You are on page 1of 11

TARİH USÛLÜ

Hasan Ürkmez
Ekim 2005
Berlin

TARİH NEDİR?
Üzerinde bulunduğumuz andan itibaren geriye doğru varlığın başlangıcına
kadar uzanan zaman içerisinde cereyan eden ve belli sebepleri, biçimleri ve
sonuçları olan, kendine has mekânlarda gerçekleşen vakıaların bütününe tarih
diyoruz.
Bu tarif tarihin ıstılah anlamıdır. Sözlük anlamı «Vakti belirlemek»tir ve ıstılah
anlamını ihtiva etmektedir. Bu ihtiva mantıktaki umum-husus kaidesincedir.
Öyleyse tarihin sözlük anlamı umum belirtirken ıstılah anlamı da husus
belirtmektedir. Her umum kendine ait hususu kapsar.

Tarihi inceleme işini üç yönden ele alabiliriz:


1. Hikmet yönü: Tarihi hikmet yönünden ele alan, onu kafasındaki tezatsız ve her
örgüsü tamam bir dünya görüşüne nispet eder. Bu tarihin ilim olarak tedvin
edilmesini şart koşan bir durumdur. Bunu yapmak sanat ve tefekkür adamının işidir.
2. İlim yönü: Vakıaları sağlam bir analiz ve sentez halinde umûmî kıymet
hükümlerine bağlamak, yani tarihin kanunlarını vazetmek işi. Bu işi yapana tarih
alimi (tarihçi), bu işin adına da tarih ilmi diyoruz.
3. Teknik yönü: Tarih ilmine malzeme ve ham madde temin etme ve gerisini tasa
etmeme yönü. Buna da tarih teknisyenliği diyebiliriz. Bu işi yapan ise tarih
teknisyeni.
Bizde tarih amelesi çoktur, alimi varla yok arasıdır, tarih hakimi ise hiç yoktur. Bu
çalışmanın amacı biraz da buna yolaçabilmektir.
«Bu üç faaliyet nevinin sahiplerinden birincisi, cemiyet hamurkârı büyük fikirci,
ikincisi tarihi kendi içerisinde ve zamanının anlayışına göre muhasebe eden
meslekî ilimci (demek ki zamanın üzerinde muhasebe büyük fikircinin işi veya bunu
yapan büyük fikirci), üçüncüsü de bu rizikolu ve belâlı işlerden kaçınıp, yalnız dış
şekil bakımından «doğru» ve «yanlış» ölçüsüyle hareket eden ve mansaptan evvel
menbaı tutmaya bakan kuru müşahadeci... Herbirinin ayrı ayrı hakları olan bu üç
sınıf iş sahibinden ilki, dünya çapında tefsirci ressam, öbürü sınırlı görüş peşinde
usta fırça sahibi; daha öbürü de düpedüz fotoğrafçı... İlkinde hikmet kanatlı büyük
ruh, öbüründe mevzuiyle kayıtlı mahalli idrak, daha öbüründe de dış hakikat kaygılı
yavan akıl iş görür. Birinciye azametli hamle, ikinciye şerefli vazife, üçüncüye de
tarafsız ihtiyat düşer.»
TARİHÇİ:
Tarihi «ilim gözüyle yoğuran, vakıaları sağlam bir (analiz) ve (sentez) halinde
umûmî kıymet hükümlerine» bağlayıp tarihin bir ilim olarak kanunlarını vaz eden
kişi.
Tarihçi üzerinde çalıştığı ve tedvin etmek istidiği ilmin icabettirdiğini yerine
getirebilmek için bir takım özelliklere sahip olmalıdır
Kafiyeciʼye göre tarihçi hadis rivayet edenlerin sahip olduğu kriterlere sahip
olmalıdır.
Bu kriterler şunlardır:
1. Akıl, 2. Zapt, 3. İslam, 4. Adalet.
Bu dört kriterden üçüncüsünün haricindeki diğer kriterler aslında tarih bilimiyle
uğraşanların üzerinde ittifak ettikleri kriterlerdir. Adalet kriteri üzerinde en çok
tartışılan ve herkesin kendi bağlı olduğu dünya görüşüne göre şekillenebilecek, bu
şekle uygun bir muhtevaya sahip olacak bir kriterdir. Bize göre tarihçi ile ilgili
tartışmaların ana eksenini bu özellik oluşturmaktadır. fiimdi bu kriterlere kısaca göz
atalım:
1. Akıl: İnsanın bilgi edinmesi ve edindiği bu bilgileri aslına sadık, yani neyse o
halleriyle anlayıp aktarabilmesi yeteneği. Komple bir akıl tartışmasını gerektirir.
Geniş bilgi için felsefe, kelâm ve tasavvuf kitaplarına müracaat edilmelidir.
Tekevvünî ve içtimaî tarih yazımında kesinlikle müracaat edilmesi gereken kriterdir.
2. Zapt: Duyduğunu, gördüğünü, okuduğunu, duyduğu, gördüğü ve okuduğu
gibi hatırlayabilmesi, bunları öylece üçüncü şahıslara yazılı veya sözlü olarak
aktarabilmesidir. Özellikle tarih ilminin teknik yönüyle ilgilenilirken gerekli olan bir
husûsiyettir. Rivayetçi ve öğretici tarih yazımında öncelikli müracaat kriteridir.
3. İslâm: Bize göre tarihi en iyi, en doğru ve yanlışsız bir şekilde ancak
müslüman bir tarihçi yazabilir ve yazmalıdır. Bu yüzden tarihçinin islam akidesine
ait temel esasları ve o akideye bağlı olarak gelişen diğer ilim dallarını uzman
sayılabilecek kadar bilmelidir. Özellikle usul ve alet ilimlerinde belli bir seviyede
olmalıdır. Bu onun adil hareket edebilmesinin şartıdır.
4. Adalet: Adaleti vakıalar karsışında takınılması gereken itidal tavrı, vakıalar
arasına kendi subjektif yargısını katmaması, vakıanın hakikati neyse onu ortaya
koyması meselesidir. Adaleti dış faktörlerin telkininden etkilenmeden istikrarlı ve
ahlâkın kurallarına mutabık bir biçimde gerçekleştirilen ruh dengesi ve ahlakî
olgunluk diye tarif edebiliriz. Tarihçi, vakıaların hikmetine yönelik tespitleri
yaparken her ne kadar kendisini subjektiflikten kurtarmakta zorlanacak olsa bile,
vakıaları olduğu gibi tesbit etmesi gerektiğini bildiği, yani adalet ilkesine uymaya
gayret ettiği müddetçe onların hikmetini anlamaya daha fazla istidat kesbetmiş
olacaktır. (Bkz. TDV İslam Ansiklopedisi Adalet maddesi, C I, Sh. 341-344, İst.
1988)

