Professional Documents
Culture Documents
Dil
Anlambilim
Söz dizimi
Ses bilgisi
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Dilin Temel Dilde genel olarak anlamın nasıl Dilin teme bileşenleri
Bileşenleri oluştuğunu kavrar. somut örneklerle
kavratılır.
Düşünce, gönderge ve dil arasındaki
ilişkiyi kavrar.
Kıbrıslı Türkler, ırk, din, dil, kültür, örf ve âdetleriyle ve yasama, yürütme ve
yargı yetkileriyle, bağımsız bir varlık konumundaydılar.
1277’de Türkçe resmî dil olarak ilan ediliyor, Arapça ve Farsça ikinci plana
düşüyor, insanlar Türklükleriyle övünüyordu.
Türkçe için Verimli Bir Cümle Sonu Belirleme Yöntemi: ‘‘Doğal Dil İşleme’’
(DDİ) çok farklı amaçlarda kullanılan bir araştırma alanıdır ve günümüzde hızla
yaygınlaşmaktadır.
Anadil çocuklara geçerken üçüncü kuşakla birlikte İngilizce ana dil hâline
gelmekte ve orijinal anadil giderek kaybolmaktadır.
1
Eşdizimlilik/Birliktelik; Sözcüklerin düzenli bir biçimde birlikte kullanılmaları durumudur. Örneğin;
sigara içmek, yemek yemek, toplantı yapmak, konferans düzenlemek (İmer ve diğ. (2011:60).
bölgesi olduğunu söyleriz. Bu nedenle, dili anlamanın en elverişli yol, onu kendi iç
dinamiklerine bakarak anlamaya çalışmak olacaktır.
1.1.1. Dil, bir kurallar bütünüdür.
Gündelik hayatta kimi dillerin kurallı olduğunu kimi dillerin ise, kuralının olmadığını
sıkça duyarız. Hatta diller arasında “çok kurallı”, “az kurallı” dil gibi derecelendirilmelerin de
yapıldığına şahit oluruz. Benzer durum yazılı dil ve sözlü dil ayrımı için de geçerlidir. Bu
kanıya göre, yazılı dil kurallara sahipken sözlü dil, kurallı bir yapı göstermez. Bir an için bu
iddiaların doğru olduğunu varsayalım. Eğer sözlü dil kurala sahip değilse, insanlar konuşarak
nasıl anlaşabilir? Eğer söylediğimiz her şeyi, anadili edinim sürecinde içselleştirdiğimiz dil
bilgisi kurallarına göre üretmiyorsak, bu bizim sürekli olarak rastlantısal ifadeler ürettiğimiz
anlamına gelir. Ancak bugüne kadar sağlıklı hiçbir bireyden “*İçin senin yemek yaptım.” ya
da “*Ben okula gittin.” gibi bir bozuk bir yapı da duymamışızdır. Kuralsızlığın bir rastgelelik
olduğu düşünüldüğünde, kuralsız bir iletişimin dolayısıyla kuralsız bir dilin olmasının da
mümkün olmadığı görülür. Dolayısıyla, dil kurallar bütününden oluşan bir sistemdir. Bu
durum hem yazılı dil hem sözlü dil için geçerlidir ve dahası diller arasında kurallılık
sınıflandırması yapmak da bilimsel anlamda pek mümkün gözükmemektedir.
Dilin kuralları nereden kaynaklanır? Grady (1996) bütün dillerin sözlü olduğunu
dolayısıyla bir ses bilimsel sistem sahip olduğunu, aynı zamanda bütün dillerin sözcüklere ve
sözcüklerin birleşmesinden oluşan tümcelere sahip olduğunu bunun da dillerin aynı zamanda
biçimbilimsel ve söz dizimsel kurallara sahip olduğunu gösterdiğini belirtir. Bunlara ek
olarak, sözcüklerin ve tümcelerin bir anlam ilettiği dikkate alındığında, dilin aynı zamanda
anlambilimsel ilkelere de sahip olduğunu kestirebiliriz. Öyle ki, insan eliyle yapılmış yapay
diller, örneğin C, Java, Matlab gibi programlama dillerin içinde bu türden kurallar söz
konusudur. Programlama dillerinde yazdığımız her kodun bir söz dizim kuralı, ses bilimsel
kuralı olmasa da yazım kuralı, bir anlamı ve yerine getirdiği bir işlev vardır. Tabii ki insan dili
çok daha gelişmiş bir sistemdir ve çok anlamlılığa izin verirken programlama dilleri gibi insan
eliyle üretilen yapay dillerde, böylesi bir durum söz konusu değildir.
