You are on page 1of 33

Davranışçılık: Kuruluştan Sonrası

Yeni davranışçılık

 Davranışçılık evriminin ilk aşamasında Watson’cu davranışçılık 1913’den 1930’a dek


sürdü.İkinci aşama olan yeni davranışçılık Edward Tulman,Edwin Guthrie,Clark Hull
ve B.F Skinner’ın çalışmaları dahil olmak üzere 1930’dan 1960’lara dek sürdü.

 Yeni davranışçılar verilerini açıklamak üzere oluşturdukları yeni sistemlerinde birkaç


nokta üzerinde hemfikirdiler:

 1-Psikolojinin esası öğrenme çalışmalarıdır.

 2-Ne kadar karmaşık olduğu dikkate alınmaksızın,davranışların çoğunluğu koşullanma


yasalarıyla açıklanabilir.

 3-Psikoloji işlemcilik ilkesini uyarlamak zorundadır.

İşlemcilik

 Amerikan psikolojisinde giderek artan davranışçılık egemenliği,işlemcilik ilkesinin


gelişimi ile daha da güçlendi.
 İşlemcilik bir görüş veya ilkedir.Resmi bir ekol değildir.
 İşlemcilik,belirli bir bilimsel bulgunun veya teorik yapının geçerliliğinin,bunlara
ulaşırken kullanılan işlemlerin geçerliliğine bağlı olduğunu savunur.
 İşlemci bakış açısı Brigman tarafından pek çok psikoloğun dikkatini çeken ‘modern
fiziğin mantığı’ isimli kitabında savunulmuştu.
 Bridgman’ın sahte problemlere bilinen herhangi bir nesnel test tarafından
cevaplandırılamayan sorulara olan ilgisi önemlidir.
 Deneysel testlerin uygulanamadığı kavramlar ve önermeler bilim için
anlamsızdır.Sahte problemlere bir örnek olarak ruhun doğası ve varlığı meselesi
verilebilir.
 Bilincin varlığını nesnel metotlarla belirlemek mümkün değildir.Bu nedenle , işlemci
bakış açısına göre bilincin bilimsel bir psikolojide yeri yoktur.

Yeni davranışçılar

 Davranışçılık devriminin ikinci aşaması yeni davranışçılık olarak adlandırılır.


 Önde gelen temsilcileri Edward Tolman,Edwin Gutrie,Clark Hull,B.F Skinner’dir.
 Koşullanma ve ayrıt etme öğrenme deneyleri sayesinde, yeni davranışçılar çok sayıda
veri topladılar ve genellikle psikoloji hakkındaki önemli gerçekler üzerinde fikir
birliğine vardılar.
 Yeni davranışçıların ikinci bir özelliği,verilerin sebebini açıklayan bir sistemlerin
olmasıdır .
 Yeni davranıçcı düşüncenin diğer yönleri işlemciliği ve pozitivizmi kabulünü ve
psikolojinin özünün öğrenme çalışmaları olduğu inancını içerir.

Edward Chace Tolman

Davranışçılığın ilk taraflarından biridir.

Tolman tez çalışmasının son yılında,Titchener geleneğinin eğitimini alırken wotson


davranışçılığından haberdar oldu

Amaçlı davranışçılık

 Tolman’ın düşüncelerinin kesin ifadesi ‘insanlar ve hayvanlarda amaçlı


davranışlar’isimli ilk ve en önemli kitabında sunuldu.

 Tolmanın amaçlı davranışçılık sistemi ‘amaç ve davranış’Bir organizmaya amaç


atfetmek ona bilinç atfetmek anlamına geliyor gibi görünebilir.Böyle zihinsel bir
kavramın davranışçı bir sistem içerisinde kesinlikle yeri olamaz.

 Tolman yapısalcıların kullandığıiç gözlem türünü kesinlikle reddetmişti

 Tolman ile Watson’cu davranış birbirinden ayrılır.


 İlki,Tolman’ın daranışı moleküler seviyede,uyarıcı-tepki bağları açısından
incelenmekle ilgilenmemiş olması idi.Tolman’ın odaklandığı nokta tüm organizmanın
toplam tepkileri , yani molar davranışlar idi.
 İkinci önemli farklılık ve Tolman’ın sisteminin temel ilkesi amaçlı davranış
görüşüdür.Organizmanın kendisini nasıl ‘hissettiği’bilgisine başvurmadan,nesnel
davranışçı terimlerle tanımlanabileceğini söylemiştir.
 Fare inatla labirentin içinde gider gelir,giderek daha az hata yapar,her seferinde
amacına daha hızlı ulaşır.Bir başka deyişle,fare öğrenmektedir ve insan veya
hayvandaki öğrenme gerçeği,amaçlılığın oldukça nesnel davanışsal kanıtıdır.

Ara Değişkenler

 Tolman’ın psikolojiye en faydalı katkısıdır.


 Bir davranışçı olarak Tolman davranışı başlatan sebeplerin ve sonunda ortaya çıkan
davranışın nesnel gözleme ve işlemsel tanıma açık olması gerektiğine inanıyordu.
 Davranışı başlatan sebeplerin beş bağımsız değişkenden oluştuğunu öne sürmüştü:
 1-Çevresel uyarıcı(Ç)
 2-Fizyolojik güdü ( F)
 3-Kalıtım ( K)
 4-Önceki eğitim (E)
 5-Yaş(Y)
 Ara değişken organizmanın içerisinde olup biten ve organizmanın belirli bir uyarıcıya
belirli bir tepki vermesine sebep olan tüm olaylardır.
 Tolman’ın ara değişken kavramını psikolojiyle tanıştırması,psikolojinin gözlenemeyen
içsel süreç ve durumlar hakkında daha nesnel ve doğru ifadeler kullanılmasına imkan
verdi.
 Tolman ‘ara değişken’terimini seçmeden önce bu yeni yaklaşıma ‘işlemsel
davranışçılık’adını vermişti.
Tolman iki tür değişken olduğunu öne sürmüştür: Talep değişkeni ve bilişsel
değişkenler
 Talep değişkenleri aslında cinsellik,açlık ve tehlikeli bir durumda güvenlik isteğinin
dahil olduğu güdülerdir.
 Bilişsel veya beceri değişkeni nesnelerin algılanması , motor beceriler ve benzerlerinin
dahil olduğu kabiliyetlerdir.
 Tolman ara değişken görüşünü gözden geçirdi ve üç kategori sundu
1-İhtiyaç sistemleri
2-inanç değer dürtüleri
3-davranış alanı

Öğrenme Teorisi

 Tolman,ödül ve pekiştirmenin öğenme üzerinde ,eğer varsa bile çok az


etkisininolduğunu söyleyerek Thorndike’nin etki yasasını reddetti.
 Tolman labirentte yapılan sonraki denemelerde hedefin , hayvanın davranışlarına yön
verdiğini idda etti.Her bir tercih noktasında beklentiler oluşturulmuştur.Fare her bir
seçim noktasıyla birleşen belirli ipuçlarının onu yiyeceğe götüreceğini ummaya
başlamıştır.
 Hayvanın öğrendiği bu model labirentin ‘bilişsel haritasıdır’.Bir dizi motor
alışkanlıklar değil.
 Bir başka deney gizil öğrenme ile ilgiliydi.Gizil öğrenme meydana gelirken dışarıdan
gözlenemeyen öğrenmedir.

Sosyal Öğrenme Teorileri: Bilişsel Karşı Çıkış

 Tüm popülerliğine ve etkisine rağmen davranışçılık kendilerini davranışçı olarak


tanımlayan psikologlar da dahil olmak üzere,çok sayıda psikoloğun eleştirisine maruz
kaldı. Bilince geri dönmenin davranışçılığın doğasını nasıl değiştirdiğini yeni
davranışçılardan Albert Bandura ve Julian Rotter’ın çalışmalarına değinelim

Albert Bandura
 1960’ların ilk yıllarında önceleri sosyal-davranışçılık dediği daha sonra ise sosyal
bilişsel teori adını verdiği bir davranışçılık türü ileri sürdü.

Sosyal Bilişsel Teori

 Bu yaklaşımın araştırmaları etkileşim içerisindeki insan deneklerin davranışlarının


gözlenmesini odak nokta olarak alıyor,iç gözlemi kullanmıyor ve davranışın kazanım
ve değiştirilmesinde pekiştirmenin rolü üzerinde duruyordu.

 Bandura’nın sistemi davranışçı olmasının yanı sıra bilişsel özellikler de


taşıyordu.Düşünme süreçlerinin(inançlar,beklentiler ve eğitim)gibi dışa ait pekiştirme
tarifeleri üzerinde etkili olduğunu düşünüyordu.
 Bizler her zaman kendi kendimizi pekiştirerek değil , başka insanların davranışlarını
ve bu davranışlarının sonuçlarını gözlemleyerek ‘dolaylı pekiştirmeler’ aracılığıyla da
öğreniriz.
 Bandura araştırmalarının sonucunda en fazla bizimle aynı yaşta ve cinsiyette olan
insanların davranışlarından etkileniyoruz. Bundan başka statüsü ve prestiji yüksek
modellerden de etkilenme eğilimindeyiz.
 Bandura’nın yaklaşımı davranışın oluştuğu veya değiştiği sosyal ortamlarda
incelendiği için bir ‘sosyal öğrenme teorisidir

Kendine Yetme

 Bandura ayrıca yaşamla mücadele ederken hissedilen yeterlik ve beceri duygusunu


anlatan kendine saygı veya kendilik değeri duygumuz olan kendine yeterlik kavramını
ele almıştı.
 Çalışmaları göstermiştir ki kendine yetme duygusu yüksek insanlar hayatlarındaki çok
çeşitli olaylarla daha iyi başa çıkabilmektedir.Daha başarılıdırlar ve kendilerini daha
iyi ve sağlıklı hissederler
 Kendine yetme duygusu düşük olanlar olaylarla başetmede kendilerini mutsuz ve
umutsuz hissederler .

Davranış Değişikliği

 Banduranın bir diğer amacı toplumun normal dışı olarak nitelendirdiği davranışları
değiştirmek.
 Eğer tüm davranışlar başkalarını gözlemleyerek ve onların davranışlarını model
almakla öğreniliyorsa davranışın aynı yolla yeniden öğrenilmesi veya değiştirilmesi de
mümkün olur.
 Model alma tekniği davranışları değiştirmek için kullanılır.Örneğin köpekten korkan
çocuklar kendisiyle aynı yaşta bir çocugun köpeğe yaklaşmasını ve onunla oynamasını
seyreder.Köpek korkusu olan çocuklar bunu güvenli mesafeden izlerken modelin
köpeğe doğru aşama aşama yaklaştığını görürler.
Bandura’nın davranış terapisi şekli günümüzde klinik iş ve sınıf ortamlarında yaygın
şekilde kullanılmaktadır
Julian Rotter

Bilişsel Süreçler

 Rotter ‘sosyal öğrenme teorisi’terimini kullanan ilk kişidir.


 Rotter bizim kendimizi,hayatımıza tesir edebilen yaşam deneyimlerini etkileyebilme
yeteneğine sahip bilinçli varlıklar olarak algıladığımıza inanmıştır.
 Rotter’a göre içsel biliş durumlarımız olan öznel yaşantılarımız ve
beklentilerimiz,farklı dışsal deneyimlerin bizim üzerimizde ne şekilde etki
göstereceğini belirler.

