünün Lamarck’ın izlerini
profesör kadrosu elde etmeyi başaran Lamarck, ka­ taşıdığını ileri sürerler. Bu büyük bir yanhş anlama­
riyerini yoksul ve kötü bir durumda sonlandırmak dır: Lamarck kazanılmış karakterlerin kalıtımı üze­
durumunda kaldı. Lamarck üretken bir biyoloji te- rine odaklanmıştı, oysa modern epigenetik kalıtım
orisyeniydi, onun fikirlerinin önemli olanları en ba­ bir nesildeki çevresel etkilerin, anasal fizyolojide ve
sit türün kendiliğinden oluştuğu ve gelişimsel iler­ sonraki gen ifadesindeki ikincil değişmeler yoluyla
lemeye bağlı olarak daha sonra yeni türlerin ortaya sonraki nesli nasıl etkileyebildiğine odaklanır.
çıktığına ilişkin idi. Lamarck iki yasa öne sürdü. İlk Değişim ile ilgili başka görüşlerde ortaya atılmış,
yasa, kullanmanın bir organı geliştireceği, kullan­ ancak Darwin ve Wallace’in çalışmasına kadar, bir tü­
mamanın ise körelteceğini öngörüyordu. İkinci yasa rün nasıl değişebileceğini açıklamak için dikkate de­
ise, sıklıkla ‘kazanılan karakterlerin kalıtımı’ olarak ğer bir mekanizma önerilmemiştir. Darwin’in kitabı
sloganlaştırılan, kullanma veya kullanmamanın so­ ortaya çıkmadan, 1844 yılında anonim olarak yayın­
nuçlarının üreme yoluyla sonraki nesle aktarıldığıy­ lanmış, ancak daha sonra İskoçyalı gazeteci Robert
dı. Lamarck’m fikirleri Zoolojinin Felsefesi (1809) adlı Chambers tarafından yazılmış olduğu anlaşılan ve
eserde yer alır; bu eser Lamarck’ın Parisli etkin rakibi ilahi bir rehberlik altında insanlığa doğru evrim fikri­
ve büyük bir karşılaştırmalı anatomisi olan Georges ne karşı çıkan Yaratılışın Doğal Tarihinin İzleri başlıklı
Cuvier (1769-1832) başta olmak üzere, bilim çevreleri popüler bir kitap nedeniyle toplum bu fikirlere hazır­
tarafından pek de hoş karşılanmamıştır. Lamarck ve dı. Bu kitap, insanlar için özel bir yaratılış süreci ol­
Cuvier, her ikisi de Paris’teki Doğa Tarihi Müzesi’nde madığını, aksine onların daha aşağı hayvanlarla bir­
profesörlerdi. Cuvier, türlerin yok olduğunu açık bir likte bir sürekliliğin parçası olduklarını ileri sürdüğü
şekilde göstermek suretiyle erken paleontolojiye için çok tartışmalıydı ve büyük etkileri oldu.
önemli katkılar sağladı: o zamana kadar genel olarak Aşamalı bir şekilde ortaya çıkan bu yeni biyolo­
türlerin yok olmadıklarına ve Avrupa’da bulunan bü­ ji görüşü, doğal dünyanın diğer yönleri hakkmdaki
yük fosil kemiklerin Afrika’da halen yaşayan türlere değişen anlayışlardan ayrı tutulamazdı. Çok etkin
ait olduklarına inanılırdı. Cuvier, bunun böyle olma­ olacak olan değişimlerden birisi jeoloji anlayışı idi.
dığını net bir biçimde gösterdi ve bir zamanlar var Yeni Dünya görüşü, yani yaşlı dünyanın su ve bu­
olan birçok türün değişik katastrofik olaylarda tah­ zullar gibi güçler tarafından şekillendirilmiş olduğu
rip olarak nesillerinin tükendiğini savundu: bu görüş görüşü katastrofik teorilerin, özellikle de Incil’de söz
‘katastrofizim’ ekolünü tanımlar. Cuvier, türlerin za­ edilen tufan teorisinin yerini almak üzere şekillen­
man içinde değişeceği konusunda şüpheci idi -daha di. Jeologların en etkilisi, üç ciltlik Jeolojinin İlkele­
ziyade onların ortadan kalktıklarına inanıyordu- ve ri (1830-1833) adlı aseri ve arkadaşlığıyla Darwin!
onun bu fikirleri ölümünden sonra bile evrimsel kav­ önemli derecede etkileyen Charles Lyell olmuştur.
ramlara karşı oluşturulan muhalefette büyük ölçüde Gerçekten de Darwin’in ilk önemli bilimsel yazıları,
etkili olmuştur. Paris Doğa Tarih Müzesinin üçün­ mercan resifleri ve mercan adalarının oluşumları
cü önemli profesörü, türlerin değişimine ilişkin bir üzerine geliştirdiği ve bugün bile büyük oranda ge­
derece Lamarck’ınkine benzer bir kavram geliştirmiş çerli olan kavramlar hakkında idi. Bir deist olduğu
olan Etienne Geoffroy Saint-Hilaire (1771-1844) idi. halde Lyell, doğal dünyanın eski olduğu ve değişi­
Onun kalıcı katkısı, örneğin farklı şubelerde yüzgeç min yavaş bir şekilde meydana geldiği şeklindeki
ve ekstremiteler arasındaki benzerlikler gibi, organ­ Yeni Dünya görüşünü herkesten fazla benimseyen
lar arasındaki homolojileri göstermek olmuştur. kişi idi. Lyell, geçmişi ve böylece jeolojik değişimin
Saint-Hilaire, memelilerin orta kulak kemikleri ile yavaş seyrettiğini anlamak için, hala gözlenebilen
balıkların çene kemikleri arasındaki homolojiyi fark süreçlerin incelenmesinin anahtar olduğunu savun-
24 EVRİM TEORİSİ

du: bu tekdüzelik ilkesi katastrofik ekolle belirgin bir evlendi ve mütevazi bir doğa bilimci ve biyoloji ku­
çatışma içindeydi. Lyell, Darwin’in yakın arkadaşı ramcısı olarak hayatına devam etmek üzere Kent
ve güçlü destekçisi idi, ancak kendi dini inanışlarını şehrindeki Down House’ta inzivaya çekildi. Darwin
Darwin’in kavramları ile bağdaştırmak konusunda burada, doğal seçilimi kavrama yönünden kendisine
güçlük çekti. temel oluşturan Thomas Malthus’un, altıncı baskısı
Charles Darwin 1808 yılında doğdu ve varlık­ 1826 yılında çıkan Populasyon Prensibi Üzerine Bir
lı bir taşralı aileden gelmekteydi. Babası ve büyük Deneme adlı eserini okuduktan sonra ‘yapay seçilim’
babası gibi, o da doktor olma niyetindeydi, ancak olarak adlandıracağı süreci anlamak için güvercin
Edinburgh’da iken tıptan hoşlanmadığını ve tutku­ ve evcil hayvan yetiştiricileri ile beraber çalışmaya
sunun biyoloji olduğunu fark etti. Charles Darwin’in başlamıştı bile. Günümüzde evrim ve doğal seçilim
Edinburgh Üniversitesindeki ilk hocalarından biri, olarak adlandırdığımız terimleri ele aldığı 1842’de
tam bir Lamarckçı olan ve Geoffroy Saint-Hilaire’nin yayınlanmamış makalesinin üzerinden çok zaman
de yakın arkadaşı Robert Grant (1793-1874) idi. geçmişti. Alacağı tepkiden çekinen Darwin, Alfred
Grant’ın rehberliğinde hevesli bir biyolog hali­ Wallace ile ortak makalelerini Linnaean Society’nin
ne gelen Darwin süngerler ve diğer deniz canlıları bir toplantısında sunduğu tarih olan 1858’e kadar
üzerinde çalışıyordu ve bunlar onun ilk bilimsel fikirlerini halka sunmadı. Darwin bir yıl sonra Türle­
sunumlarının da konusu oldu. Daha sonra Darwin, rin Kökeni adlı eserin altı baskısının ilkini yayınlaya­
kaya midyelerinin sınıflandırılması ile ilgili on yıl caktı. Beagle gemisiyle yaptığı seyahat ile ilgili daha
sürecek planladığı bir çalışmayı üstlenerek gerçek önce vermiş olduğu konferansın son derece popüler
bir biyolog olma yeterliliği kazanacaktı. Tıbba de­ olması nedeniyle, Darwin’in yazılarına karşı büyük
vam etmek istemeyen Darwin, kilise eğitimi almak bir toplumsal ilgi vardı.
niyetiyle Cambridge’e taşındı, ancak burada kendini Köken'in yayınlanması hem bilimsel hem de top­
gelişmekte olan jeoloji, botanik ve zooloji gibi doğa lumsal olarak hicvi, parodiyi ve tartışmaları da be­
bilimlerinin heyecanına kaptırdı. Herkesçe bilindiği raberinde getirdi, ancak konular çok daha derindi.
gibi, Darwin’den HMS Beagle gemisindeki seyaha­ Evrimsel düşüncenin meydan okuması, tanrısal
tinde kaptan Fitzroy’a eşlik etmesi istendi. Darwin düzen kavramları yerine biyolojik materyalizmi ve
1831 yılında bu seyahate, tıpkı William Paley’in ya­ determinizmi koymaktı. Evrimsel düşünce kültürün
zılarında ifade ettiği, doğal teolojiye katı bir biçimde değerini düşürdü mü? Darwin’in çalışması yayınlan­
inanan bir kişi olarak başladı, fakat 5 yıl sonra türleş- dıktan sonraki ilk yıllarda tartışmalar büyük oranda
me ve evrim konusundaki fikirleri pekişmeye başla­ Tanrı’nın rolü konuları üzerinde odaklandıysa da,
yan bir kişi olarak geri dönecekti. Seyahat sırasında, sosyal filozof Herbert Spencer gibi bazı kişiler Dar-
Darwin’in fikirlerinin nasıl şekillendiği hakkında winci paradigmayı politik ve sosyal değişim konu­
çok şey yazılmıştır: o bir coğrafik bölgedeki orta­ larını ön plana çıkarmak için kendi amaçlarına kul­
dan kalkmış fosil türlerle hala yaşayanlar arasındaki landılar. Bugün biz evrimsel bilimlerin anlaşılması
ilişkileri fark etti ve sonuçta bunların zaman içinde ve algılanmasında, özellikle Kuzey Amerika’da, bu
birbirleri ile akraba olmaları gerektiği sonucuna var­ sorunların hala sürdüğünü görmekteyiz.
dı. Darwin, Lyell’in tekdüzelik yaklaşımının gücü­ Türlerin Kökeni üzerine en ünlü tartışma, 1860’da
nü fark etti. Uyumsal açılım ile ilgili kavramlar, en İngiliz Bilim Geliştirme Derneği (British Association
azından geçmişe bakıldığında, Darwin’in Galapagos for the Advancement of Science)’nin Oxford’daki top­
Adalarına yapmış olduğu kısa seyahat esnasında lantısında yaşandı. Bu toplantıda Oxford piskoposu
topladığı örneklerden çıkacaktı. Kaptan Fitzroy’un Samuel Wilberforce ile Darwin’in en ateşli destekçi­
memleketlerine geri götürmek üzere gemisine aldı­ lerinden olan Thomas Henry Huxley arasında karşı­
ğı üç Tierra Del Fuego’lu Darwin’in insanlar ve in­ lıklı bir atışma oldu. Her ne kadar toplantı kayıtları
sanlık hakkmdaki düşüncelerini etkiledi. Ailesinin farklı olsa da, bu atışma ile ilgili sıkça anlatılan bir
zenginliği ile desteklenen Darwin, kuzeni Emma ile anektoda göre, Wilberforce Huxley’e ‘maymunluğu­
GİRİŞ 25

nuz büyükanne tarafından mı yoksa büyükbaba tara­ ele almaktaydı. Bir sosyal eylemci olmanın yanında,
fından mı geliyor?’ diye sorunca, Huxley, ‘Tanrı seni Wallace bir spiritualist haline geldi ve evrenin insan
benim elime düşürdü’ diye mırıldanarak ‘birikimini ruhunun evrimini desteklemek için var olduğunu
önyargı ve yalanlara hizmet etmek için kullanan kül­ ileri süren bir teleolojik görüş geliştirdi. İnsan ruhu,
türlü bir insan olmaktansa maymundan gelmeyi ter­ bilinçlilik ve organik maddenin yarattığı bir unsur­
cih edeceğini’ söyledi. dur ve bunlar da bazı görünmeyen, doğaüstü ruhla­
Türlerin Kökeni hiçbir zaman tamamlanmamış rın varlığını gerektirir. Kendi itibarını zedeleyen ve
bir kitabın uzun bir özeti olarak değerlendirildi. Darwin’i hayal kırıklığına uğratan bu görüşlerine
Darwin’in başlıca katkıları bu kitapta tanımlanmak­ rağmen Wallace bilimsel çevrelerde çok saygınlık ka­
ta olup, bunlar doğal ve eşeysel seçilim, varyasyon ve zandı.
kalıtılabilirliğin ve türlerin değişiminde küçük deği­ Bu ilk kavramsal atılım dalgasından sonra, Dar-
şimlerin birikiminin önemini içerir. Bunlar kalıtımla winci kavramlar ondokuzuncu yüzyılın sonlarında ve
ilgili hiçbir mekanizmanın olmadığı o zamanlar için yirminci yüzyılın başlarında yavaş yavaş kenara itildi.
çok önemli fikirlerdi ve Darwin’in kendisi de kalıtımı Darwinizm’deki bu gerilemenin birçok nedeni vardır.
açıklamak için - her ne kadar tuhaf olsa da- bir mo­ Artık evrimin kendisi, yani türlerin değişebilirliği ko­
del geliştirmek zorundaydı. Darwin çalışmasının ya­ nusunda, dini çevrelerden gelenler dışında bir kuşku
ratmış olduğu ihtilafların büyük ölçüde farkındaydı. yoktu; sorun değişimden sorumlu mekanizmanın
Yine de, 1882’de öldüğünde Westminster Abbey’de ne olduğuydu. Seçilim doğal dünyayı açıklamak için
toprağa verildi. yeterli görünmedi. Lamarckçılık (neo-Lamarckizm)
Alfred Wallace, çok farklı bir geçmişe sahipti: hem felsefi hem de bilimsel bakış açısı olarak tekrar
yoksul bir aileden geliyordu ve zengin özel koleksi­ rağbet kazanmaya başladı ve Lysenko’nun çalışma­
yonculara örnek aramak için uzun yıllar Amazon ve sında da yer alacak şekilde (Dördüncü bölüme ba­
Güney-batı Asya’da ticari toplayıcı olarak çalışmış, kınız) neredeyse yirminci yüzyılın ortalarına kadar
Londra Mekanik Enstitüsü sayesinde kendi kendini devam etti. Diğer tartışmalar, örneğin orthogenez
yetiştirmişti. Wallace tarafından, Asya ve Avustralya ekolu savunucularının evrimin yönü ve arka planın­
faunalarının coğrafik olarak ayrıldığı sınırı gösteren daki uyumsal süreçleri görmek istemeleri gibi, büyük
Wallace çizgisinin tanımlanması biyocoğrafya bili­ oranda teleolojikti.
minin kuruluş noktası olmuştur. Wallace 1850’lerde Genetiğin tekrar keşfini takiben ilk mutasyon-
türleşme konusunda Darwin ile yazıştı. Çok iyi bilin­ ların saptanması, yeni özellikler ve yeni türlerin
diği gibi Wallace, 1858’de Malay Takımadalarına ait kaynağının mutasyon mu yoksa seçilim mi olduğu
Ternâta adasında iken, Lyell ve Malthus’un yazıların­ konusunda yoğun tartışmaların ortaya çıkmasına
dan da etkilenmiş olarak, doğal seçilim fikrine çok neden oldu. En eski ve en etkili genetikçilerden biri
benzer fikirler geliştirdi. Wallace Darwin’e fikirlerini olan William Bateson, ani değişimlerin (yani yönlü
içeren bir mektup yazdı ve Darwin henüz yayınla­ olmayan mutasyonların) evrimin asıl nedenleri ol­
madığı doğal seçilim fikrinin bir başkası tarafından duğu ve seçilimin bir rolü olmadığı görüşünü şid­
bağımsız olarak keşfedilmiş olduğunu öğrendiğinde detle savunmaktaydı. Drosophila genetikçilerinin en
şok oldu. Hooker ve Lyell, 1 Temmuz 1858 tarihinde büyüğü olan Thomas Morgan da sıçrama şeklindeki
Linnean Society’de sunulması için Türlerin Varyete mutasyonlar görüşünün sıkı bir savunucusu idi, fa­
Oluşturma Eğilimleri ve Doğal Seçilim Aracılığı ile Var­ kat daha sonra dış faktörlerin mutasyona uğramış
yeteler ve Türlerin Sürekliliği Üzerine başlıklı ortak bir bir gen taşıyan bir organizmanın üreme başarısını
makalenin hazırlanmasını organize ettiler. Wallace etkileyebileceğini kabul edecekti. Darwin’in kuzeni
ve Darwin’in fikirleri bazı yönleriyle farklıydı: Wal­ Francis Galton’un en ileri gelenlerinden biri olduğu
lace çevresel değişim üzerine odaklanırken Darwin biyometri ekolü mensupları arasında da benzer bir
bireysel varyasyonların önemini kavramıştı; Wallace dizi argüman vardı. Onlarla genetikçiler arasında bir­
rekabeti türler arası, Darwin ise bireyler arası olarak çok düzeyde derin bir tartışma vardı. Temel mesele,
26 EVRİM TEORİSİ

yeni Mendeki bilim, biyometri ve seçilim kavramları gösterdiler. DNA’nın yapısının aydınlatıldığı 1953
arasında bir uzlaşmanın sağlanıp sağlanamayacağı yılına gelindiğinde, genetik düşünce ve evrimsel dü­
idi. Evrim ani sıçramalar biçiminde mi yoksa aşamalı şünce arasında artık bir kopukluk kalmamıştı. Ge­
biçimde miydi ve uyum ve seçilim önemli bir rol oy­ netik düşünce ve evrimsel düşüncenin birleştirilme
namış mıydı? süreci Modern Sentez ya da neo-Darwinizm olarak
Özellikle Cambridge’deki Ronald Fisher başta ol­ adlandırıldı.
mak üzere, biyometriciler tarafından sonuca bağla­ Evrimsel biyoloji evrimleşmeye devam etti ve
nan büyük bir tartışma vardı. Fisher, JBS Haldane hala etmektedir. William Hamilton, Robert Trivers,
ve Şevvali Wright’ın çalışmalarının tümü populasyon EO Wilson, John Maynard Smith, Stephen Jay Go­
genetiğine odaklandı ve bunlar modern genetik ve uld, Richard Lewontin ve Richard Dawkins gibi daha
evrimsel düşünce arasındaki uyuşmanın giderek sonraki kanaat önderlerinin katkılarına bu kitabın
daha fazla anlaşılması için matematiksel ve teorik başka kısımlarında değinilmektedir. Ancak, başlan­
temeller sağladı. Evrimsel biyoloji, bu araştırma­ gıçta tedirginliği kışkırtan meseleler hala varlığını
cıların etkileri nedeniyle büyük ölçüde kantitatif sürdürüyor; işte insan doğası ve davranışları ve onla­
populasyon genetiği ağırlıklı olmuştur ve halen de rın birbiririyle ve doğal dünyayla ilişkileriyle ilgili dü­
böyledir, ancak bu konu bu kitabın kapsamı dışında şüncelerimizi etkileyen bir bilim (Bölüm 12’ye bakı­
tutulmuştur. Yirminci yüzyılın oralarında, Rusya ve nız). Böyle bir bilim kaçınılmaz olarak inanç sistem­
Avrupa’dan, Thomas Dobzhansky ve Ernst Mayr’in leri ve ideolojilerle ters düşecektir. Ancak, olasılıkla
başı çektiği bir biyolog akımı doğacı bir bakış açısı bütün bunların en rahatsız edici olanı, hayvan sosyal
getirdi. George Gaylord Simpson gibi palentologlar davranışlarıyla insan ahlak kavramları arasında bir
makroevrimi belgelediler ve makroevrimin kısa sü­ süreklilik olduğu fikri, pek çok insan için önemli bir
reli mikroevrimsel süreçlerle nasıl uyumlu olduğunu bariyer olmuştur.

Yaratılışçıların arasında yaygın olan ve evrimsel biyo­ rın ne olacağı konusunda da görüş farklılıkları olacaktır.
lojide çoğu şeyin kesin olmadığını iddia eden görüş, bili­ Yine de, tüm bu yoğun tartışmalar temel patofizyoloji
min nasıl çalıştığıyla ilgili bir yanlış anlayışı yansıtır. Evrim hakkında bir fikir biriliğinin sağlanmasına engel olmaz.
bilimi, biyolojinin diğer uygulamalı alanları ya da tıbbi Bu bağlamda, belirsizlik ve tartışma tüm sağlık bilimlerin
araştırmalardan hiç de farklı değildir: temel bileşenler iyi özellikleridir, ve evrimsel biyoloji ve tıp da farklı değildir.
tanımlanmıştır; tartışma ve karşıt görüşler alanı yeni hi­ Evrimsel biyoloji söz konusu olduğunda bilimsel tartış­
potezleri, yeni araştırma metotları kullanarak sorgulamak malar, sonuçlarının sadece entelektüel değil, aynı zaman­
üzere yönlendirir. Herhangi bir bilim dalının gelişim süre­ da toplumsal ve dini yansımaları da olabileceği gerçeği
cinde, daha fazla araştırmaya gerek duyulan ve bir görü­ nedeniyle karmaşıktır. Yine, diabet tedavisinde insülin ve
şün diğerine göre değerinin saptanması gereken uç alan­ beslenme kontrolünün rolü ile ilgili Ortodoks görüşlerle,
lar olacaktır. Tip 2 diabet gibi bir hastalık buna iyi bir ör­ bu ortodoks tıbbi görüşleri reddederek, telkinle tedaviyi
nektir. Bu hastalığın etiyolojisinde insülin direncinin rolü benimseyen görüşler arasında bir analoji olabilir.
konusunda kimsenin şüphesi olmasa da, altta yatan nihai
patojenik mekanizmaların ne olduğu konusunda dikka­
te değer bir belirsizlik sürmektedir. Örneğin, genetik ve/ 2.2 Evrim teorisi neyi açıklar?
veya epigenetik faktörlerin ve yaşam tarzının göreceli rol­
leri nelerdir? Acaba birincil kusur insülin etkisi yolağında Herkes biyosfer olarak adlandırdığımız gezegenimizdeki
mıdır yoksa pankreatik p hücresi işlevinde midir ve vaskü- çok çeşitli yaşam formlarına - mikrobiyal, bitkisel ve hay­
ler endotelyal disfonksiyonun ya da inflamatuar smokin­ vansal - aşinadır. Şu ana kadar iki milyona yakın tür ad­
lerin rolleri nelerdir? Benzer olarak, sağlık profesyonelleri landırılmıştır ve hala10-50 milyon türün yaşadığı tahmin
arasında, belli kişilerin tedavisindeki optimal yaklaşımla­ edilmektedir. Bu sayılar nesli tükenmiş türlerin tahmini
EVRİM TEORİ NEYİ AÇIKLAR? 27

sayılarıyla karşılaştırıldığında gölgede kalır: olasılıkla bir laştırın - olabilir. Evrimsel teori bugünkü ve geçmişteki
zamanlar var olmuş türlerin sadece binde biri hala ya­ yaşam formlarında görülen bu büyük çeşitliliğin atasal
şamaktadır. Bunların 250.000 civarındaki küçük bir kısmı türlerden nasıl meydana geldiği sorusuna bir açıklama
fosil olarak korunmuştur. getirir. Evrimsel teori dünya üzerindeki yaşam farklılıkla­
Türler arasındaki farklılık büyük - bir balina ile bir bö­ rıyla ilgilenir, ancak yaşamın ilk olarak nasıl ortaya çıktığı­
ceği karşılaştırın - veya küçük - iki bakteri türünü karşı­ na bir açıklama getirmeye çalışmaz, bu önemli fakat ayrı
bir soru olarak kalır.

Kutu 2.2 Yaşamın kökenleri

Yaşamın kökenleri birçok kozmolojik, biyolojik ve taya açık olduğu ve dolayısıyla mutasyon oranın çok
felsefi spekülasyonun konusu olmuştur ve bu konuda daha yüksek olduğu anlamına gelir. Nitekim sadece
hiçbir şey kesin değildir. Replikasyon işlevine sahip küçük bir genoma sahip basit virüsler RNA’yı kendi
ilk şeyin inorganik kristaller olması gerektiği, bu replikatörleri olarak kullanabilmektedirler. Ancak,
işlevin daha sonra nükleik asitlerce devralman bir RNA tersiyer yapılar oluşturarak katalitik özellik ka­
rol olduğu ileri sürülmüştür. Replikasyonu sağ­ zanabilir ve bu durum, RNA’nın katalizleme görevi
layan enerji kaynağı güneş olmuş olabileceği gibi protein yapılı enzimler tarafından üstlenilmeden
Yerküre’nin merkezinden gelen ısı da olmuş olabi­ önce, bu görevi yerine getirmesini sağlamış olabilir.
lir: yüksek sıcaklıkta yaşayan ve hidrojen sülfürü Kendiliğinden katalizlenme ve replikasyona ek ola­
kullanan termofil bakteriler hakkında günden güne rak ilkel proteinlerin kodlanmasınm olanaklı olduğu
artan bilgiler göz önüne alındığında, ikinci olasılığın bu RNA dünyasından DNA sentezleme kapasitesi ev-
geçerliliği gittikçe artmaktadır. DNA, RNA ve yüksek rimleşmiş olabilir.
enerjili fosfat bağları ve aminoasitlerin kaynağının DNA sekans verileri bitkiler, mantarlar, hayvan­
ne olduğu çok daha spekülatiftir. Urey ve Miller tara­ lar ve prokaryotlar dahil bugün var olan organizma
fından yürütülen ve ilkel çevreyi tekrar canlandır­ soy hatları arasındaki ayrılma noktalarının tahmin
maya çalışan ünlü deney, metan ve amonyak içeren, edilmesine olanak sağlamıştır. Tüm canlı formların
karbon ağırlıklı ilkel bir atmosferden bazı amino asit­ ortak öncüsü yaklaşık 3 milyar yıl önce yaşadı ve
lerin oluşumuyla sonuçlanmıştır. Başkaları karbonlu en eski bakteri fosil kanıtları yaklaşık 3.5 milyar yıl
meteoritlerin, amino asitler de dahil olmak üzere, en öncesine yani bugün hala bazı siyanobakteriler tara­
erken organik moleküllerin kaynağı olduğunu öne fından oluşturulan en erken stromatolit dönemine
sürmüşlerdir, ancak bu düşünce sadece başlangıç aittir. Prokaryot alemin düzenlenmesi karmaşık ve
sentezinin uzaydaki yerini değiştirir. belirsizdir ve olasılıkla ortaya çıkan türler arasında
Genellikle kabul edilen bir hipoteze göre, RNA yatay gen transferlerini yansıtmaktadır. Prokaryot­
replikasyonu DNA replikasyonundan daha önce ev- lar içinde iki ana grup ayırt edilir: ekstrem çevrelerde
rimleşmiştir ve RNA replikasyonu kendinden kata­ yaşayan anaerobik organizmaları içeren Archaea ve
lizlenmiş olabilir. Gerçekten de, uygun şartlar altın­ bizim geleneksel olarak tanıdığımız bakterileri içeren
da ve katalitik bir enzim sağlandığı takdirde RNA’nın Bacteria. Bakterilerin ana sınıfları olasılıkla 3.6 mil­
in vitro şartlarda öncü moleküllerden meydana gele­ yar yıl önce farklılaştı. Dünyanın kendisinin ortaya
bildiği bildirilmiştir, ancak bu durumda ilk kataliz- çıkışı ise 4.5 milyar öncesine kadar gitmektedir.
leyicinin kaynağının ne olduğu sorusu ortaya çıkar. İlk ökaryot yaklaşık 1.5 ile 2.7 milyar yıl önce
RNA dünyası büyük oranda spekülatiftir. DNA’nın evrimleşti. Ökaryot bir hücrede (çekirdeği olan bir
aksine, RNA’nın çift sarmal oluşturma yeteneğinin hücre) çekirdeğin kökenin ne olduğu kesin değil­
olmayışı, RNA replikasyonunun çok daha fazla ha­ dir, ancak sekans verileri çekirdeğin büyük olasılık­
28 EVRİM TEORİSİ

la bir arkeal mikroorganizmanın, ki bu daha sonra yıl önce evrimleşti. Sürüngenlerin diğer grupları ile
çekirdeği oluşturmuştur, sonucu meydana geldiğini beraber dinozorlar (ve onların soyundan gelen kuş­
düşündürmektedir. Bu nedenledir ki insan genomu lar) memelileri verecek olan soy hattından yaklaşık
Bacteria’dan çok Archaea ile yakın akrabadır. 350 milyon yıl önce ayrıldılar ve ilk büyük dinozorlar
Mitokondri, endosimbiyozis denen bir süreçle, 250-300 milyon yıl önce ortaya çıktı. Yaklaşık 70-80
olasılıkla riketsiyalara akraba başka bir bakteri for­ milyon yıl önce var olan primatların bütün türleri or­
munun içeriye alınmasını takiben evrimleşmiştir. tak bir atayı paylaşmışken, keseliler de dahil plasen-
Bitkilerdeki kloroplast da bir siyanobakterinin endo- talı memeliler ortak bir atayı sadece 110 milyon yıl
simbiyozu sonucu ortaya çıkmıştır. İlk çok hücreli or­ önce, tek delikli memeliler ise kuş ve sürüngenlerle
ganizmalar sadece yaklaşık 640 milyon yıl önce orta­ ortak bir atayı 300 milyon yıl önce paylaşmışlardır.
ya çıktığı halde, ilk omurgalılar yaklaşık 525 milyon Şekil 2.1 bu evrimsel ilişkileri göstermektedir.

Mantarlar

Bitkiler

Şekil 2.1 Yaşam ağacı:


biyosferdeki evrimsel ilişkiler

Evrim teorisi, bir organizmanın yaşadığı çevrede ken­ uyumlar bir organizmanın kendi çevresi için 'tasarlanmış'
disinin ve döllerinin hayatta kalma ve üreme bakımından olduğu izlenimi verebilir. Ancak aşağıda göreceğimiz gibi
daha başarılı olmasını sağlayan özellikler anlamına gelen, evrim teorisi bir çevreye uyumu, sadece üremekte olan
uyumlar kavramını çok sık kullanır. Bazen bu şekildeki bir populasyondaki genetik varyasyonlar üzerine işleyen
EVRİM NASIL İŞLER? 29

doğal seçilim -hayatta kalmada ve daha sonraki üreme­ 2.3 Evrim nasıl işler?
lerde farklılıklar- yardımı ile açıklayabilmektedir. Bir orga­
nizmanın kendi çevresine iyi adapte olduğunu, yani daha Darwin, evrimi 'değişimle türeme' olarak tanımladı. Bura­
iyi hayatta kalma ve üreme başarısı gösterdiğini nasıl söy­ da'türeme'tüm türlerin ortak atadan gelmesini,'değişim'
leyebiliriz? Böyle bir yeteneğin ölçüsü ne olabilir? Evrim ise bu ortak atalardan türeyenlerde yeni ve değişen çev­
biyologları tarafından kullanılan ölçü uyum gücüdür ki, relere uyum sağladıkça ortaya çıkan değişiklikleri ifade
bu bir birey için (elbette çiftleşen fenotip olsa da, aslında etmektedir. Daha modern terminoloji bağlamında, Dar­
genotiptir) hayatta kalma ve üreme potansiyelidir: bu da win ve Wallace'in, aşağıdaki mekanizma ve süreçler ne­
bireyin üreme başarısının ya da onun meydana getirdi­ deniyle evrimin meydana geldiği şeklindeki görüşlerini
ği döllerden üreyebilenlerinin sayısının bir fonksiyonu­ kabul ederiz (Şekil 2.2).
dur. Eğer bir populasyonda belli bir genotip, bir sonraki
• Türler eldeki kaynakların destekleyebildiğinden daha
nesilde bu populasyondaki tüm genotiplerin ortalama
fazla döl verme eğilimindedirler.
frekansına oranla daha yüksek bir frekans gösterir ise bu
genotip daha yüksek uyum gücüne sahiptir. Örneğin belli • Bir türün bireyleri, kaynaklar için rekabet etme
seçilim faktörleri dizisinin etkisindeki bir birey (basit olsun yeteneklerini etkileyen özellikler bakımından
diye eşeysiz olarak üreyen bir organizmayı örnek olarak değişkenlik gösterirler (varyasyon).
kullanacağız) üç yaşayabilir döl üretirken, populasyonda­
• Bu varyasyonların bazıları kalıtılabllir (kalıtım).
ki diğer bireyler sadece iki yaşayabilir döl üretiyorsa, bu
durumda bu bireyin göreli uyum gücü 1,5'tir ve bu ge- • Bu varyant formları arasındaki farklı hayatta kalma ve
notipin populasyondaki oranı bir sonraki nesilde yaklaşık üreme oranları, bir sonraki nesilde başarılı formların
%50 oranında artacaktır. Uyum gücünün belli bir çevrede daha fazla oranda temsil edilmesine neden olur
ölçüldüğünü ve bir çevrede daha yüksek uyum gücüne (seçilim).
sahip olan bir genotipin farklı bir çevreye götürüldüğün­
• Nesiller boyu devam eden seçilim, populasyonun
de diğer genotiplere göre daha düşük olabileceğini akıl­
kompozisyonunda değişime yol açar (evrim).
da tutmak gerekir.
Biz eşeysiz üremeyle çoğalan sıradan bir organizma­ Evrimin nesiller boyunca canlı populasyonları üze­
nın doğrudan uyum gücünü basit bir örnek olarak ver­ rinde işlediğini unutmamak önemlidir. Bireysel olarak
dik. Elbette ki eşeyli üreme söz konusu olduğunda her organizmalar ömürleri süresince evrimleşmezler: orga­
iki ebeveynin uyum güçleri de göz önüne alınmalıdır: nizmalar çevrelerine yanıt olarak fenotiplerinin bazı un­
bu çiftleşme başarısı ve eşeysel seçilimin işin içine dahil surlarını değiştirebilirler (bu süreç plastisite olarak bilinir
edilmesini gerektirir, ki bu aşağıda daha detaylı olarak ele ve Bölüm 4'de tartışılmıştır), ancak bu değişimler kalıtıla-
alınmaktadır. Herhangi bir ebeveynin doğrudan uyum bilir değildir ve bu organizmaların döllerine aktarılmazlar
gücüne ek olarak, bir bireyin yakın akrabalarıyla aynı ge­ (gelişimsel plastisitedeki epigenetik değişimler için bu
notip bileşenlerini paylaştığını ve bireyin yakın akrabası­ kuralın bazı istisnaları olabilir; Bölüm 4'e bakınız). Her ne
nın üreme başarısını (yani doğrudan uyum gücünü) artı­ kadar doğal seçilim, fenotipin hayatta kalma ve üreme
racak bir davranış sergilemesi, en azından paylaşılan bazı başarısındaki gelişmeye katkı sağlayan belli karakterle­
alellerin (bir kromozom üzerinde bir lokusta bulunan bir ri tercih etmek suretiyle bireysel düzeyde işlese de, bir
genin farklı formlarından biri) gelecek nesle aktarılmasını populasyonun evrimleşmesinde seçilen karakterin bir
sağlayarak, sonuçta o bireyin dolaylı uyum gücünü de sonraki nesle aktarımını garantiye almak için bu fenoti-
artıracağını akılda tutmak gerekir. Doğrudan ve dolaylı pik karakterlerin genotipteki kalıtılabilir faktörlerle ilişkili
uyum gücünün toplamı toplam uyum gücü olarak ad­ olması gerekir. Diğer bir ifadeyle seçilim bu karakterleri
landırılır ve aşağıda ve Bölüm 10'da toplam uyum gücü­ belirleyen gen(ler)deki alel frekanslarının değişimiyle so­
nün en iyi hale getirilmesinin sosyal ve davranışsal unsur­ nuçlanmalıdır.
larını ele alacağız. Bundan sonraki kısımlarda varyasyon, seçilim ve kalı­
tım süreçlerini daha detaylı bir şekilde ele alacağız.
30 EVRİM TEORİSİ

Mutasyon vücut
büyüklüğünde
varyasyona
neden olur

Küçük vücut aleyhine


seçilim olur.

Populasyon büyük vücut


yönünde evrimleşir.

Şekil 2.2 Evrim, varyasyonun ortaya çıkması ve bunu takiben farklı üreme ve hayatta kalma yeteneğine neden olan seçilim
süreçleri sayesinde işler.

2.3.1 Varyasyon yapı, deri, saç ve göz rengi gibi fiziki karakterleri hem de
kan grubu, doku tipi, laktazın ekspresyonu ve hastalığa
Darwin öncesi biyologlar hevesli sınıflandırmacılardı;
duyarlılık gibi ilk bakışta fark edilemeyecek karakterler
aslında Darwin'ln kendisi bile kaya midyelerini sınıflan­
bakımından önemli oranda varyasyonel olan en değiş­
dırmak için yıllarını harcadı. Onsekizinci yüzyılda Cari
ken memeli türlerindendirler. H. sapiens için fiziksel bir
Linnaeus tarafından icat edilen sınıflandırma sistemi or­
tip örneği olmadığı gibi yakın zamandaki genomik veriler
ganizmaları takımlar (ordo), familyalar (family), cinsler
de insan genomu için bir tip örneğinin olmadığını ortaya
(genus) ve türler (species) içine yerleştirmede paylaşılan
koymuştur. Morfolojik ve moleküler metotlar kullanıla­
dış görünüş karakterlerine dayanmaktaydı; bu sistemde
rak, diğer organizmalar üzerinde yapılan incelemeler de
seçilen bir örnek (tip örneği) türün diğer üyelerini tanım­
bireyler arasında büyük oranda varyasyonun olduğunu
lamak için bir standart olarak düşünülürdü. Dolayısıyla
ortaya koymaktadır.
odak noktası bir türün bireyleri arasındaki benzerlikleri
Bir populasyondaki bireyler arasında görülen varyas­
ortaya koymaktı. Ancak Darwin'in çalışması, zaman için­
yonun kaynağı nedir? Kalıtılabilir (genetik) varyasyon­
de populasyonların farklı varyantlarının sayısını değiştire­
ların - genetik yeniliklerin - ana kaynağı mutasyonlar
bilmesini sağlayan seçici mortalite ve üreme başarısı için
ve eşeyli üreyen organizmalarda rekombinasyonlardır.
ham madde oluşturması nedeniyle, bir türün bireyleri
Bunlara ek olarak, Bölüm 4'te detaylı olarak tartıştığımız
arasındaki varyasyon unun önemine vurgu yapmaktaydı.
gibi, gelişimsel (ya da fenotipik) plastisite süreci ile bir
Eğer bir populasyonun bireyleri arasında varyasyon yok­
bireyin gelişimi sırasındaki çevresel faktörler de fenotipi
sa, doğal seçilimin üzerinde işleyeceği hiçbir ayırt edici
değiştirebilir; seçilimin üzerinde işleyebileceği fenotipik
karakter ve dolayısı ile evrimin meydana gelmesi için hiç­
yeniliklerin gelişim süreçleri tarafından meydana getirile­
bir kapasite yok demektir. Oysa, yaygın bir türe ait orga­
bilmesi yeteneği, evrimsel gelişim biyolojisinin son yıllar­
nizmaların nasıl varyasyon gösterdiklerini kolaylıkla fark
daki önemli konusu olmuştur.
edebiliriz: insanlar ve onların evcil köpekleri, hem boy,
EVRİM NASIL İŞLER? 31

2.3.1.1 Mutasyon bir nesilde baz çifti başına 1-2 x 108oranındadır. Ancak, ge­
Bir mutasyon DNA dizisi baz çiftlerindeki bir değişimdir ve nom büyüklüğü nedeniyle (insan için %2.5'i'işlevsel'olmak
tanımı gereği üreme hücreleri hattında ortaya çıktığı sü­ üzere yaklaşık 6.5 x 109 baz çifti olması beklenir), nesil ba­
rece kalıtılabilirdir. Vücutta, örneğin barsak mukozasında şına, her işlevsel insan diploid genomunda bir veya iki baz
bölünmekte olan bir hücre topluluğunda da o hücrelerde değişimi olduğu tahmin edilmektedir. VNTR'lerin oluşum
önemli etkiler oluşturan (örneğin tümör oluşturabilir) bir oranlarını ölçmek daha zordur, ancak tek baz değişimlerin­
somatik mutasyon meydana gelebilir. Ancak bu mutasyon den daha yüksek olduğu görülmektedir.
kesinlikle gelecek nesillere aktarılamaz. Burada sadece kalı- İnsan genetik hastalıklarına ilişkin çalışmalar (Bölüm
f/tob/V/rdeğişimlerle ilgilenmekteyiz. Olası bu tip değişimle­ 3'e bakınız), mutasyon oranlarının ebeveynlerin yaşı ve
rin ölçeği, bir tek nükleotid polimorfizmine (single nuc­ eşeyine göre değiştiğini ve baba kaynaklı hastalıkla ilişkili
leotide polymorpism, ya da SNP) neden olan tek bir baz yeni mutasyonların yaklaşık 10 kat daha fazla olduğunu
değişiminden, değişken sayıda ardışık tekrarlı dizilerin göstermektedir. Oogenez sırasında, bir kadının yaşamı
(variable number tandem repeats, ya da VNTR) oluşu­ boyunca vereceği yumurtaları oluşturmak için gerekli
mu ile sonuçlanan onlarca hatta binlerce baz bloğunun 23 hücre bölünmesinin hepsi o kadın doğmadan önce
duplikasyonuna, bütün bir genin veya gen büyüklüğünde gerçekleşir. Ergenliği takiben yaşam boyu sperm üreten
kodlama yapmayan DNA bloklarının delesyonuna, dupli­ erkeklerde, ergenlik öncesinde eşey hücresi veren 36,
kasyonuna ya da inversiyonuna kadar değişen geniş bir ergenliği takiben ise her yıl yaklaşık 23 hücre bölünme­
yelpazeyi kapsar. Taşıyıcılarının hayatta kalabildiği kromo­
si meydana gelir, dolayısıyla 35 yaşındaki bir erkeğin bir
zomun tamamının duplikasyonu veya delesyonu (anöplo-
spermi yaklaşık 500 hücre bölünmesinin ürünüdür. Daha
idi) gibi daha büyük ölçekli değişiklikler de seyrek değildir,
uzun zaman diliminde daha fazla hücre bölünmesi olma­
ancak bu değişiklikler gelecek nesle aktarılamazlar. Mutas-
sı, daha fazla mutasyonun oluşması için fırsat sağlar.
yonun moleküler esasları Bölüm 3'te tartışılmıştır.
İngiliz biyolog JB Haldane, İngiliz erkeklerinde kan pıh­
Yeni bir mutasyon genellikle DNA'nın sadece bir kop­
tılaşma bozukluğu hemofilinin (X-kromozomu ile taşınan
yasını etkilediğinden, böyle bir mutasyonu taşıyan birey­
resesif bir bozukluktur, dolayısıyla bu geni taşıyan tüm er­
ler, ya da onların dölleri, o mutasyon için heterozigot
keklerde ortaya çıkar) prevalansını araştıran 1935 yılında­
olacaktır. Mutasyonun doğuracağı sonuçlar, bu mutasyo-
ki bir çalışmadan, insandaki mutasyon oranlarını tahmin
nun genomun kodlama yapan bölgesinde mi, yoksa yap­
eden ilk kişidir. O zamanlar, hemofilili erkekler neredeyse
mayan bölgesinde mi meydana geldiği, ya da eğer varsa
(Bölüm 3'te açıklandığı gibi çoğu mutasyon fenotipik tamamen kısır olduklarından, Haldane değişmeyen pre-
olarak suskundur) fenotipik etkisinin dominant mı yoksa valans koşulları altında yeni vakaların mutasyonlarla mey­
resesif mi olduğu gibi bir dizi faktöre bağlıdır. Suskun ve dana gelmesi gerektiğini düşündü ve nesil başına X kro­
resesif mutasyonların var olması, genomda gizli varyas­ mozomu üzerindeki ilgili gen için mutasyon oranının pre-
yonların yaygın olduğuna işaret etmektedir; gerçekten valansın yaklaşık üçte biri kadar olacağı sonucunu çıkardı
de çoğu tek baz değişimlerinin seçilim yönünden nötral (çünkü dişiler iki, erkekler ise bir X kromozomuna sahiptir).
ya da sadece orta derecede zararlı oldukları ve taşıyıcının Haldane'nin hesaplamış olduğu bir nesilde alel başına 2
uyum gücünü önemli derecede etkilemeyecekleri düşü­ x 10'5'lik mutasyon büyük oranda doğrudur ve yukarıda
nülür. Bu durum, elbette ki söz konusu mutasyonların ge­ belirtilen bir nesilde baz çifti başına 1-2 x 108 oranında
lecek nesle aktarılabilecekleri anlamına gelir. mutasyon oranı ile uyuşmaktadır (çünkü protein kodlayan
Mutasyonlar ya kimyasal mutajenler veya iyonize edici herhangi bir gen yaklaşık 1000 baz çiftinden oluşacaktır).
radyasyon gibi faktörlerce DNA'ya verilen fiziksel hasarlar
ya da mitoz veya mayoz esnasında DNA'nın replikasyonu
2.3.1.2 Rekombinasyon
(kopyalanması) sürecinde olan hatalar nedeniyle meydana
gelirler. Mutasyon oranı basit organizmalarla yapılan labo­ Eşeyli üreyen organizmalar ebeveynlerinin genotiplerini
ratuar deneylerinden ya da kompleks organizmalar için ay­ (ya da fenotiplerini) değil, onların genlerini kalıtırlar. Bu
rılma zamanları hakkında filogenetik kanıtların olduğu ak­ durum eşeyli üreme sırasında iki süreç tarafından meyda­
raba türlerin DNA dizileri karşılaştırılarak tahmin edilebilir. na getirilen genetik varyasyonlar nedeniyledir: birincisi
Tek baz değişim oranları düşüktür, ökaryotlar için bu oran mayozda, yani gamatogenez sırasında homolog kromo­
32 EVRİM TEORİSİ

zomlar arasında genetik materyalin değiş-tokuşuna yol layabilir. Organizmaların çevrelerine olabilecekleri gibi
açan rekombinasyon; İkincisi ise her biri bir atasal haploid ideal bir şekilde uymadıkları görülür. Varyasyonlar neden
genoma sahip iki gametin birleşmesi. sınırlı olsun? Bunun için bir dizi neden vardır ve daha
Bir kromozom üzerindeki alellerin yeni kombinasyon­ sonraki bölümlerde göreceğimiz gibi bunlar insan hasta­
ları ürettiği için, rekombinasyon olayı önemli oranda var­ lıklarının bazı yönlerini açıklayabilir. Birincisi, en azından
yasyona neden olabilir. Eğer ilgili genler bazı karakterler çok hücreli canlılarda, genetik varyasyonların birikimi de,
üzerine eklemeli ya da azaltıcı etkiye sahip iseler, yeni bunların seçilim tarafından sınanması da yavaş işleyen
kombinasyonun fenotip üzerine bir etkiye sahip olması süreçlerdir ve dolayısı ile çevresel değişim gibi yeni seçi­
oldukça olasıdır. Örneğin, tümü belirli bir hastalığa du­ lim baskısına yanıt da yavaş olacaktır. Daha sonraki bö­
yarlılık gibi bir özelliği belirleyen dört gen düşünün. Bu lümlerde tartışacağımız gibi, eğer çevresel değişim yeni
genin A, B, C ve D alellerinin her biri, hastalığa duyarlılı­ varyantları oluşturan evrimsel süreçlerden daha hızlı ise,
ğı birbirinden bağımsız, ancak aynı oranda artırırken; a, bu gecikme süresi bir organizma ile onun çevresi arasın­
b, c ve d alellerinin her biri hastalığa duyarlılığı bağımsız da yanlış bir eşleşmeye neden olabilir. İkinci bir sınırlama
olarak, aynı oranda azaltsın. Ebeveynlerin genotlpleri, her varyasyon ve seçilim ile evrim sürekli'iyileştirmeye'gerek-
biri hastalığa orta derecede duyarlı olacak şekilde, AbCd sinim duyduğu ve daha iyi bir çözüm bulunması için orta
ve aBcD olabilir, ancak mayoz sırasındaki rekombinasyon derecede uyum gücüne sahip bir varyantın kısmi olarak
ABCD ve abcd genotipli gametler üretebilir ki bu geno- parçalara ayrılmasına izin vermediği için olur (bunun etki­
tipler sırasıyla kendilerini alan döllerde hastalığa duyarlı­ siyle ara nesillerin uyum gücü azalır) (Şekil 2.3). Böyle bir
lıkta artış ve azalış sağlama potansiyeline sahiptirler (Bö­ etkiye örnek insan gözüdür. Göz yeterli, ancak sinirler ve
lüm 3'e bakınız). kan damarları retinal fotoreseptörlerin üzerinden geçtiği
için kusurlu bir tasarıma sahiptir (Şekil 2.4), fakat işlevsiz
2.3.1.3 Varyasyon üzerindeki sınırlamalar ve uyumsal olmayan ara aşamalar kat etmeksizin, ahta­
Varyasyonlar üzerindeki sınırlamalar, organizmaların sık­ pot gözüne doğru (ahtapot gözünde retina gözün 'doğru'
lıkla neden zayıf 'tasarım' örnekleri sergilediklerini açık­ yüzündedir) evrimleşmesine olanak yoktur.

Kara omurgalarının kornealı gözleri

Şekil 2.3 Gözün evriminin uyumsal topografyası. Yükseklik optik kaliteyi, yatay plan ise evrimsel uzaklığı temsil etmektedir. Bir
göz, uyum gücü arttıkça, tepeye doğru evrimleşebilir, ancak bir tepeden diğerine doğru evrimleşemez, çünkü bu, düşük uyum
değeri vadilerinden geçmeyi gerektirir. Dawkins, R. (1996) Climbing Mount Improbable, Norton, New York'tan alındı. Şeklin
orijinali Sussex Üniversitesi'den Profesör Michael Land tarafından çizilmiştir.
EVRİM NASIL İŞLER? 33

Farklı fenotip ve genotiplerin büyük oranda değişim olası olmadığı besinsel çevre şartlarında yaşamaktadırlar,
gösteren doğasını tartıştık, ancak üçüncü bir sınırlama onsekizinci yüzyılda, en yaygın ölüm nedeninin iskorbüt
herhangi bir nesildeki sınırlı genetik varyasyon havuzu hastalığı olduğu uzun seferlere çıkan denizciler bu açıdan
nedeniyle ortaya çıkar. Bir populasyon sadece, seçilimin en iyi örnek oluştururlar. L-gulono-1,4-lakton oksidaz en­
üzerinde işleyebileceği uygun varyasyon dağılımına sahip ziminde işlev kaybına neden olan mutasyonlar insanlar
olmadığından çevresel birtehdite karşı koymada başarısız ve büyük insansı maymunlarda evrensel olduğundan,
olabilir; varyasyonlardaki böyle bir sınırlamanın, hayatta çoğu primat akrabalarımızın aksine, besinlerimizle C vita­
kalan bireylerde kaynak populasyonun az sayıda alelinin mini almaksızın yaşama yeteneğine sahip değiliz.
bulunduğu ve genetik sürüklenmenin çeşitliliği daha da Yeni fenotipik varyasyonların oluşmasındaki dördüncü
azaltmasının beklendiği darboğaz geçirmiş populasyon- sınırlama, farklı genotiplerin aynı fenotipleri verme eğili­
larda ortaya çıkması olasıdır (Bölüm 3'e bakınız). mi olarak ifade edilen sağlamlık ve kanalize olma süreç­
Örneğin, insanlar öncelikle meyve ve bitkilerde bulu­ leridir. Kanalize olmuş bir özellik, sınırları oldukça dar ola­
nan C vitaminine (askorbik asit) gereksinim duyarlar. C rak tanımlanmış birfenotipin meydana getirilmesini sağ­
vitamini eksikliği iskorbüt hastalığına yol açar. Oysa diğer layacak şekilde, kendi kendini düzelten mekanizmalara
bazı primatlar dahil birçok hayvan askorbik asiti sentezle- sahip olan bir özellik demektir. Kanalize olmuş özellikler
yebilir ve diyetlerinde vitamin C olma zorunluluğu yoktur. çevreden veya mutasyonlardan gelecek karıştırıcı etkilere
Sentez yolağındaki L-gulono-1,4-lakton oksidaz enzimi karşı korunurlar; bunun anlamı ortaya çıkan bazı yeni mu-
insanlarda mevcuttur, ancak birkaç posizyonda mutasyo- tasyonların suskun kalmasıdır. Bu tür suskun mutasyonlar
na uğramıştır ve işlevsizdir. Olasılıkla, işlevsel olarak nöt- seçilimle yüz yüze gelmeyecekler ve populasyonlar kana­
ral olan bu mutasyonlar, meyvelerdeki askorbatın besin lize olmuş özelliklerde saklı genetik varyasyonları biriktir­
olarak elde edilebilmesinin evrensel olduğu bir zaman­ me eğiliminde olacaklardır. Yine de, bazı şartlar altında
da, ata soy hattımızda ortaya çıktı ve mutasyonlar işleve stresler nedeniyle bu mutasyonlar seçilimle karşı karşıya
karışmadan saklı kaldı. Günümüzde insanlar askorbatça kalabilir. Sağlamlık ve kanalize olma Bölüm 4'te gelişim
zengin meyvelerin her zaman kolayca elde edilmesinin bağlamında daha detaylı olarak tartışılmaktadır.

Şekil 2.4 Omurgalı (sol) ve kafadanbacaklı gözünün (sağ) yapı planı. Fotoreseptör hücreleri insanlarda merkezi sinir sisteminden,
kafadanbacaklı ve eklem bacaklı gözünde ise epidermisten farklılaşırlar. Ayrıca, omurgalılarda retina ters (yani, fotoreseptörler
gözün arkasındadır), kafadanbacaklılarda ise düz yerleşmiştir (yani, fotoreseptörler gözün ön tarafındadır). Fernald, R.D. (2000)
Current Opinion in Neurobiology, 10,444-450'den izin alınarak değişiklik yapılmıştır.
34 EVRİM TEORİSİ

2.3.2 Seçilim varyasyonun olduğu ve belirli bir çevrede bazı varyant­


ların diğerlerine göre daha yüksek olasılıkla hayatta kalıp
Evrimsel biyolojinin temel kavramlarından birisi farklı
üreyecekleri ve sonuçta bunların yavrularının da hayatta
uyum gücüdür, yani bir populasyondaki bazı bireylerin,
kalmalarının ve çoğalmalarının daha olası olduğu üzerine
diğerlerine göre, hayatta kalma ve üremelerini daha olası
kuruludur. Çoğu durumda herbir tür, çevresel kaynakların
kılan fenotipik özelliklere sahip olmalarını tanımlar. Birey­
yeterli olabileceğinden daha fazla döl ürettiğinden, bu sü­
ler arasındaki başarı farklılığı genetik varyantlarla ilişkili ol­
reç hiçbir aktif dış etkene gereksinim duymaz. Fenotipte
duğu sürece, bu durum populasyon soy hatlarının genetik
varyasyonun olması, bazılarının çevre ile daha iyi bir şekil­
karakterlerinin zamanla değişmesine neden olur. İşte seçi­
de, diğerlerinin ise daha zayıf bir şekilde baş edeceklerini
lim, bu farklı uyum gücünü belirleyen süreçleri ifade eder.
ifade eder. Bu nedenle, eğer bu farklı uyum gücü ile ilişkili
kalıtılabilir bileşenler var ise, ekolojik şartlar bir seçilim et­
2 3 .2 .2 Yapay seçilim
keni olarak iş görür ve populasyonun değişmesine neden
Darwin, Türlerin Kökeni'nde bilinçli olarak çiftlik hayvanları
olur. Darwin, bunu doğal seçilim olarak adlandırmış, daha
ve güvercin üretiminin bir tanımlamasını yaparak başladı.
sonra filozof ve sosyo-politik teorisyen Herbert Spencer
Darwin, yapay seçilim teriminin neyi ifade ettiğini gös­
bu terimi "en iyi uyum sağlayanın hayatta kalması" kav­
termek için bunu yaptı. Yapay seçilim olayında hayvan
ramına dönüştürmüştür. Doğal seçilim birkaç nedenden
üreticisi istediği (veya istemediği) bir karakteri belirler ve
dolayı talihsiz bir deyimdir. Birincisi, doğal seçilim tercih
soy hattından bu özelliği elde etmek veya uzaklaştırmak
edilen alelin frekansının nesiller boyunca artmasına ne­
için, belirli bireyleri aktif olarak çiftleştirmek için seçer. Po-
den olur ve bu artış hayatta kalma ile değil, üremedeki ba­
pulasyonda belli bir amaç için değişmesi beklenen bir ka­
şarı ile sağlanır. Hayatta kalma üzerine odaklanmak, uyu­
rakteri seçen bir aktif aracı (hayvan üreticisi) olduğundan,
mun bu önemli boyutunu kaçırmaya neden olur. Bu ifade
bu şekildeki seçilim müdahale ile yapılan bir seçilimdir.
çok geçmeden sosyal açıdan da yanlış uygulandı; şöyle
Elbetteki özelliği elde etme veya uzaklaştırma taktiği, an­
ki maddi avantajlara sahip olanların, kendilerine tanınan
cak özellik genetik olarak belirlendiği ve diğer faktörler ta­
sosyal ayrıcalıklar nedeniyle değil, evrimsel olarak daha iyi
rafından sınırlandırılmağı sürece başarılı olabilir. Örneğin,
uyumlu olduklarından böyle hakları olduğu düşünüldü.
temel omurgalı vücut planı bilateral simetrili olduğundan
Bu ifade, özellikle de'en iyi uyan'terimi evrimsel anlamda
ve dolayısıyla da beş bacaklı memeli meydana getirecek
kullanılırsa yine bir dereceye kadar gereksiz tekrar yapan
genetik mekanizmaya sahip varyant olmadığından, beş
bir terimdir. Birim faktörler halinde kalıtımın yirminci
bacaklı at elde etmek için bir seçilim uygulamak müm­
yüzyıl başlarına kadar anlaşılmamış olduğu ve genetik ve
kün değildir. Benzer şekilde, kemik gücü ve kardiyovas-
evrimsel biyolojinin birbiri ile tamamen uyuştuğunun an­
küler fonksiyon gibi anatomik veya fiziksel sınırlamalar
laşılmasından önce bir dizi uzun entelektüel tartışmanın
nedeniyle seçilebilecek vücut büyüklüğü yönünden de
olduğu göz önüne alınırsa, Darwin tarafından geliştirilen
bir sınır vardır. Safkan at endüstrisine milyar dolarlar har­
kavramların olağanüstü olduğu anlaşılır.
canıyor olmasına karşın atta hızı belirleyen güçlü genetik
Darwin doğal seçilimi yavaş bir süreç olarak gördü,
mekanizmaların olmaması, kan akrabalığının Derby yarı­
gerçektende sıklıkla öyledir, ancak doğal seçilimin birkaç
şını kazanma olasılığı üzerinde oldukça küçük bir etkiye
nesilde etkili olduğu durumlar da vardır. Seçilimin hızı
sahip olduğu anlamına gelir. Diğer taraftan, eğer özellikle
özelliğe, özelliğin genetik belirleyicilerine ve çevre tara­
ilgili güçlü genetik belirleyiciler varsa, hızlı seçilim olasıdır.
fından oluşturulan seçilimin gücüne bağlı olacaktır. İnsan
Örneğin, bütün köpek ırklarının yaklaşık 15.000 yıl önce
biyolojisi yönünden, modern moleküler genetik oldukça
kurtlardan köken alınarak evcilleştirilmiş olmasına karşın,
yakın zamanda, örneğin ergin bir bireyin laktozu sindir­
Büyük Danua ve Chihuahua gibi birbirinden çok farklı ev­
me yeteneği (Bölüm 1), deri renginde enleme bağlı farklı­
cil köpek ırkları çok kısa süre içinde üretilebilmişlerdir.
lıklar (Bölüm 3 ve 6) ve bölgesel olarak yaygın enfeksiyon­
lara direnç (Bölüm 3 ve 9) gibi seçilimin etkisinde kalmış
23 .2 .2 Doğal seçilim
olabilecek özellikleri belirlemeye başlamıştır.
Hem Darwin hem de Russel Wallace tarafında ortaya atı­ Doğal seçilim, sayesinde organizmaların kendi çevre­
lan görüşlerin ana unsuru, fenotipler arasında doğal bir lerine uyum sağlar duruma geldikleri esas süreçtir. Doğal
EVRİM NASIL İŞLER? 35

seçilimin kalbinde bir soy hattına ait ardışık nesiller bo­ tür içi rekabet şu iki yoldan biri ile işler. Birincisi aynı eşeyin
yunca alel frekanslarında değişmelere neden olma ilkesi üyeleri arasındaki tür içi rekabet yoluyla olur. Eğer erkek­
vardır ve bu onu matematiksel olarak ölçmek ve tanımla­ ler çiftleşebilme hakkı için bir biri ile rekabet ederse, bu
mak için kullanılabilir. Uyum gücü ve seçilimin ölçülmesi durumda rekabetin doğası daha sonraki nesillerde tercih
ile ilgili matematiksel teorileri detaylı olarak tanımlamak edilen ve geliştirilen fenotipi etkileyecektir. Örneğin, erkek
bu kitabın amaçlarının ötesinde olsa da - Kutu 2.3'te (aşa­ geyikler çatallı boynuzlarını üreme dönemlerinde sürüde­
ğıya bakınız) konunun esasları verilmektedir - bu konu­ ki dişilerle çiftleşme hakkı için kavgada kullanırlar. Boynuz
yu detayları ile inceleyen birçok teorik ve deneysel yayın büyüklüğünü kontrol eden genetik belirleyiciler vardır ve
bulunmaktadır. Uygulamada kolaylık nedeniyle, seçilim zamanla erkek geyiğin kendi lokal çevresi veya ekolojisi­
sıklıkla bakteriler ya da omurgasız hayvanlardan sinekler ne uymasına yardımcı olacak hiçbir işlevi olmayan büyük
gibi nesil verme süreleri kısa olan organizmalarda çalışıl­ boynuzlara sahip olma yönünde seçilim baskısı olacaktır.
maktadır. Çoğu deneysel çalışma tek bir gen ya da onun Aynı zamanda, boynuz büyüklüğü üzerinde işleyen doğal
alelleri üzerine odaklansa da, birçok genin çoklu etkiye seçilimin vereceği iri boynuzlar üzerinde de sınırlamalar ol­
(pleiotropi) sahip olabileceğini ya da diğer genlerin iş­ duğunu akılda tutmakta yarar vardır. Hatta İrlanda geyiği
levini değiştirebileceklerini (epistasis) bilmek önemlidir. boynuzlarının dezavantaj yaratacak kadar büyük olacak
Bölüm 3'te, hastalığa neden olan genleri ele aldığımızda şekilde evrimleştiği ve bunun bu geyiklerin 11.000 yıl önce
bu kavramları inceleyeceğiz. Doğal seçilim bir organiz­ ortadan kalkmasına katkıda bulunduğu öne sürülmüştür.
manın yaşadığı çevrede onun için pozitif uyum gücü et­ Tür içi rekabetin ikinci bir tipi, bir eşeyin üyeleri eşlerinin
kisine sahip alelleri tekrar tekrar tercih ederek işler. Bun­ çekicilik olarak algıladıkları bir dizi özel karaktere göre seç­
dan dolayı, eğer alelik olarak belirlenen varyasyon, farklı tiklerinde işler. En iyi bilinen örnek tavus kuşu kuyruğudur.
çevrelerde uyum gücü üzerinde farklı etkilere sahip ise, Erkekler gösteri yapar ve kuyruklarını yelpaze haline geti­
söz konusu çevrelerde yaşayan benzer organizmalar fark­ rirler ve dişi tavus kuşlarının eşlerini bu gösterinin ihtişamı­
lı biçimlerde evrimleşeceklerdir. Bu nedenle uyum gücü na göre seçtikleri düşünülür. Bu nedenle, tavus kuşu kuy­
tek bir alelik varyant ile ilişkili olarak tanımlanamaz; uyum ruğu uzun ve ihtişamlı olacak şekilde evrimleşmiştir. Ancak
gücü, fiziksel ve ekolojik çevreyi ve genomun geri kalan bu örnek şu soruyu sormamıza neden olur: neden dişi ta­
kısmının etkilerini içeren şartlarla ilgili olarak yorumlan- vus kuşu diğer herşeyi bir yana bırakıp görünüşte külfetli
malıdır. Örneğin, normalde uzun boy ile ilgili olan bir bir özelliği çekici bulur? Bunun nedeni basitçe, daha uzun
alel, başka koşullarda gücü arttırarak daha iyi uyum gücü kuyruk daha çekici olduğundan mıdır, yoksa kuyruk daha
sağlayacak iken, birey besince sınırlı bir çevrede iken bu uygun başka karakterlerin varlığının bir göstergesi midir?
etkiyi gösteremez; gerçekten de kıtlık sırasında iri yapılı Örneğin, uzun kuyruk bir engel yaratabilir, ancak uzun bir
bireylerin daha düşük bir hayatta kalma oranına sahip kuyruğa sahip ergin bir erkek aynı zamanda kendi genel
olabilecekleri gözlenmiştir. sağlığı ve dinçliği hakkında da sinyaller verir; tıpkı halter
Seçilim için temel oluşturan şey bir populasyondaki taşıyan bir insanın bir maraton koşması ve kazanması gibi.
genetik varyasyonlardır. Eğer çevreyle ilişkili olarak fark­ İki açıklamanın da savunucuları vardır ve ikisinin farklı du­
lı avantajlara sahiplerse bir populasyonda farklı alellerin rumlarda işlediği düşünülebilir.
varlığı sürdürülür; bu durum dengeleyici seçilim ola­ Erkekler arası rekabetle ilgili eşeysel seçilim sıklıkla
rak ifade edilir. Bölüm 3 dengeleyici seçilimin görünüşte vücut büyüklüğü yönünden farklılıklara neden olur ve
zararlı olan alelleri bir populasyonda nasıl koruduğunu dominant erkeklerin birden fazla dişi ile çiftleşmek için
açıklamaktadır. mücadele ettikleri sosyal sistemlere sahip türlerde eşey­
sel seçilim ile vücut büyüklüğündeki eşeysel dimorfizmin
2.3 .2 3 Eşeysel seçilim derecesi arasında bir ilişki vardır. Bu nedenle harem ben­
Darwin, her ne kadar en çok Türlerin Kökeni adlı kitabı ne­ zeri toplulukların olduğu goril gibi primatlarda vücut bü­
deniyle bilinse de, insanın Kökeni ve Eşeyle ilişkili Seçilim adlı yüklüğü hangi erkeğin çiftleşme şansına sahip olduğunu
ikinci kitabında uyum gücü farklılığının türün hangi üye­ belirler, dolayısı ile erkek dişiye göre çok daha iri yapılıdır.
lerinin çiftleşebileceklerini etkileyen, aktif tür içi rekabet Ergin insan vücut büyüklüğündeki dimorfizime bakıla­
tarafından da ortaya çıkarılabileceğini ifade etti. Böylesi rak, erken H. sapiens'in dominant erkeklerin yer aldığı bir
36 EVRİM TEORİSİ

sosyal sisteme sahip oldukları yorumu yapılmıştır (Bölüm davranması gerçeği çoğu tartışmanın ana kaynağını oluş­
6'ya bakınız). Bu olasıdır, ancak farklılıklarla İlgili olarak turmuştur. İlk bakışta bu durum basit bir olay gibi görün­
başka nedenler de olabilir. Ayrıca, eş seçimine dayalı mektedir - yani eğer bir alt populasyon (bir deme, yani
eşeysel seçilimin mutlaka fiziksel karakterlerle ilgili olma­ seçilimin birimi olarak görülebilecek bir alt populasyon)
sı gerekmez. Örneğin, çardak kuşlarında, erkekler bulmuş için avantajlı bir davranış bu grup tarafından sergileniyor,
oldukları obje koleksiyonlarını çardaklarında sergilemek ancak rekabet ettiği diğer alt populasyonlarda görülmü-
suretiyle gösteri yapıp dişileri elde etmek için mücadele yorsa, bu davranışın doğal seçilim ile tercih edilmesi ve
ederlerken, ötücü kuşlarda erkekler bir serenat gösterisi sonraki kuşaklara aktarılması olasılığı yüksektir (burada
yaparak rekabet ederler. davranışın basit kültürel aktarımından çok davranışla il­
Herbir nesilde güçlü seçilim söz konusu olduğundan, gili doğrudan ya da dolaylı genetik belirleyiciler üzerine
eşeysel seçilim, üreme yönünden çekiciliği veya rekabet odaklanmaktayız). Tartışmalı bir örnek olarak, eğer dini
yeteneklerini geliştiren özelliklerin oldukça hızlı bir şekil­ inanç genetik belirleyicilere sahip olsaydı ve eğer aynı
de evrimleşmesine neden olabilir. Bu nedenle, bir özel­ zamanda dini inançlar toplumları daha sağlıklı (ya da en
liğin oldukça hızlı evrimleştiğine dair kanıtların olduğu azından daha kararlı) hale getirseydi, yine dini inançlar
durumlarda, eşeysel seçilim sıklıkla olası açıklama olarak üremeyi teşvik edici davranışları (örneğin doğum kont­
değerlendirilir. rolünün yasaklanmasını) ön plana çıkarmış olsaydı, dini
Eşeysel seçilimin, bulunulan çevrenin kendisi ile uyu­ inançlara sahip gruplar - ve onları oluşturan bireyler ve
mu olan veya çevreye uyumu artıran özellikler meydana genleri - pozitif olarak seçilmiş olurlardı.
getirmediği açıktır; bunun yerine, bunlar, ister aynı eşeyin Grup seçilimi üzerindeki tartışmalar, en görünür şekil­
üyeleri arasındaki rekabetten isterse karşıt eşey üyelerinin de bireyler arasındaki fedakarlık davranışının nasıl evrim-
tercih şekillerinden kaynaklansın, karşılaşılan tür içi sosyal leşmiş olabileceği üzerine yoğunlaşmıştır. Son 30 yılda,
baskılara karşı uyumlardır. Bölüm 7'de tartışacağımız gibi, fedakarlık davranışının grup seçilimi ile gelişmiş olması
insana özgü bir dizi fiziksel karakterin, özellikle de vücut gerektiği fikrini şiddetle savunan taraftarlar olmuştur. An­
kıllarının dağılımı ve diğer sekonder eşeysel karakterlerin, cak bu görüş aleyhine, ekonomik oyun teorisi uygulanma­
eşeysel seçilim aracılığı gelişmiş olması olasıdır. sına dayanan güçlü itirazlar vardır. Esas olarak karşıt iddia
şu şekildedir: kaynakları paylaşan ya da birbirini kollayan,
23 .2 .4 Seçilim düzeyi yani fedakâr bireylerin çoğunlukta olduğu bir populasyon
Belirli bir bireyin bir çevrede üreyip üremeyeceğini be­ düşünün. Ancak bu populasyon içerisinde paylaşmak ye­
lirleyenin onun fenotipi olması nedeniyle, seçilimin bi­ rine tüm kaynakları (besin, barınma, çiftleşme vb.) kendisi
reysel düzeyde işlediği açıkça ortada gibi görünsede, bir almak isteyen, fedakâr olmayan bazı bencil bireyler (hile­
dizi diğer olasılığa da değinmek gerekir. Ancak, bunun ciler) olsun; bu tür bireyler yırtıcılara karşı populasyonu
tartışmalar ve şüphelerden uzak bir konu olmadığını not uyarmak yerine postu kurtarmak için saklanmayı tercih
etmeliyiz. edebilirler. Büyük olasılıkla populasyonun fedakâr üyeleri
Bireyin seçilimde temel birim olduğu görüşüne karşı zarar görecek ya da hilecilerin çıkarları için kendi kaynak­
başlıca itiraz, gruplar halinde yaşayan hayvanların in­ larından kısacaklardır. Zamanla daha az uyumlu olmaları
celenmesinden ve işbirliği ve görünüşte fedakâr dav­ nedeniyle fedakâr üyeler ortadan kalkabilir ve böylece
ranışların nasıl ortaya çıktığının değerlendirilmesinden hileciler dominant hale gelir. Grup seçiliminin, eğer bir
kaynaklanmaktadır. Doğal seçilimin her zaman üremeye etkisi varsa, oldukça zayıf bir güç olduğunu iddia etmek
ilişkin bireysel uyum gücü düzeyinde işlemediği gerçeği, için kullanılan itirazlar bu biçimdedir.
özellikle koloni üyelerinin büyük kısmının kısır olduğu Eğer grup seçilimi zayıf bir güç ise, bu durumda
ösosyal (koloni halinde yaşayan) hayvanlarda belirgindir: fedakârlık davranışının evrimini nasıl açıklayabiliriz? Ak­
üremenin sadece kraliçe ve az sayıdaki fertil erkek tara­ raba seçilimi kavramı ilk olarak kantitatif populasyon
fından gerçekleştirilmek üzere sınırlandırıldığı bal arıları genetikçileri Ronald Fisher ve JBS Haldane tarafından
gibi böcekler en uç örnekleri oluşturur. Grup seçilimi geliştirildi ve daha sonra William Hamilton tarafından şe­
olarak adlandırılan süreçte birey gruplarının, üzerinde killendirildi. Bu ve diğer araştırmacılar, genlerin akrabalar
seçilimin işlediği daha yüksek düzeydeki bir birim olarak arasında paylaşıldığına işaret ettiler. İnsan gibi eşeyli ola­
EVRİM NASIL İŞLER? 37

rak üreyen bir türde uyum gücü, genlerimizi döllerimize mez olduğu durumlar olabileceğinden, işbirliği davranışı­
aktarma kapasitemizle tanımlanır. Ancak bizim erkek ya nı kontrol eden aleller büyük olasılıkla varlıklarını koruya­
da kız kardeşlerimiz bizim genlerimizin yarısını taşırlar ve cak ve frekanslarını artıracaklardır. Klasik örnek, vampir ya­
bu nedenle onlar da bu genleri kendi döllerine aktarabi­ rasaların aynı kolonide yaşayan ancak kendileri ile akraba
lirler; bizim kuzenlerimiz ise bizim genlerimizin çeyreğini olmayan bir aç yarasaya kan sağladıkları işbirliğidir. Böyle
paylaşır ve bu durum böyle devam eder. Bu nedenle uyum olsa da, vampir yarasalar geçmişte hangi hayvanların yi­
gücü, bizim genlerimizin üreyebilen sonraki nesillere ak­ yeceklerini paylaştıkları, hangilerin ise paylaşmadıkları
tarılma başarısı ile tanımlandığına göre, yakın akrabala­ konusunda hassastırlar; hilecilik yapan biri kolonide isten­
rımızı üremek için teşvik ederek kendi uyum gücümüzü meyecektir. Bir yarasanın yiyeceğini paylaşmakla uğradığı
artırabiliriz. Toplam uyum gücü bu kavramı tanımlamak zarar, o yarasanın gelecekte karşılıklı davranıştan edine­
için kullanılan bir terimdir; yani, belirli bir alelin hem onu ceği kar beklentisi ile dengelendiği için buradaki durum
taşıyanın kendi uyum gücü hem de aynı aleli taşıyan grup seçilimi olmayıp, bir bireyin uyum gücüne katkıda
komşuların ya da akrabaların uyum gücü üzerindeki etki­ bulunan geciktirilmiş kişisel çıkar için seçilimdir. Oyun
sini ifade eder. Dolayısıyla, bireylerin sadece kendi uyum teorisi kapsamında, evrimsel olarak kararlı stratejilere yol
güçlerini değil, aynı zamanda toplam uyum gücünü de açacak şekilde birbirini kollama, işbirliği ve cezalandırma
en yüksek düzeye çıkarmak yönünde hareket edecekleri davranışlarının evrimi sayesinde rekabet ve zayıf işbirliği
varsayılır: aileler içinde bu akraba seçilimi sürecidir. JBS ile nasıl başedlleceğini ortaya koymayı amaçlayan, çok
Haldane bu durumu şöyle ifade etmiştir: "İki erkek kardeş sayıda yayın vardır. İnsan davranışını anlamak açısından
ya da sekiz kuzen için hayatımı feda etmeye hazırım!" bunun ne ifade ettiği Bölüm 10’da tartışılacaktır.
Bireyler arasında yüksek derecede bir akrabalığın ol­
duğu böcekler gibi sosyal hayvanlarda fedakârlık davra­ 23 .2 .5 Seçilim birimi olarak genler
nışı geliştiği için, akraba seçilimi fedakârlık davranışının Yukarıdaki tartışmalara dayanarak varılacak kanı, seçili­
evrimini açıklayabilir. Dişilerin diploit, erkeklerin ise hap- min fenotip üzerinde işlediği ve sonuçta organizmanın
loit olduğu arılardaki haplodiploid genetik yapının doğa­ ait olduğu soy hattını fenotip yönünden çevreye uyumlu
sı gereği, dişi işçiler kraliçenin diğer dişi dölleriyle, kendi hale getirerek ona fayda sağladığıdır. Örneğin, yırtıcı bas­
genlerinin dörtte üçüne varan oranda gen paylaşırlar. Bu kısına maruz kalan bir türde seçilim, kas biyokimyasında
oran, eğer dişi işçiler üreme yeteneğine sahip olsalar, ken­ daha hızlı kaçmayı sağlayacak bir değişime neden olarak
di dölleriyle paylaşacakları %50 oranından daha fazladır. bireysel düzeyde, ya da bazı bireylerin bir yırtıcının varlığı
Bu durum, dişi işçilerin üremekten vazgeçip, kraliçenin hakkında grubu uyarmak üzere nöbetçi olarak hareket
döllerinin hayatta kalması için çaba harcamalarının ev­ ederek, kendi bireysel uyum güçlerini belirgin biçimde
rimsel açıdan çıkarlarına olduğunu açıklar. Benzer şekil­ azalttığı davranış değişiminde olduğu gibi, grup düzeyin­
de, insanlarda ya da küçük gruplar halinde yaşayan diğer de uyumla sonuçlanabilir.
memelilerde kardeşler bir birbirlerinin dölleri ile yüksek Farklı bir bakış açısı Richard Dawkins tarafından, ben­
bir genetik akrabalığa sahiptirler ve bir bireyin genleri­ cil gen kavramı ile sağlandı. Her ne kadar seçilimin feno­
nin gelecek kuşaklara aktarılması, sadece o bireyin kendi tip üzerine işlediğini inkâr etmese de, Dawkins uyumun
döllerinin üremeye ilişkin uyum gücünü desteklemesi ile sonuçta genin yararına olduğunu savundu, çünkü ortaya
değil, aynı zamanda yeğenlerinin üreme başarısını des­ çıkardıkları fenotipler üzerinden sağladığı yararlar ya da
teklemesi yoluyla da sağlanabilir. Primat toplulukların­ dayattığı sınırlamalar nedeniyle, uzun vadede hayatta ka­
daki belirsiz babalığın arttırıcı (ya da karmaşıklık yaratıcı) lan ya da kalmayı başaramayan bu genlerdir. Bu görüşe
rolünü değerlendirmeyi Bölüm 7'ye bırakıyoruz. göre genler kalıcı 'replikatörler' fenotipler ise sahip olduk­
Ancak, fedakârlığın evrimi mutlaka grup seçilimi te­ ları genlerin koalisyonları tarafından oluşturulan, nesilden
melli bir açıklama gerektirmez: karşılıklı işbirliği fedakârlık nesile değişen geçici 'araçlar' olarak değerlendirilir. Hatta
olarak yorumlanabilecek davranışa yol açabilir. Geçmişte eşeyli olarak üreyen türlerde mayoz ve rekombinasyon
B, A'ya yardım ettiği için, A'nın da B'ye yardım etmesinin süreçleri tarafından her nesilde altüst edildiği için geno-
beklendiği durumlarda işbirliğine gitmek avantajlıdır. tip bile geçici olarak değerlendirilebilir. Bu nedenle bencil
A'nın hayatta kalması ve üremesi için yardımın vazgeçil­ gen benzetmesi bir uyumu, bir genin var olma yeteneğini,
38 EVRİM TEORİSİ

mutlaka bir organizmanın, grubun, hatta türün hayatta hard Dawkins'in önemli, ikinci bir katkısıydı. Vücut, yani
kalmasını desteklemek zorunda olmaksızın, artıran bir sü­ fenotip, genlerin dünyada yollarını bulmak için geliştir­
reç olarak tanımlar. En çok görüldüğü şekliyle, elbette bir dikleri yapıdır. Genişletilmiş fenotip, genlerin bir avantaj
genin ve onun 'aracısının' (organizmanın) çıkarları uyuşur, elde etmek için etkileyebildikleri her şeydir. Bu, bir bireyin
ancak uyuşmayabilir de. Bir organizmanın nöbetçi olarak sosyal davranışının populasyondaki diğer bireyler üzerin­
davranarak, beslenme zamanını sınırlandırması ve avlan­ deki etkisini, parazitler ve patojenlerin konaklarının dav­
ma riskini artırması nedeniyle kendi uyum gücünü azalt­ ranışı veya yaşam döngüsü üzerindeki yönlendirici etkile­
tığına dair bir örnekten yukarıda söz edilmişti. Görünüşte rini, örümcek ağı ve kuş yuvaları gibi yapıların meydana
bencil olmayan bu davranış, birçok aleli paylaşan yakın getirilmesini ve en olağanüstü olarak da, termit yuvaları
akraba bireylerden oluşan bir grubun ele alınmasıyla ben­ ve kunduz barajları gibi niş yapılarının inşa edilmesiyle
cil gen bakış açısından açıklanabilir. Nöbetçi, grubun diğer çevrenin bir mühendis gibi işlenmesini içerir. Taş aletler­
üyelerini avlanmaktan koruyarak aslında kendi genlerinin den uçaklara kadar, maddi kültür yaratma ve fizyolojimi­
devam ettirilmesine (bu genler grubun diğer üyelerinde ze uydurmak için çevreyi değiştirme yeteneği insan türü­
bulunuyor olsa bile) yardımcı olmaktadır. William Hamilton nün gezegenin her tarafına yayılmasını sağlamıştır. Aynı
tarafından kabul edildiği gibi (Yukarıya ve Bölüm 7'deki şekilde, sosyal davranışımızın hem fenotipimizin hem de
Hamilton kuralıyla ilgili tartışmaya bakınız), akrabalığın seçici çevremizin önemli bir bileşeni olması nedeniyle,
derecesi bu şekildeki fedakârlığın boyutunu belirlemelidir. açıkçası sosyal hayvanlarız. Genişletilmiş fenotip ve niş
Hamilton buna ek olarak, bir alelin bir bireyde var olduğu inşası fikri konusunda aşırıya kaçmamak gerekir: turnusol
sinyalini verebilme yeteneğinde olmasının, aynı aleli taşı­ testi, yapı ya da davranıştaki varyasyon ile bu yapı ya da
yan diğer bireylerin o bireye karşı fedakârlık davranışının davranıştan sorumlu genlerin aktarımındaki varyasyon
tetiklenmesinde bir avantaj olabileceğini öne sürmüştür. arasında doğrudan bir korelasyonun varlığıdır.
'Bencilce' davranan genlerin en uç örnekleri, genetik
elementlerin aynı genomdaki diğer genlerin aleyhine
2.3.3 Kalıtım
olacak şekilde çoğalmasını ifade eden ve topluca genom
içi çatışma olarak bilinen olgularda görülebilir. Bu gen­ Fikirlerini geliştirirken Darwin'in karşı karşıya kaldığı zor­
ler, bunu gametlerde aşırı temsillerini sağlayarak veya luk kalıtımın doğasının henüz anlaşılmamış olması idi.
genomdaki temsillerini artırmak için kendilerini rasgele Darwin'in kendisi pangenezis olarak adlandırılan ve kalı­
kopyalayarak yapabilirler. Eğer bir alel, gelecek nesle ak­ tımda vücut dokularından ayrılarak gonadlarda toplanan,
tarılan alel olma şansını artırmak için, (diploid bir genom­ gemmulaların rol oynadığını öngören tuhaf bir model
da iki alelden her birinin bir gamete gitme şansının %50 önermiştir. Ancak yine de Darwin, ebeveynlerin karak­
olmasını garanti eden) normal Mendel tarzı ayrılma sü­ terlerinin karıştırılmasını veya ortalamasının alınmasını
recini aldatma yeteneğinde olursa mayotik dürtü ya da içeren bir kalıtım modelinin (harmanlanarak kalıtım) de
ayrılma bozukluğu ortaya çıkar. Eşey bağlantılı genlerle kendisine ait, değişim yolu ile türeme teorisi için problem
ilgili ayrılma bozukluğu döller arasında eşey oranında sap­ yarattığını fark etti, çünkü bu şekildeki bir kalıtım meka­
malara neden olabilir. Transpozonlar (Bölüm 3'e bakınız) nizmasında yeni bir varyasyonun sağlayacağı avantaj,
gelişigüzel replikasyon ile kendi aktarımlarını artıran en sadece birkaç nesil sonra seyrelerek, etkisi kaybolacaktır.
yaygın bencil genetik elementler sınıfını oluşturur. Her ne kadar Mendel'in, genetik bilginin özgün birimle­
rinin bir nesilden diğerine aktarımı esnasında bozulma­
23 .2 .6 Genişletilmiş fenotip dan ve karışmadan kaldıklarını ortaya koyan önemli keşfi
Basit bir senaryoyu gözden geçirerek doğal seçilim kav­ (birim faktörler aracılığı ile kalıtım) Darwin'in dönemine
ramını tanıttık: bu senaryoda bireyin uyum gücü sadece rastlaşa da, Mendel'in bulgularının yirminci yüzyılın baş­
onun fenotipiyle belirlenir. Fenotipi, bir organizmanın larına kadar anlaşılamadan kaldığı fikri, evrimsel biyolo­
davranışsal ve biyolojik karakterlerinin toplamı olarak ta­ jide genel bir kabuldür. Mendel'in bulguları ve ardından
nımladık. Ancak genotipin etkisi organizmanın fiziksel li­ da kalıtımda kromozomların rolünün anlaşılması modern
mitlerini de aşabilir ve bu evrimin yönü ve hızı üzerine bir genetiğin temelini oluşturmuş (genetik terimi ilk defa
etkiye sahip olabilir. Genişletilmiş fenotip kavramı Ric­ William Bateson tarafından 1906 yılında kullanılmıştır),
EVRİM NASIL İŞLER? 39

1909'da ise kalıtım birimine Wilhelm Johannsen tarafın­ ni gösterdi. Bu dönemde genetik teori ve evrimsel teori­
dan gen adı verilmiştir; Johannsen aynı zamanda gen ve nin hiç de birbirinden bağımsız olmadıkları, tam aksine
karakter arasında doğrudan bir bağlantının olmadığını da birbiri ile oldukça sıkı ilişki içinde oldukları netlik kazandı.
görmüş ve fenotip ve genotip terimlerini ortaya atmıştır. Gerçekten de, seçilim etkilerinin işlemesi için gerekli bir
Giderek biriken bu kavramlar, hızla kalıtımın incelenme­ mekanizmayı ortaya koyan genetik, biyolojinin kendisi
sinde kantitatif yöntemlerin uygulanmasına yol açmıştır. idi. Daha sonra daha karmaşık modeller geliştirildi ve ev­
Biyolojide sıkça olduğu gibi bir karakterdeki sürekli var­ rimsel biyoloji matematiksel formüllerle ifade edilir hale
yasyonun (örneğin, insanlardaki ağırlık ve boy varyasyon­ geldi (bu konu bu kitabın amaçlarının dışındadır). Evrim
ları) Mendel'in (bezelyelerdeki sarı veya yeşil ve yuvarlak ve genetiğin bu Modern Sentez döneminden beri, evrim
veya buruşuk olma durumuna bakarak) tanımladığı birim için 'bir populasyonda alellerin frekanslarında zamanla
kalıtımla ortaya çıkıp çıkmadığı konusundaki ilk tartışma­ meydana gelen değişim' şeklindeki tanım yaygın olarak
lardan sonra bu konu büyük matematikçi biyolog Ronald kullanılmaktadır. Bölüm 3’de göreceğimiz gibi, insanlar­
Fisher tarafından 1918 yılında açıklandı. Fisher, birlikte bir daki alel frekansları ile ilgili moleküler genetik çalışmaları,
karakteri belirleyen, her biri küçük fakat birbirine eklenen seçilim baskılarının geçmişte populasyonları şekillendir­
etkilere sahip çok sayıda gen üzerinde işleyen Mendel ka­ dikleri ve hala da şekillendirmeye devam ettikleri yönün­
lıtımının rahatlıkla sürekli varyasyon meydana getireceği­ de kanıtlar sunmaktadır.

Kutu 2.3 Evrimin denklemleri

Evrimsel biyoloji güçlü bir kantitatif mirasa sahip­


tir. Biyometricilerin Mendel genetiği ile doğal seçi­ Hardy-Weinberg dengesi, denge halindeki bir
lim arasındaki uyumu göstererek yaptıkları katkı populasyonda (aktif olarak pozitif ya da negatif seçi­
modern sentezdeki kilit unsurlardan birisidir. lime maruz kalmayan) alel frekanslarının nasıl oran­
Kantitatif populasyon genetiği, evrimsel araştır­ sal olarak değişmeden kalacağını gösteren basit bir
maların ana unsurlarından birisi haline gelmiştir. ifadedir. Bu denge populasyon içindeki tüm bireyle­
Diploid bir tür için alel frekansı (populasyondaki rin rastgele (yani hiçbir tercihli eşleşme ya da erkek
tüm gen kopyaları arasında o alelin oranı) ile geno­ dominantlığı olmayacak şekilde) çiftleşebileceğini
tip frekansı (belli bir lokustaki özgül bir alel çif­ de içeren bir dizi varsayıma dayanır. A ve a gibi iki
tine sahip bireylerin bir populasyondaki oranı) alelinin bulunduğu en basit durumda, olası üç farklı
arasındaki farkı anlamak önemlidir. Alel frekansı ve genotip vardır: AA, Aa ve aa. Eğer A’nın alel frekansı
genotip frekansı arasındaki ilişkiler ve bu ilişkilerin p ve a'nın alel frekansı da q ise, bu durumda her yeni
farklı şartlarda nasıl tanımlanacağı konusu, kantita­ nesilde genotip oranları p2, 1 pq ve q2 şeklinde dağılım
tif evrimsel biyolojinin kalbini oluşturur. Evrimsel gösterecektir. Önemli olarak, dengedeki bir populas­
değişim, nesilden nesile genotip ve alel frekansların­ yon için genotip ve alel frekansları ardışık nesiller
daki değişim olarak tanımlanabilir. Bu frekanslar­ boyunca aynı oranlarda kalır. İşin içine çok sayıda lo­
daki değişimler, diğer herşey aynı kalsa da, seçilim kus ve alel karıştığında matematiksel hesaplamalar
için kanıt olarak kabul edilir. Bu biçimsel modeller elbette ki daha karmaşık hal alır, ancak ilkeler değiş­
çalışılan populasyon hakkında çoğu kez, özellikle de mez. Hardy-Weinberg modelinde iki lokus arasında­
populasyon küçükse, sağlanması zor bir dizi varsa­ ki ilişkiyi ortaya koyan matematiksel hesaplamalar
yım gerektirir. bağlantı dengesizliğini tahmin etmeyi olası kılar;
40 EVRİM TEORİSİ

bu, iki lokuslu gametlerdeki alel frekansının, buna yapmak imkânsız olmasa da zordur; gerçekten de
karşılık gelen tek lokus alel frekansından sapmasıdır modern evrimsel gelişim biyolojisi büyük ölçüde bu
ve rekombinasyonun bir göstergesidir. yetersizlik üzerine kuruludur. Yine de, bu faktörlerin
Dolayısı ile çalışılan bir populasyondaki alel ve her birinin bir karakterdeki varyasyonun oluşmasın­
genotip frekanslarının Hardy-Weinberg dengesinde daki göreceli önemini anlamaya çalışmanın belirgin
olup olmadıklarını incelemek olasıdır. Eğer değiller­ pratik yararları vardır.
se koşullardan biri (veya birkaçı) ihlal ediliyordur: Kantitatif genetiğin ilk yıllarındaki ana lokomotifi
çiftleşme rastgele değildir, populasyon çok küçük­ hayvan ve bitki yetiştiriciliğiydi. Bu dönemdeki kilit
tür, genetik sürüklenme meydana geliyor olabilir, bir soru, fenotipteki varyansın ne oranda genetik te­
populasyona dışardan başka bireylerin göçü olabilir melli olduğu idi. Bir karakterin kalıtılabilirliği veya
ve bazı genotiplerin farklı oranda hayatta kalma/ kalıtım derecesi (genellikle h2 olarak ifade edilir)
üremesine neden olan bir seçilim süreci vardır. Bü­ genotip nedeniyle meydana gelen varyansın populas­
yük bir populasyonun incelenmesiyle sıralanan ko­ yonun toplam fenotipik varyansına olan oranı olarak
şullardan sonuncusu hariç diğerlerinin sağlandığını ifade edilen varyansla ilgili basit ölçümlerle tanımla­
varsayarsak, bu durumda seçilimin olduğu yönün­ nır. Kalıtım derecesini, /ı?'yi, ölçmenin en yaygın yolu
deki kanıtlar alel ve genotip frekansları incelenerek karakterin ölçüsü yönünden, ebeveynler ve döller
elde edilebilir. Bunun aksine populasyonun dengede arasındaki regresyona bakmaktır. Yüksek bir korelas­
olduğu, ancak homozigot durumda bir alele sahip yonun olması, karakter için güçlü bir genetik teme­
olmanın açıkça bir dezavantaj olduğu durum, mev­ lin olduğuna, hiçbir korelasyonun olmaması ise var­
cut dezavantaj sağlayıcı alelin heterozigot durumda yasyona hiçbir genetik katkı olmadığına işaret eder;
bir seçilim avantajı sunduğunu ifade eder. Bu durum bu durumda hayvan ve bitki yetiştiricileri açısından
dengeleyici seçilimdir: Orak hücreli anemiye ne­ seçilim programının bir değeri yoktur. Kalıtım dere­
den olan hemoglobinopati için kodlama yapan bir cesinin hesaplanmasında önemli kısıtlamalar vardır
aleli taşımanın, heterozigot durumda sıtmaya karşı ve pek çok kaynak varyasyonun genetik ve çevresel
dirençlilik sağlaması en iyi bilinen dengeli seçilim olmak üzere iki kaynağı olduğunu, bunlardan İkin­
örneğidir. cisinin büyük ölçüde kontrol edilemeyen bir faktör
Alel frekansları sıklıkla bir türün alt populasyonları olduğunu kabul eder. Kalıtılan herşeyin genetik ol­
arasında farklılık gösterir. Bu da kurucu etkisi, sürük­ masının gerekmediği, fakat epigenetik de olabilecek­
lenme, rastgele olmayan çiftleşme ya da populasyon lerinin anlaşılması olayları karmaşık hale getirmiş ve
üzerinde işleyen seçilime işaret eder. Bu olguların her gelişimsel plastisite ve gelişim sırasındaki çevrenin
biriyle ilgili örnekler bu kitabın bölümlerinde bulun­ kendisinin de bu açıdan rolünün olduğunun gittikçe
maktadır. Evrimsel biyolojide kullanılan ve bu farklı netlik kazanması karmaşıklığı daha da arttırmaktadır
mekanizmaları tanımlayan ve detaylı bir şekilde ince­ (Bölüm 4’e bakınız). Tanım gereği, h2 belli bir koşul
leyen çok sayıda matematiksel teknik vardır. altındaki bir populasyon incelenerek tanımlanır ve
Varyasyonun incelenmesi evrimsel biyolojinin farklı çevrelerde gözlenen kalıtım derecesi çok farklı
merkezini oluşturur. Tarihsel olarak, varyans analizi olabilir. Çocukluk çağında besin güvenliğinin olmadı­
tekniklerinin ilk kez Fisher tarafından fenotipin ge­ ğı ve enfeksiyon sıklığının yüksek olduğu koşullarda
netik ve çevresel belirleyicilerinin tanımlanmasında yaşayanlarda erişkin boy uzunluğunun kalıtımı opti­
ve matematiksel olarak birbirinden ayrılmasında ve mal koşullarda yaşayanlara göre çok farklı olacaktır.
bunların yapay seçilim (hayvan yetiştiriciliği) dene­ Şüphesiz bir hayvan ya da bitki populasyonunun üre­
melerinde birbiri ile ilişkilerinin belirlenmesinde timi ile uğraşan üretici en uygun çevre arayışı içinde
ve yabanıl populasyonlarda doğal seçilim için kanıt olacaktır. Bir insanda bu tür kalıtılabilirlik tahminleri
aranmasında kullanılmış olması ilginçtir. Varyas­ yapmak olası değildir. Ancak, sınırlamalar da bir rol
yonlar genomik, gelişimsel (epigenetik) ya da çev­ oynayabilir. Bir bitki en iyi büyüme için seçilebilir ve
resel faktörlerce meydana getirilmiş olabilir ve bu yüksek bir genetik bileşene sahip kurucu populasyon-
faktörler birbiriyle yüksek derecede bağlantılı olduk­ da yüksek bir varyans olabilir. Fakat nesillerce süren
larından, bunlardan kaynaklanan etkilerin ayrımını seçilimden sonra diğer bazı sınırlamalar nedeniyle
tüm bitkiler çok benzer boy uzunluğuna ulaşabilir
TARTIŞMALI KONULAR VE UYUMCU GÖRÜŞÜN SINIRLILIĞI 41

ve boy uzunluğu üzerindeki genetik varyans efektif karşılaştırıldığı ikiz çalışmaları bu amaç için pek çok
olarak sıfıra düşer. Yapay seçilim kullanıyor olsa da, kez kullanılmıştır. Bu çalışmalarda, ayrı ayrı büyü­
bu örnek bizzat evrimsel süreçlerin kaktım derecesi tülen tek yumurta ikizlerine bakılarak çevrenin rolü
tahminlerini etkileyebildiklerini göstermektedir. Se­ belirlenmeye çalışılır. Ancak, tek yumurta ikizlerinin
çilimin kendisi bu varyans yaklaşımları kullanılarak mutlaka epigenetik olarak tıpa tıp aynı olması gerek­
matematiksel olarak ölçülebilir: hayvan ve bitki üre­ mez, gerçekten de öyle olmadıklarına dair kanıtlar
timinde uygulanan klasik eşitlik seçilime yanıtın, ka­ vardır. Tek yumurta ikizlerinin fetal çevreleri aynı
lıtım derecesi ve o karaktere uygulanan seçilim baskı­ değildir: plasenta yapılanmasının doğası gereği, tek
sının bir ürünü olduğunu ifade eder. yumurta ikizleri uterusta aynı besin desteğini ala­
İnsanlarda geni çevresel faktörlerden ayırmaya yöne­ mazlar. Diğer taraftan ikizlerden her birinin benzer
lik çabalarda kullanılan klasik yöntem, bir karakter fakat atipik gelişim çevresinde oldukları iddia edile­
açısından akrabalar arasındaki korelasyon derecesi­ bilir; yani tek yavrunun geliştiği bir çevre yerine çok
nin araştırıldığı aile içi çalışmalardır - doğum ağır­ yavrunun geliştiği bir çevrede geçirilen gelişimin
lığının kalıtımı ile ilgili olarak Bölüm 7’de bir örnek ilk dönemlerinden kaynaklanan etkiler olabilir. Bu
verilmiştir. Farklı genotiplere sahip çift yumurta nedenlerden dolayı, ikiz çalışmalarından elde edi­
ikizleriyle, aynı genotipe ve aynı prenatal çevreye len yorumlar faydalı olsa da değerlendirmeler kesin
sahip oldukları varsayılan tek yumurta ikizlerinin sonuç vermez.

2.4 Tartışmalı konular ve uyumcu görüşü için bir kanıt değildir. Çünkü bakteriler bağımsız
görüşün sınırlılığı bir organizma için minimum seviyedeki bir karmaşıklığı
temsil edebilir ve dolayısı ile seçilim baskısı sadece artan
Organizmaların zaman içinde evrimleştiği olgusu artık karmaşıklık ile sonuçlanabilir.
biyologlar tarafından kabul edilen bir gerçek olsa da, ev­ Uyum gücü olan en yüksek bireyleri 'seçmekten' so­
rimin nasıl İşlediğinin detayları üzerine hala tartışmalar rumlu bazı dış süreçlerin olduğu fikrini kendinde barın­
olduğu gibi, evrimin doğası hakkında da bazı yanlış an­ dırdığından, olasılıkla sorun kısmen, metaforik bir terim
lamalar mevcuttur. olan doğal seçilimin kendisinden kaynaklanmaktadır. An­
cak, doğal seçilim hiçbir dış seçiye gereksinim duymayan
sayısal bir düzenleme olup, sadece organizma bireyleri
2.4.1 Evrim bir yöne sahip midir? arasındaki farklı üreme başarısının bir sonucudur. İlişkili
diğer bir konu evrimin türleri geliştirdiği kanısıdır. Eğer
Evrimle İlgili popüler fakat hatalı bir görüş, evrimin 'daha
gelişim, söz konusu çevrede üreme başarısını maksimum
aşağı türlerden 'daha yüksek'türlere doğru bir yönünün
hale getirecek şekilde, tür ve onun şu anki çevresi arasın­
olduğu ve bir 'ilerleticillği' ifade ettiğidir. Eğer bir organiz­
daki uygunluk olarak dar anlamda tanımlanırsa, olasılıkla
manın özelliği bir işlevi yerine getiriyorsa, onun bazı he­
evrim türü geliştirir. Ancak, tür ve çevre arasındaki böy­
deflere ya da amaçlara ulaşmak için seçildiğine inanmak
le bir uygunluğun çevrenin değişmeden kalması şartına
şeklinde özetlenebilecek olan teleoloji tuzağına düşmek
bağlı olduğu akılda tutulmalıdır. Gerçekte, bütün türler
çok kolaydır. Ayrıca, her karakterin pozitif seçilimin sonu­
paralel evrimleşmekte olup çoğu uyum uygun olanı ge­
cu bir uyum olduğunu düşünmek de kolaydır. Şimdi bu
liştirmez, fakat sadece onun değişen ortama karşı sürdü­
yanlış anlamaların bazılarına göz atalım.
rülmesini sağlar. Daha da önemlisi, gelişim denen olgu,
Birincisi, evrimin bir yöne sahip olduğunu kabul et­
sadece üreme başarısı bağlamında tanımlanır ve uyum
mek için bir neden yoktur ve 'yüksek' organizmaların
gücünü etkilemediği sürece bireyin ömür uzunluğu ve
bazı yönlerden daha üstün olduklarını ima eden ilerletici
sağlığı gibi diğer boyutlar doğal seçilim tarafından gözar-
kavramı bizi, insanın evrimin zirve noktasını temsil ettiği­
dı edilir. Üreme uyum gücü ve sağlık arasındaki çekişme
ni savunan, antroposantrik görüşe geri götürür. Yaşayan
evrimsel tıpta anahtar bir kavramdır ve Bölüm 11 'in oda-
organizmalarda karmaşıklığın (bakterilerden memelilere
ğındadır.
doğru) artması yönündeki eğilimin kendisi ilerletici evrim
42 EVRİM TEORİSİ

Kutu 2 .4 Karmaşıklığın evrimi

Doğal seçilimin doğal bir yönü olmadığından evrim­ oluşana kadar biriken mikroevrimsel değişimlerden
sel süreçler de ilerletici değildir, ancak yine de evrim­ başka bir şey değildir. Bu değişimlerin farklı bir şey
sel süreçte daha karmaşık görünen organizmalar temsil ettiklerim düşünmek için bir neden yoktur.
ortaya çıkmıştır. Bu iki bakış açısını birbiri ile nasıl O halde karmaşık görünüm nasıl ortaya çıkar? En
bağdaştırabiliriz? basit açıklama, Stephen Jay Gould tarafından öneril­
İlk sorun karmaşıklığın tanımı ile ilgilidir: kar­ diği gibi, pasif olandır. Gould karmaşıklığın ortaya çık­
maşıklık daha fazla gene sahip olmak mı, çekirdeğin masını, kaldırımda yürüyen bir sarhoş adamın izlediği
gelişimi mi, çok hücrelilik mi veya daha karmaşık yola benzetmiştir. Buna göre sarhoşun bir tarafında
düzenleyici sistemleri mi ifade eder? Karmaşıklığı onun hareketini engelleyen bir duvar vardır, ancak
anlamanın bir başka yolu, John Maynar Smith ve sarhoş, kaldırım boyunca öne arkaya ya da yola doğ­
Eors Szathmary’nin 1995 yılında yayınladıkları Ev­ ru yalpalayabilir. Evrimsel alan, her zaman için daha
rimdeki Ana Değişmeler adlı kitaplarında yaptıkları fazla karmaşıklığın ortaya çıkmasına açıktır. Aynı şe­
gibi, evrimde ‘dönüm noktası’ teşkil eden kilit olayla­ kilde, organizmalar daha az karmaşık hale gelebilir;
rın olup olmadığına bakmaktır. Antroposantrik ba­ örneğin tıpkı nötral sürüklenme nedeniyle primatla­
kış açısından bu dönüm noktaları arasında, replike rın C vitamini yapma yeteneklerini kaybetmeleri gibi,
olabilen bir molekül olarak RNA’nın gelişimini, gen bazı parazitler de kendi konaklarından hazır olarak al­
olarak DNA’nın gelişimini, enzim olarak proteinlerin dıkları için bazı şeyleri sentezleme yeteneklerini kay­
gelişimini, ökaryotlarm gelişimini (mitokondriye sa­ betmişlerdir. Türlerin büyük çoğunluğu her zaman
hip olan çekirdekli hücrelerin prokaryotlardan mey­ prokaryotik organizmalar olmuşlardır ve bu durum
dana gelmesini), çok hücreliliğin gelişimini ve doku hala sürmektedir. Karmaşıklık teorisi, kaynakların
farklılaşmasını, modüleritenin (segmentasyonun) sınırlı olması ve çevre hakkında bilgi toplama kapasi­
gelişimini, eşeyli üremenin evrimini ve üreme hücre­ tesinin varlığında, aşırı şekilde kendisini kopyalama
lerinin vücut hücrelerinden ayrılmasını, çok hücreli kapasitesinin (doğal seçilimin simülasyonu olarak)
organizmaların gelişimini, sosyal organizmaların genomik karmaşıklığın artmasına neden olacağını
gelişimini, alet, dil ve kültür kullanımının gelişimi­ gösterir. Bilgisayar modelleri, karmaşık sistemlerden
ni bu kilit olaylar arasında sayabiliriz. Bunların her kendi kendine organizasyon gelişebileceğini ve modü­
birinde bir cephenin açılmasının ardından olasılıklar ler yapıların evriminin de duplikasyonlar yoluyla daha
da değişmiştir. fazla karmaşıklığın ortaya çıkmasına izin vereceğini
Önemli olarak, mikroevrim ve makroevrim, evri­ düşündürmektedir. Sonuçta, bu duplikasyon göreceli
min birbirinden farklı şekilleri değildir; aksine makro­ olarak küçük bir genomdan daha büyük karmaşıklığın
evrim, populasyonlar arasında etkili üreme izolasyonu meydana gelmesini sağlar (Bölüm 3’e bakınız).

2.4.2 Seçilim rastgele değildir! fenotip ile seçici çevre arasındaki zaman içinde giderek
daha iyi hale getirilen bir uyum vardır. Avantaj sağlayıcı
Evrimsel süreçler hakkında en sık ifade edilen hatalı gö­
ek mutasyonlar sadece daha önce evrimleşmiş olanlar
rüşlerden biri, evrimsel süreçlerin tamamen rastgele
üzerine inşa edilebilir. Örneğin daha erken döneme ait
olduğudur. Her ne kadar yukarıdaki tartışma evrimsel
omurgalıların yüzgeçleri karasal memelilerin dört ekstre-
süreçlerin bir yöne sahip olmadığını vurgulasa da, bu ola­
mitesi halini almıştır ve tüm omurgalılar dorsalde bir nö-
sılıklar üzerinde bir sınırlamanın olmadığı anlamına gel­
ral tüp, onun ventralinde ise bir bağırsak olacak şekilde,
mez. Mutasyon ve rekombinasyon olayları rastgele olsa
aynı temel vücut tasarımını kazanmışlardır.
da seçilim rastgele değildir. Seçilim, ancak uyum gücü
Görünüşte tüm karakterler çok sayıdaki mutasyon
yönünden bir avantaj olduğu durumda işler. Böylece
ve seçilim olaylarının eklemeli etkilerinin sonucudur ve
TARTIŞMALI KONULAR VE UYUMCU GÖRÜŞÜN SINIRLILIĞI 43

dolayısıyla evrimsel süreçte her zaman bir olasılık vardır. sorgulayan nötral teorinin yıllar önce ifade edilmiş şek­
Daralan evrim benzer çevrelere yanıt olarak birbirinden lidir. Kimura, DNA ve amino asit dizisi düzeyinde bireyler
bağımsız şekilde evrimleşen ve aynı işlevi yerine getiren arasında gözlenen varyasyonların çoğundan mutasyonlar
benzer fenotiplerin ortaya çıktığı süreçtir. Sıklıkla dile ve rastgele sürüklenmenin sorumlu olduğunu iddia etmiş­
getirilen örnekler kuşların, yarasaların ve böceklerin ka­ tir. DNA dizisindeki mutasyonların pek çoğu (uyum gücü
natları ve omurgalılarla kafadan bacaklıların benzer göz­ üzerinde etkisiz veya ne yararlı, ne zararlı olduğunu ifade
leridir; bu organlar aynı işlevleri yerine getirirler, ancak bu etmek üzere) nötral olarak değerlendirilir, çünkü işlevsel
yapılar herbir grupta birbirinden oldukça farklıdırlar ve (yani protein kodlayan veya düzenleyici) bir bölgede mey­
farklı gelişimsel yolları izleyerek ortaya çıkmışlardır. Dara­ dana gelmediklerinden, genetik kodun dejenerasyonu
lan evrimle ilgili biyolojik gözlem, genellikle ortak atadan nedeniyle (20 amino asitin çoğunun olası 64 kodonun
türemeyle evrim görüşüyle uyumlu, 'tasarımcı' görüşle birden fazlası tarafından kodlanması), ya da mutasyona
ise uyumsuz olarak kabul edilir; akılcı bir tasarımcı neden uğramış kodon tarafından belirlenen amino asitin, orijinal
aynı işlevsel sonuç için farklı kalıplar kullansın? kodon tarafından kodlanan amino asit ile aynı olması (yani
İnsan populasyonunda daralan evrimle ilgili olarak, 'sinonim'mutasyon) nedeniyle kodlanan proteinin işlevin­
bazıları Bölüm 3'te detaylı olarak açıklanan birkaç örnek de bir değişim olmayacaktır. Kimura, seçilimin olmadığı
vardır. Ekvator bölgesinden uzaklara göç eden insan po- durumda, bir populasyondaki nötral bir alelin frekansının
pulasyonlarında ortaya çıkan ve olasılıkla azalan güneş nesiller boyunca %0'a düşene kadar (yani populasyondan
ışığına karşı bir uyum olan açık deri rengi, AvrupalIlar ve yok olana kadar) ya da %100 olana kadar (yani populas-
Doğu AsyalIlarda farklı biyokimyasal mekanizmalar sonu­ yonda sabit hale gelene kadar) şansa bağlı olarak (yani
cu ortaya çıkmış görünmektedir. Erişkinlerin sütten ke­ bireyler arasında rastgele meydana gelen ölümler nede­
silme yaşından sonra da süt tüketmelerine izin veren ve niyle) sürükleneceğini gösterdi. Populasyon ne kadar kü­
hayvancılık kültürüne uyum olarak ortaya çıkan, erişkin­ çükse alelin yok olması veya sabit hale gelmesi için gerekli
likte laktoz sürekliliği, tarihlerinde süt veren geviş getiren nesil sayısı da o kadar az olacaktır. Örneğin bazı bireylerin
hayvanların (inek, keçi, koyun ve deve) evcilleştirilmesi yer göçü nedeniyle orijinal populasyonun bölünmesiyle iki alt
alan AvrupalI, Doğu Afrikalı ve Ortadoğulu populasyon- populasyon ortaya çıkarsa, sürüklenmenin rastgele olma­
larda görülür ve her populasyonun kendine özgü, atasal sı nedeniyle, bir alelin bir populasyondan kaybolması ve
kaynakları farklı alelleri vardır. And ve Tibet bölgelerindeki diğerinde sabit hale gelmesi olasıdır. Bu durumda, hiçbir
populasyonlarda yapılan fizyolojik ve genetik çalışmalar, seçilim şekli işe karışmadığı halde iki populasyon farkı ge-
bu iki grubun 4000 metrenin üzerindeki yüksekliklerde notiplere sahip hale gelebilir.
dokularına oksijen taşıma problemini çözmek için farklı Nötral teoriden doğan, uygulamaya yönelik üç önemli
çözümler geliştirdiklerini göstermektedir. And populas- sonuç vardır. Birincisi, eğer moleküler varyasyon (mutas­
yonlarındaki çözüm, yüksek hemoglobin seviyesi ve buna yon) sabit bir hızda meydana geliyor ve seçilime uğramı­
bağlı olarak da yüksek arteryal oksijen içeriği iken, Tibet yorsa, bu durumda, iki tür arasındaki DNA dizi farklılığı, iki
populasyonlarındaki çözüm özellikle pulmoner damarlar­ türün ayrılma zamanları ile ilgili olarak bir moleküler saat
da, vazodilatör nitrik oksitin yüksek miktardaki endotelial gibi davranacaktır: bu saat modern filogenetik analizler­
sentezi sonucu ortaya çıkan yüksek kan akımı ve ayrıca de yaygın olarak kullanılmaktadır. İkincisi, sadece birkaç
kaslardaki yüksek kapiller yoğunluğudur. bireyden meydana gelen bir alt populasyon oluşumu söz
konusu olduğunda (bir populasyon darboğazı), rastge­
le sürüklenme alt populasyonun daha sonraki genotipi-
2.4.3 Tek evrimsel mekanizma seçilim midir?
nin önemli belirleyicisi olup, alt populasyonun genotip
Türlerin Kökeni adlı kitabında Darwin şöyle yazmıştı:'Yararlı yönünden ana populasyondan hızlı bir şekilde farklılaş­
ve zararlı olmayan varyasyonlar doğal seçilimden etkilen­ masına neden olur (kurucu etkisi). Evrimsel dar boğaz
mezler ve bunlar dalgalanan bir element olarak kalırlar...' ve kurucu etkisi Bölüm 3'te detaylı olarak tartışılmaktadır.
Darwin'in bu yorumu, daha sonra Kimura tarafından orta­ Üçüncüsü, çoğu çevrede nötral olan bir mutasyon diğer
ya atılan, evrimde ana güç olarak doğal seçilimin rolünü bir çevrede avantajlı ya da dezavantajlı hale gelebilir.
44 EVRİM TEORİSİ

Nötral mutasyonlar bir karakter için pozitif seçilimin bitişik kemer ve bunların destek sağladığı tavan arasında
olmadığı durumda, bir soy hattının geçmişte yaşamış üye­ kalan ve yaklaşık olarak bir üçgen olan alanı tanımlayan
lerinde bulunan bir özelliğin neden daha sonra köreldiğini/ mimari terimi uyarlayarak, başka uyumların yan ürünü ola­
indirgendiğini açıklar. Örneğin, koksiks kemiği kuyruğun rak meydana gelen karakterleri ifade etmek için 'spandrel'
atasal kalıntısıdır. Kuyruk, iki ayak üzerine hareketin bazı terimini kullanmışlardır. Buna biyolojik bir örnek vermek
özelliklerine engel teşkil ettiği için pozitif seçilim tarafından gerekirse; kan, kırmızı renk kanamayı belirtmek üzere teh­
mı, yoksa atasal türümüz ağaçtan indikten sonra bir avan­ like işareti olduğu için kırmızı olarak evrimleşmemiştir: ka­
taj sağlamadığından, basitçe nötral seçilim tarafından mı nın kırmızılığı oksijen taşıyan protein olan hemoglobinin
ortadan kaldırıldı? İnsanlar taze meyve ve sebzeye ulaşma spektroskopik özelliklerinden kaynaklanır ve bizim kanı
olanağından yoksun bir şekilde deniz seferlerine başlama­ 'kırmızı olarak görme'davranışımız bir spandreldir.
dan önce, C vitamini yapma yeteneği kaybı gizli kalmış ve Gould, orijinalinde farklı bir işlev için uyum olarak or­
bu eksiklik çok da önemli olmamıştır: atasal türümüzün taya çıkan, fakat şu anda farklı bir işlevi yerine getiren bir
besinsel çevresinde C vitamini her yerde bulunmaktaydı, karakteri ifade etmek için eksaptasyon terimini de orta­
dolayısıyla C vitamini sentez yeteneği sağlamaya yönelik ya atmıştır. Kuşların, olasılıkla sürüngen atalarında yalıtım
bir seçilim yoktu ve sentez için kritik olan enzimini veren işlevi görmek için evrimleşen, fakat daha sonra uçmaya
gendeki nötral mutasyonlar, C vitamininin endojen sentezi yardımcı olmak üzere işlev kazanan telekleri eksaptasyo-
olanaksız hale gelene kadar birikebildi (Kutu. 6.3'e bakınız). na bir örnektir. Aynı atasal genden, duplikasyon sonucu
meydana gelen ve farklı işlevleri yürütecek şekilde ev­
rimleşen çok sayıda geni içeren geniş gen aileleri mole-
2.4.4 Bir organizmanın her özelliği
küler düzeydeki eksaptasyonlar olarak değerlendirilebilir:
bir uyum mudur? steroid hormon reseptörleri buna bir örnektir (Bölüm 9'a
Bu bölümde, evrimin doğal seçilim yoluyla değişken feno- bakınız). Bu tartışmalardan çıkan anahtar mesaj, bir ka­
tip üzerinde nasıl işlediğini tanımladık ve bunun sonucun­ rakterin şu anki şekli ve işlevi değerlendirilirken sadece
da üreme başarısında göreceli bir artışın ortaya çıktığını söz konusu özelliğin şimdiki uyumsal önemine bakmak
gördük. Geriye dönük analizlerde sınırlamaların olması, yerine, bu özelliği taşıyan organizmanın evrimsel tarihi­
herhangi bir fenotip özelliğinin hangi ölçüde doğal seçili­ nin tamamının göz önüne alınmasının gerektiğidir.
min sonucu olduğu, hangi ölçüde ise sürüklenme, sınırlan­ Bir özelliğin kökeni hakkında tahminlerde bulunmak
ma, fenotipik plastisite gibi başka süreçlerin sonucu oldu­ kolaydır, ancak özelliğin uyumsal olduğu iddiası kanıtlar­
ğu konusunda tartışmalar olması gerektiği anlamına gelir. la iyi bir şekilde desteklenmelidir ve alternatifleri incelen­
Uyumsal avantajına bakılarak bir karakter için rol biç­ medir; ancak bu her zaman kolay değildir. Bir uyum ile
meyi ifade eden uyumculuk (adaptasyonizm) üzerine tar­ ilgili ana ölçüt, o uyumun kendisini taşıyan bir organiz­
tışmalar, insan davranışının hemen hemen her unsuru için manın uyum gücünü artırdığının gösterilmesidir. Uygu­
uyumsal açıklamalar bulmaya çalışan sosyobiyoloji eğili­ lamada, karmaşık ve yavaş üreyen organizmalarda (özel­
mine eleştiri olarak ortaya çıkmış (Bölüm 3'e bakınız) ve bir likle insanda) üreme başarısının tam olarak ölçülmesi
mimari anolojiden (Venedik'teki St Mark's Katedralindeki güçtür, bu durumda başka ölçütler kullanılmalıdır. Ayrıca,
kemerlerin dekorasyonu) yararlanan ünlü bir makale ile uyum gücü üzerine sadece doğrudan etkilerin değil, aynı
doruğa ulaşmıştır; şu anda yararlı bir amaca hizmet eden zamanda dolaylı etkilerin de göz önüne alınması gerekir
özellikler bu amaca yönelik olarak değil (örnekteki kated­ (aşağıya bakınız). Bir özelliğin uyumsal bir süreçle ilgili
ralin kemerlerin üzerine resim yapılmak üzere tasarlan­ olduğu sonucunu çıkarmak için uyum gücü hakkında do­
mamış olması gibi), bir başka fonksiyonu yerine getirmek laylı olarak fikir verebilecek, büyüme veya hayatta kalma
üzere tasarlanmış olabilir (örnekte tavanı kemerlerle des­ gibi göstergeler veya tasarım kriterleri olarak adlandırıla­
teklemek üzere). Söz konusu makale ayrıca, Voltaire'nin Dr. bilecek kriterler kullanılabilir: bu varsayılan uyumun tü­
Pangloss'una ait'olası dünyalar içindeki en iyisinde herşey rün filogenetik sürecindeki seçilim baskısına yanıt olarak
en iyi içindir'görüşünden hareketle yaptığı biyolojik ben­ ortaya çıkmasının biyolojik olasılığına bakmaktır. Elbette
zetmede burnun gözlükleri destekleme fonksiyonunu ye­ ki bu aldatıcı olabilir: eğer karakter aktif bir şekilde lehte
rine getirebildiği halde, aslında solunumu optimize etmek seçilime uğramışsa, onun nasıl bir özellik olabileceğini
üzere evrimleştiğine işaret etmiştir. Gould and Levvontin iki hayal etmek, çok kolay bir şekilde teleolojik hal alabilir.
TARTIŞMALI KONULAR VE UYUMCU GÖRÜŞÜN SINIRLILIĞI 45

Kanıt olmaksızın yapılan bu tür spekülasyonlar, İngiliz ya­ layısıyla filogenide dallanma noktalarının meydana gel­
zar Rudyard Kipling tarafından yazılan ve Leopar Benekle­ mesine neden olan türleşmedir. Sonuçta ortaya çıkan iki
rini Nasıl Edindi? sorusuna verilen fantezi yanıtta olduğu soy hattının ayrılması ve dallanması bugün gözleyebildiği­
gibi, bir şeyin neden öyle olduğunu hayali bir yolla açık­ miz taksonomik çeşitliliğe, yani çok sayıdaki değişik hay­
lamaya çalışan çocuk masallarından esinlenerek'Uyduruk van, bitki ve mikrobiyal türlerin varlığına neden olmuştur.
Hikayeler'olarak adlandırılır. Türleşmeyi ele almadan önce, bir türün ne olduğu hak­
Moleküler biyolojinin gücü hem aynı tür içindeki hem kında açık bir fikre sahip olmamız gerekir. Günlük yaşan­
de diğer türlere ait organizmalar arasındaki akrabalıkların tımızda karşılaştığımız insanlar, kediler, örümcekler, çam
anlaşılması ve böylece işe karışan olası evrimsel süreçlerin ağaçlarının ayrı türler olduğu açıktır. Ancak, farklı kedi
neler olduğunun saptanması için analitik bir yaklaşım sağ­ f/pleri için ne dersiniz? Sokak kedileri ve saf kan siyam
lar. Ancak, bu kitabın büyük bölümü ile ilgili olarak akıldan kedileri farklı birer tür müdür? Bir türün içerisinde birey­
çıkarılmaması gereken şey, ortaya konulan uyumsal bir se­ ler arasında bu denli bariz varyasyonların olduğu düşü­
naryonun zorlayıcı değilse bile olası olabileceğidir, çünkü nülürse, bir tür ve onunla yakın akraba türler arasındaki
kanıtlar hemen her zaman çıkarsanabilirdir. Bu nedenle çizgiyi nereye çizeceğiz? Aslında biyologların, genellikle
insan biyolojisinde uyumsal özellikler ile ilgili ortaya ko­ türü tanımlayanın anlayışına, yani evrim biyoloğu mu,
nan iddiaların, her zaman için bir dereceye kadar hipotetik taksonomist mi, moleküler genetikçi mi ya da botanikçi
oldukları göz ardı edilmemelidir. Örneğin, her ne kadar iki mi olduğuna göre değişen, farklı tür tanımları vardır. Her
ayak üzerine hareket hominin kladına ait olarak tanımlan­ ne kadar büyük oranda filogeni tabanlı başka tür tanım­
mış en erken karakter olarak değerlendirilse de, Bölüm 6'da larının olduğunu ve eşeysiz olarak üreyen türlere (birçok
tartışılacağı gibi bu karakterin ortaya çıkışı ile ilgili uyumsal bakteri, birçok bitki ve birkaç omurgalı gibi) uygulamanın
açıklamalar hala spekülatiftir; mantıklı ama aynı derecede
zor olduğunu bilsek bile, biz, yirminci yüzyılın ortalarında
spekülatif pek çok iddia ortaya atılmıştır. Dolayısıyla iki
Ernst Mayr tarafından ortaya atılan ve aktif bir şekilde ya
ayak üzerinde hareketin bir şekilde ağaçta yaşamadan açık
da potansiyel olarak kendi aralarında üreyebilen ve diğer
alanda yaşamaya geçişte bir avantaj sağladığı konusunda
gruplardan üreme bakımından izole olmuş bir grup olarak
bir fikir birliği olsa da, tam olarak ne şekilde avantaj sağla­
özetlenebilecek biyolojik tür tanımını kullanacağız.Türün
dığı hala tartışmalıdır.
tanımlanmasındaki bu zorluklar, makroevrim ve mikroev-
Dolayısıyla bu kitapta bir özelliğin ortaya çıkışı ile ilgili
rim süreçlerinin aynı genel esaslar tarafından desteklenen
olarak uyumsal bir argüman öne sürüldüğünde unutul­
bir devamlılığın parçaları olduğunun altını çizer.
maması gereken şey; her ne kadar belli bir argüman, ev­
Bu nedenle üreme izolasyonu, iki türe ayırmadaki
rim biyologlarının çoğunun ortak görüşünü yansıtsa da,
anahtar kriterdir ve bu kriter genellikle bizim günlük ha­
bu görüş genellikle ne ispatlanabilir ne de çürütülebilir­
yatta karşılaştığımız durumlarla bağdaşmaktadır; genel
dir. Mantıksal olarak uyumsal görünen bir karakterin bir
olarak farklı türler birbirleriyle çiftleşmezler ya da çiftleş-
spandrel veya eksaptasyon olabileceğini ya da seçilimle
seler bile, at ve eşeğin çiftleşmesi sonucu meydana gelen
değil rastgele sürüklenme ve nötral mutasyonlar sonucu
katır örneğinde olduğu gibi, hibritler çoğu zaman kısırdır.
ortaya çıkabileceğini her zaman hatırlamalıyız.
Ayrıca, biyolojik tür tanımının morfolojik benzerlik yö­
nünden hiçbir saptamada bulunmadığına da dikkat edi­
2.4.5 Türler nasıl evrimleşir? niz - farklı populasyonlar, bir populasyondaki bireyler ve
Bu kitap, esas olarak mikroevrimle, yani H. sop/ensln ortaya populasyonlar birbirinden farklı olsalar da, bu populas-
çıkışından bu yana meydana gelen genotipik ve fenotipik yonlara ait bireyler arasında verimli çiftleşmeler meydana
değişimler ile bu değişimlerin bizim sağlığımız ve hasta­ gelebildiği sürece tek bir tür olarak kabul edilirler. Sokak
lığımız açısından doğurduğu sonuçlarla ilgilidir. Ancak kedisi ve siyam kedisi çiftleşebilir ve her ne kadar bu du­
hominidlerin uyum sağladığı çevre, her zaman için birçok rum siyam kedisi sahibini üzse de, üreyebilirler, öyleyse
farklı türü de içermiş ve hala da içermektedir: yeryüzünde aynı türe aittirler. Büyük oranda değişkenlik gösteren in­
yaşamın başlangıcından beri bu türlerin nasıl farklılaştığını san populasyonları göz önüne alındığında, bu nokta özel­
belirleyen süreçler makroevrim olarak adlandırılır. Makro- likle önemlidir: bizim farklılıklarımıza rağmen Homo'nun
evrimin odak noktası, yeni türlerin ortaya çıkmasına ve do­ yaşayan sadece tek bir türü vardır.
46 EVRİM TEORİSİ

Türleşme nasıl meydana gelir? Kullandığımız biyolojik için de sınırlama yoksa özelleşmiş türlerle rekabet gücü dü-
tür kavramı iki türün ortaya çıkması için populasyonlar şük"genelci" populasyonlar yaratan bir uyum olabilir. Buna
arasında bir üreme bariyerinin meydana gelmesi gerek­ rağmen, farklılaşan populasyonlar arasındaki çiftleşmeden
tiğine vurgu yapar. Böyle bir bariyer en kolay hayal edile­ kaynaklanan gen akışı, gerekli farklılaşmayı azaltarak tür-
bilecek şekilde coğrafik olabilir; topoğrafik veya iklimsel leşmeye zıt bir işlev göreceğinden, simpatrik türleşmenin
değişimler nedeniyle oluşan büyük ölçüde, ya da yavaş varlığı birçok evrim biyoloğu tarafından sorgulanmıştır.
dağılım gösteren bir türün habitatındaki lokal değişiklik­ Karşıt görüş, eğer ortaya çıkan 'özelleşmiş populasyonlar'
ler nedeniyle ortaya çıkan küçük ölçekli fiziksel ayrımlar tercih ettikleri besin kaynağının üzerinde ya da etrafında
bunlara örnek oluşturur. Bu şekilde türleşme allo p atrik toplanma eğiliminde ise, bunun bu tür çiftleşmeleri azalta­
yani farklı yaşam alanlarına bağlı türleşme olarak adlandı­ cağı ve dolayısıyla simpatrik türleşmenin allopatrik türleş­
rılır. Deniz seviyesinin yükselmesiyle ortaya çıkan bir ada menin bir çeşidine indirgeneceği şeklindedir.
üzerinde kalarak diğerlerinden ayrılan tek bir populasyo- Mekanizma ne olursa olsun, türleşmenin kademeli
nu düşünün. Doğal seçilim faklı çevrelerde farklı uyumla­ bir süreç olduğu açıktır. Türleşme hızıyla ilgili tahminler
rı meydana getirdiği için, ya da populasyonlardan biri ilk türleşme için gerekli zaman (yani üreme izolasyonunun
kuruluş aşamasında birkaç bireyden meydana gelmiş ise, ortaya çıkması için gerekli olan süre) ve biyolojik türleş­
genetik sürüklenme nedeniyle ada ve anakara populas- me aralığı (yani türleşme olayları arasındaki ortalama
yonları zamanla birbirinden farklılaşacaktır. Sonunda bu süre) arasındaki ayrımı ortaya koyabilmektedir. İncelenen
farklılaşma öyle bir noktaya ulaşacaktır ki iki populasyonu organizmanın çeşidine bağlı olarak, türleşme için gerekli
ayıran fiziksel bariyer ortadan kaldırılsa bile populasyon­ zaman on binlerce yıldan birkaç milyon yıla kadar deği­
lar arası üreme meydana gelmeyebilir ve yeni bir tür orta­ şebilir; türleşme olayları arasındaki süre ise birkaç milyon
ya çıkmış olacaktır (Şekil 2.5). yıla kadar değişen süreleri içerir. Bu süreçler yavaş gibi
Evrim biyologları arasında, allopatrik türleşmenin bu görünse de, geçmiş 3,8 milyar yılda ortaya çıkan biyoçe-
günkü biyolojik çeşitliliğin büyük bir kısmının oluşumun­ şitliliği açıklamak için fazlasıyla yeterlidir (Şekil 2.1).
dan sorumlu olduğu konusunda geniş bir uzlaşma vardır. Biyoçeşitlilikten sorumlu ana süreç türleşmedir, çünkü
Tartışmalı olan esas konu, aralarında çiftleşmeyi önleyen türler arasında gen akışını engelleyen üreme izolasyonu
hiçbir coğrafik engel olmadan bir populasyonun İki popu- sayesinde bu türler değişik çevrelerde evrim leşti kçe, doğal
lasyona bölünmesini ifade eden sim patrik yani aynı yaşam seçilim tarafından meydana getirilen genotipik, fenotipik
alanında türleşmenin rolüdür. Simpatrik türleşmede itici ve morfolojik çeşitlilik korunur. Yukarıda bahsedilen tür­
güç, örneğin besin kaynağı tercihi yönünde, var olan iki leşme hızları evrimin yavaş, kademelilik ve devamlılık gös­
besin kaynağından birini kullandığında uyum gücü daha teren doğasına vurgu yapar; bu görüş kadem elilik olarak
yüksek olan 'özelleşmiş' populasyonlar veya besin kaynak­ adlandırılır. Ancak evrimin bu kadar yumuşak işlemediğini,
larının her ikisini de kullanabilen ancak daha düşük ortala­ yani türlerin uzun süre değişmeden kaldığını, fakat daha
ma uyum gücüne sahip, dolayısıyla her iki besin kaynağı sonra ortaya çıkan büyük değişmelerle yeni türlerin mey-

Ş ekil. 2 .5 Allopatrik türleşme modeli. Coğrafik izolasyona bağlı olarak atasal türün ikiye parçalanması, üreme izolasyonu
ve türleşmeye neden olur. Daha sonra coğrafik bariyerin ortadan kalkmasının ardından iki populasyon birbiri ile karışırsa
populasyonlar arasında çiftleşme meydana gelmez.
TARTIŞMALI KONULAR VE UYUMCU GÖRÜŞÜN SINIRLILIĞI 47

dana geldiğini savunan görüşler de vardır. Bu hipotetik sü­ baskılar altında bulunan bir populasyonda saklı varyas­
reç (Latincede sıçrama, zıplama anlamına gelen kelimeden yonların ortaya çıkacağını, uyum yönünden ana eğilim­
türetilmiştir "saltatory" karşılığı olarak) sıçramalı evrim ya lerin ne olacağının da, bu tür türleşme olayları sırasında
da makromutasyonizm olarak ifade edilir ve bu görüş hem meydana gelen benzer, fakat aynı olmayan türlerin orta­
fosil türlerde hem de hala var olan türlerde sıklıkla türler ya çıkmasına ya da ortadan kalkmasına bağlı olduğunu
arası formların olmayışına dayanırlar. Sıçramalı evrim görü­ savunur. Her ne kadar öngördüğü temel varyasyon ve se­
şü, büyük bir olasılıkla embrlyonal gelişimin ilk dönemle­ çilim mekanizmalarının Darwin'in teorisi ile çatışmadığı
rindeki gelişimde karışıklığa neden olan, kapsamlı etkilere anlaşıldığı için, ortaya atıldığı 1972 yılındaki kadar olmasa
sahip tek bir mutasyonun, yani bir makromutasyonun, da, sonlu denge teorisi hala tartışmalıdır.
yeni bir türün meydana gelmesini sağlayacak büyüklük­
te fenotipik değişmelere neden olacağını kabul eder. Her
2.4.6 Evrim ne kadar hızlıdır?
ne kadar bu tür mutasyonların çoğunun yüksek derecede
zararlı ve meydana gelen fenotipin de yaşayamaz olması Biz evrimin yavaş bir süreç olduğunu düşünmeye alışığız:
beklense de, nadir de olsa yeni bir fenotip sadece yaşa­ yani tıpkı Türlerin Kökeni'nde tanımlandığı gibi, 'küçük ama
makla kalmaz aynı zamanda kendisine yeni bir tür denme­ faydalı çok sayıdaki varyasyonun yavaş ve kademeli biriki­
sini sağlayacak bir dizi özellik sayesinde hali hazırdaki fe- midir'. Gerçekten de çok hücreli organizmalarda türleşme,
notiplere nazaran bir 'gelişmişliği'temsil edebilir. Kademeli yukarıda tartışıldığı gibi, laboratuvarda ya da doğada veya
evrimin 1930'lı yıllardaki ilk savunucularından olan Richard aslında bir araştırıcının yaşam süresinde çalışılmak için çok
Goldschmidt'in unutulmayan ifadesiyle, yeni fenotip'ümit yavaş bir süreçtir. Yine de yapay olarak değişime uğratılmış,
vaadeden bir ucube' olabilir. Transkripsiyon faktörleri için hızlı üreyen organizmalarda yeni bir türün ortaya çıkışı yö­
kodlama yapan ve temel vücut planlarının düzenlenme­ nündeki seyir gözlenebilir. Örneğin, yeni bitkisel konaklara
sinden sorumlu oldukları kabul edilen Hox genlerinin geçen böcek türlerinde, farklı besin tercihi ve indirgenmiş
1990'lı yıllarda keşfinin ardından, biyologlar bu genlerin populasyonlar arası üreme yeteneği ile karakterize edilen
sıçramalı evrimden sorumlu hedef genler olabileceklerini alt populasyonların ortaya çıkışı gözlenmiştir.
ileri sürmüşlerdir. Gerçekten de omurgasızlardaki Hox gen­ Yeni bir çevreye olan mikroevrimsel uyum daha hızlı ve
lerindeki mutasyonlar, vücut segment sayılarındaki değiş­ kolaylıkla gösterilebilen süreçtir. Buradaki hızlı uyumdan
meler ya da fazladan bir çift kanat gibi büyük fenotipik de­ kasıt, güçlü bir seçilim baskısı ya da diğer bir ifadeyle bir
ğişikliklerle sonuçlanabilir; belli Hox genlerinin düzeninde organizmanın uyum sağlamak zorunda olduğu çevredeki
ya da kopya sayısındaki farklılıklar, evrim sırasındaki ana önemli bir değişmedir. Bölüm 9, tek bir enfeksiyonun sey­
morfolojik değişimlerle ilişkili gibi görünmektedirler. Yine ri sırasında HIV ya da Salmonella’nın farklı tiplerinin hızlı
de, makro mutasyonların türleşme için sıklıkla oluşan bir bir şekilde ortaya çıkması ve bakterilerde antibiyotiğe
mekanizma olduğu hala sorgulanır durumdadır ve birçok karşı direncin evriminde olduğu gibi, viral ve bakteriyel
evrim biyoloğu ümit vaadeden'ucubelerin'evrimdeki rolü patojenlerin konak savunmalarından kaçmak için ge­
konusunda şüphecidirler. liştirdikleri evrimsel stratejileri tanımlamaktadır. Ancak,
Sıklıkla sıçramalı evrimle karıştırılan ve yeni-Darvvinci hızlı uyum omurgalı canlılarda da görülebilmektedir.
kademeli oluşum görüşüne de itirazlarda bulunan bir Örneğin bir yırtıcının olmadığı bir çevrede, parlak renkli
kavram, Gould ve Eldredge tarafından ortaya atılan sonlu olan küçük gökkuşağı balığının erkeği, akvaryuma yapay
denge teorisidir. Sıçramalı evrim görüşünün aksine, sonlu olarak yırtıcılar eklendiğinde birkaç nesil içinde mat ren­
denge teorisi, evrimin ana mekanizmasının küçük mu- ge doğru evrimleşir. Bunun aksine akvaryumdan avcılar
tasyonal değişimlerin düzenli olarak birikimi olduğunu uzaklaştırıldığında, eşeysel seçilimin bir sonucu olarak
kabul etmekle birlikte, bu moleküler değişimlerle ilişkili (görünüşte dişiler çiftleşmek için parlak renkli erkekle­
morfolojik değişimin genellikle bastırıldığını ve türlerin ri tercih etmektedirler) parlak renkli döller üretmek için
jeolojik zaman boyunca az değişikliğe uğradığını savu­ mat renkli erkekler tekrar evrimleşmektedirler. Diğer bir
nur. Dolayısıyla sonlu denge teorisi türleşmenin oldukça örnek, 1835 yılında Darwin'in, Beagle adlı gemiyle yaptığı
kısa bir sürede (kısa, bu bağlamda binlerce yılı ifade eder) seyahati sırasında topladığı örneklerden esinlenerek Dar­
meydana geleceğini ve türleşme sırasında bazı çevresel win ispinozları olarak adlandırılan ve Galapagos adaların­
48 EVRİM TEORİSİ

da yaşayan bir düzine kadar kuş türünden birisidir. Daha 2.5 Sonuç
yakın zamanlarda yürüttükleri araştırmalarda Rosemary
ve Peter Grant, tek bir nesil süresinde tür içi rekabet ve Evrimsel biyolojinin ana bileşenleri ile ilgili bu kısa özet,
çevresel değişime yanıt olarak gaga şeklinin önemli oran­ insan biyolojisini anlama yönünden en faydalı olan un­
da değiştiğini gözlemişlerdir. surlara odaklanmıştır. Evrim rastgele bir süreç olarak
Yaklaşık yirmi yıllık nesil verme süremiz ve düşük do­ görülemez. Doğal ve eşeysel seçilim bir populasyondaki
ğurganlık oranımız nedeniyle populasyonda yeni bir bireylerin değişken fenotipleri üzerinde işler. Eğer farklı
varyasyonun belirlenebilmesi için gereken süre çok daha oranda hayatta kalma ya da farklı üreme başarısı nede­
uzun olsa da, insanlarda da yeni koşullara uyum gözle­ niyle genetik varyantların gelecek nesillere aktarılmasın­
nebilir. Bölüm 3 ve 6'da, son elli bin yıl içinde yeryüzüne da farklılıklar varsa soy hattı evrimleşir. Doğası gereği, bir­
dağılan insanların yeni koşullara nasıl adapte olduklarını çok evrimsel değişimin tek bir nesil süresindeki etkisi çok
tartışmakta ve uyumlarla ilgili bu değişmelerin altını çizen siliktir ve değişimin doğası, genotip (bir mutasyon sadece
populasyon ve moleküler genetik verilerini sunmaktayız. daha önce var olan genetik yapıya etki edebilir), kalıcı bir
mutasyon olasılığını azaltan gen tamir mekanizmalarının
getirdiği kısıtlamalar (Bölüm 3' bakınız) ve değişik bütün­
2.4.7 Uyum gücünü azaltır görünen özellikleri nasıl
leştirici ve (örneğin büyük vücudun küçücük bacaklarca
açıklarız?
taşınamaması gibi) fiziksel kısıtlamalar tarafından sınır­
Organizmalar evrimleştikleri çevrede bile dezavantaj sağ­ landırılır. Birçok büyük çaplı mutasyon büyük olasılıkla
lar görünen özelliklere sahip olabilirler. Menopoz aslında zararlıdır ve gen yapısında avantaj sağlayıcı değişimler
insanlara has bir özelliktir: kadınlar genellikle ömürleri seyrektir.
sona ermeden onlarca yıl önce üremelerini durdururlar. Seçilim sadece var olan yapı üzerinde işleyebildiğin-
İlk bakışta bu durum uyum gücünü azaltıyor görülebilir. den ve aynı çevrede bulunan organizmalar arasındaki
Ancak insan yavaş olgunlaşan bir memeli olduğundan ve farklı hayatta kalma oranına bağlı olduğundan, bir soy
eskiden çocuk doğurma riskli bir süreç olduğundan, bir hattından gelen organizmalar kademeli olarak kendi
ananın doğrudan uyum gücü, onun en küçük çocuğunu çevrelerine daha uyumlu veya adapte hale gelirler. Bu
kendi kendine yetecek yaşa gelinceye kadar beslemeyi durum, çevre değişmeden kaldığında geçerlidir. Eğer
garanti altına alan bir ömür uzunluğuna sahip olması ile çevre değişirse, bu durumda genetik unsurlar tarafın­
artmış olabilir. Matematiksel modeller bu durumun me­ dan desteklenen bir başka fenotip daha avantajlı olabilir
nopozun ortaya çıkışını açıklamak için yeterli olabileceğini ve seçilir. Dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan insanlar,
göstermektedir. Birinci açıklamayı dışlamasa da alternatif Afrika'da geçmiş 150.000 yılda, diğer bölgelerde ise geç­
bir açıklama daha vardır. Buna göre bir kadın üremesini miş 60.000 yılda göç ettikleri çeşitli çevrelerde seçilmiş
sonlandırarak, kendileri de birer ana olacak kızlarını des­ karakterler yönünden farklılıklar gösterirler. Bölüm 6'da
tekleyebilir ve böylece kendi toplam uyum gücünü artıra­ insan çeşitliliği ve bu çeşitliliğe neden olacak şekilde işle­
bilir. Modelleme çalışmaları bu iki avantajın bileşiminin bir yen seçilim baskılarını tartışacağız.
uyum gücü avantajı sağladığını göstermektedir (Bölüm İnsanın evrimini daha detaylı incelemeden önce, son­
5'e bakınız). Yine, bu bölümün başında tavus kuşu kuyruğu raki iki bölümde öncelikle fenotipin nasıl ortaya çıktığına
gibi bireye yük getiren, aşırı özellikleri ortaya çıkarabilecek ilişkin daha eksiksiz bir model inşa edilecektir. Önce ev­
mekanizmanın eşeysel seçilim olduğunu tartışmıştık. rimin moleküler temeli, yani evrimsel baskılar ile ilişkili
Kitabın başka kısımlarında (Bölüm 8'e bakınız) insan olarak genomun nasıl değiştiği, daha sonra ise fenotipin
fenotipinin eşeysel seçilimden ne derece etkilenmiş oldu­ ortaya çıkmasında itici güç olan diğer ana süreçler, yani
ğunu tartışacağız. Vücut büyüklüğü veya sekonder eşey­ gelişimsel faktörler, özellikle de epigenetik süreçler üze­
sel karakterler yönünden erkek ve dişi arasındaki belirgin rinde duracağız.
farklılıkların ve insan vücut kıllarının dağılımındaki ilginç­ Herhangi bir bilim dalında olduğu gibi, evrimsel biyo­
liklerin eşeysel seçilim ile ilgili oldukları düşünülmektedir. lojide de fikirler devamlı olarak sorgulanmakta ve gelişti­
Daha tartışmalı bir konu olsa da, insan davranışının olu­ rilmekte, ve bu fikirleri sınayacak yeni deneyler tasarlan­
şumunda eşeysel seçilimin rolünü tartışacağız.
EK OKUMALAR 49

maktadır. Evrimi, bütün organizma düzeyindeki çalışma­ bir argüman geliştirme tuzağına düşmek çok kolaydır:
lara ek olarak moleküler düzeyde de inceleyebilme yete­ bir karakter, bir şekilde uyum gücü avantajı sağladığı
neğimiz onu anlamamızı büyük oranda hızlandırmıştır. Bir gösterilmediği sürece, kesinlikle uyumsal olarak tanım-
organizmanın herbir özelliğinin mutlaka uyumsal avantaj lanmamalıdır. Pratikte bu tür kanıtların bulunması sıklıkla
sağlayacak yönde evrimleşmesi gerekmediğini bilmek güçtür, varsayımlara gerek vardır, ama bunlar da dikkatli
de bir o kadar önemlidir. Herbir karakter için, uyumsal bir şekilde yapılmalıdır. Bu bölümde gösterilmeye çalışıl­
dığı gibi, doğası gereği, evrimsel teorinin bazı unsurları
deneysel olarak test edilebilir olmayabilir. Bu durum ev­
ANAHTAR N OKTALAR rimsel teoriye özgü olmayıp çoğu bilim dalı için ortak bir
durumdur. Tartışma alanları sıklıkla evrim biliminin inanç
• Evrim bilimi, günümüzdeki ve geçmişteki zengin
sistemlerini tehdit ettiği düşüncesinde olan kişilerce ken­
yaşam formu çeşitliliğinin nasıl ortaya çıktığını
açıklar. di çıkarlarına kullanılsa da, bildiklerimizin ışığında, umu­
yoruz ki okuyucularımız evrimsel ilkelerle ilgili bilgilerin
• Bireylere ait kalıtılabilir karakterlerdeki
sağlık ve hastalıkta insan biyolojisinin anlaşılmasına çok
varyasyonlar farklı üreme başarısına (uyum gücü)
yardımcı olduğunu şimdiden görmüşlerdir.
ve dolayısı ile daha sonraki nesillerde faydalı
varyasyonların (uyumlar) birikimine neden olur.
• Bir bireyin genotipindeki (mutasyon ve
rekombinasyonun neden olduğu) değişimler Ek okumalar
kalıtılabilir varyasyonların kaynağını oluşturur.
Seçilimin etki edebilmesi için, bu değişimlerin Adami, C , Ofria, C. and Collier, T.C. (2000) Evolution of bio­
fenotipte farklılıklar meydana getirmesi gerekir. logical complexity. Proceedings of the National Academy of
Sciences USA 97,4463-4468.
• Seçilim, hayatta kalmayı ve üremeyi etkileyen
Andersson, M.B. (1994) Sexual Selection. Princeton University
fenotipik özellikler üzerinde (doğal seçilim) ya da Press, Princeton, NJ.
bir eş bulma yeteneği üzerinde (eşeysel seçilim) Burt, A. and Trivers, R. (2006) Genes in Conflict: The Biology
işler. of Selfish Genetic Elements. Harvard University Press,
• Evrimsel tıbbın temel bir prensibi, seçilimin bir Cambridge, MA.
bireyin sağlığı ve ömür uzunluğunu değil, onun Darwin, C.R. (1839) The Voyage of the Beagle. Bartelby, New
üreme başarısını optimum hale getirme yönünde York.
işlediğidir. Darwin, C.R. (1859) On the Origin o f Species by Means of
Natural Selection, or the Preservation of Favoured Races in
• Rastgele genetik sürüklenme bir türün evrimini,
the Struggle for Life, 1st edn.John Murray, London.
özellikle de kurucu etkileri ve evrimsel dar
Darwin, C.R. (1871) The Descent of Man, and Selection in
boğazlar söz konusu olduğunda, etkileyebilir
Relation to Sex. John Murray, London.
• Evrim bir amaç ve bir yöne sahip değilse de, Dawkins, R. (1976) The Selfish Gene. Oxford University Press,
evrimsel olasılıklar üzerinde, bir soy hattının Oxford.
evrimsel tarihinden ve varyasyonlar üzerindeki Dawkins, R. (1982) The Extended Phenotype. Oxford University
kısıtlamalardan kaynaklananları da içerecek Press, Oxford.
şekilde, sınırlamalar vardır. Dawkins, R. (2004) The Ancestor's Tale A Pilgrimage To The
Dawn Of Life. Weidenfeld & Nicholson, London.
• Bir organizmanın tüm karakteristikleri için
Futuyma, DJ. (2005) Evolution. Sinauer Associates,
mutlaka bir uyumsal açıklama olması gerekmez.
Sunderland, MA.
• Pek çok uyumsal argüman, ne kadar mantıklı Gould, SJ. (1996) Full House. Harmony Books, New York.
olduğuna bakılmaksızın, kanıtlanmış olmaktan Maynard Smith, J. and Szathmâry, E. (1995) The Major
çok hipotetik olarak kalmalıdır. Evrimsel düşünce Transitions in Evolution. Oxford University Press, Oxford.
teleoloji tuzağından kaçınmalıdır. Odling-Smee, F.J., Laland, K.N., and Feldman, M.W. (2003)
Niche Construction: the Neglected Process in Evolution.
Princeton University Press, Princeton, NJ.
50 EVRİM TEORİSİ

Okasha, S. (2006) Evolution and the Levels o f Selection. Ruse, M. (2006) Darwinism and Its Discontents. Cambridge
Clarendon Press, Oxford. University Press, New York.
Pigliucci, M. and Kaplan, J. (2006) Making Sense o f Evolution: Templeton, A.R. (2006) Population Genetics and
the Conceptual Foundations o f Evolutionary Biology. Microevolutionary Theory. Wiley Liss, New York.
University of Chicago Press, Chicago, IL. Williams, G.C. (1996) Adaptation and Natural Selection, 2nd
Quammen, D. (2007) The Reluctant Mr. Darwin: an Intimate edn. Princeton University Press, Princeton, NJ.
Portrait o f Charles Darwin and the Making o f his Theory of
Evolution. WW Norton, New York.
BÖLÜM 3

Varyasyonun ve kalıtımın
moleküler temeli

3.1 Giriş homozigotlarda görülür veya onlarda en güçlü şekilde


eksprese edilir, fakat bu alel için heterozigot olanlar, taşı­
Her birey kendi kromozomlarındaki DNA'dan oluşan ken­ yıcı olmayanlara göre bazı seçici avantajlara sahip olurlar
dine özgü bir genom taşır. İnsanlar genetik olarak yakla­ ve bu durum populasyonda alelin sıklığının korunmasına
şık %99,5 oranında birbirlerine benzerler. Ortalama her neden olur (sıtmaya karşı heterozigot orak hücre alelinin
birkaç yüz baz çiftlik DNA'daki bir nükleotid farkına karşı­ koruyucu etkisi bir örnektir).
lık gelen %0,5'lik fark, insanların fenotipik farklılığının te­ Bu durum diyabet, kalp-damar hastalıkları, romatoid
melini oluşturur. Bunlar vücut şekli, deri ve saç rengi gibi artrit, birçok kanser çeşidi ve psikiyatrik hastalıklar gibi
dışsal farklılıklar olduğu gibi, çeşitli şekerleri sindirme ka­ yaygın hastalıklar için farklıdır. Burada, hastalığın fenoti-
pasitesi ve önemli olarak da hastalığa yatkınlık ve direnç pinden tek bir gen sorumlu değildir. Aksine, neden çok
gibi, ilk bakışta görünmeyen farklılıklar da olabilir. faktörlüdür ve çevresel ve gelişimsel faktörlerle birlikte,
Bazı kalıtsal hastalıklar, ilgili gen tarafından kodlanan genellikle her biri görece küçük riskler ekleyen, çok sayı­
proteinin yokluğu veya anormal ekspresyonu, ya da il­ da yatkınlık alelinin etkileşimini içerir. Yaygın hastalıklar
gili genin gerçekleştirdiği düzenleyici fonksiyonun kay­ için yatkınlık genlerinin tanımlanması zor bir iştir. Geniş
bolmasına neden olan, tek bir gendeki bozukluklardan hasta ve kontrol gruplarında dizi varyasyonunu tanımla­
kaynaklanmaktadır. Her ne kadar bu hastalıkların çoğu, yan, hızlı analiz yöntemlerinin gelişmesi ile son birkaç yıl­
ayrı ayrı nadir görülse de, günümüzde 2000 'den fazla da önemli sonuçlar elde edilmeye başlanmıştır. Bu yaygın
gendeki mutasyonun insanlarda hastalığa neden oldu­ hastalıklar göz önüne alındığında, dikkat edilecek başka
ğu bilinmektedir. Hayatta kalma ve/veya uyum gücüne bir komplikasyon kültürel ve davranışsal aktarımın etki­
etkileri güçlü olan bu alellerin, geçmişte neden seçilim sidir. örneğin, bir ailede obezitenin ebeveynlerden ço­
ile elenmedikleri açık bir sorudur. Aşağıda daha detaylı cuklara genetik görünümlü geçişi, yatkınlık alellerinden
tartışılacak nedenler şunlardır: (1) Bir gendeki mutasyon ziyade, sağlıksız beslenme örüntülerinin aktarılmasından
uyum gücü üzerinde yüksek derecede zararlı bir etkiye kaynaklanıyor olabilir.
sahip olsa bile, seçilimle elenmiş alellerin yerini alan yeni Her biri çevresel faktörlerce yönlendirilebilen küçük
mutasyonlar nedeniyle hastalığın prevalansı korunabilir etkilere sahip aleleri dikkate alan bu model, hastalık ol­
(hemofili bir örnektir). (2) Zararlı alelin etkileri üreme ya­ mayan birçok karaktere de uygulanabilir. Dolayısıyla,
şının sonrasına kadar açığa çıkmamış olabilir, dolayısıyla medyada sürekli yazılanların aksine, uzun boyluluk, zekâ,
seçilimin etkisini gösterme fırsatı olmadan ebeveyn aleli atletik yetenek veya yaratıcılık için keşfedilecek tek bir
bir çocuğa aktarabilir (Huntingtong hastalığı bir örnek­ gen yoktur ve bir bireyde böyle karakterleri yaratma ye­
tir). (3) Hastalığı tetikleyen alelin zararlı etkileri sadece teneği sadece bilim-kurgu olarak kalmaktadır.