Aşağıda MATLAB adlı programlama dilindeki çizim yapmak için kullanılan PLOT
komutuna ilişkin yardım bilgisi bulunmaktadır. Bu bilgi izlendiğinde, Plot komutunun söz
diziminin PLOT(X,Y) olduğu görülmektedir. Diğer bir deyişle, çizim yapmak için PLOT
yazıp parantez açıp ilk değişken olan X’i yazmak sonra araya virgül koymak ve ikinci
değişken olan Y’yi yazmak ve parantezi kapatmak gerekir. Bunlardan herhangi birisi yanlış
yapıldığında söz dizimsel yapı bozuk olacağından program da hata verecektir. Bu söz dizim
içindeki X ve Y tıpkı bir tümcedeki sözcükler gibi anlambilimsel içeriğe sahiptir. X ve Y’nin
birer vektör olduğu ve birbirine karşı çizdirildiği anlaşılmaktadır. Yardım bilgisinde X ve Y
değişkenlerinden birinin anlambilimsel içeriği değiştirdiğinde, örneğin bir vektör değil de
matris olduğunda vektör olan değişkenin matris olan diğer değişkenin satır ya da sütunlarına
göre sıralanacağı belirtilmektedir. Sonuç olarak, söz dizimsel, anlambilimsel ve ses
bilimsel/yazımsal kurallar esasen bütün diller için geçerlidir.
Dolayısıyla, diller hakkında yaptığımız “kurallı”, “kuralsız”, “çok kurallı” “az kurallı”
gibi tanımlamalar tamamen öznel algılamaları içermektedir. Bütün dillerin dil bilgisi kuralları
vardır. Kuralsızlık beraberinde öngörülemezliği, anlaşılamazlığı ve öğrenilemezliği de
getireceği için kuralsız bir dil dendiğinde artık dilden bahsetmek de mümkün olmayacaktır.
Dilin nasıl edinildiği, insanın gelişmiş bir dil yeteneğine sahipken böylesi bir sistemin
diğer canlılarda neden görülmediği dil incelemelerinin temel konularından olmuştur.
Chomsky (1965) insanın dil yetisinin doğuştan geldiğini öne sürmektedir. Ona göre, insan
zihni, doğuştan dil edinmesine olanak sağlayan bir alt yapıya sahiptir. Dil edinim düzeneği
(language acquisition device) adını verdiği bu yapı, bir bebeğin anne ve babasından sınırlı
sayıda dil girdisi ile karşılaşmasına rağmen, kısa bir süre içerisinde dil edinmesini sağlamakta,
dahası sınırlı sayıda kuralla sınırsız sayıda üretim yapabilmesine olanak tanımaktadır.
70’li yıllarda hayvanlar üzerinde yapılan dil çalışmaları da dilin insana özgülüğü
savını destekleyen bulgular ortaya koymuştur. Nim Projesi bu çalışmalardan biridir. Nim
Projesinde, bir şempanzeye dil öğretilmeye çalışılarak dilin gerçekten insana özgü olup
olmadığı incelenmiş ve bulgular uygun koşular sağlanmasına rağmen diğer memelilerin
insanın kullandığı dile benzer bir dil edinimi/kullanımı gerçekleştiremediğini göstermiştir.