EXKURS:
Kişi ve olay eleştirisi:
İbni Haldun kişi eleştirisinden çok olay eleştirisinin gerekli olduğuna inanır ve bu
yüzden tarihe sebeblilik ilkesini (Neden-nasılcı tarih anlayışı) getirmiş kişi olarak
kabul edilir. Bu konu hadis rivayetiyle alâkalıdır. Hadis rivayetinde önemli olan
ravinin kişiliğidir ve ravinin kişiliğinde herhangi bir problem yoksa ravinin naklettiği
sözde de herhangi bir problem olmaz. Bu doğrudur. Çünkü râvinin naklettiği söz
üzerinde doğruluğu tartışılmayacak olan sözdür. Peygamber sözüdür. Fakat tarihî
hadiseler doğruluğu veya yanlışlığı tartışılamayacak şeyler değildir. Tarihî
hadiselerin vuku bulmuş olup olmadıklarını, vakıanın kendi iç mantığına bakarak
tespit etmek icabeder ki, buna tarih metodolojisinde iç tenkid denir.
Her ne kadar tarihi vakıaların doğruluğu veya yanlışlığının tartışılması zaruri ise
de, tarihî olayları nakledenlerin hadis râvilerinde aranan özelliklere sahip
olmaması doğru olmaz. Neticede tarih bize ancak tarihçi aracılığıyla ulaşmaktadır.
Bu da tarihçinin keyfiyetinin önemini ortaya koymaktadır. Ibn-i Haldunʼun bahsettiği
olay eleştirisini özellikle sözlü tarih için itibara almak zorundayız. Yazılı tarihte ise
bu konu biraz daha hassasiyet gerektirmektedir. Yazılı tarihte önemli olan evvela
belgedir. Fakat bu, bizim sözkonusu belgeyi yazan veya tanzim eden hakkında bir
fikir yürütmemizi engellemez. Tarihçinin, elindeki belgeyi doğru bir belge olarak
telâkki ettiğini düşünelim. Bu durumda tarihçi ya doğru veya yanlış karar vermiştir.
Doğru karar verdiğini tarihçinin sahip olduğu kriterlere bakarak anlayabiliriz. Yanlış
karar verdiğini o belgenin iç düzeneğindeki mantığa bakarak, o belgede anlatılanın
vaki olup olamayacağı hakkında bir karar vererek anlarız ki, İbn-i Haldunun
yeğlediği budur. Fakat aynı zamanda bu belge bir tarihçi tarafından
değerlendirmeye tabi tutulduğuna göre kişi eleştirisinden vazgeçmek te mümkün
görünmemektedir. Bu konuda en sağlıklı yol kişi ve olay eleştirisini sürekli birbirine
paralel olarak ele almaktır.
Bu araştırmada güttüğümüz gaye, tarihçi olmaktan çok tarihi nasıl öğrenmek
gerektiği olduğundan, bizim için tarihî vakıalar kadar tarihçinin de doğru kriterlerle
hareket edip etmediğini gözetmek önem arzeder. Tarihçiye olan güvenimiz,
mevzubahis olan vakıaları tarihçinin kabul veya reddine uygun olarak kabul veya
reddimizi mümkün kılacaktır.