Kontrol Odağı
 Rotter’in sosyal öğrenme teorisi ayrıca pekiştireçlerin kaynağı ile de ilgilenir.
 Birinci gruptaki insanların iç kontrol odağına (pekiştirme kendi davranışlarına
bağlı )ikinci gruptaki insanların ise dış kontrol odağına(pekiştirme dışsal güçlere
bağlı) sahip oldukları kabul edilir.
 Rotter’in araştırması iç kontrol odaklı insanların fiziksel ve ruhsal olarak dış kontrol
odaklı insanlardan daha sağlıklı olduğunu ortaya koymuştur

Davranışçılığın kaderi

 Bandura ve Rotter’a ‘metodolojik davranışçı’adı verilmişti.Yani bu insanlar bilişsel


süreçleri psikolojinin çalışma konusunun bir parçası olarak görüyorlardı.
 Öte yandan radikal davranışçılar psikolojinin sadece dışarıdan gözlemlenebilen
davranışları ve çevresel uyarıcıları araştırması gerektiğine inanıyorlardı.
 Watson ve Skinner radikal davranışçılardı,Hull ve Tolman ise metodolojik
davranışçılardı.

Edwin Ray Guthrie (1886-1959)


• Davranışçı yaklaşımın savunucuydu.
• Bilimin sadece nesnel olarak gözlemlenebilir olaylar ve koşullarla ilgilenmesi
gerektiğine inanıyordu.
• Aşırı bir empirist olan Guthrie davranışsal olayları görülemeyen olarak
nitelendirdiği beyin ve sinir sistemi ile ilişkilendirme çabalarına şiddetle karşı
çıkmıştı. Yani Watson’cu davranışçı olarak nitelendirmek mümkün değildi.

Tek Deneme Öğrenmesi


• Guthrie’nin psikoloji üzerindeki en önemli katkısı basit bir öğrenme teorisi
formüle etmiş olmasıdır.
• Öğrenilmiş tepkilerin desteklenmesini açıklamada “eşzamanlı koşullanma”
adını verdiği ve psikolojinin en genel kanunu olduğuna inandığı bu kanuna inanmıştı.
• Tüm öğrenmelerin etki ve tepki bitişikliğine bağlı olduğunu söylemişti.
• Bir uyarıcı bir kez bir tepkinin ortaya çıkmasına bağlı olursa S-R (etki-tepki)
birleşimi hemen kurulur. Bu tek deneme öğrenmesi durumudur.
• Tekrar ve ödüllendirme bu sistemin temelini oluşturmaz. İçsel güdü
aşamalarından, S-R çiftinin tekrarından veya hiçbir tür ödüllendirmeden söz edilmez.
Uyarıcı ile eylemin bir kez çiftleştirilmesi çağrışımın kurulmasını sağlar ve davranış
öğrenilir. Bu kanunun Guthrie’nin eylemlerden ayırt ettiği hareketlerle ilgili olduğuna
dikkat edelim. Hareketler üzerine odaklanmasını kendi teorisinin ayırıcı özelliği olarak
ele almıştı.
• Hareketler veya öğrenilen eylemin bireysel parçaları sisteminin ham verileridir.
Çünkü bunlar daha küçüktür ve bir öğrenme durumunda gözlemlenebilmesi daha
güçtür bu yüzden de sıklıkla gözden kaçarlar.

Yorum
• Guthrie’nin sistemi daha karmaşık teorilerle karşılaştırıldığında daha sadeliğe
ve tutarlılığa dayanır. Bu durum övgü alırken eleştiride almıştı.
• Sistemindeki bu sadeliğin öğrenme konusundaki temel problemlerle
ilgilenmekte yetersiz olduğu iddia edilmişti. İlave kavram ve varsayımların gerekli
olduğu belirtilmişti.
• Bununla birlikte öncü bir öğrenme teorisyeni olarak ününü devam ettirebildi ve
APA’nın kendisi ödüllendirmesiyle psikolojiye yaptığı katkılar resmen tanınmış oldu.

Clark Leonard Hull (1884-1952)


•Önde gelen davranışçılardandır, çağdaş psikolojide oldukça saygın yer edinmiştir.
•Öğrencilerine bir sözü: “Watson çok tecrübesiz. Davranışçılığı da çok basit ve kaba.”
•Hull insan davranışının organizma ve çevre arasında süregelen etkileşim olduğuna
inanmıştı. Çevre tarafından sağlanan uyarıcı ve organizma tarafından sunulan nesnel
davranışsal tepkiler tabii ki gözlemlenebilen olgulardır.
•Bununla birlikte bu etkileşim gözlemlenebilir uyarıcı-tepki terimleriyle tamamen
tanımlanamayan daha geniş çerçevede gerçekleşir. Bu geniş çerçeve veya algı
dayanağı, organizmanın kendine has çevresine biyolojik uyumudur.

Hull’un Sistemi: Algı Dayanağı


• Organizmanın hayatta kalması biyolojik uyum yoluyla sağlanır, bu uyum
tehlikeye girdiğinde organizma ihtiyaç durumu içerisinde olur.
• Bu nedenle Hull’a göre ihtiyaçlar, hayatta kalmak için biyolojik
gereksinimlerin karşılanmadığı bir durumu kapsar.
• İhtiyaç durumunda organizma ihtiyacı giderecek şekilde davranır ve
organizmanın hayatta kalması için en iyi biyolojik koşulların yerine getirilmesine
hizmet eder.
Mekanik Ruh
•Hull nesnel davranışçı psikolojiye kendisini adamıştı. Sisteminde bilince, amaca veya
herhangi bir zihinsel ruhsal kavrama yer yoktu.
•Bu sistem tüm kavramları fiziksel terimlere indirgemeye çalıştığı radikal bir
davranışçılıktı.
•Gözlemlenmekte olan insan davranışlarında öznel yorumlara imkan veren
“antropoformik nesnelciliğin” davetsiz girişine karşı uyarıda bulunmuştu.
•Gözlem ve davranışın yorumu nesnel olmalıydı ve Hull’a göre bunu sağlamanın yolu
tehlikelide olsa meseleyi hayvan davranışları açısından düşünmekti.
•Öznelliğe karşı daha sert bir korunma gerekliydi ve Hull bu korunmayı “tamamen
kendi kendini devam ettiren robot benzeri bir organizma” olarak ele alan tutumda
bulunmuş.
•Avrupa bahçelerinde ve saatlerdeki mekanik figürler ile temsil edilen mekanik ruh
Hull’un çalışmaları tarafından izlendi ve güçlendirildi. Bu yaklaşımın avantajı,
davranışı katı mekanik sebeplerden ziyade ona sebepler atfederek açıklamayı
engellemiş olmasıydı.

Nesnel Metodoloji ve Nicelendirme

• Hull’un psikolojiye yaklaşımı ölçme ile ayırt edilir. Davranış yasaları


matematiğin kusursuz diliyle ifade edilmelidir. Ölçme ve niceleştirme Hull’un
davranışçılıkta ortaya koyduğu ikinci köşe taşı haline gelmiştir.
• Hull bilim için faydalı olabilecek 4 özel metod tanımladı. Bunların üçü daha
önceden de kullanılmıştı. 1:basit gözlem 2:sistematik kontrollü gözlem 3:hipotezin
deneysel olarak test edilmesi.
• Hull a priori olduğu belirlenmiş formülasyondan titiz bir tümdengelim yaparak
ortaya konan “hipotetik-tümden-gelim metodu” ortaya attı. Bu deneysel olarak test
edilebilecek sonuçların çıkarıldığı aksiyonlar oluşturmayı kapsar. Bu sonuçlar sonra
deneysel testlere tabi tutulur. Hull psikoloji doğa bilimleri gibi nesnel bilim olacaksa
bunu sağlamanın tek yolunun hipotetik-dedüktif yaklaşım olduğunu ileri sürmüştü.

Dürtüler
• Hull ara bir değişken olarak dürtünün gerçek olduğunu varsaydı. Dürtünün
davranışı harekete geçiren durum olduğu varsayılır.
• Hull güdüleri kendilerine özgü olarak ele almamıştı. Bu “kendine özgü
olmama” durumu güdünün davranışı yönetmediği sadece enerji vermek üzere iş
gördüğü anlamına gelmektedir.
• Hull’un sistemi iki temel güdünün var olduğunu kabul eder. Birincil güdüler
biyolojik ihtiyaç durumuyla birleşir ve organizmanın hayatta kalmasıyla ilgilidir.
Yiyeceğe dışkılamaya uyumaya ihtiyaç duyma ve acıdan kurtulma vardır. Bunlar
hayatta kalmak için temel içsel süreçlerdir.
• Birincil güdülerin azaltılmasıyla birleşip ortaya çıkan ikincil güdüler veya
öğrenilmiş güdüler vardır. Bunun anlamı daha önceden nötr olan uyarıcı birincil güdü
tarafından uyandırılan tepkilere benzer tepkiler çıkarabildiği için, güdü özellikleri
göstermeye başlayabilir.
• Öğrenilmiş güdüler üzerindeki vurgudan ötürü öğrenme Hull için anahtar role
sahiptir.

Öğrenme
• Hull’un sistemi öncelikle motivasyon ile ilgilidir.
• Öğrenme teorisi temelde Thorndike’nin etki ilkesi olan pekiştirme ilkesine
dayanıyordu.
• Hull’un birincil pekiştirme yasası şudur: Bir uyarıcı-tepki ilişkisini bir ihtiyacın
azaltılması takip ettiğinde, sonraki durumlarda aynı uyarıcının aynı tepkiyi
uyandırması ihtimali artar.
• Hull’un sistemi ikincil güdüleride kapsadığı için ikincil pekiştirmelerlede
ilgilidir. Eğer uyarıcının yoğunluğu, ikincil veya öğrenilmiş güdüyle azaltılmışsa, bu
güdü ikincil pekiştirme olarak etki yapar.
• Hull uyarıcı-tepki bağlantısının birçok pekiştirme ile güçlendiğine inanmıştı. S-
R bağlantısının gücüne, koşullanmanın devamlılığına ve pekiştirmenin bir fonksiyonu
olarak “alışkanlık gücü” adını vermişti.
• Öğrenme, bir güdünün azaltılmasını sağlamak için gerekli olan pekiştirmenin
yokluğunda gerçekleşemez. Pekiştirme üzerine bu vurgudan dolayı “ihtiyaç-
azaltılması teorisi” olarak bilinir.

Yorum
• Hull’un sistemi genellenebilme özelliğinin eksikliğinden ötürü hatalı bulundu.
• Değişkenleri nicel terimlerle tam ve hatasız tanımlama çabalarında dar ve
minyatür sisteme dayalı olarak çalıştığı iddia edildi.
• Psikolojiye bir doğa bilimi olarak yaklaştığında doğru bir nicelleştirme, övgüye
değer olmasına rağmen, Hull’un aşırı nesnel yaklaşımı bulguların uygulanabilirlik
alanın zayıflatmaya yönelmişti.

Burrshus Frederic Skinner

Skinner 1950'lerin başından itibaren Amerika'nın öncü davranışçılarından birisi oldu.

• Toplumun davranışsal kontrolü için bir program geliştirdi


• Bebeklerin bakımı için otomatik bir çocuk karyolası icat etti
• Öğretme makinelerinin ve davranış değişikliği tekniklerinin geniş ölçekli kullanımı
için herkesten daha fazla sorumluluk aldı
• Buna ek olarak, yayımlanmasından 40 yıl sonra dahi popülerliğini sürdüren bir kitap
{Walden Tvvo) yazdı ve 1971 yılında Özgürlük ve Saygınlığın Ötesinde11 isimli
kitabı dünya çapında en çok satanlar arasında yer aldı.

Skinner'in Hayatı

• Sürekli hareket eden bir makine geliştirmek için yıllarca uğraştı.


• Skinner ayrıca hayvan davranışlarıylada ilgileniyordu. Hayvanlar hakkında çok şey
okumuş ve evde bakılabilen hayvanların bir tasnifini yapmıştı.
• Skinner hayatı geçmiş pekiştirmelerin bir ürünü olarak değerlendirir ve kendi düzenli
ve sistemli yaşantısının da bu şekilde daha önceden belirlenmiş olduğunu düşünür.
Kendi yaşantısının tüm yönlerinin sadece çevresel kaynakların izini sürdüğüne inanır.