Dilin insana özgülüğüne ilişkin diğer destekleyici bilgiler nöroloji ve genetik alanlarında
gelmiştir. Paul Broca, Broca adını verdiği insan beyninin sol ön alanının dilsel işlemlerle
ilintili olduğunu ve bu bölgede meydana gelen bir lezyonun dil bozukluklarının oluşumuna
neden olduğunu ortaya koymuştur. Broca alanında oluşan hasarlar dil bilgisel açıdan bozuk
tümceler üretimine sebep olmakla birlikte, konuşmanın motor gerçekleştirilmesini de
olanaksız kılabilmektedir (Rogalsky ve Hickok, 2011). İlerleyen dönemde Karl Wenicke,
insan beyninin sol arka kısmının (Wernicke alanı) anlambilimsel süreçlerle ilintili olduğunu,
bu alanda oluşan bir lezyonun akıcı ve dil bilgisel tümceler üretimini engellememesine karşın,
anlamsal olarak bozuk ve bağamdan kopuk tümcelerin üretimine sebep olduğunu
belirtmektedir (Démonet ve diğ., 1992). İnsan beyninde dile özel alanların bulunması dilin
insana özgülüğünü ortaya koyan önemli bulgulardır. Dilin insana özgülüğüne ilişkin bir diğer
kanıt genetik biliminden gelmektedir. İnsanda bulunan FOXP2 geni mutasyona uğraması
durumunda konuşma ve dil becerilerinde ciddi kayıplar oluşmaktadır (Lai ve diğ. 2001). Bu
Nim Projesi
Kısa adıyla Nim, uzun adıyla Neam Chimpsky iki haftalıkken bir aileye teslim edilmiş
ve İşaret Dili Öğretilerek dil gelişimi ve kullanımı Columbia Üniversitesi araştırmalarınca
gözlemlenmiş bir şempanzedir. Dilin insana özgü olmasının olası nedenlerinden birisi, diğer
canlıların ses aygıtlarının dil için yeterli olanak sağlamaması olabilir. Ancak işaret dili
edinmek için ses telleri, dil, damak gibi aygıtlara ihtiyaç duyulmamaktadır. Dolayısıyla, eğer
dil insana özgü değilse, erken bir dönemden itibaren dile maruz bırakılan Nim’in de işaret
dilini edinebilmesi ve tıpkı insanda olduğu gibi üretici bir biçimde kullanabilmesi
beklenmektedir. Nim eğitildiği süre boyunca 125’e yakın işaret öğrenmesine karşın,
kullandığı dilin insan dilinden oldukça uzak olduğu görülmüştür. Çünkü; Nim öğrendiği
işaretlerle sınırlı kalmakla, dil kullanımı üretici bir yön taşımamaktadır. Nim’in 4 işaret
birleşimiyle oluşturduğu yapılara ilişkin şu üretimler örnek verilebilir (Terrace, 1979).
Veri yoksunluğu: Anadili edinim sürecinde, çocuklar çevresinden sınırlı bir dil girdisi
alırlar. Başka bir ifadeyle, dil edinim sürecinde dildeki bütün olasılık kümesine yani dildeki
bütün tümcelere maruz kalmazlar. Buna karşın, insan dil edinim sürecinde edindiği kuralları
hiç duymadığı durumlara uygulama becerisine sahiptir. Dil edinim sürecinde sınırlı dil girdisi
ile karşılaşılsa da, bu girdinin tamamen önemsiz olduğu anlamına gelmez. Çünkü insan
zihnindeki dil edinmeyi sağlayan hazır düzenek ancak çevre ile etkileşim sayesinde çalışan bir
mekanizmaya dönüşür. Bir girdi olmaması durumunda dil ediniminin gerçekleşmesinde ciddi
sorunlarla karşılaşılır. Lenneberg’in (1967) ortaya attığı Kritik Dönem Hipotezine göre,
anadili edinim yeteneği belli bir dönemde gelişir ve bu dönemin bitimiyle sonlanır. Doğum ile
başlayıp erken ergenlik döneminde sona eren bu dönem, dil edinimi için bir fırsat penceresidir
(window of opportunity). Bu hipoteze göre, kritik dönem içerisinde dil edinimi oldukça kolay
ve hızlı gelişir, sadece dil girdisinin sağlanması dil edinimi için yeterlidir. Ancak Kritik
Dönemin geçilmesi durumunda, dil edinimi oldukça güçleşir hatta kimi yapılar asla
edinilemez hâle gelir. Kritik Dönem Hipotezini destekleyen vahşi çocuk, Amala ve Kamala,
Genie, Halen Keller, Chelsea, Isabelle gibi kimi ender vakalar da söz konudur. Bu vakalar dil
ediniminde doğuştan gelen düzenek kadar, bu düzeneğin kritik bir dönem içerisinde yeterli
şekilde beslenmesinin de dil edinimi için oldukça önemli olduğunu göstermektedir. Diğer bir
deyişle, insan diğer canlılardan farklı olarak dil edinme kapasitesiyle doğar ancak belirli bir
dönem içerisinde bu kapasite kullanılmaz ve geliştirilmezse sönümlenir.