•••

TARİH İLMİ:
Tarihçinin tarihle ilgilenmek ve ilgilendiği bu işten doğru neticelere ve yeni
bilgilere ulaşmak için ilmin kaidelerine göre geliştirmek zorunda olduğu sistematik
yapının adına Tarih ilmi diyoruz.

TARİH İLMİNİN ÖNEMİ:


Her insan doğduğu andan itibaren tarihle ilişki içerisine girdiğine, yani bir
geçmişi olduğuna göre tarihin insanoğlu için nasıl bir önem arzettiğini anlamak
kolaylaşır. Tarihin tanımını verirken onu varlığın başlangıcına kadar uzanan bir
zaman dilimi içerisinde cereyan eden hadiseler bütünü olarak tarif ettiğimizi
hatırlarsak aslında tarih ilminin insanoğlunun yaradılış hikmetini aramak için ne
kadar önemli bir ilim olduğunu kestirebiliriz. Her ilim bir hikmeti bünyesinde
taşımak zorunda olduğuna göre tarih ilmini de ister istemez bu kategoride ele
alacağız ve onu sadece vakıaların çetelesini tutmak gibi bir vazifeden yola çıkarak
hikmete ulaşmak için kullanabileceğimiz bir hikmet aracı mesabesine yükseltmiş
olacağız.
Bir başka ifadeyle tarih ilmi, tarihçinin tarih teknisyeninden alıp işlediği ham
maddeyi ve malzemeyi tefekkür erbabına ulaştırmak için yapılan iştir. Burada dikkat
edilmesi gereken husus tarihçi ve tarih teknisyeninin iki ayrı kimlik oluşturduğu
fakat iki ayrı şahsiyet olması icab etmediğidir.
Her ilim, erbabından sorulur. Tarih ilmi de... Öyleyse «Tarihçi kimdir?» sorusuna
cevap aramak, tarih metodolojisini yazarken öncelikli olarak cevaplandırılması
gereken bir sorun olarak karşımıza çıkar. Fakat bu sorun bizi, tarihçide aranması
gereken vasıflar açısından birtakım yeni sorularla karşı karşıya getirir ve zaman
zaman açmazlara da sürükler.
Tarih ilminin tarihi yapılacak olsa bunu orada görmemiz icabederdi.

TARİH METODOLOJİSİ: TARİH İLMİNİN İLMİ


Tarihçi tarih ilmini tedvin ederken evvelâ uymak zorunda olduğu bir usulü/
metodu esas almalıdır. Tarihçi tedvin ettiği ilimle tarihçi olma husûsîyetini
kazandığına göre, tarihçiyi anlatırken aslında tarih ilmini de anlatmış olacağız.
Buna rağmen tarihçi ile tarih ilmi arasında bir ayrım yapmak ve ikisini ayrı ayrı
kaidelere ve kanunlara sahip unsurlar olarak ele almak zorundayız. Bu ise tarih
ilminin ilmini yapmaktan başka birşey diğildir. Tarih ilminin metodolojisi -kısaca
tarih metodolojisi- budur.
Buraya kadar söylenenlerden anlıyoruz ki, tarih (ilmi) vakıaların ardından
koşmak ve onun kronolojik/zaman sıralamasına göre bir çetelesini tutmak değildir.
Tarihçiyi/Tarihi yalnızca vakıaların çetelesini tutmakla görevli kabul etmek, bizim
varlıkla aramızdaki münasebeti kuramamamız demektir. Onu bu işle sınırlı kabul
etmek hikmetin ve hakikatin peşinde koşan insanla varlık/varoluş arasına bir set
çekmek anlamına gelecektir ve hadiselerin idrakini namümkün kılacaktır.. Öyleyse
bu alanı mutlaka genişletmek ve onu umûmî anlamda varlıkla/varoluşla, husûsî
anlamda ise kendimizle kendi aramızdaki münasebeti bir bütün olarak
kavramamıza aracı olan bir ilim diye tanımlamak zarureti vardır. Bu varlığın varlıkla,
varlığın insanla ve insanın insanla münasebetini belirlemek demektir.
(Not: İnsan hikmeti aramak ve hikmetin gerektirdiğine göre hareket etmek/eylem
yapmak gayesini gütmek zorunda olduğuna göre, aynı işi tarih ilmini öğrenirken de
hesaba katmak zorundadır. Çünkü hikmet insanın nutkiyetinde mevcut bir
durumdur ve eylemlerimiz/amellerimiz bu nutkiyetle bağlantılıdır. Bu konuda İhsan
Fazlıoğlunun kaynakçada verilen makalesini okuyunuz.)