Skinner'in Sistemi: Genel Bir Yaklaşım

Hull davranışçı olmasına rağmen Hull ve Skinner'in psikoloji yaklaşımlarında önemli


farklılıklar vardır.

• Hull teorinin önemi üzerinde dururken, Skinner araştırmalarını yaptığı teorik bir
çerçevesi olmayan katı bir ampirik sistemi savunur.
• Hull'un çalışmaları teorinin deneysel kanıtlara karşı doğruluğunun kontrol
edilmesinden oluşurken, Skinner teoriden kaçınır ve pozitivizmin katı kurallı bir dalını
uygular. Skinner ampirik verilerden başlar ve kesin olmayan genellemelere doğru
dikkatlice ve yavaşça ilerler.
• Hull tümdengelim metodunu, Skinner tümevanm metodunu temsil etmektedir.

Skinner'in bakış açısı şöyle özetlenebilir:

 Skinner'in düşünceleri tepkilerin araştırılmasına adanmış davranışçılığın sadece


betimsel bir türüydü. Ayrıca doğası itibariyle teorik değildi. Skinner'in ilgisi davranışı
açıklamaktan çok betimlemeye ve tanımlamaya yönelikti.
 "İnsan Bir Makinedir" :tıpkı diğer makineler gibi bir insan da kendi üzerinde etkili
olan dış güçlere (uyancılara) karşı yasa çerçevesinde ve önceden tahmin edilebilir
şekilde davranır.
 Skinner'in bu sadece betimleyici davranışçılığına, haklı sebeplerden ötürü, "boş-
organizma" yaklaşımı denilir. Organizmanın içerisinde davranışı açıklama
noktasında faydalı olacak hiçbir şey yoktur. Bizler çevredeki güçler, yani dış dünya
tarafından işletiliriz, kendi içimizdeki güçler tarafından değil.

 Pek çok çağdaş psikoloğun tersine Skinner grupların ortalama tepkileri arasında çok
sayıda denek kullanılmasının ve istatistiksel karşılaştırma yapılmasının gerekli
olduğuna inanmamıştır. Bunun yerine tek bir deneğin yoğun ve titiz bir şekilde
araştırılması üzerinde yoğunlaşmıştı

Edimsel Koşullanma

 Davranışsal tepki özel gözlemlenebilir bir uyancı tarafından ortaya çıkanlır. Edimsel
davranış gözlemlenebilen herhangi bir dış uyancı olmaksızın ortaya çıkar. Görünüşe
göre organizmanın tepkisi doğal (spontan), yani bilinen ve gözlenebilen herhangi bir
uyancı ile ilişkili değildir.
 Edimsel davranış ile tepkisel davranış arasındaki bir başka farklılık, edimsel
davranışın organizmanın çevresinde etkili olurken tepkisel davranışın olmamasıdır.
 Pavlov'un laboratuvannda koşum takımı bağlanan köpek deneyci uyancıyı
gösterdiğinde tepki vermekten başka bir şey yapamaz. Oysa Skinner kutusundaki
farenin edimsel hareketi uyancıyı yani yiyeceği almaya yardımcıdır. Fare Skinner
kutusundaki manivelaya bastığında yiyeceği alır ve bu manivelaya basana kadar
hiçbir şekilde yiyecek alamaz.
 Skinner edimsel davranışın gerçek yaşamdaki insan öğrenmesi durumunu daha çok
temsil ettiğine inanmıştı
Kazanım Yasası

 Skinner yaptığı bu deneyden kazanım yasasını oluşturdu. Bu yasa bir edimin


gücünün, bu edimin pekiştiriri bir uyarıcı tarafından izlenmesi durumunda arttığını
ifade ediyordu.
 Skinner'in kazanım yasası Thorndike ve Hull'un öğrenme üzerine olan görüşlerinden
farklıdır:
 Hull'un tersine, Skinner pekiştirmeyi dürtü indirimi açısında yorumlamaya
kalkışmadı.
 Thorndike ve Hull'un sistemleri açıklayıcı iken Skinner'in sistemi betimleyicidir.
Skinner tepkilerin edinilmesinde

 Cezanın rolü,
 Farklı pekiştirme tarifelerinin etkileri,
 Edimsel tepkinin söndürülmesi,
 İkincil pekiştirme
 Genelleme
gibi konuları araştırmıştır.

Pekiştirme Tarifeleri
Davranışı etkileme açısından en uygun denilebilecek bir pekiştirme tarifesi var
mıdır?

Skinner ve meslektaşları araştırma yıllarını bu sorulara adadılar.

1) Çalışmalann bir bölümü, her bir tepkisi pekiştirilen hayvanlann tepkileriyle, sadece
belirli bir zaman aralığının ardından tepkileri pekiştirilen hay- vanlan karşılaştınyordu.

2) İkinci durum sabit aralıklı pekiştirme olarak bilinir.

Örneğin pekiştirme her bir dakikada veya her dört dakikanın sonunda verilebilir.

• Araştırmalar göstermiştir ki, pekiştirmeler arasındaki zaman kısaldıkça hayvanın tepki


verme hızı artmaktadır. Bunun tersine, zaman uzadıkça tepki verme oranı
azalmaktadır.
• Pekiştirme sıklığı aynca bir tepkinin söndürülmesini de etkilemektedir. Sürekli
pekiştirilen davranışların söndürülmesi aralıklı olarak pekiştirilen davranışların
söndürülmesinden daha çabuk olmaktadır.
• Skinner ayrıca sabit oranlı pekiştirme tarifesini de araştırdı. Bu çalışmasında
pekiştirici belirlenmiş bir zaman aralığından sonra değil, daha önceden belirlenmiş
tepki sayısının ardından sunulmuştu.
• Sabit oranlı tarifede sadece farelerin ve güvercinlerin değil, insanların da daha yüksek
oranlarda tepki verdiği görülmüştür
Sözel Davranış
• Skinner'in sözel davranışlara ilgisi vardı ve bu alanda farelerle insanların farklı
olduğunu kabul etmişti.
• Bir bebek için sesler, içinde yetiştiği kültüre bağlı olarak pekiştirilir fakat sözel
davranışlar mekanizması kültürden bağımsız sürdürülür.
• Uygun olmayan kelimeler, yanlış kullanımlar veya kötü telaffuz, doğru kullanım ve
doğru telaffuzdan daha farklı bir tepki alır. Bu yolla çocuk dilin doğru kullanımını
öğrenir.
Makineleri ve Hava Karyolası

• Skinner kutusunu ve bu kutunun edimsel koşullanmadaki kullanımını ele aldık fakat


belirtmeliyiz ki bu kutu Skinner'in geliştirdiği tek makine değildir. Skinner kutusu ona
psikolojide ün kazandırdı fakat halk arasında eleştiri almasını (ya da en azından kötü
bir şöhret kazanmasını) sağlayan asıl şey bir başka icadıydı.
• Skinner ebeveynlerin bu görevini hafifletecek bir yol icat etmişti. Bebeğin içinde
battaniyesiz veya çocuk bezi dışındaki elbiseleri olmaksızın uyuyabileceği ve
oynayabileceği geniş, otomatik ısıtma-soğutma tertibatı olan, ısı ayarlı, hijyenik, ses
geçirmeyen bir bölme. Burası çocuğa tamamen serbest bir hareket ortamı sağlayan bir
makineydi.
Davranışçı Bir Toplum: Walden Two
• Skinner, diğer davranışçılardan çok daha fazla, laboratuvannda elde ettiği bulguları
topluma aktarmaya çabaladığı bir davranışsal kontrol programı tasarladı. Geliştirmeye
çalıştığı şey bir "davranış teknolojisi" idi. Watson koşullanma ilkeleri yoluyla daha
akla yatkın bir yaşantının oluşturulması hakkında genel terimlerle konuşurken Skinner
böyle bir toplumun işleyişinin detaylarını çizmişti.
• Skinner'in koşullanma deneyleriyle güçlendirilen doğa bilimlerinin mekanik,analitik
ve deterministik yaklaşımı, insan davranışının uygun olumlu pekiştirmeler kullanılarak
kontrol edilebileceği, yol gösterilebileceği, de geliştirilebileceği ve
şekillendirilebileceği konusunda davranışçıları ikna etti. Özgür irade-determinizm
ikileminde Skinnercıların çiftin hangi yanında oturduğunu görmek kolaydır. Skinner
defalarca bu noktaya dikkat çekmiştir.

Davranışın Değiştirilmesi

• Skinner'in olumlu pekiştirmeye dayanan toplum programı (şimdiye dek) sadece


hayallerde var olmuştur fakat davranışın birey ve küçük gruplar düzeyinde kontrolü ve
değiştirilmesi oldukça yaygındır. Olumlu pekiştirme yoluyla davranışın değiştirilmesi
çok popüler hale gelmiş ve akıl hastanelerinde, fabrikalarda,hapishanelerde ve
okullarda normal dışı veya istenmeyen davranışları daha istenen davranışlara
dönüştürmede büyük bir başarıyla kullanılmıştır.
• Aslında insanlarda davranışın değiştirilmesi metodu Skinner kutusundaki farelerin
davranışlarının değiştirilmesiyle aynı esasa dayanır, yani istenen davranışın
pekiştirilmesi ve istenmeyen davranışın pekiştirilmemesi.
• İstediği şeyi elde edemediği için öfke nöbetine tutulmuş bir çocuk düşünün Çocuğa
istediği şeyi veren ebeveyn istenmeyen öfke nöbetlerini ödüllendirmiş olur.
• Davranışı değiştirilmesinde bu tür davranışlar asla pekiştirilmemelidir. Bunun yerine
daha fazla istenen ve hoş davranışlar pekiştirilir. Bir süre sonra öfke nöbetleri
dikkatleri çekmede ve ödüle ulaşmada işe yaramazken daha hoş davranışlarla bu
sonuçlara ulaşılabildiği için çocuğun davranışı değişir.
• Edimsel koşullanma iş dünyasında uygulanmaktadır. Bu alanda davranışın
değiştirilmesi programlarının, devamsızlık ve hastalık izni zamanlarını kötüye
kullanılmasını başarıyla azalttığı ve iş başarısını ve güvencesini geliştirdiği
görülmüştür.
• Bu ilkeler ayrıca akıl hastaları gruplarınada uygulanmaktadır. Bu in- sanlar istenen
şekillerde davrandıklarında markalarla ödüllendirerek ve olumsuz veya yıkıcı
davranışlan pekiştirmeyerek; davranışta olumlu değişiklikler meydana getirilmiştir.
Şuna dikkat edin ki, geleneksel klinik tekniklerden farklı olarak burada hastanın
zihninden neler geçtiğine dair bir endişe yoktur. ilgi sadece açık davranış ve olumlu
pekiştirme üzerindedir.Aynca cezanın kullanılmadığına da dikkat edin. Denekler
istenen şekilde davranmakta başansızlığa uğradıklannda cezalandınlmamaktalar.
Bunun yerine sadece davranışlarını istenen şekilde değiştirdiklerinde
ödüllendirilmekteler.
Uygulamalı Hayvan Psikolojisi: IQ Zoo

• Skinner'in ilk iki öğrencisi olan Marian ve Keller Breland edimsel koşullanmanın
hayvan laboratuarlarının dışına çıkarılıp gerçek dünyaya uygulanabileceğini
göstermişlerdi.
• İşe açık hava panayırları ve hayvan gösterilerinde çeşitli numaralar yapmak üzere
hayvanları eğitmekle başladılar ve sonra Hot Springs'de, Arkansas'da IQ Zoo
dedikleri, turistler için bir eğlence programı açtılar.
Skinner Davranışçılığının Eleştirisi

