Professional Documents
Culture Documents
Yeni davranışçılık
İşlemcilik
Yeni davranışçılar
Amaçlı davranışçılık
Ara Değişkenler
Öğrenme Teorisi
Albert Bandura
1960’ların ilk yıllarında önceleri sosyal-davranışçılık dediği daha sonra ise sosyal
bilişsel teori adını verdiği bir davranışçılık türü ileri sürdü.
Kendine Yetme
Davranış Değişikliği
Banduranın bir diğer amacı toplumun normal dışı olarak nitelendirdiği davranışları
değiştirmek.
Eğer tüm davranışlar başkalarını gözlemleyerek ve onların davranışlarını model
almakla öğreniliyorsa davranışın aynı yolla yeniden öğrenilmesi veya değiştirilmesi de
mümkün olur.
Model alma tekniği davranışları değiştirmek için kullanılır.Örneğin köpekten korkan
çocuklar kendisiyle aynı yaşta bir çocugun köpeğe yaklaşmasını ve onunla oynamasını
seyreder.Köpek korkusu olan çocuklar bunu güvenli mesafeden izlerken modelin
köpeğe doğru aşama aşama yaklaştığını görürler.
Bandura’nın davranış terapisi şekli günümüzde klinik iş ve sınıf ortamlarında yaygın
şekilde kullanılmaktadır
Julian Rotter
Bilişsel Süreçler
Kontrol Odağı
Rotter’in sosyal öğrenme teorisi ayrıca pekiştireçlerin kaynağı ile de ilgilenir.
Birinci gruptaki insanların iç kontrol odağına (pekiştirme kendi davranışlarına
bağlı )ikinci gruptaki insanların ise dış kontrol odağına(pekiştirme dışsal güçlere
bağlı) sahip oldukları kabul edilir.
Rotter’in araştırması iç kontrol odaklı insanların fiziksel ve ruhsal olarak dış kontrol
odaklı insanlardan daha sağlıklı olduğunu ortaya koymuştur
Davranışçılığın kaderi
Yorum
• Guthrie’nin sistemi daha karmaşık teorilerle karşılaştırıldığında daha sadeliğe
ve tutarlılığa dayanır. Bu durum övgü alırken eleştiride almıştı.
• Sistemindeki bu sadeliğin öğrenme konusundaki temel problemlerle
ilgilenmekte yetersiz olduğu iddia edilmişti. İlave kavram ve varsayımların gerekli
olduğu belirtilmişti.
• Bununla birlikte öncü bir öğrenme teorisyeni olarak ününü devam ettirebildi ve
APA’nın kendisi ödüllendirmesiyle psikolojiye yaptığı katkılar resmen tanınmış oldu.
Dürtüler
• Hull ara bir değişken olarak dürtünün gerçek olduğunu varsaydı. Dürtünün
davranışı harekete geçiren durum olduğu varsayılır.
• Hull güdüleri kendilerine özgü olarak ele almamıştı. Bu “kendine özgü
olmama” durumu güdünün davranışı yönetmediği sadece enerji vermek üzere iş
gördüğü anlamına gelmektedir.
• Hull’un sistemi iki temel güdünün var olduğunu kabul eder. Birincil güdüler
biyolojik ihtiyaç durumuyla birleşir ve organizmanın hayatta kalmasıyla ilgilidir.
Yiyeceğe dışkılamaya uyumaya ihtiyaç duyma ve acıdan kurtulma vardır. Bunlar
hayatta kalmak için temel içsel süreçlerdir.
• Birincil güdülerin azaltılmasıyla birleşip ortaya çıkan ikincil güdüler veya
öğrenilmiş güdüler vardır. Bunun anlamı daha önceden nötr olan uyarıcı birincil güdü
tarafından uyandırılan tepkilere benzer tepkiler çıkarabildiği için, güdü özellikleri
göstermeye başlayabilir.
• Öğrenilmiş güdüler üzerindeki vurgudan ötürü öğrenme Hull için anahtar role
sahiptir.
Öğrenme
• Hull’un sistemi öncelikle motivasyon ile ilgilidir.
• Öğrenme teorisi temelde Thorndike’nin etki ilkesi olan pekiştirme ilkesine
dayanıyordu.
• Hull’un birincil pekiştirme yasası şudur: Bir uyarıcı-tepki ilişkisini bir ihtiyacın
azaltılması takip ettiğinde, sonraki durumlarda aynı uyarıcının aynı tepkiyi
uyandırması ihtimali artar.
• Hull’un sistemi ikincil güdüleride kapsadığı için ikincil pekiştirmelerlede
ilgilidir. Eğer uyarıcının yoğunluğu, ikincil veya öğrenilmiş güdüyle azaltılmışsa, bu
güdü ikincil pekiştirme olarak etki yapar.
• Hull uyarıcı-tepki bağlantısının birçok pekiştirme ile güçlendiğine inanmıştı. S-
R bağlantısının gücüne, koşullanmanın devamlılığına ve pekiştirmenin bir fonksiyonu
olarak “alışkanlık gücü” adını vermişti.