51
52 VARYASYONUN VE KALITIMIN MOLEKÜLER TEMELİ

Bu bölümde, insan genetik varyasyonunun moleküler uzaklaştırılır. Tipik bir gen (Şekil 3.1) bir promotor (genin
temelini ve böylesi varyasyonların nasıl çalışılabileceğini ekspresyonunu başlatıp-durduran çeşitli transkripsiyon
ele alacağız. Sonra, insanların tüm gezegene yayılışı sı­ faktörlerinin bağlanmasından sorumlu kontrol bölgesi),
rasında yaşamış oldukları seçici baskıları tanımlamada, ve bunu izleyen 10-15 ekzon halinde düzenlenmiş, yak­
genomik bilginin nasıl işe yaradığını gözden geçireceğiz. laşık bin baz çifti (bir hücredeki protein molekülleri or­
Daha sonra, belirli bir örneği referans alarak bir populas- talama 300 amino asit uzunluktadır ve bunu kodlamak
yonda monogenik kalıtımlı bir hastalığın niçin uyumsal için 900 baz çiftine ihtiyaç duyulur) olmak üzere tamamı
evrimle elenemediğine bakacağız. Son olarak, çok faktör­ birkaç bin baz çiftlik DNA dizilerinden oluşur, intronların
lü yaygın hastalıklara odaklanacağız ve seçici baskıların sayısı ve büyüklükleri, benzer büyüklükteki proteinleri
modern bir çevrede zararlı olan alellerin birikimine nasıl kodlayan genler arasında bile oldukça değişkendir.
yol açabildiğini tanımlayarak bu hastalıkları evrimsel bir Yakın zamanda, insan genomunun bir kısmından
çerçeveye yerleştireceğiz. transkripsiyona uğramış RNA molekülleri üzerinde yapı­
lan çalışmalar sonucunda, transkribe olmayan uzun DNA
bölümleri arasına dağılmış, protein kodlayan bağımsız
3.2 İnsan genetik varyasyonunun adacıklar şeklindeki, geleneksel gen tanımı red edilmiştir.
moleküler temeli Birincisi, genler arası çöp-DNA dâhil, çalışılmış DNA'nın en
az %80'inin RNA'ya transkribe olabildiği ve bu transkript-
3.2.1 Gen nedir? lerin birçoğunun gen düzenlenmesinde işlev gördüğü
ortaya çıkmıştır. İkincisi, birçok gen daha önce bilinen yer­
İnsan diploid genomu erkeklerde 6.3 milyar ve kadınlarda
leşiminden onbinlerce baz çifti uzakta oluşmuş ekzonlara
6.4 milyar baz çifti içerir (farklılık Y ve X kromozomlarının
sahip olduklarından ve bazı mesajcı RNA'lar birden fazla
farklı uzunlukta olmalarından kaynaklanır). Bu baz çiftle­
gene ait ekzon tarafından kodlandığından, genler arası
rinin % 2 'den daha azı protein kodlayan dizilere, 2 0 .000 ­
sınırlar daha belirsiz hale gelmiştir. Üçüncüsü, birçok gen
22.000 kadar, şaşırtıcı derecede az sayıda gene karşılık
açık olarak daha önce başka genlere ait olduğu düşünü­
gelir. Genomun geriye kalan kısmı fonksiyonel RNA ve
len kontrol bölgelerini kullanır ve bu hücreye ve gelişime
düzenleyici elementlerle ilgili dizilerden ve büyük bir bö­
özgü bir biçimde gerçekleşiyor gibi görünmektedir. Bu
lümü de kodlanma yapmayan DNA'dan (toplam bazların
ileri derecedeki karmaşıklık sadece bir genin tanımlan­
%80-90'ı) oluşur. Gen için, tanımlayıcının biyolojik bakış
ması açısından değil, hastalık yapan mutasyonların hari-
açısına bağlı olarak, çok sayıda tanım vardır. Örneğin; seç­
talanması bakımından da geniş etkilere sahiptir.
kin evrim biyologu (evrimsel tıbbın kurucularından biri)
Buna ek olarak, mitokondri yaklaşık 17.000 baz çiftin­
George C. Williams geni, üzerinde doğal seçilimin işleye­
den oluşan ayrı, küçük bir genoma sahiptir ve bunun sa­
ceği bir ünite olarak görev yapmak üzere, potansiyel olarak
dece küçük bir kısmı kodlanma yapmayan DNA'ya aittir.
yeterli sayıda kuşağa aktarılan kromozomaI yapının her­
Bu genom 13 protein (tamamı mitokondriyal elektron
hangi bir parçası olarak tanımlar. İnsan Gen İsimlendirme
taşınmasında görevli) ve mitokondri DNA'sı tarafından
Rehberini (Guidelines for Human Gene Nomenclature)
kullanılan biraz farklı genetik kodun tercümesi için ge­
yazan genetikçiler geni, fenotipi/işlevi belirleyen bir DNA
rekli RNA'ları kodlar. (Bütün ökaryotlarda mitokondriyal
parçası olarak tanımladılar. Bir biyokimyacının gen tanı­
genom çekirdek genomundan ayrı olarak evrimleşmiştir.
mı, DNA'nın transkripsiyona uğrayabilen herhangi bir par­
Mitokondriyal genom üzerindeki seçici baskılar küçük
çası şeklindedir (son ürün bir protein ya da yeni bulgular
boyutlu olmasına ve dolayısıyla kodladığı translasyon
ışığında fonksiyonel bir RNA molekülü olabilir).
mekanizmasının, farklı kodon kullanımına yol açacak şe­
Moleküler biyologlar uzun zamandır ökaryotik gen­
kilde, verimli kullanıma yol açmıştır.) Altbölüm 3.3.1, sa­
lerin, amino asitleri kodlayan ekzonlar ve bunları ayıran
dece anadan kalıtlanan mitokondriyal DNA'nın benzersiz
ara DNA parçalarından, yani intronlardan oluştuğunu bil­
özelliklerini ve anasal atanın nasıl izlendiğini tanımlamak­
mektedirler. Transkripsiyondan sonra, intronlara karşılık
tadır (ayrıca Bölüm 6 'ya bakınız).
gelen RNA parçaları, geride ribozomlara bağlanıp proteini
kodlayacak olan mesajcı RNA'yı bırakmak üzere kesilerek
İNSAN GENETİK VARYASYONUNUN MOLEKÜLER TEMELİ 53

Arttırıcı
element P ro m o to r
—|Ekzon l|-------- 1 Ekzon 2~~]----------j Ekzon n — ~ Ekzon 4 I— DNA

Transkripsiyon

5'___ |---- 1 [---------- 1 i' | [--------------1_ 3 ' Birincil RNA


— transkripti

RNA işlenmesi (kırpılma)

5 — I l ~ 3' Mesajcı RNA

Translasyon

N-ucu I I C-ucu Protein

Şekil 3.1 Genomik yapı, transkripsiyon, RNA işlenmesi ve proteine translasyonunun klasik modelini gösteren tipik gen.

3.2.2 Genomdaki dizi varyasyonunun bir nedeni • Tek nükleotid polimorfizmleri (Single Nucleotid Poly­
olarak mutasyon morphism ya da SNP'ler),
Mutasyon, genomdaki çeşitliliğin esas nedenidir. Mutas­ • Bir veya daha fazla (tipik olarak üçe kadar) nükleotidin
yon kavramı ölçek, sebep ve fenotipik etki bakımından insersiyonu (eklenmesi) veya delesyonu (elenmesi)
değişken ve geniş bir dizi olguyu kapsar. Tümü olmasa (indeller),
da birçok mutasyon, oluştuklarında fenotip üzerinde • Değişken sayılarda ardışık tekrarlar (Variable Number
kolayca tanımlanabilir bir etkiye sahip olmadıklarından of Tandem Repearts ya da VNTRTar): ardı ardına (bir­
nötürdürler. Bazıları az veya çok zararlıdır ve bu tür mu- birine eklenecek şekilde) düzenli tekrarlanan dizilerin
tasyonların doğal seçilim ile elenmelerini bekleriz. Diğer sayısındaki farklılıklar,
bazıları bulunduğu çevrede organizmanın uyum gücünü • Hareketli elementlerin varlığı veya yokluğu,
arttırma anlamında yararlıdırlar ve böylesi mutasyonların • Segmental duplikasyonlar (kısmi ikiye katlanmalar) ve
populasyonda yayılmasını bekleriz; böyle beklentilerin kopya sayısı varyantları (Copy-Number Variant ya da
neden yanlış olabileceği Alt bölüm 3.5'de tartışılacaktır. CNVTeri) içeren yapısal polimorfizm.
Mutasyonlar sadece gametleri oluşturan hücre hattın­ Şekil 3.2'deki örnekler, dizi varyasyonunun nasıl fenotipte
da (germ line) oluştuklarında evrimsel değişim açısından biyolojik olarak anlamlı varyasyona yol açabileceğini gös­
bir anlam taşırlar. Vücudun somatik hücrelerindeki mu­ termektedir.
tasyonlar sadece bireyde kanser gibi hastalıklara neden
olabilir, fakat o bireyin çocuklarına aktarılamazlar.
Dizi varyasyonunun birçok genel sınıfı ayırt edilebilir 3.2.3 SNP'ler
ve bunlar bireyler arasındaki dizi çeşitliliğinin yaklaşık Bir SNP, DNA'da belli bir pozisyondaki bir nükleotidin başka
%0,5'ine karşılık gelir: bir nükleotid ile değişimidir. İnsan genomu her birkaç yüz
54 VARYASYONUN VE KALITIMIN MOLEKÜLER TEMELİ

(a)

4­ 8 o
8 °
3 8 e g
□ e

0 2 4 6 8 10 12 14 16 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15
Amilaz diploid gen kopya sayısı Amilaz diploid gen kopya sayısı

Şekil 3.2 Genetik varyasyon, insanın biyolojik fenotipinde varyasyona yol açar, (a) Laktaz geninin başlama bölgesinden 13910
baz çifti sonraki kısmında yer alan tek nükleotid polimorfizmi T aleli, laktaz sürekliliği (LP) ile tam bir korelasyon gösterir.
Homozigot C aleli sürekli olmayan laktaza (LNP) işaret eder. Çoğu Finli 331 bireye ait veriler (Enattah, N.S. ve ark. (2002) Nature
Genetics 30,233-237). (b) Amilaz geni AMY1 'in kopya sayısı varyasyonu tükrük amilaz içeriğini belirler (solda) ve populasyonun
nişasta tüketimi hikayesi ile paralellik gösterir (sağda) (Perry, G.H. vd. (2007) Nature Genetics 39,1256-1260'dan yazılı izin ile
alınmıştır).

nükleotid başına bir SNP içerir ve yapılan son tahminler protein ürününün amino asit dizisini (genetik kodun çakı-
İnsan populasyonunda 1 0 -1 2 milyon kadar (ortalama alel şıklığı, yani birden fazla kodun aynı amino asidi şifrelemesi
frekansı %1'den fazla olan) yaygın görülen SNP olduğunu nedeniyle) değiştirmezler, oysa sinonim olmayan SNP'ler
öngörmektedir. SNP'ler hem protein kodlayan hem de kod­ (bir amino asit başka bir amino asit ile yer değiştirdiği ya da
lamayan dizilerde oluşur: ancak kodlama yapan dizilerdeki proteinin kısa olmasına neden olan erken bir"dur"kodonu
SNP'ler seçilime uğrayacak fenotipik etkiler gösterecekle­ ortaya çıktığı için; Şekil 3.3) protein ürününün bütünlüğü­
rinden, bu dizilerde daha az varyasyon gözlenir. Kodlama nü etkilerler. Kodlama yapmayan, ancak düzenleyici etkile­
yapan bölgelerde oluşan SNP'ler sinonim ve sinonim ol­ re sahip olan bölgelerdeki SNP'ler de önemli fenotipik var­
mayan polimorfizmler olarak ikiye ayrılır. Sinonim SNP'ler yasyonlara neden olabilirler. Örnek olarak, laktaz geninin
İNSAN GENETİK VARYASYONUNUN MOLEKÜLER TEMELİ 55

DNA dizisi...

Amino asit dizisi...

Sinonim olmayan

Sinonim

Şekil 3.3 Protein kodlayan bir bölgede


SNP'lerin etkileri. Sinonim mutasyonlar
protein dizisini değiştirmezler ve
suskundurlar. Sinonim olmayan mutasyonlar
amino asit dizisini değiştirebilirler veya dur
Erken kodonunun girişiyle protein dizisinin erken
sonlanma sonlanmasına neden olabilirler.

kendisinden 14.000 baz çifti önce yer alan bir düzenleyici Etkili mutasyon oranı (nesil başına eşey hücrelerinde
bölgedeki, birbirine komşu bir kaç SNP laktaz sürekliliğine belli bir bölgede oluşacak baz değişiminin güncel olasılı­
neden olur (Bölüm 1 ve Şekil 3.2'ye bakınız). ğı) ayrılma zamanları bilinen türlerde (seçilimin etkilerini
SNP'ler iki süreç sonucunda, replikasyon sırasında DNA elimine etmek için), işlevsel olmayan dizilerin karşılaştı­
dizileri kopyalanırken meydana gelen hatalarla ve ortam­ rılması ile tahmin edilebilir. Böyle bir yaklaşım insan ve
daki kimyasallar ve iyonize radyasyonun sebep olduğu şempanze dizilerinin incelenmesi için kullanılarak, her
kimyasal ve fiziksel mutagenez yoluyla oluşurlar. DNA nesilde bölge başına 2 x 1 0 8 kadar baz değişim oranı he­
polimerazın DNA'yı son derece doğru kopyalamasına kar­ saplanmıştır. Bu her nesilde, birey başına eşey hücrelerin­
şın, nükleotid başına 10'9 ile 1 0 11 oranında hata yaptığı de, protein kodlayan bir bölgede ortalama bir veya iki ol­
ve diploid genomun her replikasyonunda kopyalanacak mak üzere, 50-100 yeni baz değişiminin olması anlamına
6 x 1 09 nükleotid bulunduğu için, birkaç replikasyonda gelir. Diğer taraftan, bölge başına düşük mutasyon oranı
bir hata oluşacağı düşünülebilir. Benzer olarak, kimyasal ve seçilimin, sürüklenmenin ve populasyonun geçmişte
ve fiziksel mutajenlerle oluşturulan DNA hasarını tespit yaşadığı darboğazların birlikte etkileri, protein kodlayan
ve tamir etmek için karmaşık mekanizmalar evrimleşmiş bir bölgedeki belli bir SNP'nin, (birkaç zıt örneği bilin­
olmasına karşın, bu mekanizmalar da hatadan tamamen mesine karşın) insan evriminin seyrinde bağımsız olarak
uzak değillerdir. birden fazla kez ortaya çıkmasının olası olmadığına işaret
56 VARYASYONUN VE KALITIMIN MOLEKÜLER TEMELİ

etmektedir. Bunun evrimsel genetik çalışmalar açısından nesil başına yüzde birkaç puanlık mutasyon oranına (yani
iki önemli anlamı vardır. Birincisi, eğer iki birey özel bir tekrar sayısındaki değişikliklere) yol açar.
SNP'yi paylaşıyorlarsa, bunun ortak bir atadan kalıtıldığını Çoğu VNTR'nin fenotipe etkisi az olduğu veya hiç ol­
varsaymak mantıklıdır. İkincisi, atasal aleller ve dolayısıyla madığı için nötür olmalarına karşın, belirli mikrosatellitler
evrimsel değişimin yönü Afrika büyük irçsansı maymunla­ özellikle dinamiktir ve birkaç nesilde tekrar sayılarını hızla
rının (özellikle yaşayan en yakın akrabamız şempanzenin) arttırabilirler. Örneğin, Huntingtin geninin kodlayan böl­
genom dizilerine ilişkin bilgilerden tanımlanabilir. gesindeki CAG trinükleotid mikrosatellitinin hızla geniş­
lemesi, Huntington hastalığına neden olur.

3.2.4 İndeller
3.2.6 Hareketli elementler
İndeller DNA dizisi içindeki kısa (en sık bir ila 3 baz çifti)
insersiyonlar (eklenmeler) ve delesyonlar (kayıplar) ola­ Retrotranspozonlar, bir kopyasının rastgele bir yere gi­
rak tanımlanır. Eğer indeller protein kodlayan bölgelerde rişini sağlayan bir "kopyala ve yapıştır" mekanizması ile
oluşurlarsa, SNP'lerden daha zararlı olma potansiyeline genom içinde hareket edebilen, genoma dağılmış ancak
sahiptirler; çünkü (eğer indel üç veya üçün katlarında baz tekrarlı DNA elementleridir. Memeli genomunun %40'dan
sayısı uzunluğuna sahipse) bir veya daha fazla amino asi- fazlasını toplam olarak yaklaşık 1,5 milyon kopya sayısı
tin insersiyonuna veya delesyonuna neden olarak veya olan retrotranspozonlar oluşturur ve bunlar büyüklük ve
çerçeve kayması mutasyonu oluşturarak (eğer indel üçün çoğalma mekanizmaları temelinde sınıflandırılırlar. Birçok
katları kadar baz uzunluğuna sahip değilse) protein üreti­ retrotranspozon retrovirusların genoma insersiyonundan
mini tamamen bozabilirler. köken alırlar. Çoğu retrotranspozonun kökeni çok eskidir
SNP'lerde olduğu gibi, indeller genomun işlevsel kı­ ve kopyalanma ve yerleşme yeteneklerini kaybedecek
sımlarında daha az sıklıkta bulunurlar. İndelleri oluşturu­ derecede mutasyona uğramışlardır; buna karşın birçok
lan mutasyon oranı, SNP'leri oluşturulanlara göre 10 kat retrotranspozon ailesinin kökeni yenidir, bazıları sadece
kadar daha düşüktür. insana özgü olacak kadar gençtir ve retrotranspozisyon-
Hastalık oluşturan indellerin en iyi bilinen örneği kistik da hala aktiftirler. Bazı retrotranspozonlar çok yeni olarak
fibrozistransmembran iletim düzenleyici (CFTR) proteini­ insan genomuna yerleşmişlerdir ve populasyonlar özel
nin 508'inci pozisyonunda meydana gelen ve fenilalanin bir kromozomal yerleşime sahip bir elementin varlığı için
amino asitini ortadan kaldıran üç baz çiftlik delesyondur, polimorfiktirler ve bu genetik element soy ağacı belirle­
ve bu kistik fibrozise neden olan mutasyonlardan birisidir mek için bir işaret olarak kullanılabilir. Retrotranspozis-
(aşağıda Kutu 3.3'e bakınız). yon potansiyelindeki bireysel varyasyon insan genetik
çeşitliliğine önemli katkılar yapar.
Retrotranspozonlar yerleşme bölgesindeki proteinin
3.2.5 VNTR'ler
kodlanmasını veya düzenleyici bölgeyi bozarak gen eks-
VNTR'ler genomun kısa veya orta uzunluktaki dizi blok­ presyonunu değiştirir ve bir hastalık fenotipi yaratabilir­
larının arka arkaya tekrarlandığı bölümleridir. Herbir tek­ ler (Kutu 3.1'e bakınız). Retrotranspozonlar ayrıca evrim­
rarın uzunluğu ve tekrarların sayısı geniş bir varyasyon sel sonuçları olan rekombinasyon ve delesyon olaylarını
gösterir. Mikrosatellitler için 1-6 baz çifti uzunluğundaki destekleyerek, genom yapısı üzerinde daha geniş etki­
birimlerin 10-30 tekrarı tipiktir; minisatellitlerin tekrarla­ lere sahip olabilirler. Örneğin, şempanzelerle son ortak
yan ünitesi 100 baz çifti kadardır ve 1000 keze kadar tek­ atamızdan ayrıldıktan sonra, 2-3 milyon yıl önce bir ret-
rarı olasıdır, ve de satellitler birkaç yüz baz çiftlik ünitele­ rotranspozisyon olayı insan CMP-N-asetilnörominik asit
rin tekrarından oluşurlar. Uzun tekrarlarda (minisatellitler hidroksilaz (CMAH) geninin aktif bölge ekzonununda bir
ve satellitler), tekrar ünitelerinde bir dereceye kadar dizi delesyona neden olmuştur. Bu, insanlarda diğer meme­
varyasyonu görülebilir. VNTR'ler de rekombinasyon ve lilerde hücre yüzey glikoproteinlerinin genel bir bileşeni
DNA sentezi süreçlerinde oluşan hatalardan etkilendikle­ olan ve patojen dirençliliği ve beyin gelişiminde etkili ol­
rinden tekrar sayıları oldukça değişkendir ve bu durum duğu savunulan (Bölüm 6 'ya bakınız) sialik asit N-glikolin
HERHANGİ İKİ BİREYİN GENOMU NE KADAR FARKLIDIR? 57

Kutu 3.1 Alu-aracılı mutasyonlar ve insan genetik hastalıkları

Alu elementleri, orijinal olarak belli bir restriksiyon gerçekleşir. Alu insersiyonlarına atfedilen hastalık­
enzimine duyarlılığı ile tanımlanan, kısa DNA (300 lar (BRCA2 lokusAıün işe karıştığı) meme kanseri,
baz çifti kadar) dizileridir. İnsan genomunda, tümü hemofili (Faktör IX) ve nörofibromatozis (N Fl)’dir.
primatların öncü bir türünde yerleşmiş bir transpo- Alu elementlerinin kalıtsal hastalık tetikleyebil-
zondan köken alan, bir milyonu aşkın Alu elementi diği ikinci mekanizma, insersiyon veya delesyon
vardır. Genom içinde geniş olarak dağılmış olmaları mutasyonlarına neden olan, eşit olmayan homolog
nedeniyle, atasal iz sürme için iyi belirteç dizilerdir. rekombinasyonlârdır. Bu mekanizmanın a-talasemi
Alu elementlerinin tüm genoma dağılımları insanda (a-globin) ve hiperkolesterolemi (düşük-dansiteli
iki yolla çeşitli genetik hastalıklar oluşturabilir. İlki lipoprotein reseptör) gibi birçok hastalıktan sorumlu
bir Alu elementinin basit insersiyonu aracılığı ile olduğu gösterilmiştir.

nöraminik asit (Neu5Gc) eksikliğine neden olur. Başka bir dozajındaki değişimlerle ilişkilidir. Gen dozajındaki böyle
örnek, insanda tükrük amilaz ekspresyonunun belirgin bir varyasyonun hastalık durumları, ilaç metabolizmasın­
örüntülerinin, amilaz geni için tükrük bezine özgü bir da bireyler arası farklılıklar ve beslenme öyküsü ile ilişkili
promotor oluşturan bir retrotranspozon insersiyonu ile olması olasıdır. Örneğin, ilaç metabolize eden sitokrom
ilişkili olmasıdır. P450 (CYP) 2D6 enzimini kodlayan genin duplikasyonu
veya çoklu kopyalanması (bazı insanlarda 13 kopyaya ka­
dar bildirilmiştir) ilaçları çok hızlı metabolize eden bir fe-
3.2.7 Yapısal polimorfizm
notipe yol açar. Eğer bu fenotipe sahip insanlar, CYP2D6
İnsan genomundaki yapısal polimorfizmin genişliği ancak tarafından metabolize edilen ilaçların standart dozları ile
çok yakın zamanda gerektiği gibi değerlendirildi ve bu tedavi edilirlerse tedavi başarısız olabilir (bazı antipsiko-
bireyler arası genetik benzerlik tahminlerinin %99,9'dan tik ve antidepresanlar için bildirilmiştir) veya toksik etkiler
%99,5'e indirilmesine neden oldu. Yapısal polimorfizmin görülebilir (analjezik codein için bildirilmiştir; bu enzim
kaynağı, aynı veya farklı kromozomlar üzerinde bulunabi­ codeini aktif metaboliti olan morfine çevirir). Kompleks
len geniş bloklar halinde (binlerce, hatta yüzbinlerce baz karbonhidratları sindiren amilaz genindeki kopya sayısı
çiftine kadar) duplike olmuş ve insan genomunun yakla­ varyasyonu, yüksek veya düşük nişasta içerikli beslenme
şık %5'ini oluşturan segmental duplikasyondur. Benzerlik­ öyküleri olan populasyonlarda görülür (Şekil 3.2'ye bakı­
leri nedeniyle bu tekrarlar, segmentlerin veya araya giren nız).
bir dizinin delesyonu, duplikasyonu veya kaynaşmasını
ön plana çıkararak, dizilerin kopya sayısında değişikliğe
neden olmak üzere, rekombinasyon sırasında oluşan 3.3 Herhangi iki bireyin genomu ne kadar
(alelik olmayan homolog rekombinasyon olarak bilinen) farklıdır?
hatalara duyarlıdırlar. Yakın zamandaki bir çalışma, insan
genomunda sayı bakımından populasyonlar arasında DNA'nın yapısını birlikte keşfeden iki genom bilimci Cra­
çarpıcı çeşitlilik gösteren, yaklaşık 1500 kopya sayısı po- ig Venter ve James VVatson'ın yakında yayınlanan genom
limorfizmi bölgesinin varlığını tanımlamıştır. Etkilenmiş dizileri, insanların birbirlerinden ve "referans" insan geno­
dizi blokları tam bir geni içerecek kadar geniş olduğu mundan (gerçekte birkaç anonim vericiden derlenmiş bi­
için, böylesi olayların fenotipik etkileri büyük oranda gen leşik bir dizi) ne kadar farklı olduğunu görmemizi sağladı.
ürününün miktarındaki değişikliklere neden olan gen Aynı etnik kökenden iki farklı insanın dizileri arasındaki
58 VARYASYONUN VE KALITIMIN MOLEKÜLER TEMELİ

farklılığın bile 4 milyon varyanttan fâzla okluğu hesaplan­ tırılan eş kromozomları arasında sadece %99.5 oranında
dı. Bunların 3 milyondan fazlası SN Pve0 $ Milyondan faz­ benzerliğin varlığını ortaya koydu.
lası iseindel idi. Özellikle, SNP'lerYaryarttai»ta%78'ni tem­
sil etmelerine karşın, değişmiş baztdrıtt sadece %26'sına
3.3.1 Varyasyonun kaynağı olarak rekombinasyon
karşılık gelir ve bu da bireyler arasıfltiAMğlsnomik farklılık­
larda SNP dışı varyasyonların önemini vurgular. Genomla­ Bireyler ebeveynlerinden genotiplerini değil, genleri­
rınca kodlanan proteinler bağlamında, Watson ve Venter ni alırlar. Bu, eşeyli üreyen organizmalarda dişi ve erkek
referans diziden, sırasıyla 3766 ve 3882 özgün, sinonim gametleri oluşturan yumurta ve spermdeki ebeveyn
olmayan SNP ile farklıydılar ve dolayısıyla birbirlerinden, alellerini tek bir kombinasyon halinde karıştıran iki işlemi
7648 protein kodlayan değişiklikle ayılıyorlardı. Venter'in içeren miyotik hücre bölünmesi sayesinde gerçekleşir. Bu
hem babasal hem de anasal kromozomlarının dizi anali­ işlemlerden birincisi, homolog kromozomların DNA dizi
zinin yapılması, genlerinin %44'ünün bir veya daha fazla segment değişiminin gerçekleştiği ve bu yolla herbir kro­
varyant için heterozigot olduğunu göstermiştir. mozom üzerinde yeni alel kombinasyonlarının oluştuğu
Bu çalışmalar, kromozomlar arası farklılığın tahminine rekombinasyondur (Şekil 3.4). İkincisi, haploit gamet­
insersiyonların, delesyonların ve kopya sayısı varyasyon­ lerin oluşumunda, büyükbaba ve büyükannedan gelen
larının dahil edilmesine izin verdi ve iki İnsanın karşılaş­ kromozomların bağımsız ayrılmasıdır.

H om olog krom ozom ların Rekom binasyon Haploid g am etlere


eşleşmesi ayrılm a

Şekil 3.4 Mayoz sırasında homolog kromozomlar arasındaki rekombinasyon gametlerde yeni alel kombinasyonları oluşturur.
HERHANGİ İKİ BİREYİN GENOMU NE KADAR FARKLIDIR? 59

Herbir kromozom çifti miyotik hücre bölünmesi başı­ 3.3.2 Haplotipler ve bağlantı
na ortalama bir veya iki rekombinasyon olayı ile karşılaşır.
Diploit bir hücredeki bir çift kromozomu düşünün. Her
İlke olarak, rekombinasyon kromozom üzerinde herhan­
biri bireyin ya anasından ya da babasından kalkıldığın­
gi bir noktada oluşabilir. Fakat pratikte düşük rekombi­
dan, dizi varyantlarının (veya alellerin) özel bir setini
nasyon aktivitesinin olduğu uzun ara segmentler yerine
içereceklerdir. Bu varyantlar aynı DNA parçası üzerinde
öncelikle sıcak rekombinasyon noktaları olarak isimlen­
bulunduklarından fiziksel olarak bağlıdırlar ve varyantla­
dirilen kısa DNA parçalarında (1000 kata kadar daha sık)
rın seti (veya kromozomun sadece bir kısmı düşünülürse
oluşur.
varyantların altseti) haplotip olarak ifade edilir (Şekil 3.5).
Evrimsel çalışmalar için önemli olmak üzere, genomun
Haplotip terimi haploit genotipin bir kısaltmasıdır; diplo­
iki bölgesi az veya hiç rekombinasyon geçirmez ve bu ne­
id bir hücre için kromozomlardan herhangi bir çiftinin
denle bu DNA parçaları üzerindeki alel kombinasyonları
haplotiplerinin kombinasyonu genotipi oluşturur. Ör­
nesiller boyunca değişmeden kalıtılırlar. Erkeklerdeki Y
neğin, eğer bir kromozom dört polimorfik bölgeye sahip
kromozomu (X kromozomu ile homolog küçük bir böl­
ise, bunlardan her biri iki varyant olarak bulunabilir (P/p,
gesi hariç) parça değiştirecek bir homolog kromozoma
Q/q, R/r ve S/s), dolayısıyla bir bireydeki bir kromozom
sahip değildir ve filogenetik çalışmalarda erkek atanın
çiftinin haplotipleri PQRS veya pqrs olabilir; burada, bir
(babasoyu) bir belirteci olarak kullanılabilir. Mitokond-
kromozom P, Q, R ve S varyantlarını ve diğeri ise p, q, r ve s
riyal DNA mayozda işe karışmaz, rekombine olmaz ve
varyantlarını taşır. Filogenetik ve ilişkilendirme çalışmala­
oositte bulunan klonal olarak üretilmiş mitokondrilerin
rı için haplotiplerin kullanımı (aşağıda Kutu 3.4'e bakınız)
binlercesi aracılığı ile sadece anadan kalıtılır. Dolayısıyla
istatistiksel gücü arttırır ve önemli ilişkileri tespit etmek
dişi ata (anasoyu) mitokondriyal DNA üzerinde yer alan
için gerek duyulan örnek büyüklüğünü küçültür. Hastalık
alel kombinasyonların incelenmesiyle saptanabilir.
durumları sıklıkla birden fazla SNP ile ilişkili olduğundan,

Haplotip 1

Haplotip 2 1 1 ı______ l______ l 1 1 i 1


T G C G AC T
f« k il3 .5 Bir haplotip bir
kromozomun belirli bir kopyası
üzerinde, bir birine bitişik yerleşmiş
Haplotip 3 \ 1 1_____ \_________İ l i l üzel bir alel takımıdır. Genom,
T G C G AT T
kuşaklar arasında çok veya az bütün
halde aktarılan 10.000-20.000
baz çiftlik haploit bloklar halinde
Haplotip 4 r t i ı ı r m düzenlenmiştir. Haploit blokları, sıcak
T G A G AT T
rekombinasyon noktaları ile ayrılırlar.
60 VARYASYONUN VE KALITIMIN MOLEKÜLER TEMELİ

bu bağlamda haplotipler sıklıkla tekil SNP'lerden daha Haplotip yapısı ve bağlantı dengesizliğine ilişkin bilgi­
kullanışlıdırlar. ler hastalık nedenselliği ile ilişkili genetik lokusların hari-
Mayoz sırasındaki rekombinasyon, gamet kromozom­ talamasında (Kutu 3.4'e bakınız) ve populasyon geçmişini
ları üzerindeki dizi varyant takımlarının kromozomlar ara­ belirleme çalışmalarında (Bölüm 6 'ya bakınız) vazgeçil­
sındaki parça değişimi ile, farklı kombinasyonlarda karış­ mezdir. Öncekinde, bilinen belirteç aleller ve bilinmeyen
ması anlamına gelir (Şekil 3.4 e bakınız). Başka bir deyişle, hastalık sebebi bir alel arasındaki bağlantı dengesizliği­
haplotipler rekombinasyonla birbirlerinden ayrılırlar. nin boyutu, hastalık alelinin yerleşimi hakkında bilgi ve­
Tekrar PQRS ve pqrs haplotipli diploit kromozom çifti ör­ rir. Populasyon çalışmalarında, bağlantı dengesizliğinin
neğimize dönersek, rekombinasyon gametlerde PQRs ve boyutu ilgili alellerin yaşını belirlemek, seçilimin hedefi
pqrS haploit kromozomlarını üretebilir. Rekombinasyon olanları tanımlamak ve bütün genoma uygulandığında,
bu yüzden alellerin yeni kombinasyonlarını üreterek, yeni farklılaşma örüntüleri bağlamında geçmişteki populas­
varyasyon oluşturabilir. yon yapısını ve yaşanan darboğazları tahmin etmek için
Eğer rekombinasyon tamamen rastgele ise, P/p, Q/q, kullanılabilir.
R/r ve S/s alellerinin bütün kombinasyonları gametlerde
eşit frekansla oluşacaktır. Buna karşılık, DNA zinciri üze­
3.4 Varyasyonu etkileyen faktörler
rinde fiziksel olarak yakın lokuslardaki alellerin, rekombi­
nasyon sırasında ayrılmaları daha uzak alellerle göre (aynı Önceki altbölümde insanlar arasındaki şaşırtıcı derecede
kromozom üzerinde bulunmaları ve birlikte kalıtılmaları büyük genetik varyasyonun altında yatan mekanizmaları
nedeniyle) daha az olasıdır; bu tip alellerin bağlantı den­ tartıştık. Bu bölümde seçilim ve sürüklenme gibi evrimsel
gesizliğine sahip oldukları söylenir. İki lokus arasında güçlerin populasyon grupları içindeki ve arasındaki var­
sıcak rekombinasyon noktalarının varlığı veya yokluğu yasyonun dağılımının nasıl şekillendiğini tartışacağız. Bir
ve iki lokustaki alellerin ilk evriminden sonraki evrimsel populasyondaki genetik çeşitliliğin miktarı populasyon
süre de bağlantı dengesizliğini etkiler: lokuslar yakın ola­ büyüklüğü ve geçmişi, populasyonun çevresi ve çevrede
rak yerleşmiş olsalar bile, rekombinasyon olayları onları meydana gelen değişimlere uyma yeteneği tarafından
ayırdığından bağlantı dengesizliği zaman içinde giderek belirlenir. Şimdiki çeşitliliğe ilişkin bilgi sadece akademik
azalacaktır. açıdan ilginç olmakla kalmaz, çünkü genetik çeşitlilik
Bununla birlikte, çeşitli bireylerden kromozomlar veya örüntüleri bilgisi bize sadece geçmişteki insan biyocoğ-
parçaları dizilenip karşılaştırıldığında, alelik varyasyon rafyası hakkında bilgi vermez, aynı zamanda insanın için­
örüntüleri şansla beklenenden azdır. Başka bir deyişle, de yaşadığımız çeşitli çevrelere uyumunu şekillendiren
bağlantı dengesizliği her zaman vardır ve bazı alelik kom­ seçici baskılar hakkında da bilgi sağlayabilir. Ek olarak,
binasyonlar sık, bazıları ise seyrektirler. Son çalışmalar, geçmişte yaşanmış uyumsal değişimlerin içinde oluş­
kromozom üzerinde her biri birkaç (tipik olarak üç ile tukları çevre bağlamında yerini saptamamıza ve böylesi
beş) ayrı, ancak sık görülen haplotipten oluşan haplotip değişikliklerin modern çevremizle uyumlu olup olmadık­
bloklarının varlığını ve herbir kromozomun bloklarda­ larını tahmin etmemize de olanak sağlar.
ki olası haplotiplerin mozaik kombinasyonu olduğunu
ortaya koymuştur (Şekil 3.5). Moleküler düzeyde, sıcak 3.4.1 Sürüklenme çeşitliliği nasıl etkiler?
rekombinasyon noktaları ile haplotip bloklarının sınırla­
Eğer bir populasyondaki yeni bir mutasyon (yeni bir alel)
rını tanımlama girişimleri devam etmektedir (fakat henüz
nötral ise (ne avantaj ne de dezavantaj oluşturuyorsa),
sağlanamamıştır). Kromozomların bu modüler yapısı her­
onun akibeti rastgele genetik sürüklenme ile belirlenir
bir modüldeki (örneğin haplotip bloklarındaki) çeşitlili­
(şimdilik yeni mutasyonun kuvvetli pozitif veya kuvvet­
ğin haplotipe özgü birkaç varyantın (tipik olarak SNP'ler)
li negatif seçilim altındaki bir lokusa yakın bir yerleşmiş
varlığıyla tanımlanabileceğine ve bunun da populasyon
olma olasılığını ve bu durumda akibetinin bu komşu lo­
yapısı ve atasallık ile ilgili çalışmaları kolaylaştırma potan­
kusa bağlı olma durumunu ifade eden genetik birlikte
siyeli olduğuna işaret eder. Bu modüler blokların fonksi­
sürüklenme olgusunu görmezden geleceğiz). Bu yeni
yonel önemini henüz bilmiyoruz.
nötral mutasyonun varlığını sürdürmesi özünde şansa.
VARYASYONU ETKİLEYEN FAKTÖRLER 61

yani gelecek nesildeki bir bireyi oluşturacak bir gamette sürüklenmenin boyutunu hesaplamak amacıyla kullanıl­
bulunup bulunmamasına bağlı olacaktır. Gelecek birkaç dığında etkin populasyon büyüklüğü, gerçek (sayımla
nesilde ne olacağı büyük oranda populasyonun büyük­ edinilen) populasyon büyüklüğünden çok daha küçüktür.
lüğüne bağlıdır. Küçük bir populasyonda rastgele varyas­ Bu, sürüklenmeyi hesaplamada kullanılan basit model­
yon ya alelin kayıp olmasına (populasyonda % 0 frekansla lerin, nesillerin çakışmadığı, süreç içerisinde populasyon
görülmesine) ya da sabitlenmesine (populasyonda % 1 0 0 büyüklüğünün sabit olduğu, populasyondaki bireylerin
sıklıkla görülmesine) neden olacaktır. Bu nedenle küçük rastgele çiftleştikleri ve populasyondaki bireyler arasında
populasyonların homozigot olmaları büyüklere göre üreme yeteneğinde farklılığın olmadığı gibi varsayımları
daha olasıdır. Daha büyük bir populasyonda, rastgele var­ içermesi nedeniyledir. İlk bakışta bu varsayımların çoğu­
yasyonun aleli, nesiller arasında küçük farklılıklarla, orta nun pek çok organizmaya ve özellikle de insanlara uygu­
düzeyde bir frekansta sürdürmesi beklenir ve bu popu­ lanamayacağı düşünülür. İnsan nesilleri arasında, evrimsel
lasyonda daha yüksek düzeyde heterozigotluk olacaktır sonuçları olan, çok fazla çakışma vardır. İnsan populasyon
(Şekil 3.6). büyüklüğü kayıtlı tarih içinde en az 1000 kat artmıştır
Bu yüzden populasyon büyüklüğü, genetik sürüklen­ (Bölüm 1). Biz rastgele çiftleşmeyiz; İnsanın Afrika'nın dı­
menin neden olduğu alel frekansındaki varyasyon bağla­ şına yayılması, aralarında gen akışının sınırlı olduğu (en
mında, genetik çeşitlilik boyutunu tahmin etmede ana be­ azında modern seyahat ve göç biçimleri oluşana kadar),
lirleyicidir. Fakat populasyon büyüklüğüyle ne kastediyo­ kısmen izole olmuş alt populasyonların oluşumu ile so­
ruz? İnsanlar için, bu soru şimdi yaşayan insanların toplam nuçlanmıştır. İnsanların tercihli çiftleşme eğilimi (eşleri­
sayısı olan 6,6 milyar gibi bir yanıta sahiptir. Ancak genetik ni fenotlplk benzerliğe göre seçmeleri) çeşitliliği azaltma

A a A A A A
A A ¿A a * a ,
A AA A A A A

A A
AA A
A

4
A a A A A A
A A Aa A A ^ A A A
A AAA A A A AA A
Aa A A A A a
A
A a A a a A A A Şekil 3.6 Genetik sürüklenme. Seçilim
yokluğunda, geniş populasyonlarda alel
A a A A ^ ^ . A â ^; frekansları nesiller boyunca sadece yavaş
A - > A A A a a değişirler (solda). Küçük populasyonlarda,

A 4* a a a a üreme süreçlerinin rastgele doğası


birkaç nesilde alellerin kaybolması veya
Aa AA A A A sabitlenebilmesi anlamına gelebilir.
62 VARYASYONUN VE KALITIMIN MOLEKÜLER TEMELİ

eğilimindedir. Üreme başarısında bireyler arasında farklılık niyle, genetik olarak izole olduğunda ortaya çıkar. İzole
vardır: bazı bireyler çok sayıda çocuğa sahipken, bazıları olmuş alt populasyon ana populasyondaki çeşitliliğin
az sayıda çocuğa sahiptir. Varyasyon eşeyler arasında eşit sadece bir kısmını içerecektir. Bununla birlikte, genetik
biçimde dağılmadığından (erkekler arasındaki varyasyon çeşitlilik boyutundan tarihsel populasyon süreçleri (dar­
kadınlar arasındakinden daha fazladır; Bölüm 6 'ya bakı­ boğazda olduğu gibi) hakkında sonuç çıkarma girişimleri,
nız), sürüklenmenin hesaplanması otozom veya eşey kro­ seçilim tarafından biçimlendirilmiş değişiklikleri hesaba
mozomlarına göre bile değişecektir. katmalıdır.
Bu yüzden etkin populasyon büyüklüğü, gerçek dünya
populasyonu ile aynı genetik sürüklenme miktarına sahip
idealize edilmiş populasyonun (yani yukarıdaki varsayım­
lar ile uyumlu olan bir populasyon) büyüklüğü olarak
tanımlanır. Modellemeler, etkin populasyon büyüklüğü & ^ A

üzerinde en çok etkiye sahip olan faktörün, tarihsel olarak A Aa A a A


küçük populasyonlarda en belirgin olmak üzere, populas­
Orijinal populasyon
yon büyüklüklerindeki tarihsel dalgalanmalar olduğunu
gösterir. Çeşitli genetik belirteçler kullanarak, insanların
toplam etkin populasyon büyüklüğüne ilişkin çok sayıda
tahmin yapılmıştır ve şimdiki insanların sahip oldukları
çeşitliliğin geçmişteki küçük bir populasyondan kaynak­
landığını gösterecek şekilde, sonuçlar milyarlar değil,
her zaman binlerle ifade edilecek büyüklüktedir. Her ne
kadar yukarıdaki tartışmada toplam insan populasyonu
bir örnek olarak kullanılıyorsa da, bu çıkarımlar tanımla­
nabilir herhangi bir küçük alt populasyona uygulanabilir.
Gerçekten, dünyadaki alt populasyonların çeşitliliklerinin
(etkin populasyon büyüklüğü) karşılaştırmaları farklı in­ Alt populasyon
san gruplarının tarihi ve kökeni hakkında değerli kanıtlar (hasta yaşayanlar

sağlayabilir. veya göçmenler)

Bu düşünceler ışığında, etkin populasyon büyüklüğü


bir populasyondaki bireylerin gerçek sayısına eşit değil­
dir. Örneğin, Amerikalıları veren etkin populasyon bü­
yüklüğü hesaplamaları 10 0 -20 0 aralığında olmasına kar­ O
şın, bu 10.000 ile 15.000 yıl önce Bering Boğazını geçen
insanların sayısının sadece bu kadar olduğu anlamına A A A A
A ^A A
gelmez (Bölüm 6 'ya bakınız).
indirgenmiş çeşitlenme
Küçük bir etkin populasyon büyüklüğü olarak karşımı­ A A A A A ve orijinal nadir alelin
A A A yüksek sıklığı olası yeni
za çıkan azalmış genetik varyasyon için iki önemli neden
populasyon darboğazları ve kurucu etkileridir (Şekil * A AA populasyon

A A
3.7 ve Kutu 3.2). Bir populasyon darboğazı, daha önce bü­ A A
yük olan bir populasyon, örneğin hastalık veya kıtlık gibi
Şekil 3.7 Darboğaz ve kurucu etkisi. Etkin populasyon
bazı olaylar nedeniyle küçüldüğünde oluşur. Populasyon
büyüklüğünde bir azalma, ister hastalık nedeniyle
sayısal açıdan yeniden toparlansa bile, hayatta kalanlar
populasyon küçülmesi (darboğaz), isterse bir alt
orijinal populasyonda varolan genetik çeşitliliğin sadece populasyonun İzolasyonu nedeniyle (kurucu etkisi) olsun,
küçük bir kısmına sahip olacaklardır. Kurucu etkisi, benzer genetik çeşitliliği azaltacaktır. Populasyonun sonraki
bir yolla geniş bir populasyonun küçük bir parçası, belki genişlemesi, sadece orijinal populasyondaki mevcut genetik
göç veya deniz yükselmesi gibi bazı coğrafi olaylar nede­ çeşitliliğin küçük bir kesitinden gerçekleşecektir.
VARYASYONU ETKİLEYEN FAKTÖRLER 63

Kutu 3.2 Darboğazlar ve kurucu etkilerine örnekler

Kurucu etkileri ve populasyon darboğazları popu- Fin populasyonunda oluştuğu saptanan bu nadir
lasyonlar üzerinde uzun süreli etkilere sahiptirler. hastalıkların ilklerinden birisiydi. Başka bir örnek,
Finlandiya populasyonunda görülen birçok nadir lizozomal aspartilglukozaminidaz aktivite bozuklu­
hastalığın haritalanması ve Amerikan yerlilerinin ğu olduğunda ortaya çıkan ve kademeli zekâ geriliği­
kan grupları açısından homojenliği bunlara örnek­ ne neden olan, aspartilglukozaminüridir. Diğer po­
tir. pulasyonlarda bu hastalığa neden olan birkaç farklı
Finlandiya populasyonu, düşük birey sayısı ile ka- mutasyonun bulunmasına karşın, Finli hastaların
rakterize, homojen ve izole bir kurucu populasyon %98’inde aynı mutasyon saptandığından, hemen
tarafından, yaklaşık 2000 yıl önce kurulmuş yüksek bütün Finli vakaların bir tek kurucu bireyden köken
derecede izole bir populasyondur. Doğu Fin popu- aldığı düşünülmektedir. Finlilerdeki büyük oranda
lasyonunun sadece 20-30 aile tarafından kurulduğu izole ve homojen bir kurucu populasyon karakteris­
tahmin edilmektedir. Dolayısıyla her ne kadar po­ tiği olmaksızın, böylesine çok sayıda nadir hastalık
pulasyon hızla artmışsa da, Finliler yüksek derecede prevalansınm mümkün olamayacağı konusunda
homojen bir topluluk olarak kalmışlardır. Genetik­ şüphe yoktur.
çiler teknolojiyi kullanarak hastalıkları haritalama- Kurucu etkileri ve populasyon darboğazları Ame­
ya başladıktan sonra, diğer populasyonlarda nadir rikan yerlilerinde de yüksek derecede homojenliğe
görülen 33 genetik hastalığın Fin populasyonunda neden olmuştur. Amerikalıların kurucu populasyo-
yaygın olduğununun bulunmasıyla Finliler yoğun nunun etkin populasyon büyüklüğü 100 kadar birey
bir ilgi kaynağı haline geldiler. Bu şaşırtıcı derecede olmalıdır. Çeşitlilik kaybının bu derece ilginç sonuç­
yaygın genetik hastalıkları ifade etmek için “Fin Has­ larından biri kan gruplarının homojenliğidir. Ameri­
talık Kalıtımı” kavramı türetildi. Konjenital nefrozis, kan yerlileri çoğunlukla 0 kan grubuna sahiptirler.

3.4.2 Seçilimin moleküler etkileri sına etki eden rastgele sürüklenme ve seçilim arasındaki
dengedir ve populasyon büyüklüğü hangi faktörün ağır
Bu kitap evrim, yani kalıtsal varyasyon üzerindeki seçilim,
basacağını belirlemekte yine temel rolü oynar. Örneğin,
hakkındadır. Seçilim çeşitliliği nasıl etkiler ve biz güncel
küçük bir populasyonda seçilimin frekansı etkilemesine
insan çeşitliliğinden geçmişteki seçici baskılar hakkında
fırsat kalmadan, yararlı aleller rastgele sürüklenme ile d e ­
ne sonuçlar çıkarabiliriz?
nebilir veya zararlı aleller fikse olabilir.
Seçilim, populasyonda avantajlı alellerin frekansını
Sonraki kalıtsal hastalık tartışmamız için önemli olmak
artırarak (pozitif seçilim) ve zararlı alellerinkini azaltarak
üzere, alel üzerindeki seçilim baskısı onun dominant veya
(negatif seçilim), alel frekanslarını aktif olarak etkileye­
resesif olup olmadığına ve homozigot veya heterozigot
cektir. Modellemeler, düşük derecede avantajlı alellerin
olarak ifade edilip edilmediğine bağlı olabilecektir. Za­
frekansının bile ideal (yani sonsuz derecede geniş) bir
rarlı alellerin bir populasyonda varlıklarını devam ettir­
populasyonda hızla (evrimsel bağlamda) artacağını gös­
melerinin nedenlerinden biri, resesif alellerin homozigot
terir: örneğin, uyum gücüne % 1 avantaj katan bir alelin
olarak ifade edilmemeleri halinde seçilim için görünmez
frekansı birkaç yüz nesilde populasyonda %50’ye ulaşa­
olabilmeleridir. Nadir olarak, yeni bir alel heterozigotların
caktır. insanlarda bir alelin frekansında bu derecede bir
uyum gücünü homozigotlara (yani iki atasal aleli veya iki
değişim olması birkaç bin yıl zaman alır ve gerçekten bu
yeni aleli taşıyan bireylere) göre artırdığından seçilebilir;
laktaz sürekliliği gibi yakın zamanda seçilime uğramış
bu durum dengeli polimorfizm veya heterozigot avan­
alellerde gözlenmiş bir zaman ölçeğidir. Fakat alel frekan­
tajı olarak bilinir. İnsanlarda en iyi bilinen örnekleri, sıtma
64 VARYASYONUN VE KALITIMIN MOLEKÜLER TEMELİ

enfeksiyonuna karşı korunma ile ilişkili olan çeşitli kırmızı coğrafik olarak ayrılmış insan populasyonlarında yakın
kan hücresi hastalıklarıdır (Altbölüm 3.6'ya bakınız). zamanda ortaya çıkmış pozitif seçilimi haritalamak için
kullanılmıştır; seçilimin hedefi olduğu varsayılan genler
hem beklenen (örneğin, laktaz sürekliliği, metabolizma
3.4.3 Seçilimin izleri
ve deri pigmentasyonu) hem de beklenmeyen (örneğin,
insan soy hattının erken evrimine katkıda bulunmuş ilaç metabolize eden enzimler) adayları içermiştir (Tablo
moleküler değişimlerin boyutu, insan DNA dizilerinin en 3.1).
yakın atamızın, şempanzenin ve hatta parçacıklar halin­
de elde edilebilmiş neandertal DNA örneklerinden elde
edilmiş dizilerle karşılaştırılarak tahmin edilebilir (Bölüm 3.5 Genotipten fenotipe
6 'ya bakınız). Fakat bu karşılaştırmalarla, modern insan
üzerinde işlemiş seçici baskılara kanıt sağlayacak şekilde, Bu bölümde buraya kadar kadar genetik çeşitliliğin - ge-
daha yakın zamandaki seçilimi tanımlamak olası mıdır? notipteki varyasyonların- temellerini tartıştık. Genetik
Seçilim testleri, genellikle herhangi bir farklılığın seçi­ varyasyonun fiziksel özelliklere ve hastalığa nasıl katkı
limin sonucu olduğu varsayımından hareketle, gözlenen sağlayabileceğini anlamak için, DNA'nın nükleotid dizi­
çeşitlilik örüntülerini nötral evrimle öngörülen örüntü- sindeki değişikliklerin fenotipe nasıl yansıdığını bilmeye

lerle karşılaştırır. Böylesi testler, büyük miktarlarda DNA ihtiyacımız vardır. Çoğu genetik varyasyonun fenotipte
tespit edilebilir herhangi bir değişime yol açmadığını
dizi verilerini analiz eder ve bu nedenle, biyoinformatik
bilmek önemlidir; değişim protein kodlama bölgesinde
olarak bilinen, gelişmiş istatistik ve bilgisayar tekniklerine
oluşmayabilir veya protein ürüne etkisi olmayan, sino­
bağımlıdırlar.
nim bir değişim olabilir. Varyasyon gen ekspresyonunda
Seçilimi belirlemek için kullanılan testlerden biri, pro­
bir miktar değişime neden olsa bile, gelişimsel süreçlerin
tein kodlayan bölgelerdeki sinonim ve sinonim olmayan
sağlamlığı fenotipte buna karşılık gelen bir değişim ol­
mutasyon örüntülerini karşılaştırmaktır. Sinonim deği­
madığı anlamına gelebilir (örneğin kanalize olmaya bağlı;
şimlerin, protein ürünün amino asit dizisi üzerinde etkisi
Bölüm 4'e bakınız).
olmadığından, nötral evrimi yansıttıkları varsayılır, oysa
Eğer DNA dizisindeki bir değişim bireyin fenotipi üze­
sinonim olmayan değişimlerin seçilimin etkisini yansıttı­
rinde bir etkiye sahipse, olguların büyük çoğunluğunda
ğı düşünülür. Bu metodun zayıflıklarından birisi protein
bu, protein kodlayan veya düzenleyici bir dizideki deği­
kodlayan dizilerin genomun küçük bir kısmı ile sınırlı ol­ şim nedeniyle bir protein ürünün miktarı veya aktivitesi-
masıdır, oysa genomun düzenleyici ve yapısal bölgeleri nin değişmiş olması nedeniyledir. Böylesi değişimler, iş­
üzerinde işleyen seçilimin de önemli evrimsel etkilerinin levsel proteinin tamamen yok olması gibi dramatik veya
olduğu gittikçe daha da netleşmektedir. işlevi biraz değişmiş bir proteinin üretimi gibi daha silik
Çok daha genel bir yöntem, bağlantı dengesizliği ve bir şekilde olabilirler.
haplotip çeşitliliği örüntülerinin incelenmesidir. Bu yakla­ Geleneksel olarak, kalıtsal hastalıklar aşağıdaki gibi iki
şımın arkasındaki ilke, seçilimin kuvvetle desteklediği ale- tipe ayrılır.
lin frekansının populasyonda hızla arttıracağı ve üzerinde
• Monogenik veya Mendel bozuklukları; bu hastalık­
yerleşmiş olduğu kromozomdaki bitişik bölgeleri de be­
ların fenotipi, Gregor Mendel tarafından tanımlanmış
raberinde sürekleyeceği (birlikte sürüklenme) şeklindedir.
modele göre kalıtılan, belli bir lokustaki mutasyon ile
Bu seçici süpürme hedef alel çevresinde azalmış genetik
belirlenir. Kistik fibrozis gibi Mendel hastalıkları nadir
çeşitlenme ile sonuçlanır. Uygulamada, seçici süpürme görülür.
yeni ise söz konusu bölgenin mutasyon veya rekombi-
• Çok faktörlü (multifaktöriyel) hastalıklar; bu tür bir
nasyonla karıştırılmış olması için yeterli zaman olmayaca­
hastalık fenotipi az ya da çok sayıda farklı lokustaki
ğından bu azalmış çeşitlilik tek bir uzun haplotip olarak
varyasyonlarla belirlenir. Kalp-damar hastalığı ve tip 2
tespit edilir (Şekil 3.8). Böylesi yöntemler, hem paylaşılmış
diyabet gibi yaygın insan hastalıkları çok faktörlüdür.
hem de bölgeye özel sinyalleri ortaya koyacak şekilde,
GENOTİPTEN FENOTİPE 65

Yeni mutasyon

( 5 ■ 6 L İ 7 m 8

r :zu n nzziM 3

ı n n.....■ h h Nesiller

( 3 \ 7
Şekil 3.8 Bağlantı dengesizliğinin altında yatan ilke. Üst sıra, belirli bir gende oluşan, bir mutasyon bulunduran atasal
kromozomu gösterir. Bu kromozom ayrıca uzunluğu boyunca çeşitli genetik belirteçler (1-8) içerir. Bu mutasyon, sonraki
nesillerde varlığını sürdürecek şekilde avantajlıdır ve pozitif seçilme uğrar. Ancak, gen ve belirteçler arasında rekombinasyon
oluşur; gen ve belirteçleri ayıran rekombinasyon olasılığı, ikisinin kromozom üzerindeki fiziksel uzaklığı ile orantılıdır. Nesiller
sonra, mutasyona yakın olan belirteçler uzak olanlara göre, daha kuvvetli bağlantı dengesizliği biriktirecektir.

Bu hastalıklara yatkınlık, her biri küçük etkilere sahip modeline göre kalıtılıyor olsa bile, karmaşık karakterde işe
çok sayıda genin kombine etkisi ve bireyin etkilenip karışan çeşitli genlerin etkileşimleri eklemeli olmayabilir,
etkilenmeyeceğini belirleyen güçlü gelişimsel ve çev­ bu da genetik varyasyon ile fenotipik varyasyon arasın­
resel faktörlerin katkısı ile belirlenir. daki ilişkinin doğrusal olmayacağı anlamına gelir. Başka
Bir proteinin bütünlüğünü etkileyen bir tek gendeki var­ bir deyişle, bir alelin hastalığın ifadesine etkisi hem diğer
yasyonun hastalıkla sonuçlanıp sonuçlanmayacağını ne aletlerin varlığı veya yokluğuyla, hem de çevresel faktör­
belirler? Birinci faktör, mutasyona uğramış alelin dominat lerce belirlenecek, bu da hastalığa yatkınlığın Mendel tar­
veya resesif olmasıdır. İkinci faktör, mutant alelin kopya zında kalıtılmadığına işaret edecektir. Genler arasındaki
sayısının etkilenmemiş alelin kopya sayısına oranıdır: lö­ bu etkileşim epistazis olarak isimlendirilir. Böylesi etkile­
küsün homozigot veya heterozigot olup olmaması veya şimlerle yaratılan karmaşıklık, bu tür hastalıklara yatkınlık
mutant alelin otozom veya eşey kromozomları üzerin­ lokuslarının tanımlanması çabalarının, hastalık için tek bir
de bulunması önemlidir. Üçüncüsü, alelin penetransıdır lokusun saptanmasının görece kolay olduğu Mendel kalı­
(mutant aleli taşıyan bireyler arasında hastalık geliştiren­ tımı gösteren tek bir lokus tarafından belirlenen hastalık­
lerin oranı); aşağıda tartışacağımız gibi, penetrans çevre­ lara göre daha az başarılı olmasının nedenidir.
sel faktörlerce etkilenebilir. Dikkate alınması gereken bir başka konu, belirli bir
Durum çok faktörlü özellikler için daha da karmaşıktır. aleli taşıyan bireyler arasında ilgili fenotipi gösterenlerin
Bir karmaşık karakteri etkileyen herbir alel basit Mendel oranı olan penetranstır. Penetrans yaş gibi bireysel fak-
66
V A R Y A S Y O N U N V E K A L IT IM IN M O L E K Ü L E R T E M E L
Table 3.1 Yakın zamanda pozitif seçilim altında (son 10000 vıl içinde) olan insan genlerinden örnekler.

Biyolojik işlem Seçici baskı Mekanizma Gen Kodlanan Populasyon


K a rb o h id r a t B e sin L a k t o z m e t a b o liz m a s ı (m u t a s y o n LC T L a k t a z (la k to z h id ro la z ) K u ze y A v ru p a

m e t a b o liz m a s ı y e tiş k in le r d e la k ta z d ir e n c in e y o l a ç a r) D o ğ u A frik a

M a n n o z m e t a b o liz m a s ı M AN2A1 M a n n o z id a z (g lik o z il A frik a , D o ğ u

h id ro la z ) A sya
S u k r o z m e t a b o liz m a s ı 51 S u k r a z iz o m a lta z D o ğ u A sya

Y a ğ a s id i Y a ğ a s id i a lım ı P PA RD P e ro k s iz o m ç o ğ a lm a s ın ı A v ru p a

m e t a b o liz m a s ı a k tiv e e d ic i re s e p tö r
Y a ğ a s id i o k s id a s y o n u SLC 25A 20 K a rn itin - a s ilk a r n itin A v ru p a

tra n s lo k a z
P ig m e n t a s y o n U ltr a v iy o le y e m a r u z k a lm a M e la n in ü r e t im i (m u t a s y o n g ö z - d e ri O CA2 P p ro te in i A v ru p a

a lb in o lu ğ u ile iliş k ilid ir)


D e ri r e n k le n m e s i (m u t a s y o n d a h a a ç ık d e ri SLC 24 A 5 Ç ö z ü n e n ta ş ıy ı a ile 2 4 , A v ru p a

r e n k le n m e s i ile iliş k ilid ir) 5 .b ir e y (k a t y o n d e ğ iş tir ic i

m e m b r a n p ro te in i)
D e ri r e n k le n m e s i (m u t a s y o n a ç ık d e ri v e SLC 45 A 2 Ç ö z ü n e n t a ş ıy ı a ile 4 5 , A v ru p a

a ç ık re n k li s a ç ile iliş k ilid ir) 2 .b ir e y (b ir m e la n o s it

p ro te in i)
M e la n o s lt ç o ğ a lm a s ı, b ü y ü m e s i v e K IT LG K IT lig a n d (b ir s in y a l A v ru p a lı-

d a lla n m a m o le k ü lü ) A m e r ik a n , D o ğ u

A sya

İla ç m e t a b o liz m a s ı Y e n i k s e n o b ly o tik le r? A lk o l d e t o k s lfik a s y o n u (m u t a s y o n ADH A lk o l d e h ld r o g e n a z D o ğ u A sya

a lk o liz m e k a rş ı k o ru y a b ilir)
K s e n o b ly o t lk d e t o k s lfik a s y o n CYP450 gen M e m b r a n a b a ğ lı ç e ş itli A v ru p a

d e m e ti o k s ld a z e n z im le r i

D o ğ u r g a n lık / ü r e m e Ç if t le ş m e re k a b e ti S p e rm h a re k e tliliğ i SPAG 4 S p e r m le İlişk ili a n tije n - 4 A v ru p a ,

D o ğ u A sya
S p e r m p ro te in y a p ıs ı RSBN 1 Y u v a rla k s p e r m a t ld te m e l D o ğ u A sya

p ro te in i 1
B e y in g e liş lm i/ lş le v l S o s y a l o r g a n iz a s y o n v e N ö ro n v e e n d o k r in h ü c r e le r in d e d ü z e n li S V 2B S in a p t ik v e z lk ü l g llk o p ro te in A frik a n -

v e y a k e ş if d a v ra n ış ı s a lg ın ın k o n t ro lü n d e k i o la s ı ro lü 2B A m e rlk a n
N ö ro n la rın ta b a k a la n m a s ı iç in b e y in d e k i DABİ iş le v s iz h o m o lo g 1 A sya
s in y a lle ş m e n in d ü z e n le n m e s i
(D r o s o p h ila )
B e y in d e k i s in a p t ik v e z ik ü lle r in v e k a ls iy u m STX1A S in ta k s in 1A T e s p it e d ilm e m iş
k a n a lla rın ın y e r le ş im i
S o s y a l d a v ra n ış la r, b iliş s e l v e a ğ rıy a y a n ıt PDYN O p io id n ö r o p e p t id ö n c ü s ü T e s p it e d ilm e m iş

v e r m e n in a r a b u lu c u lu ğ u (m u ta s y o n p ro d ln o rfin (o p lo ld

ş iz o fre n i, k o k a in b a ğ ım lılığ ı v e e p ile p s i ile n ö r o p e p t id le r e iş le n m iş )


iliş k ilid ir)
K a s iş le v i E n fe k s iy o n h a s ta lığ ı? K a s lifi b ü t ü n lü ğ ü n ü n d ü z e n le n m e s i LARG E M u s in b e n z e ri A frik a

(m u t a s y o n k a s b o z u k lu ğ u ile iliş k ili; L a ss a g lik o z ilt r a n s fe ra n s

a t e ş in e k a rşı o la s ı k o ru m a )
K a s lifi b ü t ü n lü ğ ü n ü n d ü z e n le n m e s i DMD D is tro fin A frik a

(m u t a s y o n D u c h e n n e k a s b o z u k lu ğ u ile

iliş k ili; L a ss a a t e ş in e k a rşı o la s ı k o ru m a )


S a ç fo llik ü lü g e liş im i B ilin m iy o r, b e lk i b u S a ç f o llik ü l ş e k il (m u t a s y o n d ü ş ü k n e m li ED AR E k to d is p la z in A re s e p tö rü D o ğ u A sya
p ro te in in d iğ e r a k tiv it e s in in e k t o d e r m a l d is p la z iy e n e d e n o lu r)

b ir p a rç a s ı o la b ilir
H e m o p o ie z is M a la ry a H e m o g lo b in s e n te z i (o ra k h ü c r e ö z e lliğ i) HBS B e ta - g lo b in A frik a A ş a ğ ı
(k a n y a p ım ı) (S ıtm a ) S a h ra
H e m o g lo b in s e n te z i H B A v e H BB A lfa - v e b e ta - g lo b in A k d e n iz

p o p u la s y o n la n
68 VARYASYONUN VE KALITIMIN MOLEKÜLER TEMELİ

törlerden veya çevresel faktörlerden etkilenebilir. Örne­ tasyon oranı hesaplanabilir. Böyle bir yöntem, erken dö­
ğin, Huntington hastalığının penetransı birey tarafından nemde mutasyon oranlarının hesaplanmasında, örneğin
taşınan CAG tekrar sayısına ve yaşa - hastalık orta yaşta JBS Haldane tarafından X'e bağlı resesif bir hastalık olan
ortaya çıkar - bağlı iken, fenilketonürinin penetransı bi­ hemofili B'nin mutasyon oranının hesabında kullanıldı.
reyin besinsel çevresinde fenilalanin varlığına bağlıdır. İkincisi, zararlı alelin etkileri üreme etkinliğinin en
Değişken penetransın diğer bir nedeni, kodlayan dizi­ yüksek olduğu yaş sonrasına kadar görülmeyebilir ve bu
ler yerine genin promotorunda yer alan ve gen ürünü­ nedenle alele karşı işleyen seçilim ya zayıftır ya da yoktur.
nün transkripsiyonel aktivasyonunu etkileyebilen ilave Örneğin bu durum, yeni vakaların %95'inden fazlasında
SNP'lerin varlığıdır. Ayrıca, promotorun gelişimsel ve çev­ ailesel aktarımın olduğu ve denovo mutasyonların nadir
resel faktörlere bağlı olarak epigenetik modifikasyonu olduğu Huntington hastalığında görülür.
(Bölüm 4'e bakınız) gen ekspresyonunu etkileyebilir ve Üçüncüsü, zararlı alel populasyonda, bir alelin birden
bu da değişken penetransa yansıyabilir. fazla varyantını aktif olarak koruyan bir süreç olan den­
geleyici seçilimle sürdürülebilir. Dengeli seçilim için en
sık görülen neden, belirli bir lokus için heterozigot olan
3.6 Seçilim, neden monogenik hastalıkları bireylerin, homozigot olan bireylere göre daha iyi uyum
populasyondan elememiştir? gösterdikleri heterozigot avantajıdır. Heterozigot avan­
tajının tıpta en iyi bilinen örneği, Afrika kökenli bireyle­
Eğer, erken yaşlarda ortaya çıkan ve ağır bir hastalığa ne­ rindeki orak hücre karakteridir. Burada hemoglobin ß
den olan dominant bir alel durumunda olduğu gibi, has­ lokusundaki orak hücre aleli (A-T SNP'si) için heterozigot
talığın uyum gücünü azalttığı açık ise, hastalığa neden olanlar sıtmaya karşı normal alel için homozigot olanlara
olan ve tek genle kalıtılan aleller niçin populasyondan göre, daha dirençli iken, bu alel için homozigot olanlarda
kaybolmazlar? Bunun birkaç nedeni vardır. orak hücre hastalığına yatkınlık çok yüksek düzeydedir.
Birincisi, zararlı alel yeniden mutasyon ile sürdürü­ Zararlı alelin populasyonda sıtma tarafından oluşturulan
lüyor olabilir. Yani, zararlı alelin kopyaları, onları taşıyan seçilim baskısı ile korunduğunu belirtmek önemlidir; Afri­
bireyler üremeden öldüklerinden populasyondan kayıp ka kökenli Amerikalılarda orak hücre alelinin alel frekansı
olsa bile, alel sınırlı bir oranda, mutasyonla yeniden or­ Batı Afrikadaki atasal populasyonlarında gözlenenden
taya çıkabilir. Populasyonda hastalığın sıklığı sabitse, mu- daha düşüktür.

Kutu 3.3 Kistik fibrozis

Kistik fibrozisteki temel sorun, klor iyonlarının aeruginosa başta olmak üzere, sıklıkla akciğerde
hücre zarından taşımmım sağlayan ve ayrıca diğer enfeksiyona yol açar. Pankreastan sindirim enzimle­
iyon kanallarının düzenlenmesini kontrol eden kis­ rinin salmımı da etkilenir ve bu hem pankreasın inf-
tik fibrozis transmembran geçirgenlik düzenleyicisi lamasyonuna, hem de bağırsaktan besin emiliminin
(CFTR, Cystic Fibrosis Transmembrane Conductance bozulmasına neden olur. Diğer belirtiler bağırsakta,
Regulator) proteinin yokluğu nedeniyle, epitel hüc­ safra kesesinde, deri ve üreme organlarında görülen
relerinden tuz ve su salınmasındaki düzenlenme salgılama bozukluğu ve doğurganlıktaki önemli azal­
bozukluğudur. Bu hatalı iyon taşımını yüzün­ madır. Etkilenmiş birey için beklenen ömür oldukça
den, bronşiyal kanallarda üretilen mukus tabakası düşüktür, eskiden çoğu çocukluk döneminden fazla
kalındır, uzaklaştırılması zordur ve Pseudomonas yaşamazlarken, günümüzde akciğer nakli, gelişmiş
SEÇİLİM, NEDEN MONOGENİK HASTALIKLARINI POPULASYONDAN ELEMEMİŞTİR? 69

antibiyotik tedavileri ve sindirim enzimi eksikliğini duğu gibi, diyareye neden olan bakteriler, bağırsak
giderme gibi gelişmiş tedavi yaklaşımlarıyla kistik epiteli üzerindeki CFTR ile etkileşime giren toksinle­
fibrozisli birçok hastanın kırklı ve ellili yaşlara kadar ri üretirler. Ayrıca, tifoya neden olan bakteri yabanıl
yaşaması sağlanmıştır. tip CFTR’i reseptör olarak kullanarak gastrointes­
CFTR geni kromozom 7q31.2 üzerindedir. Bu tinal epitel hücrelerine girer ve A-F508 varyantını
gende 1000’in üzerinde mutasyon saptanmıştır; va­ ifade eden hücreler çok daha az bakteri içerirler. Bu­
kaların %60-80’inde görülen en sık mutasyon, pro­ nunla birlikte, kistik fibrozisin Avrupa hâkimiyeti bu
teinin 508’inci pozisyonunda bir fenilalanin amino model için bir sorun yaratır: diyare dünya genelinde
asidinin kaybına neden olan üç baz çiftlik delesyon- yaygın bir hastalıktır ve aslında tropikal bölgelerde
dur (A- F508); hatalı A-F508 proteini hücre yüzeyine daha sık olmak üzere, kistik fibrozisinkine ters bir
ulaşmadan önce hücrenin kalite kontrol mekaniz­ dağılım gradiyenti gösterir. Buna ek olarak, ondoku-
maları tarafından parçalanır. Kistik fibrozis resesif zuncu yüzyılın erken dönemlerinden önce Avrupa’da
bir hastalıktır: homozigotlarda işlevsel protein tam koleranın varlığı pek olası görünmemektedir ve bu
olarak kayıp iken, heterozigot taşıyıcılar genin işlev­ dönemden önce Avrupa populasyonlarında kistik
sel bir kopyasına sahipler ve fenotipik olarak normal fibrozis alellerini destekleyen kuvvetli bir seçilim
görünürler. baskısı oluşturması beklenmez.
Kistik fibrozis Avrupa populasyonlarmdaki en Daha yeni bir hipotez, kistik fibrozisin heterozi­
yaygın öldürücü genetik hastalıktır ve her 2500 bi­ got üstünlüğü sağladığı hastalığın tüberküloz olabi­
reyden birinde görüldüğünden alel frekansı 0.02’dir. leceğini ileri sürer. Kistik fibrozisin tarihsel ve coğ­
Buna karşılık, Afrika’da 0.01 ve Doğu Asya’da 0.002 rafi dağılımı diyareden çok tüberkülozun dağılımı ile
alel frekansları ile hastalık diğer populasyonlarda uyumludur. Çeşitli çalışmalarda, kistik fibrozis has­
daha az yaygındır. Avrupa’da alel frekansı kuzeyden talarında ve onların (heterozigot olması beklenen)
güneye gidildikçe azalacak şekilde bir klinal varyas­ ebeveynlerinde tüberküloz sıklığının düşük olduğu
yon gösterir. Avrupa populasyonlarmdaki A-F508 saptanmıştır. Gerçekten, kistik fibrozis hastaların­
mutasyonunun yaşının en az 600 nesil (15.000 yıl daki düşük arilsülfataz aktivitesi, Mycobacterium tu­
kadar) olduğu hesaplanmıştır. berculosis arilsülfataz aktivitesine sahip olmadığın­
Kistik fibrozis için homozigotluğun erken yaşta dan ve sülfatı kendisi metabolize edemediğinden, bu
öldürücü olması, alelin neden seçilimle populasyon- bakterinin çoğalmasını inhibe edebilir, ve bu ilişki
dan elenmediği sorusunu akla getirir. Kistik fibrozis için bir moleküler açıklama oluşturur. Modelleme
alelleri için teorik heterozigot üstünlüğü hem man­ çalışmaları, Avrupa’da onyedinci yüzyılda başlayan
tıklı bir moleküler temele dayanmalı hem de kuzey ve ondokuzuncu yüzyılın sonlarına kadar süren tü­
Avrupadaki yüksek yaygınlığı açıklamalıdır. İlk hi­ berküloz epidemisinin kistik fibrozisin şimdiki yay­
potez diyareye karşı korunma sağladığı şeklindeydi. gınlığına yol açacak, yeterli bir seçilim baskısı oluş­
Vibrio cholerae ve bazı Escherichia coli suşlarında ol­ turduğunu göstermiştir.

Kistik fibrozis ve Tay-Sachs hastalıkları heterozigot Son olarak, insanların değişen çevresi, seçilimin üze­
avantajının olduğu varsayılan diğer Mendel kalıtımı gös­ rinde işleyeceği zemini değiştirir. Bir Mendel kalıtımı
teren hastalıklara örnektir. Dengeli seçilim, ana doku gösteren hastalık üzerinde işleyen seçilimi etkileyecek iki
uyuşum kompleksi (Major Histocompatibility Complex, zıt faktörü göz önüne alabiliriz. Birincisi, tıbbi bakımdaki
MHC) genlerindeki (Bölüm 9'a bakınız) çeşitlenmeye de gelişmeler, geçmişte uyum gücü şiddetli derecede sınır­
katkı sağlayabilir ve bu çeşitlenme, immün sistemin yanıt lanan hastalıklı bireylerin şimdi çocuk sahibi olabilmeleri
verebileceği epitop çeşitliğini en üst düzeye çıkarır.
70 VARYASYONUN VE KALITIMIN MOLEKÜLERTEMELİ

nedeniyle, populasyondan nedensel aletleri eleme eği­ ekspresyonunu yönlendirdiği düşünülen MC4R polimor-
liminde olan seçilim baskısının azalması anlamına gelir. fizmi özel öneme sahiptir. Reseptör proteinin kodlama
Diğer taraftan, enfeksiyon hastalıklarının yükünü azal­ bölgesindeki fonksiyon kaybına neden olan mutasyon-
tan halk sağlığı gelişmeleri, dengeli seçilimi yönlendiren ların, erken yaşta başlayan aşırı yeme ve ölümcül obezite
güçlerde zayıflama ve populasyondaki zararlı alellerin ile karakterize, nadir ve dominant olarak kalıtılan bir send-
devamlılığını sağlayan heterozigot avantajında azalma romla ilişkili olduğu uzun zamandan beri bilinmektedir. Bu
anlamına gelir. da monogenik ve multifaktöriyel metabolik bozukluğun
genetik nedenlerinde çakışma olabildiğini ortaya koyar.
Bunun tekrarlayan bir örüntü olup olmadığı aydınlatılmayı
3.7 Yaygın hastalıklar için tek gen yoktur beklemektedir.
Fakat, obezite ve tip 2 diyabet riskini artırması ile karak­
Obezite, tip 2 diyabet ve kalp-damar hastalığı gibi yaygın terize olduğu en iyi bilinen FTO geninin bile hastalık riski
hastalıklara neden olan bir tek gen yoktur. Bu hastalıklara üzerindeki etkisi ılımlı ve populasyona özgüdür. Örneğin,
yatkınlık, çevresel ve gelişimsel faktörlerin eşlik ettiği, her AvrupalIlarda FTO risk aleli için homozigot olma, risk alelini
biri küçük etkilere sahip çok sayıdaki risk alelinin kombine taşımayan bireylerle karşılaştırıldığında, erişkin vücut ağır­
etkisi sonucu ortaya çıkar (Bölüm 4 ve 8 'e bakınız). Ayrıca, lığını sadece 3 kg kadar, obezite riskini 1.67 kat ve metabo­
hastalık riskini etkileyen bu risk alellerinin nasıl bir araya lik sendrom riskini 1.17 kat arttırır. Böylesi alel frekansları
geldiklerini tahmin etmek basit bir iş değildir. Etkileşimler ve risk artışları tüm insan populasyonlarında henüz görül­
eklemeli veya sinerjik (epistatik) olabilir, eşik etkiler söz memiştir. Dahası, yağ dokusu düzeyinde incelendiğinde
konusu olabilir, ve gen-çevre etkileşimleri alellerin penet- bile, tüm genom temelinde obezite ile ilgili karakterlerin
ransını etkileyebilirler. ekspresyonuna kalıtımın katkısı sadece %30 kadardır.
Eğer belli hastalıklar yaygınsa, onlara neden olan aleller Önemli olarak, risk alellerinin etkisi çevresel faktörler
de yaygın mıdır: "yaygın hastalık/yaygın varyant" hipotezi? tarafından değiştirilebilir. Örneğin, tip 2 diyabet riskini ar­
Ya da hastalıklar, hastalık lokuslarındaki çoklu, ancak tek tıran çeşitli genlerin etkileri, doğum ağırlığı (erken dönem
tek nadir alellerce ortaya çıkarılıyor olabilir mi? Bu soru, beslenmesini temsil etmek üzere; Bölüm 7'ye bakınız) ile
böylesi alelleri araştırma stratejilerini düşündürür (Kutu değiştirilirler. Fin topluluğunda yapılan bir çalışmada, pe-
3.4'e bakınız). Gerçekten her iki durumun da geçerli olduğu roksizom proliferasyonunu aktive edici reseptör y(PPARy)
görülüyor. Örneğin, plazmada bulunan düşük yoğunluklu Pro-12— Ala/Pro SNP'sinin, sadece düşük doğum ağırlıklı
lipoprotein kolesterol düzeylerindeki kalıtılabilir bazı var­ bireylerde, sonraki yaşamda insülin direnci riski ile ilişkili
yasyonlar, ürünü bağırsakta kolesterol taşınmasına aracılık olduğu bulunmuştur. Genç erişkinlerde doğum ağırlı­
eden ve dolayısıyla kolesterol düşürücü ezetimibe ilacının ğı, insülin VNTR lokusu ve insülin direnci riski arasındaki
moleküler hedefi olan NPC1L1 genindeki çoklu, nadir alel­ ilişki, yaşlılarda glukoz toleransı, ACE gen polimorfizmi
lerce oluşturulur. Tersine, Avrupa kökenlilerin %16 kadarı­ ve doğum ağırlığı arasındaki ilişki benzer etkileşimlerin
nın homozigot olduğu FTO genindeki yaygın bir varyant yayınlanmış başka örnekleridir. Kas-iskelet sisteminde,
(Hardy-Weinberg eşitliği ile alel frekansı 0.4) obezite ve tip doğum ağırlığı, vitamin D reseptörü (Şekil 3.9) veya kalsi­
2 diyabet riskini arttırır. Yakın zamanda, obezite ve insülin yum duyarlı reseptör genotipi ve yaşlı erişkinlerde osteo-
direnci ile ilişkili yaygın bir SNP, iştah ve enerji dengesinin poroz risk faktörleri arasında etkileşimler vardır.
düzenlenmesinde görev alan melanokortin-4 reseptör Bu aleller hafif derecede zararlı olsalar bile, insanın
(MC4R) geninin kontrol bölgesinde saptandı. MC4R (kuzey evrimsel tarihinde neden seçilimle denemedikleri soru­
Avrupa populasyonlarında alel frekansı 0.25 kadardır) ve su tekrar karşımıza çıkar. Bazı ayrıntı farklılıklar olmakla
FTO risk alellerinin etkileri eklemelidir. İlginç olarak, MC4R birlikte, nedenler yukarıda tartıştığımız monogenik has­
risk aleli viseral yağlanmaya ve insülin direncine çok yatkın talıklarla ilgili yanıtlarla benzerdirler. İlki, hafif zararlı alel­
olduğu bilinen Güney Asya kökenli bireylerde daha yay­ ler, özellikle populasyonda yaygın iseler ve sadece diğer
gındır (alel frekansı 0.37). Bir şekilde reseptör proteininin alellerle birlikte iken zararlı oluyorlarsa, kuvvetli bir seçi-
GENETİK OLMAYAN KALITIM 71

Düşük doğ u m ağırlığı Orta d oğ u m ağırlığı Yüksek doğum ağırlığı


1.2 -

fN
E
U !
Ot
^ 1.1 -
■Dİ
D

BB Bb bb

Şekil 3.9 Doğum ağırlığı, yaşlı erkek ve kadınlarda bel omurlarının kemik yoğunluğu ve vitamin D reseptör genotipi arasındaki
ilişkiyi değiştirir. Doğum ağırlığı en düşük üçte birin içindeki bireyler arasında, BB genotipli bireylerde kemik mineral yoğunluğu
önemli derecede daha yüksektir. Tersine, doğum ağırlığının en yüksek üçte birin içinde olan aynı genotipli bireylerde kemik
mineral yoğunluğu azalmıştır (Gluckman, P.D. vd. (2008) New England Journal of Medicine 359,61-73'den yazılı izinle)

Hm baskısının neden olduğu boyutta uyum gücünü et­ geninin risk aleli, hem lipid metabolizmasında "tutumlu"
kilemeyebilirler. Elbette, genel olarak kronik hastalıkların bir role sahip olduğundan, hem de çocukluk dönemi di-
çoğunda olduğu gibi, üreme yaşından sonra görülen et­ yaresine karşı koruma sağladığından, atasal alel olabilir.
kiler, uyum gücünü daha da az etkileyecektir. İkincisi, bir Son çalışmalar, farklı insan populasyonlarının bazı yaygın
zamanlar insanın evrimleştiği çevrelerde avantajlı veya metabolik hastalıklarla ilişkili genlerde, iklim-bağlantılı
nötral olan aleller, şimdi çoğumuzun yaşadığı çok farklı uyum gösterdiğini açık olarak ortaya koymuştur. Bu du­
çevrelerde zararlı olabilirler. Dolayısıyla, sağlık bozuklu­ rum metabolik işlevlerin, deri rengi ve vücut şekli gibi (Bö­
ğu şeklinde görülen fenotipi veren genetik varyasyonun lüm 6 'ya bakınız) klinal varyasyonların etkisinde kaldıkla­
ekspresyonuna neden olan şey, evrimsel olarak yeni çevre rına işaret etmektedir ve böylesi varyasyonlar, hastalığa
ile (örneğin, artmış ömür uzunluğu veya enerjice zengin yatkınlıkta populasyon farklılıklarının kaynağı olabilir.
beslenme) etkileşimdir. Özel olarak enerji metabolizması­
na uygulandığında, bu durum Bölüm 8 'de tartışılmış olan
tutumlu genotip hipotezinin temelidir. 3.8 Genetik olmayan kalıtım
Dahası, böylesi "şimdi-zararlı" aleller, şimdiki insan po-
pulasyonlarında seçilimin hedefleri olabilirler, fakat seçi­ Genetik varyasyon, bütün kalıtılabilir özelliklerin asıl
limin yavaş temposu nedeniyle hala yaygın olacaklardır. nedeni midir? Nesilden nesile aktarımın DNA dizisinin
Yaygın hastalıklar için bu yatkınlık genlerinin bazıları üze­ kalıtımından başka şekillerde olabildiğine dair görüşler
rinde işleyen seçilime ilişkin kanıtlar vardır. Örneğin, tip 2 biyologlar tarafından her zaman şüphe ile karşılandı ve

diyabete yatkınlığı arttıran PPARy geninin aleli atasal alel küçümseyici bir ifade ile "Lamarkçılık" olarak isimlendiril­
di (Bölüm 2'ye bakınız). Ancak, kültür, davranış ve hatta
-en yakın akrabamız şempanzede bulunan bir alel - iken,
fiziksel özelliklerin, aileler içinde birikebildiği sağlayan
koruyucu alel insana özgüdür. Benzer şekilde, kalp-damar
birkaç başka yol vardır.
ve Alzheimer hastalıklarına neden olan apolipoprotein E
72 VARYASYONUN VE KALITIMIN MOLEKÜLER TEMELİ

Kutu 3.4 Karmaşık hastalıkların genetik nedenleri:


bağlantı ve ilişkilendirme

Kalıtsal hastalıklarla ilişkili genleri bulmak için iki bağlı bir alelin) hastalıkta bir rol oynayabileceği var­
yaygın yaklaşım vardır. Birincisi, belirgin fenotipik sayılır. Son birkaç yılda, büyük insan genetik var­
etkilere sahip genler ya da belirli DNA dizileri gibi yasyon setlerinin ve yüz binlerce SNP’nin birlikte
genetik belirteçlerin kalıtım örüntüsü ile ailelerdeki analizini olası kılan dizileme teknolojilerinin varlığı,
hastalık, oluşum örüntüleri arasındaki korelasyonu geniş (binlerce hatta on binlerce bireyden oluşan)
bulma girişimi olan bağlantı haritalamasıdır. Eğer hasta ve kontrol serilerinin bir araya getirilmesiyle
hastalığa yatkınlık, belirteçle aynı örüntüde aktarılı- birlikte, birçok çok faktörlü hastalığa katkıda bulu­
yorsa, hastalık nedeni olan gen (fiziksel belirteçten nan genetik varyasyonları tanımlayan genom ölçe­
rekombinasyonla ayrılmadıkları için) ona yakın yer­ ğinde ilişkilendirme çalışmalarını kolaylaştırdı.
leşmiş olmalıdır. Belirteç aracılığı ile tanımlanmış Örneğin, yedi yaygın hastalığın gözlendiği 14.000
kromozom üzerinde bulunan gen bilgileri, hastalık olgu ve 3000 kontrol üzerinde yapılan son bir ça­
oluşumuna katkıları moleküler biyolojik yöntem­ lışma; koroner kalp hastalığı, tip 1 ve tip 2 diyabet,
lerle incelenebilecek ve biyolojik olarak akla yakın romatoid artrit, Crohn hastalığı, bipolar bozukluk
olmalarıyla değerlendirilebilecek aday genlerin bir ve hipertansiyon için hastalık lokuslarını tanımladı.
listesini sağlar. Bağlantı haritalamasının en etkili Sadece bir çalışmadan elde edilen sonuçların dikkat­
olduğu durum yüksek derecede penetran monogenik le yorumlanması gerektiğini tekrar vurgulanmalıyız:
hastalıklardır. Çok lokuslu genetik varyasyon örün- tekrarlanabilirlik yukarıda tartışılan istatistiksel
tülerinin analizinde örnekleme ile ilgili ve istatistik­ ve teknik sebeplerden dolayı sınırlı olabilir. Ayrıca,
sel sorunlar vardır. Buna bağlı olarak, karmaşık çok bunların neden-sonuç ilişkisini göstermeyen, basit
faktörlü hastalıklarda işe karışan genleri tanımla­ ilişkilendirme çalışmaları olduğunu da hatırlatmak
dıklarını iddia eden birçok erken bağlantı çalışması önemlidir: alelin varlığı mutlaka ve doğrudan has­
tekrarlanmamıştır. talık riskine işaret etmez. İlişki dolaylı olabilir, alel
İkinci yaklaşım, belirli bir alelin varlığı için akraba diğer genetik, gelişimsel ve çevresel faktörlerin varlı­
olmayan hasta ve hasta olmayan insanları (sırasıyla ğında etki etmesi olası bir faktör olabilir. Bu nedenle
olguları ve kontrolleri) analiz eden ilişkilendirme bir populasyondaki ilişkilerin neden diğerinde görül­
çalışmalarıdır. Eğer bir alel hastalarda kontroller­ mediğinin hem teknik, hem biyolojik birçok sebebi
den daha sık bulunuyorsa, o alelin (ya da yakından vardır.

Birincisi, insanların düşünme ve eylem yollarını diğer karşı tutumların nesiller arasındaki aktarımı nedeni ile
insanlardan öğrendiği kültürel kalıtımdır. Kültürel kalıtım, obezitenin aile içinde yoğunlaşabildiği kolaylıkla görüle­
basit olarak çocukların ebeveynlerinden öğrenmeleri ile bilir. Aslında, yeni bir çalışma, obezitenin aynı kuşaktaki
ilgilenmez: bireyler kendi ebeveynlerinin neslinden olan sosyal ağlar içinde"aktarılabillr"olduğunu ve eğer bir kişi­
başka büyüklerden ve kendi akranlarından da öğrenebi­ nin kardeşi, arkadaşı veya eşi obez ise, kendisinin de obez
lirler. Kazanılan davranışlar sağlık açısından olumluda (ör­ olma riskinin arttığını göstermiştir.
neğin, eğitim yönelimleri veya kariyer fırsatları) olumsuz Davranış, aktif öğrenme gerektirmeksizin de aktarıla­
da (örneğin, zararlı beslenme örüntülerinin kopyalanma­ bilir. Ana sıçanların yavrularına gösterdikleri ilgi farklılıklar
sı, sigara içme ve uyuşturucu kullanma) olabilir. Dahası, gösterir; bazıları yavrularını sık, diğerleri nadir olarak yalar
örneğin nesiller arasında egzersiz ve yeme örüntülerine ve tımar ederler. Analarından yüksek derecede ilgi gören
74 VARYASYONUN VE KALITIMIN MOLEKÜLER TEMELİ

vardır. İsveç'te yapılmış, bir kuşaktaki büyük ebeveynlerin


ANAHTAR NOKTALAR
beslenmesi ile onların torunlarındaki diyabet ve obezite
• insan genom u bireyler arasında % 0,5 kadar
riskinin bağlantılı olduğuna işaret eden epidemiyolojik
farklıdır. Bu varyasyon SN P'lerden ve daha uzun
gözlemler gibi, hastalık riskinin nesiller arası geçişini des­
dizilerin insersiyonları, delesyonları, inversiyonları
tekleyen, çok sınırlı klinik veriler vardır.
ve dup likasyonlarınd an kaynaklanır.
Son olarak, bazı hastalık risk faktörleri, anasal özel­
• Populasyonlar arasındaki dizi varyasyon
likler tarafından fiziksel olarak aktarılabilirler. Örneğin,
örüntüleri, insanın kökeni ve insanların geçirdiği
küçük yapılı analar, anasal sınırlamalardan dolayı daha
seçilim baskıları hakkında bilgi sağlar.
küçük bebeklere sahip olma eğilimindedirler (Bölüm 7 ve
• Dizi varyasyon un u n sad ece küçük bir oranı, tespit
8 ' bakınız), ve bu durum genetik gelişim potansiyelinden
edilebilir fenotipik d eğişikliğe neden olur.
çok, olasılıkla fetüs büyüklüğünün anasal büyüklüğe uy­
• Kistik fibrozis gibi m onogenik hastalıklar nadir
masını sağlamaya yönelik besinsel sınırlamalarla ilgilidir.
olm a eğilim inde olm alarına karşın, seçilim den
Diğer taraftan, anasal gebelik diyabeti sırasında olduğu
sorum lu birçok m ekanizm a zararlı alellerin
gibi gebelik süresince aşırı besin sağlanması, fetusun aşırı
tüm ünü p opulasyondan eleyem em iştir:
büyümesine (makrosomia) ve çocukta obezite ve diya­
yeniden m utasyon, ürem e yaşı sonrasına
bet riski artışına yol açar. Diyabet varlığından bağımsız ertelen m iş b aşlangıç ve heterozigot avantajı bu
olarak, anasal obezitenin benzer şekilde aktarab ildiği­ m ekanizm aların başlıcalarıdır.
ne ilişkin veriler vardır. Epidemiyolojik çalışmalar, insan
• Tip 2 diyab et gibi yaygın hastalıklara genetik
populasyonlarında benzer ilişkiler yönünde bir eğilimin yatkınlık, çevresel ve gelişim sel faktörlerle birlikte,
olduğunu, fakat sıklıkla kültürel ve davranış faktörlerinin her biri küçük etkilere sahip, riske katkı sağlayan
etkilerinin işe karıştığını göstermiştir. birçok alelin birlikte etkilerinden kaynaklanır.

• Bütün kalıtım g en etik değildir. H astalık riski


kültürel veya davranışsal faktörlerle aktarılabilir,
3.9 Sonuç DNA ve gen ifadesinin ep ig enetik m odifikasyonun
nesiller arası devam lılığına ilişkin veriler giderek
Bu kitapta, öncelikle seçilim sonucu alel sıklığındaki var­ artm aktadır.
yasyon olarak tanımlanabilen mikroevrim ile ilgilendik,
insanlar arasındaki fenotipik varyasyonları önemli ölçüde
genotipteki farklılıklardan kaynaklanır. Varyasyon, insan
genomunda nesil başına 50-100 yeni mutasyon oranı ile
ortaya çıkar ve mutasyonların sadece küçük bir kısmı gen genetik, çevresel ve - sonraki bölümde göstereceğimiz
ifadesinde değişikliklere yol açsa da, böylesi varyasyonlar gibi - gelişimsel belirleyicilere sahiptirler. Böylesi hasta­
seçilim için ham madde sağlar. lıklarla ilgili yüksek yatkınlığın genetik temeli -çoğu kar­
Her ne kadar insanlarda bireyler arası varyasyon, "nor­ maşık fenotipik özelliklerde olduğu gibi- her biri küçük
mal" bireyin olmadığını gösterecek ölçüde geniş olsa da, etkilere sahip, çok sayıda görece yaygın hastalık-yatkınlık
genetik hastalıklar belirli bir çevrede dezavantajlı olan alelinin kombine etkisi nedeniyle olmalıdır. Bu karmaşık­
varyasyondan kaynaklanır. Basit genetik belirleyicilerle lık daha geniş sonuçlara sahiptir. Örneğin, öjeninin neden
ortaya çıkan hastalıklar görece nadirdirler. Birçok mono- işlemeyeceğini gösterir: seçici üremenin bu hastalıkların
genik hastalıkdenovo mutasyonlardan kaynaklanır, fakat yaygınlığını azaltması olası değildir. Bu aynı zamanda pek
dengeli seçilim ve patolojinin üreme yaşı sonrasında baş­ çok hastalık için "sihirli kurşun"gen tedavisinin olmayaca­
laması gibi evrimsel nedenler, monogenik hastalıkların ğı anlamına da gelir. Yine de böylesi karmaşık bozukluklar
populasyondaki devamlılığı ile ilişkili, görünürdeki bilme­ için hastalıkla ilişkili genlerin tanımlanması, patofizyolo-
ceyi açıklayabilir. Tersine, tip 2 diyabet ve kalp-damar has­ jik gözlemler için ipuçları sağlar ve tedavi girişimleri için
talığı gibi, bugünkü en yaygın hastalıklarımız, karmaşık potansiyel hedefleri gösterir.
EK OKUMALAR 75

İnsan genetik varyasyon çalışmalarının tıbbın ötesin­ Jablonka, E. and Lamb, MJ. (2005) Evolution in Four
de de yankıları olabilir. İnsan genomundaki varyasyon Dimensions: Genetic, Epigenetic, Behavioral and Symbolic
örüntülerinin analizi, insanın evrimi süresince seçilime Variation in the Flistory o f Life. MIT Press/Bradford,
uğrayan genlerin tanımlanmasına olanak sağlar. Bu ça­ Cambridge, MA and London.
Jobling, M.A., Hurles, M.E., and Tyler-Smith, C. (2004) Human
lışmalar, bizi insan yapan faktörler -diğer primatlarla
Evolutionary Genetics. Garland Science, London.
son ortak atamızdan beri oluşan değişiklikler- ve insanın
Levy, S., Sutton, G., Ng, P.C. etal. (2007) The diploid genome
şimdi içinde yaşadığı birçok değişken çevreye uyumunu
sequence of an individual human. PLoS Biology 5, 2113­
sağlayan yolları şekillendiren seçilim baskıları hakkında 2144.
ipuçları sağlayabilir. Manica, A., Amos, W., Balloux, F„ and Hanihara, T. (2007) The
effect of ancient population bottlenecks on human phe­
notypic variation. Nature 448,346-349.
Ek okumalar Manolio.T.A., Brooks, L.D., and Collins, F.S. (2008) A HapMap
harvest of insights into the genetics of common disease.
Carroll, S.B. (2006) The Making o f the Fittest: DNA and the Journal of Clinical Investigation 118,1590-1605.
Ultimate Forensic Record of Evolution. W.W. Norton & Strachan, T. and Read, A. (2003) Human Molecular Genetics.
Company, New York. Garland Science, London.
Davey Smith, G. and Ebrahim, S. (2003) 'Mendelian ran­ Wellcome Trust Case Control Consortium (2007) Genome­
domization': can genetic epidemiology contribute to wide association study of 14,000 cases of seven common
understanding environmental determinants of disease? diseases and 3,000 shared controls. Nature 447,661-678.
International Journal of Epidemiology 32,1 -22. Wheeler, D.A., Srinivasan, M., Egholm, M. et at. (2008) The
Di Rienzo, A. and Hudson, R.R. (2005) An evolutionary frame­ complete genome of an individual by massively parallel
work for common diseases: the ancestral-susceptibility DNA sequencing. Nature 452,872-876.
model. Trends in Genetics 21,596-601.
BÖLÜM 4

Evrim ve gelişim

4.1 Giriş durum, fenotipin belirlenmesinde gelişimsel çevrenin


büyük bir rol oynadığını açıkça göstermektedir. Pek çok
1909 yılında, Mendel'in özelliklerin birim faktörler halin­ omurgasız hayvanın, bazı balıkların ve çiftyaşamlıların
de kalıtıldığı gözlemlerinin yeniden keşfedilmesinden (amfibiler) gelişimsel etkilenimler sonucunda farklı stere-
hemen sonra, İsveçli bitki fizyologu Wilhelm Johanssen otipik fenotiplere (morph) gelişebildikleri yüzyıldan daha
kalıtılan birim faktörler için gen, ifade edilen gözlenebi­ fazla süredir bilinmektedir. Aynı genotipten farklı biçim­
lir bir karakter ya da bir populasyonun karakter seti için lerin ortaya çıkması olgusu polifenizm olarak bilinir. Bu­
fenotip ve fenotipin gözlenemeyen biyolojik temeli için rada gelişmekte olan organizma gelişiminin erken evre­
genotip terimlerini kullandı. Günümüzde genotip tek bir lerinde bir çevresel uyarana yanıt verir ve iki veya daha
hücre ya da organizmanın genetik yapısını, fenotip ise bu fazla olası biçimden birine giden gelişim yoluna girmiş
genotipin gözlenebilir özellikler dizisini ifade etmektedir. olur. Örneğin, bir dişi arı larvası bir kraliçe arıya ya da bir
Johanssen gibi, bir genotipin bir dizi farklı fenotiple ilişkili işçi arıya gelişebilir. Eğer dişi larva erken larval evrede bü­
olabileceğini ve birden fazla genin doğrudan ya da do­ yük oranda kraliyet jeli ile beslenirse kraliçe arıya, başka
laylı olarak herhangi bir özelliğe katkıda bulunabileceğini bir şekilde beslenirse işçi arıya gelişir. Son çalışmalar, bu
kabul etmekteyiz. Hücresel düzeyde, tüm vücut hücreleri 'karara'fenotipi belirleyen kritik genlerin ifadesini etkile­
aynı genotipe sahiptir. Fakat sinir, karaciğer, pankreas ß yen epigenetik süreçlerin aracılık ettiğini göstermiştir.
hücresi ya da nötrofil gibi hücre tiplerinin her birinin ol­ Daha yaygın ve kaçınılmaz olarak memelilerde, geli­
dukça farklı fenotipleri vardır. Gelişimsel biyoloji alanında şimsel etkilenimler dişi arılarda olduğu gibi stereotipik
yapılan araştırmaların çoğu, hücresel mikroçevrede bu­ olarak farklı belirgin biçimlerin oluşumuna neden olmaz;
lunan ve gen ekspresyonunda ardışık nesillerde tekrar­ sonuç daha çok belirli bir karakterin büyüklüğü ile tanım­
lanan değişikliklere neden olarak farklılaşmış hücrelerin lanan bir devamlı fenotip aralığıdır. Gelişimi etkileyen bir
olgun fenotipini ortaya çıkaran, diğer hücreler, hücre dışı çevre bileşenindeki çeşitliliğe yanıt olarak indüklenen
matriks ve büyüme faktörleri gibi unsurların farklılaşma fenotip aralığı reaksiyon normu olarak adlandırılır (Kutu
sürecini düzenlemesine odaklanmıştır. 4.1 'e bakınız). Reaksiyon normu kavramı, sıklıkla evo-devo
Gelişimsel süreçler, aynı genotipe sahip organizmala­ biyolojisi olarak adlandırılan evrimsel gelişim biyolojisinin
rın entegre fenotiplerinin değişebilme mekanizmasının kavramsal temelinin önemli bir bileşeni olmuştur.
anlaşılması açısından da aynı derecede önemlidir. Tek yu­ Yaşamın erken evresinde gelişim yolağının değişimiy­
murta ikizleri hiçbir zaman tam anlamıyla aynı değillerdir le tek bir genotipten oluşan fenotipi düzenleme kapasite­
(aşağıdaki Kutu 4.4'e bakınız). Dahası, ikizler çocukluk ve si anlamına gelen gelişimsel plastisite sürecinin evrimde
adolesan evre boyunca geliştikçe daha fazla değişirler anahtar bir süreç olduğunu şimdi anlıyoruz. Bu, organiz­
ve birbirlerinden daha iyi ayırt edilebilir hale gelirler; bu maların karakterlerini farklı çevrelere uydurarak ve dü-

77
78 EVRİM VE GELİŞİM

Kutu 4 .1 Gelişimsel plastisitede teorik kavramlar

Bu bölümün altı çizilecek temel mesajlarından birisi reaksiyon normları bu ilişkileri göstermek için çizile­
tek bir genotipin gelişimsel etkiler nedeniyle bir dizi bilir (Şekil 4.1).
fenotip oluşturabileceğidir. Fenotipteki bu değişken­ Reaksiyon normu fenotipik karakterin sürekli
lik bir dizi genetik ve gelişimsel kısıtlılıkla sınırlandı­ aralığını tanımlamaktadır ve genom veya diğer sı­
rılmıştır. Bu yüzden fenotipin farklı yönleri arasında nırlanmalar ile belirlenen alt ve üst limitleri vardır.
korelasyonlar olacaktır. Ancak bazı durumlarda gelişimsel plastisite sürekli
Nihai olarak, tek bir genotipten kaynaklanan ve bir fenotip dizisi oluşturmaz, bunun yerine bir dizi
gelişimsel olarak indüklenen fenotipler dizisi, değiş­ kesintili alternatif stereotipik formu indükler: bun­
miş fizyoloji, değişmiş anatomi veya değişmiş yaşam lar polifenizmler olarak adlandırılır. Klasik örnek iki
öyküsü karakterleri gibi çeşitli biçimlerde oluşabilir. alternatif formu olan polifenik dişi arıdır: kraliçe arı
Ortaya çıkacak bu özgün sonuç gelişimsel çevrenin ve işçi arı genetik olarak birbirinin aynısıdır ve feno­
doğasına, kalıtsal genotip özelliklerine ve belki de tipik farklılık erken larval evrede farklı besin alımları
epigenotipe bağlı olacaktır. Reaksiyon normu terimi nedeniyle ortaya çıkar. Çevre tarafından tetiklenen
gelişimsel plastisitenin indüklediği olası fenotipik polimorfizmler böceklerde yaygın olmakla birlikte
çeşitlilik aralığını tanımlamak için kullanılır. Plastisi­ bazı omurgalılarda da görülmektedir, örneğin sü­
tenin indüklemediği reaksiyon normu ise gelişimsel rüngenlerde eşeyin belirlenmesi çevresel etkenlerle
çevre aralığında sabitlenmiş fenotipik karakterdir. tetiklenir. Memelilerde genelde fenotipteki gelişim­
Gelişimsel plastisite (etkin olarak reaksiyon normu sel olarak kesintisiz varyasyonlarla ilgileniriz, ancak
ile tanımlanır) de seçilime maruz kalabilir: gelişim­ memelilerde polifenizmler de vardır. Örneğin poli-
sel olarak olası bu plastisite sürecine sahip olmak fenizm Himalaya tavşanlarında çiftleşme dönemle­
değişken ya da potansiyel olarak değişken çevrelerde rindeki sıcaklık eşiklerine bağlı olarak kulaklarda ve
uyumsal avantaj sağlar. Bir çevrede uyumsal avanta­ ekstremitelerdeki tüylerin renklenmelerinde görü­
ja sahip olan bir özelliklik başka birinde dezavantaj­ lür. Benzer etkiler siyam kedilerinde farelerde ve ko­
lı olabilir: bu kavram kitabın değişik bölümlerinde baylarda da görülür ve gen mutasyonları nedeniyle
uyumsuzluk olarak tanımlanmıştır.
Evrimsel düşüncenin evriminde nicel yaklaşım­
ların önemli rolünden dolayı, reaksiyon normunun
grafiksel olarak nasıl ifade edilebileceği başlı başına
bir konu olmuştur! Farklı yaklaşımlar okuyucunun
ihtiyaçlarının ötesindedir ve bu yüzden x ekseni­
nin gelişim sürecindeki çevre şartları, y eksenin ise
özelliğin büyüklüğünü temsil ettiği en yaygın olan
biçimini tanımlayacağız. Fetal çevrenin daha sonraki
insülin duyarlılığına etkisi Bölüm 7’de ele alınmak­
tadır. Yüksek düzeyde anasal beslenme obezite ve
insülin direncine sahip çocuk sahibi olmaya neden
Şekil 4.1 Gebelik sürecinde anasal beslenmedeki varyasyon
olabilir. Farklı mekanizmalarla ortaya çıkan anasal
ile ileriki yaşlarda ortaya çıkan riskdeki varyasyonu gösteren
yetersiz beslenme durumunda da çocuklar insülin
basit reaksiyon normları. Obezite ve insülin direnci farklı
direnci ve viseral yağlanma gösterebilmektedir. Basit mekanizmalardan kaynaklanabileceğinden, reaksiyon
normunun şeklinin farklı olabileceğine dikkat ediniz.
GELİŞİM: ÖNCEDEN Mi BELİRLENMİŞTİR YOKSA PLASTİSİTE GÖSTERİR Mi? 79

ortaya çıkan farklı melanizasyon bu canlıların sıcak­ bir ifadeyle, reaksiyon normunun bir kısmını) açığa
lığa duyarlı olmalarına neden olur. çıkartabilir. Tavşan örneğini ele alalım. Eğer bütün
Ekstrem fenotiplere karşı işleyen seçilme denge­ Himalaya tavşanları sıcak ortamda büyütülse ve çift-
leyici seçilim denir (ekstrem terimi seçici çevreye leştirilselerdi, genetik temelli gelişimsel bir potansi­
kıyasla kullanılmaktadır). Yani belirli bir özellik için yelleri bulunsa bile, siyah kulaklara ve ekstremitelere
ele alındığında, varyasyonun büyük bölümü ortala­ sahip olma kapasiteleri hiçbir zaman gözlenemeye-
ma fenotipin etrafında toplanır (reaksiyon normu­ cekti. Eğer çevresel değişiklik sürekli olsa ve eğer
nun ortasındadır), bu yüzden genetik çeşitlilik azal­ bu değişkenin etkisinde kalan reaksiyon normunun
mıştır. Rus biyolog Schmalhausen fenotipteki karar­ uyumsal bir değeri olsaydı, o zaman seçilim bu bi­
lılığın (Conrad Waddington tarafından daha sonra leşenin lehine işleyecekti ve böylece populasyonun
kanalize olma olarak adlandırılmıştır) gelişimsel fenotipik örüntüsü değişecekti. Genetik asimilasyo­
süreçler üzerinde işleyen dengeleyici seçilimden kay­ nun bir başka örneği VVaddington’un, gelişim süre­
naklandığını savunmuştur, buna göre genetik ve çev­ cinde sıcaklık şokuna maruz bırakılarak kanatların­
resel etkilere karşı özelliklerin ifadesi korunmuştur. da farklı damar örüntüleri oluşturulan Drosophila
Kanalize olmanın tersi genetik asimilasyon olarak sinekleri üzerindeki ünlü deneyidir (aşağıdaki Kutu
adlandırılır. Bu kavrama göre çevresel değişiklik ba­ 4.3’e bakınız).
zen daha önce gözlenmemiş bir dizi fenotipi (diğer

zenleyici süreçlerini seçilim ve homeostasis arasında bir za­ olan çevresel faktörlerin sonraki nesilleri nasıl etkilediği
man ölçeğinde değişen durumlara göre ayarlayarak uyum konusunda yeni bir anlayış önermektedir.
güçlerini korumalarına veya artırmalarına izin verdiği için
ortaya çıkar (Bölüm 1'e bakınız). Bu süreçler, hem genotipik
sınırlılıklar kapsamındaki zorluklara yanıt vermek için orga­ 4.2 Gelişim: önceden mi belirlenmiştir
nizmalara bir yol sağladıklarından, hem de evrimsel fırsat yoksa plastisite gösterir mi?
ve yeniliklerin ortaya çıkmasına neden olabildiklerinden
evrimsel repertuarın önemli bileşenleridir. Bir yaşamın ne zaman başladığı ve gelişimin nasıl ilerledi­

Bu bölüm öncelikle gelişimsel esnekliğin insan biyo­ ği sorusu düşünürleri binlerce yıldır büyülemiştir. Yunanlı

lojisinde oynadığı anahtar role odaklanmaktadır, fakat filozof Aristo yeni bir insanın dişi ve erkek bileşenlerin ka­

daha geniş kavramsal bir perspektife de ihtiyacımız var­ rışımından oluştuğuna inanmıştır: dişi yapısal malzeme
dır. Hızla gelişen evo-devo alanı, Lamarck'tan bu yana ev­ olarak menstrüel kanla katkıda bulunurken, erkek seme­
rimsel düşünceyi meşgul etmiş olan, gelişim sürecine etki ni aktif bölüm olarak yeni biçimi oluşturur. "Biçimlenmi-
eden çevresel fakörlerin evrimsel bağlamda nasıl etkin şin""biçimlenmemişten" geliştiğini varsayan ve gelişimin
olabildiği problemine yeni bir anlayış getirmektedir. Ge­ kademeli ve plastisiteli olarak tanımlandığı bu eski bakış

lişimsel plastisite bittikten sonra kazanılan karakterlerin açısı epigenez olarak adlandırılır. Belirgin geçersizlikleri­
kalıtılamayacağını artık biliyoruz, ancak bu, bir nesildeki ne karşın, güncel yaklaşımla bazı benzerlikleri de vardır.
çevresel etkenlerin sonraki nesillere etki etmeyeceği an­ Aristocu görüş, ışık mikroskopisindeki ilerlemelerle,
lamına gelmez; aslında bu seçilimin yapmakta olduğu şe­ sıklıkla hayvan fetüslerlnde olsa da, doğumdan önceki
yin ta kendisidir. Ancak gelişimsel plastisite ve epigenetik yaşamın detaylı bir şekilde incelenmeye başlandığı erken
alanında ortaya çıkan yeni kavramlar, kısa süreli etkileri modern çağa kadar etkinliğini sürdürdü. Bu basit mik­
80 EVRİM VE GELİŞİM

roskoplarla gözlenenlerin ne olduğu ve bunların önemi lıtımın bu üreme hücresi hattı üzerinde işlediğini farkede-
konusundaki tartışmalar onyedincl ve onseklzinci yüz­ rek kritik bir kavramsal katkıda bulundu. Yani vücut hüc­
yıllarda şiddetle devam etti. Aristo embriyo içerisindeki relerini, organizmanın gövdesini, etkileyen etmenlerin
içsel kuvvetlerin hem biçimi hem de ruhu oluşturduğunu bir sonraki nesle aktarılamayacağı, yani üreme hücreleri
öne sürmüştü: tüm organizmalarda bir vejetatif kuvvet, hattının çevreye karşı bağışık olduğu düşünüldü. Bunun
hayvanlarda lokomotor bir kuvvet ve sadece insana özgü kesin bir saptama olduğu kabul edildi ve bu kuralın istis­
olan akıl kuvveti. Ancak, tüm ekstremiteleri ve organlarıy­ naları ancak son yıllarda ortaya kondu: bu istisnalar bölü­
la, atmakta olan kalbiyle ve hatta spontan hareketleriyle mün sonunda tartışılacaktır. Gelişim biyolojisi (daha sonra
gelişmekte olan bir fetüs gibi karmaşık bir yapı hiç yoktan embriyoloji olarak tanımlandı) izleyen dönemde Wilhelm
nasıl ortaya çıkabilmektedir? Epigenetik gelişim felsefesi Roux, Hans Driesch ve Hans Spemann gibi biyologların,
akla yatkın bulunmadı. Tüm karmaşık yapıların hali hazır­ her zaman aynı fikirde olmasalar da, hücre farklılaşması
da orada olduğunu ve sadece çok küçük olduklarını savu­ ve embriyonik organizasyonun ilk süreçlerini tanımladık­
nan karşı bir görüş olan önoluşumcu (preformasyonist) ları çok parlak bir deneysel aşama geçirdi. Gelişim ala­
görüş ortaya çıktı."Animalkulist"Nicolaas von Hartsoeker nındaki çalışmalar, moleküler biyolojinin ilerlemesine ve
1694 yılında spermin başını çevreleyen derinin içerisin­ Drosophila ve diğer model türlerde özgül genlerin geli­
de minik bir insan görebildiğini savundu. Bunun daha şimdeki rolü keşfedilene kadar yavaş ilerledi. Şimdi erken
sonra bir insana dönüştüğünü iddia etti. "Ovistler" olarak gen ekspresyonunun gelişen embriyodaki polaritenin ve
adlandırılan diğer bir grup ise böylesi bir önoluşumlu in­ örüntü oluşumunun düzenlenmesindeki rolü hakkında
sanı yumurta içerisinde gördüklerini iddia ettiler. Epige- çok daha fazla şey biliyoruz. Çok önemli keşiflerden bi­
netikçiler ve preformasyonistler arasındaki uyuşmazlık, risi organizmaların organizasyonunda segmentasyonun
materyalizm ve ortodoks hiristiyanlık arasındaki çatışma­ moleküler temelinin ve gelişen segmentlerde hox genleri
nın o zamanki yansıması olduğu için çok derindi. Görü­ gibi homeotik genlerin işlevinin belirlenmesiydi.
nüşte epigenetikçiler tartışmayı kazandı ve anahtar soru
değişti. Embriyologlar artık embriyonik organizasyonun
kaynağını açıklama hevesinde değildi, amaçları daha çok 4.3 Gelişim önemli midir?
kuralları ortaya koymaktı.
Ondokuzuncu yüzyılın en iyi bilinen gelişim görüntü­ İlk embriyologlar gelişimlerinin büyük ölçüde çevreden
leri Avrupa'da Darvvin'in en ünlü elçisi olan Alman bilim etkilenmediği düşünülen model organizmalarla çalışma­
insanı Ernst Haeckel'e aittir. Haeckel ontogeninin (gelişi­ yı tercih ettiler; eğer böyle çevresel etkiler varsa bunları
min), filogeninin (evrimin) kısa ve hızlı bir tekrarı olduğu­ "gürültü" ve gereksiz varyasyon kaynakları olarak kabul
nu savundu. Hatalı, ancak etkili olan bu hipotez insanların ettiler. Daha sonra genetikçiler, genetik determinizm kav­
embriyonik gelişimleri sırasında kendi atalarının türleşir- ramı üzerinde odaklandılar ve Modern Sentez'de (Bölüm
ken geçirdikleri önemli adımları tekrar ettiklerini öne 2 'ye bakınız) genetik ve evrimsel kavramlar bütünleştiğin­
sürmekteydi. Tüm omurgalılar benzer atalara sahip ol­ de gelişimin büyük ölçüde evrimle ilişkisiz olduğu görüşü
duğundan, zamanla farkılıklar artsa bile, gelişimin erken kuvvet kazandı. Çünkü Modern Sentez büyük ölçüde po-
evrelerinde benzer olmalıdırlar. Haeckel'in karşıtları onu, pulasyon genetiğine dayalıydı ve seçilimin doğada ergin,
farklı türlere ait embriyoları olduklarından daha benzer üreyen fenotip üzerinde işlediği kabul edilmekteydi, bu
şekilde resmetmekle suçladılar, fakat Haeckel resimlerin dönemin teorisyenleri gelişimin büyük ölçüde göz ardı
birebir aynı değil tasvir edici olarak çizildiği şeklinde yanıt edilebileceğine inanmaktaydılar.
verdi. Bu resimler, problemli kökenlerine rağmen, basıl­ Yirminci yüzyılın ikinci yarısında politik ve diğer kay­
maya ve yirminci yüzyılın büyük bölümünde tartışma ko­ gılar, gelişimin evrimsel sürecin kritik bir bileşeni olarak
nusu olmaya devam etti. görülmesinden uzaklaşılması eğilimini güçlendirici tutu­
Yirminci yüzyılın başlarında August VVeismann üreme mu ön plana çıkardı. 1930 ve 1940'lı yıllarda varyasyon
hücrelerinin büyük ölçüde çevreden korunduğunu ve ka­ problemine kafa yormuş Rus bilim insanları tarafından
büyük miktarda öncü çalışma yapıldı; bu bilim insanları
GELİŞİM ÖNEMLİ MİDİR? 81

Kutu 4 .2 Sovyetler Birliği’nde bilim ve politika

Sovyetler Birliği’nde biyoloji, yirminci yüzyılın orta­ gittikçe vahşileşti ve iddiaları gittikçe savurganlaştı
larında, yaşama ziraatçı biyolog olarak atılan Trofim ve bilimden çok hurafeye dayanır hale geldi. Muhalif
Lysenko’nun etkisiyle yozlaşmıştır. Onun ilk çalış­ sesler ve daha dikkatli ve düşünceli bilim insanları
maları soğuğa maruz kalan tohumların çimlenme memuriyetlerinden atıldılar. Çoğu görevinden alındı
süreçleriyle ilgiliydi. Bu Rusya’da tarımın ilerlemesi ya da kırsal alanlara gönderildi, bazıları yurtdışına
için, özellikle zor şartlarda ürün maksimizasyonu kaçtı ya da intihar etti. Schmalhausen de ihbar
için, kaçınılmazdı. Fakat bu yaklaşımın, karakter­ edildi ve Moskova üniversitesindeki profesörlüğü
lerin çevresel etkilerle değişme süreçlerinin başka ve araştırma enstitüsü müdürlüğü görevlerini kay­
türlere de, hatta insana da, uygulanıp uygulanama­ betti. Sonunda Lysenko’nun çalışmalarının düzmece
yacağı yolunda, daha geniş yankıları oldu. Lysenko olduğu, pek çok insanın hayatını mahvettikten ve
“insan ruh mühendisliği” fikrine farklı bakmayan Rusya’nın biyolojideki ününü yıktıktan sonra anla­
Joseph Stalin tarafından desteklendi. Lysenko çalış­ şıldı.
maları için çok büyük mali destek aldı ve fikirleri

doğal seçilimin genotip üzerinde değil fenotip üzerinde olma olarak adlandırılır (Kutu 4.1 'e bakınız). Kanalize olma
işlediğini ve ikisi arasındaki bağlantıda gelişimsel süreç­ metaforunun temelinde yatan şudur: gelişen organizma­
ler anahtar olduğundan, gelişimin bizzat kendisinin çok lar alternatif kanallardan geçebilirler, ancak bu kanalların
daha fazla dikkati hak ettiğini düşündüler. Rus teorisyen- yamaçları son derecede sarp olduğundan kolaylıkla yol­
lerden l.l. Schmalhausen, bir dizi fenotipin ortaya çıkma­ dan çıkamazlar, bu nedenle de çevreden korunmuşlardır.
sını sağlayan gelişimsel etkilerin önemini fark ederek bu Bu yüzden gelişimsel süreçler oldukça sağlamdır, fakat
alana çok önemli kavramsal katkılar yaptı. Schmalhausen, gerektiğinde plastisite de gösterebilmektedirler.
seçilimin bir populasyondaki fenotip dağılımını (ya da re­ VVaddington daha sonra, çok önemli olduğu şimdi
aksiyon normunu), yani plastisite potansiyelindeki çeşitli­ kabul edilen, çevresel faktörlerin sadece gelişimi etki­
liği, nasıl değiştirdiğini anlamaya çalışarak doğal seçilimin lemediği, aynı zamanda sonraki nesillerin fenotipini de
fenotipi etkileme yollarına odaklandı. Bu görüş gelişimsel etkileyebildiğini gösteren deneysel bir gözlem yaptı. Bu
plastisitenin kendisinin evrimleşebilen bir süreç olduğu­ gözlem evrim ve gelişim biyolojisinin kesişiminde yer
nu savunan modern kavramların öncüsü oldu. alan güncel araştırmaların temelini oluşturmaktadır. Dro­
İngiltere'de Conrad VVaddington benzer doğrultuda sophila meyve sineği larvalarını ısıttığında bazı sineklerin
düşünmekteydi. Epigenetik ("genetiğin üzerinde" anla­ kanat damarlanma örüntülerinde mutasyon gösterdik­
mına gelir ve epigenezisten farklı bir kelimedir) terimi­ lerini belirledi. Isıyla indüklenmiş fenotipik değişim gös­
ni 1942'de ortaya attı. O da Schmalhausen'in ilgilendiği teren bu sinekler lehine nesiller boyunca uygulanmış
konuların çoğuna yoğunlaştı ve özellikle de gelişimin seçilimden sonra, sineklerin mutant fenotipi spontan
nasıl bir taraftan stereotipik fenotipi ortaya çıkarırken bir olarak, bozucu ısı uyarısı etkisinde kalmadan, gösterdik­
taraftan da çevresel faktörlerden etkilenebildiği ile ilgi­ lerini buldu. VVaddington bu süreci genetik asimilasyon
lendi. VVaddington "epigenetik topografya" kavramını olarak adlandırdı, ancak, bu deneyleri modern moleküler
geliştirdi (Şekil 4.2). Bu metafor basitçe genotipte kalı- tekniklerin geliştirilmesinden önce yaptığından altında
tıldığı varsayılan gelişim programının, gelişmekte olan yatan mekanizmaları daha derinlemesine inceleyemedi.
organizmayı farklı yollara kanalize etmek üzere, çevresel Bu konudaki güncel yaklaşımlar Kutu 4.3'de tartışılmak­
etkilerce nasıl değiştirildiğini gösterir: bu kavram kanalize tadır.
82 EVRİM VE GELİŞİM

Şekil 4.2 Waddington'un epigenetik topografyası.


Gelişimsel yollar bir vadiden yuvarlanan top ile
sembolize edilmiştir. Vadi derinleştikçe ve dikleştikçe
gelişim özel bir yol ile sınırlanır (ya da kanalize olur)
(Waddington, C.H. (1957)'den alınmıştır. The strategy
o f the Genes: a Discussion o f some Aspects of Theoretical
Biology. George Allen & Unwin, London, izin alınarak
basılmıştır).

Kutu 4 .3 Genetik asimilasyon ve gelişimsel tamponlar

1940’larda, Conrad VVaddington Drosophila’da, kanat­ lar genetik ya da farmakolojik yollarla Hsp90 mik­
taki damarlar düzgün bir şekilde bağlanmadığın­ tarındaki azaltılmanın sineklerde birçok bozukluğa
dan “crossveinless” olarak adlandırılan özel bir kanat neden olduğunu göstermiştir. Birçok nesil boyunca
karakterinin larvaların yüksek sıcaklığa maruz bıra­ belirli fenotipler üzerine işleyen seçilim bunların
kılmasıyla indüklendiğini ve birkaç nesillik seçilimden asimilasyonuna ve Hsp90 seviyeleri normale dönse
sonra bu özelliğin yüksek sıcaklık uygulaması olmak­ bile bu fenotiplerin ortaya çıkmaya devam etmesine
sızın da ortaya çıktığını gözledi. VVaddington bu süreci neden olmuştur: bu VVaddington’un gözlemleriyle
genetik asimilasyon olarak adlandırdı. VVaddington birebir uyuşmaktadır. Bu durumda, Hsp90 proteini
kanat deformasyonunun ilk ortaya çıkışının bir kana­ olasılıkla sinyal molekülleri ile etkileşimi sonucunda
lize olma bozukluğu olduğunu, ısı uygulamasının genetik varyasyonun ekspresyonuna karşı tampon
Drosophila'da gelişimin seyrini yeni bir yöne değiştir­ görevi yapıyor gibi görünmektedir ve Hsp90 miktarı
diğini ve bu özelliğin güçlü seçilim baskısından kay­ azalıp tamponlama kapasitesi aşıldığında varyasyon
naklanan sürekli çevresel stres altında sabitlendiğini ortaya çıkmaktadır.
değerlendirdi. Bu gözlem modern moleküler genetiğin Bu deneylerde yapay seçilim rol oynamıştır. An­
olası mekanizmayı açıklamasına kadar, 50 yıl süreyle cak genetik asimilasyon sürecinin kendisi yenili­
biyolojik bir merak konusu olarak kaldı. ğin evriminde rol oynayabilir. İndükleyici ortam
Isı-şoku proteinleri (Hsp’ler) pek çok organizma­ gelişimsel esneklik süreçleri üzerinden avantajlı bir
da yüksek sıcaklık gibi çevresel streslerin etkisinde fenotip ortaya çıkartabilir. Daha düşük seviyedeki
kalmayı izleyerek, yüksek miktarlarda oluşan bir uyaranla fenotipin açığa çıktığı bireylerin seçilim ta­
protein ailesidir. Bu proteinler hücrede çeşitli kri­ rafından tercih edildiği tahmin edilebilir. Epigenetik
tik sinyal moleküllerine bağlanan ve onları koruyan kalıtım mekanizması duyarlılıktaki değişimi ve fe-
moleküler şaperonlar olarak davranırlar. Isı-şoku notipi kalıcı kılabilir. Sonuçta mutasyonlar herhangi
proteinleri stres yokluğunda bile hücredeki en yay­ bir uyaran olmadan bu fenotipin ortaya çıkmasını
gın proteinlerdendir. Drosophila’da yapılan çalışma­ sağlayacaktır.
GELİŞİMSEL PLASTISITE 83

Bu modeller fenotipik evrimleşmenin sadece rast­ yaralanmasını azaltan avantajı olmuş olmalıdır.
gele mutasyonlarla ortaya çıkması yerine, fenotipik Klasik görüşe göre topukların kalın olmasına neden
değişikliklerin genotipik değişime neden olabile­ olan mutasyon doğal olarak ortaya çıkmıştır. Ancak
ceğini düşündürür. Böylesi bir asimilasyonu temsil yeni ortaya çıkan bir görüşe göre, yürüme ve topuk
edebilecek insana dair bir örnek, bebeklerde doğum yastığının kalınlaşması arasındaki bu ilişki, yapay
sırasında görülen kalınlaşmış topuk yağ yastığıdır: olarak seçilmiş meyve sineklerinde kanat damar da­
yürüme ve kalınlaşmış topuk yastığına ihtiyaç aylar ğılımı ve ısı stresi arasında olan ilişkiye benzer ola­
sonra ortaya çıkacağı halde evrim neden doğumda rak, doğal seçilim altında ortaya çıkmış olmalıdır. Bu
kalınlaşmış topuk yastığı oluşumu için bir seçilimle heyecan verici, tartışmalı ve hızla gelişen bir çalışma
karakterizedir? Açıkça, kalınlaşmış topuk yastığına alanıdır.
sahip olmanın hareket yeteneğini arttıran ve ayak

4.4 Gelişimsel plastisite Farklılaşmamış bir öncü hücreden özel hücre tiplerinin
farklılaşması epigenetik kontrolün gücünü gösterir: bir
Gelişimsel plastisitenin erişkin bir organizmadaki akciğer hücresi, bir karaciğer hücresi ve bir lenfosit yapı
kullanım-hipertrofisi ve kullanılmama-atrofisinden (özel­ ve işlevde oldukça farklıdırlar ve çok farklı gen ekspresyo-
likle kas-iskelet sisteminde görülen bir durum), telafi edi­ nu örüntülerine sahiptirler, ancak şüphesiz aynı genotipi
ci hipertrofiden (kalp gibi bazı organlarda ortaya çıkar) ve taşırlar. Özel organ ve dokuların gelişimi gelişimsel çev­
(bazı dokularda onanma eşlik edebilen) hücresel hiperp- reden etkilenebilir, dolayısıyla fetal çevreye bağlı olarak
laziden ayırt edilmesi gerekir. Gelişimsel plastisite, gelişi­ organlar farklı gelişebilirler. Örneğin plasental yetersizliği
min erken evrelerinde işleyen ve yaşamın geri kalanında bulunan bir kadından büyüme geriliği ile doğmuş bir be­
fenotipi etkileyen bir dizi sürece işaret eder. Bu süreçler bek daha az nefrona sahip olabilir ve bu da ileriki yaşlarda
bazı taksonlarda alternatif formları indüklemek üzere iş­ daha yüksek hipertansiyon gelişme riski nedenlerinden
ler, fakat insanlarda fenotipik çıktıların sürekli dağılımı ile birisidir.
ilgileniriz. Plastisite gösteren birçok değişikliğin kısa vadeli ha­
Gelişim sırasında çevresel etmenler, bu etki olmadığın­ yatta kalma ve performansın dayandığı homeostatik
da sağlam bir yapıya sahip olacak gelişimsel süreçlerde süreçlerin ayarlarında kalıcı değişimleri içerdiğini bilmek
bir ölçüde plastisite ortaya çıkarabilir. Plastisite gösteren önemlidir. Örneğin bebeğin termal ortamı, inerve edilen
bu etkiler çeşitli düzeylerde olabilir. Birincisi, çevresel et­ ve yaşam boyunca termoregülasyonda kullanılan ter bez­
kilerin embriyonik kök hücrelerin dağılımını ve gelişimini lerinin sayısını etkileyebilir. Bölüm 7'de bir bireyin üreme
etkilediği embriyogenezin erken dönemindedir. Fallop stratejisinin erken yaşam ortamı ile belirlenebileceğini
tüpü ve uterus içerisindeki besinsel, endokrin ve kimya­ tartışacağız. Bölüm 8'de metabolizmayı düzenleme kapa­
sal çevre, erken blastosistteki hücrelerin iç hücre kitlesine sitesinin yaşamın erken döneminde çevre tarafından be­
(daha sonra embriyonun kendisi olacaktır) ya da trofek- lirlendiğini tartışacağız. Bölüm 9'da hipotalamik-hipofiz-
toderme (plasentanın fetal kısmını oluşturacaktır) yerleş­ adrenal (HPA) aksın geri-bildirim ayarlarının nasıl yaşamın
tirilmesini etkileyebilir. Bu süreç vücutta sürekliliği olan erken döneminde belirlendiğini göstereceğiz.
çeşitli kök hücre hatlarında da devam edebilir ve böylece Gelişimsel plastisitenin uyumsal değeri vardır ve belki
hasar onarım yeteneğinde, örneğin damar endoteli öncü de sınırsızca plastisite göstermek avantajlı olacaktır, fa­
hücreleri ve kardiyomiyosit kök hücrelerinde olduğu gibi, kat çeşitli nedenlerle bu plastisite yaşamın başlangıcına
kalıcı değişikliklere neden olur. sınırlandırılmıştır. Birincisi, kalıtılmış sınırlamalar vardır;
84 EVRİM VE GELİŞİM

bazı özellikler bir kez geliştikten sonra artık plastisite dürüldüğü plastisiteli bir cevabı indüklemez: aslında bazı
olası olmayabilir. Hücreler hatlardan birine veya diğerine uyaranlar gelişimin normal örüntüsünü bozar.
girdikten sonra, gelişimsel etkilerin bu süreci değiştirme­
si olası değildir. İkincisi, gelişimsel plastisite kapasitesini
4.5.1 Gelişimsel bozulmalar
sürdürmenin karşılanamayacak bir enerji maliyeti olabilir
(Bölüm 5'e bakınız). Şiddetli çevresel etkiler gen ekspresyonu, hücre çoğal­
Bu yüzden gelişimsel esneklik k ritik pencerelerle ması ya da hücre göçü süreçleriyle etkileşerek gelişimi
karakterizedir. Bu kritik pencereler uyaranların ve ilgili aksatabilir. Bu teratolojinin, doğuştan anomaliye neden
organ sisteminin doğasına bağlıdır. Örneğin, sıçanlarda olan gelişimsel bozuklukları inceleyen bilim dalının, ala­
nörogenez gebeliğin 3. haftasında (yani yaklaşık doğum nıdır. Her ne kadar günümüzde fetal ultrason erken teş­
sırasında) büyük oranda tamamlanmıştır ve gelişimsel hisi mümkün kılmakta ve modern sağlık kurumlarında
uyaranların bu yaştan sonra nöron sayısı üzerinde büyük gebeliğin 19. haftasında bu büyük anormalliklerin tanın­
bir etkisinin olması beklenemez. Memelilerde hipotala- ması için rutin bir tarama yapılmakta ise de, geleneksel
musun anatomik ve işlevsel organizasyonunda eşeyler olarak bu anomaliler doğum kusurları olarak kabul edilir.
arasında belirgin farklılıklar vardır. Sıçanlarda neonatal Anomaliler genetik mutasyonlar (örneğin kalp hasta­
yaşamın 1. ve 5. günleri arasında kritik bir dönem vardır; lıkları, zeka geriliği ve 2 1 . kromozom trizomisinin diğer
bu dönemde dişi sıçan beyni testosteron etkisinde kalır­ özellikleri) ya da çevresel etkiler nedeniyle ortaya çıka­
sa bu bireyin erkekleşmesine neden olacak ve bu sıçan­ bilir. Bu iki süreç aslında ayırt edilebilir değildir, çünkü
lar erkek benzeri bazı üreme davranışları ve nörendokrin 2 1 . kromozom trisomisi gibi mutasyonel bozuklukların
özellikler ile büyüyeceklerdir. İnsanda buna eşdeğer bir görülme sıklığı, çevresel faktörlerdeki bazı değişimlerin
dönem fetal yaşamın çok daha öncesindedir ve çok iyi gelişmekte olan ovarian foliküllerde mutasyonu tetikle-
tanımlanmamıştır. diğini göstermek üzere, 40 yaşın üstündeki kadınlarda
(özellikle baba da ileri yaşlarda ise) belirgin olarak artış
göstermektedir. Ancak, saf çevresel kaynaklı etkiler, eks-
4.5 Gelişim sırasında çevresel uyaranlara tremite gelişimini bozarak fokomeliye neden olan tha-
verilen yanıtlar lidomid gibi ilaçların teratojenik etkilerini ve plasental
bariyeri geçen birkaç virüsten birisiyle enfeksiyona bağlı
Gelişmekte olan memeliler, çevreleri hakkındaki bilgileri olarak zeka geriliği, sağırlık ve kongenital kalp anomali­
ana aracılığıyla besin, hormon ya da plasentayı geçebilen leri ve fetüsün uzun kemiklerinin gelişimiyle etkileşerek
diğer maddeler biçiminde ya da bebekken ana sütüyle al­ ağır gelişim geriliğine neden olan rubella embriyopa-
maktadırlar. Ananın yaşadığı stres derecesi veya doğum­ tisini içerir. Boya, ağır metal ve insektisitler gibi toksik
dan sonra bebek bakım ya da besleme davranışları da kimyasalların potansiyel zarar verici etkileri konusunda
burada rol oynayabilir. Büyümekte olan bebek bu bilgi­ oldukça fazla tartışma vardır. Örneğin, Avrupa'da çöplük­
lere optimal fenotipi konusundaki gelişimsel "kararlar" la lere yakın bazı yerlerde yaşayan kadınlardan doğan er­
yanıt verir. Karar kelimesi burada mecazen kullanılmıştır. kek çocuklarda hipospadias (idrar deliğinin penisin tam
Bu, organizmaların fenotip üzerinde uzun süreli etkileri ucunda olmamasına yol açan yetersiz üretra gelişimi) in-
olan farklı şartlara farklı şekilde yanıt verme kapasitesiyle sidansı yüksek gibi görünmektedir. Bu sonuçların hiçbi­
evrimleşmiştiğinin kısa şekilde söylenmesidir. Bu kapa­ risinin uyumsal bir temeli yoktur: çünkü tümü gelişimsel
site olasılıkla bireyi çevresi ile daha iyi eşleştiren uyum programın aksaması nedeniyle ortaya çıkarlar. Ekmeğe
gücü avantajlarından dolayı evrimleşmiştir. Bu kararlar folik asit eklenmesinin nedeni, ağır folik asit yetersizliği­
basit olmayabilir, çünkü çevre hakkındaki bilginin doğ­ nin gelişimi bozduğuna ve nöral tüp kusurlarına neden
ruluğunda ve derecesinde değişkenlikler olabilir. Buna ek olduğuna ilişkin kanıtlara dayalıdır.
olarak, tüm çevresel uyaranlar gelişimsel programın sür­
GELİŞİM SIRASINDA ÇEVRESEL UYARANLARA VERİLEN YANITLAR 85

4.5.2 Gelişimde uyumsal yanıtlar ancak bireyi sonraki yaşamında başetmek zorunda olaca­
ğı, potansiyel olarak dezavantajlı bir fenotiple karşı karşı­
Gelişimin ilk aşamalarında etkin olan çevresel etmenlere
ya bırakırlar. Bu yüzden, uzun süreli sonuçları olan uzlaşı-
yanıt olarak ergin fenotipi değiştirme yeteneği biyoloji­
lar ve "kararlar" biz doğmadan çok önce ortaya çıkar.
de evrensel temel bir olgudur: hayvanlarda olduğu gibi
En iyi bilinen örnekler embriyonik ya da fetal yaşam
bitkilerde de görülür. Doğal seçilim, böylesi plastisiteli
süresince yetersiz beslenme ile ilgilidir. Bu durum, bir
sistemlerin gelişimini, olasılıkla uyumsal avantaj potansi­
kıtlık sırasında ya da anada preeklampsi (Bölüm 7'ye
yelleri bulunduğundan desteklemiştir. Bu durum, hayat­
bakınız) olduğunda, dolayısıyla plasenta işlevi bozuldu­
ta kalmak ve üremek için organizmaya çevresel etkilere
ğunda ortaya çıkar. Ancak, gelişmiş toplumlardaki birçok
karşı fenotipini biçimlendirme olanağı verir. Dolayısıyla
kadının görünüşte komplikasyonsuz gebeliklerinde bile
bir genotipten ortaya çıkan fenotip içeriğe özgüdür; olası
temel mikro besinlerden yoksun, dengesiz bir besin tüke­
pek çok fenotip vardır ve çevre değiştikçe bu fenotiplerin
timi vardır; çok zayıf ya da çok şişmandırlar. Bu durumlar
dağılımı değişecektir.
gelişmekte olan embriyoyu tehditlerle karşı karşıya bıra­
Her ne kadar ikisi birlikte işlese ve bireyi yaşam boyu
kır. Yetersiz besin kaynağına yanıt olarak büyümesini ya­
etkileyen yanıt sürekliliğinin bir parçası olarak kabul edil­
vaşlatması mı gerekir? Eğer bunu yaparsa daha küçük do­
se de, bozucu olmayan iki tip temel gelişimsel yanıt vardır
ğacak ve bebeklik döneminde ölme olasılığı veya yabanıl
(Bölüm 5'e bakınız). Bazen çevre, bireyin üremeyi sürdür­
yaşamda bir avcı tarafından öldürülme olasılığı yüksek
mesi için yanıt vermesi gereken tehditler yaratır; diğer
olacak, dolayısıyla düşük uyum gücüne sahip olacaktır.
zamanlarda fenotipi çevreye daha iyi uydurarak uyum
Alternatif ise uterus içinde ölme olasılığıdır, öyleyse karar
gücünü arttırmak için fırsatlar ortaya çıkar. Birinci grup,
açıktır. Daha küçük doğan insanlar her zaman yüksek né­
bireyin hayatta kalmak için vermesi gereken, aksi takdir­
onatal ve çocukluk morbidité ve mortalitesine sahiptirler
de hayatta kalmasını tehlikeye düşürücek yanıtları içerir
(Şekil 4.3), enfeksiyonlara daha açıktırlar ve zayıf bilişsel
(bu nedenle bunları anında uyum yanıtları diye adlan­
dırırız). İkinci grup, bireyin daha sonraki yaşam sürecinde
olası ihtiyaçlarını ya da avantajlarını karşılamak için oluş­
turulan (öngörüsel uyum yanıtları olarak adlandırılan)
yanıtları içerir. İkincisi, fenotipte ani bir değişime neden
olur ya da olmaz.