Genie Vakası (Curtiss, S.,1977)
1880 doğumlu Helen Keller, 20 aylıkken ateşli bir hastalık sonucu sağır, kör ve dilsiz
kalır. Eğitmeni, Anne Mansfield Sullivan çok uzun yıllar Hallen ile ilgilenir. Kullandığı ilk
yöntem Helen’in avuç içine parmaklarıyla dokunarak iletişime geçmektir. Helen’e Braille
alfabesini öğretir. Helen’in en büyük avantajı, hayatının ilk 20 ayında dilsel girdiye maruz
kalmasıdır. Helen Keller konuşma, duyma ve görme yetisine sahip olmasa bile dil edinir.
Hatta çok ilgi gören birkaç tane kitap yazar.
Genie ile Helen Keller vakası birbirine karşıt iki örnek olay olarak düşünülebilir.
İlkinde herhangi bir fiziksel sorun olmamasına rağmen Kritik Dönemi dilsel veriden yoksun
geçiren bir çocuk söz konusuyken, ikincisinde Kritik Dönemin en azından bir bölümünde
dilsel girdiye maruz kalmış ancak henüz 20 aylıkken dokunma ve koku alma dışında başka
Aynılık:
bir duyusu Anadilibiredinim
kalmamış çocuk sürecinde sağlıklı
söz konusudur. bütün
Buna çocuklar
karşın edinim
ilk örneği süreci Genie’de
oluşturan için eşit bir
dil
potansiyele sahiptir. Dahası,
edinimi sağlanamazken Helenanadili edinim
Keller’de dil süreci
edinimiincelendiğinde, kişiden kişiye değişmeyen
gerçekleşmiştir.
bir aynılık söz konusudur. Örneğin; hiçbir çocuk eylem ile adın bir araya getirilmesi ile
oluşturulan Eylem Öbeğini (Ör; okula git) Zaman Öbeğinden (Ör; Okula git-ti) ya da Çekim
Öbeğinden (Okula git-ti-m) önce oluşturamaz. Dolayısıyla, edinim sürecinde doğal bir sıra
söz konusudur. Hatta bu sıra büyük oranda ikinci dil edinim süreci için de geçerlidir. Söz
gelimi, İngilizceyi ikinci dil olarak edinen bir yetişkin büyük oranda İngilizceyi anadili olarak
edinen bir çocukla aynı evreleri geçirerek edinim sürecinde ilerler. Örneğin İngiliz çocuklar
anadili edinim sürecinde geçmiş zaman yapılarını edinirken öncelikle geçmiş zaman eki –
ed’yi edinirler. Daha sonra, bu eki aşırı genelleştirerek bütün eylemlere uygularlar ve “*I goed
to the kitchen.” gibi bozuk yapılar üretirler. Kimi eylemlerin geçmiş zaman biçimlerinin
değiştiğini (go-went örneğindeki gibi) edinmek edinimin bir sonraki aşamasıdır. Benzer bir
süreç İngilizceyi ikinci dil olarak edinen yetişkin bireyler için de söz konusudur. Dolayısıyla,
dil edinim süreci aynı bütün bireyler için aynı basamakların takip edildiği bir süreçtir (Gass ve
Selinker, 2001).
Hız: Dil edinimi oldukça hızlı gelişen bir süreçtir. Çocuklar 2.5-3 yıl gibi bir süre
içerisinde temel dil yapılarını edinir. 5 yaşında yetişkinlerinki kadar karmaşık tümce yapıları
kurabilir.
Kolaylık: Sağlıklı bir bireyin dil edinimini sağlamak için ihtiyacı olan tek şey dilsel
girdidir. Çevreden dil verisi sağlandığı sürece, bir çocuk dil ediniminde herhangi bir sorun
yaşanmaz.