• Skinner çalışmalarından dolayı hem psikolojinin içinden hem de psikolojinin dışından


pek çok eleştiri aldı. Bu eleştirilere karşı genel tavrı onları görmezden gelmekti.
• Skinner'a yöneltilen eleştirilerin çoğunluğu onun aşırı pozitivist anlayışına ve
teorileşmeye karşı çıkışına dairdi. Muhalifler Skinner'in yapmaya çalıştığı gibi
teorilendirmeyi tamamen elemenin mümkün olmadığım iddia ettiler. Çünkü bir
deneyin detayları gerçek durumun ışığında planlanmalıdır.
• Aynca şu nokta fark edilmiştir ki, Skinner'in koşullanmanın temel ilkelerini
araştırmalarına bir çerçeve olarak kabul etmesi bir dereceye kadar teorileşmeyi
oluşturur.
• Eleştirmenler Skinner'in toplumun yeniden planlanması için sunulan ayrıntılı
tasarılarında gözlemlenebilir verilerin sınırı aştığını, bu durumun Skinner'in kendi
sisteminin tam tersi olduğunu iddia ettiler. Skinner'in laboratuvarında araştırılan sınırlı
davranış alarmıda (örneğin manivelaya basma ve anahtarı gagalama) eleştirildi.
• Eleştirmenler çoğunlukla davranışın birçok yönünün ve örneğinin görmezden
gelindiğini iddia ettiler.
• Skinner'in tüm davranışların öğrenilmiş olduğu düşüncesine, 38 türde 6000'den fazla
hayvanı televizyon reklamlan, turistik eğlenceler vs. için koşullayan öğrencilerinden
birisi karşı çıkmıştı. Daha önce pekiştirilmiş davranışlannın yerine içgüdüsel
davranışlarını koyulduğunu söylemiştir.
• Skinner'in sözel davranış hakkındaki düşüncesine, özellikle bebeklerin konuşmayı
nasıl öğrendiklerine yönelik açıklamasına, bazı davranışların kalıtsal olduğu
çerçevesinde karşı çıkılmıştı. Eleştirmenler her bir kelimenin sadece doğru
kullanımının ve doğru telaffuzunun ödüllendirilmesi sebebiyle bebeğin konuşmayı
kelime kelime öğrendiği düşüncesinin doğru olmadığını iddia etliler. Bebeğin yaptığı
cümle kurmak için gerekli olan gramer kurallarım öğrenmektir. Bu kuralları
oluşturmaya yönelik bir gizli güç vardır ve bu gizli güç öğrenilmemiştir, kalıtsal
olarak vardır
Skinner Davranışçılığının Katkıları
• Skinner'in mücadeleci bir lider ve 1950'lerden 1980'lere kadar davranışçı psikolojinin
en önde gelen şahsiyetlerinden biri olduğu kesindir. Skinner'ı eleştirenlerin çoğu bu
dönemde Amerikan psikolojisinin (başka hiçbir psikolog tarafından olmadığı kadar)
Skinner tarafından şekillendiği konusunda fikir birliğine varmışlardır.
• APA Skinner'in katkılarının önemini kabül etmiş ve bunu, 1958 yılında kendisine
Seçkin Bilimsel Katkı Ödülü'nü vererek göstermişlerdir.

Gestalt Psikolojisi

Bir Bütün Kendisini Oluşturan Parçaların Toplamından Farklıdır

Bu bölüme dek psikolojinin gelişim süreci içerisinde Wundt’un görüşlerine, işlevselci


ekolle birlikte Wundt’un görüşlerini detaylandıran Titchener’a, Watson ve Skinner’in
davranışçılığına değindik. ABD’de bu görüşler gelişirken 1900lü yılların başında Almanya’da
Gestalt devrimi ortaya çıkmıştır. Gestalt psikolojisi Wundtcu psikolojiye karşı çıkış
hareketidir ve Wundtcu sistemin yeni bakış açılarına esin kaynağı olmuştur. Gestalt
psikolojisi, Wundtcu çalışmaların bir yönü olan elementçilik üzerinde yoğunlaşmıştır.
Wundt’un duyu organlarının temel konumlarının kabul edilmesine ilişkin görüşlerini
değerlendirmişler ve karşı çıkış noktaları haline getirmişlerdir.

Gestalt psikolojisinin kurucusu olan Wolfrang Köhler, bütün psikolojik gerçeklerin


birbiriyle ilişkisiz cansız atomlardan oluştuğunu ve bu atomları birleştiren ve bu şekilde
davranışın olmasını sağlayan tek faktörün çağrışımlar olduğunu söylemiştir. Gestalt
psikolojisini anlamak için ‘’psikolojiye yaklaşımda sıkıntılı yıllar’’ olarak adlandırılan 1912
yılı civarına geri dönmeliyiz. Bu dönemde davranışçılık; yapısalcılığa ve işlevselciliğe karşı
çıkmaktaydı. Psikanaliz de yaklaşık 10 yıldır varlığını sürdürmeye devam ediyordu.

Gestalt psikologlarının elementçilik düşüncesine karşı çıkışı ile davranışçılığın ABD’de


yükselmeye başlaması aynı dönemlere denk gelmektedir. Birbirinden bağımsız olmalarına
rağmen, her ikisi de aynı düşünceleri eleştirerek başlamış ancak daha sonra birbirlerine karşı
çıkmışlardır.Gestalt psikologları ve davranışçılar arasında önemli farklar vardır. Gestalt
psikologları bilincin değerini kabul etmiş ancak bilincin elementlerine analiz edilmesini
eleştirmişlerdir. Davranışçı psikologlar ise bilincin varlığını dahi kabul etmemişlerdir. Gestalt
psikologları, Wundt’un yaklaşımına ‘’tuğla ve harç’’ psikoloji adını vermişlerdir. Burada
kastedilen elementlerin(tuğlalar) çağrışım süreci harcıyla bir arada tutulmasıdır. Camdan
dışarı baktığımızda parlaklık ve renkler gibi algımızı oluşturan duyusal elementleri değil,
ağaçları ve gökyüzünü gördüğümüzü savunurlar.
Wundt sisteminde nesnelerin algısının elementlerin bir çeşit yığın şeklinde toplanmasından
oluştuğu düşüncesini eleştirmişlerdir. Duyusal elementlerin birleşmesiyle yeni bir desen veya
şekil oluştuğunu söylerler (bir grup müzik notasını bir araya koyduğumuzda, tek tek notaları
değil, yeni bir şeyin yani bir melodinin ortaya çıktığını görürüz). Yani bir bütün kendini
oluşturan parçaların toplamından farklıdır. Wundt tam-algı öğretisinde bu noktayı kabul eder.
Gestalt psikologları algı için gözlerin karşılaştığı şeyden çok daha fazlasının söz konusu
olduğunu ifade eder. Yani algımız, duyu organlarımızca sağlanan temel fiziksel verilerin daha
ötesindedir.

Gestalt Psikolojisi Üzerinde İlk Etkiler

Gestaltcı düşüncenin temeli algının birliği üzerinde odaklanan Alman filozof Immanuel
Kant’a kadar gider. Kant algısal davranışın birliği üzerinde önemle durarak psikolojiyi
etkilemiştir. Nesneleri algıladığımızda küçük parçacıklardan oluşan zihinsel
durumlarla(elementler) karşılaşırız. Bu elementler çağrışımın mekanik süreci yoluyla değil, a
priori bir tarzda, anlamlı bir şekilde organize edilir. Zihin algı süreci içerisinde bilimsel bir
deneyimi şekillendirir veya oluşturur. Kant’a göre algı duyumsal elementlerin pasif bir
izlenimi ve bileşimi değil, bu elementlerin birimsel ve tutarlı bir deneyimi oluşturan aktif bir
organizasyonudur. Bu yüzden zihin algının ham maddelerine form ve düzen verir. Bu
çağrışımcı düşüncenin merkezine terstir.

Kant’a göre zihnin deneyimlere zorla kabul ettirdiği bazı formlar doğuştandır: mekan,
zaman, nedensellik gibi. Yani zaman ve mekan deneyimlerden oluşmaz, doğuşta algının a
priori formlarıyla kendiliğinden bulunur ve sezgisel olarak bilinirler.

Wundt, elementlerin bütünler oluşturacak şekilde birleşmeleriyle yeni özelliklerin ortaya


çıktığını kabul eden yaratıcı sentez ilkesiyle, Gestalt psikolojisinin kurulması üzerinde
doğrudan etkili olmuştur.

Viyana Üniversitesi’nden Franz Brentano(1838-1917), Wundt’un bilinç deneyimlerinin


içeriği ve elementlerin üzerinde odaklanmasına karşı çıkmış ve psikolojinin, yaşantı
davranışını veya sürecini incelediğini öne sürmüştür. Ayrıca içgözlemin yapay olduğunu ve
bilinç deneyimin daha az katı bir metodla ve daha doğrudan gözlemin taraftarı olmuştur. Bu
yaklaşım, Gestalt metoduna oldukça benzerdir.

Fizikçi olan Ernst Mach(1838-1916), Gestalt devrimi üzerinde daha fazla etkilidir.
Duyumların Analizi (1885) isimli kitabında mekân ve zaman formunun duyumları hakkında
yazmıştır. Uzay formu ve zaman formu kendi elementlerinden bağımsızdır (Bir daire siyah
veya beyaz, büyük veya küçük olabilir. Bu temel dairesellik niteliğinden hiçbir şey
kaybettirmez).

Mach’a göre bir nesneye göre uzaysal konumumuzu değiştirmemize rağmen, nesneye ait
görsel ve işitsel algımız değişmez. Bir masaya ister tepeden ister yandan bakalım, o bizim için
masa olarak kalacaktır ya da bir melodinin temposu artsa bile ses dizisinin algısı aynı şekilde
devam edecektir.

Mach’ın çalışmaları Gestalt psikolojisinin önemli isimlerinden olan Christian von Ehrenfels
tarafından genişletilmiştir. Ehrenfels duyumların geleneksel türlerinin bileşimi açısından
açıklanamayacak deneyim nitelikleri olduğunu öne sürmüştür. Bunlara Gestalt qualitaten veya
form nitelikleri, tek tek duyumların ardındaki şeylere bağlı algılar demiştir. Örneğin bir
melodi farklı müzik anahtarlarına aktarıldığında dahi aynı şekilde çalındığından bir form
niteliğidir. Melodi kendisini oluşturan özel duyumlardan bağımsızdır. Ehrenfels’e ve Graz’da
kurulan Gestalt qualitaten Avusturya ekolüne göre formun kendisi bir elementtir, zihin
etkinliğiyle üretilen yeni bir element, duyumsal elementler üzerinde işlem yapar. Bu yüzden
zihin temel duyumların dışındaki formları oluşturur.

Mach ve Ehrenfels, Gestalt psikologlarının daha önce yaptığı gibi elementçiliğe karşı
çıkmışlar ancak yeni bir element, yani form eklemişlerdir. Bu yüzden Gestalt psikologları
onlarla olan her ilişkiyi reddetmiştir.

Gestalt psikolojisinin kurucularından birisi olan Max Wertheimer, Ehrenfels ile Pragta
çalışmış ve Gestalt hareketi için en önemli güdünün Ehrenfels’in çalışmalarından geldiğine
dikkat çekmiştir.

William James elementçiliğe karşı çıkarak ABD’de Gestalt psikolojisinin habercisi olarak
hizmet etmişti. James bilinç elementlerini yapay soyutlamalar olarak ele almış ve bizlerin
duyum destelerini değil, bütün halindeki nesneleri gördüğümüze dikkat çekmiştir.