• Öğrenme, bir güdünün azaltılmasını sağlamak için gerekli olan pekiştirmenin
yokluğunda gerçekleşemez. Pekiştirme üzerine bu vurgudan dolayı “ihtiyaç-
azaltılması teorisi” olarak bilinir.
Yorum
• Hull’un sistemi genellenebilme özelliğinin eksikliğinden ötürü hatalı bulundu.
• Değişkenleri nicel terimlerle tam ve hatasız tanımlama çabalarında dar ve
minyatür sisteme dayalı olarak çalıştığı iddia edildi.
• Psikolojiye bir doğa bilimi olarak yaklaştığında doğru bir nicelleştirme, övgüye
değer olmasına rağmen, Hull’un aşırı nesnel yaklaşımı bulguların uygulanabilirlik
alanın zayıflatmaya yönelmişti.
Skinner'in Hayatı
• Hull teorinin önemi üzerinde dururken, Skinner araştırmalarını yaptığı teorik bir
çerçevesi olmayan katı bir ampirik sistemi savunur.
• Hull'un çalışmaları teorinin deneysel kanıtlara karşı doğruluğunun kontrol
edilmesinden oluşurken, Skinner teoriden kaçınır ve pozitivizmin katı kurallı bir dalını
uygular. Skinner ampirik verilerden başlar ve kesin olmayan genellemelere doğru
dikkatlice ve yavaşça ilerler.
• Hull tümdengelim metodunu, Skinner tümevanm metodunu temsil etmektedir.
Pek çok çağdaş psikoloğun tersine Skinner grupların ortalama tepkileri arasında çok
sayıda denek kullanılmasının ve istatistiksel karşılaştırma yapılmasının gerekli
olduğuna inanmamıştır. Bunun yerine tek bir deneğin yoğun ve titiz bir şekilde
araştırılması üzerinde yoğunlaşmıştı
Edimsel Koşullanma
Davranışsal tepki özel gözlemlenebilir bir uyancı tarafından ortaya çıkanlır. Edimsel
davranış gözlemlenebilen herhangi bir dış uyancı olmaksızın ortaya çıkar. Görünüşe
göre organizmanın tepkisi doğal (spontan), yani bilinen ve gözlenebilen herhangi bir
uyancı ile ilişkili değildir.
Edimsel davranış ile tepkisel davranış arasındaki bir başka farklılık, edimsel
davranışın organizmanın çevresinde etkili olurken tepkisel davranışın olmamasıdır.
Pavlov'un laboratuvannda koşum takımı bağlanan köpek deneyci uyancıyı
gösterdiğinde tepki vermekten başka bir şey yapamaz. Oysa Skinner kutusundaki
farenin edimsel hareketi uyancıyı yani yiyeceği almaya yardımcıdır. Fare Skinner
kutusundaki manivelaya bastığında yiyeceği alır ve bu manivelaya basana kadar
hiçbir şekilde yiyecek alamaz.
Skinner edimsel davranışın gerçek yaşamdaki insan öğrenmesi durumunu daha çok
temsil ettiğine inanmıştı
Kazanım Yasası
Cezanın rolü,
Farklı pekiştirme tarifelerinin etkileri,
Edimsel tepkinin söndürülmesi,
İkincil pekiştirme
Genelleme
gibi konuları araştırmıştır.
Pekiştirme Tarifeleri
Davranışı etkileme açısından en uygun denilebilecek bir pekiştirme tarifesi var
mıdır?
1) Çalışmalann bir bölümü, her bir tepkisi pekiştirilen hayvanlann tepkileriyle, sadece
belirli bir zaman aralığının ardından tepkileri pekiştirilen hay- vanlan karşılaştınyordu.
Örneğin pekiştirme her bir dakikada veya her dört dakikanın sonunda verilebilir.
Davranışın Değiştirilmesi
• Skinner'in ilk iki öğrencisi olan Marian ve Keller Breland edimsel koşullanmanın
hayvan laboratuarlarının dışına çıkarılıp gerçek dünyaya uygulanabileceğini
göstermişlerdi.
• İşe açık hava panayırları ve hayvan gösterilerinde çeşitli numaralar yapmak üzere
hayvanları eğitmekle başladılar ve sonra Hot Springs'de, Arkansas'da IQ Zoo
dedikleri, turistler için bir eğlence programı açtılar.