Düzeltme: Dil edinimi süreci, çevreden gelen düzeltmelerin herhangi bir etkisinin
olmadığı bir süreçtir. Bunda dil edinim sürecinin kendi içerisinde bir aşamalılık içermesi ve
kuralların bir varsayım-sınama süreci ile içselleştiriliyor olması önemli rol oynamaktadır.
Örneğin “*Ben parka gitti.” diyen bir çocuğa “gitti değil gittim.” diyerek düzeltme yapmak
büyük ölçüde faydasız olacaktır. Çünkü Çekim Öbeğini edinebilmesi için öncelikle edinmesi
gereken başka yapılar söz konusudur. Düzeltmelerden bağımsız olarak her yapı zamanı
geldiğinde edinilir.
Sonuç olarak, dili insan dilindeki gibi gelişmiş bir yapı olarak ele aldığımızda, dilin
insana özgü olduğunu söyleyebiliriz. Peki, hayvanların dili yok mudur? Yoksa nasıl
haberleşmektedirler? Şüphesiz dile daha geniş bir perspektifte baktığımızda, hayvanların
haberleşmek için kullandığı sistemi de dil olarak değerlendirebiliriz. Ancak bu dil hiçbir
zaman çok anlamlılık taşımayan, üretken olmayan, tek yönlü bir iletişime izin veren bir dildir.
Bu açıdan hayvan dili, insan dilinden tamamen farklılaşır. İnsan dili ile hayvan dili arasındaki
temel farklılıklar şu şekilde özetlenebilir2:
2
Bu tablo Başkan, Ö. (2003) ve Günay, D. (2004) temel alınarak hazırlanmıştır.
İnsan Dili Hayvan Dili
Tür içinde farklı dil dizgeleri (Türkçe, Tür içinde (örneğin arılar) tek bir dil dizgesi
İngilizce gibi) vardır vardır.
Peki, yine de diller arasında farklılıklar yok mudur? Anadili Türkçe olan bireyler
İngilizce öğrenme sürecinde, iki dil arasında pek çok yapısal farklılığın olduğunu hemen
sezer. Ancak diller arası çeşitlilik diğer bir deyişle, değiştirgenler (settings) evrensel dil
bilgisi varsayımını yıkan bir durum değildir. Chomsky (1991) insan zihninde var olan
evrensel dil bilgisinin insanın dili kısa sürede edinmesini sağladığını öne sürer. Diğer bir
deyişle, insan doğuştan evrensel nitelikli birtakım dil bilgisi ilkelerle doğar. Doğumdan sonra
bu içsel ilkeler, bulunduğu dil çevresinin kurallarına göre ayarlanır. Örneğin, öbek yapılar
oluşturma insanın doğuştan getirdiği bir dil yetisidir. Türkçeyi anadili olarak konuşan her
birey “Ben arkadaşımın arabasını binanın önüne park ettim.” gibi bir tümceyi 1b’deki gibi
değil 1a’daki gibi parçalara ayırma eğiliminde olacaktır.
Çünkü her anadili konuşucusu “arabasını binanın” gibi bir öbek olmayacağını ancak
“arkadaşımın arabasını” gibi bir öbeğin olabileceğini sezgisel olarak bilir. Dahası, anadil
konuşucusu “arkadaşının arabası” öbeğindeki iki sözcükten birisinin (arabası) öbekte daha
temel rol onadığını, diğer bir deyişle gerek anlambilimsel gerek öbek yapı kuralları açısından
daha önemli olduğunu da çıkarır. Tamlanan ya da baş (head) olarak adlandırabileceğimiz bu
sözcükler Türkçede hep tamlayandan ya da tümleçten (complement) daha sonra gelir. Bu
nedenle, Türkçe tıpkı Japonca, Korece gibi baş-son (head-final) bir dil olarak nitelendirilir.
arkadaşımın arabası
İngilizcede ise, aynı öbekleme mekanizması işlemesine karşın tamlayan (tümleç) ile
tamlanan (baş) arasındaki sıranın değişerek tamlananın tamlayandan daha önce geldiği
görülür. Bu nedenle de, İngilizce, Almanca, İspanyolca gibi diller Baş-ilk (Head-initial) diller
olarak adlandırılır. Bu duruma yukarıda verdiğimiz tümcenin İngilizce biçimi üzerinden
bakalım:
(2) I parked the car of my friend’s in front of the building.