Bir başka ilk etki de Alman felsefesi ve psikolojisindeki fenomonolojik harekettir.


Metodolojik olarak fenomenoloji, doğrudan deneyimlerin tam ortaya çıktıkları zamanki
bağımsız ve tarafsız tanımlamalarından söz eder. Bu bir deneyimin elementlerine analiz
edilmediği veya aksi takdirde yapay olarak ayrıldığı hatalı gözlemdir. Fenomonoloji
sağduyunun neredeyse saf deneyimlerini kapsar.
Psikolojideki fenomonolojik geleneğin genellikle Goethe ile başlamış olduğu varsayılır.
1909-1915 yılları arasında bir grup aktif fenomonolojik psikolog Göttingen’deki G. E. Müller
laboratuvarındaydı. Burada Erich R. Jaensch, David Katz ve Edgar Rubin, daha sonra
fenomonolojik yaklaşımı kullanacak olan Gestalt psikolojisini destekleyici kapsamlı
araştırmaları yönettiler.

Fizik Biliminde Değişen Zeitgeist

Zeitgeist’ın Gestalt psikolojisinin üzerindeki ilk etkileri ihmal edilemez, özellikle de fizik
bilimi düşünüldüğünde 19. yüzyılın son on yılında fizik göç alanları fikrinin kabul edilip
tanınmasıyla daha az atomistik hale gelmişti. Fizikteki bu yeni gücün klasik örneği
manyetizmadır. Manyetizma, geleneksel terimlerle tanımlanması ve anlaşılması zor bir nitelik
veya özelliktir. Örneğin eğe talaşları bir mıknatısın üstüne dayalı bir kağıt parçası üzerinde
sallandığında eğe talaşları tipik bir şekilde düzenli hale gelmektedir. Henüz mıknatısa
dokunmamakta ancak mıknatısın etrafındaki güç alanından belli ki etkilenmektedir. Bu
dönemde ışık ve elektriğin benzer şekilde işlem yaptığı düşünülmüştü. Yani bunların, tek tek
elementlerin veya parçacıkların varlıklarının toplamı değil, yeni yapısal varlıklar olduğuna
inanılmıştı.

Bu nedenle Wundt için çok önemli olan atomizm fikri fiziğin ciddi eleştirilerine maruz
kalmıştır. Fizikçiler yeni Gestalt psikolojisi ile uyum içinde olan organik bütünler açısından
düşünmeye başlıyorlardı. Gestalt psikologları tarafından önerilen değişiklikler dönemin fizik
görüşlerindeki değişikliklere paraleldi. Psikolojinin doğa bilimlerinden daha iyisini yapmaya
çalışmasını istiyorlardı.

Gestalt psikolojisinin kurucularından biri olan Wolfgang Köhler’in fizikte güçlü bir
altyapısı vardı ve bir süre 20. yüzyılın en büyük fizikçilerinden biri olan Max Planck’ın
denetimi altında çalışmıştı.

Köhler, fizik alanıyla Gestalt psikolojisinin vurgu yaptığı bütünler arasında bir bağlantı
olduğunu düşünüyordu. Fizikte baktığı her yerde elementlerle uğraşmaya yönelik giderek
artan bir isteksizlik olduğunu ve bunun yerine daha geniş sistemler veya alanlar üzerinde
önemle durulduğunu görmüştü. Daha sonra Gestalt psikolojisinin, psikolojinin temel
alanlarına fiziğin bir tür uygulanması olduğunu yazmıştı.
Bunun tersine Watson fizik alanında bir eğitim almış değildi ve psikolojiye eski atomistik
fiziğin ilkeleriyle uyumlu, davranışların elementleri üzerinde yoğunlaşan indirgemeci bir
yaklaşım geliştirmeye devam edebilmişti.

Phi Fenomeni: Wundtçu Psikolojiye Bir Karşı Çıkış

Gestalt psikolojisi olarak bilinen resmi gelişim, yeni ekolün ana kurucusu Alman psikolog
Max Wertheimer tarafından 1910 yılında yönetilen bir araştırma çalışmasıyla gelişmişti. Tatil
sırasında bir trene binerken Wertheimer'ın kafasında gerçek bir hareket yokken hareketi
görme hakkında bir deney fikri vardı. Tatilini unutarak treni Franfurt'ta terk etmiş. Oyuncak
bir stroboskop (Bir dizi farklı resmi göze hızlı bir şekilde yansıtarak görünüşte devinim üreten
bir alet.) satın almış ve kaldığı otel odasında bu konudaki kavrayışının doğruluğunu başlangıç
niteliğinde ispat etmişti. Daha sonra kendisine kullanması için bir takistoskop (Psikologlar
tarafından, uyarıcının ardışık olarak kısa aralıklarla ve hızlı hızlı sunumunu sağlayan deneysel
bir alet.) Franfurt Üniversitesi’nde daha resmi çalışmalarını sürdürmüştü. Berlin
Üniversitesi’nde Wertheimer ile çalışmış iki genç daha vardı: Kurt Koffka ve Wolfgang
Köhler. Her biri psikolojide üretken çalışmalar yapmış kişilerdi. Bir süre sonra Wundtçu
elementçiliğe karşı mücadele ye girişmişlerdi.

Koffka ve Köhler'in denek olarak çalıştığı Wertheimer'ın araştırma problemi, görünüşte


devimim (hareket) algısını kapsıyordu. Wetheimer takistoskobu kullanarak 20 ve 30 derecelik
açısı olan iki yarık boyunca ışığı yansıttı. Eğer ışıklar önce bir yarık sonra diğeri boyunca
aralarında uzun bir boşlukla (200 milisaniyeden daha uzun) gösterildiyse, önce birinci yarıkta
olmak üzere deneklere iki ardışık ışık görünmüştü. Işıklar arasındaki boşluk çok kısa
olduğunda denekler ışıkları sürekli görmüştü. Işıklar arasında en uygun boşluk (yaklaşık 60
milisaniye) olduğunda ise denekler bir yerden ötekine giden ve geri dönen bir tek ışık çizgisi
görmüştü. Geçerli psikolojik konuma ve yapısalcı bakış açısına göre tüm bilinç deneyimleri
duyumsal elementlere analiz edilebilir.

Wertheimer kendi laboratuvarında doğruluğu kanıtlanan olayın bir duyum kadar basit ve
temel olduğuna, yine de bir duyumdan, hatta bir duyumlar dizisinden açıkça farklı olduğuna
inanmıştı. Wertheimer bu olaya phi fenomeni (phi phenomenon) adını vermişti. Dönemin
kabul gören psikoloji ekolü phi fenomenini açıklayamadığında Wertheimer bu başarısını
“Zahiri hareket açıklanmaya ihtiyaç duymaz, algılandığı gibi vardır ve daha basit şeylere
indirgenemez.” diyerek açıklamıştır.

Wundt'a göre uyarıcının iç gözlemi iki ardışık çizgiden başka bir şey üretmez, birisinin bu
iki pozu nasıl dikkatlice incelemeye çalıştığı önemli değildir, devinimdeki tek bir çizgi
deneyimi sürüp gider. Analize yönelik başka bir girişim başarısızlıktır. Bütün (hareket)
gerçekte kendisini oluşturan parçalarının (iki sabit çizgi) toplamından daha farklıdır. Uzun bir
süre egemen olan geleneksel çağrışımcı-yapısal psikolojiye karşı çıkılmıştı ve bu itiraza
tatmin edici bir cevap vermek mümkün değildi. Wertheimer'ın sonuçları 1912 yılında
"Hareket Algısının Deneysel Çalışmaları” makalesinde basılmıştı. Bu makalenin çoğunlukla
yeni psikoloji ekolünün başlangıcını işaret ettiği düşünülmüştü.

Gestalt Psikolojisinin Kuruluşu

Max Wertheimer (1880-1943)


Prag'da doğmuştur. 18 yaşına kadar Gymnasium'a devam etmiş ve üniversitede iki buçuk yıl
hukuk okumuştur. Daha sonra Berlin'de felsefe ve psikoloji çalışmış. Frankfurt'a yerleşmeden
önce zamanını Prag'da, Viyana'da ve Berlin'de geçirmiştir. 1912-1916 yılları arasında
Frankfurt'ta ders vermiş ve 1929 yılında profesörlüğe kabul edilmiştir. 1. Dünya Savaşı
boyunca denizaltılar ve liman güçlendirmeleri için işitme aletleri üzerine askeri araştırmalar
yapmıştır.
Wertheimer üç özgün Gestalt psikoloğunun en yaşlısı ve hareketin entelektüel lideriydi.
Koffka ve Köhler Wertheimer'ın düşüncelerinin gelişmesine yardımcı olmuştur. Ayrıca
Koffka ve Köhler kadar fazla makale yayımlamamış olmasına rağmen yaratıcı düşünce ve
algısal gruplama üzerine önemli yazılar yazmıştır.
1921 yılında K. Goldstein ve H. Gruhle'nin de yardımıyla Gestalt ekolünün resmi yayın
organı haline gelen Psikoloji Araştırmaları dergisi kurulmuştur. Dergi yirmi iki sayı
yayımlanmıştır.
Wertheimer 1933 yılında Almanya'dan New York'a iltica eden ilk grup bilim adamları
arasındaydı. Araştırması gayri resmi yollarla yürütülüyor, arkadaşlarına kişisel olarak ve
psikologlar toplantılarında bildiriliyordu.

Kurt Koffka (1886-1941)


Koffka üç temel Gestaltçıdan en üretken psikolog olarak görülür. Berlin'de doğmuş ve
eğitim görmüştür. Gençliğinde bilim ve felsefeye ilgi duymaya başlamış ve bu ilgisi 1903-
1904 yıllarında Edinburg'ta güçlenmişti. Sonra Berlin'de psikoloji okumuştur. 1910 yılında
Frankfurt'ta Wertheimer ve Köhler ile uzun ve üretken bir ortaklığa imza atmıştır. 1911-1924
yılları arasında Giessen Üniversitesi'nde kalmıştır. 1. Dünya Savaşı sırasında psikiyatri
kliniğinde beyin hasarlı ve konuşma yeteneğini yitirmiş insanlarla çalışmıştır.
Savaştan sonra, Koffka Psikoloji Bülteni'ne yeni ekolle ilgili yazdığı “Algı: Gestalt
Teorisine Bir Başlangıç’’ (1922) başlıklı makale Gestalt psikolojisine ait temel kavramları,
çoğu araştırmanın sonuçlarını ve ne anlama geldiklerini sunmuştur.
Makale pek çok psikolog için Gestalt devriminin ilk resmi açıklaması olarak görülmesine
rağmen Wertheimer'ın de belirttiği gibi makalenin başlığındaki “algı" kelimesi giderilemeyen
bir yanlış anlaşılmaya sebep olmuştu: Gestalt psikolojisinin sadece algıyla ilgilendiği ve bu
nedenle psikolojinin diğer alanlarıyla ilgisi olmadığı düşüncesi.
Gerçekte Gestalt psikolojisi “her şeyden önce felsefi sorularla düşünme ve öğrenme ile
ilgileniyordu; ilk Gestalt psikologların sistematik yayınlarında algı üzerinde
yoğunlaşmalarının asıl sebebi Zeitgeist idi. Gestalt psikolojisinin karşı geldiği Wund
psikolojisi, desteğinin çoğunu duyum ve algı çalışmalarından almıştı, böylece Gestalt
psikolojisi Wundt'a kendi kalesinde saldırmak için algı konusunu arena olarak seçmişti.”
Koffka 1921 yılında Amerika ve Almanya'da büyük başarı sağlayan, çocuk gelişimiyle ilgili
Zihin Gelişimi isimli kitabını yayımladı. 1924 yılında Cornell ve Wisconsin üniversitelerine
misafir profesör oldu, 1927’de Smith Üniversitesi'ne profesör olarak atandı ve ölümüne kadar
burada kaldı. Koffka 1932’de Orta Asya insanlarını araştırmak üzere katıldığı yolculukta
kapıldığı hastalıktan iyileşirken bir yandan da Gestalt Psikolojisinin İlkeleri isimli kitabı
üzerinde çalışmaya başladı. Kitap 1935 yılında basıldı. Kitap, Koffka'nın niyetlendiği gibi
Gestalt psikolojisinin nihai ve eksiksiz bir tanımlaması haline gelmemişti.