Alman Tarihçi Ernst Bernheim tarihi şöyle tarif ediyor:


«Tarih ilmi, insanların zaman ve mekân çerçevesinde husule getirdikleri tekamül
hadiselerini, bunların maʼşeri (içtimai) bir vücudun fertleri ve toplulukları sıfatıyla
yaptıkları fiillerinde, bu maʼşeri hayatta mevzu-u bahis ayrı hallerdeki rol ve
ehemmiyetleri tayin ve tespit eden psiko-fizik amillerin teşkil ettiği illî bağlılıklar
çerçevesinde tecelli eylemeleri itibariyle tetkik ve tasvir eder.» (Z. Velidi Toganʼın
Tarihte Usûl kitabından naklen - Sh. 7-8)
Bu tarifte sadece insanların husule getirdikleri tekamül hadiseleri sözkonusu
edilmektedir. İnsanlardan bağımsız olarak vücuda gelen deprem gibi, yangın ve
tufan gibi felaketlerin yol açtığı tebadül-değişim hadiseleri sözkonusu
edilmemektedir. (Bu yorum tartışılabilir.)

TARİHİN SÖZLÜK VE ISTILAH ANLAMLARIYLA BİRLİKTE TARİFİ:


Tarihin sözlükte vakti belirlemek olduğunu söylemiştik. Bu arifane tarif bize onun
ıstılah anlamını da kendi içinde mündemiç olarak verir.
Vakti belirlemek deyince aşağıdaki soruları sormamız icabeder:
1.Neyin vaktini? Vakıanın varlığının tesbiti. Tarih yazımında kaynak zarureti bu
sorudan çıkar.
2.Niçin? Gaye nedir?
3.Nasıl? Vakıanın kaynağını bulma işi. Oluş ve bitiş biçimleri. Sebepler ve
sonuçlar...
4.Ne zaman? Vakıanın hangi vakitte vuku bulduğu, bu vaktin varsa, özellikleri
vs...
5.Ne ile? Takvim ihtiyacını doğuran soru...
6.Nerede? Mekânın tesbiti. Coğrafya bilgisi...
Bu sorulara verilecek cevaplardan süzülecek olan tarif tarihin ıstılah anlamını
ortaya çıkaracaktır. Tarih ilminin muhtevasında olması gerekenler de zaten bu
sorulara bulunacak olan cevaplar olmalıdır.

TARİH YAZIMI:
Her ilim yazıya dökülmek ve böylece sonraki nesillere intikal ettirilerek kalıcı
kılınmak zorundadır. Bu, tarih ilmi için de sözkonusudur. Tarih ilmi yazılırken
ilgilendiği alanları bir usule bağlamak kolay anlaşılması ve kalıcılığı açısından
önemlidir.
Muhyiddin Ebû Abdillah Muhammed b. Süleyman el-Kâfiyeci (788-879 h./
1386-1474 m.) bu ilmin tedvininde şu üç yöntemin kullanılması gerektiğini söyler:
1. Tahditle takrir: Bir olayı bütün incelikleriyle araştırılıp hakikatinin niçin, nasıl,
nerede ve ne zaman sorularına cevap olarak ortaya çıkarılması ve yazılması.
(Belirleme)
2. Tayinle takrir: Bir olayı benzeri veye diğer olaylardan ayıran özelliklerin
belirlenmesi ve ne anlama geldiğinin söz (ve yazı) ile ifade edilmesi. (Yorumlama)
3. Tevkit: Vakitlerin tayin ve tespit edilip kayda geçirilmesi. Yani kronolojik bir
sıralamanın yapılması. (Zamanlama)
Bu üç kural kullanılarak dört çeşit tarih yazımı mümkün olur:
1.Naklî veya rivayetçi tarih
2.Şeʼni veya öğretici tarih
3.Tekevvüni-genetik tarih
4.İçtimai tarih