Skinner Davranışçılığının Eleştirisi
Gestalt Psikolojisi
Gestaltcı düşüncenin temeli algının birliği üzerinde odaklanan Alman filozof Immanuel
Kant’a kadar gider. Kant algısal davranışın birliği üzerinde önemle durarak psikolojiyi
etkilemiştir. Nesneleri algıladığımızda küçük parçacıklardan oluşan zihinsel
durumlarla(elementler) karşılaşırız. Bu elementler çağrışımın mekanik süreci yoluyla değil, a
priori bir tarzda, anlamlı bir şekilde organize edilir. Zihin algı süreci içerisinde bilimsel bir
deneyimi şekillendirir veya oluşturur. Kant’a göre algı duyumsal elementlerin pasif bir
izlenimi ve bileşimi değil, bu elementlerin birimsel ve tutarlı bir deneyimi oluşturan aktif bir
organizasyonudur. Bu yüzden zihin algının ham maddelerine form ve düzen verir. Bu
çağrışımcı düşüncenin merkezine terstir.
Kant’a göre zihnin deneyimlere zorla kabul ettirdiği bazı formlar doğuştandır: mekan,
zaman, nedensellik gibi. Yani zaman ve mekan deneyimlerden oluşmaz, doğuşta algının a
priori formlarıyla kendiliğinden bulunur ve sezgisel olarak bilinirler.
Fizikçi olan Ernst Mach(1838-1916), Gestalt devrimi üzerinde daha fazla etkilidir.
Duyumların Analizi (1885) isimli kitabında mekân ve zaman formunun duyumları hakkında
yazmıştır. Uzay formu ve zaman formu kendi elementlerinden bağımsızdır (Bir daire siyah
veya beyaz, büyük veya küçük olabilir. Bu temel dairesellik niteliğinden hiçbir şey
kaybettirmez).
Mach’a göre bir nesneye göre uzaysal konumumuzu değiştirmemize rağmen, nesneye ait
görsel ve işitsel algımız değişmez. Bir masaya ister tepeden ister yandan bakalım, o bizim için
masa olarak kalacaktır ya da bir melodinin temposu artsa bile ses dizisinin algısı aynı şekilde
devam edecektir.
Mach’ın çalışmaları Gestalt psikolojisinin önemli isimlerinden olan Christian von Ehrenfels
tarafından genişletilmiştir. Ehrenfels duyumların geleneksel türlerinin bileşimi açısından
açıklanamayacak deneyim nitelikleri olduğunu öne sürmüştür. Bunlara Gestalt qualitaten veya
form nitelikleri, tek tek duyumların ardındaki şeylere bağlı algılar demiştir. Örneğin bir
melodi farklı müzik anahtarlarına aktarıldığında dahi aynı şekilde çalındığından bir form
niteliğidir. Melodi kendisini oluşturan özel duyumlardan bağımsızdır. Ehrenfels’e ve Graz’da
kurulan Gestalt qualitaten Avusturya ekolüne göre formun kendisi bir elementtir, zihin
etkinliğiyle üretilen yeni bir element, duyumsal elementler üzerinde işlem yapar. Bu yüzden
zihin temel duyumların dışındaki formları oluşturur.
Mach ve Ehrenfels, Gestalt psikologlarının daha önce yaptığı gibi elementçiliğe karşı
çıkmışlar ancak yeni bir element, yani form eklemişlerdir. Bu yüzden Gestalt psikologları
onlarla olan her ilişkiyi reddetmiştir.
Gestalt psikolojisinin kurucularından birisi olan Max Wertheimer, Ehrenfels ile Pragta
çalışmış ve Gestalt hareketi için en önemli güdünün Ehrenfels’in çalışmalarından geldiğine
dikkat çekmiştir.
William James elementçiliğe karşı çıkarak ABD’de Gestalt psikolojisinin habercisi olarak
hizmet etmişti. James bilinç elementlerini yapay soyutlamalar olarak ele almış ve bizlerin
duyum destelerini değil, bütün halindeki nesneleri gördüğümüze dikkat çekmiştir.
Zeitgeist’ın Gestalt psikolojisinin üzerindeki ilk etkileri ihmal edilemez, özellikle de fizik
bilimi düşünüldüğünde 19. yüzyılın son on yılında fizik göç alanları fikrinin kabul edilip
tanınmasıyla daha az atomistik hale gelmişti. Fizikteki bu yeni gücün klasik örneği
manyetizmadır. Manyetizma, geleneksel terimlerle tanımlanması ve anlaşılması zor bir nitelik
veya özelliktir. Örneğin eğe talaşları bir mıknatısın üstüne dayalı bir kağıt parçası üzerinde
sallandığında eğe talaşları tipik bir şekilde düzenli hale gelmektedir. Henüz mıknatısa
dokunmamakta ancak mıknatısın etrafındaki güç alanından belli ki etkilenmektedir. Bu
dönemde ışık ve elektriğin benzer şekilde işlem yaptığı düşünülmüştü. Yani bunların, tek tek
elementlerin veya parçacıkların varlıklarının toplamı değil, yeni yapısal varlıklar olduğuna
inanılmıştı.
Bu nedenle Wundt için çok önemli olan atomizm fikri fiziğin ciddi eleştirilerine maruz
kalmıştır. Fizikçiler yeni Gestalt psikolojisi ile uyum içinde olan organik bütünler açısından
düşünmeye başlıyorlardı. Gestalt psikologları tarafından önerilen değişiklikler dönemin fizik
görüşlerindeki değişikliklere paraleldi. Psikolojinin doğa bilimlerinden daha iyisini yapmaya
çalışmasını istiyorlardı.