4.5.2.1 Anında uyum yanıtları: sonuçlarına katlanmak


Fetüs pasif bir organizma değildir. Gelişirken, doğumdan
önce, özellikle gebeliğin geç dönemlerinde işleyen pek
çok homeostatik kapasite kazanır. Örneğin, göbek bağı­
nın geçici sıkışması nedeniyle bir süre oksijen eksikliğine
maruz kalırsa ekstremite ve solunum hareketlerini azal­
tarak kan akımını, o anda hayatta kalmak için kaçınılmaz
olan beyin, kalp ve plasentaya yönlendirmek üzere yeni­
den dağıtır ve bu organlara oksijen aktarımını sürdürür.
Ancak, embriyo veya fetüsün çevresel tehdit durumunda
hayatta kalmak için daha uzun bir zaman çerçevesinde Şekil 4.3 Birleşik Devletlerde yenidoğan ölümü doğum
ağırlığıyla ilişkilidir.Tüm doğum ağırlığı aralığında
plastisiteli yanıtlar oluşturduğu sürekli tehdit senaryola­
mortalitedeki göreceli azalmanın aynı şekilde kaldığım
rı da vardır (çevresel tehdit bu durumda ana tarafından belirten, yaklaşık 50 yıllık aralarla çizilmiş iki yılın eğrilerinin
etkilenen uterus içi ortamdır). Bunlar, genelde daha ciddi şekillerindeki benzerliğe dikkat ediniz. (Wilcox, A J (2001)
yanıtlardır, anında uyumla hayatta kalmayı sağlayabilirler, International Journal o f Epidemiology 30,123-1241'den izinle
değiştirilerek alınmıştır).
86 EVRİM VE GELİŞİM

gelişim gösterirler; daha kısa boyludurlar. Büyüme ve lişimsel yanıtlar verirler. Bu öngörüsel yanıtların, fetüsün/
metabolik homeostaslste, ve beyin dahil kritik organların yenidoğanın o anki çevreyi gelecekteki çevreyi kestirmek
fonksiyonunda bir dizi uzlaşı yapılmak zorundadır. için değerlendirmesine yanıt olarak oluşturduğu plas-
Ancak, yavaşlamış büyümenin zararlı etkileri böb­ tisiteli "kararlar" olduğu hipotezi ortaya atılmıştır (Şekil
rek gibi, fetüs için kritik olmayan organlarda büyüme­ 4.4). Özünde gelişen organizma, ya rahim içerisindeyken
nin orantısız azalmasıyla en aza indirilir, böylece kalp ve ya da emzirme sırasında, anasından aldığı besinsel ya da
beyne daha fazla besin ayrılması sağlanır. Daha az sayıda hormonal sinyaller aracılığı ile geleceğini tahmin eder ve
nefron ile doğmak, var olan nefronların daha fazla oranda fenotipik gelişimini buna göre ayarlar.
kan süzmek zorunda kalması anlamına gelir ve bu daha Fetüs, aldığı bilgilere zaman içinde tek bir anda değil,
sonra böbrek kaynaklı hipertansiyon riskini arttırır. Ancak daha uzun bir zaman aralığında yanıt vermek zorundadır.
hipertansiyon üreme sonrası evrede olabildiğinden bire­ Ana çevresel bilginin bütünleyici bir dönüştürücüsü gibi

yin uyum gücünü azaltmayacaktır. Fetal evredeki tehdit­ davranır, ve bu durum, fetüsün anasal durumdaki her-

ler pankreatik adacıkların ve İskelet kaslarının gelişimini bir küçük değişikliğe, örneğin egzersiz ve günlük küçük

de bozabilir. Bu hem insülin salınımmı hem de kaslara stresler nedeniyle glukokortikoid seviyelerinde meydana
gelen periyodik değişikliklere, yanıt vermek yerine, feno-
glikoz alimini sınırlayacaktır. Böylesi bireyler potansiyel
tipini ortalama bir çevreye uydurmasına olanak sağladığı
olarak insülin yetersizliği ve insülin direncine sahip ola­
için avantajlıdır. Bu çeşit potansiyel uyumun kökeninde,
caklardır; bu durum onların erken büyümesini azaltacak
yavrunun uyum gücü seçeneklerini optimize edecek bir
ve daha sonra diyabet risklerini arttıracaktır.
fenotipik yolu seçmeye çalışması yatar ve bu yüzden çev­
Böylesi bir uyumsal yanıttan kimin avantaj sağladığı
resel şartları tahmin etmede entegre bir yoruma ihtiyaç
tartışma konusu olmuştur: ana mı, fetüs mü? Ananın ha­
duyar. Bu süreç, öngörü-yanıt ilişkisinde bir derece dura­
yatta kalması bu yanıtın gerçek yönlendiricisi olabilir mi?
ğanlığa işaret eder. Gebeliğin başlangıcındaki anasal vü­
Bu pekala, yavaş üreyen monotok (bir kez döl veren) üre­
cut kompozisyonun (gebelik süresi ve doğum büyüklüğü
yen türlerden çok, üremesini manipüle edebilen ve sık sık
gibi) gebelik çıktılarının temel bir belirleyicisi olduğunu
üreyebilen politok (birden çok kez döl veren) olan türler­
gösteren önemli miktarda veri vardır. Bu embriyonun,
deki durum olabilir. Bu yanıt, çevresel tehditin derecesine
uzun bir süreçte çevresel koşulların bir ölçütü olarak için­
ve ana dışı ya da plasental bir yetersizlik sonucu olup ol­
de bulunduğu durumun bazı bağıntılarını kullanabilme­
madığına da bağlı olabilir. Politok olan diğer birçok türün
sinin yansıması olabilir.
aksine, özellikle insanlar kıtlık durumunda üremelerini ta­
Bu öngörüsel yanıtlar fenotipin çoklu bileşenlerini
mamen durdurmazlar ya da besinsel çevreye göre gebeli­
etkileyen bütünleşik yanıtlardır. En iyi bilinen uyaranlar,
ğin ilerlemesini ya da doğumu ayarlamak için embriyonik
besin ya da HPA aksı aracılığıyla aktarılan anasal "stres"
diyapoz uygulamazlar. Bu yüzden, ağır kıtlık şartlarında ile ilişkili olanlardır ve bunlar endokrin, kardiyovasküler,
bile ananın durumunun üreme girişiminin uyum gücü metabolik ve üreme fonksiyonlarında, adiposit ve miyosit
avantajına ağır basması gerekmez. İnsanlarda laktasyon gelişimlerinde değişimlere yol açarlar. Plastisite dönemi,
kıtlık şartlarında çarpıcı derecede iyi biçimde devam işe karışan fizyolojik sisteme göre değişiklik gösterir, fakat
eder. Bu ananın evrimsel üreme dürtüsünü karşılamak bu dönem insanlarda gebe kalma ile başlar, sütten kesil­
üzere kendi kaynaklarını feda etmeye hazır olduğunu me sonrasına kadar uzar.
göstermektedir. Bu durumlarda uzlaşı, o anda ürememe Örtüşen epigenetik mekanizmaların işe karışmasının
riski, üremek için yaşayamama riski, ya da ileride oluşacak olası olduğu, anında ve öngörüsel uyum yanıtları ara­
daha iyi şartlar beklentisiyle üremeyi erteleme arasında­ sında kesin bir ayrım yoktur. Bu yüzden anında yanıtlar
dır. Bu konular Bölüm 5'de ele alınmaktadır. nedeniyle küçük doğanların öngörüsel yanıtlar nedeniy­
le değişime uğramış metabolik performansları da olabi­
4.5.2.2 ÖngörüseI uyum yanıtları lir. Gerçektende doğum büyüklüğü ve yaşam boyu tip 2
Bazı durumlarda, embriyo ve fetüsler o anda hayatta kal­ diyabet riski arasında ters bir ilişki vardır (Bölüm 8 'e ba­
mak için değil, uzun dönemde avantaj sağlamak için ge­ kınız). Plastisite gösteren bu süreçler, gelişimsel etkilerin
GELİŞİM SIRASINDA ÇEVRESEL UYARANLARA VERİLEN YANITLAR 87

Şekil 4.4 Öngörüsel uyumsal yanıtların şeması. Gelişimsel yol fetal genom tarafından belirlenmiştir ve epigenom siyah ok ile
gösterilmiştir. Gelişim sürecinde yetersiz beslenme gibi anasal etkiler, fetüsün algıladığı çevreye uymak için gelişimsel yolu
değiştirmesine neden olur (gri ok). Eğer indükleyici çevre sonraki çevreyi (beyaz arkaplan) iyi algılarsa o zaman hastalık riski
düşer. Eğer öngörülmüş çevre ve sonraki çevre arasında uyumsuzluk olursa (siyah arkaplan) o zaman hastalık riski yükselir
(Gluckman, P.D. ve ark. (2007)'den izinle değiştirilerek alınmıştır Hormone Research 67 (suppl.1), 115-120.

istisnasız sınırlarına yanıt vermeyi olası kılar ve reaksiyon tartışacağız. Ama şimdi başka bir örneği inceleyeceğiz.
normunun oluşumunun temel bir bileşenini temsil eder. Kwashiorkor ve marasmus ciddi yetersiz beslenmeye bağ­
Eşdeğer beklentisel yanıtlar diğer taksonlarda, örneğin lı olarak bebeklerde görülen iki farklı sendromdur. Şiddetli
Afrika çöl çekirgesi gibi polifenlk türlerde yaşamın ilk dö­ ödem, karında sıvı toplanması (ascites) ve deri yıkımının
nemlerinde, anında avantajın olamayacağı bir zamanda görüldüğü Kwashiorkor'un öldürücü olma olasılığı daha
fenotipin çevresel uyaranlarca induklenmesi durumunda yüksektir. Marasmus aşırı zayıflık ile ilişkilidir. Besinsel
yaygındır. Çekirge larvasının omnivor diyete, yağ-temelli rehabilitasyondan bir süre sonra incelendiğinde, maras-
metabolizmaya ve büyük kanatlara sahip olacak göçmen muslu bireyler protein yıkımını inhibe etmeyi daha iyi ba­
fenotipe gelişme kararı daha uçamadığı bir zamanda şarmışlardır ve bu sayede Kwashiorkor geçirmiş bireylere
verilmektedir. Alternatif soliter (tekil) formun seçici bir göre daha çok kas proteini biriktirmişlerdir. Son çalışma­
diyeti, glukoz temelli metabolizması ve küçük kanatları lar, marasmus geliştiren bireylerin Kwashiorkor geliştiren­
vardır ve bu populasyon yoğunluğunun düşük olduğu ve lere göre daha düşük doğum ağırlığına sahip olduklarını
besinin bol olduğu koşullarda avantajlı bir formdur. Biçim göstermiştir. Bu durum, marasmik bebeklerin kendilerini
seçimi ana tarafından yumurta içerisine salgılanan ve yu­ düşük besinli bir çevrede yaşama beklentisine ayarlayan
murtadan çıkan larvanın keseyi yerken algıladığı kimyasal anında uyum yanıtını ve öngörüsel uyum yanıtını bir
işaretler kullanılarak yapılır. Dolayısıyla, gelişimsel plasti- arada gösterdiklerini düşündürmektedir. Aksine, Kwas-
site taksonlar arasında kullanılan, bir tür içindeki bireyin hiorkorlu bebekler düşük besinli çevre beklentisine karşı
fenotipini, içerisinde yaşayacağı çevreye uydurmasına metabolizmalarını uyarlamalarını gerektiğini önerecek
izin veren bir araçtır. hiçbir doğum öncesi sinyal almamışlardır ve bu durumu
Bölüm 7 ve 8 'de öngörüsel yanıtların metabolik ve kar- karşılamaya hazır değillerdir. Spekülatif olarak kalsa da, bu
diyovasküler risk oluşturmakta nasıl majör bir rol oynadı­ durum gelişimsel plastisitenin ve onun uyumsal biyolo­

ğını ve puberte yaşını nasıl etkilediğini daha geniş olarak jideki rolünün aynı çevredeki bireyler arasında hastalığa
88 EVRİM VE GELİŞİM

duyarlılıktaki farklılıkları anlamak için modeller geliştirme­ böylece promotor bölgenin artmış metilasyonu, çoğun­
de nasıl kullanılabileceği konusuna ışık tutmaktadır. lukla, bir genin ekspresyonunu azaltır.
Çevreler tek bir ömür süresinde değişebilir ve yaşamın DNA metilasyonu sadece en yakın 3' ucunda guanin
erken evrelerinde yapılan öngörüler gelecekte yaşana­ olan yerlerdeki sitozin bazlarında, sitozin-guanin (CpG)
cak olan deneyimleri doğru olarak kestiremeyebilir. An­ dinükleotidleri olarak adlandırılan bölgelerde oluşur. Bu
cak, matematik modelleme çalışmaları, özellikle çevresel CpG'lerin çoğu promotor bölgenin 5' ile genin başlatma
değişimin zamanlamasının türün nesil verme süresine bölgesi arasındaki CpG adalarında kümelenmiştir. Sito-
eşdeğer olması halinde, bireye uyum gücü avantajı sağla­ zinin 5-metilsitozine dönüşümü tersiyer yapıyı ve dola­
mak için öngörü doğruluğunun yüksek olmasının gerekli yısıyla DNA zincirinin üç boyutlu yapısını değiştirir. Bir
olmadığını göstermektedir. Bu mekanizmalar omurga­ kez indüklendiğinde bu değişiklik çok uzun süreli olabilir
sızlarda evrimleşmiş ve insanları da içermek üzere omur­ (öyleki bazıları bu üç boyutlu yapıyı genomun beşinci
galılarda korunmuş olsa da, fetüs için tehdit olan, onun bazı olarak kabul eder). DNA'nın üç boyutlu yapısındaki
gelecekteki çevreyi okuma yeteneğinin çevresel bilginin değişikliğe ek olarak, özel bağlanma proteinleri metillen-
anadan fetüse mükemmel olmayan geçişi nedeniyle sı­ miş CpG dinükleotidlerini hedef alabilir. Bunun net etkisi
nırlandırılmış olmasıdır - ana çağdaş populasyonun di­ transkripsiyonel faktörlerin DNA'nın bağlanma bölgele­
yetinden farklı bir besin tüketebilir, obez olabilir ya da rine erişiminin değiştirilmesidir ve transkripsiyonel fak­
gebeliğe bağlı hipertansiyonu ya da plasental yetersizliği törün stimülatör ya da inhibitör olup olmamasına bağlı
olabilir. Bu yüzden, memeliler öngörülerinde daha düşük olarak gen ekspresyonu artar ya da azalır. Bununla ilişkili
doğruluğa sahip olsalar da, beklentisel plastisite yeterli epigenetik değişiklikler histonlarda, DNA'nın nükleozom-
avantaj sağladığı için evrimleşmiş ve korunmuş olabilir. ları oluşturmak üzere etrafına sarıldığı proteinlerde mey­
dana gelir. Nükleozomdan çıkıntı yapan histon protein­
lerin "kuyruklarını" etkileyen modifikasyonlar asetilasyon,
metilasyon, ubikuitinasyon ve fosforilasyonu kapsamak­
4.6 Epigenetik mekanizmalar
tadır. Bu durum histonların yüklerini değiştirerek DNA'nın
histonların etrafında daha gevşek sarılmasını sağlar ve
Gelişimsel plastisitenin altında yatan temel moleküler
transkripsiyon faktörlerinin erişimini arttırır.
mekanizma epigenetiktir. Bu terim (epigenez ile karış­
Epigenetik regülasyonun diğer bir düzeyi olarak kod­
tırılmamalıdır) şimdi nükleotid dizisini değiştirmeden
lama yapmayan küçük RNA'lara olan ilgi artmaktadır. Bu
gen ekspresyonunu düzenleyen DNA ya da DNA-bağımlı
küçük RNA'lar DNA'yı örterek gen metilasyonu ve kroma­
proteinlerdeki yapısal değişimleri tanımlamak için kulla­
tin yapısındaki değişimler yoluyla gen transkripsiyonunu
nılmaktadır. Bu değişiklikler, bir kez meydana geldiğinde,
ve aynı zamanda mesajcı RNA'nın stabilitesini ve translas-
mitotik hücre bölünmesiyle kopyalanabilir ve dolayısıyla
yonunu da etkileyebilirler. Genin DNA dizisinin, bizi biz
soy hattındaki tüm türev hücreleri etkileyebilir. Bunların,
yapan makinenin sadece küçük bir parçası olduğu gittik­
mayozda da değişmeden kalarak, genomik olmayan bir
çe netleşmektedir (Şekil 4.5).
geçici kalıtım biçimi ortaya çıkardığına ilişkin bazı kanıtlar
Gelişim sürecinde gen-promotor metilasyonu çeşitli
da vardır (aşağıya bakınız).
şekillerde kullanılır. Ebeveyn damgalı genlerin asimetrik
Üç temel mekanizma işe karışır; DNA metilasyonu,
olarak susturulması (Bölüm 7'ye bakınız) X kromozomu
histon modifikasyonları ve küçük RNA'ların DNA'ya bağ­
inaktivasyonu ve bazıları insan genomunu işgal etmiş
lanması. Bunlar bağımsız mekanizmalar değillerdir ve bu
olan viral DNA'lar olan retrotranspozonların susturulması
yüzden, örneğin histon modifikasyonları DNA metilasyo-
(Bölüm 3'e bakınız) için önemlidir. Epigenetik işaretlerin
nunu indükleyebilir veya tersi olabilir. Histon modifikas­
yaygın olarak uzaklaştırılması, döllenmeden sonra, geli­
yonları daha kararsız gibi görünürken DNA metilasyon-
şen zigotun pluripotensini sağlamak için anasal ve baba-
ları daha kararlıdır ve bu yüzden daha kalıcı epigenetik
sal genomlar büyük ölçüde demetilasyona uğradığında
durumlarda yer alır. Bu epigenetik değişikliklerin etkileri
meydana gelir. Bunu implantasyondan hemen önceki ye­
kromatin paketlenmesini değiştirmek ve onu transkripsi-
niden (de novo) metilasyon takip eder. Büyük oranda bas­
yonel aktivasyon için daha az ya da daha çok kullanılabilir
kı altında tutulan heterokromatin bölgelerde ve hareketli
hale getirmektir. Genel olarak DNA promotor metilasyo­
elementler gibi tekrarlı dizilerde olmak üzere, CpG'lerin
nu transkripsiyon faktörünün bağlanmasını bloke eder;
yaklaşık %70'i metillenmiştir.
EPİGENETİK MEKANİZMALAR 89

T $ Bel Aktif gen

n
H p h Ekzon 1 Ekzon 23— l Ekzon 3 |

---------- ► Transripsiyon

n
DNA
p> Metillenmemiş

Metiltransferaz
^ Metillenmiş
11

V Ac Asetil grubu

Me Metil grubu
MeCP»
«i***1

nP hH Ekzon 1~)— H Ekzon 2 H H E k z o n 3

n
Bileşik
oluşumu

_______ _______w ______ __


■H P Ekzon 1 1— ^Ekzon 2 H ^ E k z o n 3 ^

Inaktif gen

Şekil 4.5 Gen İfadesinin eplgenetlk modülasyonu. Gen promotorundaki (P) CpG dlnükleotltlerl metillenmediğinde,
transkripsiyon faktörleri (TF) ve RNA polimeraz (Pol) kendi özel nükleotid dizilerine bağlanabilir ve kodlama yapan diziler
transkripsiyona uğrar (Ekzonlar). CpG'lerin DNA metiltransferazlarca metilasyonu metil-CpG'nin protein-2'ye (MeCP2)
bağlanmasına neden olur, kİ hlston-değiştirici enzimler olan histon deasitilaz (HDAC) ve histon metlltransferazın (HMT)
promotorla karmaşık bağ oluşturması için sırasıyla görev alır. MeCP2-HDAC-HMT kompleksi hlstondan asetil gruplarını
uzaklaştırır ve özel lizin kalıntılarının metilasyonunu katalizler. Bu transkripsiyon faktörlerinin ve RNA polimerazın DNA'ya
geçişini engelleyen ve transkripsiyonun susmasıyla sonuçlanan kromatin ipliğinin "daha sıkı" komformasyonuna neden olur
(daha önce Gluckman, P.D. ve ark. (2009)'da yayınlanmıştır Nature Reviews Endocrinology, volume 5)

DNA metilasyonu, gelişim sırasında özgül genlerin eks- lasyonuyla yaklaşık 6,5 günlük fare embriyosunda tama­
presyonunu susturarak hücre ve dokuların farklılaşmasın­ men susturulur. Buna karşılık gelişimin daha sonraki evre­
da da anahtar bir rol oynar. Bu hücre farklılaşmasının te­ lerinde gerekli olan HoxA5 ve HoxB5 genleri metillenmez
melidir ve pluripotent kök hücreler uygun zamanda epi­ ve erken postnatal evreye kadar susturulmazlar. Bazı gen­
genetik değişimler gerçekleştirme yeteneğini korurlar. Bir lerde promotor demetilasyonda, gen ürününün rolündeki
bireyin iki hücre tipi arasındaki fark, hangi genlerin hangi gelişimsel değişimlerle bağlantılı olarak, bir derecelenme
koşullar altında fonksiyonel olacağını belirleyen epigene­ var gibi görünmektedir, ö-kristalin II ve PEPCK promotor-
tik profilinde yatar. Örneğin, erken embriyoda hücresel ları erken embriyoda metillenir, fakat fetal gelişim sırasın­
pluripotensinin düzenlenmesindeki anahtar düzenleyici da sürekli demetilasyon geçirirler ve erginde tam olarak
olan Oct-4 homeobox (Hox) geni promotorun aşırı meti- demetillenir ve eksprese edilirler. Dolayısıyla, farklı hücre
90 EVRİM VE GELİŞİM

hatlarındaki fonksiyonel değişimler, embriyo gelişiminin tüp bebek yöntemi ile doğanlarda artmış olduğunu ve bu
farklı zamanlarında oluşturulur. Oluşturulan DNA meti- durumun bir bileşenin de damgalanmamış genleri kap­
lasyon örüntüsü mitoz sırasında DNA metiltransferaz 1 sadığını bildiren bir rapor vardır (aşağıya bakınız).
aktivitesince kopyalanır. Bu gen regulasyon örüntüsünün Epigenetik mekanizmalar genetik kodun üstünde,
"epigenetik bir hafızasını" oluşturur ve gelişim sırasında başka bir düzeyde kontrol sağlar. Sürecin güncel bağlam­
hücre tipi ve işlevi bir kez oluştuğunda, sonraki hücre da ilgi çeken üç yönü vardır. Birincisi epigenetik değişim­
bölünmelerine aktarılır. Bu tartışma hücre farklılaşmasına ler genelde genlerin kodlama yapan bölgelerinde olmaz;
odaklanmıştır, fakat aynı süreçler bu hücrelerdeki düzen­ daha çok gen promotorlarını ve çok yukarıdaki genomik
leyici sistemlerin işlevini de ilgilendirebilir. Bu, doğrudan bölgeleri etkiler. Bu da uygun transkripsiyon faktörü var
çevrenin hücre işlevinde erişkinlik döneminde süren ka­ oluncaya kadar gen transkripsiyonunu etkilemedikleri
rarlı değişiklikleri indüklediği bir mekanizma önerir ve anlamına gelir. Bu durum, bireyin çevresel zorluklara kar­
bu mekanizma ile de gelişim sırasında farklı zamanlarda şı bireyin gelecekte vereceği, transkripsiyon faktörlerinin
ortaya çıkan çevresel meydan okumalar farklı fenotipik düzeyindeki değişimler gibi yanıtları değiştireceğinden,
sonuçlar ve de farklı hastalık riskleri üretebilir. fenotipin önceden tahmin edilemeyecek şekilde etkilen­
Biralelin ekspresyonunun köken aldığı ebeveyne bağ­ mesine yol açar. İkinci yön, gelişim sırasında ortaya çıkan
lı olduğunu ifade eden genomik damgalanma (Bölüm ancak gelişimi alenen kesintiye uğratmayan bir zorluğun,
7'ye bakınız), gen ekspresyonunda epigenetik regülas- yaşamın sonraki evrelerindeki etkilerine bir açıklama
yonun özel bir örneğini temsil eder (genomik damgala­ getirmekle ilişkilidir. Bu epigenetik kavramlardan ortaya
ma kazlarıyla meşhur Konrad Lorenz tarafından ortaya çıkan üçüncü perspektif, epigenetik kavramların gene­
konmuş davranışsal damgalama ile karıştırılmamalıdır). tik determinizmden farklı olduğudur. Bu kavramlar, eğer
Damgalanmış aleller başka yönleri ile de farklılık göste- belirlenebilir ve plastisitenin kritik penceresinde düzelti­
rebilseler de, damgalamaya sıklıkla alele-özgü DNA me- lebilirlerse, yaşamın ilk evrelerinde ayarlanmış epigene­
tilasyonu aracılık eder. Beckwith-Weidemann sendromu tik değişimlerin tersine çevrilmesini sağlayacak girişim
insülin-benzeri büyüme faktörü 2'nin (IGF-2) iki alelinin yolları önerebilir. Bu zor ancak olanaksız değildir (histon
ekspresyonu nedeniyle ortaya çıkar, oysa normal durum­ modifikasyonları ve DNA metilasyonlarını belirlemek
da sadece babasal alel ifade edilir. Sonuç, anormal dere­ için laboratuar yöntemleri vardır ve epigenetik durumun
cede büyük ve hiperinsulinemili bir yenidoğandır. Bu da farmakolojik ve besinsel açıdan manipülasyonu deney­
hipoglisemiye ve dolayısıyla beyin hasarı riskine neden sel olarak test edilmektedir). Epigenetik değişimin bazı
olur, ayrıca bu bireylerin kanser geliştirme riskleri de yük­ kanser hastalıklarında rol oynadığı düşünülmüştür; bu
sektir. Prader-Willi ve Angelman sendromları birçok yolla tedaviye yönelik bir hedef sağlayabilir; onkoloji alanında
oluşabilse de, her iki sendromda da bir kaç damgalanmış histon deasetilaz inhibitörleri ile klinik denemeler şimdi­
gen bulunduran kromozom 15q üzerindeki lokus işe karı­ den başlamıştır.
şır. Prader-Willi sendromu aktif babasal alelin kaybı (ana­
sal alel normalde suskundur) ve Angelman sendromu ise
anasal alelin kaybı nedeniyle ortaya çıkar (çünkü baba­ 4.7 Nesillerarası etkiler
sal kromozom üzerindeki lokusta normalde suskun olan
bir gen vardır). Ortaya çıkan fenotipler oldukça farklıdır: Epigenetik işaretlerin çoğu gametogenez ve embriyo-
Prader-Willi sendromu obezite ve hiperfaji, hafif zekâ ge­ genez sürecinde silinir. Bir zamanlar tümünün silindiği
riliği, hipotoni ve hipogonadizm ile karakterize iken, An­ düşünülmüştü, ama şimdi böyle olmadığı açıktır ve bu
gelman sendromu gelişimde gecikme, el çırpma (hand­ durum genomik olmayan biyolojik kalıtım için bir potan­
flapping), havale ve mutlu bir tavır ile karakterizedir. Nor­ siyel sağlar. İnsanlarda çevreyle ilişkili, birçok nesil boyun­
malde nadir olsa da, damgalanmaya bağlı bozuklukların ca aktarılabilen hastalık riski örnekleri vardır; erkeklerde
ve özellikle Beckwith-Weidemann sendromunun sıklığı, erişkin diyabet riski ve büyükbabalarının puberte öncesi
destekli üreme teknikleriyle gebe kalınarak doğmuş be­ besinsel çevresi arasındaki ilişki, ya da İkinci Dünya Savaşı
beklerde yüksek görünmektedir. Ancak, kardiyovasküler sonunda Batı Hollanda'da kıtlığa maruz kalmış kişilerin
hastalık ve tip 2 diyabet gibi diğer hastalık risklerinin de torunlarındaki yüksek adipozite böylesi bazı örneklerdir.
NESİLLERARASI ETKİLER 91

Kutu 4 .4 İnsan ikizlerinde epigenetik işaretlenme

Gelişim sürecinde genomda oluşturulan epigenetik rını göstermiştir. Şekil 4.6a 3 ve 50 yaşındaki mono-
“işaretler” kalıcı mıdır? Her ne kadar kanserlerde zigot ikizlerde genel DNA metilasyonundaki kesin
ortaya çıkan patolojik değişiklikler, hücre döngüsü farklılığı göstermektedir.
gibi süreçlerin epigenetik kontrol süreçlerindeki Yaşlandıkça DNA metilasyonundaki belirgin artış
bozukluklarla ilişkili olsa da, genelde pek çok hüc­ sonuçta genç ve yaşlı ikizlerin farklı şekilde eksprese
rede böyle olduğu düşünülmektedir. Bu kavramı edilen genlerinin sayısında 4 katlık bir farkı ifade
değerlendirmenin bir yolu genomun aynı olduğu eder (Şekil 4.6b). Bu, aynı genotipten farklı feno-
tek yumurta ikizlerindeki epigenetik örüntüyü ince­ tiplerin nasıl ortaya çıktığının ve sürece epigenetik
lemektir. Fraga ve meslektaşları bu ikizlerin DNA modifikasyonun katkısının inandırıcı bir göstergesi­
metilasyonlarındaki genel örüntünün aslında aynı dir..
olmadığını ve yaşlandıkça daha fazla farklılaştıkla­

(b) U Aşırı eksprese edilmiş

Şekil 4.6 İkizlerde yaşlandıkça epigenetik farklılıklar artar. Farklı yaşlardaki böylesi monozigot ikizlerde örnek bir genomik
dizide (sol panel) farklı şekilde metillenmiş bölgelerin sayısını ve gen ifadesindeki faklılıkların tahmini toplam sayısını (sağ
panel) göstermektedir.

Hayvanlarda kan basıncı, kalp boyutları, metabolizma ve rilmiştir. Birincisi, epigenetik işaretlerin mitoz süresince
HPA aksının ayarlanması gibi fenotipik özelliklerin,"Büyü­ korunduğu açıktır ve mayoz süresince de korunduğu
kannelerindeki" endokrin veya besinsel manipülasyon- konusunda sınırlı sayıda kanıt vardır. Mikro-RNA'lar hem
larla, ara nesilde (analarında) herhangi bir ilave çevresel spermde hem de yumurtada bulunur ve bunlar bir sonra­
zorlanma olmaksızın, değiştiğini gösteren bazı deneysel ki nesilde metilasyona ve histon değişimlerinin yeniden
veriler vardır. oluşmasını sağlayan işaretlerin aktarım biçimi olabilir.
Moleküler epigenetik kalıtım mekanizmaları henüz Metilasyon işaretlerinin kendi başına mayozu geçebildiği
iyi bilinmemektedir. Epigenetik kalıtım için üç form öne­
92 EVRİM VE GELİŞİM

konusunda daha fazla belirsizlik vardır. İkincisi epigenetik mi, bu yeteneği öğrenme kapasitesi gelişmiş bireyler, bu
kalıtımın, epigenetik değişimi indükleyen gelişimsel or­ davranış türün genetik repertuarının bütünleşik bir par­
tamın herbir nesilde yeniden oluştuğu dolaylı bir biçimi çası oluncaya kadar seçilecektir. Dolayısıyla bu genetik
de olasıdır. Örneğin, uterusun büyüklüğü bir kadının er­ asimilasyonun (Kutu 4.3'e bakınız) bir başka örneğidir. Bu
ken büyümesiyle ilişkilidir ve bu yüzden küçük bir ananın yolla davranış bir türün evrimini şekillendirebilir.
daha küçük bir uterusu olacaktır. O da dolayısıyla değiş­ Baldwin etkisi kavramı hala tartışmalıdır: öğrenilmiş bir
miş epigenetik profile ve daha küçük bir uterusa sahip davranışın ne dereceye kadar genoma asimile edilebileceği
olarak büyüyen bir bebeği destekleyecektir. Üçüncüsü, ve seçilimin davranışın özgül bileşenleri üzerinde mi yoksa
dişi gametlerin (yumurtaların) tümü onları taşıyan kadın sadece genel öğrenme yetenekleri üzerinde mi işleyebi­
henüz fetüs iken, ovaryumlarının geliştiği dönemde üre­ leceği konusunda tartışma sürmektedir. Buna ek olarak,
tilir. Dolayısıyla, kadının gebelikte yaşadığı beslenmeye öğrenmenin genetik olarak belirlenmiş davranışa (içgüdü)
dair bir sorun sadece fetüsünün gelişimsel plastisitesini değişiminin, değişimin son derece yavaş olduğu oldukça
etkilemekle kalmaz, aynı zamanda fetüsün yumurtaların­ kararlı çevreler dışında, mutlaka daha yüksek uyum gücü
da yaratacağı potansiyel epigenetik etkilerle, torunlarının kazandırmak zorunda olmadığı ileri sürülmüştür.
epigenomuna da etki eder, etkin olarak iki neslin epige­
netik kalıtımına etki eden bu olgu sadece ara nesildeki
dişi üzerinden gerçekleşir. 4.9 Yeniliğin evrimi
Gametler sürekli üretildiğinden, böylesi nesiller arası
aktarım fırsatları erkekte daha sınırlı gibi görünmektedir. Makroevrimdeki en temel soru fenotipik yeniliğin nasıl
Yine de, yukarıda değinilen diyabet verileri büyükbabasal ortaya çıktığıdır. Bu soru büyük ölçüde bu kitabın kapsa­
nesilden geçişin nasıl olduğunun bir örneğidir; olasılıkla mı dışındadır ve sadece gelişimsel bir perspektif uyarla­
spermdeki kodlama yapmayan küçük RNA'lar bu akta­ manın önemini ortaya koyan konular özetlenecektir.
rımda rol alır. Endokrin bozucu işlevi olan toksik kimya­ Sucul yaşamdan karasal yaşama geçerken üyelerin geli­
salların etkileri için erkek hattı üzerinden dördüncü nesile şimi gibi fenotipik olarak yeni bir özelliğin evrimi genomik
aktarım bildirilmiştir. çeşitlilik tarafından belirlenen fenotipik çeşitliliğin seçilimi-
ne bağlıdır. Ancak seçilmiş her varyant yaşayabilir olmalıdır
ve bu seçilebilecek olan konusunda bir yanlılık yaratır. Er­
4.8 Öğrenme ve içgüdü gindeki bir fenotip organizmanın başarılı ve yaşayabilir ge­
lişimine bağlı olduğundan, makroevrimin nasıl oluştuğu
incelediğimiz, daha yapısal (yani sinaptogenik) ve mole- ile ilgili çalışmalar giderek embriyolojik gelişim ve gelişim
küler epigenetik süreçlerle çok yakından bağlantılı olan biyolojisi bilimine odaklanmıştır. Rastlantısal mutasyonlar
öğrenme, plastisitenin özel ve belirgin bir biçimidir. Öğ­ genel olarak yeniliğin ortaya çıkışındaki dinamo olarak gö­
renme genel olarak bireyler arasındaki komutlar veya rülmüştür, ancak yeni formların ortaya çıkmasında rol alan
gözlemler ile aktarılır, fakat bazı davranışlar öğrenilmiş başka faktörler de vardır. Gerçekten de rastlantısal mu­
olmaktan çok "İçgüdüsel" gibi görünmektedir. Öğrenil­ tasyonlar örtülü ve nötral (çevresel değişiklikler değişmiş
miş davranışın aktarımı ondokuzuncu yüzyılın sonunda fenotip lehine olmadıkça) ya da, eğer kodlama yapan böl­
Morgan, Osborne ve daha sonra Baldwin gibi pek çok te- gede ise, öldürücü olabilir. Transkripsiyonel düzenlemeyi
orisyen tarafından bağımsız olarak ele alınmış ve belki de etkileyen mutasyonlar bir genin ifade yerini, büyüklüğünü
haksız yere Baldwin etkisi olarak bilinir olmuştur. Özün­ ya da zamanlamasını etkileyeceğinden öldürücü olma ola­
de, Baldwin etkisi öğrenilmiş bir davranışın nasıl doğuş­ sılıkları daha azdır ve büyük olasılıkla yapı ya da işlevin ya­
tan ya da içgüdüsel hale gelebileceğine ilişkin evrimsel şayabilir modifikasyonuyla sonuçlanırlar.
bir mekanizma önermektedir. Özellikle avantajlı olan bir Erken embriyo, ona gelişim yönü (polarite), lateralite
davranış (örneğin avcıdan kaçınma ya da bir besin kay­ ve dorsal-ventral eksenleri veren morfogen adlı, yayıla­
nağından faydalanmanın yeni bir yöntemi) "keşfedildi" bilir etkenlerin ekspresyonuna bağlı olarak bir dizi kom-
YENİLİĞİN EVRİMİ 93

Kutu 4 .5 Çokhücrelilik ve karmaşıklık

Metazoanlar çokhücrelilikle ve farklılaşarak özel­ farklılaşması dokuya özgü gen ifadesini düzenlemek
leşmiş hücreleriyle karakterizedirler. Farklılaşmış için epigenetik mekanizmaların evrimine bağlıdır ve
çokhücrelilik, tekhücreli organizmaların koloniler Volvox (bir yeşil alg) gibi ilkin metazonlar beslenme
oluştururken artan vücut büyüklüğü sorununun ve üremede görevli iki basit hücre tipine sahiptir;
çözümüydü: difüzyon kaynaklı sınırlanmalarının bazı hücreler üremede görev alırken diğerleri beslen­
üstesinden özelleşmiş işlevler (örneğin, dolaşım mede işlev görür. Genel olarak, organizma ne kadar
sistemi) geliştirerek gelinir. Örneğin daha büyük büyükse organizasyonun o kadar karmaşıklaşması
potansiyel besin kaynağını sindirmesini sağlayan gerekmektedir.
bir sindirim sistemi seçici bir avantaj sağlar. Doku

partman oluşturur. Bu da embriyonun farklılaşmaya baş­ uğramış olmalarına rağmen, bu genlerin herbir küme içe­
lamasını sağlar. Embriyonik gelişimin anahtar bir özelliği risindeki temel düzenlenmeleri aynıdır (Şekil 4.7).
dorso-ventral ve rostro-kaudal "segmentasyonun" belir­ Segmentasyon ya da kompartmanlaşma, sınırlı sayı­
gin örüntüsüdür ve bu herbir şubenin (phylum) belirgin daki genin işlevsel olarak farklı amaçlar için evrimleşebi-
organizasyonel karakteristiklerini sağlar. Gelişim sırasın­ len modüller içinde birbiriyle bağlantılı hale gelerek çe­
şitli fonksiyonları yerine getirmelerini sağlar. Bu nedenle,
da gen kümeleri, segment sayısı ve herbir özel segmentin
farklı organizmalarda farklı şekilde evrimleşen yüzgeçler,
oryantasyonu bağlamında tüm vücut planının örüntüsü-
kanatlar ve ekstremitelerin hepsi, karşılaştırılabilir seg-
nü belirleyen kesin bir sırada aktive edilir ve daha sonra
mentlerinde homolog genler içerirler. Bir düzeyde bu
genlerin alt kümeleri herbir segmentteki organ ve doku­
modüller şubeye temel bir sağlamlık kazandırırken, baş­
ların özel düzenlenmesi yapıların yerleşimini belirler.
ka bir düzeyde bir birim içerisindeki mutasyonel varyas­
Bu vücut planının belirlenmesinde kritik olan iki gen
yonlar, hayatta kalma olasılığı olan fenotipik bir değişim
sınıfı vardır: vücut segmentlerinin nasıl bölüneceğini be­
oluşturur. Örüntü oluşturan genlerin mutasyonları bü­
lirleyen segmentasyon genleri ve herbir segmentin nasıl
yük -ama çoğunlukla yaşayabilir- morfolojik değişimlere
gelişeceğini belirleyen Hox genleri. Homeobox, diğer
neden olabilir. Örneğin, Drosophila'da örüntü oluşturan
genlerin promotor bölgelerine bağlanan ve onları aktive
genler üzerindeki ilk çalışmalar denge organı (halterler)
eden bir proteindeki DNA-bağlayıcı elementtir. Yani, Hox
olarak adlandırılan güdük yapıların olduğu yerde fazla­
genleri gelişmekte olan embriyonun değişik segment-
dan bir çift kanadı olan bir mutant üzerinde yapıldı. İlgili
lerinde oluşturulacak olan proteinleri, dolayısıyla bu bö­
genlerin eş-doğrusallığının anlamı şu şekilde ortaya çıktı:
lümlerin yapısını belirleyen gen dizilerinin ekspresyon
normalde denge organını belirleyen gen mutasyona uğ­
aşamalarını başlatan, çoğunlukla birlikte çalışan, protein
radığında, dizideki bir sonraki gen devreye girdi ve onun
transkripsiyon faktörlerini kodlar. Hox genleri ile İlgili ilk
yerine bir çift kanadı oluşturdu.
çalışmalar, hızlı yaşam döngüsü ve ergin dönemde sahip
Böylesi süreçlerin makroevrimin temel bileşenleri ol­
olduğu iyi tanımlanmış segmentleri nedeniyle çalışılması
duğu konusundaki bilgi birikimi gittikçe artmaktadır. Fa­
kolay olan Drosophila'da yapılmıştır, fakat çok benzer Hox
kat bu süreçler aynı şekilde, insandaki bazı doğum kusur­
genleri memelilerin genomunda da mevcuttur. Sinekler­
larını da açıklayabilmektedir. Örneğin Pax6'nın homologu
deki Hox genleri eş-doğrusaldır: yani tanımladığı vücut
olan gen omurgasız hayvanlarda göz oluşumunda görev
bölümlerinin sırasına uygun bir şekilde tek bir kromozom
alır ve insanda Pax6 mutasyonu gözün yapı ve işlevinde
üzerinde düzenlenmişlerdir. Memelilerde dört kromo­
değişikliklerle kendisini gösteren aniridiye neden olur.
zom üzerinde kümeler oluşturmak üzere duplikasyona
94 EVRİM VE GELİŞİM

Hom-C - B S - C H D * * -

l^Uhrtrh—ı Krom ozom 7p


Hox A

Hox B Krom ozom 17q

Hox C Krom ozom 12q

Hox D Krom ozom 2q

Şekil 4.7 İnsanlarda ve Drosophila'da örüntü-


oluşturan genlerin korunumu. Drosophila'daki
homeotik (Horn) genler omurgalılarda Hox
gen kümeleri oluşturmak için duplike olmuştur,
fakat bu genlerin expresyonlari hala her
ikisinde de vücudun aynı bölgelerinin kimliğini
tanımlar (Grier, D.G. ve ark. (2005) Journal of
Pathology 205,154-171'den, izinle değiştirilerek
basılmıştır).

Drosophila'nın patchedadlı segmentasyon geninin insan­ 4.10 Sonuç


daki homologunun mutasyonu, çoklu ve hızla yayılan deri
kanserleriyle karakterize bazal hücreli nevus sendromu adı Gelişim ve onun uyumsal süreçlere katkısı, ve çevrenin
verilen genetik bozukluğa neden olur. Embriyoda erken gelişimi etkileme yolu yirminci yüzyıl içinde, bilimsel dü­
besinsel yetersizlikler örüntü oluşturan genlerin ekspres- şünce olarak şöyle-böyle yazıya dökülmüştür. Ancak şim­
yonunu ya da aktivitesini etkileyebilir, örneğin, nöral tüp di anlıyoruz ki, karmaşık bir karakteri etkileyen tüm gen­
kapanması tamamlanmadan önceki folik asit yetersizliği­
leri belirlemeyi başarmış olsaydık bile (Bölüm 3'e bakınız),
nin neden olduğu nöral tüp bozukluğu ve anensefali bu
yine de herhangi bir bireyde bu karakterin ekspresyonu-
şekilde açıklanabilir.
SONUÇ 95

Kutu 4 .6 Varyasyonun kökeni

Otuz yıl öncesine kadar, evrimsel değişimdeki gene­ türlerinin pelvik bölgesinde eksprese edildiği ancak,
tik yeniliklerin kaynağının geleneksel açıklaması, tatlısu türlerinde eksprese edilmediği saptandı. Bu
değişime uğramış yapının proteinlerini kodlayan durum, gerçekte Pitx gen dizisinin kodlama yapan
genlerdeki mutasyonlardı. Yeni ortaya çıkan evrim­ bölgesinde değil de, düzenleyici ris-element DNA’da
sel gelişim biyolojisi alanındaki bazı bilim insanları, oluşan mutasyonların bu yeni uyumlardan sorumlu
evrimsel mutasyonların yeni bir kaynağını tanıt­ olduğuna kanıt olarak görünmektedir.
maya başladı: düzenleyici genler. Bu bilim insanları, Cis elementlerin rolü tartışma konusudur, bazı
CIS elementler olarak bilinen düzenleyici DNA’ların araştırmacılar cis-düzenleyici mutasyonların önemli
morfoloji ve vücut planı değişimleri üzerinde derin olduğunu, fakat morfolojik evrimin yeniliğin kayna­
etkiler yaptığını ve bu DNA’daki mutasyonların ğı olmadıklarını iddia etmişlerdir. Bu araştırmacılar
morfolojide büyük değişikliklere neden olduğunu kodlama yapan gen mutasyonları nedeniyle ortaya
savundular. Örneğin, dikence balıklarının tatlısu ve çıkan çok daha fazla, gayet iyi ortaya konmuş, yeni­
deniz varyetelerine bakarsak, pelvik iskelet deniz lik örneklerini göstermişler ve morfolojik değişime
türlerinde bir çeşit zırh olarak görev yaparken tat- neden olan cıs-düzenleyici mutasyonların birkaç ör­
lısu türlerinde bu zırh tamamen ya da kısmen kay­ neğinin açıkça uyumsal özelliklere neden olduğunu
bolmuştur. Her ne kadar bu olayla ilgili olan Pitx vurgulamışlardır.
geninin gen dizileri her iki grupta aynı olsa da, deniz

nu tahmin edemez ya da tanımlayamazdık. Bu hastalık Moleküler gelişim biyolojisi, özellikle eplgenetik sü­
için de böyledir. Bir organizmanın ergin fenotipinden, reçler gibi böylesi etkilere aracılık eden süreçler hakkın­
dolayısıyla onun hastalığa yatkınlığından sorumlu olan, da pek çok İpucu vermiştir. Yaşamın erken dönemlerinde
genlerin, gelişimin ve çevrenin oluşturduğu üçlüdür. Bu DNA metilasyonu gibi epigenetik işaretlerin ölçümü gü­
bağlamda yalnızca genotip ya da çevreye odaklanmak nümüzde uygunsuz gelişimsel etkilerden kaynaklanan
yerine fenotip hakkında düşünmenin sonuçları açıktır. hastalık riskinin erken tanısının yanı sıra yeni girişim ve
Somatik olarak kazanılmış özellikler kalıplamazlar, tedavi olasılıkları sunmaktadır. Tıbbın bu alanı pek çok
fakat bir nesildeki çevresel etkiler gelişimsel plastisite güncel araştırmanın konusunu oluşturmaktadır ve klinik
süreçleri ve doğrudan ya da dolaylı eplgenetik kalıtım uygulamalar yakın gelecekte gerçekleşecektir.
yoluyla sonraki nesilleri etkileyebilmektedir. Kültürel et­ Biyomedikal bilimin önündeki meydan okuma, evrim­
kiler, epigenetik etkiler ya da gelişimsel çevre üzerindeki sel genetik, gelişimsel biyoloji ve çevre bilimi kavramla­
etkiler tarafından yönlendirilen genomik olmayan kalıtım rını bizi biz yapan faktörler ve bir tür olarak yüz yüze kal­
hakkındakl modern görüşler Lamarck'ın kavramını doğ­ dığımız zorluklar hakkında ortak bir görüş etrafında bir
rudan desteklemez, ama yine de fenotipin sadece Men­ araya getirmektir.
del kalıtımıyla oluşmadığı, önemli bir dereceye kadar bu
süreçlerce etkilendiği fikrini ön plana çıkarır.
96 EVRİM VE GELİŞİM

ANAHTAR NOKTALAR Ekokumalar

• Genler, gelişim ve çevre üçlüsü bir organizmanın Gilbert, S.F. (2006) Developmental Biology. Sinauer Associates,
ergin fenotipinden sorumludur. Sunderland, MA.
• Gelişimsel plastisite, yaşamın erken evresinde, Goldberg, A.D., Allis, C.D., and Bernstein, E. (2007) Epigenetics:
gelişim yolaklarını değiştirerek tek bir genotipten a landscape takes shape. Cell 128, 635-638.
ortaya çıkan fenotipi ayarlayabilme yeteneğidir. Gluckman, P.D. and Hanson, M.A. (2005) The Fetal Matrix:
Bu, organizmaların kendilerini farklı çevrelere Evolution, Development, and Disease. Cambridge University
uydurarak uyum güçlerini sürdürmelerine ya Press, Cambridge.
da arttırmalarına, ve değişen koşullara seçilim Gluckman, P.D., Hanson, M.A., and Beedle, A.S. (2007) Non­
genomic transgenerational inheritance of disease risk.
ve homeostasis arasındaki bir zaman ölçeğinde
Bioessays 2 9 , 149-154.
uyum sağlamalarına yarar.
Gottlieb, G. (2002) Individual Development and Evolution: the
• Yapı ve işlevin modülerliği duplikasyona olanak Genesis o f Novel Behavior. Lawrence Erlbaum Associates,
sağlar ve bu evrimsel yeniliğin önemli bir Mahwah, NJ.
kaynağını oluşturur. Jablonka, E. and Lamb, MJ. (2005) Evolution in Four
• Epigenetik moleküler süreçler, gelişimsel plastisite Dimensions: Genetic, Epigenetic, Behavioral and Symbolic
mekanizmalarının merkezini oluşturur. Variation in the History o f Life. MIT Press/Bradford,
Cambridge, MA and London.
• Uyumsal kökeni olan gelişimsel plastisite, uyumsal
Kirschner, M.W. and Gerhart, J. (2005) The Plausibility o f Life:
kökeni olmayan gelişimsel bozulmalardan ayrı
Resolving Darwin's Dilemma. Yale University Press, New
tutulmalıdır. Bununla birlikte, bazı gelişimsel
Haven, CT.
plastisite yanıtları, köken olarak uyumsal olsa da,
Pigliucci, M. and Kaplan, J. (2006) Making Sense o f Evolution:
maladaptif (uyumsal olmayan) sonuçlara ve daha
the Conceptual Foundations o f Evolutionary Biology.
sonra sağlığın bozulmasına neden olabilir. University of Chicago Press, Chicago, IL.
• Bir nesildeki çevresel etkiler, bu süreçler Schmalhausen, l.l. (1986) Factors o f Evolution: the Theory of
aracılığıyla daha sonraki nesilleri etkileyebilir. Stabilizing Selection. University of Chicago Press, Chicago,
IL.
Waddington, C.H. (1957) The Strategy o f the Genes: a
Discussion o f Some Aspects o f Theoretical Biology. George
Allen & Unwin, London.
West-Eberhard, MJ. (2003) Developmental Plasticity and
Evolution. Oxford University Press, New York.
Wolpert, L., Beddington, FL, Jessell.T. etal. (2002) Principles of
Development. Oxford University Press, Oxford.
BÖLÜM 5

Yaşam öykülerinin evrimi

5.1 Giriş lojisinin önemli yönlerini anlamamıza değerli bir pencere


açar.
Her tür, yaşam döngüsünü tanımlayan bir veya daha fazla Böylesi bir karşılaştırmalı yaklaşım, hayvanlar âleminde
stereotlplk örüntüye sahiptir. Yaşam öyküsü terimi ya­ karakterler arası ilişkilerdeki düzenlilikleri ortaya çıkaran
şam boyu gelişmeleri tanımlayan büyüme örüntüleri, ge­ güçlü bir araçtır. Bu ilişkileri tanımlamak iki nedenle de­
lişme, üreme ve ölüm gibi özellikler kümesini tanımlamak ğerlidir. Birincisi daha derindeki sınırlamalara veya altta
için kullanılır. Yaşam öyküsünün bazı bileşenleri erkek ve yatan süreçlere işaret eden genel örüntüleri tanımlama­
dişiler için ortak iken bazıları eşeye özgüdür. Bazı orga­ mıza olanak sağlar. Böylesi düzenlilikler, örneğin kemik
nizmalar gelişimin erken evrelerinde aldıkları çevresel mekanik özelliklerindeki sınırlamalar, dağılım için kullanı­
işaretlere bağımlı olan ve polifenizm denilen (Bölüm 4'e labilecek enerjinin sınırlılığını ve bunun belirli büyüklük­
bakınız) alternatif yaşam öyküsü stratejilerine sahiptirler. teki bir vücutta kullanımını (aşağıya bakınız) veya büyük
Hayvanlar aleminde şaşırtıcı derecede çeşitli yaşam vücutlu türlerde bu boyuta ulaşmak için daha fazla za­
öyküsü stratejileri olduğu gibi birleştirici örüntü veya mana gerek olması kadar basit bir sınırlamayı yansıtıyor
benzerlikler de vardır. Fareler sadece köpekler, insanlar olabilir. İkincisi bu araçlar, seçilim bir türü bir karakter için
veya balinalardan daha küçük değildirler, aynı zamanda sıra dışı bir duruma ittiğinde çarpıcı olarak ortaya çıkan,
daha kısa bir ömüre de sahiptirler. Doğal olarak, yavrula­ normal eğilimden sapmaları tanımlamamıza yarar. Bu
rı daha küçük doğar ve olasılıkla kısmen bunun sonucu durum beyin büyüklüğü örneği ile tanımlanmıştır (Kutu
olarak, büyük vücuda sahip olmanın koruyuculuk sağla­ 5.4'e bakınız).
dığı, bir yırtıcının ellerinde - veya pençelerinde - ölmek Hem insanın genel memeli örüntülerine nasıl uyduğu­
gibi tehlikelere bağlı mortaliteleri de daha yüksektir. Yeni nu, hem de hangi durumlarda ondan sapma gösterdiğini
doğan bir farenin sonunun bir yırtıcının yemeği olma anlamak, insanın yaşam seyrinin evrimini anlamak için
olasılığı daha yüksek ise, bir fare için tek bir döl vermek zorunlu olmuştur. Seçilmiş bazı başka karakterler gibi ya­
çok riskli olacaktır. Bunun yerine bir kaçının hayatta kalıp şam öyküsü karakterleri de varyasyona uğrarlar. Fakat bu
üreme çağına ulaşması olasılığını arttırmak için daha sık potansiyel varyasyon içerisinde, olası yaşam seyri strateji­
aralıklarla, bir batında daha fazla döl verirler. Bunu bir filin lerini sınırlayan etkileşimler veya uzlaşılar vardır. Örneğin,
veya bir insanın yaşam öyküsü ile karşılaştırın; bir türün türler arasında (ve sıklıkla tür içinde) erken yaşta eşeysel
özelliklerinin sadece erişkine özgü olanlardan çok daha olgunluğa erişme ile azalmış ergin vücut büyüklüğü ara­
fazlası olduğunu görmeye başlarız. Bir organizma doğal
sında bir ilişki vardır ve yırtıcı veya ölüm tehdidi yüksek
seçilim tarafından uyumsal olarak şekillendirilmiş bir bü­
olduğunda olgunlaşma hızlanma eğilimindedir. Bu ilişki,
yüme, üreme ve yaşam süresi stratejisine sahip olarak
yaşamın geç evrelerinde daha büyük vücuda sahip olma­
görülmelidir. Yaşam öyküsü teorisi evrimsel biyolojinin
nın avantajlarının, daha uzun bir erginleşme periyodu
önemli bir alt alanıdır ve onun uygulanması insan biyo­
sırasında, avlanma veya hastalıktan ölme riski karşısında

97
98 YAŞAM ÖYKÜLERİNİN EVRİMİ

feda edilmesi ile ilişkilidir. Yaşam öyküsü özellikleri arasın­ tiğini anlamamız için önemli görüşler sağlar. Bu uzlaşılan
daki böylesi uzlaşılan anlamak birçok biyolojik stratejiyi açıklamadan önce kaynakları sınırlayan güçlere bakalım.
açıklamada ana noktadır. Paylaşılan örüntüler ve özgün­ Bir organizmanın enerji kullanımında bir üst sınırının ol­
lükler konusuna bu bölümde tekrar döneceğiz. ması gerektiği tahmin edilebilir ve bu uzun zamandan beri
İnsan yaşam öyküsü, tipik olarak tekil bir gebelikle, biyologlarca kabul edilmektedir. Dinlenme durumundaki
yaklaşık 280 günlük bir gebelik süresi sonrasında doğan metabolik hız memelilerde kütlenin bir fonksiyonu olarak
bir birey üzerine kuruludur. Bunu, beslenme bakımında tanımlanabilir (Şekil 5. 1); bu bazen Kleiber kuralı olarak
anaya bağımlı uzun bir postnatal dönem ve on yıldan adlandırılır. Küçük organizmalardan büyüklere doğru gidil­

uzun bir süre ertelenmiş eşeysel olgunlukla birlikte uzun diğinde toplam enerji tüketiminin artması sürpriz değildir.
Ancak, dikkat çekici olan enerji tüketimindeki artışın vücut
bir çocukluk dönemi izler. Dişiler genelde erkeklerden
kütlesindeki artıştan daha yavaş olmasıdır. Sonuç olarak
daha önce puberte dönemine ulaşırlar ve vücut büyüklü­
bir filin bir saatte harcadığı toplam jul (enerji) aynı süre için
ğünde eşeysel dimorfizm belirgin değildir. Her dişi bir kaç
farenin harcadığından daha fazladır. Fakat filin bir kilogra­
çocuğa sahip olur ve her çocuğa yapılan büyük bir yatırım
mının enerji gereksinimi farenin bir kilogramından daha
vardır; bu yolla her çocuğun üreyebilme yeteneği kaza-
azdır. Dolayısıyla büyük hayvanlar küçüklere göre enerjiyi
nıncaya kadar hayatta kalma olasılığı bağıl olarak arttırıl­
daha etkin kullanma eğilimindedirler. Şekilde de görülece­
mıştır. Aile yapıları genellikle bir erkek ve dişi(ler) arasında
ği gibi bu ilişki oldukça düzenlidir ve metabolik hız vücut
oluşan eş ilişkilerini içerir. Fakat erkekler geç yaşlara kadar
kütlesinin bir üstel fonksiyonudur; metabolik hız vücut
üreme kapasitesinde iken, dişiler menopoz yaşarlar ve
kütlesinin 0,75'inci kuvveti kadardır.
içsel ömür uzunlukları bitmeden üremeyi sonlandırırlar. Metabolik hızı büyüklükle ilişkilendiren denklemler,
Yavaş içsel biyolojik yaşlanma hızı, 70 yıldan uzun yaşam belirli bir büyüklükteki vücutta kullanılabilir enerji mikta­
sürelerinin çok sıradışı olmadığı ve dışsal ölüm nedenleri rında sınırlamalar olduğunu ortaya koymaktadır. Büyüme
azaldığında norm halini alabileceği anlamına gelir. hızı, vücut büyüklüğü ve ömür uzunluğu gibi karakterler­
de türler arasındaki varyasyonlar, kısmen enerji paylaşım
stratejilerindeki farklılıklardan kaynaklanır (Şekil 5.2). Her
5.2 Yaşam öyküsü teorisine genel bir bakış ne kadar bir organizmanın evrimleştirebileceği enerji
paylaşım stratejisi tiplerinde çok fazla rastgelelik payı var­
Memeli türlerini içeren geniş bir dizide veri noktaları­ sa da, fizikteki enerjinin sakinimi yasasını akılda tutmak
nın bir araya getirilmesi büyüme hızı, vücut büyüklüğü önemlidir: bir hücrede bir işlevi görmek için kullanılan
ve ömür uzunluğu gibi karakterlerde varyasyonu orta­ bir ATP molekülü başka bir yerde tekrar kullanılamaz. Bir
ya koydukları gibi bunları ilişkilendiren benzerlikleri de organizmanın yaşamının herhangi bir anında, kaynak
ortaya koyar. Diğer taraftan bu örüntüler, benzerlik ve havuzunun sınırlı olduğu ve sadece bir kez kullanılabi­
farklılıkları ilişkilendiren biyolojik süreçler hakkında derin leceği gerçeği, yaşam öyküsü varyasyonlarının evrimini
soruları kaçınılmaz kılar. Bir fareyi bir insan veya filden şekillendiren güçleri anlamamızda önemli işaretler içerir.
ayıran biyolojik strateji farklılıkları nelerdir? Aynı zamanda bir türün üyelerinin enerji sınırlaması gibi
Yaşam öyküsü teorisinin merkezindeki ilke, organiz­ çevresel güçlüklere nasıl uyarlandığını anlamamızda da
maların sınırlı enerji ve besin kaynaklarını işleme ve kul­ odak noktadır. Vücut, kaynaklan paylaştırırken uzlaşma
lanma yollarındaki farklılıklarla ilgili çoğu özelliklerinde zorunlulukları ile karşı karşıya kalacağından, türler bu uz­
varyasyon göstermeleridir. Büyüme, üreme ve yaşlanmayı laşılan uyum gücünü maksimize edecek şekilde dengele­
yavaşlatıp ömrü uzatan tamir süreçleri gibi fonksiyonların mek üzere evrimleşmişlerdir.
her biri enerji ve kaynak ayrılmasını gerektirir. Bir türün
elde edebileceği besin miktarı üzerinde sınırlanmalar var­ 5.2.1 Yaşam öykülerinde anahtar uzlaşılar
dır ve bu kaçınılmaz olarak işlevler arasında uzlaşılara yol
Türlerin optimal uyum gücünü kazanmak için manipule
açar. Kaynakların sınırlılığı konsepti, uzlaşıların gereken
ettikleri (başka bir metaforik terim) yaşam öyküsü karak­
dengeye ulaşması için fizyolojik süreçlerin nasıl evrimleş-
terleri şunlardır: döl sayısı, büyüklüğü ve eşey oranı; do-
YAŞAM ÖYKÜSÜ TEORİSİNE GENEL BİR BAKIŞ 99

Fil •

1 0 00
Boğa

Erkek domuz inek ve öküz

100 Erkek /» D işi d


Erkek domuz
Şempanzee ¿ f i Kadın

‘/T K o y u n
f *Keçı
Tepeli deve kuşu
Akbaba
Yabani kuşlar
,. Tavukil Makak
Horo z / if.
* Dağ sıçanı
Gine domuzu Dev yarasa

Güvercin ve kumru

S L

0.01 100 1000 10000


Vücut ağırlığı (kg)

Şekil 5.1 Bir dizi türde vücut büyüklüğüne karşı bazal metabolizma hızını ölçeklendiren Kleiber çizgisi (from Bonner, J.T. (2006)
Why Size Matters. Princeton University Press, Princeton, NJ, izin alınmıştır)

Kutu 5.1 Çeyreklerin gücü

Kleiber yasasını açıklamak için ilk öneriler bir orga­ tir. Her ne kadar matematik doğrulaması tartışma
nizmanın dışarıya ısı yayan yüzey alanının, onu amacımızın dışında ise de, bu geometri nedeniyle
üreten hacim ve kütlesine oranla daha yavaş arttığı kaynakların dağılımı vücut kütlesinin 0,75 veya %
gerçeğine işaret etmiştir. Bu ilişkinin geometrisi kuvveti ile ölçeklenebilir olma eğilimindedir.
2/3 veya 0,67 katsayısının deneysel verilerden edi­ Şaşırtıcı biçimde, yaşamda çeyreklerin kuvvetinde
nilen 0,75 e yakın, fakat yeterince yakın olmadığını ortaya çıkan başka birçok ilişki vardır. Örneğin, hay­
göstermiştir. Yeni yaklaşımlar bunu açıklamak için van ömür uzunluğu vücut kütlesinin çeyrek kuvveti
dolaşım sistemi geometrisine bakar. Organizma, ile orantılı ve kalp hızı vücut kütlesinin çeyrek kuv­
kaynakları vücuda dağıtma gibi bir yükümlülükle veti ile ters orantılıdır. Bu ilişkilerden vücut kitlesi
karşı karşıyadır. Kan vücudu dolaştıkça tüm hücre­ bileşeni çıkarılırsa, tüm hayvanların yaşamları bo­
lere hizmet etmek zorundadır; bu soruna optimal bir yunca, benzer bir toplam kalp atış sayısına sahip ola­
çözüm gittikçe dallanan bir sistemdir; bu sistem aort cağı tahmin edilebilir, bu kabaca doğrudur: yaklaşık
ile başlar ve tüm uzunluğu boyunca kılcal damarlara bir milyar. (Şüphesiz insanlarda, anormal derecede
kadar dallanır. Bu şekilde kümelenen dallar ağı frak- uzun ömürleri nedeniyle, bu sayı 2-3 milyar kadar­
tal geometri olarak adlandırılan yapılara bir örnek­ dır). Ekolojik düzeyde bir türün populasyon yoğun­
100 YAŞAM ÖYKÜLERİNİN EVRİMİ

luğu, vücut kütlesinin % kuvveti ile ters orantılıdır. lüğünün % kuvveti ile orantılıdır. Ve son olarak, me-
Az sayıda fil türü vardır, fakat çok sayıda böcek türü tabolik düzeye döndüğümüzde, vücut kütlesine göre
vardır; gerçekten de vücut kütlesi ile çeşitlilik ilişkisi ilaç dozu (örneğin bir ilacın erişkin dozunun çocuğa
başka bir çeyrek kuvvet yasasına uyar. İnsan avcı- ayarlanması) sıklıkla % kuvveti ile hesaplanır.
toplayıcı topluluklarının aranma alanı, grup büyük­

ğumda büyüklük ve olgunluk; büyüme örüntüsü; ergen­ 5 .2 .1.2 Erken veya geç evrede üremek
lik yaşı ve büyüklüğü; döllere ebeveyn yatırımı; içsel mor­ Diğer bir üreme uzlaşısı erken veya geç evrede üreme ara­
talité ve ömür uzunluğunu etkileyen tamir ve korumaya sında gerçekleşir. Bir uçtaki örnekler, ölümden önce bir
yapılan yatırım. Farklı memeli türlerinin evrimleştirdiği kez üreyen somon balığı ve bazı keseli memeli erkeklerin­
çözümlerde, her biri olağan ortam(lar)ında gen akışının de görülür (semelpor üreme olarak adlandırılır). Bu türler
korunmasına uyumsal çözümler sağlayan, olağanüstü bir tek bir çiftleşme olayında fazla sayıda döl vermek için tüm
çeşitlilik söz konusudur. Bu kadar çeşitliliğe karşın, aşağı­ enerji kapasitelerini tüketecek kadar fazla yatırım yapar­
da bazı örnekleri verildiği gibi, olası çözümleri kısıtlayan lar, fakat bu onlar için başarılı bir uyum stratejisidir. Diğer
uzlaşılar da vardır. uçta çok sayıda üreme olayı ile üremeye yatırım yapan ve
uzun üreme ömürlerine sahip olan türler vardır. İnsan di­
5 .2 .1.1 Döl sayısına karşı döl kalitesi
şileri enerji yatırımlarını genelde tek bir fetüsle sınırlarlar,
Bazı türler çok sayıda döl verirler ve bunların çok azı ya­
ancak uzamış gebelik ve emzirme için gerekli enerji ne­
şar. Bu strateji kemirgenler için tipiktir. Bu döllerde, yavru
deniyle de bu yatırım oldukça yüksektir. Dişi insanlar, dış­
sütten kesildikten sonra ebeveyn yatırımı ya yoktur ya da
sal mortalité riskine bağlı olarak ergenlik sonrasında 15­
düşüktür. İnsan ve fil gibi iri vücuda sahip memeliler tek
35 yıllık bir potansiyel üreme ömrüne sahiptirler. Ancak,
bir yavru doğururlar ve yavru en azından genç evreye ula­
bu süre sonunda göreceli olarak az sayıda çocuk doğar ve
şana kadar onu beslemek ve korumak için oldukça fazla
büyütülür ve bu nedenle uyum gücü bunların büyük bir
yatırım yaparlar. Bu örnekler potansiyel yaklaşım aralığı­
oranının (karşılaştırmalı olarak) hayatta kalmasına bağlı-
nın iki ucunu temsil ederler.

EKOLOJİ

BMR (Dişi) (Erkek)


Immün Plasental Testesteron
fonksiyon beslenme i
Boy büyümesi Şekil 5.2 Yaşam öyküsü özelliklerine enerji
ve süt salınım
Hücresel /DNA i kas kitlesi artışı paylaşımı. BMH, bazal metabolik hız (Kuzavva,
tamiri Fetal/bebek (Dimorfizm) C.W. (2007) American Journal o f Human Biology
büyümesi 19,654-661, izin alınmıştır)
YAŞAM ÖYKÜSÜ TEORİSİNE GENEL BİR BAKIŞ 101

dır. Avcı-toplayıcı dişileri genelde 4-6 çocuk doğururlar ve ye yatırılması arasında gerçekleşir. Memeli yaşam öyküsü
bunların 2-4 kadarı ergenlik evresine kadar yaşar. modelleri genelde bu geçişin optimal zamanlamasını be­
Dişiler herbir fetüse yatırımlarını, fetüse besin akışını lirleyen iki rakip etken olduğunu varsayar. İlki ergin bü­
düzenleyen bir mekanizma ile sınırlarlar (bu olguya ana­ yüklüğünün üreme başarısı için önemidir. Vücut büyük­
sal kısıtlama denir; Bölüm 7'ye bakınız). İnsanlarda doğan lüğü, üreme uyum gücünü ne kadar etkiliyorsa (dişilere
ilk yavru ortalama olarak İkincisinden 150 gram kadar ha­ daha yüksek yatırım yaparak, daha iri ve yaşama kapasite­
fiftir. Olası yakınsak açıklama ilk gebelikte uterus arterle­ si daha yüksek olması nedeniyle ölüm oranı düşük döller
rinin, sonrakiler kadar iyi genişleyememesi olabilir, çünkü üretmesine izin vererek) dişilerde üremenin başlangıcını
ilk gebelikte arter ve arteriollerdeki elastin parçalanır ve da geciktirecektir. Bu üreme yararı ikinci bir karşıt etkenle
bu da daha düşük bir damar direncine neden olur (uterus dengelenmiş olmalıdır: bu da eşeysel olgunluğa erişme
arterleri gebelikte önemli ölçüde genişlemek zorundadır­ geciktikçe, ölüm riskinin artmasıdır. Dolayısıyla, organiz­
lar ve arteriyel kan akışı fetüse aktırılan oksijeni sınarlar). malar özellikle jüvenil dönemde yüksek mortalité riski ile
Ancak, bir de yaşam öyküsü perspektifi söz konusudur: karşılaştıklarında eşeysel olgunluğa ulaşma zamanı genel
primatlar sonraki gebeliklere enerji saklama yararını sağ­ olarak daha kısadır.
lamak üzere, ilk gebelikte enerji kullanımında bir sınırla­
ma ile evrimleşmiş olabilirler. 5.2.1.4 Döl verimine karşı ömür uzunluğu
Döl verimi, bir organizmanın bütün yaşam süresindeki
5.2.1.3 Olgunlukta yaşa karşı büyüklük üreme performansının ölçüsüdür. Memeli dişilerinde ya­
Tanımlayıcı bir yaşam öyküsü karakteri eşeysel olgunlu­ şam boyunca oluşan birçok gebelikten doğan toplam döl
ğun zamanlamasıdır ve bu konu Bölüm 7'de detaylı ola­ sayısı olarak hesaplanır. Fakat gebelik ve emzirme bir ana
rak tartışılmaktadır. Türe bağlı olarak eşeysel olgunluğa için enerjetik olarak oldukça maliyetlidir ve kaynakların iş­
erişir erişmez veya hemen sonra büyüme durabilir veya levlerin sürdürülmesi yerine, başka yerlere aktarılmasına
yavaşlar. Buradaki uzlaşı, enerjinin büyüme yerine üreme­ neden olur. Bu uzlaşı türler arasındaki, ömür uzunluğu ile

Kutu 5.2 Soylu bir uzlaşı

Yaşam süresi ve üreme arasındaki uzlaşı insan kadınlar kapsanarak doğuma bağlı mortalité etkisi
türünde işler mi? Bunu incelemek nötral üretkenlik dikkate alınmıştır).
koşullarında (doğum kontrolü öncesinde) yaşayan Kayıtlara geçmiş bu insanlar şüphesiz ayrıcalık­
bireylere ait kapsamlı veri setleri gerektirir. Tarihsel lı insanlardı ve bu nedenle dönemlerinde sosyal ve
gerçeklik böylesi kayıtların sadece varlıklı kişiler için ekonomik ortamın etkilerinden izole idiler. Peki,
tutulduğunu söyler ve gerçekten bu soruyu yanıt­ bu ilişki ‘normal’ (sosyoekonomik olarak heterojen)
lamak için gerontologların kullandığı bir veri seti, populasyon için geçerli midir? Kuzey Almanya’dan
1200 yıl öncesine uzanan ve 33.000 kadar kişiyi içe­ onsekizinci ve ondokuzuncu yüzyıllara ait demog­
ren, İngiliz aristokratlarına ait kan bağı kayıtlarıdır. rafik veri setinin benzer bir analizi yaşam süresi ve
Yaşam öyküsü teorisince öngörüldüğü gibi, bu popu- doğurganlık arasında, sefalet arttıkça artan kuvvetli
lasyonda kadınların yaşam süresi ile sahip oldukları bir negatif ilişki göstermiştir. Eğer uzlaşıya kaynak­
çocuk sayısı arasında negatif bir korelasyon vardır ların elde edilebilirliği aracılık ediyorsa, bu beklenen
(hesaplamada sadece üreme sonrası yaşlara ulaşmış durumdur.
102 YAŞAM ÖYKÜLERİNİN EVRİMİ

döl sayısı zıt ilişkisinin nedenlerinden birisidir (kısa ömür­ ulaşma yaşındaki bu düşüş büyüme için daha az zamanın
lü hayvanlar daha fazla döl verme eğilimindedir). Ömür olması anlamına geleceğinden, türün sonraki nesillerinde
uzunluğu, tanım gereği, dışsal mortalité hızı arttıkça daha erişkin bireylerin daha küçük türün vücuda sahip olacak
kısa olacak ve bu durumda olan türlerde uyum gücünü şekilde evrimleşmelerine neden olacaktır. Vücut büyüklü­
arttıracak strateji fazla döl verimi olacaktır. ğündeki bu azalmanın başka etkileri olacaktır. Diğer herşey
eşit olsa bile, erişkinleri küçük olan türün bireylerinin, fetüs
ve yavru büyümesini desteklemek üzere, üremeye yapa­
5.2.2 İçsel ve dışsal mortalité
cakları yatırım daha az olacaktır. Dolayısıyla erişkin büyük­
Bir türün birlikte evrimleştiği yaşam öyküsü stratejisinin lüğünde azalma, yavru büyüklüğünde de azalma anlamına
anahtar bir bileşeni mortalité riski profilidir. Doku tamiri gelir. Gençlerde vücut büyüklüğünde azalma, herbir genç
ve koruma fonksiyonlarına kaynak ayırmak metaforik bir bireyin ne kadar savunmasız olacağını da belirleyeceğin­
ifade lle"iyimserlikifadesinin"işareti olarakyorumlanır, bu den, bir dizi başka etkisi olacaktır. Küçük bir yeni doğan, bir

da organizmanın gelecekte yaşamasının olası olduğu ve enerji yetersizliğinde kullanacağı (örneğin ısı üretimi için)

bu nedenle vücudu fonksiyonel ve sağlıklı tutarak üreme daha az enerji stokuna sahip olacaktır. Aynı şekilde, yırtı­
cılara karşı daha savunmasız olacaktır. Bu nedenle yavru
ödülünü kazanacağı anlamına gelir. Böylece, kaçınılamaz
büyüklüğündeki bu azalmanın bir yan ürünü yavru ölüm
mortalité setleri bir türün yaşam öyküsü stratejisinde ne
oranında artış anlamına gelir. Genç ölüm oranında artış
kadar iyimser ve'ileri görüşlü'olabileceğini belirler.
nedeniyle bir sonraki neslin gen havuzuna katkı yapma
Basit, bir düşünme deneyi bir tür için optimal yaşam öy­
şansı çok az olacağından, bu türün dişisi için tek bir yavru
küsü stratejisinin yerel mortalité riskine nasıl bağımlı oldu­
doğurmak çok riskli olacaktır. Sonuç olarak, küçük vücuda
ğu gösterecektir. Küçük bir adada yaşayan ve yıldırım çarp­
sahip türler sadece daha yüksek mortaliteye sahip olma­
ması gibi, kontrolü dışındaki bir ölüm nedeniyle yüz yüze
yacaklar, aynı zamanda da bir batında daha fazla yavru
kalan bir tür düşünün. Herhangi bir günde, küçük (ancak
vererek "yatırımlarını koruma" eğiliminde olacaklardır. Çok
önemsiz olmayan) bir yıldırım çarpma riskinin olduğunu
yavrulu doğumlar, yavru büyüklüğünü daha da düşürür ve
varsayın. Şimdi bir iklim değişimi sonucu hem yıldırımların
bu da daha az sayıda yavrunun erişkinliğe ulaşması anla­
oluşum sıklığının hem de yıldırım çarpması riskinin drama­
mına gelir. Ancak bu strateji, tek yavruya yatırım yapmaya
tik şekilde arttığını varsayalım. Bu ekolojik değişimin herbir
göre daha fazla sayıda dölün hayatta kalma şansını destek­
birey tarafından, herhangi bir günde zamansız bir ölümle leyebilir.
karşılaşma riskinde artış olarak yaşanacağına dikkat ediniz. Böylece yerel çevredeki basit bir değişimin - kaçını-
Riskteki bu artış, tür ve türün yaşamında yer alan stratejiler lamaz mortalitedeki artış - tüm yaşam öyküsü üzerinde
için önemli işaretler içerecektir. Uyum gücünün optimizas- nasıl bir domino etkisi yarattığını gördük. Yüksek mortali­
yonu açısından riskin en fazla olduğu dönem büyüme ve té erken olgunlaşmaya neden olarak, daha az metabolik
gelişme dönemidir. Bu durum genç bir organizmanın kü­ kaynağa sahip ve bu nedenle üremeye yatırım kapasite­
çük ve fiziksel olarak hassas olması basit gerçeğinden çok, leri sınırlı olan erişkinleri ortaya çıkaracaktır. Bu da morta-
henüz üreme şansı elde edememiş olması ile ilgilidir. Yıldı­ litesi daha yüksek küçük döllere neden olacaktır. Morta­
rım çarpması ile ölen genç birey, bir sonraki neslin gen ha­ lité riski arttıkça, bir batında tek yavru doğurmak yerine
vuzunda temsil edilmeyecektir. Yaşanan her günle birlikte daha fazla sayıda ve daha savunmasız yavrular doğurma
artan ölüm riski nedeniyle, erken üreyen bireylerin genleri yönünde bir evrimsel değişim bekleriz.
sonraki nesilde daha yaygın hale gelecektir. Süreç içerisin­ Şimdiye kadar yerel mortalitedeki bir değişimin erken
de bu eşeysel olgunluğa erişme yaşının gittikçe düşmesi yaşta üreme olgunluğuna ulaşmayı ön plana çıkaracağını
anlamına gelecektir. ve sonra bunun erişkin büyüklüğü, yavru büyüklüğü ve
Ergenliğe ulaşma yaşındaki bu değişimin türün tüm bir batında verilen yavru sayısı üzerinde nasıl etkisi oldu­
yaşam öyküsünde geniş ve çok yönlü etkileri olacaktır. Bes­ ğunu gördük. Mortalitedeki bir değişimin bir türün yaşam
lenme ve büyüme hızı gibi diğer parametrelerin doğrudan öyküsünde etkileyebileceği evrimsel değişimler bunlarla
yıldırımlardan etkilenmediğini varsaysak bile, ergenliğe sınırlı değildir. Kaçınılamaz erişkin mortalitesi arttıkça.
YAŞAM ÖYKÜSÜ TEORİSİNE GENEL BİR BAKIŞ 103

kısıtlı kaynakları dokuları tamir ederek ve bütünlüğünü dukça benzerdir. Daha yaygın bir dışsal mortalite nedeni
koruyarak yaşam süresini uzatan süreçlere ayırmak, ola­ yırtıcılıktır. Bu perspektiften bakıldığında hızlı büyüme,
sı uyum gücü kazancını azaltacak, bir kumar haline gelir. erken eşeysel olgunluğa erişme, küçük vücut, bir batın­
Gelecekte yaşama olasılığı düştükçe, erken üreyen ve ge­ da daha fazla yavru verme ve daha kısa ömür stratejisini
leceklerine daha az yatırım yapan bireylerin sonraki nes­ desteklemiş olan önemli bir faktör, sözgelimi farelerde
lin gen havuzunda daha iyi temsil edilmelerini bekleriz. olduğu gibi, yırtıcılığa bağlı kaçınılamaz yüksek dışsal
Bu nedenle, daha yüksek ölüm riski ile karşılaşan türler, mortalitedir. Yaşam öyküsü yavaş ve ömrü uzun insan ve
sadece daha erken ve daha küçük iken ergenliğe ulaşma fil gibi türler yırtıcılıktan korunma ve kaçınılmaz mortalite
eğiliminde olmayacaklar, aynı zamanda hızlı yaşlanma riskini azaltma yönünde evrimleşmişlerdir.
ve daha kısa ömürlü olma bedellerini ödeyerek var olan Yıldırım örneği ile çok yönlü etkileri anlatıldığı gibi,
kaynaklarının büyük bir kısmını hemen üremeye ayırma mortalite evrim üreten bir süreç olabilir, ancak aynı za­
eğilimde olacaklardır. Bu nedenle türün nesil süresi ge­ manda, yıldırım çarpma riskinde artışa bağlı olarak fonk­
nellikle vücut büyüklüğü ile orantılıdır (Şekil 5.3). siyonlarda daha hızlı bir tempoda azalma ve daha kısa bir
Bu hipotetik örnek hayvanlar âleminde yaşam öyküsü ömrün evrimleşmesine yol açtığından, bir türün enerjisini
varyasyonlarını şekillendiren seçilim baskısı tiplerine ol­ nasıl paylaşacağını çıkarsayacağı araçtır. Mortalite çeşitle-

100 m - i Sekoya
„ „ • Köknar
Balina
Yosun • • • Hu5a9acı
„ . . * Balzam ağacı
10m - Kızılcık •
Gergedan «Fil
Kanada geyiği « .
im -
TilkW «Kunduz
Sıçan £ Semender
Yenge%K,rfaresi#Kuplumbağa
10cm - Farito'’ Yi,dızı
ı-are«penız # • «- K e«Yengeç
le r a v
tarağ ı* ^Kurbağa
Salyangoz * Bukalemun
İstiridye
A rı# • At sineği
1cm
• Ev sineği «Midye
• D rosophila

_ * D a p h n ia
1 mm - • Stentor

• Param ecium
100 um - • Didinium
Tetrahymenam • Euglena

• Spirochacta

10(im
E. coli
q • Pseudom on as
B. aureus
1|im _________ 1________________ !_________ !_______ !____________ !____________!____________!_________
1 saat 1 gün 1 hafta la y 1 yıl 10 yıllar 100 yıllar
Nesil süresi

Şekil 5.3 Türlerde nesil süresi genellikle vücut büyüklüğü ile orantılıdır (Bonner, J.T. (2006) Why Size Matters. Princeton
University Press, Princeton, NJ, izin alınmıştır)
104 YAŞAM ÖYKÜLERİNİN EVRİMİ

rini ve onların türün evrimindeki rolünü ayırt eden şey ise,


bir organizmanın bunları, var olan enerjisini paylaştırma
stratejisini değiştirerek, ne oranda etkileyebildiğidir. Yıldı­
rım ve yırtıcılık dışsal mortalite nedenleridir, çünkü or­
ganizmanın enerjisini nasıl pay ettiği ile ilişkili değildirler:
buradaki risk populasyondaki birey ve yırtıcı sayılarına
bağlı olduğundan daha çok rastgeledir. Bu durum, vü­
cudun kaynaklarını biyolojik fonksiyonlar arasında nasıl
paylaştırdığı İle ilişkili olan içsel mortalitenin tersidir.
Buna bir örnek yaşamı tehlikeye düşürecek bir patojenle
enfekte olma riski olabilir. Her ne kadar burada da şansa
bağlı faktörler varsa da, bunun ne kadar ölümcül olabi­
leceğini belirleyen, vücudun vereceği biyolojik kararlar
vardır, immün sistemin ne kadar etkin olduğu, ona ne 15 yaşına kadar yaşama olasılığı
kadar kaynak ayrıldığına bağlıdır. Ayrıca, vücut ısısının (erişkin büyüklüğüne göre düzeltilmiştir)

artırılması için enerji harcanması viral veya bakteriyel en­ Şekil 5.4 Yüksek jüvenil ölüm oranı insanda eşeysel
feksiyonun etkinliğini ve şiddetini düşürebilir. olgunlaşmayı hızlandırır. Şekil, küçük bir toplulukta
(çoğunlukla avcı-toplayıcı) menstrüel yaşı ile jüvenil ölümü
(15 yaşına kadar hayatta kalma olasılığı, enerji edilebilirliğini
5.2.3 Dışsal mortalite ve menarş yaşı temsilen ergin vücut büyüklüğüne göre düzenlenmiştir)
arasındaki ilişkiyi göstermektedir (veriler Walker, R. et al.
Günümüz avcı-toplayıcı toplulukları üzerinde yapılan (2006) American Journal o f Human Biology 18,295-311 'den
bir çalışmada, beklenen ömür uzunluğu İle menarş (İlk alınmıştır).
menstruasyon) yaşı arasında bir ilişki olduğu saptanmıştır
(Şekil 5.4). Genç ölüm oranı artan her toplulukta ortala­
ma menarş yaşı daha erkendir. Farklı populasyonlar ara­
sındaki bu karşılaştırma, insan yaşam öyküsünün de diğer
memelilerdekine benzer uzlaşılarca etkilendiğini kanıtla­
maktadır. Fakat, bu örnek aynı zamanda analizin karma­
şıklığını da ön plana çıkarmaktadır. Bölüm 7'de tartışıla­
cağı gibi, Avrupa'da menarş yaşının yaklaşık 200 yılda, 4
yıl daha erkene kaydığı görülmüştür (Şekil 5.5). Menarş
yaşının erkene kayması, ana ve çocuk sağlığındaki (daha
iyi beslenme ve enfeksiyon riskinin azalması gibi) geliş­
melerin ikincil bir sonucudur. Dışsal mortalite azalması ile
zıt yönde işleyen bu durum paradoksal görünmektedir.
Bu paradoksun çözümü, ergenlik yaşının bir etken
ve kontrol hiyerarşisinin sonucunda düzenlendiğini an­
lamakta yatar. Populasyonda işleyen mortalite/ergenlik
yaşı İlişkisi relatif olarak dengededir. Ancak, farklı çevresel I I I I I
değişkenlerle karşılaşılması durumunda uyum gücü ko­ 1875 1900 1925 1950 1975 2000
Yıl
runmak zorundadır ve bu durum başka bir kontrol kat­
Şekil 5.5 İki Avrupa ülkesinde ilk menstrüel yaşının uzun
manı ekler. Şekil 5.6, bu bölümün sonraki kısımlarında
vadeli değişimi (Ljung, B.O. et al. (1974) Annals ofHuman
tartışılan bu süreçleri göstermektedir. Biology 1,245-256 and de Muinck Keizer-Schrama, S.M. and
Mul, D. (2001) Hu man Reproduction U p d a te7 , 287-291'deki
veriler kullanılarak hazırlanmıştır)
YAŞAM ÖYKÜSÜ TEORİSİNE GENEL BİR BAKIŞ 105

yönde etkileyerek, ölüm riskini arttıran, yaşa bağlı fizyo­


lojik bir dejenerasyon söz konusudur. Biyolojik yaşlanma
eşeyli olarak üreyen türler için evrensel bir olgudur ve bir
dizi biyokimyasal ve hücresel değişimle ilişkilidir. Ömür
uzunluğu (bir populasyon için ölüm evresindeki yaş) ve
yaşam süresi (longevity = bir bireyin ömür uzunluğu) ve
beklenen ömür (belirlendiği yaşa bağlı olmak üzere) öz­
gül anlamları olan diğer ilişkili terimlerdir. Farklı türler çok
farklı ömür uzunluklarına sahiptirler ve dışsal nedenler ne
kadar devre dışı bırakılsa da ömür sonludur. Homo erectus
için ortalama ömür uzunluğunun 15-20 yıl ve Paleolitik
dönem insanlarında 25 yıl kadar olduğu tahmin edilmek­
tedir (o dönemlerde insanlar doğum sırasında, çocukluk
döneminde veya travmalar nedeniyle ölürlerdi: enfeksi­
yonlar daha yakın dönemde, özellikle tarımdaki gelişme­
ler ve yerleşik yaşamı takiben daha önemli bir faktör hali­
ne gelmiştir; Bölüm 6 ve 9'a bakınız). Diğer türlerle karşı­
laştırıldığında düşük olsa da, Paleolitik dönemde yüksek
Şekil 5.6 Avustralya kızlarında ilk menstrüel yaşını bebek ve çocuk ölümü nedeniyle üreme dönemi öncesi
belirlemede fetal ve çocukluk dönemi beslenmelerinin ölümler %50'ye varmaktaydı. Beş yaş öncesi çocuk ölüm­
etkileşimi (Sloboda D.M. et al. (2007) Journal o f Clinical lerini hariç tutarak, beklenen ömür tahminlerini hesapla­
Endocrinology and Metabolism 9 2,46-50'deki veriler
mak yaygındır ve bu hesaplama ile çocukluk çağını geç­
değiştirilerek hazırlanmıştır. İzin alınmıştır).
miş bir bireyin 35-40 yıl kadar yaşadığı tahmin edilmek­
tedir. Günümüzde yüksek gelirli ülkelerde üreme dönemi
öncesi ölüm oranı genelde oldukça düşüktür (% 1 -2 ).
5.2.4 Ömür uzunluğu ve yaşlanma
Ulaşılabilir maksimum ömür uzunluğu bir tür veya
İnsanlar üreme çağına kadar on yıldan fazla bir süre bekle­ populasyonun en uzun yaşayan bireyinden hesaplanır ve
me stratejisi ile evrimleşmişlerdir ve bu insanın evrimi süre­ genelde ortalama ömür uzunluğundan çok daha uzun­
cinde kaçınılamaz mortalitenin (özellikle yırtıcılar nedeniy­ dur. Bir bireyin ömür uzunluğu onun çevresi tarafından
le) nispeten düşük olduğuna işaret eder. Paleolitik dönem­ etkilenir: dışsal mortalite düşük olduğundan, hayvanat
c e olasılıkla çocukların sadece %50'si ergenliğe ulaştığı bahçelerindeki hayvanlar yabanda yaşayanlardan daha
halde, bu diğer türlerin çoğuna göre oldukça yüksek bir uzun yaşarlar. Benzer şekilde, özellikle son birkaç on yıl­
orandır. Bu düşük dışsal mortalité türümüze daha büyük da, halk sağlığı ve tıpta yaşanan gelişmeler gibi, bir dizi
bir vücuda ve büyüme ve öğrenme periyodunu uzatarak, dışsal etkenin üstesinden gelecek teknolojiler geliştirdi­
bir erişkinin daha fazla yetenek ve kapasiteye yatırım yap­ ğimizden, insanın beklenen ömrü de büyük oranda kül­
ma olanağı sağlamıştır. Yukarıda tartışıldığı gibi, bu duru­ türel evrimimizden etkilenmiştir. Dolayısıyla her ne kadar
mun yaşam döngüsü üzerinde başka etkileri vardır: bu du­ biyolojik yaşlanma hızımızda son birkaç bin yılda bir de­
rum somatik bakım ve tamire, uzamış bir üreme dönemine ğişim yaşanmamışsa da, ortalama ömür uzunluğumuz
ve yavaş yaşlanma temposuna yatırımı destekler. artmıştır (Şekil 5.7). Çok yakın zamanlara kadar, insanların
Kronolojik yaşlanma (aging) ve biyolojik yaşlanma küçük bir kesiminin 50 yıldan fazla yaşaması beklenirken,
(senecense) bir birleri yerine kullanılabilecek terimler bugün pek çok toplumda bu beklenti fazlasıyla aşılmış­
değildir. Kronolojik yaşlanma basit olarak zamanı, yani tır. Bu güne kadar doğrulanmış en uzun yaşam süresine
daha fazla yıl yaşamış olmayı ifade eder. Biyolojik yaş­ sahip kişi, 1997 yılında 122 yaşında iken ölen Jeanne Cal­
lanma ise, biyolojik bir süreç (veya süreçler) olup, bu sü­ ment isminde bir Fransız kadındır. Bu kadının doğumun­
reçte bir gelişim fazı ve maksimal üreme potansiyelinin da, Fransa'da kadın için beklenen ömür 46 iken, ölümün­
elde edilmesini izleyen, canlılık ve fonksiyonları olumsuz de 82 idi.
106 YAŞAM ÖYKÜLERİNİN EVRİMİ

Şekil 5.7 Avrupa'da yaşam beklentisi, 1725-1990


(Fogel, R.W. (2004) The Escape from Hunger and
Premature Death, 1700-2100: Europe, America
and the Third World. Cambridge University Press,
Cambridge veriler kullanılarak hazırlanmıştır).

5.2.5 Evrimsel yaşlanma teorileri Pleiotropi (Bölüm 2'ye bakınız), bir gen lokusu ürünü­
nün fizyoloji ve fenotip üzerindeki çoklu etkileriyle karak-
Evrim teorisi biyolojik yaşlanma olgusuna bir açıklama bul­
terize bir olgudur. George VVilliams 1957'de, Medavvar'ın
malıdır. Neden sonsuza kadar yaşamıyor ve üremiyoruz?
çalışmasını temel alarak, yaşamın erken evrelerinde yarar­
August VVismann tarafından 1891 yılında ölümün türün ya­
lı etkiler gösteren ancak geç evrede zararlı olan genlerin
rarına bir adaptasyon olduğunu savunan bir varsayım orta­
seçilmiş olabileceğini açıklayan antagonistik pleiotropi
ya atılmıştır. Buna göre, eski ve potansiyel olarak yıpranmış
ölümsüzler, sağlıklı bireylerin kullanacağı kaynakları tüke­ kavramını tanımladı. VVilliams bu varsayımı, yani erken
teceklerdir. Bu açıklama grup seçilimi olarak adlandırılan evrede avantajlı olan, ancak geç evrede tersi sonuçları
varsayım temelinde kusurlu bir açıklamadır. Buna karşılık olan faktörler arasındaki bir uzlaşıyı, biyolojik yaşlanma­
VVeismann büyüme örüntüsü, üreme örüntüsü ve biyolojik nın temeli olarak önerdi. Testesteron salınımı ve aktivite-
yaşlanma zamanlanması arasında bir bağlantı olduğunu sini kontrol eden faktörler bir örnektir. Yüksek testesteron
fark etmiştir. Aşamalı olarak şekillenen bu bilgi birikimi, bu­ düzeyi erkeklerde erken evrede vücut büyüklüğünü art­
günkü anlayışımızın temelini oluşturmaktadır. tırarak ve saldırganlığı uyararak uyum gücünü ön plana
Sir Peter Medavvar 1952'de, yaş ilerledikçe doğal seçi­ çıkarır, fakat bu bireyler yaşamın geç evrelerinde prostat
lim gücünün zayıfladığını göstermiştir. Bu şu anlama gelir: kanseri ve kalp hastalıklarına daha yatkındırlar. Diğer bir
eğer uyum gücü üzerindeki negatif etkiler yaşamın geç örnek insülin benzeri büyüme faktörü 1 (IGF-1) ve kro­
evrelerinde ortaya çıkıyorsa uyum gücünü azaltıcı özellik­ nolojik yaşlanma ile ilişkilidir (Kutu 5.3'e bakınız). Çoklu
lerin belirleyicilerine karşı daha az seçilim olacaktır. Dışsal düzeyde etkileri olan besinsel faktörler IGF-1 salınımı ve
mortalitenin birikimsel etkisi nedeniyle yaşam öyküsü aktivitesini düzenlerler ve IGF-1 fetal büyümeyi, çocuk­
uzlaşılan üzerinde işleyen seçilim, eşeysel olgunluğa eri­ luk ve adolesan evrede iskelet ve kas büyümesini uyarır,
şir erişmez üremeye yatırım yapılması lehine işleyecektir: bu nedenle yüksek IGF-1 düzeyi erken üreme evresinde
dolayısıyla erken evrede başarılı olarak üreyebilenler se­
uyum gücünü arttırır. Ancak, yaşamın geç evrelerindeki
çilecektir. Bu durum matematiksel olarak kanıtlanabilir ve
yüksek IGF-1 düzeyi, orta ve yaşlı evrede problem olan
böylesi hesaplamalar seçilimin düşmeye başladığı nokta­
meme ve prostat kanseri riskindeki artışlardan sorumlu­
nın insan dişisinde yaklaşık 20 yıl olduğunu göstermiştir.
dur. Çok yakın zamanlara kadar, İnsanlar için dışsal morta­
Ayrıca, kadınlar erken otuzlu yaşların başından itibaren
litenin yüksek ve ömrün daha kısa olduğu kabul edilirse,
belirgin bir üreme potansiyeli kaybı gösterirler (Bölüm
böylesi antagonistik pleiotropik seçilimlerin yaşamın geç
7'e bakınız). Bu nedenle geç evrede etkilerini gösteren,
evrelerindeki negatif etkilerinin büyük oranda gizli kal­
fakat uyum gücü üzerinde etkileri olmayan aleller gen
ması ve erken evredeki yararlı etkileri lehine bir seçilim
havuzunda birikebilir. Mutant alel birikimi, orta veya ileri
olduğu anlaşılabilir.
yaşlarda ortaya çıkan hastalıkları etkileyebilir.
YAŞAM OYKUSU TEORİSİNE GENEL BİR BAKIŞ 107

Kutu 5.3 Az ye, çok yaşa

Yaşlanma ile ilişkili araştırmalardaki ortak bir gözlem, törler, hastalık indükleyici ve uzun yaşamı destekleyici
mayadan memelilere kadar çeşitli organizmalarda kalori faktörler arasındaki dengeyi yansıtıyor olabilir.
sınırlamasının ömür uzunluğunu arttırıcı etkisi oldu­ Yassı solucandan fareye kadar değişen organizma­
ğudur. Fakat besinsel işaretlerin, yaşam döngüsünde ne larla yapılan nakavt (knockout, öldürücü gen) veya
zaman etki ettiklerine bağlı olarak, oldukça farklı etki­ transgenik deneylerde büyümenin düzenlenmesi, besin
leri vardır ve memelilerde fetal veya neonatal dönem- algılanması ve hücresel metabolizmaya katılan genlerin
dekilerle, sütten kesilme sonrasında işleyen besinsel ömür uzunluğu üzerinde büyük etkileri vardır ve bu da
işaretleri birbirinden ayırt etmek önemlidir. Örneğin, kalori kısıtlamasının yaşam süresini arttırıcı potansiyel
kemirgenlerde olgunlaşma sonrası kalori sınırlaması etkileri konusunda moleküler bir temel sağlar. İnsü-
yaşam süresini uzatır. Çarpıcı bir zıtlıkla, prenatal lin reseptör substratı (İRS) 2 gibi insülin/IGFl sinyal
dönemde yetersiz beslenme sonraki yaşamda metabolik yolaklarında yer alan faktörler ile hücre büyümesini,
fonksiyon bozukluğu ve kısalmış ömür gibi bir dizi tersi hayatta kalışı ve metabolizmasına ilişkin gen ekspres-
kötü etkiye yol açar. Küçük doğan insanlar daha kısa bir yonunu düzenleyen Foxö transkripsiyon faktörleri gibi
ömre sahiptirler. Böylesi etkiler, erken yaşamda çevre­ sonraki molekülleri kodlayan genler bunlardan bazıla­
sel işaretlere olan yanıtın uyumsal önemi kapsamında rıdır. Örneğin, nakavt mutasyonlu IRS2 ömür uzatır ve
düşünülebilir (Bölüm 8’e bakınız). Sınırlı çalışmalar, besin maddelerinin pay edilişini değiştirir. Gerçekten
erken bir yetersiz beslenme periyodu sonrasında, arayı de, Foxö transkripsiyon faktörleri metabolizma, üreme
kapatma büyümesi olarak da adlandırılan hızlandı­ ve ömür uzunluğunun bütünleşmesinde anahtar ola­
rılmış büyümenin zararlı olduğunu, bunun postnatal bilir. FoxO aktivitesi kısmen histon deasetilazları olan
kalori sınırlaması ile önlenmesinin daha önceki yetersiz sirtuinler tarafından düzenlenir. Birçok türde sirtuin
beslenmenin kötü etkilerini önleyeceğini düşündür­ aktivitesi ömür uzunluğu ile pozitif korelasyon gösterir
müştür. ve SIRTI ömrü uzattığı düşünülen polifenol resverat-
Her ne kadar pek çok türde sütten kesilme sonrasın­ rolun hedefidir: SIRTI, Foxö bağımlı tepkileri hücre
da yetersiz beslenme, genelde üreme performansında ölümünden hayatta kalmaya doğru değiştirir. Kalori
bir azalma ile ilişkili ise de, ömrü uzatır ve bu durum sınırlaması SIRTl’i de aktive eder.
yaşam öyküsü karakterleri arasındaki ilişkilerinin kar­ Yakın zamandaki çalışmalar Fox03 genindeki gene­
maşıklığını ön plana çıkarır. Her ne kadar sütten kesil­ tik varyasyonun insanda uzun ömürlülük ile ilişkili ol­
me sonrasındaki kalori kısıtlamasının etkilerinin, me­ duğunu göstermiştir. Japon kökenli bir populasyonda,
tabolik hızı düşürerek, dolayısıyla dokuları tahrip edici genin belli bir alelinin frekansı ölüm yaşı ile doğrusal
etkileri olan serbest oksijen radikallerinin üretimini bir bağıntı göstermiştir, öyle ki, bu gen için homozigot
azaltarak meydana geldiğini düşünmek çekici ise de, bu olanların 100 yaşma kadar yaşama şansları diğerlerine
değerlendirme çok basit görünmektedir. Buna karşılık, göre üç kat fazladır.
karmaşık yaşlanma süreçleri ve beslenme ile ilişkili fak­

Tutumlu genotip hipotezi bu kavramın daha geliş­ ve kolesterol) sağlamasını ve/veya sonraki yararlar için
miş bir biçimidir. Genetikçi James Neel 1962'de, ataları­ depolamasını sağlayan genlerdir. Örnek olarak: Paleolitik
mıza, daha kısa ömürleri sırasında yararlı olduğu için se­ dönemde yağlar besinin sadece küçük bir kısmını oluş­
çilen, fakat şimdi, çok farklı koşullarda da olsa, daha uzun turmaktaydı; dolayısıyla besinin garanti olmadığı koşul­
yaşadığımız için zararlı hale gelmiş olan aleller olduğunu larda, yağ emilimi ve depolanmasını destekleyen böylesi
öne sürmüştür. Tutumlu genler, bireyin kısıtlı bir çevre­ aleller hayatta kalma ve üreme avantajı sağlamış ve do­
den daha fazla kaynak (örneğin esensiyal yağlar, tuzlar layısıyla pozitif seçilime uğramış olmalıdırlar. Fakat eğer
108 YAŞAM ÖYKÜLERİNİN EVRİMİ

bir birey yeterince uzun süre yaşar ve sürekli olarak yağ olgunluğa eriştikten sonra doğal seçilim, somatik tamir
içeriği zengin besin alırsa, bu durumda ateroskleroz ve tip yerine üremeye yatırım yapmayı destekleyecektir. Üreme
2 diyabet gibi zararlı etkiler ortaya çıkabilir, iki nedenle çağı öncesinde, üreme evresine kadar hayatta kalmayı
bunların atalarımızda görülmesi beklenmez: ilki çevrenin sağlamak için somatik dokuların korunması ve tamirine
besin bakımından bu kadar zengin olması olası görülme­ enerji harcanmasının uyum gücü avantajı vardır. Soma­
mektedir ve İkincisi, burada tartışılanlar bağlamında, ba­ yı koruma kapasitesi ise, türün üreme stratejisi yanında,
sit olarak atalarımız bu kadar uzun yaşamamışlar ve dola­ somatik dokuların farklı organizasyon seviyelerinde bu­
yısıyla uyum güçleri böylesi aletlere sahip olma nedeniyle lunan gereğinden fazla alt birimlerin (örneğin nefronlar,
azalmamıştır (ayrıca Bölüm 8 'e bakınız). nöronlar ve mitokondriler) sayısı kadar, önemli bir bölü­
Biyolojik yaşlanmanın evrimsel kökeni halen tartışılan mü reaktif oksijen türevleri tarafından oluşturulan kromo-
bir konu olsa da, antagonistik pleiotropi kavramı bugün­ zomal ve mitokondriyal DNA, hücresel ve yapısal protein
kü anlayışımızın temeli olarak varlığını sürdürmektedir hasarlarının onarılma yeteneği ile ilişkilidir. Diğer hasar
(Şekil 5.8). Antagonistik pleiotropi teorisinin bir türevi kaynakları, sıklıkla en azından kısmen reaktif oksijen tü­
Tom Kirkwood'un harcanabilir soma teorisidir ve bir or­ revlerince neden olunanlar hasarlar ile enfeksiyona, dü­
ganizmanın edinebileceği enerjinin somayı korumak için şük düzeyde radyasyona, toksinlere ve travmalara maruz
veya eşey hücresi hattını çoğaltmak için harcanabileceği­ kalma olarak sayılabilir. Bu nedenle, Kirkvvood biyolojik
ni öne sürer. Toplam dışsal mortalité nedeniyle, eşeysel yaşlanmayı, yaşamın geç evrelerinde savunma mekaniz­
malarının ve doku tamir yeteneklerinin kaybedilmesinin
bir fonksiyonu olarak tanımlamıştır. Böyle bir teori kro­
nolojik yaşlılığın neden bir eş-hastalıklar evresi olduğunu
Genç hayvan Yaşlı hayvan
H ........ da açıklar: bu durum olasılıkla herbir organ veya sistemin
k ...........n .............. fonksiyonunun sürdürülebilmesi ile ilgili sınırların ifadesi

O olan çoklu sistem bozukluklarına yol açan biyolojik yaş­


lanmanın birikmiş değişimlerini yansıtır.
M utant genin çılışması M utant genin çalışması
Yaşa bağlı değişimlerin tamamının biyolojik yaşlan­

f
£ \
O manın sonucu olması gerekmez: her ne kadar aradaki
Hastalık
Uyum fark gerçek olmaktan çok teorik ise de, bunlardan bazı­
duyarlılığında
gücünde artış ları doğrudan uzun yaşamanın rastgele etkileri olabilirler.
V____________ / „ artış
Azalmış immün fonksiyon, kas atrofisi ve hücre zarı geçir­
genliğinin azalması açıkça biyolojik yaşlanmanın sonucu
Genç hayvan Yaşlı hayvan
iken, neoplazi riski basit olarak kronolojik yaşla birlikte gi­
- ı— n — v- Latent hasar ortaya çıkar derek artabilir: bir birey uzun yaşadıkça, çevresel bir mu-

£ / O tajene maruz kalma veya hücre çoğalmasındaki spontan


bir hatanın somatik bir mutasyona neden olma şansı da
M utant genin çalışması / Hastalık
duyarlılığında artar (Bölüm 1'e bakınız).
û ^ . art'? ,

Uyum Latent
gücünde artış hasar 5.3 Vücut büyüklüğü ve şekli

Şekil 5.8 Antagonistik pleitropinin ilkeleri. Erken dönemde Vücudun büyüklüğü ve şeklinin, yerçekimi, hareket
üreme uyum gücünü destekleyen mutasyonlar ya doğrudan örüntüsü ve besin kaynakları gibi bir biri ile ilişkili bir dizi
geç yaştaki hayvanlarda işleyerek ya da genç yaşta belirleyicisi vardır. Diğer tüm primatlar dört ekstremite
hayvanlarda latent hasarlara yol açarak ileri yaşlarda zararlı
üzerinde hareket ederken (kuadripedal), insan iki ekstre­
olurlar (Partridge L. and Gems, D. (2002) Nature Reviews
mite üzerinde (bipedal) hareket eder. Karasal bir meme­
G en etics3 , 165-175'den değiştirilerek hazırlanmıştır. İzin
alınmıştır). linin büyüklüğü iskeletine yansır: iskelet ergin bir insanın
ağırlığının %18'ini, fakat bir serçe veya fare ağırlığının
VÜCUT BÜYÜKLÜĞÜ VE ŞEKLİ 109

%10'undan daha azını oluşturur. Benzer şekilde, bir ağa­ da tür olacaktır. Daha küçük hayvanları avlayarak avantaj
cın ağırlığı şeklini etkiler: büyük ağaçlar, sağlamlığı enine sağlaması veya kaynakları elde etmede daha etkin olması
kesit yüzeyi ile ilişkili olan daha kalın ve kuvvetli gövde­ (örneğin ormandaki en uzun ağaç olsun) nedeniyle bü­
lere sahip olmalıdır. Buna ek olarak, güneş ışığı için reka­ yük bir organizma için her zaman potansiyel bir ekolojik
bet ve kök sistemlerinin ihtiyaçları ağaçların yükseklik ve niş olduğundan, evrimsel süreçte organizmaların gittikçe
şeklini etkiler. Dolayısıyla bir organizmanın büyüklüğü büyüdükleri yönünde bir izlenim vardır. Fakat bu bir yön­
değiştikçe, vücut kompozisyonu da değişir. Dahası, vücut lendirilmiş evrim değil, sadece seçici çevrenin yansıması
orantıları hayvan büyüdükçe de değişir. Şekil 5.9 büyüme olabilir ve büyüklüğün artması kaçınılmaz da değildir. Fa­
sürecinde başın oransal büyüklüğünün nasıl değiştiğini razi yıldırımlı adamızda dışsal mortalitedeki bir değişimin
göstermektedir; baş doğum sırasında boyun %33'ü kadar nasıl daha küçük organizmaların evrimleşmesine neden
iken, erişkinde %13'ü kadardır. olabileceğini tanımladık. "Ada cüceliği" bir alt populasyo-
Büyük cisimler daha geniş yüzey alanına sahiptirler, nu kaynakları sınırlı bir adada izole kalan, filler dâhil, bazı
fakat yüzey alanı her zaman hacimle aynı oranda artmaz. memeli türleri için iyi bir şekilde tanımlanmıştır. Bu kav­
Küresel bir cisimde yüzey "hacim2'3" ün bir fonksiyonudur ram ayrıca Endonezya'nın Flores adasında yakın zamanda
ve dolayısıyla büyük organizmaların difüzyon için yeterli keşfedilmiş küçük bir insansıya ait iskelet kalıntısı için ola­
yüzey alanına sahip olabilmeleri için karmaşık yapılara sı fakat çelişkili bir açıklama olarak da düşünülmüştür.
gereksinim vardır. Plasenta veya bağırsak villusları, sindi­
rim kanalı kıvrımları ve akciğerin alveoleri sınırlı bir alan­
5.3.1 Allometri
da difüzyon yüzeyini arttırmak için gelişmiş çözümlerdir.
Benzer şekilde, primat beyninin kortikal sulkusları ve gi- Bu bölümün başında anlatıldığı gibi, vücudun birçok işlev
rusları taşınması olanaksız bir baş olmaksızın yeterli bir ve bileşeni basit olarak vücut büyüklüğünün doğrudan
kortikal yüzey sağlamak için gelişmiş çözümlerdir. bir fonksiyonu değildir ve allometri bu ilişkilerin incelen­
Sıklıkla daha büyük bir vücuda sahip olmanın yırtıcıla­ mesidir. örneğin, bir hayvanın toplam vücut ağırlığı genel
ra karşı savunma sağlama gibi potansiyel uyumsal avan­ olarak onun doğrusal boyutlarının küpünün bir fonksiyo­
tajları vardır. Ancak, ağırlığın taşınması, kardiovasküler nudur. Ancak, karaya bağımlı olarak yaşayan bir hayvan
pompalama kapasitesi, ekstremite büyüklüğü, difüzyon için kemik sağlamlığı, vücut büyümesini efektif olarak sı­
kapasitesi ve besine erişim gibi önemli sınırlamalar da nırlamak üzere, doğrusal boyutların karesi ile orantılı ola­
vardır. Durağan bir çevrede var olan çoklu ekolojik niş edi- rak artar. Suyun kaldırma kuvveti, suda yaşayan hayvan­
nilebilirliğini yansıtmak üzere, farklı büyüklükte çok sayı- ların daha büyük olmasına olanak sağlar. Türler arasında
vücudun büyüklük ve işlev bileşenlerinin matematiksel
olarak düzenli ilişkileri allometrik olarak bilinir ve yaşam
öyküsü karakterleri arasındaki genelleştirilebilir uzlaşıla-
rın sonucu olarak ortaya çıkarlar. Beklenen bir allometrik
ilişkiden sapma, belirli bir karakter için bir seçilim oldu­
ğuna işaret eder. Allometrik analiz en yaygın olarak bir or­
gan büyüklüğü ile vücut büyüklüğü arasındaki ilişkilerin
incelenmesinde uygulanır. Primat ve homininlerde beyin
büyüklüğünün karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesi,
allometrik analizin nasıl kullanılabileceğine kapsamlı bir
örnek oluşturur (Kutu 5.4).

5.3.2 Büyüme ve gelişmede varyasyon


Şekil 5.9 Büyüme sırasında insanda oransal baş büyüklüğü
(BonnerJ.T. (2006) Why Size Matters. Princeton University Flem populasyon içinde hem de populasyonlar arasında
Press, Princeton, NJ;'den değiştirilerek hazırlanmıştır. İzin insan büyüklüğü, şekli ve olgunlaşma temposunda ciddi
alınmıştır).
110 YAŞAM ÖYKÜLERİNİN EVRİMİ

Kutu 5 .4 Beyin büyüklüğü

İnsan beyninin büyüklüğü ve karmaşıklığı, insana lar ve gibbonlar gibi daha ilkel maymunlarmki ile
sofistike sosyal ve kültürel gelişmeler kazandırmıştır. karşılaştırmalı olarak vermektedir. Keza aynı gra­
Diğer türler kaba kuvvet, hız ve kamuflaj gibi özellik­ fikte 5000 kg ağırlığında bir filin beyin ağırlığı da
lerine güvenirken, biz bilişsel özelliklerimize güveni­ yer almaktadır. Ham verilere bakmak yanıltıcıdır,
riz. Peki, insan beyni gerçekten bu kadar özel midir? çünkü bir fil çok büyük bir vücuda sahip olduğundan,
Böyle olduğunu düşünüyoruz, o halde bunu bilimsel büyük bir beyne de sahip olmalıdır. Her ne kadar
olarak nasıl değerlendirebiliriz? Diğer türlerde işlev­ vücut ağırlığındaki farklılıklar daha küçük olsa da
selliği değerlendirmede sınırlamalar olduğundan, aynı durum diğer karşılaştırmalar için de geçerlidir.
pek çok karşılaştırmalı çalışma sınırlamalara rağmen Yapılması gereken, bir türün beyin büyüklüğünü
beyin büyüklüğüne odaklanmıştır. Şekil 5.10a, insan vücut büyüklüğü ile orantılı olarak karşılaştırmaktır.
beyin büyüklüğünü şempanzeler, goril ve orangutan Basit bir şekilde beyin büyüklüğünün vücut büyük­
gibi Afrika büyük insansı maymunları ile siamang- lüğüne oranını hesaplayabiliriz, fakat bu da ideal

(b ) 20000
B e y in a ğ ır lığ ı = 1 9 X ( v ü c u t a ğ ır lığ ı) 0,8
R1 - 0 .8 9
16000

S
Ǥ> 12000
'5ı
ra
8000
İnsan
Cû ♦ Fil

4000

0
1000 2000 3000 4000 5000 6000

V ü c u t a ğ ır lığ ı (k g )

Ş e k il 5 .1 0 D evam
BODY SİZE AND SHAPE 111

değildir. Eğer, küçük türlerden büyük türlere doğru Her ne kadar görülebilir değilse de, aslında grafiğin
gidildikçe, beyin büyüklüğünün vücut büyüklüğüne uç noktasına sıkışmış 150 kadar primat verisi vardır.
oranı sabit değilse, sadece iri veya küçük olduk­ Bu durum, benzer nitelikte karşılaştırmalı analizler
ları için, bazı türlerin diğerlerine oranla daha ‘zeki’ yapıldığında, karşılaşılan ortak bir sorundur: genel­
görülmesine neden olur. Allometrik yaklaşım böylesi de çok sayıda küçük tür ve az sayıda büyük tür vardır
ilişkileri açıklığa kavuşturacak araçtır. ve bu durumda grafikleri bir sonuç olarak yorumla­
Şekil 5.10b aynı beyin büyüklüğü verilerini daha mak oldukça zordur. Çözüm veri noktalarını -beyin
geniş bir primat seti verileri ile birlikte ve bu sefer ve vücut ağırlıklarını- logaritmik olarak dönüştü­
vücut büyüklüğü ile ilişkilendirerek vermektedir. Ke­ rülmüş değerler olarak grafik haline getirmektir. Bu
sikli çizgi bu veri setine dâhil edilen primatlar için dönüştürme küçük değerleri esnetecek, büyüklükleri
beyin büyüklüğü ile vücut büyüklüğü arasındaki iliş­ ise sıkıştıracaktır.
kiyi en iyi şekilde tanımlayan hattır (fil bu hesapla­ Bunun sonucu Şekil 5.10c’de görülmektedir. Kul­
manın dışında bırakılmıştır). Bu şeklin dikkat çeken lanılan veriler ve aralarındaki en iyi uyumu tanımla­
birçok özelliği vardır. Birincisi, hat doğrusal değildir: yan eşitlik aynıdır. Değişen tek şey grafikteki birim­
hafif bir eğimi vardır ve en iyi biçimde vücut büyük­ ler ve dolayısıyla görsel sunumudur. Sadece veriler
lüğünün bir eksponansiyel fonksiyonu ile temsil kolay görünür ve yorumlanır değildir, fakat logarit­
edilir. Daha iri türlere doğru gidildikçe hattın eği­ mik olarak dönüştürüldüğünde aynı zamanda hat
minin azaldığına dikkat edin. Dolayısıyla, küçükten doğrusaldır. Bu yorumlamayı kolaylaştırır ve baş­
büyüğe doğru gidildikçe beyin büyüklüğü de artar, langıçta sorduğumuz soruyu yanıtlayabiliriz: insan
fakat vücut büyüklüğüne göre daha düşük bir oranla gerçekten beklenenden daha büyük bir beyne sahip
artar; bu da ikisi arasındaki ilişkinin eksponentinin midir? İnsanlar 60 kg kadar bir vücut büyüklüğüne
1.0’den daha küçük olduğu anlamına gelir. Olasılık­ sahiptir. Bu veriyi formüle yerleştirdiğimiz zaman,
la, belirli yetkinlikler vücut büyüklüğü arttıkça beyin insan büyüklüğünde bir primatın 500 gram civarın­
mimarisinin değişmesi ile kazanılmıştır. Grafiğin da bir beyne sahip olması gerektiğini buluruz, oysa
dikkati çeken ikinci özelliği, okunmasının çok zor ol­ gerçekte beyinlerimiz 1250 gramdır. Dolayısıyla in­
masıdır! Fil, veri setindeki diğer türlerden çok daha san, aynı büyüklükte bir primata göre 2,5 kat kadar
büyük olduğundan, x ve y eksenleri diğer primat tür­ daha büyük bir beyne sahiptir.
lerinin ulaşamadığı çok daha büyük değerlere varır.

Vücut ağırlığı (log kg)

Şekil 5.10 Beyin büyüklüğünde allometrik ilişkiler. Primat beyin ağırlıkları bir filinki ile karşılaştırılmaktadır (a); aynı veriler
doğrusal (b) ve logaritmik (c) bir ölçekte verilmiştir (veriler Harvey P.H. et al., (1987) in Primate Societies (Smuts, B.B. étal.,
eds University of Chicago Press, Chicago, IL, figure courtesy of Dr Chris Kuzawa, Northwestern University'den alınmıştır).
112 YAŞAM ÖYKÜLERİNİN EVRİMİ

bir varyasyon vardır. Bu varyasyonun bir bölümü gelişen 5.4'e bakınız). Bu durum, İki ayak üzerinde duruşumuz ve
ve eş zamanlı çevrenin etkilerini yansıtacaktır. Fakat po- bununla bağlantılı olarak pelvlk boyutlarda ortaya çıkan
pulasyonlar arasında büyüme ve olgunlaşma örüntüle- değişimlerle birlikte değerlendirildiğinde, insan yavru­
rinde belirgin genetik varyasyonlar da vardır (söz gelimi sunun diğer primatlara kıyasla, nörolojik olarak daha az
VVatusi'ler diğer Afrikalı populasyonlara göre çok daha olgunlaşmış biçimde doğmak üzere evrimleştiği (Bölüm
uzun boyludurlar) ve bu durum belirli ortamlarda orta­ 1 0 'a bakınız) ve beyin gelişiminin büyük bir kısmının do­
ya çıkan mikroevrimi veya sadece rastgele sürüklenmeyi ğumdan sonra gerçekleştiği anlamına gelir. Bu nedenle
yansıtıyor olabilir. Örneğin, uyumsal argümanlar Pigme­ insanın yaşam öyküsü bu özelliklerle tanımlanır ve şekil­
lerde boy kısalığını ve pubertal büyüme atağının olma­ lendirilir.
masını açıklamak için kullanılmıştır (aşağıda Kutu 5.5'e İnsan yaşam döngüsünün, büyüme, doğum anındaki
bakınız). olgunluk durumu, üreme yeterliliği yaşı, enerji kaynakları
Gelişmekte olan veya erişkin fenotipinde gözlenen ve yaşam boyunca farklı evrelerde bu enerji kaynaklarına
belli varyasyonları açıklamak İçin blyocoğrafik perspektif olan İhtiyaç düzeyi gibi belirgin örüntülerle tanımlanan,
kullanılmıştır ve bunları tanımlamak için bazı kurallar var­ belli fazları vardır (Tablo 5.1). Ergenlik öncesi besin gerek­
dır. Bergmann Kuralı, homeotermal bir canlının soğuk sinimi, sürdürme ve büyüme için olmak üzere iki katego­
İklimlerde yaşayan populasyonlarının, sıcak İklimlerde ride değerlendirilebilir. Gelişmekte olan beynin enerji ih­
yaşayanlarına göre, daha İri oldukları gözlemine dayanır: tiyacı bebeklik ve çocukluk dönemlerinde özelikle önem­
daha büyük bir kütle daha küçük bir vücuda göre (her iki­ lidir. Yeni doğan bir bebek bazal metabolizmasının %85
sinin aynı şekle sahip olduğunu düşünerek) nispeten ba­ kadarını beynin büyümesi ve fonksiyonları için kullanır
ğıl olarak daha küçük yüzey alanına sahiptir ve dolayısıyla ve bu oran 5 yaşında hala %45 kadar İken, erişkinde %20
yüzeyden ısı kaybı daha azdır. Ailen Kuralı, yüzeyden 'ye düşer (Şekil 5.11); her yaşta bu oran şempanzeninki-
ısı kaybını önlemek için daha soğuk iklimlerde yaşayan nln iki katı kadardır. Bu yüksek enerji bağımlılığının, boy
insanlarda, sıcak iklimde yaşayanlara göre, ekstremlte- büyüme hızı eğrisi İle ile gösterildiği gibi (Şekil 5.12), bir­
lerin gövdeye oranla daha kısa olması yönünde seçilim çok belirgin karakteristiği olan insan büyüme örüntüsünü
gerçekleştiğini varsayar. Thomson Kuralı iklim soğuk açıklamada önemli bir rolü vardır.
ve kuru hale geldikçe burnun daha dar ve daha çıkıntılı Büyüme bebeklik evresinde hızlıdır, fakat İkinci ve
olduğunu savunur: bu yolla burnun havayı akciğerlere üçüncü yıllarda hızla yavaşlar (Şekil 5.12). Bu bebeklik ev­
ulaşmadan ısıtmasının ve nemlendirmesinin sağlandığı resi esas besin kaynağı olarak ana sütü ile İlişkilidir: her
düşünülmüştür. Bunların tümü basit ve oldukça genel ne kadar optimal büyüme ve beyin gelişimi İçin 6 aydan
varsayımlardır, fakat farklı coğrafik koşullarda yaşayan sonra sütten edinilen enerji yeterli değilse ve ek besin
insanların biçimlerindeki varyasyonun tanımlanmasında kaynakları gerekiyorsa da avcı-toplayıcılarda süt salınımı
mikroevrimin rolünün altını çizmektedirler. 24-36 ay kadar sürer (Şekil 5.13). Tam gelişmemiş dişler
ve küçük sindirim sistemi; çocukların kolayca çiğnenebi-
lir, sindirilebilir ve küçük hacimli fakat enerji, amino asit
5.4 İnsanlarda büyüme ve proteince zengin besin almalarını gerektirir. Bu dönem
aynı zamanda, sonra düşecek olan dişlerin çıktığı ve hızlı
5.4.1 Büyüme fazları bir lokomotor ve bilişsel gelişimin olduğu bir evredir.
Pek çok primat, uzun bir emzirme dönemi ve ebeveyn Bu fazdan sonra, 7 yaşına kadar nispeten sabit hızda
bakımı ve koruması gerektiren, göreceli olarak az sayıda, bir büyümenin olduğu çocukluk evresi başlar. Bu dönem­
hatta genel de tek bir döl verir. İnsan dışındaki tüm Homi- de beslenme için erişkin desteğine ihtiyaç devam eder,
noidea türleri (orangutan, goril, cüce şempanze ve yaygın ilk kalıcı dişler çıkar ve 7 yaşında kabaca oransal büyüklü­
şempanze) göreceli olarak geç bir ergenlik dönemine ve ğüne ulaşacak şekilde (her ne kadar nöron sayısı, aksonal
birkaç on yıllık bir ömür uzunluğu potansiyeline sahip­ organizasyon ve slnaptik yoğunlukta değişim ergenlik
tirler. İnsanlar bu genel örüntüye uyar, fakat orantısız sonrasında devam etse de) beyin gelişimi tamamlanır. Bu
biçimde büyük beyinleriyle diğerlerinden ayrılırlar (Kutu faz sırasında devam eden erişkin desteğine ihtiyaç öksüz
İNSANLARDA BÜYÜME 113

Tablo 5.1 İnsan ya$am döngüsündeki evreler


Evre Süresi Olayları
G e b e liğ in ilk ü ç a yı (ilk D ö lle n m e s o n ra s ı 12 E m b riy o g e n e z
t rim e s te r) h a fta

G e b e liğ in ik in c i ü ç ayı 4 .-6 . A y la r B o y d a h ız lı b ü y ü m e


(ik in c i trim e s t e r )

G e b e liğ in ü ç ü n c ü ü ç ayı 7. a y - d o ğ u m A ğ ırlık ta h ız lı a rtış v e o rg a n o lg u n la ş m a s ı


(ü ç ü n c ü t rim e s te r)

N e o n a ta l d ö n e m D o ğ u m s o n ra s ı 2 8 g ü n U te ru s d ış ın a a d a p t a s y o n , e n y ü k s e k h ız d a p o s tn a ta l b ü y ü m e v e o lg u n la ş m a

B e b e k lik D o ğ u m s o n ra s ı 2 H ız lı b ü y ü m e , b ü y ü m e n in z a m a n la h ız k a y b e t m e s i, s ü tle b e s le n m e , g e ç ic i
a y - s ü tt e n k e s ilm e d iş le r in ç ık ış ı, f iz y o lo ji, d a v r a n ış v e b ilin ç t e b irç o k k ö ş e ta ş ı ö z e lliğ in g e liş m e s i
(y a k la ş ık 3 6 a y a k a d a r)

Ç o c u k lu k 3 .-7. y ılla r O rta d ü z e y d e b ü y ü m e h ız ı, b e s le n m e b a k ım ın d a n b a ğ ım lılık , o rta b ü y ü m e


a ta ğ ı, s ü re k li m o la r v e k e s ic i d iş le r in ç ık ış ı, d ö n e m in s o n u ile b irlik te b e y in
b ü y ü m e s in in d u rm a s ı

J ü v e n il 7 -1 0 (k ız la r) v e y a 7-12 D a h a y a v a ş b ü y ü m e h ız ı, k e n d i b a ş ın a b e s le n m e y e te n e ğ i, s o s y a l v e e k o n o m ik
(e rk e le r) y a ş la r y e te n e k le r i ö ğ r e n m e y e o la n a k s a ğ la y a n b iliş s e l g e ç iş

P u b e rte jü v e n il d ö n e m in s o n u n d a E ş e y s e l g e liş im iç in m e r k e z i s in ir s is te m i m e k a n iz m a la rın ın te k r a r a k tlv e


e d ilm e s i, e ş e y h o r m o n la rı s a lın ım ın d a ç a rp ıc ı a rtış

A d o le s a n P u b e r t e s o n ra s ı 5 .-8 . Y ılla r B o y v e k ilo d a a d o le s a n b ü y ü m e a ta ğ ı, s ü re k li d iş le rin t a m a m la n m a s ı, s e k o n d e r


e ş e y s e l k a ra k te rle rin g e liş im i, s o s y a l- e ş e y s e l o lg u n la ş m a , e riş k in so s y a l,
e k o n o m ik v e e ş e y s e l a k tiv it e le r ln e ilg in in y o ğ u n la ş m a s ı

E rişk in 2 0 y a ş ın d a n - ç o c u k F iz y o lo ji, d a v r a n ış v e b ilin ç t e h o m e o s ta s is , k a d ın la rd a 5 0 y a ş c iv a r ın d a m e n o p o z


d o ğ u r m a n ın s o n u n a
kadar

K ro n o lo jik v e b iy o lo jik Ç o c u k d o ğ u rm a y a şı V ü c u d u n b irç o k d o k u v e s is t e m in in fo n k s iy o n u n d a a z a lm a


y a ş lılık s o n ra s ı- ö lü m

Modified from Bogin, B. (1999) Patterns o f Hum an G rowth, 2nd edn. Cambridge University Press, Cambridge, with permission.

100 -,

Şekil 5.11 Büyüme ve gelişme sırasında beyine


ayrılan bazal metabolik hız (BMH) oranı. Beyin
metabolizması bebeklik döneminde BMH'ın
%60'ını ve erginde %20'sini oluşturmaktadır
(Leonard W.R. et af. (2003) Comparative
0 _|__________________________________________________________________
Biochemistry and Physiology Part A Molecular &
0 10 20 30 40 50 60 70 80
Integrative Physiology 136,5-15, izin alınmıştır).
V ü c u t a ğ ır lığ ı (k g )
114 YAŞAM ÖYKÜLERİNİN EVRİMİ

düşmeden önce, büyüme hızında geçici bir değişiklik


olabilir. Andrenarşın düzenlenmesi ve önemi henüz iyi
anlaşılmamıştır.
Çocuklar artık yaşamak için analarına bağımlı olma­
yan, puberte-öncesi bireyler olarak tanımlanabilir. Bu
çocukluk döneminde bireyler kendi kendilerini beslenme
yeteneğine sahiptirler ve bu dönemde sosyal ve ekono­
mik beceriler gibi bir dizi yararlı yeteneği kazanmak üzere
bilişsel bir dönüşüm geçirirler.
Adolesan evre, biyolojik olgunlaşmanın başlangıcın­
dan tam erişkin olarak kabul edilene kadarki dönemi
kapsar. Bu dönemin belirgin özellikleri pubertal büyüme
Şekil 5.12 Oğlanlar (tam çizgi) ve kızlarda (kesikli çizgi)
atağı, eşey özelliklerinin gelişmesi, üreme olgunluğuna
boy ve büyüme hızı (yıl başına büyüme) eğrisi. Yedi yaş
ve pubertal evrede (10-15 yaş) civarında büyüme atakları erişme, bilişsel, pisikososyal, duyuşsal ve sosyal beceriler­
olduğuna ve kızlarda pubertal büyüme atağının daha de değişimler ve bireyin topluma ekonomik bir katkı yap­
erken gerçekleştiğine dikkat edin (Bogin B. (1999) Patterns masına yarayacak beceriler kazanmasıdır. Bu faz Bölüm
o f Human Growth, 2nd edn. Cambridge University Press,
7'de daha detaylı olarak tartışılacaktır.
Cambridge'den değiştirilmiştir. İzin alınmıştır).
Kısıtlayıcı koşullarda büyüme, beyin ve kalp başta
olmak üzere kritik vücut fonksiyonlarını korumak üzere
feda edilmelidir. Sonuçta büyüme hızı yavaşlar ve besin
sıkıntısı uzun süre devam ederse, bireyin erişkin boyu da
bundan etkilenir. Büyümenin duraklaması az gelişmiş
ülkelerde önemli bir sorundur, ve hem fiziksel kapasiteyi
düşürerek hem de okullaşma, kavrama yeteneği ve eği­
tim başarısı ile ilişkili olan bebeklik ve çocukluk dönemin­
de yetersiz beslenmenin ölçütlerinden biri olarak kabul
edildiği için üretkenliği azaltır. Besin kaynaklarının sınırlı
olduğu koşullardan besin kaynaklarının zengin olduğu
koşullara göçün iyi tanımlanmış özelliklerinden biri nesil­
ler arasında boy uzunluğunda oldukça belirgin olabilen
bir artıştır (Şekil 5.14). Birçok populasyonda, çocuk sağ­

Şekil 5.13 Yaşamın ilk 7 yılında insan vücut lığındaki gelişmeleri yansıtmak üzere, boyda süregiden
kompozisyonunda yaşanan değişimler. Yağ birikimi altıncı bir artış eğilimi vardır. Hem doğrusal büyüme hem de bü­
ayın sonrasına kadar devam eder (yağ depolamanın yümenin duraklaması sıklığı, populasyonları halk sağlığı
nedenleri Bölüm 8'de tartışılmıştır) ki bu da emzirmeyi
açısından karşılaştırmada kullanılan ölçütlerdir.
desteklemeyi gerektirir (Tanner J.M. and Preece, J.A. (1989)
Bu tartışma doğrusal büyümeye odaklamış ise de bü­
The Physiology o f Human Growth. Cambridge University
Press, Cambridge;'deki veriler kullanılarak çizilmiştir). yümenin bu fazlarla tanımlanan gelişmenin sadece bir
ölçüsü olduğuna işaret etmek gerekir (Tablo 5.1'e bakı­
nız). Davranış, fiziksel ve bilişsel yetenekler birçok yönden
birbirine paralel olarak değişirler.

'sokak'çocuklarının 7 yaşına kadar kendi başına yaşaya­


mayacaklarına ilişkin gözlemlerden edinilmiştir. 5.4.2 Puberte
Bu yaşlar civarında andrenarş (adrenal androjen üreti­
mi başlangıcı) meydana gelir. Kızlarda erkeklerden daha Puberte ergenliğin dışa vurumudur ve büyümede 2-3
erken başlayan pubertal büyüme atağına kadar tekrar yıllık geçici bir hızlanma ve bunu izleyen doğrusal büyü-
İNSANLARDA BÜYÜME 115

145

140 — Şekil 5.14 Guatemala kırsalında


ve ebeynleri ABD'ye göç ettikten
135 sonra ABD'de yaşayan Maya
ü 130 — çocuklarının büyüme eğrileri,
standart ABD büyüme eğrileri
(NHANES olarak kısaltılmıştır) ile
karşılaştırılması. ABD'de yaşayan
— — — ABD standart büyüme eğrisi
115 — Maya çocukları Guatemala'da
• ABD'deki Mayalar yaşayan genetik eşdeğerlerinden
110 -
♦ Guatemala'daki Mayalar 10 cm daha uzundurlar (Simith
105 P.K. et al. (2003) Economics and
Human Biology 1 ,145-160'dan
değiştirilerek hazırlanmıştır. İzin
Yaş (yıl) alınmıştır).

menin uzun kemiklerin epifizyal kaynaşması nedeniyle zite artışı ile birlikte bu değişmişse de). Kompozisyonun
nihai olarak durması ile son bulan bir yavaşlama ile ka- bu farklı örüntülerinin olası seçilim avantajları, erkekte
rakterizedir. Pubertal büyüme atağı boya, kızlarda yak­ kas kitlesinin (eş elde etme rekabetini etkileyerek) ve
laşık 25 cm ve erkeklerde yaklaşık 27 cm ekler. Aşağıda dişilerde enerji depolarının (bir dizi gebelik ve emzirme
tartışılacağı gibi, pubertal büyüme atağı Homo sapiens'e periyodunu destekleyerek) sağladığı uyum gücü ile açık­
özgü bir özelliktir ve diğer primatlarda görülmemiştir: lanabilir.
hominin evriminin geç evrelerinde ortaya çıktığı düşü­ Pubertenin başlama yaşı populasyon içinde ve po-
nülmektedir. Farklı iskelet bileşenlerinin tümü eş zamanlı pulasyonlar arasında önemli farklıklar gösterir. Puberte­
olarak büyümediğinden vücut oranlarında da değişimler nin ortalama başlama yaşı kızlarda erkelere göre daha
görülür. Pubertal büyüme atağı ile üreme olgunluğu ara­ erkendir. Pubertal başlangıç ve eşeysel olgunluk yaşını
sındaki ilişki eşeyler arasında farklıdır (Şekil 5.15). Erkek­ etkileyen, bir kız çocuğunun hem doğmadan önce hem
lerde spermatogenez pubertenin nispeten başlarında, de çocukluk dönemindeki beslenmesini de kapsayan, bir
genital ve pubik kıllanmanın kısmen geliştiği evrede ve dizi faktör vardır. Bir süre önce kızlarda pubertenin kritik
boy uzamasında en yüksek hıza erişilmeden çok önce bir yağ oranı ile tetiklendiği öne sürülmüştü. Frisch hipo­
başlar. Bunun aksine, kızlarda menarş pubertenin geç ev­ tezi olarak da adlandırılan bu varsayım kritik analizlerle
relerinde, meme ve pubik kıl gelişiminin hemen hemen onaylanmamış olsa da, genelde çocuklukta daha iyi kilo
tamamlandığı dönemde ve boy uzamasında en yüksek almış olmayla erken menarş arasında bir ilişki vardır. İşe
hıza erişilmesinden çok sonra başlar. Erkeklerde, eşeysel karışan mekanizmalar açık değildir, fakat gonadotropin
olgunlaşmanın tamamlandığı anlamına gelen menarşa salınımının nöroendokrin kontrolü, tokluk ve metaboliz­
eşdeğer bir olay yoktur; dolayısıyla, tartışmanın büyük bir manın hipotalamik düzenlenmesi ile bağlantılıdır. Diğer
kısmı daha net saptamaların yapılabildiği dişilere odak­ taraftan, çocukluk dönemi enerji eksiklikleri puberteyi
lanacaktır. ve menarşı geciktirebilir: bu durum ağır egzersiz yapan,
Vücut kompozisyonu da değişir. Kızlar puberte ve ado- yarışmalara katılan jimnastikçi ve bale dansçıları arasında
lesan dönemde sürekli olarak yağ biriktirirken, erkeklerde hiç de nadir değildir ve anorexia nervosanın da bir özelli­
kas kitlesi artışı daha fazladır ve yağ kitlesinde genel bir ğidir. Bu ilişki, bir aşırı yüklenme olarak yorumlanabilir: ol­
artış yoktur (her ne kadar günümüzde çocuklarda obe- gunlaşmanın diğer süreçlerinden bağımsız olarak, besin
116 YAŞAM ÖYKÜLERİNİN EVRİMİ

gelecekte daha iyi beslenme koşulları beklentisiyle erte­


lenmesi uyumsal avantaja sahiptir. Tersine, iyi beslenmiş
olmak, daha uzun bir potansiyel üreme dönemi ve art­
mış uyum gücü sağlayan erken bir puberteye izin vere­
bilir. Bunun aksine, prénatal büyüme zıt etkilere sahiptir.
Prénatal büyümenin etkisi daha uzun bir süreçte işleyen
uyumsal yanıtları temsil eder. Doğum ağırlığı az olan ço­
cuklarda hızlandırılmış bir menarş görülür. Bölüm 7'de
tartışıldığı gibi, bu durumun daha tehdit edici bir ortam­
da yaşanması halinde gelişim seyrinde ortaya çıkan deği­
şimi yansıttığı hipotezi ortaya atılmıştır. Dolayısıyla yaşam
beklentisi kısa olduğunda, gelişimsel plastisite fazında
gelişim temposunun değişmesi beklenir ve erken puber­
te, sonraki nesile gen aktarımını garantiye almak üzere,
gelişmiş bir uyumsal yanıttır. Puberte evresine en erken
girenler, küçük doğan ve çocukluk evresinde en fazla kilo
alanlardır (Şekil 5.6): bu durum en dramatik şekilde zen­
gin bir ülkedeki bir ailenin, fakir bir ülkeden evlatlık aldığı
kız çocuklarında görülür.
Menarş sonrası İlk döngülerin mutlaka ovulasyonla
İlişkili olması gerekmez ve doğurganlık menarş sonra­
sı iki yıl içerisinde en yüksek düzeyine ulaşmaz. Dahası,
Şekil 5.1 S Kızlarda (üst) ve oğlanlarda (alt) pubertal büyüme eğer potansiyel ana genç ise, menarş sonrasında birkaç
atağı ve eşeysel olgunlaşma olaylarının zamanlanması yıl hala kendi yumuşak dokularının oluşumuna yatırım
arasındaki İlişki. Kızlarda menstruasyon boy atım hızı pikini
yapacağından, beslenme açısından fetüsü ile arasında bir
(BAH) takip ederken, oğlanlarda bundan sonra olduğuna
rekabet olacaktır. Dolayısıyla, genç anaların doğurduğu
dikkat edin. MSS puberte, hipotalamus ve diğer beyin
bölgelerinde olgunlaşma ile ilgili olaylara işaret eder (Bogin bebekler, sadece ilk bebek oldukları için değil, aynı za­
B. (1999) Patterns o f Human Growth, 2nd edn. Cambridge manda beslenme kısıtlılıkları nedeniyle daha küçük ola­
University Press, Cambridge'den değiştirilerek hazırlanmıştır. caklardır. Küçük doğum büyüklüğü ile pelvik giriş büyük­
İzin alınmıştır).
lüğünü belirleyen süreçler arasında bir ilişki olabilir. İske­
letin en son olgunlaşan bileşeni, genellikle olgunlaşması
17-18 yaşına kadar tamamlanmayan pelvik girişidir ve bu
kaynakları kısıtlı ve enerji harcaması fazla ise pubertenin
da menarş yaşından bağımsız görünmektedir. Pelvik bü­
geciktirilmesinin ve besin kaynakları bol ve onları elde et­
yüklüğün insan yaşam öyküsünün evrimindeki sınırlayıcı
mek için gereken enerji harcaması düşük ise daha erken
rolü Bölüm 7'de daha detaylı olarak tartışılmıştır.
gerçekleşmesine izin verilmesinin, hem enerji kullanımı
hem de uyum gücü açısından bir mantığı vardır. Tarihsel
olarak, genellikle gebelik eşeysel olgunluğa erişimden
5.5 İnsanda büyümeye özgü özelliklerin
hemen sonra başladığından, değişken menarş yaşı, erken
evrimsel analizi
yaştaki bir gebeliğin enerji maliyeti ve uyum gücü etkisi
açıklanabilir. Kıtlık koşullarında bir gebeliğin sonuçlarının
Bir soy hattında fenotipik değişimler evrimleşirken, farklı
iyi olmama olasılığına karşılık, yine de anaya onun hayat­
bir özelliğe yol açan bir mutasyon yoluyla yeni bir yapı
ta kalmasını ve gelecekteki uyum gücünü tehlikeye düşü­
veya kontrol ortaya çıkar; veya gelişim sürecinde özelli­
recek bir enerjetik maliyeti olduğundan, olgunlaşmanın ğin ortaya çıkış zamanı diğerlerine göre değişebilir (bu
İNSANDA BÜYÜMEYE ÖZGÜ ÖZELLİKLERİN EVRİMSEL ANALİZİ 117

süreç hetorokroni olarak adlandırılır), bu ya gelişim hı­ Bu uzamış jüvenil dönem için yapılacak herhangi bir
zının yavaşlaması (neoteni) ya da özelliğin daha abartılı evrimsel açıklama, üreme öncesi ölümden kaynaklanan bir
biçimde ortaya çıkmasına yol açacak şekilde, gelişim sü­ bedel varlığında, özellikle bu dönemdeki savunmasızlık ve
resinin uzaması (heteromorfosis) nedeniyle gerçekleşe­ bu dönemde ölümün bir sonraki neslin gen havuzuna katkı
bilir. Neoteni genç özelliklerin korunmasına yol açar ve yapamamak anlamına geleceği göz önünde tutulursa, üre­
Stephan Jay Gould insanın neoteni ile evrimleştiğini ileri meyi geciktirerek nasıl bir avantaj elde edildiğini açıklamak
sürmüştür: bu da ata türlerimizin çocukluk karakterlerini zorundadır. Dahası, uzamış bir çocukluk dönemi, besin re­
erişkinde taşıdığımız anlamına gelir. Bu süreçle açıklana­ kabeti ve çevresini gözleme için rekabet nedeniyle ananın
bilecek özelliklerimiz küçük çeneler ve nispeten düz yüz diğer bir gebelik veya bebeği destekleme kapasitesi ile de
olurdu. Ancak bu açıklamaya karşı güçlü argümanlar var­ çelişir. Dolayısıyla prepubertal periyodun uzatılması ile ya­
dır. Diğer primatlarla karşılaştırıldığında, insan belirgin ratılan hatırı sayılır bir uyum gücü avantajı olmalıdır.
biçimde daha yavaş büyümez, hatta atasal türler ve diğer Birkaç olası açıklama ortaya atılmıştır. Birincisi, ileride
primatlarla karşılaştırıldığında, insanda herbir gelişim fazı büyük bir fetüse gebeliği destekleyebilmesi için, kız çocu­
çok daha uzamış şekilde (yani hipermorfozis) evrimleşmiş ğunun yeterli büyüklüğe ulaşmasına olanak verilmesi ge­
gözükmektedir. Bu durum hem büyüme örüntüsü hem rekli olabilir. İkincisi, genç yavrulara sosyal bir grup içeri­
de bilişsel ve davranış gelişimi yönüyle görülebilir. sinde nasıl yaşayabileceğini, besin bulma ve avlanma gibi
Bu modeller, her ne kadar etkili olsalar da, insan bü­ karmaşık yetenekleri ve değişken bir ortamda nasıl hayat­
yüme ve gelişmesinin belirgin örüntülerinin evrimi için ta kalabileceğini öğrenmesi için gereken zamanı sağlıyor
birleştirici bir açıklama arandığında basit kalırlar. İnsan olabilir. Üçüncü bir açıklama, sosyal grupların yırtıcı ris­
büyüme örüntülerinin ve yaşayan diğer primat türleri ve kinin yüksek olduğu yerlerde oluştuğu, fakat bunun gu­
yok olmuş hominin türleri ile ilişkilerinin dikkatle incelen­ rup içinde besin rekabeti yarattığı şeklindedir. Henüz az
mesi, sıra dışı bir karmaşıklığın olduğunu göstermiştir. İn­ gelişmiş besin bulma yeteneklerine sahip olduklarından,
san evrimini açıklayabilecek tek süreç olmadığını gösterir sütten yeni kesilmiş hayvanlar için bu rekabet özellikle bir
şekilde, bazı özellikler artmış, diğer bazıları indirgenmiş dezavantaj olacaktır. Bunun üstesinden gelmenin bir yolu
ve yenileri (örneğin insan serebral korteksinin sulcus ve yavaş büyümek ve ihtiyaçları düşük düzeyde tutmaktır:
girus örüntüleri diğer primatlarınkinden oldukça farklı­ kıtlık koşullarında sosyal türlerdeki gençlerin ölüm olası­
dır) ortaya çıkmıştır. lığının bebek ve erişkinlerden daha fazla olduğunu, fakat
İnsan gelişimi, çocukluk fazı ve pubertal büyüme ata­ daha yavaş büyüyen gençlerin ölüm oranının daha düşük
ğı gibi yeni özelliklerin ortaya çıkmasını içerir ve bunların olduğunu gösteren kanıtlar vardır.
ortaya çıkışı özgül evrimsel açıklamalar gerektirir. İnsan biyologu Barry Bogin, şempanzelerde var ol­
mayan çocukluk dönemi, büyüme ve gelişmesinin erken
Homo türlerinde ortaya çıktığı varsayımını test etmek için
5.5.1 Çocukluk fazı
günümüz insanları, şempanzeler ve erken homininlerin
Çoğu memeli türünde, sütten kesilme ile eşeysel olgun­ iskelet ve dişlerinden edindiği verileri sentez etti. Bogin,
luğa erişme arasındaki dönem ömür uzunluğuna göre bunun daha büyük bir beyne eşlik eden gerekli bir olgu ol­
kısadır. Örneğin dişi sıçanların yaklaşık 500 günlük öm­ duğunu savundu (Şekil 5.16). Her ne kadar yavrular sütten
ründe, sütten kesilme ile eşeysel olgunluğa erişme ara­ kesilmişse de (sütten kesilme ek besinlerin aliminin başla­
ması değil, ananın laktasyonunun durmasıyla tanımlanır),
sındaki süre 20 gün kadardır (dolayısıyla sütten kesilme
bu dönem beslenme açısından halen ebeveyn desteğine
ile ergenliğe ulaşma arasındaki süre ömür uzunluğunun
ihtiyacın olduğu bir dönemdir. Endüstrileşmiş toplumlarda
%5'i kadardır). Bunun aksine, çoğu primat ve birçok diğer
sütten kesilme yaşı düşmüştür, fakat toplayıcı topluluklar
sosyal memelide (örneğin çitalar, aslanlar, filler ve balina­
için tipik olduğu gibi, insanlar yaklaşık 36 ay kadar emzi­
lar) bebeklikle erişkinlik arasında oldukça uzamış bir genç
recek şekilde bir örüntü ile evrimleşmiştir. Hatta bu yaşta
dönem vardır. Paleolitik dönem insanında sütten kesilme
bile, insanlar sütten kesildiklerinde hala geçici dişleri vardır.
ile prepubertal dönem arasındaki süre toplam ömrün
Bu, sonraki çocukluk döneminde çocuğun erişkinden farklı
%30'u kadar olmuş olabilir, şimdi bile gelişmiş ülkelerde
bir diyetinin olması gerektiği ve bu nedenle insan çocukla-
bu oran % 1 2 kadardır.
118 YAŞAM ÖYKÜLERİNİN EVRİMİ

B Erişkin

m A dolesan

Şekil 5.16 Yaşamın ilk 20 yılı boyunca insan yaşam


|___| Jü ve n il
öykülerinin evrimi. Homo sapiens'te gittikçe geç
olgunlaşma, çocukluk döneminin kademeli ortaya
B B Çocuklar
çıkışı ve adolesan fazın ortaya çıkışına dikkat ediniz.
P/A şempanze (Pan) ve Australopithecus afarensis;
| Bebekler
Aa, Australopithecus africanus; Hh, Homo habilis; Hel
ve H2, erken ve geç Homo erectus; Hs, Homo sapiens
(Bogin B. (1999) Patterns o f Human Growth, 2nd
edn. Cambridge University Press, Cambridge;'den
değiştirilerek hazırlanmıştır. İzin alınmıştır).

rının besin hazırlanması ve destek için erişkinlere bağımlı pubertal artış atağı gösterseler de, diğer herhangi bir
oldukları anlamına gelir. Dolayısıyla insanlar, tekrar gebe primatta veya gerçekte başka herhangi bir türde eşeysel
kalarak anasal uyum gücünü arttıracak bir sütten kesme olgunluğa erişme sırasında büyüme hızında bir değişim
stratejisi ile evrimleşmişlerdir, fakat bu sütten kesme sonra­ gözlenmemiştir. Pubertal büyüme atağının neden evrim-
sı uzun bir dönem için erişkinin yavruya beslenme desteği leştiğine ilişkin birkaç evrimsel açıklama önerilebilir. Hi­
vermesini gerektirir. Beyin büyümesinin yüksek enerji ge­ potezlerden biri büyümenin büyük bir bölümünün beyin
reksinimini karşılamak için, insan bağırsağının nispeten kısa büyümesinin tamamlanmasından sonraya ertelendiği
olduğu da dikkate alınırsa, öncelikle enerji-yoğun besinler şeklindedir: bu beynin yüksek enerji talebini karşılamak
gerektiren bebek/çocuğa özgü diyetin özel önemi vardır. için bir uzlaşı anlamına gelir. Bununla ilişkili bir görüş,
Hem beyin hem de bağırsak yüksek enerji gereksinimine geciktirilmiş büyüme örüntüsünün, sosyal grup içerisin­
sahip olduklarından, kısa bağırsak özelliğinin kendisi büyük de bir erişkin olarak hayatta kalmasını sağlayacak dil ve
bir beyin için uzlaşı olabilir. Pişirme gibi kültürel pratiklerin sosyalleşme yeteneklerini kazanırken, daha az rekabetçi
evrimi, beyin büyümesini desteklemek için çocuklara sindi­ bir fenotip olarak kalmasını sağlayacağıdır. Diğer bir gö­
rilebilir yüksek enerjili besinleri sağlama kapasitesini arttır­ rüş uzun boylu olmanın hayatta kalma açısından avantajlı
mıştır. Dolayısıyla ana bakımı, büyüme, beslenme ve beyin olduğuna ve büyüyen beynin enerji talepleri nedeniyle,
gelişim örüntüleri birbirlerine bağımlı olarak evrimleşmiş­ büyümede bir gecikmenin gerekli olduğuna işaret eder.
lerdir. Uzamış prepubertal dönem beyin büyümesi, teknik Başka bir olasılık adolesan dönemde büyüyen dişiler ha­
yeteneklerin gelişimi ve sosyalleşme için daha uzun zaman yatta kalma yetenekleri yüksek olan daha büyük bebek­
sağlar. Net sonuç, ananın erken sütten kesme nedeniyle ler doğurduğundan, seçilimin bu dişiler lehine işlediğidir:
yeniden üreyebilmesi, ancak sütten kesilmiş yavrusunu hominin evriminde beyin büyümesi odak nokta olduğun­
korumaya ve ona bakmaya devam edebilmesidir. Ek olarak, dan, daha büyük bir beynin uyum gücü üzerindeki seçici
sosyal gruptaki diğerleri de daha fazla yardımcı olabilir ve etkisi bunu desteklemiş olabilir. Bununla ilişkili bir göz­
çocuğun, erişkinliğinde hayatta kalmasını sağlayacak be­ lem, tarih öncesi Amerikan populasyonlarında, gebelikle
cerileri öğrenmek için daha uzun zamanı olur. Dolayısıyla, ilişkili komplikasyonların dişiler için önde gelen ölüm ne­
hem anaya hem de yavrusuna uyum gücü sağlanmıştır. denleri arasında olduğuna işaret etmek üzere (gelişmek­
te olan dünyanın bir kısmında halen böyledir), tahmin
edilen ölüm yaşının pelvik giriş büyüklüğü ile korelasyon
5.5.2 Pubertal büyüme atağı
gösterdiğine ilişkin kanıtlardır. Bu da daha geniş bir pelvik
Pubertal dönemde doğrusal büyüme atağı H. sapiens'e giriş ve daha uzun boy lehine seçilim baskısı oluşturmuş
özgüdür. Her ne kadar goril gibi bazı türlerde erkekler olabilir. Alternatif ve karşılıklı olarak birbirini dışlamayan
kas kütlesi birikimine bağlı olarak vücut ağırlığında bir bir başka açıklama seti eşeysel seçilime dayandırılmıştır.
İNSANDA BÜYÜMEYE ÖZGÜ ÖZELLİKLERİN EVRİMSEL ANALİZİ 119

Olasılıkla uzun bir boy, iyi bir ana veya baskın bir erkek gencin, zaten kaybedeceği bir savaş olan, çiftleşme için
kapasitesinin işareti idi ve dolayısıyla önceden tartışıldığı rekabet etme olasılığındaki azalmayı yansıtabilir ve hat­
gibi çocukluk döneminde büyüme üzerinde sınırlamalar ta bu geciktirilmiş olgunlaşma döneminde ek yetenekler
olduğundan, eşeysel seçilim pubertal büyüme atağını kazanılması, hayatta kalma avantajları sağlıyor olabilir. Bu
destekleyecek şekilde işledi. farklılıklar toplayıcı topluluklardaki pubertal hakların çok
Erkekler ergin boy uzunluğuna ulaşmadan çok önce, farklı doğasına yansıyabilir. Dişi ritüelleri genellikle kısa­
pubertenin başlangıcında üreyebilme yeteneğindedir. dır ve arkasından erken evlilik gelir. Erkek ritüelleri sıklıkla
Dişilerin, pubertal büyüme atağının geç evrelerinde ger­ birkaç yıl dişilerden uzak yaşamayı ve evlenmelerine izin
çekleşen menarştan hemen sonraki döngülerinin küçük verilinceye kadar, savaşçılığı da kapsayan, erkekler arası
bir yüzdesi ovulasyonla sonuçlanır. Menarştan sonra etkinlikleri içerir.
İki yıl geçmeden ovülasyon oranı erişkindeki düzeyine
ulaşmaz. Bu uzamış dönem, dişinin diğer biyolojik yön­
5.5.3 Üremede azalma ve menopoz
lerinin olgunlaşmasına, özellikle pelvik girişin maksimum
ölçüsüne ulaşmasına ve dişinin sosyal guruba bir erişkin Dişilerin doğurganlığı 45-55 yaşlarında meydana gelen
olarak kabul edilmesine kadar, gebe kalma olasılığını ge­ menopozdan çok önce düşmeye başlar. Menarşın aksine
ciktirir. Erkekte erişkin fiziksel özelliklerin yavaş bir şekilde menopoz çevresel faktörden etkilenmez. Oositler sadece
ortaya çıkması, sosyal grup içerisinde tam olgunlaşmamış fetal hayatta oluşur ve oosit sayısı çocukluk dönemi bo-

Kutu 5.5 Pigmeler neden kısadır?