İzah edelim:
1. Nakli veya Riveyetçi Tarih:
Hadiseleri hiçbir yoruma tabi tutmaksızın olduğu gibi aktarmaktır. Rivayetçi tarih
yazımında tarihçi vakıaları sistemleştirmek onları kronolojik bir tasnife tabi tutmak
sıkıntısı çekmez. Hadiseyi nasıl duydu, gördü veya okuduysa o şekilde sözlü veya
yazılı olarak aktarır.
Rivayetçi tarih yazımı hadiselerin bir nevi çetelesini tutmaktır ve diğer tarih
yazım kurallarına malzeme oluşturması bakımından önemlidir. Taberi ve İbn-ül
Aşirʼin tarihleri, Heredot tarihi bu tür tarih yazımına örnek teşkil ederler.
2. Şeʼni veya öğretici tarih:
Tarihçinin tarihi hadiselerden faydalı sonuçlar çıkarma gayesine uygun olarak
yazılır. Hal tercümeleri, siyer kitapları, manakıp kitapları bu gayeye matuf olarak
yazılmış tarih kitapları olarak telâkki edilebir.
3.Tekevvünî-genetik tarih:
Hadiselerin doğuş sebeplerini araştırmak, nasıl olduğunu belirlemek gayesini
güden tarih yazım şeklidir. Tekevvünî tarih bir bakıma bizim tarihî vakıalara
yönelttiğimiz «nasıl» sorusuna cevap aramaktır.
Neden/nasılcı tarih olarak da isimlendirilmektedir.
4. İçtimaî tarih:
Tarihî vakıaları kanunlaştırmak gayesini güden bu tarih yazım şekli, öğretici tarih
yazımının hissî taraflarını ve şahsi kanaatleri bir tarafa bırakır, vakıaları bu gözle
inceler. Burada da «niçin» sorusuna aranan cevap sözkonusudur. Oswald
Spenglerʼin Batının Çöküşü isimli eseri bu türden bir tarih yazımıdır.

TARİH YAZIMINDA KAYNAKLAR:


Tarihin sözlük ve ıstılah anlamını incelerken sonduğumuz birinci sorunun cevabı
tarih yazımında kullanılacak olan kaynakların bulunmasını ve bilinmesini gerekli
kılar. Bu kaynaklar bize vakıanın geçmişte vaki olduğunu, uydurma olmadığını
gösterir.
Bu kaynaklar üç kategoride değerlendirilir:
1. Yazılı ve resimli kaynaklar
2. Sözlü kaynaklar
3. Bakiyeler (Überreste)
Bu kaynaklar muvacehesinde geçmiş toplulukların hayatları hakkında umûmî ve
husûsî bilgilere ulaşabiliriz. Eski kavimlerin günlük, şahsi hayatlarından toplumsal
düzenlerine, anlayışlarına, dillerine, tedvin ettikleri ilimlere, örf, adet, gelenek ve
göreneklerine, dillerine, yazılarına ait ne kadar unsur varsa, bunların hepsini bu
kaynaklar aracılığıyla tesbit ederiz.

Bu kaynakları biraz daha yakından inceleyelim:


1. Yazılı ve Resimli/Görüntülü kaynaklar:
a) Kitabeler (Epigrafi-Inschriften)
b) fiecereler
c) Vakanüvislerin yazdıkları kronolojiler
d) Hal tercümeleri
e) Otobiyografiler
f) Seyahatnameler
g) Mektuplar
h) Risaleler, kitaplar
i) Resimler, çizimler, haritalar...
j) Kanunnameler, mevzuatlar ve resmi evrak, vs...
k) Mevkuteler (Gazete, dergi vs..)
l) Bilgisayarlar ve bunlarla yapılan yayınlar.
m) Filmler (Tv, VCD, CD, Sinema filmleri aynı zamanda ses kayıtlarına sahip
olduklarından sözlü kaynak olarak da kullanılabilirler.)

2. Sözlü Kaynaklar:
a) Sözlü olarak aktarılan tarihi şiirler
b) Destanlar
c) Hikâyeler
d) Masallar
e) Esatirî anlatılar
f) Efsaneler
g) Menkabeler
h) Anekdotlar
i) Fıkralar vs...
Sözlü kaynaklar yazıya döküldüklerinde yazılı kaynak niteliği de kazanırlar.
3. Bakiyeler:
Bakiyeler geçmişteki insan topluluklarından geri kalan her türlü
malzemelerdir.
Bunlar:
a) Mimari eserleri (Evler, saraylar, çeşmeler, ibadethaneler vs..)
c) Tablolar. Tasvir ettikleri şeylerden dolayı birinci kategoride de
değerlendirelbilecek olan tablolar, insanların resim sanatıyla ilgilendiklerin
göstermeleri açısından birer bakiye olarak da kıymet arzederler.
d) Kâğıt, kalem, kazma, kürek, kaldıraç, çatal, bıçak gibi malzemeler, tarımda
kullanılan aletler vs...
e) İnsan ve hayvan kalıntıları,
f) İnsan ve mekân isimleri,
g) Yazı/Kitap sanatı ile ilgili bilgiler için yazma eserler (Aynı zamanda yazılı
kaynak oluştururlar. Kitaplar geçmiş devirlerde ciltçilik ve kağıtçılık sanatı hakkında
bilgi verirler.)
h) Kanunî vesikalar
i) Dînî ve lâ-dînî bütün kitaplar
j) Heykeller, mumyalar vs...
k) Eski paralar (Nümismatik)
l) Savaş aletleri