Wolfgang Köhler (1887-1967)


Üç büyük Gestalt psikologlarından en genci ve Gestalt hareketinin sözcüsü Köhler'dir.
Büyük bir titizlik ve kesinlikle yazılan kitapları Gestalt psikolojisinin belli yönlerde nihai bir
çalışma niteliğini taşımıştır. Köhler'in Max Planckin kontrolünde aldığı önemli fizik eğitimi
onu, psikolojinin fizikle birleşmesi gerektiği ve Gestalt'lerin (form ve kalıpların) fizikte
olduğu kadar psikolojide de ortaya çıktığı konusunda ikna etmişti. Estonya'da doğan Köhler 5
yaşındayken ailesi Kuzey Almanya'ya göç etti. Üniversite eğitimini Tübingen, Bonn ve
Berlin'de yapmıştır.
Köhler, çalışmalarına Frankfurt'ta devam etti ve Wertheimer ile stroboskobunun gelmesinden
hemen önce buraya ulaştı. 1913 yılında maymunlarla çalışmak amacıyla Prusya Bilim
Akademisinin daveti üzerine Kanarya Adalan'nda, Tenerife'deki bir İspanyol adasına gitti.
Buraya varışından altı ay sonra I. Dünya Savaşı başladı ve diğer Alman vatandaşlar ülkelerine
dönebildikleri halde o, buradan ayrılamadı. Bir psikolog yeni bir tarih verisine dayanarak
Köhler'in burada Almanya için casusluk yapmış olabileceği ve araştırma çalışmalarını, asıl
amacını saklamak üzere paravan olarak kullandığı iddiasında bulunmuştur. Bu suçlamaya
sebep Köhler'in evinin üst katında çok güçlü bir radyo vericisini saklamış olmasıydı. Bu radyo
vericisini müttefik kuvvetlerindeki gemi hareketleriyle ilgili bilgileri yayınlamak amacıyla
kullandığı düşünülmüştü. Bu iddiayı doğrulayacak kesin bir kanıt bulunamamıştır.
İster casusluk isterse basit bir bilim adamının savaştan kaçışı olsun, Köhler sonraki yedi yılını
maymunlarda öğrenme üzerine araştırmalar yaparak geçirdi ve Maymunlarda Zeka isimli
klasik çalışmasını ortaya koydu. Bu kitap 1924 yılında ikinci baskısını yaptı, İngilizceye ve
Fransızcaya tercümesi yapıldı.
Köhler 1920'de Almanya’ya dönmüştür. Köhler'in yüksek düzeyli bilgisini onaylayan
Statik ve Sabit Fiziksel Gestalt isimli çalışmalarının yayınlamasının etkisiyle çok göz dikilen
bir mevkiye atanmıştır. Köhler 1920’lerin ortalarını karısından boşanması, genç bir öğrenciyle
evlenmesi, ilk evliliğinden olan çocuklarıyla ilişkisinin kalmaması ve ellerinde özellikle
sinirlendiği zaman belirginleşen titremenin başlaması gibi durumlardan dolayı özel yaşantı
açısından oldukça zor geçirmişti.
Köhler 1925-1926 yıllarında Clark ve Harvard Üniversitelerinde ders vermiş ve 1929’da
Gestalt ile ilgili ayrıntılı tezleri ortaya koyduğu Gestalt Psikolojisi isimli kitabını
yayımlamıştır. Harvard'da William James'e ders vermiş ve Nazi rejimiyle süregelen
çatışmalar sebebiyle Almanya’yı terk etmiştir.
Köhler Amerika’ya göç etmiş ve Swarthmore Üniversitesinde öğretmenlik yapmıştır. The
Place of Value in a World of Facts, Dynamics in Psychology ve Figural After Effects son
kitapları arasındadır. Son kitabı ise Hans Wallach ile yaptığı bir çalışmadır. APA'dan bir ödül
almış ve daha sonraki yıllarda derneğin başkanı olmuştur.

Gestalt Başkaldırısının Doğası


Gestalt düşünceleri Alman psikolojisinin akademik geleneğine doğrudan muhaliftir.
İşlevselcilik daha önceleri Amerikan psikolojisine yenilikler getirmiş olduğundan,
davranışçılık hem Wundt'a hem de yapısalcılığa daha dolaylı bir başkaldırıydı. Gestaltçıların
bildirileri de Alman yapısalcı geleneğine yeterince karşı gelmiştir. Gestalt ekolü liderleri eski
kuralların yeniden düzenlenmesini istemişlerdir. Köhler şöyle demiştir: " Bulduklarımız ve
daha sonra bulabileceklerimiz bizi çok heyecanlandırmıştı... Bu sadece bize ilham veren
girişimimizin özendirici tazeliği değildi. Ayrıca bir hapishaneden kaçtığımız düşünülürse,
büyük bir ferahlamaydı. Hapishane, halen öğrencileri olduğumuz üniversitelerde okutulan
psikoloji idi.”
Zahiri hareketin algısı çalışmalarından sonra Gestalt psikologları diğer algısal fenomenler
üzerinde değerlendirmeler yapmaya başlamışlardır. Algıda süreklilik deneyimi Gestaltçılara,
düşüncelerini desteklemek üzere ilave bir destek vermiştir. Bir pencerenin tam önünde
durduğumuzda retina tabakasına bir dikdörtgen yansır, ancak pencerenin bir yanina doğru
yanaşıp baktığımızda, pencereyi hala dikdörtgen olarak algıladığımız halde retinaya düşen
imge yamuk halini alır. Duyusal veri (retinaya yansıyan imgeler) değişmiş olmasına rağmen
pencereye ilişkin algımız sabit kalır. Aynı şey nesnelerin parlaklık ve büyüklükleri için de
geçerlidir. Zahiri harekette olduğu gibi, algısal deneyim, hiçbir parçasında bulunmayan bir
bütünlük veya tamlık niteliğine sahiptir.
O halde gerçek algı niteliği ile duyusal uyarılma niteliği arasında farklılık söz konusudur.
Algı tek başına duyusal elementlerin toplamı olarak açıklanamaz. Algı bir bütündür, bir
Gestalt'dır ve algıyı analiz etmeye veya elementlerine indirgemeye yönelik girişimler onu
tahrip edecektir.
Gestalt sözcüğü, işlevselcilik ve davranışçılık gibi hareketin ne olduğunu açıkça
belirtmediğinden güçlüğe sebep olmuştur. İngilizcede tam karşılığının olmamasıyla birlikte
form, şekil, biçim gibi sözcükler yaklaşık bir karşılık olarak kullanılmaktadır. Gestalt sözcüğü
İngilizce dilinin bir parçası haline gelmiştir.
Köhler Gestalt Psikolojisi isimli kitabında kelimenin Almanca'da iki şekilde kullandığına
dikkat çekmiştir:
1. Nesnelerin bir özelliği olarak, şeklini veya biçimini gösterir. Köşeli veya simetrik gibi
terimlerle açıklanabilen genel özelliklerden söz eder. Gestalt kelimesi, örneğin, bir
melodideki tempo veya geometrik şekillerdeki üçgenlik gibi özellikleri anlatır.
2. Belirli bir şekil veya biçim özelliklerine sahip bir bütünü veya somut varlığı gösterir.
Gestalt kelimesi, örneğin, üçgenlik kavramından çok üçgenlere gönderide bulunuyor
olabilir.
Buradan hareketle, Gestalt kelimesi nesnelerin niteliksel şekillerinden söz etmek için olduğu
kadar nesnelerin bizzat kendisinden söz etmek için de kullanılır. Ayrıca bu terim görsel bir
alana ve hatta tümden duyusal bir alana sıkıştırılmamıştır. Öğrenme, hatırlama, duygusal
tutum, düşünme, davranma gibi süreçlerin buna dahil olabileceği söylenmiştir. Gestalt
psikologları, psikolojinin tüm ilgi alanlarıyla uğraşır.

Algısal Organizasyon Gestalt İlkeleri

Wertheimer’in algısal organizasyon ilkeleri 1923 yılında bir raporda sunuldu. Wertheimer
bizim, nesneleri aynı dolaysız ve bütünleşmiş şekliyle algıladığımız düşüncesindeydi. Yani
nesneleri tek tek duyumlar kümesi şeklinde değil, bir bütün olarak algıladığımızdan
bahsetmiştir. Buna da “algısal organizasyon” denir.

Algıda organizasyon, ne zaman farklı şekiller veya kalıplar görsek hemen ortaya çıkar.
Kendiliğinden olmaktadır ve çevremize baktığımız her zaman kaçınılmazdır. Bir nesneye isim
vererek tanımlamak gibi yüksek düzeyli algılar her zaman öğrenmeye oldukça bağlı olmasına
rağmen yapısalcıların ve çağrışımcıların iddia ettiği gibi organizasyon yapmayı öğrenmek
zorunda değiliz.

Gestalt teorisine göre görsel algıdaki temel beyin süreci dinamik bir sistemdir. Beynin
görsel alanı, bir çağrışım ilkesi tarafından birleştirilen elementlere, görsel girdinin ayrı
elementleri açısından karşılık vermez yani beyin bütün elementlerin belirli bir etkileşim
zamanında bulunduğu dinamik bir sistemdir ve birbirine benzer veya yakın elementler
etkileşim içinde olmaya daha yatkındır.

Birkaç organizasyon ilkeleri:

 Yakınlık
Zaman veya mekanda birbirine yakın olan parçaları birlikte algılama eğilimi vardır

Şekil(a)
Mesela; bu şekilde noktalar, geniş bir grup gibi algılanmaktan ziyade üç sütun
şeklinde algılanır.

 Süreklilik
Algımızda belirli bir doğrultuyu izlemeye ve elementleri, onları bir süreklilik veya
akış doğrultusunda birleştirmeye yönelik bir eğilim vardır.

Mesela; şekil (a)’daki noktaların oluşturduğu şekli yukarıdan aşağıya doğru algılama
eğilimi vardır.

 Benzerlik
Birbirine benzer parçalar bir grup oluşturacak şekilde birlikte algılanırlar.

Şekil(b)

Şekil (b)’de daireler siyah ve beyaz olarak kendi aralarında grup olarak
göründüğünden sütunları değil, satırları algılarız.

 Bütünleme
Algılama sürecinde parçaları eksik olan figürleri tamamlama, boşlukları doldurma
eğilimimiz vardır.
Şekil (c)

Şekil (c)’de eksik parçalar olmasına rağmen üçgeni algılayabiliyoruz.

 Basitlik
Bir figürü, uyarıcı koşullar altında mümkün olduğu kadar iyi görme eğilimimiz vardır.
İyi bir gestalt simetrik, basit ve sabit olup daha basit ve sistemli hale getirilemeyendir.

Şekil (d)

Şekil (d), iyi bir gestalta örnek verilebilir çünkü açık bir şekilde tam ve örgütlenmiş
şekilde algılanabilir.

 Şekil/Zemin
Tüm algılamalarda bir şekil ve zemin vardır.
Şekil arka yüzeyi oluşturan zemin içinde anlam kazanır.
Şekil, zeminden daha büyük ve belirgindir.