Gestalt psikolojisinin kurucularından biri olan Wolfgang Köhler’in fizikte güçlü bir
altyapısı vardı ve bir süre 20. yüzyılın en büyük fizikçilerinden biri olan Max Planck’ın
denetimi altında çalışmıştı.
Köhler, fizik alanıyla Gestalt psikolojisinin vurgu yaptığı bütünler arasında bir bağlantı
olduğunu düşünüyordu. Fizikte baktığı her yerde elementlerle uğraşmaya yönelik giderek
artan bir isteksizlik olduğunu ve bunun yerine daha geniş sistemler veya alanlar üzerinde
önemle durulduğunu görmüştü. Daha sonra Gestalt psikolojisinin, psikolojinin temel
alanlarına fiziğin bir tür uygulanması olduğunu yazmıştı.
Bunun tersine Watson fizik alanında bir eğitim almış değildi ve psikolojiye eski atomistik
fiziğin ilkeleriyle uyumlu, davranışların elementleri üzerinde yoğunlaşan indirgemeci bir
yaklaşım geliştirmeye devam edebilmişti.
Gestalt psikolojisi olarak bilinen resmi gelişim, yeni ekolün ana kurucusu Alman psikolog
Max Wertheimer tarafından 1910 yılında yönetilen bir araştırma çalışmasıyla gelişmişti. Tatil
sırasında bir trene binerken Wertheimer'ın kafasında gerçek bir hareket yokken hareketi
görme hakkında bir deney fikri vardı. Tatilini unutarak treni Franfurt'ta terk etmiş. Oyuncak
bir stroboskop (Bir dizi farklı resmi göze hızlı bir şekilde yansıtarak görünüşte devinim üreten
bir alet.) satın almış ve kaldığı otel odasında bu konudaki kavrayışının doğruluğunu başlangıç
niteliğinde ispat etmişti. Daha sonra kendisine kullanması için bir takistoskop (Psikologlar
tarafından, uyarıcının ardışık olarak kısa aralıklarla ve hızlı hızlı sunumunu sağlayan deneysel
bir alet.) Franfurt Üniversitesi’nde daha resmi çalışmalarını sürdürmüştü. Berlin
Üniversitesi’nde Wertheimer ile çalışmış iki genç daha vardı: Kurt Koffka ve Wolfgang
Köhler. Her biri psikolojide üretken çalışmalar yapmış kişilerdi. Bir süre sonra Wundtçu
elementçiliğe karşı mücadele ye girişmişlerdi.
Wertheimer kendi laboratuvarında doğruluğu kanıtlanan olayın bir duyum kadar basit ve
temel olduğuna, yine de bir duyumdan, hatta bir duyumlar dizisinden açıkça farklı olduğuna
inanmıştı. Wertheimer bu olaya phi fenomeni (phi phenomenon) adını vermişti. Dönemin
kabul gören psikoloji ekolü phi fenomenini açıklayamadığında Wertheimer bu başarısını
“Zahiri hareket açıklanmaya ihtiyaç duymaz, algılandığı gibi vardır ve daha basit şeylere
indirgenemez.” diyerek açıklamıştır.
Wundt'a göre uyarıcının iç gözlemi iki ardışık çizgiden başka bir şey üretmez, birisinin bu
iki pozu nasıl dikkatlice incelemeye çalıştığı önemli değildir, devinimdeki tek bir çizgi
deneyimi sürüp gider. Analize yönelik başka bir girişim başarısızlıktır. Bütün (hareket)
gerçekte kendisini oluşturan parçalarının (iki sabit çizgi) toplamından daha farklıdır. Uzun bir
süre egemen olan geleneksel çağrışımcı-yapısal psikolojiye karşı çıkılmıştı ve bu itiraza
tatmin edici bir cevap vermek mümkün değildi. Wertheimer'ın sonuçları 1912 yılında
"Hareket Algısının Deneysel Çalışmaları” makalesinde basılmıştı. Bu makalenin çoğunlukla
yeni psikoloji ekolünün başlangıcını işaret ettiği düşünülmüştü.
Wertheimer’in algısal organizasyon ilkeleri 1923 yılında bir raporda sunuldu. Wertheimer
bizim, nesneleri aynı dolaysız ve bütünleşmiş şekliyle algıladığımız düşüncesindeydi. Yani
nesneleri tek tek duyumlar kümesi şeklinde değil, bir bütün olarak algıladığımızdan
bahsetmiştir. Buna da “algısal organizasyon” denir.
Algıda organizasyon, ne zaman farklı şekiller veya kalıplar görsek hemen ortaya çıkar.