Bütün bu kaynakların okunması, anlaşılması, tertip, tasnif, tahlil edilip


yorumlanması, iç ve dış tenkidlere tabi tutulması sonucunda ortaya ilim haline
gelmiş bir tarih eseri çıkar.
Bütün bunların yapılabilmesi için eski dönemlere ait dillerin de bilinmesi
icabeder ki, bu da yine gerekli kaynaklara ulaşmak ve onları çözümlemek yoluyla
olur.
Herşeyden önemlisi tarihçinin bu bilgiler ışığında sağlam bir sonuca
ulaşabilmesi için eserini verdiği dili çok iyi bilmesi, kendisinde aranan vasıflara
sahip olması ve o vasıflarla iş yapabilmesi lâzımdır. İyi tarihçi kendisinde aranan
şartlara iyi riayet edendir.
Yukarıda da değindiğimiz gibi, amacımız tarih yazmak değil, tarih öğrenmek
olduğuna göre, bizim tarihi öğrenenler olarak dikkat etmemiz gereken en önemli
konu tarihçinin tarih ilmini tedvin etmede gerekli olan şartlara ne kadar haiz olup
olmadığını bilmektir. Bu, bizim tarihî hadiseleri değerlendirirken subjektiflikten
kurtulup objektif ve sağlıklı değerlendirmeler yapabilmemizin yolunu açacaktır.

TARİH YAZIM ÇEŞİTLERİ:


Yukarıda incelediğimiz kaynaklar bize tarih yazımında, yani tarihi bir ilim olarak
tedvin işinde malzeme olurlar. Bu kaynakları tek tek bilmekle henüz tarih ilmini
tedvin etmiş olmayız.Tarih ilminin tedvini için bahsi geçen malzemeleri evvelâ
zamana göre sıralamak ve tarihî hariselerdeki zamanî bütünlüğü yakalamak
gerekir. Bundan sonra yapılacak olan şey malzemenin tahlilidir ki, bu da elimizdeki
malzemenin ne derece sahih ve güvenilir olduğunu araştırmak demektir. Tahlil işi
aynı zamanda tarih tenkidinin konusudur. Tarihi malzemelerin intikadı onların tahlili
yoluyla mümkün olur. (Sahte ve uydurulmuş vesikalarla doğru tarih tedvini mümkün
değildir. Bunlarla ancak tarihte yapılan sahteliklerin boyutunu öğrenebiliriz.
Sahtekarlığın tarihini yazmak isteyenler için sahte belgeler de önem arzeder. Tarihi
yanıltanlar artık sahte belge değil, sahte vakıalar üreterek -11 Eylül gibi- tarihi
saptırıyorlar.)
Bu bütünlük elde edildikten sonra da mekâna ve konularına göre tarihin tasnifini
yapmak gerekir. Sadece zaman sıralamasına göre tarih yazımı elbette mümkündür
fakat tarih idrakini zorlaştıran bir yazım şeklidir. Çünkü tarihteki vakıalar değişik
dünya görüşlerinin tezahürleri olarak vuku bulmuşlardır. Bu açıdan bakıldığında
olaylar arasındaki münasebetlerin kurulmasında zorluk çekilir. Bu yüzden de onu
ya vuku buldukları mekânlara bağlı olarak veya konularına göre ele almak tarihi
anlamamızı kolaylaştıracaktır. Hatta biraz daha genişleterek söylemek icap ederse:
Tarihî hadiseler deyince her şeyden evvel insanla doğrudan bağlantılı olan
hadiseleri kastediyoruz. Tabii olayların bile izahı yapılırken insanlar kendi anlayış
bütünü içinde ona bir izah getirdiklerine göre tarihi olayları bu anlayışlara göre,
daha da ileri giderek bu anlayışlar nezdinde oluşturulan dünya görüşleri ve
medeniyetleri itibara alınarak bir tarih yazımını söz konusu edebiliriz. Bu şekilde bir
tarih yazımı bizi hadiselerin zaptı esnasında onların ana hatlarıyla tesbit edilmesi
gerekliliğiyle karşı karşıya getirir. Aksi takdirde bütün teferruatlara girmek icap eder
ki esasen insan takatinin buna güç yetirmesi zordur.