Bazı insan populasyonları küçük vücutleri ile karak- melerin çocukluk döneminde, beslenme bakımından
terizedir: antropologlar pigmeleri ortalama erişkin kısıtlı olan diğer populasyonlardaki çocuklarla aynı
erkek boyu 155 cm’den daha az olarak tanımlarlar. hızda büyüdüklerini, fakat büyümelerinin daha er­
Pigme kelimesi Orta Afrika’nın tropik ormanlarında ken bir yaşta -yaklaşık 12 yaş civarında- durduğunu
yaşayan avcı-toplayıcıları akla getirir, ancak benzer ve pubertal büyüme atağının hiç olmadığını ortaya
gruplar Güneydoğu Asya ve Güney Amerika’da da koymuştur. Büyümenin prematür şekilde sonlan-
bulunmuştur. Pigmelerin küçük vücut yapılarını masına, üremenin erken yaşta başlaması ve doğur­
açıklamak için birçok uyumsal hipotez öne sürül­ ganlığın daha erken zirveye ulaşması eşlik eder. Bu
müş ve başvurulan seçilim baskıları yoğun orman­ pigmelerin, erken evrede yüksek mortalité yaşadık­
lık ortamlarda hareket güçlüğü, tropik koşullardaki larına işaret eder şekilde, erken durmuş büyüme, er­
yüksek ısı kaybı gereksinimi, yeterli güneş alamama ken olgunlaşma ve erken üreme ile karakterize hızlı
nedeniyle D vitamini eksikliği ve beslenme stresi bir yaşam öyküsü stratejisi uyguladıkları anlamına
olmuştur. Ancak, benzer seçilim baskılarına maruz gelir. Gerçekten de, pigmelerde doğumda yaşam bek­
kalmış birçok populasyonda kısa boyluluk gözlenme­ lentisi oldukça düşüktür: incelenen populasyonlarda
diğinden pigmelerin neden bu kadar kısa oldukları bildirilen ortalama yaş 19’dur. Pigmelerde büyüme­
açıklanamamış olarak kalmıştır. nin sonlanması, insanda beyin büyümesi tamamlan­
Bazı pigme populasyonlarında kadınların yaşam dıktan çok sonra (yaklaşık 7 yaş civarında; yukarıya
öyküsü analizi bir ipucu sağlamıştır. Bu bölümün bakınız) gerçekleşir ve bu nedenle pigmelerin beyin
başındaki, ergenlik yaşı ile ergenlik büyüklüğü ara­ büyüklüğü küçük vücutları nedeniyle etkilenmemiş­
sındaki uzlaşı ve bu uzlaşının dışsal mortalité düzey­ tir. Bu bakımdan pigmeler, varsayılan cüce Homo
leri tarafından nasıl etkilendiğiyle ilgili tartışmamızı floresiensism küçük beyinli fosilinden farklıdır (Bö­
hatırlayın. Büyüme eğrilerinin karşılaştırılması, pig­ lüm 6’ya bakınız).
120 YAŞAM ÖYKÜLERİNİN EVRİMİ

Ü rem e sonrası erişkin

Ü reyen erişkin

Adolesan Şekil 5.17 insan dişisinde yaşam


öyküsünün evrimi. Üreme dönemi
Jü ve n il sonrasında yaşam beklentisinde artışa
dikkat ediniz. Kısaltmalar Şekil 5.16'dekiler
Çocukluk ile aynıdır (Bogin B. (1999) Patterns o f
Human Grovvth, 2nd edn. Cambridge
Bebeklik
University Press, Cambridge;'den
değiştirilerek hazırlanmıştır. İzin alınmıştır).

yunca hızla ve sonrasında da kademeli olarak menopoza kadar onu desteklemesine yardımcı olabilir. Bu kavramlar
kadar azalır (Bölüm 7'ye bakınız). Bir dişinin yaşamının Bölüm 7'de daha uzun tartışılacaktır.
başında sahip olduğu oositlerin çoğu apoptozisle ölür
ve çok küçük bir kısmı tam olarak olgunlaşır ve yumurt­
lanır. Bu durum oositlerin, dişinin kendi potansiyel ömür 5.6 Sonuç: insan yaşam öyküsünü
uzunluğundan daha kısa, içsel bir ömür uzunluklarının yorumlamak
olduğuna işaret eder ve otuzlu yaşların ortasından itiba­
ren doğurganlıkta, oosit kalitesinde bir kaybı yansıtan bir
Bu bölüm bir türün evrimleşmiş stratejilerini ve fenotipi-
düşüş vardır. Türümüzün var olduğu sürenin büyük bir
nin farklı bileşenlerinin birbiri ile ilişkilerini tanımlamada,
bölümünde insanların, çocukluk çağını atlattıktan sonra
yaşam öyküsü özellikleri arasındaki uzlaşılan ön plana çı­
ortalama 35-40 yıllık bir ömür uzunluğu olduğu kabul
karmaktadır. Yaşam öyküsü nihai olarak, menarş yaşı üze­
edilirse, üreme verimindeki bu azalma, oositlerin daha
rindeki çeşitli etkilerle örneklendiği gibi, farklı şekillerde
uzun süre yaşaması için bir seçilim baskısının olmadığı
işleyen farklı seçilim baskılarının sonucudur.
anlamına gelebilir. Alternatif olarak, üreme verimindeki
H. sapiens kendine özgü bir büyüme, olgunlaşma ve
düşüş doğum veya gebelik sırasında ölüm riskini azalta­
rak ananın hayatta kalmasını ve çocuklarının olgunlaşma­ üreme örüntüsü, belirgin bir sosyal varlık ve büyük bir
sını destekleyerek, kendi uyum gücüne katkıda bulunma­ beyine bağımlı çok farklı bir yaşam öyküsü stratejisi ile
sını sağlamış olabilir. evrimleşmiştir. Yaşam öyküsü teorisi bu özelliklerin nasıl
Menopoz doğada diğer memelilerde etkin bir şekilde birbirlerine bağımlı olduğunu ortaya koyar. Diğer taraf­
görülmeyen, insana özgü başka bir özelliktir (Şekil 5.17). tan enerji edinilebilirliği ve kullanımı, insan yaşam öyküsü
Menopozun evrimsel kökeni yoğun tartışmalara konu stratejilerini yönlendiren esas güç olmuştur. Yaşam dön­
olmuştur. Bir uçta, insanın evrimsel olarak sahip olduğu güsünde enerji kaynaklarındaki farklılık büyüme örüntü­
ömür uzunluğundan fazla yaşaması nedeniyle, menopo­ sü ile bağlantılıdır ve enerji alıntındaki aksaklıkların so­
zun kazara ortaya çıktığını savunan görüşler vardır. An­ nuçları ortaya çıkacak uzlaşıların ışığında anlaşılabilir.
cak, her toplumda her zaman ileri yaşlara kadar yaşamış Bu çeşitli evrimsel güçlerin sonucu insan, özellikle bü­
insanlar olmuştur. Diğer açıklamalar menopozun iki yol­ yük bir beyni olan, uzun bir yaşama, geciktirilmiş belirgin
dan birisiyle uyum avantajı sağladığını varsayar: ya ana olgunlaşma örüntüleri olan az sayıda yavru yetiştirmeye
tarafından bir büyükannenin varlığı, kızına destek olarak ve bu az sayıdaki yavrunun ergenlik çağına kadar hayatta
onun daha çok yavruyu desteklemesini sağlayabilir, ya da kalmasını sağlayan bir yatırımla karakterize bir ebeveynli-
sonunda menopoz olarak ortaya çıkacak doğurganlıktaki ğe dayalı bir uyum gücü stratejisine sahip bir primat ola­
düşüş, ömrü normalde daha kısa olan bir ananın ölme­ rak hızla evrimleşmiştir.
den önce en genç yavrusu bağımsızlığını kazanıncaya
EK OKUMALAR 121

ANAHTAR NOKTALAR Ekokumalar

• Yaşam öyküsü teorisi türlerin neden kendilerine Bogin, B. (1999) Patterns of Human Growth, 2nd edn.
özgü büyüme, gelişme, üreme ve ölüm Cambridge University Press, Cambridge.
örüntülerine sahip olduklarını tanımlar. Bogin, B. (2001) The Growth o f Humanity. Wiley-Liss, New
• Bir türün yaşam öyküsünü, sınırlı kaynakların York.
üreme başarısını maksimize etmek için büyüme, Bonner, J.T. (2006) Why Size Matters: From Bacteria to Blue
üreme ve doku tamirine, evrimsel olarak optimize Whales. Princeton University Press, Princeton, NJ.
edilmiş bir şekilde paylaştırılması belirler. Bu Crews, D.E. (2003) Human Senescence: Evolutionary and
paylaşım, olgunluk yaşı ile olgunluk büyüklüğü, Biocultural Perspectives. Cambridge University Press,
döllerin sayısı ile kalitesi, erken veya geç üreme ve Cambridge.
Finch, C.E. (2007) The Biology Of Human Longevity:
ömür uzunluğu ile döl verimliği gibi yaşam öyküsü
Inflammation, Nutrition, and Aging in the Evolution of Life
özellikleri arasında uzlaşılar gerektirir.
Spans. Academic Press, New York.
• insanlar büyük bir beyin ve uzun bir ömür Gluckman, P.D. and Hanson, M.A. (2006) Evolution, develop­
ile karakterizedirler.Tipik gelişimleri tekli bir ment and timing of puberty. Trends in Endocrinology and
gebelik, beslenme bakımından bağımlı uzun Metabolism 17,7-12.
bir postnatal dönem, uzamış bir jüvenil dönem, Gould, SJ. (1977) Ontogeny and Phylogeny. The Belknap Press
gecikmiş eşeysel olgunluk ve belirgin olmayan of Harvard University Press, Cambridge, MA.
eşeysel dimorfizm ile tanımlanır. Dişiler içsel ömür Migliano, A.B., Vinicius, L., and Lahr, M.M. (2007) Life history
uzunluklarından önce üremeyi sonlandırırlar. trade-offs explain the evolution of human pygmies.
insanlar yüksek ebeveyn yatırımı yoluyla Proceedings of the National Academy of Sciences USA 104,
ergenliğe kadar göreceli olarak yüksek bir hayatta 20216-20219.
kalma olasılığını garantiye alan çok az sayıda döl Rose, M.R. (1991) Evolutionary Biology of Aging. Oxford
verirler. University Press, Oxford.
Stearns, S.C. (1992) The Evolution o f Life Histories. Oxford
• Evrimsel yaklaşımlar göreceli olarak uzun bir
University Press, Oxford.
çocukluk dönemi, pubertal büyüme atağı ve
Walker, R., Gurven, M., Hill, K. etal. (2006) Growth rates and
menopoz gibi insan yaşam öyküsünün sıra dışı
life histories in twenty-two small-scale societies. American
özellikleri için açıklamalar sunar.
Journal of Human Biology 18,295-311.
BÖLÜM 6

İnsanın evrimi ve insan


çeşitliliğinin kökeni

6.1 Giriş evrimsel akrabalıkları ve son ortak atadan ayrılma sırası


ile ilgili anlayışımızı gözden geçirmemize yol açmıştır.
İnsan biyolojisi tam olarakancakevrimsel tarihimiz bağla­ Hominoidler Afrika büyük insansı maymunları ve insan­
mında anlaşılabilir. Biyolojimiz hem bu geçmiş tarafından ları İçeren üst aileyi (süper familyayı) kapsarken, hominin
belirlenmiştir, hem de onunla sınırlandırılmıştır. İnsanlar teriminin kapsamı insanlar ve onların evrim ağacındaki
özel hareket, iletişim ve bilişim kapasiteleri, niyet ve önse­ diğer büyük insansı maymunlardan ayrılmasından son­
zi kapasiteleri ve alet geliştirme- kullanma kapasitelerine raki doğrudan ataları ile sınırlandırılmıştır. Hominoid üst
sahip, dik duran maymunlardır. Bizler sosyal gruplar için­ ailesi şu anda yaşayan büyük maymunları (orangutan,
de yaşayan, bilgi, davranış ve belirli bir populasyon veya bonobo, şempanze, goril ve insan), onların nesli tükenmiş
topluluk içindeki gelenek olarak tanımlanan, benzersiz atalarını ve bu beş türün son ortak atasından evrimleşen
biçimde gelişmiş kültürel kapasitesi olan bir türüz (Bölüm ve nesli tükenmiş olan diğer türleri kapsamaktadır. Mo­
10'a bakınız). Biyolojimiz evrimsel geçmişimiz ile ilgili çok leküler bulgular orangutan soy hattının ilkel hominoid
sayıda kanıt içermektedir; apandisit gibi körelmiş organ­ soy hattından ilk ayrılmasının 12-15 milyon yıl, goril soy
lar ve rekürren laringeal sinirin uzamış yolu gibi anatomik hattının ayrılmasının da olasılıkla 7 milyon yıl önce oldu­
yapılanmalar böylesi örneklerdir. Dört ayaklı atadan iki ğunu göstermektedir. Şempanze ve bonobo ile son or­
ayaklıya evrimin aşağıda tartışacağımız pek çok sonucu tak atayı yaklaşık 5-6 milyon yıl önce paylaştık. Türlerin
vardır. Bölümün ilk kısmında insan evriminin anahtar bi­ farklılaşma zamanı ile ilgili bu tarihler moleküler saat he­
leşenlerine odaklanacağız. Bu, türümüzün kökenini ve saplamalarına (belirli bir sürede belirli hızda mutasyonel
dolayısıyla ortak özelliklerin hastalıklara yansıyan ortak değişiklik olacağı varsayımına dayanan) dayandırılmıştır.
kökenini de anlamamız açısından önemlidir. Bu bölümün H.sapiens'irı sadece Afrika'dan köken aldığı artık açıktır ve
ikinci kısmında, insanların değişik çevrelere nasıl farklı farklı coğrafyalardaki Homo erectus'tan köken aldığı şek­
uyumlar gösterdiklerini ve bunun fenotipimizin bazı yön­ lindeki alternatif"çok merkezli evrim" teorisi artık savunu­
lerinde dikkate değer çeşitliliklere nasıl katkıda bulundu­ labilir değildir.
ğunu değerlendireceğiz. En sonunda tartışmalı bir soruya Halen yaklaşık 200 primat türü vardır. Bunlar tipik ola­
döneceğiz; insan türünün evrimsel geleceği nedir? rak, genelde tropikal ve subtropikal ortamlarda yaşayan,
karşılıklı parmakları olan el ve ayak, arka bacakların bas­
kın olduğu hareket, diğer memelilere göre artmış gör­
6.2 Hominoid kladı me ve zayıflamış koku duyuları, kendilerine özgü bir diş
örüntüsü ve düzleşmiş yüz şekli gibi ortak özelliklere sa­
Homo sapiensîn evrimsel öyküsü moleküler biyolojik hip, arboreal (ağaçlık alanlarda yaşayan) türlerdir. Primat
yaklaşımların kullanılması ile önemli ölçüde aydınlatıl­ beyinleri vücut ölçülerine göre daha büyüktür (Bölüm 5'e
mıştır. Bu yaklaşımlar değişik hominoid türleri arasındaki bakınız) ve uzun ömürlülük, üremenin geç başlaması, az

123
124 İNSANIN EVRİMİ VE İNSAN ÇEŞİTLİLİĞİNİN KÖKENİ

sayıda çocuk ve tekil gebelik gibi yaşam öyküsü özellikle­ 6.3 Hominin evrimi
rindeki değişimler genellikle buna eşlik etmiştir.
ilk primatlar yaklaşık 50 milyon yıl önce ortaya çıkmış­ 6.3.1 Zaman çizelgesi ve türler
tır. Uyumsal açılım, ortak öncü bir türden her biri farklı
Homininin evrimi de bir uyumsal açılım özellikleri gös­
bir ekolojik nişi işgal eden çok sayıda akraba türün oluşu­
terir. Bu çeşitlenmenin "itici güçleri" tartışmalıdır, ancak
munu içeren evrimsel olguyu tanımlamak için kullanılan
olası iklimsel değişimlerin neden olduğu ormanlık ortam­
bir terimdir. Uyumsal açılımın genellikle bir türün yeni bir
lardaki değişimi yansıtmaktadır. Hominin soy hattının en
ekosisteme yerleşmesiyle ortaya çıktığı düşünülür. Klasik
erken paleoarkeolojik kanıtları bölük pürçüktür. Belki de
bir örnek, Galapagos adalarına ulaşmış ortak bir atadan
bir homininin atası olduğuna dair akla yatkın kanıtların
hızlı bir şekilde en az 13 türün evrimleştiği Galapagos
olduğu en erken fosil, yaklaşık 6 milyon yıl öncesine ta­
ispinoz kuşlarıdır. Her tür belirli bir nişe uyum sağlamış,
rihilendirilmiş ve Çad Gölü Bölgesi'nde bulunmuş olan Sa-
dolayısıyla genellikle birbiriyle kaynaklar için rekabet et­
helantropus tchadensis'ın parçalarıdır. Australopithesinler,
memiş ve böylece farklılaşarak sonunda türleşebilmişler-
hem Doğu hem de Güney Afrika'da bulunan, 4-2 milyon
dir (türleşme tartışması için Bölüm 2'ye bakınız). Primat
yıl öncesi aralığına tarihlendirilmiş, erken birkaç hominid
evrimi, prosimianları (tarsiuslar ve lemurlar) Yeni Dünya
türüdür. Ortaya çıkışları ve çeşitlenmeleri, bu dönemde
maymunlarını ve daha sonra primatların köken aldığı
düşen ve Doğu Afrika'da daha açık habitatların oluşması­
Eski Dünya maymunlarını veren bir dizi uyumsal açılım ile
na neden olan, küresel ısıdaki değişimlerle ilişkilidir. Ho­
karakterizedir. İlginç bir soru, Yeni Dünya maymunlarının
minin türlerinin sınıflandırılması tartışmalı olmakla birlik­
Afrika'dan Amerika'ya nasıl ulaştıklarıdır: genelde bu er­
te, hominin soy hattının, bir kısmı birlikte yaşamış, çok sa­
ken "Afrika'dan çıkış" olayının, 25-40 milyon yıl önce, kıta­
yıda türü içerdiği açıktır. Bu türlerden birkaçı doğrudan H.
ların konumu gereği Atlantik Okyanusu henüz dar iken,
sapiens ile atasal akrabalık gösterir, fakat daha çok kladın
şans eseri (ve kuşkusuz pasif şekilde) bitkisel malzeme­
evrimindeki terminal dalları temsil ederler (Şekil 6.1).
den matlar üstünde "rafting" benzeri bir yolla gerçekleş­
Kısmi iki ayaklılık, en erken homininlerde var olmuş
tiği düşünülmektedir.
olabilir ve australopithesinler açıkça iki ayaklı idiler. İki

5 4 3 2
Zaman (milyon yıl önce)

Şekil 6.1 Hominin türlerinin zaman çizelgesi ve akrabalıkları (Dr. Jacguie Bay'ın izniyle, Liggins Institute)
HOMİNİN EVRİMİ 125

ayaklılığın evrimsel açıklama ve sonuçları aşağıda tartışıl­ Atalarımıza ilişkin adlandırma kafa karıştırıcı olabil­
mıştır. İki ayaklılık büyük neokorteksin ortaya çıkışından mektedir: Bazı uzmanlar, H. sapiens ve Homo neandert-
önce gelişmiş gibi görünmektedir. Hominin soy hattı için­ halensis öncüsü olan H.erectus ve Homo heidelbergensis'i
de evrimleşmiş diğer yenilikler, diş ve çene yapısındaki veren H.erectus'un en erken formlarını Homo ergaster
değişimler ile teknoloji ve kültürün gelişimini içerir. olarak adlandırırlar. Bu sınıflandırmaya ilişkin hususlar bu
Erken austrolopithesin türleri, iki ayaklı ve eşeysel ola­ kitapta dikkate alınmamıştır ve H.erectus türü H. ergaster
rak dimorfik (Bölüm 7'ye bakınız) olup, yaklaşık 45 kg'ın ve H. heidelbergensis türlerini kapsayacak anlamda kulla­
üzerinde vücut ağırlığı ve ortalama 400-500 cm 3 beyin nılmıştır.
hacmiyle, vücut büyüklüğüne oranla modern şempan­ H. erectus'un iskelet kalıntıları sadece Afrika'da değil,
zelerden görece daha büyük bir beyine sahiptiler. Büyük aynı zamanda Endonezya'nın her tarafında (ilk fosillerin
olasılıkla sadece otobur idiler ve ağaçlık bir habitatta ya­ bulunduğu yer), Çin ve Urallar'da bulunmuştur. H. erec-
şıyorlardı. Leakeys tarafından Olduvai Gorge Vadisinde tus yaklaşık 2 milyon yıl önce evrimleşmiş olmasına kar­
keşfedilen ve yaklaşık 3 milyon yaşındaki meşhur Lucy şın, sadece yaklaşık 1 milyon yıl önce Afrika'dan Asya'ya
iskeleti, en iyi bilinen australopithesindir. İskeletin ince­ göçmüştür (her ne kadar Urallar'da daha erken bir tarihe
lenmesi, Lucy'nin iki ayaklı yürümeye uyum gösterdiğini, işaret eden bulgular olsa da). H. erectus'un, uzamış bir
fakat etkin bir şekilde koşamadığını düşündürmektedir. çocukluk dönemine ve günümüz büyük maymunları ile
Daha büyük beyine sahip, kaba yapılı australopithesin insanlar arası bir yaşam öyküsü örüntüsüne sahip olduğu
türleri 2,5 milyon yıl önce ortaya çıktılar. Diş yapılarının görülmektedir. Bu çıkarsama, dişlerin çıkma örüntüsü ve

incelenmesi, öncelikle bitki yediklerini, fakat diyetlerinde doğumdaki beyin büyüklüğünü tahmin etmede yararla­

bir miktar et olduğunu düşündürmektedir. nılan pelvis boyutları ve yetişkin beyin büyüklüğü kulla­

Yaklaşık 2,5 milyon yıl önce başlamak üzere yeni nılarak yapılan hesaplamalara dayandırılmaktadır. El ek­
senleri bir tür yeni araç olarak ortaya çıkmış ve arkeolojik
uyumsal açılımlar gerçekleşti ve küçük çeneli ve küçük
kanıtlar H. erectus'un avcılık yapabildiği ve diyetinde daha
dişli, fakat beyin hacimleri belirgin olarak artmış hominin
fazla et bulunduğuna işaret olarak yorumlanmıştır.
türleri ortaya çıktı. Avlanmış olup olmadığı net olmamak­
H. erectus'tan en az iki tür evrimleşmiştir; H. sapiens ve
la birlikte diyetlerinde fazla et vardı: et büyük olasılıkla leş
H. neanderthalensis. H. neanderthalensis 500.000 yıl kadar
artıklarından oluşmaktaydı. Atalarımızın öyküsünde alet
önce evrimleşmiş ve yayılımı Avrupa ve Orta Doğu ile sı­
kullanımı ilk kez bu dönemde görülür. Bu özellik kümesi,
nırlı kalmış olmalıdır. Son Neanderthal kalıntıları 25.000­
ilk Homo türlerinin ortaya çıktığına işaret etmektedir.
30.000 yıl yaşındadır. Yakınlarda Neanderthal kemikle­
Bu cins ve türlerin tanımlanmaları biraz keyfidir ve
rinden DNA parçalarının dizilenmesi mümkün olmuş ve
daha az veya daha çok tür bulunduğunu destekleyen
bu veriler H. neanderthalensis'm H.sapiens'in bir alt türü
bulgular sınırlı olduğundan, bazı otoriteler bu türleri bir­
olmadığını ve H.sapiens ile üreyemeyen ayrı bir tür oldu­
leştirirken diğerleri ayrı değerlendirirler. Zorluk, varyas­
ğunu ortaya koymuştur. Neanderthaller 100.000-30.000
yonun her türün karakteristiği olmasındadır. Çok sayıda
yıl önceki dönemde oldukça başarılı bir türdür; modern
örnek veya moleküler ya da üreme davranışı verileri elde
insanlardan % 1 0 daha büyük bir beyin hacmine sahiptir­
edilmeden, sadece iskelet bilgisine dayalı olarak tür içi
ler. Modern insana göre çok daha yapılı ve görece daha
veya türler arasındaki varyasyonların anlaşılır biçimde
kısa kol ve bacakları vardı. Kafatasları, daha yatık kaş ke­
ayırt edilmesi olası değildir.
meri ve çıkık bir yüzle karakterize idi. Neanderthaller, er­
Homo cinsinin en erken üyesi, 600 cm3den büyük
ken H. sapiens'ler gibi alet kullanmaktaydılar. Kapasite ve
beyin hacmi ve yaklaşık 45 kg'lık vücut ağırlığı ile daha
yeteneklilikleri ancak dolaylı olarak çıkarsanabilirken, ses
büyük ölçüde beyinleşme gösteren Homo habilis'th. Bu
çıkarabilme yeteneğinin varlığına işaret eden, hipoglos-
erken Homo türleri, daha büyük vücut ve daha büyük be­
sal foramen büyüklüğü ve hyoid kemiğin şekli gibi bazı
yinli bir türü, H.erectus'u vermişlerdir. Bir milyon altı yüz
anatomik kanıtlar vardır. Ayrıca yetersiz ve tartışmalı olsa
bin yıl önce ölen "Turkana Çocuğu"nun erişkin kafatası
da, aynı dönemde var olan H.sapiens'ten kopyalanmış
hacminin 880 cm3'e ve boyunun 1.85 m'ye ulaştığı hesap­
olabilecek oymacılık ve sanatsal simgelere ait bazı bulgu­
lanmıştır.
lar vardır. En azından 70.000 yıl önce, Neanderthallerin bir
126 İNSANIN EVRİMİ VE İNSAN ÇEŞİTLİLİĞİNİN KÖKENİ

tür ayini simgeleyebilecek ritüellerle ölülerini gömdükle­ lanmasına olanak sağladı. Bu yayılma insan çeşitliliğinin
rine ait bulgular vardır. kökenini anlamada temel bir rol oynar.
DNA kanıtları, H.sapiens ve Neanderthalleri veren Doğu Afrika'daki ekolojik değişimler ve aşamalı or­
soy hattının, şimdi sıklıkla H. heidelbergersis veya arkaik mansızlaşmaya yol açan iklim değişikliği, ağaçlarda ya­
H.sapiens diye adlandırılan geç bir H. erectus soy hattın­ şayan atadan iki ayaklı karasal maymuna gelişimimizde
dan yaklaşık 450.000 yıl önce ayrıldığını göstermektedir. önemli bir rol oynamıştır. Kanıtlar son 5 milyon yıl bo­
H. sapiens'in evrimi yüz ve iskeletteki kabalıkda azalma yunca bir dizi ısınma ve soğuma döngüsünün yaşandı­
ve yürüme, davranış, sosyal örgütlenme ve kültür ile İl­ ğını göstermektedir. Özellikle önemli olanlar yaklaşık
gili İşlevsel kapasitelerde aşamalı değişimleri kapsar. Bu 5 milyon yıl önceki aşırı soğuma dönemi ile yine kutup
değişimin, H. erectus'un diğer populasyonları ve H. ne- buzullarının genişlemesine neden olan 3,5 ve 2,5 milyon
anderthalensis gibi sonunda nesli tükenen ardıl türlerle yıl arası soğuma dönemleridir. Aynı zamanlarda Panama
birlikte sadece Afrika'da gerçekleştiği moleküler çalışma­ Kıstağı yükselmiş ve Amerika kıtalarını birleştirerek okya­
larla açıkça ortaya konmuştur. Anatomik olarak modern nuslardaki akıntı örüntüsünün değişmesine yol açmıştır.
insanlar Doğu Afrika'da yaklaşık 160.000-200.000 yıl önce İzleyen 2,5 milyon yılda, okyanus seviyelerini ve çevreyi
ortaya çıktı ve 100.000 yıl öncesine kadar bu kıtada yer­ değiştirip insanların yeryüzüne yayılmalarına olanak ve­
leşik kaldılar. Mltokondriyal DNA ve Y-kromozom harita- ren başka birçok önemli iklim olayı meydana gelmiştir.
lamalarının kullanımı, Afrika'dan ardışık göçlerin oldukça Neanderthallerin yayılış alanı yaklaşık 100.000 - 10.000
ayrıntılı (aşağıya bakınız) bir şekilde incelenerek kurgu­ yıl öncesinde Kuzey ve Orta Avrupa'yı kaplamış olan bu-

Kutu 6 .1 Hepimizin içinde bir Neanderthal var mı?

İnsan genom projesi, son kromozomun dizilimi­ ne olacak? Neanderthal genomunun incelenmesin­
nin 2006 yılının Mayıs ayında yayınlanmasıyla deki özel bir sorun modern insan DNA’sı ile bulaşma­
önemli bir kilometre taşını geçti. Çeşitli gruplar dır ve bu da genomlar arasındaki farkın, düşükmüş
şimdi Neanderthal genom bileşenlerinin dizilen- gibi görülmesine neden olur. Neanderthal DNA
mesi için çalışıyorlar ve yakında tam bir dizi bek­ çalışmalarında, insan DNA’sımn bulaşmasından
lenmektedir. Neanderthal mitokondriyal DNA sakınmak için örnek hazırlama ve analizi aşamala­
dizisi, Hırvatistan’da keşfedilen 38.000 yıl yaşındaki rında çok dikkatli davranılmaktadır ve şimdiye kadar
Neanderthal femurundan elde edilen DNA kullanı­ insan genetik materyaliyle karışmaya ait hiçbir kanıt
larak zaten yayımlanmıştı. İnsan ve Neanderthal bulunamamıştır; bu da aralarında üremenin olma­
mitokondriyal DNA’ları incelenen 16.565 baz pozis­ dığını göstermektedir. Fakat bağımsız bir çalışma­
yonunun 200‘den fazlasında farklı iken, günümüz dan elde edilmiş, bu olaya ilişkin ilgi çekici bir ipucu
insanları sadece 100 kadar pozisyonda birbirinden vardır. Günümüz insanındaki mikrosefalin geninin
farklıdırlar; bu sayılar, insan ve Neanderthallerin (mikrosefalin beyin büyüklüğünü düzenler ve insan
600.000 yıldan daha önce ayrıldığına işaret eder. soy hattında çok güçlü seçilime tabi olmuştur; Bkz.
Neanderthal çekirdek genomunun erken sonuçları, Kutu 6.4 ) en yaygın biçiminin, sadece 37.000 yıl
günümüz insanı ile genetik benzerliğin %99,5 ora­ önce arkaik bir insan soy hattı ile karışım sonucu (bu
nında olduğu ve ayrılmalarının 500.000 - 800.000 yıl sürece gen katm a -introgression- denilmektedir)
öncesi arasında olduğunu göstermektedir. ortaya çıktığı görülmektedir. Gen katmanın zamanı
Peki Neanderthal ve modern insanının aralarında Neanderthallerin bu soy hattı için aday olabileceği
serbestçe üreyebildikleri yolundaki popüler hipotez anlamına gelir..
HOMİNİN EVRİMİ 127

Kutu 6.2 H o m o flo resien sis?

2003 Eylülünde, Endonezya’daki Flores adasında nın =1350 cm3 hacmiyle karşılaştırın). Bulunduğu
bulunan Liang Bua Mağarası’na yapılan arkeolojik alanda gelişkin taş aletlerin varlığını göz önüne ala­
bir gezi 18.000 yıl yaşında bir hominine ait kafa­ rak, başka araştırmacılar kalıntıların pek âlâ küçük
tası ve kısmi iskeleti ortaya çıkardı. Mağarada daha bedenli ve mikrosefalik bir modern insan olabilece­
sonra başka bazı örnekler de bulunmuştur. Değişik ğini iddia etmişlerdir. Hatta kalıntıların, düşük iyot
ilkel ve türemiş özellikleri kâşifleri kalıntıları H. düzeyleri nedeniyle endemik kretinizmden etkilen­
sapiens’ten ayrı bir tür olarak tanımlamaya yönlen­ miş H. sapiens’e ait oldukları öne sürülmüştür. H.
dirdi. Bulunduğu adaya atfen Homo floresiensis ismi floresiensis in destekçileri, iskeletlerin olağandışı ana­
verildi ve iskeletin sadece 1 m boyunda, erişkin bir tomik özelliklerine, bölgede anlatılan küçük bedenli
dişiye ait olduğu belirlendi. Araştırmacılar bunun, insanların geleneksel öykülerine ve Güneydoğu Asya
Flores’teki ata H. erectus populasyonunun cüceleş­ adalarında en az 30.000 yıl öncesine kadar H. erec­
mesinin sonucu olduğunu öne sürdüler. Kaçınılmaz tus varlığına ilişkin kanıtlara atıf yaparlar. Ne yazık
olarak, günlük basın bu homininleri “hobit” olarak ki, H. floresiensis olarak varsayılan bu kalıntılardan
adlandırdı. Fiziksel olarak aşırı küçüklüğünün yanı DNA edinilmesi olası değildir. Kanıtların büyük bir
sıra, iskeletinde göze çarpan nokta onun çok küçük kısmı farklı bir Homo türü olduğunu desteklese de,
beyin hacmi idi (H. floresiensis’in =380 cm3 beyin H. florensiensis’in gerçek doğası ile ilgili tartışmalar
hacmini H. erectus’un =980 cm3 ve çağdaş insa- halen devam etmektedir.

zullaşmalarla sınırlandırılmıştır. Son buzul çağının 12.000 ve hatta teleolojik bir eğilimle insanın özel bir tür olarak
yıl önceki son evresi, Orta Doğu'da otsu bitkilerin yetiş­ düşünülmesini sağlayacak şekilde, ileri sürülmüş birçok
mesini olanaklı kılarak, tarımın gelişmesini sağlamış ol­ hipotez, hatta kitaplar, bulunmaktadır.
malıdır. Doğal besin kaynaklarının doğasındaki değişim insan iki ayaklılığının, ara sıra iki ayak üzerinde yürü­
ağırlıklı olarak bitkisel beslenmeden, önce leş yiyicilikle, yen diğer maymunlarınkinden farklı özellikleri vardır.
sonra da avcılıkla karma diyete geçiş anlamına gelmiştir. Vücudun dik durumda tutulması için enerji tüketimini
Teknoloji geliştirme ve kullanımının seçici avantajı açıktır; en aza indirecek şekilde kilitlenerek bacağın dik durma­
teknoloji kullanımı hem toplu yaşamı, iletişimi ve kültü­ sına olanak sağlayan diz çok farklıdır. İnsanlar her adımda

rel yetenekleri pekiştirmiş hem de kendisi bu faktörlerce ağırlık merkezinin çok az kaymasını sağlayan bir pelvis ve

pekiştirilmiştir. kas yapısına sahipken, şempanze gibi türler her adımda


ağırlık merkezinde büyük kaymalar olduğundan salla­
narak yürürler. Bu şekilde yürüyebilmek, farklı yapıda bir
6.3.2 İki ayaklılık pelvis ve femurun açılı pozisyonda evrimi ve gluteal ad-
düktörlerde olduğu gibi bacakları hareket ettiren kaslar­
Yaklaşık dört milyon yıl önce, Australopithecus genel ola­
da değişim anlamına gelir. İnsanlar koşabilirler ki bu da ilk
rak iki ayaklı bir hominoid idi ve istemli (fakültatif) iki
kez erken Homo türlerinde anatomik olarak olanaklı hale
ayaklılık daha önceki türlerde bile var olmuş olabilir. Fo­
gelmiş bir gelişmedir. Hem hız hem de dayanıklılık koşu-
sillerdeki iki ayaklılık işaretleri arasında, dikleşen duruş ve
kafatasının spinal kolon tarafından desteklenme gerek­ culuğunu birlikte yapabilen benzersiz bir tür olduğumuz
düşünülür ve olasılıkla bu özellik av yakalayabilmemizi
sinimi nedeniyle daha merkeze gelen foramen magnu-
sağlamıştır.
mun konumu bulunmaktadır. Ayrıca pelvis biçimi, kalça
Genel olarak, iki ayaklılığın köklerinin, yaklaşık dört
soketi ve femurda da bazı değişmeler vardır. İki ayaklılı-
milyon yıl önce Doğu Afrika'da ağaçlık ortamların daha
ğın uyumsal kökenlerine ilişkin, bir kısmı insan merkezli
açık bir çevreye değişimiyle ilişkili olduğu kabul edilir.
128 İNSANIN EVRİMİ VE İNSAN ÇEŞİTLİLİĞİNİN KÖKENİ

Belki de en çok destek gören, çevresel değişim ile birlikte dolayı yaralanma olasılığını arttırır. Osteopeni geliştikçe
açık habitatlarda yiyecek kaynaklarının çok daha dağı­ femur boynu kırığı riski oldukça artar; femur boynu kırık­
nık hale gelmesi ile ilişkili olduğunu savunan hipotezdir. ları ile ilişkili mortalité yaşlı populasyonlarda önemli bir
Böylesi habitatlarda iki ayaklı hareket, özellikle yürüme sorundur. Dik duruşla birlikte pelvisin şekli değişir ve bu
hızlarında, enerji açısından dört ayaklı harekete göre çok pelvisin düzleşmesini ve pelvik kanalın şeklinin de değiş­
daha verimlidir. Paleoantropolog Robert Foley, erken ho- mesini gerektirir. Bölüm 7'de tartışacağımız gibi, insanda
minidler yiyecek aramak için zamanının çoğunu (ağaçta doğum sırasında görülebilecek pek çok komplikasyon bu
tünemek yerine) açık alanda geçirdiğinden, iki ayaklılığın değişimin sonucudur.
böylesi bir çevrede uyumsal olabileceğini hesapladı. Yani,
habitat değişikliğinin sürüklediği iki ayaklılığın evrimi,
6.3.3 Vücut büyüklüğü
hominin soy hattı evrimleştikçe artan derecede bir uyum­
sal özellik olarak görülebilir. Australopithesinler 18-45 kg arasında değişen ağırlıkları
Vücudun dik durması ile güneşin yakıcı etkisine daha ile daha küçük iken, ölçüleri erken H. sapiens'lerde zirveye
az maruz kalarak, vücut ısısının daha etkin şekilde düzen­ ulaşan Homo türleri daha büyüktür. Hominin evrimi sü­
lenmesinin sağlanması iki ayaklılık için ileri sürülen diğer recinde neden vücut büyüklüğünün arttığı açık değildir.
argümanlar arasındadır. Bu, sıvı gereksinimini belirgin şe­ Şüphesiz bir takım dengeleyici evrimsel baskılar iş başın­
kilde azaltacaktır. Ayrıca, vücut kıllarının kaybının da, te­ daydı. Açık bir ortamda yaşamak, erken homininlerin daha
rin daha etkin şekilde buharlaşmasına olanak sağlayaca­ yüksek bir yırtıcı riskiyle karşı karşıya kalmalarına ve dola­
ğından, vücut ısı düzenlemesiyle İlgili uyumun bir parçası yısıyla daha büyük vücutlu bireyler lehine bir seçilimin or­
olduğu ileri sürülmüştür. Bu uyumların her ikisi de, günün taya çıkmasına yol açmış olabilir. Vücut büyüklüğündeki
sıcağında yiyecek aramayı olanaklı kılmış olabilir. bu artışın bedelleri vardır; metabolik hızdaki artış (Bölüm
Diğer bazı araştırmacılar, tıpkı tetikte bir Güney Afrika 5'e bakınız) karma diyete sahip olan hominidlerin yiyecek
mongosunun yaptığı gibi, dik durmanın daha uzağı gör­ arama alanlarını genişletmelerini gerektirmiştir. Alterna­
me olanağı sağlayarak, bireyin bir yırtıcıdan kaçınma ka­ tif yaklaşım, büyük miktarda düşük kalorili besin yemeye
pasitesini arttırdığını savunmuşlardır. Ayrıca dik durmanın, uyumlu hale gelmektir; bu, dar bir yiyecek arama alanı
hominldln yiyecek, araç-gereç ve uzun bebeklik dönemi içinde yediği fazla miktardaki bitkisel malzemeyi sindire-
boyunca bebeklerini daha kolay taşımasına olanak sağla­ bilmek için daha geniş bir sindirim sistemine sahip olan
dığı ileri sürülmüştür. Bu önermelerin popüler bir çekiciliği goril için geçerli stratejidir. Vücut büyüklüğünde artış, dik
olsa da, bunların daha çok başlangıçtaki dik durma ve iki duruş ve vücut kıllarının kaybı ile iyileştirilmiş ısı düzen­
ayaklı yürümeden köken alan ve gittikçe gelişmiş ikincil lenmesinde sorunlara neden olabilir. Erişkin olgunluğu­
uyarlanmalar olmaları olasıdır (Bölüm 2'ye bakınız). na ulaşmak için gerekli süre uzamış ve dolayısıyla sosyal
Bununla birlikte iki ayaklılığın bedelleri de vardır. En bir grup içinde yaşama bakım ve korunma için anahtar
gözle görüneni, doktorlara en sık başvuru nedenlerin­ bir özellik haline gelmiştir. Büyük sosyal grupların varlı­
den biri olan sırt ağrısıdır. Dört ayaklılıktan dik duruşa ğı daha geniş beslenme alanlarının işgal edilebilmesine
geçiş primatların evrimsel tarihinde geç ortaya çıkmıştır olanak vermiştir. Enerji gereksinimi görece büyük beynin
ve lomber lordoz şeklinde görülen uyarlanma nedeniy­ yüksek enerji istemi ile daha da artmıştır.
le Intervertebral diskler ve sakroiliak eklemler üzerinde
baskı oluşturur. Bir diskin prolapsusu, alt ekstremitelere
6.3.4 Yüz, çene ve dişler
giden lomber sinirleri zedeleyerek ağrı, uyuşma ve bazen
de motor fonksiyon bozukluklarına yol açar. Bu problem­ Hominoid hattı evrimleştikçe yüz, çene ve diş yapısında
ler, kilo alımı ile, omurlar arası diskler üzerindeki basıncı büyük değişiklikler oldu. Genelde homininlerde daha
daha da arttırarak, ağırlaşır; osteoartrit ve osteoporoz ile az çıkık bir çene ve günümüz maymunlarına göre yü­
birlikte endüstri sonrası modern insanın ileri yaşlarındaki zün altına çekilmiş dişlerle karakterize daha düz bir yüz
sorunları haline gelir. Dik duruş, insanlar yaşlandıkça or­ evrimleşmiştir. Böylelikle mandibülün günümüzdeki L
taya çıkan yürüme ve dengedeki bozukluk ve görme gü­ biçimine doğru aşamalı bir değişim olmuştur. Erken ata­
cünün zayıflaması nedeniyle ortaya çıkan düşmelerden ları ile karşılaştırıldığında, insanların az gelişmiş bir çene
HOMİNİN EVRİMİ 129

(masseter) kası vardır ve bu da küçük zygomatik ark gibi atasal hatırlatıcısıdır. Bir miktar lenfoid doku içermesine
iskelet değişimleri ile ilişkilidir. Bu değişiklikler, daha son­ karşın, kendine özgü bir fonksiyonu olduğuna ilişkin bir
ra evrimleşmiş hominin türlerinin daha az güçlü çiğneme bulgu bulunmadığından Darwin apendiksi indirgenmiş
hareketine ihtiyaç duyduğuna işaret eder ve hatta eti pi­ veya körelmiş bir organ olarak tanımlamıştır. İnflamasyon
şirmek için ateşin kullanılmasıyla bu gereksinim daha da ve yırtılmaya yatkın olan bu körelmiş organın enfekte ol­
azalmıştır. Ateşin denetimli kullanımı ile ilgili ilk bulgular masının sonucu apandisitis oluşur. Apandisitis öldürücü
(kupalar, toprak kaplar ve yakılmış hayvan kemikleri), yak­ olabilir ve görülme sıklığı adolesan ve erken erişkin dö­
laşık 500.000 yıl öncesine aittir. nemde doruğa ulaşır; dolayısıyla ona karşı neden daha
Çene şeklindeki değişim, daha fazla öğütme tipi çiğ­ etkin bir seçilim olmadığını tartışmak ilginçtir. Apandisiti­
nemeye olanak vermiş ve bununla birlikte diş dizilimi de sin yakın zamanlara kadar nadir olduğuna ilişkin kanıtlar
değişmiştir. Kesici dişler diğer primatlara göre daha az vardır. Gelişmiş ülkelerde 19. ve 20. yüzyıl başında yaygın­
belirgin hale gelmiş ve azı dişleri daha büyümüştür. Bu lığının artmış olduğu görülmekle birlikte oranı şimdilerde
değişiklikler maymunların tümüyle meyveye dayalı diye­ düşmektedir. Geleneksel ve az gelişmiş toplumlarda ise
tinden omnivor (karma) diyete farklılaşmayı yansıtmak­ oranı çok daha düşüktür. Bu nedenle körelmiş bu organ
tadır. Son yüzyıllarda bebeklerin ağırlıklı olarak yumuşak üzerinde etkili olan seçilim baskısı düşük düzeyde olabilir.
gıdalarla beslenmeye başlanmasıyla, öğütme hareketine Günümüzde gelişmişlik ile apandisitis arasındaki bağın­
gereksinimin azaldığı ve dişlerde kapanma bozukluğu tının nedenleri açık olmasa da, bağırsak florasındaki de­
riskinin arttığına ilişkin bulgular vardır. Yüzde düzleşme ğişim veya bağırsak parazitlerin varlığı (veya yokluğu) ile
ve duruşta değişme ayrıca östaki tüplerinin konumunu ilişkili olma olasılığı yüksektir.
da değiştirmiştir. Bunun orta kulak enfeksiyon riskinin
artışında payı vardır. Larinksteki ses çıkarma ile ilgili deği­
6.3.6 Çıplak maymun
şikliklerin özellikle uykudaki obstrüktif apne riskini arttır­
dığı da bilinmektedir. Diğer maymunlar dahil, insandan başka bütün diğer
primatlar avuç ve ayak tabanları dışında tamamıyla kılla
kaplıdırlar. Homininlerin bu özelliği ne zaman kaybettiği
6.3.5 Sindirim sistemi
bilinmemektedir. En fazla desteklenen açıklama, tropik
Erken primatlar böcek yiyicilerdi ve vücut büyüklükleri iklimlerde yaşayan diğer tüm primatların kıllı olmasına
arttıkça otçul hale geldiler. Langur gibi bazı günümüz rağmen, kıl kaybının ısı ayarlamasına yardımcı olduğudur.
primatları, selülozun bakteriyel sindirimine olanak veren, Alternatif bir tez, kılsızlığın doğal seçilim yoluyla uyumsal
geviş getirenlerin midelerine benzer, büyük midelere sa­ bir kökeninin olmadığına, bunun yerine eşeysel seçilim
hiptirler. Otçulların çoğu sindirim içeriğinin bağırsaklar­ ile evrimleşebileceğine işaret eder. Bir klada ait bir türde
dan yavaş geçmesine ve ileo-çekal sindirime gereksinim bir özellik hızla ve özgün olarak ortaya çıktığında, eşeysel
duyarlar. Büyük bir çekum, yüksek oranda lifli besin sin­ seçilim olası bir açıklama olarak dikkate alınmalıdır. Her
dirimi için gerekli bir bağırsak sistemi için tipiktir. Beslen­ iki eşeyde kasık ve erkek eşeyde yüz kıllarının kayıp ol­
me meyve ağırlıklı diyetten karma diyete kaydığında, çok maması bu düşünceyi destekler niteliktedir. Kasık kılları
uzun bir sindirim yolu ve büyük bir çekum enerji kullanı­ sadece puberte döneminde ortaya çıkar ve her iki eşeyde
mı bakımından verimli değildir. eşeysel kıllanmanın örüntüsü, bir bütün olarak eşeysel
En erken homininler yalnızca bitki ağırlıklı besleni­ olgunluğun bir işareti olabilir. Benzer şekilde erkeklerde
yorlardı; fakat diyetleri, yaprak ve ot yiyicilerin selülozca yüz kılları, kadınlarda da meme gelişimi ve mentrüel dön­
zengin diyetinden çok, meyve ve yumru köklere daya­ gülerin görülmesi aynı amaca hizmet etmiş olabilir.
nıyordu. Sonraki australopithesinler büyük olasılıkla leş
yiyici idiler ve özellikle de pişirmede ateş kullanılmaya
6.3.7 Hominin beyni
başlandıktan sonra et Homo diyetinin büyük bir bileşe­
ni haline geldi. Yukarıda belirtildiği gibi, bu değişiklikler Şekil 6.2, fosil kafatası boyutlarından hesaplanan beyin
çene ve diş ile birlikte sindirim sistemi yapısına yansıdı. hacminin hominin soy hattında değişimini göstermekte­
Apandisit meyveyle beslenen evrimsel köklerimizin bir dir. Soy hattının ilk üyelerinde beyin büyüklüğünde, hem
130 İNSANIN EVRİMİ VE İNSAN ÇEŞİTLİLİĞİNİN KÖKENİ

Kutu 6.3 Kayıp vitamin

Atmosfer %21 oranında oksijen içerir ve insanlar, istisna sentezleyebildikleri C vitaminidir. C vitamini
oksijeni hücrelerindeki besinleri oksitlemek için kul­ güçlü bir antioksidandır ve bağ dokusunun ana ya­
lanarak enerji elde ederler. Fakat 3,6 milyar yıl önce pısal bileşeni olan kollojenin sentezinde bir kofak-
yaşamın başlangıcında atmosferde oksijen yoktu. tör olarak önemli diğer bir fonksiyonu vardır. Diğer
Hayvanların yaşamı için şimdi zorunlu olan oksijen, primatlarla birlikte insanlar ve şaşırtıcı bir şekilde
bitkilerin fotosentezinden gelir ve bu ölçüde önemli çok az sayıda diğer memeli arasından Gine domuzu
oksijen miktarının atmosferde ilk görülmesi, yakla­ C vitamini sentezleyemezler ve diyetleriyle almaları
şık 2 milyar yıl önce fotosentezin evrimleşmesiyle gerekir. Bunun nedeni, C vitamininin biyosentez yo­
birliktedir. lundaki son enzimi kodlayan gendeki, enzimi işlev­
Oksijene dayalı metabolizmamız katıksız bir ni­ siz hale çeviren bir çerçeve kayması mutasyonudur.
met değildir. Oksijen, şiddetli bir reaktiftir ve reak- Sonuç olarak, insanların diyetlerinde günlük en az
tif oksijen türevleri (ROS) olarak adlandırılan hücre 10 mg C vitamini gereksinimi vardır ve bu miktarın
metabolizmasının yan ürünü olan serbest oksijen ra­ yeterince alınmaması, klinik olarak ilk önce bağ do­
dikalleri dokular için toksiktir. Üretilen ROS miktarı kusunun onarılamamasına bağlı iskorbüt belirtileri­
küçümsenemez ve organizmalar buna karşı koruyu­ nin görülmesine neden olur.
cu mekanizmalar geliştirmişlerdir. Bunlar arasında, Neden primatlar bu esansiyel kofaktörü sentez
ROS’ları detoksifiye eden enzimler ve ROS’larla re­ yeteneğini kaybetmişlerdir? Olasılıkla memelilerin
aksiyona giren ve onları süpüren antioksidanlar yer bitki kökenli diğer antioksidanları sentez yeteneği­
alır. Fotosentezin kimyasal süreçleri özellikle zengin ni kaybetme nedeni ile aynıdır: Çünkü C vitamini
ROS kaynağı olduğu için, bitkiler onların zararlı et­ çok boldur ve sonunda büyük maymunlar ve insan
kilerinden kendilerini korumak amacıyla geniş bir soy hatlarının köken aldıkları dahil birçok primatın
antioksidan dizisi geliştirmişlerdir: Karotenoidler, meyvece zengin diyetlerinde hazır bulunur. Diğer
flavenoidler, tokoferoller (E vitamini) ve askorbik bir olasılık, orak hücreli anemiden sorumlu olanlara
asit (C vitamini) gibi bileşiklerin hepsi bitkilerde bol benzer şekilde, görünüşte zararlı mutasyonlar için
miktarda bulunur. olduğu gibi, C vitamini sentezlememenin bazı yarar­
Bitkiler antioksidan açısından zengin olduğu için, ları olabilir. Sayısız “yarar” teorisi öne sürülmüş ol­
hayvanlar bunların çoğunu sentezleme yeteneğini masına rağmen en olası açıklama, C vitamininin bol
kaybetmişler ve bu bileşenleri sunan besin kaynak­ bulunduğu besinsel nişlerde endojen sentezini koru­
larına bağımlı kalmışlardır. Çoğu omurgalı için tek mak yönünde seçilimin zayıf olduğu açıklamasıdır.

mutlak değer hem de vücut büyüklüğü ile orantılı olarak, hesabı olan beyinleşme oranı (encephalization quatient,
çarpıcı bir değişim olmadı. Australopithesinlerin mutlak EQ) ile tanımlanabilir (memelilerde en yaygın kullanılan
ve göreceli beyin büyüklüğü, günümüz maymunlarından formül şudur: EQ= beyin ağırlığı / 0.12(vücut ağırlığı)273)
çok büyük farklılıklar göstermiyordu. Beyin büyüklüğün­ Bir yaygın şempanze 2,0, Australopithesinler yaklaşık
deki artış Homo türlerinin ortaya çıkması ile başlamış, 2,5, H.erectus 3,3 ve çağdaş H. sapiens 5,8'lik EQ değerine
habilis'ten erectus'a ve oradan neanderthalensis'e kadar sahiptir. Hominoid soy hattı boyunca vücut büyüklüğü
eksponansiyel bir artış göstermiş ve sonrasında sapiens'de arttığında beyinleşmenin (EQ) artması, beyin büyüklüğü
hafif bir düşme olmuştur. Bu dönem içinde ortalama be­ için pozitif bir seçilim olduğunu göstermektedir. Fakat
yin hacmi yaklaşık 400 cnrd'ten 1250 cm 3'ye çıkmıştır. Bu, beyin hacmine ek olarak beynin yapısında da değişiklik­
beyin ve vücut kütlesi arasındaki ilişkinin allometrik bir ler olmuştur: insan olmayan primatların beyinleri görece
HOMININ EVRİMİ 131

Şekil 6.2 Hominoid soy hattındaki tahmin


edilen beyin büyüklükleri. Kafatası
hacimlerini kullanarak beyin büyüklüğünü
tahmin etmek, insanlar ve atasal türlerin
vücut ağırlığının bir fonksiyonu olarak
beyin hacimlerini karşılaştırmak olasıdır.
İlişkinin eğimi, mevcut maymunlar ve
australopithesinler ile kıyaslandığında
Homo soy hattı için oldukça farklıdır.
Dolayısıyla yaşamakta olan maymun
soy hattı ile karşılaştırıldığında
australopithesinlerin beyin büyüklüğünde
artış varken, Homo soy hattının evrimi
boyunca devam etmiş olan oransal beyin
büyüklüğü ve olasılıkla işlevinde daha fazla
bir gelişme vardır (Bonner, J.T. (2006) Why
size matters. Princeton University Pres,
Princeton, NJ, izin ile).

daha küçük parietal ve temporal loblara ve daha basit cünü arttırmıştır. Eğer bu strateji başarılı olacaksa, üreme
frontal loblara sahiptir. şansını sürdürebilmek için daha yüksek entelektüel karma­
Bu aşamada, evrimin belirlenmiş bir yönünün olmadığı­ şıklığın gerektiği sosyal baskılar oluştuğunda bir"evrimsel
nı hatırlamak önemlidir (Bölüm 2'ye bakınız); özel olarak da mandal" ortaya çıkabilir. Böylelikle, giderek daha yüksek
beyin büyüklüğünün artışı hedeflenmiş bir gelişme değil­ zekâ gerektiren, sosyal karmaşıklığın arttığı "ileri-besleme"
dir: Neanderthal beyni çağdaş insan beyninden daha bü­ döngüleri yaratılabilir; bunlar ardışık olarak daha gelişmiş
yük hacme sahipti. Gerçekten beyin enerji yönünden mali­ teknolojileri, daha karmaşık yaşam tarzlarını ve daha geliş­
yetlidir ve evrimsel öyküleri oldukça başarılı, ancak görece kin sosyal yapıları ve yine bunların tümü daha yüksek bi­
küçük beyinleri olan çok sayıda büyük hayvan vardır (aste­ lişsel işlevlere olan gereksinimi tetikleyecektir. İletişim, bu
roid çarpmasının tetiklediği yok oluş öncesi dinozorlarda tür ileri-beslemeli sistemler için can alıcı bir bileşen haline
olduğu gibi). Dolayısıyla neden homininlerin büyük beyinli gelir ve dil gelişiminin artan nöronal karmaşıklık sayesinde
olarak evrimleştiği ve neden H. sapiens'in eşsiz kapasiteler­ mümkün olduğu ve hızlandırıldığı açıktır.
le donatıldığı kendiliğinden anlaşılabilir değildir. Bir grup içinde yaşamak, bir davranışın grubun diğer
Beyin büyümesinin evrimsel kökeni konusunda çok sa­ üyeleri üzerindeki etkisini değerlendirebilme ve diğerleri­
yıda birbiriyle ilişkili teori bulunmaktadır. Bunlar etkin ola­ nin niyetlerini sezebilme yeteneği gerektirir. İttifaklar ge­
rak, Homo türlerindeki grup içi sosyal etkileşimlerin veya reklidir ve Bölüm 10'da karşılıklı fedakârlık kavramının grup
avlanma ve araç-gereç yapımı konularındaki planlamala­ bütünlüğünü nasıl koruduğu ele alınacaktır. Primatlarda
rın uyumsal avantajlarına özel vurgu yaparlar. Kanıtların tımarlama ve olasılıkla insanlarda dil grup bütünlüğünün
ağırlığı artık birincisinden yanadır. Aşağıda da tartışıldığı sürdürülmesi, dostluk ve dayanışmanın korunması ve grup
gibi, sosyal grup büyüklüğü, beyin büyüklüğü ve grup et­ bütünlüğündeki hasarların giderilmesi amaçlarına hizmet
kileşimleri içinde kazanılabilecek yönelim bilinci düzeyleri eder. İnsanlar da dahil, memeli grup yapılanmalarında hi­
arasında yakın bir ilişki vardır. Esas olarak eş bulma fırsatları yerarşi vardır; sırtlan gibi bazı türlerde bu çok belirgindir
sağlayan düzenli sosyal birlikteliğin korunması uyum gü­ ve çiftleşme haklarını belirler. Fakat insan gruplarında bazı
132 İNSANIN EVRİMİ VE İNSAN ÇEŞİTLİLİĞİNİN KÖKENİ

bireylerin diğerlerini kandırması veya bireysel çıkarlar için düzey), eğer benim önerime yanıt vermez iseniz (beşinci
grup dinamiklerini yönlendirme girişimleri sıktır. Bu tür düzey), benim olmasını istediğim biçimde (altıncı düzey).
girişimler şempanze topluluklarında da görülebilir. Bu tip Bu noktada genellikle kördüğüm oluruz. Casusluk bu du­
aldatmacalar belirli sınırlar içinde kalmalıdır, aksi halde rum ile bir analoji gösterebilir. Bir casus kendi ülkesi için
grup bütünlüğü kaybolacaktır. Ancak, bu biçimde davra­ çalışıyor olmalıdır, fakat üzerinde çalıştığı tarafa geçebilir
nabilme diğer bireylerin niyetlerini yorumlama becerisi ge­ (çifte ajan haline gelir). Fakat bu ajan kendi örgütünü bu
rektirir. Bu ise, kendileriyle aynı türden olan diğer bireylerin konuda bilgilendirebilir ve dolayısıyla kendisine çifte ajan
akıllarının, dolayısıyla düşüncelerinin ve inançlarının oldu­ olarak işverenlere yanlış bilgiler vererek üçlü ajan olabilir.
ğunun takdirini ve buna karşılık kişinin kendi davranışlarını Bu noktada en iyi casus roman yazarları bile okuyucu­
yorumlama yeteneğinin var olmasını gerektirir. Bu kavram sunun kafasını karıştırabilir. Bu kavramlar Bölüm 10'da
zihin teorisi olarak adlandırılır ve yönelim bilinci düzey­ daha detaylı incelenmiştir. Sanat, müzik, bilim ve dini ileri
leri açısından sınıflandırılır. düzeylerde yönelim bilinci geliştirilebilme yeteneğinin
Yönelim bilincinin birinci düzeyi kendisinin farkında ortaya çıkardığına inanıyoruz. Genel olarak diğer primat­
olmaktır (Bitkilerde "0" düzeyinde yönelim bilinci vardır). ların ikinci düzey yönelim bilincinden öte bir yeteneğinin
Yönelim bilincinin ikinci düzeyi, diğerlerinin de kendileri­ olmadığı düşünülür. Şekil 6.3'te görüleceği gibi Dunbar,
nin farkında olduklarının farkında olmaktır. Yönelim bilin­ erken homininlerin beyin büyüklüğünden yararlanarak
cinin üçüncü düzeyi, bir başka bireyin sadece kendisinin yönelim bilinci düzeylerini kestirmeye çalışmıştır.
farkında olmadığını, aynı zamanda bizim de düşündüğü­ Fakat beyin tüm organlar arasında, enerji tüketimi açı­
müzün de farkında olduğunun da farkında oluşumuzdur. sından oldukça maliyetlidir (Bölüm 5 ve 8 'e bakınız). Beyin,
Çoğu erişkin, yönelim bilincinin beş veya altı düzeyini erişkinlerde vücut ağırlığının sadece yüzde 2 'si olmasına
kullanır. Örneğin "önerime olmasını istediğim biçimde karşın, vücudun enerjisinin % 20 'sini tüketir (bebeklerde
yanıt vermez iseniz, size ne olacağı ile İlgili düşüncelerim çok daha fazladır). Bu, beyin büyümesine bir sınır koyar
hakkında ne düşündüğünüzü biliyorum" ifadesindeki ve böylece beyin evrimini ekolojik tarihle ilişkilendirir.
yönelim bilinci düzeyleri: Biliyorum (birinci düzey), ne Daha büyük bir beyini evrimleştirme yeteneği, daha yük­
düşündüğünüz (ikinci düzey), benim düşüncelerim hak­ sek yağ ve protein alimim sağlayan avlanma, pişirme ve
kında (üçüncü düzey), size ne olacağı ile ilgili (dördüncü eti sindirebilme kapasitesi ile ilişkili olabilir.

Şekil 6.3 Atasal homininler için tahmini


yönelim bilinci düzeyleri. Yatay çizgiler
Düzey 2'ye (minimal zihin teorisi, insan
olmayan primatlar için üst limit) ve Düzey
4'e (normal erişkin insanının düzeyini) işaret
eder. (Dunbar, R.I.M (2003) Annual Review o f
Antropology 32,163-181, izin ile)
HOMININ EVRİMİ 133

Kutu 6.4 Bizi insan yapan genomik değişimler

Yeni moleküler genetik çalışmaları, insan ve şempan­ HACNS1 hızlandırıcı bölgesidir. Hızlandırıcı bölge­
zenin 5-6 milyon yıl önceki son ortak atalarından bu ler, kodlanma yapmayan ve transkripsiyon faktör­
yana özel değişim gösteren bir dizi genomik bölge lerinin bağlanması ile gen ekspresyonunu kontrol
tanımladı; bu "insana özgü” dizilerin H. sapiens’e eden, çoğunlukla DNA dizisinde genden uzakta yer­
özgü özelliklere katkısı olduğu düşünüldü. Burada leşmiş ve genin transkripsiyonunu başlatan DNA
beyin gelişimi, ekstremite morfolojisi ve hastalıklara bölgeleridir. HACNS1, ekstremite gelişimiyle ilgili
yatkınlık gibi örnekleri tartışacağız. düzenleyici genler olarak görülmektedir. Deneysel
HAR’lar (Human Accelerated Regions, insanda olarak, insan HACNS1 dizisi, ekstremite eklem böl­
hızlandırılmış bölgeler), insan/şempanze ayrılma­ gelerinin gelişiminde özellikle güçlü bir şekilde aktif­
sından beri baz değişim hızları artmış genomik böl­ tir ve bu bulgular insana özgü HACNS1 dizisindeki
gelerdir. Çoğu HAR’lar genomun kodlanma yapma­ değişimlerin, karşı karşıya gelebilen parmaklar ve
yan bölümlerindedirler. HARI bölgesi, düşük mutas- kalıcı iki ayaklılığa olanak veren ayak özellikleri gibi
yon hızı ve sürüklenme varsayılarak tahmin edilen insana özgü parmak ve ekstremite örüntüsünün olu­
l ’den az değişime karşılık (moleküler saat yaklaşımı) şumuna katkıda bulunduğu yorumlarına yol açar.
18 baz değişimi ile en hızlı değişim oranının oldu­ Glikanlar, hücre yüzeyini örten glikoproteinlerin
ğu bölgedir. HAR1F (F ileriye doğru transkripsiyonu karbohidrat bileşenleridir. Glikanlar hücreler arası
temsil etmektedir) fetal neokorteksin gelişimi sıra­ etkileşimlerin düzenlenmesine katılan çeşitli mole­
sında eksprese edilen bir RNA molekülünü kodlar küller için tanıma yerleri ve ayrıca bir dizi patojen
ve kortikal yapıyı belirleyen bir protein ile birlikte ve parazitin hücre içine girişini sağlayan bağlanma
eksprese edilir. HARİF’nin kortikal gelişimde nasıl noktaları olarak iş görürler. CMP-N asetilnöraminik
bir rol oynadığı bilinmemekle birlikte, kendine özgü asit hidroksilaz enzimini kodlayan CMAH genini
ekspresyon biçimi ve insan soy hattmdaki hızlı evri­ inaktive eden bir mutasyon, tüm insan hücre yüzeyi
mi, insana özgü bir özellik olan oldukça genişlemiş glikanlarımn büyük maymunlar dahil neredeyse tüm
neokorteksin gelişiminde önemli bir rol oynadığını diğer memelilerde bulunan N-glikolilnöraminik asit
göstermektedir. yerine N-asetinöraminik asit hidroksilaz ile sonlan­
Mikrosefalin (MCPHİ) geni, beyin büyüklüğü­ ması anlamına gelir. Bu mutasyon insan soy hattına
nün önemli bir düzenleyicisidir. MCPHİ tarafından özgüdür ve yaklaşık 2,5 milyon yıl önce meydana
kodlanan proteinin tam fonksiyonu bilinmemekte­ gelmiştir. Buna paralel olarak, doğal ve uyumsal im-
dir, fakat nöral progenitor hücrelerin çoğalmasında mün sistemlerin düzenlenmesinde görev alan (top­
başlatıcı bir role sahip olması olasıdır. İnsanlarda bu luca Siglecs olarak bilinen) birkaç glikan bağlayan
genin bozuklukları beyin büyüklüğünde ciddi azal­ proteinde insana özgü uyumlar oluşmuştur. Hücre
malara neden olur. Genin fonksiyonel bölgesinde yüzeyi özelliklerindeki bu değişimin, insanların
güçlü bir pozitif seçilim ile birlikte, atasal primatlar­ enfeksiyon hastalıklarına ve immünite ilgili diğer
dan insanlara giden evrimsel soy hattında MCPHİ patolojilere duyarlılığı için bir dizi sonuçları olmuş­
proteininin evrimsel hızı dramatik şekilde artmıştır. tur. Örneğin, sıtma paraziti hücreye girmeden önce
Bu gözlemler, MCPHİ’in moleküler evriminin, insan eritrosit yüzeyindeki glikanlara bağlanır. Şempanze­
soy hattında beyin büyüklüğünün artmasına katkıda ler insana özgü sıtma türü Plasmodium falciparum a
bulunmuş olabileceğini göstermektedir. görece dirençli iken, insanlar şempanze sıtma pa­
İnsan/şempanze soy hatlarının ayrılmasından raziti Plasmodium reichenowi'ye duyarlı değildir. Bu
bu yana hızla evrimleşmiş diğer bir genomik bölge tür özgüllüğün parazitlerin ilgili glikanları tanıma
134 İNSANIN EVRİMİ VE İNSAN ÇEŞİTLİLİĞİNİN KÖKENİ

yeteneği ile ilişkili olması, insana özgü mutasyonun ki artıştır: insanların (insan harici primatlarda çok
sabitlenmesine yol açan seçilim baskılarından biri­ nadir olan) otoimmün hastalıklara yatkınlığının ve
sinin P. reichenowi'ye direnç olduğu savına yol açar. HIV enfeksiyonun sonuçlarına (virüs şempanzelere
Aslında P. falciparumun, insan tipi glikanları tanıma bulaşır, fakat enfeksiyon genellikle ciddi immün yet­
yeteneğini ancak yakın zamanlarda kazandığına ve mezliğe gitmez) duyarlılığının altında bunun yattığı
insanlara bulaştığına dair kanıtlar vardır. Siglecsler- öne sürülmüştür.
deki insana özgü değişikliğin diğer bir sonucu, doğal
ve uyumsal immün sistemlerin reaktivitelerinde-

Büyük bir beyin gelişmesinin başka sonuçları da ol­ olmayan primatlar içinde kültür aktarımının önemini
muştur. Yaşayan diğer maymunların nörolojik olarak er­ vurgular şekilde Afrika'nın Doğu ve Batı şempanzelerinin
ken olgunlaşan bebekler doğurmalarına karşın, Homo alet kullanım kültürleri arasında önemli farklılık vardır.
büyük bir başın, şekli dik duruşa uyumdan etkilenmiş bir Yine de bir tür olarak insanlar, alet yapma ve teknoloji
pelvik kanaldan geçişi probleminin üstesinden gelmek kullanmada olağanüstü bir kapasiteyle karakterizedirler.
zorunda kalmıştır. Çözüm, fetal yaşamı gelişimin erken Taş, zaman içinde bozulmadan günümüze kadar kalabil­
bir evresiyle sınırlayan, ikincil bir geç olgunlaşma strate­ diğinden, taştan alet yapımı konusunda bilinenler ağaç
jisinin evrimleşmesi ile bulunmuştur. Bu insan bebeğini ve diğer dayanıksız materyalden yapılanlara göre çok
doğumdan sonra birçok ay tümüyle anasına bağımlı ya­ daha fazladır. En erken taş aletler yaklaşık 2,5 milyon yıl
par. Yıllarca tam ve bağımsız olarak hareketli (koşabilmek öncesine tarihlendirilmiştir; bunlar kazıma, doğrama ve
gibi) değildir. Eğer insan diğer primatlarla aynı düzeyde kesme işine yarayacak şekilde işlenmiştir. Deneyler, basit
olgunlaşmış olarak doğacak olsaydı gebelik 2 1 ay süre­ yapıda görünümlerine karşın yapımlarının bir hayli beceri
cekti: bu da etkin bir iki ayaklı hareket için elverişsiz çok gerektirdiğini göstermektedir. Sözgelimi, taşa uygun nok­
geniş bir pelvik kanalı gerektirecekti. Diğer taraftan ikincil tadan çok hassas bir açıyla vurma yeteneği gerektirir. Her
bakıma muhtaç yavrulama insan sosyal yapısını da belir­ ne kadar geç australopithesinlerin de basit aletler yaptığı
ler; eğer bebeği destekleyen ana ise, bu durumda onun görüşünü destekleyen sınırlı sayıda bulgu varsa da, genel
da baba tarafından desteklenme güvencesine gereksini­ olarak H. habilis’in alet yapan ilk tür olduğu düşünülür.
mi olur. Erken hominidlerin erkeklerin çiftleşme hakkı için Alet teknolojisinin pek fazla değişmediği bir milyon yıl­
kavga ettiği, hareme benzer bir eşleşme sistemine sahip dan sonra, yaklaşık 1.6 milyon yıl önce, yuvarlak aletlerin
olmalarına ve erkeklerin kadınlara göre daha büyük oldu­ ve iki yüzü keskin el baltalarının görülmesi ile yeni biçim­
ğu eşeysel dimorfizim göstermelerine karşın (Bölüm 7'ye ler ortaya çıktı. H. erectus ile ilişkilendirilmiş böylesi tekno­
bakınız), H. sapiens1de genel olarak dişilerin bir erkek ta­ lojiler sadece Afrika'da değil, Asya'da da, erectus kalıntıla­
rafından sürekli desteğe sahip olabildiğini düşündürten rının olduğu yerlerde bulundu. Alet tasarımı, tanımlanan
(daha geniş tartışma için Bölüm 10'a bakınız) daha zayıf alet tipi çeşitliğinde çarpıcı bir genişlemenin meydana
bir eşeysel dimorfizm vardır. geldiği 250.000 yıl öncesine kadar, olasılıkla büyük ölçü­
de değişmeden kaldı.
Afrika'da, 100.000 yıl öncesine ait kancalı zıpkınlar ve
6.3.8 Alet yapmak
aynı döneme ait malların uzun mesafeli değişimi ve ke­
Homininler alet kullanan tek hayvan değildirler. Yeni Kale- mik aletlere ilişkin bazı kanıtlar vardır. Modern insanlar
donya kargaları gibi bazı kuşlar çöplerden aletler yapmak Avustralya'ya 60.000 yıl önce ulaştılar; her ne kadar su
ve bunları böcek yakalamak için kullanmak konusunda seviyesi daha düşük idiyse de, bu bir dizi deniz yolculuğu
oldukça yeteneklidirler. Benzer şekilde şempanzeler, so­ gerektirir ki, bu da onların gelişmiş teknolojilere sahip ol­
paları alet ve hatta silah olarak kullanırlar ve hatta insan duğunu gösterir. Ne yazık ki bilimin Avrupa merkezli olan
HOMİNİN EVRİMİ 135

Kutu 6.5 İnsanların ne zaman giyinmeye başladığını belirlemenin bitli yolu

Hominidlerin giysi kullanmasını başlatan iki etken ile ilgili çalışmalardan geldi. Bu parazitin iki alt türü
olasıdır: yalıtıcı vücut kıllarının kaybı ve daha soğuk vardır: baş biti sadece saçh deri ile beslenir ve yu­
iklimle karşılaşma ile sonuçlanan göç. Giysilerle ilgili murtalarını saç tellerine tutuştururken, vücut (ya da
arkeolojik kanıtlar kürk ve iplik iyi korunamadığı elbise) biti vücut üzerinde beslenir ve yumurtaları­
için yetersizdir. Giysi üretimi ile ilgili en eski araç­ nı giysilere tutuşturur. İki alt türün insanların giysi
lar olan kemik iğneler, yaklaşık 40.000 yıl öncesine kullanmasıyla ayrılmaya başladığı mantıksal bir var­
tarihlendirilir, ancak hayvan derilerini temizlemek sayımdır. Baş ve gövde bitlerinin DNA dizilimlerinin
için kullanılmış olabilecek çok daha eski kazıyıcı moleküler saat analizi, ayrılma zamanını yaklaşık
örnekleri de vardır. 100.000 yıl önce olarak göstermektedir; çalışmanın
Yanıt bulmak için yenilikçi bir yaklaşım, insan yazarları bu zamanı ‘şaşırtıcı derecede yakın’ olarak
bitlerinin (Pediculus humanus) moleküler genetiği tanımlamışlardır.

doğası gereği Avrupa'daki bulgulara çok daha fazla vurgu bulunan ve yaklaşık 70.000 yıl yaşında olduğu tahmin
yapılmıştır. Yaklaşık 40.000 yıl önce, Avrupa'da yapılmış edilen bazı kalıntılarla tarihlenebilir. Fakat, mağara re­
taş alet çeşitliliğinde, görsel sanatlar, ölü gömme ve bon­ simleri veya oyulmuş figürler şeklindeki, tartışmasız ilk
cuk gibi süs malzemeleri gibi kültürel gelişme kanıtları ile sembolik sanat eserleri Avrupa'da 35.000 yıl kadar önce­
aynı zamana rastlayan, bir artış daha görüldü. Bu, modern sine, ve Avustralya'da belki de 50.000 yıl kadar öncesine
insanların Neanderthallerin yerini aldığı dönemdir ve Üst tarihlenebilir. Bu sanat eserlerinden bazıları, özellikle
Palaeolitik Devrim olarak tanımlanır. Avustralya'dakiler, açık bir şekilde soyutlamanın kullanıl­
dığı örneklerdir ve derinde dil kapasitesi ile ilişkili olan
düşünme kapasitesine işaret eder.
6.3.9 Dil
Dilin genel olarak sosyal grup içindeki iletişime aracılık
insan evrimsel biyolojisinin en çekişmeli tartışmaların­ etmek için evrimleştiği kabul edilir. Her ne kadar kurtlar
dan birisi, dil yeteneğinin evrimleşme zamanı üzerine­ gibi birçok diğer tür, avlanma sırasında gelişmiş bir dile
dir. Bu konuda bilinen görüşler 400.000 yıl öncesi erken gereksinim duymadan da işbirliği yapabilse de, avcılık
Homo'lardan başlayıp, 50.000 yıl kadar yakın bir zamana gibi işbirliği gerektiren işler ancak dil gibi bir iletişim ara­
kadar geniş bir aralıkta tarihlenir. Zorluk, larinksin yu­ cılığıyla desteklenebilir. Aslında, dilin evrimine farklı bir
muşak dokuları fosil olarak iyi korunamadığından, dil bağlamda bakışımızla ilgili vurguda bir kayma olmuştur:
konusunda yorumlanabilecek anatomik malzemenin Bilinçli olma ve algılanan dünyayı analiz etme kapasitesi­
sınırlı olmasıyla ilişkilidir. Kısıtlı anatomik kanıtlar, erken ne yardımcı olmak. Bir biçimde dil olmaksızın o andakinin
Homo'larda bir biçimde ses çıkarmanın olası olduğuna ötesinde bir dünya kurgusu inşa etmenin olanaksız oldu­
işaret etmektedir. Daha önemli diğer kanıtlar, alet ve in­ ğu inancı yaygındır. Dunbar, atasal sosyal organizasyon­
san eliyle üretilmiş malzemenin incelenmesi ve sosyal larımız için karakteristik olan ve bir ölçüde halen geçerli
yapı ve davranışlardan yapılan çıkarsamalardır. Örneğin, olan 150 bireylik kararlı grupların (Tablo 6.1) sosyal dü­
alet yapımındaki, bazıları oldukça karmaşık tasarım ka­ zeninde, dilin anahtar unsur olduğunu varsayarak daha
lıplarını içeren örüntülerdeki tutarlılıkların, bunların ak­ da ileri gitmiştir. Diğer örgütsel primat gruplarında sosyal
tarımında dilin kullanıldığına işaret ettiği savunulmuştur. bağlılığı sağlamak için tımarlama davranışı kullanılıyor
Daha güçlü bir önerme sanat, ritüeller ve sosyal kuralların olsa da, sosyal guruplar büyüdükçe ve tımarlama kapa­
gelişimi ile ilgili çalışmalardan çıkarılabilir. Semboliksana- sitesi bütün topluluk için yetersiz hale geldiğinde, dil bu
tın ilk kanıtları, Güney Afrika'daki Blombos Mağarası'nda iş için daha etkin ve yeterli bir yol olacaktır. Dolayısıyla,
136 İNSANIN EVRİMİ VE İNSAN ÇEŞİTLİLİĞİNİN KÖKENİ

Tablo 6.1 İnsanın sosyal gruplaşma örnekleri. Dunbar sayısı olan 150 kadar bireyden oluşan
tüm kümeler insan beyin büyüklüğünden tahmin edilmiştir.____________________________________

Gruplaşma_____________________________________________________________________________Büyüklük

N e o litik k ö y le r (O rt a d o ğ u , g ü n ü m ü z d e n 7 .5 0 0 - 6 .5 0 0 yıl ö n c e ) 1 50 -2 00

R o m a O rd u s u B ö lü ğ ü 'ç ift y ü z y ıl'(G ü n ü m ü z d e n 2 .0 0 0 yıl ö n c e ) 1 2 0 -1 30

O rt a la m a b ir İn g iliz k ö y ü b ü y ü k lü ğ ü (K ıy a m e t g ü n ü k ita b ı, 1 0 8 6 ) 1 50

O rt a la m a b ir İn g iliz k ö y ü b ü y ü k lü ğ ü (1 8 .Y Y ) 160

K a b ile to p lu lu k la r (d o k u z t o p lu lu ğ u n o r ta la m a s ı v e a ra lığ ı) 1 48 (9 0 - 2 2 2 )

A v c ı- to p la y ıc ı t o p lu m la r (o rta la m a 2 1 3 k la n ) 165

K a n a d a 'd a k i ç iftç i t o p lu lu k la r (5 1 'in in o r t a la m a s ı) 107

N e b ra s k a A m is h m a h a lle r i (8 ’in in o r t a la m a s ı) 113

K ilis e c e m a a ti (ö n g ö r ü le n id e a l b ü y ü k lü k , 1 9 7 4 ) 200

D o ğ u T e n n e s s e e kırsa l d a ğ to p lu m la r ı 197

S o s y a l a ğ b ü y ü k lü ğ ü (2 's in in o rt a la m a s ı) 1 34

G iy im fa b rik a s ı b irim b ü y ü k lü ğ ü 1 50

O rd u b irlik le ri (2 .D ü n y a S a v a ş ı'n d a k i 10 o r d u n u n o r ta la m a s ı v e a ra lığ ı) 1 8 0 (1 2 4 - 2 2 3 )

N o e l k a rtı d a ğ ıt ım lis te le ri (4 3 'ü n ü n o rta la m a s ı)___________________________________________________ 1 54 _______________

D u n b a r, R.I.M (2 0 0 8 ) British Academ y Reviews 1 1 ,1 5 -1 7 , iz in ile.

sosyal grup yapısı, beyin büyüklüğü ve dil arasında çok Diğer kampın -dilin seçilimle ilgili kökeni- önde gelen
sıkı olmayan bir etkileşim vardır ve çok kesin olmamakla teorisyeni Steven Pinker'dir. Homininlerin konuşma ve dili
birlikte kanıtlar ağırlıklı olarak dilin göreceli olarak yakın kullanmayı olanaklı kılan (larinksin şekli, neokorteksteki
zamanda, belki de 70.000 yıl önce, evrimleştiğine işaret Broca ve Wernicke alanları gibi) özel yetilerle evrimleşti­
etmektedir. Diğer taraftan dil sosyal organizasyonumuzu ğine ilişkin çok az şüphe vardır. Erken Homo türlerinde
pekiştirmiş ve sanat, müzik, inanç ve politik sistemlerin bile bu yetilerin olduğu ile ilgili kanıt vardır. Dolayısıyla,
gelişimini destekleyebilecek daha karmaşık bir zihinsel dil için aktif seçilimin olduğu 'tasarım' savı desteklenir.
dünya geliştirmemize olanak sağlamıştır. Pinker, homininlerin büyük beyin geliştirmesinin anah­
Evrimsel psikoloji alanındaki, aynı derecede tartışmalı tar nedeninin dil olduğunu savunur ve bu da ilkel dilin
konulardan birisi dil evriminin ham maddesi ile ilgilidir.Te­ ilk Homo türlerinde geliştiğini düşündürür. Ses çıkarmak
mel olarak iki düşünce ekolü vardır. Birisi dilin büyük beyin ve ardından sembolik dil için en küçük bir kapasitenin
gelişimine bağlı bir sonuç olduğuna ve büyük oranda kül­ bile uyumsal avantajlarını öngörmek zor değildir. Dahası,
türel evrimden kaynaklandığına dayandırılmıştır. Diğeri di­ konuşma ve grameri etkileyen genetik bozukluklar vardır
lin özgül olarak, seçilim aracılığıyla evrimleştiğini savunur. (Kutu 6 .6 'ya bakınız) ve bu dil için genetik belirleyiciler ve
Stephen Jay Gould'un da aralarında bulunduğu bazı dolayısıyla dil kullanma kapasitesi üzerindeki seçilim için
dikkate değer teorisyenler, birinci ekole bağlı kalmışlar ve bir kanıttır. Küçük çocuklar, dilin kurallarını kullanmayı
dilin alt yapısının doğal seçilim aracılığıyla evrimleşme- geliştiren (genetik ve seçilmiş) doğal bir kapasitelerinin
diğini savunmuşlardır. Gould dilin, biyolojik olarak genel olduğunu düşündürtecek şekilde, dili çok kolay edinirler
amaçlı bilgisayara benzer bir yapıya sahip olmaktan kay­ - bu bağlamda bebeklerin dili gramer kuralları ve söz di­
naklanan kültürel olasılıklar sonucu evrimleştiğini düşün­ zilimiyle formal eğitim yoluyla değil, edilgen bir şekilde
dü. Bu görüş genel kabul görmemiştir, ancak bunun her karşılaşarak, grameriyle birlikte öğrenirler. Diğer taraftan
olguya uyumsal açıklamalar bulma hevesine bir yanıt ola­ bu, genetik alt yapının desteklediği evrensel bir gramerin
rak, Gould'un sosyobiyolojik tartışma içinde (Bölüm 10'a olup olmadığı şeklindeki (bu kitabın amacı dışında olan)
bakınız) insan davranışının büyük bölümü için yapılan bir başka tartışmaya yol açar. Bu da dilbilim araştırmaları­
evrimsel açıklamalara karşı çıkarak almış olduğu konumla nı canlı tutan bir tartışmadır.
da İlişkili olduğu görülmektedir.
HOMININ EVRİMİ 137

Kutu 6.6 Konuşma ve gramerin genetik temeli, dilin ne zaman evrimleştiğini


söyleyebilir mi?

Disleksi normal zekâlı bir bireyin okuma, yazma ve ğildir. Ancak evrimsel bakış açısından önemli olan
heceleme güçlükleri çektiği nöro-davranışsal bir has­ şey, bu bozuklukların altında yatan genetik temelin
talıktır. Kromozom 6’daki DCD2 ve kromozom 3’teki insanın evrimi sırasında dil gelişimi lehine seçilim
ROBOl gibi “okuma bozukluğu” genlerindeki mutas- olduğu önerisini destekliyor olmasıdır.
yonlar birlikte beş disleksi olgusunun birinden fazla­ İnsan FOXP2 proteini, 715 amino asitten oluşan
sından sorumludur. bir transkripsiyon faktörüdür; farelerinkinden üç
Ağır dil yeteneği bozukluğu olan geniş bir aile amino asit, şempanze, goril ve rhesus makaklarından
üzerindeki çalışmalar, bir başka gende, FOXP2’de, iki amino asit ile farklıdır. İnsan/şempanze ayrılma­
hastalık etkeni olan bir nokta mutasyon tanımladı. sından sonraki yüksek farklılaşma hızı, FOXP2’nin
Bu gen, birden fazla hedef genin ekspresyonunu dü­ insan dil evriminde bir rolü olduğunu düşündürür.
zenlemek için bir transkripsiyon faktörünü kodlar. Neanderthal FOXP2 geni günümüz insanındaki iki
Ne yazık ki bu bulgu, popüler basının FOXP2’yi “dil mutasyona sahiptir, ancak, yine de Neanderthallerin
geni” olarak ilan etmesiyle sonuçlanmıştır. Dil kar­ dil kapasitesinin olup olmadığı belirsizliğini koru­
maşıktır ve açıkça herhangi bir tek gene bağımlı de­ maktadır.

6.3.10 Kültür ve toplum nımlamakta temel rol oynayan iki kültürel faktör vardır;
tarımın gelişimi ve şehirlerin gelişimi. En erken modern
H. sapiens bir sosyal hayvandır. Gruplar halinde yaşarız H.sapiens'ler yiyecek peşinde koşan hareketli küçük grup­
ve atalarımız hominidlerin de böyle yaptığına ilişkin ye­ lar olarak yaşadılar. Çevrelerini etkileyen ekolojik değişim­
terli kanıt vardır. Şekil 6.4, primatlarda beyin büyüklüğü ler varsa, yeni yiyecek kaynakları bulmak için yer değiştir­
ile grup büyüklüğü arasında bir ilişki olduğu kavramını diler. Populasyon büyüdükçe gittikçe daha geniş coğrafik
göstermektedir. Bu ilişkiden, tarım öncesi insan grupla­ alanlara dağıldılar ve uyum göstermek zorunda oldukları
rının 50-150 bireyden oluştuğu sonucu çıkarılmıştır. Biz- ortamlar daha da çeşitli hale geldi. Fakat H.sapiens ateş,
ler işbirliği, gelenek ve kurallara bağlı kalmayı gerektiren alet, giysi ve konut yapımı aracılığıyla çevresini kontrol
gruplar halinde yaşamaya uyarlanmışızdır; bu da karşılıklı edebilme yeteneği kazandı. İnsanı bu kadar etkin genelci
fedakârlık ile gruptan yararlanan ancak gruba katkıda bir tür yapmış ve halen de yapmakta olan şey, onun bu
bulunmayan 'asalak' bireylerle mücadele etmenin açık inovasyon yeteneğidir.
yollarına dayanır. Çoğu insan davranışı böylesi bir sosyal Tarım, birçok coğrafik bölgede birbirinden bağımsız
yapıda başarılı olarak yaşamanın gerekleri açısından an­ olarak ortaya çıktı. En erken yaklaşık 11.000 yıl önce Orta
laşılabilir. Doğu'nun Doğu Akdeniz Bölgesi'nde ve yaklaşık 5.000 yıl
"Kültür" belirli bir topluluk veya populasyonun bilgi, önce bağımsız olarak Sahra-altı Afrika'da, Kuzey ve Güney
davranış ve göreneklerinin karışımıdır. Bunun yansımaları Amerika'nın bazı bölümlerinde ve daha yakın zamanda da
teknoloji ve aletlerde, sanat ve müzikte, inançlarda, mit­ Yeni Gine Bölgesi'nde ortaya çıktı. Tarımın benimsenmesi
lerde, öykülerde ve geleneklerde, davranışlarda ve sosyal aşamalı bir süreçti ve ilk köylerin gelişmesinden önce mi
yapı ve organizasyonda açıkça görülebilir. Biyolojik ve yoksa sonra mı ortaya çıktığı henüz açıklığa kavuşmamış­
kültürel evrimimiz arasında yakın bir ilişki vardır. Fakat tır. Örneğin, Kuzey Suriye'de, tarımla ilgili kanıtlardan eski,
modern insan yaşamını ve bunun sağlığımıza etkisini ta­ 11.500 yıl önce yerleşik olan bir köye ait kanıt vardır; bu
138 İNSANIN EVRİMİ VE İNSAN ÇEŞİTLİLİĞİNİN KÖKENİ

1000 -

9
insanlar

Şekil 6.4 Farklı primat türlerinde ortalama grup


büyüklüklerine karşılık oransal neokorteks
hacimleri (neokorteks hacmi beynin geri kalan
hacmine bölünerek) graflklenmiştir. Maymun
türleri, içi boş sembollerle gösterilmiştir. İnsan
noktaları maymun regresyon eşitliğinden
hesaplanmıştır (Dunbar, R.I.M. (2008) British
4.0 5.0
Academy Revievv 11,15-17, İzin ile).
Neokorteks oranı

bir yerde yaşayan ve yaşama alanındaki zengin doğal hu­ 9'a bakınız). Dahası, topluluk sedenter hale gelip topla­
bubatları toplayan ve avlanabilen geleneksel bir toplayıcı yıcılık kapasitesini kaybettikçe, kuraklık, sel ve kıtlığın et­
klan olabilir. Yerel yiyecek kaynakları oldukça bol oldu­ kileri ile daha fazla karşı karşıya kalmışlardır. Dolayısıyla,
ğundan, İngiliz Kolombiyası'nda köylerde yerleşik olarak tarımın gelişimi ile birlikte, yanlış beslenme ve hastalıklar
yaşayan benzer tarihi toplayıcı topluluklar vardır. paradoksal olarak daha büyük bir risk haline gelmiştir.
İklim değişimi tarımın gelişiminde bir rol oynamış Büyük kentler 19. yüzyılda Avrupa'da felaket düzeyine
olabilir. Onikibin yıl önce Mezopotamya'daki daha soğuk ulaşan hijyen sorunları yaratmıştır.
koşullar yabanıl tahılların yetişmesini arttırmış ve avcılığı İkincisi yerleşik yaşam, yaşam biçimimize esaslı bir
cazip hale getirmiş ve bu da sedenter bir yaşam biçimine değişim getirdi. İnsan grupları artık bir ortak alanda ya­
olanak sağlamıştır. Tarımsal yaşam biçiminin gelişmesi, şayacak, bu gruplar büyüdükçe topluluk içinde beceriler
hem hayvancılık hem de ekip-biçme organizasyonunu ayrışmaya başlayacak ve gelenekleriyle, kurallarıyla ve
sağlayan, belli bir derecede sosyal karmaşıklığa işaret inançlarıyla bir grup yapısı gerekecekti. Politik yapıların
eder. Dolayısıyla tarımın evrimi ile köylerde yaşamaya ge­ geliştirilmesi zorunlu oldu. Kentleşme eğilimi, karmaşık
çiş arasında doğrudan bir bağlantı vardır. sosyal yapılar ve sosyal rollerin farklılaşması o zamandan
Bu değişimlerin türümüzün sağlığı üzerine çok derin beri kesintisiz devam etmiştir. Bölüm 10'da ele alacağımız
etkileri olmuştur. Birincisi diyette sürekli bir değişim var­ gibi, bu da başa çıkma gücümüz üzerinde baskı yaratıp,
dır. Bitkiler, ekim ve ıslaha olanak sağlamak üzere yapay fiziksel sağlığımızı da etkileyen ruhsal hastalıkların köke­
olarak seçildikçe besin dengeleri değişti. Hayvan gütme, ninde temel bir rol oynayabilir.
en azından bazı topluluklarda, hem bir besin kaynağı ola­ Topluluk daha karmaşık ve biçimlenmiş hale geldikçe
rak sütün toplanmasına hem de daha düzenli bir şekilde politik ve formal din sistemleri evrimleşti. Din olasılıkla ilk
ete erişmeye olanak sağladı. Hayvanların evcilleştirilmesi, olarak, öngörü sahibi türümüzün doğal olguları açıklamak
insanların onlarla çok daha yakın ilişkisini ve dolayısıyla ve belki de gelecekteki olası felaketlere karşı yatıştırmak
artmış bulaşıcı hastalık riskini beraberinde getirmiştir. İnf­ için kullandığı informal bir yol olarak evrimleşti. İnanç,
luenza ve tüberküloz gibi pek çok viral, bakteriyel ve pa- grup için sosyal organizasyonun merkezi bir bileşeni ha­
razitik hastalığın kökeni evcil hayvan konaklardır (Bölüm line geldikçe, ritüeller ve şamanların sahip olduğu özel
HOMININ EVRİMİ 139

Şekil 6.5 Kültürel evrimin hızı. Kanada'da


ilk doğum yaşının zirvesi 1976'dan 1996'ya
kadar beş yıl artmıştır (Health Canada,
Health Policiy Research Bulletin, Issue 10,
May 2005'den uyarlanmıştır, izin ile).

bilgiler kutsallaştı; dini kapasite bir sosyal kontrol gücü karmak için çubuklar kullanırlar, fakat bunu değişik grup­
olarak belirginleşmeye başladı. Böylece din ve politik güç lardaki değişik kültürel gelenekleri yansıtacak şekilde çok
bağlantılı hale geldi. Tıbbın başlangıcı dinsel inançların farklı yollarla yaparlar.
evrimleşmesi ile çok yakından bağlantılıdır: iyileştirmenin Genetik kalıtımdan farklı olarak, kültürel kalıtım ne­
gücü şamanizmle, özel bilgiyle ve doğaüstü güçlere du­ siller arasında dikey aktarımı gerektirmemektedir. Yatay
ayla ilişkilendl. İyileştiren tanrılar odak ve onların keşişleri aktarım tipiktir; örneğin gençler özel bir giyinme biçimini
de ilkel tıbbın uygulayıcıları haline geldi. benimsediklerinde, bunun hızla yaşıtları arasında yayıldı­
ğını görürüz. Fakat kültürün kendisi de evrim geçirir. İn­
san kültürünün inançtan sanata, dile, müziğe ve teknolo­
6.3.11 Kültürel evrim
jiye kadar herbir öğesi kültürel evrim olarak adlandırılan
İletişim, gözlem ve öğrenme yeteneğinin gelişmesiyle bir değişim süreci gösterir. Kültürel olarak belirlenen özel­
birlikte, bireyler-arası ve neslller-arası bilgi aktarımı için liklerde varyasyon vardır ve değişik seçeneklerden hangi­
farklı bir potansiyel gelişti: kültürel kalıtım. Bu, insan­ sinin tercih edileceği ve böylece başarıyla yayılacağı top­
larla sınırlı değildir; çünkü diğer türler de davranış edin­ lum tarafından yapılan seçilimle belirlenecektir. Onarım
me yeteneği gösterirler. Örneğin, Mavi Çulha Kuşu'nun mekanizmaları olan çoğu genetik kopya genellikle aslına
geleneksel İngiliz süt şişelerinin folyo kapaklarını açma uygun olarak sürdürülse de, kültürel kalıtımda kopyanın
becerisi, bu kapaklar piyasaya sürüldüğünde hızla yayıldı. aslına uygun olarak sürdürülmesi gerekmez. Dolayısıyla
Her kuşun bu beceriyi ayrı ayrı geliştirmesi olası değildir; değişim hızlı olabilir: Kadınların hangi yaşta ilk çocuğa
aksine çoğu diğerlerini gözleyerek bu beceriyi kazanmış sahip olacağı seçiminin batı toplumunda ne kadar hızlı
olmalıdırlar. değiştiği buna kanıttır (Şekil 6.5).
İnsan olmayan primatlarda kültür aktarımı ile ilgili ha­ "Kültürel evrim" terimi biyolojik evrimle bazı benzer­
tırı sayılır düzeyde çalışma vardır. Japon adalarındaki ma­ likler çağrıştırır. Gerçekten yüzeysel düzeyde benzerlikler
kak maymunlarının patates yıkaması klasik bir örnektir. vardır ve bu ilk olarak Richard Davvkins tarafından "mem"
Bilim insanları hayvanları orman dışına çekmek için pa­ kavramının ortaya atılmasına yol açmıştır. Başlangıçta
tatesleri kumlu bir plaja bırakma alışkanlığındaydılar. Bir önerildiği biçimiyle "memler", kendi kendilerini kopyabi-
dişi makak patateslerdeki kumu denizde yıkayıp gider­ len, duplikasyondaki hatalar nedeniyle varyasyona sahip,
meyi öğrenince, diğer maymunlar ve sonunda da grup­ ve toplumun doğası nedeniyle farklı "üreme" başarıları
taki tüm maymunlar aynı davranışı edindiler. Afrika'nın (başka bir ifade ile, populasyonda varlıklarını sürdürüp
farklı yerlerindeki şempanzeler termitleri yuvalarından çı­ yayılabilme başarılarıyla ilişkili bir çeşit uyum gücü) olan.
İNSANIN YEREL SEÇİLİM BASKILARINA UYUMU 141

piktir ve olasılıkla genetik olarak belirlenmiş ve genetik din olsa bile, genetik kalıtları en azından mitokondriyal
asimilasyon süreciyle ortaya çıkmıştır (Bölüm 4'e bakınız). DNA olarak kaybolmuştur. Y-kromozomu varyasyonu ça­
İnsanlar niş oluşturucular olarak kabul edilebilirlerdi, an­ lışmaları biraz daha yakın zamanda bir birleşmeye işaret
cak onlar stereotipik nişler oluşturmak yerine teknolojik etmektedir: görünürdeki farklılık erkekler için, pek çok
ve innovasyon becerilerini kullanarak çevrelerini değiştir­ geleneksel toplumda, birkaç baskın erkeğin çocukların
mek için yollar bulur ve yaşayabilecekleri çevre çeşitliliği­ çoğunun babası olması gibi sosyokültürel bir olgudan
ni genişletirler. kaynaklanan, daha küçük bir etkin populasyon büyüklü­
ğü ile ilgili olabilir (Bölüm 3'e bakınız).
Günümüz insanının ortaya çıkışı ve tüm Dünya'ya ya­
6.4 İnsanın yerel seçilim yılmaya başlaması arasındaki yaklaşık 100.000 yıllık süre
baskılarına uyumu boyunca Afrika'daki H.sapiens populasyonunun küçük
ve coğrafik olarak izole gruplar halinde yaşadıkları ve
6.4.1 Hominin kökenleri ve göçler: tekrar bu grupların sadece bu dönemin sonlarına doğru karış­
Afrika'dan çıkış mış oldukları görülmektedir. Afrika dışına göçü başlatan
Arkeolojik, moleküler genetik ve dilbilimsel veriler artık olayın ne olduğu olasılıkla bilinmez olarak kalacaktır,
günümüz insanının kökeni ve yayılımını akla yatkın bir ancak bir tür gruplar arası rekabet bir olasılıktır. Afrika
kesinlikle belgelemek için yeterlidir. Son bir milyon yıl dışına çıkanlar Afrika genetik çeşitliliğinin sadece küçük
içinde Afrika'dan Homo türlerinin iki büyük yayılımının bir kısmını taşıdıklarından, ayrılan grubun görece az sa­
olduğu açıktır. Altbölüm 6.3.1'de tanımlandığı gibi, H. yıda bireyden oluştuğu kesindir. Dikkati çekecek şekilde,
erectus yaklaşık 1 milyon yıl önce Afrika'dan Asya'ya ya­ Afrika'dan göç olayının olduğu zamanda bulunan (mito­
yıldı ve onların soyundan gelen H. neanderthalensis yak­ kondriyal DNA analizleriyle saptanan) 40-50 anasal insan
laşık 400.000 yıl önce başlayıp 30.000 yıl öncesine kadar soy hattından sadece (kayıtlarda L3M ve L3N olarak bili­
Avrupa'da yaşadı. H.sapiens Doğu Afrika'da 200.000 yıl ile nen) ikisi, Afrikalı olmayan tüm dünya çeşitliliğine gerçek­
160.000 yıl önce H.erectus'tan evrimleşti. Fakat bunlar­ ten katkıda bulunmuştur. Benzer şekilde Afrikalı olmayan
dan küçük bir grup 60.000-70.000 yıl kadar önce Doğu Y-kromozomlarının tümü M168 mutasyonu taşırlar. Bu
Afrika'dan çıkıp Kızıl Denizi aşıncaya kadar, binlerce yıl kurucu etkisi, insan genetik çeşitliliğinin en büyük ölçüde
bu kıtada büyük ölçüde mahsur kalmışlardır. Kızıl Denizi günümüz Afrika populasyonunda ve en küçük ölçüde de
aşan bu populasyon, Afrika dışında yaşayan tüm modern Batı Avrupa, Amerika ve Okyanusya bölgelerinde yaşayan
insanların kurucu populasyonu haline gelmiştir. modern insanlarda taşındığı anlamına gelmektedir.
Genetik kanıtlar (Kutu 6.8'e bakınız), anatomik olarak Afrikalı göçmenler nereye gittiler? Dünya 50.000 yıl
modern insanların Sahra altı Afrika kökenli olduğuna önce daha soğuktu, kuzey yarıküre büyük miktarda suyu
işaret etmektedir ve gerçekten de Güney-Batı Afrika'nın hapsetmişti, deniz seviyeleri bugünkünden belki de
Khoisan halkında (iKung San olarak bilinirler; Bölüm 8'de 100 m daha düşüktü ve kıtaların kıyı şeritleri, kimi ada­
avcı-toplayıcı prototipi olarak onlarla yeniden karşılaşa­ ları komşu kıyılarla tek bir kara parçası yapacak şekilde,
cağız) bulunan genetik soy hatları, onların en eski insan bugün olduğundan çok daha genişlemişti. Bu koşullar,
populasyonları arasında olduklarını kanıtlar. İnsan mito- insanların güney ve güney doğu Asya tropikal sahilleri­
kondriyal DNA soy hatları, yaklaşık 140.000 yıl öncesin­ ne doğru yayılmasına olanak verdi. Avustralya'da 40.000
de birleşir veya diğer bir deyişle mitokondriyal DNA soy yıl kadar öncesinde insan varlığı ile ilgili bulgular vardır.
hatları 140.000 yıl önce yaşamış bir tek kadına dayandı- Diğer bir grubun kuzeye doğru Arap Yarımadası'ndan
rılabilir. Bu bulgu, medyada geniş olarak yer almış "Mito­ Mezopotamya ve Doğu Akdeniz ülkelerine doğru yola
kondriyal Havva"yorumuna yol açmıştır. Elbette bu, onun çıkmış olduğu, oradan Sibirya'da yerleşmek üzere doğu­
zamanında yaşayan tek kadın olduğu anlamına gelmez. ya doğru, Orta Asya steplerine yayıldığı görülmektedir
Sadece erkek çocuğu olmuş olan kadınların mitokondri­ ki; bunlar Güney Orta Asya dağ silsilesine, Hindistan'a ve
yal DNA'ları aktarılmaz ve o zamanda yaşayan birçok ka- sonunda Çin'e gidenlerdi. Bazı eski kıyı göçmenlerinin ku-
ADAPTATİON TO LOCAL SELECTİON PRES5URES 143

Kutu 6.8 İnsan göçünü haritalamak

İnsanın kökeni ve göçlerini haritalamak için mito- çok mikrosatellit veya tek nükleotid polimorfizmi
kondriyal DNA ve Y-kromozomu DNA’larınm kulla­ (SNP) gibi belirteçler kullanılır.) Çeşitlilik, Wright’m
nılması popüler bir hayale yol açtı ve Mitokondrial F istatistiği (yaklaşımı geliştiren karizmatik mate­
Havva (yaklaşık 140.000 yıl önce yaşamış insanların matiksel genetikçi Şevvali VVright’ın adını taşıyan)
en yakın dişi atası) ve ‘Cengiz Han’ın Y kromozomu kullanılarak hesaplanır. Bu yöntem, bir türün alt
(şu anda Orta Asya’da yaşayan erkeklerin %8’inin populasyonları arasındaki oransal genetik varyas­
yaklaşık 1.000 yıl önce Moğolistan’da yaşamış tek yon düzeyini gösteren bir katsayı (genellikle S’nin
erkeğe uzanan bir Y kromozomu haplotipi taşıdığı­ alt populasyonları ve T’nin toplam populasyonu
nın keşfi eşeysel seçilimin uç bir örneğini oluşturur) simgelediği FST olarak) türetir. Bulunan katsayının
geniş bir yayın tanıtımı ile sonuçlandı. Gerçekten büyük olması, seçilim ve sürüklenmenin daha uzun
de artık birçok şirket, onlara yanak-kazıma örneği süre işlemesinin sonucu olarak, populasyonun daha
(ve kredi kartı bilgilerinizi) gönderirseniz, size bir uzun süre önce alt bölümlere ayrıldığına işaret eder.
genetik soy ağacı sunmayı teklif etmektedir. Bu tip İnsan populasyonları için hesaplanan F st değerleri,
genetik belirteçler iki nedenle değerlidir: sadece bir özellikle göç üzerindeki tarihi kısıtlamalara, örneğin
ebeveynden kalıtılırlar ve gamet oluşumu sırasın­ bir kara parçasını aşmanın gerekmesine, göre dü­
daki rekombinasyona uğramazlar. Dolayısıyla bu tip zeltildiğinde, bu populasyonlar arasındaki coğrafik
DNA’ların dizi örüntüsü (haplotipleri) değişmeden uzaklıkla korelasyon gösterir. Örneğin, Şekil 6.6’da
çocuklara aktarılır ve farklı insan populasyonlarınm gösterilen göç örüntülerinden bekleneceği gibi, Gü­
mitokondri DNA’sı (kadın soy hattı veya anasal soy ney Amerika ve Afrika populasyonları arasındaki FST
h a ttı için) ve Y-kromozom DNA’smı (erkek soy hattı değeri en yüksektir. Sonuçta, insan genetik çeşitlili­
veya babasal soy h a ttı için) izleyerek insan göç ği, özel mitokondriyal DNA ve Y-kromozom belirteç­
tarihini yeniden canlandırmak olasıdır. leriyle ilgili çalışmaların öngördüğü gibi, Afrika’dan
Populasyonlar arası akrabalıklara bakmanın diğer köken alan bir dizi kurucu etkisi modelini destekle­
bir yolu, tüm genomların dizi çeşitliliğini hesapla­ mektedir.
maktır (uygulamada tüm genom dizilerinden daha

6.4.2 Göçün neden olduğu varyasyon (bunlarda iklim değişimlerinden etkilenebilecek faktörler
olmak üzere) sayılabilir.
İnsanların dünyadaki göçü, iki varyasyon kaynağı yarattı.
Geniş bir coğrafik alana yayıldıkları zaman türlerin feno-
Genetik sürüklenme ve genetik darboğazların oluşturdu­
tipleri,farklı alt populasyonların farklı çevrelerle karşılaşma­
ğu varyasyonlar (Bölüm 2'ye bakınız) kökende uyumsal
ları nedeniyle değişebilir. Böylelikle Kuzey Avustralya'daki
değildiler. Fakat H. sapiens farklı ekolojik ortamlara yayıl­
sıcak enlemlerde yaşayan tavşanların, büyük olasılıkla
dıkça hem populasyon içi, hem de populasyonlar arası
daha iyi ısı kaybını sağlamak için, Güney Avustralya'daki
varyasyon yaratacak seçilim baskısı oluşmaya başladı.
türdeşlerinden daha uzun kulakları vardır. Bergmann Ku­
Böylece yerel gen havuzu hem uyumsal, hem de uyumsal
ralı ve Ailen Kuralı (Bölüm 5'e bakınız) gibi biyocoğrafik
olmayan nedenlerle değişmeye başladı. Göçler sırasında
etkileri yansıtan 'kurallar', insan varyasyonlarında da rol oy­
insanlar üzerindeki seçilim baskıları olarak iklim değişim­
narlar. Örneğin Doğu Afrika'nın Nil Bölgesi insanları uzun
lerinin (örneğin sıcaklık ve güneşe maruz kalma) yanı sıra
boylu ve ince iken, Kuzey Amerika'nın kutba yakın Alaska
yiyecek kaynaklarının ve elde edilebilirliklerinin değişimi
ve Grönland bölgesi insanları tıknaz ve kısadırlar.
144 İNSANIN EVRİMİ VE İNSAN ÇEŞİTLİLİĞİNİN KÖKENİ

Biyocoğrafik farklılıkların diğer açık bir örneği deri ren­ hazırlama şekilleri ve saklama araçları ile tanışıldı. Bir bö­
gidir. İnsanın deri rengi bir bireyin atalarının bulunduğu lümü gen/kültür birlikte evrimini içermiştir; insanın hay­
bölgedeki ultraviyole ışık şiddeti ile güçlü bir coğrafik ko­ vancılığa başlamasının nasıl birçok populasyonda laktaz
relasyon gösterir ve bunun olası nedenleri Bölüm 1'de tar­ sürekliliğinin yayılmasına neden olduğunu görmüştük.
tışılmıştır. Günümüz insanının Afrika kökenli olması, koyu Bir bölümü ise, yüksek düzeyde nişasta içeren hububatlar
cilt renginin atasal durum olduğu anlamına gelir, fakat ge­ gibi yeni besinlere fizyolojik uyumdur. İnsanlarda tükürük
netik çalışmalar, açık deri renginin Avrupa ve Doğu Asya amilazı nişastanın sindiriminden sorumludur. Amilaz gen
populasyonlarında, her biri birkaç gende değişim içerecek kopyalarının sayısı bireyler arasında değişir (kopya sayısı
şekilde, birbirinden bağımsız olarak evrimleştiğini göster­ farklılıkları Bölüm 3'te tartışılmıştır), ve genin kopyasının
miştir. (Bir Neanderthal iskeletinden elde edilen DNA seg- çok olduğu bireylerde tükürük amilaz aktivitesi yüksektir.
mentlerinin dizilimleri bu bireylerin en azından kızıl saçlı ve Doğu Asyalılar gibi nişastaca zengin pirince dayalı diyet
derilerinin açık renkli olduğunu göstermektedir.) ile beslenen insan populasyonları, çoğunlukla ete daya­
İnsan populasyonları arasında saç morfolojisi farklı­ nan nişastadan fakir diyet tüketen yüksek enlemlerde
lıkları (örneğin. Doğu AsyalIların daha kaba saç dokusu), yaşayan avcılardan daha yüksek sayıda amilaz kopyasına
EDAR olarak adlandırılan özel bir hücre yüzey reseptör sahiptirler (Şekil 3.2'ye bakınız).
proteinin etkinliğini arttıran bir tek aminoasit değişik­ Yerleşim alanına geçmekle doğan ikinci büyük seçilim
liğinden kaynaklanıyor gibi görünmektedir. Mutasyon, baskısı, nüfus büyüdükçe ve bulaştırmayı kolaylaştıracak
olasılıkla Orta Asya'daki insan göçü sırasında oluşmuştur, yeterli yoğunluğa ulaştıkça, doğrudan veya omurgasız
çünkü Doğu Asya ve yerli Amerikan populasyonlarında vektörler aracılılığı ile bulaşan enfeksiyon hastalıklarının
yüksek frekansta görülürken, Avrupalı ve Afrikalı popu- prevelansındaki artıştır. İnsanın enfeksiyon hastalıklarına
lasyonlarda neredeyse hiç yoktur. Kaba saçın uyumsal uyumu başka bölümlerde tartışılmıştır (Bölüm 3 ve 9'da).
önemi, eğer varsa, açık değildir; fakat reseptörün diş ve
ter bezlerinin gelişimi üzerinde etkilerinin varlığı, saç
morfolojisindeki değişimin diğer bazı karakterlerdeki 6.5 İnsan halen evrimleşiyor mu?
uyumsal değişiminin spandreli (sayfa 44'e bakınız) oldu­
ğunu akla getirmektedir. Bazı bilim insanları, kültürel ve teknolojik uyumlarımızın
Ekvatoral Afrika'dan göç, ayrıca enerji metabolizma­ biyolojimizi çevrenin baskılarından izole etmesi nedeniy­
sı, periferik kan-damar reaktivitesi, tuz tutulumu ve yağ le insan evriminin durduğunu veya en azından yavaşla­
depolama eğilimi gibi soğuk toleransı ile ilişkili fizyolo­ dığına inanırlar.Tartışma şu şekilde sürmektedir; birincisi,
jik karakterlerin seçilmesine de neden olmuş olabilir. Bu insanlar çevrelerinin kontrolünü ele aldıkça üreme üze­
fizyolojik süreçlerle ilişkili birçok genin alel frekansındaki rindeki enerji kısıtlaması giderek aşılmıştır. Son zamanlar­
iklimle ilişkili varyasyonlar gösterilmiştir ve bunlar insan daki sosyal ve tıbbi gelişmeler toplumdaki çoğu insanın
evriminde seçici bir etken olarak iklimin öneminin altını üremesini olanaklı kılmış, özel genotiplerin seçici avantaj
çizer. veya dezavantajı önemsiz hale gelmiştir. Günümüzde nü­
fus çok hareketli olduğu için, genetik yalıtım daha seyrek
hale gelmiştir.
6.4.3 Yaşam biçimlerindeki değişimden
İnsan evriminin yavaşladığını savunanlar, sadece pan-
kaynaklanan varyasyonlar
demiler gibi bir felaket durumunda, göreceli koruma sağ­
Bölüm 8'de tanımladığımız gibi, insan yaşam biçiminde­ layacak genotipler için seçilim olacağını savunurlar. Fakat
ki en büyük değişim, yaklaşık olasılıkla 12.000-10.000 yıl bir pandemi olmadan da sürekli yeni enfeksiyon hastalık­
önce - Neolitik devrim olarak adlandırılan - yerleşik haya­ larının ortaya çıkması, patojenlere yanıt verme yeteneği­
ta geçiş ve tarımın benimsenmesidir. Bu yenilik insan üze­ nin olasılıkla insanda seçilimin en güçlü hedeflerinden bi­
rinde ek seçilim baskıları oluşturdu ve birçok karakterde risi olarak kalacağı anlamına gelir. Hemoglobinopatilerin
değişime neden oldu, ilki, yeni besin kaynaklarına ve ye­
(orak hücreli anemi ve talasemi) kalıcılığı sıtmanın neden
tersiz hasat sonucu kıtlık olasılığındaki artışa uyumdur. Bu
olduğu seçilim gücünü anımsatır. Avrupa populasyonun-
uyumun bir bölümü kültürel olabilir: örneğin yeni yiyecek
İNSAN HALEN EVRİMLEŞİYOR MU? 145

da HIV enfeksiyonlarına karşı kısmi dirence neden olan çevresel seçilim baskılarının üstesinden gelebilir mi? Veya
CCR5 genindeki delesyonun yaygın olarak görülmesi, başka süreçler iş başında mı? Demografik ve davranışsal
önceki bazı enfeksiyon hastalıklarının neden olduğu bir değişiklikler seçilim üretebilir. Örneğin ovaryum işlevleri
seçilimin varlığının diğer örneğidir. Populasyonun sadece ve fertilite yaşlandıkça düşer. Gelişmiş ülkelerdeki kadın­
küçük bir kısmının dirençli olduğu dünya çapındaki bir lar, artan bir biçimde iş gücüne katıldıkça ve gebeliklerini
pandemiden kaynaklanan büyük bir seçilim olayı bilim geciktirdikçe, ovaryum işlevlerinde daha gecikmiş bir dü­
kurgu bir saçmalık olarak görülebilir, fakat olmayacağı şüş için bir seçilim olabilir mi? Böylesi bir seçici baskı, bir
kanıtlanamaz. yandan yardımcı üreme teknolojilerinin ve yüksek genç
Oysaki Bölüm 3'te tartışıldığı gibi, son birkaç bin yılda gebelik sıklığının devam ettirilmesi ile dengelenebilir.
insanlarda belirli genler üzerinde işleyen seçilime ilişkin Peki, doğum kontrolü ve aile planlaması eğilime ne
açık genetik kanıtlar vardır. Örneğin Doğu Afrika çiftçi­ diyebiliriz? Eğer herkes iki veya üç çocuğu sahip olursa
lerinde laktaz sürekliliğine olanak sağlayan mutasyon seçilim nerede? Ayrıca giderek daha iyi tanımlanan ano­
sadece son 2.000 veya 3.000 yıl içinde ortaya çıktı. İnsan malileri saptamak (ve ne yazık ki dişi fetüslar için seçici
evriminin devam ettiğine, hatta hızlandığına inananlar, olarak düşük uygulanan ülkelerde cinsiyet tayini) için fe­
örneğin bu dönemde ortaya çıkan AİDS gibi enfeksiyon tal görüntüleme yöntemlerinin kullanımındaki artışı göz
hastalıkları ile birlikte, son yüzyıldaki sosyal ve demogra­ önüne alınız.Tüm bu eğilimler biyolojik seçilimi uyum gü­
fik değişimler tarafından yaratılan yeni seçilim baskılarına cünden bağımsız hale getirmektedir. Son olarak yardımcı
işaret ederler. Görüşlerini desteklemek için populasyon üreme teknolojilerinin artan kullanımını ve farklı sosyal
genetiğinin kanıtlarına başvururlar, insanlar şimdiki 6,7 grupların bunlara kolayca ulaşılabildiklerini hatırlayın.
milyar kadar nüfusuyla, belki de dünyada yaşamış kendi Dolayısıyla uyum gücünü yönlendirecek yeni güçler or­
büyüklüğündeki hayvanlar arasında en kalabalık olanı­ taya çıkmaktadır; örneğin kişisel, ekonomik, sosyal veya
dır. Daha büyük bir populasyon, her nesilde fazla sayıda dinsel nedenlerle aile büyüklüğünü sınırlandırmayan bi­
uyumsal mutasyon potansiyeli anlamına gelir ve bu da reyler, aile büyüklüğünü sınırlandıran bireylere göre, katı
üzerinde seçilimin işleyeceği artan miktarda varyasyon Darwinist anlamda "daha uyumlu" olacaklardır.
sağlar. Bölüm 3'ten de hatırlanacağı gibi, genetik sürük­ Ayrıca şimdiki çevremizin kendisi ile ilişkili konular
lenme küçük populasyon ve sınırlı gen akışının etkilerinin da vardır. Tekrarlanan aksine iddialar olmasına rağmen,
üstesinden gelebilir, bu durum etkin populasyon büyük­ insanların metabolik hastalığa maruz kalmadan, besin
lüğü kavramını beraberinde getirmiştir. İnsan etkin popu­ bakımından zengin bir çevreyi tölere edecek şekilde ev-
lasyon büyüklüğü tarihsel olarak küçük olmuştur. Fakat rimleşebileceği olasılığı bir hayaldir. Besinsel uyumsuz­
çağdaş ulaşım ve göç örüntüleri sayesinde, şu anda po- luklar (Bölüm 8'e bakınız) genç insanlarda bile fizyolojik
pulasyonlar arası yalıtımın çok düşük olduğu, çok büyük bozukluklara yol açabildiği halde, bu etkiler üremenin
bir gerçek populasyon vardır. Dahası, sosyal faktörler ter­ zirveye ulaştığı dönemde üremeyi etkileyecek boyutta
cihli çiftleşmenin etkisini azaltmıştır. Bu koşullar seçilimin değildir ve dolayısıyla seçilim baskısı yaratmazlar. Tıbbi
etkinliğini arttırarak daha yüksek bir etkin populasyon bakım ve aile planlamasındaki gelişmeler, şişman olan­
büyüklüğüne neden olmuştur. Daha geniş populasyon larla (sıklıkla infertilitenin eşlik ettiği) olmayanları üreme
büyüklüğü ayrıca, insan genomundaki potansiyel olarak kapasitesi açısından büyük ölçüde eşitlemiş ve üremenin
uyumsal değişimlerin çoğunun oluşma olasılığının yük­ zirve yaptığı dönemi yaşamalarını sağlamıştır. İnsanların
sek olduğu ve bu değişimlerin göreceli olarak az sayıda­ kendisiyle benzer özelliklere sahip olanlarla çiftleşmesi
ki nesilde, şimdiki çevrenin yarattığı seçilim baskılarınca eğiliminin neden olduğu tercihli çiftleşme de komplikas­
test edileceği anlamına gelir. yon yaratan bir faktördür. Örneğin eğer göreceli olarak
Dolayısıyla, var olan seçilimi sınırlayanlarla onu üreten­ şişman insanlar diğer göreceli olarak şişman insanlarla
leri dengelemek zordur. İnsanın evrimi genetik olarak mı, evlenir ise, şişmanlığın yönlendirilmesinde rol oynayan
kültürel yollarla mı devam edecek? Kapasitemiz, felaketle­ genetik (aynı zamanda kültürel) faktörler aile içinde bir­
rin neden oldukları dışında, pozitif yönde devre dışı kalmış leştirilmiş olabilir.
146 İNSANIN EVRİMİ VE İNSAN ÇEŞİTLİLİĞİNİN KÖKENİ

Kutu 6.9 Yakın zamandaki insan evrimi için kanıtlar: nasıl bilebiliriz?

Uyumsal evrimi saptamanın temel ilkesi, seçici tanımlanması seçilimin gücü ve zaman ölçeği hak­
süpürmeye uğramış bir lokusu çevreleyen genomik kında bilgi vermez; uzun süreli zayıf seçilim veya
bölgede artmış olan bağlantı dengesizliğinin (bu yakın zamandaki güçlü seçilim benzer alel frekan­
azalmış varyasyondur) tanımlanmasıdır. Bu yak­ sına neden olabilir. Ancak bağlantı dengesizliği ve
laşım, yakın zamanda uyumsal evrim geçirmiş deri heterozigotluk verilerinin bileşimi, seçilime uğrayan
rengi, beyin gelişimi, kas biyokimyası, enerji metabo­ alellerin yaş dağılımını hesaplamada kullanılabilir.
lizması ve savunma ile ilgili genler gibi, insan geno­ Böylesi bir yaklaşım, insan ve şempanze genomları­
mundaki yüzlerce bölgenin tanımlanmasına olanak nın uzun süreli farklılaşmasından tahmin edilenlerle
sağlamıştır (Kutu 6.4 ve Bölüm 3 e bakınız). karşılaştırıldığında insan evriminin son 80.000 yıl
Sürmekte olan uyumsal evrimin bir işareti, lehine içinde hızlandığını göstermede kullanılmıştır; bu hız
seçilim olan alelin henüz sabitlenmemiş olması­ artışı, büyüyen insan populasyonunun seçilimin işle­
dır; alel frekansı %100’den az ve çoğu birey alel için mesi için daha büyük varyasyon ve fırsat sağladığına
heterozigot olacaktır. Tek başına heterozigotluğun bağlanmıştır.

6.6 İnsan çeşitliliğinin sosyal etkileri etmeye olanak verecek ani bir değişiklik olmayacaktı. Do­
layısıyla çoğunluğu değilse de birçok insan özelliği, kesin­
Modern insan Afrika'da evrimleşti ve karşılaştıkları çev­ tili olmaktan çok kesintisiz coğrafik değişim gösterir. Bu
renin yöresel iklim, yiyecek kaynakları ve patojenleri gibi değişimler klinler olarak adlandırılır. Klinlerin tümü aynı
seçici baskılarına uyum göstererek tüm dünyaya yayıldı. yönde oluşmaz. Deri rengi klini kuzey-güney yönünde
Bu uyum insan fenotipinde, sindirim yeteneği ve hastalık iken, Avrupa'da B kan grubu klininin dağılımı doğu-batı
direnci gibi gözle görünemeyen birçok farklılıkla beraber yönünü izler. El sıkma tercihi ve kulak kiri tipi gibi klinal
-vücut biçimi, deri rengi, saç rengi ve saç yapısı gibi- ki­ dağılımı olan insan özelliklerinin bazı sürprizler içerdiği
şinin kıtasal kökeni hakkında ipuçları veren, görülebilir bildirilmiştir. Öngörülebileceği gibi, klinal özellikleri or­
farklılıklara yol açtı. Söz gelimi Stockholm'dan İbadan'na taya çıkaran alellerin genetik analizleri klinal farklılık ile
yaptığımız bir uçak yolculuğunda, kalkış ve varışta karşı­ alel frekanslarının uyumlu olduğunu göstermektedir. Bu
laştığımız insanlarda geniş fenotipik farklılıklar görülecek­ nedenle genotipimiz ve dolayısıyla fenotipimiz, çok sayı­
tir. insanları görünümlerine göre birkaç gruba ayırmak ve da kesişen klin üzerindeki ilkel kökenimizin konumuyla
bu gruplara "ırk" demek alışılmış bir kısa yazımdır, ancak belirlenir: Orta Avrupa'dan birisinin daha açık deri rengi
biyoloji ve tıp öğrencilerinin de böyle yapması gerekli mi­ ve laktaz sürekliliğine sahip olma olasılığı 1.000 km gü­
dir? Bu bilimsel olarak doğru mudur? neyden köken alan birisinden daha yüksek, ancak B kan
Tabii ki hayır! Eğer biz bu yolculuğu güneye doğru grubuna sahip olma olasılığı 1000 daha doğudan köken
yavaş bir şekilde karayolu ve botla yapsaydık, karşılaştı­ alan birisinden daha düşüktür
ğımız insanlarda deri rengindeki kademeli koyulaşmayı O halde biyolojik bir kavram olarak ırk tanımı nere­
fark edecektik. Fakat hiçbir yerde, o anda kuzeyde yaşa­ de kalır? Antropologlar şu noktada uzlaşmışlardır; "ırk­
yan insanları "A" ırkı ve güneydekileri "B" ırkı olarak ayırt lar yoktur, sadece klinler vardır." Antropolog C.Loring
EK OKUMALAR 147

Brace'in ifade ettiği gibi, bizler çok büyük olasılıkla yan sürüklenmenin etkisinin ürünleridir. Bu fenotipik çeşitlili­
kapımızdaki insana benzeriz, fakat "yan kapı" sürer gider ğin ırkçılık ve ayrımcılık siyasi kavramlarına yol açması bir
ve tüm dünyayı dolaşır. Konumsal olarak değişen insan insanlık trajedisidir.
özelliklerinin kesintisiz varyasyonu, bireyleri belli ırklara
ayırmak için coğrafi veya genetik sınırların olmadığı anla­
mına gelir. Benzer şekilde topluluklar arasındaki hastalık
ANAHTAR N OKTALAR
riski farklılıkları, ırksal değil klinaldır.
• insanlar yaklaşık 5-6 milyon yıl önce şempanze ve
bonobolar ile son ortak atayı paylaştılar.
6.7 Sonuç • Hominin soy hattı, bazılarının birlikte var olduğu
çok sayıda türü içermektedir. Bunların sadece
Moleküler çalışmalar, hominin kladının 5-6 milyon yıl ka­ birkaçı H. sapines ile doğrudan atasal ilişki
dar önce diğer maymunlardan ayrıldığını belirlemiştir. içerisindedir.
Ulaşılabilen örneklerin sınırlı doğasının hominin evrimiy­ • İnsanlar diğer büyük maymunlardan belirli
le ilgili çalışmaları daha belirsiz hale getirmesine karşın, fiziksel (iki ayaklılık, beyin büyüklüğü, tüysüzlük)
bu ayrılma noktasından itibaren, çoğu doğrudan atamız ve kültürel (araç-gereç yapımı, dil, topluluk)
olmayan pek çok hominin türü var olduğunu biliyoruz. özellikleriyle ayırt edilirler.
Anatomik olarak günümüz H. sapiens'i, yarım milyon yıl • Günümüz insanı Afrika'da evrimleşti ve yerel
kadar önce Neanderthallerle ortak ata olarak paylaşılan iklimin seçici baskısına, besin kaynağına ve
öncü bir türden, yaklaşık 160.000 yıl önce ilk kez Afrika'da karşılaştıkları patojenlere uyum göstererek
ortaya çıktı. Ekolojik değişimi iki ayaklılığın ortaya çıkma­ dünyanın dört bir yanına dağıldı.
sıyla ilişkilendiren, güçlü uyumsal savlar ortaya koyulabil- • İnsan çeşitliliği kesintiliden çok kesintisiz
mektedir. Tüm homininler ve özellikle insanlar, birbirine varyasyon ile en iyi açıklanır.
bağlı sosyal gruplar içinde yaşamanın sağladığı uyum
gücü değeri nedeniyle evrimleşmiş olması olası, büyük
bir beyin ile karakterizedirler. Dilin ne zaman geliştiği ile Ekokumalar
ilgili belirsizlik devam etmektedir. Son yıllarda yapılan
moleküler çalışmalar, insan populasyonu içindeki gen Cavalli-Sforza, L.L. (2000) Genes, Peoples, and Languages.
frekanslarının son birkaç bin yılda değişmiş olduğunu North Point Press, New York.
Cavalli-Sforza, L.L., Menozzi, P., and Piazza, A. (1996) The
göstermektedir; bir örnek laktoz toleransının ortaya çık­
History and Geography o f Human Genes. Princeton
masıdır. Evrimsel süreçlerin doğası türümüzün daha ileri
University Press, Princeton, NJ.
biyolojik evrim için potansiyelini ve bu evrimin kapsamını
Dunbar, R.I.M. (2003) The social brain: mind, language, and
tahmin etmenin olanaksız olduğu anlamına gelir, ancak society in evolutionary perspective. Annual Review of
bu alan spekülasyonlar için üretken bir zemin oluşturur. Anthropology 32,163-181.
Biyolojik evrim kültürel evrimimizden ayırt edilemez. Foley, R. (1995) Humans Before Humanity. Blackwell
Daha yakın insanlık tarihi, tarımın gelişmesi ve daha bü­ Publishing, Oxford.
yük populasyon kümeleri ile karakterizedir. Kitap boyun­ Hawks, J., Wang, E.T., Cochran, G.M. etal. (2007) Recent acce­
leration of human adaptive evolution. Proceedings of the
ca, bu kültürel evrimin biyolojik, fiziksel ve sosyal çevre­
National Academy of Sciences USA 104,20753-20758.
mizi nasıl değiştirdiğini, insan sağlığı üzerindeki etkileriy­
Jobling, M.A., Hurles, M.E., andTyler-Smith, C. (2004) Human
le birlikte, gösterdik.
Evolutionary Genetics. Garland Science, Oxford.
Son 60.000 yıl içinde insanlar Afrika'dan tüm dünyaya Jones, S., Martin, R., Pilbeam, D., and Bunney, S. (1994) The
göç ettikçe ortaya çıkan büyük bir genetik ve fenotipik Cambridge Encyclopedia o f Human Evolution. Cambridge
çeşitlilik vardır. Bazı varyasyonlar yerel iklime uyumun, University Press, Cambridge.
diğerleri populasyon darboğazlarının, kurucu etkisi ve
148 İNSANIN EVRİMİ VE İNSAN ÇEŞİTLİLİĞİNİN KÖKENİ

Kelley, J.L. and Swanson, W.L. (2008) Positive selection in the founder effect originating in Africa. Proceedings o f the
human genome: from genome scans to biological signifi­ National Academy of Sciences USA 102,15942-15947.
cance. Annual Review of Genomics and Human Genetics 9, Richerson, P.J. and Boyd, R. (2005) Not by Genes Alone: How
143-160. Culture Transformed Human Evolution. University of
Kingdon, J. (2003) Lowly Origin: Where, When and Why Chicago Press, Chicago, IL.
Our Ancestors First Stood Up. Princeton University Press, Varki, A., Geschwind, D.H., and Eichler, E.E. (2008) Explaining
Princeton, NJ. human uniqueness: genome interactions with environ­
Lewin, R. and Foley, R. (2004) Principles o f Human Evolution. ment, behaviour and culture. Nature Reviews Genetics 9,
Blackwell Publishing, Oxford. 749-763.
Ramachandran, S., Deshpande, 0., Roseman, C.C. et at. Wells, S. (2002) The Journey of Man. A Genetic Odyssey.
(2005) Support from the relationship of genetic and Princeton University Press, Princeton, NJ.
geographic distance in human populations for a serial
Kısım 2

Evrimsel perspektiften
insan hastalıklarının
anlaşılması
BÖLÜM 7

Üreme

7.1 Giriş olmayıp, dev panda gibi bazı türlerde ise bir normdur.
Bazı kuş türlerinde, kuluçkaya bırakılan yumurta sayısı,
Organizma seçilim ve farklı hayatta kalmanın birimi olsa ebeveynler tarafından kaynaklar ölçüsünde sınırlandırılır.
da, daha temel düzeyde zaman içinde hayatta kalanlar Doğumlar arası sürenin az olduğu topluluklarda, sınırlı
başarılı genlerdir. Tanımı gereği, günümüze kadar gelen enerji ve besin edinimi yüksek bebek ölümleri şeklinde
soyhatları nesiller boyunca başarılı bir şekilde üreyebilen- ortaya çıkar (Şekil 7.1). Dolayısıyla optimum uyum gücü,
ler iken, yokolmuş soyhatları ise üremede başarısız olmuş üreme olayları arasındaki süre ile kaynak edinilebilirliği-
olanlardır. Öyleyse, başarılı üreme evrimsel süreçlerin en nin uyumunu gerektirmektedir. Bu kaynaklar, ebeveyn
önemli sonucudur. Bir türün üreme ile ilişkili belirli özel­ yatırımı ve besin edinilebilirliğinin kapsar.
likleri, yaşadığı ortamlardaki uyum gücünü optimize et­ Dolayısıyla başarılı bir üreme stratejisi çiftleşme, üre­
mek için evrimleşmiştir. Bu sadece daha fazla döl üretme me ve ebeveyn bakım maliyetlerinden, organizmaya
stratejisinin her zaman daha yüksek bir uyum gücü üret­ dayatılan yaşam öyküsü ile ilişkili enerji kısıtlamalarına
mek olduğu anlamına gelmez. Bu stratejinin enerji mali­ kadar, ebeveyn yatırımlarının dengelenmesini gerektirir.
yeti yüksek olduğundan (Bölüm 5'e bakınız), az sayıda döl Diğer bir deyişle, organizmalar doğurganlık ile üreme ve
üretimi ve bu döllerin hayatta kalmasını garantilemek için yavruların bakımını sağlamak için gerekli enerji maliyetle­
yapılan yüksek yatırım bazı türler için çok daha başarılı ol­ ri arasındaki uzlaşı ile başa çıkmak zorundadırlar. Güney­
muştur. Canlı alemleri içerisinde, her başarılı türün yaşam batı Afrika'da geleneksel bir toplayıcı toplum olan iKung
öyküsü stratejisi ve üreme örüntüsünü ekolojik durumu­ san (veya Khoisan) populasyonunda, ortalama bir kadın
na eşleştirmek yoluyla üremesine izin veren, olağanüstü yaşamı boyunca sadece 4,7 canlı doğum yapmaktadır.
bir çeşitlilikte üreme stratejileri evrimleşmiştir. Yaşam öyküsü durumları göz önüne alındığında, aşırı
Seçilim, yaşam boyu üreme başarısının bir fonksiyo­ doğurganlık ebeveyn için maliyetli olabilir. Kırklı yaşlarda
nu olan uyum gücünü arttırmak için çalışır. Bu durum, kadınların doğurganlığındaki yaşa bağlı azalma ile ilgili
tekrarlı üreme dönemi geçiren türlerin her nesilde mak­ iyi desteklenmiş bir hipoteze göre, bu durum en küçük
simum yavru ürettiği anlamına gelmez. İnsanlar çoklu çocuğu kendine yetebilecek bir yaşa gelinceye kadar, ka­
doğumlar yapabildikleri halde tek gebelik stratejisi, bir dının ölüm riskini sınırlamak üzere evrimleşmiştir (aşağı­
kadının enerji yönünden destekleyebileceği, başarılı bir ya bakınız). Bu fikirleri insanlarda araştırmaya izin veren
şekilde doğurabileceği ve üretkenlik hayatı boyunca bes­ birkaç kayıt serisi vardır, ancak Bölüm 5'te açıklandığı
leyebileceği az sayıda yavrunun daha büyük olasılıkla gibi, İngiliz monarşisi üzerindeki bir çalışma, kadın üye­
hayatta kalma başarısına yol açacağı için, bir norm olarak lerin doğurganlık ve ömür uzunlukları arasındaki karşılıklı
evrimleşmiştir. Gerçekten de bazı avcı-toplayıcı toplum- ilişkiye bazı kanıtlar sunar.
larda ikiz bebeklerden birini öldürmek nadir bir durum

151
152 ÜREME

Eğer uyum gücü, ebeveynlerin genlerini taşıyan döl


sayısıyla ölçülmüş olsaydı, eşeysiz üreme eşeyli üreme­
den iki kat daha verimli olarak görülebilirdi. Çünkü eşey­
siz üremede bir ebeveynin genlerinin tamamı döle akta­
rılırken, eşeyli üremede bir ebeveyn genlerinin sadece
yarısı aktarılır. Her nesilde iki yavrunun hayatta kaldığını
varsayarsak, üç nesil sonra eşeysiz üreyen bir birey sekiz
tane, bütün genlerini taşıyan toruna sahip olurdu; eşeyli
üreyen denk bir birey ise, her biri ebeveynin genlerinin
rastgele sekizde birini taşıyan sekiz toruna sahip olacak­
tı. Bu açıdan bakıldığında, eşeyli üremenin uyum gücü
avantajı ne olabilirdi? Her şeyin ötesinde, eşeyli üreme
ikinci d oğ u m d a ilk
ço cuğ un yaşı açıkça şu anda yaşayan pek çok hayvan ve bitki türü için
son derece başarılı bir stratejidir. Öyleyse bir dizi temel
Şekil 7.1 Doğal üreme koşullarında, uzun doğum arası
süreler ikinci çocuğun hayatta kalma şansını arttırır. Veriler soru yöneltilebilir: eşeyli üreme neden evrimleşti, buna
ondokuzuncu yüzyıl Bavyera köylerinde yapılan demografik sahip olan türler nasıl yüksek bir uyum gücüne sahip ol­
çalışmadan alınmıştır [Knodel, J. (1968) Population Studies 22, dular ve eşeyli üreme neden birden fazla eşey gerektirir?
297-318].
Üreme fizyolojimiz ve anatomik yapımızın birçok özel­
liği ile başarılı üremeyi garantileyen, insan sağlığı ve has­
talık riski üzerine büyük etkisi olan davranış bileşenlerimiz
7.2 Eşeyli üreme her iki eşey arasında farklıdır. Antropoloji, psikoloji, sosyo­
loji ve sosyal bilimlerde, toplum kültürünün doğası ve ya­
Üreme, yani iki organizmanın genetik materyalinin ortak pısının belirlenmesi ve davranışın açıklanmasında eşeyin
yavrularında birleştirmesi, her zaman eşey gerektirmez. ve eşeyselliğin rolü hipotez ve tartışmalar için üretken bir
Birçok bitki ve hayvan türü ya her zaman veya belirli ko­ alandır. Gerçekten de, Freud ve Jung'un çalışmalarındaki
şullar altında eşeysiz ürerler. Sadece eşeysiz üreyen orga­ modern psikiyatrinin kökeni azımsanmayacak bir oranda
nizmalar birden fazla eşeye sahip değillerdir. Bir eşeysiz cinsellikle ilişkili davranışlar ya da düşüncelerin sonuçla­
üreme şekli olan partenogenezin, normalde eşeyli üre­ rına veya davranışların cinsellik temelli bir çerçeve içinde
meyi tercih eden bir tür olan komodor ejderleri gibi bü­ yorumlanmasına dayanmaktadır.
yük sürüngenlerde bile, hayvanat bahçesi gibi yerlerde
izole edildiklerinde görüldüğü bildirilmiştir. New Mexico
kamçıkuyruklu kertenkelesi gibi bazı kertenkeleler, her 7.3 Eşey neden evrimleşti?
zaman eşeysiz ürerler. Belki de en çok çalışılan ve mil­
yonlarca yıldan bu yana başarılı bir şekilde eşeysiz üreme
Eşeyli üreme genetik materyalin birleşmesine dayanmak­
göstermekte olan sucul mikroskobik bir çokhücreli olan
tadır. Bu iki adımdan oluşur; ilki diploid bir organizmanın
tür ailesi bdelloid rotiferlerdir. Beş yüzden fazla türe sahip
eşleşmiş kromozomlarının homolog parça değişimlerinin
bu rotifer grubunun tüm bireyleri sadece dişidir. Gerçek­
gerçekleştiği rekombinasyona olanak verecek şekilde
ten de, eşeyli üreme çok hücrelilerin bu takımında hiç
eşleştiği mayozdur. Rekombinasyon, bir nesilden diğe­
görülmemiştir. Fakat diğer rotifer takımları en azından
rine genetik çeşitliliği yaratan anahtar olaydır. Rekom­
aralıklı olarak eşeyli üreme gösterirler. Tomurcuklanma
binasyon sayesinde ana veya babadan gelen iki orijinal
yoluyla üreme bitkiler ve bakterilerde yaygındır. Bazı ot
ebeveyn kromozomundan hiçbiri haploid gamete de-
ve böcekleri de kapsayan başka türler ise birçok nesil
ğişmeksizin geçmez. Orijinal olarak babadan gelen kro­
eşeysiz üreyebilirler. Ancak, diğer bir uzun süreli eşeysiz
üreme döngüsü öncesinde de bir nesil eşeyli olarak üre­ mozom rekombinasyon olayından ötürü ana kromozom

yebilirler. materyali bulunduracağı gibi, tam tersi de olabilir. Ancak


EŞEY NEDEN EVRİMLEŞTİ? 153

gelecek nesildeki genetik yeniliklerin tek kaynağı rekom- daha fazla fenotipik çeşitlilik oluşturacağı için, daha yük­
binasyon değildir. İkinci adımda ise, en azından tüm kuş­ sek genetik varyasyon türün hayatta kalmasına yardımcı
lar ve memelilerde, bu iki haploid genom (biri anasal hat, olur. Bu esas olarak, grup seçilimi argümanı olup eşeyin
diğeri babasal hattan olan) tek biryeni diploid organizma organizma veya genlerden çok tür yararına evrimleştiğini
olarak zigotta birleşir. Alellerin bir ebeveynde heterozigot ileri sürdüğünden ikna edici değildir. Bununla ilişkili bir
olduğu durumlarda, sadece bir tanesi bir yavruya aktarılır. argüman ise, yavrulardaki daha büyük fenotip/genotip
Sonuç olarak, eşeyli üreme bir nesilden diğerine yeni alel çeşitliliğinin değişken koşullarda ebeveynlerinin genle­
karışımları oluşturmak anlamına gelmektedir. rini gelecek nesillere aktarmak için, en azından bazı döl­
Erkek, çok sayıda küçük ve hareketli gamet üreten lerin hayatta kalma olasılığını arttırması nedeniyle, soy-
eşey olarak tanımlanırken, dişi büyük ve hareketsiz ga­ hattı için avantaj olabileceğidir. Ancak deneysel kanıtlar
metler ile karakterizedir; bu fark anizogam i olarak ad­ bu hipotezi desteklememektedir. Eşeysiz üreme yüksek
landırılır. Gamet büyüklüğündeki bu önemli farklılığın değişkenliğe sahip çevrelerde, özellikle de kısa ömürlü
nedeni spekülatif olsa da kendi kendini dölleme riskini hayvanlar arasında yaygın iken eşeyli üreme daha ka­
azaltmak olabilir. Erkek gametler, çekirdek genlerini taşır rarlı çevrelerde yaşayan uzun ömürlü türlerin bir özelliği
ancak yumurtanın aksine temel olarak sitoplazma, mito- olarak ortaya çıkmaktadır. Bakteriler hücre bölünmesi ile
kondri veya diğer çekirdek dışı organelleri taşımazlar. Mi- çoğalırlar ve soyhatları örneğin antibiyotiğe direnç geliş­
tokondri kromozomu insanda 37 gen kodlar ve bu genler tirmek gibi çok başarılı mutasyonlar gösterir. Yüksek üre­
hücresel metabolik faaliyetler için kritik öneme sahiptir. me oranı, çok kısa nesil süresi ve böylece birim zamana
Mitokondri ve homolog bitki organelleri olan kloroplast- düşen yüksek mutasyon oranı bazı soyhatlarının yüksek
lar uzak evrimsel zamanda ilkin ökaryotik hücreye başarılı bir olasılıkla hayatta kalacağını garantilemektedir. Bakte­
bir şekilde giren bakterilerden türemişlerdir. riler aynı zamanda genetik materyallerini, doğrudan te­
Mitokondri genlerinin ve erkek türevli organellerin mas ve plazmidin porlardan geçişini içeren bir süreç olan
döllenmiş zigotun dışında bırakılması, bakteri ve virüsleri konjugasyon yoluyla değiştirebilirler. Bakteriler arasında
hücre dışında bırakmanın bir yolu olarak evrimleşmiş ola­ genetik materyal alışverişi karşılıklı değildir ve sadece
bilir. Aynı hücre içinde farklı genetik kökenli mitokondri konjugasyona izin veren genler içeren bazı suşlar bakteri
varlığının ölümcül olabileceği konusundaki bazı kanıtlar genomu içerisine giren DNA'nın kendini kopyalayan ele­
alglerde bulunmuştur. Bu belki de atasal bakteriyel ça­ mentlerinin vericisi olarak davranabilirler: bir tür antibi­
tışmayı yansıtır ve gamet yapısındaki farklılığın bu çatış­ yotik direnci ile ilişkili olan R faktörü böyle elementlere bir
mayı önlemek için evrimleştiği öne sürülebilir: anizogami örnektir. Genetik varyasyon argümanının bir başka türevi
döllenmiş zigot ve ondan oluşacak hücreler içerisinde ise mutasyonların populasyon içerisinde eşeyli üreme
sadece bir mitokondri (veya bakteri) hattının bulunma­ yoluyla daha iyi yayılabilmesidir. Ancak çoğu mutasyon
sını garantiler. Spermin, temel organelleri içermese de, zararlıdır ve yararlı olanlar ise eşeysiz nesiller boyunca
zigot gelişiminin erken safhalarında gen ekspresyonunu pozitif olarak seçilebilecekleri için korunmaları için eşey
etkileyebilecek, kodlama yapmayan küçük RNA'lar içere­ yoluyla taşınmalarına gerek yoktur.
bileceğini parantez içinde not etmeliyiz. Önemi henüz bi­ İkinci bir teori seti eşeyin gen onarımı ile ilgili olduğu­
linmese de bu epigenetik kontrol için (Bölüm 4'e bakınız) nu savunur. DNA sürekli olarak çevresel hasarlara uğrar ve
potansiyel bir kaynaktır. bu nedenle özellikle hasarlı bölgeleri hedefleyen enzim­
Eşey, temel olarak genetik alışverişe ilişkindir. Asıl soru ler kullanarak tek ve çift zincirli DNA hasarlarını düzeltebi­
neden üreme stratejisi olarak evrimleştiği, yani nasıl bir lecek yetenekte DNA tamir mekanizmaları vardır.Tamirin
uyum gücü avantajı sağladığıdır? Bu konu on yıllar bo­ bir şekli mayoz benzeri DNA kros-overi kapsar. Tek zincir
yunca evrimsel görüşün önemli bir bileşeni olmuştur. hasarlarında komplementer DNA zinciri hasarlı zincir için

Yaygın bir biçimde ileri sürülen bir görüşe göre, eşey kalıp işlevi görür. Eğer üreme eşeysiz ise ve aynı lokusdaki

genetik varyasyon üretir ve bu durum çevresel koşulla­ kopyaların her ikisi de zarar görmüşse, tamir için kullanı­
labilecek bir kalıp olmayacaktır. Böylece eşeyli üreme sa­
rın değişmesi durumunda, seçilimin üzerinde işleyeceği
154 ÜREME

yesinde ikinci bireyden gelen kromozom üzerindeki gen uygunluğu kompleksi olarak adlandırılan transmembran
kopyası tamir için bir şablon sağlar. Eşeysiz üreyen orga­ proteinleri genlerinde, yeni alel kombinasyonları oluştu­
nizmaların zaman içerisinde zararlı mutasyonları biriktir­ rarak parazitlere karşı yeni savunma mekanizması kombi­
mesi, kanserli hücrelerin mitoz ile bölünerek çoğalması nasyonları yaratabilir. Çünkü genetik olarak belirlenen bu
bu teori için bazı kanıtlar sunar (Bölüm 10'a bakınız). Bu kompleksler otoimmün hastalıkların gelişmesini engel­
Müller mandalı olarak bilinir. Daphnia gibi bazı türlerde lemek için kendini-tanımada anahtar bir role sahiptirler,
görülen aralıklı eşeyli üremenin, yani eşeysiz üreme nesil­ ancak aynı zamanda, bireyler arasında oldukça değişken
lerinden sonra bir eşeyli üremenin bulunmasının amacı­ olan yabancı maddeleri de tanımaları gerekir (Bölüm
nın yeni bir onarım şablonu sağlamak için genetik genç­ 9'a bakınız). Eşeyli üreme bunların bir sonraki nesildeki
leştirme olduğu öne sürülmektedir. örüntülerinde önemli değişikliklere neden olarak, hücre
Üçüncü ve en çok ilgi gören argüman takımı ise eşeyin yüzeyinde immünolojik olarak saklı epitopları göstermek
evrimsel başarısının parazitlerle başa çıkma ihtiyacı ile yoluyla konağın immün yanıtdan kaçınmak için uyarla­
ilgili olduğudur. Bir türün ne zaman ortadan kaktığının, nan parazitlerin 'yabancı' olarak tanınmasına olanak sağ­
türün ne kadar süre varlığını sürdürdüğü ile ilişkisi yok­ lar. Buna karşılık parazitin kendisi de evrimleşmektedir
tur, bu da türün hayatta kalmasına karşı zorlukların kalıcı ve hayatta kalmak için bariyerdeki değişimin üstesinden
olduğunu düşündürür: tür tarihinin herhangi bir anında gelmek veya hala hayatta kalabileceği yeni bir konağa
uyum kapasitesini aşan bir meydan okuma ile karşılaşa­ taşınmak zorundadır. Genel olarak, bir nesildeki değişim
bilir. Bir türün hayatta kalmasını zorlaştıran başlıca engel­ düzeyi, parazitlerin daha hızlı üreme süresi ve evrimleş­
ler genellikle fiziksel olmayıp (büyük yok oluşlar asteroit me potansiyelini dengelemek için yeterlidir. Nadiren açık
çarpmasıyla ilişkili olmasına rağmen), türün kendisi ile bir kazananın veya kaybedenin olduğu bu türiçi birlikte-
biyotik çevresi arasındaki ilişkisinden kaynaklanmaktadır. evrim rekabeti, Lewis Carroll'un'Alice Harikalar Diyarında'
Bu, kısmen aynı ekolojik niş içerisinde avlanan veya reka­ adlı eserindeki, aynı yerde kalabilmek için devamlı koş­
bet eden diğer türler tarafından oluşturulur. İnsanların mak zorunda olan karakterinden esinlenilerek Kızıl Krali­
birçok türü, yok edinceye kadar avlamak veya ortamlarını çe etkisi olarak tanımlanmıştır.
tahrip ederek yer değiştirmelerine neden olmak yoluyla Eğer bu Kızıl Kraliçe hipotezi doğruysa, o zaman bdel-
nasıl yok ettiklerini düşününüz. Ancak herhangi bir türün loid rotifer ve New Mexico kamçıkuyruk kertenkelesi gibi
en büyük biyotik zorluğu parazit yüküdür. Bütün memeli türler eşey olmadan nasıl hayatta kalmaktadırlar? Bu
türleri, çokhücrelilerden virüslere, çok sayıda parazit ta­ türler neden asırlar önce parazitlere yenik düşmediler?
şırlar. Parazit ve konakları karmaşık ilişkilere sahiptirler İki fikir öne çıkmaktadır. İlk olarak, rotiferler yaşadıkları
(Bölüm 9'a bakınız). Parazitler konaklarından daha küçük havuzlar kurusa bile aşırı dehidratasyon yoluyla hayatta
ve daha kısa nesil süresine sahip olduğundan daha yük­ kalırlar: bu durum parazit yüklerini tamamen ortadan
sek evrimleşme potansiyeline sahiptirler. Bu durum için kaldırabilir. İkincisi, bdelloid rotiferler ve kamçıkuyruklar
genel olarak kullanılan analoji silahlanma yarışıdır. Eğer birçok genin birden fazla kopyasının bulunduğu poliplo-
bir ordunun mızrakları varsa, karşı tarafın kısa zamanda id organizmalardır. Bu kendi kendini onarım için ek kalıp
kalkanları olacaktır. Eğer bir taraf ateşli silaha sahipse di­ ve partenogenik üreme sırasında varyasyon ve mutasyon
ğer taraf ya bozguna uğrayacak ya da zırh plakalar icat için daha büyük bir potansiyel sunmaktadır.
edecektir ve tarihin de gösterdiği gibi, en sonunda ba­ Evrim teorisi (cıvık mantar ve şapkalı mantar türlerin­
listik füzeleri füze savunma sistemi takip etmektedir. Ta­ de ikiden fazla eşey olsa da) neden genellikle yalnızca iki
raflardan biri veya diğeri teknolojik bir atılım yapıncaya eşey olduğuna ve iki ayrı eşey bulunmasının neden ge­
kadar bir çeşit kararsız denge durumu oluşur. Aynı şekil­ nellikle hermafrodit üremeden daha iyi bir strateji oldu­
de, bir konak devamlı olarak parazitlerine karşı daha iyi ğuna ilişkin açıklamalar da getirmektedir. Bu konular bu
savunmalar evrimleştirmeye çalışırken parazit de tam da kitabın kapsamı dışındadır, ancak teorik çözümlemeler
bu savunmaları aşmak için devamlı uğraş verir. organizmadan ziyade genin evrimin replikasyon birimi
Memeliler parazitlere karşı birbiri ile ilişkili iki temel olarak görülmesinden türetilmiştir. Bir organizma içinde
savunmaya sahiptir: immün sistem ve genetik değişim. yer alan genler hayatta kalmak için birbirleriyle işbirliği
Eşeysel rekombinasyonlar tek bir nesilde, örneğin doku içinde olmalıdırlar, fakat kuraldışı olarak adlandırılan ve
ÜREME STRATEJİLERİ 155

parçası oldukları organizmaya zarar verebilen bazı genler iken, erkek ZZ'dir. Gen dozajı dengesi, erkeklerdeki ikinci
bulunmaktadır. İki eşey içeren eşeyli üreme, bu etkilerin Z kromozomu işlevsel olduğu için, belirli lokuslar yüksek
üstesinden gelebilmek için bir temel sağlar. metilasyonla kapatılmış olsa da tam değildir (Bölüm 4'e
bakınız). Ancak diğer birçok taksonda eşey, kromozom
üzerinden değil, gelişim ortamı tarafından belirlenir. Bazı
7.4 Eşey belirleme sürüngenlerde eşey kromozomlarla belirlense de, diğer­
lerinde eşey belirlenmesi sadece yumurtanın inkübasyon
Memelilerde eşey (sosyal olarak oluşturulan eşeyin aksi­ sıcaklığı tarafından belirlenir. Durumu daha da karmaşık
ne), iki homolog eşey kromozomunun (X) dişiyi, iki farklı hale getirmek için, bazı türlerde daha sıcak yumurtalar
eşey kromozomunun (X ve Y) ise erkeği tanımladığı, kro- erkek olurken bazı türlerde dişi olur.
mozomal yolla belirlenir. Plasentalı (yani keseli olmayan) Bu farklı sistemler arasında, testis ve erkek eşey organ­
memelilerde, X eksprese edilen birçok gen taşıyan büyük larının farklılaşma süreçleri ve Müller kanalı kökenli yapı­
bir kromozom iken, Y çoğu üreme ile ilişkili çok az ekspre­ ların baskılanması benzer genetik basamaklar gerektirir.
se edilen gen taşıyan bir kromozomdur. Dişilerde ikinci X Değişken olan bu basamakların aktivasyon sürecidir. Me­
kromozomu, kromozom düzeyindeki epigenetik baskıla­ melilerde Y kromozomu üzerinde bir lokus olan 5/ÎY’nin
manın bir şekli sonucu tamamen işlevsiz hale getirilir. Bu ekspresyonuyla başlatılır. Ancak dikenli sıçanlar gibi bir­
olgu dişi ve erkeklerde eşit gen dozunu sürdürmek amacı kaç memelide işlevsel bir SRY lokusu yoktur. Bu türlerde
ile evrimleşmiştir. Ancak, ikinci X kromozomundaki bazı testis farklılaşmasını tetikleyen alternatif mekanizmanın
genler, iki alelli olarak eksprese edilirler ve ayrıca Y kro­ ne olduğu bilinmemektedir. Sıcaklığa bağlı eşeysel fark­
mozomunun yalancı otozomal bölgesinde de bulunmuş­ lılaşmada, sıcaklık genital sırtta bulunan DMRT1 gibi go­
lardır. Bu durum yalnızca tek bir eşey kromozomu taşıyan nad faklılaşmasını düzenleyen genlerin ekspresyonunu
(45 XO) ve iki-alelik olmaktan ziyade tek-alelik ekspresyon etkiler. Eşeyin kromozomal olarak belirlendiği kuşlar ve
olması yüzünden çok sayıda ilişkili bedensel bozukluk bazı sürüngenlerde, erkek embriyolarda DMRT1 yüksek
özelliği taşıyan Turner sendromlu kız çocuklarında gös­ dozda eksprese edilir. DMRTTin SAYYıin alt takımı olma­
terilmiştir. sı ve memeli testis belirlenmesinde rol oynaması, eşeyin
Genellikle X ve Y kromozomlarının aynı atasal kro­ belirlenmesi sürecinde çok büyük evrimsel uzaklıklar ara­
mozom çiftinden evrimleştiğine, ancak erkek eşey hüc­ sında kapsamlı paralellikler önermektedir.
relerinde meydana gelen mayoz bölünme sırasında Y
kromozomu ile X kromozomu arasında rekombinasyon
gerçekleşmemesi gibi nedenlerle iki kromozomun ka­ 7.5 Üreme stratejileri
demeli olarak farklılaştığı düşünülür. Bu durum yalnızca
küçük bir yalancı-otozomal bölgesi X kromozomu ile ho- Birçok balık, sürüngen ve amfibi gibi türler çok sayıda
moloji gösteren, geriye kalan lokusları ya sadece X veya yavru üretirler ve genellikle ebeveynler onların bakımları­
Y kromozomu üzerinde bulunan, bir Y kromozomunun na karışmazlar; yavruların çok azı üreme yaşına kadar ha­
oluşmasına yol açmıştır. X kromozomunun tersine, Y yatta kalır. Diğer yandan balinalar ve filler gibi uç örnekler
kromozomu hiçbir zaman eşleşmez ve bu nedenle tamir çok az yavru doğururlar ve ebeveyn bakımına yapılan
edilmeyen DNA hasarları ve mutasyonlara daha açıktır. yüksek yatırım sayesinde yavruların büyük kısmı hayatta
Böylece, Y kromozomu analizi, populasyonlar arasındaki kalır. Somon gibi bazı türlerde erkek bir defa çiftleşir ve
küçük farkları gözlemlemeye izin veren yüksek değiş­ daha sonra ölür. Çok kısa ve çok uzun bir ömre sahip olan
kenlik oranı göstermesinden dolayı, erkek-hattı kalıtım türler vardır. Bu stratejilerin her birinin bu türler için ev­
ve populasyon farklılaşmasını (Bölüm 3 ve 6 'ya bakınız) rimsel bir mantığı vardır.
incelemenin bir yoludur. İnsanlaryaşam öyküsü örüntüsü yelpazesinin bir ucun­
Kuşlarda da Z ve W olarak adlandırılan eşey kromo­ dadır. Ömrümüz uzundur, çok az sayıda yavruya sahip olu­
zomu bulunur. Ancak heterokromozomal eşey (ZW) dişi ruz ve ebeveyn olarak yavru bakımı ve gelişimine büyük
156 ÜREME

yatırım yaparız. Uyum gücü yavruların yüksek oranda ha­ olanağından yararlanabilirler). Erkekler böylece baskın­
yatta kalmasını gerektirir, insanlar çok çeşitli ortamlarda lıklarını ve dolayısıyla çiftleşme hakkını korumak için dö­
başarılı bir şekilde yaşar, insanlar ömür uzunluğuna göre vüşmeye yüksek miktarda enerji harcarlar. Örneğin, kızıl
ergenliğe, yani üremenin olası olduğu yaşa çok geç ulaşır. geyiklerde dominantlığı kurmanın aracı ve enerji açısın­
Bu durum büyük bir beyin ve güvenilir güçlü bilişsel ve dan oldukça maliyetli bir organ olan boynuzun evrimini
diğer sinirsel kapasitelere sahip olmak için bir uzlaşıdır. gözlemleyebiliriz. Tavus kuşlarında (Bölüm 2'ye bakınız)
İnsanlar büyük bir beyine sahip olurken dar bir pelvik olduğu gibi, bazı türlerde dişiler birkaç erkek arasından
kanaldan doğumun mümkün olmasını sağlayan uzlaşılar seçim yapabilir. Şempanze gibi diğer türlerde dişiler tek
nedeniyle ikincil olarak yardıma muhtaç (altrisiyal) bir tür bir çiftleşme döneminde birden fazla erkekle çiftleşebilir.
olarak evrimleşmişlerdir. Yani, diğer primatlar ile karşılaş­ Gibonlar veya albatroslarda olduğu gibi tek eşli ilişki po­
tırıldığında, biz nispeten nörolojik bakımdan gelişmemiş tansiyel çatışmanın çözümünün temeli olabilir.
doğarız ve doğumdan sonra beyin gelişimi devam eder­ Birden fazla erkeğin bir dişi ile çiftleştiği türlerde, di­
ken uzunca bir süre hareket, koruma ve beslenme için ğer erkeklerin spermlerinin başarılı olma şansını azaltmak
tamamen ebeveyn bakımına bağımlı olmak zorundayız. için büyük miktarda seminal üretim yapmak avantajdır.
Sonuçta bu durum yüksek oranda ana bakımı, doğumlar Bu durum primatlar için de geçerli olup, çoklu çiftleşme­
arası uzun süre ve anaya yardımcı olmak için klan tarzı nin görüldüğü şempanze gibi türlerde ejakulat hacmi
aile yapısı gerektirir. Bu durum sosyal yapı ve iki eşey ara­ yüksektir (Kutu 7.1). Ya da diğer erkeklerin spermlerinin
sında rol paylaşımını yönetir. Bir derece spekülasyon olsa vajinaya ulaşmasını engellemek için bir tıkaç üretebilirler.
da, paleoarkeolojik kanıtlar Paleolitik dönemde doğum­ Dişiler çoklu çiftleşmelerde babayı seçmelerini sağlaya­
daki ortalama yaşam süresi beklentisinin 25 yıl olduğuna cak, sperm depolama sistemleri geliştirebilir. Bazı türler­
işaret etmektedir; bebeklik dönemini atlatan bireyler için de özellikle de omurgasızlarda, olağanüstü genital ana­
ise 35 yıldı. Gebelikte veya doğum sırasında ana ölüm tomiler bu nedenle evrimleşmiştir.
olasılığı %15 olarak düşünülmektedir. Doğumlar arası
sürenin, birkaç kalıntı toplayıcı toplumdan edinilen bilgi
temelinde, 3-4 yıl olabileceği düşünülmektedir. Öyleyse,
7.6 Eş seçimi
menarş 12 yaş civarında ortaya çıkarsa (Altbölüm 7.9.2'ye
bakınız) sıradan bir kadının ortalama olarak yaklaşık yarı­
Bir populasyonda, tüm dişilerin aynı populasyondaki tüm
sının hayatta kalabileceği beş ya da altı çocuk doğurmuş
erkeklerin ürettiği ile aynı sayıda döl vermeleri gerektiği
olması beklenebilir. Böylece seçilim baskısı bu az sayıdaki
açık ve temel bir ilkedir (bu Bateman prensibi olarak bilinir).
yavruyu besleme kapasitesini artıran karakterler lehinde
Ancak populasyon içerisinde bazı bireyler üremeye daha
olacaktır.
fazla, bazıları ise daha az katkıda bulunabilirler. Bu çiftleş­
Memelilerde üreme maliyeti bakımından erkek ve
melerin eşit olmadığı, örneğin çiftleşen dişilerin sayısının
dişi arasında temel bir fark vardır. Birçok türde, erkekler
çiftleşen erkeklerden fazla olduğu, çok-eşli (polijin) çiftleş­
çiftleşirler fakat yavrularının bakımlarına katılmak zorun­
me sistemlerinin olduğu durumlarda geçerlidir. Bu durum­
da değillerdir. Optimal uyum gücü birden fazla dişi ile
da daha fazla çiftleşen eşey, çiftleşeceği birey konusunda
çiftleşerek yakalanabilir. Ancak dişiler emzirme ve hami­
'seçici olma' hakkına sahiptir. Bu durum üreme maliyeti
lelik için yüksek yatırım yapmak zorunda olduklarından,
tarafından güçlendirilir. Üreme maliyetinin daha yüksek
uyum güçleri sahip oldukları az sayıdaki yavrunun hayat­
olduğu eşeyin, genellikle dişilerin, eş seçimi konusunda
ta kalmasıyla belirlenir. Bu eşeysel eşitsizlik için her po-
daha seçici olması beklenir. Bu durum, eğer daha değişken
pulasyonda bir dengenin yakalanması gerekir ve türler
arasında çok farklı stratejiler bulunur. Erkekler, örneğin çiftleşme şansına sahip eşey, genellikle erkek, bir eş olarak

gorillerin sosyal yapısının doğasında bulunan, birden dişinin değerinde farklılık algılarsa daha da güçlenir.

fazla dişiden oluşan bir'harem e'sahip olabilirler. Burada Memelilerde üreme maliyeti, hem gebelik hem de
baskın bir erkek hareminde çiftleştiği birkaç dişiye sahip­ emzirmeyi üstlenmek zorunda olan dişi için oldukça yük­
ken, diğer erkekler baskın erkeğin devrilmesine kadar sektir. (Tek potansiyel istisna, süt üreten Dayak meyve ya­
çiftleşmeden mahrumdurlar (ya da rakipler bir kaçamak rasaları olup erkeklerin yavruları bütünüyle besleyip bes-
EŞ SEÇİMİ 157

Kutu 7.1 Testis ve çiftleşme sistemleri

İnsansı maymunlarda vücut ve testis büyüklüğü karşılık, haremdeki dişilerin sadece baskın erkekle
arasında sabit bir ilişki yoktur. Bunun yerine testis çiftleştiği goriller bu tip bir rekabet içerisinde değil­
büyüklüğü ile gözlenen sosyal ve çiftleşme örüntü lerdir. Goril testisleri, hem mutlak hem de oransal
tipleri arasındaki bir korelasyon bulunmuştur (Şekil olarak şempanze testislerinden çok daha küçüktür.
7.2). Şempanzeler hem yetişkin dişi hem de yetişkin Çiftleşme sistemi ve testis büyüklüğü arasındaki
erkeklerin bulunduğu ve grup içerisinde çiftleşme­ bu tür ilişkiler daha çok primatlar ve hatta kuşlarda
nin seçici olmadığı birliklerde yaşarlar. Şempanzeler görülebilir. İnsanlar da, göreceli olarak monogam
büyük testislere sahiptirler. Bu özellik belkide diğer çiftleşme yapısının çiftleşme sistemi için norm oluş­
erkeklerin spermlerini saf dışı bırakma olasılığını turduğu düşündürmek üzere, küçük testislere sahip­
yükselten büyük ejakulat için evrimleşmiştir. Buna tirler.