Kendiliğinden olmaktadır ve çevremize baktığımız her zaman kaçınılmazdır. Bir nesneye isim
vererek tanımlamak gibi yüksek düzeyli algılar her zaman öğrenmeye oldukça bağlı olmasına
rağmen yapısalcıların ve çağrışımcıların iddia ettiği gibi organizasyon yapmayı öğrenmek
zorunda değiliz.
Gestalt teorisine göre görsel algıdaki temel beyin süreci dinamik bir sistemdir. Beynin
görsel alanı, bir çağrışım ilkesi tarafından birleştirilen elementlere, görsel girdinin ayrı
elementleri açısından karşılık vermez yani beyin bütün elementlerin belirli bir etkileşim
zamanında bulunduğu dinamik bir sistemdir ve birbirine benzer veya yakın elementler
etkileşim içinde olmaya daha yatkındır.
Yakınlık
Zaman veya mekanda birbirine yakın olan parçaları birlikte algılama eğilimi vardır
Şekil(a)
Mesela; bu şekilde noktalar, geniş bir grup gibi algılanmaktan ziyade üç sütun
şeklinde algılanır.
Süreklilik
Algımızda belirli bir doğrultuyu izlemeye ve elementleri, onları bir süreklilik veya
akış doğrultusunda birleştirmeye yönelik bir eğilim vardır.
Mesela; şekil (a)’daki noktaların oluşturduğu şekli yukarıdan aşağıya doğru algılama
eğilimi vardır.
Benzerlik
Birbirine benzer parçalar bir grup oluşturacak şekilde birlikte algılanırlar.
Şekil(b)
Şekil (b)’de daireler siyah ve beyaz olarak kendi aralarında grup olarak
göründüğünden sütunları değil, satırları algılarız.
Bütünleme
Algılama sürecinde parçaları eksik olan figürleri tamamlama, boşlukları doldurma
eğilimimiz vardır.
Şekil (c)
Basitlik
Bir figürü, uyarıcı koşullar altında mümkün olduğu kadar iyi görme eğilimimiz vardır.
İyi bir gestalt simetrik, basit ve sabit olup daha basit ve sistemli hale getirilemeyendir.
Şekil (d)
Şekil (d), iyi bir gestalta örnek verilebilir çünkü açık bir şekilde tam ve örgütlenmiş
şekilde algılanabilir.
Şekil/Zemin
Tüm algılamalarda bir şekil ve zemin vardır.
Şekil arka yüzeyi oluşturan zemin içinde anlam kazanır.
Şekil, zeminden daha büyük ve belirgindir.
Şekil (e)
Şekil (e)’de şekil ve zemin yer değiştirilebilir. Bu durumda algı organizasyonunuza
göre birbirine dönük iki yüz görebileceğiniz gibi bir vazo da görebilirsiniz.
Bu organizasyon faktörleri bireyin yüksek düzeyli zihinsel süreçlerine veya geçmiş yaşam
deneyimlerine bağlı değildir, uyarıcının kendisinde bizzat mevcuttur.
Köhler’e göre yeni bir öğrenme, öğrenme alanını anlamak ve kavramakla yani içgörü
kazanmakla mümkün olan olgusal bir süreçtir.
Köhler 1. Dünya Savaşı sırasında Tenerife Adaları’nda kalmıştır ve o dönemde Köhler, o
adada bulunan maymunların problem çözmesinde görülen zeka yapılarını incelemiştir:
Kafes, muz ve sopalardan oluşan düzenekler oluşturmuştur. Bu çalışmalardan en önemlisi
maymun Sultan ile yaptığı deneydir. Bu deneyde muz kafesin dışında Sultan’ın
ulaşamayacağı bir yere konulmuş ve birkaç içi boş bambu sopa kafese yerleştirilmişti.
Sopaların her biri muza ulaşabilmek için çok kısaydı. Sultan, problemi çözebilmek için muza
ulaşabilecek uzunlukta bir sopa oluşturmak, bunu yapabilmek için de iki sopayı birbirlerinin
ucuna ekleyerek itmek zorundaydı. Sultan, önce sopalardan birisini kullanarak muza
ulaşmaya çalışmıştı. Ancak ilk bir saatlik denemede başarılı olamamıştır. Sultan daha sonra
sopalarla oynarken birdenbire problemi çözmüştü ve böylelikle sopaları birbirine ekleyerek
kafes dışındaki muza ulaşabilmişti. İşte Köhler, bu çalışmayı içgörü olarak yorumladı.
Köhler ve daha sonra tüm Gestaltçılar, bütün öğrenme olaylarının kavrama(içgörü)
yoluyla psikolojik alanın yeniden örgütlenmesi ve algılanarak düzenlenmesi olarak
belirtmiştir.
Kavrama (içgörü) olgusunun aşamaları bütün organizmalarda ortaktır. Bunlar sırasıyla:
Gestaltçılara göre problemin çözümü, Thorndike’ın ifade ettiği gibi aktif deneme-yanılma
yaparak atılan küçük adımlarla değil, zihinsel deneme-yanılmalar sonucu uygun çözümü
bulduğunda görülen hareketle gerçekleşir. Problemin çözümü için gerekli bütün araç
gereç ve yolları problem çözülünceye kadar düşünür. Problemin çözümünü aniden
bulduğunda problemin çözümü için içgörü kazanmış olur.