Bu problematiği de hesaba katarak tarih yazımını


1.Umûmî-Makro tarih yazımı,
2. Husûsî-Mikro tarih yazımı olarak sınıflandırmış, bu vesileyle de tarih yazımını
detaylandırma, detaylandırırken tarihin bütününü yakalama gayreti içerisine
kendimizi sokmuş oluruz.
Bu değerlendirme tarih yazımını ister istemez izafîleştirecektir. Meselâ bir Dünya
Tarihiʼne kıyasla Osmanlı Tarihi husûsî tarih kategorisine sokulabilecektir. Umûmî
Osmanlı Tarihi yazan bir tarihçi için Osmanlılarda Askerî Sistem husûsî tarih
olacaktır. Umûmî askerlik tarihi yazan bir tarihçiye göre de Osmanlı Askerlik Tarihi
husûsîlik arzedecektir. Dolayısıyla tarihin umûmî veya husûsî tarih şeklinde bir
tasnife tabi tutulmasının ele alınan mevzuların birbirleriyle olan umum-husus
münasebetine göre yapıldığını akıldan çıkarmamak gerekir.
Umûmî bir tarih eserinden husûsî bir bölüm ortaya çıkarılabilir. Yukarda verilen
misâlde bunu görebiliriz. Fakat bazan husûsî bir tarih kitabından her nekadar
umûmî tarih hakkında bir izlenim sahibi olabilirsek de bu umûmîlik o husûsînin
vuku bulduğu zaman ve mekânla sınırlı kalacaktır. Bu durumda umûmî hukkındaki
bilgimiz icmalî olacaktır ve tafsili-umûmî bir bilgiyi elde edemeyeceğizdir. Buna
misal olarak şahıslar hakkında yazılan biyografileri zikredebiliriz. Biyografiler
husûsî bilgilerden oluşurlar lâkin o husûsî bilgilerin kolay anlaşılması için biyografi
sahibinin yaşadığı zaman hakkında umûmî bilgi sahibi olunmadan o husûsî
bilgilerin pek bir şey ifade etmeyeceği de bilinir.
Netice itibariyle her husus, umum olanla ihata edildiğine ve her umum da içinde
bir hususu barındırdığına göre umum-husus probleminin mantıkî düzlemde ele
alınmasından sonra yazılacak bir umûmî veya husûsî tarihten elde edeceğimiz
sonuçlar tarihi vakıalar hakkında elde ettiğimiz bilgileri daha sağlıklı hale
getirecektir.
Buraya kadar anlattıklarımızdan teorik olarak altı ayrı tarih yazım çeşidi elde
etmiş oluyoruz:

1. Zamana göre umûmî tarih


2. Mekâna göre umûmî tarih
3. Konularına göre umûmî tarih

4. Zamana göre husûsî tarih


5. Mekâna göre husûsî tarih
6. Konularına göre husûsî tarih

Bu yazım şekillerine göre bir tarih yazım planı çıkarmak gerekirse:


1. Zamana göre tarih
a. Yakın zamanın tarihi:
Günümüzden itibaren geriye doğru 100-200 yıllık zaman dilimini yakın
zamana dahil ederek yazılacak tarih. Bu tarih dilimini makro olarak ele alıp
inceleyebileceğimiz gibi, bu zaman dilimi içerisinde cereyan etmiş bir olayı ön
plana çıkarıp onu mikro bir araştırmaya tabi tutabiliriz. Birinci şekle yakın zamanın
umûmî tarihi adını verebilir, ikincisine de yakın zamanda vuku bulmuş bir olayın
husûsî olarak incelenmesi diyebiliriz.
b. Uzak zamanın tarihi
Yukarıda kullanılan usulü buraya da uygulayabiliriz ve umûmî-husûsî biçimde
tarihi konuları ele alıp inceleyebiliriz. Misâl: 10. Asrın Tarihi...

2. Konularına göre tarih:


— Devletler tarihi
— Kavimler tarihi
— İlimler tarihi
•Arkeoloji,
•Tıp,
•Ekonomik bilimler,
•Politik bilimler,
•Felsefe tarihi,
•Dînî ilimlerin tek tek veya topluca tarihi, (Sadece bu konu bile tarih
yazımının boyutlarının hangi dereceye kadar yayılabileceği hakkında
bize bilgi verir.)
•Dil tarihi, vs...
—Olaylar Tarihi
• İhtilaller tarihi,
• Savaşlar tarihi,
• Göçler tarihi, vs...
—Şehirler tarihi
—Meslekler tarihi
• Askerlik,
•Politika,
•Diplomasi
•Mimarlık,
•Sanat tarihi, vs...