Şekil 7.2 Testis ağırlıkları primatların çiftleşme


sistemlerini yansıtır. Sperm rekabetinin uyumda bir
faktör olduğu tahmin edilen çok erkekli bir çiftleşme
sistemine sahip türlerde testisler büyüktür (Harcourt,
A.H. et al. (1981) Nature 293,55-57 çalışmasından
alınan verilerle çizilmiştir).

lemedikleri açık değildir.) Erkek memeli için uyum gücü, Uyum gücü avantajı elde etmek için eşeyler arasındaki
yavrularının hayatta kalmasını garanti altına alabildiği bu etkileşim, araştırmacıların davranış için evrimsel açık­
sürece, maksimum sayıda dişi ile çiftleşerek artırılabilir. lamalar aradığı evrimsel psikoloji ve sosyal antropoloji
Ancak, bu garanti dişiye sadakat gerektirebilir ve bununla gibi disiplinlerin de odaklandığı, eşeye özgü çok sayıda
çoklu eşleşmenin sağladığı uyum gücü olanakları arasın­ davranışa yansımıştır. Bu ilgi çekici araştırma alanı potan­

da uzlaşı olmalıdır. Sonuçta türe ve ekolojiye bağlı olarak, siyel olarak insan davranışının daha iyi anlaşılmasına ola­
nak verse de, insan davranışını evrimsel olarak oluşmuş
monogami erkekler için en etkili uyum gücü stratejisi ola­
bir çerçeve temelinde değerlendirdiğimizde bile, doğru­
rak evrimleşebilir. Dişilerde uyum gücü, yavruların yaşa­
dan bir evrimsel kökene sahip olan davranış bileşenlerini
masına daha çok katkıda bulunacak eşi seçmek yoluyla
kültürel olarak açıklanabilenlerden ayırma kapasitemizin
maksimum hale getirilir. Bu sağlık veya gücün ya da bazı
sınırlarını bilmek ve çok dikkatli olmak zorundayız. Bu
türlerde ebeveyn bakımında anaya yardımcı olma kapa­
konu 10. Bölüm'de daha ayrıntılı olarak ele alınmıştır.
sitesinin kanıtı olarak gösterilir. Bizim ikincil olarak ortaya
Bazı örnekler açıklayıcı olanaklar sunmaktadır. Elmas
çıkmış yardıma muhtaç doğamız, uzun doğum sonrası
yüzük gibi bir hediye vermenin, kadının potansiyel yavru­
eğitim ve bakım periyodu gerektirdiği için sözü edilen
ları için yatırım yapılabileceğini bilmesini, erkeğin kendisi
son ölçüt insanlar için daha önemlidir.
ve yavrularına bakmak için yeterli kaynağı edinme yete-
158 ÜREME

Kutu 7.2 Ebeveyn yatırım stratejileri

Ebeveynlerin yavrularına yatırım yapma şekilleri, böyle bir eşey dengesizliğine ilişkin sınırlı kanıtlar
yüksek uyum gücü düzeyini garantilemek için farklı vardır. Ingiltere’de yapılan yeni bir çalışma, hamile­
stratejilerini yansıtacak şekilde çok farklıdır. Enerji lik öncesinde en yüksek enerji alan, daha önce çocuk
açısından, ana gebelikten önce başlayarak emzirme doğurmamış kadınların erkek yavru oranının en
süreci sonuna kadar yatırım yaparken babanın doğ­ yüksek olduğunu göstermektedir (Şekil 7.3).
rudan enerji yatırımı en düşük seviyededir. Ancak
her iki ebeveyn de yavrularına kaynak, koruma ve
eğitim sağlamak için önemli miktarda çaba sarf ede­
70
ceklerdir.
Evrimsel argümanın diğer bir kısmı ebeveyn-çocuk
ilişkisindeki farklılıkları açıklamaya çalışmaktadır.
Erkekler daha çok eş elde edebildiklerinden, yavru
büyütmek için fazla yatırım yapabilecek iyi durum­
daki ana yüksek üreme başarısı olan erkek yavrulara
sahipse toplam uyum gücü daha yüksek olacaktır.
Kötü durumdaki analar, kötü koşullarda dişi döllerin
üremeleri erkek döllerden daha kesin olacağından
daha fazla dişi yavruya sahip olacaklardır. Trivers-
Willard etkisi olarak bilinen bu durumu destekleyen
bazı antropolojik kanıtlar vardır. Bu durum, bazı
populasyonlarda bebek öldürme ve bazı kültürlerde
bir eşeyin ihmal edilmesi (her zaman dişiler değildir)
davranışlarının, ve yüksek sosyal sınıftaki bireylerin En düşük En yüksek
erkek çocuklara uzun süre bakması ve düşük gelirli Üç qruplu enerji edinimi
ailelerde bu durumun tam tersinin görülmesini açık­ Şekil 7.3 Hamilelik öncesinde biriktirilen enerji,
lamak için kullanılmıştır. insanlarda fetüs eşey oranlarını etkiler. Hamilelik öncesi
Birçok memelide canlı doğan yavru sayısının, ana­ yüksek enerji alan kadınların yüzde elli beşi erkek çocuk
sal koşulların fakir olduğu durumda dişi yavrular doğururken, az enerji alanların %45'i erkek doğurur
(Mathews, F. et al. (2008) Proceedings in Biological
lehine, ananın şartlarından etkilendiğine dair kanıt­
Sciences 275,1661 -1668in izniyle kullanılan veriden
lar vardır. Bazı insan populasyonlarında doğumda uyarlanmıştır).

neğine sahip olduğunun gösterilmesi ihtiyacı nedeniyle dikleri daha fazla kaynak nedeniyle daha yaşlı ya da daha
evrimleşmiş bir davranışın yankısı olduğu tartışılmaktadır. zengin erkekleri eş olarak seçebilirler. Tüm bunların bütü­
Benzer biçimde, erkeklerin hızlı araba yarışı gibi riskli dav­ nüyle spekülatif olduğunu ve böylesi yorumlamaların hi­
ranışlar üstlenmesi eğiliminin, bu sayede dişilerin en güçlü kaye anlatımının doğasını tanımladıklarını vurgulamalıyız.
erkeği yavruları için baba seçtikleri, eşeysel seçilimin bir Vücut büyüklüğündeki eşeysel dimorfizm insanların
sonucu olduğu ileri sürülmüştür. Birçok toplumda daha çok eşli sistemle evrimleştiğine kanıt olarak alınmakta­
yaşlı erkekler daha genç kadınlarla birlikte olur: bu erkeğin dır. Ancak, vücut büyüklüğünde göreceli olarak düşük
yavrularının büyüme ve erginleşmesini tamamen destek­ dereceli eşeysel dimorfizm (aşağıya bakınız) ve büyük in­
lemek üzere yeterince uzun yaşaması olası bir eşin tercih sansı maymunlar arasındaki karşılaştırmalı testis büyük­
edilmesinin sonucu mudur? Diğer yandan kadınlar biriktir­ lüğü değerlendirmeleri (Kutu 7.1'e bakınız) insanlar için
EŞ SEÇİMİ 159

eş sadakatinin aşırı çok eşlilikten daha sıklıkla bir norm Beş yaşına kadar birlikte büyütülen bireyler birbirleri­
oluşturduğunu düşündürmektedir. Ancak etnografik ve­ ne karşı çok az cinsel ilgi duyma eğilimindedirler. Benzer
riler karışıktır. Birçok kültür çok eşliliğe izin verir; ardışık sonuçlar diğer bazı türlerde de görülebilir. Bu fenomen
tek-eşlilik yaygın bir insan davranışıdır ve eş dışı çiftleşme VVestermarck etkisi olarak bilinir. Çoğu durumda böyle
nadir değildir. Eş sadakatinin yavrular için kaynak sağla­ yakın yetiştirilen bebekler akrabadır ve böylece ensest
ma konusunda açık avantajları vardır ve çok eşlilik erke­ ilişki riski azaltılmış olur. Geleneksel varsayım, bu sürecin
ğin eşleri ve yavrularını destekleyeceği yeterli kaynağının genetik varyasyon kaybı ve zararlı mutasyon birikimine
olmadığı durumda yaygın değildir. Eş sadakati ayrıca ba­ (soyiçi üreme baskısı) yol açan soylçi üreme riskini azalt­
balıktan emin olmak için eşini korumanın bir şekli olabilir: mak için evrimleştiğidir. Malezya ağaç faresi gibi birçok
neden bir erkek kendisinin olduğu kesin olmayan bir yav­ türde çiftleşme sadece uzak doku uygunluğu antijenle­
ru için kaynak harcasın ki? Ancak büyük olasılıkla bir kez rine (MHC) sahip olan hayvanlar arasında olur. Çoğu top-
daha, evrimsel elementlerden çok kültürel elementler lumların ensest ilişkiye karşı son derece karmaşık olabilen
aile ve sosyal gruplar içerisinde başarılı bir yaşamı teşvik tabuları vardır. Ancak, mirasın korunması ile ilişkili olabi­
eden tek eşliliğin önemli sürükleyicisidirler. Aksi takdirde, len ve baskın aile dışında zenginlik birikmesini önleme­
birçok kültürde var olan karmaşık tabular bu yönde bir nin bir yolu olarak özellikle de hükümdarlar için bazen
zorlamada bulunmazdı. Bu durum belki de grup içinde istisnalar yapılmaktadır. Diğer bir argüman ise, bu tabula­
yaşama başarımızla ilişkili, insan eşleşme davranışlarının rın anahtar kaynaklara ulaşmayı ve savaş riskini azaltmayı
evrimsel anahtar sürücülerinin ve böylece kültürel faktör­ sağlayan avantajları olmasından dolayı klanlar arasındaki
lerin, davranışsal normları belirlemede kritik hale geldik­ evlilik ve ittifakları özendirmiş olduğudur.
lerini göstermektedir.

Kutu 7.3 Eşcinsellik ve bekârlık

Eşcinsellik evrimsel bir bakış açısıyla nasıl açıkla­ genel olarak, insan dışındaki diğer eşeyli üreyen tür­
nabilir? Bu, politik çağırışımlar içeren bir sorudur. lerde hemcinsler arası cinsel eylem asla heterosek-
Erkek-erkeğe veya dişi-dişiye cinsel temas ya da bir­ süel eylemin yerini tutmaz.
leşme davranışı birçok türde yaygındır. Bütünüyle İnsanlarda eşcinsellik ile ilişkili genetik faktörle­
dişilerden oluşan bir tür olan New Mexico kamçı- rin varlığı ve bunların gelişimsel kökeninin biyolojik
kuyruk kertenkeleleri gibi partenogenik türlerde veya kültürel süreçler yoluyla olup olmadığına ilişkin
dahi gözlemlenmiştir. Ancak, eşeyli üreyen türlerde önemli tartışmalar olagelmiştir. Örneğin, gebelik
hemcinsler arasındaki cinsel temas, esas olarak yal­ sürecinde ananın strese maruz kalması veya yetiştir­
nızca sosyal türlerde görülür ve bir grup içerisindeki menin doğası olası faktörler olarak çeşitli biçimlerde
sosyal bağları güçlendirmenin bir yolu olarak görül­ öne sürülmüştür. Hetero- ve homoseksüeller arasın­
mektedir: tımar etmek gibi diğer sosyal bağları güç­ da hipotalamusdaki beyin hücrelerinin çekirdek bü­
lendiren davranışlardan farklı değildir. Bonobo (cüce yüklüklerinin farklılık gösterdiğine ilişkin kanıtlar
şempanze olarak da bilinir) sürüdeki sosyal bağları vardır. Ancak bunun bir nedensel ya da genetik te­
sürdürmenin bir yolu olarak, aynı eşeyler arası cin­ meli olmak zorunda değildir ve davranışın gelişimi­
sel uyarılmanın yanı sıra eşcinsel cinsel davranışı da ne paralel ikincil olarak ortaya çıkmış olabilir. Eşcin­
kullanır. Bonobolar yiyecek paylaşımı, anlaşmazlık sellikle ilgili herhangi bir genetik etki, bonobolarda
sonrası uzlaşmayı teşvik ve birliğe yeni katılan birini gözlendiği gibi sosyal davranışlar ve grup içi bağları
kaynaştırmak için farklı ve aynı eşeyler arasındaki güçlendiren davranışların seçiliminden köken almış
cinsellik davranışının her ikisini de kullanırlar. Fakat olabilir.
160 ÜREME

Ancak, gelişimsel, genetik ya da toplumsal, hangi dın yüzdesinin tamamen heteroseksüel olan kadın-
kökenli olursa olsun, cinsel tercihlerde bireysel fark­ larınkine çok benzediğini göstermektedir.
lılıklar olduğuna şüphe yoktur. Aynı şekilde, sosyal Bekârlık, baskın bir erkeğin bulunduğu çiftleşme
kabul gibi kültürel faktörlerin sergilenen aktivitenin sisteminin olduğu birçok memeli türünde ortaya çı­
derecesinin ne olacağını belirleyeceği konusunda çok kabilir. Ama bu, gönüllü veya zorunlu bekârlık değil­
az şüphe vardır. Eşcinsellik tarih boyunca, değişik dir. Sosyal baskınlık kuramamış veya hareme sahip
şekillerde farklı kültürlerde gözlemlense de, genel olmayan erkekler çiftleşmek için mücadele ederler.
olarak tam eşcinsellik göreceli olarak nadirdir. Son Onlar bunu rekabet, baskınlık veya kaçamak yoluy­
yıllarda Batılı ülkelerde eşcinselliğe karşı olan sosyal la yaparlar: bu son seçenek Rhesus makakları gibi
tutumun hızla değişmesi daha fazla insanın cinsel bazı türlerde oldukça etkili bir strateji olabilir. An­
ilişkilerdeki tercihlerini sergilemesine izin verse de cak insan toplumlan, en azından eski zamanlarda,
bu durum biyolojik bir evrimsel açıklama gerektir­ her iki eşey içinde bekârlık hayatını seçen bireyleri
mez. içerir. Bu birçok durumda dini inançlar ile ilişkilidir.
İnsanlar da dâhil olmak üzere, bugün yaşayan Diğerlerinde ise, bu durum aynı zamanda ekonomik
tüm memeli türlerinin bütün ataları tanımsal olarak zenginliği korumak ile ilgili olabilir: Ortaçağ Avrupa
en az bir kere heteroseksüel davranış içerisinde bu­ ailelerinin en genç üyeleri Kiliseye sadece dini inanç­
lunmuştur. Öyleyse, bütünüyle eşcinsel davranış için lar için değil, aynı zamanda kendi ailelerinin ekono­
bir seçilim olmuş olamaz. Ancak, üreme aktivitesi ve mik gelişimlerine katkıda bulunmak için girerler. Bu
cinsel tercih mutlaka ayırt edilmelidir; gerçekten de akraba seçilimi yoluyla bazı uyum gücü değerlerine
yapılan son çalışmalar ABD’de ana olan eşcinsel ka­ sahip olmak olarak yorumlanabilir.

7.7 İnsanlarda eşeysel farklılıklar sonra üreme için yeterli görülür ve evlendirilir. Aksine,
erkek pubertal törenler genç erkeğin eşeysel olgunluğa
Erkek ve dişiler anatomik, fizyolojik ve davranışsal olarak ulaşmasından sonra birkaç yıl eşleşemeyeceğl gelişim
farklıdırlar. Bu eşeysel dimorfik karakterler hem doğal ritüelleri veya uzun süreli dışlamayı gerektirir. Örneğin,
hem de eşeysel seçilimin sonucudur. Erkek ve dişi ara­ Masai geleneğinde yetişkin genç erkekler kabile için as­
sındaki en belirgin farklılık vücut büyüklüğü ve kas küt­ ker olurlar ve evlilik etkin cinsel ayırma ve dışlanma peri­
lesidir. İnsan erkeği puberte evresinde büyük bir büyüme yodu bitene kadar mümkün değildir. Sosyal yapımızdaki
atağı yapar ve çok daha fazla kas kütlesi geliştirir. Her ne bu farklılıkların yansımaları Batılı toplumlarda bile hala
kadar gorillerde gözlenenden daha az derecede olsa da, mevcuttur.
insan vücut büyüklüğünde gözlenen eşeysel dimorfizm Babunlarda perlneal renklenmedeki dramatik değişim
evrimsel tarihimizde yarı harem sisteminin olduğuna işa­ ile gösterilen cinsel birleşmeye hazır olmanın belirgin fi­
ret etmektedir. Bazı avcı-toplayıcı toplumlarda çiftleşme ziksel işaretlerinin tersine, insan dişisinde ovülasyon fark
hakkı büyük ölçüde belli sayıda genç kadın eşe sahip olan edilemez. Gizli ovülasyonun, diğer erkeklerin dişiye eri­
yaşlı erkeklerle sınırlıdır. Aynı şekilde bu puberte yaşı fark­ şimini engellemeyi garanti altına almak için, bir erkeğin
lılığına yansımış olabilir. neredeyse devamlı olarak dişiyle birlikte olmasını garan­
Erkekler, erken puberteye girmek kendileri için bir tilemek üzere bir strateji olarak evrimleştiği düşünülmek­
avantajı olmadığından, kadınlarla karşılaştırıldığında tedir. Bu durum ana-baba-yavru bağını güçlendirmeye
daha geç puberteye ulaşma eğilimindedirler. Gerçekten yardımcı olur ve böylece bebeğin hayatta kalmasını ga­
de, genç erkeklerin yaşlı erkeklere hemen potansiyel bir rantiler. Başka açıklamalar da ileri sürülmüştür. Eğer bir
üreme tehdidi oluşturması bir dezavantaj oluşturabilir. erkek, kadının yumurtlayabileceğini algılayabilirse baba­
Birçok toplayıcı toplumda, kadınlar puberteden hemen
MORBİDİTE VE MORTALİTEDE EŞEYSEL FARKLILIKLAR 161

lık daha kesin olabilir ve bu da ananın çıkarına olmayan Eşeysel seçilim insanların niçin vücut kıllarının çoğunu
davranışlara yol açabilir. Aslan gibi bazı türlerde erkek, kaybettiğine olası bir neden olarak öne sürülmektedir.
diğer bir erkeğin ve potansiyel eşin yavrularını öldürebi­
lir. İnsanlarda üvey babaların, biyolojik çocuklarına göre
üvey çocuklarını öldürme olasılıkları daha yüksektir. Öy­ 7.8 Morbidité ve mortalitede eşeysel
leyse, babalık konusundaki fazla kesinlik özellikle dişiler farklılıklar
için kaynakların ziyan edilmesine yol açabilir.
Dişi ve erkekler eşeysel seçilimi yansıtan bir dizi fizik­ Hemen her toplumda kadınlar erkeklerden daha uzun
sel ve davranışsal karakteristik geliştirmişlerdir. Örneğin, beklenen ömüre sahiptirler (Şekil 7.4). Gelişmiş ülkelerde
insanın dişisi büyük kalçalar ve sarkaç göğüsler evrimleş- 80 yaş üzeri insanların üçte ikisini kadınlar oluşturmak­
tirmiştir ve erkeklerin 'kum saati' şeklinde vücuda sahip tadır. Bu fark, kısmen erkeklerin dışsal ölüm nedenlerine
kadınlar lehine cinsel bir tercihe sahip oldukları görül­ daha açık olmalarından kaynaklanmaktadır. Erkeklerin
mektedir. Büyük göğüsler ve pelvisin başarılı bir doğum şiddet yüzünden ve (kadınlar bu konuda erkekleri yakala-
yapma ve sonrasında bu yavruyu besleme kapasitesi salar da) geçmişte alkol ve sigara kullanımına dayalı has­
taşımanın bir işareti olarak yorumlanmış olabileceği öne talıklardan ölme riskleri daha yüksektir. Bir nesli etkileyen
sürülmektedir. Diğer yandan vücut şeklini algılamaya etki bir savaş, komşu kabileler arasında sürekli çatışmalar ya
eden, açık biçimde önemli kültürel tabakalanmalar vardır. da şehir ortamında rakip çetelerin mücadeleleri veya iki

Erkek Kadın

Ja p o n y a
İsviçre
İzlanda
Avusturalya
Ispanya
İsveç
İtalya
Fransa
Kanada
N orveç
Yeni Z elan da
Avusturya
İrlanda
Hollanda
Yunanistan
Lüksenburg
A lm anya
Birleşik Karallık
Finlandiya
Belçika
OECD
Kore
Portekiz
Danim arka
Şekil 7.4 Yüksek gelirli ülkelerde kadınlar
A BD
Çek C um huriyeti erkeklerden daha uzun yaşarlar. Şekil
Meksika doğumda kadın ve erkeğin ömür
Polanya uzunluğu beklentisini gösterir. OECD,
Slovakya
Organisation for Economic Co-operation
M acaristan
Türkiye and Devolopment (Health at a Glance
2007: OECD Indicator (2007), www.oecd.
65 70 75 80 85 90 org/health/healthataglance, izini ile
Yaş uyarlanmıştır).
162 ÜREME

komşunun anlaşmazlığı gibi şiddetin hayatın doğal bir rojen azalması ile menopoz sonrası riskin artmasına yol
parçası olduğu toplumlarda, genellikle kavga eden ve açan hastalık süreci gelişmektedir. Östrojen, vasküler düz
öldürülen erkektir. Pek çok hayvan türünde üreme üstün­ kasların tekrar yapılanmasını azaltan ve oksidatif stresin
lüğü için rakip erkekler arasındaki savaş, yaşamın sürekli etkilerini önleyen vasodilatasyonu arttırmak için, damar­
bir özelliğidir. Ergenlik çağından itibaren, erkeklerin risk lara östrojen a (ERa) reseptörü aracılığıyla etki eder.
içeren davranışları gösterme olasılıkları yüksek olmakla
beraber, içsel kaynaklı ölüm oranları da erkeklerde daha
yüksektir. Şekil 7.5'te görüldüğü gibi, erkeklerin doğum­ 7.9 İnsan üreme döngüsü
dan itibaren her yaşta ölme olasılıkları daha yüksektir.
Batılı bir toplumda (ABD) erkek/dişi oranı doğumdan 7.9.1 Puberte
10 yaşına kadar %105, 50 yaşında %96 ve 80 yaşında ise
Doğumdan hemen sonra, doğum öncesi eşeysel farklı­
%65'tir. Erkeklerin hastalıklara karşı neden daha savun­
laşma için gerekli eşey hormon sisteminin fetal aktivas-
masız olduklarının fizyolojik nedenleri karmaşık olup
yonu (en azından erkekte) hipotalamik mekanizmalar
insan olmayan primatlar da bu eğilimi paylaşmaktadır.
tarafından baskılanır. Bu 'gonadostatın' kesin doğası ha­
Ancak, evrimsel bir açıklama da olasıdır, insanların zayıf
len bilinmemekle birlikte, bundan sonra hipotalamus-
çokeşli bir üreme sistemi ile evrimleştiğini varsayarsak, di­
hipofiz-gonad aksı puberte evresine kadar kadar suskun
şinin uyum gücü stratejisi daha sağlıklı ve uzun bir ömre
kalır. Puberteye girişte çok iyi anlaşılmamış bir süreç olan
dayanırken erkekler uyum gücünü maksimuma çıkarmak
adrenarşta, çocukluğun orta ve geç dönemlerinde (6-8
için, nispeten geçici olabilen, bir cinsel baskınlık periyo­
yaş) başlayarak, adrenal korteks androjenlerin üretimini
duna ihtiyaç duyarlar.
dikkate değer bir şekilde arttırır. Adrenarş genellikle be­
Hastalık riski açısından eşeysel dimorfizme örnek ola­
lirsiz olsa da, her iki eşeyde erken ve hafif pubik kıl üreti­
rak kalp-damar hastalıkları verilebilir. Hipertansiyon daha
mini uyarabilir. Adrenarşın işlevi anlaşılamamıştır. Ancak,
genç erkekler ve menopoz sonrası kadınların bir özelliği­
insanlar pubertal büyüme atağına sahip olmalarıyla farklı
dir. Ne yaşam tarzı, beslenme ve egzersiz örüntüleri, ne
olup, diğer birçok primatta büyüme eşeysel olgunluk ya­
de sigara içme örüntüleri bu farkı açıklamaz. Östrojenin
şına kadar tamamlanmış olur. Sonuçta adrenarş, bir şekil­
koruyucu etkisi olduğu görülmekte olup, kadınlarda öst-
de türler arasında çalışan büyüme ve olgunlaşma üzerin­
deki farklı kontrollerin evrimsel bir yansıması olabilir.
Pubertede, gonadostat mekanizması tersine çevrilir
ve gonadotropin salınımı yeniden etkin hale getirilir. Bu
testis Leydig hücrelerinin testosteron salgılamasına ve
Sertoli hücrelerinin aktif spermatogenezi desteklemesi­
ne yol açar. Dişilerde, yumurtalık follikülleri yeniden aktif
hale gelerek östrojen ve progesteron salgılamaya başlar.
Sonunda bu, luteinleştirici hormon salgılanması üzerin­
deki östradiol geribesleme mekanizmasındaki değişiklik­
ler nedeniyle, döngüsel bir örüntüye dönüşür. Östradiol,
genellikle lüteinleştirici hormon salınımının negatif geri­
besleme kontrolcüsü olarak davranır; ancak döngünün
ortasında ovulasyon öncesi lüteinleştirici hormon artışı­
Şekil 7.5 Yüksek gelirli ülkelerde yaş ve eşeye bağlı ölüm na ve böylece ovulasyona yol açacak şekilde pozitif geri­
riski. Her yaşta erkeğin ölüm riski kadımnkinden daha besleme yapmaya başlar. Folikül gelişimi tekrar başlar ve
fazladır; eğriler arasındaki farklılığın özellikle üretkenlik genellikle her döngüde tam gelişmiş bir oositin oluştuğu
periyodu olan 15-44 yaşları arasında erkekler aleyhine ve yumurtlandığı döngü süreci kurulur.
olduğuna dikkat ediniz (veri Mortality Statistics, Series
Testosteron ve östrojen ikincil eşeysel karakterlerin
DH2 no. 32 (2006) Office for National Statistics, London'dan
alınmıştır).
gelişimini belirler. Erkeklerde bu, kasık, yüz ve koltuk altı
İNSAN ÜREME DÖNGÜSÜ 163

kıllarının gelişimine, ses kalınlaşmasına yol açan gırtlağın sel süreçler, ölüm oranının uyum gücü üzerindeki kümü­
şekil değiştirmesine ve konumunu aşağı doğru kayma­ latif risklerini azalttığı ve üreme süresini artırarak hayatta
sına, kas ve iskelet büyümesine neden olur. Penis büyür kalabilen yavru potansiyelini arttırdığı için, erken olgun­
ve skrotum spermatogenezin başlaması ile ilişkili testis laşmayı destekleyecektir. Üreme yetkinliğinin bir ananın
büyümesine uyum sağlamak için genişler. Kadınlarda yeterli işlevsel kapasitesinin oluşmasından önce oluştuğu
kasık kılı ve meme gelişimi, en belirgin ikincil eşeysel ka­ bir stratejinin uyarlanması yersiz olmalıdır. Bu yüzden me-
rakterlerdir. Her iki eşey arasında, hem kadınlarda daha narş zamanı (güvenilir bir puberte belirtecidir, erkek için
erken olan puberte yaşı, hem de pubertal süreç içerisin­ kolay bir belirteç yoktur) ulaşılan psikososyal olgunlaşma
de oluşan üreme yetkinliğine kavuşma zamanı açısından derecesinin yaşıyla ilişkili olmak zorundadır.
farklılıklar vardır. Pubertal olgunlaşma sürecinin tamamı Belli ekolojik koşullar pubertal zamanlamayı kontrol
birkaç yıl alır. Pubertenin ilk belirtisi kızlarda meme ge­ eden mekanizmaların seçilimine yol açar ve onları çevre­
lişmesi ve erkeklerde testis büyümesidir. Pubertal sürecin sel koşullarla ilişkilendirir; bu koşullar günümüz modern
tamamlanması 3-5 yıl sürer. toplumlarında gözlenenlerden oldukça farklı olabilirler.
İnsanlarda pubertenin sonuna kadar uzun kemikleri Diğer bir deyişle, puberte zamanlanmasını kontrol eden
kaynaştıran epifiz büyüme plakları ve doğrusal büyüme mekanizmalar ergenliği, çevre girdilerinin beklenen
tamamlanmaz. Erkek çocuklar pubertenin göreceli ola­ bir yelpazesine uydurmak için evrimleşmiştir. Ancak,
rak erken evrelerinde sperm üretebilir: pubertal büyüme modern toplumun oldukça yeni çevreleri, potansiyel
atağının çoğunun tamamlanmasını üreme ile ilişkili biyo­ uyumsal avantaj için evrimleşmiş mekanizmalar yoluyla
lojik kapasitenin gelişmesi izler. Diğer yandan kızlarda ilk çalışıyor olmasına rağmen, yanlış uyumsal etkilere sahip
menstruasyondan hemen sonra gelişme durur. Bu durum, olabilir. Paleolitik dönemde dişi olgunlaşmasının, 10-12
başarılı bir doğum yapabilecek kadar büyük pelvik boyut­ yaş arasında gerçekleşen menarş ile birlikte, görece genç
larına ulaşmamış kadınlar üreme de başarısız olacakları bir yaşta gözlenmesi olasıdır. Gerçekten de, ilk menstruel
için, seçilimin bir sonucu olarak yorumlanabilir. Gerçekten döngünün ortalama 12-14 yaş aralığında görüldüğü mo­
de pelvis maksimum büyüklüğe ilk menstruel döngüden dern toplayıcı gruplar vardır. Büyük insansı maymunlar
yaklaşık 4 yıl sonra ulaşır ve bu son iskelet yapısı değişimi­ 6-9 yaşlarında puberte çağına ulaşırlar. Bu maymunlar ile
dir. Yeni olgunlaşmış bir kadının başlangıçtaki döngüleri­ İnsanlar arasındaki önemli büyüme (oksolojik) farkı, ek bir
nin çoğunda olgun bir yumurtanın ovülasyonu gerçekleş­ çocukluk çağı büyüme fazından kaynaklanan, olgunlaş­
mez; aylık döngüler bir yıl ya da daha fazla bir süre kadar madaki 3-4 yıllık gecikmedir (Bölüm 5'e bakınız).
düzensiz olabilir ve üretkenlik, tam üreme yetkinliğine Puberte yaşının kontrolü açık biçimde multi-genik
ulaşılıncaya kadar, yaklaşık 1 -2 yıl kadar düşüktür. olup, ekolojik koşullara bağlı olan bu yaş ile ilişkili plastisi-
tenin açık kanıtları vardır. Birlikte büyütülmüş tek yumur­
ta ikizleri mentruasyon görme zamanında önemsiz bir
7.9.2 Pubertenin zamanlaması
farklılığa sahiplerken, tam tersine ayrı olarak büyütülen
Eşeysel olgunlaşma yaşı, bir türün başarılı yaşam öykü­ tek yumurta ikizlerindeki farklılık neredeyse çift yumurta
sünün temel bir özelliğidir. Bu nedenle zamanlamasının ikizlerindeki kadar büyüktür. Genel olarak ikizler üzerine
kontrolü, büyük olasılıkla dişinin yavrularına bakabilme çalışmalar yorumlama sorunları taşısalar da, böyle çalış­
kapasitesi ile üreme yetkinliği yaşını eşleştirmek üzere malar kalıtsal faktörler kadar önemli olan çevresel etkileri
evrimleşmiştir. Diğer taraftan bu da kabaca bir yetişkin ol­ de ortaya koymaktadırlar (ana ve kızlarının ilk menarş za­
manın fizyolojik ve psikososyal ihtiyaçları ile atasal soyhat- manları arasındaki korelasyon 0,15 ile 0,4 aralığındadır).
tımızın sosyal ekolojisini eşleştirmesini gerektirmekteydi. Populasyonlar arasında bu yaşta belirgin farklılıklar
Bu yüzden, pubertenin hem enerji durumu, hem de sos­ vardır. Olgunlaşma zamanındaki bir değişim, bir bireyin
yal koşullarla bağlantılı olması ve dışsal ölüm risklerinden uyum gücünü korumak ya da arttırmak için kendi yaşam
etkilenmesi beklenir (Bölüm 5'e bakınız). Üreme, enerji seyrini tür içerisinde düzenleyebildiği çekirdek bir me­
kullanımı açısından maliyetli olup dişi için, bu nedenle de kanizmadır. Gerçekten de, menarş yaşının o topluluktaki
dişinin önceki ve hâlen bağımlı yavruları için, önemli bir ortalama ömürle orantılı olduğuna dair modern toplayıcı
risktir. Ancak diğer her şeyin eşit olduğu durumda evrim­ toplumlardan edinilen kanıtlar vardır (Bölüm 5'e bakınız).
164 ÜREME

Yaşamın kısa olduğu bir çevrede, puberteye erken ulaş­ bebeklik dönemlerinde evlat edilen kızlarda görülen, pu-
ma uyum gücü bakımından yarar sağlar. berte yaşındaki bariz hızlanma için açıklama olabilir (Kutu
Hem erken gelişim hem de çocukluk çağında karşıla­ 7.4'e bakınız). Gerçekten de, küçük doğan hayvanların er­
şılan besinsel ve psikososyal baskılar, üreme yetkinliğinin ken üremeyi desteklemek için puberteye girmeden önce
yaşı üzerine ciddi etkilere sahiptir (Bölüm 5'e bakınız). Bu­ iştah ve metabolizma regülâsyonunda yağ biriktirecek
nunla birlikte, işaretlerin görüldüğü yaşa bağlı olarak, iliş­ şekilde değişmeler olduğunu gösteren deneysel kanıtlar
kilerde karmaşıklıklar vardır. Prenatal faktörler, elverişsiz vardır. Aynı zamanda insanlara ait veriler de küçük do­
doğum sonrası koşulları öngörerek, tüm yaşam öyküsü ğanların normal büyüklükte doğanlara oranla çocukluk
stratejisini değiştiren etkilerle olgunlaşmayı hızlandırabi­ çağında daha fazla yağ biriktirme eğiliminde olduğunu
lir. Çocukluk çağı etkileri zıt yönde çalışma eğilimindedir: göstermektedir. Bu yüzden böylesi koşullarda metabolik
peripubertal dönemdeki çevresel koşullar yetersiz oldu­ adaptasyon hızlandırılmış eşeysel olgunlaşma stratejisini
ğunda olgunlaşmada bir gecikme, ana sağlığını riske sok- desteklemeye hizmet edebilir.
maksızın olgunlaşmayı koşullar iyileşinceye kadar ertele- Doğum sonrası etkiler doğum öncesi etkilerden ba­
yebilen uzun yaşam süresine sahip türlerde bir güvenlik ğımsız da olabilir. Çocukluk çağında az kilo almanın me­
tedbiri olabilir. Yaşam öyküsü kontrollerinin bu hiyerarşisi narş zamanında gecikmeyle, daha fazla kilo almanın ise
ilerleyen paragraflarda tartışılacaktır. Prenatal düzenle­ erken puberte ile ilişkili olduğu konusunda iyi kanıtlar var­
meler büyük olasılıkla görece basit olmak ve çevrenin dır. Gerçekten de, gonadotropin salınımını kontrol eden
durumunu daha uzun bir zaman çerçevesinde yansıtmak sistemler ile metabolik regülasyonu kontrol eden sistem­
zorundadır. Oysa çocukluk çağı etkileri o andaki enerji ler arasında bir etkileşimin olduğu konusunda giderek
kullanımı gerçekliklerine yanıt olabilir. artan sayıda kanıt vardır. Ayrıca, pubertenin hızlandığının
Küçük doğmuş veya rahim içinde ya da çocuklukta görüldüğü ciddi ailesel stres ortamlarındaki gibi, çocukluk
strese maruz kalmış dişi bireylerde menarş zamanı 18 ay çağında yaşanan psikolojik stres puberteyi etkileyebilir.
kadar ileri sarkar. Evrimsel argümanlara göre bu durum, Bu gözlemleri açıklamak için birkaç evrimsel psikososyal
zorlu bir çevrede bulunan bir bireyin vereceği uygun bir argüman geliştirilmiştir. Olumsuz ve baskıcı aile ilişkilerine
yanıt olabilir. Ömür uzunluğu ve büyümeye yatırım ile ol­ maruz kalan kızlarda bağımsız kalmak için olgunlaşmanın
gunlaşma yaşı arasında yaygın bir uzlaşı vardır. Eğer fetüs hızlandırıldığı ileri sürülmüştür. Benzer bir şekilde, baba
anadan alınan sinyalleri tehdit edici bir geleceğin işareti bulunmayan evlerdeki kızlarda da olgunlaşma hızlanır.
olarak yorumlarsa, o zaman kısa bir yaşam süresi beklen­ Tersine, sıcak ve iyi bir bakımın olduğu bir ortamda, daha
tisi durumunda gelişimsel plastisite süreçlerini kullanarak fazla yaşam yeteneği kazanma zamanı ile daha büyük bir
(Bölüm 4'e bakınız), olgunlaşmanın temposunu hızlan­ yetişkin büyüklüğüne ulaşmak için daha uzun gelişmemiş
dırmak uygun bir yanıt olacaktır. Uyum gücü tehdit edici kalmak, uyum gücünde bir avantaja yol açabilir. Gluko-
koşullarda erken olgunlaşma yoluyla korunur. Bununla kortikoidlerin salınımını etkileyen, ruhsal durumu kontrol
birlikte, düşük doğum ağırlığının menarş sürecine etkisi, eden sistemler ile gonadotropin salınımını kontrol eden
postnatal beslenmenin etkisiyle değiştirilir. Eğer çocuk sistemler arasındaki karşılıklı nöroendokrin etkileşim bu
iyi beslenirse, o zaman olgunlaşma hızlanır ve doğum sonuçlar için mekanistik bir temel sağlar.
öncesi etki tümüyle açığa çıkar. Diğer taraftan, çocuk ye­ Avrupa'da menarş yaşı 18. yüzyılın sonlarında 16-18
tersiz beslenirse, o kendi fetüsünü gebelik ve emzirme yaş aralığında iken, son iki yüzyılda dramatik bir biçim­
süresince enerji bakımından destekleyemeyecek olduğu de düşmüştür (Bölüm 5'e bakınız). Seküler eğilim olarak
için uyum gücü, menstruasyon ve üreme potansiyeli ka­ tanımlanan bu durum yakın ekolojik tarih kapsamında
zanmakla arttırılamayacağından doğum öncesi etki bas­ anlaşılabilir. Günümüzde, tarım ve yerleşik hayata geçişin
tırılabilir. Dahası, ana olma enerji bakımından bir ödün yetersiz beslenme ve hastalık riskini artırmış olduğu ka­
vermeyle sonuçlanırsa, bunun sonraki gebeliklere bir bul edilmektedir. Yerleşik hayatın gelişimi (iskelet kalıntı­
maliyeti olacağından uyum gücü azalacaktır. Bu yüzden larından ispatlandığı gibi) iskelet büyüklüğünde azalma
en erken menarş zamanı, küçük doğan ve sonrasında ço­ ve hastalıklarda artış ile ilişkilidir. Şekil 7.6 AvrupalIlar için
cuklukta görece şişman olan kızlarda görülür (Şekil 5.6'ya biyolojik olgunlaşma (menarş) ve psikososyal olgunlaşma
bakınız). Bu mülteci kamplarından yüksek sosyal sınıflara yaşı arasındaki hipotetik ilişkiyi göstermektedir. Paleolitik
İNSAN ÜREME DÖNGÜSÜ 165

Kutu 7 .4 Düşük sosyoekonomik koşullardan yüksek sosyoekonomik koşullara


kabul: güçlenmiş uyumsuzluk mu?

Gelişmekte olan ülkelerde, az ayrıcalıklı sosyoekono­ deneyimi yaşarlar. Gelişmekte olan çeşitli ülkelerden
mik koşullar altında yaşayan gebe kadın ve çocuklar Danimarka’ya kabul edilmiş çocukların erken puber-
sıklıkla yetersiz beslenirler. Bu yüzden, bu durumda teye girmeleri, DanimarkalI çocuklarla karşılaştırıl­
bulunan kızların beslenme problemi olmayan zengin dığında, 10-20 kat daha olasıdır. Ancak, aileleriyle
ülkelere evlat verilmesi bir uyumsuzluk oluşturmak­ göç eden çocuklarda artan bir risk gözlenmemiş
tadır. Bu kızlar ile böyle bir ülkeye kabul edilmeyen olup, göçün doğrudan bir etkisinin olmadığı söyle­
emsalleri arasında, olgunlaşma oranlarının karşılaş­ nebilir. Beslenme örüntülerinde ve büyümelerindeki
tırıldığı birçok çalışma vardır. Beklenildiği gibi, evlat hızlı değişimler erken puberteye katkı sağlayan ana
verilen kızlarda menarş önemli ölçüde erken görülür. faktörler olarak görünmektedir. Ek olarak, birçok
Örneğin, İsveç ailelerine kabul edilen Hintli kızlar evlatlığın köken aldıkları ülkelerde yaşadıkları yük­
İsveç kızlarından ortalama 1,4 yaş ve Hindistan’da sek düzeyli psikososyal stresin de ayrıca rol oyna­
yaşayan kızlardan ise ortalama 2,5 yaş erken menarş ması olasıdır.

20

> Yanlış
eşleşm e

l/Vı

ıo -

Endüstri Sosyal Şekil 7.6 AvrupalIlar için biyolojik


Tarım karmaşıklık
devrimi olgunlaşma (menarş) ve psikososyal
Yerleşik ve aşırı
ve sosyal
hayat beslenme olgunlaşma yaşı arasındaki hipotetik
iyileşme

1 ilişki (Gluckman, P.O. ve Hanson, M.A.


(2006) Trends in Endocrinology and
20 000 yıl 2 000 yıl 200 yıl Günümüz Metabolism 17,7-12'den uyarlanmıştır).
önce önce önce

dönemde menarş ve psikososyal olgunlaşmanın kabaca şik hayata ve populasyonların bir araya toplanmasına yol
eş zamanlı olduğu varsayımı yapılmıştır. Bu durum büyük açan tarımın keşfini izleyen, toplumda artan karmaşıklık
olasılıkla küçük avcı-toplayıcı topluluklara dayalı Paleolitik ile uyumluydu. Diğer taraftan bu da populasyon içinde iş
toplumda fonksiyonel bir yetişkin olmak için gerekliydi. bölümlerinin farklılaşmasına ve sosyal hiyerarşilerin geliş­
Ancak, yerleşik hayata geçişle birlikte, hastalık ve yeter­ mesine neden oldu. Avrupa'da artan populasyon yoğun­
siz beslenme daha olası hal aldı ve bu yüzden ortalama luğuna paralel olarak, azalan hijyenle birlikte, menarş yaşı
menarş yaşı ötelendi. Her şeye rağmen, bu durum yerle­ daha da ötelendi. Ancak, Endüstri Devrimi ve on dokuzun-
166 ÜREME

cu yüzyılda halk sağlığındaki ilerlemelerle birlikte, puber­ enerji bakımından maliyeti döngüsel bir örüntüye sahip
té üzerindeki bu sınırlamalar ortadan kalktı ve menarş yaşı olunarak azaltılabilir.
evrimsel olarak belirlenmiş aralığına geri döndü. Bununla Bir başka teori ise menstruasyonun, sperm ile taşınmış
birlikte, toplumun karmaşıklığı artmaya devam etmekte olası zararlı patojenlerin uterustan atılmasına yardımcı
olup bîr yetişkin olarak kabul edilmenin uzun zaman aldığı olabilmesi varsayımıdır. Vücudun bağırsak ve solunum
görülmektedir. Bu tam bir psikososyal olgunlaşma olmak­ sistemi gibi diğer parçalarındakine benzer bir şekilde, çok
sızın uzamış bir biyolojik olgunlaşma dönemini kapsayan, etkin bir hücre kaynaklı (makrofaj) antikor yanıtı geliştir­
mek yerine, organı döşeyen hücre tabakasının tümünü
evrimsel olarak yeni bir yaşam evresini yaratmaktadır. Pu-
kaybetmek gereksiz biçimde maliyetli görünmektedir. Bu
berteye en erken giren gençlerin en yüksek oranda psiko­
hipotezin detayındaki fark, menstruasyonun herhangi bir
lojik bozukluğa (hatta intihar girişimine) sahip olduğuna
kalıntı spermi atmayı garanti altına almasıdır. Oysa başka
dair kanıtlar vardır ve bu olgunlaşmanın iki bileşeni arasın­
bir teori, menstruasyon döngüsü sonunda yerleşememiş
daki uyuşmazlığın bedeline işaret etmektedir.
embriyoların rahimden uzaklaştırılmasını öngörür. An­
cak, eğer bu çok önemliyse, menstruasyon neden daha
7.9.3 Neden menstruasyon? sık rastlanan bir memeli olgusu değildir?

İnsanlar ve goriller gibi bazı diğer primatlarda menstruas-


yonun neden evrimleştiği hakkında değişik alternatif te­ 7.9.4 Gebelik
oriler bulunmakla birlikte, bunlardan hiçbiri tümüyle tat­
insanda döllenmelerin tahminen %30-70'i başarılı bir şekil­
min edici olmayıp, spekülatiftirler. Menstruasyon, üreme
de rahime tutunamaz. Embriyo ovülasyondan sonraki 8-10
döngüsünün sonunda endometriyumun düzenli atılımı
gün içerisinde kendini endometriyuma bağlar ve ilk üç ay­
ile sona eren, karmaşık hormonal bir süreçtir. Günümüzde
lık dönemin sonuna doğru, dışa doğru büyüyen trofoblast-
çoğu Batılı kadın üretken yaşamları boyunca 450-500 kez
lar endometriyumu işgal etmeye başlar. Bu dönemde ute-
menstruasyon deneyimi yaşarlar. Ancak, doğum kontro­ rusa sağlanan kan miktarı artmak zorundadır, ancak aynı
lü uygulamayan ve aile büyüklüğünün genellikle dört ile zamanda ananın immün savunmanın lokal olarak askıya
sekiz arasında olduğu kültürlerde kadınlar yalnızca 100 alınmış olması da gereklidir. Ana, kendisine genetik açıdan
kez menstruasyonun deneyimi yaşarlar. Bunlara paralel yalnızca %50 benzer olan bu işgalci organizma için bir re­
şekilde, yaşam döngüsü boyunca östrojen ve progestero- aksiyon oluşturmamalıdır. Çoğu gebelik bu noktada, seçi­
na maruz kalma örüntülerinde çok büyük farklılık vardır. limin bazı formlarının işbaşında olduğu olasılığını arttıra­
Bu durumun gelişmiş toplumlardaki kadınlarda rastlanan cak şekilde, düşükle sonuçlanır. Ananın beslenmesi, vücut
üreme sistemi kanserlerinin sıklığını kısmen açıklayabile­ kompozisyonu ve büyük olasılıkla stres ve fiziksel egzersiz
ceği düşünülmektedir (Bölüm 11'e bakınız). düzeyi gibi faktörlerin yavrularının fenotipini etkileyebildi­
Menstruasyonun bir nedeni insanlarda ovülasyonun ği konusunda şimdi sahip olduğumuz bilgilerle birleştiril­
dönemsel olmayan doğası ile ilişkili olabilir. Gün uzunlu­ diğinde (Bölüm 8 'e bakınız), bazı süreçlerin yalnızca ananın
ğunda belirgin bir mevsimsellik olmayan tropik bölgeler­ ortamında hayatta kalma ve üreme olasılığı bulunan emb­
de evrimleşmiş olduklarından, insanlar tüm yıl boyunca riyoları seçmek üzere çalışıyor olması mümkün müdür? Ya
gebe kalabilir. Bunun tersine özellikle yüksek enlemlerde
da ana, babanın genotipinin çok uygun olmayan bazı yön­
evrimleşen çoğu memeli, yavrularının bahar mevsiminde
lerini saptamakta mıdır? Bunlar yanıtsız sorulardır.
doğmasına ve elverişli iklimsel koşullarda büyütülmesine
Eşeyin kromozomal olarak belirlendiği memelilerde,
izin veren bir mevsimsel üreme örüntüsüne sahiptir. Bu
erkek ve dişi yavru oranı 50:50 olarak beklenebilir. Ancak
yüzden insanların dişi bireyleri, gün uzunluğundan etki­
insanlarda, erkeklere dişilerden daha fazla (%105) gebe
lenen prolaktin salgılanmasının yıllık örüntüsünde mev-
kalınmakta olup, bu oran bazı türlerde daha da çarpıktır;
simselliğin bir yansıması olmasına rağmen, yıl boyunca
bununla birlikte, her tür için bir denge mevcuttur. Açıkla­
yumurtlamak için evrimleşmişlerdir. Bu sayede insanlar,
ma herhangi bir türde eşey oranının, iki eşeyin her birine
mevsimsel üreyenlerin tersine, endometriyumlarını yıl
ebeveyn tarafından yapılan yatırım oranıyla ilişkili olması
boyunca tekrarlı olarak alıcı durumda tutarlar. İmplantas-
gerektiğini ileri süren eşey oranı teorisini formüle eden
yon için endometriyumu alıcı bir durumunda tutmanın
ünlü biyoistatistikçi Ronald Fisher tarafından sağlanmıştır.
İNSAN ÜREMEDONGUSU 167

Fisher teorisi dengede olan bir populasyona uygulan­ mı yoktur. Oysa Tilapia gibi bazı türlerde ise ebeveynler
sa da, grupların geçici olarak yavrularının eşey oranını yavrularına bekçilik ederler. Bazı amfibiler, balıklar (ör­
değiştirerek avantaj kazanabildiği koşullar vardır. Trivers neğin çekiçbaşlı köpek balığı) ve bazı sürüngenlerde,
ve VViliard bunun nedenini açıklayan bir hipotez formü­ yumurtanın ebeveynin içinde inkübe edildiği ve yavru­
le ettiler. Ebeveyn yatırımının, yapılan yatırıma görece ların canlı olarak doğduğu viviparité durumu görülür.
yüksek üretkenlik ile karşılık veren eşey yönünde tercih­ Bazılarında ise erkekler bir kesede (örneğin denizatı) ya
li olarak yönlendirildiğini savundular. Bu hipotez, birçok da ağızlarında (örneğin deniz yayın balığı) yumurtaları
memelide yavru eşey oranının çevresel koşullara bağlı inkübe ederler. Ancak, bu olgularda embriyo gelişiminin
yavrulama ile değiştirilebildiği gözlemleriyle desteklen­ besin desteği ebeveynden bağımsız olup yumurta kesesi
miştir. Beslenmenin yetersiz olduğu koşullarda, birçok tür tek besin kaynağıdır. Kuşlarda yuva yapma, inkübasyon
yavru eşey oranını daha fazla dişi birey üretmek yönünde, ve kuluçka sonrası davranışlar çok özenli şekilde gelişmiş
iyi koşullarda ise bu oranı daha fazla erkek yavru yönünde olup, göçebe albatros ve imparator penguen gibi bazı
değiştirirler. Bazı türlerde eşey oranının gebe kalma sıra­ türlerde ebeveyne ait sorumluluk düzeyi antropometrik
sında ananın beslenmesinin değişmesinden etkilenebil- açıdan bakıldığı zaman olağandışı görünmektedir.
diğine ilişkin, hayvanat bahçelerinden sağlanan bazı ka­ Gelişen embriyoya besin desteğinin ana tarafından
nıtlar bulunmaktadır. Bunun evrimsel mantığı, erkeklerin sağlandığı ilkel plasenta birden fazla kez evrimleşmiştir.
dişilerden daha fazla döl üretebilme potansiyeline sahip Örneğin, canlı doğuran bazı balıklar (Poeciliidae gibi)
olmaları olabilir. Bu nedenle iyi koşullarda, erkek yavrular, ve Avustralya şeritli kertenkelesi gibi bazı kertenkeleler­
çok sayıda canlı döl üretmede başarılı olması olası sağ­ de plasental yapılar bulunmuştur. Keselilerin plasentası,
lıklı bireyler olarak büyüyecekler ve ebeveynlerinin top­ yalnızca sınırlı ve geçici destek sağlar ve fetüs büyük öl­
lam uyum gücü artmış olacaktır. Fakat yetersiz koşullarda çüde olgunlaşmamış bir safhada doğar. Ancak plasentalı
çoğu erkek yavrunun zayıf ve azalan bir çiftleşme şansına memeliler yavrularına bakıp büyütmek için özel bir yol
sahip olmaları olasıdır, ancak dişi yavruların hala çiftleş­ geliştirmişlerdir. Yumurta kesesi erken gebelik dönemin­
meleri olası olacaktır, öyleyse, uyum gücünün yetersiz ko­ de besin kaynağı olarak işlev görür. Ancak daha sonra
şullar altında daha fazla dişi yavru ile daha iyi korunması embriyo ve fetüs özelleşmiş ve metabolik açıdan aktif bir
olasıdır. Buna ilişkin fizyolojik mekanizmalar bilinmemek­ organ -plasenta- yoluyla anadan geçen besinlerle besle­
tedir. İyi ya da kötü koşulların beslenmeyle ilişkili olması nir. Plasenta, fetal ve anasal kan dolaşımlarını, anatomik
gerekmez; kızıl geyiklerde sosyal hiyerarşi benzer biçimde açıdan ayrı kalmalarına rağmen, işlevsel olarak yakınlaştı­
bir etkiye sahip olup, yüksek sosyal sınıf daha fazla erkek rır. Plasenta aynı zamanda, utérus genellikle gelişimin her
yavru oluşumuna yol açar. İnsanlarda da benzer (ancak safhasında yalnızca bir embriyo içermesini sağlayacak şe­
zayıf) etkiyi destekleyen sınırlı veriler vardır (Kutu 7.2'ye kilde, ananın ovulasyonunu baskılamak için korpus lute-
bakınız). Kültürel Devrim süresince Çin'de görülene ben­ umla birlikte rol alır. Aksi takdirde, utérus doğumda ikinci
zer biçimdeki kıtlık koşullarında, eşey oranında dişi yavru bir olgunlaşmamış fetüsü atmak zorunda kalacaktır ve bu
yönünde değişimler bildirilmiştir. Ayrıca, yüksek sosyal enerji israfıdır, insanlarda plasenta, erken doğumu ön­
sınıfa ait insanlarda da daha fazla erkek yavru üretmek lemek için utérus kaslarının pasif kalmasını sürdürmede
yönünde bir eğilim olduğu ileri sürülmektedir. anahtar bir hormon olan progesteronun üretimi için esas
bölgedir. Diğer türlerde ise progesteron fetüs eşey bezi,
böbrek üstü bezi ya da ana korpus luteum tarafından de­
7.9.5 Plasenta
ğişik şekillerde üretilir. Progesteron salgılanmasının kesil­
Farklı taksonlar gebe kalma anından olgunlaşıncaya ka­ mesi doğumun indüklenmesinin yaygın bir özelliğidir.
dar yavruları için çok farklı bakım stratejileri benimsemiş­ Plasentanın birincil fonksiyonlarının tümü bütün me­
lerdir. Böceklerde ebeveyn yatırımı, sadece yumurta bı­ melilerde benzer olmasına rağmen, anatomisinin ayrıntıla­
rakılan yerin seçimi olabilir. Örneğin parazit yaban arıları rı büyük ölçüde farklıdır. Koyun ve sığırlarda, gebe olmayan
yumurtalarını konaklarının iyi bir besin kaynağı sağlayan uterusta bile ayırt edilebilen, belirgin plasentomlar ve ka-
larvalarına bırakırlar. Birçok balık türünde, bir kez yumur­ ronküller (plasentanın gelişeceği kısımlar) vardır: örneğin
talar bırakılıp döllendikten sonra özel bir ebeveyn yatırı­ koyunda genellikle bunlardan 100 tane kadar bulunabilir.
168 ÜREME

Atlar ve develer endometrlyal hücre tabakasının çok daha az olgunlaşmış embriyolar doğururlar. Doğumda akciğer­
geniş bir alanı üzerinde gelişen ve çok daha küçük yapı­ ler henüz olgunlaşmamış olduğundan valabi (bir kangu­
lar olan mlkrokotiledonlara sahiplerdir. Bu türlerde ana ru türü) oksijen değişimini deri yoluyla gerçekleştirmek
ve fetüs kanı arasında beş hücre tabakası vardır. Besinler, zorundadır. Yavru kanguru doğar doğmaz ananın uteru-
hormonlar ve gazlar bu tabakalardan difüzyonla ya da ak­ suna başka bir embriyo yerleştirmesi olasıdır. Gerçekten
tif veya kolaylaştırılmış taşınmayla geçmek zorundadırlar. de ana uterusunda gömülmemiş olan birkaç döllenmiş
İnsanlarda plasenta çok büyük olmasına ve uterusa kan embriyo taşıyabilir, bu durum üreme diyapozu olarak bili­
sağlayan kolları alan kotiledonlara bölünmesine rağmen, nir. Üreme diyapozu aynı zamanda iklimsel koşullarla do­
bunlar tek bir noktadan oluşur. İnsan plasentası anasal kan ğumu eşleştirmek ve böylelikle yavrularının bahar mev­
boşluğu içerisinde büyüyen ve besin ve gaz değişiminin siminde doğmasını sağlamak isteyen, kahverengi ayılar
bu yolla gerçekleştiği fetüs kökenli vilüslerden dolayı he- gibi mevsimsel üreyen memelilerde de kullanılır. İnsanlar
mokoriyal olarak ifade edilir. Besinlerin geçmek zorunda doğumun mevsimselliğinin konu olmadığı tropikallerde
olduğu mikrovilüs membranı ve kılcal endotelyum olmak evrimleşmişlerdir. Plasentalı memeliler, fetüsü görece
üzere yalnızca iki hücre tabakası bulunmaktadır. Trofoblas- daha fazla olgunlaşma derecesine sahip olması için des­
tın işgali ve uterus kan damarlarının erozyonu sonrasında, tekleyen bir plasentaya sahiplerdir. Bununla birlikte, fare
plasentaya ait mikrovilüsler, vilüsler arası boşluklara doğ­ ve kedi gibi bazı türler motor, termoregülatör, duyusal ve
rudan açılan sinüzoitler kanalıyla anasal kanla yıkanırlar. diğer kapasiteleri gelişinceye kadar bakım için tamamen
Ananın pulsatil arteriyel kanı bir ağacın üzerine düşen anaya bağımlı olan çok az olgunlaşmış yavru (bağımlı tür­
yağmura benzer şekilde bu alanlardaki vilüsler üzerine ler olarak tanımlanır) doğururlar. Kobay gibi diğer daha
püskürtür. Açıkçası, etkili bir takas işlemi sağlayan bu sü­ erken olgunlaşan türler doğumdan sonra analarından
reç, aynı zamanda riski de arttırabilir: eğer anasal damar esas itibariyle bağımsız olabilir. Primatlar nörolojik açıdan
sistemi yeteri kadar aşınmazsa, o zaman gebelik ilerledikçe olgun statüde doğan yavruları nedeniyle, genellikle uzun
ana dolaşımında artan kardiyak debi ve kan hacmi hiper­ gebelik dönemine sahiplerdir. İnsanlar, görece büyük bir
tansiyon ve pre-eklampsiye yol açacaktır. başın pelvis kanalından geçmesine izin vermek için, ge­
Memeli plasenta oluşumundaki çeşitlilik spektrumunun beliği görece erken sonlandırma ihtiyacından dolayı, ikin­
nedeni tartışılmaktadır. Geleneksel görüş ana ve fetüs kanı cil derecede geç olgunlaşan bir statüye gerilemiş olmaları
arasında daha büyük bariyerli sığ plasentaların evrimsel sü­ bakımından diğer primat türlerinden farklıdırlar. Bunun
reçte daha önce oluştuğu; fetüs ve ana kanını yakın temas işaretleri Altbölüm 6.3.7'de tartışılmıştır.
haline getiren derin invaziv ve aşınmış insan plasentasının
daha sonra evrimleştiği şeklindedir. Ancak resim çok daha
7.9.6 Ana-fetüs etkileşimleri
karmaşık olabilir, implantasyon sonrası gelişimin başlangıç
aşamasında tüm memeli plasentalarında genlerin ekspres- Gelecek nesli destekleme stratejisinin bir parçası olarak
yon örüntülerinde dikkate değer ortaklıklar varsa da, ge­ gelişmiş bir plasentaya sahip olmanın önemli sonuçları
beliğin geç dönemlerinde gen ekspresyonunda türe özgü, vardır. Ana genetik açıdan kendisiyle aynı olmayan ve
örüntüler ortaya çıkar. Örneğin, gebeliğin ileri dönemle­ gelişen bir organizmaya konaklık yaptığı için, aralarında
rinde insan ve diğer primatların plasentaya ait gen ifade immünolojik bir uyuşmazlık vardır. Ana ve fetüs arasında
örüntülerinde önemli farklılıklar vardır. Bu durum gelişimin yüksek orandaki madde alış verişi, gebeliğin son döne­
ortak bir erken fazından sonra, beslenme ekolojisi, ana vü­ minde fetüsten anaya kan hücreleri gibi antijenlerin ve
cut kompozisyonu, fetüslerin ortalama sayısı ve türün ge­ anadan fetüse IgG antikorlarının geçişine yol açar. So­
belik süresinin uzunluğu gibi diğer faktörlerle ilişkisi olacak nuç olarak, fetal DNA ana kanında belirlenebileceği için
şekilde, belirli plasental örüntüye yol açan farklılaşmaların doğum öncesi tanıda kullanılabilir. Bu koşullar altında,
olduğuna işaret etmektedir. etkin bir immünolojik bariyer olarak plasentanın sınırla-
Türler arasında doğumdaki olgunlaşma derecesi kadar yıcılıkları gösterilebilir. Rhesus (Rh) uyuşmazlığı iyi bir ör­
gebelik süresi bakımından da çok büyük bir çeşitlilik var­ nek oluşturur. Rh kan grubu antijenleri aşırı polimorfizm
dır. Keseli memeliler, yavrular doğum sonrası olgunlaşma­ sergileyen hücre-yüzey antijenleridir ve sonuç olarak ana
larının çoğunu kese içerisinde gerçekleştirdikleri için çok ile fetüs arasında antijenik farklılıklar ortaya çıkabilir. Rh
İNSAN ÜREME DÖNGÜSÜ 169

Kutu 7.5 Gebelikte sabah bulantısı: koruyucu mekanizma mı veya


tepkisel sonuç mu?

Gebelikte sabah bulantısı gebe kadınların yaklaşık Gerçekten de, 56 çalışmanın kültürler arası meta-
üçte ikisi tarafından yaşanmaktadır. Yaygın doğasına analizi çok farklı kültürlerde bu besinlerin fazla ali­
ve yarattığı bıktırıcı sıkıntıya rağmen, ortaya çıkış mim ve sabah bulantısı arasındaki korelasyonu doğ­
nedenleri hala spekülatiftir. rulamıştır. Kültürler arasında sabah bulantısının gö­
Gebelikte sabah bulantısının temeline ilişkin rülme sıklığındaki değişkenliğin, besin alınmamdaki
önemli bir teori, gebe kadınların potansiyel zararlı kültürel farklılıklardan kaynaklanabileceği savunul­
besinleri dışarı atmasını sağlamak için bir mekaniz­ muştur. Bu teori aynı zamanda sabah bulantısının,
ma olarak evrimleştiği varsayılan ‘korunma’ hipote­ embriyo organ gelişiminin ksenobiyotiklere karşı çok
zidir. Bu negatif pekiştirme böylelikle gelecekte bu savunmasız olduğu dönem olan gebeliğin ilk yarısı
tür besinlerden kaçınmaya yol açacaktır. Böylece, süresince ortaya çıkma eğilimi ile de uyumludur.
fetüs kendi gelişimine zarar verebilecek olan mad­ Alternatif bir teori yan ürün’ hipotezidir. Bu
delerden korunur. Bu bakış açısı, Margie Profet’in hipotez gebelikte sabah bulantısının hormon kay­
birkaç nedensel faktörü belirttiği iki popüler kitabı­ naklı ya da fetüsten alman immünolojik sinyallerin
nın yayınlandığı 1990’larda oldukça ilgi çekti. Bunlar yan etkisi olduğunu ileri sürer. Bu sinyaller fetüsün
böcek saldırılarım etkisizleştirmek için doğal olarak sağlıklı, yaşayabilir olduğunu ve dolayısıyla gebeli­
üretilen toksinleri yüksek düzeyde kapsadığı düşü­ ğin sürdürülmeye değer olduğunu gösteriyor olabi­
nülen brokoli, kabak ve Brüksel lahanası gibi tadı acı lirler. Sabah bulantısına sahip analarda (çoğunlukla
ve yakıcı sebzeleri, yanık aromalı besinleri (mutaje- kromozom anomalilerinden ya da düşük kalitede
nik bileşiklerin varlığını düşündüren) ve kokuşmuş embriyolardan kaynaklı) spontane düşüklerin daha
besinleri (bakterilerin varlığına işaret eden) içermek­ az görülmesinin gözlenmesi hipotezi destekleyici ka­
teydi. Bu teori tamamen spekülatif olup, birçok tar­ nıtlar olarak kullanılmıştır.
tışmaya neden olmuştur. Gebelikte sabah bulantısını Her iki teori tarafından da ele alınmayan sorular
tetikleyebilen ana diyetinin başka yönleri de olabilir. bulunmaktadır. Örneğin, neden bazı kadınlar diğer­
Bunlar tarihsel açıdan patojen bulundurması daha lerinden daha ciddi semptomlar gösterirler? Ve, eğer
muhtemel olan eti, alkolü ve kafeinli içecekleri içerir. varsa, uzun dönemli sonuçları nedir?

hücre-yüzey proteinlerinin fonksiyonu bilinmemekle ana kan dolaşımına ulaşırsa, o zaman Rh-negatif bir ana
birlikte, mayalarda bulunan amonyak taşıyıcılarıyla mo- fetal kan dolaşımına tekrar geçecek antikorlar oluştura­
leküler açıdan akraba bulunmuşlardır. Rh antijeninin cak ve bu da fetal hemolitik anemiye yol açacaktır. Bu
gen duplikasyonuyla oluşan ve 1 . kromozomun kısa kolu aynı zamanda Rhesus izoimmünizasyon hastalığı olarak
üzerinde birbirlerine komşu olarak bulunan iki ana sınıfı da bilinir. Bu durum, ana sonraki gebeliklerinde yeniden
vardır. Bir bölge D antijen olarak adlandırılan kısmı kodlar Rh-pozitif fetüse hamile kaldığı zaman, daha fazla antikor
ve rekombinasyon, delesyon ve polimorfik mutasyonlar üretimine, hidrops fetalise ve fetüs ölümüne yol açacak
dâhil moleküler evrimsel olgulara bağlı olarak fonksiyo­ şekilde, daha da kötü sonuçlara neden olabilecektir.
nel açıdan işlevsiz olabilir (Rh negatif olarak tanımlanır). Pre-eklampsi kadınlarda gebeliğin yirminci haftası
Populasyondaki bu alellerin dağılımında olağanüstü bir civarlarında yüksek kan basıncı, proteinüri ve ödem ge­
etnik farklılık vardır. Eğer Rh-pozitif fetüs kan hücreleri lişmesiyle kendini gösteren yaygın bir gebelik bozuklu-
170 ÜREME

ğudur. Bu bozukluk ciddi anasal böbrek hastalığına ve 7.9.7 Fetüs büyümesinin düzenlenmesi
nöbete yol açan ciddi hipertansiyon gibi yaşamı tehdit
Tek yavru doğuran türlerde fetüs, benzer büyüklükte çok
eden bir sendrom olarak bilinen eklampsiye ilerleyebilir.
yavru doğuran türlerle karşılaştırıldıklarında, genellikle
Ek olarak, fetüste önemli büyüme gerilemesi ve rahimde
görece büyük bir vücut boyutuna ulaşır. Gerçekten de, in­
ölüm gelişebilir. Nedeni bilinmemekle beraber ana İle fe-
sanlarda çoklu gebeliklerin ortalama doğum büyüklüğü
tüs arasındaki immünolojik farklılıklarla ilişkili olduğuna tekli gebeliklerinkinden daha küçüktür. Bu durum fetüs
inanılmaktadır. Pre-eklampside spiral arterlerin yetersiz gelişim potansiyelinde sınırlamalar olduğunu düşündü­
aşınması ve vasküler dirençte düşüş eksikliğine yol açan, rür. Bu sınırlamalar uterus-plasenta biriminin fetüse besin
uterus damar sisteminin düzensiz trofoblastik istilası göz­ sağlama kapasitesiyle tanımlanmakta olup buna temel
lenir. Sonuç olarak, plasentaya kan akışı fetüs açısından oluşturan süreçler genellikle anasal sınırlamalar olarak
ölümcül olabilen, gecikmiş fetüs gelişimine yol açacak ifade edilir. Anasal sınırlama fetüs büyümesinin yalnızca
şekilde zora girer. Pre-eklampsi gebeliklerin %5-10'unu genetik etmenler tarafından belirlenmediğine işaret et­
etkilemekte olup sadece insana özgü bir sendrom ola­ mektedir. Gerçekten de, insanlarda doğum büyüklüğü
rak görünmektedir. Açıkça dezavantajlı bir sendrom ol­ korelasyonlarına dayalı hesaplamalar, fetüs büyüklüğü
masına rağmen, böylesi yüksek bir sıklıkta ortaya çıkışı farklılığının yalnızca %40'ının genetik faktörlere, geri ka­
konusuna ancak evrimsel bir perspektif bazı ek bilgiler lanının ise uterus içi ortama bağlanabileceğine işaret et­
sağlayabilir. Pre-eklampsinin sıklığı ardışık gebeliklerin mektedir. Birinci derece akrabalar arasında doğum ağırlı­
aynı eşle olması sonucunda azalır. Eğer bir kadın eşey­ ğı üzerine bir araştırma (Tablo 7.1) aynı babayı paylaşan­
sel partnerini değiştirirse, gebelikteki pre-eklampsi riski lardan ziyade aynı anayı paylaşan yarı-kardeşler arasında
ilk gebeliğindekiyle aynı olacak şekilde tekrar artar. Risk yüksek bir korelasyon olduğunu göstermektedir. Öyleyse,
aynı zamanda yakın akrabalar arasındaki çiftleşmelerden babasal genetik faktörlerin fetüs gelişiminin düzenlen­
mesinde daha az doğrudan rol oynadığı görülmektedir.
kaynaklı gebeliklerde de yüksektir. Pre-eklampsili bir ge­
Bu durum (cinsiyet ve gelişim öyküsünden etkileniyor ol­
belikte baba olan bir erkeğin başka bir dişi ile çiftleşmesi
manın yanı sıra), anasal ve babasal büyüklükle güçlü bir
sonucunda benzer durumun gözlenme ihtimali fazla ol­
korelasyon sergileyen yetişkin vücut büyüklüğünün ter­
duğundan açıkça erkekle ilişkili bazı faktörler bulunmak­
sinedir. Fetüs büyümesi, fetal anabolik hormonlar insülin
tadır. Bu faktörler hastalığın olası immünolojik temeliyle
ve insülin benzeri büyüme faktörü 1 (IGF-1) düzeylerinde
birlikte, insanların istikrarlı ilişkilerden yavru üretimini bir
değişmelere yol açan plasenta aracılığıyla besin sağlan­
dereceye kadar destekleyen bir sürece evrimleşme olası­
ması sonucunda doğrudan düzenlenirken, doğum son­
lığını artırır.
rası büyüme büyük ölçüde büyüme hormonuyla düzen-

Tablo 7.1 Birinci derece akrabaların doğum kiloları arasındaki korelasyonun da işaret ettiği gibi, babasal
genetik faktörlerin fetüs büyümesinin düzenlenmesinde doğrudan oynadıkları rolün daha az olduğu
görülmektedir.

Örneğin tanımı Doğum kilosu korelasyonu, r (n)

A n a d a n y a rı- k a rd e ş (a rd ış ık d o ğ u m sıra sı) 0.581 (3 0 )

T a m k a rd e ş le r (d o ğ u m sıra sı a rd ışık , k u z e n o lm a y a n e b e v e y n le r ) 0 .5 2 3 (3 6 7 )

T a m k a rd e ş le r (d o ğ u m sıra sı a rd ışık , e b e v e y n le r b irin c i d e r e c e k u z e n le r) 0 .48 1 (4 4 2 )

T a m k a rd e ş le r (b ir k a rd e ş a ra y la ) 0 .4 2 5 (6 5 4 )

T a m k a rd e ş le r (iki k a rd e ş a ra y la ) 0 .3 6 3 (1 5 3 )
E b e v e y n d e n y a rı- k a rd e ş le r 0 .1 0 2 ( 1 6 8 )

B irin c i d e r e c e k u z e n le r, a n a d a n k ız k a rd e ş le r 0 .1 3 5 (5 5 4 )

B irin c i d e r e c e k u z e n le r, a n a d a n e rk e k k a rd e ş le r 0 .0 1 5 (2 8 8 )

Gluckman, PD and Hanson, MA (2005) The Fetal Matrix: Evolution, Development and Disease. Cambridge University Press,
Cambrldge'nln Iznlyle.
İNSAN ÜREME DÖNGÜSÜ 171

rü Ti Îî
Şekil 7.7 Anasal sınırlanmanın gösterilmesi. Büyük Shire atları ile küçük Shetland bodur cins atları arasındaki çaprazlamalarda,
fetüs genotiplnden çok ana büyüklüğü tayın büyüklüğünü belirler (Gluckman, PD and Hanson, MA (2005) The Fetal Matrix:
Evolution, Development and Disease. Cambridge University Press, Cambridge'nln izniyle).

lenmektedir. Büyümenin düzenlenmesinde bu farklılığın termiştir. Anasal sınırlama, anasal büyüklükle ilişkili olan
kökeninde, fetüs büyümesini babasal genetik kontrolden uterus-plasenta fonksiyonunun belirleyicilerini de kapsa­
bağımsız kılmak ve bunun yerine anasal büyüklükle ilişki­ yan tam olarak anlaşılamamış mekanizmalarla çalışmak­
li olan fetüs büyümesi ile besin varlığı arasında yakın bir tadır. Bu yüzden doğumdaki büyüklük anasal büyüklük
bağı garanti altına almak olmalıdır. Büyüme hormonu- -ve doğum kilosu- ile korelasyon gösterir, babasal bü­
bağımlı büyüme şimdiye kadar çalışılan tüm geç ve erken yüklük ya da doğum kilosu ile değil.
olgunlaşan memelilerde doğumdan sonra gelişmektedir. Bu mekanizmanın evrimsel önemi büyük bir erkeğin
Babasal faktörlere karşın anasal faktörlerin yavru feno- küçük bir dişi ile çiftleştiği durumda ne olacağını göz
tipinin gelişiminde daha büyük bir rol üstlenmesi, hayvan önünde bulundurarak gösterildi. Bu özellikle eşeysel açı­
ve bitki türlerinin geniş bir yelpazesinde işlevsel görünen dan dimorfik türlerde yaygın bir senaryo olmuş ve aynı
genel bir ilkedir. Uyumsal bir bakış açısından değerlendi­ zamanda, yüksek doğum güçlüğü riski ile ana ve fetü-
rildiği zaman, erkeğe göre dişinin yerel ortam koşulları­ sün ölümüne yol açmış olmalıdır. Buna göre memeliler,
nın işaretlerini doğru algılaması daha olasıdır. Bu durum ana hayatını riske etmeyen ancak yeni doğanın hayatta
polendeki erkek gametin rüzgarya da böcekler aracılığıy­ kalmasını maksimuma çıkarmak için, olası olduğu kadar
la uzun bir mesafeden taşınabildiği bitkiler için de doğru büyük doğdurulacak bir fetüse izin verecek şekilde anasal
olmalıdır. Aynı biçimde memelilerde gebelik ve emzirme büyüklük ile fetüs büyüklüğü arasında bir denge bulmak
süresince toplanan ortamsal işaretler koşulları, zamanın zorundadırlar. Anasal sınırlama mekanizmaları özellikle
bir anındaki sperm üretiminden daha iyi temsil edebilir. ana pelvik kanal şeklinin ek doğum güçlüğü riski oluştur­
Anasal sınırlamanın klasik bir demonstrasyonu duğu, insan gibi tek yavru doğuran türlerde önemlidir.
1930'larda Walton ve Hammond tarafından gerçekleşti­ insanın ayırt edici özelliği duyarlı bir denge yaratan çok
rilmiştir. Araştırmacılar çok küçük Shetland cinsi bodur at büyük bir beynidir. Bu yüzden bebeğin başı şempanzeler­
ile oldukça büyük Shire cinsi araba atlarını çaprazladılar de pelvik kanaldan kolay bir şekilde geçerken, insanlarda
ve doğan yavrunun büyüklüğünün ananın bir Shetland dikkate değer bir bükülme ve dönme olmaksızın nispe­
(küçük taylar doğdu) ya da Shire (büyük taylar doğdu) ten daha dar pelvisten (iki ayak üzerinde yürümenin zo­
olup olmadığına bağlı olduğunu gösterdiler. Önemli bir runlu bir sonucu; Bölüm 6.3.2'ye bakınız) geçemez (Şekil
biçimde, bu çalışma her iki ebeveynin Shetland bodur at­ 7.8). Sonuç olarak, diğer primatların tersine, baş ananın
ları olduğu Shetland fetüslerinin olağan sınırlayıcı uterus dorsal tarafına dönük şekilde doğar. Gerçektende, bunun
ortamında ulaştıklarından daha büyük bir boyuta ulaşma fetüsün doğumuna yardım etmek ve yeni doğanın hava
yeteneğine sahip olduklarını gösterdi (Şekil 7.7). Embriyo yolunu açmak için ihtiyaç duyulan, doğuma eşlik eden bir
transfer teknikleri kullanılarak gerçekleşen daha sonraki yardımcının olduğu bir kabilede yaşamaktan kaynakla­
deneyler, bu sonuçları doğrulamış ve fetüs büyümesinde nan bir uyum gücü avantajına yol açtığı savunulmuştur.
genom kaynaklı olmayan düzenlemenin önemini gös­
172 ÜREME

ler gösterir. Böylece, yüksek IGF-2 düzeyi fetüs tarafından


besin kullanımını ve fetüs büyümesini teşvik edecek, IGF-2
reseptörünün yüksek düzeyi ise etkin IGF-2 düzeylerini
azaltacak ve fetüs büyümesini engelleyecektir. İnsanlarda
IGF-2'nin, blalelik (her iki alelin) ekspresyonu Beckvvith-
VViedemann sendromu olarak bilinen, hiperinsülinemi ve
doğum sonrası hipoglisemi riskinin fazla olduğu büyük bir
fetüsle ilişkilendirilir. Bununla birlikte IGF-2 reseptörü in­
sanlarda ebeveyn damgalı değildir. Haig, fetüsün anadan
maksimum düzeyde besin almasını babanın uyum gücü
yararına, bu besinlerin fetüs tarafından alınmasının sınır­
lanmasının ise ananın yararına olduğunu ileri sürmüştü.
Diğerleri bu çatışma argümanını abartılı bir metafor olarak
görürler. Açıkçası, her iki taraf açısından da maksimum dü­
zeyde uyum gücü edinmek için, anasal ve babasal yararlar
arasındaki dengeye ulaşmak zorundadır. Ancak, anasal
IGF-2 alelinin susturulması ana tarafından kontrol edilen
aktif bir süreç olup kendi yararına karşı işleyen böylesi bir
Şekil 7.8 İnsanda doğum zordur. Şempanzelerde yavrunun susturma için evrimsel bir yol tasarlamak zordur. Bu ilişki­
başı pelvik kanaldan kolay bir şekilde geçer; ancak insanlarda leri çatışmaya dayalı olarak görmek yerine, ana ile mevcut
nispeten daha dar bir pelvis tarafından engellenir. Şekil,
ve gelecek yavruları arasındaki besinsel etkileşime aracılık
şempanze ve insanlar arasında pelvik girişinin, orta kısmının
eden bir evrimsel dengenin parçası olarak düşünmek daha
ve çıkışının bir karşılaştırmasını göstermektedir (Trevathan,
W.R. (1999) Evolutionary obstetrics. In Evolutionary Medicine, uygun olabilir (Şekil 7.9).
Trevathan, W.R., Smith, E.O., and McKenna, JJ. (eds), pp 183­
208. Oxford University Press, New York, izinle).
7.9.9 Emzirme ve doğum sonrası bakım

Tüm memeli yavruları doğumdan sonra bir süreliğine


analarına emzirme yoluyla besinsel açıdan bağımlıdırlar.
Analar bu sürede yavrularına dikkate değer ölçüde yatı­
7.9.8 Gelişimde çatışma
rım yapmak zorundadırlar. Eğer büyük kaynaklar uzun bir
"Çatışma" metaforu ana-yavru etkileşimlerinin evrimini ve gebeliğe adanmışsa, bu zaman süresince yapılan enerji
her ebeveynin göreli yatırımını değerlendirmede yoğun yatırımından vazgeçmek anlamsız olur. Ana kendisine ve
bir şekilde kullanılmıştır. Ana ve fetüsün sınırlı besin için yavrusuna yardımcı olmak için, kendi sosyal çevresine açık
rekabet ettikleri zaman çatışma yaşadığı ve bu çatışma­ biçimde daha bağımlı hale gelir. Bu hem kendisini hem de
da en azından etiketlenmiş genlerin dolaylı etkisi olduğu bebeğini korur. Bu bölümün başlarında yaşamın bu evresi­
tartışılmıştır. Genomik damgalama memeliler dışındaki ni teşvik etmek için insan davranışının evrimleştiği potan­
taksonlarda bulunmaz ve bu ilk kez plasenta gelişimi ya siyel yolları tartıştık. Kemirgenlerde baskılanmış genler ta­
da yaşam döngüsünün çatışma yaşanan başka bir nok­ rafından etkilenen ana ve yavru davranışı arasında dikkate
tası olan olan laktasyon stratejisinin parçası olarak evrim- değer karşılıklı bir etkileşimin olduğu konusunda kanıtlar
leştiğine işaret eder, ilk olarak David Haig tarafından öne bulunmaktadır. Yine çatışma teorisini savunanlar, bunun
sürülen bu argüman büyük ölçüde, farelerde IGF-2 için anasal genlerin yavru beslenmesini dizginleyebildiği,
babasal olarak eksprese edilen alelin fetüste ekspresyonu baskılanmış babasal genlerin ise beslenmeyi arttırdığı bir
ve IGF-2 reseptörü için anasal olarak eksprese edilen alelin etkileşim olduğunu tartışmışlardır. Ancak ananın açlık ko­
ise plasentada ekspresyonuna ilişkin gözlemlere dayalıdır. şullarında bile süt salgılamayı baskılamadaki başarısızlığı,
IGF-2 reseptörü bir yıkım reseptörü olarak çalışırken, IGF-2, çatışma metaforunun insan emzirme olgusu göz önünde
IGF-1 reseptörü aracılığıyla, pleiotropik ve anabolik işlev­ bulundurulduğunda uygun olmadığını önermektedir.
İNSAN ÜREME DÖNGÜSÜ 173

Şekil 7.9 Bir ana ve gelecekteki yavrusu arasındaki besinsel etkileşim. Fetüsün büyümesi- örneğin babasal olarak eksprese edilen
etiketlenmiş bir gen olan IGF-2 tarafından tetiklenir- plasenta için artan talebe işaret edebilir. IGF-2 aynı zamanda plasentanın
besin alış veriş kapasitesini de artırır. Ayrıca birkaç besin taşıyıcı gen de (S/c) etiketlenir. Anasal olarak eksprese edilen genler
(IGF-2 reseptör (IGF-2R) ve negatif bir büyüme düzenleyicisi olan siklin-bağımlı kinaz inhibitör 1c (CDKNIC) gibi genler) besin
desteği ya da talebini azaltabilir (Constancia, M. ve ark. (2004) Nature 4 3 2 ,53-57'den izinle uyarlandı.)

Ebeveynlerin yaşamları süresince çocuklarına bakmaya mineral kaybı da dahil, birçok sonucu da beraberinde ge­
devam ettikleri açıktır. Birçok kişi bunu kültürel bir bakış tirmektedir. Menopoz sadece insana özgü olduğundan
açısından insana özgü bir karakteristik olarak görür. Fakat evrimi önemli bir tartışma konusu olagelmiştir. Bir kadının
sütten kesmeden sonra yavrunun aile grubunun koruyucu doğal bir biçimde yaşamının üreme fazını sonlandırmak
çevresinde kaldığı, filler gibi diğer türler de vardır. Seçilimin için yeteri kadar uzun yaşamış olması anlamında, çok ba­
yüksek düzeylerdeki rolüne ilişkin tartışmalar için hala yer şarılı bir yaşam öyküsü stratejisinin kanıtı olarak düşünü­
olduğu halde, insanlar işbirliği yapan bir tür olarak evrim- lebilir. Birçok diğer tür yaşlandıkça üremede bir düşüş ser­
leşmişlerdir (Bölüm 2'ye bakınız). Böylesi süreçler genetik gilerken, yalnızca insanlarda ovulasyon düzenli ve süreli
açıdan yakın akraba bireyler ve grupların korunmasına olarak tümüyle sona erdirilir. Örneğin, Afrika filleri 50 ya­
yardımcı olan, ana ve aile bakımını kapsayan davranışları şından sonra üremede %50 düşüş göstermektedir, ancak
ortaya çıkaran akraba seçilimi yoluyla evrimleşmiş olabilir. sadece 20 dişiden bir tanesi yabanıl yaşamda bu süreden
Yine de bakım üzerinde sınırlamalar vardır: ilgilerin daha uzun yaşar. Aynı şekilde, dişi Rhesus maymunları
tümü yavru ve ebeveyn arasında paylaşılmaz ve bir çocuk üremede 20 yaşından sonra bir düşüş gösterir, ancak bu
büyüdükçe 'çatışmalar'açığa çıkmak zorundadır. Ergenlik ortalama yaşam süreleri kadar olduğundan üreme kapa­
süresince çocuk ve ebeveyn arasındaki ilgi çatışması çok sitelerinin tümüyle sona erdirildiği bir durumu yaşamaz­
şiddetli olabilir ve her aile ortaya çıkan tartışma türünü lar. Menopozun rapor edildiği diğer tek primat genellikle
bilir. yaşam süresinin hayvanat bahçelerinde yabanıl yaşamda
görülenden fazla olduğu gorillerdir. Bu yüzden doğal ko­
şullar altında görülmeyen, ancak hayvanat bahçelerinde
7.9.10 Menopoz
bulundukları zaman yapay olarak uzun yaşadıkları için
Menopoz ovulasyon kapasitesinin sonlanmasının biryan- ortaya çıkan ovaryum başarısızlığı yönünde kalıtımsal bir
sımasıdır ve östrojen ile progesteron salgılanmasındaki eğilim olabilir. Bu nedenle, günümüzde insan yaşam sü­
azalmalar buna eşlik eder. Bu ovaryum hormonlarının ek­ resinin, atalarımızın ilk evrimleştiği zamandan ortalama
sikliği menopoz sonrası kadın açısından deride incelme, olarak çok daha uzun olduğunu göz önünde bulundur­
vajinal salgılarda azalma ve osteoporoza yol açan kemik mak önemlidir (Bölüm 1'e bakınız).
174 ÜREME

Menopoz menstruasyonun sonlanması olarak tanım­ Menopozun evrimsel kökenine ilişkin çeşitli bakış açı­
lanırken, doğurganlık ondan çok önce azalmaya başlar. ları ve dikkate değer yorumlama zorlukları vardır. Günü­
Oositlerin aşamalı kaybı aslında doğumdan önce başlar. müzde ilk evrimleştiğimiz zamana göre çok daha uzun
İlkin yumurtalıkta oluşan milyonlarca yumurtadan çoğu yaşadığımız için açığa çıkan evrimsel bir kaza mıdır? İnsan
apoptozisle ve yalnızca birkaç yüz tanesi ovulasyonla yumurtalarının 40-50 yıldan daha fazla olmayan sınırlı bir
kaybedilir (Şekil 7.10). Menopoz basitçe ergenliğin tersi yaşam süresine sahip olmasından ve kaçınılmaz olarak
değildir, ancak gonadotropin salınımı kontrolü işlevsel eğer kadın bu süreden daha fazla yaşarsa yumurtlama
kaldığı halde ovulasyonun başarısız olmasının sonucu­ başarısızlığı ve menstruasyonun sonlanmasının ortaya
çıkması ile mi ilgilidir? Alternatif argüman ise menopo­
dur. Gerçekten de, ateş basması gibi menopoz sonrası
zun özgün bir uyumsal avantaja sahip olması nedeniyle
dönem semptomlarının bazılarına neden olan hormon
seçilimin sonucu olduğudur. Kabul edilebilmesi için bu
salınımının sürdürülmesidir.
argümanın üreme yoluyla işleyen bir avantaj göstermesi
Paleolitik dönemlerde menopozun süresi hakkında
gerekir, ancak bu sadece üremenin tamamlanmasından
yalnızca tahminde bulunabiliriz. Ancak modern avcı-
sonra görülen bir karakter için zordur. Bir uyum gücü ar­
toplayıcılar menopozu genellikle 40-45 yaş civarında gös­
gümanını genişletmek için, toplam uyum gücü şeklinde
termektedirler. Gelişmiş toplumlarda 50-55 yaşa yakındır.
düşünmek ve menopozu sergileyen kadınlar açısından
Sigara içmek gibi bazı çevresel faktörlerin menopoz za­
dolaylı avantajı araştırmak zorundayız.
manlamasını etkilediğine dair bazı kanıtlar bulunmakla Bu olasılıkların her birisini araştırmak bilgi vericidir.
birlikte, etki derecesi küçüktür. Menstruasyon yaşı gibi Uyumsal olmayan argüman şu şekilde öne sürülür: evrim
gelişimsel faktörlerin önemli bir rol oynadığı konusunda insanları, kabaca yaşam beklentisiyle uyumlu bir biçimde,
kanıt yoktur. üçüncü on yılda tamamlanan üremeye dayalı bir yaşam
öyküsü stratejisine sahip olmaya yönlendirdi. Bu yüzden
insanlar kalıtsal olarak sözgelimi maksimum 30-40 yıllık
bir yaşam süresine sahip olan yumurta evrimleştirdi. Bu
süreden daha fazla bir zaman sağlıklı yumurta bulundur­
mak enerji bakımından maliyetlidir ve yaşlı kadınların yu­
murtalarının trizomi 2 1 ve diğer mutasyon bozuklukları
ile ilişkili olması daha olasıdır. Bu yüzden yaşam öyküsü
çözümü, ortalama tüm kadınların ölünceye dek üreye­
bildikleri bir yaşam süresinden çok daha uzun olmayan
sınırlı bir yumurta ömrü için planlanmış olabilir. Ölümün
ana nedenleri travma gibi faktörler ve kadınlarda çocuk
doğurma olarak kabul edilirse, uzun yaşam için minimum
seçilim baskısı olmuş olmalıdır. Ortalama rakamlar olma­
sına karşın, bazıları (belki de önemli bir bölümü) 40 yıldan
uzun yaşamış ve menopoz deneyimi edinmiş olacaklar­
dı. Ancak evrimsel açıdan, bu menopoz sonrası kadınlar
uyum gücü avantajı sağlamazlar.
Yine de bir uyumsal köken konusunda daha fazla İlgi
uyandıran argümanlar vardır. Kuşkusuz kadınlar 35 yaş
civarlarında başlamak üzere, menopozdan çok önce do­
ğurganlıkta bir azalma sergilerler. Bu basitçe yaşlanan yu­
murtaların yukarıda belirtilen etkisini yansıtabilir, ancak
böyle bir örüntüyü evrimleştirmenin uyumsal bir avantajı
Şekil 7.10 İnsan överlerinde foliküllerin toplam sayısında olabilir. Analar yavrularının üremek üzere hayatta kalma­
yaşa bağlı değişimler (Timiras, PS. et al (eds) (1995) ları olasılığını arttırmak için onları çocukluk çağına kadar
Hormones and Aging, CRC Press, Boca Raton, FL'deki veriden büyütmeye ihtiyaç duydular. Modellemeler, eğer bir ka-
çizilmiştir).
SONUÇ: ÜREME VE EVRİM 175

din en genç çocuğunun gelişimini desteklemek amacıy­ lu dönemlerinde bir klana yardımcı olabilen bilgi birikimi
la ilerleyen zamanlarda çocuk sahibi olmayı durdurursa, yoluyla başka avantajlar da sağlayabilir. Analojik argü­
daha fazla hayatta kalabilen yavruya sahip olma olasılı­ manlar bir fil sürüsünde anaerkilliğin rolünü açıklamak
ğını arttırılabildiğini göstermektedir. Bu uyum gücünü için kullanılmıştır. Bu genel olarak insan toplumlarının,
maksimuma çıkarmak için yavaş üreyen türler açısından klanın bütünleştirici ve saygı duyulan bir parçası olarak
iyi bir strateji olabilir. Bu, ananın ölmesi durumunda yok yaşlı insanları koruyor olmasının nedenini açıklayabilir.
olabilecek son çocuğunun hayatta kalmasına karşı sonra­ Son modelleme çalışmaları, bu iki uyumsal argümanın
ki gebelik ve çocuk doğurmadan kaynaklı ölümün kümü­ kombinasyonunun daha büyük bir uyum gücü avantajı
latif ve artan riskini dengeler. Bu nedenle evrimsel açıdan sağladığını ortaya koymaktadır (Kutu 7.6). Bu yüzden fikir
bakıldığında, çocuk sahibi olmayı durdurma ve hali hazır­ birliği menopozun kazara ortaya çıkan bir fenomen ol­
da doğmuş olana yatırım yapma yararlı olabilir. maktan ziyade bir evrimleşmiş olduğu şeklindedir.
Bir ikinci, ancak diğerini dışlamayan, uyumsal argü­
man toplam uyum gücü konseptine dayanır. Çok çocuklu
bir ana çocuklarının tümüne bakabilme kapasitesi bakı­ 7.10 Sonuç: üreme ve evrim
mından sınırlanabilir. Bu yüzden, ana yaşlandığı zaman
en genç yavrusu zarar görebilir. Ancak, kadına anası ta­ Evrimsel güçlerin net etkisinin en sonunda başarılı üre­
rafından yardım edilirse ana becerilerini daha genç yaşta me yoluyla ifade edildiğini kabul edersek, hayvanlar ale­
öğrenebilir ve çocuklarının çoğu hayatta kalma olasılı­ mi içerisinde üreme stratejilerinin geniş bir çeşitliliğinin
ğına sahip olur. O halde, büyükanne kendi yavrularının olması beklenir. Bu organizmaların, içinde yaşamak için
çoğunun erişkin oluncaya kadar hayatta kalmasını garan­ evrimleştikleri biyotik ve abiyotik çevrelerin çeşitliliğinin
tileyerek, kendi uyum gücünü destekler. Bu büyükanne basit bir yansımasıdır. Üreme stratejisi değişimleri, tek
hipotezi olarak adlandırılır. Modellemeler yine bir uyum hücrelilerden çok hücrelilere geçiş gibi anahtar evrim­
gücü avantajı sunabildiğini göstermektedir. Bu hipotez sel basamakları yansıtır ya da temelini oluşturur. Yeşil
çocuk ölümlerinin analarının anası ile aynı köyde yaşayan alg türlerinde (Volvox) besin, destek ve üreme hücreleri
ailelerde daha az gözlendiği Afrika'da çocuk yaşamı üze­ biçimindeki hücresel farklılaşmanın, karmaşıklığın kö­
rine yapılan çalışmalarda ampirik olarak desteklenmiştir. keninde anahtar bir başlangıç bileşenini oluşturduğuna
Tecrübeli kadınların ve keza yaşlı erkeklerin varlığı, sorun­ dair kanıtlar vardır. Eşeysel üremenin gelişimi, organiz-

Kutu 7.6 Menopozu açıklamak için modelleme çalışmalarının kullanılması

Modelleme, karmaşık olguları araştırmak için kul­ lin bir bileşimini incelemek için geliştirildi. Çocuk
lanışlı bir yaklaşım olabilir. Bilinen değişkenlerin doğurma kaynaklı ana ölümü, çocuğun hayatta kal­
parametreleri için oluşturulmuş olan teorilerin ması, doğurganlık ve büyükanne yardımının varlığı
matematiksel ve bilgisayara dayalı analizini kapsar. gibi birçok değişken analize dahil edildi. Bu değiş­
Modelleme, değişkenler değiştiği zaman sonuç­ kenlerin çeşitli kombinasyonları sabitlenmiş ya da
ları tahmin edebilir. İnsanlarda menopozun evrimi değişen koşullar altında araştırıldı. Temel olarak, ilk
bu yolla, Tayvanlı kırsal bir populasyon üzerinde, iki modelin menopoz yaşını açıklamak için yetersiz
doğurganlık ve hayatta kalma verileri kullanılarak kaldığı gösterildi. Yalnızca büyükannenin varlığı
çalışılmıştır. en genç yavrusunu büyütmek için ananın hayatta
İnsanın geç olgunlaşmasının ve büyükanne yar­ kalmasıyla birleştirildiğinde model mevcut veriyle
dımının menopoz yaşına etkisini araştırmak ama­ uyumluydu. Gerçekten de bu teorik yaşam öyküsü
cıyla herbir faktörü ayrı ayrı incelemek için iki model modeli sonradan Gambiya’dan geniş kapsamlı bir
oluşturulurken, bir üçüncü model ise bu iki mode­ veri seti kullanımıyla ampirik olarak doğrulandı.
176 ÜREME

Şekil 7.11 Ingiltere'de ilk çocuk doğurma zamanıyla anasal yaş arasındaki seküler eğilim (Glinianaia, S.V. et al. (2008) BMC
Pregnancy Childbirth 8,39'dan uyarlanmıştır).

maların karmaşık biyotik çevrelerde hayatta kalmalarına ANAHTAR NOKTALAR


ve parazitlere karşı savunmalarını sürdürmelerine izin
veren önemli bir avantaj olarak görünmektedir. Plasenta­ • Eşeyli ürem e evrensel değildir. En fazla destek

nın oluşumu taksonlar arasında birkaç kez ortaya çıkmış bulan hipotez parazitlerin tehditlerini karşılam ak

ve laktasyon ile birlikte temel memeli üreme stratejisini üzere bir strateji olarak evrim leştiği şeklindedir.
yaratmıştır. Bu strateji dikkate değer ölçüde doğum önce­ • Türler arasında, herbir tü r ve herbir eşeyin fiziksel,
si ve sonrası anasal yatırım gerektirmekte, bu durum ise biyotik ve sosyal ortam larına bağlı olarak uyum
eşeyle ilişkili birçok etkileşim oluşturmaktadır. Memeliler­ gücünü m aksim um a çıkarm ak için evrim leşm iş
de damgalamanın evrimi plasentalı memelilerin evrimiy­ olan ürem e stratejilerinin geniş bir yelpazesi
le doğrudan bağlantılı görünmektedir. vardır.
İnsan yaşam öyküsü birçok ayırt edici elemente sahip­
• Ürem eye erkek ve dişi tarafından yapılan yatırım
tir. Bunlar arasında en azından modern dünyada olgun­
çok farklıdır. Her türde eşeyler arası yararın bir
laşmada gecikme, tek fetüs, uzun doğum aralığı, doğum
dengeye ulaşm ası için stratejiler evrim leşm iştir.
sonrası yüksek yatırım ve dişilerde yaşam süresinin son-
lanmasından önce üremede tümüyle azalma sayılabilir. Bu ebeveyn yatırım ı, eş seçim i ve sosyal yapı

Olgunluk öncesindeki hem sosyal hem de fiziksel çevre örüntülerinde yansıtılm aktadır.

puberte yaşını etkileyebilir. Gelişmiş toplumlarda bir ye­ • M emeli ürem e stratejisi, yavrularına besin desteği
tişkin olarak davranma ya da kabul edilme yaşı ile fiziksel ile im m ünite ve fiziksel korum a sağ lam ak için
olgunlaşma yaşı arasındaki değişen ilişki, ruhsal ve sosyal plasenta oluşum u ve em zirm eye dayalıdır.
sağlık açısından önemlidir. Aynı derecede, kadınların güç­
• İnsan ürem e stratejisi pu berted e gecikm e ve
lenmesi ve etkin doğum kontrolü kullanımının yaygınlaş­
yavruya yü ksek bir ebeveyn yatırım ının yapıldığı,
masıyla ilişkili dişi üreme davranışındaki hızlı değişim, ka­
birkaç tane g enellikle te k fetüslü gebeliği
dınların ilk çocuklarına sahip olmayı seçme zamanlarında
kapsam aktadır.
büyük bir değişime yol açmıştır (Şekil 7.11). Bu değişen
üreme davranışı, 35'li yaşlarda yumurtlama fonksiyonu­ • Pubertenin zam anlanm ası gelişim sel faktörlerden
nun azalmasıyla evrimleşen biyolojimizle uyuşmazlığa etkilenir. Biyolojik puberte yaşı ile bir yetişkin
düşmektedir. Beklenti ve biyoloji arasındaki bu uyum­ olarak kabul edilm e yaşı arasında potansiyel bir
suzluk in vitro dölleme gibi yardımcı üreme teknolojisileri kopukluk vardır; bu ergenlik problem lerine yansır.
yardımıyla kısmen giderilmektedir.
EK OKUMALAR 177

histories. Proceedings o f the National Academy o f Sciences


• M enopoz belirgin olarak bir insan özelliğidir ve USA 9 5 , 1336-1339.
birkaç potansiyel evrim sel açıklam ası vardır. Iyer, P. and Roughgarden, J. (2008) Gametic conflict ver­
• Vücut şekli, d avranış ve fizyolojideki eşeysel sus contact in the evolution of anisogamy. Theoretical
dim orfizm insan erkeğinin yü ksek m orbidité ve Population Biology 7 3 , 461-472.
Maynard Smith, J. and Szathmary, E. (1995) The Major
kısa yaşam süresine yansır.
Transitions in Evolution. Oxford University Press,
• Kadınların över yaşlanm asıyla ilk gebeliklerini New York.
geciktirm e şeklindeki sosyolojik eğilim leri Potts, M. and Short, R. (1999) Ever Since Adam and Eve: the
arasında gid erek büyüyen bir u yum suzluk vardır. Evolution o f Human Sexuality. Cambridge University Press,
Cambridge.
Ridley, M. (1993) The Red Queen: Sex and the Evolution o f
Human Nature. Penguin Books, London.
Roughgarden, J. (2004) Evolution's Rainbow:Diversity, Gender,
and Sexuality in Nature and People. University of California
Ekokumalar Press, Berkeley, CA.
Shanley, D.P. and Kirkwood, T.B.L. (2001) Evolution of the
Daly, M. and Wilson, M. (1983) Sex, Evolution, and Behavior, human menopause. BioEssays 2 3 , 282-287.
2nd edn. Wadsworth, Belmont. Trivers, R.L. and Willard, D.E. (1973) Natural selection of
Ellison, P.T. (2001) On Fertile Ground. Harvard University parental ability to vary the sex ratio of offspring. Science
Press, Cambridge, MA. 179,90-92.
Gluckman, P.D. and Hanson, M.A. (2006) Evolution, develop­ Van Valen, L. (1973) A new evolutionary law. Evolutionary
ment and timing of puberty. Trends in Endocrinology and Theory 1,1 -30.
Metabolism 17,7-12. Walum, H., Westberg, L., Henningsson, S. etal. (2008) Genetic
Haig, D. (2003) Genomic Imprinting and Kinship. Rutgers variation in the vasopressin receptor 1a gene (AVPR1A)
University Press, Piscataway, NJ. associates with pair bonding behavior in humans.
Hawkes, K., O'Connell, J.F., Jones, N.G. et al. (1998) Proceedings o f the National Academy o f Sciences USA 105,
Grandmothering, menopause, and the evolution of life 14153-14156.
BÖLÜM 8

Besinsel ve metabolik uyum

8.1 Giriş fazla miktarda glisemik indeksi yüksek karbonhidrat ve


yağlı besinler tüketmekte, buna karşın düşük düzeyde
Bir organizmanın ortamda var olan besine nasıl uyum fiziksel aktivitede bulunmaktadırlar. Bu durum, ilk insa­
sağladığı ve enerji tüketimini buna göre nasıl ayarladığı nın besin türü ve aktivite örüntüsü ile nasıl kıyaslanabi­
bir türün tanımlayıcı özellikleridir ve üzerinde seçilimin lir? Atalarımızın yaşamının bu yönüne ilişkin bilgilerimiz
işlediği ana konulardır. Gerçekten de Bölüm 5'de tartışıl­ sınırlı olmakla birlikte, veriler günümüz insanının meta­
dığı gibi, yaşam öyküsü teorisi, bir organizmanın büyüme bolizma, iştah ve besin seçeneklerini verimli bir şekilde
ve üreme dönemleri de dâhil, değişik yaşam evrelerinde düzenleyen evrimleşmiş kapasitesini aşan, evrimsel yeni­
sınırlı enerji kaynaklarını nasıl pay ettiğinin o tür için bi­ likleri olan bir çevrede yaşadığını düşündürmektedir.
rincil strateji olduğunu ve uyum gücünü en üst düzeye Bu bölümde, evrimin insanın metabolizmasında oluş­
ulaştırabilmesi için de ciddi bir seçilim baskısıyla karşı turduğu değişiklikler sonucunda metabolik hastalıklara
karşıya olduğunu göstermektedir, insan, değişik besin karşı nasıl duyarlı hale geldiğine ilişkin kanıtları inceleye­
kaynaklarından enerji türetebilen ve hayvanlar içinde ceğiz. Keza, bu koşulların evrimi hakkında düşünmenin
benzersiz şekilde besin toplamak ve enerji tüketimini de­ nasıl daha karmaşık etkileşimlere yoğunlaştığını da gös­
ğiştirmek için teknolojiyi kullanabilen genelci bir tür ola­ tereceğiz: sadece değişen hayat tarzımız ile kalıtılan "an­
rak evrimleşmiştir. İnsan evriminin bu özellikleri, modern tik" genomumuz arasındaki ilişkiyi değil, aynı zamanda
çevre koşullarının insan sağlığı ve hastalıkları üzerindeki yaşamın çok erken evrelerinde vücudumuzun ve meta­
etkilerinin anlaşılmasında önemlidir. bolizmamızın yakın çevreye karşı gösterdikleri potansiyel
Obezite ve buna bağlı olarak gelişen tip 2 diyabet (di­ uyumsal ayarlanmalarını da ortaya koyacağız. Metabolik
abetes mellitus) ve kalp-damar hastalıkları gibi metabolik bozuklukların küresel epidemisini tam anlamıyla anlaya­
bozukluklar, günümüzde çoğu kez "küresel epidemi" ola­ bilmek için her üç faktörün ve bu faktörlerin birbirleriyle
rak tanımlanır (Şekil 8.1). Bu epidemi, gelişmiş ülkelerde olan ilişkilerinin açıklanması gerektiğine inanıyoruz.
tamamen yerleşmiştir, gelişmekte olan ülkelerde ise gide­
rek büyük önem kazanmaktadır. Metabolik bozuklukların
görülme sıklığının gençler arasında giderek artış göster­ 8.2 Enerji depolama stratejileri
mesi, insanların yaşam süresi uzadıkça bu tür hastalıklara
yakalanma risklerinin de yaşa bağlı olarak arttığı şeklin­ Enerji rezervinin yağ şeklinde depolanması sadece aşırı
deki basit açıklamaları yalanlar niteliktedir. Bu bölümde, besin tüketiminin basit bir sonucu olmaktan çok, abdo­
günümüzde tüm dünyaya yayılan obezite ve buna bağlı menine yerleşmiş yağ cisimcikleri bulunan böceklerden,
metabolik bozuklukların değişen örüntülerini açıklamak deri-altı yağ dokusu bulunan ve kış uykusuna yatan gri
için evrimsel yaklaşımı kullanacağız. ayı gibi memeli hayvanlara kadar birçok türde görülen
Modern çağda, enerji üretimi ile tüketimi arasındaki uyum stratejilerinin ayrılmaz bir bileşenidir. Yağ depoları
denge oldukça değişmiştir. Modern şehir insanları çok

179
180 BESİNSEL VE METABOLİK UYUM

Şekil 8.1 Dünyada, günümüz ve gelecekteki tahmini diyabet sıklığı (Dünya Sağlık Örgütü verilerinden faydalanılarak
hazırlanmıştır, www.who.int/diabetes/actionnow/en/mapdiabprev.pdf)

aynı zamanda deniz memelileri gibi soğuğa uyum sağla­ gerekir. Bunlara ek olarak, genç hayvanlar büyümek için
mış türlerde de ısı yalıtımı sağlar. Yağ, vücuda alınan fazla enerjiye gereksinim duyarlar. Diyetteki en önemli enerji
enerjiyi (yani, büyüme, üreme, tamir ve fiziksel aktivite kaynağı karbonhidrat ve yağlardır, proteinler ise doku­
gibi olaylarda harcanandan arta kalan net farkı) depola­ ların büyümesi ve dönüşümü için gerekli amino asitleri
manın ana yoludur. Bu dengenin herbir yönü kontrol me­ sağlarlar. Yağ, karbonhidrat ve proteinlerden oluşan gıda
kanizmaları tarafından düzenlenir. Bunun yanı sıra, her bileşenleri temel besin maddeleri (makronütriyent) ola­
yağ deposunun aynı biyolojiye ve aynı fizyolojik öneme rak adlandırılırlar. Ek olarak memeliler vitamin (enzimatik
sahip olmadığını da bilmek önemlidir (Kutu 8.1 'e bakınız). reaksiyonlarında aracı molekül, hormon veya antioksidan
Fazla yağ vücudun herhangi bir yerinde olumsuzluklara olarak görev yaparlar) ve mineraller (örneğin kemik ya­
neden olmakla birlikte, insülin direnci, vasküler fonksiyon pısı için kalsiyum, tiroid hormon sentezi için iyot, vücut
bozukluğu ve sonunda diyabetin gelişimi ile ilişkili olan iç sıvılarının iyonik bileşimini koruyabilmek için sodyum ve/
organlar ve karın bölgesinde artan yağ depolanmasıdır. potasyum) gibi yardımcı besin maddelerine de (mikro-
Yetişkin bir organizmada harcanan enerjinin büyük nütriyent) gereksinim duyarlar. Memelilerin intermediyer
bir kısmı vücut dokularının bakımı ve tamirinde kullanılır. metabolizması bazı temel besin moleküllerinin birbirle­
Diğer bir kısmı beyin, kalp ve akciğer gibi yaşamsal öne­ rine dönüşümünü sağlayabilse de, bazı esansiyel amino
me sahip organların fonksiyonlarını sürdürebilmeleri için asitler ve yağ asitleri vücutta ya çok sınırlı düzeyde sen-
kullanılır. Bu temel gereksinimlerin dışında, fiziksel akti- tezlenir veya hiç sentezlenemez. Bu nedenle bunların di­
viteler - yürüme ve koşma, avcılık ve toplayıcılık, tarım­ yetle alınması gerekir.
sal veya endüstriyel üretim - ve gebelik ve laktasyon gibi Sağlıklı bir erişkin erkek, yılda yaklaşık 1 milyon kalo­
enerjetik açıdan maliyetli üreme aktiviteleri için de enerji ri alır. Ağırlığının sabit kaldığı düşünülürse, yine yaklaşık
ENERJİ DEPOLAMA STRATEJİLERİ 181

Kutu 8 .1 Yağ dokusu: küçümsenen bir organ

Yağ dokusu uzunca bir süre, sadece yağ damlacık­ ile ilintili bazı metabolik bozuklukların altında bu
larında trigliseridleri biriktiren vücudun değişen farklılıklar yatmaktadır. Viseral yağ dokusu kararsız
gereksinimlerine göre ortama salgılayan, enerji bir depodur, yani açlıkta veya stresli bir durumda
depolanması için gerekli olan edilgen bir organ yağ asitlerinin salınmasına neden olan hormonlara
olarak kabul edilmiştir. Son birkaç yılda, yağ doku­ karşı daha duyarlıdır. Bu depo doğrudan, yağ asitle­
sunun yağ depolayan hücreleri olan adipositler tara­ rini karaciğere taşıyan hepatik portal venöz sisteme
fından salgılanan çeşitli hormonların ve adipokin açılır ve yağ asitleri burada insülin direncinin indük-
adı verilen sitokinlerin bulunmasıyla bu görüş değiş­ ler. Kilo kaybı sonucunda görülen insülin duyarlılı­
meye başlamıştır. Salgılanan bu faktörler birer sinyal ğındaki iyileşme, toplam vücut yağı veya deri altı yağ
molekülü olarak görev yaparak iştah kontrolü, enerji miktarındaki azalmadan çok viseral adipoz dokunun
metabolizması, immün ve hatta üreme fonksiyon­ azalmasına bağlıdır.
ları gibi birçok olayda görev alırlar. Son zamanlarda, Nitekim, manyetik rezonans görüntüleme ile dı­
derialtı yağ dokusu (kol-altı ve bacak derisini iki par­ şarıdan tamamen zayıf görünen insanlarda bile, tüm
mağımızla sıkıştırdığımızda elimize gelen yağ) ile patolojik sonuçları ile birlikte viseral obezite gelişe­
viseral yağ dokusunun (abdominal organları saran bileceği gösterilmiştir. Dışı zayıf-içi şişman sendro-
ve “gövde” veya “merkez” obezitesi olarak adlandı­ mu olarak adlandırılan bu durumun, genetik ve geli­
rılan yağ depoları) metabolik ve endokrin özellik­ şimsel faktör kombinasyonundan dolayı bazı popu-
leri açısından, biyolojik olarak farklı dokular olduğu lasyonlar için özellikle risk olduğu savunulmuştur.
anlaşılmıştır. Belki de obezite ve metabolik sendrom

1 milyon kalori harcar. Bu durum, insanlarda enerji alım su azaldıkça plazma leptin konsantrasyonu düşer, böyle­
ve tüketimi arasındaki dengenin titizlikle korunduğunun ce besin alımı artarak insülin üretimi arttırılır ve tekrar yağ
göstergesidir. Modern toplumlarda, harcanandan arta depolanır. Adiponektin gibi diğer adipokinler de dokula­
kalan enerji fazlası kilo artışına neden olur ve bu enerji rın insüline duyarlılığını etkileyerek bu kontrolde görev
dönüşümünün sadece % 0.5'ini oluşturur. Şu halde, mo­ alırlar. Saatlik etki gösteren kısa vadeli mekanizmalar ise
dern diyetimizde bulunan farklı yiyecek çeşitleri arasında, açlık ve tokluk durumlarına göre mideden salgılanan bazı
günlük hayatımızda sürekli değişim gösteren enerji ge­ peptidler ve merkezi sinir sisteminde de yiyecek alimim
reksinimimize uygun yiyeceklerin neler olduğunu ve ne baskılayabilen insülin aracılığı ile gerçekleşir. _
kadar yiyeceğimizi nasıl belirleriz? Glikoz çoğu dokular için birincil metabolik yakıt ol­
Kronik kıtlık, açlık ve kaşeksiye neden olan hastalık gibi duğundan, kan glikoz konsantrasyonunun olabildiğince
durumlar dışında, enerji dengesinin genellikle korunma­ sabit düzeyde tutulması önemlidir; kan glikoz düzeyinin
sını sağlayan nöroendokrin mekanizmalar evrimleşmiştir. çok düşmesi beyin fonksiyonlarını olumsuz yönde etki­
Kan glikoz düzeyi, yağ miktarı, besin varlığı ve sindirim lerken, düzeyinin aşırı artması toksik etki gösterir, insülin,
kanalı doluluğuna ilişkin sinyaller gibi çevresel girdiler, yemek sonrasında etkin bir şekilde dokuların glikoz alma­
merkezi olarak hipotalamusta entegre edilir. Enerji den­ sını uyarır. Bu glikozun bir kısmı metabolize olur, bir kısmı
gesinin uzun süreli kontrolü adipoinsüler yolak tarafın­ kas ve karaciğerde kısa vadeli enerji deposu olarak kulla­
dan sağlanır; yağlanma artınca, plazmada leptin konsant­ nılmak üzere glikojene dönüştürülür ve bir kısmı karaci­
rasyonu artışı (Kutu 8.2'ye bakınız) yiyecek alimim azaltır ğerde trigliseritlere dönüştürülerek yağ dokusunda, yağ
ve dolaşımdaki insülin düzeyini düşürür ve böylece yağ halinde uzun süreli depolanır. Tersine, açlık durumunda
dokusu oluşumu azaltılmış olur. Diğer yandan, yağ depo­ dolaşımdaki glikoz düzeyi azaldıkça diğer hormonlar (ör-
182 BESİNSEL VE METABOLİK UYUM

Kutu 8 .2 Leptin: yağ denetleyicisi

1950 yılında Maine’de Jackson Laboratuarlarında enerji depolarının durumunu ile ilgili sinyalleri beyi­
görevli araştırıcılar, ellerindeki bazı farelerin aşırı ne ulaştırır, böylece vücut ağırlığının sabit kalması­
şekilde şişmanladıklarını fark ettiler. Araştırmalar, na yardımcı olur. Leptin beyindeki özgül reseptörle­
bu hayvanlarda bir çekinik gen bozukluğunun aşırı re bağlanarak, iştah-açıcı nöropeptidlerin sentezinin
yeme, obezite, artmış insülin düzeyleri ve kısırlığa azaltılır ve iştah-kapatıcı nöropeptidlerin sentezinin
neden olduğunu göstermiş ve bu mutant hayvanlara arttırır. Ek olarak, gonadotropin salınımını sağlayan
obez veya ob/ob fare adı verilmiştir. Yine aynı labo­ nöroendokrin düzenleyici mekanizmalara etki ede­
ratuarda, 15 yıl sonra bu kez farklı bir obez mutant rek besin alımı ve üreme fonksiyonu arasındaki iliş­
fare çeşidi keşfedilmiş ve yüksek kan glikoz düzeyi kinin düzenlenmesinde önemli bir rol oynar (Bölüm
ile karakterize bu hayvanlar da diyabetik (db/db) fare 7’ye bakınız). Tüm bu fonksiyonlar, leptinin enerji
olarak adlandırılmıştır. kullanımı ve yaşam öyküsü stratejisinde önemli bir
Daha sonraları, ob/ob ve db/db hayvanların kanları­ görev üstlendiğini göstermektedir.
nın çapraz dolaşımını kapsayan bir dizi mükemmel de­ Leptinin insan obezitesinin tedavisinde kullanı­
ney, yağ dokusunda beyine etki ederek yiyecek alimim labileceğine yönelik ilk umutlar ne yazık ki gerçeğe
azaltan bir faktörün varlığını ortaya koymuştur, ob/ob dönüşmemiştir. İnsanlarda erken yaşta başlayan ağır
fareler bu faktörü üretememelerine rağmen bu faktöre obezitenin nedeni çok nadiren leptin reseptörü veya
yanıt verebilirken, db/db farelerin bu faktörü üretebil­ bu yolağın alt kısmında yer alan nöropeptid mu-
dikleri ancak yanıt veremedikleri saptanmıştır. tasyonlarına bağlıdır. Fakat obez insanlarda leptin
Bu deneylerden 20 yıl sonra Rockefeller Üniversi­ beklenen düzeyin üzerindedir ve dolayısıyla leptin
tesinden bir grup araştırmacı, ob/ob farelerindeki bo­ eksikliğinden çok leptine dirençli oldukları düşünü­
zukluğun 6. kromozomda bulunan ve salgılanabilen lebilir ve bu nedenle de dışarıdan verilen leptinle te­
bir proteini kodlayan bir genin mutasyonu nedeniyle davileri çok az etkili olmuştur.
olduğunu saptamış ve bu proteinin saflaştırılarak Doğumdan sonraki ilk birkaç günde leptin düzey­
hayvanlara verilmesiyle ob/ob farelerde obezitenin lerinde artış görülen kemirgenlerde yapılan deney­
düzeldiğini göstermişlerdir. Yunancada ince/zayıf sel çalışmalarda, bu hayvanların gelişimsel süreçleri
anlamına gelen “leptos” kelimesinden esinlenerek içinde belli bir zaman aralığında besin alımı ve hor­
bu proteine leptin adı verilmiştir. Bir yıl içerisinde de mon düzeylerinin manipüle edilmesiyle yaşamlarının
fare beyninde leptin reseptörü tanımlanmış ve db/db ileri dönemlerinde yiyecek alımı ve yağ depolanması
farelerde bu reseptörü kodlayan genin mutant oldu­ özelliklerinde kalıcı değişikliklerin oluşturulabilece­
ğu saptanarak önceki tahminler doğrulanmıştır. ği gösterilmiştir. Bu bulgular, olasılıkla leptinin yiye­
Leptin, yağ hücresi büyüklüğü ile orantılı olacak cek alımmı düzenleyen beyin devrelerinin gelişimini
miktarda yağ dokusundan salgılanır ve vücudun kontrol ettiğini göstermektedir.

neğin glukagon, büyüme hormonu, glükokortikoidler ve 8.3 İnsan diyeti: bir evrimsel tarih
katekolaminler) enerji depolarını glikoza dönüştürmek
üzere harekete geçerler. 8.3.1 Tarım öncesi insanlar
Besin alımında günlük veya mevsimsel değişiklikler­
Homo cinsinin ilk üyeleri yaklaşık 2 milyon yıl önce orta­
le karşı karşıya olan herhangi bir hayvanın enerjiyi yağ
ya çıkmıştır (Bölüm 6'ya bakınız). Ancak, tarıma ilişkin ilk
olarak depolama ve gerektiğinde kullanma kapasitesi, o
hayvanın hayatta kalması açısından yaşamsaldır. Bu, do­ arkeolojik kanıtlar sadece 12.000 yıl önce Orta Doğu'da

laşımdan glikozu ve keza yağ dokusunun depolarından bulunmuştur. Bu durumda, insan ve daha önceki atala­

kullanılabilir enerjiyi kolayca alabilecek mekanizmaların rımızın varoluş süreçlerinin %99'unu toplayıcı olarak ge­

evrimini gerektirir. çirdikleri anlaşıldığından, seçilimin, biyolojimizi ve meta-


İNSAN DİYETİ: BİR EVRİMSEL TARİH 183

Kutu 8 .3 Diyabet ve metabolik sendrom

Tip 2 diyabetin patofizyolojisi oldukça karmaşıktır: lılığını arttırlar. Tarihsel olarak, tip 2 diyabet tipik
genellikle insülin direncinin, kas ve karaciğerde lipid olarak orta yaşlarda ortaya çıkarken, son birkaç on
depolanmasına ve bu organlarda insülin duyarlılı­ yılda obezitenin genç yaşlarda yaygın hale gelmesi
ğının kaybına neden olan yağ asidi metabolizması ile birlikte yirmili ve otuzlu yaşlarda da görülmeye
bozukluklarına bağlı olduğu görüşünü destekleyecek başlanmıştır. Çok nadir olarak, insülinin etki yolak­
şekilde, viseral obezite ile ilişkilidir. İnsülin direnci ları ile ilişkili özgül genetik bozukluklar, monogenik
artışı, kan glikozunun normal düzeyde tutulabil­ bozukluğa bağlı tip 2 diyabete neden olurlar. Her ne
mesi için, insülin sekresyonu artışını gerektirir ve bu kadar tip 2 diyabet güçlü bir ailesel bileşene sahip ise
nedenle de hastalığın ilk evrelerinin tipik bir özelliği de, hastalığa neden olan genlerle ilgili araştırmalar
belli bir glikoz düzeyi için kan insülin düzeyinin bek­ genelde sonuç alıcı olmamışlardır (Kutu 8.6’ya bakı­
lenenden fazla olmasıdır. Birkaç yıl boyunca devam nız).
eden artmış insülin salgısı (diyabet öncesi dönem), Metabolik sendrom çoğunlukla tip 2 diyabet ile
sonunda |3hücrelerinin tahrip olmasına ve yeterince ilişkili santral obezite, hipertansiyon, hiperglisemi
insülinin salgılayamamasma neden olur. Tip 2 diya­ ve dislipidemiyi de içeren bir anomaliler bütünüdür.
bet sıklıkla, insülinin kendisiyle değil, insülini taklit Metabolik sendrom tanısı, kardiyovasküler hastalık
eden veya insülin aktivitelerini uyaran ilaçlarla kont­ riskine işaret eder. Viseral yağ dokusu ve endotelden
rol edilir. Örneğin sülfonilüreler (3 hücrelerinden salgılanan bazı yangısal faktörler bir dereceye ka­
insülin salgılanmasını uyarırken, metformin glu- dar sistemik inflamasyona ve dolayısıyla metabolik
koneogenezi inhibe ederek ve insülin duyarlılığını sendromda görülen hipertansiyona katkıda buluna­
arttırarak kan glikoz düzeyini düşürür. Rosiglitazon bilse de, metabolik sendromun anahtar nedeninin
gibi thiazolidenedion grubu ilaçlar ise insülin duyar­ insülin direnci olduğu düşünülmektedir.

bolizmamızı, toplayıcı tarzda bir yaşamı karakterize eden şempanze ve gorillerinkinden önemli farklılıklar göste­
fiziksel aktivite ve diyeti karşılayacak şekilde işlediği söy­ ren anatomimiz ve sindirim biyolojimizden gelmektedir.
lenebilir. Bu açıdan bakıldığında metabolik hastalıkların Çoğu büyük Afrika insansı maymunu yaprak ve kök gibi
küresel epidemisi bir ölçüde, toplayıcılığa adapte olmuş aşırı işleme gerektiren besinleri sindirmeye uygun bir ba­
"antik" genomumuz ile hızla değişen modern diyet ve ğırsak biyolojisine sahiptir. Buna karşılık bağırsak boyutu
yaşam tarzımız arasındaki uyumsuzluğun sonucu olarak insanda bir hayli küçülmüştür, bu da insan ve maymun
anlaşılabilir. Dolayısıyla günümüz hastalık tiplerini anla­ soy hatlarının birbirlerinden ayrılmasından sonra büyük
manın bir yolu da atalarımızın nasıl yaşadığını ve modern bağırsak varlığına gereksinimin azaldığını göstermekte­
kültürün bu eski yaşam tarzına uyum sağlamış biyolojik dir. Daha kısa bir bağırsağın evrimi sindirimi kolay, kalorisi
yapıyla nasıl çeliştiğini anlamaktan geçer. Ancak bu ko­ yüksek ve selüloz içeriği düşük besinlere adapte olma ile
lay bir iş olmadığı gibi bu soruların doğrudan yanıtları da birlikte gerçekleşmiş olmalıdır.
yoktur. Olasılıklardan biri bağırsak boyutundaki küçülmenin
et tüketiminin artışına eşlik etmiş olmasıdır. Tanzanya'da
8.3.1.1 İlk insanlarda beslenme niteliğine yönelik Olduvai Vadisi gibi ilk Homo habilis alanlarında bulunan
anatomik kanıtlar memeli kemiklerinde kesme işaretleri ve kasaplığa ilişkin
İnsan diyetine ilişkin evrimsel veriler, yaşayan en yakın başka işaretler bulunmaktadır. Büyük olasılıkla, ilk Homo
akrabalarımız olan Afrika büyük insansı maymunları. populasyonları savana etoburlarının beslendiği leşlerden
184 BESİNSEL VE METABOLİK UYUM

arta kalanlardan et temin edebilmekteydiler. Modern ları bulunmadığından, atalarımıza ait toplayıcı diyetlerin
etoburların av bölgelerinin değerlendirilmesi, etoburların neler olabileceği konusunda da kayıt yoktur. Günümüz
öldürdükleri hayvanların beyin, kemik iliği ve küçük et par­ avcı-toplayıcı insanları, çoğu kez sömürgeci populasyonlar
çalarını yemediklerini göstermiştir. Tüm bu kalıntılar, özel­ tarafından farklı sıra dışı çevrelerde yaşamaya zorlanmışlar­
likle beyin gelişimi için insanların ihtiyaç duyduğu dokoza- dır. Gerçekten de, günümüzde avcı-toplayıcı olan bazı po­
hekzaenoik asit (DHA) gibi esansiyel yağ asitlerini de içeren pulasyonlar, geçmişte böyle değildi: bazıları eskiden zorla
zengin yağ kaynağı olan besinlerdir, insanların uzun zincirli yerlerinden edilmiş ve marjinal bir ortamda yeni bir yaşam
yağ asitlerine olan gereksinimleri (C20 ve C22) etoburların- biçimi edinmiş tarım yapan insanların torunlarıdır. Bu ve
kine benzer, bu da bitkisel kökenli kısa yağ asitlerini (C18) başka nedenlerden dolayı modern avcı-toplayıcı insanların
uzatmak ve doygunlaştırmak için metabolik kapasitele­ evrimsel bir kalıntı olarak görülmesi doğru değildir.
rinin yetersiz olduğuna ve erken homininlerin diyetinin Dikkate alınması gereken tüm bu noktalara rağmen,
önemli bir kısmının hayvansal yağlardan oluştuğuna işaret yine de günümüz avcı-toplayıcıları, uzak atalarımızın
etmektedir. Avcılıkla veya leş artıklarından elde edilen ete tükettikleri olası besinler hakkında önemli ipuçları sağ­
dayalı beslenmeye yönelik kanıtlar Homo erectus'un ortaya lamaktadırlar. Küçük bir düşünce deneyi bunun neden­
çıkmasıyla daha da artmakta ve 150.000 yıl önce modern lerini açıkça ortaya koyar. Yakın arkadaş ve aile fertleriniz­
insanın oluşmasıyla iyice belirgin hale gelmektedir. Ete da­ den oluşan 20 kişilik bir grupla birlikte ulaşımın olmadı­
yalı bir diyete geçiş büyük olasılıkla daha büyük bir bağır­ ğı, yerleşim yerlerinden uzakta ve iletişim olanaklarının
sak yönünde işleyen seçilimi zayıflatmış ve bu da bağırsak bulunmadığı bir bölgeye gönderildiğinizi düşünün. Eğer
boyutunda küçülmeye yol açmıştır. grubunuz hayatta kalmışsa, ancak o bölgede doğal ola­
rak bulunan bitki, kök, küçük avlar, yemiş ve meyvelerden
8.3.1.2 Modern toplayıcı populasyonlar: bize ne oluşan besin kaynaklarını tüketerek mümkün olmuştur.
öğretiyorlar? Deneme-yanılma metoduyla zamanla, hangi besinlerin
Eski tarihlerde yaşamış veya günümüzde yaşamakta olan lezzetli, hangilerinin sindirilebilir ve hangilerinin tehlikeli
ve avcı-toplayıcı olarak geçinen ilkel insan populasyonları, olduğuna dair geniş bir bilgi birikiminiz oluşacaktır. Ayrı­
atalarımızın diyetine yönelik bilgilerin elde edilebileceği ca zamanla avlanmak veya tuzak kurmak için yöntemler
önemli kaynaklardır. Ancak bu tür populasyonlardan ne­ geliştirecek ve bunlardan edindiğiniz av etini işleme ve
ler öğrenebileceğimize geçmeden önce bazı önemli nok­ pişirme yollarını bulacaksınızdır. Çok sayıda nesil sonrası,
taların hatırlanması gerekmektedir. Her şeyden önce, bu grubunuz tamamen yerel yaşam koşullarına uygun bir
tür populasyonların insan evriminin erken döneminden bilgi, kültür, yiyecek üretme, işleme ve pişirme teknikleri
kalmış insanlar olduğunu düşünmek yanlış olacaktır. Gü­ geliştirilmiş olacaktır.
nümüzde, doğrudan veya dolaylı olarak diğer toplumların Belirli bir ekolojik ortam veya habitatta avcılık ve top­
düşünsel akım, teknoloji veya kültürel pratiklerinden hiç­ layıcılıkla hayatta kalabilmenin yolları sınırlıdır. Örneğin,
bir şekilde etkilenmemiş bir populasyon olasılıkla yoktur. önemli kalori kaynaklarının miktarı veya kolayca yakala­
Küresel ekonomik sistemden veya sömürge sisteminin nabilecek av hayvanlarının sayısı genelde çok az olacaktır.
kurullarından etkilenmemiş ve el değmemiş bir "kayıp Sonuç olarak, aynı çevre koşullarında yaşamak zorunda
kabile" düşüncesi neredeyse bir efsanedir. Tüm modern kalan farklı gruplar beslenmek için aynı stratejilere döne­
avcı-toplayıcılar mal ticareti, bulaşıcı hastalıklar (Bölüm 9'a cek ve mevsimsel değişikliklere göre farklı besin alanla­
bakınız), kültürel pratikler ve her zaman belirgin olmayan rına ulaşabilmek için aynı göç yollarını kullanacaklardır.
daha birçok nedenin etkisi altında şekillenmişlerdir. Dolayısıyla, yakın arkadaşlarınızdan oluşan bu farazi grup
Oldukça farklı çevrelerde yaşıyor olmalarına rağmen, her ne kadar geçmişle günümüz arasında evrimsel bir
günümüz avcı-toplayıcılarının tek ortak noktası yaşadıkla­ halka olmasa da, yine de aynı doğal besin kaynakları ile
rı yerlerin çiftçilik gibi yoğun kaynak üretimi için elverişli yaşamış olan ilk insanlar gibi beslenecek ve onlara benzer
olmayışıdır. Oysa uzak avcı-toplayıcı atalarımız, olasılıkla bir yaşam tarzı oluşturacaklardır. Şu halde günümüz avcı-
günümüzde nüfusun en yoğun olduğu verimli topraklar­ toplayıcı toplulukları da bu farazi grup gibi düşünülmeli­
da yerleşmeyi tercih ederlerdi. Günümüzde bu tür verimli dir: yani bu tür gruplar bir evrimsel kalıntıdan endüstriyel
topraklarda yaşamakta olan avcı-toplayıcı insan topluluk­ topluma geçiş halkası olarak değil, izole yaşayan ve temel
İNSAN DİYETİ: BİR EVRİMSEL TARİH 185

yiyecek maddelerine erişimi olmadığından avcılık ve top­ edilen kalori oranları populasyonlar arasında büyük fark­
layıcılıkla sürdürülebilen yaşam hakkında bilgi kaynağı lılıklar göstermektedir. Örneğin kuzey kutbunda yaşayan
olan topluluklar olarak görülmelidir. Eskimo Inuitlerl (Kutu 8.4) kalorilerinin %99'unu etten
Öyleyse, günümüz avcı-toplayıcı populasyonları ne karşılarken, Botsvvana'da yaşayan iKung sanlar (veya Kho-
yemektedirler? Toplayıcı diyetinin belirleyici özelliklerin­ isan) kalorilerinin çoğunu hayvansal olmayan, çok çeşitli
den biri, populasyonların tükettikleri besinlerin çok bü­ besinlerden alırlar. Sadece vejetaryen olarak yaşadığı
yük farklılıklar göstermesidir. Çoğunlukla avcılık diyetin bilinen bir grup yoktur ve haklarında detaylı olarak bilgi
önemli bir bileşenidir ve sıklıkla tüketilen toplam kalori­ bulunan, günümüzde veya tarihte yaşamış toplayıcı po­
nin yarısı veya daha fazlasını oluşturur. Ancak, etten elde pulasyonlar kalorilerinin en az %25'lnl etten alırlar.

Kutu 8.4 Birincil olarak vejeteryan mı yoksa etobur bir tür müyüz?

İnsan evriminde avcılığın rolü eskiden beri tartışıl­ ilgili bu varsayımı yalanlayacak niteliktedir. Ant­
makta olan bir konudur. 1950’lerden itibaren, insan ropologlar 1960’h yılların sonundan 1970’li şallara
fosil kayıtları ile ilk homininlerin avcılık yaptığına uzanan sürede, Botswana kırsalındaki çalılık alan­
dair veriler gün ışığına çıkmış ve “avcı insan” kav­ larda, zorlu çevre koşullarına uyum sağlayarak bir
ramı sadece toplumun değil antropologların da ilgi­ yaşam oluşturmayı becermiş Bostwanali iKung san
sini çekmeye başlamıştır. populasyonunun ekolojisi, diyeti ve demografisi ile
Toplayıcı bir populasyon üzerinde gerçekleştiri­ ilgili detaylı bir çalışma gerçekleştirmişlerdir. Bu ça­
len ilk detaylı etnografik çalışmalardan biri, avcılıkla lışmadan elde edilen sonuçlar çok şaşırtıcı olmuştur.

Pop ulasyo nlar

Şekil 8.2 Toplayıcı populasyonların diyetleri farklılık göstermektedir: bitkisel ve hayvansal kaynaklı kalorilerin, tarihte
yaşamış ve günümüz toplayıcı populasyonlarının diyetlerindeki oranları. İKung toplumu için iki farklı çalışmanın sonucu
verilmiştir (Kaplan vd. (2000) Evolutionary Anthropology 9 , 156-185)
186 BESİNSEL VE METABOLİK UYUM

iKunglar, günün yaklaşık 3 saatini yiyecek bulmak ve göstermektedir. Oysa çoğu toplayıcılar, kalorilerinin
işlemek için, günün geri kalanını elişleri yapmak, ço­ büyük bir kısmını avcılıktan sağlarlar. iKunglar har­
cuk bakmak, eğlence ve dinlenme için harcarlar. Da­ cadıkları kalorinin %33’unu etten sağlarken, eldeki
hası, ana besin kaynağının avlanmaya dayalı olduğu veriler diğer toplayıcı populasyonlar için bu oranın
yönündeki varsayım, kalorilerinin büyük bir kısmını %75’e yakın olduğunu göstermektedir (Şekil 8.2).
fazla miktarda topladıkları mongongo adı verilen Et tüketiminin insan evrimindeki önemi ile ilgili
yemişlerden sağladıklarının görülmesi ile sorgulanır tartışmalar devam etmekle birlikte, modern insan
olmuştur. Her ne kadar erkekler yemişe dayalı bes­ evriminin büyük bir bölümünde, hatta tümünde, ya­
lenmeye yardımcı olacak şekilde avcılık yapmışlarsa şamı sürdürebilmek için avcılık yapıldığı konusunda
da, av eti iKungların günlük kalori gereksinimlerinin çok az soru işareti vardır. Burada ilginç olan, topla­
sadece küçük bir bölümünü oluşturmuştur. yıcı topluluklarda, hatta kalorilerinin %99’unu hay­
iKung projesi, halen toplayıcı populasyonlar üze­ vansal et ve yağdan karşılayan kutup Inuitları (Eski-
rinde gerçekleştirilmiş ilk ve en detaylı çalışma olarak molarda) gibi topluluklarda bile, kronik dejeneratif
kabul edilir. iKung’ların uzak atalarımızın nasıl ya­ hastalıklara rastlanmayışıdır. Günümüz endüstriyel
şadıklarına dair ipuçları veren, hominin geçmişinin toplumlarında et tüketimine bağlı olarak gelişen
bir ikonu olarak kabul edilmesine şaşırmamak gere­ bazı sağlık problemlerinin, et tüketimi miktarından
kir. Büyüleyici olmalarına rağmen, problem iKung- çok etin içeriği ve yapısı ile ilintili olduğu görülmek­
ların birçok ölçüt bakımından tipik olarak toplayıcı tedir. Besiciliğe geçiş ve endüstriyel besicilik, tüketi­
olmamalarıdır. Eski ve günümüz toplayıcı populas- len etin içeriğinin değişmesine ve yüksek yağ oranlı,
yonlarmın beslenmeleri ile ilgili değerlendirmeler, farklı yağ asitleri ve kolesterol içeren etlerin diyeti­
iKungların gerçekte bu açıdan sıra dışı olduğunu mize girmesine neden olmuştur.

Toplayıcı populasyonlar üzerinde yapılan çalışma­ müz yaşam tarzı ve diyeti arasında uyumsuzluğa neden
lar, bu insanların kalorilerinin hatırı sayılır bir kısmını da olan bu geçişler sonucu olduğu düşünülebilir.
yaşadıkları ortamda bulunan sebze ve meyvelerden al­
dıklarını göstermiştir. Günümüz kentli insanlarının diye­
8.3.2 Neolitik Devrim
tinden farklı olarak, bu bitkisel kaynak yüksek vitamin
ve lif sağlayacak ve karbonhidrat içeriği düşük glisemik Yaklaşık 13.000 yıl önce Orta Doğu'da başlayan süreçte,
indekse (kan şekerini yükseltme ve dolayısıyla insülin sal­ insan yaşam tarzında iki köklü değişim meydana gelmiş­
gısını arttırma etkinliği) sahip besinler olacaktır. Toplayıcı tir. Birincisi, bazı bölgelerde avcı-toplayıcıların göçer ya­
diyeti ile modern Batı tarzı beslenmenin önemli bir diğer şamı kademeli olarak yerini yerleşik köy yaşamına bırak­
farkı da elektrolitlerin alimidir. Modern toplayıcılar, ticari mıştır. İkincisi, insanlar yerleşik yaşamları ile birlikte, bitki
olarak satılan tuza erişemediklerinden modern beslenme ve hayvanları evcilleştirmeye ve besin olarak kullanmaya
tarzına göre daha düşük miktarda sodyum tüketirler ve başlamışlardır.
bu nedenle de arteriyel hipertansiyon görülmez. Neolitik Devrim sırasında, yeryüzünde yaklaşık 5 mil­
Son zamanlarda gerçekleşen iki önemli beslenme yon insan yaşamaktaydı. Son Maksimum Buzul Dönemi
dönüşümü -Neolitik Devrim ve "beslenme dönüşümü"- binlerce yıl önce sona ermiş, fakat "Genç Dryas"ile birlikte
insanın beslenme alışkanlıkları ve yaşam tarzında köklü serin ve kuru bir iklim başlayarak, yaklaşık 10.000 yıl önce,
değişikliklere yol açmıştır. Günümüzdeki metabolik has­ erken Holosen döneminin ilk ısınma evresine geçilmişti.
talıklar afetinin, kısmen Paleolitik biyolojimiz ile günü­ Son Buzul Maksimum Dönemde hayatta kalmayı başara­
İNSAN DİYETİ: BİR EVRİMSEL TARİH 187

bilmiş hayvan türlerinin aşırı avlanma sonucunda tüken­ oluşmasına olanak sağlamıştır. Bununla birlikte isten­
mesi veya giderek çoğalan insan nüfusunun işlenebilir meyen etkileri de olmuştur: beraberinde köleliği getiren
arazilerde zaten yerleşmiş olması nedenleriyle gelişen sosyal hiyerarşinin başlamasına ve insanların kalabalık
kaynak veya nüfus baskısı gibi unsurlar, tarımın nasıl baş­ toplumlarda yaşamaya başlamasıyla patojen ve parazit­
ladığına yönelik açıklamalarda sıklıkla kullanılmaktadır. lerin yayılmasına (Bölüm 9'a bakınız) neden olmuş, sınır­
Fakat Orta Doğu'da bulunan arkeolojik kanıtlar, planlı lı sayıda besin çeşidi kaynağına dayalı beslenmenin yol
tarımdan yaklaşık 3.000 yıl önce yerleşik yaşama geçil­ açtığı problemleri ve iklim değişiklikleri veya tarım zarar­
diğini açıkça göstermektedir. Yerleşik yaşamın nedeni ne lıları nedeniyle mahsulün heba olması sonucunda kıtlık
olursa olsun (ister diğer toplayıcı guruplara karşı savun­ sorunlarını beraberinde getirmiştir. Toplayıcılıktan tarıma
ma, isterse daha kuru bir iklimde, vaha gibi bir yerde, bir geçiş ile birlikte çocuk büyümesi, erişkin boyu, enfeksi­
arada yaşamak ihtiyacı nedeniyle), göçebe guruplar için yon ve anemi sıklıkları ile yaşam süresinin olumsuz yönde
tipik olan düşük doğurganlık oranında bir artışa neden etkilendiğine ilişkin iskelet ve diş kalıntıları bulunmakta­
olduğundan, tek başına bir nüfus baskısı oluşturmuştur. dır. Örneğin bulunan iskelet kalıntıları, yerleşik çiftçilerde
Göçebeler şartları gereği, genellikle bir çocuk yürümeye demir eksikliği anemisi ve bulaşıcı hastalık sıklığının arttı­
başlamadan İkincisini doğurmayarak, bakıma muhtaç ço­ ğını göstermektedir.
cukların sayısını kısıtlamaya zorlanmış ve bu da göçebe Ürünün kaybedilmesi sonucunda gelişen ve çoğu kez
toplumlarda doğumlar arası sürenin 4-5 yıl kadar olma­ siyasi ihtilaflar nedeniyle daha da alevlenen kıtlık, insan­
sıyla sonuçlanmıştır. lığın yakın tarihinin sıklıkla tekrarlanan bir sorunudur. Nil
İlk yerleşik guruplar, çeşitli hayvan ve bitki türlerini nehrinin kuruması sonucunda eski Mısır'da veya 1845
yetiştirmiş olmalıdırlar ve yabanıl tahılları tanıdıkça ve yılında bir patates zararlısı nedeniyle İrlanda'da ve gü­
kullandıkça, nasıl bilinçli olarak bu tohumları toplamaya nümüzde Afrika'da görülen kıtlık sorunları bunlara birer
ve ekmeye, daha sonra da keçi, koyun gibi hayvanları ev­ örnektir. Tarımın mevsimselliği nedeniyle Batı Afrika'da,
cilleştirmeye başladıklarını anlamak zor değildir. Yaklaşık günümüzde bile harman zamanı öncesi mevsimsel bir
11.500 yıl önce Orta Doğu tarla bitkileri çeşitliliği veya "kıtlık dönemi" yaşanmaktadır. Buna karşılık daha sonra
paketi, yerleşik çiftçiler tarafından yetiştirilen tahıl (arpa tartışacağımız gibi, Neolitik Devrim öncesi bir kıtlık soru­
ve buğday) ve bakliyatlarla (mercimek ve bezelye) iyi bir nun varlığı bilinmemektedir.
şekilde oluşturulmuş ve 9.000 yıl önce de buna esas hay­
vanlar (koyun, keçi, sığır, domuz) eklenmiştir. Bunu, bu
8.3.3 Modern beslenmeye geçiş
paketin veya bileşenlerinin, çiftçilerin göçü veya kültü­
rel yayılma ile Avrupa, Kuzey Afrika ve Batı Asya'ya ihracı Görüldüğü gibi tarımın gelişmesi besin bolluğu ve gü­
izlemiştir. Dünyanın farklı bölgelerinde farklı ürün pa­ venliği ile eşdeğer olarak düşünülmemelidir; aslında çoğu
ketlerinin ekilmesi ile Doğu Asya'da (esas olarak pirinç), kez tam tersi olmuştur. Tarım yapan populasyonlar, top­
Orta Amerika'da (mısır), Güney Amerika'da (patates), Batı layıcı atalarına göre daha fazla mikronütriyent ve enerji
Afrika'da (darı) ve Yeni Gine'de (tatlı patates, yer elması) sıkıntısına eğilimlidirler. Günümüz tarım toplumlarının en
bağımsız olarak çiftçilik gelişmiş, bu erken tarım örüntüle- belirleyici özelliği olan ve birçoğumuzun garanti gördüğü
rinin biyocoğrafik dağılımı, günümüz ekonomik gelişme
yiyecek bolluğu, çok yakın zamanların, hatta bazı bölge­
örüntülerini de etkilemiş olmalıdır. İlk uyaran ne olursa
lerde halen devam eden gelişmenin sonucudur. Besinsel
olsun, tarımla birlikte gelişen nüfus artışı, geri dönülemez
geçiş süreci olarak adlandırılan bu olay hem beslenme
bir sürecin başladığını ifade etmektedir; adı geçen dö­
hem de yaşam tarzındaki değişikliklerin bir ürünüdür.
nemden 9.000 veya 10.000 yıl sonra, Roma İmparatorlu­
Bu geçiş sürecine katkıda bulunan birçok faktör vardır.
ğu zamanında Dünya nüfusu 130 milyona ulaşmıştır.
Bunlardan bir tanesi, özellikle bitkisel kaynaklı rafine kar­
Populasyonun yiyecek stokunun devamlılığı ve top­
bonhidrat ve yağların daha ucuza üretilebilmesidir. Daha
lum sağlığı açısından tarım olumlu bir gelişme miydi?
büyük ticaret, ürün fiyatlarını düşüren yoğun endüstriyel
Tarım populasyonu büyütmüş ve daha da önemlisi, çöm­
tarım uygulamalarının gelişmesi ve kırsaldan kente göç
lekçiler, metal işçileri, askerler ve düşünürler gibi modern
toplumların gelişmesinde temel olan uzman kişilerin sonucunda filizlenen yeni pazarların büyümesi sürece
188 BESİNSEL VE METABOLİK UYUM

katkıda bulunmuşlardır. Reklam ve iletişim olanakları da 8.3.4 Çok yemek fakat yetersiz beslenmek
bu ürünlerin tercih edilmesine neden olmaktadır. Bunu
Tanımlamış olduğumuz toplayıcı populasyonlar, Batı tarzı
anlayabilmek için, "fast food" restoran zincirlerine ve
bir beslenme ve yaşam biçiminin benimsendiği son birkaç
"Kola"nın tüm dünyada bilinen bir kelime haline gelmesi­
kuşağa kadar, diyabet ve obezite gibi kronik hastalıklar­
ne bakmak yeterlidir. Ancak tüm bu alışkanlıklar, bu geçiş
dan uzaktılar. Aslında, toplayıcıların aşırı et tüketimi belki
sürecine direnmeyen insan toplumları sayesinde geliş­
de birçok okuyucuyu düşünmeye sevk etmiştir. Toplayı­
miştir. Örneğin, fakir toplumlarda geleneksel olarak, ye­
cıların tükettikleri et miktarı, endüstriyel Batı toplumları-
mek pişirmede kullanılan yağların az bulunur olmasının,
nın tükettikleri miktarın çok üzerindedir. Amerika Birleşik
yağ fiyatlarının düşmesi ve daha kolay edinilebilir hale
Devletleri'nde bir kişi, tipik olarak günde 2.700 kcal almak­
gelmesiyle fazla yağ tüketimini teşvik etmesi bir talihsiz­
tadır ve bu enerjinin %15'i etten, % 10 'u süt ürünlerinden,
liktir. Böylesi toplumlarda, gelir düzeyi arttıkça yağ oranı
%75'i ise un, tatlandırıcılar, yağlar, meyveler, sebzeler ve
yüksek besinlerin tüketimi de artış göstermektedir.
diğer ürünlerden sağlanmaktadır. Yani Amerikalılar top­
Çin, bu geçişe güzel bir örnek oluşturur. Kültür Devri­
layıcı insanlara göre, enerjilerinin çok küçük bir miktarını
mi sonrası dönemde, yani 1970'li yıllarda, Çin'de yiyecek etten sağlamaktadırlar. Fazla et tüketimi gerçekten sağlı­
sıkıntısı önemli bir sorundu. Televizyon yoktu, otobüs ve ğımız için kötü ise, kronik metabolik hastalıkların Amerika
diğer toplu taşıma araçları sınırlı idi ve diğer ülkelerle Birleşik Devletleri ve benzeri toplumlarda giderek artması,
yiyecek ticareti çok azdı. Az miktarda işlenmiş besin bu­ buna karşılık toplayıcı toplumlarda bu hastalıkların nere­
lunuyordu ve birçok kırsal ve kentsel işler büyük ölçüde deyse hiç görülmemesi nasıl açıklanabilir?
insan gücüne dayanıyordu: tarlalar sabanla sürülüyor ve Bir önemli nokta, tüm etlerin aynı olmamasıdır. Top­
fabrikalarda malzeme ile donanımların taşınması ve yer­ layıcıların tükettikleri av eti yağsızdır (proteince zengin­
leştirilmesi büyük oranda insan gücüyle sağlanıyordu. dir) ve besi hayvanından elde edilen ete kıyasla sağladı­
Ancak son birkaç on yılda Çin'de, iş ve yaşam tarzında ğı enerjinin sadece yarısını yağdan alır (Şekil 8.3). Tarih
köklü değişiklikler olmuştur. Günümüzde birçok çiftlikte boyunca, geliştirilen hayvancılık teknikleri ile insanlar,
traktör, fabrikalarda fork-liftler kullanılmakta, ofislerde özellikle eti daha yağlı ve lezzetli olan hayvanları yetiş­
yazıcılar, faks makineleri ve modern telefon sistemleri ile tirmişlerdir. Ayrıca, kas hücreleri içerisinde veya arasında
birlikte internet de bulunmaktadır. Meşrubat ve işlenmiş yağ damlacıkları (trigliseridler) depolanması gibi lezzet
yiyecekler 2000 'li yıllardan itibaren her yerde tüketilmeye arttırıcı yöntemler geliştirilmiştir. Ek olarak, ABD gibi en­
başlanmış ve televizyon evlerin yaklaşık %90'ına girmiş­ düstriyel besiciliğin gelişmiş olduğu ülkelerde besi hay­
tir. Hong Kong ve Batı ülkeleri kaynaklı reklamlar giderek vanları doğal besinleri olan ot yerine, gerek fazlaca üre­
artmış ve televizyonlar, ilan tahtaları ve magazin dergileri tilmesi, gerekse devlet desteğinin sağlanması nedeniyle,
yoluyla halka ulaşımları sağlanmıştır. Bisiklet kullanımı mısır gibi tahıllarla beslenmektedirler. Tahıl ile beslenen
azalmış, buna karşılık toplu ulaşım olanakları ve otomobil hayvanın eti, otlayan hayvana göre daha yağlıdır ve daha
sayısı artmıştır. Milyonlarca Çinlinin yaşamları, sadece bir fazla miktarda doymuş ve tekli doymamış yağ içerir. Buna
kuşakta, tarıma dayalı ekonomiden modern endüstriyel karşılık, sağlığa faydalı olan çoklu doymamış yağlar açı­
ekonomiye dayalı hale dönüşmüştür. Çinli çocuklarda sından fakirdir (Şekil 8.4). Dolayısıyla günümüzde et ola­
obezite sıklığını gösteren veriler bu geçişin sonuçları­ rak adlandırdığımız besin, milyonlarca yıl boyunca ilk in­
na işaret eder niteliktedir. Obezite sıklığı 2-6 yaş arası sanların besinlerinin önemli bir kısmını oluşturmuş olan
çocuklarda 1989 yılında %4,2 iken, 1997 yılında %6,4'e etten çok farklıdır.
ulaşmıştır. Bu artış daha çok, aynı dönem içerisinde obe- Bu değişikliklerden kaynaklanan sağlık sorunları da
zitenin %1,5'tan % 12,6'ya ve normal kilonun üzerinde vardır. Besi hayvanlarının etlerini tüketirken yalnızca
olmanın ise %14,6'dan % 28,9'a ulaştığı kentsel alanlarda daha fazla kalori almakla kalmıyor, aynı zamanda kardio-
gerçekleşmiştir. Buna benzer değişiklikler dünyanın baş­ vasküler hastalıklara yol açan kolesterolün yükselmesine
ka yerlerinde de, örneğin Latin Amerika ile Asya ve Orta neden olan doymuş yağ asitlerini de daha fazla almış olu­
Doğu'nun bazı bölgelerinde de görülmektedir. yoruz. Son yıllarda yapılan çalışmalar, doymuş yağ asit-
İNSAN DİYETİ: BİR EVRİMSEL TARİH 189

40-ı
%37

%20
20 -
%17

"D
<71 Şekil 8.3 Süpermarketten alınan etteki
yüksek yağ oranı: evcil ve yabanıl av
hayvanlarının kaslarındaki yağ içeriklerinin
besinsel kalorideki yüzdeleri (veriler
Cordain vd. (2002) European Journal o f
0
A ntilop G eyik Kuzey Am erika Afrika O tlayan Y em lenen Clinical Nutrition 56 (suppl.1), S42-S52, den
g eyiğ i geyiği sığır sığır alınmıştır).

□ Yabanıl av eti (ortalam a)


□ O tlayan sığır
■ Y em len en sığır

Şekil 8.4 Süpermarket etindeki düşük yağ


kalitesi: yabanıl av hayvanı ve evcil sığır
kasındaki yağ asidi bileşenleri (veriler Cordain
vd. (2002) European Journal o f Clinical Nutrition
D oym uş Tekli doym am ış Çoklu d oym am ış 56 (suppl.1), S42-S52, den alınmıştır).

lerinin aşırı tüketiminin bilinen kötü etkilerine ek olarak, ke oluşturmaktadır. Bilinen kötü yan etkilerine ek olarak,
ateroskleroz gibi hastalıklarda önemli rol oynayan bazı besi hayvanlarının, özellikle tahılla beslenen hayvanların
yağ asitlerinin ve özellikle yağ asidi oranlarının da önemi­ eti omega-3 yağ asidince fakir ve omega-6 yağ asidince
ni açıkça ortaya koymaktadır. Omega-3 yağ asitleri özel­ zengindir. Dolayısıyla, bu tür etlerin tüketimi insan sağlı­
likle önemlidir. Bunlar vücutta çok fazla üretilmezler, yani ğını olumsuz yönde etkilemektedir. Son 20 yıl içerisinde
esansiyel yağlardır. Omega-3 yağ asitlerinin pıhtılaşma ve insan sütündeki omega-6/omega-3 oranı belirgin bir şe­
yangıyı azaltmak gibi birçok fonksiyonu bulunmaktadır. kilde artmıştır. Bu da, değişen beslenme davranışlarımı­
Yine esansiyel olan Omega -6 yağ asitleri, yangıyı arttı­ zın biyolojimizi nasıl etkilediğini göstermektedir.
racak yönde dengeyi bozarlar. Bu yağ asitlerinin oranı Birçok ülkede halk sağlığı açısından et ve et ürünleri
vücut sağlığı için son derece önemlidir ve besinlerdeki tüketiminin azaltılmaya çalışılması, bitkisel yağların daha
yüksek omega-6/omega-3 oranı insan sağlığı için tehli­ fazla tüketilmesine yol açmıştır. Et ve kümes hayvanları et-
190 BESİNSEL VE METABOLİK UYUM

K u tu 8 .5 İştahı ne kontrol eder?