Bir problemin ayrıntılı yönlerinin sadece durumun tüm yapısıyla olan bağlantısı
içerisinde ele alınması gerektiğine inanmıştı. Ayrıca problem çözme problemin
bütününden parçalarına doğru inmeli, bunun tersi olmamalıdır.
Ayrıca bir problemin çözüm ilkesinin bir kez anlaşıldığı takdirde diğer durumlara
kolaylıkla transfer edilebileceğini göstermiştir.
Ezbercilik başka bir probleme uygulanamaz. İsimler ve tarihler gibi bazı materyallerin
yinelemelerle güçlenen çağrışım aracılığıyla ezberden öğrenilmesi gerektiği konusunda
hemfikirdir.
İzomorfizm İlkesi
Algıların organize edilmiş bütünler olduğu kabul edilirken, Gestalt psikologları algıda yer
alan kortikal mekanizma problemine döndüler ve algılanan Gestalt unsurları altında yatan
nörolojik bağıntı teorisini oluşturmaya çabaladılar. Gestalt düşüncesinde beyin zarı, belirli bir
etkileşim zamanında elementlerinin aktif olduğu, mekanik sinir sistemi kavramına ters,
dinamik bir sistemdir. Bu görüşe göre beyin pasif olarak işlem yapar ve alınan duyumsal
elementleri aktif olarak organize etmeye veya değiştirmeye açık değildir.
Wertheimer beyin zarı faaliyetinin şekilsel bir bütünlük süreci olduğunu öne sürmüştü.
Gerçek ve zahiri hareket hemen hemen aynı yaşandığı için, gerçek ve zahiri hareket için
kortikal süreçlerin de benzer olması gerektiğini ileri sürmüştü. Bu iki hareket benzer türden
ise, bunlara uygun bir beyin sürecinin olması da şarttır. Bir başka deyişle, phi fenomeninin
sebebini açıklamak için bilinçli veya psikolojik deneyim ile bunun altında yatan "beyin
yaşantısı" arasında bir uygunluk olmalıdır. Biyoloji ve kimyanın da kabul ettiği bu ilke
izomorfizm (isomorphism) olarak adlandırılır. İzomorfizm ilkesine göre uyarıcı ve algı
arasında bire bir uygunluk yoktur. Uyanıcının şekliyle uyuşan, algısal deneyimdir. Bir algı
uyanıcının yalın bir kopyası değildir, tıpkı bir haritanın gösterdiği bölgenin yalın bir kopyası
olmaması gibi. Bununla birlikte bir haritaya benzeyen algı şekil veya formda (morphic) temsil
ettiği şeyle aynıdır fiso), böylelikle algılanan gerçek dünyaya güvenilir bir rehber olarak
hizmet eder. Köhler bu düşünceyi 1920 yılında Statik ve Sabit Fiziksel Gestaltlar kitabıyla
genişletmiştir. Köhler kortikal süreçlerin elektrik güçlerinin alanlarıyla benzer şekilde hareket
ettiğini düşünmüş ve mıknatısın çevresindeki gücün elektromanyetik alanının bir hareketi
gibi, duyumsal dürtülere karşılık olarak, sinirsel aktivite alanlarının beyindeki
elektromanyetik süreçler aracılığıyla oluşturulabileceğini ileri sürmüştür.
1920'lerin ortalarında Gestalt hareketi Almanya'da güç bir şekilde birleşmiş, uyumlu ve
etkili bir ekol haline gelmişti. 1933 yılından ve Nazi'lerin güç kazanmalarından sonra, artan
baskılar sebebiyle Gestalt psikolojisi liderleri ülkeyi terk etti. Hareket dönemin Alman
akademik sistemi içerisinde çok küçük bir yere sahipti ve bu şartlarda Gestalt psikolojisinin
merkezi ABD'ye kaymasına neden oldu. Gestalt psikolojisi ABD'de ilgi çekmiş olmasına
rağmen bir düşünce ekolü olarak kabul görmesi oldukça yavaş olmuştu. Bunun birkaç sebebi
vardır, ilki o dönemde davranışçılık Amerikan psikolojindeki popülaritesinin zirvesindeydi ve
bunu aşmak imkânsız olmasa bile çok zordu. Bir diğer problem Gestalt ilkelerinin yayılmasını
geciktiren dil engeliydi. Temel Gestalt yayınları Almanca idi ve tercüme ihtiyacı Gestalt bakış
açısının tam ve doğru bir şekilde anlaşılmasını geciktiriyordu. Ve üçüncüsü, pek çok
Amerikalı psikolog Gestalt psikologlarının sadece algı ile ilgilendiklerini düşünüyordu.