3. Mekânlara göre tarih:


• Kıtaların ayrı ayrı tarihi
Meselâ Asya kıtasının tarihini yazmak isteyen bir tarihçi Asya kıtasını iyi
bilmeli, orada geçen olaylar hakkında bizi malumat ve fikir sahibi kılabilmelidir.
—Kıtaların birbirleriyle münasebetleri açısından ele alınıp tarihlerinin
yazılması
• Ön Asya tarihi
• Batı Avrupa tarihi
• Orta Afrika tarihi vs...
Coğrafi sınırlandırmalar ön plana çıkarılarak yapılan tarih çalışmalarını bu
kategoride sayıyoruz.
Yukarıda sıraladığımız örneklerin herbirisi ayrı ayrı veya beraberce hem umûmî
tarih yazımının hem de husûsî tarih yazımının konusunu teşkil edebilirler. Bu
yüzden umûmî tarih ile husûsî tarih yazımının arasındaki farkı belirleyebilmek
güçleşmektedir.
Biz daha kolay anlaşılabilmesi için şöyle bir tarifi önermek istiyozuz:
1. Husûsî tarih: Tek bir konuyla ilgilenen ve konu hakkında detaylı bilgi veren
tarih yazımıdır.
2. Umûmî tarih: Bir çok konuyu bir arada ele alıp, onları bütün tefferruatlarıyla
değil de ana hatlarıyla ele alıp inceleyen ve mevzu hakkında topluca bilgi veren
tarih çalışmalarıdır.

TARİH İLMİNİN TEDVİNİNDE GEREKLİ YARDIMCI İLİM DALLARI:


Tarih ilminin tedvini ile ilgili olarak öğrendiklerimiz, tarihçinin bu ilmin tedvini
esnasında kendisinde olması gerekli bir takım özelliklerden bahsetmiştik. Bu
özelliklerin elde edilebilmesi ve tarihçinin bu ilmin tedvininde gerekli olan kaidelere
hakkıyla riayet edebilmesi için bir takım yardımcı ilim dallarına bazan ana hatlarıyla
bazan da teferruatlarıyla bilymesi gereken ilimler vardır. Bu ilimler özetle şunlardır:
Evvelâ ilim adamı olma iddiasında olan herkesin bilmesi gerekli iki alet ilmi
hakkında kesinlikle derinlikli bir bilgi sahibi olmak kaçınılmazdır. Bu iki alet ilmi Dil
ve Mantıktır. Dil ve mantığa dair bilgisi olmayan hiçbir ilim adamının tahlil ve
terkibine güven olmaz. Mantık doğru düşünmeyi, dil de doğru düşünüleni doğru
söylemeyi/yazmayı öğretir.
Özellikle müslüman bir tarihçinin bilmesi gereken ilimler:
•Din ilimleri ve onların usullerine dair bilgiler
Tefsir, hadis, kelam, fıkıh, tasavvuf ilimleri ve bunlara ait usul ilimleri,
•Takvimiyat dilebileceğimiz Kronoloji ve Metroloji,
•Meskukat -Sikkelere dair bilgileri öğrenme usulleri,
•Arkeoloji - Uzak dönemlere ait tarihi bilgilere tetkiki olarak ulaşmanın yollarını
öğreten bir ilim dalıdır. Özellikle sanat tarihi çalışmalarında çok sık müracaat
edilmesi gerekir.
•Coğrafya (Geçmişte yaşanan olayların mekânları hakkında bilgi için gerekli
ilimler coğrafya ilmi aracılığıyla elde edilebilir.)
•Etnoğrafya - Kavimler bilgisi ve Antropoloji
•Lisaniyat
•İktisat ve sosyoloji
•Diplomasi (diplomatik bir yazışma ile belgelerin incelenmesinde)

Kaynakça:
1. TDV İslam Ansiklopedisi C I; İst. 1988)
2. Geschichte; Egon Boshof, Kurt Düwell, Hans Kloft; Böhlau Verlag, Köln Waimar Wien, 4. Auflage; 1994
3. Tarihte Usul; A.. Zeki Velidî Togan; 4. Baskı; Enderun Kitabevi; İstanbul, 1985
4. Cevdet Paşa’nın Cemiyet ve Devlet Görüşü; Dr. Ümid Meriç; Ötüken Yayınevei; İstanbul 1975
5. Tarih İdraki Oluşumunda Metodolojinin Rolü; Ahmet Davudoğlu, Divan - İlmi Araştırmalar Dergisi 1999/2
Yıl: 4, Sayıayı: 7
6. Kafiyeci’de Tarih Usulü; Kasım Şulul, İnsan Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, Ocak 2003
7. Milletlerin Düzeninde İlmi Usuller; İbrahim Müteferrika; Sadeleştiren: Ömer Okutan; MEB, İstanbul 1990
8. İbn-i Haldun; Prof. Dr. Ahmet Arslan; Vadi Yayınları, Ankara 2002, 3. Basım
9. Mukaddime; İbn Haldun, çev. Zakir Kadiri Ugan, MEB Yayınları; Cilt I-III; İstanbul 1988, 1. Baskı
10. İhsan Fazlıoğlu; Nizam-ı Alem “insan” demektir.; Anlayış Dergisi, Ekim 2003; Sh. 90-91
11. Necip Fazıl Kısakürek; Ulu Hakan 2. Abdülhamit Han; Büyük Doğu Yayınları, 10. Baskı; Ağustos
1999; Sh 7-9

You might also like