Şekil (e)
Şekil (e)’de şekil ve zemin yer değiştirilebilir. Bu durumda algı organizasyonunuza
göre birbirine dönük iki yüz görebileceğiniz gibi bir vazo da görebilirsiniz.

Bu organizasyon faktörleri bireyin yüksek düzeyli zihinsel süreçlerine veya geçmiş yaşam
deneyimlerine bağlı değildir, uyarıcının kendisinde bizzat mevcuttur.

Öğrenmeye İlişkin Gestalt Araştırmaları: Kavrayış Ve Maymunlarda Zeka

Köhler’e göre yeni bir öğrenme, öğrenme alanını anlamak ve kavramakla yani içgörü
kazanmakla mümkün olan olgusal bir süreçtir.
Köhler 1. Dünya Savaşı sırasında Tenerife Adaları’nda kalmıştır ve o dönemde Köhler, o
adada bulunan maymunların problem çözmesinde görülen zeka yapılarını incelemiştir:
Kafes, muz ve sopalardan oluşan düzenekler oluşturmuştur. Bu çalışmalardan en önemlisi
maymun Sultan ile yaptığı deneydir. Bu deneyde muz kafesin dışında Sultan’ın
ulaşamayacağı bir yere konulmuş ve birkaç içi boş bambu sopa kafese yerleştirilmişti.
Sopaların her biri muza ulaşabilmek için çok kısaydı. Sultan, problemi çözebilmek için muza
ulaşabilecek uzunlukta bir sopa oluşturmak, bunu yapabilmek için de iki sopayı birbirlerinin
ucuna ekleyerek itmek zorundaydı. Sultan, önce sopalardan birisini kullanarak muza
ulaşmaya çalışmıştı. Ancak ilk bir saatlik denemede başarılı olamamıştır. Sultan daha sonra
sopalarla oynarken birdenbire problemi çözmüştü ve böylelikle sopaları birbirine ekleyerek
kafes dışındaki muza ulaşabilmişti. İşte Köhler, bu çalışmayı içgörü olarak yorumladı.
Köhler ve daha sonra tüm Gestaltçılar, bütün öğrenme olaylarının kavrama(içgörü)
yoluyla psikolojik alanın yeniden örgütlenmesi ve algılanarak düzenlenmesi olarak
belirtmiştir.
Kavrama (içgörü) olgusunun aşamaları bütün organizmalarda ortaktır. Bunlar sırasıyla:

 Problem alanını inceleme, tanıma, elemanları ayırma ve sınırlılıkları belirleme


 Dikkat yoğunlaşması, kararsızlık dönemi
 Birtakım çözümleri deneme, geçerliliğini sınama, bunların yetersizliğini görme
 Yeni yöntemler arama
 Amacın devamı, kontrolü ve motivasyonunun sürdürülmesi
 Kritik döneme ulaşıp ani, doğrudan ve kesinlikle doğru çözüme ulaşılması
 Problem çözüldükten sonra aynı yöntemin tekrar edilebilir olması
 Bu süreç sırasında gereksiz ve problemle ilgisi olmayan konular üzerinde
durulmaması

Gestaltçılara göre problemin çözümü, Thorndike’ın ifade ettiği gibi aktif deneme-yanılma
yaparak atılan küçük adımlarla değil, zihinsel deneme-yanılmalar sonucu uygun çözümü
bulduğunda görülen hareketle gerçekleşir. Problemin çözümü için gerekli bütün araç
gereç ve yolları problem çözülünceye kadar düşünür. Problemin çözümünü aniden
bulduğunda problemin çözümü için içgörü kazanmış olur.

İnsanlarda Üretken Düşünce

Gestalt öğrenme ilkelerinin insanın yaratıcı düşünmesine uygulanmasını içeren


“Üretken Düşünce” kitabı Wertheimer’ın ölümünden sonra basılmıştır. Wertheimer, bu
tür düşünmenin bütünler açısından yapılması gerektiğini öne sürmüştür. Sadece öğrenici
durumu bütün olarak ele almakla kalmamalı, öğretmen de durumu bütün olarak
sunmalıdır.

Bu kitaptakiler çocukların geometri problemlerini çözme çalışmalarından Einstein’ın


izafiyet teorisine götüren düşünme sürecine dek uzanıyordu. Tüm yaş ve problem zorluğu
seviyesinde Wertheimer, problemin bütünün parçalar üzerinde etkili olduğu görüşünü
destekleyen kanıtlar bulmuştur.

Bir problemin ayrıntılı yönlerinin sadece durumun tüm yapısıyla olan bağlantısı
içerisinde ele alınması gerektiğine inanmıştı. Ayrıca problem çözme problemin
bütününden parçalarına doğru inmeli, bunun tersi olmamalıdır.

Ayrıca bir problemin çözüm ilkesinin bir kez anlaşıldığı takdirde diğer durumlara
kolaylıkla transfer edilebileceğini göstermiştir.

Ezberciliği şiddetle eleştirmişti. Yinelemelerin bir noktaya kadar faydalı olduğuna


ancak sürekli kullanılması durumunda gerçek yaratıcı veya üretken düşünceden ziyade
mekanik bir performans ortaya koyacağına inanmıştı.

Ezbercilik başka bir probleme uygulanamaz. İsimler ve tarihler gibi bazı materyallerin
yinelemelerle güçlenen çağrışım aracılığıyla ezberden öğrenilmesi gerektiği konusunda
hemfikirdir.

İzomorfizm İlkesi
Algıların organize edilmiş bütünler olduğu kabul edilirken, Gestalt psikologları algıda yer
alan kortikal mekanizma problemine döndüler ve algılanan Gestalt unsurları altında yatan
nörolojik bağıntı teorisini oluşturmaya çabaladılar. Gestalt düşüncesinde beyin zarı, belirli bir
etkileşim zamanında elementlerinin aktif olduğu, mekanik sinir sistemi kavramına ters,
dinamik bir sistemdir. Bu görüşe göre beyin pasif olarak işlem yapar ve alınan duyumsal
elementleri aktif olarak organize etmeye veya değiştirmeye açık değildir.

Wertheimer beyin zarı faaliyetinin şekilsel bir bütünlük süreci olduğunu öne sürmüştü.
Gerçek ve zahiri hareket hemen hemen aynı yaşandığı için, gerçek ve zahiri hareket için
kortikal süreçlerin de benzer olması gerektiğini ileri sürmüştü. Bu iki hareket benzer türden
ise, bunlara uygun bir beyin sürecinin olması da şarttır. Bir başka deyişle, phi fenomeninin
sebebini açıklamak için bilinçli veya psikolojik deneyim ile bunun altında yatan "beyin
yaşantısı" arasında bir uygunluk olmalıdır. Biyoloji ve kimyanın da kabul ettiği bu ilke
izomorfizm (isomorphism) olarak adlandırılır. İzomorfizm ilkesine göre uyarıcı ve algı
arasında bire bir uygunluk yoktur. Uyanıcının şekliyle uyuşan, algısal deneyimdir. Bir algı
uyanıcının yalın bir kopyası değildir, tıpkı bir haritanın gösterdiği bölgenin yalın bir kopyası
olmaması gibi. Bununla birlikte bir haritaya benzeyen algı şekil veya formda (morphic) temsil
ettiği şeyle aynıdır fiso), böylelikle algılanan gerçek dünyaya güvenilir bir rehber olarak
hizmet eder. Köhler bu düşünceyi 1920 yılında Statik ve Sabit Fiziksel Gestaltlar kitabıyla
genişletmiştir. Köhler kortikal süreçlerin elektrik güçlerinin alanlarıyla benzer şekilde hareket
ettiğini düşünmüş ve mıknatısın çevresindeki gücün elektromanyetik alanının bir hareketi
gibi, duyumsal dürtülere karşılık olarak, sinirsel aktivite alanlarının beyindeki
elektromanyetik süreçler aracılığıyla oluşturulabileceğini ileri sürmüştür.

Gestalt Psikolojisinin Yayılışı

1920'lerin ortalarında Gestalt hareketi Almanya'da güç bir şekilde birleşmiş, uyumlu ve
etkili bir ekol haline gelmişti. 1933 yılından ve Nazi'lerin güç kazanmalarından sonra, artan
baskılar sebebiyle Gestalt psikolojisi liderleri ülkeyi terk etti. Hareket dönemin Alman
akademik sistemi içerisinde çok küçük bir yere sahipti ve bu şartlarda Gestalt psikolojisinin
merkezi ABD'ye kaymasına neden oldu. Gestalt psikolojisi ABD'de ilgi çekmiş olmasına
rağmen bir düşünce ekolü olarak kabul görmesi oldukça yavaş olmuştu. Bunun birkaç sebebi
vardır, ilki o dönemde davranışçılık Amerikan psikolojindeki popülaritesinin zirvesindeydi ve
bunu aşmak imkânsız olmasa bile çok zordu. Bir diğer problem Gestalt ilkelerinin yayılmasını
geciktiren dil engeliydi. Temel Gestalt yayınları Almanca idi ve tercüme ihtiyacı Gestalt bakış
açısının tam ve doğru bir şekilde anlaşılmasını geciktiriyordu. Ve üçüncüsü, pek çok
Amerikalı psikolog Gestalt psikologlarının sadece algı ile ilgilendiklerini düşünüyordu.
Ayrıca Wertheimer, Koffka ve Köhler yüksek lisans programları olmayan Amerikan
üniversitelerinde öğretmenlik yapmaları sebebiyle yetiştirilecek öğrenci çekmekte oldukça
zorlanıyorlardı.

Davranışçılıkla Olan Mücadele

Gestaltılar, tıpkı yapısalcılar gibi, davranışçıların yapay soyutlamalarla uğraştığını iddia


ettiler. Yapılan analizin, elementlere iç gözlemsel indirgeme (Wundt) veya şartlı reflekslere
nesnel indirgeme (Watson) açısından yapılmış olması arasında çok az farklılık olduğunu iddia
ettiler. Sonuç aynıydı: molar bir yaklaşım yerine moleküler bir yaklaşım. Gestalt psikologları
ayrıca davranışçıların iç gözlemin geçerliliğini inkar etmelerini ve bilincin elemanlarını da
eleştirmişlerdi. Gestaltçı psikologlar Wundtcu iç gözlemi kullanmamış olmakla birlikte, bilinç
deneyimlerinin doğrudan araştırılmasının tarafındaydılar. Koffka davranışçıların yaptığı gibi
bilinçten mahrum bırakılmış bir psikoloji oluşturmanın anlamsız olduğunu iddia etmişti.
Çünkü bunun anlamı psikolojinin birkaç çeşit hayvan araştırmasından başka bir şey ortaya
koyamayacak olmasıydı. Pek çok engele rağmen, Gestalt psikolojisi ilke ve öğretileri yavaş
yavaş çocuk psikolojisi, uygulamalı psikoloji, psikiyatri, eğitim, antropoloji ve sosyoloji
alanlarında kullanılmaya başlamıştı. Buna ek olarak, bazı klinik psikologlar psikanalizi
Gestalt yaklaşımıyla birleştirmeye başlamışlardı.

Nazi Almanya’sında Gestalt Psikolojisi

Gestalt psikolojisinin kurucuları savaş zamanı Almanya'dan kaçmalarına rağmen


taraftarlarından bazıları 1945 yılında Almanya'nın bozguna uğratılmasına kadar süren Nazi
dönemi boyunca orada kalmaya devam etti. Gestalt düşüncesinin bu taraftarları görme ve
derinlik algısı üzerine yoğunlaşarak araştırmalar düzenlemeye devam ettiler. II. Dünya Savaşı
boyunca Alman psikologların çoğunun araştırma faaliyetleri savaşla ilgili konulara, özellikle
de askeri personelin değerlendirilmesine yönlendirilmişti. Pratik ve uygulamalı araştırmalar,
saf bilimsel ve teorik yapılı araştırmalardan daha önde gelir olmuştu.