Görüldüğü gibi, tümceyi oluşturan yapıların öbeklerden oluşması, bir öbeği oluşturan
iki sözcükten birinin diğerine göre daha önemli bir rol üstlenmesi evrensel nitelikli bir dil
bilgisi ilkesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu temel rolü oynayan üyenin
(tamlanan/baş) diğer üyeye göre bulunduğu konum dilden dile değişebilmektedir. Dolayısıyla,
baş-son ve baş-ilk olmak bir değiştirgen olarak gözükür. Ancak bu değiştirgen de evrensel dil
bilgisi tarafından belirlenmektedir. Çünkü dünya dillerinde öbek yapı içeresinde baş-son ya
da baş-ilk olma dışında bir alternatif bulunmamaktadır.
Sonuç olarak, dile baktığımızda, bütün diller için geçerli olan ilkelerin ve dilden dile
değişiklik gösteren ayarların bulunduğu bunların bir bütün olarak evrensel dil bilgisini
oluşturduğu görülmektedir. Bir çocuk doğduğu anda öbekleme ilkesine sahiptir. Ancak bu
öbeği nasıl ayarlayacağı (baş-ilk mi baş-son mu olacağı) içinde bulunduğu dilin özelliğine
göre belirlenecektir.
Dilin üretkenliği denildiğinde, genellikle akla ilk olarak dilin sanatla özellikle de
edebiyatla ilişkisi gelir. Bu bakış açısına göre, dil bir üretkenliğe, yaratıcılığa sahiptir. Çünkü,
dil metafor üretimine olanak tanır. Esasen dilin sanat amaçlı kullanımına bakmaksızın
gündelik kullanımı için de üretkenlikten bahsetmek mümkündür. Dil üretkendir, çünkü dil
sınırlı sayıda sözcük haznesi ve sınırlı sayıda dil bilgisi kuralına sahip olmasına karşın,
sınırsız sayıda tümce üretimine olanak tanır. Öyle ki, bir birey daha önce hiç duymadığı bir
tümceyi üretme kapasitesine sahip olmakla birlikte, ilk kez duyduğu bir tümceyi de
anlamlandırabilir. Örneğin anadili Türkçe olan sağlıklı her birey aşağıdaki gibi karmaşık bir
tümce yapısı üretebilir ve ilk kez duyuyor olsa bile anlamlandırabilir. Diğer bir deyişle, dil
sınırlı sayıda kural ile sınırsız sayıda tümce üretmeyi sağlar.
(3) Fakülteye giderken gördüğüm öğrencimin yanında oturan çocuğun bu yıl mezun
olduğunu biraz önce öğrendim.
Neden dilde doların karşılık geldiği miktardaki artmayı “yükselmek” azalmayı ise,
“düşmek” eylemleriyle karşılarız? Bilişsel dilbilim bu dilsel metaforların altında insan
zihninde “çok olan yukarıdadır” ve “az olan aşağıdadır” gibi bir kavramsallaşmanın yattığını
söyler. İnsanoğlunun çevreyle ve diğer bireylerle yüzyıllar süren etkileşimi, dilde böylesi bir
bilginin kodlanmasına sebep olmuştur. Böylece dilimiz miktar olarak fazlalığı fiziksel yön
olarak yukarıda, azlığı ise, aşağıda olma ile karşılayarak somutlaştırmıştır.
Sonuç olarak, insan dili gerek dil bilgiselleşme gerekse kavramsallaşma açısından
oldukça üretken ve yaratıcı bir görünüm ortaya koyar.