Ayrıca Wertheimer, Koffka ve Köhler yüksek lisans programları olmayan Amerikan
üniversitelerinde öğretmenlik yapmaları sebebiyle yetiştirilecek öğrenci çekmekte oldukça
zorlanıyorlardı.
19. yüzyıl bilimindeki eğilim, alan ilişkileri açısından düşünmek ve atomiktik ve elementçi
çerçeveden uzaklaşmaktı. Gördüğümüz gibi Wertheimer ve Gestalt psikolojisi bu eğilimi
yansıtmaktadır. Psikoloji içerisindeki alan teorisi kavramı, fizikteki güç alanları kavramına bir
analoji olarak uyanmıştı. Psikolojideki alan teorisi (field theory) hemen hemen yalnızca,
Gestalt psikolojisinin aktif taraftarlarından birisi olan Kurt Lewin'in çalışmasını kapsar.
Lewin'in çalışmaları Gestalt yönelimlidir ancak Gestalt psikologları algı ve öğrenme üzerinde
dururken Lewin ihtiyaçlar, kişilik ve sosyal faktörler üzerinde durmuştur. Gestalt psikologları
davranışı açıklamak amacıyla fizyolojik yapılar üzerinde dururken, Lewin psikolojiyi bir
sosyal bilimden daha fazlası olarak görmüştür.
Yaşam Alanı
Lewin 30 yıllık kariyeri boyunca kendini, insan davranışını fiziksel ve sosyal bağlamda
tanımlayan ve çok geniş bir şekilde tanımlanan insan motivasyonu konusuna adadı (Lewin,
1936, 1939). Onun psikoloji görüşü nasıl yaşadığımızı ve nasıl çalıştığımızı etkileyen sosyal
meseleler üzerinde odaklı ve pratikti. Dönemin fabrikalarının çalışma koşullarını
insanlaştırmak için yollar aradı. Böylece yapılan işin basit bir şekilde hayatı kazanmak için bir
yol olmak yerine, daha fazla kişisel doyum getiren bir kaynak olabileceğini düşünüyordu.
Fizikteki alan teorisi Lewin'i bir insanın psikolojik faaliyetlerinin bir tür psikolojik alanda
veya yaşam alanında (life space) ortaya çıktığını düşünmeye yöneltmişti. Yaşam alanı bir
insanı etkileyebilme ihtimali olan, geçmişe, şimdiye ve geleceğe ait her tür olaydan oluşur.
Psikolojik bir bakış açısıyla, davranışı yaşamın bu üç yönünün her biri, herhangi bir tek
durumda belirleyebilir. Yaşam alanı bireyin kendi psikolojik çevresiyle etkileşimi sırasında
ortaya çıkan ihtiyaçlarından oluşur. Yaşam alanı, bireyin biriktirdiği deneyimin tür ve
miktarının bir fonksiyonu olarak çeşitli farklılık dereceleri gösterebilir. Deneyim
eksikliğinden ötürü bir yeni doğanın yaşam alanında, eğer varsa bile, çok az farklılaşmış
alanlar bulunur. Oldukça eğitimli ve gelişmiş bir yetişkin, geçmiş deneyimlerinin bir
fonksiyonu olarak daha karmaşık ve iyi derecede farklılaşmış bir yaşam alanı gösterir.
Lewin fizyolojik süreçlere ait teorik düşüncelerini matematiksel bir model kullanarak
sunmak istemiştir. Tek bir durumla ilgilendiği için istatistik yöntemler amacına uygun değildi.
Belirli bir anda bir insanın muhtemel tüm amaçlarını ve bu amaçların tüm yollarını göstermek
amacıyla yaşam alanını haritalandırmak istemiş ve bu görev için yeterli olduğunu hissettiği
bir (geometri şekli -topoloji- seçmiştir.) Topoloji uzaydaki dönüşümleri nicel olmayan bir
tarzda, uzaysal ilişkilerle sunarak ele alır. Topoloji bağlantıların yönü veya uzaklığı ile değil,
düzeniyle ilgilenen bir uzay anlayışıdır. Yaşam alanındaki bölgeler arası ilişkileri, bağlantıları
ve bunların birbirlerine göre uzaysal ilişkilerini gösterir. Lewin sisteminin şematik sunumunu
tamamlamak amacıyla, yaşam alanındaki nesnelerin olumlu veya olumsuz değerleriyle ilgili
olarak vaians (valences) kavramını ortaya atmıştır. Bireye çekici gelen veya ihtiyaçları
karşılayan nesneler olumlu bir valansa sahipken, tehdit edici nesneler olumsuz valansa
sahiptir.