Seçtiğimiz yiyecekler içindeki özgül temel besin


maddelerinin alımmı kontrol eden mekanizmalar
var mıdır? Bu sorunun yanıtı “evet” gibi görünmek­
tedir ve protein, en sıkı şekilde kontrol edilen temel
besin maddesidir. Üç temel besin maddesi arasında
en düşük miktarda aldığımız besinin protein olduğu
düşünülürse, bu durum belki de şaşırtıcıdır. Fakat
göreceğimiz gibi, bu özelliğin günümüz obezite epi­
demisine ilişkin düşündürdükleri olabilir.
Yağın herbir gramında, protein ve karbonhidrata
göre iki kat daha fazla enerji bulunduğundan, daha 1970-2000 arasında diyatteki protein
doyurucu olduğu düşünülebilir. Yağın yiyeceklerin
lezzetini arttırdığı yadsınmaz bir gerçek olmasına
karşın, eldeki veriler yağın karbonhidratlara göre
daha zayıf bir doygunluk sinyali oluşturduğunu gös­
termektedir. Hatta en fazla doygunluk sinyalinin
proteinler tarafından oluşturulduğuna dair görüş
giderek güçlenmektedir. Böcekler, omurgalılar ve
insanlar dâhil memeliler üzerinde yapılan çalışma­
larda, birçok türün aldıkları protein miktarını çok
sıkı bir şekilde kontrol ettikleri, buna karşılık yağ ve
karbonhidratlardan alınan kalorilerin ise değişken­ 1970-2000 arasında diyetteki yağ

lik gösterdiği saptanmıştır. Bunun en olası nedeni,


vücudun protein depolama yetisinin olmayışı nede­
niyle, amino asit düzeylerinin ancak protein alımı ile
düzenlenebiliyor olmasıdır. Böylece, yağ ve karbon­
hidratça zengin (yani proteince fakir) bir beslenme
tarzında, protein ihtiyacım karşılayabilmek için daha
fazla total kalori kullanılmaktadır. Bunun sonucun­
da da kilo artışı ortaya çıkmaktadır. Tersine, prote­
ince zengin bir beslenme tarzında ise, hedef protein
ihtiyacı daha çabuk sağlanacak ve ek kalori alımına
1970-2000 arasında diyetteki karbonhidrat
gerek kalmayacaktır. Atkins diyeti gibi yüksek pro­
oranındaki değişiklik (%)
tein diyetlerinin kısa dönemde başarılı olması buna
bağlanmıştır. Şekil 8.5 Yüksek gelirli ülkelerdeki obezite sıklığı (numaralı
veri noktaları), diyetteki protein içeriğinde son zamanlarda
Bu çıkarım, insanda vücut ağırlığının kontrolü­
görülen değişikler İle oldukça iyi bir şekilde orantılıdır.
nü anlamada önemli işaretler içermektedir. İnsan 1, Avustralya; 2, Kanada; 3, Danimarka; 4, Finlandiya; 5,
evriminde ilk kez, yüksek yağ ve karbonhidrat içe­ Fransa; 6, Almanya; 7, İtalya; 8, Hollanda; 9, Yeni Zelanda;
rikli besinler her zaman ulaşılabilir hale gelmiştir. 10, ispanya; 11, İsveç; 12, Britanya; 13, Amerika Birleşik
Devletleri (Simpson & Raubenheimer (2005) Obesity
Dolayısıyla, enerjice zengin ama proteince fakir yi-
Reviews 6,133-142; isimli yayından izinle alınmıştır).
İNSAN DİYETİ: BİR EVRİMSEL TARİH 191

yeceklerin bolca bulunduğu günümüz ortamında, mada, son 30 yıl içinde diyetteki protein oranı deği­
eğer insanların protein alimim kontrol eden içsel bir şikliğinin obezite sıklığı ile ilintili olduğu, daha çok
mekanizma varsa, karbonhidrat ve yağların aşırı tü­ protein tüketen toplumlarda obezite sıklığının da
ketimine neden olacaktır. Elbette modern yaşamın düşük olduğu gösterilmiştir (Şekil 8.5). Ayrıca gelir
karakteri olarak gideren azalan fiziksel aktivite dü­ düzeyi yüksek gelişmiş ülkelerde obezite, toplumun
zeyleri, diyetteki bu değişimin yağ birikimi üzerin­ ucuz ve yüksek yağ içerikli işlenmiş besinleri tüketen
deki etkisini daha da arttıracaktır. On üç gelişmiş fakir kesimlerinde daha fazla görülmektedir.
ülkeden oluşan bir örnek üzerinde yapılan bir çalış­

lerine göre kolesterol profiline daha az etkili olan bitkisel fiziksel aktivite gösteren insanların oranı önemli düzeyde
yağlar, genellikle tekli ve çoklu doymamış yağ asitlerince azalmıştır. Boş zamanlarda ise fiziksel aktivite gerektiren
zengindir. Ancak, sıklıkla kullanılan bazı bitkisel yağlar, uğraşlardan çok televizyon seyretmek veya bilgisayar
yağ asidi profilleri ve bazı diğer özellikleri nedeniyle yine oyunları oynamak gibi uğraşlar giderek yaygınlaşmakta­
de sağlığa zararlıdır. Örneğin çok fazla üretilen ve işlenmiş dır. İçten yanmalı motorların gelişmesi ve yaygınlaşma­
gıdalarda yaygın olarak kullanılan soya fasulyesi ve mısır sıyla birlikte bir yerden bir yere gitmek için besinlerden
yağı, çok yüksek omega-6/omega-3 oranına sahiptir. Yine aldığımız enerjiyi kullanacağımıza, fosil yakıtlarındaki
çok yaygın olarak kullanılan palmiye ve Hindistan cevizi hidrokarbonları kullanır olduk. "Besinsel geçiş süreci" ola­
yağları da çok yüksek düzeyde doymuş yağ içermektedir. rak adlandırılan tüm bu eğilimler, günümüzde tüm dün­
Beslenme şeklimiz, sağlığımızı ve metabolik hastalık yaya yayılmaktadır.
riskini etkileyecek şekilde, başka açılardan da değişmiş­ Bizi sağlıklı tutacak tek bir Paleolitik tip beslenme
tir. Modern toplayıcılar, karbonhidrat gereksinimlerinin tarzı veya hareket tipi yoksa da, evrimsel geçmişimiz ve
büyük bir kısmını meyveler ve nişastaca zengin yumru modern toplayıcılar üzerinde yapılan çalışmalar, yaşam
köklerden karşılamaktadırlar. Batı toplumları ise, vücutta tarzımız ve beslenmemiz konusunda en fazla değişime
daha çabuk metabolize olduklarından (yüksek glisemik uğramış ve dolayısıyla büyük olasılıkla günümüz me­
indekse sahip) insülin salimini gibi homeostatik süreçle­ tabolik hastalık epidemisinin oluşumuna neden olmuş
ri etkileyen ve bu yönüyle de doğal şeker ve nişastadan olan alışkanlıklarımız hakkında önemli ipuçları vermek­
farklı olan rafine şeker ve tatlandırıcılar kullanırlar. Rafine tedir. Enerji alımı ve tüketimi arasında kronik bir denge­
etme, yani arıtma işlemi, zengin lif ve mineral kaynağı sizlik içeren Batı tipi beslenme ve yaşam tarzı, metabolik
olan besin ortamından şekerin ayrıştırılmasıdır. uyumu sağlayan homeostatik kapasitemizin çok üzerine
Beslenmemiz rafine edilmiş ve enerji yüklü besinlere çıkmış, dolayısıyla küresel olarak insanlarda kilo artışı ile
yönelirken, fiziksel aktivitemiz ise son birkaç on yılda, çe­ birlikte diğer sağlık problemlerini de beraberinde getir­
şitli küresel ekonomik ve sosyal eğilimler gereği, giderek miştir. Günümüz metabolik hastalık epidemisi sadece bir
azalmıştır. Atalarımız, yaşamlarının önemli bir kısmını kalori sorunu değil, yediklerimizin içerikleri ile de ilgilidir.
toplayıcı göçebeler olarak devamlı hareket halinde geçir­ Modern beslenme tarzında, protein dışı enerji sağlayan
mişlerken, modern yaşamımız bu temel tarzdan gittikçe işlenmiş şeker, alkol gibi maddelerin ve yağlı olmasının
sapmaktadır. Fiziksel aktivite bir işle, dinlenmeyle veya yanı sıra dengesiz yağ asidi içeren yiyeceklerin aşırı mik­
hareket halinde olmayla ilişkilendirilen bölümlere ayrıla­ tarda tüketimi sonucunda, başka birçok önemli dengesiz­
bilir ve bunların hepsi son birkaç kuşakta önemli değişik­ lik sorunları ortaya çıkmaktadır. Çok hızlı gelişen tüm bu
liklere uğramıştır. Servis sektörünün gelişimi ve üretim iş­ değişiklikler, insan metabolizması ve sağlığında öngörü-
lemlerinin mekanizasyonu nedeniyle, çalışma esnasında lemeyen küresel bir değişime neden olmuştur.
192 BESİNSEL VE METABOLİK UYUM

8.4 Çevresel faktörlerdeki değişim hastalık hastalıklarını anlamak için evrimsel ilkelerin kullanıldığı
riskini nasıl arttırabilir? ilk girişimlerdir. Genetikçi James Neel 1962 yılında, in­
sanın evrimi sürecinde avantaj sağlamış ve faydalı olan
Yaşam tarzındaki değişikliklerin, tip 2 diyabet ve kardi- bazı genlerin günümüzde zararlı hale dönüşmesiyle bu
yovasküler hastalık gibi sağlık sorunları ile obezite örün- tür hastalıkların ortaya çıktığını savunmuştur. Neel, kas­
tüsündeki değişime neden olduğu ileri sürülmüştür. Ev­ ta insülin direnci veya yağ depolanma eğilimi gibi ener­
rimsel soru şudur: çevresel faktörlerdeki bu değişimler ji tasarrufuna yönelik özellikleri nedeniyle bu genlere
neden hastalık riskini arttırmıştır? Günümüzde birçoğu­ "tutumlu" genler adını vermiştir. Neel, bu genlerin kıtlık
muz, evrimsel tarihimiz için tamamen yeni bir çevrede zamanlarında uyum avantajı sağlamış olabileceklerini,
yaşamaktayız ve genel kanı bu sendromların insanın ancak birçok başka kronik hastalık için tartıştığımız gibi,
metabolik homeostasisini sağlayan kapasitesi ile modern ileri yaşlardaki sağlığın korunması yönünde çok az seçi­
enerji ve beslenmelerine ilişkin çevresel faktörler arasın­ lim olması nedeniyle, bolluk zamanlarında belki de bir
daki uyumsuzluktan kaynaklandığı yönündedir. miktar sakıncalı olabileceklerini savunmuştur. Neel, ata­
Bu uyumsuzluğun nasıl ortaya çıktığını açıklayan ve larımıza yararlı olan bu genetik olarak kontrol edilen tu­
birbirini dışlamayan İki temel olasılık bulunmaktadır. tumlu karakterlerin günümüzde obezite de dâhil birçok
Birincisi, günümüz çevresinin yeni olması nedeniyle ge- olumsuz etkiye yol açabileceğini ileri sürmüştür. Neel,
notlpimiz henüz buna uyum sağlayacak tarzda bir seçi­
özellikle tarihinde sık kıtlık görülmüş populasyonlarda bu
lim geçirmemlştlr; aksine genomumuz Paleolitik ortama
olumsuzlukların daha da belirgin olduğunu savunmuş­
göre seçilime uğramış ve uyum sağlamıştır. Fakat buna
tur. Dolayısıyla bu populasyonlar, avcı-toplayıcı bir yaşam
bağlı ikincil sorular akla gelmektedir: genotipimiz, kıtlık
tarzından yiyeceğin her zaman bulunabildiği bir yaşam
gibi darboğazlarda hayatta kalabildiği için mi seçilmiştir
tarzına geçtiklerinde daha belirgin bir metabolik deza­
ve obezite ve onunla ilişkili sonuçlar bu seçilimin kötü
vantaja sahip olacaklardır. Tutumlu genotip hipotezi, bazı
sonuçları mıdır? Yoksa obezite ve metabolik hastalıklar,
populasyonlardaki yüksek metabolik hastalık sıklığını ilk
çevresel faktörlerdeki değişim hızının organizmanın fiz­
kez genetik mekanizmalarla açıklamasıyla odak noktası
yolojisini ortama uyumlu hale getiren seçilim kapasitesi­
haline gelmiştir.
ni aşması sonucunda ortaya çıkan uyumsuzluğun sonucu
olarak mı gelişmişlerdir?
8.4.1.1 Tutumlu genlerin araştırılması
ikinci olasılık, metabolizmayı düzenleyen karakterle­
İlk kez Neel tarafından önerilen anlamıyla, tutumlu gen­
rin doğrudan seçiliminin, organizmanın çevreye uyum
lerde ne gibi özelliklerin olmasını beklemeliyiz? Herşey-
amacıyla evrimleşmesinde tek yol olmayabileceğidir._Se-
den önce bu genlerin tutumluluğu temsil edebilecek vü­
çilim aynı zamanda, mevcut olan veya olması beklenen
cut kütlesi indeksi veya glikoz toleransı gibi, bazı karak­
çevresel faktörlere karşı fenotipin uyarlanması mekaniz­
terlerle önemli bir bağlantısı olmalıdır (gen tanımlanması
malarını kullanan gelişimsel plastisite süreçleri üzerinde
ancak bu yolla olasıdır). İkincisi, bu genin bir fonksiyonu
de işleyebilir (Bölüm 4'e bakınız). Gelişimsel sinyallere
bulunmalıdır: yani insülinin salınması ve çalışması, anah­
karşı gelişimsel yanıtların uygun olmaması, organizma ve
tar bir metabolik düzenleyici enzimin veya yağ hücreleri
ortamı arasındaki uyumsuzluğa yol açabilecek bir diğer
mekanizma olabilir. Obezite ve ilişkili sağlık sorunlarının biyolojisinin herhangi bir noktasında görev alan bir en­

oluşmasında her iki olasılığın da belli oranda etkili oldu­ zim gibi metabolik paylaşımın bazı yönleri ile ilişkili bir

ğuna ilişkin kanıtlar vardır. proteini kodlaması gerekmektedir. Üçüncüsü ve ideali


ise, populasyon genetiği çalışmalarıyla, tarihi geçmişin­
de bolluk ve kıtlık dönemleri geçirmiş toplumlarda "risk"
8.4.1 "Tutumlu" bir genotip mi?
alelleri üzerinde işlemiş seçilimin izlerinin ve hatta atasal
Yakın geçmişimizde metabolik ve ilişkili hastalıklarda­ zararlı alel yerine"koruyucu"yeni bir alelin varlığının orta­
ki artışı açıklamaya yönelik hipotezler, insan sağlığı ve ya konulması beklenir.
ÇEVRESEL FAKTÖRLERDEKİ DEĞİŞİM HASTALIK RİSKİNİ NASIL ARTTIRABİLİR? 193

Açıkçası, bir populasyondaki bireyler arasında obezi­ 8 .6 'ya bakınız). Üstelik ilişkinin en güçlü olduğu saptanan
te ve tip 2 diyabete yatkınlık açısından bireyler arasında genler bile bir populasyonda obezite veya diyabete yat­
belirgin varyasyonlar gözlenmekte ve bu karakterlerin kınlığın sadece küçük, %1-3 kadar, bir bölümünü açıkla­
kalıtsal olduğuna ilişkin kanıtlar bulunmaktadır. Obezite yabilmektedir. Ayrıca, obezitede görülen varyasyonların
ve/veya tip 2 diyabet ile ilişkili 20 0 'den fazla gen tanım­ genlere bağlı olduğunun gösterilmesi, Neel tarafından
lanmıştır. Ancak, bunların sadece çok küçük bir bölü­ varsayıldığı gibi, bu genlerin kıtlık zamanında sağladığı
münde, değişik toplumlarda yeterince büyük örnekleme avantaj nedeniyle İnsan gen havuzundan seçilen genler
gruplarıyla çalışılarak ve tekrarlanabilir sonuçlar elde edi­ olduğunu da kanıtlamaz. Sonuç olarak tutumlu gen hipo­
lerek, bu İlişkinin gerçek olduğu saptanabilmiştir (Kutu tezi, sadece bir hipotez olarak kalmıştır.

Kutu 8.6 Obezite ve/veya diyabetle ilişkili aday genler

Insülin VNTR fizmin bulunması artan insülin duyarlılığı ile ilişki­


İnsan insülin geninin 5’ucu, birkaç yüz farklı alel olu­ lidir ve böylece düşük doğum ağırlığı ile geç insülin
şumuna neden olan değişken sayıda ardışık tekrarlı direnci arasındaki, bilinen ilişkiyi engelleyebilir.
dizinler (VNTR) içermektedir. Bu alelerden daha az Bunun yanı sıra, Pro-12/Ala mutasyonu taşıyan ki­
sayıdaki tekrar dizinleri içeren bir grup alel (grup I şiler düşük doğum ağırlığının neden olduğu plazma
allel), (3 hücrelerinden daha fazla insülin salgılan - yüksek yoğunluklu lipoprotein kolesterol (HDL) dü­
masıyla ilişkilendirilmiştir. Tümü değil ama bazı zeylerinin düşmesine karşı da korunurlar. Risk ale-
çalışmalar, insülin VNTR genotipi ile erken bebeklik li Pro-12/Pro alelinin atasal alel olması, bol besinli
döneminde kilo artışının aracı olabileceği tip 2 diya­ ortamın Pro-12/Ala aleli lehine oluşturduğu seçilim
bet arasında ilişki bulunduğunu ortaya koymuştur. nedeniyle yaygın alel haline geldiğini düşündürmek­
tedir. Ancak, eğer bu alel lehine seçilim olmuşsa bile
Glukokinaz
başka nedenlerle gerçekleşmiş olmalıdır. Tip 2 diya­
Glukokinaz enzimi, pankreas P hücreleri ile hepato-
bet yakın zamana kadar orta yaş hastalığı olduğun­
sitlerde bulunur ve açlık kan glikoz düzeyini kontrol
dan, bu mutasyonun metabolik homeostasise olan
eden bir glikoz algılayıcısı olarak görev yapar. Böy-
etkisinden dolayı sağladığı uyum gücü avantajı ne­
lece, anasal hipergliseminin fetal insülin salgılan­
deniyle seçildiği şüphelidir.
masına etkisini düzenlediğinden bebeğin doğum
ağırlığını da kontrol eder. Glukokinaz genindeki po- CAPN10
limorfizmler, açlık kan şekeri düzeyi ve doğum ağır­ Olasılıkla insülin salgılanmasında işe karışan
lığını etkileseler de, bu polimorfizm tiplerinden biri Calpain-10 geninin atasal bir aleli ile tip 2 diyabet
üzerinde yakın zamanda pozitif bir seçilim olduğunu arasındaki ilişkiye ve koruyucu bir alel üzerinde ya­
gösterir bir veri bulunmamaktadır. Glukokinaz mu- kın zamanda işlemiş bir seçilimin varlığına ait kanıt­
tasyonları, tip 2 diyabetin seyrek görülen bir tipinin lar bulunmaktadır.
oluşmasına neden olurlar.
FTO
PPARy FTO geni haplotipleri, artan tip 2 diyabet ve obezite
Transkripsiyon faktörü PPARy (peroxisome ile ilişkilidir, ve risk aleli için homozigot olma obezite
proliferator-activated receptor y2), adiposit farklı­ riskini %67 oranında arttırır. Risk alelinin frekansı
laşmasında çok önemli bir proteindir. Genindeki, AvrupalIlarda %45 iken Doğu Asyalılarda %14’tür.
prolin-12’nin alanine değişimine neden olan (Pro- Her ne kadar iştah kontrolü ile ilgili olduğu düşünül­
12/Ala) mutasyon, Avrupa populasyonlarmda %25 se de FTO’nun fonksiyonu henüz kesin olarak bilin­
frekansta görülür ve tip 2 diyabete karşı koruyucu­ memektedir.
dur. Düşük doğum ağırlıklı bireylerde bu polimor-
194 BESİNSEL VE METABOLİK UYUM

8.4.1.2 Bolluk ve kıtlık var mıydı? kusunda toplamaya eğilimli olmalarının nedenlerinden
Aslında, Neel'in fikirleri dikkatle incelendiğinde, kıtlığın birinin, Hindistan muson yağmurlarının gecikmesi ne­
insan metabolizması üzerinde işleyen bir seçilim kaynağı deniyle ortaya çıkan önemli kıtlık dönemleri olduğu ile­
olarak düşünülmesinin bir nedenden dolayı sorgulanması ri sürülmüştür. Başka araştırmacılar da, olası bir tutumlu
gerekmektedir. Neel'in temel görüşünün aksine, modern genin seçilim avantajının bu genin yayılabilmesi için tek
avcı-toplayıcılarda kıtlığın düzenli olarak yaşandığına iliş­ başına yeterli bir etmen olup olamayacağını incelemişler­
kin antropolojik veriler çok azdır. Toplayıcı yaşam tarzı, dir. Kıtlık sıklığı ve şiddetinin yetersiz olduğu, yani çoğu
esnekliği ve çok değişik yiyecek kaynağının kullanılması populasyonda az sayıda kıtlık dönemi yaşandığı, kıtlık
ile karakterizedir. Bu da toplayıcılara, kuraklık gibi deği­ dönemlerinde ölümlerin çoğu kez açlık dışında nedenler­
şen ekolojik şartlara uyumda daha büyük fırsatlar sağlar. le olduğu ve ölümlerin üreme yaşındaki bireylerden çok
Oysa daha önce anlatıldığı gibi, tarımın gelişmesi insan çocuk ve yaşlıları etkilemiş olduğu tartışılmıştır. Bunun
sağlığının daha kötüleşmesine ve periyodik besinsel yanı sıra, bu tür tutumlu genleri kalıtsal olarak taşıması
stresle karşı karşıya kaldığına ilişkin kanıtları baraberinde beklenen günümüz avcı-toplayıcı ve tarım toplumlarının
getirmiştir; bu kararsız ve daha az çeşitte tarımsal ürüne iyi beslenmiş bireylerinde obezite nadir olarak görülmek­
bağlı kalınması nedeniyle beklenen durumdur. tedir. Toplayıcı populasyonlar bolluk zamanlarında fazla
kalorilerini yağ olarak depolamıyorlarsa, insan metaboliz­
8.4.1.3 Tarım sonrası kıtlık tutumlu genleri seçmiş midir? masında etkin olan tutumlu genler kıtlık zamanında nasıl
Eğer avcı-toplayıcılar özellikle kıtlığa eğilimli değillerse, hayatta kalmayı sağlayacaklardır?
Neel'in hipotezini "tek ürüne dayalı tarıma geçişle birlikte Vücut yağ gelişimi dikkate alındığında kıtlığın meta­
(yukarıda tartışıldığı gibi), daha yaygın ve şiddetli olarak bolizmaya olan olası etkileri daha da şüpheli hale gelmek­
görülmeye başlanan kıtlık dönemleri, tutumlu metabo­ tedir. İnsanlarda doğum anında vücut ağırlığının büyük
lizmanın seçiliminde önemli bir etken olmuştur" şeklinde bir kısmı, hiçbir başka memelide rastlanmayan şekilde,
uyarlayabilir miyiz? Laktaz sürekliliği (Bölüm 1) ve sıtma yüksek oranda yağdan oluşmaktadır (Kutu 8 .8 'e bakınız).
direnci genleri (Bölüm 3) ile ilgili çalışmalardan, büyük bir Doğumu takip eden erken postnatal aylarda hızlı bir şe­
zaman dilimi içerisinde gerçekleşen seleksiyonun insan kilde yağ depolanmasına devam edilir. İyi beslenen po-
genomunda fizyolojik olarak önemli izler bırakabildiğini pulasyonlarda yağ oranı yaşamın ilk yılında en üst düzeye
biliyoruz. Gerçekten de, Güney Asya kökenli bireylerin ulaşır ve çocukluk döneminde kademeli olarak düşerek,
enerjiyi metabolik olarak kararsız olan viseral yağ do­ bireyin yaşamı boyunca sahip olacağı en düşük değere

Kutu 8.7 Göç ve sağlık

Falaşa veya Beta İsrail adı verilen EtiyopyalI Yahudi çoğu kıtlıktan etkilenmiş olan Beta İsrail bireyleri bir
populasyonu, kökenlerinin Hz. Musa’ya dek uzan­ gecede kendilerini her türlü işlenmiş gıdaya erişimin
dığını savunurlar. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde, olduğu gelişmiş bir ülkede bulmuşlardır. Bu çok hızlı
Etiyopya’da giderek artan politik ve ekonomik krizin besinsel geçiş sonucunda da birçoklarında metabo­
bölgede yaşayan Yahudi toplumunu etkileyeceğinden lik bozukluğun ortaya çıkması kaçınılmaz olmuştur.
telaşa kapılan İsrail hükümeti, EtiyopyalI Yahudilerin Bir grup genç erişkinde, İsrail’e gelmelerinden yak­
İsrail’e göçünü teşvik etmiş ve kolaylaştırmıştır. Bu laşık 4 yıl sonra yapılan incelemelerde, bu kişilerin
göçün en dikkat çeken olayı, 1991 yılında 1122’si %20’sinde tam bir diyabet tablosu veya bozuk glikoz
tek bir uçuşla olmak üzere, toplam 14.000 kişinin 36 toleransı saptanmıştır. Başka çalışmalarda bu birey­
saat içerisinde İsrail’e taşındığı Solomon Operasyonu lerde karın yağ depolarının arttığı ve aterojenik kan
idi. Etiyopya’da geçimlerini tarımla sağlayan ve bir­ lipid profilleri olduğu görülmüştür.
ÇEVRESEL FAKTÖRLERDEKİ DEĞİŞİM HASTALIK RİSKİNİ NASIL ARTTIRABİLİR? 195

ulaşır (Bölüm 5). Şayet insanların yağ rezervi oluşturmaya feksiyon hastalıkları dolayısıyla besin aliminin azalması
eğilimli olmalarının nedeni kıtlık tehdidiyse, çocukların ve besin yetersizliğine bağlı ölümler en fazla bebeklik
böylesine zorlu bir dönem için neden hazırlıklı olma­ döneminde görülmekte ve besin stresi en yoğun olarak
dıklarını açıklayabilmek zordur. Bu dönemde bir enerji bu evrede yaşanmaktadır (Kutu 8 .8 'e bakınız). Genlerini
rezervinin oluşturulmasına daha az öncelik verilmesi, bir sonraki kuşağa aktarmayı becerebilmiş tüm bireylerin,
kıtlık dönemlerinde atalarımızın karşılaşmış olabileceği hayatın erken evrelerindeki bu darboğazı başarıyla geç­
açlık riskinin çocukluk çağlarında, bebeklik dönemlerine miş oldukları düşünülürse, büyük beyine sahip insanların
kıyasla daha küçük bir tehdit olduğunu düşündürmekte­ koruyucu yağ rezervleri oluşturmak üzere seçilime uğra­
dir. Gerçekten de, sütten kesilme ile birlikte görülen en­ mış olmaları olasıdır.

Kutu 8.8 İnsan bebekleri neden şişmandır?

İnsanlar doğal obez olarak tanımlanmışlardır; bu İnsanlar beyin boyutları açısından, özellikle yaşamın
karakterizasyon özellikle insanların doğumda diğer erken evrelerinde, sıra dışıdır ve yeni doğanlarda
canlılara göre daha fazla oranda vücut yağı bulundur­ vücut metabolizmasının yaklaşık % 70-80’i bu mali­
malarıyla ilgilidir (Şekil 8.6). Sıra dışı “bebek yağını” yetli organ için harcanır (Bölüm 5’e bakınız).
açıklama girişimleri, kanıtları geleneksel olarak tüy- Beyin sosyal ve bilişsel kapasitemiz için çok
süzlüğümüzde aramış ve doğal seçilimin kayıp olan önemli bir organ olmasına rağmen, büyük bir beyine
kürk yerine yalıtkan bir yağ tabakasını devreye sok­ sahip olmak yenidoğan için bazı metabolik zorluk­
tuğu varsayılmıştır. Ancak daha yeni bir bakış açısı, ları da beraberinde getirmektedir. Birincisi, beyin
bu fazla yağ dokusunun insanların bir diğer ayırıcı yenidoğanm enerji gereksinimini, küçük beyinli tür­
karakteri olan büyük beyinleri için yedek enerji lerin yavrularınınkine kıyasla arttırır. İkincisi, diğer
deposu olmaya uygun olduğunu savunmaktadır. doku ve sistemlerin aksine, bir kriz anında enerji
Beyin, diğer tüm doku ve organlar arasında meta- harcanmasını azaltmak için beyin metabolizması
bolik hızı en yüksek olan organdır ve enerji temi­ yavaşlatılmamalı, aksine kalıcı hasarı engellemek
nindeki geçici bir aksamada bile hemen zarar görür. için oldukça sabit tutulmalıdır. Yani büyük bir beyne

Şekil 8.6 İnsanlar şişman doğar.


Doğumda bazı memeli türlerinde
görülen yağ oranlan (Kuzawa
(1998) American Journal o f Physical
Anthropology Suppl. 27,177- 209;
isimli yayından izinle değiştirilerek
alınmıştır).
196 BESİNSEL VE METABOLİK UYUM

sahip olmak bebeklik döneminde metabolizmaya iki metabolik hızı ve dolayısıyla enerji tüketimini arttı­
yük birden getirmektedir: Enerji ihtiyacı artmakta, rır. Her hastalık farklı belirtiler gösterse de, hastalı­
ancak besin temininde bir aksama olduğunda enerji ğın ardından gelen besinsel azalma, immün sistemi
harcamasındaki plastisite kısıtlanmaktadır. baskılayarak bebeği bulaşıcı hastalıklara ve besinsel
Bebeklik döneminde sıklıkla karşılaşılan diğer stres döngüsüne daha duyarlı hale getirir.
faktörler de besin alimim engelleyebilir ve birçok Bu durumda, bebek ciddi bir enerji ikilemi ile kar­
toplumda bu yaşlarda sıklıkla görülen negatif-enerji şı karşıya kalır: büyük beynin gerektirdiği zorunlu ve
dengesinin ortaya çıkmasına neden olurlar. Biz de­ fazla enerji ihtiyacını sağlamak üzere, tam da bakıcı­
neyimsiz bir uyumsal immün sistemle doğarız ve ge­ sına bağımlı olduğu bir dönemde, hastalık ve sütten
lecekteki bulaşıcı hastalıklara karşı koruyucu antikor kesilmenin yarattığı besinsel stres nedeniyle kaynak
repertuarını kazanmak için immün sistemin özgül desteğinden de yoksun kalma olasılığı artar. Bu fak­
patojenlerle karşılaşması (ve enfekte olması) gerekir. törlerin yanısıra besin stresi ve bozulan immün sis­
Ana sütü alan bebekler patojenlerden korunmuş ol­ temin sinerjisi, birçok toplumda yüksek bebek ölüm
duklarından doğum sonrası ilk aylarda oldukça sağ­ oranının nedenidir. İşte doğal seçilim büyük olası­
lıklıdırlar. Fakat, bebekler 6 aylık olduklarında ana lıkla, bu zor döneme hazırlayıcı bir strateji olarak,
sütünden sağlanan enerji yetersiz hale gelir (Şekil neonatal dönemde yağ depolanmasını sağlayacak
8.7) ve daha az steril ek gıdalar verilmelidir, ve böy- şekilde işlemiş olmalıdır. Erişkin hale gelmeyi başa­
lece aşırı hijyen koşulları dışında, bulaşıcı hastalıklar rarak üreyebilen ve genlerini bir sonraki kuşağa ak­
kaçınılmaz olur. Diğer taraftan çocukluk çağı bulaşıcı tarabilen birey setinin, sütten kesilmeden önce bü­
hastalıkları, bir besin stresi kaynağıdır ve beslenme­ yük miktarda enerjiyi yağ olarak depolayan bebekler
yi doğrudan etkilediklerinden sağlıkta bozulmaya ve olduklarını tahmin etmek zor değildir. Ancak, enerji
bebek/çocuk ölüm oranlarının artışına neden olur. stresine neden olan bu olayların çocukluk döneminin
Çocuk hastalanınca iştahı kesilir, üstelik çoğu kez ortalarına doğru tehlike olmaktan çıktıklarının da
bakıcılar bebeği beslemekten kaçınırlar, ishale ne­ belirtilmesi önemlidir: bu dönemde çocuklar karşıla­
den olan hastalıklar besin emilimini ve sindirimini şacakları olası önemli patojenlere karşı antikorlarını
azaltırken, birçok viral enfeksiyonda görülen ateş, zaten kazanmışlardır. Bunun sonucunda da enfeksi-

Erkekler

Kızlar

Şekil 8.7 Büyümenin aksamaması için,


yaşamın ilk 6 aylık dönemi civarında
emzirme, ek gıdalarla desteklenmelidir
(Şekil, Northwestern Üniversitesinden
Dr. Chris Kuzawa tarafından verilmiştir)
EVRİMSEL YENİLİK GÜNÜMÜZ METABOLİK HASTALIK VE OBEZİTE ÖRÜNTÜLERİNİ AÇIKLAR MI? 197

yon ve negatif enerji dengesi dönemleri, sütten ke­ Buradan, erken yaşamdaki enerji stres etmenleri­
silme dönemlerindeki görülme sıklığının çok altına nin insanlarda yağ depolanmasının gelişimsel örün-
düşer. İleri çocukluk dönemlerinde, hayatta kalmak tüleri üzerinde nasıl iz bıraktıklarını anlayabiliriz.
için enerji yedeğine daha az gereksinim duyuldu­ Aşağıda göreceğimiz gibi aynı doğal seçilim gücü,
ğundan yağ depolanması da azalır. Eğer vücudumuz kasta insülin direnci gibi metabolik özelliklerin se­
kıtlık dönemlerinde hayatta kalmak üzere planlan­ çilmesine neden olup, besin aliminin azaldığı veya
mış olsaydı, çocukluk dönemlerinde yağ birikiminin zorlaştığı dönemlerde değerli glikozun kullanımını
azalması gibi bir durum söz konusu olmazdı. kısıtlayarak beyne yönlendirilmesini sağlamış olabi­
lir..

8.5 Evrimsel yenilik günümüz Bu iki değişim, gelişmiş ülkelerde belirgin ve geliş­
metabolik hastalık ve obezite mekte olan ülkelerde ise giderek artan bir şekilde, nere­
örüntülerini açıklar mı? deyse tüm toplumlarda beklenen yaşam süresinin etkin
halk sağlığı önlemleri nedeniyle uzadığı bir zeminde
Önceki kısımlar, özellikle Batı ülkelerinde son 100 yıl gerçekleşmiştir. Üreme piki orta yaş sınırından çok önce

İçinde görülen ve gelişmekte olan ülkelerde yaşanmakta olduğundan, sağlık ve üreme uyum gücünün özdeş ol­
madığını vurgulamak gerekmektedir. Sosyal bir grupta
olan hızlı besinsel ve sosyo-ekonomlk geçiş koşullarında
yaşlı bireylerin bulunması, daha uzun yaşam için bir mik­
artış gösteren obezite ve metabolik hastalıkların değişen
tar uyum gücü avantajı sağlayarak akraba uyum gücünü
örüntüsünü anlamada evrimsel tarihimizin nasıl yardım­
etkiliyor olsa da, daha erken yaşlarda üreme yeterliliği
cı olduğuna yönelik bir arka plan oluşturmaktadır. Özet
etkilenmediği takdirde, orta yaş sağlık fenotipi üzerinde
olarak, atalarımız tarım ve sürekli bir karbonhidrat kay­
güçlü bir seçilim baskısı olmayacaktır (Bölüm 5'e bakınız).
nağı olmadan evrimleşmişlerdir. Türümüz, omnivor bir
Metabolik bozuklukların insidansının gençler arasında gi­
diyetin üstesinden gelebilme ve besine düzenli olarak derek artması, epideminin bir nedeninin de yaşam süre­
ulaşılabilirle esasıyla evrimleşmiş bir metabolizma ve sinin uzaması olduğunu savunan düşünceyi çürütmekte
davranış ile tanımlanır. Seçilim, fizyolojimizi bu özellik­ ve böylesine erken dönemde başlayan bu hastalıkların
lere ve köken aldığımız Palaeolitik toplayıcıların diyetine kişilerin üreme uyum gücünü nasıl etkileyebileceği soru­
uyumlu hale getirme yönünde işlemiştir. Yukarıda tar­ sunu akla getirmektedir (Bölüm 5'e bakınız).
tışıldığı gibi, her ne kadar tipik bir avcı-toplayıcı bakış Şu halde bu epideminin en basit evrimsel açıklaması,
açısı yanıltıcı ise de, genel olarak, nispeten proteince türümüzün evrimsel tarihimizde hiç görülmemiş şekilde
zengin, şeker ve yağca fakir bir besin aliminin olduğu bir bütünüyle yeni bir besinsel çevreyle karşı karşıya olması
ortamda seçilime uğradığımız ve uyum sağladığımız ka­ ve metabolizmamızın bu ortama uyum sağlamak üzere
bul edilir. Bu durumda belirgin obezite uzak bir olasılık seçilime uğramamış olmasıdır. Bunun yerine metabolik
gen repertuarımız Paleolitik döneme en iyi uyarlanmış
olacaktır. Avcı-toplayıcıların yiyecek bulmak için günde
genlerden oluşmaktadır. Örneğin proteince zengin, yağ
yaklaşık 2500 kcal harcadıkları tahmin edilmektedir. Geç
ve karbonhidrat bakımından fakir bir diyet yönünde seçi­
Neolitik'ten bu yana, öncelikle tarımın gelişmesi, sonra
lime uğramış bir metabolizma, proteince fakir, fakat yağ
her çeşit işlenmiş yiyeceğin üretilmesine eşlik eden en­
ve karbonhidratça zengin bir diyetle karşılaşınca, obezite
düstriyel ve teknolojik devrimler nedeniyle, insanların
ve metabolik hastalıklarla sonuçlanıyor olabilir. Bu durum,
beslenme tarzı dramatik şekilde değişime uğramıştır. kültürel ve beslenme tarzındaki değişikliklerin hızının,
Buna paralel olarak, bu yiyeceğin elde edilmesi için har­ bunu telafi edecek evrimsel sürecin kapasitesini aştığını
canan işgücü ise giderek azalmaktadır. gösteren en basit evrimsel uyumsuzluk örneğidir.
198 BESİNSEL VE METABOLİK UYUM

Çok fazla destek bulamayan ikinci bir olasılık, kıtlık dö­


nemlerinin bir darboğaz oluşturduğu ve sadece yağ de-
polayabilen bireylerin hayatta kalabilmiş olabileceğidir.
Kıtlık dönemleri, içinde bulunduğumuz ortamdaki gibi,
enerjice zengin bir çevrede yağ depolamayı sağlayan "tu­
tumlu genler" lehine bir seçilim yaratmış olmalıdır. Ancak,
insan populasyonlarındaki gerçek besinsel stres ve ölüm
oranları örüntülerine baktığımızda görülen manzara, "tu­
tumlu genotip" hipotezinin tümüyle doğru olması halinde
ortaya çıkması beklenen tablodan çok farklıdır. Çeşitli ve
esnek beslenme tarzı, insan evriminin büyük bölümünde
önemini azaltacak biçimde, toplayıcı populasyonları kıt­ Şekil 8.8 Diyabet gelişme riski (insülin direncini gösteren açlık
lıktan korumuş olmalıdır. Ayrıca vücudun yağ depolarını insülin konsantrasyonu) ve aşırı şişmanlık (bel-kalça oranı)
koruma önceliğinin, besin yokluğu ile karşı karşıya kalmak arasındaki ilişki toplumlar arasında farklılıklar gösterebilir:
İngiltere'de yaşayan beyaz ve Güney Asyalı çocukların
veya besin yokluğundan ölmek gibi, değişkenlik gösteren
karşılaştırılması (VVhincup vd. (2002) British Medical Journal
risklerle uyumlu bir şekilde yaşa bağlı olarak değiştiğini
324,635; isimli yayından izinle değiştirilerek alınmıştır).
görüyoruz. Yeni doğan ve bebeklerde görülen oldukça
yüksek yağ oranı, doğal seçilimin bu yaşlarda metaboliz­
mayı şekillendiren güçlü bir etmen olduğunu gösteren
8.6 Gelişimsel bir bakış açısı:
önemli bir ipucudur. Dolayısıyla, bir sonraki kısımda tar­
kayıp halka mı?
tışacağımız gibi; erken yaşlardaki beslenme, daha geç
yaşlarda gelişecek metabolik hastalık risklerini etkileyen
Yaşamın erken dönemlerindeki olayların yaşam boyun­
evrimsel güçler hakkında da önemli bilgiler verebilir.
ca etkilerinin olabileceği Hipokrat zamanından beri bi­
Genetik arka plan ne olursa olsun, çevresel koşulların
linmektedir. Son 25 yıldır yapılan çalışmalar, insanların
kritik olduğu açıktır. Geleneksel yaşam tarzlarını sürdür­
erken dönem gelişiminin metabolik sinyallere duyarlı ol­
müş olan Pima Kızılderililerinde tip 2 diyabet görülme
duğunu ve sinyaller ile bireyin yaşamının ileri evrelerinde
oranı yüksek değildir, fakat aynı soydan gelen ve günü­
bulunduğu ortam arasındaki uyumsuzluğun diyabet ve
müzde yaşayan, fakat azalmış bir fiziksel aktivite ile bir­
kalp hastalıkları gibi metabolik bozuklukların artışına ne­
likte farklı bir beslenme tarzı uygulayan torunlarında bu
den olabileceğini göstermiştir.
hastalığın oranı oldukça yüksektir (Kutu 8.9'e bakınız).
Gelişim ortamının yaşamın geç evrelerindeki hastalık
Bununla birlikte mutlaka açıklanması gereken bir nokta
risklerinde rol oynadığını ilk kez populasyon temelli ça­
da. Şekil 8 .8 'de görüldüğü gibi, aşırı şişmanlık ve diyabet
riski arasındaki ilişkinin toplumlar arasında büyük farklı­ lışmalar ileri sürmüştür. Bu tür etkilere ilişkin kanıtlar de­
lıklar göstermesidir. Bazı olgularda bu durum, geçmişin­ ğişik şekillerdedir. En sık rastlanan biçimi, düşük doğum
de hastalık riskini etkileyebilecek özgün mutasyonların ağırlıklı bireylerin yaşamlarının ileri evrelerinde hipertan­
seçilimine yol açan farklı besinsel olaylarla karşılaşmış siyon, diyabet ve kardiyovasküler hastalıklar gibi metabo­
yerel toplumlardaki genetik farklılıklara bağlanabilir. Bel­ lik bozuklukların oranının daha yüksek olmasıdır. Bu çalış­
li bir bel/kalça oranına (metabolik olarak aktif olan karın malar doğaları gereği uzun süreli çalışmalardır: aksi halde
bölgesindeki yağ miktarı için bir ölçüt) sahip bireyler için, bir kişinin fetüs iken veya büyümekte olan bir çocuk iken
Hindistandaki populasyonlarda tip 2 diyabetin gelişme başına gelen olayların erişkin dönemindeki sağlığına olan
olasılığının AvrupalIlara kıyasla daha yüksek olduğu ve etkilerini nasıl bilebilirdik? Bu tür çalışmalarda kullanılan
Muson yağmurlarının yol açtığı kıtlık nedeniyle Hintli­ en önemli yaklaşımlardan biri, en az 50 yıl öncesine ait
lerde bu özellik lehine bir seçilim olmuş olabileceği öne kütüklerden doğum ağırlıkları ve doğum sonrası kayıtları
sürülmüştür. Yine de kendi içinde bu gözlemler, evrimsel toplamak ve daha sonra bu bilgilerin ait olduğu erişkin
yeniliğin neden olduğu basit uyumsuzluk modeline uy­ kişileri izlemektir (Kutu 8.10'a bakınız). Bu tür çalışmaları
maktadır, ama yeni çevreye uyum konusunda populas- yapmanın birçok güçlüğü vardır. Örneğin, kardiyovaskü­
yonlar birbirinden genetik olarak farklı olabilir. ler hastalık riski oluşturabilen ve doğum ağırlığına bağlı
GELİŞİMSEL BİR BAKIŞ AÇISI: KAYIP HALKA MI? 199

Kutu 8 .9 Kırılgan populasyonlar

Gelişmiş ekonomisi olan ülkelerde yaşayan sömürge­ fakat Meksika’da yaşayan Pima populasyonunda di­
leştirilmiş yerli halkların (Amerika’da Kızılderililer, yabetin görülme sıklığı, Kızılderili olmayan komşu
Avustralya yerlileri ve Yeni Zelanda Maorileri gibi), populasyonlara benzer şekilde, beş kat daha az azdır.
karşılaştıkları problemler arasında, sosyoekonomik Bu gözlemler, populasyonlar arasındaki farklılıkların
olumsuzluklar ile şişmanlık ve tip 2 diyabet gibi nedenlerinin açıklanabilmesi için dikkatleri bir kez
hastalıkların görülme sıklığındaki orantısız artış­ daha çevresel faktörlere ve yaşam tarzına çekmekte­
lar bulunmaktadır. Buna karşılık, Güney Pasifikteki dir. Gerçekten de Batı tarzı bir süpermarket diyeti ile
Nauru adasında yaşayan insanlar, adalarındaki fosfor beslenen ve düşük fiziksel aktiviteli ABD Pima po-
madenciliği nedeniyle, birkaç yıl önce dünyanın kişi pulasyonu, geçimsel tarım ile uğraşan ve ağır fiziksel
başına düşen geliri en yüksek toplumu olarak tanın­ aktiviteleri olan Meksika Pima populasyonuna göre
manın keyfini çıkarırken, günümüzde toplumdaki çok daha şişmandırlar.
erişkinlerin %90’nın aşırı şişman ve %40’ının tip 2 Şu halde, gelişmiş ekonomisi olan ülkelerde ya­
diyabet hastası olduğu, dünyada metabolik bozuk­ şayan yerli populasyonlarda görülen bu diyabet epi­
luğun en fazla görüldüğü populasyon olarak fark demisinde ortak nokta nedir? Gördüğümüz örüntü,
edilme talihsizliğini yaşamaktadırlar. Birbirinden bu populasyonların isteyerek veya istemeyerek, ge­
çok farklı görülen bu iki durumu ilişkilendiren olay çimsel tarım veya toplayıcı yaşam tarzından yüksek
nedir ve bu sorunun yanıtı dünyanın her yerinde enerjili besinlere kolay ve ucuz olarak ulaşabildikleri
görülen obezite ve diyabetin oluş nedenleri hakkında bir yaşam tarzına hızlı bir değişim geçirmiş olduk­
bize neler söyleyebilir? larıdır. Bu hızlı değişim, programlanmış olan ile
ABD’nin güney-batısında yaşayan Arizona Pima mevcut beslenme ortamı arasında bir uyumsuzluk
Kızılderilileri, diyabetin göreceli olarak yüksek oran­ oluşturmakta ve metabolik hastalık riskini arttır­
da görülmesi nedeniyle çok detaylı incelenen yerli maktadır. Ayrıca, rahim içinde karşılaşılan, anasal
populasyonlardan biridir. Pima Kızılderililerinde son hiperglisemi fetüsü doğrudan etkilediğinden, obe­
30 yılda 2 ile 4 kat bir artış gösterecek şekilde, 35 yaş zite ve diyabet doğası kuşaklar boyunca da aktarıla-
üzeri erişkinlerin %60’ında tip 2 diyabet bulunmak­ bilmekte ve bu da yüksek doğum ağırlıklı (ve daha
tadır. Nispeten homojen bir genetik yapıya sahip çok yağ hücresi içeren) bebeklerin doğmasına neden
bir populasyonda hastalık riskinin bu denli yüksek olarak ileri yaşlarda obeziteye eğilimi arttırmakta­
olması, yatkınbk genlerinin tanımlanması açısından dır. Sosyo-ekonomik durumun kötülüğü bu süreci
ideal fırsatlar sunar ve saptanan genler, varsayılan daha da şiddetlendirerek, stres gibi diğer olumsuz
tutumlu genler için aday olacaktırlar. Nitekim Pima- faktörlerin yanı sıra, besin değeri düşük ama enerjisi
larda tip 2 diyabet etiyolojisinin açıklanmasına yö­ yüksek ucuz yiyeceklerin daha da çekici hale gelmesi­
nelik birçok genetik çalışma yapılmış, ancak bu has­ ni sağlamakta ve kaçınılmaz olarak kuşaklararası bir
talıkla güçlü bir ilişki gösteren bir kromozom bölgesi ‘metabolik getto’ oluşmasına neden olmaktadır.
saptanamamıştır. Üstelik aynı genetik yapıya sahip

değişiklikler gösterebilen başka risk faktörleri gibi, ilintili Bu konudaki ilk çalışmaların gelişmiş ülkelerde yapıl­
olabilecek bazı özelliklerin kaydı tutulmamış olabilir. Bu­ mış olması, doğal olarak, akla bu bulguların gelişmekte
nunla birlikte, Barker ve ekibi tarafından gerçekleştirilen olan ülkeleri ne derece ilgilendirdiği sorusunu getirmek­
ve alanında öncü olan çalışmalar, düşük doğum ağırlığı tedir. Günümüzde Hindistan, Çin ve Güney Amerika'nın
ile birçok kronik, bulaşıcı olmayan hastalık arasında ilişki bazı bölgelerini de içeren gelişmekte olan ülkelerde ya­
bulunduğunu göstermiştir. pılmış çalışmalar da bulunmaktadır ve hepsinde benzer
200 BESİNSEL VE METABOLİK UYUM

Kutu 8 .1 0 Tıbbi arkeoloji

Southampton’dan bir epidemiyolojist olan David olan bölgelerde görülmediğini fark ettiler. Nitekim
Barker ve ekibi, 1980 başlarında İngiltere ve Galler en yüksek ölüm oranları, özellikle inceledikleri
bölgesinde, son 10 yıl içindeki (1968-1978) koroner erişkinlerin doğdukları dönemde işsizlik oranının
kalp ve diğer damar hastalıklarından ölüm oranlarını yüksek ve sosyal refahın düşük olduğu kuzey-batı
inceliyorlardı. Araştırma ekibi, alışılmışın aksine, İngiltere ile güney Galler gibi bölgelerde görülmek­
en yüksek ölüm oranlarının, örneğin Britanya’nın teydi (Şekil 8.9). Üstelik 1920’lerdeki yeni doğan
güney-doğusu gibi günümüzde refah düzeyi yüksek ölüm oranları (fakirliğin ve dolaylı olarak ananın

Şekil 8.9 Sosyal düzeyi düşük bölgelerde kalp hastalıkları daha sık görülmektedir. 1968-1978 yılları arasında, Ingiltere
ve Galler bölgesindeki erkeklerde koroner kalp hastalığı görülme oranları. Göreceli olarak daha zengin olan güney ve
batı bölgelerindeki düşük ölüm oranlarına karşın, kuzey-batı İngiltere ve güney Galler bölgeleri (koyu renkli alanlar)
gibi endüstriyel alanlarda ölüm oranı daha yüksektir (Barker (1998) Mothers, Babies and Health in Later Life, 2nd edn.
Churchill Livingstone, Edinburgh; adlı yayından İzinle değiştirilerek alınmıştır.).
GELİŞİMSEL BİR BAKIŞ AÇISI: KAYIP HALKA MI? 201

beslenme durumunun bir belirteci olan) ile sonraki tutulmuştu. Barker ve ekibi, Southport’ta bulunan
yıllarda koroner kalp hastalıklarından ölüm oranları Ulusal Sağlık Teşkilatı Merkezi Kayıt Bürosunu kul­
arasında güçlü bir coğrafik ilişki vardı. lanarak 1911-1930 yılları arasında Hertfordshire
Yaşamın erken ve geç dönemlerindeki ölüm oran­ bölgesinde doğan 16.000 erkek ve kadının izlerini
larının ilintili olması nasıl açıklanabilir? Bu gözlem­ sürmüş ve ölüm nedenlerini saptamıştır. İlk kez 1989
ler çok uzak bir zamanda yapıldığından, o zaman için yılında yayımlanan bulguları tartışmalıydı. Bulgular,
değerlendirmeye alınamamış olan sigara kullanımı, hem erkekler hem de kadınlar için kalp hastalıkla­
beslenme ve hayat tarzı gibi niceliksel olmayan bir­ rından ölüm riskinin, 2,5 kg altında doğanlarda, 4,3
çok etmenden etkilenmiş olmaları olasığı yüksektir. kg ve üzerinde doğanlara göre iki kat fazla olduğunu
Bir sonraki basamak, ilintinin gösterilmiş olduğu gösteriyordu.
büyük populasyondan, daha küçük populasyonlara Başka araştırmacılar da, bebeklik döneminde be­
geçmek ve bireylerin tüm yaşamları boyunca izlene­ bek mamaları ile desteklenme sonucunda ortaya çı­
bildiği belirli bir populasyona zaman içinde neler ol­ kan aşırı beslenmenin de hastalık riskini değiştirdi­
duğunu ortaya koymak olmuştur. Bunun için, yüzyı­ ğini göstermişlerdir. Yetersiz fetal büyüme genellikle
lın başlarında doğan çocukların ileri yaşlardaki ölüm bir geri tepme olarak bebeklik döneminde hızlı bü­
nedenleri ile ilişkilendirilebilecek, büyüme ve geliş­ yüme ile ilintili olduğuna göre, bunlar olasılıkla aynı
meleri hakkmdaki kayıtlara ihtiyaç vardı. Barker ve olgu ile ilişkili farklı bakış açılarıdır. Ancak gelişimsel
ekibi, bir arşivcinin de yardımıyla tüm Britanya’da verilerin daha detaylı değerlendirilmesi, gelişimsel
yüzyılın başlarında tutulmuş olan doğum ve bebek büyüme örüntüleri ile hastalık riskleri arasındaki
kayıtlarını incelemeye başladılar. Sayısız kayıt bu­ ilişkinin ağır bir uterus içi büyüme bozukluğu nede­
lunmasına rağmen birçoğu eksik, detaydan yoksun niyle olmadığını, aksine gelişimsel büyüme örüntü-
veya iyi saklanmadığından kötü durumdaydı. lerinin tamamında riskte sürekli bir değişimin varlı­
İngiltere’nin Hertfordshire bölgesine ait kayıtlar, ğını göstermektedir (Şekil 8.10). Bu da, hastalık ris­
bulunabilen en kapsamlı kayıtlardı. Bunlar, bebekle­ kinin gelişimsel aksama sonucu oluşmadığını, fakat
rin doğum ağırlıklarını, 1 yaşındaki ağırlıklarını ve özgün görevi uyum sağlamak olan gelişimsel olarak
1 yaşında sütten kesilip kesilmediklerini içeriyordu. plastisite gösteren sürecin bir parçası olduğunu gös­
Kütükler, 1911-1945 yılları arasında düzenli olarak termektedir.

sonuçlar elde edilmiştir. Son olarak, günümüzde görülen yerine mama ile beslemenin ileri yaşlarda ortaya çıkaracağı
kıtlık krizlerinin incelenmesiyle elde edilen veriler de, sonuçları veya eşeysel farklılaşmaya etkili olan çevresel fak­
uterus-içi ortamın yaşamın ileri evrelerindeki sağlık duru­ törleri tanımlamak üzere kullanılan "programlama" terimi
muna etkili olduğunu göstermektedir. bu olguyu açıklamaya uyarlanmıştır. Barker ve Hales, prog­
ramlamayı açıklamak için Neel'in tutumlu gen hipotezine
açıkça atıfta bulunacak şekilde tutumlu fenotip hipote­
8.6.1 Uyum sürecinin maladaptif sonuçları
zini öne sürmüşlerdir. Bu hipotez, iyi beslenmemiş anadan
Geriye dönük epidemiyolojik incelemeler, yaşamın erken gelen uyarılara göre biyolojisini ayarlayan fetüsün doğuma
ve geç dönemleri arasındaki ilişkinin biyolojik temeli hak­ dek yaşama tutunmayı başardığını, ancak bu tür programlı
kında kanıt sağlayamayabilir, ancak fetal veya erken be­ tutumluluğun bireyin yaşamının ileri evrelerinde olumsuz
beklik dönemindeki olumsuz koşulların çocuk gelişimini, sonuçlara neden olduğunu savunmaktadır.
büyümeyi değiştirecek tarzda, yaşamın geç evrelerinde İnsanlardan edinilen sonuçları doğrulamak, detaylan-
hastalık oluşturma eğilimine neden olduğu konusunda dırmak ve altında yatan moleküler mekanizmaları açığa
fikir birliği bulunmaktadır. Önceleri ana sütü ile besleme çıkarmak için hayvan çalışmaları kullanılmıştır, ilk çalış-
202 BESİNSEL VE METABOLİK UYUM

Kutu 8.11 Modern kıtlıklar

Yirminci yüzyılda, makineleşme ve kimyasal gübre birliği yaptıkları için Hollanda sivil halkına yapılan
kullanımıyla birlikte tarım etkinliğindeki artış kıtlık misillemeler ve ardından gelen zorlu kış koşulları,
sorununu bitirmemiştir. Gerçekten bazı yorumcu­ Kasım 1944’ten ülkenin kuşatmadan kurtulduğu
lar, tarihte görülen en büyük açlık olaylarının sadece Mayıs 1945’e kadar Hollanda’nın batı şehirlerinde
yiyecek yokluğu nedeniyle oluşmadığını ve her yiyecek ve yakıt kıtlığına neden olmuştur. Bu kıtlık­
zaman kıtlığın şiddetini arttıran sosyo-politik bir tan önce populasyonun iyi besleniyor olmasına ve
boyutun olduğunu iddia ederler. Sovyetler Birliğinde işgalden sonra yiyecek stokları kısa zamanda tekrar
halkın komün yaşama zorlanmasıyla 1930’larda ger­ yerine konulmuş olmasına karşın, kıtlığın en şiddetli
çekleşen Ukrayna kıtlığı, 1950’lerde Mao’nun “Büyük hissedildiği dönemlerde enerji alımı günde 400-800
İleri Atılım” hareketi sonrası Çin’de görülen felaket kaloriyi geçmemekteydi. Tüm bu zorluklara rağmen,
boyutundaki açlık olayı veya Afrika Boynuzundaki gebe kadınlara tıbbi destek verilmiş ve beslenme du­
siyasi istikrarsızlık ile bağlantılı olarak gelişen ve rumları, gebeliğin gidişatı ve bebeklerinin doğum
günümüzde halen devam etmekte olan kıtlık sorun­ ağırlıklarına ilişkin kayıtlar düzenli olarak tutulmuş­
ları gibi geçen yüzyılda görülen kıtlıklarla ilişkili fak­ tur. Bu kayıtlar, şimdi orta yaş grubunda olan Açlık
törlerin incelenmesi bu görüşleri desteklemektedir. Kışındaki çocukların sağlık durumlarının yaşamları
Tıp, kıtlığın etkilerinin hafifletilmesinde katkıda boyunca izlenebilmelerine olanak sağlamıştır. Bu
bulunur. Ancak, üzücü de olsa kıtlık aynı zamanda sayede uterusta besinsiz kalmış olmanın sağlık du­
bilim insanlarına, insan beslenme fizyolojisinin en uç rumlarına olan etkileri incelenebilmiş ve aynı bölge­
noktalarını araştırma fırsatı da sağlar. Gebelik döne­ de yaşamış olan fakat açlık döneminden aylar önce
mindeki kötü beslenmenin çocuğun büyümesini ve doğmuş veya açlık döneminden sonra gebe kalınmış
ileri yaşlardaki sağlık durumunu etkilemesi ile ilgili bireylerden oluşan kontrol grubuyla karşılaştınlabil-
bilgilerimizi bu tür doğal deney ortamlarına borçlu­ miştir.
yuz. Ancak kıtlığa eşlik eden sosyal olumsuzluklar, Yalnızca, gebeliğin geç dönemlerinde açlığa maruz
tıbbi kayıtların ve etkilenmiş bireyleri izleme şan­ kalmanın doğum ağırlığı ve doğum boyunu azaltıcı
sının yok olmasına neden olmaktadır. Ayrıca kıtlık etkisi olduğu saptanmıştır. Barker ve ekibinin Kutu
uzun süreli bir sorun olduğundan, gebelik, bebeklik 8.10’da anlatılan epidemiyolojik çalışmasından bek­
veya çocukluk dönemlerindeki etkilerini birbirinden lenildiği gibi, üçüncü üç aylık trimesterde yetersiz
ayırmak oldukça zordur. Sınırlı sayıda yerel kıtlık beslenen analardan doğan düşük doğum ağırlıklı be­
olayında tıbbi ve sosyal kayıtlar tutulmuştur, fakat beklerde, ileri yaşlarda glikoz intoleransı ve yüksek
beslenmeleri silahlı çatışmalar nedeniyle etkilen­ kan basıncı ortaya çıkmıştır. Gebeliğin erken ve orta
miş olan yirminci yüzyıl topluluklarının incelendiği dönemlerinde açlığa maruz kalmanın doğum ağırlığı
çalışmalar da bulunmaktadır. Örneğin 1936-1939 üzerine etkisi olmamasına karşın, bu bebeklerde de
yıllarında İspanya İç Savaşı, 1941-1944 arasında ileri yaşlarda glikoza intolerans, değişmiş kan lipid
Leningrad kuşatması ve 1944-1945 döneminde Hol­ profili, kan pıhtılaşma bozukluğu ve strese karşı aşırı
landa Açlık Kışı bunlardan bazılarıdır. duyarlılık gibi hastalık belirtileri oluşmuştur. Tüm
Haziran 1944’de Normandiya çıkartması sonra­ bu anormallikler, koroner kalp hastalığı riskinde
sında müttefik kuvvetlerin Batı Avrupa’daki hızlı artışla birlikte görülmektedir. Ayrıca, gebeliğinin er­
ilerlemeleri, Hollanda Ren nehri üzerinde bulunan ken dönemlerinde kıtlığa maruz kalmış kadınların,
Arnhem Köprüsünün (Uzaktaki Köprü) ele geçiril­ orta yaşa ulaştıklarında diğer kadınlara göre daha
mesindeki başarısızlık nedeniyle, Eylül ayında bir obez oldukları ve meme kanserine yakalanma riskle­
duraklama dönemine girmiştir. Müttefiklerle iş­ rinin daha yüksek olduğu da bulunmuştur.
GELİŞİMSEL BİR BAKIŞ AÇISI: KAYIP HALKA MI? 203

malar sıçanlar üzerinde gerçekleştirilmiştir. Gebe sıçanın değişikliklerin, doğum ağırlığını etkilemese bile, metabo­
enerjisi azaltılmış veya sadece dengesiz (örneğin protein­ lik programlanmayı etkileyebileceğini ortaya koymuştur.
ce fakir) bir diyetle beslenmesi sonucunda bir sıçan fetü- Diğer birçok epidemiyolojik ve klinik çalışma, küçük doğ­
sü uterusta yetersiz beslenirse, erişkin çağda hipertansif muş bebeklerin doğum esnasındaki deri altı yağ dokuları
olmaktadır. Aynı zamanda bu erişkin sıçanlarda insülin azalmışsa olsa da, göreceli olarak daha fazla viseral yağ
direncinin bulunduğu ve hamileliğinde dengeli bir di­ taşıdıklarını (Kutu 8.1 'e bakınız) ve ileride diyabetin geliş­
yetle beslenen analardan doğan sıçanlara göre daha kısa tiği bireylerde bebeklikten itibaren farklı tipte bir yağ da­
ömürlü oldukları saptanmıştır. Bu etkiler, sıçanlar sütten ğılımının olduğunu (Şekil 8.11) göstermiştir. Bu gözlem­
kesildikten sonra yüksek yağ içerikli bir diyetle beslendik­ ler ve metabolik hastalığın populasyonda yaygın olarak
leri takdirde, insanlarda aşırı beslenme durumunu taklit görülmesi, gelişimsel faktörün fetal gelişimin bozulduğu
edecek şekilde ve fetal ve postnatal çevre faktörlerinin patolojik bir sürecin sonucunu temsil etmediğini göster­
sonucu etkilediğini kanıtlarcasına, daha da abartılı hale mektedir. Olay daha çok, genel olarak uyum sağlamaya
gelmektedir. Gerçekten de, fetal yaşamdan bağımsız yönelik olan gelişimsel plastisitenin uygunsuz bir sonu­
olarak erken bebeklik çağında aşırı beslenmenin hastalık cudur. Nitekim insülin duyarlılığı, glikoz metabolizması
riskini arttırdığına dair inandırıcı veriler bulunmakta ve ve glükokortikoid yolağı gibi sistemlerle ilişkili genlerdeki
bebek maması ile beslenmenin ana sütüyle beslenmeye yaşam boyu etkili olan epigenetik değişikliklerin, gelişim
göre daha fazla enerji sağladığı da bilinmektedir. esnasında metabolik riskin tetiklenmesinde rolü olduğu­
Deneysel çalışmalar ilerledikçe konu, evrimsel gelişim na dair veriler bulunmaktadır..
biyolojisi başta olmak üzere, diğer biyolojik inceleme
alanlarıyla da ilintilendirilmiştir (Bölüm 4'e bakınız). Geli­
8.6.2 Evrimsel yenilik kurgusunda
şimin önemli fakat önemi küçümsenmiş bir faktör oldu­
gelişimsel plastisite
ğuna dair anlayış, giderek daha çok taraftar toplamaya
başlamıştır. Fakat metabolik hastalıkla bağlantılı anah­ Tüm bu gelişimsel bileşenler, evrimsel açıdan nasıl anlaşı­
tar bir özellik, bu ilişkinin sadece düşük doğum ağırlığı labilir: Evrimsel yenilik ve gelişimsel kavramlar arasında bir
ile ilintili olmadığıdır. Epidemiyolojik çalışmalar, doğum sentez yapılabilir mi? Örneğin, sadece çok düşük doğum
ağırlığı ve yaşamın ileri dönemlerindeki hastalık riski ağırlığının değil, tüm doğum ağırlıkları dağılımının ileri
arasındaki sürekli ilişkinin, ortalamanın üzerinde doğum yaşlarda görülen metabolik hastalık riski ile ters orantılı ol­
ağırlığı olan bireylerde bile bulunduğunu göstermiştir masının nedeni nedir? (gebelik diyabeti olan anaların be­
(Şekil 8.10). Deneysel çalışmalar ayrıca, fetal ortamındaki bekleri çok büyük doğar, ancak bu bebekler farklı yolaklar

Şekil 8.10 Doğum ağırlığı ve koroner


kalp hastalığı, tüm doğum ağırlıkları
için orantısal olarak ilişkilidir (standart
ölüm oranı, SÖO olarak ifade edilmiştir).
(Godfrey (2006) Developmental Origins
o f Health and Disease (Gluckman, P.D. &
Hanson, M., eds), Cambridge University
Press, Cambridge adlı kitaptan izinle
alınmıştır).
204 BESİNSEL VE METABOLİK UYUM

besinsel tehdidinin algılandığı birinci duruma uygun bir


yanıt somatik büyümeye yatırımın azaltılmasını (örneğin
kas kütlesinin azalmasını), yağ oranı yüksek besinlerin ter­
cih edilmesini, enerji fazlalığı olduğunda bunu yağ olarak
depolayacak bir metabolik ayarlamayı ve organizmanın
insülin salgılanması ve duyarlılığını azaltmak üzere de­
ğiştirilmiş hormonal, davranışsal ve vasküler kontrol me­
kanizmalarını içerecektir (Şekil 8.12). Evrim uyum gücü
direktifleri ile işlediğine göre, tehlikeli bir ortam beklen­
tisinin olgunlaşma zamanını hızlandırması ve yaşam sü­
resinin uzamasını sağlayan diğer özelliklerden fedakârlık
etmek pahasına (örneğin hücre ve DNA tamirine daha az
kaynak ayırmak gibi) üreme fonksiyonuna daha çok kay­
nak ayrılmasını sağlaması beklenebilir.
Öngörülen yanıtın uyumsal avantajı, öngörünün ne
derece doğru olduğuna bağlı olacaktır. Eğer doğru ön­
Şekil 8.11 Tip 2 diyabete yol açan iki farklı yolak: düşük görüler büyüme ve üreme çağına kadar hayatta kalma
doğum ağırlıklı olarak doğup, sonradan arayı kapama
şansını arttırıyorsa, buna yol açan mekanizmanın evrim­
büyümesi veya yüksek doğum ağırlığı ile doğup çocukluk
döneminde hızlı bir kilo artışı göstermek. Çizgiler, toplu sel süreçte neden seçildiği de açıklanmış olacaktır. Anasal
(cohort) ortalamadan (z skoru) farklılık gösteren vücut hastalık, plasental yetersizlik ve fonksiyon bozukluğu veya
ağırlığını göstermektedir; kesikli çizgiler diyabet hastalığı ileri yaşlarda karşılaşılan çevre koşullarının doğum anında­
geliştirecek olan bireyleri temsil etmektedir (Eriksson vd. ki çevresel koşullara göre belirgin olarak değişmiş olması
(2003) Diabetes Çare 26,3006-3010; adlı yayından İzinle
gibi nedenlerden dolayı fetal beslenmenin güvenilir bir dış
alınmıştır).
çevre belirleyicisi olmadığı durumlarda, çevrenin zorlukla­
rına yeterince yanıt veremeyen ve dolayısıyla hastalık riski
nedeniyle risk altındadır: Altbölüm 8.6.3'e bakınız). Yukarıda fazla bir fenotip üretilebilir. Metabolik alanda, artmış insü­
tartışıldığı gibi, eldeki veriler bu olayların patolojik kökenli lin direnci, azalmış kas kütlesi ve artmış bir yağ depolama
olmayıp, normal seyirde işleyen biyolojik varyasyon için te­ eğilimi gösteren bir fenotip, yaşamın ileri dönemlerinde
mel olduğunu göstermektedir. Bölüm 4'te, gelişimsel plas- yüksek enerjili bir besinsel ortamda tam da metabolik has­
tisite sürecinin tek genotipten nasıl bir dizi farklı fenotip talık gelişimini destekleyecek bir zemin oluşturacaktır.
oluşturduğu ve organizmaların, özellikle de yaşamları süre­ Gelişimsel uyumsuzluk modeline göre, evrimsel an­
since değişikliklerle karşılaşmış türlerin, ortama uymak için lamda metabolik dengenin ayar noktalarının, öngörülen
plastisiteyi alternatif veya mevcut yolaklara ek olarak nasıl olgunluk çevre koşullarına göre ayarlanabilmesi için geli­
kullandıkları detaylı olarak anlatılmıştır. Gelişimsel plastisite şimsel plastisite mekanizmalarının kullanılması avantajlı­
yanıtları dışsal sinyallerce tetiklenir ve fetüsün gelişimi es­ dır. Bu süreç, onlarca yıl oldukça istikrarlı kalmış ortamlarda
nasındaki çevresel faktörler ile doğum sonrası karşılaşılacak uyumsal avantaja sahip olmuş olabilir. Ancak, olası anasal
olan faktörler arasındaki ilişkinin doğruluğuna bağlı olarak kısıtlama mekanizmaları nedeniyle, özellikle de postnatal
bireyin sağlığı ve uyum gücü üzerinde etkili olabilir. ortamın evrimsel olarak benzersiz şekilde bir bolluk orta­
Gelişmekte olan bir organizma ileride sınırlı bir besin­ mı haline dönüşmesiyle, öngörünün doğruluğu giderek
sel çevre öngörüsünde olursa, büyüme örüntüsünü ayar­ kaybolabilir. Buna ek olarak modern yaşam tarzları, çoğu
lamak için plastisite mekanizmalarını kullanarak, sonraki daha fazla anasal strese maruz kalmış olan (ikizler veya
vücut fonksiyonlarını sınırlı besin ortamına uyumlu hale ileri derecede büyüme gecikmesi gösteren bebekler gibi)
getirmesinin uygun olabileceği varsayılmıştır. Tersine, ve dolayısıyla belki de daha büyük bir uyumsuzluk riski
eğer fetüs gelecekte besinsel olarak zengin bir ortam altında bulunan, daha fazla fetüsün hayatta kalabilmesi­
öngörüsünde bulunursa, metabolik sistemlerini farklı ni sağlamaktadır. Anasal sağlık bozukluğu veya plasental
beklentilere göre uyarlaması uygun olacaktır. Öngörülen fonksiyon bozukluğu, anasal-plasental iletimin mevcut
GELİŞİMSEL BİR BAKIŞ AÇISI: KAYIP HALKA MI? 205

Algılanan optimal Algılanan tehdit


ortam edici ortam

Öngörülen rahat bir yaşam seyri ^

S ' \
Uzun yaşam için yatırım yapılır Doğuma dek hayatta kalabilmek için
• tamir işlemleri gerekli uyarlamalar yapılır
• doku rezervlerinin korunması • kısa doğum boyu
(sinir ve nefron sayıları) • prematür kalma
Erişkin dönemde daha iri olabilmek • fetal sarkopeni
için yatırım yapılır Üreme stratejilerinde değişiklikler
• kemik kütlesi • erken puberte
• kas büyümesi Tehdit edici ve zor çevreye direnebilmek
için yapılan uyarlamalar
• değişmiş hipotalamus-hipofiz-gonad aksı
• davranışsal değişiklikler
• artmış insülin direnci
• yağ depolamaya eğilim

Şekil 8.12 Gelişimsel ipuçlarına göre yaşam öyküsünün düzenlenmesi: tahmin edilen normal veya kısıtlı besin ortamına göre
planlanan gelişimsel olaylar (Gluckman vd. (2007) American Journal o f Human Biology 19,1-19; adlı yayından izinle değiştirilerek
alınmıştır).

çevresel faktörler hakkında hatalı öngörülerde bulunma­ 8.6.3 Diğer olası gelişim yolları
sına neden olabileceği gibi, obstetrik ve pediatrik alanla­
Şişmanlığa neden olan ve özgün unsurlar içeren başka ge­
rındaki gelişmeler de çok farklı nitelikte bebeğin yetişkin
lişimsel yolaklar da bulunmaktadır. Gebelik diyabeti olan
çağa dek yaşamasına olanak sağlamaktadır.
kadınların bebekleri daha fazla yağ kütlesine sahiptirler.
Geniş kapsamlı deneysel-klinik araştırmalar ve olayın
Plasental glikoz transferi kısmen yoğunluğa bağlı oldu­
temelinde yatan epigenetik mekanizmaların tanımlanması
ğundan, anasal glikoz düzeyi yüksekliği fetüste de glikoz
gelişimsel yolakların önemli olduğu görüşünü oluşturmuş­
düzeylerinin yükselmesine neden olur. Böylece fetüste
sa da, bu yolakların metabolik hastalık oluşumundaki rolleri
insülin salınımı artar ve artmış insülin düzeyleri de aşırı fe­
henüz tam olarak açıklığa kavuşmamıştır. Geçen bölümde
tal yağ doku oluşumuna yol açar. Yağ hücreleri sayısı esas
tartışılmış olduğu gibi, beslenme ve yaşam tarzında büyük
olarak fetal dönemde belirlendiğinden, fazla yağ hücresi
bir değişim olmasaydı, hastalık riski de bulunmayacaktı.
taşıyan bu bireyler, ileri yaşlarda şişmanlığa ve dolayısıyla
Tüm bu tartışmaların ortaya koyduğu en önemli nokta
insülin direnci geliştirmeye ve diyabete daha meyilli olur­
şudur; tek başına gelişimsel faktörler, obezite veya insülin
lar. Patolojik bir durum olduğundan bir anlamda bu da
direncine neden olmazlar; ancak hayatın erken evrelerinde
evrimsel yenilik olarak nitelendirilebilir: gebelik diyabeti
bireyin karşılaştığı gelişimsel faktörler, obesojenik bir çevre
esas olarak besinsel geçiş ve tıp alanındaki ilerlemelerle
ortamında kişinin bu hastalıklara karşı daha çok veya daha
ilişkili olduğundan yeni bir olgu olması olasıdır.
az meyilli olmasına neden olurlar.
206 BESİNSEL VE METABOLİK UYUM

Kutu 8 .1 2 Gelişimsel metabolik etkilerin geriye dönüşü

Bir bireyin yaşamının ileri evrelerinde metabolik tında tutulabilmektedir (Bölüm 3’e bakınız). Ancak
hastalığa yatkınlığı, kısmen doğum öncesi dönem­ deneyimler, yetişkin dönemde başlayan kronik has­
deki olaylar tarafından belirlenir, ancak doğum talıklar için yaşam tarzına müdahalenin çok da et­
ağirhğı tek başına bu tür programlanmanın güve­ kin olmadığını göstermektedir. Bu gibi durumlarda
nilir bir belirteci değildir. Bu programlanmanın ne programlanma işleminin geriye döndürülmesi daha
zaman oluştuğunu öngören testler ve programlan­ iyi olmaz mı? Son zamanlardaki çalışmalar, bunun
mayı tersine çevirebilecek girişimlerin varlığı, eriş­ gerçekten de olası olabileceğini göstermektedir.
kin dönemde başlayan kronik hastalıkların görülme Gebelik döneminde yetersiz beslenen'-sıçanların
sıklığını azaltabilir. Gelişimsel plastisitede epigene­ yavruları küçük ve zayıf doğmalarına rağmen, özel­
tik süreçlerin rol oynadığına ve birkaç anahtar gen likle sütten kesildikten sonra yüksek yağ içerikli bir
ifadesinin epigenetik kontrolü ile metabolik ayar­ besinle beslendiklerinde, büyüdükçe insanlarda tip
ların değiştiği ve bireylerin obezite ile diyabet gibi 2 diyabette görülen değişikliklere benzer metabo­
hastalıklara eğilimli hale geldiklerine yönelik veriler lik parametrelerle birlikte halsiz, obur ve obez bir
giderek artmaktadır. Günümüzde, epigenetik deği­ hale gelmektedirler. Bu “programlanmış” sıçanlar
şiklikleri saptamak amacıyla aynı anda binlerce örne­ doğumdan sonra kısa bir süre için bir adipokin olan
ğin incelenebileceği metotlar vardır ve eğer anahtar leptin enjeksiyonları ile tedavi edilirlerse, erişkin
düzenleyici genler saptanabilirse, doğum anında hayvanlarda ortaya çıkabilecek tüm olumsuz deği­
kolaylıkla elde edilebilecek dokulardan (kordon kanı şimler engellenebilmektedir. Leptin, yağ birikimi ile
gibi) bu genlerin epigenetik durumları hesaplanarak ilgili bir sinyal olarak, yağ hücrelerinden salgılanan
kişinin ileride hastalıklara yatkınlığı hakkında öngö­ bir hormondur. Olasılıkla yaşamın erken evrelerinde
rüde bulunulabilir. yüksek düzeyde leptine maruz kalmak, hayvanları
Peki, hastalık için yüksek risk saptanırsa ne ya­ şişman oldukları sanısı uyandırarak kandırmakta ve
pılabilir? Eğer doğum anında obezite ve diyabete böylece metabolik ayar mekanizmaları bu duruma
yatkınlık tespit edilebilirse, ebeveynler ve daha ileri göre düzenlenmektedir (neonatal sıçanlara leptin
yaşlarda da bireyin kendisi, riski azaltmak için uygun uygulanmasının hipotalamik organizasyonda çok
bir beslenme tarzı edinilmesi konusunda uyarılabi- önemli etkileri vardır). Dahası, halsiz ve obur olan
lir. Neonatal tanı yöntemleri ve beslenmenin düzen­ erişkin hayvanlarda anahtar metabolik genlerin exp-
lenmesi ile fenilketonüri gibi tedavisi bulunmayan resyonu ve epigenetik durumlarında değişikliklerin
ve ancak hastalığa uyum sağlanarak yaşanabilen, olduğu ve leptin tedavisi ile bu değişikliklerin geriye
monogenik bazı metabolizma hastalıkları kontrol al­ döndürebildiği saptanmıştır.

Şişman kadınlar yağ hücresi sayısı fazla ve dolayısıyla verilmesine neden olmaktadır. Belki de inek sütündeki
enerjice yoğun ortamlarda obez olmaya eğilimli bebek­ enerji içeriğinin insan sütüne göre çok daha yüksek ol­
ler doğururlar. Bu olayın mekanizması açık değildir, ancak ması uyumsuzluğu daha da arttırmaktadır.
olasılıkla plasenta kaynaklı aşırı besin geçişi söz konusu­
dur. Son yıllardaki veriler, ana sütü ile beslenen bebekler­
de, mama ile beslenen bebeklere göre, daha düşük oran­ 8.7 Sonuç
da obezite görüldüğünü ortaya koymaktadır. Biberonla
besleme başlı başına bir evrimsel yeniliktir ve belki de Bu bölümde, evrimsel bakış açısının, obezite ve tip 2 di­
sağlığa zararlı etkileri olan veya epigenetik değişiklikle­ yabet gibi metabolik hastalıkların epidemisinin daha açık
ri indükleyen belirli besinlerin aşırı miktarlarda bebeğe anlaşılmasını nasıl sağladığı gösterilmiştir. Bu hastalıkla-
SONUÇ 207

Kutu 8.13 Dik duruşumuzun metabolik hastalığa eğilimli olmakla bir


ilişkisi var mıdır?

Fetal dönemdeki beslenmenin uzun vadede metabo­ ufak doğan (ve sonuç olarak ileride obezite riskini
lik hastalık riskine önemli etkileri, erişkin sağlığını taşıyan) ilk bebeklerde risk daha fazladır. Çoklu ge­
etkileyebilecek faktörler hakkında bazı ilginç ola­ beliklerde, özellikle de ana boyu ve doğum ağırlığı
sılıkları akla getirmektedir. İnsan fetal dönem bes­ arasındaki ilişkiyi açıklayacak şekilde kısa boylu ana­
lenmesi, doğum sırasındaki büyük beyin boyutu ve larda, kısıtlama daha belirgindir. Yani, Hindistan gibi
iki ayaklı yürüyüş şeklimize uyum sağlamak üzere bir yerde yaşayan ortalama 155 cm boylu kadınlar,
değişikliğe uğramış pelvis yapısı nedeniyle özel sınır­ Batı dünyasındaki 170 cm boylu kadınlara göre daha
lamalar altındadır. Kadından kadına değişiklikler küçük bebekler doğururlar (3,5 kg yerine ortalama
gösteren fetal boyut ile pelvis çıkımı boyutları ara­ 2,7 kg ağırlığında) ve bu da potansiyel olarak daha
sında uyum sağlanabilmesi için bazı mekanizmala­ fazla doğum sonrası uyumsuzluk riskine yol açacak
rın evrimleşmesi gerekmiştir. Bu da, yalnızca genetik bir anasal sınırlayıcılık anlamına gelir. Güney Asya
faktörlerle belirlenen bir fetal büyümenin riskli ola­ insanlarında obezitenin düşük oranda görülmesine
bileceği anlamına gelir. Eşeysel dismorfizm olan tür­ rağmen metabolik hastalık riskinin yüksek olması­
lerde sıklıkla görüldüğü gibi, ufak yapılı bir ananın nın anasal sınırlayıcılık nedeniyle olabileceği de dü­
iri yapılı bir erkekle çiftleşmesi, fetüsün aşırı büyü­ şünülmektedir.
mesine yol açabileceğinden hem ana ve bebek, hem Evrimsel açıdan bu durumun bir sorun oluştur­
de potansiyel olarak türün devamı için ölümcül bir madığı öne sürülmüştür: postnatal dönemde besinin
risk oluşturacaktır. Dolayısıyla fetal büyümenin ana­ bol değil de sınırlı olduğu tarım öncesi insanların or­
nın boyutlarıyla uyumlu olmasını sağlayacak meka­ tamında, anasal sınırlamaların düzeyi enerji/besin
nizmalar vardır. Embriyo transferi, hayvanlarda çevresi koşullarıyla eşleştiğinde genetik uyum gücü­
yapılan çaprazlama deneyleri ve bir vericiden alınan nü zayıflatmamıştır. Ancak bu model, neden Homo
yumurta yoluyla gebe kalmış anaların bebeklerinin sapiens gibi genelci bir türde bile uyum sağlamak ve
boyutlarının verici anadan ziyade alıcı ananınkine sağlıklı yaşamak için besinsel ortamın kesin sınırla­
benzediğini saptayan gözlemler, bu mekanizmaların rı bulunduğunu açıklayabilir. Bir fetüsün postnatal
varlığını doğrulamaktadır. Her ne kadar bu tür ana­ ortamı öngörebilmesinin ve bunlara uyum sağlaya­
sal sınırlamaların mekanizmaları tam olarak bilin­ bilmesinin sınırı vardır. Bu spekülatif paradigma,
miyorsa da, fetüse sınırlı miktarda besin geçişinin duyarlılık bağlamında bireysel farklılıklar için, saf
rolü olduğu düşünülmektedir (Bölüm 7). genomik açıklamanın ötesinde, gelişimsel kaynaklar
Anasal sınırlamaların düzeyi sabit değildir; daha da sağlamaktadır.

rın temelinde yatan en önemli neden, vücudun değişen uyumlu metabolik araçları geliştirmiş olurlar. Yeni kanıt­
çevre koşullarına karşı gösterdiği uyumun sınırlı kapasi­ lar, uterus içi dönemden başlamak üzere yaşamın erken
tede oluşudur. evrelerindeki çevre koşulları ve belirtilere göre gelişimsel
Bir türün üyeleri besinsel ortamlarına, metabolizmayı olarak metabolik önceliklerimizi uyarlamak üzere geliş­
düzenleyen ve dolayısıyla vücudun sınırlı enerji kaynağı­ miş bir kapasitemiz olduğunu da açığa çıkarmaktadır.
nın nasıl kullanılacağı ve tüketileceğim belirleyen genler Yani vücudumuzun, konuştuğumuz dili veya diğer bece­
üzerinde işleyen doğal seçilim yoluyla, kademeli olarak rileri öğrenebildiği gibi, yerel beslenme koşullarını da öğ­
uyarlanırlar. Bu genetik uyum süreci yavaş ama güçlüdür renme yetisine sahip olduğu görülmektedir. Bu iki uyum
ve türün üyeleri zamanla, sürekli maruz kaldıkları ortama çeşidi beraberce, organizmanın uzun süreli ve yavaş ola-
208 BESİNSEL VE METABOLİK UYUM

rak gerçekleşen değişimlerle baş edebilmesini sağlarlar.


ANAHTAR N O KTALAR
Bu mekanizmalar tam ve eksiksiz olarak çalışsalar
bile, hızlı çevresel değişimler bireyin bunları düzenleme • insan evriminin büyük kısmı çok farklı bir besin
kapasitelerinin üzerine çıkabilir. Dolayısıyla metabolik ortamında oluştu ve insan genotipi o ortama iyi
hastalıklar, bir organizmanın biyolojisi ile değişen ortam uyum sağlayacak tarzda seçilime uğradı.

arasındaki uyumsuzluğun semptomu olarak kabul edi­ • Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde obezite
lebilir. Çevredeki değişim hızının doğal seçilim hızından ve buna bağlı olarak gelişen hastalıklar giderek
daha fazla olması, gen-çevre uyumsuzluğuna ve dolayı­ artmaktadır.
sıyla hastalık oluşumuna neden olacaktır. Çoğu dolay­ • Hızlı değişemeyen bir genotipe karşın, beslenme
lı da olsa, bunun insan sağlığı üzerine etkili olduğunu ve davranış tarzlarında hızlı bir değişim oluştur.
gösteren birçok kanıt vardır. İnsan genomu, milyonlarca • Gelişim süreçleri, artmakta olan metobolik
yıldan fazla bir süre boyunca toplayıcı bir yaşam tarzına uyumsuzluk oranına katkıda bulunabilir.
uyumlu olacak şekilde doğal seçilime uğramış ve halen
de proteince yüksek, yağca fakir ve rafine şeker gibi yeni­
liklerin bulunmadığı bir beslenme tarzı beklentisindedir.
Metabolik hastalıkla ilintili genlerin bulunmasına yönelik
araştırmalar tam anlamıyla sonuç vermemiş olsa da, tüm
dünyada giderek kalınlaşan bel ölçülerinin, kültürel fark­
olduğu gelişmekte olan ülke toplumlarında, bireyler kilo
lılık ve beslenme tarzının modası geçmiş bir genotip ile
aldıkça durum daha da kötüleşecektir. Anasal obezite ve
uyumsuzluğunu yansıttığı inkâr edilemez.
gebelik diyabeti, riskin arttırılarak gelecek kuşaklara ak­
Ancak, genler ve çevre faktörleri arasındaki uyum­
tarılmasını sağlayacaktır. Bu modeller, besinsel değişim
suzluk öykünün sadece bir kısmını oluşturuyor olabilir,
sürecinin farklı evrelerinde bulunan veya farklı hızlarda
çünkü bireyin yaşamının erken evrelerindeki beslenme
değişim yaşayan populasyonlar arasında hastalığa yat­
alışkanlıklarının yaşamının ileri dönemlerinde etkili oldu­
kınlık açısından görülen farklılıkları açıklamaya yardım­
ğuna yönelik veriler vardır. Bir yaşam süresi içinde veya
cı olabilirler. Sonuç olarak, bu modern küresel felaketin
kuşaklar arasında gerçekleşen değişiklik çok hızlıysa,
temel nedeni uyum yeteneği veya daha doğrusu uyum
vücudun gelişimsel biyolojisini erken dönemlerdeki be­
yeteneğinin kısıtlı oluşudur.
sin ortamına uyum sağlayabilme kapasitesi farklı tür bir
uyumsuzluğa yol açabilir. Yani yaşamın erken evrelerin­
deki koşullara göre yapılmış biyolojik ayarlar ile daha son­
Ek okumalar
raları karşılaşılan farklı beslenme ve yaşam tarzı arasında
bir uyumsuzluk ortaya çıkabilir.
Barker, DJ.P. (1998) Mothers, Babies and Health in Later Life,
Bu bölümde, hem belli bir andaki uyumsuzlukların,
2nd edn. Churchill Livingstone, Edinburgh.
hem de gelişimsel uyumsuzlukların nasıl bir arada çalı­
Cohen, M.N. and Armelagos, G J. (eds) (1984) Paleopathology
şarak günümüz küresel metabolik hastalık epidemisine at the Origins o f Agriculture. Academic Press, New York.
yol açabildiği gösterilmiştir. Yakın tarihte görülmeye baş­ Coll, A.P., Farooqi, I.S., and O'Rahilly, S. (2007) The hormonal
lanan beslenme tarzı ve fiziksel aktivitelerdeki değişiklik­ control of food intake. Cell 129,251-262.
ler sonucu gelişen gen-çevre uyumsuzluğu, obezite gibi Eaton, S.B., Shostack, M., and Konner, M. (1988) The Paleolithic
hastalıkların küresel bir olgu olarak ortaya çıkmasında en Prescription. Harper and Row, New York.
büyük rolü oynamıştır. Populasyonlar beslenme tarzını Fogel, R.W. (2004) The Escape from Hunger and Premature
değiştirip kilo aldıklarında, bunun sağlık üzerindeki etkisi, Death, 1700-2100: Europe, America and the Third World.
o populasyonun yakın tarihindeki beslenme alışkanlığına Cambridge University Press, Cambridge.
Gluckman, P.D. and Hanson, M.A. (eds) (2006) Developmental
bağlıdır. Örneğin, anaların yetersiz beslenmesi nedeniyle,
Origins of Health and Disease. Cambridge University Press,
düşük doğum ağırlıklı olarak doğmuş birey sayısının fazla
Cambridge.
EK OKUMALAR 209

Gluckman,P.D., Hanson, M.A.,Beedle,A.S., and Raubenheimer, Levin, B.E. (2006) Central regulation of energy homeosta­
D. (2008) Fetal and neonatal pathways to obesity. Frontiers sis. Intelligent design: how to build the perfect survivor.
in Hormone Research 36,61-72. Obesity 14 (suppl. 5): 192S-196S.
Gluckman, P.D., Hanson, M.A., Cooper, C., and Thornburg, K.L. Neel, J.V. (1962) Diabetes mellitus: a"thrifty"genotype rende­
(2008) Effect of in utero and early-life conditions on adult red detrimental by"progress "7 American Journal of Human
health and disease. New England Journal of Medicine 359, Genetics 14,353-362.
61-73. Ulljaszek, S.J. and Lofink, H. (2006) Obesity in biocultural
Hales, C.N. and Barker, D.J. (1992) Type 2 (non-insulin­ perspective. Annual Review o f Anthropology 35, 337­
dependent) diabetes mellitus: the thrifty phenotype 360.
hypothesis. Diabetologia 35, 595-601. Ungar, P.S. (ed.) (2007) Evolution Of The Human Diet: The
Kuzawa, C.W. and Pike, I.L. (2005) Fetal origins of deve­ Known, The Unknown, and The Unknowable. Oxford
lopmental plasticity (Wiley-Liss Plenary Symposium). University Press, New York.
American Journal of Human Biology 17,1 -118.
BÖLÜM 9

Savunma

9.1 Giriş da risk altında olanlar genellikle çok genç ve hastalardır.


İnsanlar hala bazı çevrelerde büyük et yiyiciler tarafın­
Yüksek dışsal nedenli mortalitenin, olgunlaşma zamanı dan avlanma riski altındadırlar, fakat H. sapiens için asıl
ve yaşam boyu üreme stratejisi gibi yaşam öyküsü özel­ risk türdeşlerimizden gelen şiddettir. Türümüzde vücut
liklerinin evrimleşmesine önemli etkileri vardır (Bölüm 5'e büyüklüğünün eşeyler arasında belirgin biçimde farklı­
bakınız). Organizmalar, dışsal nedenli ölümlerin yüksek ol­ laşmasını yol gösterici kanıt olarak kullanılırsak, hominid
duğu bölgelerde, bu riskin düşük olduğu bölgelerdekiler- ataların olasılıkla çok eşli çiftleşme sistemiyle ve eşeysel
den çok farklı stratejiler evrimleştirirler. Dışsal mortalite­ baskınlık için yaralanma ve ölüm riskini beraberinde ge­
nin önemli nedenleri biyotiktir ve aynı ya da farklı türden tiren, erkekler arası rekabetin varlığında evrimleştiği söy­
organizmaların besin maddeleri için rekabet, yırtıcılık, lenebilir. Pek çok primat benzer davranışlar gösterir. Pek
pek çoğu kendi yaşamlarını sürdürmek için parazitik bir çok hayvan savunağını aynı türün diğer bireylerine karşı
ilişkiye dayanan mikroorganizmalarla enfekte olma, kaza, şiddetle korur. Bunu insanlar da hala yaparlar ve aslında
yırtıcı hayvan saldırısı ya da aynı türdeş rekabeti sonucu son tahlilde savaşların çoğu kaynakları korumak veya
yaralanma gibi nedenleri içerir. Sonuncusu insan biyolo­
elde etmekle ilgilidir.
jisinin belirgin özelliğidir. Başarılı nesiller bu risklerle en
Dolayısıyla hayatta kalma, duyusal fonksiyonların ve
iyi başa çıkabilecek mekanizmaları evrimleştirebilenlerdir.
diğer türlerden gelen tehditleri tanıma veya öngörebil-
Dolayısıyla Homo sapiens yırtıcı hayvan, enfeksiyon ve ya­
me kapasitesinin gelişmesine bağlıdır. Bir zihin teorisinin
ralanma risklerinin üstesinden gelebilecek bir takım stra­
gelişmesi (Bölüm 10'a bakınız) bizim diğer insanların ni­
tejiler evrimleştirmiştir. Bunlar bizim, tehdide karşı göster­
yetlerini anlayabilmemizi sağlar. Ayrıca, yırtıcılardan veya
diğimiz hormonal yanıtlarımızda, immün sistemimizde ve
şiddetten kaçmamızı ve savaşmamızı sağlayan stres ya­
örneğin yüzeyel yaralarımızı, kırıklarımızı iyileştirmemizi
nıtlarını kullanma yeteneğine gereksinimimiz vardır.
sağlayan geniş kapsamlı tamir sistemlerimizde ifadesini
Tehlike tehdidine ve sosyal strese karşı verilen fizyolo­
bulmuştur. Bunlar bu bölümün ilerleyen kısımlarında ele
jik yanıtlar arasında büyük ölçüde örtüşme vardır. İnsan­
alınacaktır. Ama tüm hayvan ve bitki alemlerinde varolan
ların hayatta kalmaları bir grubun üyesi olmaya dayanır
diğer çok çeşitli kimyasal ve fiziksel savunma mekanizma­
(Bölüm 10'a bakınız). Sürü halinde yaşayan türlerin yalnız
ları burada tartışılmayacaktır. Bunlar arasında toksin üreti­
kalmış bir üyesinin yırtıcı hayvanlar karşısında özellikle
mi, kamuflaj ve mimikri, ve diş, diken, pençe ve kanca gibi
risk altında olması gibi, izole bir insan da tehlikeyi fark
mekanik savunma araçlarının kullanımı yer alır.
edebilmek, avlanmak, yiyecek bulmak ve yavrularını ko­
ruyabilmek yönünden dezavantajlıdır. İzolasyona maruz
9.2 Yırtıcılık ve türdeş şiddeti bırakılınca, sıçanlarda ve pek çok diğer türde belirgin en­
dokrin stres yanıtı ortaya çıkar, insanlar da sosyal dışlan­
Organizmaların çoğu için diğer türlerin yırtıcılığına ma­ mayı tehdit edici ve stresli bulur.
ruz kalma riski vardır. Balinalar gibi çok büyük hayvanlar­

211
212 SAVUNMA

9.2.1 Stres koordine eder ve kronik stresin kuvvetlendirici ya da bas­


kılayıcı etkilerinin ortaya çıkmasında rol oynar.
Stresin kendisi ile stres etkeninin birbirinden ayrılması ya­
HPA aksında, çeşitli seviyelerdeki glukokortikoid re­
rarlıdır. Stres etkeni, bir kişinin psikolojik veya fiziksel bü­
septörlerinin aracılık ettiği, büyük ölçüde hipokampusta
tünlüğüne gerçek ya da olası bir tehdit olarak tanımlanır.
yer alan, geri-beslemeli kontrol mekanizmaları bulunur.
Bir organizmanın bir stres etkeninin farkına varması, aktif
Dolayısıyla, gelişme ya da kronik stres sırasında glukokor­
(fiziksel ya da davranışsal) veya pasif (psikolojik) stres ya­
tikoid reseptörlerinin ortaya çıkmasındaki değişiklikler
nıtı biçiminde bir baş etme stratejisi ortaya koymasına
yanıtın büyüklüğünü değiştirebilir. Buna karşılık olarak
neden olur. Genellikle stres etkenine karşı verilen yanıtlar
da, HPA aksının aktivasyonu ve katekolamin salınımı me-
kısa sürelidir. Bununla birlikte, kronik stres etkenlerine
tabolik değişiklikleri indükler. Bu değişiklikler arasında
yanıt farklılıklar gösterebilir: akut stres yanıtı abartılı hale
"savaş ya da kaç"yanıtı için gereken enerjiyi sağlayan gli-
gelebilir veya sönmeye uğrayarak, süreklilik kazanan stres
kojenoliz ve glikoneogenez, kalp hızını artıran ve kan akı­
etkisinin daha az veya daha fazla zararlı olmasına neden
mı dağılımını değiştiren kardiyovasküler yanıtlar vardır.
olur. Bu durum, sürekli gerilim yaratıcılarının etkilerini
Kronik stres yanıtları başka sinirsel değişiklikler de içerir:
daha az veya daha fazla zararlı yapar. Her iki durumda da,
örneğin, yüksek glukokortikoid seviyeleri, ruhsal durumu
baş etme stratejisinin başarısızlığa uğradığı zamanlarda
ve hafızayı etkileyebilir, ve çoğu kan kortizolünün kronik
patolojik sonuçlar ortaya çıkar.
artışıyla uyarılmış çok çeşitli, ikincil fizyolojik değişiklikler
Kompleks organizmalardaki akut stres yanıtları stres
ortaya çıkarır. İnsanlar için duygusal yanıtlar, sosyal gru­
etkeninden kaçınma, geri çekilme veya kaçmayı, merkez
bun diğer bireyleriyle iletişim kurabilmek için önemlidir.
sinir sisteminde daha fazla duyusal farkındalık ve uyanık­
Fiziksel, biyotik ya da sosyal çevredeki değişikliklerin
lık içeren bir değişikliği, sempatik sinir sisteminin uyarıl­
hepsi stres etkeni olabilir. Bu durumların her biri farklı
masını ve hipotalamus-hipofiz-adrenal aksın (HPA) akti-
meydan okumalardır, ancak yanıtlar basmakalıptır. Bu,
vasyonuna yol açan nöroendokrin değişiklikleri kapsar.
yanıtın, örneğin yırtıcıların tehdidi gibi belli bir duruma
Hipotalamus-hipofiz üniteden ayrıca yağ yıkımını artıran
karşı evrimleştiğini, ancak daha sonra başka durumlar
büyüme hormonu ile kan akımı dağılımını değiştiren ve
için de avantajlı bir yanıt olarak seçilmiş olduğunu düşün­
böbrek fonksiyonunu etkileyen vazopresin gibi diğer
dürmektedir (yani bir'eksaptasyon'dur). Bir yarışın başlan­
hormonlar da salınır.
gıcında depar atmaya hazırlanan olimpiyat atletinde, tilki
Bu stres yanıtları beynin üst merkezleri tarafından,
gören tavşan ya da köpekbalığıyla karşılaşan yüzücü ile
frontal korteksten aşağı doğru bir kontrolle başlatılır. Bazı
çok benzer pek çok fizyolojik yanıt görülür. Yanıtın bu
insanlar sadece öğretmenin sorduğu bir soruya yanıt
basmakalıp doğası hataya yer bırakmaz; tehdit henüz
veremedikleri zaman, başkalarının fiziksel saldırıya uğ­
ortaya çıkmamışsa bile, çıkabileceği durumda uyanıklık
radığındaki kadar strese girebilir. Limbik sistem bu yanıtı

Kutu 9.1 Travma sonrası stres bozukluğu: uyumsal mı, patolojik mi?

Travma sonrası stres bozukluğu (post-traumatic stress civarında görülmüşken, geniş alanda bu olayla karşı­
disorder; PTSD) 1980'e kadar açıkça tanımlanmış bir laşanlarda %5 civarında rastlanmıştır. Travma son­
durum değildi. Önceleri travma veya sıkıntıya karşı, rası stres bozukluğunun bazı bileşenlerinin kökeni,
gecikmiş bir reaksiyon olduğu düşünülür, - “mermi potansiyel olarak adaptif olarak görülebilir, örne­
şoku” örneğinde olduğu gibi - belirgin bir etyolojisi ğin, başlangıçtaki aşın reaksiyon yerel tehdidin tek­
veya fonksiyonu olduğu akla gelmezdi. Görülme sık­ rar etmesinden kaçınılmasını sağlayabilir ve bunun
lığı bireyin travmatik olaya maruz kalma şiddetinin ardından gelen esneklik ve dirençlilik sağ kalan kişi
derecesi ile ilgilidir, 11 eylül 2001 terörist saldırısın­ için uyum avantajı olarak ön plana çıkabilir. Ancak, bu
dan doğrudan etkilenen New York sakinlerinde %25 durum varsayımsaldır.
YIRTICILIK VETÜRDEŞ ŞİDDETİ 213

Kutu 9.2 Steroid reseptörünün evrimi

Steroid hormonlar ve onların reseptörleri gibi kar­ reseptörü, mineralokortikoid reseptörü, glukorti-
maşık düzenleyici sistemlerin evrimi evrim biyo­ koid reseptörü, androjen reseptörü), meyve sineğin­
logları için bir problem oluşturur. Bir reseptör deki ortologları dışında, omurgasızlarda bulunmaz.
ligandının yokluğunda nasıl evrimsel seçilime uğrar, Östrojen reseptörünün öncüllerinin ilk evrim-
veya bunun tersi nasıl olasıdır? Ligand ve reseptörün leşenlerden birisi olduğu düşünülür ve östrojene-
birlikte evrimi nasıl olası olmuştur? Streoid reseptör­ benzer bir madde de olasılıkla ilk liganddır. Bu
leri, ligandını bağladıktan sonra çekirdeğe taşınan ve reseptörü duplike bir mutasyon ortaya çıktığında,
transkripsiyonel aktivatör olarak etki gösteren resep­ bu reseptör progesteron reseptörü gibi yeni fonksi­
törlerden oluşan bir üst ailenin üyeleridir. Bu ailenin yonlar üstlenmiştir. Progesteron, östrojenin sentez
200’den fazla tanımlanmış üyesi vardır. Bunlardan yolağında yer aldığı ve dolayısıyla zaten bulunduğu
bazılarının bilinen herhangi bir ligandı yoktur (bu için bu olasıdır. Sonraki duplikasyonlar (Şekil 9.1)
nedenle öksüz-reseptör olarak anılırlar); diğerleri androjen ve kortikoid reseptörlerine yol açmıştır;
tiroid hormon reseptörünü, retinoid asit ile ilişkili bunlar başlangıçta, onlara bağlanacak ve yeni bir
reseptörleri kapsar. Bu reseptörler atasal bir genden fonksiyon setini kontrol ederek farklı streoidleri sen-
duplikasyon ve mutasyon yoluyla evrimleşmişlerdir. tezleyecek enzimlerin bulunmaması halinde ortadan
Omurgalılarda bulunan altı steroid reseptöründen kaybolacak, öksüz-reseptörler olarak ortaya çıkmış
hiç birisi (östrojen a ve P reseptörleri, progesteron olabilirler..

— B o fa b a lığ ı C R
- Ç e n e s iz b a lık C R

K e m ik li balık MRs (3 )
— Dörtüyelîier MRs (4)
V a to z M R

[ Kemikli balık GRs (6)


/ Şekil 9.1 Steroid hormon reseptörlerinin
D o r t ü y e lile r G R s (4 )
evrimi. Yaklaşık 450 milyon yıl önce
AncCR
V a to z GR glukokortikoid reseptörü (GR) ve
mineralokortikoid reseptörü (MR)
Vatoz PR
oluşturmak üzere duplike olmuş atasal
D örtüyelîier PRs (8) kortikoid reseptörü geni (AncCR) bir
daire ile gösterilmiştir. AR, androjen
Kemili balık PRs (3) reseptörü; PR, progestin reseptörü;
Vatoz AR SR, steroid hormon reseptörü; Her
Küçük köpek balığı AR klad içindeki dizi sayısı patantezde
D örtüyeliler ARs (6) gösterilmiştir (Bridgham, J.T. et al.
(2006) Sc/ence312, 97-101'den izinle
Kemikli balık ARs
. Bofa balığı SR2 değiştirilerek alınmıştır).
' Çenesiz balık SR2

düzeyini yükseltir. Bu duman alarmı prensibine benzer: 9.2.2 Stres yanıtlarında gelişimsel değişiklikler:
yanlış alarmlar, gereken durumda yanıt vermemekten uyumsal öngörü
iyidir, dolayısıyla seçilim süreci yanıtın yüksek duyarlılıkta
Tehdit edici veya stresli ortamlarda yaşama beklentisi
ayarlanmasını tercih etmiştir.
olan organizmalar, bu stresi daha iyi göğüsleyebilmek
214 SAVUNMA

için fenotiplerinde gelişimsel kaymalar yaparlar. Su piresi nış üzerinde uzun süreli etkileri olan plastik değişiklikleri
Daphnia'da stres (yırtıcıların suya saldıkları kimyasallara ortaya çıkarır (Bölüm 4 ve 8'e bakınız). Onbir Eylül terörist
yanıt olarak) bir koruyucu kask oluşumuna neden olur. saldırısı sırasında New York şehrinde gebe olan kadınlar­
Nesilden neslle aktarılabilen bir vücut şekli değişikliği olan da yapılan çalışmalar, bebeklerin stres cevaplarının etki­
bu kask hayvanı yırtıcılara karşı daha dirençli kılar. Bölüm lendiğini göstermiştir. Benzer bulgular Nazi soykırımın­
8'de beslenme ile ilişkili sinyallerin, kısmen epigenetik me­ dan sağ kurtulanlarda da saptanmıştır.
kanizmalar üzerinden, memeli gelişimini nasıl etkilediğini Gelişme sırasındaki stresler HPA aksını başka yollardan
ve gelecek nesillerin öngörülen besinsel ortama daha iyi da etkileyebilir. Sıçanlarda, yalama ve tımar etme gibi
uyumlarını sağlayan fenotipik değişikliklerin ortaya çı­ davranışlar biçiminde görülen ana ilgisi düzeyinin yavru­
kabildiğini gözden geçirmiştik. Stresli ortamları yansıtan sunun davranışlarını kalıcı biçimde değiştirdiği gösteril­
sinyaller de benzer şekilde öngörü amacıyla kullanılabilir: miştir. Davranışlardaki bu değişikliklere, beynin hipokam-
aslında bu iki süreç arasında yakın bir örtüşme vardır. Be­ pusundaki glukokortikoid reseptörlerinin ekspresyonunu
sine erişimin kısıtlı olduğu bir çevre aynı zamanda yırtıcı ve dolayısıyla HPA aksındaki negatif geri-beslemenin dü­
riskinin de yüksek olduğu bir çevre olabilir. Normalde kor- zeyini etkileyen epigenetik değişiklikler (Bölüm 4'e bakı­
tizol, ana karnındaki fetüsün aşırı glukokortikoid etkisin­ nız) aracılık eder. Anasının daha az tımarladığı yavruların
de kalmaması için, plasentadaki 11-beta-hidroksisteroid hipokampusundaki glukokortikoid reseptör düzeyi azalır
dehidrogenaz tip 2 (11 ß-HSD2) enzimi tarafından inakti­ ve bu da kan kortizolünün artmasına yol açar. Bu durum,
ve edilir. Ana ciddi bir stresle karşılaşır ve glukokortikoid bu yavruların stres yanıtlarında yaşam boyu süren bir de­
seviyesi artarsa bu bariyerin fonksiyonu yetersiz kalabilir. ğişikliğe neden olur; bu yavrular daha huzursuz olurlar,
Ananın yetersiz beslenmesi de bu engelleyici enzimin se­ ana olduklarında yavrularını az tımar ederler.
viyesini azaltarak, fetüsü yüksek kortizol etkisinde bırakır. Erken sosyal stresin bir özelliği cinsel olgunlaşmanın
Dolayısıyla, hem beslenme durumuna hem de strese ait hızını etkileyebilmesidir. İhmal veya istismar edilerek
işaretler fetüsün yüksek glukokortikoid seviyeleriyle kar­ tekrarlayan stres etkisinde kalan kızlarda cinsel olgun­
şılaşmasına neden olur. Benzer etkiler, ana deksametazon laşma sürecinin hızlanabildiğine dair ciddi kanıtlar vardır.
gibi 11ß-HSD2 enziminin etkisiz hale getiremediği yapay Bu durum, erken olgunlaşmayı, bağımsız hale gelmeyi
steroidlerle tedavi edilirse de gözlenir. ve tehditler yaşamsal boyuta ulaşmadan üreyebilmeyi
Yüksek glukokortikoid etkisinde kalma fetüs tarafın­ kapsayan bir yaşam öyküsü uzlaşısı olarak yorumlanabi­
dan gelecekteki tehditin öngörüsü olarak yorumlanabilir lir (Bölüm 5'e bakınız). Erişkin kadınlarda, şiddetli stres
ve büyüme, metabolizma, kalp-damar sistemi ve davra­ gonadotropin salınımının nöroendokrin kontrolünü bas-

Kutu 9.3 Ana-bebek etkileşiminin evrimi

Yenidoğanlann sosyal, beslenme ve savunma ile ilgili keli durumlardan (örneğin dominant gümüş-sırtlı
becerilerini ebeveynlerinden, özellikle de anaların­ erkeğe çok fazla yaklaşırsa) kurtarsa da, öğrenme
dan öğrenmelerinin uyumsal yararı vardır. Ama bu süreci daha çok bebeğin anasının ilgisini çekmesiyle
yeteneklerin ne kadarının ana tarafından aktif ola­ yürür, anasına yüz ifadeleriyle ya da yiyecek olma­
rak öğretildiği veya ne kadarının yeni doğan dav­ yan maddelerle meydan okur. Ana-bebek etkileşimi
ranışlarının evrimleşmiş özelliklerine bağlı olduğu karmaşık biçimlerde evrimleşmiştir ve bu gelişme,
hala bilinmemektedir. Gorillerde yapılan çalışmalar, sadece bebeğin eğitimi ve beslenme etkinliğini ne
ana-bebek ilişkisinin yoğun olduğu emzirme döne­ kadar tetiklediği açısından değil, ananın bu talepleri
minden sonra, ananın yavrusunun sosyalleşmesi ve ne kadar stresli bulduğu ve bunlara yanıt vermeye ne
kendi kendisine bakabilmesi için, umduğumuzdan kadar hazır olduğu açısından da, hem türler arasında
daha az öğretici rol oynadığını düşündürmekte­ hem de türdeş bireyler arasında farklılıklar gösterir.
dir. Her ne kadar ana, onu potansiyel olarak tehli­
YIRTICILIK VE TÜRDEŞ ŞİDDETİ 215

kılayabilir ve yumurtalık fonksiyonlarını etkileyebilir. Bu, baskın olduğu toplumlarda çekingen olanların hayatta
başarılı gebelik olasılığının düşük olduğu tehditkâr koşul­ kalma olasılığının cesaret gösterisinde bulunanlardan
larda döllenmeyi sınırlayan uyumsal bir yanıt olabilir. daha yüksek olduğunu göstermiştir. Sıklıkla hiperaktivite
Pek çok çalışma, çocukluktaki şiddet veya sosyal zorla­ veya dikkatsizlik olarak adlandırılan davranışlar, korunma
maların gelecekteki sağlık üzerindeki etkilerini incelemiş­ amacıyla uygulanan bir tarama aktivitesi olabilir. Böyle-
tir. Yaşamın erken dönemlerinde stresli koşullarla ya da si bir evrimsel spekülasyon ilginç bir soruyu gündeme
şiddetle karşılaşma sosyal çekingenlik ve okul fobisi gibi getirir: modern toplum, yaşamın erken dönemlerindeki
davranışsal problemlerin görülme olasılığını yükseltmek­ etkenler ve sonraki davranışlar arasındaki ilişkileri destek­
tedir. Fakat çocuğun yaşadığı çevre bağlamında düşünü­ leyen, evrimleşmiş süreçleri yok sayarak, belirli bir davra­
lürse, bunun bile uyumsal bir açıklaması olabilir. Şiddetin nış biçimi beklentisi içinde olur, bu davranışı, şartlardan
hüküm sürdüğü toplumlarda yapılan çalışmalar, çetelerin bağımsız olarak, normal kabul eder mi?

Kutu 9 .4 HPA aksının gelişimin koordinasyonundaki rolü

HPA aksı, bazı gelişimsel geçişlerde ve tehditlerle iliş­ progesteron seviyeleri düşer. Bunların sonucunda
kili olarak bunların zamanlanmasmın değiştirilme­ da, zarların prostoglandin üretiminde endokrin- ve
sinde önemli bir rol oynar. Kara kurbağası, Arizona parakrin-aracılı değişiklikler ve uterusun oksitosin
çölünün mevsimlik su birikintilerinde iribaş olarak reseptörlerinde değişiklikler ortaya çıkar. Bu doğu­
yaşama başlar. Su birikintilerinin kuruması sonucu mun kasılma fazını başlatır. Her ne kadar fetal glu-
yoğunlukları artarsa, iribaşlar erken metamorfoza kokortikoidlerin artışı ve anada progesteronun düş­
girerler. Bu erken metamorfoza, memelilerde de mesiyle ilgili kontrol mekanizmalarının ayrıntıları
HPE aksını düzenleyen kortikotropin serbestleştirici memeli türleri arasında farklılıklar gösterse de, bu
faktör aracılık eder. Bu kara kurbağası erken meta­ bütün plasentalı memeliler için ortak bir durumdur.
morfozla, erişkin vücut büyüklüğü ile anlık hayatta Glukokortikoidlerdeki artış aynı zamanda, yeni-
kalma arasında bir uzlaşıda bulunur; ancak kuruyan doğanın hayatta kalmak için gereksinim duyduğu
bir su birikintisinde iribaş olarak kalması halinde bütün organ ve sistemlerin olgunlaşmasını da sağ­
soyu yok olacakken, en azından üreyebilmek için bir lar. Dolayısıyla, eğer doğum erken başlatılırsa, bu
olasılık ortaya çıkar. organ sistemlerinin olgunlaşması da hızlanır. Ör­
Memelilerdeki doğum olayı bununla bazı benzer­ nekler, akciğer alveollerinin gelişmesi ve surfaktan
likler gösterir. Pek çok diğer gelişimsel geçiş örneğin­ üretimini, kardiyomiyositlerin olgunlaşmasını ve
de olduğu gibi, bu bir ‘ya hep ya da hiç’ olgusudur; glukoneogenez ve tiroksin hormonunu daha aktif
rahim içinde kalmak veya doğumu başlatmak. Sinyal tri-iodothyronine çeviren enzimlerin indüklenmesi-
bizzat gebelik yaşı değildir. İnsanlardaki uyaranın ne ni kapsar.
olduğundan tam olarak emin değiliz. Uterusun geril­ Bu bilgi perinatal tıpta kullanılır. Tehdit altındaki
mesi mi yoksa plasentanın fetal gelişim için yeterli erken doğumlarda analar, bebeklerinde olgunlaşma­
besinleri aktarmadaki yetersizliğinin saptanması mış akciğerlere bağlı hastalık durumunu, yani solu­
mı? Doğumun başlaması, plasentadan kortikotro­ num sıkıntısı sendromunu azaltmak için, plasentayı
pin serbestleştirici faktör salınmasıyla birlikte HPA geçerek akciğer gelişimini ve surfaktan oluşumunu
aksındaki geri-besleme ayar noktasının değişmesi hızlandıran sentetik glukokortikoidlerle tedavi edi­
ile ilişkilidir. Bu plasma kortizolünün artmasına lirler.
izin verir ve kortizol seviyesi üstel olarak artarken,
T
216 SAVUNMA

9.3 Enfeksiyon ile baş etme nizmasının evrimleşmesini sağlamıştır. Dolayısıyla, her iki
tarafın değişik silahlar kullandığı bir evrimsel güçler sava­
Enfeksiyonların çoğunluğu kişllerarası yakın temaslardan şı sürmektedir - bir tarafta hızlı mutasyonal değişiklikleri
ve/veya hayvanlarla temastan kaynaklanır ve bu temaslar­ kullanırken, diğer tarafın çok yönlü immünite ve savun­
la sürdürülür. Grip virüsü örneğinde olduğu gibi, insanları ma mekanizmaları vardır.
enfekte eden virüslerin çoğunun kaynağı evcil hayvan­
lardır. insan immün yetmezlik virüsünün (HIV) maymun
9.3.1 Komensaller
immün yetmezlik virüsünden (SIV) türediği genel olarak
kabul edilen görüştür. Bir lentivirüs olan SIV retrovirüs Solunum ve sindirim yollarını da kapsamak üzere, insan
ailesinin yavaş gelişen bir alt tipidir ve eski dünya primat­ çevresindeki potansiyel olarak patojen organizmaların
larını enfekte eder. Bundan önce de benzer virüslerin tür­ sayısını dikkate aldığımızda, enfeksiyonlara daha sık ye­
ler arasında aktarıldığı pek çok vaka saptanmıştır, ancak nilmiyor olmamız şaşırtıcıdır. Pek çok komensal (zararsız
insan HIV kökeni için kritik olay, olasılıkla HIVsuşuna bağlı ortakçı) organizma ile, bazıları sağlık için zorunlu olan,
olarak şempanze ya da "isli maymun" denilen bir türden, önemli birlikte yaşama ilişkileri geliştirdik. Bu, komensal
bu türlerin etleri için avlanması veya kesilmesi sırasındaki organizmaların da insan çevresine uyum sağladıkları,
kan teması ile insana bulaşmasıdır. Bu bulaşmanın ke­ karşılıklı bir birlikte-evrim sürecidir. Bütün bunlara karşın,
sin yer ve zamanını hiçbir zaman bilemeyebiliriz, ancak bir komensal ile bir patojen her zaman birbirinden keskin
araştırmalar kaynağın 1940'lı ya da 1950'li yıllarda orta çizgilerle ayırt edilemez; örneğin normalde zararsız olan
Kamerun'un güneyinde ve olasılıkla Gine-Bisau'da oldu­ Escherichia coli bakterisi, bakteriofajlarca kodlanan Shiga
ğunu düşündürmektedir. toksini gibi, bir virulans faktörüne sahip olursa, patojenik
İnsanın evrimi süresince, pek çok patojenle enfekte 0157:H7 suşuna dönüşebilmektedir.
olma riski belirgin biçimde değişmiştir. Hayvancılığın ge­ Gastrointestinal sistemde bir dizi laktobasillus bakteri­
lişmesi, yerleşik düzene geçiş ve artan büyüklükte nüfus si probiyotikler gibi davranırlar, çünkü diğer daha zararlı
kümeleri enfeksiyon etkenlerinin daha kolay yayılmasını bakterilerle rekabet ederek onların çoğalmasını önlerler.
sağlamıştır. Yerleşik düzene geçişle birlikte atık ve hijyen İshal atağından sonra iyileşmek için geçen süre, kısmen
sorunları büyümüştür. Diğer insan faaliyetleri de enfek­ bağırsaklarımızda komensal yaşayan bakteri floramızın
siyon riskini artırmaktadır. Örneğin, Afrika'daki drenaj yeniden yerleşmesi için gereklidir. Mamalarla beslenen
sistemlerinde yapılan değişiklikler şistosomanın yayılma­ bebeklerin bağırsak floraları, ana sütü ile beslenenlerden
sına yol açmıştır. Dolayısıyla, her ne kadar insanlar mikro­ farklıdır ve bu fark bazı patolojik sorunlara yol açabilir.
bik çevreleriyle beraber evrimleşmekte iseler de, tehditler Örneğin ana sütü ile beslenen bebekler mama ile besle­
geçtiğimiz onbin yılda daha büyük hale gelmiştir. nenlerle karşılaştırıldığında metabolik hastalık riski daha
Diğer yandan, mikroplar da hayatta kalma ve uyumları düşüktür ve zihinsel kavrama yeteneği daha iyi gelişmiş­
için, bağımlı oldukları konakçı ve vektörleri ile ilişki için­ tir; mama ile beslenme başlı başına bir evrimsel yeniliktir.
de evrimleşmişlerdir. İnsanlar ve mikroplar arasında po- İnsan sütünde fazla miktarda ve çeşitlilikte bulunan
pulasyon ve nesil süreleri yönünden, mikroplar için çok oligosakkaritler ortakçıların çoğalmasını teşvik eden
hızlı evrimleşme avantajını yaratan büyük farklar vardır. metabolik girdiler olarak rol oynayabilirler. Bu nedenle
Aslında, stres bakterilerde mutasyon sıklığını artırarak, galaktoz ve uzun zincirli frukto-oligosakkaritler gibi oli­
yeni varyantların ortaya çıkma ve gen akışının sürdürül­ gosakkaritler biberonla beslenen bebeklerin mamalarına
me olasılığını arttıracaktır. eklenmesi, immün fonksiyonun iyileşmesi gibi çeşitli ya­
Gerçek zamanlı olarak karakterize edilmiş evrimsel rarlı etkiler beklentisiyle denenmektedir. Son zamanlarda
süreçlerin en iyi örneklerinden birisi olan antibiyotiklere erişkinlerde yapılan çalışmalar gastrointestinal sistemde
karşı bakteriyel direnç gelişmesi, nesil süreleri arasında­ bulunan aktif antibiyotiklerin metabolik durumu etkile­
ki bu farkı çok iyi yansıtır. Aksine, uzun nesil süreleriyle yebildiğini ortaya koymuş ve uygun bağırsak florasının
insanlar mikrobik tehditlerin karmaşıklığı ile baş etmek fizyolojik önemine ve uygunsuz kolonizasyonun neden
zorundadırlar, ancak karmaşık biyolojileri hızlı evrimleşen olacağı olası patofizyolojik duruma dikkat çekmiştir. Ana
organizmalarla baş edebilecek bir dizi savunma meka­ ile çocuklarındaki komensal suşlar arasında korelasyon
ENFEKSİYON İLE BAŞ ETME 217

Kutu 9.5 Emzirmeye karşı biberonla besleme

Güncel kılavuzlar bebekliğin ilk 6 ayında sadece ana dır. Agresif olarak reklamı yapılıp piyasaya sunulan
sütü ile beslenmeyi tavsiye eder. Ana sütü bu yaş ama uygun koşullarda hazırlanamayan mamalarla
için gereken tüm besinleri hijyenik ve kolayca sin­ beslenme nedeniyle gelişen bebek ishallerinden ötü­
dirilebilir bir şekilde sunar. Ana sütünün protein, rü pek çok trajik ölüm vakası ortaya çıkmıştır. Ana
karbohidrat ve yağ içeriği kendine özgüdür ve inek sütünün tüm çocuklar için pek çok faydası vardır.
gibi diğer hayvanların sütlerinin içeriğinden pek çok Bunlar arasında, azalmış enfeksiyon riski (özellikle
yönden farklıdır. Ana sütü ayrıca, antimikrobiyal ve gastrointestinal, akciğer ve kulak enfeksiyonları),
antienflamatuar faktörler, sindirim enzimleri, hor­ çocukluk şişmanlığının azalmasıyla birlikte daha
monlar ve büyüme faktörleri gibi, bir dizi biyoaktif uygun büyüme örüntüsü, azalmış tip 2 diyabet ve
bileşen içerir. Antimikrobiyal ajanlar lökositler, sal- kalp damar hastalığı riski, daha iyi zihinsel kavra­
gısal immünoglobülin (Ig)A, IgM ve IgG antikorları, ma fonksiyonu ve sinirsel gelişim, azalmış allerji ve
oligosakkaritler, lizozim, laktoferrin, kompleman, atopik hastalık insidansı ve analarda azalmış meme
yağ asitleri, lipidler ve müsin gibi bileşenleri içerir. kanseri riski bulunur.
İnsülin benzeri büyüme faktörü 1 (IGF-1) ve epi­ Bütün bu bariz avantajlarına rağmen, bütün ana­
dermal büyüme faktörü (EGF) gibi büyüme faktör­ lar bebeklerini tavsiye edilen 6 aylık dönemde emzi-
lerinin bağırsak olgunlaşmasında önemli oldukları remezler veya emzirmezler. Ana sütü ile beslenmeye
düşünülmektedir. İnsan sütündeki çeşitli özgün bağ­ yönelik kültürel tutum ve işyerinde uygun ortamın
layıcılardan birisi olan laktoferrin mikrobesleyicile- yokluğu bu duruma katkıda bulunur, sosyal sınıf ve
rin biyoyararlılığını büyük oranda arttırır. eğitim en büyük rolü oynar.
Emzirme, steril su ve mama şişelerinin bulunama-
yabileceği gelişmekte olan ülkelerde hayat kurtarıcı­

olduğunu gösteren çalışmalar vardır. Bu komensal bak­ di hastalık hallerinin çoğunluğu, sıtma, HIV/AIDS, tüber­
teriler doğum sırasında transfer olabilirler ve bu durum küloz gibi birkaç tür tarafından oluşturulmaktadır. Tehdit­
non-genomik kalıtımın bir şekli olarak düşünülebilir. lerin böylesine çok ve çeşitli oluşu, savunma sistemlerimiz
Diğer taraftan bazı bağırsak canlıları, insan bağırsağını ile bu organizmaların yayılma ve virulans güçleri arasında
parazltik konak çevresi olarak kullanırlar. Tenyalar, trema­ bitmeyen bir oyun sahnelenmesini zorunlu kılmaktadır.
Virüsleri, bazı bakterileri (kimi Chlamydia türleri) ve bazı
todlar (yassı solucanlar veya karaciğer kelebekleri) ve yu­
parazitleri (örneğin sıtma, Leishmania) içermek üzere pek
varlak solucanlar insan dışkısı yoluyla yumurta ve larvala­
çok patojen, hayatta kalmak ve üremek için, konak olarak
rını diğer konaklara yayarlar. Kimi infestasyonlar atıkların
insana gereksinim duymaktadır.
bulaşmış olduğu su veya bitkiler yoluyla doğrudan olur­
Bir organizmanın patojen olabilmesi için, konağının
ken, bazı durumlarda da, şistosomanın su salyongozunu
içinde hayatta kalabilmesi ve çoğalabilmesi, ayrıca ko­
kullanmasında olduğu gibi, aracı konak kullanımını ge­
naklar arasında (bazen bir vektör aracılığıyla) yayılabilme­
rektirir. Bu parazitler, özellikle gelişmekte olan dünyada,
si gereklidir. Mikrobik uyum sıklıkla temel üreme oranı, R0,
besin maddeleri için insan konaklarıyla rekabete girişirler
yani verilen ortalama döl sayısı ile ifade edilir. Bir orga­
ve karın rahatsızlığı yanında, uzun vadeli sonuçlarıyla bir­ nizmanın konak populasyonunda kalıcı olabilmesi için R0
likte ciddi beslenme bozukluklarına neden olurlar. birden büyük olmalıdır. Konağın savunma mekanizmaları
enfeksiyonun ortadan kalkması için, R0'ı birin altına dü­
9.3.2 Patojenlerin ortaya çıkması şürmeye çalışırlar. Tanım gereği bir patojen konağını
olumsuz biçimde etkilemelidir; bunu toksin salgılayarak,
İnsan patojeni olarak bilinen 1200'den fazla tür bulun­ hücresel fonksiyonları bozarak ederek, besinler için yarı­
makla beraber, enfeksiyonlarla ilişkili ölümlerin ya da cid­ şarak veya basitçe mekanik hasar vererek yapabilir.
218 SAVUNMA

Patojenlerce oluşturulan hastalıklar dünyanın her ye­ niteden kaçmayı ve hayvan konaktan insan konağa geçişi
rinde aynı örüntüye sahip olarak görülmezler. Çevresel başarabilmiş, yeni bir mutasyona sahip bir influenza for­
faktörler bu durumdan kısmen sorumludurlar; örneğin munu temsil ettiği düşünülmektedir. 1918 yılında neden
sivrisineklerin üremesi için uygun koşullar, su birikintileri­ olduğu pandemide tüm Dünya'da 50 milyon insanın öl­
nin bulunduğu, tropik ve subtropik iklimin hüküm sürdü­ düğü İspanyol gribi denilen virüsün insana transfer olmuş
ğü bölgelerle sınırlanmıştır. Tarihsel olarak sıtmanın 20. bir kanatlı virüsü olduğu görülmektedir. Bunun tersine,
yüzyıla kadar güney Avrupa'da endemik olduğu rahatlık­ daha sık görülen influenza A virüsü nispeten doğrusal bir
la söylenebilir ve iklim değişikliği hastalığın yeniden yay­ evrim gösterir. Grip virüsünün antijenik özellikleri mu-
gınlaşması anlamına gelebilir. Bununla beraber, tarihsel tasyon sonucu yıldan yıla değişiklik göstererek (antijenik
değerlendirmeler, hastalık örüntülerini açıklayabilecek kayma), yeni aşıların üretilmesini ve nüfusumuzun duyarlı
başka faktörler olduğunu göstermiştir. Örneğin, neden bölümünün her yıl aşılanmasını gerekli kılar. Ama bunların
tropik bölgelerin hastalıkları şistosomiyaz ve onkoser- ötesinde, geçtiğimiz yüzyılda (Asya gribi 1957, Hong Kong
koz gibi kronik enfeksiyon ve enfestasyonlar iken, daha gribi 1968 ) antijenik yapıda, aynı insanı birlikte enfekte
ılıman bölgelerin hastalıkları verem ve çiçek gibi enfek­ eden iki grip virüsü tipinin genlerinin rekombinasyonu ile
siyonlardır? Bir hipoteze göre tropikal örüntü, Afrika'da oluşan, büyük kaymalar ortaya çıkmıştır. İnsan ve hayvan
sorumlu patojenlerle hominid ataların birlikte evrimleş­ konakların birbirlerine çokyakın mesafede bulunmaları, ilk
mesiyle gelişmiştir. Düşük nüfus yoğunluğu ve göçebe temas ve (örneğin bir keşi aracılığıyla) inokülasyon potan­
yaşam tarzı, düşük virulanslı ve sivrisinek, çeçe sineği, su siyeli için ortamı sağlar. H5N1 olayında insanlara ilk geçiş
salyangozu gibi aracı vektörlerin varlığına gerek gösteren 1997'de bildirilmiştir ve günümüzde H5N1'in bulunduğu
kronik hastalıkların evrimini desteklemiştir. Daha yakın evre hala aynıdır: hayvan konaktan enfeksiyon bulaşabilir,
zamanlarda ılıman bölgelere göç, yüksek nüfus yoğun­ fakat insandan insana geçiş hala kesinleşmemiştir. Bun­
luklu yerleşimlerin ve omurgasız hayvan (zoonoz) kökenli dan sonraki kritik adım, H5N1 virüsünün insan solunum
hastalıkları destekleyen besiciliğin gelişimini veya yüksek yollarındaki hücrelerin yüzey reseptörlerine bağlanabildi­
virulanslı ve doğrudan insandan insana bulaşabilen has­ ği için insanlara bulaşabilme potansiyeline sahip bir grip
talıkların ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir. Ilıman virüsüyle genetik materyal değiştirmesi olacaktır. Bu olur­
iklimin hominidleri hareketsiz yaşam tarzını benimseme­ sa bir pandemi meydana gelebilir, çünkü bütün ülkelerde
nin yanında hayvanları evcilleştirmeye de başlamışlardır. buna karşı direnç çok küçük olabilir. Virüsler çok kısa nesil
Bu tür hayvanlarların yakınında yaşamak patojenlerin on­ süreleri ile çoğalabildikleri için, bireysel mutasyon şansı
lardan insanlara geçişini kolaylaştırmıştır; tüberküloz gibi yüksektir. Bu mutasyonların virulan bir patojen yaratabil­
hastalıkların kökeninde hayvanlarla birlikte yaşamak yer me yönündeki kümülatif etkisi, insan savunma mekaniz­
alabilir. malarının yeterli olup olmamasına veya teknolojinin viral
Ancak, hayvanlardan insanlara enfeksiyon hastalığının organizmanın izolasyonu, aşılama veya ilaç kullanımıyla
bulaşmasını belirleyen nedir? Niçin bu göreceli olarak na­ organizmanın yayılmasını azaltabilmesine ve salgını sınırlı
dir bir olaydır? Bu soruların yanıtı, konak olarak hayvan­ tutulabilmesine bağlıdır.
dan insana geçiş başarısının bir kaç belli başlı olayı içer­
mesiyle ilgilidir. Sadece çiğ tavuk etiyle yakın temasta olan
9.3.3 Virulans
az sayıda insanı enfekte eden bir kuş gribi tipi olan, ancak
insandan insana bulaştığı konusunda ciddi şüpheler bulu­ Bir enfeksiyona yenilip yenilmeyeceğimiz sıklıkla pato­
nan influenza A virüsünün H5N1 suşunu düşünelim. 1918, jenle temas edip etmediğimizden çok, enfeksiyöz yükün
1957 ve 1968 grip salgınları üzerindeki çalışmalar bazı büyüklüğüne ve virulansına bağlıdır. El yıkama gibi basit
ipuçları vermektedir. İnfluenza virüsleri hem evcil hem de yöntemler karşılaşma yükünü azaltarak hastanelerdeki
yabanıl kuşlarda ve domuz gibi bazı diğer hayvanlarda sü­ çapraz enfeksiyon riskini büyük oranda azaltır. Lister ta­
rekli endemik olarak görülmektedir ve çok yüksek sıklıkta rafından 1869 da keşfedilen ve cerrahi sonrası hastanın
mutasyona uğrayabilirler. Her salgının, insanlarda daha hayatta kalması ile ilgili büyük gelişme olarak görülen,
önce yaşanmış influenza virüslerine karşı gelişmiş immü- kaba ancak etkin bir yöntem olan karbolik asit spreyi uy­
ENFEKSİYON İLE BAŞ ETME 219

gulaması, tam bir stérilité sağlamaktan çok bakteri yükü­ ması) arasında bir uzlaşı ile optimize etmeye çalıştığını
nü azaltarak etkili olur. Bu ilke günümüz ameliyathanele­ tahmin edebiliriz. Bu uzlaşının optimize edilmesi özellikle
rinde de geçerlidir. cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar için önemlidir, çünkü
Organizmalar çok farklı virulansa sahip olabilirler. En yüksek morbidite çiftleşme olanaklarını azaltır. Konağın
basit olarak virulans, enfekte eden organizmanın kona­ yanıtının da virulansa katkısı olabileceğini hatırlamalıyız:
ğında mortalité ve morbidité oluşturabilme yeteneğinin 1918 İspanyol gribi pandemisinde ölüm oranının özellikle
ölçüsüdür. Virulans, enfekte eden organizmaya yarar sağ- yüksek olmasının nedeni, virüsün akciğerlerde aşırı doku
lamaksızın konağa verilen rastlantısal bir hasar gibi ortaya hasarına yol açan, normal dışı bir konak immün yanıtı
çıkabilir veya enfeksiyon etkenine (sıklıkla onun yayılma­ uyandırmasıydı. Bu durum, salgındaki olağandışı yaşa-
sını artırarak) yarar sağlayan bir hasar da olabilir. Örneğin özgü mortalite örüntüsünü açıklayabilir. (Şekil 9.2).
HIV virüsü tarafından oluşturulan temel morbidité ko­ Kolera örneğine yeniden dönersek, konakla ilişkileriyle
nağın immün sisteminin aşamalı olarak yok edilmesiyle, uyumlu olarak, farklı kolera suşları farklı virulanslar evrim-
konağın fırsatçı enfeksiyonlara ve malign hastalıklara açık leştirmişlerdir. Yüksek virulans düzeyi bağırsaktan yüksek
hale getirilmesidir. Konağa verilen bu tip bir zarar en çok derecede sıvı salgılanmasıyla fazla miktarda bakterinin dı­
cinsel yolla aktarılan HIV virüsünün işine gelmez. Ancak şarı atılmasına yol açarak hastalığın yayılmasını hızlandırır.
enfeksiyonun, çok sayıda cinsel partnerin enfekte edilebi­ Diğer taraftan, toksinin üretiminin bir metabolik maliyeti
leceği uzun bir asemptomatik dönem içeren zaman seyri vardır ve bununla hızlı viral yayılımın sağladığı uyum yararı
yayılımını kolaylaştırır. Bunu bakteri içeren insan dışkısıy­ arasında bir uzlaşı sağlanmalıdır. Ancak, insan türünü yeni
la bulaşık su aracılığıyla bulaşan kolera ile karşılaştıralım. enfekte etmeye başlayan yüksek virulanslı, Ebola ve kuş
Kolera bakterisi bağırsağın duvarına tutunur ve seröz gribi gibi yüksek ölüm oranlarına sahip organizmaların sı­
sıvı salınmasını tetikleyen bir toksin salgılayarak şiddetli nırlı tutulabilmeleri daha kolaydır, çünkü mortalitenin yük­
ishale neden olur. Bu özellik Vibrio organizmasının diğer sek ve kuluçka süresinin kısa olması mikroorganizmanın
konaklara daha fazla yayılmasını sağlayan bir adaptas­ çok sayıda konağa yayılma yeteneğini kısıtlar. İzolasyon ve
yondur. Enfeksiyon etkeni üzerindeki seçilim sürecinin, karantina konak havuzunu kısıtlayarak aynı sonucun etkin
konaklar arasındaki geçişi yüksek virülans (yüksek bulaş­ biçimde elde edilmesini sağlar.
ma yeteneği, ancak konağı çabukça öldürme) ve düşük Virulans ayrıca konağın biyolojisinden ve davranışın­
virülans (düşük bulaşma yeteneği, ancak konağın enfek­ dan da etkilenir. Salmonella typhi bakterisi tarafından
siyonu çok sayıda başka konağa bulaştıracak kadar yaşa­ oluşturulan tifo ateşi hastalığını düşünelim. Esas olarak

Şekil 9.2 1911-1917 yıllarındaki grip


salgınlarında ve 1918 yılındaki İspanyol gribi
salgınındaki yaşa özgün mortalite oranları.
1918 virüsünün yüksek virulansı hatalı
immün yanıt sonucu olmuş olabilir; yaşlıların
onlarca yıl önce karşılaştıkları antijenik olarak
benzer enfeksiyonların kısmi bağışıklığı da
yaşlılarda 1918 İspanyol gribi mortalitesinin
gençler kadar artmamasını açıklayabilir.
(Taubenberger, J.K. ve Morens, D.M. (2006)
Emerging Infectious Diseases 12,15-22'den
alınmıştır).
220 SAVUNMA

gelişmekte olan ülkelerde görülen, ancak gelişmiş ülke­ sal S. typhi suşunun günümüzde hala mevcut olduğunu
lerde de zaman zaman, genellikle kontamine olmuş be­ göstermektedir. Olasılıkla insanların Afrika'dan göç et­
sinlerden kaynaklanan vakalarla ortaya çıkan bu hastalık, melerinden sonra ve Neolitik dönemden önce ortaya
yılda 2 1 milyon tifo vakasına ve 200 bin ölüme neden çıkmıştır. Ancak, bundan sonra, özellikle de son 50 yılda,
olur. Hangi faktörler bu yayılmayı etkiler? İnsanlar du­ antibiyotiklerle yüklü bir çevrenin seçilim baskısı altında
yarlılık yönünden değişkenlik gösterebilir ve bu durum kaldıklarından ve kendimizi tedavi etmek için tasarlağı-
toplum üzerinde seçici baskı oluşturabilir. Yaşlılar, küçük mız antibiyotiklere direnç kazandıklarından başka suşlar
çocuklar, immün sistemi baskılayan ilaç alanlar ya da im- ortaya çıkmıştır. Ancak, farklı suşların farklı virülansları
mün yetmezlik hastalığı olanlar gibi immün fonksiyonları olabilir. Dolayısıyla, bakterilerin hayatta kalmaları ve ya­
zayıflamış bireyler, özellikle risk altında olacaklardır. Daha yılmaları birkaç faktöre bağlıdır. Bir virulan suş etkilediği
önce organizmayla karşılaşmış olanlar ve organizmaya kişide şiddetli semptomlara neden olur ve sonuçta ortaya
karşı aşılananlar bir miktar immünite geliştirebilirler. Fa­ çıkan diyare bakterilerin hızla yayılmasını sağlayabilir. Fa­
kat bakterilerin kendileriyle ilgili özellikler de söz konusu kat organizma çok daha az virulan bir suş olabilir ve göre­
olabilir. Açıkça, bunlardan birisi salgına neden olan suşun celi olarak semptomsuz taşıyıcılarda kronik bir yerleşime
hangisi olduğudur, çünkü seçilim süreci Salmonella-insan sahip olabilir. Yüksek yoğunluklu atılımla hızla yayılmaz,
ilişkisinde, farklı Salmonella suşlarının varolmasını tercih ama uzun zaman içinde yavaş, ancak sürekli bir yayılım
etmiştir. Genetik veriler tüm diğer dizilerin türediği ata­ gösterir (Kutu 9.6'ya bakınız).

Kutu 9.6 Tifolu Mary

Semptomsuz tifo taşıyıcılarının en ünlülerinden kapılmıştı ve gözaltına alıncaya kadar kan ve dışkı
birisi Mary Mallon, ya da daha iyi bilinen ismi ile örneği talebini pek çok kez geri çevirdi. Dışkı analizi­
Tifolu Mary’dir. İrlanda kökenli olan Marry 15 yaşın­ nin tifo bakterisini göstermesinden sonra, Mary bir
dayken, 1884 yılında ABD’ye göç etmiştir. 1906 kulübede karantinaya alında. 1910 yılında, yeniden
yılında, kiralık bir evde yaz tatillerini geçiren bir aile aşçı olarak çalışmaması kaydıyla serbest bırakıldı. Ev
tarafından aşçı olarak çalıştırıldı. Kısa bir süre sonra işlerinde çalışmaya başladı, ama taşıyıcı olduğuna
ailenin 11 bireyinden altısı tifo ateşi nedeniyle has­ ikna olmamış olduğu için, sahte bir isimle yeniden
taneye yatırıldı. Paniğe kapılan ev sahibi bir sanitas- aşçılık yapmaya başladı. Ancak, 5 sene sonra, Mallon
yon mühendisi olan George Soper'in uzmanlığına bir Manhattan hastanesindeki tifo ateşi patlamasın­
başvurarak salgının nedenini belirlemesini ve kira­ dan sorumlu bulundu. Görünürdeki dikbaşlılığı ona
lık evlerinin şöhretini kurtarmasını istedi. Soper, bir yarar sağlamadı ve kalan 23 senelik ömrü boyun­
Mallon’un iş öyküsü ile tifo ateşi vakaları arasında ca karantinada tutuldu. Mallon’un tifo hastalığının
kuvvetli ilişkiler buldu. Aslında, daha önce çalıştığı yayılmasındaki rolünün geniş bir bakış açısıyla de­
yedi yerde, toplam 22 kişi tifoya yakalanmış, ve bun­ ğerlendirilmesi önemlidir. O dönemde yerel sağlık
lardan birisi ölmüştü. Mallon'un kendisi ise sağlıklı kurumlarınca bilinen 50 semptomsuz taşıyıcı vardı
ve semptomsuz idi ve taşıyıcı olduğuna dair herhangi ve New York’ta sadece 1906 senesinde 600 ölüme
bir işaret yoktu, çünkü o zamanlar böyle bir kavram neden olan 3000 tifo olgu tespit edilmişti. Bunlar­
bilinmiyordu. Mesleği olan aşçılık ise başka insanları dan sadece 33 olgu ve 3 ölüm Mallon nedenli kabul
enfekte etme riskini artırıyordu. edildi. Bazıları onun tarih kitaplarında ölümsüzleşti­
Soper, Mallon'u izleyerek buldu ve bakterinin rilmesini dik kafalılığına ve sağlık yetkilileriyle kav­
varlığını kanıtlamak için kan ve dışkı örnekleri is­ gasının dramatik doğasına bağlamaktadırlar.
tedi. Şaşırtıcı olmayarak, Mallon kızmış ve dehşete
ENFEKSİYON İLE BAŞ ETME 221

Bazı hastalıklar, özellikle kızamık gibi çocukları etki­ ile transferidir. Buna ek olarak, bakteri populasyonunun
leyen hastalıklar, hastalığı atlatanlara ömür boyu immü- büyüklüğü ve nesil sürelerinin kısalığı antibiyotik direnci
nite sağlar. Görünüşte kızamık virüsünün henüz insan ile ilgili mutasyonların sık olacağı, hatta bunun insan ko­
immün yanıtından kaçabilen bir suşu evrimleşmemlş nak içinde ortaya çıkabileceği anlamına gelir. Bu tür yeni
olduğundan, kızamığın insan formunun nispeten yakın mutasyonlar antibiyotiklerle temas halinde seçilir.
zamanlarda, olasılıkla son 20.000 yıl içinde, bir morbil- Klinik olarak anlamlı direnç düzeyi genellikle yeni bir
llvirus olan rlnderpest ile etkilenmiş sığırlardan yayılım sınıf antibiyotiğin kullanıma sunulmasından sonraki 2-4
sonucu evrlmleşerek ortaya çıktığı düşünülmektedir. Kı­ yıl içerisinde gelişir (Şekil 9.3). Direncin altında yatan
zamık 16. Yüzyıla kadar Avrasya İle sınırlı İdi. Bu dönem­ mekanizma genellikle antibiyotiklerin hedef bölgelerine
de Amerika'ya ulaşması, bağışıklığı olmayan yeril insan ulaşmalarının engellenmesini içerir. Örneğin bu, beta-
toplulukları üzerinde toplu harap edici sonuçlara yol laktamazlar gibi yıkım enzimlerinin veya antibiyotikleri
açtı. Yerli Amerikan nufusunun %95'lnin benzeri hasta­ bakteri hücresinden dışarı atan pompaların edinilmesi
lıklar yüzünden yok olduğu tahmin edilmektedir. Neden yoluyla veya sefalosporin gibi quinolon antibiyotiklerin­
kızamık, grip virüsü veya nezle gibi, doğal ve kazanılmış ce inhibe edilen DNA-çoğaltıcı enzimlerin aktif bölgele­
bağışıklığımızdan kaçarak yaşamımız boyunca bizi tekrar rindeki nokta mutasyonlarla antibiyotik hedef bölgesinin
enfekte edecek formlar geliştirmemiştir? duyarlılığının azaltılmasıyla olabilir.
Dirençli bakterilerle oluşan hastane-ilişkili (nozokomi-
al) enfeksiyonlar önemli bir tehdittir. Bu durum, hastane­
9.3.4 Antibiyotik direnci
lerde yüksek oranda antibiyotik kullanılmasıyla, dirençli
Antibiyotik direnci dikkate değer bir problemdir, ancak şuşların lehine kuvvetli bir seçilim baskısının oluşturul­
bilinen tüm antibiyotiklere dirençli bir bakteri suşunun ması ve duyarlı mikroorganizmaların ortadan kaldırılması
felaketlere yol açacak sonuçları olacağı korkusu abartılı sonucunda, hastaların ve personelin dirençli bakterilerle
olabilir; enfeksiyon hastalıklarından ölüm konusundaki kolonizasyon olasılığının artmasına bağlıdır. Buna ek ola­
temel düzelmenin antibiyotik çağından önce aşılama, rak, hastanedeki yüksek hızlı hasta döngüsü de dirençli
beslenme ve hijyen alanındaki gelişmelerle olduğunu şuşların hızlı yayılımı için bir seçilim baskısı yaratarak has­
hatırlayınız. Antibiyotik direncinin kökenleri çevrenin in­ tane ortamında endemik kalmalarını sağlar.
san tarafından manipulasyonunun bir başka sonucudur. Antibiyotik direncinin geliştirilmesi ve sürdürülmesi­
Antibiyotiklerin gereksiz yere reçetelenerek aşırı kullanıl­ nin mikroorganizmaya antibiyotik yıkıcı enzimlerin üre­
maları temel nedendir. Ancak antibiyotikler hayvan yem­ timi ya da antibiyotik tarafından hedeflenen metabolik
lerinde de ve hatta bazı çocuk oyuncaklarına uygulanarak yolağın alternatifi olarak daha az etkin yolakların kulla­
da kullanılmaktadırlar. nımı gibi maliyetleri vardır. Bu maliyetlerin antibiyotiğe
Antibiyotik direnci nasıl evrimleşir? Antibiyotiklerin dirençli şuşların uyum yeteneğini yeterince azaltması
çoğu mikroorganizmaların diğer mikroorganizmalara karşı sonucu, onların daha duyarlı şuşlarla rekabette başarısız
savunma amacıyla geliştirdikleri doğal maddelerin türev­ olmaları umudu boş çıkmıştır: antibiyotik direnci kaybe­
leridir; bunun en klasik örneği Penicillium adı verilen küfün dilmeksizin uyum eksikliğini giderecek mutasyonlar or­
ürettiği penisilindir. Bu savunma kimyasallarının evrimi, taya çıkar. Bu durum, daha akılcı antibiyotik kullanımının
hedefteki mikroorganizma üzerinde seçilim baskısı oluştu­ bakterilerin antibiyotik dirençlerinde azalmaya yol açma­
rur - ve şüphesiz organizma kendi ürettiği antibiyotiğine yabileceğim düşündürmektedir.
dirençli olm alıdır-ve bütün mikrobiyal savunma mekaniz­
maları ve onların karşıt tedbirleri milyonlarca yıllık bir seçi­
9.3.5 Mikrobiyota ve insan genomu
lim süreciyle test edilmiş olacaklardır. Bu doğal yollardan
türetilmiş antibiyotik sınıflarının hepsine değilse bile çoğu­ Tanım gereği, bütün seçici olaylar genoma yansır, fakat
na karşı direnç mekanizmalarının zaten evrimleşmiş olaca­ bakterilerle ve virüslerle uzun süreli birlikteliğimiz bazı
ğı anlamına gelir ve aslında edinilmiş antibiyotik direncinin özel durumlar içerir. En temel düzeyde, mitokondriler
temel mekanizmalarından birisi, bir suşta önceden bulun­ basit bir bakteri-benzeri organizmanın ilkel bir ökaryot
mayan direnç geninin bir başka türden plazmid-aracılığı hücreyi, olasılıkla 2-3 milyar yıl önce, atmosferde serbest
222 SAVUNMA

Antibiyotiğin kullanılmaya başlanması

Tetrasiklin

Şekil 9.3 Antibiyotiklerin kullanılmaya başlanması ve antibiyotik direnci gelişmesinin zaman seyri. Uygulanmaya başlanılmasından
sonra direncin ortaya çıkmasının hızlı olduğuna dikkat ediniz (Clatvvorthy, A.E. vd. (2007) Nature Chemical Blology 3 ,541-548'den
izinle alınmıştır).

oksijenin ilk ortaya çıktığı dönemde, başarılı bir şekilde yonu üzerinde evrimsel veya klinik olarak anlamlı etkiler
istilasının sonucudurlar. Hücre içi birlikte yaşam - endo- yaratabilse de, bu viral parçacıkların hemen hemen tümü
simbiyoz - hücresel fonksiyonların, çekirdekteki genlerin zararsızdır (Bölüm 3'e bakınız).
kontrolü ve bakterinin solunum fonksiyonu ile sınırlı ka­ Enfeksiyon etkenlerinin insanlar üzerindeki seçici et­
lan genetik kontrolü arasında bölünmesini sağlayacak şe­ kileri zararlı alellerin populasyonda korunmasına neden
kilde evrimleşti. Bakterinin genlerinin çoğunluğu konağın olabilir. Dengeleyici seçilimin (Bölüm 3'e bakınız) rol oy­
çekirdek genomuna nakledildi, ve kalan (insan referans nadığı bu durumda, bir alelin homozigot durumda zararlı
sekansındaki) 16.568 baz çifti, mitokondriyal genomdaki, olabilmesi, ancak heterozigot durumda bazı avantajların
geriye kalan 37 geni kodladı. bulunması, dolayısıyla normal ve mutant aleller arasında
Retroviruslar, revers transkriptaz adı verilen ve viral bir dengenin kurulması söz konusudur.
RNA'yı komplementer DNA'ya kopyalayan bir enzime sa­
hip RNA virüsleridir. Bu özellik virüsün konak DNA'sınca
9.3.6 Doğal immünite
kopyalanmasına olanak verir. Retrovirüsler iki farklı stra­
teji evrimleştirmişlerdir: HIV gibi lentiviruslerin ekzojen Bütün çok hücreli hayvanlar, mikroorganizmaların ge­
enfeksiyonu ve eşey hücreleri dizisinin istilası. Böylesi çemeyeceği savunma engelleri ve organizmanın içine
endojen retrovirüsler genomik DNA'nın parçası olurlar ve ulaşan mikroplara karşı kullanılan, özgün olmayan kim­
eşey hücreleri hattı aracılığıyla gelecek nesillere de akta­ yasal ve hücresel savunma mekanizmalarından oluşan
rılırlar. İnsan genomik DNA'sının % 8 'inin bu tür endojen bir doğal bağışıklığa sahiptirler. Doğal immünite özgün
retrovirüsleri kapsadığı tahmin edilmektedir, ancak bu değildir ve uyumsal immün sistemden (bir sonraki baş­
kapsamı küçük DNA parçacıklarını ve değişikliğe uğramış lığa bakınız) farklı olarak, süregiden bir koruyucu bağı­
eski retrovirüs dizgelerini de kapsayacak biçimde geniş­ şıklığa (veya "hafızaya") neden olmaz. Doğal bağışılık
letirsek DNA'mızın neredeyse yarısına ulaşır. Retrotrans- sistemi filogenetik olarak çok eskidir ve pek çok özelliği
pozonların neden olduğu bazı mutasyonlar gen ekspres- hem omurgalı hem de omurgasız türlerde korunmuştur.
ENFEKSİYON İLE BAŞ ETME 223

Mikroorganizmaların istilasına karşı koyan fiziksel engel­ Zorunlu bir besin olan demir için rekabet konak ile is­
ler, deri yanında, sindirim sistemini ve solunum sistemi tilacı arasındaki ilişkiyi gözler önüne serer. Konak dokula­
ile üreme kanalının bir bölümünü döşeyen müköz zarları rında mikropların çoğalabilmesi serbest demirin kullanı­
içerir. Bu engeller, daha yüksek duyarlılığa sahip oldukları labilirliği ile sınırlandırılır. Enfeksiyon ise konak tarafından,
stratejik noktalara yerleştirilmiş duyusal reseptörlerle do­ transferrin gibi, demirin hücre içinde depolanmasına ve
natılmışlardır. Derimizin dış ortama en açık bölümlerin­ bakteri tarafından kullanımının engellenmesine neden
de, örneğin yüz ve parmaklarda, duyarlılık en yüksektir; olan demir bağlayan proteinlerin salgılanmasına neden
burun ve gırtlağımızda mekanoreseptörler solunan çok olur. Bakteriler kendi taraflarında, siderofor adı verilen
küçük parçacıkları algılayabilirler. Hücrelerdeki sıkı bağ­ ve demiri bağlayarak kendilerine taşıyan küçük peptid-
lantılar mikroorganizmaların geçişlerine karşı güzel bir ler salgılarlar. Buna karşılık, konağın PAMP algılayan sü­
koruma sağlarlar; derinin su geçirmez oluşu su kaynaklı reçleri, lipokalin 2 adı verilen ve bakteriyel sideroforlara
organizmaların geçişini sınırlar, mukus salgılayan bezler çok yüksek affinité ile bağlanan ve patojenleri demirden
ile müköz zarlardaki sil hareketleri, ağız veya solunum yoksun bırakan küçük bir proteinin salınımı uyarır. Deney
yoluyla içeri alınan organizmaların dışarıya atılmalarına hayvanlarında bu savunma sisteminin yokluğu sepsis ve
yardımcı olur. Bazı saldırganlar bu engelleri aşabilmek ölüm ile sonuçlanabilmektedir. Özellikle kronik enfeksi­
için çok etkin yöntemler geliştirmişlerdir (sivrisineklerin
yonlarda, enfeksiyon-aracılı anemi sık görülen bir bulgu­
iğneleri gibi), ve sıtma protozoaları gibi diğer parazitler
dur ve böylesi durumlarda demir takviyesinin yararlı mı,
giriş için bunları aracı olarak kullanırlar.
zararlı mı olduğu sorunusu akla getirmektedir.
Vücuttaki diğer engeller değişik derecelerde aşılabilir-
Bakteriler konağın geliştirdiği her türlü savunmaya
liğe ve farklı savunma stratejilerine sahiptirler. Örneğin,
karşı savaşacakyollarevrimleştirmişlerdir. Bunlararasında
insan plasentası önceliğini savunmaya değil, ana-fetüs
sil hareketleri durdurucu toksinler salgılamak veya koru­
arasındaki madde değişimi ve taşınmasına verdiği için bir
yucu bir biyofilm üretmek vardır. Vücudun istila edilmesi,
ölçüde geçirgendir ve sifilis spiroketleri (Treponema pal­
hücrelere giriş için şırınga-benzeri bir mekanizma kulla­
lidum), kızamıkçık (rubella), Toksoplazma göndü, Listerya
nılmasını, dolayısıyla yüzey savunma mekanizmalarından
bacteroides ve sitomegalovirüs gibi mikroorganizmalar
kaçınabilmeyi içerebilir. Pek çok bakteri PAMP tanımlama
anadan fetüse geçebilir. Karşı uçta ise, çok sıkı olan kan ve
sisteminden kendilerini koruyabilmek için maskeleyici
beyin arasındaki engel bulunur; sadece kribriform tabaka
moleküller salgılayarak, enfekte ettikleri hücrelerdeki an­
(burundan gelen koku sinirlerini beyine bağlayan) bunun
tijen tanıma sistemini bloke ederler ve inflamatuar sito-
dışındadır ve bu bölüm menenjite neden olan enfeksi­
yonların girişi için bir yoldur. Çok seyrek görülen amibik kin ve antikor yanıtını değiştirirler.

menenjit sıcak kaplıcalardaki kontamine suların buruna Mikroorganizmaların konağın savunma yanıtlarının
girmesiyle ortaya çıkabilir. üstesinden gelmek için kullanıbilecekleri daha pek çok sa­
Savunmanın sonraki adımı makrofaj ve nötrofiller gibi vunma şekli vardır. Bir örnek çeşitli bakteriyel patojen tür­
inflamatuar ve fagositik hücreler tarafından ve onların lerinde bulunan rastlantısal lokuslarıdır. Bu lokuslar, sıklık­
salgıladıkları kompleman gibi antimikrobiyal maddeler­ la, örneğin bir membran proteini gibi, konakla bir şekilde
le oluşturulur. Bu savunma mekanizmalarının istila eden etkileşen genlerle ilişkilidir ve ökaryotlarda bulunan mik-
organizmalara karşı harekete geçirilmesi, patojen-aracılı rosatellitlere eşdeğer, tekrarlı kısa diziler içerirler (Bölüm 3).
moleküler örüntü (PAMP) adı verilen, mikroorganizmalar­ Bu tekrar bölgeleri rastlantısal ve geri dönüşebilir şekilde,
da ortak olarak bulunan, ama daha kompleks hayvanlar­ aşırı mutasyona eğilimlidirler, bu bölgelerde genotipik de­
da bulunmayan kimyasal yapıların tanınmasını içerir. Di­ ğişiklikler kolayca oluşur ve bunun neden olduğu yüksek
ğer bir ifadeyle, bu kendisi ile kendisinden olmayanı ayırt fenotipik çeşitlilik patojene konak savunmalarını aşabilme
edebilmenin, tek hücreli ve çok hücreli organizmaların olanağı sağlar. Kısmen benzer bir süreç uyku hastalığına
ayırt edilebilmesi yeteneği şeklinde genelleşmiş bir for­ neden olan tripanosomalar tarafından, farklı yüzey glikop-
mudur. PAMP, bakteri hücre duvarındaki lipopolisakka- roteinleri (FYG) oluşturulması için kullanılır. Konak immün
ridler gibi moleküller yanında metillenmemiş DNA'yı da yanıtı için sahte hedefler olarak kullanılan FYG varyantları
kapsar (Bölüm 4'te tanımlandığı gibi ökaryotik DNA'ların yeni mutasyonlardan değil, arşivlerinde daha önceden
çoğu metillenmiştir). var olan FYG genlerinden kaynaklanırlar. Son bir örnek
224 SAVUNMA

de, HlV'in revers transkriptaz enziminin düşük doğrulukta proteinlerine bağlı olarak sergilenmesi bulunmaktadır. İki
kopyalama yapabilmesi nedeniyle zarf proteinlerinde ve sınıf MHC molekülü vardır: hemen hemen tüm hücreler,
ilaç-hedef moleküllerinde oluşan çeşitliliktir. normalde bulunan proteinlerinin parçalarını sergileyen I.
sınıfı bulundururlar. Böylece immün sisteme hücrenin pro­
tein sentez makinasının viral enfeksiyon ya da tümör ge­
9.3.7 Uyumsal immünite
lişim mekanizmaları tarafından çökertilip çökertilmediğini
Doğal immün sistemin ötesinde, uyumsal immün sistem saptama imkanı verirler. Tersine MHC sınıf II molekülleri,
omurgalıların mikroplarla savaşında anahtar silahtır. Uyum­ sadece mikroorganizmaları fagosite eden ve parçalayarak
sal immün sistem, doğal immün sistemden iki şekilde ay­ yabancı proteinleri sergileyen, özelleşmiş antijen sunucu
rılır. Birincisi bu sistem, bir patojenin varlığına işaret eden hücreler tarafından eksprese edilirler. Sergilenen peptidin
özgün olmayan bir örüntüden çok, birey tarafından kendi­ bir T hücresi tarafından kendisinden-olmayan olarak fark
sinden kabul edilmeyen herhangi bir makromoleküle yanıt edilmesi bir immün yanıtı tetikler: genelde, kendinden
verme yeteneğindedir. İkincisi, uyumsal immün sistem yeni olmayanın MHC sınıf I bağlamında tanınması çökertilmiş
bir tehdite karşı ilk yanıtı göreceli olarak zayıf olsa da, bu hücrenin, hücre-aracılı yanıtla öldürülmesine yol açarken,
sistem aynı molekülle sonraki karşılaşmalarda daha hızlı ve MHC sınıf II bağlamında fark edilme hem hücre-aracılı,
güçlü bir yanıtı garanti eden bir hafızaya sahiptir. Bu ikinci hem de antikor-aracılı yanıta neden olur.
özellik nedeniyle bu sistem uyumsal immün sistem olarak Çok alt birimli MHC molekülleri 6 . kromozomdaki,
adlandırılmıştır. Uyumsal immün sistem omurgalılara mik- herbiri olağanüstü genişlikte çeşitliliğe (bazı durumlar­
robiyal enfeksiyonlara karşı güçlü bir savunma ve kendi da yüzlerce alele) sahip genlerce kodlanırlar. Bu çeşitlilik
hücrelerinin sapkın klonlarına immün gözetim olanağı sağ­ en çok molekülün peptit bağlanma bölgesini ilgilendirir.
lamıştır, ancak onun bu üstün özgünlüğünün klinik olarak Alelik değişkenliğin alt ünitelerin eşlenmesiyle bir arada
önemli iki sonucu vardır: otoimmün ve atopik hastalıklara düşünülmesi halinde, MHC komplekslerinin çok büyük
yatkınlık İle transplante edilen dokuların reddi. bir çeşitlilikteki peptidleri bağlama yeteneği ortaya çık­
Kendinden olan ve olmayanı ayırt etme yeteneği maktadır. Bu genetik çeşitlilik en iyi şekilde, belli MHC
uyumsal immün sistemin fonksiyonu için kritiktir ve bu im­ alellerinin belirli patojenlere karşı farklı koruma yetenek­
münolojik tolerans sürecindeki kusurlar otoimmün has­ leri olmasıyla yönlendirilen dengeli seçilimle açıklanabilir.
talıkların altında yatan nedenlerdir. Kendinden olan veya Küçük bir populasyonda bile, çevredeki çok sayıda pato­
olmayan makromoleküllerin uyumsal immün sistem tara­ jene karşı koruma sağlayan ve yeni patojen epitoplarının
fından tanınmasının temelinde bu moleküllerin parçaları­ evrimini engelleyen çok sayıda farklı MHC alel kombinas­
nın hücre yüzeyinde, ana doku-uyuşum kompleksi (MHC) yonları olacaktır.