Önceki bölümlerde değindiğimiz, dilin bir mekanizma olduğu, diğer bir deyişle,
kurallar bütünü olduğu görüşüne ek olarak dil ile güçlü bir anoloji kurulan bir başka kavram
daha bulunmaktadır: Organizma. Dilin organizma olması onun canlı olması, dolayısıyla
doğması, gelişmesi hatta ölmesi diğer bir deyişle sürekli bir değişim ve dönüşüm içerisinde
olmasıyla ilgilidir. Dahası, bu değişim dile bilgisayar, e-posta gibi sözcüklerin girmesi bazı
sözcüklerinde kullanımdan kalkmasıyla sınırlı değildir. Sözcüklerin anlamları, sesletimleri
hatta dil bilgisi kuralları da değişir. Örneğin Bugün İngilizce için olumsuzlaştırma eki olan
“not” 1200’lerden önce “ne” biçimindeydi ve bugün olduğu gibi eylemden sonra değil
eylemden önce yer alırdı. (Grady ve diğ., 1996)
Herhangi bir amaç için dil kullandığımızda bir anlam iletiriz. Bu anlamı bir yapı
içerisinde sunmamız gerekir ve tüm bu kurgunun ses yoluyla iletilmesi gerekir. Bu durumda
dilin en temeldeki bilişenleri olarak a) anlam bilgisi, b) söz dizim ve c) ses bilgisi hemen
karşımızda belirir.
Gönderge; bir dünya gerçekliğini ifade etmektedir. Bu bir nesne, olay ya da durum
olabilir. Düşünce; göndergelerin diğer deyişle, nesnelerin ve olayların zihnimizdeki sunuluş
biçimidir. Zihinsel temsilde göndergenin nesnel özellikleriyle birlikte bireysel algılamada
etkin rol oynar.
Sembol ise, dili karşılamaktır. Düşüncelerimizi bir sembolle, yani konuşma sesleriyle,
yazıyla ya da işaretlerle aktarırız.
Bu üç ana kavramın birbiri ile olan ilişkisine baktığımızda gönderge ile sembol
arasında bir nedensellik ilişkisinin bulunmadığı görülmektedir. Örneğin dünya gerçekliliği
olan ağaç ile bunun dil de karşılığı olan /a/, /ğ/, /a/,/ç/ harflerinin bir araya gelmesi arasında
herhangi bir nedensel ilişkisi bulunmamaktadır. Bu nedenle, bu ilişkiye göstergenin (yani
dilin) nedensizliği ilkesi denilmektedir. Buna karşın, gönderge ile bunun zihinsel temsili
arasında bir nedensellik ilişkisi bulunmaktadır. Biz güneş nesnesini zihnimizde sıcaklık
verme, ışık verme özellikleriyle kodlarız çünkü gerçekten de güneş ısı ve ışık kaynağıdır.
Benzer bir biçimde, zihnimizde oluşan düşünce ile onun dile getirilişi arasında da bir
nedensellik ilişkisi söz konusudur. Diğer bir deyişle, güneşin ısı ve ışık verdiğini söylerim
çünkü zihnimde böyle bir güneş imgesi bulunmaktadır.
Sonuç olarak, dil üretimimizin temel amacı; bir anlam üretmektir. Anlam üretim
sürecinde de gerek çevremiz gerek çevremizin zihnimizde yorumlanması gerekse bu durumun
dile dökülüşü temel rol oynamaktadır.
Anlamı ifade etmek için sözcükleri bir yapı içerisinde bir araya getirmek gerekir.
Ancak bu, sözcüklerin bir zincirin halkaları gibi peş peşe sıralanması anlamına gelmez.
Örneğin “Ben okula gittim.” gibi bir tümce, önce “ben” ile “okula” sözcüklerinin sonra da
“okula” ile “gittim” sözcüklerinin birbirine bağlanması ile kurulmaz. Sözgelimi “git-ti-m” ile
“ben” arasında da bir ilişki bulunmaktadır. Dahası, bu ilişki “gittim” ile “okula” sözcüklerinin
arasındaki ilişkiden de farklı niteliktedir. Çünkü “git-ti-m” eylemi “okul” sözcüğüne yönelme
durumunu (-A) yükler ancak “ben” ile bir uyum ilişkisine girer (Bkz. Şekil 2). Görüldüğü
gibi, dilde sözcüklerin bir araya getirilmesi sürecinde söz dizim kuralları etkili olmaktadır.