Alan Teorisi: Kurt Lewin (1890-1947)

19. yüzyıl bilimindeki eğilim, alan ilişkileri açısından düşünmek ve atomiktik ve elementçi
çerçeveden uzaklaşmaktı. Gördüğümüz gibi Wertheimer ve Gestalt psikolojisi bu eğilimi
yansıtmaktadır. Psikoloji içerisindeki alan teorisi kavramı, fizikteki güç alanları kavramına bir
analoji olarak uyanmıştı. Psikolojideki alan teorisi (field theory) hemen hemen yalnızca,
Gestalt psikolojisinin aktif taraftarlarından birisi olan Kurt Lewin'in çalışmasını kapsar.
Lewin'in çalışmaları Gestalt yönelimlidir ancak Gestalt psikologları algı ve öğrenme üzerinde
dururken Lewin ihtiyaçlar, kişilik ve sosyal faktörler üzerinde durmuştur. Gestalt psikologları
davranışı açıklamak amacıyla fizyolojik yapılar üzerinde dururken, Lewin psikolojiyi bir
sosyal bilimden daha fazlası olarak görmüştür.

Yaşam Alanı

Lewin 30 yıllık kariyeri boyunca kendini, insan davranışını fiziksel ve sosyal bağlamda
tanımlayan ve çok geniş bir şekilde tanımlanan insan motivasyonu konusuna adadı (Lewin,
1936, 1939). Onun psikoloji görüşü nasıl yaşadığımızı ve nasıl çalıştığımızı etkileyen sosyal
meseleler üzerinde odaklı ve pratikti. Dönemin fabrikalarının çalışma koşullarını
insanlaştırmak için yollar aradı. Böylece yapılan işin basit bir şekilde hayatı kazanmak için bir
yol olmak yerine, daha fazla kişisel doyum getiren bir kaynak olabileceğini düşünüyordu.

Fizikteki alan teorisi Lewin'i bir insanın psikolojik faaliyetlerinin bir tür psikolojik alanda
veya yaşam alanında (life space) ortaya çıktığını düşünmeye yöneltmişti. Yaşam alanı bir
insanı etkileyebilme ihtimali olan, geçmişe, şimdiye ve geleceğe ait her tür olaydan oluşur.
Psikolojik bir bakış açısıyla, davranışı yaşamın bu üç yönünün her biri, herhangi bir tek
durumda belirleyebilir. Yaşam alanı bireyin kendi psikolojik çevresiyle etkileşimi sırasında
ortaya çıkan ihtiyaçlarından oluşur. Yaşam alanı, bireyin biriktirdiği deneyimin tür ve
miktarının bir fonksiyonu olarak çeşitli farklılık dereceleri gösterebilir. Deneyim
eksikliğinden ötürü bir yeni doğanın yaşam alanında, eğer varsa bile, çok az farklılaşmış
alanlar bulunur. Oldukça eğitimli ve gelişmiş bir yetişkin, geçmiş deneyimlerinin bir
fonksiyonu olarak daha karmaşık ve iyi derecede farklılaşmış bir yaşam alanı gösterir.

Lewin fizyolojik süreçlere ait teorik düşüncelerini matematiksel bir model kullanarak
sunmak istemiştir. Tek bir durumla ilgilendiği için istatistik yöntemler amacına uygun değildi.
Belirli bir anda bir insanın muhtemel tüm amaçlarını ve bu amaçların tüm yollarını göstermek
amacıyla yaşam alanını haritalandırmak istemiş ve bu görev için yeterli olduğunu hissettiği
bir (geometri şekli -topoloji- seçmiştir.) Topoloji uzaydaki dönüşümleri nicel olmayan bir
tarzda, uzaysal ilişkilerle sunarak ele alır. Topoloji bağlantıların yönü veya uzaklığı ile değil,
düzeniyle ilgilenen bir uzay anlayışıdır. Yaşam alanındaki bölgeler arası ilişkileri, bağlantıları
ve bunların birbirlerine göre uzaysal ilişkilerini gösterir. Lewin sisteminin şematik sunumunu
tamamlamak amacıyla, yaşam alanındaki nesnelerin olumlu veya olumsuz değerleriyle ilgili
olarak vaians (valences) kavramını ortaya atmıştır. Bireye çekici gelen veya ihtiyaçları
karşılayan nesneler olumlu bir valansa sahipken, tehdit edici nesneler olumsuz valansa
sahiptir.

Motivasyon

Lewin kişi ile çevresi arasında bir denge hali olduğunu kabul etmiştir. Bu denge zarar
gördüğünde bir gerilim oluşur, bu gerilim dengeyi yeniden sağlama çabalarında harekete
sebep olur. Lewin insan davranışının, gerilimlerin sürekli görünümünü, hareketi ve
rahatlamayı kapsadığını düşünmüştü. Gerilim-hareket-denge sıralaması ihtiyaç-faaliyet-
rahatlama sıralamasına benzemektedir. Her ne zaman bir ihtiyaç hissedilse, bir gerilim hali
yaşanır ve organizma dengeyi yeniden oluşturmaya çalışarak bu gerilimi çözmek için harekete
geçer. Lewin bir amaca ulaşıldığında gerilimin boşaldığını düşünmüştü Gerilim sistemi
önermesinin ilk deneysel çalışması Lewin'in gözetimi altında, 1927 yılında Bluma Zeigarnik
tarafından gerçekleştirildi. Deneklere bir dizi görev verildi ve bunların bir bölümünü
tamamlayıp kalanları tamamlayamadan çalışmaları bölündü. Durumla ilgili olarak Lewin'in
sisteminden şunlar tahmin edilebilirdi:

(1) yerine getirmesi için bir görev verildiğinde denekte bir gerilim sistemi oluşur,

(2) görev tamamlandığında bu gerilim dağılır,

(3) görev tamamlanmadığında, gerilimin sürmesi büyük bir ihtimalle görevin hatırlanması ile
sonuçlanır.

Zeigarnik'in sonuçlan deneklerin tamamlanmamış görevleri, tamamlanmış görevlerden daha


kolay hatırladıkları yönündeki tahminleri pekiştirmiştir. İzleyen pek çok araştırma, zamanla
Zeigarnik etkisi (Zeigarnik effect) olarak bilinen bu fenomenle ilgili olarak yapılmıştır.

Sosyal Psikoloji

Kariyerinin ilk yıllarında Lewin temel olarak teorik problem ve meselelerle ilgilenmiştir.
Belki de Lewin'in sosyal psikolojisinin en önemli özelliği, birey ve grup davranışlarıyla
ilgilenen genel düşüncelerin uygulanması olan grup dinamikleridir (group dynamics). Birey
ve çevresinin psikolojik bir alan oluşturması gibi, grup ve çevresi de sosyal bir alan oluşturur.
Sosyal davranışlar alt gruplar, üyeler, engeller ve iletişim kanalları gibi aynı anda var olan
sosyal varlıklardan meydana gelmiş olarak görülmüştür. Bu nedenle davranış belirli bir
zamandaki toplam alan durumunun bir işlevidir. Lewin'in ilk sosyal araştırmaları çeşitli sosyal
ortamlardaki davranışlarla ilgilenmişti. Lewin "sosyal eylem" araştırmaları üzerinde önemle
durmuştu. Irksal sorunlarla çok ilgilenmiş ve çeşitli etnik gruplan içine alan meskenlerin
önyargı üzerindeki etkileri, iş imkanlarının eşitlenmesi ve çocuklarda önyargının gelişimi ve
engellenmesi konusunda toplumsal araştırmalar yürütmüştür. İlgileri günlük yaşamın
gerçeklikleri üzerineydi ve sosyal eylem araştırmalarını, deneysel yaklaşımın titizliğinden
akademik laboratuvarın sterilliği ve yapaylığı olmaksızın faydalanmak için, önyargı gibi
gerçek dünya problemlerini kontrollü deneylere dönüştürmüştü. Lewin ölümünden bir yıl
önce, şu an duyarlılık eğitimi (sensitivify training) olarak bilinen eğitimin geliştirilmesine
yardımcı oldu.

Gestalt Psikolojisine Yönelik Eleştiriler

Gestalt düşüncesine yönelik eleştiriler çok çabuk ortaya çıktı. Bu eleştiriler temel olarak
Gestaltçıların problemleri sadece doğru olduğu kabul edilen önermelerle değiştirerek çözmeye
çalışmalarını hedef almıştı. Pek çok bilim adamı Gestalt düşüncesinin belirsiz olduğunu
vurgulamıştır. Bazı temel kavram ve terimlerin (örneğin organizasyon) bilimsel olarak
anlamlı olmasına yetecek titizlikle tanımlanmadığı suçlamasını yapmışlardır. Ayrıca Gestalt
psikolojisinin temel prensiplerinin doğru olmakla birlikte yeni olmadığı iddia edildi. Bazı
eleştirmenler Gestalt psikolojisinin deneysel araştırma ve destekleyici deneysel veriler
pahasına, teoriyle çok fazla meşgul olduğunu iddia ettiler. Gestalt ekolü ağırlıklı olarak teori
yönelimlidir fakat kurucuları deney üzerinde de önemle durmuş ve hem doğrudan hem de
dolaylı olarak geniş çaplı bir araştırmanın sorumlusu olmuşlardır. Köhler'in kavrayış yoluyla
öğrenme görüşüne de karşı çıkılmıştır. Köhler'in iki-sopalı deneyim tekrarlama çabalan
kavrayışın öğrenim üzerindeki etkisini çok az destekleyebilmiştir. Sonraki çalışmalar
göstermiştir ki, maymunların problem çözümü aniden ortaya çıkmamakta ve belki de önceki
öğrenmelere ve deneyimlere bağlı olabilmektedir, Son bir eleştiri sistemin fizyolojik
varsayımlarının zayıf derecede tanımlanıp desteklendiği yönündedir. Gestaltçılar bu alandaki
teorilendirme çalışmalarının öneri niteliğinde olduğunu itiraf etmiş fakat böyle bir
teorilendirmenin herhangi bir sisteme yararlı bir ilave olacağını da eklemişlerdi.

Gestalt Psikolojisinin Katkıları


Gestalt hareketi algı, öğrenme, kişilik, sosyal psikoloji ve motivasyon gibi alanlarda
yaptıkları çalışmalarla psikoloji üzerinde silinmez bir iz bırakmıştır. Geleneksel görüşlere
karşı çıkan diğer hareketler gibi Gestalt psikolojisi de psikoloji üzerinde bir bütün olarak
canlandırıcı ve teşvik edici bir etki bırakmıştır. Gestalt bakış açısı algı ve bir dereceye kadar
öğrenme alanlarını geniş ölçüde etkilemiştir. Algı çalışmalarının etkisi günümüz psikoloji
ders kitaplarında ortadadır. Gestalt ekolünden türeyen son dönem çalışmalar ekolün önemini
hala sürdürdüğünü ortaya koymaktadır. Ana rakibi davranışçılıktan farklı olarak Gestalt
psikolojisi, psikoloji akımları içerisine çekilemeyen temel prensipleriyle ayrı bir varlık olarak
mevcudiyetini sürdürmüştür. Bilinç deneyimleri üzerindeki bu odaklanma Wundtcu-
Titchenercı iç gözlemsel türden olmayıp fenomonolojinin modern bir versiyonu üzerinde
merkezlenmişti. Gestalt düşüncesinin çağdaş taraftarları bilinç deneyimlerinin araştırılması
gerektiğine ikna olmuştur. Bununla birlikte bilinç deneyimlerinin açık davranışlar kadar
nesnel ve onunla aynı doğrulukta araştırılamayacağını da kabul etmişlerdi.

You might also like