Kutu 9 .7 MHC: İmmünolojiden fazlası

MHC vücudun immün savunma sisteminin ayrılmaz yonlarından kaynaklanır ve kokulardaki farklılıkların
bir parçası olmakla beraber, aynı zamanda, ilk bakışta hissedilmesi farelerin birbirlerini tanımalarını sağlar.
bununla ilgisiz gibi görünen bir başka fonksiyon daha İnsanlarda vücudun saldığı kokuların doğası hakkında
görür: bir bireyin kendine özgü kokusuna da katkıda daha az şey bilinir, fakat eşeysel çekicilikte ve dolayı­
bulunur. Balıklardan insanlara kadar çok farklı hay­ sıyla eş seçiminde kokular arasında ayrım yapabilme
vanlarda yapılan çalışmalar, bireylerin kokularının yeteneğinin bir rolü var gibi görünmektedir.
birbirinden farklı ve MHC genotiplerine büyük oranda Bu konu MHC’nin immünolojik fonksiyonu ile na­
bağlı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Farelerde koku sıl bağdaştırılabilir? isviçreli bir grup ilginç bir deney
idrardaki çeşitli uçucu maddelerin özgün kombinas­ yapmıştır: erkeklerden iki gece üst üste aynı tişör-
ENFEKSİYON İLE BAŞ ETME 225

tü giymeleri ve ilave koku verecek kozmetik malze­ topluluğu üzerinde yapılan çalışmalar da yukarıdaki
melerinden kaçınmaları istenmiştir. Terle bulaşmış fikirleri desteklemektedir. Bu topluluk içindeki gen
tişörtler toplanarak kadınlara koklatılıp kokunun havuzu daha sınırlı olsa bile, çiftler yine de daha çok
hoşluğu hakkında değerlendirmeleri istenmiştir. kendilerine MHC yönünden uymayan eşleri tercih
Araştırmacılar kadınların kendilerininkinden farklı etmeye eğilimli bulunmuşlardır. Ayrıca, MHC’leri
MHC’ye sahip olan erkeklerin kokularını tercih et­ benzer olan çiftlerde gebe kalma güçlüğü ve daha
meye eğilimli olduklarını bulmuşlardır. Bu sonuçlar yüksek düşük oranları görülmüştür.
eş tercihinin gelecek nesillerin MHC heterojenitesini İnsanlar ve diğer hayvanlarda çiftleşme tercih­
artırma gereksinimi tarafından yönlendirildiği şek­ lerine MHC genotipinin katkısının kesin evrimsel
linde açıklanabilir. Bu durum hastalık direnci açı­ nedenleri hala bir ölçüde spekülatif olarak kalmış­
sından yaşamsal olabilir. Ayrıca, genetik olarak aynı tır. Buna karşın, ilişki tutarlı biçimde kuvvetlidir ve
olmayan eş seçimi aile içi evlenme ihtimalini azaltma MHC'nin koku üretimini modüle etmesinin temelle­
yollarından birisi de olabilir. rinin aydınlatılması insan kimyasal iletişiminin do­
Üyeleri sadece klan içinden evlenen, kapalı ve ğası hakkında ilave ipuçları verecektir.
kendi kendine yeterli bir grup olan Hutterite dini

İnsanlarda MHC sistemi insan lokosit antijeni (HLA) tehlikesi bulunmayan bu sistem organizmanın sadece
sistemi olarak da bilinir. HLA sistemi organ nakli sonrası yabancı antijenlere yanıt veren T hücresi takımı ile geliş­
doku uyumluluğunun esas belirleyicisidir ve HLA alelle- mesini sağlar.
rinin geniş çeşitliliği nedeniyle, dikkatli bir eşleştirme ya­ İkinci süreç B hücrelerinin klonal genişlemesidir. Geliş­
pılmaması halinde doku reddi görülebilir. HLA-uyumsuz me süreçlerinde, her B hücresi çok çeşitli olası immünog-
bireyler arasında toleransın kritik olduğu bir başka durum lobülinlerden sadece birisini üretmek üzere programlanır
ana-fetüs ara yüzündedir. Gebelikte ana dokularıyla te­ ve bu yüzeyinde B hücre reseptörünün bir parçası olarak
masta olan fetal trofoblast hücreleri, klasik MHC I ya da II eksprese edilir. Dolaşıma salındıktan sonra, eğer yüzeyin­
sınıf molekülleri eksprese etmezler, bunların yerine sınırlı deki immünoglobüline uyan bir epitopa rastlarsa çoğal­
alel çeşitliliğine sahip ve ananın hücrelerine karşı immün mak üzere uyarılır ve doğru özgünlükte immünoglobulin
baskılayıcı özellikler sergileyen, bir takım kısa MHC genle­ salgılayacak milyonlarca B hücresinin üretilmesini sağlar.
rini eksprese ederler. Bu klonal genişleme sürecinde, hatalı DNA tamirini ön
Uyumsal immün sistemin iki yönü organizmada alt plana çıkaran ve immünoglobülinin değişken bölgesin­
seviyede bir seçilimi temsil eder. Birincisi, kendi antijen­ deki mutasyon oranını bir milyon kat civarında artıran
lerinin tanınması immünolojik tolerans ve otoimmün somatik hipermutasyon süreciyle, immünoglobülin öz­
hastalıklardan kaçınılabilmesi için önemli konuların ba­ günlüğünün ince ayarı yapılır. Bunun sonucunda immü­
şında gelir. İmmün sistemin kendisinden olanla olmaya­ noglobülinin amino asit dizisinde ortaya çıkan değişken­
nı ayırt etmesi ile ilgili "eğitim" gelişim sırasında timusta lik rastgeledir, ancak sadece antijene en yüksek affinitesi
gerçekleşen bir seçilim sürecidir. Herbiri yüzeylerindeki olan hücreler hayatta kalmak ve çoğalmak için seçilir.
insan immün sisteminin tanıyabildiği tahminen 10 mil­ Affinite olgunlaşması denilen, Darvvinci tarzda bu çeşit­
yon farklı epitoptan sadece birisine bağlanabilen T hücre lenme ve seçilim sürecinin iki sonucu vardır: büyük mik­
reseptörleri taşıyan olgunlaşmamış T hücreleri normal­ tarda, yüksek özgünlükte immünoglobülinleri salgılayan
de apoptoza gitmeye programlanmışlardır ve meydana plazma hücreleri ve uygun DNA sekanslarını içeren, lenf
gelişlerinden kısa süre sonra ölürler. Timusta kendinden bezlerinde yıllarca kalarak antijenle yeni bir karşılaşmada
olan antijen çeşitliliği ile karşılaşan bu hücrelerden reaksi­ hızla aktive olan hafıza B hücreleri.
yona girmeyenler kurtarılır ve kana salınır. Başarısız olma
226 SAVUNMA

Kutu 9.8 Edinilmiş immün karakteristiklerinin kuşaklar arası aktarımı

Doğumdan sonra yeni doğmuş insan kendisini başka grup yardımcı bileşik, bakterilerin vücut hüc­
mikroorganizmalara karşı korumak zorundadır, relerine girdiği bağlanma yerlerinin kopyalarını içe­
ancak mikroorganizmalar korkutucu derecede çok ren basit şekerler olan oligosakkaritlerdir. Böylelikle
ve çeşitlidirler. Süt veren ana yardımcı olabilir. Beş de bağırsakta bakterilere bağlanarak onların makro-
tip insan antikorundan IgA ana sütünde en fazla faj ve antikorlarca tahribini kolaylaştırırlar. Sütteki
bulunandır. IgA antikorları bebeğe önemli düzeyde immüniteye yardımcı diğer faktörler arasında
ve yüksek derecede etkinliğe sahip pasif immünite bulunan laktoferrin bakterinin demir metaboliz­
sağlar. Üretilen antikorlar sadece ananın karşılaş­ masına müdahale ederken, bifidüs faktörü faydalı
tığı organizmalara karşı üretilmişlerdir ve bunların bir komensal bakteri olan Laktobasillus bifidüs'ün
bebek yönünden de geçerli olma olasılığı yüksektir. büyümesini kolaylaştırır ve fibronektin makrofajları
Fakat bu antikorlar bebeğin bağırsağında gelişmekte daha saldırgan yapar. Ek olarak ana sütü, aktiviteleri
bulunan ve sindirim için gerekli olan bakteriyel flo­ ananın karşılaştıklarına göre ayarlanmış makrofaj-
raya zarar vermezler. Ana tarafından ilk üretilen süt, ları ve antikor-üreten lökositleri içerir. Bunlar bebe­
kolostrum, ayrıca viral büyümeyi inhibe eden inter­ ğin bağırsağında haftalarca aktif kalarak, bebeğin
feron içerir. Bu yaşta bütün virüsler yararsız oldu­ immün sisteminin olgunlaşması için gerekli zamanı
ğundan interferon özgül değildir. Sütte bulunan bir sağlarlar.

9.3.8 Aşılama birkaç insan ve veteriner aşısı örneği vardır ve bu durum

Aşılama, beslenme ve hijyendeki gelişmelerle birlikte, son (kümes hayvanlarında bir virüsün neden olduğu bir ne-

yüz yılda yüksek gelirli ülkelerdeki enfeksiyon hastalıkla­ oplazi olan Marek hastalığına karşı) bir veteriner ürünü

rına bağlı morbidltenin azalmasının altında yatan faktör­ örneğinde, aşının geniş bir ölçekte başarısızlığına neden

dür. İki konu evrimsel bakış açısından dikkate alınmaya olmuştur. Bir organizma aşıya nasıl yanıt verebilir? Birin­

değerdir: birincisi, mevcut aşıların evrimsel değişikliklere cisi, aşıyla indüklenmiş immünitenin tanıdığı epitoplara

bağlı olarak etkisiz hale gelip gelmeyeceği, ve İkincisi karşı seçilimle evrimleşebilir. Aşının etkinliğinin kaybol­

bakteriyel ve viral evrimin anlaşılmasının yeni aşıların ta­ masına yol açma potansiyeli bulunan böylesi bir epitop

sarlanmasında yardımcı olup olmayacağıdır. kayması, hepatit B, boğmaca ve pnömokok hastalığı gibi

Aşılama bir insan hastalığını (çiçek) kökünü kurutmuş, bazı insan viral ve bakteriyel aşılarında gözlenmiştir. İkin­

bir diğerini (çocuk felci) kökünü kurutmaya çok yakındır cisi, virulansında bir değişiklikle evrimleşebilir. Yukarıdaki

ve gelişmiş ülkelerde kızamıkçık (rubella) ve kızamık gibi virulans tartışmasından (Altbölüm 9.3.3) bir patojenin,

bazı akut çocukluk enfeksiyonlarının kontrol altına alın­ konağın erken ölümünün bedeli ile yüksek virülans do­
masını sağlamıştır (Şekil 9.4). Bu hastalıklar, bu ajanlarla layısıyla yüksek bulaşıcılığmı dengeleyerek, yayılmasını

doğal enfeksiyonun, eğer ölümle sonuçlanmazsa, ge­ optimize edecek bir virulans seviyesinde evrimleşeceğini

nelde ikinci bir enfeksiyona karşı ömür boyu immünite hatırlayınız. Eğer aşılama konağın ölüm oranını azaltırsa,

sağlaması nedeniyle kolay olanlardır. Viral evrim, ilk en­ evrimsel seçilim patojenin virulansını artıracak şekilde

feksiyonun oluşturduğu ömür boyu doğal bağışıklığın etki eder, çünkü bu patojenin bulaşma şansını ve dolayı­

üstesinden gelmeyi başaramamıştır ve bu patojenlere sıyla uyum yeteneğini arttırır. Buna paralel olarak hasta­

karşı aşılama ile oluşan immünite için farklı bir durumun lık, aşılanmamış bireylerde daha ciddi hale gelir. Populas-

söz konusu olduğuna dair kanıt yoktur. yon düzeyinde, böyle bir patojenin evrimi, korunmamış

Bununla beraber, hedef organizmanın, aşının seçilim bireylerde hastalıkla mücadelenin maliyetini arttırarak aşı

baskısına yanıt olarak ortaya çıkan evriminin gösterildiği programının yararını ortadan kaldırabilir. Tavuklarda Ma-
ENFEKSİYON ¡LE BAŞ ETME 227

ve yapısal değişikliklere neden olur. Fakat tüm HLA-B27'li


erkekler bu hastalığı yakalanmazlar, dolayısıyla çevresel
bir tetikleyici olmalıdır. Bazı vakalarda tetikleyicinin ba­
ğırsaklarda yaşayan Klebsiella komensaline bir yanıtın
olabileceğini düşündüren kanıtlar vardır. Klebsiella ve
insan hücre yüzey antijenleri arasında çapraz reaksiyona
sahip epitoplar bulunduğundan, bu yanıtın da bir akut
enfeksiyonla tetiklendiği düşünülebilir.

Şekil 9.4 1950-2001 yılları arasında ABD'de rapor edilen 93.9.2 Immünitenin gelişimsel düzenlenmesi
kızamık vakaları. Aşının ruhsat aldığı 1963 senesinden sonra Beslenme ve enfeksiyon arasındaki ilişki gelişmekte olan
hastalık insidansındaki düşüşe dikkat ediniz (ABD Hastalık ülkelerde, özellikle de çocuklarda, çok önemlidir. Yanlış
Kontrolü Merkezlerinin web sayfasından alınmıştır, www.cdc.
beslenmenin erken etkilerinden birisi immün fonksiyo­
gov/vaccines/vac-gen/6mishome.htm).
nunun baskılanmasıdır. Örneğin, besine erişimin yüksek
derecede mevsime bağlı olduğu Gambiya'da geçimini
rek hastalığı aşısının başarısızlığına aşının tetlklediği viral çiftçilikle sağlayan toplumda, "aç mevsimde" doğanların
virulans artışı neden olmuştur. yaşamlarının erken evrelerindeki olayların immün fonk­
Güncel aşı geliştirme çalışmaları, seçilim sürecinin pa­ siyonlarını zayıf düşürdüğünü göstermek üzere, genç
tojene karşı konak immünitesinin üstesinden gelmiş ol­ erişkinlik dönemlerindeki enfeksiyonlara bağlı ölümlerin
duğu, dolayısıyla tekrar enfeksiyonların mümkün olduğu 10 kat fazla olduğu görülmüştür. Bu populasyonda, timus
(örneğin grip), veya gerçekte konak immünitesinin başa­ gelişimi yaşamın erken dönemindeki beslenmeye duyar­
rısızlığa uğradığı ve ilk enfeksiyonun kronik hale dönüştü­ lı olup, açlık mevsiminde doğanların timusları daha kü­
ğü (HIV veya sıtma gibi) zor hastalıkları hedeflemektedir. çüktür. Dahası, kişinin doğumdaki büyüklüğü aşılamaya
Grip söz konusu olduğunda, yabanıl-tip organizmalardaki antikor yanıtı ile pozitif korelasyon göstermiştir. Böylesi
epitop kaymaları, bunların suşlarının sürekli olarak izlen­ gözlemler, vücudun kaynak kullanımı önceliklerini uzun
mesini ve aşı formülasyonun düzenli olarak yenilenme­ vadeli savunma mekanizmalarına yatırım yapmak yerine,
sini gerektirmektedir. İkinci durumda, konaktaki epitop o anda hayatta kalma lehine düzenlediği uzlaşılan temsil
kayması, aşıların değişmeyen ve fonksiyonel olarak zo­ edebilir (Bölüm 5'e bakınız).
runlu epitopları veya birden çok epitopu hedeflemesini
gerektirir. Bu girişimin zorluğunu, bu hastalıklara karşı aşı 9.3.93 Allerjiler ve kronik iltihabi bozukluklar
geliştirilmesi çalışmalarının, onlarca yıldır süren çabalara Bu kitapta tekrar tekrar gördük ki, evrimsel yenilik üreten
karşın başarısız kalması ortaya koymaktadır. çevresel değişiklikler insan sağlığı için tehdit oluşturabi­
lirler. Yaklaşık son yüz yılda gelişmiş ülkelerde enfeksiyöz
hastalıkların morbiditesindeki azalmanın aksine astım, al­
9.3.9 İmmün sistemin hatalı düzenlenmesi
lerjiler ve Crohn hastalığı gibi kronik iltihabi hastalıkların
9.3.9.1 Otoimmün hastalık görülme sıklığı dramatik olarak artmıştır (Şekil 9.5). İnsan­
immün sistemin vücudun kendi hücrelerine, kendisin­ ların karşı karşıya kaldığı patojen tiplerinin değişimi bir
den olmayan yabancı patojenler olduğu yanılgısıyla, sal­ açıklama olabilir. Örneğin, çocuklarda görülen astım ve
dırmasına otoimmün hastalık denir. Otoimmün hastalık atopik hastalıkların kırsal toplumlardaki görülme sıklığı
geliştirme potansiyelini etkileyebilen ve genellikle belirli şehirlerdekinden daha düşüktür. İltihabi bağırsak hasta­
HLA alelleriyle ilişkili olan genomik karakteristikler vardır. lıkları dünyanın yüksek hijyen düzeyine sahip, endüstri­
Örneğin, HLA-DR2 kadınlarda daha yaygın olan sistemlk leşmiş bölgelerinde sık görülür, fakat yaşama alanlarının
lupus eritematozis ile, HLA-B27 ise erkeklerde daha yay­ kalabalık olduğu ve hijyenik olmadığı kırsal bölgelerde
gın olan ankilozan spondilit ile ilişkilidir. Ankilozan spon- seyrektir. Bebeklerin ana sütü ile beslenmesi, olasılıkla
dilit ergenlik ve genç erişkinlik döneminde yavaş ilerleye­ bu bebeklerin biberonla beslenen bebeklerden farklı
rek eklemlerde, özellikle omurgada, kronik enflamasyon bakteriyel flora tiplerine sahip olmaları nedeniyle, daha
228 SAVUNMA

Romatizmal

Şekil 9.5 Yüksek gelirli ülkelerde enfeksiyon hastalıklarının insidansı düştükçe, immün sistemle ilgili bozuklukların insidansı
artmaktadır (Bach, J.-F. (2002) New England Journal o f Medicine 347,911-920'den izinle alınmıştır).

sonraki astım riskini azaltan koruyucu bir etkiye sahip­ dir), ülseratif kolitin ve Crohn hastalığı aktivitesinin azal­
tir. Mikropsuz ortamda yetişen farelerin immün sistem dığı görülmüştür.
anormal gelişim gösterir ve bu durum komensal bağırsak Alternatif bir görüş, yeni çevrenin daha önceki çevrede
bakterilerinin veya hatta bu bakterilere ait saflaştırılmış olmayan özgün risk faktörlerini beraberinde getirdiğidir,
polisakkaritlerin verilmesiyle düzeltilebilir. örneğin, şu andaki evlerimiz eskiden olduğundan daha
Hijyen hipotezi adı verilen birleştirici bir mekanizma kuru ve daha sıcaktır; genellikle halılar, merkezi ısıtma ve
önerisine göre, omurgalıların uyumsal immün sistemleri, sıcak yataklarla döşelidir. Bu ortam, ev tozu içinde barı­
komensal ve patojen mikroorganizmalarla bir arada evrim- nan ve yiyecek kaynağı olarak insan derisi döküntülerini
leşmiştir ve yaşamın erken döneminde bu mikroplarla uy­ kullanan akarlar için ideal bir çevre oluşturur. Bu akarların
gun bir şekilde karşılaşma, immün sistemi düzenleyen yo­ dışkıları duyarlı insanlar için çok allerjiktir.
lakların ayarlanması İçin vazgeçilmezdir. Bu tür karşılaşma­
ların yokluğu, allerjik veya otolmmün hastalıklar şeklinde
uygunsuz immün yanıtların ortaya çıkmasına neden olur. 9.4 Diğer tehditler
immün düzenleyici rol oynayan organizmalara biraday
helmint solucanlarıdır. Bağırsakların helmint solucanlarla Zehirli yılanlar, örümcekler, akrepler, ve deniz anası gibi
enfestasyonu insanın evrimsel tarihinde hemen hemen diğer organizmalar da insanlara zarar verir. Bu organizma­
evrenseldir, fakat günümüzün zengin ülkelerinde nadir­ ların potansiyel olarak öldürücü etkileri, biz kaynaklı bir
dir. Her ne kadar helmintlerle enfestasyon IgE-aracılıklı saldırı algıladıklarında, avlarını öldürmek veya hareketsiz
immün yanıtlara neden olabilse de, helmintleri temizle­ kılmak için geliştirdikleri mekanizmaları kullanarak kendi­
mek zordur ve konak bu yararsız ve kendisini tahrip edi­ lerini savunmalarından kaynaklanır. Bu türler temel fizyo­
ci immün yanıtı sürdürmek yerine tolerans geliştirmeye lojik mekanizmaları, genellikle sinir iletişimini, öldürücü
eğilimlidir. Deneysel çalışmalar helmint enfestasyonların biçimde hedef alan, yüksek derecede etkili zehir üretebi­
bir dizi immün-aracılıklı hastalığa karşı koruyucu oldu­ lecek ve salgılayabilecek kapasite evrimleştirmişlerdir. Bu
ğunu göstermiştir. Iltihabi bağırsak hastalıklı insanlara yırtıcılar için böylesine zehirler evrimleştirmek kendilerini
kasıtlı olarak helmint enfestasyonu uygulanarak yapılan savunmak ve yiyeceklerini elde edebilmek için çok etkili bir
klinik çalışmalarda (domuz kırbaç solucanı, Trichuris suis, strateji iken, tarihsel olarak zehir saldırısı riskimiz çok düşük
olduğundan bunlara karşı bir savunma evrimleştirmedik.
kullanılmıştır, çünkü bu parazit insanlarda patojen değil­
YARALANMA 229

Bunun yerine örümceklerden ve yılanlardan korku gibi, bolizmasından sorumludur. CYPTerin en değişkeni olan,
birtakım davranışsal uyum yanıtları kullanarak evrimleştik. CYP2D6 kompleksi, ilaçların etkisiz hale getirilmesi işlem­
Bitkiler kendilerini enfeksiyonlardan veya yırtıcılardan lerinin %25'inden fazlasında görev alır, bunlar arasında
korumak için çeşitli kimyasallar içermek üzere evrimleş- kodeinden morfine analjeziklerin metabolize edilmesi de
tirmişlerdir ve insanlarda dahil pek çok tür bu kimya­ vardır. Bu değişkenlik olasılıkla, en azından kısmen, insan­
sallardan kaçınmak veya onları detoksifiye etmek üzere ların dünyaya yayılırken önlerine çıkan yeni yiyecek kay­
süreçler geliştirmişlerdir. Kaçınma reaksiyonları sıklıkla naklarını keşfederken karşılaştıkları yeni kimyasal çevreye
koku ve tat tarafından yönlendirilir ve memelilerin, başka yanıt olarak oluşan seçilimden kaynaklanmıştır.
yararları yanında, fonksiyonları potansiyel olarak toksik
bileşikleri algılamak olan çok sayıda koku ve tat reseptör­
leri vardır. Acı tat sıklıkla toksinler ve bozulmuş yiyecekler 9.5 Yaralanma
için tipiktir. İnsanların acı reseptörü geni (TAS2R38), alel-
leri Mendel tarzında kalıtıldığı ve fenotipi acı tat veren Yaşam öyküsü teorisinin (Bölüm 5) temel bir kavramı, bazı
veren kimyasal feniltiokarbamidi (PTC) tadabilme yete­ organizmaların tamir ve yedekleme konularında, diğer
neğiyle kolayca değerlendirilebildiği için yaygın biçimde organizmalardan daha fazla yatırım yapmasıdır. Yüksek
incelenmiştir. İnsanların yaklaşık %50'si PTC tadını algıla­ yatırım yapan bu organizmalar genellikle göreceli olarak
ma yeteneğindedir ve bu oran, herhangi bir heterozigot düşük üretkenlik kapasine sahip, yavaş üreyen organizma­
avantajı saptanmamış olmasına rağmen, TAS2R38 alelik lardır. Tamir ve yedekleme ile ilgili sistemler böbrek gibi çift
değişkenliğinin dengeleyici seçilimle sürdürüldüğünü organları ve (örneğin kemik ve deri gibi) yenilenme kapasi­
düşündürmek üzere, değişik toplumlarda büyük ölçüde tesi olan dokuları kapsar. Pek çok omurgasız canlı, örneğin
sabittir. TAS2R38'in tat-alamayan alelline sahip olmak, denizyıldızı, ekstremiteler gibi vücut eklentilerinin bütü­
olasılıkla etanolün acı tadı algılanamadığından, daha faz­ nünü yeniden oluşturabilirlerken, omurgalılardan sadece
la alkol tüketme eğilimi ile ilişkilidir. semenderler erişkin olarak bunu yapabilirler. Kurbağalar
Hayvanlar da zarara uğramadan bitkilerin savunma gibi diğer çiftyaşamlılar da bunu yapabilirler, ama sadece
toksinlerini tüketmelerini sağlayacak bazı savunma me­ yavru (iribaş) iken. Bunun, erken memeli embriyosunda da
kanizmaları evrimleştirmişlerdir. Bunlardan en baskını olabildiğine ilişkin kanıtlar ise sınırlıdır.
birbiriyle fonksiyonel olarak ilişkili enzimleri kapsayan Semenderlerde yara alanındaki mezenşimal hücrele­
geniş bir aile olan sitokrom P450 (CYP) oksijenazlardır. rin farklılaşmalarını yitirmeleri (dediferansiasyon), yarayı
Bunlar genelde hidrofobik bileşiklere oksijen ekleyerek çevreleyen deride indüklenen fibroblast büyüme faktör­
onların suda çözünürlüklerini ve vücuttan atılmalarını leri (FGF) tarafından uyarıldığında kaybolmuş eklentiye
arttırırlar. CYP enzimleri temel metabolik fonksiyonları rejenere olan, kendi kendine organize olabilen ve blaste­
(örneğin steroidlerin sentezi ve metabolize edilmeleri) ma adı verilen bir büyüme noktasının oluşmasına yol açar.
yerine getirirler ve ayrıca ksenobiyotik bileşikleri detok­ Kurbağalardaki yenilenme kapasitesinin yitirilmesi, iribaş
sifiye ederler. CYP ailesi filogenetik yönden eskidir ve yaşlandıkça FGF yolağının iflas etmesiyle ilişkilidir. Fakat
gen duplikasyonu yoluyla evrimleşerek geniş çeşitlilikte bu deneyler ayrıca göstermiştir ki, Hox gen ailesi (Bölüm
substratlar üzerinde çalışabilen, büyük bir enzim ailesi 4'e bakınız) tarafından kodlanan bölgeye özel pozisyon
oluşturmuşlardır. Memelilerde karaciğer, müköz zarlar bilgisi de eklentinin nasıl büyüyeceğinin belirlenmesinde
ve bağırsak gibi, yutulan ya da temas edilen yabancı bi­ önemlidir. Önemli olarak, ekstremite her zaman hasarın
leşiklerle ilk karşılaşılması beklenilen vücut bölgelerinde meydana geldiği yerden uygun şekilde büyür. İnsanlar
bulunur. Klinik olarak, CYP enzimlerinin ilaç metaboliz­ parmak uçlarında sınırlı bir rejenerasyon kapasitesine sa­
masında merkezi bir rolleri vardır. CYP enzimlerinin sayısı hiptirler, parmak izi örüntülerini bile yeniden oluşturabi­
ve aktivitesi yönünden, hem bir populasyondaki bireyler lirler ve moleküler veriler semenderlerin rejeneratif kapa­
arasında, hem de populasyonlar arasında, ilaç metabolize sitesi ile benzerlikler olduğunu düşündürmektedir.
edici aktiviteyi ilgilendiren çok büyük bir değişkenlik var­ Dolayısıyla, akla gelen evrimsel soru, bazı türler bir
dır. Klinik farmakolojinin bir alt dalı olan farmakogenetik ekstremiteyi yeniden oluşturabilirken, diğerlerinin bunu
bu değişkenliğin klinik sonuçlarıyla ilgilenir. CYP3A izo- neden yapamadığıdır. Parmak ucu ile ilgili veriler bu­
enzimleri reçete edilen ilaçların %50-60 kadarının meta­ nun yankılarının çok eski öncü türlerde bulunduğunu,
230 SAVUNMA

ancak sonradan kaybedildiğini düşündürmektedir. Belki beyin gelişiminde rolü olduğu ileri sürülmüştür. Uyku
de atasal türlerde bu tür yaralanmaların uyum yeteneği ve hafıza birbiri ile ilişkilidir. Uyku yoksunluğu, yüksek-
açısından potansiyel riskleri düşük olmuş ve nötral evrim, düzeyli kortikal işlemler için gerekli olan bilginin kullanı­
mağaralarda yaşayan balıkların görme yetilerini kaybet­ labilir olması için gereken, çalışan hafızayı zayıflatır. Hem
melerine benzer şekilde, bu rejenerasyon yeteneğinin za­ REM, hem de non-REM uykusunun hafızanın işlemlerinde
man içinde geri dönüşümsüz olarak kaybedilmesine yol rol oynadığını gösteren kanıtlar vardır, dolayısıyla uyku
açmıştır. Uyum avantajı sağlamayan ya da çok az sağlayan metabolik ve onarıcı fonksiyonlar için evrimleşmiş olsa
bir fonksiyonun korunması gereksiz şekilde maliyetlidir. da, ilişkili öğrenme ve strateji geliştirmenin önemli oldu­
Beyin gibi diğer organların doku kaybını onarma ka­ ğu türlerde ilave fonksiyonlara da sahip olmuştur. Freud-
pasitesi çok daha sınırlı olsa da, kalıcı plastisite sıklıkla cu psikiatrinin tüm şevkine rağmen, rüya görmenin uyum
fonksiyonun önemli ölçüde geri kazanılması için önemli sağlayıcı birfonsiyonu olması tamamen spekülatiftir: ha­
bir alternatif mekanizmadır. Örneğin, bir inme ya da kafa fızanın güçlendirilmesinde önemli görünen REM uykusu
travması sinir kaybına yol açtığında, beyin kapasitesinin sırasında beyin devrelerinin rastgele uyarılmalarının bir
bir kısmı, yeni bağlantılar oluşturarak ve diğer nöronların yan ürünü, bir spandrel veya anıların konsolide ve organi­
kaybolan fonksiyonu en azından bir dereceye kadar üst­ ze edildiği bir uyumsal süreç olabilir.
lenmesiyle geri kazanılabilir. Erişkin beyninde bile mev­ Uyku örüntüleri açısından hayvanlar arasında ve yaşla
cut olan kalıntı kök hücrelerin bu plastik yanıtlardaki po­ çok büyük değişikler görüldüğünden, uykunun evrimsel
tansiyel rolü konusunda giderek büyüyen bir ilgi vardır. anlamıyla ilgili karmaşıklık büyüktür. Bazı otobur hayvanlar,
belki yeme ve geviş getirme ihtiyaçlarıyla ilişkili olmak üze­
re, sadece birkaç saat uyurken, bazı yarasalar, beslenmele­
9.6 Uyku ve onarım riyle ile ilişkili zaman çok kısıtlı olduğundan 20 saat uyurlar.
Yunuslar ve balinaların REM uykusu yoktur ve bir hemisfer-
Günümüzde insanlar, olasılıkla yapay ışık ve mental uyaran­ lerinde sinirsel aktiviteyi azaltarak tek taraflı bir uyku oluş-
ların sürekli bulunduğu, evrimsel olarakyeni çevremizle iliş­ turabildikleri halde hiçbir zaman tam olarak uyumazlar.
kili olmak üzere, giderek artan oranda uyku bozuklukların­
dan (insomnla gibi) yakınmaktadırlar, insanların çoğu her
24 saatte 7-9 saatlik uykuya ihtiyaç duyarlar. Kronik uyku 9.7 Sonuç
yoksunluğunun açlıkla aynı sürede ölüme yol açtığı söylen­
se de, ölüm riski aşırı uykuda da artmıştır. Miyokard enfark­ İnsanlar, diğer türlere benzer şekilde, çeşitli fiziksel ve bi-
tüsünün en çok görüldüğü zaman sabahın erken saatleridir yotik tehditlerle başetmek zorundadırlar. Biyotik tehdit­
ve kronik tıkayıcı nefes durması (kronik obstrüktif apne) ler parazitler ya da yırtıcılar şeklinde olabilir; her ne kadar
pek çok şişman kişide uykuda görülen bir durumdur. günümüzde en sık karşılaşılan yırtıcılar diğer insanlar
Fizyolojimizin nöroendokrin fonksiyon, termoregülas- olsa da. Fakat insanlar ayrıca, yüksek oranda yapılanmış
yon ve otonom sinir sistemi gibi pek çok yönünü etkile­ bir sosyal çevre evrimleştirmiş bir türün üyeleri oldukları
yen, belirgin bir diurnal (gündüzcül) ritimle evrlmleştik. İçin, ek tehditlerle karşı karşıyadırlar. Bu kaynakların her­
Uyku periyodik açlık dönemi olarak görülebilir ve uyku hangi birinden gelen tehditler hem akut, hem de kronik
sırasında homeostazisin sürdürülmesi için önemli me- stresleri uyarabilirler ve bütün bu farklı stres kaynakları­
tabolik değişiklikler olur. Non-REM (hızlı göz hareketleri nın her birisine verdiğimiz, en azından akut yanıtlar ara­
olmayan) uyku anabolik bir durumdur. Uyku İçin çeşitli sında önemli ölçüde örtüşme vardır. Bu da, bir tehditle
fonksiyonlar önerilmiştir ve uykunun öncelikle bu fonksi­ başa çıkmak üzere evrimleşmiş stres yanıtlarının başka
yonlardan birisine hizmet etmek üzere evrimleşmiş olma­ tehdit çeşitleri ile baş etmek üzere, onlarla birlikte uyum
sı ve diğer fonksiyonların evrimin ilerleyen zamanlarında geçirdiklerini düşündürür.
uyku ile ilişkilenmiş olması olasıdır. Uyku üzerindeki ilgi İnsan türünün tarihi, mikrobiyotik ve parazitik dün­
en çok onarıcı fonksiyonları ve hafıza Işlemciliği üzerinde yayla birlikte evrimleşmenin öyküsüdür. İnsanlar ve on­
yoğunlaşmıştır. Uykudan mahrum bırakılmak yara iyileş­ ların potansiyel parazitleri, farklı tip silah takımlarıyla da
mesini ve immün fonksiyonları bozar. İnsan yenidoğan olsa, evrimsel bir güçler savaşına kilitlenmiştir. İnsanlar
ve fetüslerinde daha büyük çocuklar ve erişkinlere göre patojenlerin tehditleriyle başa çıkmak için engellerine,
daha yüksek seviyelerde REM uykusu vardır ve uykunun uyumsal immün sistemlere ve şimdi de teknolojilerine
EK OKUMALAR 231

güvenirler; mikro-organizmalar ise bu değişikliklere kar­ Thornton, J.W. (2001) Evolution of vertebrate steroid recep­
şı canlılıklarını sürdürebilmek için hızlı evrimleşmelerine tors from an ancestral estrogen receptor by ligand explo­
güvenirler. Kendisi hücresel ve moleküler düzeyde hızlı itation and serial genome expansions. Proceedings of the
evrimleşme gösterebilen immün sistem, bizim hızlı mik- National Academy of Sciences USA 98,5671-5676.
robiyal mutasyonla başa çıkmak için çekirdek sistemi­
mizdir. Bu karşılıklı evrimsel süreçte bir dengeye hiçbir Savunma
zaman ulaşılamaz ve biz virulan enfeksiyon salgınlarına Albiger, B., Dahlberg, S., Henriques-Normark, B., and
uğramaya devam ederiz. Enfeksiyon hastalıkları hem Normark, S. (2007) Role of the innate immune system in
gelişmiş ülkelerde, hem de gelişmekte olan ülkelerde host defence against bacterial infections: focus on theToll-
toplum sağlığı için en önemli tehditler olarak kalmaya like receptors. Journal of Internal Medicine 261,511-528.
devam etmektedirler. Antia, R„ Regoes, R.R., Koella, J.C., and Bergstrom, C.T. (2003)
The role of evolution in the emergence of infectious disea­
ses. Nature 426,658-661.
ANAHTAR NOKTALAR
Bergstrom, C.T. and Antia, R. (2006) How do adaptive immune
• İnsanlar fiziksel, biyolojik ve sosyal tehditlere yanıt systems control pathogens while avoiding autoimmunity?
olarak birçok mekanizma evrimleştirmişlerdir. Trends in Ecology and Evolution 21,22-28.
Cleaveland, S., Haydon, D.T., and Taylor, L. (2007) Overviews
• Dışsal nedenli mortalitenin ana sebepleri
of pathogen emergence: which pathogens emerge, when
biyotiktir ve besin maddeleri için aynı ya da farklı
and why? Current Topics in Microbiology and Immunology
türlerdeki organizmalarla rekabet, yırtıcılık ve
315,85-111.
mikro-organizmalarla enfeksiyonu kapsar.
Hawkey, P.M. (2008) Molecular epidemiology of clinically
• Bir stres etkeninin saptanması, tehditle veya significant antibiotic resistance genes. British Journal of
algılanmış tehditle başa çıkmayı sağlayacak Pharmacology 153 (suppl. 1), S406-S413.
şekilde evrimleşmiş fiziksel, endokrin ve Lebarbenchon, C., Brown, S.P., Poulin, R. etal. (2008) Evolution
davranışsal yanıtların ortaya çıkmasına neden of pathogens in a man-made world. Molecular Ecology 17,
olur. Uygunsuz stres yanıtlarının ise patolojik 475-484.
sonuçları olabilir. Mackinnon, M.J., Gandon, S., and Read, A.F. (2008) Virulence
evolution in response to vaccination: the case of malaria.
• Patojenler ve parazitler konaklarıyla birlikte
Vaccine 18 (suppl. 3), C42-C52.
evrimleşirler.
Quintana-Murci, L, Alcais, A., Abel, L., and Casanova, J.L.
• Uyumsal immün sistem omurgalıların mikrobiyal (2007) Immunology in natura: clinical, epidemiological
enfeksiyonlara karşı korunmalarındaki anahtar and evolutionary genetics of infectious diseases. Nature
bileşendir. Bu sistemin özgünlüğü değişkenliğin Immunology 8 , 1165-1171.
ve seçilimin sonucudur.
• İlaç metabolize etme yeteneğindeki değişkenlik, Detoksifikasyon
göçeden insanların karşılaştıkları yeni yiyecek Eichelbaum, M., Ingelman-Sundberg, M., and Evans, W.E.
kaynaklarına geçmişte verdikleri adaptasyon (2006) Pharmacogenomics and individualized drug the­
yanıtlarının bir yansıması olabilir. rapy. Annual Review of Medicine 57,119-137.
Magalon, H., Patin, E., Austerlitz, F. et al. (2008) Population
genetic diversity of the NAT2 gene supports a role of
acetylation in human adaptation to farming in Central
Ek okumalar Asia. European Journal of Human Genetics 16,243-251.
Ng, P.C., Zhao, Q., Levy, S. et al. (2008) Individual geno­
Stres yanıtları
mes instead of race for personalized medicine. Clinical
Kemeny, M.E. (2003) The psychobiology of stress. Current Pharmacology and Therapeutics 84,306-309.
Directions in Psychological Science 12,124-129. Sullivan, R.J., Hagen, E.H., and Hammerstein, P. Revealing the
Seçki, J.R. (2008) Glucocorticoids, developmental 'program­ paradox of drug reward in human evolution. Proceedings
ming' and the risk of affective dysfunction. Progress in in Biological Sciences 275,1231-1241.
Brain Reseach 167,17-34.
BÖLÜM 10

Sosyal organizasyon ve davranış

10.1 Giriş tansiyeli yaratır. Bu da psikolojik hastalıkların potansiyel


kaynağıdır.
insanların diğer türlerden, vücut büyüklüklerine oranla
en azından bir derecede büyük bir beyine sahip olmala­
10.2 Kültür ve davranışın biyolojik
rıyla ayırt edilebildikleri bir gerçektir. Beynimiz özellikle
belirleyicileri
iyi gelişmiş bir neokorteks ile karakterizedir ve bu durum
bir dizi derin evrimsel sonuca sahiptir. İletişim, teknoloji
Kültür, genel olarak belli bir toplum veya populasyonda
kullanma ve geliştirme kapasitemiz ve hatta evrimleşmiş
bilgi, davranış ve geleneğin karışımı olarak tanımlanır.
sosyal yapımızın nitelikleri geniş bir neokortekse atfedile­
Ancak, 'kültürün' formal bir tanımının yapılması tartış­
bilir. insan sosyal bir türdür. Türümüzün diğer bireyleri ile
malıdır. Kültürün tam bir tanımı konusunda sosyal bilim
bir grup içinde yaşamak üzere uyum sağlamış karakteris­ disiplinleri arasında yoğun tartışmalar olmuştur. Bazıları
tik davranışlarımızla evrimleştik.Toplumsal yapımız birkaç kültürün sadece insana özgü bir özellik olarak görülmesi
bin yıl içinde, birçok küçük klandan oluşan ilkel topluluk­ gerektiğini savunurlar, ancak başka türlerde de görülen
lardan, nüfusu milyonlara varan karmaşık organizasyonlu kültürel olgular vardır. Örneğin, farklı şempanze klanla­
şehirlere dönüşerek büyük değişim geçirdi. Sosyal çevre rında oldukça özgün alet kullanım örüntüleri vardır ve
giderek artan bir şekilde başka biçimlerde değişmektedir. birçok primatta davranışların kültürel aktarımına ilişkin
Aile yapısı değişti ve artık iletişimin yüz yüze olmasına ge­ kanıtlar bulunmaktadır.
rek kalmadı; aslında telefon, radyo, televizyon ve internet İnsan kültürünün evrimleştiği ve kültürel evrimin
günümüzün önde gelen iletişim biçimleridir. hem dikey hem de yatay aktarım potansiyeli olan, bir
Bu bölüm, insan davranışının nasıl evrimleştiğini ve başka kalıtsal sistem olduğu açıktır (Bölüm 2'ye bakınız).
bu evrimin davranışsal morbiditeyi, psikolojik ve psiki­ Organik ve kültürel evrim arasındaki etkileşimin derece­
yatrik bozukluklara yansıyacak biçimde nasıl etkilediğini sini kavramak önemlidir. Öğrenme kapasitesinin evrimi
ele almaktadır. Bu hastalık biçimleri, şimdiki ve beklenen ve öğrenmenin evrime etki etme potansiyeli, evrimsel bi­
hastalık yükünün çok büyük bir bileşenidir. Sosyal çevre limlerin önemli konuları arasındadır. Fakat zorunlu olarak
türümüzün evrimine yol açan seçici çevrenin temel bir öğrenilmesi gerekenler -ve öğrenme biçimleri- son 5.000

bileşenidir. Fakat insanlar aynı zamanda sosyal ve top­ yılda, toplayıcı klanlardaki deneysel öğrenmeden forma­

lumsal çevrelerini değiştirebilecek bir hızlı değişim kapa­ lize ve yapılandırılmış öğrenmeye doğru dramatik ve hızlı
bir şekilde değişmiştir.
sitesi evrimleştirdiler. Bu durum evrimleşmiş fenotipimiz
Kültürün ne olduğu ve nasıl ortaya çıktığına ilişkin farklı
ile içinde yaşadığımız çevre arasında bir uyuşmazlık po­
yaklaşımlar nedeniyle, insan davranışının evrimsel açıkla­

233
234 SOSYAL ORGANİZASYON VE DAVRANIŞ

maları özellikle tartışmalı bir geçmişe sahip olmuştur. Bu hayvanda gösterilebilir. Örneğin, toplayıcılığın bazı yön­
tartışmalar kısmen değişik disiplinlerin insan davranışını leri öğrenilebilir, beslenme davranışları bazı sürüngen ve
açıklama biçimlerine dayanan felsefik ve politik çekişme­ kuşlarda kültürel olarak aktarılır, bazı kuş türlerinde göç
lerden kaynaklanmaktadır. Bazıları davranışları tamamen örüntüleri öğrenilir ve farklı şempanze gruplarında alet
öğrenilen olgular olarak görmek isterken, bazı başka di­ kullanımı öğrenilen veya kültürel olarak aktarılan bir dav­
siplinler insan davranışının, bizim görüşümüze göre apa­ ranıştır. Dil iletişim için sofistike bir kapasite sağlar. Çeşitli
çık olmak üzere, güçlü bir seçilime uğramış ve dolayısıyla ve karmaşık sosyal yapılar geliştirdik. Bilinçli ve ileriyi gö­
genetik olarak belirlenen beyin fonksiyonu bileşenleri üze­ ren bir türüz, teknolojiyi karmaşık biçimlerde kullanırız ve
rine inşa edildiğini savunurlar. Tartışmalar polemik halini din ve hurafeler biçiminde ortaya çıkan inanç sistemleri
aldığında ve eleştirici olmadığında, uç pozisyonlar alınmış geliştirdik. Fakat genlerin davranışlarımızı belirlediği gö­
veya en azından alınmış gibi değerlendirilmiştir. Medya, rüşü ile evrimleşmiş beynimizin, deneyim ve yaşadığımız
çok da nadir olmayacak şekilde, bilimsel mantık ve göz­ çevrenin yeteneklerimizi ve davranışlarımızı şekillendir­
lemleri saçma ekstrapolasyonlar biçiminde abartmiştır. mek üzere, üzerinde çalıştığı ana madde olduğu görüşü
Bu söylemi, insan davranışının ne ölçüde evrimleşmiş arasında önemli bir fark vardır.
biyolojimiz tarafından belirlendiğine (veya etkilendiğine) Kavramların adil bir değerlendirmesi, insan davranışı­
ilişkin temel sorulara indirgeyebiliriz. İnsan davranışını nın genetik bir temelinin olduğunu kabul etmenin, bu­
açıklamak üzere ortaya çıkmış birkaç kavramsal düşünce nun her yönüyle genetik olarak belirlendiği (evrimleştiği)
ekolü (Kutu 10.4'e bakınız) büyük oranda kültür, davranış anlamına gelmediğini ortaya koyar. Kitabın tamamında
ve öğrenmeyi nasıl algıladıkları temelinde şekillenmişler­ açık olarak ortaya koyduğumuz gibi, genetik faktörler,
dir. Tartışmanın şekli geç yirminci yüzyıl biyolojisinin kuv­ gelişimsel ve çevresel etmenlerin (sosyal bileşenler dahil
vetli genetik determinizmi ile bozulmuştur. Seçkin evrim olmak üzere), davranış ve nöral fenotipleri şekillendirmek
biyologu ve zoolog E.O. Wilson ve daha sonra Richard için üzerinde işlediği bir zemin oluşturur. Bu bağlamda,
Dawkins ve diğerleri, davranışın tüm yönlerinin esas ola­ davranışın evrimsel analizi alanının şimdiki konumu adil
rak genetik (evrimleşmiş) olarak şekillendiğini savunan şekilde böyle tanımlanabilir.
deterministik argümanlar ortaya atmışlardır. Onları eleşti­ Evrimsel argümanlar hem fedakârlık davranışının,
renler, belki de haksız şekilde, bu duruşun aktif karar ver­ hem de eşeyler arası etkileşimin nasıl ortaya çıktığını tat­
me, öğrenme ve kültürel adaptasyonun rolüne fazla yer min edici şekilde açıklar. Bu bölümde, bu tartışmayı insan
bırakmadığını değerlendirmişlerdir. Bu eleştiriler içinde davranış ve psikolojisinin diğer yönlerini kapsamak üzere
en uygunsuz olanlar biyolojik argümanların, tecavüzden genişleteceğiz. Ancak, bu düşünce ekollerinin her biri de­
cinayete kadar tüm antisosyal davranışların mazereti ola­ ğerli kavramlar sağlar. Bu bölüm evrimsel ilkelerin insan
rak değerlendirildiği örneklerdir; bunlar evrimsel argü­ davranış ve psikolojisini açıklamada nasıl kullanılabildiği­
manların medya tarafından sömürülmüş en büyük yanlış ne veya kullanılması gerektiğine ilişkin, geniş bir uzlaşma
kullanım biçimi olmuşlardır. sağlanmış hususları tanımlayacaktır. Sonuçta, evrimsel
Sosyal bilimler biyolojik perspektife çok farklı bir pen­ perspektifler psikiyatrik bozuklukların anlaşılmasında ya­
cereden bakar: insan davranışını diğerlerinden öğrenilen rarlı bazı anlayışlar sunar.
kültür ile baskılanmış olarak görürler. Sosyal bilimlerin
temelinde, insanların kültürel organizmalar olduğu ka­
bulü yer alır ve genelde sosyal bilimciler kültürü kalıtsal 10.3 İnsan beyninin ve davranışın evrimi
olmaktan çok öğrenilen bir olgu olarak algılarlar. Sosyal
bilimciler, kültürümüzün karmaşıklığı açısından insanla­ İnsan davranışının evrimini değerlendirirken, davranışı
rın hem nitel hem de nicel olarak diğer türlerden farklı sistematik olarak anlamanın yolu olarak Tinbergen tara­
olduklarını savunurlar. fından önerilen ve Bölüm 1'de tartışılmış olan dört soruyu
Fakat kültürün kendisi evrimin bir ürünüdür ve sa­ akılda tutmak yararlı olur. Bu sorular şunlardır: davranışın
dece insana özgü bir karakter değildir. Öğrenme birçok altındaki mekanizma nedir, davranışın işlevi nedir, yaşa­
İNSAN BEYNİNİN VE DAVRANIŞIN EVRİMİ 235

mın seyrinde nasıl gelişir ve nasıl evrimleşir? Bu soruların karmaşık hiyerarşilerin gerektiği evre öncesi grup büyük­
her birisini değerlendirmek, davranışı hem yakınsak hem lüklerinin en fazla 150 kadar olduğunu göstermiştir. Sos­
de ıraksak bakış açısıyla tam olarak anlamanın bileşenle­ yolojik araştırmalar, modern toplumlarda insanların çok
ridir. daha fazla, belki 2000 'e varan, "tanıdığı" olsa da, gerçek
Primatların vücut büyüklüğü ile bağlantılı olarak ta­ arkadaşları, yakın çevresi ve akrabalarından oluşan çem­
nımlanan beyin büyüklüğü, diğer memelilere göre on berin 150 kadar insandan oluştuğunu göstermektedir
kat kadar daha fazladır. Fakat primat takımı içerisinde de, (Tablo 6.1 'e bakınız). Dil insanların bu büyüklük özelliğine
insan ve diğer atasal türler orantısız şekilde büyük beyin­ sahip gruplarda karmaşık etkileşimleri yönetebilmesi­
lere sahiptirler (Bölüm 6 'ya bakınız). Büyük bir beyne yatı­ ne olanak sağlayan bir araç gibi görünmektedir. Bunun
rım yapmanın ciddi enerjetik bedelleri vardır. İnsan beyni aksine, şempanze ve diğer primatlar 50 veya altında bü­
vücut ağırlığının yaklaşık % 2 'sini oluşturmasına karşın, yüklüğe sahip gruplarda yaşarlar ve tımarlama gibi diğer
toplam enerji tüketiminin yaklaşık % 20 'sini harcar ve bu etkileşim biçimleri bu gruplarda sosyal bütünlüğü sağla­
oran süt çocukluğu döneminde daha da fazladır. Dolayı­ mada önemli bir rol oynayabilir. Benzer şekilde, sarılma
sıyla temel evrimsel soru neden primatların, ve özellikle insan ailelerinde ilişkinin korunmasında önemli bir unsur
homininlerin, enerji kaynaklarının bu kadar fazla bir kıs­ olarak kalmıştır.
mını beyinin büyüme ve fonksiyonuna yatırmak üzere Bir gruptaki sosyal karmaşıklık, herbir bireyin gruptaki
evrimleştikleridir. Sorunun tek bir kapsayıcı yanıtı yoktur. diğer bireylerin yönelim bilincini değerlendirebilme ka­
Basit yanıt, beynin algılama ve işlem kapasitelerinin pasitesinde olmasını gerektirir. Bu sadece bir iletişim ko­
primat kladına uyumsal avantajlar sunduğudur. Örne­ nusu değildir. Bu yönelim bilincini yorumlama ve sadece
ğin, primatlar olgun meyveleri aramada diğer memeli­ iki kişi arasındaki ilişkiyi değil, bir gruptaki tüm potansiyel
lere göre daha büyük ölçüde renk görme gibi duyularını ilişkileri anlama konusudur. Flayvan ve insanların türdeş
kullanırlar. Evrimsel süreçler, izole şekilde tek bir özellik diğer bireylerin ruhsal durumunu ve yönelim bilincini
üzerinde değil, etkileşimleri olan çok sayıdaki özellik üze­ nasıl değerlendirdiklerini anlamak için analitik bir kurgu
rinde çalışırlar. Gerçekte, tümü beyin gelişimini uyaran, geliştirilmiştir; bu zihin teorisi olarak adlandırılmıştır. Bu
değişen ekoloji, evrimleşen sosyal yapı, daha iyi iletişim kurgu, iletişim ve sosyal etkileşimin, basit alarm çağrıları
ve teknolojinin daha iyi kullanımı gibi faktörler etkileşimli ve sürü davranışının ötesinde, insan topluluk ve kültü­
bir mekanizma oluşturmuşlardır. rünün karmaşıklığına taşınmasının analizi için bir temel
Robin Dunbar, primatların karmaşık sosyal yapıları sağlar. Bir bireyin diğer bireyin düşüncelerini nasıl değer­
olan gruplar içinde yaşamaktan avantaj sağladıkları savı­ lendirdiğini ve bunlara nasıl yanıt verdiğini açıklar.
nı öne sürmüştür. Bu yaşam tarzı onlara, yırtıcılara karşı Ancak, sosyal organizasyonda böylesi gelişmiş işleyiş
savunma ve daha geniş beslenme bölgelerini elde tutma ve bağlılıklar açıkça dilin gelişimi için gereklidirler ve di­
yetisi kazandırmıştır. Fakat büyük gruplar içinde yaşamak, ğer taraftan dilin gelişimi ile hızlanmışlardır (Bölüm 6 'ya
sosyal karmaşıklık nedeniyle, karmaşık bir bireyler arası bakınız). Yüksek düzeydeki yönelim bilinci evrimleştikten
dinamik gerektirir. Primatlarda neokortikal hacim grup sonra, insan kültürünün başka bileşenlerinin gelişmesi
büyüklüğü ile kuvvetli bir korelasyon gösterir (Bölüm için kapasite sağlamıştır. Ayrıca, insan toplumlarının ya­
6 'ya bakınız); insanlarda neokorteks hacmi toplam beyin pılanmasında temel hale gelmiş olan karşılıklı fedakârlık
hacminin yaklaşık %80'ini oluştururken bazı prosimian- ve hilecileri saptamanın daha yüksek bir düzeyi için de
larda bu yüzde çok daha düşüktür. Bu ilişkilere dayalı ola­ bir temel oluşturmuştur. Yüksek yönelim bilinci düzeyleri,
rak Dunbar, insanın 150 kadar bireyden oluşan gruplarda kendi geleceği (ölüm dahil) hakkında öngörüde bulun­
yaşayarak evrimleştiğini öne sürmüştür. Şaşırtıcı şekilde, ma, inanç ve hurafeler (ritüel ve dinin öncüleri) geliştir­
modern toplayıcı toplumlar bu grup büyüklüğü civarında me, politik yapılar oluşturma ve bu sosyal karmaşıklıklar
klanlar oluşturma eğilimindedirler. İlkin köyler ve modern ve şiirin güzelliği aracılığıyla iletişim için dili kullanma ka­
tarım topluluklarının köyleri (hatta komünler) benzer bü­ pasiteleri için gereklidir.
yüklükte olma eğilimindedirler. Sosyolojik araştırmalar,
236 SOSYAL ORGANİZASYON VE DAVRANIŞ

Kutu 10.1 Zihin teorisi

Bu evrimsel psikolojik kurgu, bir türün bireyleri­ olursa, o kadar yüksek yönelim bilinci düzeylerini
nin birbirlerinin davranış ve düşüncelerini yorum­ uygulamaya ihtiyaç duyarız.
ladıklarında nasıl etkileştiklerini tanımlamak için İnsan olmayan primatlarda yönelim bilinci düze­
kullanılır. Bu doğrudan nörokortikal kapasite ve yini değerlendirmek için birçok deney yapılmıştır.
fonksiyona bağlıdır. Aynı zamanda, insanın etkile­ Bazı primatlar, esas olarak babun ve makaklar gibi
şim yeteneğinin bebeklikten erişkinliğe kadar nasıl sosyal olarak gelişmiş Eski Dünya türleri, cinsel ko­
geliştiğini anlamak için de yararlıdır. Bu kavramlar nularda ve bazan besine ulaşmada açık olarak aldat­
ile bilinçlilik arasında yakın ilişkili vardır. Bilinçlilik mayı denerler. Bu üçüncü düzey yönelim bilincini
bir kişinin kendisinin ve diğerlerinin zihinsel duru­ gerektirir.
munu değerlendirme yeteneğidir. Genel olarak, erişkin insanların çoğunun beş veya
Zihin teorisinin temelinde yönelim bilinci aşamala­ altı kadar yönelim bilinci düzey ile çalıştıkları kabul
rının hiyerarşisi vardır. edilmiştir. Aslında, etkin sosyal söylemde gereksiz
yanlış anlaşılma veya çelişkilerden kaçınmak için bu
1 Ben kendi düşüncelerimin farkındayım: bu birinci
düzey bir etkileşim gereklidir. Açıkça, gerekli yöne­
düzey yönelim bilincidir.
lim bilinci düzeyi yükseldikçe, etkileşim hatalarının
2 Aynı zamanda, etkileşimde bulunduğum ikinci
ortaya çıkma olasılığı artacaktır. Kişiler arası ilişki
şahsın ne düşündüğünü de değerlendirebileceğimi
problemlerinin çoğu ve hatta savaşlar bu yüksek dü­
düşünüyorum: bu ikinci düzey yönelim bilincidir.
zeyli yönelim bilinci aşamaları kullanıldığında orta­
3 Fakat, ben aynı zamanda ikinci şahsın benim
ya çıkar. Zihin teorisi yaşam seyrimiz içinde gelişir.
hakkımda ne düşündüğünü de (başka bir ifade
Dört-beş yaşlarında çocuklar üçüncü düzey yönelim
ile, diğer kişinin hakkımdaki ikinci derece yöne­
bilincini anlayabilir: bundan önce ikna edici şekilde
lim bilincini de) değerlendirmek isteyebilirim: bu
yalan söyleyemezler. Zihin teorisi konsepti, otizm
üçüncü düzey yönelim bilincidir.
ve ilişkili Asperger sendromunu anlamaya yardımcı
4 Ancak sonra, ikinci şahsın benim onun düşün­
olabilir. Bu sorunların etkisi altında olanların diğer­
celeri hakkındaki düşündüklerimle ilişkili ne
lerinin niyetini tahmin etme yeteneği kısıtlıdır ve
düşündüğünü değerlendirmek isteyebilirim: bu
yönelim bilincinin yüksek aşamaları gerektiği gibi
dördüncü düzey yönelim bilincidir.
gelişmemiştir.
Bu, erişkin insan etkileşimlerinin yapısını oluş­
turmak üzere sürebilir. Amacımız ne kadar politik

10.4 Sosyal davranışın evrimi adlandırılan yakın bir karşılıklı İlişki vardır. Homo habilis
tarafından aletlerin geliştirilmesi, hominin kladı içinde
İnsanlar sosyal hayvanlardır. Ailemizden daha büyük top­ kültürün ilk açık kanıtıdır. Alet yapma kapasitesi, öğren­
luluklar halinde yaşamak karakteristik özelliğimizdir ve me ve kültürel evrim sayesinde beyin taraması, ilaçların
daha önce tartışıldığı gibi yaklaşık 150 bireyden oluşan geliştirilmesi, nükleer silahlar ve internet gibi modern
klanlarda yaşayarak evrimleştiğimiz görüşünün mantıksal toplumun teknolojik dağarcığına evrildi.
bir temeli vardır. Böylece sosyal çevre seçici ortamımızın Birçoğu apaçık olmak üzere, değişime uğramış birçok
kilit noktası haline gelmiştir ve seçilim süreci yaşadığımız toplum özelliği vardır. Geçmiş 10.000 yıl boyunca insanlar
ve evrimleştiğimiz sosyal çevre içinde uyum gücünü des­ kırsal alandaki küçük klanlarda yaşayan toplayıcılardan
tekleyen özellikleri ön plana çıkarmıştır. çobanlığa ve kent sakinliğine evrildiler. Bu değişimlere
Ancak, aynı zamanda kültürel dağarcığımıza paralel enfeksiyon ve beslenme bozukluğu ile karşı karşıya kalma
bir şekilde evrimleştik. Kültürel evrimimiz ve biyolojik sıklığındaki artışlar eşlik etmiştir (Bölüm 7 ve 9'a bakınız).
evrimimiz arasında gen/kültür birlikte-evrimi olarak Travma ve çatışmanın nedenleri ve niteliği de değişmiş,
SOSYAL DAVRANIŞIN EVRİMİ 237

insanlar kendi kendilerinin temel yırtıcıları haline gelmiş­ gençlerdeki depresyon, eyleme dökme davranışı, madde
lerdir. Sosyal yapıda da çok büyük değişimler olmuştur. bağımlılığı ve intiharlarda rol oynadığını göstermektedir.
Örgütsel hiyerarşi ve dolayısıyla güç hiyerarşisi gerekli Ergenlik çağına erken giren erkek çocuklar yaşamlarının
hale gelmiş ve bireysel beceriler farklılaşmıştır: bir cerrah daha uzun bir bölümünü biyolojik olarak olgun ancak
ve bir hukukçunun çok farklı becerileri vardır (en azından psikolojik olarak henüz olgunluğa ulaşmamış bir fazda
olmalıdır) ve artık kişilerarası ilişkiler sıklıkla daha yüksek geçirirler ve biyolojik olarak ergenliğe daha geç giren ço­
düzeyde yönelim bilincinin olmasını gerektirir. cuklara göre daha fazla intihar davranışı gösterirler (Tab­
Kültür ve onunla birlikte bir bireyin yaşadığı seçici or­ lo 10.1). Bu örnek bir meydan okumayı vurgulamaktadır:
tam da evrimleşir. Bölüm 1'deki, laktaz sürekliliğinin hay­ yabancı türlerin daha önce durağan olan bir çevreye gir­
vancılık ile birlikte nasıl geliştiği örneği, böyle bir birlikte- mesinin (örneğin 700 yıl önce, insanların yerleşmesine
evrimi göstermektedir. Diğer taraftan, laktaz sürekliliği ile kadar karasal memelilerin bulunmadığı Yeni Zelanda'daki
ilişkili gen mutasyona uğramamış olsaydı, süt o populas- fareler ve insanlar gibi) türlerin (örneğin uçamayan moa
yonda temel yiyecek kaynağı haline gelemezdi. Bu ikili­ kuşlarının) neslinin tükenmesine neden olabildiği veya
ğin sonucunun maladaptasyon olması şaşırtıcı değildir, küresel ısınmanın Costa Rica dağlarındaki kurbağaların
çünkü kültür biyolojik evrime göre farklı hızda ve farklı şe­ habitatlarını yok edebildiği gibi, sosyal ortamımızdaki
kilde gelişebilir. Örneğin toplumsal yapının, yapısal klan hızlı değişimlerin insan sağlığına etkileri olabilir. İnsan
desteğinin az olduğu daha büyük populasyon kümelen­ neokorteksi büyük ölçüde sosyal ortamın tehditleri ile
melerine evrilmesi, küçük gruplarda en iyi olacak şekilde başetmek için evrimleşmiştir. Biyolojik ve kültürel evrim
evrimleşmiş olan yönetme kapasitemiz ile çelişebilir. Bu çok farklı yollarda ve hızlarda seyrettiği için, beyin ve çev­
uyumsuzluk bazı ruhsal bozuklukların temelini oluştura­ re arasındaki kaçınılmaz uyumsuzluğunun, davranış ve
bilir. Bölüm 7'de küçük biyolojik ergenlik yaşı ile gelişmiş ruh sağlığı bozukluklarına yansımasını bekleyebiliriz.
toplumlarda genç insanların erişkin olarak kabul edilme
yaşı arasındaki çatışmayı tanımlamıştık. Aslında, toplum­ 10.4.1 Fedakârlık
sal karmaşıklıktaki değişimin sinirsel olgunlaşma hızını
Evrimsel biyolojide karşılaşılan en büyük güçlüklerden
etkilemesi söz konusu olabilir: karar verme aktivitesi 20
birisi fedakârlığın açıklanabilmesidir. Önceleri fedakârlık
yaşa kadar olgunlaşamayabilir (Şekil 10.1) ve dürtü kont­
grup seçilimi için bir argüman olarak kullanıldıysa da, bu
rolü, strateji oluşturma ve yargılama işlevlerine katılan
kavram (Bölüm 2'de tartışıldığı gibi) baştan problemliydi
prefrontal kortikal yapıların 25 yaş sonrasına kadar tam
ve terk edildi. Eğer seçilim birimi birey veya gen ise, açık
olarak olgunlaşmadığına ilişkin kanıtlar mevcuttur (Şekil
olarak bireyin üremeye ilişkin ilgilerine hizmet etmeyen
10.2). Giderek artan ampirik kanıtlar bu uyumsuzluğun
bir davranış (yani fedakârlık) nasıl evrimleşir?

3 .5
■OToplam psıkososyal olgunluk

3.3-
/Perspektif
—ölçülülük
-Sorumluluk
3.1 - Karar verme

2 .9 -

2 .7-
Şekil 10.1: Karar verme etkinliği 20 yaşa
kadar olgunlaşmamış olabilir (Caufman,
E. & Steinberg L. (2000) Behavioral
Sciences and the Law 18,741-760).
Yaş (yıl)
238 SOSYAL ORGANİZASYON VE DAVRANIŞ

™ I : : :
Splenium | \ \

Genu | i i
sfo = i ! 1
------- i
Anterior limb 1
^ __________ . I
SLF_________________________ _ ;
i fo i :
Girusa ait subkortikal beyaz madde | ,
External capsule 1
Posterior limb Şekil 10.2: İnsan beyninin manyetik
rezonans görüntülemesi, dürtü kontrolü,
Thalamus
strateji oluşturma ve yargılama işlevlerine
Corticospinal tract
katılan frontotalamik yapıları gösterir. Bu
Caudate nucleus___________________________________
yapılar yaşamın üçüncü on yılından önce
Globus pallidus
tam olarak olgun hale gelmez. ILF, inferior
Putamen
longitudinal fasciculus; SFO, superior
Cingulum Frontothalamic

| Uncinate fasciculus

1
1
1
I
1
1
1
1
1
- 1
1
}pathways
fronto-occlpltal fasciculus; SLF, superior
longitudinal fasciculus; IFO, inferior
fronto-occipital fasciculus (Lebel, C. et al.
5 10 15 20 25 30 (2008) Neuroimage 40,1044-1055, izin
Beyin bölgelerinin %90
alınmıştır).
geliştiği yaş (yıl)

Tablo 10.1 Erken puberte, adolesan dönemde psikolojik bo­ veynlerden birisi olmayabilir, diğerleri dışarıda avda iken
zukluk riskini arttırır. Olasılık oranı, normal olgunlaşma zamanı­
yuvada nöbet tutar. Birçok insan sosyal davranışının, ken­
na göre erken olgunlaşma görüldüğünde artan riski gösterir.
di bencil, üremeye ilişkin çabalarına değil, diğerlerinin
Risk alanı Olasılık oranı yararına hizmet ettiği görülebilir. Bölüm 2'de tartışıldığı
K a d ın la r gibi, özellikli bir açıklama akraba seçilimi ve toplam uyum
B e d e n - im g e s i ile ilg ili k a y g ıla r 1.3 gücü kavramlarıyla kısmen yapılmıştır.
S ig a ra iç m e 1.4
Akraba seçilimi kavramını yaratan William Hamilton,
F o n k s iy o n e l b e lirtile r 1.5
bir hayvanın, eğer diğer hayvanların kendisiyle aynı gen­
M a ğ d u r o lm a 1.7
1.9
leri taşımaları olası ise, onlara karşı fedakârca davranaca­
C in s e l e tk in lik
ğını savundu. Bu genetik materyalin, evrimi yönlendiren
E rk e k le r
kuşaklararası akışıdır. Bu akrabalık halinde geçerlidir ve
S o n 6 a y d a s a r h o ş lu k 1.4
M a ğ d u r o lm a 1.7
akrabalık derecesi ne kadar yüksek ise fedakârlık davra­
E s ra r k u lla n ım ı 1.8 nışının yararlı olma olasılığı o kadar fazladır. Bu durum,
C in s e l e tk in lik 1.8 fedakârlık eyleminin alıcısının elde ettiği (döl açısından)
S ig a ra iç m e 1.8
fayda, fedakârlığı yapan bireye maliyetinden daha büyük
Y a s a d ış ı ila ç k u lla n ım ı 2.0
ise fedakârlık eylemini destekleyen genin pozitif seçilim
D e p re s y o n 2.1
F o n k s iy o n e l b e lirtile r 2.2
baskısı altında bulunacağını ifade eden Hamilton kuralı
in t ih a r g ir iş im i 4 .9 ile formüle edilmiştir. Bu açık olarak akrabalık derecesine
bağlıdır: potansiyel gen akışı açısından, daha yakın akra­
Veriler Michaud . P.-A. vd. (2006) Molecular and Cellular Endocrinology
254-255,172-178.
ba daha çok fayda sağlar.
Aslında, hayvanlarda yüksek derecede akrabalığın var
olması halinde fedakârlık eyleminin daha olası olduğuna
Fedakârlık memeli sistemlerinde ortak bir özelliktir. dair ampirik kanıtlar vardır. Bu akraba seçilimi kavramı,
Çayır köpeği, bu onun görülme ve kurban konumuna bal arısı gibi böcek türlerinde ösosyalite gelişimini açık­
düşme riskini artıracak bile olsa, yırtıcı kuşu gözlemek lamak için de kullanılabilir (Bölüm 1'e bakınız). Fakat bir
için nöbetçi pozisyonunu alacaktır. Klanın bir üyesi, ebe­ akrabaya karşı gösterilen fedakârlık davranışının düzeyi,
SOSYAL DAVRANIŞIN EVRİMİ 239

sadece akrabalık derecesi ile belirlenemez. Evrimsel pers­ psikolojik bir ödül için değil, gelecekte bize gerektiğin­
pektif açısından, yaşlı birey toplam uyum gücüne, ergen­ de başkalarının kan vermesi umuduyla kan bağışlıyoruz.
lik dönemindekilere göre daha az etki eder. Bu düşünce Toplayıcı toplumlarda, kan bağı olmayan bireyler arasın­
üreme değeri olarak tanımlanır ve bireyin yaşı ile ilişkili da yemek paylaşımı yaygın bir durumdur. Bu olası zor
olarak soyhattı gen havuzuna potansiyel katkısının ölçü­ zamanlara karşı bir sigorta olarak görülebilir. Kuzeybatı
sünü verir. pasifikte yaşayan insanlarca kutlanan'potlatches'(müsrif­
Genellikle, büyük bir sosyal ağ ve daha geniş akraba çe hediye vermeyi içeren bir festival) bunların uç bir örne­
grubunun uzun ömürlülüğe olumlu katkıları vardır. Çe­ ğidir. Bunun gibi, akraba olmayanlara yönelik fedakârlık
şitli çalışmalar aşırı koşullar altında, örneğin göçmenlerin hayvanlarda da gösterilebilir. Örneğin vampir yarasalar,
kar fırtınasına yakalanarak yamyamlığa yönelmiş olduğu avlanmada başarısız olmuş diğer yarasalara, kan bağı ol­
"Donner Party" felaketinde olduğu gibi, grubun içinde masa da, ileride bu iyiliğin karşılığını alma beklentisi ile
akrabası olanların hayatta kalması daha olası olduğunu yemek (kan) verirler.
göstermiştir. Akraba seçilimi insan davranışının önemli Bu tür davranışın daha çok kabul gören açıklaması, ev­
bir parçasıdır. Örneğin insanların bir yakınının çocuğu rimsel biyolojinin büyük bir aracı olan oyun kuramı ve
ile, herhangi bağı olmayan bir çocuğa göre daha fazla il­ özellikle karşılıklı fedakârlık kavramından gelir. Temel
gilenmeleri gibi, öne sürülebilecek pek çok kanıt vardır. önerme şudur: eğer A B'ye, karşılığında B'nin de ilerde
Akrabalarımıza borç verirken başkasına borç verirken ona bir iyilik yapacağını bekleyerek bir iyilik yaparsa her
davrandığımızdan çok daha farklı davranırız. Menopo­ iki taraf da kazanır. Fakat bu sadece B hilekâr (asalak) de­
zun evrimine örnek olarak Bölüm 7'de verilen büyü­ ğil ise işler: eğer B bir hilekâr ise, A kaybeder, B kazanır. Bu
kanne varsayımı ancak akraba seçilimi ve toplam uyum basit model üzerinden çalışarak, büyük evrim biyoloğu
gücü çerçevesinde anlaşılabilir. Genellikle akraba seçilimi John Maynard Smith gibi oyun teorisyenleri, karşılıklılığa
yaşa bağımlıdır; çocuk bakımı, tıbbi bakıma yatırım gibi ve işbirliğine dayanan evrimsel olarak kararlı strateji­
fedakârlıklar akrabalar arasında genç bireylere daha çok lerin ortaya çıkabileceğini göstermişlerdir. Bu stratejiler
gösterilir. hileyi yakalama ve cezalandırma yeteneği yüksek oldu­
Evlat edinmenin akraba seçilimi kavramı ile ters düştü­ ğunda en iyi şekilde işler. Aslında, modern toplumun pek
ğü iddia edilebilir. Oysa çoğu toplayıcı toplumlarda evlat çok yönü hileyi yakalama ve onu alaycılık ve toplumsal
edinme, büyük ölçüde soy içinden evlatlık alınmasıyla izolasyon ile veya daha açık yollarla cezalandırma üzeri­
sınırlıdır ve bir şekilde büyükanne modelinin bir uzantısı ne kuruludur. Daha üst düzey yönelim bilinci, insanların
olarak görülebilir, çünkü evlatlık alan çift ya yaşlıdır ya da daha fazla hileye başvurmasına, fakat öte yandan diğerle­
çocuksuzdur. Fakat modern dünyada evlat edinme olgu­ rinin bunu daha iyi saptayabilmesine olanak verir.
su genellikle akraba bağı olmayan, hatta farklı toplumsal Fedakarlığın kökeni ve sürdürülmesinin, eşeysel seçi­
ve etnik kültürlerden olan bireyleri kapsar. Olasılıkla, ev­ lim konusunda değindiğimiz handikap ilkesi ile (Bölüm
lat edinen ebeveynlerin çocuk sahibi olamadıkları böylesi 2) yakın ilişkisi bulunmaktadır. Fedakar olmak, sosyal
durumlarda, çocuk sahibi olarak algılanmanın psikolojik partner için rekabette yararlı olabilecek bir cömertlik ve
ve toplumsal avantajları vardır. Buna ek olarak, zaten kısır zenginlik göstermek demektir. Bireyin vermeye gücü ye­
olarak tanımlandıklarından evlat edinme onların uyum tiyorsa, bu olası partnerin çekici bulabileceği zenginlik ve
gücünü etkilemez ve evrimsel açıdan nötral bir durum kalitenin işareti olarak algılanabilir. Aslında modern top­
olarak görülebilir. Dahası bu durum çiftin sosyal ağlarına lumda açıkça yapılan (cesaret ve hayırseverlik şeklinde
katılımlarını da kolaylaştırır. Yakın zamanda moda olan kendisini gösteren) akrabalar-dışı fedakârlıklar özellikle
ünlülerin evlat edinmesi akımı, duygusal olarak 'süper beğenilen karakterler olarak görülür.
insan'gibi görünme arzusunun bir kültürel dürtü haline
geldiğini göstermektedir. Bu, sosyal statünün modern
davranışı belirlemekte merkezi bir rol oynadığını göster­ 10.4.2 Bencillik ve bencil genler
mektedir.
İnsanları gruplar halinde yaşamaya yönlendiren pozitif
Fakat fedakârlık davranışının akrabaların ötesine de
seçilimi düşündüren kanıtları daha önce gözden geçir-
geçebildiğim gösteren ilgi çekici veriler de vardır. Sadece
240 SOSYAL ORGANİZASYON VE DAVRANIŞ

Kutu 10.2 Kısasa kısas

Fedakârlık diğerlerinin yararına, bencil olmayan bir Benzer bir düşünce, ünlü evrim biyologu John
yaklaşım olarak tanımlanabilir. Karşılıklı fedakârlık, Maynard Smith ve genetikçi George Price tarafından
bir birey tarafından diğerine sağlanan yararın son­ formüle edilen Şahin-Güvercin oyunudur. Evrimsel
raki bir evrede bir şekilde geri ödenmesi beklendiğin­ oyun teorisi bağlamında, bu model aynı türün iki
den koşulludur. Bu sistemi istismar eden hilekarlar üyesi arasında savunak alanı, besin ve eş gibi kay­
sonraki yardımların geri çekilmesiyle cezalandırılır­ naklar için rekabeti tanımlar. Taraflar şahin ya da
lar. Bu davranış, matematiğin stratejik durumlarda güvercin stratejilerinden birini benimseyebilirler.
davranışsal tercihlerin kazanç ve kaybını analiz eden Terminolojiden anlaşılacağı gibi, şahin stratejisi
bir dalı olan oyun teorisinde kısasa-kısas olarak saldırganlığı ve rakipleri ile yüksek düzeyde kavga­
adlandırılan stratejiyle karşılaştırılabilir. yı kapsarken, güvercin stratejisi korkutma gösterisi
Kısasa kısasın klasik bir örneği tutuklu ikilemi gibi pasif kavgayı ve numara yapmayı kapsar. Şahin­
oyunudur. Senaryoya göre, tutuklanmış iki şüpheli lerin, uysal bir güvercin rakiple karşılaştığında, kay­
suç ortağı bir birinden izole olarak ayrı hücrelerde tu­ nakları kolayca elde etme avantajı vardır, ancak diğer
tulur ve her ikisine de aynı teklif yapılır. Şüpheliler suç taraftan başka bir şahin tarafından yaralanma veya
ortağına ihanet etmek veya sessiz kalmak arasında hatta ölme olasılığı da vardır. Güvercin yaklaşımı
karar vermek zorundadırlar: her birisi suç ortağının yaralanmadan kaçınır, ancak kavgayı sonuçlandır­
kararma da bağlı olarak, ya serbest kalacak ya da uzun mak için zaman ve enerji harcar. Yine bir hesaplama
bir tutukluluğa mahkûm olacaktır. Seçenekler Tablo matrisi kullanarak, taraflar tarafından benimsenen
10.2’deki hesaplaşma matrisindeki gibi olacaktır. strateji kombinasyonlarının sahip olunan kaynakları
Eğer işbirliği yapar ve her ikisi de sessiz kalırsa, nasıl etkilediğini inceleyebiliriz. Bir av ile karşılaşan
cezaları 1 yıl olacağından her iki tutuklu için de en iki hayvan örneğini ele alın ve herbir kombinasyo­
iyi sonuç elde edilmiş olacaktır. Buna rağmen, herbir nun net kazancını belirlemek için, Tablo 10.3’te gös­
tutuklu tamamen bireysel davranarak, suç ortağına terilen farklı durumları düşünün.
ihanet etmek ve en kısa sürede serbest kalmak gibi Güvercin karşı karşıya gelmekten kaçınacağı veya
bir rasyonel tercihte bulunmaya kalkışabilir. Ancak, geri çekileceği için her şahin-güvercin eşleşmesi, şa­
her iki tarafın da ihanet etmesi - her birisinin kendi hinin kaynaklara sahip olması ile sonuçlanacaktır.
çıkarına rasyonel davranması - gene her ikisi için de Bir güvercin-güvercin kombinasyonu 50:50 kazan­
en kötü sonuca (5 yıl hapis cezasına) neden olabilir. ma şansı getirecektir, fakat pasif kavgaya zaman ve
Birisinin kaderinin ikincisinkine bağlı olduğu böyle- enerji harcanmasına neden olur. Yine de, herhangi
si bir durumda en iyi strateji ne olabilirdi? Oyuncu­ bir hasar olmadığından, bu oyunun birçok tekrarın­
lar, bu oyunu birden fazla kez oynayarak, karşıtının dan sonra net bedel pozitif olacaktır. Her iki tara­
önceki davranışı ve işbirliği veya ihanet etme (hile) fın bir şahin-şahin kombinasyonuna katılmayı red
olasılığı konusunda bir hafızaya sahip olurlar. Böyle etmesi keza 50:50 kazanma şansına sahiptir. Bu
olduğunda, bir oyuncu için en güçlü stratejinin ilk durumda çözüm hızlıdır ve çok az zaman harcanır,
denemede işbirliği yapmak, daha sonra ise rakibin fakat, yaralanma kaynaklı uyum gücü kaybına bağlı
yaklaşımının aynısını benimsemek olduğu matema­ olarak, uzun vadede en kötü bir net kazanıma (nega­
tiksel olarak belirlenmiştir; işte bu kısasa kısastır. tif kazanıma) sahiptir.
Bir rövanş ve karşı rövanş kısır döngüsünü önlemek Sadece güvercin stratejisi uygulayan bir populas-
için bir derecede bağışlayıcı olmak da gerekir. Dola­ yon her zaman ilgisini uzun süren ve sonuçlanma­
yısıyla, çekilmenin olmadığı bir periyod sonrasında, yan çatışmalara harcayacak ve bir şahin ile yapılan
oyuncular nihayet işbirliğine şartlanacaklardır. kavgada şahine ödenen bedel bir güvercin-güvercin
SOSYAL DAVRANIŞIN EVRİMİ 241

Tablo 10.2 Tutuklu ikilemi durumunda seçenekler bir hesaplaşma matrisi halinde gösterilebilir.

Tutuklu 2

S e s s iz k a lır T u tu k lu l ’e İh a n e t e d e r

Tutuklu 1 S e s s iz k a lır H e r İkisi b ire r y ıl h a p is c e z a s ı a lır T u tu k lu - 1 10 yıl h a p is c e z a s ı alır,


T u tu k lu 2 s e rb e s t k a lır

T u tu k lu 2 'y e İh a n e t e d e r T u tu k lu -1 10 yıl h a p is c e z a s ı alır, H e r ikisi b e ş e r yıl h a p is c e z a s ı a lır

T u tu k lu 2 s e rb e s t k a lır

Tablo 10.3 Bir av leşi için iki hayvanın karşı karşıya geldiği Şahin-Güvercin oyununda bir net bedel matrisi.

Hayvan 2

Ş a h in G ü v e r c in

Hayvan 1 Ş a h in H e r İki h a y v a n % 5 0 ş a n s İle leşi a lır v e % 5 0 ş a n s H a y v a n 1, le şi alır,


İle y a r a la n m a y a m a r u z kalır. Y a r a la n m a n ın b e d e li H a y v a n 2 , b ir ş e y a la m a z

le şi e ld e e t m e İle e d in ile n k a z a n ç t a n fa z la o ld u ­
ğ u n d a n n e t s o n u ç n e g a tiftir.

G ü v e r c in H a y v a n 1 b ir ş e y a la m a z H e r h a y v a n % 5 0 ş a n s ile le şi a lır Y a ra la n m a
H a y v a n 2 , le şi alır, y o k tu r. K a z a n a n , h a r c a n a n z a m a n ın y a r ıs ın ­
d a leşi a ld ığ ın d a n n e t s o n u ç p o z itiftir, fa k a t
z a m a n h a rc a n m ış tır.

kavgasındaki kazanımdan fazla olduğundan şahin­ ortaya çıkışını tam olarak önlemenin bir yolu yoktur.
ler tarafından kolaylıkla işgal edilebilecektir. Diğer Bunlar yapay ve uç modellerdir ancak sosyal grupla­
taraftan, tamamen şahin olan bir populasyon çok rın hilekârları barındırmalarına rağmen nasıl kararlı
yüksek bir uyum gücü bedeli ile karşı karşıya kala­ yapılar olarak evrimleşebildiklerini anlamamıza ya­
caktır. Ancak, şimdi herhangi bir karşılaşmada her- rarları kanıtlanmıştır.
bir tarafın davranışının kestirilemediği durumunu Çoğunluğun trajedisi aynı ilkeler üzerine yazılır.
düşünün: bir şahin bazen bir güvercin gibi veya bir Sınırlı kaynaklara sahip çok kullanılan bir mal için
güvercin bazen bir şahin gibi davranabilir. Böyle ka­ serbest rekabet o kaynakların aşırı kullanımı ve yok
rışık bir populasyon optimal bir evrimsel olarak karar­ edilmesinin sebep olduğu bir çelişkiyi tanımlar. Ja ­
lı strateji haline gelecektir. red Diamond Çöküş başlıklı kitabında Doğu Adaları
Tutuklu ikilemi gibi, şahin veya güvercin strate­ sakinlerinin adalarındaki her ağacı nasıl yok ettikle­
jisinden hangisinin benimseneceğine karar vermede rini ve yaşamlarını dramatik ve dönüşümsüz şekilde
“affetmeli bir kısasa kısas” yaklaşımını kullanmak, değiştirdiklerini anlatır. Sıklıkla değinilen bir örnek
oyuncular için en iyi kazanımı garantiye alacaktır. Bu insanlığın küresel ısınmadaki rolü ve küresel toplu­
strateji populasyonun daha düşük kazanımlara sahip mun bu meydan okumayı tanımlamadaki yetenek­
iki uç stratejiden birine kilitlenmesini önler. Asalak­ sizliğidir. Çoğunluğun trajedisi fedakârlık (karşılıklı
lar kendi güvercin rollerini oynamadan resme dahil veya başka biçimde) hakim olmadığında ortaya çı­
olabilirler. Ancak, hile yapmak nadir oduğu ve popu­ kar. Sonuçta herkes asalak haline gelir ve bu da bir
lasyonun çoğu değişimli tavır içinde olduğu sürece populasyonun çöküşüne yol açan esas nedendir.
asalaklar o populasyonda varlıklarını sürdürecekler­
dir. Açıkça, herhangi bir populasyonda asalakların
242 SOSYAL ORGANİZASYON VE DAVRANIŞ

miştik. İnsanların topluluklar halinde başarılı bir şekilde duruma göre uygunsuz hale gelmesi ve bireyin fonksi­
yaşamalarını sağlayan psikolojik mekanizmaların evril- yonlarını bozması halinde ortaya çıkar.
mesinin sebebinin, ösosyalitenin klanın bir sorununu kol- Fizyolojimizin pek çok yönü bizi dış tehditlerden ko­
lektif olarak çözmesini sağlaması olduğu ileri sürülebilir. rur (Bölüm 9). Duygularımızın da pek çok yönü benzer
Bu durum, hilecinin cezalandırılması koşuluyla, toplulu­ amaçlara hizmet eder gibi görülebilir. Korku ve anksiye-
ğun bütün üyelerinin yararınadır. Bunun grup seçilimi ile te açıkça bizi tehlike anlarında uyarma amacına hizmet
ilgili bir kanıt olmadığına işaret etmek önemlidir. ederler. Anksiyete tehlikelerin farkında olmamızı ve olası

Bu tartışmada bencil gen ile bencil davranışı birbirin­ tehlikeleri öngörmemizi ve onlardan kaçınmamızı sağlar.
Bunların açıkça uyumsal bir kökeni vardır, fakat uygunsuz
den ayırt etmemiz gerekir; bu ayrım sıklıkla popüler ya­
şekillerde, anksiyete ve fobi gibi psikiyatrik bozukluklar
yınlar ve bazı akademisyenler tarafından unutulmaktadır.
olarak da ortaya çıkabilirler.
"Bencil gen" Richard Dawkins tarafından, evrimsel süreç­
lerin temel olarak gen akışını korumaya yönelik olduğu­
nu ve seçilimin bütün organizmadan çok gen düzeyinde 10.4.4 Aşk, kıskançlık ve kalıtım
işliyor olabileceğini belirtmek için üretilmiş, akılda kalıcı
Üremenin evrimsel biyolojideki merkezi rolü nedeniyle,
bir terimden ibarettir (Bölüm 3'e bakınız). Akraba seçilimi,
evrimsel psikolojideki pek çok araştırma eş seçimi, çiftle­
doğal seçilim ve eşeysel seçilim, doğrudan ya da dolay­
rin birbirine bağlılığı, eşeysel olarak seçilen özellikler, aile­
lı olarak, bir sonraki nesile gen akışını sağlayarak uyum
sel yatırım stratejileri, eşeylerin toplumdaki rolü ve kadın-
gücünü korumayı hedefleyen süreçlerin yansımalarıdır. erkek ilişkilerinin doğası ile bağlantılı insan davranışı üze­
Tam tersine, bencil davranış bir bireyin davranışını tanım­ rinde odaklanmıştır. Bu konulardan bazıları daha önceki
lar, fakat burada bile bunun yorumu analizin seviyesi ile bölümlerde dile getirilmişti. Tekrar edersek, her ne kadar
ilişkilidir. Kökeninde sadece bireyin kendi çıkarına olan burada evrimsel belirleyiciler üzerinde odaklanacak olsak
bir davranış, fedakârlık olarak yorumlanabilecek, bencil da, insanların evrimsel olarak belirlenmiş böylesi temelle­
olmayan davranışlara yol açabilir. rin üzerini diğer kültürel davranışlarla kapladıklarının fark
edilmesi önemlidir.
Eşeyli üremeyle çoğalan türlerin ebeveynleri arasında­
10.4.3 Duygular: zihnin Darwinci
ki karşılıklı ilişkinin örüntüsü yavrularının uyum gücünü
algoritmaları
en çok arttıracak şekilde evrimleşmiştir. Yapabildikleri
Duygular evrensel insan davranışlarıdır ve bir tür olarak yerlerde, dişiler erkeklerini, yavrularının beslenmesine
evrimimizde uyum avantajı sağladıkları için vardırlar. Duy­ destek olarak evrimsel uyumlarına katkıda bulunacağı
gular izole olarak ortaya çıkmazlar, fakat çevresel uyarıla­ beklentisiyle seçerler. Bu hem çok eşli, hem de tek eşli
ra fizyolojik ve davranışsal tepkileri de kapsarlar. Darwin çiftleşme yapılarında geçerlidir. Eşeysel seçilim başarılı
duyguların seçilim sürecinde bir rolü olduğunu farketmiş, gebelikleri destekleyebilecek özelliklere sahip dişiler lehi­
hatta duygu hakkında kapsamlı bir kitap da yazmıştır ne çalışır. Eş bağlılığı bu karşılıklı etkileşimi kuvvetlendirir
(The Expression o f the Emotions in Man and Animals, 1872' ve romantik aşk bu bağı kuvvetlendiren bir mekanizma
de basıldı). Özellikle, Wallace ile anlaşamadığı konulardan olabilir (Kutu 10.3'e bakınız). Kıskançlık da, aynı şekilde, eş
biri olan, eşeysel seçilimde güzellik ve estetik gibi önemli bağlılığının kırılmasına karşı bir yanıt olarak görülebilir.
değerlere yoğunlaşmıştır. Daha yakın zamanda, evrimsel İnsan yavruları için gereken uzun beslenme süresi ve
psikologlar Leda Cosmides ve John Tooby duyguların insan kültürünün doğası insanların tüm yaşamları boyun­
seçilmiş özellikler olduğunu belirtmek için onları 'zihnin ca çocuklarının potansiyel uyumlarını etkilemeye devam
Darwinci algoritmaları'olarak adlandırmışlardır. edecekleri anlamına gelir. Karmaşık sosyal düzenlemeler
Evrenselliği göz önüne alındığında duygular, korku, bunu gerçekleştirmek için ortaya çıkmıştır. Sahip olunan
panik ve cinsel istek gibi sık ve evrensel olarak karşılaşılan malların miras bırakılması, evlilik, başlık ve benzer kav­
durumlardaki adaptif değerleri ile şekillendirilmiş olabi­ ramlar çocukların statüsünün ve zenginliğinin korunma­
lirler. Genelde duygular sağlıklı olgulardır. Tıp ve psikoloji sıyla, onların kendi üreme başarılarını ön plana çıkarmak
İçin meydan okuma, duyguların yapısının veya şiddetinin amacını güden mekanizmalardır. Değişiktoplumlar miras
SOSYAL DAVRANIŞIN EVRİMİ 243

ve evlilik sistemlerine ilişkin karmaşık kurallar geliştirmiş­ tün oğullar açısından dezavantajlıdır. Bu tip toplumlarda
lerdir ve bunlar sıklıkla belirli bir toplumun ekolojisi bağ­ üreme başarısı genellikle en büyük ağabeyde küçük kar­
lamında anlaşılabilir. Örneğin, pek çok toplumda erkeğin deşlerden daha yüksektir. Bu yaklaşımın yansımaları, bazı
üreme başarısı servetiyle bağlantılıdır ve bir babanın top­ AvrupalI toplumlarda uygulanmış olan "ilk doğan oğlan
lam uyum gücü, baba servetini daha az sayıda oğlunda tüm mirası alır" (primogeniture) uygulamasında da gö­
yoğunlaştırırsa, bu zenginliğini oğullarına eşit olarak da­ rülmüştür. Parantez içinde eklemeliyiz ki, ekonomi tarih­
ğıtmasına kıyasla daha fazla olur. Bu, büyük sığır sürüle­ çisi Gregory Clark "primogeniture" yaklaşımının Endüstri
rinin hayatta kalma yeteneğinin küçük sürülerden daha Devriminin neden İngiltere'de başladığını açıklamaya
yüksek olduğu, hayvancılıkla uğraşan bazı kırsal toplum- yardımcı olabileceğine inanmaktadır: Primogeniture yak­
larda görülür ve buna bağlı olarak bir adamın sığırlarını laşım, iyi eğitimli fakat fakir, küçük oğullar yaratır. Bu ço­
çocuklarına eşit olarak dağıtması, üreme yönünden bü­ cuklar ticaret ve keşiflerle statü aramışlardır.

Kutu 10.3 Genler ve eş bağlılığı

Bazı yakın akraba türler birbirinden çok farklı sosyal kilde tarla farelerinde de eşeyler arasında farklılıklar
yapılara sahip olabilirler, insanlar ve gibbon may­ gözlenmiştir ve erkeklerde etki daha büyüktür. RS3
munları genellikle oldukça uzun süren erkek-dişi eş aleli populasyonun %40’ında bulunur ve evlilik prob­
bağlılıkları kurarlar ve bu hemen hemen bütün insan lemleri, medeni durum ve eşteki evlilik algılaması­
toplumlarında kabul edilmiş bir kültürel normdur: na yansıyan bozulmuş eş bağlılığı ile ilişkili olduğu
buna karşılık şempanzelerin davranışları bire bir saptanmıştır. Erkek birey alel için homozigot ise etki
erkek ve dişi eş bağlılığı olmadığından bunlardan çok daha büyüktür, fakat heterozigotlarda da etki mev­
farklıdır. cuttur ve bu durum doza bağlı etkiyi düşündürmek­
Bu farklılıklar tarla farelerinde çalışılmıştır ve tek tedir. Her ne kadar özellikler arasında bağlantı ku­
eşli bir türde, örneğin Kuzey Amerika bozkır faresin­ ran bir çalışmanın populasyonlar arası çalışmalarla
de, arjinin vazopresinin (AVP) eş bağlılığı oluşmasını tekrarlanmadan önce ihtiyatla karşılanması gerekse
teşvik ettiği, AVP inhibitörlerinin ise bunu baskıla­ de, diğer çalışmalar daha önce bu reseptörün promo­
dığı gösterilmiştir. Bu tek eşli türde AVP la resep­ tor bölgesindeki polimorfizmlerin sosyal etkileşim­
törlerinin dağılımı, onunla yakın akraba ancak tek lerle ilgili kapasitede değişmelerle ilişkili olduğunu
eşli olmayan türlerde (örneğin dağ farelerinde veya düşündürmüştür. Bunlar ayrıca zevk ve duygularla
çayır farelerinde) olduğundan çok farklıdır. Tüm tar­ ilişkili limbik sistemin bir parçası olan amigdalanın
la faresi türlerinde bu reseptörün şifreleyici dizisinin değişik aktivasyon düzeyleri ile bağlantılıdırlar.
aynı olmasına karşın 5' düzenleyici dizileri tek eşli Etkinin boyutları küçük olmasına karşın, çalışma
ve tek eşli olmayan türlerde farklıdır ve bu durum çeşitli noktaları gözler önüne sermiştir. Birincisi,
reseptörün transkripsiyonel düzenlenmesinin bu insan karakterinin temel bileşenleri genetik belir­
türlerde birbirinden farklı olduğunu düşündürür. Bu leyicilere sahiptir. İkincisi, insan karakterinin diğer
komşu dizilerin moleküler manipulasyonu eş tercih­ türlerin eşdeğer karakterleriyle evrimsel ve genetik
lerinde değişikliğe neden olur. bağlantıları olduğu aşikârdır. Üçüncüsü, evrim eşeye-
AVP reseptörü la n ın insan homologunun 5' özgü davranışsal etkilere yol açmaktadır. Dördüncü­
komşu dizideki polimorfizmi yakın zamanda ince­ sü, bozulmuş eş bağlılığı ile ilişkili polimorfizmin alel
lenmiştir. Tekrarlayan polimorfizmlerden özellikle sıklığı % 40'a varan oranlarda yüksektir ve çalışmalar
birisi (RS3) ile erkek-kadın eş bağlılığının ölçüleri alellerin dağılımının Hardy-Weinberg eşitliği (Bölüm
arasında ilişkiler saptanmıştır. Bu ilişki erkeklerle 2’ye bakınız) ile uyumlu olduğunu göstermektedir.
sınırlıdır ve kadınlarda bulunmamıştır: benzer şe­ Bu durum ilginç olarak, insanların evrimsel uyumu
244 SOSYAL ORGANİZASYON VE DAVRANIŞ

artırıcı iki ayrı eşleşme stratejisi ile evrimleştiğini ve bağlılığı daha az önemlidir. Bunun tersine, en azın­
bunlar arasında bir denge olduğu olasılığını düşün­ dan bu alelin kadınların sürdürülen eş bağlılığı ile
dürmektedir: bunlardan birisinde kuvvetli ve uzun optimize edilmiş stratejisine etkisi yoktur.
süreli eş bağlılığı oluşurken, diğerinde, belki de eski Böylesi çalışmalar, her ne kadar erken aşamalarda
insan toplumlardaki ılımlı çokeşliliği yansıtacak şe­ iseler de, insan karakterinin belirleyicilerinin anla­
kilde (Bölüm 7’ye bakınız) ve erkek uyum gücünün şılmasında moleküler genetik ve evrimsel biyolojinin
çok sayıda seri veya paralel ilişkilerle de elde edile­ giderek büyüyen kapasitesine ışık tutmaktadır.
bileceği ve sürdürülebileceğini göstermek üzere, eş

10.4.5 Grup davranışı ve ahlak lemez davranışların neler olduğunun çerçevesi o gubun
içinde belirlenir. Topluluğun sayısı yaklaşık 150'den fazla
Gruplar halinde yaşayan hayvanlar grup içi ahenk için ge­ olunca, stabilite için formal bir içyapı gerekir.
rekli bir davranış setine sahiptirler. Bu, sırtlan ve kurt gibi Ahlaki kavramlar asalakları kontrol etmek için gerek­
bazı türlerde, baskın erkek ya da dişinin rol ve haklarının li bu içyapıya-özgü çerçevelerden türemişlerdir. Bunlar
açıkça belirlenmiş olduğu, belirgin bir grup içi hiyerarşiyi adetler, tabular, kurallar ve gelenekler şeklinde kendisini
kapsar, insanlar özellikle yoğun bir grup yapısı içerisinde gösterebilir. Ama başka faktörler de ahlak hakkındaki be­
yaşarlar. Bu grup yapısı bireylerine, olasılıkla ortakyiyecek lirli bir toplumsal görüş üzerinde önemli rol oynayabilir.
toplama ve yırtıcılara karşı savunma etkinlikleri ile uyum Bunlar arasında, kısmen hiyerarşiyi korumaya yönelik ku-
gücü avantajı sağladığı için evrimleşmiştir. Kambur bali­ rumların dayattığı kural ve kavramlar, ve kısmen de inanç
nalar baloncuk ağı beslenmesi diye bilinen olguda bir­ sistemlerinin formal hale getirilmesi vardır.
likte balık avlarlar ve balıklar tek tek bireylerin yenmeleri
riskini azalttığı için sürüler oluştururlar.
10.4.6 İnanç ve din
Yüksek oranda sosyalleşmiş türler, örneğin şempan­
zelerde tımarlama ve cüce şempanzelerdeki (bonobo) Her insan topluluğu, organizasyonunda, geleneklerinde
cinsel uyarı gibi, grup bağlarını kuvvetlendirecek bir dizi ve ayinlerinde yansımasını bulan bir inanç sistemine sa­
davranış sergilerler. Robin Dunbar ve diğerleri konuşma­ hiptir. Bu inanç sistemleri genellikle bazı doğaüstü kav­
nın (dilin) ve dedikodunun evriminin erken insan toplu­ ramları barındırırlar. Ölümden sonraki yaşam duygusunu
lukları içindeki bağların oluşmasında ve dengeye ulaş­ vurgulayan gömme ritüelleri en azından 70.000 yıldır
masında önemli bir rol oynadığını ileri sürmüşlerdir. Grup mevcuttur.
yaşamının çok sayıda davranışı kapsayan bütünleşmiş Modern rasyonalizm ortaya çıkana dek, doğaüstüne
bir fenotip olması nedeniyle, bütün bu seçilim baskıları inanma neredeyse evrensel idi. Evrimsel soru doğaüs­
türümüzün sosyal ve davranışsal fenotipini belirlemekte tüne inanmanın uyumsal bir avantajının mı olduğu, ya
rol oynamış olmalıdırlar. Yapay seçilimin tersine, doğal da diğer grup davranışlarının epifenomenal bir sonucu
seçilim izole herhangi bir özelliğe etkide bulunmaz. Dola­ mu olduğudur. Doğaüstü inançlar gerçek karşıtıdır ve
yısıyla, bir karakteri parçalayarak bir bileşeninin ya da di­ gerçekliği askıya almanın uyum avantajı tam olarak açık
ğerinin daha çok ağırlık taşıdığını İddia etmek ne pratiktir değildir. Kökeni de büyük ölçüde tartışmalıdır. Olasılıkla
ne de akla yatkındır. bireylerin ve üyesi oldukları toplulukların tam kavraya­
Fakat daha önce önerdiğimiz gibi, birbirine sıkı sıkıya madıkları (kıtlık gibi) olaylara karşı duygusal bir kararlılık
bağlı bir sosyal gruba üye olmak karşılıklılık kurallarına sağlamıştır. Sıklıkla batıl inançlara eşlik eden ayin, toplu­
bağlı kalmayı gerektirir. İnsan toplulukları asalaklara ve luk birliğinin inşasına yardımcı olur. Destanlar ve efsane­
hilekarlara karşı özellikle duyarlıdır. Aldatıcı davranışlara ler sıklıkla inanç sisteminin birer parçasıdırlar ve topluluk
afişe etme, alay etme, utandırma, ve cezalandırma gibi kimliğini ve birliğini kuvvetlendirmeye yardım etmiş ola­
davranışlarla yanıt veririz. Kabul edilebilir ve kabul edi­ bilirler. Doğaüstüne potansiyel ceza ya da ödül kaynağı
SOSYAL DAVRANIŞIN EVRİMİ 245

olarak inanma grubun asalaklık problemiyle baş etmesi­ mekten tamamen yoksun olarak da doğmaz ve kesin­
ne yardımcı olur. likle sıçan gibi daha geç olgunlaşan türler kadar olgun­
İspanya ve Fransa'daki mağaralarda bulunan 30.000 laşmamış değildirler. Büyük miktarda deneysel ve klinik
yaşındaki duvar resimleri pekâlâ ayin ve inançların en eski veri insan bebeklerinin çok aktif duyusal süreçlere sahip
temsillerinden olabilirler. Daha kalabalık toplulukların ve olduğunu göstermektedir. Bebekler simetrik cisimleri ve
ilişkili politik yapıların gelişmesine paralel olarak inanç karıştırılmıştan çok organize yüz görünümlerini tercih
organizasyonları da daha kalıplaşmış dinlere dönüşmüş­ ederler. Koku duyuları da analarını tanıyabilecek düzeyde
lerdir. Doğaüstüne inanmanın nasıl ve niçin doğduğu ko­ gelişmiştir. Dokuz aylık olduklarında karşılarındakilerin
nusu Freud'un ilk düşüncelerinden bu yana, hatırı sayılır ruhsal durumlarını açık seçik anlayabilir ve yanıt verebi­
biçimde evrimsel yansımalara konu olmuştur. lirler ve 15 aylık iken bir cisme işaret edip analarını reaksi­
David Sloane Wilson ve diğerleri organize olmuş dinin, yon vermeye ikna edebilirler.
asalakları kontrol altına almanın ve büyük toplulukları ka­ Öğrenme daha sonraları beceriler kazanma sürecine
rarlı halde tutmanın temel bir yolu olduğunu öne sürmüş­ ve erişkinlerle etkileşim sırasında, yeni yetenekler kazanıl­
lerdir. Diğer bazı yazarlar ise organize dinin hiyerarşik bir masına yol açan değişikliklerin indüklenmesine dönüşür.
kontrol sistemi içinde politik bir araç olarak geliştirildiğini İnsanlar, büyüyen çocuğun amacı ve o amaca ulaşabil­
dile getirmişlerdir. Pek çok toplum geçmişte ve hatta gü­ mek için gerekli aksiyonları öğrenmesini sağlayan "hedef
nümüzde politik idare ile tanrısal kavramları harmanlamış­ tabanlı", taklit edici öğrenmeyi evrimleştirmişlerdir. Bu,
tır. Onyedinci yüzyıla dek İngiliz monarklarının kutsal iyileş­ çocukların adım adım kültürleriyle kaynaşmalarını sağlar
tirici güçlere sahip oldukları varsayılırdı ve günümüzde de ve bu süreç dilin öğrenilmesiyle büyük ölçüde hızlanır.
hala organize bir dini yapının resmi başkanıdırlar. Dört yaşına gelen çocuk en azından ikinci seviyedeki yö­
Dinin ölümün kaçınılmazlığı problemiyle yüzleşe­ nelim bilincinin gösterilebileceği düzeydeki bilişsel geliş­
bilmek için evrimleştiği ve toplulukların davranışları ile me seviyesine ulaşmıştır.
uyumlu olmanın kişiyi ilerideki ödüle ulaştıracağı umu­ Deneyimlerden öğrenmek pek çok tür için anahtar
dunu doğurduğu ortak bir varsayımdır. Fakat Wilson ay­ uyum sağlayıcı kapasitedir, ama bu özellikle insanlarda
rıca dini toplulukların, bireyin gruba üyeliğin karşılığını iyi gelişmiştir. Çağrışımlı öğrenme denilen, olaylar ara­
alması için, grubun düzenine uyduğuna dair işaretleri sında bağıntılar kurarak öğrenme, erişkinlerde bile mev­
görmelerinin de gerekli olduğunu öne sürer. Bu işaretler, cuttur ve sonuç çıkarıcı muhakemenin gerekli öncülüdür.
kurban, zekât veya davranış değişiklikleri (örneğin belirli Öğrenme kapasitesi kimilerince ortodoks evrimsel psiko­
özel günlerde et yememek) şeklinde olabilir. Topluluğa loji bağlamında basitçe zihnin bir başka modülü olarak
üye olmak için bir bedel ödenmesi asalaklık riskini azaltır. değerlendirilir (Altbölüm 10.5'e bakınız). Başka otoriteler
Aldatmanın cezalandırılması sadece topluluktan dışlan­ ise öğrenme kapasitesini alana-özgü olmaktan çok, es­
mak biçiminde olmaz, ama doğaüstü güç tarafından da nek ve genelleyici olarak değerlendirirler. Tekrarlarsak,
ceza verilir. Wilson dinin grup-seçici bir süreç aracılığıyla biz bunun, bu kitap bağlamında, gereksiz bir tartışma
evrimleştiği argümanı için bu hipotezi geliştirmiştir. Bu olduğunu düşünüyoruz, insanlar çevresel bilgileri değer­
tartışmalı bir pozisyondur. Karşılıklı fedakârlık davranı­ lendirme kapasitesine sahip olan, bilgileri hafızalarında
şının ve topluluk yaşamının bir birey için uyum sağlayı­ depolayabilen, dolayısıyla kararlara ve takip eden davra­
cı değerine işaret etmiştik. Biyolojik ve kültürel evrimin nışlara kılavuzluk edebilen bir beyinle evrimleşmişlerdir.
paralel süreçlerinin kapsamı içerisinde, ritüeller ve dinin Seçilim, tüm olası yanıtları genlere şifrelemeye çalışmak
birey için uyumsal avantajları olduğu görülebilir ve grup- yerine, bizi ilişki kurma ve deneyim ile öğrenebilen ve uy­
seçici argüman gerekli değildir. gun kararları veren gelişmiş bir organik bilgisayara sahip
kılmıştır. Aslında, gelişimsel öğrenmede deneyim belirli
sinaptik yolakları ve nöronal ağları güçlendirir. İnsan öğ­
10.4.7 Öğrenme
renmesi etkin olarak olumlu sonuçlarla güçlendirme ve
İnsanlar diğer primatlara kıyasla göreceli olarak olgunlaş­ olumsuz sonuçları takip eden kaçınmalardan oluşan bir
mamış bir nörolojik durumda doğarlar. Bununla beraber, süreçtir. Dolayısıyla biz olgun meyveleri aramayı, fakat
insan yenidoğanı dünyasını algılamak ve tepki göster­ zehirli mantarları yememeyi öğreniriz.
246 SOSYAL ORGANİZASYON VE DAVRANIŞ

10.5 Psikolojiye evrimsel bakış açıları bu tartışma arasında belirgin benzerlikler vardır (Bölüm
6'ya bakınız). Kısmen farklı yaklaşımlara dayanan birkaç
İnsan davranışının pek çok özelliğinin kültürel bakış açısı düşünce ekolü ortaya çıkmıştır (Kutu 10.4 bakınız). Her ne
kadar evrimsel bakış açısını da kapsayan değerlendirme­ kadar evrimsel psikoloji terimi bu ekollerden birini tanım­
lerle daha iyi anlaşılabileceğini vurgulamıştık. Fakat bunu layacak şekilde daraltılabillrse de, biz burada bu terimi en
yaparken de entegre bir bakış açısı seçtik: yani, bir davra­ geniş ve kapsamlı anlamında kullanacağız. Bu noktada İki
nışın ne ölçüde uyum gücünü geliştirmeye veya koruma­ uç görüş ortaya çıkmaktadır: birincisine göre beyin birçok
ya yönelik olduğu kabul edilebildiğidir. Evrimsel psikoloji duruma esnek olarak cevap verme yetisine sahip genel bir
alanı ayrıca zihnin kendisinin nasıl evrimleştiğini de değer­ araçtır, alternatif görüşe göre ise beyin işleve-özgü mo­
lendirmiştir. Dilin nasıl geliştiği konusundaki düşüncelerle düllerden oluşan bir dizi olarak gelişmiştir.

K u tu 1 0 .4 S o s y o b iy o lo jik t a r t ı ş m a v e e v r im s e l d ü ş ü n c e o k u ll a r ı

1975 yılında, biyoloji ve evrimsel düşünce alanında davranışı ile ilişkilidir ve bu konu ile ilgilinen disip­
dönemin en seçkin bilim insanlarından olan E.O. linlerin farklı dillerini ve teorik temellerini yansıtır.
Wilson hayvan davranışları üzerine S osyobiyoloji: Yeni Başlıca düşünce ekolleri şunlardır:
sen tez başlıklı bir kitap yayınladı. Wilson’un uzman­ • S osyobiyoloji Diğer türlerdeki ilgili çalışmalardan
lık alanı özellikle böceklerin sosyal davranışları ve elde edilen evrimsel ilkeleri insan doğasını anla­
bu türlerde kooperatif davranışların nasıl geliştiği mak için kullanır. İnsan davranışını yorumlamak
olduğundan bu kitap daha çok hayvan davranışları için akraba seçimi, karşılıklı fedakârlık, evrimsel
üzerine odaklanmıştı. Ancak Wilson çok yönlü bir oyun teorisi gibi kavramlardan yararlanır.
insandır ve kitabın ilerleyen bölümlerinde aile seçimi • D avran ışsal ek o lo ji İnsan davranışının temelini
gibi kavramlar üzerinde çalışırken, evrimsel açıkla­ sorgulamak amacı ile karşılaştırmalı ekoloji ve
maların ve genetik belirleyicilerin çok çeşitli insan etolojinin (davranış bilimi) yetenek tabanını kul­
davranışlarını nasıl açıklayabileceğini tartışmıştır. lanır. Temel insan davranışlarının kaynağına ait
Bu tartışma oldukça heyecan verici ve kutuplaştırıcı uyumsal açıklamalar arar.
olmuştur. İnsan davranışının temeli olarak genetik • E vrim sel psikoloji Bu alan insan aklının Palaeolitik
determinizme ilişkin görüşler, diğer türlere uygulan­ çağ boyunca, evrimsel uyumluluk çevresi bağla­
dığında bir değeri olup olmadığına bakılmaksızın, mında evrimleştiği varsayımına dayanır. İnsan
ırk hakkındaki tartışmaları güçlendiren, ve ırk ıslahı aklını bir dizi, farklı evrimleşmiş modül olarak
(ojeni), önyargılar ve antisosyal davranışları haklı algılar ve bu insan aklını evrimsel açıdan anlama­
çıkaran argümanlar olarak görülmüştür. Bu görüş ya çalışan çeşitli yaklaşımlar arasında en baskın
evrimsel düşünce hakkındaki verimsizlik algısını olanıdır.
güçlendirmiştir. Semantiği ve disiplinlere ait kibiri bir kenara bı­
Genetik ve kültürel pozisyonların savunucula­ rakırsak, bu disiplinler arasında çok kuvvetli örtüş-
rı ileri derecede kutuplaşmış hale geldiler. Giderek meler vardır. Bu kitapta olabildiğince bu bakış açıları
daha dengeli bir pozisyon ortaya çıktı, ancak hala, bütünleştirilmiş veya ayrı düşülen noktalarda tartış­
herbirisi kendi dil ve değerlendirmelerine sahip, sos­ malar vurgulanmıştır. Ancak, açık olan insan aklının
yobiyoloji, davranışsal ekoloji ve evrimsel psikoloji evrimleşmiş bir yapı olduğu ve fonksiyonunun da
gibi görünüşte birbirinden farklı disiplinler olarak benzer şekilde evrimleştiğidir. Çalışma mekaniz­
varlıklarını sürdürmektedirler. Ne yazık ki bütün ması, sosyal bilimcilerin üzerine eğilmiş oldukları,
bunların yan etkisi, alanı dışarıdakiler için gereksiz öğrenme kapasitesi ve sosyal çevreye yanıt verme
derecede karmaşık hale getiren geniş bir termino­ kapasitesi gibi evrimleşmiş özelliklerin doğal bir so­
lojiler yelpazesidir. Bunun büyük bölümü savunak nucudur.
PSİKOLOJİYE EVRİMSEL BAKIŞ AÇILARI 247

Modüler görüşün en önemli savunucuları evrimsel lar da olacaktır. Bu argümanın Bölüm 8'de metabolik has­
psikologlar Leda Cosmides ve John Tooby'dir. Aklın her talıkların evrimsel temellerini tanımlamak için kullanılan
kapasitesinin birbirinden bağımsız modüller olarak ev­ yaklaşımla benzerlikleri vardır. Bu düşünce ekollerinin
rimleşmesi için güçlü seçilim baskıları olduğunu öne sür­ anahtar noktası orijinal seçici koşulların nasıl belirli bir
müşlerdir. Olasılıkla, herbir davranış için ayrı olmak üzere davranış modülünün seçilmesine neden olduğunu kavra­
binlerce farklı modül bulunuyordu; örneğin asalakları maktır. Örneğin yılan gibi tehlikeli bir hayvana karşı korku
tespit etmek için ayrı bir modül, dil öğrenmek için ayrı için bir modül öngörülebilir. Kıskançlık da uyum avantajı
modül. Düşüncelerindeki anahtar nokta evrimsel uyum­ olan bir modül olarak düşünülebilir, çünkü olasılıkla kıs­
luluk çevresi idi. Bu, insan varlığının büyük bölümünde, kanç birey aldatma kurbanı olma konusunda edilgen bir
en azından seçilim baskısının insan fizyolojisi ve davranışı bireye göre daha fazla seçici avantaja sahiptir.
üzerinde etkin olduğu ve insan davranışının mevcut port­ Dilin kökeni üzerine yapılan tartışmalarda, dilbilimciler
föyünün ortaya çıktığı Neolitik dönemin sonuna kadar evrenselleri seçilmiş bir kökene sahip olarak görürler ve
olduğu varsayılan çevredir. Modüler model, davranışların bu yüzden de toplumdan topluma taşınan kanıtlar ara­
uyumsal bir kökene sahip olduğu ve büyük ölçüde gene­ mışlardır. Benzer olarak, insan duygularında, bebek geli­
tik olarak belirlenmiş olması gerektiği anlamına gelir. şim örüntülerinde ve eş seçimi ve ensestten kaçınma gibi
Modüler görüşün aksine, genel model birçok davra­ sosyal ilişkilerde açıkça görülen pek çok evrenseli vardır.
nışın öğrenilmiş olduğunu öne sürmüştür, ancak bu öğ­ Bütün bunlar evrimleşmiş bir zihin için kanıtlar olarak ka­
renme ancak evrimleşmiş nöral substrat sayesinde olur. bul edilebilir. Bu yaklaşımın hatırı sayılır bir değeri olmak­
Bir ölçüde gereksiz bu ikilem belirli noktaları savunmak la birlikte, Bölüm 2 'de ifade ettiğimiz uyarılar burada da
için taraftarları tarafından abartılmıştır. Açık olan bir şey aynen geçerlidir. Elbette insan biyolojisinin bütün kısım­
vardır ki insanlar öğrenme yeteneği olan ve yeni durum­ larının uyumsal bir kökene sahip olması gerekmez. Her
larla, karmaşık toplumsal örgütlenmeler içinde yaşamla ne kadar geçiş türleri ve eksaptasyonlar biyolojinin diğer
başa çıkabilecek bir dizi bilişsel yeteneğe sahip bir nöral alanlarında olduğu gibi nöral fonksiyonlar için de geçer­
altyapı ile evrimleşmişlerdir. Ancak, bir dizi davranış ve li olsalar da, bu konuda toplum tarafından oluşturulan
duygular için stereotipi (basmakalıplık) vardır ve gene­ doğruluğu ve yanlışlığı kanıtlanamayan öznel kavramlar
tik belirleyicilerin kanıtları daha ince yapılı bir seçilimin tuzağına düşme tehlikesi vardır. Örneğin, kıskançlığın
işlediğini düşündürür. Genetik asilimilasyonun (Bölüm uyumsal bir kökeni olduğu öne sürülmüş olsa da, bunu
4'e bakınız) öğrenilmiş davranışların genetik temelli dav­ destekleyen herhangi bir genetik veri bulunmamaktadır
ranışlara dönüştürülmesine ilişkin bir süreç olarak rolü ve sadece beynin diğer kapasitelerinin bir yan ürünü ola­
güncel olarak ilgi çekmektedir. Aslında, bugün genetik bilir. Açıkçası evrimsel psikolojide (geniş tanımıyla) elde
asimilasyon terimi ile bilinen olgu, öncelikle davranışın edilebilecek ampirik kanıtlar açısından bir limit söz konu­
evrimi nasıl etkileyebileceğini tanımlayan ilk teorisyen sudur, ancak bu bilimi daha az önemli hale getirmez.
olan psikolog James Baldwin'e atfen Baldwin etkisi olarak Burada, atasal insanların evrimleştiği seçici ortamların
adlandırılmıştır. olasılıkla çeşitli ve değişken olduğunu belirtmek gerekir.
Sınırlayıcılıklarına karşın modüler model önemli bir Modern insan aklının oluşmasına neden olan seçici dar­
noktayı vurgulamaktadır. İnsan beyni, insanların şu anda boğaz gibi davranan tek bir evrimsel uyumluluk çevresi
yaşadığından farklı sosyal ve makro-çevre koşulları altın­ yoktur. Ama yine de kavram şunu göstermektedir ki, bazı
da evrimleşmiştir. Eğer bu modüller evrimleşirken uygun insan davranışlarının geçmişte uyumsal avantajları ol­
psikolojik uyumlara dayandılarsa, o halde şimdi bu mo­ muştur, şimdi ise maladaptiftirler. Öte yandan bir derece­
düllerle modern dünya arasında bir uyumsuzluk olacak­ ye kadar psikolojik esnekliğe sahip olmamız gerekir, çün­
tır. Bu nedenle, insan davranışlarının temelini oluşturan kü eğer modern dünyaya uyum sağlamamış olsaydık şu
uyumların uyumsal avantajlarını kaybettikleri ve bunun an soyumuz tükenmiş olurdu. Bölüm 6'da insan beyninin
yerine maladaptif patolojiler olarak görüldükleri durum­ hala evrimleşmekte olup olmadığı sorusunu tartışmıştık.
248 SOSYAL ORGANİZASYON VE DAVRANIŞ

10.6 Evrimsel psikiyatri anksiyoz eğilim yırtıcılardan kaçınma için yardımcı olmuş
olabilir. Risk alma davranışı, hem eş hem de yeni yiyecek
Evrimsel ilkelerin psikiyatriye uygulanması önceki tartış­ kaynakları bulmada avantaj sağlayabilir. Bir kişilik özelliği
malarımızın üzerinde şekillenmektedir. Açık olarak çeşitli özellikle abartılır ya da sınırlandırılırsa, bu durum patolo­
evrimsel psikoloji ekolleri, psikiyatrik durumların potan­ jik olarak kabul edilir ve kişilik bozukluğu olarak nite­
siyel olarak nasıl görüldüğünde yansımalarını bulurlar. lenir. ikiz çalışmalarından elde edilen kanıtlar (sınırlılık­
Depresyon ve anksiyete gibi ruh sağlığı bozuklukları larına rağmen), monozigot ikizlerin, birbirinden ayrılmış
özellikle sık görüldükleri için (olasılıkla Batı toplumlarının bile olsalar, birçok kişilik özellikleri açısından uyumluluk
%25'ini etkilerler), modern dünyada evrimleşen beynin içinde olduklarını göstermiştir. Bu, büyük olasılıkla gene­
neden savunmasız olduğunu düşünmek gereklidir. Bazı tik belirleyicileri yansıtır.
psikopatolojiler yüksek sıklıkta görülürler ve bir monoge- Evrimsel açıdan, antisosyal kişilik bozukluğu olan
nik özellik gibi, tek bir nedene bağlı olarak açıklanamaz- bireyler hileciliğin/asalaklığın tezahürü olarak görülebilir­
lar. Bu olguların kökeninde, evrimleşmiş biyoloji ve ger­ ler. Kişilikleri sıklıkla adolesan dönemde ortaya çıkan bu
çek çevre arasındaki, seçilmiş (uyum sağlamış) özelliklerin bireyler, gruptan karşılığını vermeden almaya eğilimlerini
maladaptif yansımalarına neden olan çelişkiler yer alır. temsil eden davranışlarla karakterizedirler. Oyun kuramı
Belirli bir davranış gerektiren bir koşullara uyum kapasi­ hilecilerin, esas olarak karşılığını verenlerden oluşan bir
tesi anahtar konudur. Metabolik fizyolojide olduğu gibi, toplum içinde varlıklarını nasıl sürdürebildiklerini açıklar
belirli bir durumda başvurulabilecek psikolojik tepkiler (Kutu 10.2'ye bakınız) ve eğer ürerlerse, toplum onları
için de bir çeşitlilik söz konusudur. Bireylerin seçilmiş ka­ dışlamaya çalışsa bile, genleri varlıklarını sürdürebilir.
pasitelerinin başa çıkabileceğinin ötesinde bir metabolik Antisosyal davranışın anahtar özelliği, kendisini gizlemek
yük içeren bir bir çevrede yaşamaları halinde metabolik için kullandığı hilenin düzeyidir. Kaçınılmaz olarak bazı
hastalıkların ortaya çıkabilmesine benzer olarak (Bölüm asalaklar herhangi bir populasyonda varlıklarını sürdüre­
8), psikolojik sistemlerin kapasiteleri de sınırlıdır. Bu sınır­ cektir.
lılıklar farklı toplumsal veya sosyal koşullarda kendisini Bu tip bir davranışı adolesan dönemdeki eyleme-
gösterebilir. Bu esnekliğin sınırları genetik ve dolayısıyla dökme davranışından ayırmak önemlidir. Bölüm 7'de
evrimsel olarak belirlenmiştir. Kullanılan kavramsal mo­ tartıştığımız gibi, bu davranışlar geçicidir ve biyolojik
deli hesaba katmadan, özgül genlerin özgül davranışlar olgunlaşma tam psikososyal olgulaşmadan önce geldiği
ile değil, daha çok işin içinde yer alan fonksiyonel nöral için gözlenir. Böylece adolesan eyleme-dökme davranışı
ağlar ile bağlantılı olduğunu belirtmek önemlidir. Farklı yaşamın, üremeye ilişkin sergilemenin bir biçimi olarak
evrimsel psikoloji ekolleri arasındaki tartışma temel ola­ risk alma ve keşif davranışının fazladan bir değerinin
rak beynin hangi ölçüde plastik olduğu veya plastisitenin olabileceği bir döneminde ortaya çıkar. Aslında, erkekler
genetik belirleyiciler tarafından hangi ölçüde sınırlandı­ yaşamları boyunca sürekli olarak daha fazla risk alma dav­
rıldığı üzerinedir. ranışı gösterme eğilimindedirler. Birçok birey saldırgan ve
dikkat-arayıcı, veya tepkisel ya da agresif olarak görü­
lebilir. Yinelersek, bu davranışların eş bulma oyununda
10.6.1 Kişilik özellikleri ve bozuklukları
uyumsal değeri olduğu düşünülebilir.
Kişilik, belirli ve bir şekilde esnek olmayan davranış biçim­ Kişilerarası ilişkileri sürdürme güçlüğü olan ve zayıf
leri olarak tanımlanabilir. Bireyler oldukça farklı kişiliklere kendilik-imgesine sahip bireyler vardır. Bu kişilik özelli­
sahip olarak kabul edilirler ve aslında evcil hayvanlar için ğinin sonucunda, intihar veya diğer kendine zarar ver­
ve iyi gözlenmiş yabanıl primat kolonilerinde belirgin ki­ me davranışları, uygunsuz öfke, kronik boşluk duyguları
şilikler saptayabiliriz. Kişilik özelliklerine ilişkin bir görüşe olabilir. Bu bireyler, sıklıkla içgörüleri olmadığı ve içinde
göre, bu özellikler bir davranış sistemi içinde sınırlandı­ bulundukları ortamı yorumlama kapasiteleri sınırlı oldu­
rılmış plastisiteyi temsil ederler. Genelde evrimsel psiki­ ğu için kendi sosyal ortamlarına uyum sağlayamazlar. Bu
yatri, bazı kişilik özelliklerinin uyumsal avantaj nedeniyle durum sınırda kişilik bozukluğu olarak bilinen patolo­
ortaya çıkmış, fakat şimdiki bağlamda maladaptif hale jiyi ortaya çıkarır. Etkilenen bireylerin gruplarına katılma
gelmiş olabileceğini kabul eder. Örneğin, paranoid veya becerileri kısıtlıdır ve davranışları grupla bütünleşmek ve
EVRİMSEL PSİKİYATRİ 249

grubun etkin üyeleri olarak kabul edilmek için başarısız niş düzeyli kişilerarası ilişkilerle bir "beton karmaşasında"
çabalar olarak görülebilir. Başarısız olduklarının saptan­ yaşamak üzere evnmleşmediğine dair ikna edici deliller
ması gruptan çıkmak için açıktan çabalara neden olabilir. vardır. Şimdi hiyerarşik yapı, aile yapısı ve bireysel rol beş
Narsisizm hayranlık gereksinimi olarak tanımlanır ve kuşak önce Batı toplumundakinden ve tarım ve yerleşik
genelikle başkalarına empati eksikliği ile bağlantılıdır. düzen öncesinden çok farklıdır. Sosyal çevredeki bu dra­
Narsistlerin sıklıkla sosyal çevrelerinde ve ilişkileri sürdür­ matik değişim bazı insanların uyum kapasitesini aşmıştır
mede büyük güçlükleri vardır ve eleştiriye yüksek derece­ ve bunun sonucu anksiyete ve depresyon gibi duygusal
de duyarlıdırlar. Yinelersek, davranışları kapasitelerinde bozukluklardır.
bu konudaki sınırlılıklara rağmen sosyalize olmak için
abartılı girişimler olarak görülebilir. 10.6.2.1 Anksiyete
Anksiyetenin uyumsal değerinin olabileceğine ilişkin pek
çok ampirik kanıt vardır. Bir sürü içindeki ürkek balığın bir
10.6.2 Duygudurum bozuklukları
yırtıcıdan kurtulma olasılığı cesur bir balıktan fazladır.
Duygular, beynin belirli durumlarda avantaj sağlamak Anksiyete, potansiyel tehlikeye karşı uyanık olmanın bir
için fizyoloji ve davranışı kontrol etme yollarıyla evrim­ yoludur, fakat öyle olsa da, hiç bir birey maksimum uya­
leşmesinin sonucudur, insan davranışının bir özelliği, po­ nıklık durumunu her zaman sürdüremez. Anksiyetenin
tansiyel uyum avantajlarıyla ilintilendirilebilecek bireysel terleme ve (katekolamin salınımının etkisiyle) metabolik
amaçları takip etmektir. Örneğin, daha fazla maddi kay­ hızda artış gibi fizyolojik değişikliklerden kaynaklanan bir
nağı kontrol etmek erkek için eş aramada avantajlı olabi­ enerjetik maliyeti vardır. Kronik stres ve kronik anksiyete
lir. insanlar, fiziksel ve sosyal amaçlarını takip ederken çok durumları birbirine çok benzer, dolayısıyla her ikisinin de
çeşitli duygularla karşılaşırlar (Tablo 10.4). Bu duygular bu maladaptif olmaları ve birey üzerinde zararlı etkilere sa­
uyumla ilişkili amaçları gerçekleştirmek ve bu konudaki hip olmaları şaşırtıcı değildir (ayrıca Bölüm 9'a bakınız).
güçlüklerle başa çıkabilmek için gerekli olan donanımın
parçalarıdır. Ancak, uygunsuz ve abartılı duygular mala- 10.6.2.2 Fobiler
daptiftirler ve patolojik hale gelebilirler. Bu, substrat anor­ Fobiler, aslında orijinal formunda hayatta kalma olasılığı­
mal olduğu için (örneğin, 5-hidroksitriptamin (5-HTT)) nı artıracak, sağlıklı uyumsal yanıtların abartılmış biçim­
serotonin-transporter gen düzenleme bölgesindeki po- lerini temsil edebilirler. Birçok fobi saldırı, yırtıcılık, veya
limorfizm duygusal bozukluklar ile ilişkilendirilmiştir), travmaya İlişkin, tehlike olarak algılanan durumlardan
veya sosyal çevre bireyin duygusal uyum kapasitesini doğar. Agrofobi ve klostrofobinin saldırı veya kaçamama
aştığı için ortaya çıkabilir. İnsanın muazzam ve çok ge­ korkusundan kaynaklandığı değerlendirilebilir. Geçici fo-

Tablo 10.4: Sosyal ve fiziksel amaçları takip ederken ortaya çıkan durumlar için duygular

Amaç veya Önce Normal gelişim Hızlı gelişim Özgül engel Yavaş veya Başarı Başarısızlık
durum gelişimin olmaması

Fiziksel fırsat A rz u Ü re tk e n ç a b a A k ış H a y a l k ırık lığ ı Ç e k ilm e H az H a y a l k ırık lığ ı

Sosyal fırsat H eyecan A r k a d a ş lık v e n işa n Ş ü k ra n K ız g ın lık D ü şü k d u y g u d u ru m M u tlu lu k H a y a l k ırık lığ ı

Fiziksel tehdit K o rk u S a v u n m a c ı d a v ra n ış G üven U m u ts u z lu k U m u ts u z lu k F e ra h la m a A cı


veya kayıp

Sosyal tehdit A n k s iy e te S a v u n m a c ı d a v ra n ış G üven K ız g ın lık v e y a Ç a re s iz lik F e ra h la m a H üzün


veya kayıp ç a re s iz lik

Reproduced from Nesse, R.M. (2004) Philosophical Transactions o f the Royal Society o f London Series B Biological Sciences 359,1333-1347, with permission.
250 SOSYAL ORGANİZASYON VE DAVRANIŞ

biler normaldir, ve korku, korkulması gereken şeyleri öğ­ durmasına yardımcı olur. Üzüntülü olmak bireyin baş­
renmenin önemli bir parçasıdır. Korkudan yoksun olma langıçtaki kayba neden olan davranıştan vazgeçmesine
seçilimsel bir dezavantaj olurdu. Abartılı bir korku yanıtı­ neden olabilir ve bir kendini dinleme dönemini öne çı­
nın maliyetinin korkusuz olma ve yem olmanın maliyetin­ karır. Bu durum bir duraksamayı ve tehdit altındaki bir eş
den küçük olduğuna işaret edilmiştir. Psikolojik bozukluk ilişkisini yeniden kurmaya veya bir grup üyesinin kaybına
korkunun haklı nedenlerini ayırt edebilme kapasitesinde neden olan avlanma stratejisini değiştirmeye varabilecek
bir kayıp varsa ve zararsız uyaranlara karşı uygunsuz ya­ bir yeniden düşünme sürecini tetikleyebilir. Bireyin güç
nıtlar veriliyorsa ortaya çıkar. Sonraki durumda, psikolojik ve statü kaybından sonra, topluluk içindeki daha güçlü
yanıt toplumda bireyin işgörme kapasitesini baskıladığı bir üye ile ters ve olasılıkla ölümcül sonuçları olabilecek
için maladaptif hale gelir. bir çatışmaya girmesini engeller. Aynı şekilde hüzün, ge­
reksinim halinde topluluk içindeki diğer üyelerden des­
10.6.2.3 Depresyon ve bipolar bozukluk tek almayı sağlayacak iletişimi kurmanın bir yolu olabilir.
Mutluluk ve hüzün evrensel insan duygularıdır ve duygu- Hüzün duygusunun bazı davranışlara fren olmak ve
durumda değişmeler yaşam seyrinin normal bir parçası­ mutluluğun diğer bazı davranışları ön plana çıkarmak
dır. Hüzün, çocuk, eş, maddi kaynakların kaybı veya bire­ üzere ortaya çıktığı tartışılır. Esas itibarıyla duygular, bir
yin yaşadığı topluluğun zarar görmesi gibi uyum gücünü bireyin belirli durumlardaki hevesliliğini değiştiren araç­
azaltan bir olaya karşı normal bir tepkidir. Hüzün, geçici lardır. Her nekadar bu duygular bu şekilde evrimleşmiş
olarak motivasyonu kaybetmenin bir yolu olabilir ve bu olsalar da, varoluşumuzun diğer bileşenleri ile bütünleş­
şekilde bireyin stres koşulları altında, uzun dönemde mişlerdir. Duygudurumun uygunsuz uçları patolojik dep­
maladaptasyona yol açabilecek kararları vermekten uzak resyon veya hipomani olarak ortaya çıkar.

K u tu 1 0 .5 D e p r e s y o n u y u m s a ğ la m a y a m ı y ö n e lik t ir ?

Depresyon, düşük duygudurum ve bireyin daha Depresif bozuklukların kökenine ilişkin çeşitli ev­
önce zevk aldığı aktivitelerden keyif almaması gibi rimsel adaptif görüşler ileri sürülmüştür. Reaktif dep­
belirtilerle karakterizedir. Kronik ve şiddetli depres­ resyon genellikle bir eşin, ebeveynin ya da çocuğun
yon, muzdarip olan kişinin günlük hayatını belirgin ölümü, romantik ayrılma, sosyal tecrit, iş kaybı, statü
biçimde etkileyebilecek kadar yıkıcı bir durum olabi­ kaybı veya maddi kayıp gibi belirli meydan okumala­
lir. Bunun tersine hipomani, hızlı konuşma, yanşan ra yanıttır. Maddi veya sosyal bir hedefe erişmedeki
düşünceler ve büyüklük illüzyonları gibi belirtile­ başarısızlık veya stres ile başa çıkmaktaki yetersizlik
rin eşlik ettiği, sürekli yükselmiş bir duygudurumu depresyonu tetikleyebilir. Doğum sonrası ve mevsim­
tanımlar. Hipomani düşüncesizlik ve bozulmuş yar­ sel duygulanım bozukluğu bunların ötesinde özgün
gılama riski ile ilişkili olabildiği gibi, kişinin üretken­ depresyon alt tipleridir. Depresyon tetikleyicilerinin
liğine ve kendisini iyi hissetmesine pozitif katkıda nitelikleri arasında temelde birçok farklılıklar vardır
da bulunabilir. Bu hipomaninin evrimsel olarak sür­ (sosyal kayıplar bir hedefe erişmede başarısızlıktan çok
dürülmesini açıklamakta kullanılmıştır. farklı olabilir) ve eğer ortaya çıkan belirtilerin uyum-
Duygudurumun bu iki aşırı uç arasında dalgalan­ sal değerleri varsa, atalarımızın uyumlarını bozabilen
ması siklotimi olarak bilinir. Bir kişinin duyguduru- farklı durumlarla başa çıkabilmek için şekillenmiş öz­
munun öngörülememesi onların kişisel ve mesleki gün depresyon alt tipleri olabilir. Düşük duygudurum,
hayatlarını etkiler. Buna rağmen, hastaların tedaviyi pahalı ve komplike olduğu ve duygudurum dikkatle
redderek hipomanik evreleri yaşamaya devam etme­ düzenlendiği için depresyonun uyumsal değeri olan
leri seyrek görülen bir durum değildir. evrimsel bir yanıt olma ihtimali yüksektir.
SONUÇ 251

Depresyon anhedoni (haz hissedememe), ağlama, gunluk enerji korunmasına yardım eder ve başarılı
içe kapanma, halsizlik, kötümserlik, uykuya meyil, olunamayacak amaç hedefleyici davranışların tekra­
somatik bozukluklar ve düşünme örüntülerinde rını önleyebilir. Mevsimsel duygulanım bozukluğu
değişmeler gibi belirtilerle kendisini gösterebilir. da benzer şekilde kışın daha az başarılı olan avcılık
Üzüntü ve duygusal acı gelecek kayıplara yol açabi­ gibi aktivitelere karşı motivasyonu azaltarak enerji
lecek eylemlerden kaçınmayı sağlayabilir. Dolayısıy­ israfını önler.
la, üzüntü bireyin potansiyel olarak kaçınabileceği Son zamanlardaki çalışmalar düşük duygudurum
uyum gücü kayıplarına bir yanıttır. Ağlama diğer ve depresyonun farklı nedenleriyle bağlantılı belirti­
bireylerin empatisini davet eder ve sosyal çevrenin lerin farklı örüntüleri olduğunu göstererek, bu adap-
desteğini almaya yardım eder. İçe kapanma kayıpla­ tif düşünceleri kuvvetlendirmiştir. Örneğin, ağlama
rın tekrarına yol açabilecek eylemlerden kaçınmayı sosyal kayıplarla daha bağlantılı görünürken, halsiz­
motive eder. İçe kapanma ayrıca kendini analiz et­ lik ve kötümserlik kış mevsiminde bir hedefe ulaş­
meyi de içerir ve sosyal gruba suçluluk sinyallerini, madaki başarısızlık durumlarındaki yanıtlarda daha
göndererek gruptan atılmamayı sağlayabilir. Yor­ sık olarak ortaya çıkar.