ÇÖ
Ben Ç’
ZÖ -m
EÖ
-ti
okul-a git
durum yükleme
uyum
Bütün sağlıklı anadili konuşucusu, kusursuz bir içsel dil bilgisine sahiptir. Örneğin
eğitim düzeyi, cinsiyeti, sosyoekonomik statüsü ne olursa olsun anadili Türkçe olan her birey,
nedenini söyleyemese de aşağıdaki tümcelerden 1 ve 2’nin dil bilgisel 3, 4 ve 5’in dil bilgisi
dışı olduğunu belirleyebilir.
Sonuç olarak dilin temel bileşenlerinden olan söz dizim, dilin tümce düzeyindeki
yapılarını ile ilgilidir ve dildeki tümcelerin dil bilgisellik ya da dil bilgisi dışılık durumlarının
altında yatan kurallar söz dizim kurallarınca belirlenir.
Bugün dilimizi kullanırken sadece sözlü değil yazılı dili de kullanıyoruz. Diğer bir
deyişle, dil kullanmak için konuşmak zorunda değiliz. Ancak yazı dili ve dolayısıyla harfler
aslında dile ilişkin doğuştan getirdiğimiz bilgiler değildir. Nasıl insanlık yazıyı bir ihtiyaç
olarak bundan yaklaşık 5500 yıl önce icat ettiyse, bugün de her toplum kendi yazı sistemini
okul çağıyla birlikte çocuklarına öğretmektedir. Dolaysıyla, ses ile harf birbiriyle tamamen
örtüşen olgular değildir. Ses oluşturma ve tanıma becerisini doğuştan getiririz ancak yazı
tanımayı 6-7 yaşlarımızda öğreniriz.
Dilbilimde seslerle ilgili iki alandan söz edilebilir: ses bilgisi (phonetics) ve ses bilim
(phonology). Ses bilgisi; insan dilinin seslerinin nasıl oluştuğunu, ne gibi nitelikler taşıdığını,
ses dalgalarıyla nasıl aktarıldığını, dinleyiciye nasıl ulaştırıldığını, dinleyicinin bu sesleri
alışını, kısacası dilin ve bildirişimin ses yönünü incelemektedir. Ses bilim ise, bu genel
yapının belirli bir dildeki görünümünü inceler. Diğer bir deyişle, ses bilgisi genel olarak
dildeki seslerin nasıl oluştuğunu incelerken ses bilim; belirli bir dildeki (Örneğin Türkçedeki)
seslerin özelliklerini inceler. İki kavram arasındaki farklılıklar şu şekilde aktarılabilir:
Ses Bilgisi Ses Bilim
Ses bilgisi; seslerin ve ses birimlerin nasıl Ses bilim; sesleri tek başlarına değil; içinde
gerçekleştiği ile ilgilenmektedir. bulundukları dil sistemindeki ayırıcı
işlevlerine göre inceler.
Ses bilgisi belirli bir dilden bağımsız bir Ses bilim belirli bir dil için geçerlidir.
alandır.
Sesi anlamdan bağımsız bir biçimde inceler. Sesi anlamla ilişkili olarak inceler.
“/a/ sesi nasıl oluşuyor?” gibi bir soruya “Türkçede /a/ sesinin özellikleri nelerdir?”
yanıt arar. gibi bir soruya yanıt arar.
Bir dilin ses bilimsel incelemesi o dilin ünlülerini, ünsüzlerini diğer bir deyişle sözcük
sınırları içinde kalan parçalı ses birimlerini (segmental phonemes) içermekle birlikte süre,
vurgu, ezgi gibi tümce düzeyinde olan parçalarüstü ses birimleri (suprasegmental phonemes)
de kapsar. Tüm bu özellikleri bir bütün olarak düşündüğümüzde ses bilimsel özellikler dilin
gerçekleşme aracı olduğunu görürüz. Zihnimizde oluşan olgular, düşünceler temel olarak ses
bilimsel özellikler sayesinde çıktıya dönüşür ve gerçeklik kazanır.
İleri Okumalar İçin Öneriler
Lai CS, Fisher SE, Hurst JA, Vargha-Khadem F, Monaco AP (2001). A forkhead-
domain gene is mutated in a severe speech and language disorder. Nature. 413 (6855):
519–23.
Corianne R. Ve Gregory H. (2011). The Role of Broca s Area in Sentence
Comprehension. Journal of Cognitive Neuroscience 23:7.