Motivasyon
Lewin kişi ile çevresi arasında bir denge hali olduğunu kabul etmiştir. Bu denge zarar
gördüğünde bir gerilim oluşur, bu gerilim dengeyi yeniden sağlama çabalarında harekete
sebep olur. Lewin insan davranışının, gerilimlerin sürekli görünümünü, hareketi ve
rahatlamayı kapsadığını düşünmüştü. Gerilim-hareket-denge sıralaması ihtiyaç-faaliyet-
rahatlama sıralamasına benzemektedir. Her ne zaman bir ihtiyaç hissedilse, bir gerilim hali
yaşanır ve organizma dengeyi yeniden oluşturmaya çalışarak bu gerilimi çözmek için harekete
geçer. Lewin bir amaca ulaşıldığında gerilimin boşaldığını düşünmüştü Gerilim sistemi
önermesinin ilk deneysel çalışması Lewin'in gözetimi altında, 1927 yılında Bluma Zeigarnik
tarafından gerçekleştirildi. Deneklere bir dizi görev verildi ve bunların bir bölümünü
tamamlayıp kalanları tamamlayamadan çalışmaları bölündü. Durumla ilgili olarak Lewin'in
sisteminden şunlar tahmin edilebilirdi:
(1) yerine getirmesi için bir görev verildiğinde denekte bir gerilim sistemi oluşur,
(3) görev tamamlanmadığında, gerilimin sürmesi büyük bir ihtimalle görevin hatırlanması ile
sonuçlanır.
Sosyal Psikoloji
Kariyerinin ilk yıllarında Lewin temel olarak teorik problem ve meselelerle ilgilenmiştir.
Belki de Lewin'in sosyal psikolojisinin en önemli özelliği, birey ve grup davranışlarıyla
ilgilenen genel düşüncelerin uygulanması olan grup dinamikleridir (group dynamics). Birey
ve çevresinin psikolojik bir alan oluşturması gibi, grup ve çevresi de sosyal bir alan oluşturur.
Sosyal davranışlar alt gruplar, üyeler, engeller ve iletişim kanalları gibi aynı anda var olan
sosyal varlıklardan meydana gelmiş olarak görülmüştür. Bu nedenle davranış belirli bir
zamandaki toplam alan durumunun bir işlevidir. Lewin'in ilk sosyal araştırmaları çeşitli sosyal
ortamlardaki davranışlarla ilgilenmişti. Lewin "sosyal eylem" araştırmaları üzerinde önemle
durmuştu. Irksal sorunlarla çok ilgilenmiş ve çeşitli etnik gruplan içine alan meskenlerin
önyargı üzerindeki etkileri, iş imkanlarının eşitlenmesi ve çocuklarda önyargının gelişimi ve
engellenmesi konusunda toplumsal araştırmalar yürütmüştür. İlgileri günlük yaşamın
gerçeklikleri üzerineydi ve sosyal eylem araştırmalarını, deneysel yaklaşımın titizliğinden
akademik laboratuvarın sterilliği ve yapaylığı olmaksızın faydalanmak için, önyargı gibi
gerçek dünya problemlerini kontrollü deneylere dönüştürmüştü. Lewin ölümünden bir yıl
önce, şu an duyarlılık eğitimi (sensitivify training) olarak bilinen eğitimin geliştirilmesine
yardımcı oldu.
Gestalt düşüncesine yönelik eleştiriler çok çabuk ortaya çıktı. Bu eleştiriler temel olarak
Gestaltçıların problemleri sadece doğru olduğu kabul edilen önermelerle değiştirerek çözmeye
çalışmalarını hedef almıştı. Pek çok bilim adamı Gestalt düşüncesinin belirsiz olduğunu
vurgulamıştır. Bazı temel kavram ve terimlerin (örneğin organizasyon) bilimsel olarak
anlamlı olmasına yetecek titizlikle tanımlanmadığı suçlamasını yapmışlardır. Ayrıca Gestalt
psikolojisinin temel prensiplerinin doğru olmakla birlikte yeni olmadığı iddia edildi. Bazı
eleştirmenler Gestalt psikolojisinin deneysel araştırma ve destekleyici deneysel veriler
pahasına, teoriyle çok fazla meşgul olduğunu iddia ettiler. Gestalt ekolü ağırlıklı olarak teori
yönelimlidir fakat kurucuları deney üzerinde de önemle durmuş ve hem doğrudan hem de
dolaylı olarak geniş çaplı bir araştırmanın sorumlusu olmuşlardır. Köhler'in kavrayış yoluyla
öğrenme görüşüne de karşı çıkılmıştır. Köhler'in iki-sopalı deneyim tekrarlama çabalan
kavrayışın öğrenim üzerindeki etkisini çok az destekleyebilmiştir. Sonraki çalışmalar
göstermiştir ki, maymunların problem çözümü aniden ortaya çıkmamakta ve belki de önceki
öğrenmelere ve deneyimlere bağlı olabilmektedir, Son bir eleştiri sistemin fizyolojik
varsayımlarının zayıf derecede tanımlanıp desteklendiği yönündedir. Gestaltçılar bu alandaki
teorilendirme çalışmalarının öneri niteliğinde olduğunu itiraf etmiş fakat böyle bir
teorilendirmenin herhangi bir sisteme yararlı bir ilave olacağını da eklemişlerdi.