Sağlıkta sosyoekonomik gradyan iyi bilinmektedir. ruz kalan anaların çocuklarında şizofreni sıklığı artar. Bu
Sosyal bir tür olarak yapımızın büyük bir parçası hiyerar­ durum davranışlar üzerinde, bazı bireylerde psikopatoloji
şi ve kontrol ile ilişkilidir. Saygınlık, şeref veya güç kaybı olarak ortaya çıkan, gelişimsel kısıtlılıkların olabileceğini
depresyona sebep olur. Bu, eşeysel seçilim mücadelesin­ düşündürmektedir. Düşük ağırlıklı doğanların depresif
de statü kaybına bir tepki, ve sonuçta ortaya çıkan itaat- bozuklukları daha sık geliştirdiklerine ilişkin veriler de
karlığın bir biçimi olarak görülebilir. Bu durum, bireyin öl­ mevcuttur. Ancak, şizofreninin genetik belirleyicilerinin
dürülmek veya topluluktan çıkarılmak yerine üremek için de olduğu iyi anlaşılmıştır ve genetik belirleyicileri olan
hayatta kalmasına olanak sağlar. Yetkisi elinden alınmış yaygın bir hastalık görüldüğünde buna ilişkin bir seçilim-
olanların veya hiyerarşinin en altında yer alan bireylerin sel heterozigot avantajının olup olmadığı sorusu sıklıkla
daha çok stres altında olduklarına ve daha fazla duygusal ortaya çıkar. Bu alan spekülatif olarak kalmıştır; örneğin
bozukluk ve fiziksel hastalık ile karşılaştıklarına ilişkin bir­ artmış yaratıcılık ve özgünlük arayışı ile ilişkili olabileceği
çok kanıt vardır (Kutu 10.6'ya bakınız). ileri sürülmüştür (pek de fazla kanıt olmadan). Şizofreni
ve ilaçlara bağlı halüsinasyonların doğaüstü ve dinsel
inançların kökeninde rol oynaması da aynı derece vahşi
10.6.3 Psikozlar
spekülasyonlar için verimli bir zemindir.
Halüsinasyonlar, paranoya, gerçeklikten kopma ve içe
kapanma psikozların ve özellikle de nüfusun % 1 kadarını
etkileyen şizofreninin belirtileridir. Genellikle şizofrenik- 10.7 Sonuç
ler sosyal gruplarındaki diğer insanlardan farklı bir dün­
yada yaşıyorlarmış gibi davranırlar. Gelişimsel ve genetik Evrimsel süreçler aracılığıyla, ileriyi görme, müzakere
faktörlerin her ikisi de bu durumda rol oynayabilir. Şizof­ etme ve diğer insanların motivasyonlarını anlayabilme
re n ile r yüksek dereceli yönelim bilincini ifade etmede kapasitelerini geliştirdik. Bir topluluk içerisinde yaşayabil­
yetersizlikler ile karakterizedirler ve yaşamlarının erken meyi başarabilmek için karşılıklı fedakârlık gösterebilme
dönemindeki faktörlerin neokortekslerinin normal geli­ ihtiyacı ahlak kavramlarını geliştirmemizi ve inanç sistem­
şimini bozmuş olabileceğine dair veriler bulunmaktadır. leri yaratmamızı sağladı. Bu fonksiyonlar çoğu bireye dav­
Örneğin, gebelikte açlık çeken veya viral enfeksiyona ma­ ranışlarında, kendi toplumları bağlamında başarılı şekilde
252 SOSYAL ORGANİZASYON VE DAVRANIŞ

K u t u 1 0 .6 Sosyal tabakalanmanın sağlığımız üzerindeki etkileri

Bir toplumdaki sosyal sınıfların zenginlik, güç, eği­ tepesindekilere göre iki kat daha fazla etkilendiği
tim, etnisite veya eşeye bağlı olarak hiyerarşiye dayalı saptanmıştır.
organizasyonları sosyal tabakalanma olarak bilinir. Sosyal hiyerarşinin tabanında olmanın nasıl
Sosyal pozisyon esas olarak kapitale farklı erişimi olup da sağlığın kötüleşmesine neden olduğu ko­
yansıtır, ve sağlık ve yaşam süresi beklentisi ile pozi­ nusundaki bilgilerimizin önemli bir kısmı Robert
tif korelasyonu vardır. Bu eğilimin etkilerini ince­ Sapolsky'nin babunlar üzerinde yaptığı çalışma­
leyen öncü araştırmacılardan Michael Marmot’un lardan gelmektedir. Bu hayvanlar, insanlar gibi, re­
çalışmaları sosyal hiyerarşilerdeki eşitsizliğin sadece kabetçi ve tabakalanmış gruplar halinde yaşarlar.
gelişmekte olan ve zengin ülkeler arasında değil, Sapolsky’nin babunlarla yaptığı alan çalışmalar, bu
fakat herbir ülkenin kendi içinde ve hatta organizas­ hayvanların en düşük sosyal statüde olanlarında
yonların kendi içinde de mevcut olduğunu göster­ stres hormonu seviyelerinin yüksek olduğunu ve bu­
miştir. Stres, fakir diyet, tıbbi bakım eksikliği kötü nun da hastalığa yol açtığını göstermiştir.
sağlığa neden olabilirken, hiyerarşi de “nedenlerin Tıbbi antropolog William Dressler, örneğin bir
nedeni” olarak altta yatabilir. İngiliz kamu görevlileri toplumun ekonomik gelişmesi veya bir bireyin yeni
üzerinde yaptığı araştırmada Marmot, günlük aktivi- bir topluma göç etmesi gibi nedenlerle oluşan kül­
teleri üzerinde hiçbir kontrolleri olmadığını hisseden türel değişiklikle ilişkili stresi incelemiş ve “yaşam
düşük statülü işçilerin stresle ilişkili hastalıklardan, tarzı stresi” kavramını ortaya atmıştır. Dressler eko­
normal olarak stresli işlere sahip olduklarını düşü­ nomik değişime uğrayan topluluklarla çalışarak, ve
neceğimiz, hiyerarşinin tepesindeki yüksek statülü kan basıncını stresle ilişkili hastalık göstergesi ola­
idarecilere oranla çok daha fazla etkilendiklerini rak kullanarak, ne tek başına ekonomik statünün, ne
bulmuştur. Fakat daha önemlisi, hiyerarşi boyunca de maddi yaşam tarzının yüksek kan basıncındaki
sürekli bir hastalık riski gradienti olduğu görülmüş, yükselmeyi açıklamadığını, oysa ekonomik statüyle
ikinci derecede yöneticilik görevlerinde iyi ücret alan maddi yaşam tarzı arasındaki uyumsuzluk veya fark­
kişilerin bile, stresle ilişkili hastalıklardan pramidin lılığın (diğer bir ifadeyle imkanlarının ötesinde yaşa­
manın) bu etkiyi gösterdiğini saptamıştır.

yaşayabilmek için gerekli ayarlamaları yapma kapasitesi­ görüşlü bireylerdir ve bizim evrimsel başarımız kısmen
ni kazandırır. Dolayısıyla davranışların sadece genlerle ya çağrışımlı öğrenme ve ileri seviyede yönelim bilinci ka­
da kültürle belirlendiğini düşünmek sürdürülebilir bir po­ pasitemize bağlıdır. Bu durum insanların geniş çeşitlilikte
zisyon değildir: her iki unsur tüm yaşam boyunca karşılıklı sosyal ve toplumsal ortamlarda varolmalarını sağlayan
olarak açıkça etkileşir. geniş bir uyum kapasasitesi yaratır. Bu kapasiteler saye­
Çeşitli akademik disiplinler davranışın evrimsel belir­ sinde, doğası ve karmaşıklığı ile diğer türlerden çok fark­
leyicilerini konu etmişlerdir. Her birisi mevcut kanıtların lı bir kültürel repertuar geliştirdik. Bu kültürel gelişme,
doğası ile sınırlıdır. Her ne kadar bu bazen uç noktalarda sosyal çevremizde ilerleyici değişikliklere yol açmıştır ve
ve doğru değerlendirilmeyen pozisyonlarla karakterize kültürel ve biyolojik evrimimiz arasındaki etkileşim dav­
bir tartışmaya yol açsa da, büyük ölçüde fikir birliğine va­ ranışlarımıza yansımıştır.
rılabilmiştir: beyin evrimleşmiş bir yapıdır, ve sinirsel alt­ Büyük neokorteksimizin evrimleşmesi, konuşma dili­
yapı da dahil hemen hemen tüm bileşenleri geçmişteki nin gelişmesine ve teknolojinin gelişme ve uygulanması­
ve güncel uyumsal değerlerinden ötürü varolmuşlardır. na paralel gider ve onları teşvik eder. Bu durum insanların
Beynin nasıl ve neden çalıştığının anlaşılmasında evrim­ halen İçinde yaşadıkları karmaşık grup yapılarını geliş­
sel perspektif çok önemlidir. Ama insanlar sosyal ve ileri tirmemize yol açmıştır. Böylesine büyük bir beyne sa­
EK OKUMALAR 253

hip olmak yaşam öykümüzün uzun bir bağımlı bebeklik Ekokumalar


dönemi ve eşeysel olgunluk öncesinde özgün bir genç­
lik dönemi içermesine neden oldu, insan yaşamı diğer Barkow, J.H., Cosmides, L , and Tooby, J. (1992) The Adapted
insanlarla karmaşık bir etkileşim ağı üzerine kuruludur. Mind: Evolutionary Psychology and the Generation of
Biz türümüzün diğer üyelerinin davranışlarını yorumlaya­ Culture. Oxford University Press, New York.

bilirle, onlarla iletişim kurabilme ve müzakere edebilme Barrett, L., Dunbar, R., and Lycett, J. (2002) Human Evolutionary
Psychology. Princeton University Press, Princeton, NJ.
kapasitesi ile evrimleştik. İnsan davranışlarının evrimi eş
Cartwright, J. (2000) Evolution and Human Behaviour:
tercihi, akraba seçilimi, karşılıklı fedakârlık ve sosyal grup
Darwinian Perspectives on Human Nature. Palgrave Press,
yaşamı dinamikleri bağlamında anlaşılabilir. Pek çok in­ London.
san davranışı gruptaki asalakların ortaya çıkardığı sorun­ Hinde, R.A. (1999) Why Gods Persist: a Scientific Approach to
ları çözmek için evrimleşmiştir. Religion. Routledge, London.
Duyguların sosyal türlerde uyumsal değerleri olduğu Laland, K.N. and Brown, G.R. (2002) Sense and Nonsense:
için evrimleştiği düşünülür, fakat psikiyatrik sonuçları Evolutionary Perspectives on Human Behaviour. Oxford
olan maladaptasyonlara da yol açabilirler. Bu maladaptas- University Press, Oxford.
yon insanın sosyal çevresindeki büyük değişim nedeniyle Marmot, M. (2004) Status Syndrome: How Your Social Standing
Direddy Affects Your Health. Bloomsbury Press, London.
ortaya çıkmış olabilir. Genetik ya da gelişimsel değişimler
Maynard Smith, J. (1982) Evolution and the Theory of Games.
de davranışı belirleyen yolaklara etki edebilirler. Her iki
Cambridge University Press, Cambridge.
şekilde de, birey ve çevre arasındaki uyum değişmiştir.
McGuire, M. and Troisi, A. (1998) Darwinian Psychiatry. Oxford
University Press, Oxford.
Nesse, R.M. (2004) Natural selection and the pursuit of hap­
piness. Philosophical Transactions o f the Royal Society o f
ANAHTAR NOKTALAR
London Series B Biological Sciences 3 5 9 , 1333-1347.
• İnsan davranışı, seçilm iş ve dolayısıyla genetik Sapolsky, R.M. (2001) A Primates's Memoir. Simon & Schuster,
olarak belirlenm iş beyin fonksiyonları üzerine inşa New York.
edilmiştir. Sapolsky, R.M. (2005) The influence of social hierarchy on pri­
mate health. Science 3 0 8 , 648-652.
• Bu evrim leşm iş beyin, kişisel deneyim ve m evcut
Weber, B.H. and Depew, DJ. (eds) (2003) Evolution and
çevrenin, yetenekleri ve davranışları üzerinde
Learning: The Baldwin Effect Reconsidered. MIT Press,
şekillendirdiği bir alt yapıdır ve bu insanlara
Cambridge, MA.
çok farklı toplum sal çevrelerde var olabilm e
Wilkinson, R. and Marmot, M. (eds) (2003) Social Determinants
esnekliğini sağlar. o f Health: The Solid Facts, 2nd edn. World Health
• İnsanlar ailelerinden daha geniş topluluklar Organization, Copenhagen.
halinde yaşam ayla karakterize sosyal hayvanlardır. Wilson, D.S. (2002) Darwin's Cathedral: Evolution, Religion and
Seçilim , işbirliği, karşılıklı fedakârlık, türün diğer the Nature o f Society. University of Chicago Press, Chicago,
üyelerinin etkinliklerini yorum layabilirle ve IL.
asalakları saptayabilm e gibi, bu çevre içindeki Wilson, E.O. (1975) Sociobiology: The New Synthesis. Belknap
uyum u teşvik eden özellikleri ön plana çıkarır. Press, Cambridge.

• D uyguların sosyal bir türde uyum sağlayıcı


değerleri vardır, fakat bunlar psikiyatrik
sonuçlarıyla birlikte m aladaptif hale de
dönüşebilirler.

• Böylesi m aladaptasyonlar, insan sosyal


çevresindeki d eğ işiklikler veya genetik/gelişim sel
faktörlerin davranışları belirleyen yolaklarda
yarattıkları fonksiyonel d eğişiklikler nedeniyle
oluşabilirler.
Kısım 3

Sağlık ve hastalık için


evrimsel çerçeve
BÖLÜM 11

Evrimsel ilkelerin tıp pratiğine


uygulanması

11.1 Giriş rilmiştir. Bu son kısımda bu ilkeleri ve örnekleri daha geniş


bir sentezle bütünleştireceğiz. Amacımız evrimsel yaklaşı­
Tıpta hiçbir şey evrimin ışığı olmadan bir anlam taşı­ mın tıp pratiğinin bütünü için vazgeçilmez önemini ortaya
maz. koymaktır. Klinisyenlerin bu bilgiyi uygulamaya koymaları­
na yardımcı olmak üzere bir genel ilkeler dizisi öneriyoruz.
Bu cümle, yirminci yüzyılın en etkili evrim biyologların­ Mecazi anlamda tasarım sözcüğü, organizmaların ya­
dan ve Modern Sentezin (Bölüm 2'ye bakınız) anahtar şadıkları veya özellikle modern insan için kritik öneme sa­
oyuncularından birisi olan Theodosius Dobzhansky'den hip olmak üzere, en azından evrimleştikleri çevre ile ileri
alıntılanan ünlü cümleden uyarlanmıştır. Onun cümlesin­ derecede uyumlarını ifade etmek üzere evrimsel biyoloji­
deki biyoloji sözcüğünü tıp sözcüğü ile değiştirdik, ancak de yaygın olarak kullanılır. Ancak seçilim, geçmiş seçilim
özü aynı kaldı: evrimsel süreç bütün biyolojinin birleştiri­ süreçleri ve önceki soy hatlarının oluşturduğu şablonlarla
ci ve bütünleştirici ilkesidir. Evrim, biyolojimizin genomik kısıtlıdır ve bunlar üzerinde çalışır. Bunun, belirli bir niyet
yapımızdan sosyal yapı ve fonksiyonumuza kadar bütün ve amaca yönelik olmaksızın, uzun vadeli sonuçları olan
özelliklerini şekillendirmiştir. Bu kitabın birincil amacı ev­ ani etkileri vardır ve biyolojimizin ve uyum kapasitemizin
rimsel süreçlerle ilgili bilgilerin, insan biyolojisi, sağlık ve limitlerinin kaynağının anlaşılması evrimsel tıbbın başlıca
hastalıklar konusundaki anlayışımızı nasıl geliştirebilece­ işlevidir. Fenotipde sürekli bir değişim bir seçilim sonu­
ğini göstermektir. Evrimsel tıp genel olarak insan durum­ cu olarak ortaya çıktığından, seçilim sadece mevcut olan
larının yakınsak nedenleri yerine ıraksak etkenleriyle ilgi­ üzerinde işler ve bu durum olası sonuçların çeşitliliği sınır­
lenirken, gündeliktıp uygulamalarında da değerli olabilir. lar. Dahası, oluşan fenotipin fonksiyon dışı ve yaşayamaz
Bu yaklaşım hastalık etiyolojisinin, daha sık kullanılan ya­ hale gelmesini önlemek üzere, ortaya çıkabilecek deği­
kınsak ve patolojik bakış açısı yanında, ıraksak yaklaşımla şimlerin düzeyinin sınırlanması kaçınılmazdır. Darvvin,
da incelenmesine uygun bir çerçeve oluşturur. Evrimsel evrimsel değişimin genel olarak uzun zaman süreçleri
süreçlerin anlaşılması sağlığın ve hastalığın ne olduğuna içinde küçük fenotipik değişikler ortaya çıkararak işledi­
ve neden belirli semptomların ortaya çıktığına ilişkin te­ ğinin farkına varmıştı; bu süreç bazı biyologlar tarafından
mel bir perspektif sağlar. Bu da beraberinde, önleme ve "deneme-yanılmacılık" olarak adlandırılır. Şimdi evrimin,
tedavi ile ilgili önemli sezgileri getirir. DNA'daki tek baz değişiklikleri, duplikasyon, inversiyon
Bu kitabın ilk kısmında evrimsel biyolojinin genel ilke­ ve genlerin delesyonu ve kromozomların rekombinas-
leri, tıpla ilişkili yönlerine ağırlık verilerek tanımlanmıştır. yonu gibi moleküler mekanizmalarını anlıyoruz. Bunların
İkinci kısmında, evrimsel süreçlerin insan biyolojisine temel her birisi belirli bir soy hattının herhangi bir anında etkisiz
etkilerini iyi bir şekilde göz önüne serdikleri için seçilmiş, bir olabildiği gibi organizmanın yaşadığı çevreye bağlı olarak
kaç biyolojik eksenin bu süreçlerce nasıl etkilendiği göste­ fenotipik sonuçları da olabilir (Bölüm 3'e bakınız).

257
258 EVRİMSEL İLKELERİN TIP PRATİĞİNE UYGULANMASI

Seçilimin belli bir yönü, amacı veya önceden belirlen­ maz; ancak yavrular olgun hale gelinceye kadar ebeveyn
miş bir seyri yoktur; kaçınılmaz olarak karmaşıklığa veya sağlığının korunması önemli olabileceğinden, üreme be­
daha "yüksek" kapasite veya organizasyona yönelmiş de­ cerisine önemli bir seçilim avantajı katabilir. Dahası, uyum
ğildir, ancak etkileri mutlak olarak rastgele de değildir. Bu gücünün akraba seçilimi ile dolaylı olarak arttırıldığı bazı
durum, çok farklı evrimsel geçmişler sonucunda benzer durumlar görülebilir: kadınlarda menopozun kökeni ko­
etkinliğe sahip fenotiplerin ortaya çıktığı daralan evrim nusundaki savlardan birisi bu tür bir seçilime ilişkilidir
olgusunda açıkça görülebilir. Örneğin, göz birbirinden (Bölüm 7'ye bakınız).
bağımsız olarak en az 40 kez evrimleşmlş (Bölüm 2) ve Mevcut herbir tür işgal ettiği ekolojik nişe uygun ya­
oldukça farklı anatomik oluşumlara rağmen önemli ölçü­ şam öyküsü özellikleriyle evrimleşmiştir ve ortaya çıkan
de fonksiyonel eşdeğerllğe sahip yapılar ortaya çıkmıştır. fenotip iyi entegre olmuş bir sonuçtur. İnsanlar için yaşam
Bazı balıkların ve kertenkelelerin ve bütün plasentalı me­ öyküsü, yüksek düzeyde ebeveyn desteğiyle uzun bir do­
melilerin plasentaları, dışarıya bırakılan yumurtaların yır­ ğum sonrası olgunlaşma sürecine gerek gösteren, büyük
tıcılar veya çevre tarafından zarara uğratılması sorununa ve karmaşık bir beyin neokorteksi oluşumuna İzin vermiş,
bir çözüm olarak ortaya çıkan yavru doğurma özelliğine dahası bu gelişim tarafından yönlendirilmiştir. Dolayısıyla
giden bağımsız evrimsel yollan temsil ederler. Seçilim her dişi yaşamı boyunca ancak az sayıda çocuk yetiştire­
sadece mevcut olan yapının genetik şablonu üzerinde bilir. Homo sapierıs ğörece küçük, ileri derecede işbirlikçi
işleyebildiğinden, yaşamsal olasılıklar önemli ölçüde kı­ gruplar halinde evrimleşmiştir ve davranışlarımız grup içi
sıtlanmıştır. Yeni özellikler evrimleşebilirken, diğerleri ge­ bağlılık gereksinimiyle şekillenmiştir. Diğer taraftan mad­
rileyebilir. Bu tarihin önemli bir bölümü genomumuzun di bir kültür (örneğin alet, giysi ve teknoloji) geliştirecek
mlkromimarisine yansımıştır (Bölüm 3'e bakınız). biyolojik kapasitemiz, geniş bir çeşitliliğe sahip çevre ko­
Seçilim, organizmanın belirli bir zamanda ve çevrede, şullarında yaşayan genelci bir tür olarak başarılı şekilde
farklı üreme başarısı belirleyicileri tarafından yönlendirilir. yaşamamızı olası kılmıştır.
Bu nedenle, söz konusu tarihsel kısıtlamalar çerçevesinde, İnsan vücudu mükemmel değildir. Yenilikler yanında
seçilimin durağan bir çevrede yaşayan bir populasyona verilen ödünlere ait kanıtlar da içerir. Erişkin fenotipi sa­
etkisi, zaman içinde üreme uyum gücü olaraktanımlanan dece genom tarafından belirlenmez. Gelişimsel plastisite
organizmanın tipik fenotlpl ile optimalitesi arasındaki süreci sayesinde, yaşamın ilk yıllarındaki çevrenin olgun
yakın uyumu geliştirmek olacaktır. Fakat, fenotlpik farklı­ fenotipi biçimlendirebileceği bir dizi mekanizma geliştir­
lıklar nedeniyle bir populasyondaki bazı bireyler belli bir dik. Dahası, kalıtım genlerden ibaret değildir, epigenetik
çevrede daha iyi veya daha kötü durumda olabilirler ve uç işaretler ve kültürel miras gibi unsurları da İçerir. Dola­
noktalardaki fenotipler çevrenin değişmesi halinde avan­ yısıyla olgun fenotip, genetik ve genetik olmayan miras
tajlı olabllseler de, bunlara sahip bireylerin bulundukları ile çevresel öykünün izlerini taşıyan ve süregiden sosyal,
çevre koşullarında zararlı çıkmaları beklenir. fiziksel ve biyotik çevrenin tanımladığı gelişimsel plastisi-
tenin katkıda bulunduğu bir yapıdır.
Bu kitapta değerlendirilen konuların ışığında, hastalık
11.2 Evrimsel tıbbın temel ilkeleri nedenlerinden çok hastalık riskindeki değişiklikler veya
varyasyonlar üzerinde düşünülmesi önemlidir. Grip vi­
Kutu 11.1 'de tıp üzerinde evrimsel bakış açısıyla düşün­ rüsü ile karşılaşma ancak gribe yakalanma riskini arttırır;
menin temel çerçevesini oluşturan ve bu kitapta sıklıkla virüsün solunum yollarını döşeyen hücreleri işgal etmesi
yinelenen genel ilkeler vurgulanmıştır. ve onları riske sokması anlamına gelen grip hastalığına
Seçilimin sağlık ve yaşam süresini değil, kapsamlı yol açmaz. Benzer olarak, hastalık riskindeki değişiklikle­
üreme uyum gücünü en yüksek düzeye çıkarmaya çalış­ rin evrimsel süreçlerini değerlendirirken, fenotipin belirli
tığının anlaşılması hastalıklara evrimsel yaklaşımın mer­ şartlarda daha yüksek veya düşük riskle nasıl ilişkilendlri-
kezinde yer alır. Genel olarak, sağlıklı veya çok uzun bir lebileceğine odaklanıyoruz. Risk artışı sıklıkla, değişen ve
yaşam sürmek doğrudan bir uyum gücü avantajı sağla­ meydan okuyan çevreye karşı, evrimsel değişim potansi-
EVRİM NEDEN VÜCUDUMUZU HASTALIKLARA KARŞI SAVUNMASIZ BIRAKTI? 259

K u tu 1 1 .1 Evrimsel tıbbın temel ilkeleri


dan çok farklı şekillerde ve çevrelerde yaşamakta­
• Bireyden bireye değişen olgun fenotip, genomik
dırlar.
ve genomik olmayan kalıtım ile gelişimsel çevre­
nin ortak sonucudur ve yaşanan çevrenin etkileri • Çevresel yenilik varlığında, evrimsel süreçler (hız,
evrimsel ham madde veya seçilimin yönü, ya da
tarafından şekillendirilir.
esnekliğin kapsamı) üzerindeki kısıtlamalar sağ­
• Bir tür olarak özgün soy hattımızın ve gelişimimi­
lığın bozulmasına neden olabilir.
zin tarihi, hastalıklara karşı yatkınlığımızı etki­
• Normallik, anormallik ve hastalık tanımları mut­
ler.
lak değildir ve çevresel şartlara ve fenotipteki
• Seçilim, uyum gücünü en yüksek düzeye çıkar­
bireysel farklılıklara göre değişebilir.
maya çalışır.
Evrimsel tıbbın uygulanmasında teleoloji tuza­
• Seçilim, sağlık veya yaşam süresini en yüksek
ğından uzak durmak esastır: Evrimin önceden belir­
düzeye çıkarmaya çalışmaz.
lenmiş bir; planı, amacı ve tasarımı yoktur.
• insanlar şimdi, modern insan fenotipini etkileyen
seçilim süreçlerinin pek çoğunun işlediği koşullar­ /

yeli veya hızındaki sınırlamalarla ilgilidir, insanın varlığı ile Hastalık riskini arttıran evrimsel süreçleri sistema­
ilgili şartlar pek çok şekilde değişmiştir: toplum sağlığı ve tik bir çerçevede incelemeden önce son ve önemli bir
tıp sayesinde daha uzun yaşıyoruz ve bu nedenle daha uyarıya daha gerek var: Teleolojik tanımlar, karmaşık ve
önce görülmemiş olgularla karşılaşıyoruz; atalarımızın soyut olan şeyleri tanımlarken gerekli görüldüğünden,
yaşadığından farklı fiziksel, sosyal ve enerjetik çevrelerde sıkça mecazi anlamda kullanıldığı için, evrimsel analizi bu
yaşıyoruz. yarım-yamalak yaklaşımlarla karıştırmak kolaydır. Hiçbir
Sağlık ve hastalığı evrimsel bakış açısıyla değerlendir­ şey daha yüksek ve gelecek bir amaç için tasarlanmamış-
mek bazı ilginç tartışmaları beraberinde getirebilir. Birinci tır; pek çok özellik geçmişteki bir uyum avantajı nede­
bölümde laktoz intoleransı olan birinin hasta olup olma­ niyle seçilmiş olduğu için vardır ve diğerleri sadece geçiş
dığı sorusunu sormuştuk: İnsanların çoğu laktoz intole- karakterleri olabilir (Bölüm 2'ye bakınız).
ransına sahiptir ve yakın zamana kadar, bunların çoğu
sütten kesildikten sonra laktoz ile karşılaşmadıklarından
herhangi bir sağlık problemleri olmamıştır. Benzer olarak, 11.3 Evrim neden vücudumuzu hastalıklara
düşük profilli bir beslenme rejimine uyum sağlamış olan karşı savunmasız bıraktı?
birisinin (Bölüm 8 ) herhangi bir sağlık sorunu var mıdır?
Bu kişi, şişmanlık yaratıcı bir çevre ile karşılaşıncaya kadar Hastalık riskindeki değişikliklere yol açan faktörlerin ev­
sağlıklı olarak kalacak, ancak böyle bir değişiklikten son­ rimsel analizini sistematik hale getirmenin, süreçleri bir
ra metabolik kapasitesi kendisinden farklı olarak uyum araya getirmek veya benzer ancak birbirinden farklı ev­
göstermiş birinden daha fazla risk altında olacaktır. Bu rimsel süreçleri dikkatle incelemek gibi farklı birkaç yolu
kişilerde kötü sağlığın potansiyel yakınsak nedeni aynı­ vardır. Sağlık ve hastalığı evrimsel bakış açısıyla düşünme
dır: şişmanlık yaratıcı çevre. Fakat aynı ortamda bir bire­ rönesansının babaları olan Nesse ve VVilliams, ve daha
yin hastalık geliştirmesine karşın diğerinin neden hasta sonra Nesse ve Stearns birkaç olası çerçeve sunmuşlardır
olmadığının anlaşılması ıraksak nedenlerin anlaşılmasını ve kurgumuz büyük ölçüde bu değişik çalışmaların bir
gerektirir ve bu evrimsel tıp kapsamındaki bir konudur. değerlendirmesinden oluşturulmuştur.
260 EVRİMSEL İLKELERİN TIP PRATİĞİNE UYGULANMASI

Anahtar soruları şu idi: doğal seçilim neden bedenle­ rudan hastanın yakındığı ve sıklıkla yakınsak mekanizma­
rimizi hastalıklara karşı savunmasız bıraktı? En tümleşti­ larla ortaya çıkan durumların tedavi edilmesine odaklan­
rilmiş düzeyde bu sorunun üç olası yanıtı vardır: birincisi, mış olsa da, buna paralel olarak ıraksak nedenlerin de de­
evrim çok yavaştır ve birlikte-evrimin sonucu olan mik- ğerlendirilmesi sağlık profesyonellerine hastayı ve onun
robiyal güçler savaşıyla veya yeni çevrelerle başa çıka­ endişelerini daha iyi anlama olanağı verir.
maz. İkincisi, seçilimin yapabilecekleri sınırlıdır ve sıklıkla Diğer taraftan evrimsel bakış açısının tıbbi yaklaşıma
önemli sonuçları olabilecek kaçınılmaz uzlaşılar söz ko­ hiçbirkatkıda bulunmayacağı hastalıklarvardır.Travmatik
nusu olur. Üçüncüsü, bu yatkınlık seçilimin oluşturduğu yaralanma böyle bir örnektir. Fakat burada bile evrimsel
özelliklerin sonucu olabilir, çünkü seçilim sağlıkla değil, bakış açısı ilgili semptomların kökenlerinin anlaşılmasına
uyum gücü ile ilgilidir. Dahası, zaman zaman evrimleşmiş yardımcı olabilir.
savunma sistemi zararlı olabilir veya zararlı olarak algıla­
nabilir.
Biz bu önceki sınıflamayı biraz genişletmeyi yararlı bul­ 11.4 Hastalık riskini etkileyen ıraksak
duk, çünkü bu tartışmayı populasyon genetiğinin denge­ mekanizmaların evrimsel sınıflaması
leyici seçilim, sürüklenme, kurucu etkisi yönlerini ve di­
ğer evrimsel değerlendirmeleri ele almadan sürdürmek
/
11.4.1 Yol 1: evrimsel olarak uyumsuz veya yeni
zordur. Buna uygun olarak, Kutu 11.2 evrimsel süreçlerin çevre
hastalık riskini etkileyebileceği sekiz olası mekanizma
öneriyor. Tümleştirilmiş biyolojik süreçlerle ilgili herhangi Evrimsel değişiklik yavaştır, buna karşılık sosyal ve fiziksel
bir sınıflama az-çok yapay olacaktır. Hastalık riskinin artışı çevremiz çok hızlı değişmiştir (Bölüm 1). Bu nedenle, şim­

kolaylıkla bu süreçlerin birden fazlasıyla ilgili olabilir ve diki yapı ve fonksiyonumuzu belirleyen biyolojik süreçler

en katıksız evrimsel argümanlar daha alt ayrımları bera­ büyük ölçüde şimdi yaşadığımızdan farklı bir çevrede
berinde getirse de aslında bu kategoriler arasındaki sınır­ evrimleşmiştir. Bu nedenle, evrimsel yolların kötü sağ­

lar bulanık olabilir. lıkla ilişkisinin en yaygın yolu bu farklılıktan kaynaklanan

Bununla beraber, hastalık nedenleri ile ilgili bir prob­ uyumsuzluktan geçer. Bu kitapta kullanılan örneklerin
lemin bu sekiz yol kullanılarak analiz edilmesi, bir tıbbi pek çoğu bir bireyin evrimsel olarak yeni bir ortamda

problemin evrimsel bakış açıyla incelenmesi için yararlı yaşadığı veya evrimleşme kapasitesinin aşıldığı durum­
bir sistematik yöntemdir. Tıp pratiğinin çoğunluğu, doğ­ lardaki tıbbi etkiyi ortaya koymaktadır. Bazı örnekler çe-

K u tu 11.2 Evrimsel süreçlerin hastalık riskini etkileyebileceği yollar

1 Evrimsel olarak uyumsuz veya yeni çevre: birey 4. Diğer türlere karşı evrimsel güçler savaşının kay­
uyum sağlamak üzere evrimleşmiş kapasitesinin bedilmesi.
ötesinde veya tümüyle yeni bir çevreyle ya da 5. Evrimsel “tasarım” kısıtlılıklarının sonuçları.
meydan okumayla karşılaşmıştır. 6. Dengeleyici seçilimle görünüşte zararlı bir alelin
2. Yaşam öyküsü ile ilişkili faktörler. sürdürülmesi.
3. Gerekenden fazla etkin veya kontrolsüz savunma 7. Eşeysel seçilim, rekabet ve bunların sonuçları.
mekanizmaları.
8. Demografik tarihin sonuçları.
HASTALIK RİSKİNİ ETKİLEYEN IRAKSAK MEKANİZMALARIN EVRİMSEL SINIFLAMASI 261

şitli uyumsuzluk senaryolarını vurgulamak üzere burada önlenebilirliğin mümkün olduğu bir nokta olabilir (Bö­
yeniden özetlenmiştir. lüm 8 'e bakınız).
Girişte tanımlandığı gibi, erişkin yaşamlarında çok mik­ Uygun olmayan çevre, fazlalıklar kadar yetersizliklerle
tarda süt tüketen Asya kökenli insanlarda görülen laktoz ilgili olarak da ortaya çıkabilir. Endemik guatr ve kretinizm
intoleransı ve bununla ilişkili gastrointestinal rahatsızlık, bazı insanların iyot açısından yetersiz olan çevrelerde
yaygın ancak uygun bir diyet önerisiyle kolaylıkla üste­ yaşamasına bağlı olarak ortaya çıkar. Gelişmiş ülkelerde
sinden gelinebilecek bir problemdir. Uzun vadede genel tuz, guatr ve kretinizm riskini azaltmak için iyotlanmıştır.
olarak daha büyük endişeye neden olan bir durum, ge­ Kretinizm ana karnında iyot yetersizliği nedeniyle ortaya
lişmekte olan ülkelerde mama ile beslenmenin olumsuz çıkan zeka geriliği sendromudur ve sinirsel fonksiyon bo­
sonuçlarıdır. Yaşamsal tehlikesi olabilen bu durumlar ileri zukluğu ve hipotroidinin başka özellikleri bu tabloya eş­
çocukluk dönemi gastroenterit riski, şişmanlık ve yetersiz lik eder. Batının denizden keşfinin hikayesi, doğal kaynağı
kavrama yeteneği gibi daha önemli uzun vadeli etkileri sadece meyve olan C vitamini eksikliğinin sonucu olan is-
kapsar. Gelişmekte olan ülkelerde 1970'lerde desteklenen korbüt hastalığının yıkımlarıyla doludur. Pek çok türden
mama ile besleme uygulaması, bebek ölüm oranlarında farklı olarak insanlar C vitaminini sentezleyemezler ve
dikkate değer bir artış ortaya çıkarmıştır. Şimdi mama sek­ bu açıdan tümüyle çevrelerindeki kaynağa bağımlıdırlar
töründe pazarlama çok sıkı kurallarla denetlenmektedir. (Bölüm 6 'ya bakınız). İngiliz cerrah James Lind 1747 yılın­
Mama ile besleme evrimsel olarak yeni bir bebek diyetidir da, turunçgillerin iskorbütü önlediğini gözlemiş, ancak
ve ana sütüne eşdeğer olmayan bir besin alımına dayanır. bu hastalık Kraliyet Donanmasından, 50 yıl sonra, günlük
Ana sütü ve mama ile beslenen bebeklerin barsak florası diyete düzenli olarak taze portakal suyunun eklenmesini
birbirinden farklıdır ve bu farklılığın bir dizi sonucu vardır, takiben kaybolmuştur. Evrimsel soy hattımızın her zaman
insan sütünün insan bebeğinin ihtiyaçları ile uyumundaki meyveye erişiminin bulunduğu düşünülürse, C vitamini
duyarlılık, İsrail'de piyasaya sürülen ve dikkatsizlik sonucu sentezi yeteneğini kaybetmemize neden olan mutasyon,
thiamin (vitamin B1) içermeyen bir mamanın kullanımına C vitamininden yoksun bir diyetle ortaya çıkan evrimsel
bağlı olarak, bazı bebeklerin gelişmiş dünyada çok nadir yenilik (uzun bir deniz yolculuğu) ile karşılaşıncaya kadar
olan beriberi hastalığından öldüğü ve bazılarının beyin etkisiz olarak kalmıştır.
hasarlı olarak kaldığı bir trajediyle vurgulanmıştır. İnsanlar sosyal çevrelerine ileri derece bağımlıdırlar.
Sekizinci bölümde tartışıldığı gibi, modern yaşam biçi­ Bölüm 10'da tartışıldığı gibi, sosyal çevremizde bazı in­
mi ile uyumlu olarak harcanan ve alınan kalori arasındaki sanların uyum kapasitesini aşan çok büyük değişiklikler
farkın evrimleşmiş kapasitemizin başa çıkabileceğinden olmuştur. Yirmibirinci yüzyılın bu ortamı pek çok yenilik
fazla olmasından kaynaklanan metabolik uyumsuzluk, unsuru içerir: kişisel görüşme ile değil elektronik olarak
dünya genelinde organsal obesite, tip 2 diabet, kardi- haberleşme, içinde bulunduğumuz etkileşimlerin büyük
yovasküler hastalıklar ve inme risklerindeki artış oranla­ hacmi, değişen sosyal kontrol yapılarının karmaşıklığı, ar­
rına yansımaktadır. Bu uyumsuzluğun düzeyi gelişimsel tan bağımsızlık ve tercihler. Üremenin kontrolü konusun­
faktörlerle arttırılabilir. Burada çözüm çok daha zordur. da çok değişmiş yeteneğimiz de tercihlerimizi ve kişiler
Yaşam şeklinin değiştirilmesi gerekir, ancak bunun ya­ arası davranışlarımızı etkiler. Toplumun değişen doğası
pılması pek kolay değildir. Bu zorluğun nedenleri karma­ bu sosyal oyunun kurallarının değiştiğini ifade eder; ai­
şıktır ve kısmen bugünün hazlarının kolaylıkla gelecek lesel yapıların doğası, akran algıları ve grup bağımlılıkları
endişelerine üstün gelmesinden kaynaklanırken, kısmen değişmiştir. Beleşçileri ve hilecileri saptama ve onlarla
de evrimsel tarihimizin bizi, bulabildiğimizde fazladan başa çıkma konusunda evrimsel olarak geliştirdiğimiz
besin maddelerini almayı tercih eden bir fizyolojiyle karşı mekanizmalar artık yeterli değildir. Bu evrimsel uyum­
karşıya bırakmasına bağlıdır. Bu nedenle, beslenme dav­ suzlukların akıl sağlığı bozukluklarına ve İhmalkârlık gibi
ranışının düzenlenmesi ve yaşam biçiminin değiştirilmesi antisosyal olarak değerlendirilen davranışlara katkısı gi­
sadece erişkinlere yönelik bir halk sağlığı yaklaşımından derek artmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü Küresel Hastalık
daha fazlasına gerek gösteren bir meydan okumadır. Ya­ Yükü çalışması, depresyonun 2030 yılında yüksek gelir
şam döngüsünde erken gelişim dönemi daha etkin bir düzeyine sahip ülkelerdeki birinci, dünya genelinde ise
262 EVRİMSEL İLKELERİN TIP PRATİĞİNE UYGULANMASI

nın bulunmadığı çevrelerde ve okullaşma ve okuma olgu­


Dünya çapında
larının söz konusu olmadığı toplumlarda miyopi görülmez.
Örneğin Tayvan'da nüfusun kırsalda yaşadığı ve okullaşma­
nın gayrı-resmi olduğu yirminci yüzyılın başlarında miyopi
nadir görülürdü. Şimdi miyopi nüfusun yüzde seksenden
fazlasını etkilemektedir. Bina içlerinde, yapay aydınlatma
altında bulunmak bir faktör olabildiği gibi, örneğin eski
çağlardan kalan bir metin üzerinde uzun süre yoğunlaş­
mak gibi yakın cisimler üzerinde odaklanmak bu duruma
katkıda bulunabilir. Sonuç, yakın mesafeye odaklanma için
uygun şekle sahip olmayan ve kırınımla ilgili düzeltmeye
gerek gösteren göz küresidir. Güncel araştırmalar, çocukla­
rın göz kürelerinin en uygun boyda gelişmesi ve dolayısıy­
la uygun odak uzunluğuna sahip olabilmeleri için, her gün
belirli sürelerle çevresel görüşlerinin ufka yönlendirilmesi
gerektiğini düşündürmektedir.
Bölüm 9'da tartıştığımız gibi, pek çok toksik madde
ile başetmek üzere evrimleşmiş mekanizmalara sahibiz,
ancak yeni toksinlere karşı benzeri mekanizmaları evrim-
leştiremeyiz. Mezotelyoma, plevral boşluğu örten zarlara
ait, yakın zamana kadar çok nadir görülen bir tümördür.
1950'ler ve 1960'larda binalarda asbest kullanımı, çok
miktarda asbest tozunun ortaya çıkmasına neden olmuş­
tur. Bu toz akciğerlere girebilir, plevral zarlara ulaşabilir
Şekil 11.1 Dünya genelinde (üst) ve yüksek gelir düzeyine
ve uzun bir sessiz dönemden sonra mezotelyoma olarak
sahip ülkelerde (alt) 2030 yılında beklenen İlk 10 hastalık
nedeni. Her iki değerlendirmede depresyonun çok önemli ortaya çıkan onkojenik bir değişikliğe neden olur. Acı bir
bir morbidité nedeni olduğuna dikkat ediniz. KOAH, Kronik şekilde, bu tür etkilenmeye bağlı bir mezotelyoma ve as-
obstrüktif akciğer hastalığı (Grafikler Mathers, C.D. and bestozis epidemisi yaşanmıştır. Pek çoğu çevrede uzun
Loncar, D. (2006) PloS Medicine 3, e442'deki veri kullanılarak bir süre kalan ve Dünya üzerindeki en temiz çevrede,
çizilmiştir.)
Antartika'da bile düşük seviyelerde bulunan bisphenol A
gibi plastikleştiriciler ve böcek öldürücüler gibi pek çok
ikinci en büyük morbidité nedeni olacağını tahmin et­ kimyasal için de benzer kaygılar bulunmaktadır.
mektedir (Şekil 11.1). İnsan populasyonlarının çoğu tütün dumanında bu­
Uyumsuzluğun fonksiyon kadar yapıları da etkilediği lunan toksinlerle sadece son birkaç kuşaktır karşılaşmak­
gösterilebilir. Biz de diğer türler gibi, üst çenemizle alt çe­ tadırlar. Nikotin ve diğer madde alışkanlıkları yeni çevre
nemiz arasında iyi bir uyum olacak şekilde evrimleştik. Isır­ koşullarından kaynaklanan bir başka sağlık problemine
manın uyumsuz olduğu maloklüzyon durumu son birkaç dikkat çekmektedir: bağımlılık. Bağımlılık esas olarak,
yüzyıla kadar nadir görülürdü. Çocuklar için daha yumuşak normal olarak besin maddeleri veya seks ile ilişkili tatmi­
ve gevrek besinlerin ortaya çıkmasıyla iyi gelişmiş çene ne bağlı olarak nörokimyasal yolaklar tarafından uyarılan,
kaslarına ihtiyaç azalmış ve bu da daha fazla maloklüzyona hedonistik ödül duygusunun ürünüdür. Alkol de dahil
neden olmuştur. Ortodonti iyi pişmiş, yumuşak besinlerle olmak üzere bu tür maddeler ilkel toplumlarda zaman za­
ilişkili evrimsel yeniliğe ileri derecede bağımlı bir meslektir. man kullanılırdı ve halen de öyle kullanılır, ancak yaygın
Miyopi genetik bir yatkınlıkla yeni çevre koşulları arasın­ olarak kullanımları yenidir. Bu maddeler, sosyal grubun
daki etkileşimin bir başka örneğidir. Çocukluk çağında baş­ bir üyesi olarak tüm fonksiyonların yerine getirilebilmesi
layan miyopinin ailesel ve genetik temelli olduğuna ilişkin için gereken normal duygusal ve davranışsal mekanizma­
kuvvetli kanıtlar bulunmaktadır. Fakat yapay aydınlatma­ ları baskılarlar.
HASTALIK RİSKİNİ ETKİLEYEN IRAKSAK MEKANİZMALARIN EVRİMSEL SINIFLAMASI 263

11.4.2 Yol 2: yaşam öyküsüne ilişkin faktörler uyum gücünü ön plana çıkararak avantajlı oldukları için
seçilmiş, ancak ileri yaşlarda bedelleri olan özellikleri
Bu kategoride birkaç tane birbiri ile ilişkili evrimsel kav­
tanımlayan bir kavramdır. Bir örnek dokularda kök hüc­
ramı sıraladık. Her birisi bir şekilde, evrimleşmiş yaşam
relerin bulunmasıdır. Kök hücrelerin dokularda varlığı­
öyküsü ayrıntılarının sonuçlarıyla ve insanların şimdiki
nı sürdürmesi, gelişme ve üreme sürecinde dokuların
yaşam biçimlerindeki değişim dikkate alındığında, bu­
korunması ve tamirini sağladıkları için uyum açısından
nun yaratacağı risklerle ilişkilidir. Buna ek olarak, insan
yaşam öyküsü stratejisi, yaşamın erken döneminde ileriki değerlidir, ancak pluripotent kök hücrelerin varlığının
yaşama sağlıksızlık olarak yansıyabilecek bedelleri olan sürdürülmesi ileri yaşlarda neoplazi riskini arttırır. Gelişim
uzlaşılar ortaya çıkaran olaylar tarafından etkilenebilir. sürecindeki uzlaşılar yaşam öyküsü stratejisinin çeşitli du­
İnsan yaşam seyri stratejisi, kaynakların üreme perfor­ rumlara göre ayarlanmasında çok önemlidir.
mansının tavan yaptığı döneme kadar seferber edilmesi, Bazı uzlaşılar yaşamın erken dönemlerinde anlık tehdit­
ancak bu yatırımın karşılığında, genel olarak bir uyum gücü lere karşılık yapılır ve hayatta kalmayı sağlar, ancak bunla­
avantajının olamayacağı üreme sonrası dönemde tamir rın ileri yaşlardaki uyum gücünü azaltan, geri dönüşümsüz
fonksiyonunun feda edilmesi şeklindeki uzlaşıdır. Evrimsel sonuçları olabilir. Ana karnında plasenta yetmezliğine
süreçlerin seçilim fonksiyonu, üreme fonksiyonunun zirve uğramış çocuk buna bir örnektir: bu çocuk ana karnında
yapmasına kadar ve bu amaca yönelik olarak en uygun ge­ büyümeden ödün verecek ve büyük olasılıkla erken (pre-
lişimi sağlamak üzere işler. Dolayısıyla, sürdürme ve tamir matür) doğacaktır. Ana karnında büyüme ile doğum süresi
için yapılacak öncelikli yatırımlar, üremenin zirve yaptığı arasındaki bu uzlaşı doğuma kadar yaşamaya olanak tanı­
yaşlara kadar ön plandadır ve ileri yaşam dönemlerinde
mış, ancak bunun daha büyük bebek ölüm ve hastalık riski,
önemini kaybeder. Toplumların çoğunda iyileştirilmiş top­
bilişsel yeteneklerde zayıflama ve erişkin yaşamda yüksek
lum sağlığı nedeniyle dışsal mortalitenin azalması ve daha
metabolik bozukluk riski (Bölüm 8 'e bakınız) gibi daha
az önemli olarak iyileştirilmiş tıbbi bakım nedeniyle yaşam
uzun vadeli bedelleri olmuştur. Bir başka gelişimsel uzlaşı
süremizde kayda değer artışlar ortaya çıkmıştır. Fakat dışsal
bir an önce üreme yeteneğinin kazanılması için ergenliğe
mortalitedeki bu azalma sonucunda üreme fonksiyonunun
ulaşma sürecinin hızlandırılmasıdır, ancak bunun da bedel­
zirve yaptığı dönemden sonra daha uzun bir yaşam süresi
ortaya çıkmış, buna bağlı olarak orta ve ileri yaşlardaki biyo­ leri vardır. Küçük yaşlarda yetersiz beslenme ve erken ço­
lojik yaşlanma daha önemli hale gelmiştir. Yaşamımızın bu cukluk döneminde istismar gibi yüksek düzeyde ciddi stre­
ileri dönemleri kronik, bulaşıcı olmayan hastalıklarla ilgili se maruz kalma, ergenliğe erişim sürecini hızlandırır ve bu
ciddi bir yük getiren, bir arada seyreden pek çok hastalık hızlanmış biyolojik olgunlaşmanın bedeli daha kısa erişkin
halinin varlığı ile karakterizedir. Orta ve ileri yaşların bu has­ boy ve sonraki ergenlik döneminde daha büyük psikolojik
talıkları, tamir yeteneğinin kaybedilmesi, enfeksiyonlar, eg­ sorunlardır (Bölüm 10'a bakınız).
zersiz, travma gibi tehditlerle başetme yeteneğinin azalma­ Bazı durumlarda bireyin bir tehdide karşı yanıtı bir
sı, ve oksidan stres ve diğer çevresel toksinlere maruz kal­ uzlaşıya doğrudan bağlı olmak yerine, daha çok yaşam
ma ile ortaya çıkan hasarın birikmesi (Bölüm 5'e bakınız) ile öyküsü stratejisi bileşenlerinde uygunsuz bir yeniden
ilişkilendirilebilir. Sonuçlar menopoz sonrası kemik erimesi, düzenlenme ile ilişkilidir. Yukarıda değinilen ana karnın­
damar sertliği, iskelet kaslarının zayıflığı, eklem iltihapları,
da büyüme geriliğinin sonuçları, üremenin zamanlaması
nörodejenerasyon ve algılama yeteneğinin azalması şeklin­
ve doğrusal büyümeye ilişkin uzlaşılara neden olmuştur.
de olur. Bunlar uzun yaşamanın kaçınılmaz sonuçlarıdır ve
Fakat sinirsel olgunlaşma başka yönlerden yeterince ge­
dolayısıyla pek çok toplumda tıbbi hizmetlerin maliyetinin
lişmediği için, ilerleyen ergenliğin adaptasyon stratejisi
giderek artmasına neden olacaklardır. Fakat, soruna evrim­
beraberinde, özellikle prefrontal kortikal fonksiyon ile
sel bakış açısıyla yaklaşmak bu tür problemlere en yatkın
olanların (en fazla uzlaşı yapmış olanların) tahmin edilme­ ilişkili, uyumsuzlukları getirir. Biyolojik ve psikososyal ol­

sine yönelik testlerin geliştirilmesine ve bu değişkenliğin gunlaşma arasındaki bu senkronizasyon bozukluğunun


nedenlerinin anlaşılmasıyla yenilikçi girişimler ortaya kon­ sonuçları ergenlik dönemindeki risk alma ve duygusal es­
masına olanak sağlayabilir. neklik davranışlarını kapsar. Sonuçlar bizzat zararlı olabi­
Antagonistik pleiotropi (Bölüm 5'e bakınız) bunun­ len eyleme dökme davranışları (örneğin, alkol ve madde
la ilişkili, yaşamın erken dönemlerinde üreme ile ilişkili etkileri) olabildiği gibi, duygusal uyum yeteneğinin aşıl­
264 EVRİMSEL İLKELERİN TIP PRATİĞİNE UYGULANMASI

ması ve patolojik depresyon ile de İlişkili olabilir. Güncel Bu tür uzlaşılar ve yaşam öyküsü stratejisindeki de­
veriler ergenlik dönemine erken giren erkek çocuklardaki ğişimlerle ilgili bilgiler, toplum sağlığı açısından da çok
intihar sıklığının, daha büyük bir yaşta ergenliğe giren ak­ önemli olabilir. Gelişim sürecinde beslenmenin yetersiz
ranlarından birkaç kat fazla olduğunu göstermiştir. veya dengesiz olduğu, gelişmekte olan ülkelerde doğan
Biz menarştan sonraki birkaç yıl içinde ilk gebeliğin çocuklar arasında bodur kalma sık görülen bir durumdur.
oluştuğu bir şablonla evrimleştik. Gelişmiş toplumlardaki Bu durumun çocukların entelektüel gelişimi, enfeksiyon­
sosyolojik değişiklikler nedeniyle şimdi ilk gebelik sıklıkla lara dayanıklılıkları ve şişmanlık riski ile de ilgili sonuçlan
30'lu yaşların sonlarına kadar erteleniyor. Böyle bir eğilim vardır. Bu tür etkiler evrimsel ilkeler temelinde tahmin
insan yaşam öyküsü gerçeği ile çelişiyor, doğurganlığın edilebilir ve hükümetler veya ilgili kurumlar kaynakların
azalmasına yol açıyor ve bazıları için duygusal olarak yük dağıtımı veya müdahalelerle ilgili planlama çalışmaların­
getiriyor, daha yüksek oranda ikizlik, prematürite ve fetal da bunları dikkate almalıdırlar.
anormallikler gibi doğumsal problemlere neden oluyor.
Bazı başka uzlaşılar, anında değil, daha uzun vadede
11.4.3 Yol 3: aşırı ve kontrolsüz savunma
avantaj sağlarlar ve bu öngörüsel yanıtların uyumsal de­
mekanizmaları
ğeri öngörülerin doğruluğuna bağlıdır. Bölüm 8 'de tartış­
tığımız gibi bu öngörüler yaşamın erken dönemlerinde Bütün vücut süreçleri bireysel değişkenlikler gösterir.
alınan, çevre ile ilgili hatalı sinyaller veya yaşam süresince Enfeksiyonlara veya toksinlere karşı savunma sağlamak
çevrede ortaya çıkan değişiklikler nedeniyle yanlış olabi­ üzere gelişmiş olan süreçler aşırı ve uygunsuz biçimde
lir. Dolayısıyla bir erişkin, anaya veya plasentaya ait, bi­ kendilerini gösterebilir ve zararlı olabilen semptomlara
reyin gelecekte karşı karşıya kalacağından daha fakir bir yol açabilirler (Altbölüm 11.7.2 ye bakınız).
besinsel çevre izlenimi yaratan sağlık sorunları nedeniyle, Ateş, enfeksiyonlara karşı savunma mekanizmasının
daha büyük bir metabolik risk altında olabilir. Bu bireyler bir parçası olarak evrimleşmiştir, ancak kendisi de zararlı
şişmanlık yaratıcı bir ortamda insülin direnci geliştirmeye
olabilir. Çocuklarda ateş genellikle zararsızdır, ancak za­
daha yatkındırlar. Bu durum Hindistan alt kıtasında ya­
man zaman uzun vadeli hastalık haline yol açan havale
şayan insanların neden AvrupalIlara kıyasla daha düşük
geçirmeye (febril konvulsiyon) neden olabilir. Otoimmün
merkezi yağlanma düzeylerinde Tip 2 diabet geliştirdik­
hastalıklar, astım ve anaflaksi gibi alerjik-atopik hastalık­
lerini açıklayabilir: bu insanlar genel olarak, kısa vücut
lar da benzer biçimde, normal olarak evrimleşmiş, ancak
yapıları ve analarının fakir beslenme düzeni nedeniyle
uygunsuz ve/veya aşırı biçimde aktive olan ve hastalığa
daha küçük doğarlar. Benzer olarak, gelişmiş ülkelerde
yol açan durumlar olarak değerlendirilebilir.
yaşama daha kötü bir başlangıç yapanların erken ergen­
lik, şişmanlık, insülin direnci ve depresyon gibi sorunlarla
karşılaşma olasılıklarının yüksek olduğuna dair dikkate 11.4.4 Yol 4: evrimsel güçler savaşının kaybedilmesi
değer kanıtlar vardır. Bu bireyler, daha düşük nefron sa­
İnsanlar sürekli olarak virüsler, bakteriler ve parazitik
yılarının yansıttığı gibi, normalin sürdürülmesi ve tamir
organizmalarla bir birlikte-evrim savaşının içindedirler
için az yatırım yaparlar ve orta yaşlarda kronik, bulaşıcı ol­
(Bölüm 9'a bakınız). İnsanlara kıyasla kısa nesil süreleri
mayan hastalıklara yakalanma olasılıkları daha yüksektir.
mikroorganizmalara, savunma sistemlerimizle rekabette
Yaşam öyküsü açısından bu bireylerin, varlıklarının tehdit
önemli olanaklar sağlar. Grip virüsünün yeni suşları ve an­
altında olduğu kestirlminde bulundukları ve stratejilerini
tibiyotik dirençli bakteri türlerinin ortaya çıkması savun­
erken üremeye yatırım yapacak şekilde değiştirdikleri de­
ma mekanizmalarımızın mikrobiyotik evrim tarafından
ğerlendirilebilir. Yani, tehdit edici bir çevrede bulundukla­
yenildiği durumları temsil eder. Bazı organizmalar insan
rı İçin daha yüksek üreme şansı yaratmaya çalışırlar. Diğer
biyolojisini kendi çıkarlarına kullanma yollarını sağlaya­
taraftan, bireyin çok hızlı değişen bir çevrede yaşaması
cak şekilde evrimleşmeyi başarmışlardır; örneğin HIV ve
veya enerjik olarak daha zengin bir çevreye göç etmesi
diğer retrovirüsler insan makrofajlarının ve lenfositlerinin
nedeniyle yanlış kestirimler söz konusu olabilir, dolayısıy­
la göç eden aileler özellikle risk altında bulunabilirler. mekanizmalarını, bu hücrelere girmek için başarıyla kul­
HASTALIK RİSKİNİ ETKİLEYEN IRAKSAK MEKANİZMALARIN EVRİMSEL SINIFLAMASI 265

lanmışlardır. Başka organizmalar insan savunma sistemle­ sı ve bundan kaynaklanan hatalar evrimin bir mantığı ve
rini atlatmak için taklitçilikten yararlanırlar. Örneğin, bazı yönü olmadığı basit gerçeğine vurgu yapar.
organizmalar insan epitoplarına çok benzer epitoplar Zor doğum veya distosi yaygın bir problemdir. Pale-
geliştirmişlerdir. Bu onların immün saldırıyı atlatmalarını olitik dönemde gebeliklerin %15 kadarının, çoğu zorluk
sağlar, ancak bu daha sonra streptokok-sonrası glome- veya kanamaya bağlı, ana ölümü ile sonuçlandığı tah­
rülonefrit veya romatizmal ateş gibi hastalıklara yol açan min edilir. Bu büyük bir beyin ve iki ayak üzerinde durma
oto-antikorların oluşumuna neden olarak, konakçı için arasındaki evrimsel uzlaşının sonucudur. Gebelik süresi,
zararlı sonuçlar doğurur. doğumu tehlikeye atmadan ana karnında en yüksek dü­
zeyde sinirsel gelişimi elde etmek üzere ayarlanmıştır. Bu­
11.4.5 Yol 5: evrimsel sınırlamaların sonuçları nun sonucu, fetüs büyük veya ana küçük ise veya pelvisin
şeklinde bir bozukluk varsa ortaya çıkacak zor doğum
Evrimsel tarihimizin ve evrimsel "tasarım" ile ilgili ödünle­
riskidir. İlginç olarak distosi, evcil türlerin vahşi akrabala­
rin klinik tıpta ifadesinin birçok yolu vardır.
rından daha küçük olduğu, evcilleştirilmiş, tek yavru do­
Apandisit, soy hattımızın daha eski üyelerinin tümüyle
ğuran sığır, koyun gibi hayvanlar arasında da yaygındır.
vejeteryan olduğu ve diyetlerini oluşturan otlar ve yap­
Bel ağrısı bir genel pratisyenin en çok karşılaştığı ya­
rakları sindirmek için daha uzun sindirim süresine ihtiyaç
duyduklarında gereken daha geniş sindirim kanalının bir kınmalardan birisidir ve birkaç milyon yıl önce, dört ayaklı

parçası olan, ancak insan sindiriminde herhangi bir fonk­ öncüllerin iki ayaklı bir duruşa uyum sağlamalarıyla ortaya

siyonu olmayan, çekuma bağlı küçük bir kesesinin enfek­ çıkan iskeletsel ödünün sonucudur. İskelet yapımız dört

siyonundan kaynaklanır. Hala bütünüyle vejeteryan olan ayaklı atalarımızınkinden kademeli olarak adapte edilmiş,

bazı primat türleri vardır ve bir veya iki tür, beslenmenin yürüme ve koşma yeteneğinin geliştirilmesiyle daha da

sürdürülebilmesi için, selülozu bakteriyel olarak parçala­ fazla taviz verilmiştir. Büyük bir baş ve hatırı sayılır gövde
ağırlığı nedeniyle, spinal disklerin mekanik olarak hasar-
ması gereken, geviş getiren hayvanlarınkine daha yakın,
daha geniş sindirim sistemi kanallarına sahiptirler. Gelişmiş lanmasına bağlı bel ağrısı potansiyeli yüksektir.

ülkelerdeki yüksek apandisit sıklığı (yaşam boyu risk%7-8), İnsanlar, hava yoluna giren besinin solunumu tıkama­

sindirim sistemi tasarımımızdaki bu kusuru gösterir. sıyla, bazen ölümcül olarak, boğulurlar. Akciğerler, karasal
hava soluyan omurgalılar ilk evrimleştiklerinde, sindirim
Retinanın fibrovasküler dış tabakası, altındaki retinal
pigment epitelinden ayrılırsa "kopmuş retina" ortaya çı­ sistemin bir uzantısı olarak evrimleşmişlerdir. Dolayısıyla

kar. Sonuçta oluşan kanama ve nedbe dokusu, retinanın solunum ve sindirim kanallarının üst uçlarında ortak bir

yeniden kaynaştırılması için lazer cerrahisi ile tedavi edil­ borunun kullanıldığı bir durum söz konusudur. Bu durum

mezse, hızla görme kaybına yol açar. İnsanlarda, retinanın bazı riskler doğurur, ve epiglottis boğulmayı önlemeye

tabakalarının düzenlenmesi nedeniyle, optik sinirin ışık çalışan bir mekanizma olsa da, zaman zaman bu temel
tasarım hatası kendisini gösterir.
reseptörlerine bağlanmak üzere liflerini dağıttığı yerde
bir kör noktaları da vardır. Hem kör nokta, hem de retina Bir başka örnek, uykunun hızlı göz hareketleri döne­

kopması problemi memeli gözünün evrimleşme süreci­ minde, yumuşak damak ve epiglottisin yukarı hava yolu­

nin sonuçlarıdır (Bölüm 2'ye bakınız). Bütün türler için bu nu kapattığı, tıkayıcı uyku apnesidir. Uykunun bu döne­

böyle değildir: göz hayvan evrimi sürecinde, birbirinden minde birçok postür kasının tonusu azalmıştır. Bu durum,
(çok tuhaf bir yüz ve boyun anatomisine sahip olmak üze­
bağımsız olarak en az 40 kez evrimleşmiştir ve göz yapı­
ları taksonlar arasında birbirinden çok farklıdır. Kafadan- re seçilmiş buldog dışında) hiçbir hayvanda bulunmayan
ve hava yolu açıklığını koruyan kaslar dışındaki kaslar
bacaklıların (mürekkep balığı ve ahtapot) gözleri omur­
galıların gözlerine çok benzer yapıdadır, ancak retina ta­ için hiç önemli değildir. İnsanlarda bu problem larinksin

bakaları fotoreseptörler önde, sinirler ve damarlar arkada konuşma için gerekli şekil ve pozisyon değişikliğinden

olacak biçimde, doğru şekilde dizilmiştir ve kör noktaları kaynaklanmıştır. Bu problem, yağ birikiminin farinks ve

yoktur. Gözün bu çoklu evrimsel kökeni daralan evrimin larinksin şeklini bozması nedeniyle, şişmanlıkta daha da

klasik bir örneğidir, ancak memeli gözünün bu özel yapı­ abartılı hale gelir.
266 EVRİMSEL İLKELERİN TIP PRATİĞİNE UYGULANMASI

Meme kanserlerinin yaklaşık %1 kadarı erkeklerde gö­ olarak seçilmiştir. Benzer bir heterozigot avantajı, globin
rülür ve kadınlardakine benzer bir prognoza sahiptir. Er­ sentezinde dereceli bir değişiklik görülen bir hemoglobi-
keklerin memelere ihtiyacı yoktur, fakat yumurtalık hor­ nopati olan, (3-talasemi için de söz konusudur; bu durum
monları memenin tam gelişimi için gerekli olduğu halde, en yaygın olarak Akdeniz kökenli insanlarda görülür.
meme mimarisinin alt yapısı eşeye özgü değildir. Meme­ Glukoz-6 -fosfat dehidrogenaz (G 6 PD) NADPH üretimi
nin erkeklerde (üzerinde meme başları bulunan geniş için gereken anahtar bir enzimdir. Kırmızı kan hücrelerin­
ve düz bir göğüs kafesinin cinsel çekiciliği dışında) bir de azalmış G 6 PD aktivitesi, sıtma parazitlerinin en öldü­
önemi olmadığına göre, atalardan kalan bir miras olduğu rücüsü olan Plasmodium falciparum istilasına karşı korun­
düşünülebilir. Ancak, erkek memesi nötral mutasyonlar ma sağlar. Bu enzim eksikliği çok yaygındır ve özellikle
sürecinde tamamen kaybolma noktasına kadar gerileme­ Afrika, Asya ve Akdeniz kökenlilerde olmak üzere, dünya
miştir, çünkü ilgili genler dişilerde meme gelişimi ve lak- populasyonunun % 6 'sında görülür. Etkilenen gen X kro­
tasyon için, dolayısıyla neslin devamı için vazgeçilmezdir. mozomu üzerinde bulunduğu için, semptomatik hastalık
Atalardan miras kalan ve çok az değeri olan başka ağırlıklı olarak erkeklerde görülür (Bölüm 3'e bakınız). Mu-
özellikler, genlerin tümüyle inaktif hale gelmesine kadar tasyonun, birçok kez oluştuğuna işaret eder şekilde, pek
süren nötral mutasyonlarla hemen tümüyle gerilerler. çok farklı şekli vardır ve varlığını koruması P. falciparum'a
İnsanlarda pek çok koku reseptörü bu tür regresyonlar- bağlı sıtmanın yaygın olduğu bölgelerle ilişkilendirilebi-
la fonksiyonlarını yitirmiştir; insanlar köpeklerin sahip lir. Normal olarak, göreceli G 6 PD yetersizliği gizli seyre­
olduklarının ancak yarısı kadar koku reseptörü genine der, ancak birey bakla fasulyesi ile karşılaştığında (favizm)
sahiptirler, ancak insanlar koku duyusuna bağımlılıkları veya primaquine gibi bazı ilaçları aldığında akut hemoli-
en alt seviyede olacak şekilde evrimleştiklerinden fonksi­ tik anemiye neden olabilir. Ayrıca, yenidoğanda uzamış
yonel reseptörlerin kaybının uyum yeteneğine etkisi çok sarılığın nedeni olabilir.
azdır veya yoktur. Yukarıda sıtmaya bağlı olarak verilen örnekler dışında,
dengeleyici seçilim için kanıtlar daha spekülatiftir, fakat
bu mekanizma belirli bir alelin frekansının yüksek ve ho-
11.4.6 Yol 6: dengeleyici seçilim yoluyla zararlı bir
mozigot genotipin zararlı olduğu durumlarda en uygun
alelin sürdürülmesi
açıklamadır. Kistik fibrozis, örneğin akciğerlerdeki epitel
Normal olarak, orta yaştan önce bir hastalık şeklinde ken­ dokusunda önemli olan, klor-salgılayıcı kanalların bozuk
disini gösteren zararlı mutasyonlar populasyondan hızla olmasıyla karakterize bir hastalıktır. Homozigotlarda bu
elenirler, fakat bazı çekinik hastalıkları veren aleller po- durum, akciğerlerde tekrarlayan enfeksiyonlar ve hırıltılı
pulasyonda göreceli olarak yüksek oranlarda korunurlar. solunuma neden olan, çok viskoz bir sekresyon oluşması­
Bunun olabilmesi, alelin varlığını sürdürmesi için pozitif na yol açar. Aynı zamanda bağırsak problemleri de vardır.
bir seçilimi gerektirir ve bu da heterozigot durumun bir AvrupalIlardaki en yaygın otozomal resesif durumdur ve
uyum gücü avantajı sağladığını düşündürür. heterozigot durumun tifo veya diğer ishal yapan hasta­
Orak hücre hastalığında, (î-globin geninin mutasyona lıklara veya tüberküloza karşı bir koruma sağladığı öne
uğramış aleli için homozigotluk, hemoglobinin düşük ok­ sürülmüştür.
sijen kapasitesinde olması halinde kırmızı kan hücreleri­
nin orak şeklini almasına neden olur. Sonuçta ortaya çıkan
11.4.7 Yol 7: Eşeysel seçilim, rekabet ve sonuçları
kronik doku hipoksisi kalp kasını, beyni ve başka organla­
rı etkiler ve yaşam beklentisini azaltır. Bu durum hetero- Eşeysel seçilim ve erkekler arasında dişilere erişim ve di­
zigotlarda daha hafif olsa da vardır, ancak onlar da orak şiler arasında en çok arzu edilen eşleşmeler için rekabet
şeklini almış kırmızı kan hücreleri sıtma parazitine karşı evrimimizin merkezi bir parçasıdır. Bunun bugünkü yaşa­
dirence neden olarak bir avantaj sağlarlar. Bunun sonu­ mımızda da yankıları vardır. Grup yapısı içinde bu karak­
cunda, orak hücre aleli, örneğin Afrika'da Sahra Çölü'nün terleri baskılamak için duygusal ve bilişsel davranışlar ge­
güneyinde, sıtmanın endemik olduğu bölgelerde pozitif liştirmiş olsak da, eşeysel seçilimin yankıları, sağlıkla ilgili
HASTALIK RİSKİNİ ETKİLEYEN IRAKSAK MEKANİZMALARIN EVRİMSEL SINIFLAMASI 267

önemli sonuçlarıyla birlikte ortaya çıkabilir, insan özellik­ yüksektir. Benzer olarak, nadir glikojen-depo bozukluğu,
lerindeki eşeysel dimorfizm, erkekler için bütün yaş grup­ Gaucher hastalığı Fransız kökenli KanadalIlarda orantısız
larında daha yüksek ölüm oranlarıyla kendisini gösterir. olarak yüksek oranda bulunur. Şimdi nüfusu birkaç milyo­
Hemen bütün toplumlarda erkekler için beklenen ömür nu bulan bu grup, onyedinci yüzyılda sayıları 1000 çiftten
kadınlarınkinden daha kısadır. Bu farklılığa en büyük kat­ fazla olmayan bir topluluk tarafından oluşturulmuştur
kıyı yapan, erkeklerin daha fazla riskli etkinliklere girme (tesadüfen, bu grupta önemli sayılacak bir Tay-Sachs has­
ve şiddete başvurma eğilimidir. Yakın zamana kadar er­ talığı frekansı da bulunmaktadır).
kekler, onurları için birbirleriyle düello ederlerdi. Erkekler Genetik sürüklenme rastgele örneklemenin bir biçimi
daha hızlı araba kullanırlar ve bir trafik kazasına karışma sayılabilir ve sıklıkla populasyonlar arasındaki farklılıkları
olasılıkları daha yüksektir. Erkekler mal edinmeye çalışma açıklamak için kullanılır. Eğer bir populasyonun çok küçük
konusunda daha agresif davranırlar, dolayısıyla şiddet bir bölümü, örneğin göç nedeniyle, izole hale gelirse, bu
içeren bir suça karışma, ateşli silahla veya bıçakla yaralan­ küçük populasyondaki alellerin dağılımı ana populasyon-
ma risklerine daha açıktırlar. Erkek beyninin bu özellikle­ dakilerini temsil etmeyebilir. Ana populasyonda bulunan
rini, erkek ve kadınların rollerindeki evrimsel farklılıkların aleller ondan köken alan populasyonda bulunmayabilir
ve en yüksek uyum gücünü elde etmeye yaklaşımların­ veya kurucu populasyonda nadir olan bir alel, örnekleme
daki değişikliklerin göstergesi olarak anlamak olasıdır. Er­ hatası (rastgele sürüklenme) ile ondan köken alan popu­
kekler, etkin olarak diğer erkeklerle rekabet etmeye veya lasyonda daha yaygın hale gelebilir (Bölüm 3'e bakınız).
kadınları en uygun eş oldukları konusunda ikna etmeye Dolayısıyla, zararlı bir mutasyon seçilimle ortadan kaldı­
çalışırlar. Bu farklılıklara bir başka olası örnek, bir babanın rılm ad an , küçük toplulukta sabit hale gelebilir. Büyük
üvey evladını öldürme olasılığının bir babanın biyolojik bir populasyonun içinde de, kısmen izole edilmiş ve sü­
çocuğunu öldürme olasılığından yüksek olmasıdır. rüklenmenin etkisini ön plana çıkaran (Askenazi yahu-
Bu yorumda, eşeysel seçilimin bu tür davranışların dileri gibi) alt populasyonlar olabilir. Bir populasyondaki
evrimsel temellerini açıklayabilmesine karşılık, insanların tercihli çiftleşme de kurucu etkisini arttırabilir (Bölüm 3'e
grup içinde yaşamaya uygun davranışlar konusunda, kül­ bakınız).
türel ve evrimsel olarak yönlendirilen beklentilerle, kararlı Doğu Asya'da, düşük alkol toleransına neden olan,
toplumlarda yaşamak üzere evrimleştiklerini vurgulamak aldehid dehidrojenaz Tip 1 eksikliğinin yüksek görülme
önemlidir. Bu grup kuralları bazı davranışların bir düzey­ sıklığının, küçük kurucu populasyonunun Doğu Asya'ya
de yüceltilmesini gerektirmiş, bunun sonucunda da, Bö­ göç etmesiyle ortaya çıkan sürüklenmeden kaynaklan­
lüm 1 0 'da tartışıldığı gibi, biyolojik evrimimizi etkileyecek dığı düşünülmektedir. Modern Fin populasyonu, Baltık
bir çevre yaratmıştır. Denizini geçerek Avrupa'dan göç etmiş, ve coğrafya ve
iklim koşulları nedeniyle göreceli olarak izolasyon koşul­
larında yaşadıkları için bir dar boğazdan geçmiş, çok kü­
11.4.8 Yol 8: demografik tarihin getirdikleri
çük bir populasyonun devamıdır. Kısmen bunun sonucu
İnsanlar Afrika'dan dünyaya son 60.000 yılda yayılmışlar­ olarak, Finlandiya'daki hastalık örüntüsü Avrupa'nın geri
dır (Bölüm 6 'ya bakınız). Bunu yaparken sıklıkla genetik kalanından farklıdır (Bölüm 3'e bakınız). Burada Hunting­
çeşitliliği azaltan darboğazlardan geçmiş veya kurucu ton hastalığı, kistik fibrozis ve fenilketonüri sıklığı düşük,
etkisi nedeniyle başka durumlarda nadir görülecek mu- ancak genetik temelli bazı nadir metabolik hastalıkların
tasyonların görülme sıklığının arttığı, küçük izole popu- sıklığı yüksektir. Finlandiya'da tip 2 diabet ve kalp-damar
lasyonlar halinde yaşamışlardır. Bu süreçlerin her birisi hastalıkları riski çok yüksektir. Bu durumun genetik belir­
hastalık örüntüsünü etkileyebilir. leyicileri üzerinde yoğun araştırmalar yapılsa da, Finlilerin
Tay-Sachs hastalığı özellikle Askenazi yahudilerinde, özel diyetleri ve yaşam koşulları da açıklayıcı faktörler ara­
çocukları etkileyen, nadir, yıkıcı bir nörodejeneratif hasta­ sında yer alabilir.
lıktır. Bu grup, kültürel nedenlerle kendilerini üreme açı­ Geriye doğru, bir kurucu etkisine kadar haritalanabi-
sından diğer toplumlardan izole etmişlerdir. Bu nedenle len ve tercihli çiftleşme ile sürdürüldüğü tespit edilebilen
ortaya çıkan ve Askenazi soyunu oluşturan üreme popu- pek çok nadir hastalık vardır. Klasik örneklerden birisi
lasyonunun küçüklüğü nedeniyle söz konusu alel frekansı Avrupa'nın soylu ailelerindeki hemofili örüntüsüdür. Bi­
268 EVRİMSEL İLKELERİN TIP PRATİĞİNE UYGULANMASI

reyler birbirine ne kadar yakın akraba ise, bir ortak atadan Malign hastalıklar, modern toplumlardaki nüfusun yakla­
gelen zararlı bir aleli taşıma riskleri o kadar fazladır. Farklı şık yüzde 30'unu etkileyecektir. Neoplazi tek bir hastalık
toplumların, yakın akrabaların eşleşmesi konusunda çok olgusu değildir: bir hücre populasyonunun kontrolsüz bi­
farklı görüşleri vardır. Antik Mısır'ın soylu aileleri arasın­ çimde, klonal olarak çoğalmasına yol açacak pek çok yol
da kardeş evlenmelerinin yaygın olduğu görülmektedir. vardır. Bu kanserin ayırıcı özelliğidir. Bu bölümde malign
Bugün bile, bazı toplumlarda kuzenler arası evlenmelere,
neoplazi olgusunu hastalığa neden olan bazı evrimsel yo­
mirasın korunması, zenginliğin ve gücün yoğunlaştırıl­
lakları göstermek için kullanacağız. Asbestoza bağlı me-
ması amacıyla başvurulur.
zotelyoma gibi bazı özel ve ender görülen kanser türleri
Hastalıkların coğrafik dağılımlarına, evrimsel bir parça­
tek bir başlatıcı olayla tanımlanabilse de, görünürde yay­
sı da bulunan, başka açıklamalar getirilebilir. (3-talasemi
gın olan kontrolsüz hücre çoğalmasına neden olan yo­
ve orak hücre hastalığı gibi hemoglobinopatilerin coğra­
lakların karmaşıklığı, genel olarak kanserlerin -hatta tek
fik dağılımı ile geçmişteki sıtma hastalığı dağılımı arasın­
bir kanser türünün - tek bir nedeni olmadığı, dolayısıyla
daki ilişkiyi daha önce tartıştık. İnsanlar dünyanın değişik
bölümlerinde hastalık risklerini etkileyebilecek fenotipik önlenmesi ve tedavisi için kestirme bir yol bulunmadığı
varyasyonlar geliştirmişlerdir. Örneğin, soluk benizli kişi­ anlamına gelir.
lerin deri kanserine yakalanma olasılıkları yüksektir. İnek­ Bu kitabın önceki bölümlerinde (Bölüm 2) seçilimin
lerin evcilleştirildikleri yerlerde, laktaz enziminin ve do­ düzeyleri konusunda bir tartışma sunmuştuk. Richard
layısıyla sütün bebeklik sonrası diyetin bir parçası olarak Davvkins'in en önemli savı, seçilimin genin farklı hayatta
korunmasına izin veren mutasyonlar sürdürülmüştür. kalma gücüne bağlı olduğu kavramına dayandırılmış ve
bu onun bireysel organizmaların, belirli genlerin diğer
genlerle aktarım yoluyla birlikte hayatta kalmalarını sağ­
11.5 Kültürel evrim ve hastalık
layan bir işbirliği içinde çalıştığı, geçici bir koalisyon oldu­
ğunu ileri sürmesine yol açmıştır. Bu kavram kısa sürede
Bu kitabın odağında olmadığı halde, kültürel evrimin sağ­
bencil gen terimine indirgenmiş, ne yazık ki Davvkins'in
lık ve hastalık örüntülerinin dağılımında önemli bir rol oy­
kitabına başlık olarak seçtiği bu deyişin içerdiği meca­
nadığını da hatırlamak önemlidir. Pek çok kültürel eylem
sağlımız üzerinde etkilidir; örneğin, genç insanlar üzerin­ zi anlam kafa karışıklığına neden olmuştur. Diğer evrim

deki, sigara içme veya uyuşturucu kullanımı ile ilgili akran biyologları organizmanın kendisine odaklanmayı tercih
baskısı gibi kültürel etkenler. Öte yandan, damar yoluyla ederler, çünkü organizma fonksiyonel seçilimin ve farklı
uyuşturucu kullanımı, HIV enfeksiyonu ve AIDS örüntü- üreme başarısının birimidir. Her iki bakış açısı da yararlı­
sünü açıklayan pek çok sosyal faktörden birisi olmuştur. dır. Fakat başka organizasyon basamakları da vardır. Grup
Daha uç bir örnek olarak, matem ayinlerinin bir parçası seçilimi kavramı Bölüm 2'de tanıtılmış ve sınırlılıkları tartı­
olan yamyamlık ritüelleri Yeni Gine'nin ilkel insanlarında şılmıştır. Teorik değerlendirmeler grup seçiliminin işlediği
görülen bir prion hastalığı olan Kuru'ya yol açmıştır. Ge­ durumların çok sınırlı olduğunu göstermiştir.
lişmiş toplumlarda diyet, son yüzyılda kırmızı et, özellikle Ancak kanser söz konusu olduğunda, hücre seçilimin
sığır eti tüketiminin giderek artmasıyla önemli ölçüde de­ birimi olarak görülebilir. Hücre genlerin bir koalisyonu­
ğişime uğramıştır. Et tüketimi insanlarda benzer bir prion
dur ve klonal genişleme bir hücre dizisinin çevresindeki
hastalığının, (sığırlardaki deli dana hastalığı denilen, sün-
diğer hücrelerin (yani taşıyıcıları olan vücudun) zararına
gerimsi ensefelopatiye eşdeğer) Creuztfeld-Jakob hasta­
çoğaldığı bir durum olarak görülebilir. Kanser hücresi di­
lığının yeni bir varyantını ortaya çıkarmıştır.
zisi, büyümesini durduran normal süreçlerin üstesinden
gelebilen bir yeteneğe sahip olarak değerlendirilebilir.
Hücreler bu yetenekleri nedeniyle etkin olarak seçilmiş­
11.6 Evrimsel perspektifler ve kanser
lerdir, çoğalır ve otonomi kazanırlar. Çok hücreli organiz­

Bu kitabın önceki bölümleri başlıca hastalık ve ölüm ne­ maların hücrelerin evrimleşmiş koalisyonları olduğun­

denlerinden birisini, kanseri, kapsamlı olarak tartışmadı. dan hareketle Mel Greaves, kanserin tek hücrelikle ilgili
EVRİMSEL PERSPEKTİFLER VE KANSER 269

çıkarların etkinlik kazandığı ve seçilimin hücre düzeyinde muştur (Şekil 11.2'ye bakınız). Aslında, Greaves kanserin
işlediği bir soyaçekim durumu olduğunu ileri sürmüştür. karmaşık organizmaların "içsel evrimsel cezası" olarak
Dolayısıyla kanserin yakınsak nedeni klon içinde ortaya görülebileceğini ileri sürmüştür: bir taraftan DNA kopya­
çıkan belirli bir hücre dizisine çoğalma avantajı sağlayan lama ve tamir işlemlerinde tam doğrulukla eşlenmeyen
somatik mutasyonlar olarak görülebilir. Ancak evrimsel genetik rekombinasyonların sağladığı avantajların sonu­
süreçler bu hücrelerin seçilim yarışını kazanmalarını sağ­ cudur, ama diğer taraftan da pek çok doku türlerinde sür­
layan esas nedenleri ortaya koyar. Dahası, sindirim sistemi dürülen prolifératif etkinliğe bağlıdır.
epiteli, deri ve immün sistemde olduğu gibi birçok doku, Evrimsel bakış açısı kanserle ilgili olarak, bu mikroev-
hücre çoğalması yönünden çok aktiftirler ve dolayısıyla rimsel kavramın ötesinde, mutasyonların ortaya çıkma
mutasyonel anormallik olasılığı daha yüksektir. ve sürdürülme risklerinin artışı ile İlgili mekanizmalara
Çok hücreli bir canlının doğasını düşünün: sonuçta açıklama getirebilir. Bu bölüm bu konuda geniş kapsamlı
birçok hücre tipine farklılaşan ve sınırlı bir tamir kapasi­ bilgi vermeyi amaçlamamaktadır, ancak farklı evrimsel

tesine sahip organları oluşturan tek bir pluripotent hüc­ yolakların bu sürece nasıl katkıda bulunabilecekleri gös­
re ile başlayan yaşam öyküsü sonuçta kök hücrelerin alt terilmeye çalışılacaktır.
populasyonlarına bağımlıdır. Bu organizmanın sıklıkla
sadece hücre büyümesini ön plana çıkarmakla kalma­
yıp, gelişimini aynı zamanda programlı hücre ölümünün 11.6.1 Evrimsel olarak yeni çevreler ve kanser
(apoptozis) de düzenlenmesini içerecek şekilde organize Bir grup kanser yeni çevrelerle ve toksinlerle karşılaşma
etme gereksinimi vardır. Bu kontrol katmanlarının her sonucu ortaya çıkar gibi görünmektedir: katran gibi ev­
birisinden mutasyonel kaçış malign gelişmeler için olası rimsel olarak yeni birçok toksin içeren sigara dumanı ile
bir yoldur. Ancak, malign bir oluşuma dönüşebilecek bir akciğer kanseri arasındaki ilişki iyi anlaşılmıştır. Katrana
mutasyona uğrayan pek çok hücre, klonun büyüme ve bağlı özel bir etiyolojiye sahip ilk kanser, iste bulunan kat­
otonomi kazanma yeteneğine kısıtlamalar getiren biyo­ ranın etkisiyle baca temizleyicilerinde görülen skrotum
lojik darboğazlarda hayatta kalamaz. Dolayısıyla kanser kanseridir. Yüksek seviyede gamma ışınlarıyla karşılaşma
genel olarak, büyüyen klonunun örneğin damarlanmayı, ile ilişkili kanser riski, basit olarak organizmaların yüksek
yayılmayı sağlamak üzere fiziksel bariyerleri yıkmayı ve arka plan radyasyonu içeren ortamlarda yaşamak üzere
immün gözetim mekanizmalarının işgalini içeren birden evrimleşmediklerini, bu nedenle ortaya çıkan mutasyo­
fazla mutasyonunu gerektirir. Bu faktörler etkin olarak bir nel hasarla başedecek DNA tamir mekanizmalarına sahip
çeşit seçilim gibi görülebilecek bir çevresel meydan oku­ olmadıklarını ifade eder.
ma oluştururlar. Toplumların birbirinden çok farklı yaşam şekilleri, ev­
Bunların ötesinde bir başka olgu somatik mutasyon- rimsel olarak yeni toksinlerle karşılaşma riskinde, bazı
ları teşvik eder: en azından bakterilerde, SOS yanıtı adı kanserlerin dağılımındaki değişikliklerde ifadesini bulan
verilen ve stres altında iken mutasyon hızını arttıran bir değişkenliği doğurur. Pipo içme daha çok dudak ve dil
mekanizma vardır. Böyle bir yanıtın uyum gücü açısın­ kanseri ile ilişkili iken, sigara içme akciğer kanseri ile ilişki­
dan yaratacağı avantaj göz önüne getirilebilir ve benzer lidir. Tütün çiğneme ağız kanseri riskinin artmasına neden
yanıtların stres altındaki ökaryotik hücrelerde de ortaya olur. Et tüketiminde artış ve diyetle alınan liflerde azalma
çıktığına ilişkin bazı kanıtlar vardır; örneğin genişleyen bir kolon kanseri ile ilişkilendirilmiştir. Yüksek derecede tuz­
klonun merkezinde ortaya çıkabilecek hipoksi koşulların­ lu, turşu şeklindeki besinler mide kanseri ile ilişkili olarak
da ilave mutasyonlar damar oluşumunu hızlandırabilir ve görülmüştür ve AvrupalIlarda son birkaç onyıldır görülen
klonun daha da gelişmesini sağlayabilir. Kanserle ilişkili mide kanseri sıklığındaki azalmanın, tuzlu turşu şeklinde­
bazı başka mutasyonlar hücre çoğalmasını ve yaşlanma­ ki besinlerin ahırımdaki azalmaya bağlı olduğu öne sürül­
sını ilgilendirmektedir. müştür. Fazla miktarda alkol tüketimi özofagus ve mide
Avantaj sağlayan mutasyonların "başarılı" kanserlerde kanseri ve olasılıkla meme kanseri ile ilişkilidir.
zaman içinde birikime uğradığını gösterir kanıtlar bulun­
270 EVRİMSEL İLKELERİN TIP PRATİĞİNE UYGULANMASI

Patoloji M u ta n tg e n o tip
kazanımı
Norm al kolorektal epltel

"O" O "O
APC
A beran kriptik odaklar
displastlk kriptler
RAS

O O +

DCC

0
DPC4
10-40 yıl

JV-18

NFİ GAP

+
o Şekil 11.2 Kolorektal kanserde çoklu
mutasyonların birikimi. Soldaki sütun
P53
In situ kanser histopatojik gelişimi, sağdaki sütun
Invaziv kanser NM53 ise tanımlanmış genetik değişimleri
göstermektedir. (Greaves M (2000)

'’J ' O O Cancer: the Evolutionary Legacy. Oxford


University Press, Oxford'dan izin alınarak
ve değiştirilerek aktarılmıştır.)
M etastaz

11.6.2 Yaşam öyküsü özellikleriyle ilişkiler daha çoğu tam olarak malign oluşumlara dönüşürler. Bu­
rada, mikroevrimsel süreçlerin birikici doğası ile benzerlik
Bazı neoplaziler belirli plastisite dönemleriyle ilişkilendiri- açıktır.
lebilirler ve bu bazı kanserlerin yaş dağılımını açıklar, ö r­ Meme kanseri üreme davranışını etkileyen kültürel de­
neğin, böbreğin Wilms tümörü veya kasa ait rabdomiyo- ğişimlerin hastalık riskini etkilemesine bir örnektir. Yüzyıl­
sarkom gibi yaşamın erken dönemlerinde prolifere olan lardır evlenmemiş kadınların meme kanserine yakalanma
dokuların tümörleri genel olarak çocukluk çağı tümörleri olasılığının daha yüksek, ancak cinsel birleşme ile bulaşan
olarak ortaya çıkarlar. Bir kemik tümörü olan osteosar­ papilloma virüsü enfeksiyonunun indüklediği serviks kan­
kom genel olarak ergenlik dönemi civarındaki hızlı kemik
serine yakalanma riskinin düşük olduğu bilinmektedir.
büyümesi döneminde görülür. Buna karşılık, kolon kan­
Evlenmemiş kadınlar ergenlik çağına ulaşmalarından me­
seri gibi pek çok epitelyal kanser riski bireyler yaşlandıkça
nopoza kadar hiç kesintiye uğramayan, östrojen ve pro­
artar, çünkü bu dokular yaşam süresince yenilenirler ve
gesteron değişkenliği döngüsü ile karakterizedirler ve hiç
çoklu mutasyon riski yaş ile birlikte artar (Şekil 11.2).
süt vermemişlerdir. Bir kadının çocuk sayısı ne kadar fazla
In situ kanser, invaziv bir kanseri oluşturmak üzere
ise meme kanseri riski o kadar azdır. Bir avcı-toplayıcı ka­
mutasyonların birikim sürecinin başladığı, ancak gereken
dının yaşamı boyunca, gebelik ve emzirme dönemleri ile
bütün mutasyonların henüz ortaya çıkmadığı kanser ön­
kesintiye uğradığı için, sadece 150 kadar menstruel dön­
cesi bir lezyondur. İlerleyen yaşla birlikte, ortaya çıkacak
güsü olabilirken, modern bir batılı kadın 500 döngüye
ilave somatik mutasyon riski artar. Meme ve prostat orta
sahiptir. Dolayısıyla bu iki kadının hormonlarla karşılaşma
yaşlarda in situ kanser görülme sıklığının yüksek olduğu
biçimleri birbirinden farklıdır. Bunun sonucunda, modern
iki dokuyu temsil eder ve bireyler yaşlandıkça bunların
EVRİMSEL PERSPEKTİFLER VE KANSER 271

kadının süt kanalları epiteli üzerinde östrojen ve proges­ de doku büyümesi ve tamiri için bir uyum avantajı sağ­
teron tarafından oluşturulan ve süt üretimi ve laktasyon lar, ancak yaşamın sonraki dönemlerinde neoplazi riskini
tarafından kesintiye uğratılmayan, sürekli bir prolifératif arttırır.
stres vardır. Laktasyonun kendisi süt kanalları epitelinin
kaybedilmesine ve yenilenmesine yol açarak somatik
11.6.3 Kanser ve evrimsel güçler savaşı
mutasyonlara uğramış hücreleri uzaklaştırır. Kadınların
bebeklerini sadece sağ memeleriyle besledikleri bir Çin Bazı kanserlerin yavaş seyirli, kronik hastalıklarla ilişkisi
toplumunda kanser sol memede daha sık görülür. Bu da vardır. Kaposi sarkomu AIDS ile, hepatokarsinom hepatit
epitel hücrelerinin süt içinde kaybedilmesinin gerçekten B ile ve serviks kanseri insan papilloma virüsü ile ilişkilidir.
koruyucu olduğunu gösterir. Değişen yaşam koşullarını Bu ajanların insan immün sistemini aldatacak yetenekleri
ve evrimsel yenilikleri yansıtan, daha zayıf kanıtlarla des­ vardır ve hücre proliferasyonu ve inflamasyona yol açarak
teklenen başka faktörler de bulunabilir. Modern sütçülük kanseri tetiklerler.
sistemlerinde sütün büyük bir bölümü yeniden hamile Koriokarsinom plasentadan köken alan, anayı işgal
kalmış sığırlardan elde edilir ve dolayısıyla süt yüksek se­ eden ve metastaza yol açan alan nadir bir kanserdir.
viyelerde progesteron ve ostrojen içerir; süt tüketimi ile Plasenta, anadan farklı bir genoma sahip olan, gebelik
gelecekte meme kanseri olma riski arasında ilişki olduğu­ materyaline ait bir dokudur. Ancak plasentalı memeliler
nu düşündüren veriler vardır. Hormon-replasman tedavisi fetoplasental ünitenin immünolojik olarak reddedilmesi­
yumurtalık hormanlarının döngüsel etkinliğini menopoz ni önlemek için mekanizmalar geliştirmişlerdir ve aslında
sonrasına uzatır. Bisphenol A ve bazı başka plastikleştirici insanın hemokorial plasentasında gebelik materyaline
bileşikler, bazı böcek ilaçları, doğrudan veya bazı meta- ait dokuların plasentayı oluşturmak üzere ananın kan
bolitleri nedeniyle, ostrojenik veya anti-androjenik olabi­ damarlarını işgal etmesi gerekir. Dolayısıyla plasentaya
lirler. Bir başka faktör, beslenme düzenimizdeki belirgin ait trofoblastik hücreler partiküler yüzey özellikleriyle
değişikliklere bağlı olarak, insüline benzer büyüme faktö­ anada güçlü bir immün yanıt oluşturmazlar. Zaman za­
rü 1 düzeylerinin artmış olması ve bu nedenle mutasyona man plasenta hücreleri otonom hale gelir ve doğum sı­
uğramış hücrelerin klonal genişlemesi üzerinde daha az rasında atılmazlar. İmmünolojik olarak ret edilmemeleri,
baskı bulunmasıdır. Birçok kanser ileri yaş hastalığıdır. Bö­ esas olarak invazif karakterlerinin de katkısıyla fetüsün bir
lüm 5'de tartışılan yaşlanmanın sonuçlarından birisi tamir "parazit"olarak büyümesine ve koriokarsinom adı verilen
mekanizmalarına yatırım kapasitemizin giderek azalma­ parasitik bir tümörün oluşmasına izin verir.
sıdır. Bu yaşlanmanın "tek kullanımlık soma" modelidir ve
DNA tamir kapasitesinin gerçekten yaşla azaldığına dair
11.6.4 Demografik tarihçe
deliller vardır; bu yaşla birlikte artan kanser riskinde rol
oynayabilir. Genetik faktörler belirli kanserlerin coğrafik ve ailesel
Diğer taraftan basitçe, çevresel mutajenlerle karşılaş­ örüntülerini açıklayabilir. Örneğin, sigara içmeyenlerde
ma riskinin kümülatif olarak artacağı göz önünde tutu­ görülen akciğer kanseri Çinli toplumlar arasında yaygın­
larak, daha uzun yaşamanın daha fazla spontan somatik dır ve epidemial büyüme faktörü reseptörünü aktive edi­
mutasyona izin vereceği ileri sürülebilir. Beklenen yaşam ci bir mutasyonla ilişkilendirilmiştir.Tek başına bu mutas-
süremiz önceki 150.000 yıl boyunca görece sabit kaldı­ yon kanser oluşturmak için yeterli değildir, ancak kanse­
ğı halde, son birkaç yüzyılda dramatik olarak artmıştır. rin oluşması için gerekli mutasyonların sayısını azaltır, do­
Bu, yaşadığımız çevrede bizi daha fazla mutajenle karşı layısıyla pişirme ve ısınma için yakılan odun veya kömür
karşıya bırakan belirgin değişikliklerle birlikte, kanser ve dumanının solunması gibi, çevresel faktörlerin etkisinde
yaşlanma arasındaki ilişkiyi açıklayan, basit bir stokastik kalma sonucu ortaya çıkan riskleri yükseltir.
model ortaya çıkarır. Diğer ailesel kanserler DNA tamirini etkileyen genler­
Kök hücrelerin dokularda neoplastik potansiyelleriyle le ilgili olabilir; örneğin p53, DNA tamirini başlatan veya
varlıklarını sürdürmeleri antagonistik pleiotropi için bir stres altında proliferasyonu durduran, hücre içi sinyal
örnektir: kök hücrelerin varlığı yaşamın erken dönemin­ olarak önemli bir rol oynayan hücresel bir proteindir. Mu-
272 EVRİMSEL İLKELERİN TIP PRATİĞİNE UYGULANMASI

tasyona uğramış, işlevsiz p53 geni taşıyan farelerde rad­ belli bir düzeyde, gelişimsel plastisite veya bozukluklarla
yasyon gibi çeşitli DNA stresörleri etkisinde daha yüksek hastanın fenotipini etkileyebilecek gelişim öyküsünün,
oranda kanser görülür. Nadir olan p53 mutasyonlarının döllenmeden itibaren ele alınarak değerlendirilmesi
ailesel kalıtımı sarkom, meme kanseri ve diğer kanserlerle gerekir. Nihayet, birkaç düzeyde değerlendirilebilecek
ilgili yüksek riske yol açar. evrimsel öykümüz vardır. Yaklaşık 4 milyar yıllık biyolojik
BRCA1 geninin meme kanseri ile Ilişkilendirilmiş birçok evrimin bütünü; türümüzün evrimleştiği 160.000 yıl ön­
mutasyonu vardır. Askenazi yahudileri genel olarak başka ceden bu yana insanın biyolojik ve kültürel evrimi; ata­
populasyonlarda bulunmayan iki mutasyondan birisine larımızın yerleşik düzene geçtikleri ve tarımı keşfettikleri
sahiptirler ve bu durum bir kurucu etkisini akla getirir. (toplumdan topluma değişmek üzere) 10.000 ile 200 yıl
BRCA1 mutasyonları oldukça yaygındır ve meme kanse­ öncesinden bu yana olan öykümüz; ve soy hattımızın ilk
ri riskini belirgin biçimde yükseltirler. Bu mutasyonlar, ya temsilcilerinin daha yakın öyküsü (örneğin onların etnik
bilinmeyen bir heterozigot avantajı İle (pek olası olmasa
ve kültürel öyküleri). Tıbbi öyküye bütünleşik yaklaşım
da) ilişkili olduklarından ya da basit olarak hastalık üreme
bunların tümünü kapsamalı ve özellikle son iki düzeyde­
gerçekleştikten sonraki yaşlarda ortaya çıktığından, çok
ki öykülerin katkılarına, sosyal ve aile öyküsünün genel
az veya hiç uyum gücü dezavantajı yaratmadığından, za­
olarak yapılandan daha kapsamlı değerlendirilmesiyle,
rarlı olmalarına rağmen varlıklarını sürdürmektedirler.
gereken önem verilmelidir.

11.7 Hastalığı evrimsel bakış açışından 11.7.2 Klinik bulguların ve semptomların evrimsel
anlamak değerlendirmesi

11.7.1 Tıbbi öykü Evrimsel bakış açısı, hastanın semptom ve bulgularının


kaynağı ve öneminin anlaşılmasına önemli katkılarda bu­
Tıbbi bir problemi değerlendirirken yararlı bir yol hastalı­
lunabilir: bunların pek çoğu hastanın karşılaştığı duruma
ğın öyküsünü 3 düzeyde ele almaktır. Bunlar:
karşı evrimleşmiş ve uygun bir yanıtı temsil ederler ve
• Yakınmanın/hastalığın öyküsü (klasik tıbbi öykü) bu değerlendirme semptomların ortadan kaldırılmasına
• Döllenmeden itibaren bireyin öyküsü (gelişimsel yaklaşım konusunda ip uçları verir.
öykü) Enfeksiyonların, alt solunum yolu enfeksiyonlarında
• Bireyin soyunun ve H. sapiens'in öyküsü (evrimsel öksürük, soğuk algınlığındaki sekresyon veya gastroen-
öykü) terit ile ilişkili ishal ve kusma gibi, pek çok sonucu işgalci
Geleneksel tıbbi değerlendirme, hastanın ilk fark ettiği organizmayı uzaklaştırmaya yönelik çabalar olarak değer­
ve o anda görülen belirtilerin analizi ile başlar. En azından lendirilebilir. Örneğin, bazı durumlarda öksürüğü baskıla-

Kutu 11.3 Tıbbi öykünün evrimsel bakış açısıyla değerlendirilmesinde önemli


olabilecek elemanlar
o Adetler ve davranışlar
• Yaşam şekli
o Bireyin ait olduğu sosyal ağ ve grubun şartları
• Besin, beslenme ve enerji dengesi
• Diğer çevresel etkilenimler • Toplumsal öncülerin öyküsü (genetik, sürüklenme,
• Toplumun kültürel evrimi izolasyon ve göç bilgilerini kapsamak üzere)
• Hominin kladının öyküsü (çevremizin nasıl değişti­
o Gelenek ve inanç
ğinin değerlendirilmesiyle birlikte)
ÖNLEME VE TEDAVİ 273

manın solunum yolu hastalığının daha uzun sürmesine akut, hem de kronik hastalıklar benzer biçimde anksiye­
yol açabileceğine dair kanıtlar vardır. Ancak, bu evrimleş- te ve depresyona neden olabilir. Bu duygusal durumların
miş mekanizmaların kendileri, örneğin ağır gastroenterit- uygunsuz biçimde abartılması, onları hastalık veya iyileş­
le ilişkili dehidratasyon gibi, uygunsuz derecede ciddi ve meyi ve rehabilitasyonu yavaşlatan bir uyum bozukluğu
uyumu tehdit eder hale gelirse, tıbbi tedavi gerekli olur. haline getirebilir.
Halsizlik sıklıkla enfeksiyona eşlik eden bir durumdur ve
enerjinin immün sistemi desteklemek üzere yönlendirildi­
ği hastalık halinde, iş yükü ve enerji kullanımını azaltmak, 11.8 Önleme ve tedavi
sosyal ilişkileri sınırlamak üzere evrimleşmiş bir uyum ola­
bilir. Enfeksiyon hastalıkları sırasında yapılan ağır egzersi­ Evrimsel boyut, hastaya daha bütünleşik yaklaşımın de­
zin konakçı için zararlı olduğuna dair deneysel bulgular ve ğerli bir bileşenidir. Hastayı bütün tıbbi öyküleri içinde
bazı anekdotal insan verileri bulunmaktadır. değerlendirmeden onun şikâyetleri ve olası sağaltım
Enfeksiyon yaygın olarak ateşle birlikte seyreder ve yolları hakkındaki anlayışımız sınırlı olacaktır. Açık olarak,
bunun da bir koruyucu işlev nedeniyle seçilmiş olması dikkatimizin büyük bir bölümü yakınsak nedenlere yö­
olasıdır. Kertenkeleler enfekte olduklarında daha sıcak nelik yaklaşımlara odaklanacaktır, fakat seçilecek girişim
bir ortama giderler ve her ne kadar bazı bakteriler vücut evrimsel değerlendirmeler tarafından etkilenebilir. An­
sıcaklığının yükselmesine neden olan toksinler salgıla- cak, hasta bireyin ötesinde, evrimsel bakış açısı özellikle
salar da, bu durumun ateşlenmenin enfeksiyonun basit toplum sağlığı stratejilerinin kurgulanmasında ve değer­
bir sonucu değil, ona karşı savunma mekanizmalarının lendirilmesinde önemli katkılar sağlayabilir.
bir parçası olduğunu düşündürmektedir. Bu konudaki Enfeksiyona sahip pek çok insanda, sitokinlerce yön­
geleneksel bir düşünce, ateşin bakterilerin çoğalma yete­ lendirilen hücre içi ve hücre dışı demir sekestresyonuna
neğine karşı koyabildiği, ancak bakterilerin sahip olduk­ bağlı, demir eksikliği anemisi vardır. Sonuçta ortaya çıkan
ları çok hızlı çoğalma yeteneği sayesinde, enfeksiyonlar serbest demir konsantrasyonu mikrobik büyüme için
sırasında ortaya çıkan 1-3 derecelik sıcaklık değişimleri­ gerekenden birkaç kat daha azdır ve bu durum bakteri
ne seçici olarak yanıt verebildikleri şeklindedir. O halde üremesini durduran (bakteriyostatik) bir hücre dışı ortam
ateşin uyum avantajı nedir? Hücresel proteinlerin büyük yaratır. Demir takviyesiyle tedavi edilen bazı bireylerde
bir oranı, hücre yüksek sıcaklıklarla karşılaştığında uyarıl­ enfeksiyonun alevlendiğine ilişkin kanıtlar vardır. Geliş­
dıkları için bu adı almış olan "ısı şoku proteinleri" olarak mekte olan ülkelerde, çocuklara demir takviyesi verilmesi
bilinirler. Bu grupta çok sayıda fonksiyonları olan, çeşitli sıtma ve ishal gibi bazı hastalıkların seyrini kötüleştirebi­
proteinler yer alır. Bir hücrede ısı şoku proteinleri, savun­ lir. Bu durumda, kronik enfeksiyon yükünün bulunduğu
ma mekanizmaları içinde rol oynayan glukokortikoidlerin hallerde bağıl anemi koruyucu olabilir. Dolayısıyla, demir
kontrolünde rol oynayanlar gibi, bir dizi genin transkrip­ verilmesi kararı hastanın bütün yönleriyle anlaşılmasını
siyonunda önemlidirler. Yeni çalışmalar ısı şoku proteinle­ gerektirir ve anemi şeklinde ortaya konulan bir savunma
rinin dolaşıma da salgılanabildiğim ve doğal ve uyumsal mekanizmasını etkisiz hale getirebilir.
immün sistemleri indükleme yetenekleri nedeniyle güçlü Menopoz sonrasında kadınlarda hormon-replasman
antibakteriyel etkiye sahip olduklarını ortaya koymuştur. tedavisinin yeri konusunda devam eden tartışmalar ev­
Dolayısıyla ateş yanıtı, immün sistemi uyarmak üzere ısı rimsel bakış açısının yararını ortaya koyabilir. Menopoz
şoku proteinlerinin ekspresyonu üzerinden işleyen ev­ sonrasında kadınların eşey steroidlerine maruz kalmala­
rimleşmiş bir savunma mekanizmasının parçası olabilir. rının evrimsel olarak normal bir durum olmadığı açıktır.
Onuncu bölümde, anksiyete ve depresyon gibi duygu­ Buna ek olarak, çağdaş kadının menopoz öncesinde öst-
sal durumların, bireyin korku, kayıp, sosyal grup içindeki rojen ve progesteronun etkisinde kalma örüntüsü evrim­
çekişmeler veya grup dinamiklerindeki değişikliklere kar­ sel tarih boyunca etkin olandan çok farklıdır. Kadınların
şı evrimleşmiş bir yanıtı olabileceğini tartıştık. Rahatsızlık eskiden daha kısa yaşam süreleri ve birbirinden 2-4 yıllık
belirtileri grup içinde destek yanıtını başlatabilir. Hem emzirme dönemleriyle ayrılmış daha fazla gebelikleri var­
274 EVRİMSEL İLKELERİN TIP PRATİĞİNE UYGULANMASI

dı. Şimdi kadınların bir veya iki çocukları, göreceli olarak Bölüm 9'da bakteriyel direncin gelişimini tartıştık. Tıp­
kısa (sıklıkla, önerilen 6 aydan da kısa) emzirme dönem­ ta ve tarımda antibiyotiklerin yaygın kullanımı direnç ge­
leri, dolayısıyla yaşamları boyunca çok farklı bir hormonal lişimini destekler. Metisiline dirençli Staphylococcus aure­
etkilenmeleri söz konusu. Hormon-replasman tedavisinin us ve çoklu ilaç direncine sahip tüberküloz gibi etkenlerin
daha yüksek meme kanseri riski ile ilişkili olduğuna dair ortaya çıkması toplum sağlığı açısından ciddi endişe kay­
kanıtlar evrimsel bakış açısından beklenmedik bir du­ nağıdır. Doktorlar ve çiftçiler tarafından antibiyotiklerin
rum değildir. Bu nedenle, menopoz sonrasında hormon- uygunsuz kullanımı bakterilerin bu güçler savaşını kazan­

replasman tedavisi sadece ciddi psikolojik veya diğer sağ­ malarının başlıca nedenidir.

lık nedenlerinin bulunduğu hallerle sınırlandırılmalıdır.


Yardımcı üreme teknolojilerinin kullanımındaki artış­
lar teknolojik gelişmelerle birlikte, kadınların ilk çocukla­ 11.9 Tıpta evrimsel bakış açısının meydan
rına sahip olma zamanlarını giderek ertelemelerine ne­ okumaları
den olan sosyal gelişmelerle de ilgilidir. Ancak, yardımcı
üreme tekniklerinin sakıncaları yok değildir; zorlayıcıdır, İnsan davranışını anlamak söz konusu olduğunda pek çok
insan, biyolojik ve evrimsel bakış açısının değerini sor­
ana-baba için duygusal yükler taşır ve pahalıdır; sonuç
gulamak için sosyolojik ve kültürel argümanları kullanır.
komplikasyonları ile birlikte daha fazla ikiz veya çoklu ge­
İnsan davranışının sadece öğrenilmiş bir yapıdan daha
belik içerir, nadir de olsa çocuklarda daha fazla genetik
fazlası olduğunu kabul etmekte zorlanırlar ve "yüksek"
kopyalanma hatası görülür. Evrimsel bakış açısından, üre­
kapasitelerimizin, insanların davranışlarının pek çok yönü
me yeteneğinin azalması ve infertilitenin psişik etkileri
üzerinde kontrol sahibi olmalarını sağladığını savunurlar.
kaçınılmazdır; bu durumda daha doğru yaklaşım kadınla­
Evrimsel bir görüş ileri sürmeye gerek görmezler. Gerçek­
rın bu durum hakkında eğitilmeleri ve toplumun kadınla­
te böyle yapmanın, şiddet, cinsel istismar gibi kabul edi­
rın kendi hedeflerine ulaşmaya çalışırken, biyolojik olarak
lemez davranışlar için biyolojik mazeretler üretebileceği­
daha avantajlı yaşlarda çocuk sahibi olabilmelerine ola­
ni ve dolayısıyla evrimsel yaklaşımın insanlık çabasının
nak sağlayacak yapıları geliştirebilmesi olmaz mı?
değerini düşüreceğini ileri sürerler.
Şişmanlık salgını küresel bir sorundur. Daha iyi bes­
Ancak, insan davranışının kendisi önemli bir evrimleş­
lenme ve daha fazla egzersizin teşvik edilmesi gibi basit
miş karakterdir. Onuncu bölümde tartışıldığı gibi, görece
tedbirlerin sonucu hayal kırıklığı yaratmıştır. Bunun için
küçük sosyal gruplarda yaşamaya uygun şekilde evrim­
evrimsel olarak kaçınılmaz nedenler vardır. Tatlı ve tuzlu
leşmiş bir sinirsel araç setini temsil eder. Evrimleşmiş bi­
tatlara sahip besinleri beğenmek üzere evrimleştik ve
lişsel ve duygusal kapasitelerimiz ve özellikle ileri akıl dü­
modern besinler bu beğenilere uygun olarak tasarlan­
zeyimiz, bireylerin yaşadıkları gruplara uyum sağlamasını
mıştır. Dahası, (Bölüm 4 ve 8 'de özetlendiği gibi) beslen­
ve ortak biyolojik doğamızın üstünün, değişen kültürel
me yönünden uyumsuz insanlarda zayıf iştah kontrolü,
davranışlar ve beklentilerle örtülmesini olası kılar. Bu ileri
azalmış kas kitlesi, ve azalmış enerji harcanması yanında,
derecede başarılı genelci bir tür olmamızı sağlamak üzere
iç organlara yönelik yağ birikimine yatkınlık gibi özellikle­
teknolojiyi kullanma yolumuzdan farklı değildir: teknoloji
ri ortaya çıkaran gelişimsel yollar bulunmaktadır. Bunlar
silahlar yanında ateş ve giysileri, ve tarımı geliştirme ve
evrimleşmiş uyum süreçleridir ve erişkin yaşam biçimine
şehirleri inşa etme kapasitesini ortaya çıkarmıştır.
yapılan müdahaleler etkisiz kalabilir. Bir önleme programı
İnsan davranışı, türümüze farklı sosyal ve toplumsal
sadece obez erişkin veya ergenlere odaklanamaz, fakat
durumlara uyum sağlamada büyük bir yetenek sağlayan
daha etkin olarak fetal gelişimi optimize edecek girişim­
sinirsel bir taban ile desteklenmiştir. Ancak davranışsal
lerle başlamalı ve daha sonra beklenen ve gerçek çevreler
uyum yeteneğimizin sınırları vardır: bu sınırlar aşıldığında
veya yaşam biçimleri arasında bir eşlenmeyi özendiren akıl hastalıkları ve grup içinde yaşamda kabul edilemez
(örneğin emzirmenin teşvik edilmesi gibi) yaklaşımlarla davranışlar görülmeye başlar. Böyle bakıldığında davra­
sürmelidir. nışsal uyum yeteneği fenotipimizin diğer bileşenlerinden
SONUÇ 275

farklı değildir: genomik ve epigenomik kalıtım, gelişimsel Bozuk sağlık sıklıkla birey ve (fiziksel, enerjetik, sosyal
çevrenin, özellikle deneyimlerin plastik beyinle etkileşim­ veya mikrobiyolojik) çevre arasındaki uyumsuzluğun
leri tarafından oluşturulur ve güncel kişilerarası ilişkiler ve sonucudur. Bu uyum/uyumsuzluk nedeni olan evrim­
sosyal çevre tarafından daha da geliştirilir. sel süreçleri anlamadan bir hekim hastasını tam olarak
Evrimsel kavramlar sıklıkla inançla ilgili kavramla­ değerlendiremez. Toplum sağlığında esas olarak insan
rın karşısına konur. Sonraki bölümde tartışılacağı gibi, ekolojisine ilişkin konularla ilgileniriz: SARS (Severe Acute
Darvvin'in kavramlarına karşı olumsuz tepkiler kısmen Respiratory Syndrome) etkeniyle karşılaşma riski, küresel
bu kavramların, bir tanrısal güç tarafından tasarlanmış metabolik ve kardiyovasküler hastalık riskini körükleyen
insanların belli bir amacı bulunan özel bir tür olarak bu­ besinsel ve enerjetik faktörler ve duygusal ve davranışsal
lunduğu doğal dünya üzerine kurulu bir inanç sistemine bozukluk riskini artıran sosyal ve özel çevremiz gibi. Bun­
meydan okumaları ile ilgilidir. Böyle bir tepkiye gerek ların hiçbirisi, biyolojimiz üzerinde, aşıldığında sağlığın
yoktur. Hemen bütün büyük dinler evrimsel biyoloji ve etkileneceği, evrimsel sınırlamalar olduğu fark edilme­
inanç sistemleri arasında bir uyumluluk bulurlar. Bilim den anlaşılamaz.
ve dinin arayüzüne uygulanmış felsefi savlar bu kitabın Tıp esas olarak, bizi ne isek o yapanı anlamayla ilgilidir:
alanı dışındadır ve evrimin biyolojik çekirdeğini ve onun sağlıklı veya değil. Öte yandan, bu durum evrimsel tarihi­
insan sağlığı ve hastalıklarını şekillendirmedeki rollerini miz, gelişim öykümüz ve kültürel çevremiz tarafından be­
anlamanın önemine olumlu veya olumsuz herhangi bir lirlenir. Tümleşik yaklaşım tıp alanında muazzam yararlar
katkıları olmaz. Fakat bu tür konulara karşı duyarlılığın, sağlayacak ve uyarlanması için gereken çabaya fazlasıyla
evrimsel anlayışın hekim-hasta ilişkisinde kullanılmasının değecektir.
bir yolu olarak korunması önemlidir. Diğer alanlarda ol­
duğu gibi, hekimler hastalarının inanç sistemlerine karşı
gelmemeye özen göstermelidirler.

ANAHTAR NOKTALAR
11.10 Sonuç
• Tıp pratiği kötü sağlığı önlemek ve yönetmekle
ilgilidir. Diğer taraftan bu bireysel fenotipi
Biyolojimiz ve patolojimiz kısmen evrimsel tarihimiz ta­
ve hastalık riskinde değişkenliği belirleyen
rafından belirlenmiştir. Bu genotipimizi ve gelişimsel işa­
faktörlerin anlaşılmasını gerektirir.
retlere yanıt olarak fenotipimizi değiştirme yeteneğimizi
• Bir birey hastalık geliştirirken diğerinin
tanımlar. O fenotip de içinde yaşayabileceğimiz çevreleri
geliştirmemesi konusundaki anlayışımız
belirler. Ancak, belirli bir çevrede bütün bireyler aynı de­
risk değişkenliği ile ilgili evrimsel yolların
recede sağlıklı olamazlar, çünkü evrimsel süreçler uyum
değerlendirilmesiyle geliştirilebilir.
gücüne odaklanmıştır, sağlık veya uzun yaşama değil.
• Herhangi bir yaştaki insan fenotipi kalıtım ve
Kültürel evrimimiz (teknolojinin gelişimi ve toplum sal.
gelişimsel plastisitenin sonuçlarının birleşimden
yapımızdaki değişikliklerle birlikte) biyolojik evrimimizin
oluşur. Buna evrimsel öykünün önemli katkıları
izin verdiği biyolojik ve davranışsal uyum yeteneğimizin
vardır, ve dahası fiziksel, biyolojik ve sosyal çevre
sınırlarını giderek daha fazla zorlayacak çevreler yaratmış­
ile etkileşim de belirleyicidir.
tır. Teknolojiyi biyolojimizin sınırlarını test etmek ve onu
aşmak için tıp, biyomühendislik ve biyoteknoloji şeklinde • Seçilim, üreme uyum gücünü en üst düzeye
kullanıyoruz. Fakat evrimleşmiş yaşam seyrimizin bir par­
çıkarmaya çalışır, sağlık veya uzun yaşamı değil.

çası olan ve ölümle sonuçlanan dejeneratif süreçlerden • İnsan fenotipindeki hiçbir şey ileri bir amaç için
kaçamayız. Aslında, çok farklı stratejilere sahip birçok tür seçilmemiştir. Pek çok özellik geçmişte bir uyum
insanlardan daha uzun yaşam sürelerine sahiptirler: Kali- avantajı sağladığı için seçilmiştir.
fornia dikenli kozalaklı çam ağaçları binlerce yıl yaşarlar.
276 EVRİMSEL İLKELERİN TIP PRATİĞİNE UYGULANMASI

Ekokumalar Nesse, R.M., Stearns, S.C., and Omenn, G.S. (2006) Medicine
needs evolution. Science 311,1071.
Crespi, BJ. and Summers, K. (2006) Positive selection in the Stearns, S.C. and Ebert, D. (2001) Evolution in health and
evolution of cancer. Biological Reviews of the Cambridge disease: work in progress. Quarterly Review of Biology 76,
Philosophical Society 81,407-424. 417-432.
Greaves, M. (2000) Cancer: The Evolutionary Legacy. Oxford Stearns, S.C. and Koella, J.C. (eds) (2008) Evolution in Health
University Press, Oxford. and Disease, 2nd edn. Oxford University Press, New York.
Nesse, R.M. and Williams, G.C. (1996) Why We Get Sick: The Trevathan, W.R., Smith, E.O., and McKenna, J J. (eds) (2008)
New Science of Darwinian Medicine. Random House, New Evolutionary Medicine and Health: New Perspectives. Oxford
York. University Press, New York.
Nesse, R.M. and Stearns, S.C. (2008) The great opportunity:
evolutionary applications to medicine and public health.
Evolutionary Applications 1,28-48.
BÖLÜM 12

Kapanış: evrim, tıp ve toplum

Evrimsel biyoloji, biyolojinin temel düzenleyici prensibi karşı çıkan tek bilimsel keşif alanı olmamakla b irlikte-ö r­
olarak tanımlanmakta olup, bu kitabın amacı evrimsel neğin, Kopernik ve Galileo'nun astronomi keşiflerini alınız
ilkeleri dikkate almanın sağlık ve hastalık anlayışımıza - evrimsel biyolojinin doğası bazıları tarafından özellikle
neler katacağını göstermektir. Gerçekten de, evrimsel bi­ tehditkâr bulunmaktadır. Üçüncüsü, evrim kavramı yay­
yoloji molekül düzeyinden toplum düzeyine kadar olan gın olarak biyolojik sınırları dışında kullanılmıştır. Bu te­
kavrayışımızı tümleştirir, ıraksak biyolojik süreçlerin, tıb­ rim geniş biçimde siyasal bilimlerde, sosyolojide ve hatta
bın büyük bölümünün ilgilendiği biyoloji olan yakınsak endüstri tasarımında bile kullanılmıştır. Fakat bu metafo-
biyolojiyi nasıl yönlendirdiğini anlamamız için bir temel rik kullanım, mutlaka biyolojik süreçlerden ayrı tutulmalı­
sağlar. dır ve bu geniş kullanım sıklıkla yanıltıcı ve yanlış olabilir.
Evrimsel biyoloji, biyolojik bilimlerin sağlam ampirik Dördüncü olarak, zamanının çağdaş biyolojik düşüncele­
verilere dayanan ve tutarlı kavramsal temele sahip bir ri altında gelişen ojeni, hızla evrim biliminin suistimaline
alanıdır. Ancak, kamuoyunda sıklıkla yanlış anlaşılmış ve yol açan elementlerle anılır hale gelmiştir.
yanlış yorumlanmış olup, ilk gelişiminden bu yana tartış­
ma ve itirazların konusu olagelmiştir. Bu tepkilerin birkaç
nedeni vardır. Birincisi, kim olduğumuz konusundaki bazı 12.1 Toplum ve evrim
gizemleri ortadan kaldırır. İnsanın ortaya çıkışı konusunda
'neden var olduk'veya'yaşamın amacı nedir' gibi sorulara Evrim teorisi, insan ile doğal dünya arasındaki ilişki ve
gereksinim olmaksızın bir açıklama sağlar. Bunlar yerine "insan nedir?" sorusu hakkında nasıl düşündüğümüzü
insan doğasının önemli bir kısmını anlamak için biyolojik doğrudan etkiler. Bu sorulara materyalist yanıtlar bularak
ve materyalist bir yaklaşım ortaya koyar. Çoğu kişi için bu gizem düzeyini düşürmek tehlikelidir. Eğer insanlar ev­
durum düşünmeyi tetikler: bu insanların biyolojik robot­ rim sürekliliğinin bir parçası iseler, bu insan doğası, insan
lar olduğu anlamına mı gelir? Ya da insan kültürünün öğ­ düşüncesi ve insan kültürü hakkındaki hiçbir şeyin özel
renilen, moral/etik bileşenleri yok mudur? Gerçekten de, olmadığı anlamına mı gelmektedir? Moral ve etik düşün­
evrimsel biyolojinin bilim dünyasında bile tam olarak ka­ celerimiz evrim süreci tarafından biçimlendirilmiş hayvan
bulünü yirminci yüzyılın önemli bir bölümüne kadar en­ içgüdüleri ve sosyal davranışının bir karşılığından başka
gelleyen, biyolojik determinizme karşı kültürel determi­ bir şey değil midir? Eğer davranışlar evrimsel açıdan ta­
nizm duruşu olagelmiştir, ikinci olarak, Darvvin'in değişim nımlanırsa, bu durum amacı ve gönüllü amacın önemini
yoluyla türeme ve doğal seçilim düşüncesi, dinsel inancın yadsır mı? Bu tür konular oldukça tehdit edici olabilir ve
birçok formuna ve özellikle de yaradılışın tanrısal bir güç bazen bilimsel anlamı politik içeriğe sahip olmaktan uzak
tarafından tasarlanması düşüncesine meydan okumuş ve tutmak zordur. Belki de imkânsızdır; çünkü bilimin kendi­
hala da okumaktadır. Evrimsel biyoloji dinsel dogmalara si kültürel bir eylemdir.

277
278 KAPANIŞ: EVRİM, TIP VE TOPLUM

Kimileri insan düşüncesinin en yüksek işlevinin felsefi, evrimleşmiş kapasitesidir. Aksine, insan doğasının bazı
yani yaşamımızı, ne olduğumuzu ve kaçınılmaz ölümü­ daha zararlı ve kötü yönleri, birey ve sosyal gruba deza­
müzü sorgulama yeteneğimiz olduğunu ileri sürmekte­ vantaj sağlar görünse de, var olmaya devam etmektedir.
dirler. Bu iddia insanın bilinç sorunsalı ile yakından ilişkili Savaş ve soykırım gibi, tanık olunan davranışlarımızın
olup, sıklıkla, diğer hayvanların belli düzeyde bir bilinçlilik birçoğu, fedakârlığın baskın bir özelliğimiz olmadığını
haline sahip olabilmelerine karşın, kendi durumlarını de­ açıkça göstermektedir. Bölüm 10'da (moral, etik ve insan
ğerlendirme yetisi veya öz-farkındalığa sahip olduklarına duyarlılığı açısından) tercih edilmeyen bu davranışlardan
ilişkin hiçbir güçlü kanıta sahip olmadığımız düşüncesine bazılarının nasıl evrimleştiğini ve korunduğunu gösterdik.
kadar uzanır. Hayvanların kendi türünden bireylerin öl­ Fakat diğerleri, özellikle de sosyal bilimciler, davranışların
düklerini gördükleri zaman bile, kendilerinin de yok ola­ evrimsel kökenine karşı çıkarlar ve davranışın bütünüyle
caklarını algılayıp, algılamadıklarını bilmiyoruz. Filozoflar öğrenildiği varsayımını tercih ederler. Bu pozisyona karşı
asırlar boyunca insanoğlunun gerçekte kendi varoluşu biyolojik kanıtların oldukça açık olduğunu düşünüyoruz
hakkında objektif olup olamayacağını tartışa geldiler. Bu (Bölüm 10'a bakınız).
durum düşünme yetimizin uyumsal olup olmadığı, ev- Bu sorular karmaşık ve çok katmanlıdır. Bu sorular akıl­
rimleşip evrimleşmediği ve diğer insan karakteristiklerine da tutulmalıdır, ancak aksi takdirde evrimin türleşmedeki
benzer yollarla seçilip seçilmediği sorularını doğurur. Bü­ rolünü, Homo sapiens'in evrimini de içerecek şekilde ka­
yük bir beyine sahip oluşumuz, alet ve lisan kullanmamız bul etmeye hazır kişilerce, insanın durumunun tanımlan­
gibi tüm bu özellikler türümüzün evrimleşmiş yanlarıdır. masında evrimsel düşüncenin kabul edilmesine karşı bir
Sanat, şiir ve müzik gibi insan kazanımları türümüzün tehdit oluşturdukları da unutulmamalıdır. Bu kişiler, ya­
özellikleri olarak mı evrimleşmiştir, ya da bunlar doğal se­ şamlarımızın entelektüel, moral ve yaratıcı yönlerini de­
çilimin sınırları dışında geliştirebildiğimiz niteliksel olarak ğerlendirmeye başladığımızda evrimin çok az rol oynadı­
farklı şeyler midirler? ğını düşünürler. Fakat kültür üretme yeteneği, fedakârlık
Kültür geliştirme ve kullanma kapasitesi açıkça, grup davranışı ve grup yasalarının evrimimizin önemli nitelik­
içinde yaşamamıza olanak sağladığı ölçüde, türümüzün leri olduğu açıktır.

Kutu 1 2 .1 Müzik beğenisi evrimsel bir nitelik midir?

C h arles D arw in İnsan ın Türeyişi ve E şey e B ağlı Seçilim sosyal bağlılık işlevine sahip olabilir y a d a eşeysel
adlı e se rin d e “Ne m ü z ik ten h o ş la n m a , n e de m ü zik seçilim in etk isi altın d a bile olm u ş olabilir. E ğ e r ev rim
n o ta la rım y a ra ta b ilm e k ap asitesi in san için asg ari yoluyla seçilm iş ise, m ü ziğin g e n etik b ir te m e le sahip
y e te n e k le r a ra sın d a olm ad ığ ın d an ... b u n lar in sa ­ olm asın ı b eklem eliyiz ve tü m in san to p lu m ların ın
n ın sahip old u ğu özellikler a ra sın d a en gizem liler b ir çe şit m ü ziğe salpp old u ğu b ir g erçek tir, d o la­
o larak sıra la n m a lıd ır” ifadesiyle, b u n u n asıl açıkla­ yısıyla te m e l b ir ö n e m e sahip gibi g ö rü n m ek ted ir.
y acağ ı k o n u su n d a k ararsızd ı. Bu k o n u ev rim biyo­ Ek o larak , b eb ek ler ritim , yapı ve aralık açısın d an
lo g ların ın o z a m a n d a n bu y a n a ilgisini çek m ek ted ir. m ü ziğe çab u cak tep k i v erip h o şlan m ay ı öğ ren d ik leri
B azıları m elo d in in b eğen ilm esin i, sin ir sistem in in gibi, farklı d ü zen lere d eğiştirild iğ in d e bile n a ğ m e ­
dilde açık ça ö n e m li olan , yap ı alg ılam a ve sese yan ı­ leri a y ırt ed ebilirler. B u d u ru m bizi k u şlar gibi ses
tın b ir y an etk isi old u ğu n u ileri sü rerler. N örolojik- ve ‘şark ın ın ’ ön em li olduğu ve ay rıca açık ça u yu m sal
g ö rü n tü le m e işe k a rışan b eyin y ap ıların ın b en zer ö n e m taşıd ığı d iğer tü rle rd e n ay ırır g ö rü n m ek ted ir.
old u ğu n u d o ğ ru la m a k tad ır. A n cak b u d u ru m d a, D arw in ’in o r ta y a a ttığ ı m ü zik k on u su n d ak i gizem i
m ü zik b eğ en isin in çok az y a d a h iç u yu m sal d eğeri h en ü z çö zm ü ş gibi g ö rü n m ü y o ru z.
y o k tu r. A lte rn a tif olarak , m ü zik y ap m a y ete n e ğ i b ir
SOSYAL DARVVİNİZM, OJENİ VE POLİTİK DÜŞÜNCE 279

12.2 Din ve evrim güçlü kanıtlar açığa çıktıkça, özellikle modern moleküler
biyolojideki gelişmeler sonucunda, en köktenci'yaradılış-
Evrimsel biyoloji, biyolojik bilginin ve kavramların sağlam çılık'inancına sahip olanlar hariç, bu tartışma büyük ölçü­
bir bütünü olarak bir Tanrı ya da doğaüstü güce ihtiyaç de ortadan kalkmıştır. Bu kitap ilgili tartışmaları ayrıntılı
duymaz. Darwin'in 1859'da Türlerin Kökeni'ni yayınlama­ şekilde vermenin yeri değildir: bu başka yerlerde, özellik­
sından bu yana türleşme süreçleri ve doğal seçilimi kabul le de, Kuzey Amerikan mahkemelerinde oldukça ayrıntılı
edenler ile inanç sistemlerini katı biçimde benimseyenler biçimde tartışılmıştır. .
arasında anlaşmazlık ve tartışmalar süre gitmektedir. Dar­
win ve Wallace'a kadar Batı düşüncesinde "tasarım" kav­
ramı büyük ölçüde doğal teolojideki kullanımı ile sınır­ 12.3 Sosyal Darwinizm, ojeni ve politik
lıydı. Bu düşünce, tanrısal bir gücün herbir organizmayı düşünce
bir amaç için ve ekolojik nişine uygun özellikler taşıyacak
şekilde tasarladığını kabul etmekteydi. Darwin'in, dedesi Türlerin Kökeni'nm yayınlanmasından bu yana bir kavram
Erasmus Darwin ve Jean-Baptise Lamarck da dahil bir­ olarak evrim, gerek politik düşünce, gerekse de sosyal uy­
kaç selefi türlerin sabit olmadıklarını söylemelerine rağ­ gulamalar üzerinde büyük bir etkiye sahip olageldi. Orta­
men bu düşünceler pek taraftar bulmamıştı. Darwin ve ya çıkmış olan evrimsel düşüncenin bazı anlayış ve uygu­
Wallace'in katkısı, birbirlerinden bağımsız şekilde, evrime lamaları, günümüz bakış açısından, oldukça tartışmalı ve
sebep olan mekanizma olarak doğal seçilimi önermele­ hatta iticidirler. Ortaya çıktıkları tarihsel bağlam içersinde
ridir. Darwin'in kendisi erken dönem eserlerinde insanın anlaşılmalıdırlar.
evrimine odaklanmadığı halde, kişisel olarak bunu insanı Evrimsel bakışın tartışmalı anlayışları, en başına ka­
da kapsayacak şekilde genişletmekte bir sorunu yoktu ve dar, yani hızlı sosyal değişim ve sınıf çatışması ile kuşa­
daha sonraki dönemlerde bu konu üzerinde açıkça yaz­ tılmış çalkantılı bir toplum olan erken Viktorya Dönemi
mıştır. Ömrünü bir spiritüalist olarak tamamlayan Wallace Britanya'sına kadar geriye götürülebilir. Düşünürler, sos­
ise, insan ruhunun bir yaratıcının müdahalesine ihtiyaç yal bir gerileme olarak gördükleri bu durum için bir açık­
duyan bir "özel yaratılış" konusu olduğu kanısını taşımış­ lama aradılar. Darwin, kendi biyolojik teorisinin politik
tır. felsefe ve din üzerindeki etkileriyle ilgili tartışmalardan
Darwinist düşünce ile din arasındaki çatışmanın kal­ uzak kalmaya çalışırken, diğerleri - filozoflar ile politik ve
binde, aktif bir "tasarlayıcı" yaratıcı ihtiyacı yer almıştır. sosyal aktivistler - onun düşüncelerini seçilim ve evrim
"Katı" Darwinist duruşun özü, bir kez yaşam açığa çık­ metaforlarının dönüşmesi sürecinde kendi felsefelerine
tığında mutasyon, sürüklenme ve seçilim süreçlerinin dayanak yaptılar.
türlerin çeşitlenmesine yol açacağı ve zaman içinde çev­ Şimdilerde yaygın biçimde Darwin ile ilişkilendirilen,
resel nişleri ile oldukça uyumlu karmaşık organizmaların güçlü olanın hayatta kalması terimi, toplum felsefecisi
gelişeceğiydi. Aktif bir tasarlayıcı yaratıcının varlığını öne olan Herbert Spencer tarafından kullanılmıştır. Denetim­
sürmek ihtiyacı bulunmamaktaydı. Birçok bilim insanı, siz kapitalizmin sıkı bir destekçisi olan Spencer, yaşam
din ve inanç ile biyoloji konularının birbirinden bağımsız için savaş ve doğal seçilim yoluyla hayatta kalma Darwi­
oldukları, ancak uzlaşmalarının mümkün olduğu şeklinde nist yaklaşımlarını aldı ve Britanya'daki farklı sosyoeko­
bir duruş benimsediler. Gerçekten de, günümüzde birçok nomik durumda olan insanlara uyguladı. Alman filozofu
bilim insanı dini inançlara sahiptirler ve bir tanrıya inan­ Nietzsche, güçlü olanın hayatta kalması biyolojik meta-
mak ile evrimsel biyolojiyi bütünü ile kabul etmek arasın­ forunu genişletti ve bireyler arasında bencil davranışların
da bir çelişki görmezler. Diğerleri ise inancı doğaüstü ve ve hatta şiddetin mantıklı olduğunu ve liyakata dayalı
özellikle de organize dini kültürel bir olgu olarak görürler. bir yönetim sisteminin (meritokrasinin) oluşumuna yol
Çoğu din, bilimsel bilgiyi kendi inanç ve teolojileri içine açabileceğini kabul etti. Malthuscu tartışmalar Darwinist
yedirme tehdidine boyun eğmiştir: örneğin günümüzde düşünce süreçlerini tetikledi ve Sosyal Darwinciler Malt­
Roma Katolik Kilisesi evrimsel biyolojinin kendi inançları huscu iddiaları güç sahibi bir süpermen lehine savunma
ile çatışmadığını kabul etmektedir. Evrimsel bilimler için geliştirmekte kullandılar. Evrimsel düşünce diğer bir Al­
280 KAPANIŞ: EVRİM, TIP VE TOPLUM

man politik filozofu olan Karl Marx'a da ilham kaynağı rak açığa çıkan öjenist hareketler tarafından kabul edildi.
oldu. Spencer'ın aksine, teorisiyle yirminci yüzyılda ko­ Öjeninin kökeni orta sınıf reformistlerin ben-merkezci
münist devrimler ve sosyalist toplumlara ilham kaynağı bakış açısından kaynaklanmış gibi görünse de, aslında sa­
olan Marx, üretim araçlarının yeniden dağıtımı yoluyla bir mimi bir toplumu geliştirme istencinin sonucuydu. Bazı
sosyal değişimi savundu. Darwin ve Marx haberleştiler. ülkelerde 'sosyal' ya da 'ırksal' hijyen olarak bilinen öjeni­
Marx evrim fikrini ve açıkça doğal dünyayı anlamada bir nin etkisi altında, üremesi sakıncalı görülen kişilerin ('geri
devrime yol açacak rolünü hevesli bir şekilde kabul etti. zekalılar'; suçlular; ruhsal veya başka bir hastalığı olanlar
Darwin'in çalışmasının kurulu düzeni değiştirmeye etkisi veya sadece fakir olanlar) toplanmaları ve hatta bazı ül­
ile kendi devrimci düşünceleri arasında paralellikler gör­ kelerde kısırlaştırılmalarını da içeren halk sağlığı uygula­
dü ve Darwin'in dine meydan okumasını fark etti. Diğer maları ve sosyal önlemler devreye sokuldu, iddia, sadece
yandan Marx Malthuscu düşünceye şiddetle karşıydı ve (sosyal avantaj ve zenginlikle tanımlanan) en iyilerin üre­
kendisi de sıklıkla evrimsel analojiler kullanmasına karşın, mesinin gerektiği, böylece toplumun gelişeceğiydi. Nor­
Sosyal Darwincileri açık şekilde kınamaktaydı. malde, bireyin vücudu ve özgürlüklerine yapılacak böyle
On dokuzuncu yüzyılın sonlarında, Rus Pyotr (Peter) ciddi bir müdahaleyi aşırı ve totaliter rejimlerin bir niteli­
Kropotkin'in öncülüğünde ortaya çıkan daha soldaki ği olarak görmemize rağmen, ojeni politik yelpazede ve
anarşist akımlar evrimsel tartışmalarla daha doğrudan farklı toplumlarda popülerdi. Örneğin, kısırlaştırmaya izin
ilişkiliydiler. Anarşistler evrimin yönünün ileriye doğru ol­ veren bir yasa ilk kez Almanya'da 1932 yılında Nazilerin
duğu düşüncesinden hareketle, insanın bütün türlerin en iktidara gelmesinden önce hazırlandı; ve Herbert George
gelişmişi olduğunu, evrimin bu en yüksek formunun ça­ Wells'ten George Bernard Shaw'a kadar halka mal olmuş
tışmadan çok fedakârlık ve işbirliği üzerinden şekillendi­ birçok ünlü Britanya'lı öjenist öğretiyi benimsemiş olsa
ğini ve işbirliğinin evrimsel bir güç olduğunu ileri sürdü­ da, Britanya'da böylesine aşırı uygulamalar hiçbir zaman
ler. Kropotkin seçilimin fiziki dünyaya karşı bir kavgadan başarılı olmadı.
kaynaklandığına ikna oldu ve seçilimin aynı türün üyeleri Bu ben-merkezci Sosyal Darwinizm ve ojeni yoluyla
arasında veya diğertürler arasında bir rekabeti kapsadığı­ toplum mühendisliği girişimlerinin küçük bir adım ötesin­
nı reddetti. Öyleyse, anarşizmin sonuç manifestosu'karşı­ de, Nazi hareketi ve etnik temizlikte pervasız bir biçimde
lıklı yardım'kavramıyla tarif edilen bir toplumdu. ortaya çıkmış olan ırksal ve etnik üstünlük düşüncesi var­
Evrimsel düşüncenin en iyi bilinen yanlış kullanımı dır. Gerçekten de, öjeninin tabutuna son çivi tam olarak
ojeni formundaki toplum mühendisliği uygulamaları İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Nazilerin yaptığı korkunç
olmuştur. Darwin'in kuzeni olan Francis Galton algılanan ojeni uygulamalarının keşfiyle çakıldı.
sosyal dejenerasyon konusunda endişeliydi, insan karak­ Bugün üreme özgürlüğüne kesinkes inanan ve böylesi
terinin sadece kalıtıma bağlı olduğunu ve çevre ile özgür konulara devletin müdahalesini reddeden bir toplumda
iradenin insan etkinliklerine hiçbir etkisi olmadığını ileri yaşamaktayız. Oysa Darwin, Galton ve meslektaşları gü­
sürdü. Yoksul semtlerin affına sığınarak, yoksulların Vik- nümüzde insan üremesinin hangi yollarla kontrol edildi­
torya toplumunun diğer kesimlerine göre çok daha hızlı ğini görseler çok şaşırırlardı. Bu sadece Viktorya dönemi
ürediğini söyleyerek, toplumun kalitesinin korunabilmesi Ingiltere'sinde mevcut olan her şeyden daha kolay ve
için bu eğilimin önüne geçmek gerektiğini savundu. An­ güvenilir koruma yöntemlerinin varlığı ile değil, aynı za­
cak, toplumun çoğunluğu kalıtsal özellikler üzerine çev­ manda çocuk doğurmaya ilişkin demografik eğilimler ve
renin etkisi konusunda temelde Lamarkçı bir inanca sahip yardımcı üreme teknolojileri alanları ile de ilişkilidir. Gü­
olduğundan, Galton'un önerisinin etkisi çok sınırlı oldu. nümüzde potansiyel olarak gebeliği istediğimiz bir zama­
Bu durum, çevrenin eşey hücrelerindeki kalıtsal materya­ na kadar durdurma, çocuk yapma yetisi olmayan çiftlerin
li etkilemediğini ileri süren Weismann doktrininin kabul çocuk sahibi olmasına olanak sağlama gibi konularda
edilmesiyle 1900 civarında değişti. Galton'un düşünceleri üremeyi, 30 yıl öncesine göre bile çok daha iyi manipüle
tüm dünyada ilk olarak bir sosyal iyileştirme girişimi ola­ edebilmekteyiz. Bu uygulamaların belirli özelliklere sahip
H O M O S A P I E N S ' İN GELECEĞİ 281

bireyleri seçmeye hizmet ettiği konularında hiçbir kanıt karmaşık, etkileşim düzeyimiz çok güçlü, beslenmemiz
bulunmamaktadır. Ancak, modern tıbbın aktif rol oyna­ değişiyor, fiziksel dünyamız değişiyor. Seçilim baskısının
dığı daha çarpıcı yollar vardır. Gelişmiş toplumlarda gebe hala iş başında olduğu konusunda tereddüt etmek için
bir kadının, fetüs anomalilerini araştırmak için bir ultrason çok az nedenimiz var: varyasyon ve kalıtım süreçleri bizde
taraması yaptırması rutin bir olaydır. Bu yöntem, örneğin de tıpkı diğer türlerdeki gibi işlemektedir. Doğal seçilim
Down sendromuna sahip olma olasılığı olan bir fetüsün süreçlerini tıbbi bakım gibi teknolojik ilerlemeler yoluy­
saptanmasında oldukça etkilidir. Böyle bir durum söz la etkili biçimde azalttığımız doğrudur, ancak çevresel
konusu olduğunda, kadın ve eşi gebeliği sonlandırmayı zorluklar gelecekte kapasitemizi baskılayabilir. Ve bizler
düşünebilirler. Bu işlem açık biçimde trizomi 21'e karşı bir devamlı biçimde bakteri ve virüsler gibi diğer türlerin
seçilim olmakla birlikte, böyle bireyler kısır oldukları için saldırıları ile karşı karşıyayız: yani silahlanma yarışı burada
ojeni olarak değerlendirilemez. Ancak, felsefi tartışma fe­ devam etmektedir. Yakın zamanlarda, kontrol altına alın­
tüs bulgusunda yarık damak gibi daha küçük anomaliler mış olsalar da, oldukça yüksek ölüm oranına sahip hasta­
saptandığı zaman oldukça zor bir hal almaktadır. Bunlar, lık (örneğin Ebola ve SARS) salgınları gördük. Doğal veya
üreme biliminin diğer yönlerini düzenlemek için yapıldığı insan kaynaklı bir büyük felaket, ya da epidemi riski her
gibi, dikkatli değerlendirmelerle yasal çerçeve ve yönet­ zaman mevcut olup böyle bir felaket yaşandığında, seçi­
meliklerin oluşturulması ihtiyacı olan sorunlardır. lim süreçleri belirleyici olabilecektir. Gezegenimizin orta­
mını uyumsal yeteneğimize tehdit olacak biçimde daha
hızlı değiştiriyor da olabiliriz. Küresel ısınma, enfeksiyon
12.4 Araştırmaların yönü hastalıklarının örüntüsünde, belli besin tiplerinin mevcu­
diyetinde ve çevresel zorluklara neden olabilecek başka
Yakın zamana kadar, insanda evrimsel süreçleri çalışmak türlü etkenlerde değişimlerin başlamasına yol açabilir.
paleo-arkeolojinin araçlarıyla yapılabileceklerle sınırlıydı, Fakat bu kitapta vurgulanan anahtar bir ilke sağlık,
fakat moleküler biyoloji ve bunun sonucunda geçmişi­ ömür uzunluğu ve evrimsel uyum gücünün birbiri yerine
mizi genlerimizden okuma kapasitemiz bunu radikal bi­ geçen kavramlar olmadığıdır, insan ömür uzunluğu art­
çimde değiştirdi. Yaşamın kökeni nedir, ilk RNA veya DNA tıkça, tıp giderek artan biçimde, temel olarak üreme yaşı
replikasyonlu organizma nasıl ortaya çıktı, ökaryotlar sonrası açığa çıkan hastalıklarla ilgilenir hale geldi. Orta
nasıl evrimleşti, çokhücreliler (metazoa) nasıl evrimleşti, ve ileri yaş sağlık problemlerine karşı ya hiç ya da çok kü­
gibi sorular önemli sorulardan bazılarıdır, insan biyoloji­ çük bir negatif seçilim olmuştur ve olacaktır.
si ve modern tıbbın daha yakın düzeyinde, genomik ve Gezegenimizdeki populasyonlar artan ölçüde bağlan­
epigenomik alanlarında gelişen kapasite, evrimsel, ge­ tılıdırlar ve böylece üreme populasyonlarının potansiyel
lişimsel ve şimdiki çevrenin göreceli rolleri üzerine soru büyüklüğü etkili biçimde daha büyüktür. Ancak diğer
sormaya izin verir. Dilin ve bilincin evrimi ile ilişkili önemli yandan, hem değişen çevremiz (daha fazla radyasyon ve
sorular hala geçerliliğini korumaktadır. Evrimsel psikoloji toksin) ve hem de oldukça farklı üreme örüntülerimiz (yar­
ile ilişkili oldukça farklı perspektifler bulunmasına rağ­ dımlı üreme ve yaşlı gebeliği) daha yüksek bir mutasyonel
men, bu farklılıklar esastan çok, artan ölçüde vurgudan değişim oranına neden olabilir. Sonuç olarak, evrimsel sü­
kaynaklanmaktadır. reçlerin önceden belirlenmiş bir yönü olmadığından, bir
tür olarak geleceğimiz konusunda öngörüde bulunmak
tamamen cesaret işidir. Günümüzde süre giden teknolo­
12.5 H o m o s a p ie n s 'in geleceği jik, sosyal ve kültürel süreçler çevremizi dramatik biçimde
değiştirmiştir ve tüm bildiğimiz son 200 yıldaki endüstri
insanlar hala evrim geçirmekte midir? Bunu Bölüm 6'da ve besinin dramatik değişimi ile iletişimdeki devrimlerin,
tartışmıştık. Çevresel değişimin artan bir hızla devam etti­ gelecekteki hominidlerce, kendi evrimleri açısından dilin
ği bir dünyada yaşıyoruz. Toplumsal yapılarımız çok daha evrimi kadar kritik olarak kabul edilebileceğidir.
282 KAPANIŞ: EVRİM, TIP VE TOPLUM

Ekokumalar O'Hear, A. (1999) Beyond Evolution: Human Nature and the


Limits of Evolutionary Explanation. Clarendon Press, Oxford.
Bowler, PJ. (2003) Evolution: the History o f an Idea, 3rd edn. Paul, D.B. (1995) Controlling Human Heredity: 1865 to
University of California Press, Berkeley, CA. the Present. Humanities Press International, Atlantic
Kitcher, P. (2007) Living with Darwin: Evolution, Design Highlands, NJ.
and the Future o f Faith. Oxford University Press, New Scott, E.C. (2004) Evolution vs. Creationism: an Introduction.
York. Greenwood Publishing Group, Westport, CT.
Miller, K.M. (2008) Only a Theory: Evolution and the Battle for Wesson, R. and Williams, P.A. (1995) Evolution and Human
America's Soul. Penguin Books, New York. Values. Editions Rodopi, Amsterdam.
Sözlük

A Besinsel geçiş süreci (nutriational E


tra n s itio n process) Effektif populasyon büyüklüğü
Aday gen (cand id ate gene)
Akraba seçilimi (kin selection) Birim faktörler halinde kalıtım (effective p op ulation size)
(particulate inheritance) Eksaptasyon (exaptation)
Alel (allel)
Birlikte-evrim (co-evolution) Epigenetik (epigenetic)
Allometri (allom etry)
Allopatrik türleşme (al lopatric Biyolojik tür (biological species) Epigenetik topografya (epig enetic
spéciation) Büyükanne hipotezi (g randm other landscape)
hypothesis) Epistasis, epistatik (epistasis, epistatic)
Altrisyal veya geç olgunlaşan (altricial)
Anasal sınırlama (m aternal constraint) Erken olgunlaşan veya prekosyal
Anasoyu ve anasal soy hattı (m atriline) ç (p reco dal)

Çağrışımlı öğrenme (associative Eşey oranı teorisini (sex ratio theo ry)
Anında uyumsal yanıtlar (Im m ediately
learning) Eşeysel seçilim (sexual selection)
ad ap tive responses)

Anizogami (anisogam y) Çeşitlilik (diversity) Evrim (evolution)


Anöploidi (aneup loidy) Evrimleşmiş öğe (ya da özellik)
D (evo lu tio ary trait)
Antagonistik pleiotropi (antagonistic
pleiotropy) Daralan evrim (co n verg en t evolution) Evrimsel darboğaz (evolutionary
Antisosyal kişilik bozukluğu Darboğaz (bottleneck) bottleneck)

(antisociality disorder) Değişken sayıda ardışık tekrarlı Evrimsel olarak kararlı strateji
Ayrılma bozukluğu (segregation diziler (variable nu m b er tan dem (evo lu tio n ary stable strategy)

distortion) repeats, VNTR) Evrimsel uyumluluk çevresi


Dengeleyici seçilim (balancing (enviro nm en t o f e vo lu tio n ary

selection) adapted ness)


B
Dengeli polimorfizm (balancing Eyleme-dökme (acting-out)
Babasoyu ve babasal soy hattı
polym orphism )
(patriline)
Dengeli seçilim (stabilising selection) F
Bağımsız ayrılma (ind epend ent
assortm ent) Dışsal mortalité (external m ortality) Farklı uyum gücü (differantial fitness)
Bağlantı dengesizliği (linkage Dikkat-arayıcı (attention-seeking) Fenotip (p h en o typ e)
disequilibrium ) Doğal seçilim (natural selection) Filogeni (p hylog eny)
Bağlantı haritalaması (linkage Doğal teoloji (natural theolog y) Frekans (frequency)
m apping) Doğrudan uyum gücü (direct fitness)
Baldwin etkisi (Bo ld w in effect) Dolaylı uyum gücü (indirect fitness) G
Bencil gen (selfish gene) Dominant (dom inant) Geç olgunlaşan veya altrisyal (altricial)

283
284 SÖZLÜK

Gelişimsel (ya da fenotipik) plastisite İmmünolojik tolerans (im m unological P


[d evelo pm en tal (or p heno typic) tolerance)
Penetrans (p enetrance)
plasticity] Iraksak neden (ultim ate cause) Plastisite (plasticity)
Gen (gene)
Pleiotropi (pleitropy)
Gen akışı (g ene flow) K
Polifenizm (polyphenism )
Gen katma (introgression) Kademelilik (gradualism )
Populasyon darboğazı (population
Gen/kültür birlikte-evrimi (gene/ Kalıtılabilirlik veya kalıtım derecesi
b ottleneck)
culture co-evolution) (inheritability)
Pozitif seçilim (positive selection)
Genetik (genetics) Kalıtım (inheritance)
Prekosiyal veya geç olgunlaşan
Genetik asimilasyon (genetic Kanalize olma (canalisation)
(Precocial)
assim ilation) Karakter (character, trait)
Genetik birlikte sürüklenme (genetic Karşılıklı fedakarlık (reciprocal
hitch-hiking)
R
altruism)
Genetik sürüklenme (g enetic drift) Reaksiyon normu (reaction norm )
Kişilik bozukluğu (personality
Genişletilmiş fenotip (extended disorders)
Rekombinasyon (recom bination)
p heno typ e) Klin (eline) Resesif (recessive)
Genom içi çatışma (intragenom ic Kritik pencereler (critical w in do w s)
conflict) Kurucu etkisi (founder effect) S-Ş
Genom ölçeğinde ilişkilendirme Kültürel evrim (cultural evolution) Sabit hale gelme (fixation)
çalışmaları (genom e-w ide Kültürel kalıtım (cultural inheritance) Sağlamlık (robustness)
association studies)
Sağlıkta sosyoekonomik gradyan
Genotip (g eno typ e) M (socioeconom ic g rad ient in healt)
Genotip frekansı (g e n o typ e frequency) Makroevrim (m aeroevolution) Seçici süpürme (selective sw eep)
Göreli uyum gücü (relative fitness) Mayotik dürtü (m eotic drive) Seçilim (selection)
Grup seçilimi (group selection) Mem (m em e) Sıçramalı evrim (saltationism )
Mendel bozuklukları (M en delian Sınırda kişilik bozukluğu (borderline
H disorders) personality disorder)
Handikap ilkesi (handicap principle) Mikroevrim (m ieroevolution) Sınırlama, kısıtlılık (constraint)
Haplotip (haplotyp e) Moleküler saat (m olecular clock) Simpatriktürleşme (sym patric
Haplotip blokları (ha p lo typ e blocks) Mutasyon (m utation) spéciation)
Harcanabilir soma (disposable soma)
Sinonim mutasyon (synonym ous
Hardy-Weinberg dengesi (Hardy- N m utation)
W ein berg equilibrium )
Narsisizm (narcissism) Sinonim olmayan mutasyon (non
Heterozigot (heterozigous) Negatif seçilim (neg ative selection) synonym ous m utation)
Heterozigot avantajı (heterozygote Neoteni (neoteny) Sonlu denge (p unctuated equilibrium )
ad ventag e)
Niş oluşturma (nish construction) Sosyobiyoloji (sociobiology)
Hetorokroni (heterochrony)
Nötral mutasyon (neutral m utation) Şizofreni (Schizophreny)
Hipermorfosis (hyperm orphosis)
Nötral teori (neutral theo ry)
Homininler (Hom inins, H om ininae)
Hominoidler (Hom inoids, Hom inoidea) T
o -ö
Tasarım (design)
Oyun teorisi (gam e theo ry)
i-ı Tek nükleotid polimorfizmi (single
Ojeni (eugeny)
nu cleotid e polym orpism , SN P)
içsel mortalité (intrinsic m ortality)
Öngörüsel uyum yanıtı (predictive
İlişkilendirme çalışması (association Tercihli çiftleşme (assortative m ating)
ad ap tive respond)
study) Toplam uyum gücü (total fitness)
Önoluşumcu (preform asyonist)
SÖZLÜK 285

Transpozon (transpozon) Üreme başarısı (rep rod uctive success) Yaşam öyküsü (life history)
Tutumlu fenotip hipotezi (thrifty Üreme değeri (rep rod uctive value) Yaşam öyküsü teorisi (life history
p h en o typ e hypothesis) Üreme hücreleri hattı (germ line) theo ry)

Tutumlu genotip hipotezi (thrifty Üst Palaeolitik Devrim (U p per Yeniden mutasyon (recurrent
g en o typ e hypothesis) Palaeolithic Revulition) m utattion)

Yeniliğin evrimi (evolu tion o f novelty)

u-ü V Yönelim bilinci (intentionality)


Uyum (adaptation) Varyasyon (variation)
Uyum gücü (fitness) z
Uyumculuk (adaptationism ) Y Zihin teorisi (theo ry o f m ind)
Uyumsal açılım (ad ap tive radiation) Yakınsak neden (proxim ate cause)
Uzlaşı (trade-off) Yapay seçilim (artifical selection)
'Darvvinci tıbba adanmış bir dizi kitap yayınlanmıştır, ancak bu
kitap özel olarak tıp öğrencileri ve fakülteleri için bir ders kitabı olarak
tasarlanmış ilk kitaptır ve bu ustaca başarılmıştır. Bu kitap açık bir dille
yazılmış ve harika bir şekilde organize edilmiştir'-

Evrimsel biyoloji insan biyolojisinin entegre bir şekilde


anlaşılmasında kritik önemdedir ve temel mekanizmaları
ilişkilendirdiği tıp veya halk sağlığı profesyonellerince
artan şekilde kabul görmektedir. Genomik, epigenetik,
gelişim biyolojisi ve epidemiyoloji alanlarındaki gelişmeler,
tıbbın tam potansiyeline ulaşması için evrimsel düşünceyle
harmanlanmasının vazgeçilmez olduğunun giderek daha fazla
farkedilmesini sağlamıştır. Bu kitap evrimsel biyolojinin ilkelerini
tıbbi bir perspektifte açıklayan ve tıp ve halk sağlığının evrimsel
biyolojiden nasıl yararlanacağına odaklanan ilk entegre ve kapsamlı
ders kitabıdır. Evrimsel bilimlerle formal olarak karşılaşmış olsun
veya olmasın, geniş bir okuyucu kitlesince anlaşılabilir bir stilde
yazılmıştır.

Evrimsel Tıbbın İlkeleri üç kısma ayrılmıştır: İlki, özgül örnekler


kullanarak, insan sağlığı ve hastalığına evrimsel ilkelerin
uygulanmasına ilişkin sistematik bir yaklaşım sunmaktadır.
Bu kısım evrimsel süreçler, moleküler evrim, insanların evrimi,
yaşam öyküsü teorisi ve evrimsel gelişim biyolojisi ile ilgili
bölümleri kapsamaktadır. İkinci kısım bu ilkelerin beslenme,
metabolizma, üreme, enfeksiyon hastalıkları ve stresle mücadele
etme ve insan davranışlarına ilişkin anlayışımıza uygulanmasını
ortaya koymaktadır. Son kısım, pratik terimler bağlamında
evrimsel tıbbın ilkelerinin tıp pratiği ve halk sağlığına
nasıl uygulanabileceği konusunda genel bir çerçeve
sunmaktadır.

DARWIN200
Kapak resimleri: © IStockphoto
ISB N 978-605-355-051-6
PALME
YAYIN, DAĞITIM, PAZARLAMA, İÇVE DIŞ TİCARET LTD. ŞTİ.
Merkez: A. Adnan Saygun Cad. No: 10/A Sıhhiye-ANKARA
Tel: 0312-433 37 57 • Fax:0312-433 52 72
w w w .palm eyayinevi.com e-mail: bilgi@ palmeyayinevi.com

Ankara Şubesi : Olgunlar Sok. No: 4/5 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0.312 417 95 28 Faks: 0.312 419 69 64
İzmir Şubesi : Kazım Dirik Mah. Ankara Cad. No: 259/C Bornova/İZMİR Tel: 0.232 343 10 77 Faks: 0.232 343 10 78 9 786053 550518

You might also like